*
İdrarınız anayasal güvence altındadır
Denetimli Serbestlik
Teşrin - i Evvel 1429
Fanzininizin yanında ek olarak Denetimsiz Serbestlik dergisini ve Dersanenizi almayı unutmayın
..
*
Hac ı sen nE Yap ıyosun ya ? Yaptığı kavurma ve lahmacunlardan dolayı Bir Arkadaş'a, tasarımdan dolayı ise Octave Parango'ya teşekkkür yazısıdır.
ARA BEni SIBEL denetimliserbestlikiletisim@gmail.com fb.com\deserbest @deserbestt youtube.com\deserbest
denetimliserbestlik Bunun kullanıcı adını bulamadık amk. deserbest
deserbest
Füturist Ömer
Hoplayı ver çekirge zıplayıver çekirge
KISACASI, UZUN VE DAĞINIK BİR MERABA YAZISI "Denetimli Serbestlik" eline aldığın ilk taşın elinden bir şekilde çıktığı anda başlar. O taşı birine ya da bir şeye fırlatsan da usluca yere bıraksan da bu durumu fark etmişsin demektir. Ve bu, bir başlangıçtır. Elden çıkan o taş bir şekilde hayatın bir evresinde ayağına takılacak, canını sıkacaktır. Ya da varlığını bir şekilde sana hatırlatması işten bile olmayacaktır. İşte arsızlığı ele almak tam da bu noktada yeğdir. Kendi adıma, bu fanzini yaratma sürecini örgütlemek için -çok nadir olur.- bir sorumluluk duydum. Çabuk oldu bu. Tıpkı bu sorumluluğun bazı arkadaşlar tarafından unutulması gibi.
Unutma hali "Tamamdır ağbi. Yarın bu iş bitmiştir." Denilmesinin üzerinden iki hafta geçmesine rağmen devam etti. "Tamamdır ağbi. Yarın bitmiştir bu iş." … Olm baktım ki her yarında biraz daha bitiyor gerçekten, daha başlamadan ölüyordu bu iş. Aslında belki de bu unutma süreci, bilmezden gelmekle de adlandırılabilirdi. Biraz da umursamazlık. Biraz susmalıydı. Herkes kendine dönüp bu fanzin hakında tek kelime etmeden yaşamak istemişti belki, bilmiyorum. Ama ne yalan söyleyim, öyle olsa da olmasa da ben de sustum. Ama yetti. Baktım biri bir köşede, diğeri koltuğun üzerinde kendisini tüketiyor. Denizin dibine yol falan gittiği yok. Kaçacak ya da saklanacak hiçbir yer kalmamış.
3
Füturist Ömer Kış yaklaşıyor. Bir de kendimizi göstererek saklanmak sıkıcı mı ne gelmiş bunlara. Öyle şeyler. Susuyorlar. Susuyoruz. Kalkıp onlara sarılsam, sonra böyle küçük darbeli şakalar yapsam "Rahat dur ibne" olur. Ellerimiz soğuktan üşümüş, nefesimiz ıslak. Klimalı bir odadayız o gün. Herkes bir tarafta işte. Sessizlik bozuluyor birden. Herkes bildiği ama kendisini çok da etkilemeyecek küçük şeyleri dillendiriyor. Bir kaç pis adamın hayata tutunma ısrarı, çabasız bir direnişin sinirini sıyırıp moral bozukluğuna gömüyor onları, acizlik kokan ağır küfürler havada uçuşuyor… Sonra tekrar sükun. Odada uçurtma uçuracak bir rüzgar esiyor. Sıcak rüzgarları özlüyor herkes. Güneş yüze bir çarpıyor camdan, insana insanı unutturuyor. O derece iç açıcı. Kimsenin kimseye bir şey dediği yok. Yaşamın samimi kulvarlarını, insanlarını asla fark edemeyecek içi kurumuşların sinir diyebileceği, bu kadar şey yaşanıyor işte bir kaç dakikada. Ama olayı deşmem demek onlara hak vermem anlamı taşırdı. Soğukkanlılıkla yaklaşmalıydı. Hatta evet, işte orada durmalılardı. Neyin siniriydi ulan bu? Çabasız sinir olur mu. Tabi arkadaşların çabası sinirlenmek için olunca ve asıl konu sinirlenmenin kendisi olmayınca ben de sinirlenmiştim. Maymun kulaklarını kapamış gözlerini yummuş ağzını açmıştı artık. Bağırdım onlara. Alkış tutarak kalktım ayağa. "Ne oldu şimdi be." dedim. "Orada küçücük çocuklar duydukları bomba seslerini, desibellere bölüp kabulleniyor, her gün bir kaç araba bir kaç kedi eziyor, su içtiğimiz için falan bizden para alıyolar. Biz ne
4
yapacaktık?" Kimseden ses yok. Devam o zaman. "Beyler okulda önyargılarla ilgili muhteşem öyküler duyuyorum bugünlerde, bazıları bohem bir adamın salak yerine koyduğu kadınlarla yaşadıklarını konu alıyor. Bazıları o kadınları "hayat bilgeliğiyle" kucaklayıp yatağa atıyor. "Yaşadıklarımdan öğrendiğim çok şey varlı" cümleler havada uçuşuyor. Bir dinleseniz, neler neler. Anıtpark'ta sanat adına muhteşem olaylar da dönmüyor değil. Sanatçı aday adayı olalım. Ne olur. Dur dur. Hassiktir. Bakın. Var ya "Amına koyayım." yazmış çocuk bir öyküde. Kendi söyledi. Çok underground değil mi ağbi? Anıtpark bohem de bi mekan. Yeraltı kasalım. Bizi de alırlar aralarına. Küfür var bir kere. Marjinaleşmeye atılan bir temel gibi algılanıyor bazı beyinlerde ama olsun. Ya aslında olması gerektiği gibi diil mi sizce de? Körler sağırları birbirini ağırlar sonuçta. Bence hemen bir fanzin çıkaralım adı da "Hurşit" olsun. Hurşit, güneş demektir… Fanzin Hurşit, Hurşit Fanzin" Kafalar bana çevrildi. Yalnız verilen cevabın sonuna ekledikleri küfürler farklı "Denetimli Serbestlik ne oldu lan yarrak? / amına koyim?" " Lan yolunu siktiklerim ben de onu diyorum işte, napıyoruz biz lan böyle hani denetimli…" Böyle çemkirmeye devam ediyordum. Ki "Lan piç çıkarıcaz bi sakin ol ya" dedi biri. "Hatta hadi çıkaralım o zaman şimdi." Ağır dayak girecekti mevzuuya az daha. O derece sinirlendim. Öteki "Abi karnımızı doyurmalı ilk. Rondo falan var mıdır bakkalda?" diyerek aldığı nefesi verdi. Her şey hazırdı. En başta ben sakinleşmiştim. Onlar sakindi. Vallaha da yaşıyorduk biz. Bir de muzlu
Füturist Ömer Rondo vardı. Bir bisküvinin alacağı en muhteşem isim. Yetmez miydi? Artık bir kaç ne yaptığını bilmeyenin beyazı heba ederek insanlara fanzin niyetine uzatıp para istemesine gülmemeliydik biz. Kağıtta, beyaz fondur, siyah ise bir kaç şarjörsüz silah, silahtan ayrı iki dolu kurşun. Çatlak bir damarın içi ve dışı; virüsler, dolaşım zorluğu. Ve elbette sabaha karşı sevişmeleri. Doğurganlığa en uygun olanından. Kısası mı? Durumlar ve şeyler. Ne yaptığını bilmeyenler yaptıkları her neyse, işte onda özgürler tabii yine de biz bir şeylerden, o hebacıların adına özür diledik. Asıl ne yaptığını bilenlerden korkmalı. Eee? Özür de dilendi. Sonrası? Şimdi biz sinirlenmeli miydik yoksa yine okuldan eve dönüp bir çay koymadan direkt yatağa mı bırakmalıydık kendimizi? Neydi? Kendi adıma bi şi vardı içimde. Böyle, bazı anlarda büyük sinir ama genellikle umursamazlıkla bezeli, betimlemeden uzak, benzetmek eyleminin halay başı gibi. Davullu zurnalı, serçe parmaklar birbirine dolalı. Şekilli bi de ki sorma. Bilmem kaç yüz bin nesneyi, kendisine bağlar. Bıçak, demirden çok ondan yapılmıştır. Silah ona hizmet eder. Aşk ise onun çekirdeğindedir zaten. Bunu şöyle özetleyebilirim galiba: Yaşamak, hem de dünyada; denetimli serbestlik demektir. İşte bu yüzdendi. Bu bekleyiş ve bu fanzini çıkarmaya duyulan o sorumluluk. Denetimli serbest dünyanın içinde, kendimize; kendi denetimimizde ama serbest bir alan yaratmak şarttı. Tam da bizim çapımıza göre bi şey değil miydi bu?
5
Devlet değildik biz, Allah hiç değildik. Biz bizdik sadece. "Kim ulan bunlar?" diye takılmaya hiç gerek yok. Öncelik kendinizin kimliği. Sadece şunu bilin ki: Denetimli Serbestlik, bir alandır. Genellikle hiçkimseye ama bazen bize aittir. Kirada oturmak gibi. Yazan elemanların kim oldukları, kendisini ilgilendirir. Şu var bi, takipte kaldıkları sürece devamlıdırlar. Olayın rengine göre siz de dahil olabilirsiniz."Gelin canlar bir olalım" demiyorum. Gelirseniz gelirsiniz işte. Buradan kimseye birleşme çağrısında bulunacak değilim. Çünkü dünyanın fiziksel yok oluşuna kadar, çoktan sonu gelmiş insanlığın kokuşmuş döngüsüdür Denetimli Serbestlik. Zorlama olmaz. Çağrı yoktur. Gördüğünü göstermek dünyanın en başından beri var. Kimse kimsenin kafasına silah dayayıp zorla "Yaşayacaksın" diyemez. Yaşadığımız halde kafamıza silah dayayıp "Yaşayacaksın." diyen bir silsilenin varlığıdır bizi geren zaten. Herkes kendi gördüğünü söyler. Bazıları göremediklerini betimler. Bazıları görmek istediklerine bir mesaj atar. Kimisi acısıyla caka basar. Biz ise deneyimlediğimiz durumun içinden seslenir, bize seslenenlere susarız. Bu ülkede yaşayan insanların kendi çocuklarını öldürmek için sıralayacakları sebepler çoktur. Biliriz. Canım ülkemiz, yegane amacı kafasız insanlar yetiştirmek, olayı daha da karmaşık hale getirmek olan canım ülkemiz, -şükür ki- kaostan ve ızdıraptan olma bir toprak parçasıdır. Bunu da biliyoruz. Bu duruma "kötü" demiyoruz ama iyi de sayılmaz. En sağında, en solunda
Füturist Ömer hatta ortasında bile dışlandığımız bir çağda, zorba bir ülkenin baş ağrılarıyız. Kendi çabamızla ve büyüdükçe bilgisine vardığımız bir şeyler var. İlk temasta acayip ve ağır gelen şimdiler de ise olağan şeyler. Asabımızı yeterince bozulmuş, tadımız accık kaçırmış, canımızı fazlasıyla sıkmış şeyler. Artık, tesiri hafif, burukluğu nadir bir şeyler. Zaman arsızlık zamanıdır. Denetimli Serbestlik arsızdır. "Çıplaklığın ayıbı, acının kefaleti ve insanın silahı olur mu hiç allaşkına?" Diyendir. Ama olmuştur ki, burdadır. Neyse konu bu değil. Bi de topluma giydirmeli: Toplum, gerçeklerin varlığından kaçtıkça, toplumdan kaçanlar ise o gerçekler çarpıp denetimli serbestliğin farkına varmıştır, varacaktır, varmasa da olur. Bu soğuk gerçeğin farkına varanlar ya bir intiharın çekiciliğiyle ya da dünyanın kokuşmuşluğuyla baş başadır. Yaşadığı ömrün geri kalanında büyük bir romantikliğin pençesine düşüp gerçekten ölene kadar aynı
6
gerçekliğe yakın bir kandırmacanın kuklası olmak istemiş olanlar var aramızda, uykulu gözlerle her şeye "Hee" deyip geçenler, dinlenmeyi, insanları dinlemeyi kaçmakta bulanlar… Var burada. Konuşanlar ve susanlar kısaca. Çoğu zaman ise konuşmakla susmak arasında kalanlar. Bu dilemmada yaşayan bizler arsızlığı ele almışızdır artık. Şimdi onlar düşünsün. Sussak da konuşşsak da. Cebimiz taş dolu, elimizde kalem var. Mesele yaşam, kaçış ölüm. Ölüm, her şeyin sonsuz ve sayısız halkalarla birbirine bağlı olduğu gerçeğinin sonu değil. Biliyoruz. Gerçeği değiştirmeye çalışanlar kendi doğrularını yarattılar. Onlar. O insanlar, yüzleşmekten korktuğu gerçeğin sonucuna “Yanlış“ diye diye öldü, ölüyor, ölecek. Sizli, biz. Bİzli siz. Bizli sizli yaşıyoruz işte. Neyse, siz yedikçe bana kan oluyor ve ben mutfak balkonunda kilitli kalmış kedi gibi bakıyorum sizlere. Denetimli Serbestlik adına elmacık kemiklerinizden öpüyorum. Meraba.
KAVURMA YAPAN BİR DOST
MURAT'IN HİKAYESİ FİRAVUN PARTİSİ O akşam Ayşeyle buluşacak olan Murat cebinde beş kuruş para olmadığı için tüm gün abuk sabuk bir işte çalışmış, katalog dağıtmıştı. Murat, akşam arkadaşlarıyla biraz oturup eve geçti, üstünü falan değiştirip anahtarı su sayacının içine sakladı ve Ayşe ile buluşmaya gitti. Murat’ın arkadaşı olan Hurşit, Cumali ve Nermin ani bir kararla evde “Firavun Partisi” vermeye karar vermişlerdi. Cumali Firavun’u ararken, Nermin ve Hurşit alışveriş yapıp eve geçmişti. Anahtarın yanında olmadığını kapıya geldiklerinde fark eden Nermin, Cumali’yi aramış ve Hurşitle kapıda onu beklemişlerdi. O saatlerde Murat Ayşeyle buluşmuştu bile. Eve girdiklerinde Nermin yemeğe koyulmuş, Cumali ailesine birkaç evrak yollamakla meşgulken Hurşit de parti hazırlıklarını yapıyordu. Yemekler yendi, Firavunla danslar edildi, hiyeroglif ayetler okunup da sûrlar üflenince, Hurşit Murat’a da uğrayalım dedi. Nermin çekimserdi; çünkü Hurşit’in yeni evine gidilecek orada partiye devam edilip, deniz seyredilecekti. Cumali’ye soruldu “Olur abi gidelim.” dedi. Nermin de, “Tamam bi’ çay içeriz.” dedi. Yola koyuldular; fakat Murat sanılan yerde değildi. Birkaç kez aranan Murat tam yerini söylememek istememişti başta; fakat biraz ısrardan sonra yerlerini söyledi. Pahalı bir mekânda olduklarını düşünen Hurşit ve Cumali, “Ya gidelim çocukta para yoktur rehin kalır. Hem erkek dayanışması abi.” dediler ve hep birlikte yola devam edildi. Ayşe’yle tanışıldı.
7
Nermin Murat’a Firavun’un selamını iletip akşam Hurşit’te olacaklarını söyledi. Hurşit ile Cumali Murat’a yardımcı olması için birkaç süslü kelimeyle Murat’ı kıza övmeye başladılar. Kız’da da bir gururlanmalar falan…
VE FİLM BAŞLAR Hatun Murat’a aşık olur ve ilişkileri başlar. Kızın babası mafyadır. Kısa bir süre sonra Ayşe ile Murat evlenir. Bir kaç ay sonra kız Murat’ın aslında iyi biri olmadığını anlar ve gider mafya olan babasına ağlar. Baba Murat’ı bulur kulağına yapışır. Murat da “E ben böyleydim Hurşit’le Cumali Ayşe’ye beni böyle anlattılar.’’ Der. Mafya olan baba Murat’ı kulağından tutup Cumali ile Hurşit’in yanına gelir. Mafya olan baba çok kızgındır, yanında bir sürü adamı vardır. Hurşit ile Cumali’yi kıskaca alır ve sorar “Neden kızımı kandırdınız? Bu Murat pisliğin tekiymiş.’’ der. Hurşit ile Cumali olayın ciddiyetini ve sıçtıklarını anlarlar. Nermin Cumali’sinin ve kankası Hurşit’in kıçlarının tehlikede olduğunu anlayıp hemen ortaya atlar ve ağlayarak “E bizi de kandırdı, biz de çok iyi biliyorduk.’’ der. Mafya olan baba buna inanır Murat’ı kıçından tekmeleyip sokağa atar. Hurşit ile Cumali de bu işten sıyrılır.
Octave Parango
SIRADAN BİR YAZI Sanırım ben hep penis derim. Öyle ya. O da hastane kokuyor. 'Çük” var, ama o da tavuk çağırırmış gibi geliyor kulağa. 'Yarak' diyebilirsin, ama o da can yakacak bir şeye benziyor.'Duka' desen yabancı bir aristokrattan söz ediyorsun sanki. D.H. Hwang Devlet bizim sidiğimizin peşinde… Her kademesinin boktan oluşundan mıdır bilinmez?.. Bir sidik uğruna yapamayacağı şey yok. Telefon dinlemesi, ev baskını, üst arama… Bizi işetmek için her türlü oyunbazlığı yapmayı kafasına koymuş… Sosyal devlet anlayışının bir getirisi galiba bu? Devlet vatandaşının ne renk işediğini bilmek zorundadır. Şimdi de yeni bir icat çıkarmış. Sokak ortasında gereksiz yere “tükür” diyor.
Kartla girersin. Kendini dört duvar içine hapsetmenin en karizmatik yoludur. Güvenlikli bir sitede ev almak. Modern toplum hastalıklıdır. Zihninde sunni korku yaratıp kendini hapseder. Her ev temelinde bir hapishanedir. Delirmek için dört adet duvar yeterlidir. Önemli olan ise akıl sağlığını kotuyabilmekte… Bu durumda toplumdan dışlanmak uğruna beynini uyutmayı seçersin. Soracağın sorulara yanıt alamayacağını bildiğin için girersin bu yola. Toplum için tu kaka… Devlet için ise ıskarta… Vatandaş dediğin üretmeli… Daha önemlisi tüketmeli… 70 senelik ömrünü sürekli bir al-ver ilişkisi içerisinde geçirmeli… Sonuçta “Çalışmak Özgürleştirir”.
Devlet halkın güvenliğini sağlamakla mükelleftir ama güvenlikten daha tehlikeli bir kelime Türkçe'de icat edilmiş değil. Güvenlik kelimesi doğugandır. Vaginadan daha doğurgan… Topraktan daha doğurgan… Vajinada ve toprakta ne çıkacağı bellidir. Güvenlikte ise her şey doğabilir 9 ay 10 gün beklemeden. Güvenlik polis doğurur, mobese doğurur, en önemlisi korku doğurur. Güvenlik bir uyuşturucudur ve over-dose'u yoktur namussuzun. Milyonlarca lira verip kendini bir site içerisine hapsedersin. Girişi karizmatiktir. Not: Fanzin ekibine uyarımdır. Bu haftasonuna kadar bir ellilik çözmezlerse isimleri açıklarım.
RUMUZ: MİSTER SESSİZ SIÇMAK Tam yemeğe oturunca kakam geldi. Allahım beni mi sınıyorsun! Kakanın yemekten sonra geleni makbuldür. Ama göte süngü çekemiyorsun ki. Tokss diye dayandı götüme lanet bok. Seni o kadar seviyorum ki gülüm, gözlerine iki dakika daha bakmak için tüm bokumu içimde hapsedebilirdim ama dayanamıyorum be paşam, dayanamıyorum be dudu yüzlüm. Ağzına bile sıçardm şu durumda fakat ne güzel yemekler yaptın bana. Acaba masaya kavramsal bir bok sıçsam alkışlar mıydınız? Osursam ve O ses Türkiye desem alay edip gider miydin yoksa sende sever miydim? Siz benim neler sıçtığımı nereden bileceksiniz. Öyle bir sıçayım o klozetin bozulur ama kıyamıyorum işte. Ben seninle yemek yemiyorum ben seninlen sıçıyorum kahpe götlüm. Ne sen bunun farkındasın ne de sifon farkında. Sifonu mu sen mi sevdiğimi sorsan elbette sifonu sevecektim. Ben klozete ölürüm. Yemekteyiz ve tuz atılmamış 10 üzerinde 7 veriyor ve sıçıp gidiyorum. Ağrıyan dişini siktiğimin dünyasında kız evinde götüme bok dayanacakmış hey gidi! Ve bu bokun accccaaayyyip kafası var dostum. Acayip kakası… Babasının rütbesini siktiğimin dünya beni kör klozetlerde taharretsiz de bırakacakmış. Eeee? Eeesi. Baktım gözlerine dilberin. Bi ayağa kalkışım var pıtıssss diye portladım sessiz saldım kokuyu helaya koştum. Senin o evinin mimarını sikeyim ki mutfağını tuvalete yakın yapmış Yani diyor ki sana sen çok yersin, yer içer sıçarsın, çok yorulma yer yemez sıç.
8
Bizim mahallede yeryemez amca vardı. Onun sandalyesinin altına gezer kızılötesi hela yapmışlardı. Keşke bana da taktırsaydık zamanında belki ilerde değerlenirdi. Bir oturdum klozete her yer sessiz. İçimde bir osuruk, bir neşe! Ama ses çıkacak biliyorum sen enginarı ağzına götürdüğünde ben osuruğumla içini bi hoş etmiş olacağım bebeğim. Sanki ağzına sıçmışım bir düşünsene. Allaaa! Öyle bir sıktım ki kendimi kıpısss diye ossurdum sessiz… Öyle bir tutkum ki kurşun asker gibi döküldü boklar. Yüzüm güldü sevdiğim yüzüm güldü. O an seni düşündüm ve sıçıyordum. Ikınırken aklıma senden başka bir şey gelmiyordu. Sanki yüzüne bakarak sıçıyordum ne güzel olurdu değil mi.
Ne güzel olur bir tanem Yüzüne bakarak sıçsam Ne güzel olur yer yüzüm Sen götünü bana Ben götümü sana Dayasam Ve Sıçsak aynı anda Kalp yapsak boklarla
DERSANE
NOT: Şablonun çıktısını aldıktan sonra çizgilerden kesip, kulakçıklardan kıvırarak yapıştırıcı ile yapıştırarak maket dersanenizi oluşturabilirsiniz
Jack Ledger
İŞLER GÜÇLER: Bir Cin Vakası
‘’Burada okuduklarınız tamamen gerçek olaylara dayanmaktadır’’ Ağzıma aldığım sigaradan sonra toplam on kelimeyi aşmayacak bir cümle işte. Evet başardım. Şuan yazmakta bu kadar zorlanmamın nedeni arkamda nefes alıp verişi bile detone olan insan değil. Bu şahsiyetin erkek ya da kız olması beni bağlamaz. Çift kişilik mavi çarşaflı yatağımı işgal etmesi olabilirmi hayır pek sanmıyorum. Hatırladığım kadarıyla uzun zamandır bu yatağı zaten benle paylaşıyor. Saat 06:03 Sigaramı söndüreli tahmini 15 dakika oldu ve bir dumanı arzuladığım kadar bir kadını arzulamıyorumdur muhtamelen. Zaten başımı hafif sola çevirdiğimde orda bir tanesi uyuyor. Ahh aslında hiç de fena olmaz. Arkasından sarılarak işe koyulabilirim. Yazıya biraz ara… Bu paragarafı bitirmek tam 22 dakika mı aldı ve geri döndüğümde vereceğim saat erken boşalma problemim olup olmadığı hakkında müthiş bir ipucu. Saat 06:26 Evet bir seferinde erken boşaldım ve bunu amcık ağızlı bir mühendisten duyduğumda sorguladığım ilk şey o gece kızlayken o da mı bizimleydi… Hayır, çünkü amcık ağızlı en yakın dostum amcık ağzını açıp amcık ağızlı en yakın dostuna amcıkların etkisinden bahsetmişti. Burada asıl sorulması gereken ‘’Amcıklar kaça ayrılır?’’. Bu yazım için harikulade merak ögesi. Aynı yazarların sevdiği cinsten. Sert ve keskin. Başımı hafif sola çevirdiğimde gördüğüm tek şeyi bilmek isterseniz çift kişilik mavi çarşaflı yatağımın yarısını işgal eden koca götlü bir mühendis. Fakat o
12
amcık ağızlı mühendis değil daha çok orospu çocuğu ve biz ev halkı olarak orospu çocuklarını amcık ağızlılara tercih ederiz. Neden hala yatağımı kullandığı ise anlaşılmış değil. Fakat sevişmiyoruz ve bu eşcinsel olmadığının göstergesi şimdilik. Bu paragrafta yoğun kullanılan küfür ögeleri ve aşırı cinsellik teması; ikinci paragrafta sola çevrilen bir kafa ile başlayıp hoş bir anıyla kutsanıp koca götlü bir mühendisle son bulmuştur. Saat 08:10 Sizde mi içtiğiniz içeceklerin üstünde kendi ismini arayanlardansınız. Yoksa içecekte yazan o isimle sevdiklerinize hoş sürprizler mi yapacaksınız… Peki masamda duran Zeynep kim amk. Şuan son ettiğim küfürden çok rahatsızım özellikle bunu kısaltmam çok daha çirkin. Geldim, saat 08:27 masamda oluşturduğum kurgu 20 dakikamı çaldı. ‘’İzmit Çarşı Amigo Zeynep’’. Bu çok ağır… Kitaplarımın arasına neden karıştığını bilmediğim ‘’izmit çarşı sürücü kursu’’ kitap adını yarıda kesen amigo adlı soslu fıstık ve yanında coca cola şişesi. izmit çarşı amigo zeynep he.. Allah cidden çok süper lan. Saat 08:39 ve bana yazım boyunca eşlik eden Curtis Stigers’a Amigo Zeynep’e Koca Götlü Mühendise saygılarımla. Kalın sağlıcak..
BELKİ
DEVAM
EDEBİLİR
Eduard Kosmack portresi
Göç – 1: Baba yalan söyledi “Bir sabah baktım ne göreyim, bizim sokakta şenlik var Büyükler kös kös otururken, adam oluvermiş çocuklar Patlamaz olmuş tüfekler, gelmiş karamürsel sepetler Tren kalkmış gitmekte, hadi geçmiş olsun birilerine” Barış Manço – müsadenizle çocuklar
Baloncuk patlıyor Cemiyet masası, kasap istilası Bilemedin gönül cilası Sigara öldü baba
-HER ŞEY O KADAR HER ŞEY-
bizi attıklarında ben göremedim, bana söylemediler. sonra kırlar vardı, keçi boynuzu odalar. dedem kızgın bir at koşuyordu, arkası yeşil. rüzgar debelenince üstümüzde, içim kopuyor, dizgin kaçıyordu. dedem atı bıraktı, at koştu…korkak çocuk gargara yaptı. dedem koştu yakaladı sapından, dindirdi rüzgarı. perdeyi kapattım girdim içeri. ninem mantar pişirirdi, ben hep mantarı sevdim. o zaman başka bir yerdeydik, bir alman kurdu vardı. adını izmir koymuşlar. izmir, ilginç bir isimdi neden koymuşlar bu havalı ismi.
10
bunu çok uzun yollar sonra anladım. dedemin kardeşi buraları bırakıp izmir denen bir yere göç nedense herkes gitti. ben tütün tarlasında yaşadım, ipe dizdiler hepsini. bizi evde bırakan atın peşinden koştuk. aradık durduk söz dinlemeyen o atı. atın adı alço. ben onu ilk üç yaşımda gördüm. o gün kalabalık kıyamet, elinde makasıyla bir büyücü geldi. beni erkeğe boyadı ve gitti, yüzünü hiç görmedim. beni yaralamıştı, pantolon giyemiyordum, o yüzden etek giydirdiler. trenler, arabalar verdiler.
Eduard Kosmack portresi çok saygı görüyordum. bunlardan önce bir kardeşim vardı. saygınlığımı paylaşmak istemediğim bir kardeşim. putlar kırılmadan tanrıların içi rahat etmez. ilk cephe savaşım, ilk düşmanım. düşmanı beklediğim gün bile aklımda; soğuk mavi bir sabah annemi apar topar aldılar. ben ninemin
kucağında o büyük gözleri izledim sadece. tanrı arka cebinden çıkarttığı bir yabancıyı toprak sınırlarıma attı ve kayboldu. boğanın boynuzu salladı durdu dünyayı… ikimizde düşene kadar devam etti savaş. tanrıya diş çıkarmak ne büyük ahmaklık.
-KEÇİ BOYNUZU DALLARDAN KOPTUevdeki teyp küstü, dikiş makinası küstü sonra. teypte gülücüklerim saklıydı baba, teypte fotoğraflarım vardı baba. kilerden fareler göç etmeye başladı. evimiz büyük bir hastalığa yakalanmıştı. babam küsen tüm eşyaları satmaya başladı, evi iyileştireceğini söylüyordu. elinden ne geliyorsa yapmaya çalıştı babam. her şey ev içindi, ninem bir gün “hazırlan yarın doktora gideceksiniz” dedi. korktum. babam evimizi doktora götürecekti. babam güzel evimizi başkalarına verdi. o da gitme hastalığına tutulmuştu.
o gün nineme söz verdim, geride kalanların anısına; “sen gelene kadar hiç uyumayacağım. bütün her yerde gezeceğim – toprağımı aramak bulmakevimizi bıçakladılar durdular, konuşacak nefesi kalmadı. apar topar tüm dostlarım bana küstü. göçle damgalanmış alman kurdu izmir, hırçın atımız alço, dallardaki keçi boynuzları, yabani ormanlar. hepsi yıktı geçti varlığımı. yarın olmasın istedim. tanrı yarını erken getirdi. evimizin hastalanığı falan yoktu; BABA YALAN SÖYLEDİ. ve gittik… devamı bi ara gelecek…
11
ROOMEDAL
OKAN BAYÜLGEN'İ ÖLDÜRDÜM Okulumun bitmesine yakın iyiden iyiye iş telaşı sarmıştı. Ufak tefek işlerin yanı sıra blogger macerası ve üretilen projelerin yanı sıra senaryo yazma telaşı iyiden iyiye beynimi bulaşık teline çevirmişti. Yağları ovalamadan, fırçalamadan çıkarabiliyordum ama bunun karşılığında tek kuruş kazanmıyordum. Kedinin maması, evin kirası derken Adıyaman tütününün çakmasına kadar düşmüş, ortalıkta Mehmet Erdem’in ses telleri gibi dolanıyordum. Süt alıp ayran yapacak param bile kalmamıştı. Tasarruf olsun diye Süt yoğurda – yoğurt ayrana, fidanlar ağaca – ağaçlar AVM’ye dönüşüyordu evimde… Eğer bir Güzel Sanatlar Fakültesinde Dramatik Yazarlık eğitimi aldıysanız illa kendi işinizi yapmak istersiniz.
Okan Bayülgen’le çalışmak istiyordum. Hatta bir balık satın alıp adını Okan Bayülgen koydum. Balığı gördükçe bugün ne üretebilirim diye düşünüyordum. Önce yazılar göndermeye başladım, mailler attım, onun adına bir Blog sayfası bile açtım. Yüz vermedi. Vazgeçmedim, projeler ürettim, gençlik kanalında çalışmak için iş başvurusunda bulundum. Sosyal Mecralardan yapılaması ve yapılmaması gereken ne varsa yaptım sonuç gene hüsrandı. Benim saçlarım döküldü, o tek bir mesaj dahi göndermedi. İki sene geçmişti bile, artık kahve bile bitiyordu, ekinlerin tütün vermesi için ise en az bir sene beklemem gerekiyordu. İşte, o hüsran dolu günlerin birinde Okan Bayülgen’i öldürmeye karar verdim. Evden çıkmadan önce eve dönüp dönmeme ihtimalime karşın balığa birkaç günlük yemeğini verdim.
15
ROOMEDAL O bana dönüp glup glup yaptı, 66 santimetre karede gülüyordu, “Eyvallah” dedim. -Doğalgaz vanasını kapattım. Ben içerdeyken, dışardaki hayatımı mahvetmesinler diye…Galiba iki gün öncesiydi… Bir sigara alabilir miyim ?(Bu kısmı daktilo sesi eşliğinde hayal edin.) Önce taksiyle gitmeye karar verdim. Mesafeyi zihnimde tecrübe edip vazgeçtim. Taksiciye; “siz neden altı sıfırı atmadınız abi” dediğim anı düşündüm. Halk otobüsüne binmeliydim. Evden çıkmadan önce kanalın önünde hayal ettiğim sahneyi, artık gerçekleştiremeyecektim. Taksinin içinde beklerken… Taksicimiyiz?
Birader daha bekleyecek
Güneş gözlüklerinin içinden dikiz aynasına bakarak kahvesinden bir yudum alır. Az kaldı Koç. Sabret… Koç! Abi dizel mi şimdi bu? Bir süre bekledikten sonra halk otobüsüne bindim. Başımı cama yaslayıp yol güzergâhımı planlamaya çalışıyordum. Dışarda puslu bir hava vardı. Yanağımı camdan çekince aslında benim hohladığımı fark ettim. Cama adımı yazıp otobüstekileri incelemeye başladım. İçerisi pek kalabalık değildi. Şoförü ölüm tehdidiyle direk karşıya geçmesi için ikna edebilirdim. Ama tam çaprazımda oturan abi, isterse beni, olay yeri inceleme ekipleri için bir bulmacaya çevirebilir veya bir puzzle olarak bırakabilirdi. Birleştirdikleri
16
zaman ise benden bir park resmi çıkabilirdi. Bu sırada dik dik abiye baktığımı fark ettim. Nefret dolu bakışlarından kurtulmak için adamla sevişemeyeceğimi hesaplayarak cama dönüp hohlamaya devam ettim. İki otobüs değiştirip sabaha karşı kanalın önüne vardım. Sabah ayazının verdiği kudretle programın bitmesini bekledim. Baya bir bekledim ama program bitti, simitçiler dolanmaya başladı, kargalar yemeğini yedi derken Okan Bayülgen kanalın çıkış kapısında göründü. Görünmesiyle arabasına binmesi bir oldu. Hani motor kullanıyordu bu adam? Pis medya! O arabasıyla giderken bakakaldım. Ne yapabilirdim ki? Arkasından bağırıp canını sıkabilir miydim? Kötü bir espri yapıp gamdan kederden ölmesini bekleyebilir miydim? Çok zaman alırdı. O gitti ben beddua ettim. Bad Tribe girdim. Üstümden on yaş atıp ergenliğe geri döndüm. Geri dönüş yolunda İETT şoförüne AKBİL’imi evde unuttum dedim. Küçük hesaplar içinde beddua ve bad trip kelimelerinin aslında birbirine çok yakın olduğunu fark ettim. Eve girdim, o yorgunlukla akşama kadar uyudum… … Uyandım. Okan’a yem vermek için salona geçtim. Okan suyun üstünde bir sandal gibi sallanıyordu. Okan Bayülgen ölmüştü, onu ben öldürmüştüm. Şimdi; Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Okan Bayügen’i ben öldürdüm…
Necaset-ül Zina
GAZOZ KAPAKLARI Metin, sokağın sonunda siyah, şekilsiz bir taşın üstüne oturmuş elinde oval bir taş gazoz kapaklarını düzleştiriyordu. Onları her zamanki gibi ilmek ilmek işliyordu. Sıcaktı, bunaltıcı bir sıcaktan dolayı etrafta kimsecikler yoktu; Metin hariç! -Nereye gitti onlar? -Anlamazsın oğlum siktir et! -Niye anlamayacak mışım ki? Bal gibi de anlarım! -Şey işte lan, oğlum şey anla amına koyim salak mısın?! -Ney işte? -… Suyun kenarındaydılar, dört afacan çocuk, içlerinde en ufağı Tahsindi, kara saçlı, kara gözlü, esmer, kavruk tenli bir çocuk Tahsin. Gün boyunca tek yaptığı, köylerinin içinden geçen akarsuyun kenarında küçük balıkları yakalamak.
Suyun dibini hep merak ederdi, suyu uzun uzun izler, balıklara bakar, olabildiğince derinleri görmek isterdi hep. O gün, o konuşmadan sonra, hayvanî duygularının farkına vardı. Bastırılmış korkuları, travmaları, suskunlukları o gün başlamıştı. Eve gidince o gün öğrendiği şeyi denedi. Nasıl bir şeydi bu? Acaba sonunda ne olacaktı? Önce Ferhat’ın dediği gibi yapmaya koyuldu, cinsel organını eline alarak, çeşitli hareketler yapıyordu. Yeni bir duyguydu bu, hiç yaşanmamış, zevkli ve günah bir duyguydu! İlk günahlarındandı bu Tahsin’in, önceki günahları için bir ön hazırlık… Tahsin her zamanki gibi sabah erkenden çıkmıştı dışarı, her zaman böyle yapıyorlardı. İlk önce Tahsinvarıyordu suyun kenarına, ardından diğerleri, kurulmuş bir saat misali; hiç şaşmadan işleyen.
17
Necaset-ül Zina^ O gün yine Tahsin vardı en erken. Diğerlerinin de gelmesi gerekiyordu, neden geciktiler ki? Beklemeye devam ediyordu Tahsin, derinlere bakıyordu. Derinden giden balıklara; güneş suyu iyice aydınlatıyordu. Berrak bir su, küçük kara balıklar, kurbağa sesleri, ağaçlardaki böceklerin sesleri, suyun o huzur veren sesi, iğil olduğu kadar, huzur verici o armoni… hiç olmadığı kadar garip bir duygu sezinledi Tahsin. Korkuyla karışık, huzur gibi bir duygu; fakat ne olduğunu anlayamıyordu. Birden gazoz kapaklarının sesini duydu o armoninin içinde! Suyun kenarına az bir mesafede, ceviz ağaçlarının olduğu bir tarla vardı. Ses ceviz ağaçlarının olduğu taraftan geldi. Yine korkuyla karışık bir duygu hissetti; ama bu sefer adını biliyordu bu duygunun, merak. Su kenarı ve tarla arasındaki patika yolu tırmandı ve aşağıdan bakılınca görülmeyecek bir yere gizlendi. Sesin kaynağını bulmak için gözünü tarladan ayırmıyordu. Tarlanın suya uzak kısmından kendisine doğru gelen bir gölgeyi fark etti, ardından da gölgenin sahibini.
18
Sırtında bir çuval dolusu gazoz kapaklarıyla gelen Deli Metindi bu! Kambur, esmer, kavruk tenli, kareli gömleği ve paçaları yırtık bir pantolonuyla Deli Metin. Metin, ceviz yapraklarına basa basa yürüyordu, ceviz yapraklarının çıkardığı ses, bu armoniyi ürkütücü kılıyordu. Tabiî gazoz kapaklarının çıkardığı şıkırtılar da ekleniyordu bu armoniye. Metin, genişçe ve epeyce yaşlı görünen, dalları uzun bir ceviz ağacının gövdesine yasladı sırtını. Çuvalı hemen yanıbaşına koydu Metin, pantolonunu indirdi, kemeri yoktu pantolonunda hemen düğmeleri çözdü ve yarı beline kadar indirdi pantolonunu. Evet, Tahsine çok tanıdık gelen bir izlenceydi bu. Metine odaklanmıştı, şekilsiz görünen bu kambur delinin, şekilsiz cinsel organıyla oynamasını seyrediyordu. Metin, garip ve ilginç sesler çıkarıyordu bu işi yaparken, arada eli gazoz kapaklarıyla dolu çuvala değiyor, şıkırtılar kurbağa seslerine ve doğaya karışıyordu. Metin daha da hareketlenmişti, elleri ve ayakları titriyordu. Uzaktan gelen ksık bir ezan sesi duyuldu, Metin, hareketsizce, uzanmıştı ufak bir titremenin ardından, boydan boya.
DERSANE DÖRT TARAFI DUVARLA ÇEVRİLİ YER DEĞİLDİR
ADALARI NEDEN VERDİN İSMET? NEREDE YÜZÜCEZ?
8
BENCE KOAL YAPALIM BEYLER
CAPS VER PİÇ
5
. . USTA'NIN HIKAYESI u
ÖZETLE Ray Ray Kasım'a, Ray Malifalitiko'dan da anlaşılacağı üzere "yabancı" kavramını İngilizde, Rusta, Alevide ya da vesairede değil, dilde aradığı için özeniyoruz. Yalnızca devlet ağzıyla sorguladığı; ama denetimli serbestliğin süzgecinden geçtiği halde insani saflığını kaybetmediği için, asıl muhafazakarlığın da bu olduğunu gösterdiği için, bu dünyanın onu hak etmediğini düşünüyoruz. Denetimli Serbestlik sınırlarını aşmaya çalışmadan yalnız algıladığını parlatarak, algıladığını kurgulayayarak"şurda" geçen bir "trene" anlık aşk duygusuyla atlayıp bu platonik aşkı tutkuya sürükleyen hızlı bir yolculuğa gerçekten şaşıyoruz. "Ben de mahsus kendimi, ben de mahsus kendimi bir köşeye giriyorum ki; maksat tanışmak için ki ondan sonra o da trenden iniyor ben de iniyorum ki kendimi mahsus değdiriyorum, diyorum önüne baksana diyorum ki" sözleriyle, artık platoniğini kırmak istediğini belirtmesini tatlı bir çıkışla sevdiceğine sunduğu saf aşkı imrenerek izliyoruz sonra. Yazıp söylediği -belki de doğaçladığı- o iki şarkıyı , rutin eylemlerinden ayırıp farklı gördüğü bir yere,sanata taşıma kaygısını görüyor onun o saflığına hasret duyuyor kendisini ayakta ayrıca alkışlıyoruz, onu bir çok insandan daha çok seviyoruz. Yazımı ustadan ufak bir alıntıyla bitiriyorum:"loy loy loy loy"
Füturist Ömer
DENETİMSİZ SERBESTLİK
Kasım 2013
SELAMUN ALEYKÜM