KONYA 12-13 Ekim 2015 12-13 Ekim 2015 tarihlerinde düzenlenen 6. Türkiye Enerji Zirvesi her yıl olduğu gibi tüm enerji sektörü paydaşlarını bir araya getirdi. Özel sektör ile kamu sektörünü aynı noktada buluşturan Türkiye Enerji Zirvesi’nin Başkanlığı’nı üstlenen Fatih Dönmez açılış töreninde yaptığı konuşmasında bütün enerji sektörlerini ilgilendiren konulara dikkat çekti. Enerji sektörünün insan ve toplum hayatındaki önemine vurgu yapan Fatih Dönmez, 4 piyasaya ilişkin talepleri katılımcılarla paylaştı.
Enerjinin Bedeli ya da Diyeti 25 Mart 2014
F Faturada gördüğümüz ve ödediğimiz bedel gerçek maliyetleri ne kadar yansıtıyor? Hiç şüphesiz maliyetlerin bir kısmı faturalara yansımakta ama görülmeyen ya da hesaba katılamayan bazı maliyetler de var.
izikte, enerji doğrudan doğruya gözlemlenemeyen fakat kendi konumundan hesaplanabilen fiziksel sistemin geniş, korunmuş bir özelliğidir. Enerji, fizikte temel önemdedir. Pek çok biçime girebilmesinden dolayı enerjinin kapsamlı bir tanımını yapmak imkansızdır ama en yaygın tanım şudur: Enerji, bir sistemin iş yapma kapasitesidir. Fizikte iş, kuvvetin yer değiştirme miktarıyla çarpımı olarak tanımlanır ve enerji, iş ile aynı birimle ölçülür. (Joule, watt) Hareket yoksa iş yapılmamış, enerji de harcanmamış ya da kazanılmamıştır. Yukarıdaki tanımdan hareketle enerji iş yapabilme kapasitesi olduğuna göre, iş yapma kapasitesini artırmak isteyen her ülke yöneticisi için enerji ürünleri stratejik öneme sahip bir konudur. Hiç bir ülke yöneticisi bu konuyu ajandasından düşüremez. İsterseniz kaynak ülke, isterseniz tüketen ülke, isterseniz de geçiş ülkesi olun sonuç değişmez. Ucuz da olsa pahalı da olsa temin etmek zorundasınız. Ülkelerin hem sanayi hem de
03
hizmet sektörleri ekonomik faaliyetlerini sürdürmek için bu stratejik ürüne kesintisiz, kaliteli ve ekonomik olarak sahip olmak ister. Birincil enerji kaynakları içerisinde milyonlarca yılda oluşan fosil yakıtlar (petrol, doğalgaz, kömür) en büyük payı temsil ediyor. Yukarıda verdiğimiz enerji ve iş tanımlarına baktığımızda enerji kaynakları yoksa herhangi bir iş yapamaz, yaşam kalitemizi devam ettiremez hale geliriz. Bu ürün ve hizmetlerin hiç kuşkusuz bir bedeli var. Buradaki sorum şudur: Faturada gördüğümüz ve ödediğimiz bedel gerçek maliyetleri ne kadar yansıtıyor? Hiç şüphesiz maliyetlerin bir kısmı faturalara yansımakta ama görülmeyen ya da hesaba katılamayan bazı maliyetler de var. Peki bu fosil yakıtların satış fiyatları nasıl belirleniyor? En temel gösterge ham petrolün varil başına fiyatıdır. Küresel ekonomik krizin başlarında fiyatlar düşse de son bir iki yılda petrolün tahtını kimse sallayamadı. Londra merkezli borsada oluşan
fiyatlar 100-110 USD civarında seyrediyor. Doğalgaz ve kömür fiyatları da petrol fiyatlarına bağımlı ve ikame ürün olduğu için -kısa süreli fiyat değişiklikleri dışında- fazla değişmedi. Peki gerçekten arama ve çıkarma faaliyetleri bu kadar pahalı mı? Hiç bir üretici maliyetlerini tam açıklamasa da biliyoruz ki karada çıkartılan petrolün maliyetleri 20-30 USD, off-shore (denizlerde) 60-70 USD civarında. Üretilen petrolün ağırlıklı bir kısmı karalarda üretildiğine göre niçin fiyatlar hala yüksek seyrediyor? Bu sorunun cevabını aramaya çalışalım. Öncelikle arz talep dengesine bakmakta fayda var. Dünyada günlük petrol üretimi 90 milyon varil civarında, tüketim de buna yakın. Şimdilik arz güvenliğinde bir sıkıntı yok. Küresel ekonomik krizin etkisiyle petrol ürünlerinde talep artışı hızı yavaşladı ama son 10 yıllık verilere bakıldığında yıllık ortalama yüzde 1,4’lük talep artışı sağlandı. Dünya enerji talebinde son 10 yılda yaşanan ortalama yüzde 2,5’lik yıllık artışın 2030 yılına kadar yıllık yüzde 1,6’ya düşmesi beklenmektedir. Fosil yakıtlardan Doğalgazda yüzde 2 ile en yüksek artış beklenmekte olup, bunu kömür (yüzde 1,2) ve hampetrol (yüzde 0,8) takip etmektedir. Kriz tamamen etkisini kaybeder ve dünya tekrar bir büyüme trendine girerse ne olur? Bu durumda yeni rezervlere ve keşiflere ihtiyaç olacaktır. Ya da yeni arama ve çıkarma teknolojilerine. Son yıllarda özellikle ABD’de geliştirilen yatay sondaj teknikleri sayesinde klasik yöntemlerle daha önce
çıkartılması ekonomik olmayan petrol ve doğalgazın çıkartılması artık mümkün. Bu teknoloji sayesinde ABD gaz ithalatını ihracata çevirme noktasına getirmiştir. Bu teknoloji şimdilik ABD’de kullanılıyor. Diğer ülkelerde henüz yaygınlaşmadı. Ama yakın bir gelecekte diğer ülkelerde de yaygınlaşacaktır. ABD’deki doğalgaz fiyatları Avrupa’ya göre yüzde 30 daha ucuz, petrol fiyatları ise yüzde 10 daha ucuz. Yeni arama ve çıkarma teknolojisi klasik yöntemlere göre daha pahalı olmasına rağmen ürünler ucuzluyor. Acaba neden? İspatlanmış hidrokarbon rezervlerine göre petrol 50, doğalgaz 60 yıl yetecekti. Fakat bu yeni yöntem sayesinde petrolün ve doğalgazın ömrü en az iki kat uzayacak hale gelmiştir. Başka bir ifadeyle bu yüzyıl içinde herhangi bir arz sıkıntısı yok. Yukarıdaki açıklamalar da hala fiyatların yüksekliğini izah edememektedir. Hatta bugün petrol ve gaz kaynağı olmayan ya da yetersiz olan ülkeler de bu pastaya ortak olacaktır. Başka bir deyişle rekabet artacaktır. Petrol fiyatları üzerinde spekülasyonun etkisi var mıdır? Bu konuda Oxford Üniversitesi Enerji Araştırmaları Enstitisü’nün 2012 yılında yaptığı çalışmada; spekülasyonun petrol fiyatlarının değişimine etkisinin belirlenemediği ortaya çıktı. Peki hala niçin fiyatlar düşmemektedir? Yazımızın başında belirttiğim hususa tekrar dönecek olursak, -faturalar maliyetlerin tamamını yansıtmıyor- O halde gizlenen o maliyetler nelerdir? Kim nasıl ödemektedir? Petrol kaynakları açısından Ortadoğu Bölgesi yeryüzündeki tüm kaynakların yaklaşık
04
yarısına, doğalgaz kaynaklarının ise yüzde 40’ına sahiptir. Bu ülkelerin bir çoğunda geçtiğimiz asırda bir çok savaş çıktı, bugün nitelik değiştirse de devam ediyor. Başları beladan kurtulmuyor. Rejim sorunları bir türlü çözülemiyor. Milyarlarca USD maddi kayıp, yüzbinlerce insan kaybı yaşandı. Hadi maddi zararları bir şekilde hesap ettiniz ve maliyetlerinize yansıttınız. Ölen insanların değerini nasıl hesap edip maliyetlere ekleyeceksiniz? Üstelik güvenlik sorunları ve ülkeler arasındaki ihtilaflar devam ederken fiyatlar nasıl inecek? Petrol ve doğalgaz satış fiyatları ile maliyetleri arasındaki bu fark; aslında klasik tanımıyla bir kar değil, bunu görülemeyen veya hesap edilemeyen maliyet olarak kabul etmek mümkün. ABD’de bulunan yeni teknoloji bile fiyatları Amerika kıtası dışında düşüremediğine göre, sorun büyük ve çözümün de ne zaman gerçekleşeceği belirsizliğini koruyor. Doğal kaynakların bol olduğu ülkelerde ve geçiş konumundaki yerlerde güvenlik sorunları bitmeden, yönetimler istikrara kavuşmadan fiyatlar istenen seviyelere düşmez. İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Fiyatların düşmesini istemeyenlerle, huzur ve barışı istemeyenler arasında gizli bir ilişki mi var? Sonuç olarak; enerji faturalarında ödediğimiz bedeller tüm maliyetleri yansıtmıyor, hesaba katılamayan bedelleri, ülkelerin yöneticileri, iş dünyası ve tüketicileri ödüyor, kimi varlıklarını, kimi itibarını, kimi iktidarını, kimi huzurunu, kimi de hayatını kaybederek.
Elektrikte 2 Mayıs Sendromu 7 Nisan 2014
Y
Ülkede kurulu gücün puant talebi karşılayamaması durumunda, aşılan her 1.000 MW’lık ilave yükün ekonomiye bir saatlik bedeli (VoLL) 6.2 milyon TL yi buluyor.
eni EPK (6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu) süreçlerde bazı köklü değişikliklere gitti. Eski 4628 sayılı EPK’nın uygulamasında karşılaşılan bazı sorunlardan dolayı yasada önemli değişiklikler yapıldı. Bu yazımda bir sorun ve çözümüyle ilgili değerlendirmelerimi paylaşmak istiyorum. SORUN: Bazı girişimcilerin eski EPK kanunundaki belirsizlik ve boşluklardan yararlanarak, elektrik üretim tesislerini zamanında bitirmemesi önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmıştı. Bu durum gerçek yatırımcı olmayan başvuru sahibi şirketlerin kamu kurumlarından alınacak izin ve belgeleri, işleri savsaklayarak takip etmemeleri ve bu gerekçelerle tesis inşaatına başlamayı geciktirerek projelerin gerçek yatırımcılara hisse devri yolu ile devrine fırsat veriyordu. Diğeri ise TEİAŞ’ın vermiş olduğu yüzlerce bağlantı görüşüne rağmen diğer kamu kurumlarının mevzuatından kaynaklanan olumsuzluklar nedeniyle tesislerin hayata geçmesine imkan bulamayan projelerin iptal edilmesi ve yenilerine fırsat vermesiydi. Bu konu hem EPDK’da hem de Bakanlık’ta rahatsızlık yarattığı için yeni kanunda önlem alınmaya çalışıldı.
05
Peki çözüm nasıl bulundu? ÇÖZÜM: Yukarıdaki sorunun çözümü için başlıca iki tedbir alındı. Birincisi lisanslama süreci ikiye ayrılarak önlisans aşaması getirildi. Diğeri de gerçek yatırımcıları teşvik etmek için önlisans sürecinde hisse devirlerinin yasaklanması şeklinde oldu. Bilindiği gibi yasa EPDK’ya arz güvenliğini sağlamak üzere yatırımların zamanında gerçekleştirilebilmesi için bir takım yetkiler vermektedir. Bunlardan birisi üretim tesislerine, tesisin tür ve büyüklüğüne göre verilen inşaat tamamlama süreleri, diğeri de yatırımın tamamlanmasını güvence altına almak için alınan teminat mektupları. Yeni EPK’ya göre önlisans ve lisans alma süreçleri yeniden tanımlandı. Buna göre önlisans alan tüzel kişiler üretim tesisi yatırımlarına başlamaları için gerekli onay, izin, ruhsat vb. yetkileri alabilmesi için 18 ila 36 ay içerisinde işlemlerini tamamlamak zorundalar. Bu aşama eksiksiz geçtikten sonra lisans alacak üretim tesisleri inşaata fiilen başlayıp kendilerine verilen sürede tesislerini tamamlayıp, işletmeye geçmek zorunda. Son yapılan düzenlemelere göre lisans sahibi şirketler, yine
tesisin tür ve büyüklüğüne göre 18 ila 72 ay içerisinde yatırımları tamamlayarak işletmeye almak zorundalar. Önceki EPK’ya göre izin, onay, ruhsat vb. inşaat öncesi işler, lisans verilmesinden sonra yapılmakta ve inşaat tamamlama süresi içerisinde değerlendirilmekteydi. Süreler de ona göre belirlenmekteydi. Yeni düzenleme ile eski düzenleme arasındaki temel fark; sürecin önlisans ve lisans (inşaat dönemi) olarak ayrılmasına paralel olarak her iki sürecin getirdiği yükümlülüklerin de ayrışmış olmasıdır. Bu yeni duruma göre önlisans almış tesislerin yükümlülükleri Lisans yönetmeliğinin 17. Maddesinde sayılmış durumda. Özetle, imar planların onaylanması, projelerin onaylanması, ÇED raporunun alınması, orman ve özel alan izinleri, tesis yerine ait arazi temin veya kamulaştırmaları vb. diğer izinler olarak belirlenmiş durumda. Sorun şu: Önlisans sürelerinde ilave süre alınabilecek mi? Bu husus yönetmeliğin 18. Maddesinde açıklanmış durumda. 17 . Maddede sayılan işlemlerin mücbir sebep hali dışında tamamlanması gerekiyor. Peki Mücbir sebep durumları nelerdir? O da yönetmeliğin yükümlülüklerin ertelenmesi, askıya alınması ve kaldırılması başlığı altında açıklanmış durumdadır. MADDE 35 – (2) Bir olayın mücbir sebep hali sayılabilmesi için; olaydan etkilenen tarafın gerekli özen ve dikkati göstermiş ve tüm önlemleri almış olmasına karşın olayın önlenemeyecek, kaçınılamayacak ve öngörülemeyecek olması ve bu durumun etkilenen tarafın ilgili mevzuat kapsamındaki yükümlülüklerini yerine
getirmesini engellemesi gerekir. (3) Aşağıda belirtilen haller, bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla, mücbir sebepler olarak kabul edilir: a) Doğal afetler ve salgın hastalıklar, b) Savaş, nükleer ve kimyasal serpintiler, seferberlik halleri, halk ayaklanmaları, saldırı, terör hareketleri ve sabotajlar, c) Grev, lokavt veya diğer memur ve işçi hareketleri. (4) İlgili mevzuat kapsamındaki yükümlülüklerin ertelenmesi, askıya alınması veya kaldırılması kararının verilebilmesi için, lisans sahibinin; a) Mücbir sebebin başlama tarihini ve mahiyetini, b) İlgili mevzuat kapsamındaki yükümlülüklerine olan etkilerini, c) Mümkün olması halinde etkilerin tahmini giderilme süresini, içeren başvurusunu, Kuruma yazılı olarak bildirmesi zorunludur. (5) Bu madde kapsamındaki talepler, başvuruya ilişkin gerekli bilgi ve belgelerin tamamlanmasından itibaren altmış gün içerisinde Kurul kararı ile sonuçlandırılır. Mücbir sebep halleri hemen hemen benzer şekilde diğer mevzuatlarda ve yargı içtihatlarında da yer almış durumdadır. Sektörün karşılaştığı ya da karşılaşabileceği sorun ise; Kamu kurumlarından alınması gereken izin, belge ve onaylardan dolayı şirketten kaynaklanmayan gecikmelerin mücbir sebep hali kapsamında değerlendirip değerlendirilmeyeceği hususudur.
06
Hukukçular açısından tartışma burada başlamaktadır. Kendisinden kaynaklanmayan gecikmeler mücbir sebep mi, yoksa muhik (haklı) sebep mi sayılmalıdır. Yeni EPK’ya göre, üretim lisansı almış firmalarla önlisans almış firmaların süre uzatımlarına ilişkin düzenlemelerde farklılık var mıdır? Sorusunun cevabını aramak gerekir. Üretim lisansı almış şirketlerin süre uzatım taleplerine ilişkin düzenleme yönetmeliğin 24 Maddesinin (3). fıkrasında Üretim tesisinin kurulması sürecinde; a) Mücbir sebep halleri ile lisans sahibinden kaynaklanmayan haklı sebeplerin ortaya çıkması, b) Söz konusu durumların üretim tesisinin kurulmasını doğrudan etkilemesi veya etkileyebilecek nitelikte olması, c) Lisansta belirlenen tesis tamamlanma süresi içerisinde gerekçeleri ve belgeleriyle birlikte Kuruma başvurulması, halinde, tesis tamamlama süresinin uzatılması suretiyle lisans tadil edilebilir. Şeklinde düzenlenmiştir. Dikkat ettiyseniz aradaki tek fark “..haklı sebepler” kısmıdır. EPDK bügüne kadar tesislerin inşaat sürelerinin uzatılmasına ilişkin Kurul kararlarında, mücbir sebepleri, haklı sebepleri ve inşaatın ilerleme sürelerini dikkate almıştır. Süre uzatımı kararı verilen bir çok tesis işletmeye geçmiş durumdadır. Buradaki sorun eski mevzuatta olmayıp da yeni EPK ile gelen önlisans sürecindeki gecikmelerden kaynaklanan ilave sürelerin nasıl değerlendirileceği konusudur. Mevcut üretim lisanslı şirketlerin Kanunun geçici 9. maddesi ve yönetmeliğin geçici
15. Maddesi karşısındaki durumu da aynı değerlendirmelere tabi olacaktır. GEÇİCİ MADDE 15 – (1) Kanunun geçici 9 uncu maddesinin birinci fıkrası çerçevesindeki tüzel kişilerin tamamlaması gereken yükümlülükler şunlardır; a) Üretim tesisinin kurulacağı sahanın lisans sahibi tüzel kişinin mülkiyetinde olmaması halinde, söz konusu sahanın mülkiyet veya kullanım hakkının elde edilmesi, rezervuarlı hidroelektrik santrallerinde su tutma alanları ile ilgili olarak kamulaştırma kararının alınması, b) Kurulması planlanan üretim tesisine ilişkin imar planlarının onaylanması, c) Üretim tesisinin inşaatına başlanabilmesi için gerekli olan ön proje onayının alınması, ç) Bağlantı ve sistem kullanım anlaşmaları için TEİAŞ veya ilgili dağıtım şirketine başvurunun yapılması, d) 30/4/1983 tarihli ve 18033 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliği uyarınca gerekli görüşün alınması, e) Rüzgâr başvurularına ilişkin Teknik Etkileşim İzninin alınması için gerekli başvurunun yapılmış olması, f) Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği kapsamında alınması gerekli olan kararın alınması. (2) Bu Yönetmeliğin yürürlük tarihi itibariyle, a) İnşaat öncesi döneme ilişkin süresi biten tüzel kişiler, bu Yönetmeliğin yürürlük tarihinden itibaren en geç altı ay içerisinde, b) İnşaat öncesi döneme ilişkin
süresi bitmeyen tüzel kişiler, kalan inşaat öncesi sürelerine altı ay eklenmek suretiyle bulunacak süre içerisinde, birinci fıkrada belirtilen yükümlülüklerin tamamlandığına ilişkin bilgi ve belgeleri Kuruma sunmakla yükümlüdür. Bu süre içerisinde söz konusu yükümlülükleri tamamlayamayan tüzel kişiler hakkında Kanunun geçici 9 uncu maddesinin birinci fıkrası çerçevesinde işlem tesis edilir. İnşaat öncesi süreleri dolup da gerekli hazırlık ve izinlerini tamamlamayanlara verilen 6 aylık sürenin sonunda - bu süre 2 Mayıs 2014’te doluyor - nasıl bir durumla karşılaşacakları hususu tüm sektörü ve dolayısıyla da kurumu ve bakanlığı yakından ilgilendirmektedir. 2 Mayıs sendromu isimlendirmesi çok da yanlış olmasa gerek. Yasa koyucu önlisans süresini max. 36 ayla, geçici madde kapsamındakileri de inşaat öncesi işleri tamamlamak üzere 6 ay ilave süre ile sınırlandırmış olup kurula da mücbir haller dışında süre uzatım yetkisi vermemiştir. Bu durumda olan tesisler için kurum ve bakanlık içerisinde bir takım toplantılar yapıldığını biliyorum. Ancak henüz yol haritası netleşmedi. En tartışmasız yol yasa değişikliğine giderek mücbir hallerin dışında da haklı nedenlere dayalı ilave süre verme konusunda kurula yetki verilmesi şeklinde olabilir. İkinci yol hukukçulara iş çıkartacak gibi gözüküyor. Danıştay ve Yargıtay’ın emsal kararlarına bakıp bir yol bulunabilir. Ya da önetmeliğin 35. Maddesinin 2. ve 3. Maddelerinin iyi bir yoruma tabi tutulması gerekir. Bu süreçteki gecikmeler kimden kaynaklanmaktadır? Şirketin ihmal veya işbilmezliğinden mi? Yoksa idarelerin iş ve
07
işlemlerindeki gecikmelerinden mi? Özellikle Orman Genel Müdürlüğü’ndeki izinlerde uzun beklemelerin olduğunu duyuyoruz. Bir diğer husus da kamulaştırmalardaki gecikmeler. Özellikle yeni EPK’nın bana göre gereksiz bir değişikliği de kamulaştırma işlemlerinin kurumdan alınarak illerdeki milli emlak müdürlüklerine verilmesidir. Kamulaştırma süreçleri eskisine göre çok daha uzayacaktır. Kamulaştırma işlemlerinde Kurul tarafından Kamu yararı kararının alınması yeterli olacak mı? Yoksa yerel mahkemenin kararı mı gerekecek ya da kamulaştırmanın fiilen bitirilmesi mi aranacak? Bu durumların hepsi Kurum’u epey meşgul edeceğe benziyor. Sonuç olarak; Yukarıda özetlemeye çalıştığım hususlar sektörün geleceğini ve yatırımlarını yakından ilgilendiriyor. Bazı lisanslar iptalle karşı karşıya kalabilir. Özellikle HES ve RES projeleri böyle bir iptalle karşılaşınca kaynak kullanım anlaşmalarını da kaybedebilirler. Yeni EPK hazırlanırken geçmişte yaşanan gecikmeler ve bir takım suistimaller engellenmek istenmişti. 10 yıllık özel sektör deneyimi olan piyasa kanunlarında yapılacak esaslı değişikliklerden önce “Etki Analizi” değerlendirmesi yapmalı, bir takım hak kayıplarına ve duraksamalara neden olmadan yenilemeyi ve yenilenmeyi başarabilmeliyiz. 2 Mayıs sendromunu nasıl aşacağız? Piyasa bir çok sorunu aştı, burada da Bakanlık, EPDK ve sektör temsilcileri bir ortak akıl geliştirebilir. Denizi aşıp derede boğulmak bize yakışmaz.
Arz Sorunumuz Var mı? 30 Nisan 2014
E
nerji arz güvenliğimiz son yılların en önemli gündem maddesi. Hem kamu hem de özel sektör arz güvenliği konusunda bazı sorumlulukları üstlenmiş durumda. Son 10 yılda elektrik üretiminde kurulu kapasitemiz yaklaşık iki kat artarak 64.000 MW a ulaştı. Kamu ve özel sektör elele vererek bir başarı hikayesi yazdı.
Ülkede kurulu gücün puant talebi karşılayamaması durumunda, aşılan her 1.000 MW’lık ilave yükün ekonomiye bir saatlik bedeli (VoLL) 6.2 milyon TL yi buluyor.
Elektrik Piyasası Kanunu’na göre kamu idaresi üretim yatırımları yapmamakta ama arz güvenliğinin sekteye uğramaması için de bazı tedbirleri almak zorunda. Özel sektör yatırımları zamanında yapılamazsa arz güvenliğinde sorunlar yaşayabiliriz. Arz talep projeksiyonlarına göre kısa ve orta vadede ciddi bir sorun öngörülmemektedir. Ancak mevsimsel değişkenlere bağlı olarak arz sıkıntısı yaşayabiliriz. Kurak mevsimlerde ya da çok soğuk aylarda arz sıkıntısını dönemsel (Kısa süreli) olarak yaşayabiliriz. Nitekim son birkaç yılda buna benzer sorunlar yaşadık. Buna bağlı olarak fiyatlarda da yükselmeler oldu. Arizi durumları bir tarafa bırakacak olursak genel olarak bir arz sıkıntısı beklemiyoruz. Ülke genelinde hem elektrikte hem de doğalgazda bir arz sıkıntısı yaşanmaması için Enerji Bakanlığı ve ilgili kuruluşlar ellerinden geleni yapıyorlar. Hatta son yıllarda hava tahminlerine bağlı kısa dönemli tahminleri analiz etme ve önceden tedbir alma gayretlerini yakınen biliyorum. Burada elektrik kesintilerine değinirken gözden kaçırılmaması gereken husus, son iki yıldır yaşadığımız sorunun ana kaynağının elektrik piyasasından mı yoksa doğalgaz piyasasından mı kaynaklandığı hususudur. Bu iki piyasa birbiriyle bileşik kaplar gibi çalışır hale gelmiştir. Başka bir ifadeyle
08
bu iki sektör arasında yakın bir sebebsonuç ilişkisi oluşmuştur. Mevcut sorunu analiz ederken birincil kaynakların durumuna yakından bakmak gerekiyor. Elektrik üretiminde doğalgaza bağımlılık %45 civarındadır. Baz yükü termik santraller karşılıyor, termikler içerisinde de doğalgaz çevrim santralleri önemli bir paya sahip. Ulusal Enerji Arz güvenliği strateji belgesinde bu bağımlılığı azaltmak için bazı tedbirler amaçlansa da kısa ve orta vadede bu kaynağa olan bağımlılığımız azalacak gibi gözükmüyor. O halde, elektrik üretimindeki arz güvenliği sorununa bütüncül yaklaşmak ve doğalgaz sistemimizdeki altyapıya bakmak gerekir. Botaş’ın işlettiği iletim sisteminin bugünkü durumunu iyi analiz etmek lazım. 2013 yılında doğalgaz tüketimi yaklaşık 46 milyar m3 olarak gerçekleşti. Geçmişte doğalgaz ithalatçılarının karşılaştığı “al yada öde” tartışmaları artık gündemimizde yok. Doğalgaz piyasasının güncel sorunu günlük ya da mevsimlik talebin karşılanması durumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin soğuk kış aylarında günlük doğalgaz talebi 200 milyon m3’ü aşmıştır. Bir önceki yıla göre yıllık gaz tüketimimiz hemen hemen aynı olmasına karşın, günlük çekişler 5-10 milyon m3 arasında artış göstermiştir. Doğalgaz güç santrallerine yarım kapasite çalışma talimatı verilmeseydi, günlük talep 225 milyon m3’e yükselecekti. Türkiye’de yaz ve kış mevsimleri arasındaki talep dengesizliği herkesin bildiği bir husus. Ülkemizde doğalgaz tüketiminin yaklaşık 1/4 ü konutlarda 1/4 ü sanayide 2/4 ü de elektrik üretiminde kullanılıyor. Sanayi ve
konutların gazları kesilemediği için fatura elektrik sektörüne çıkmaktadır. Bugün itibariyle 70 şehirde yaklaşık 10 milyon hane konutlarda doğalgaz kullanıyor. Özellikle soğuk havalarda konut tüketimleri pik yapıyor. Öncelik hakkı da konutların olduğundan doğalgaz santrallerinin yakıtı olan doğalgazda kısıntıya gidiliyor. Bu da dolaylı olarak elektrik kesintilerine sebep oluyor. Elektrikler kesilince de doğalgazlı ısıtma sistemleri, kazan ve kombiler çalışamaz hale geliyor. Teknik bir ifadeyle negatif geri besleme söz konusu. Soğuk kış günlerinde sorunun ana temeli boru hatlarının yetersiz basınca sahip olması. Başka bir ifadeyle iletim hatlarını, talebi karşılayacak şekilde dolduramamaktır. Son yıllarda teknik ekip bu sorunu aşmak için kompresör istasyonlarına ağırlık verdi ve devreye giren son Mucur istasyonuyla bu sorun kısmen aşıldı. Ancak sorun tamamen çözülmüş değil. Bence sorunun büyüğü depolarımızın yetersizliği. Bildiğiniz gibi bir tane yer altı iki tanede LNG olmak üzere üç adet depomuz var. Silivri’de bulunan yer altı doğalgaz deposunu TPAO işletmekte olup kapasitesi 2,1 milyar m3’tür. LNG depolarının yıllık işleme kapasiteleri 5’er milyar m3 civarındadır. Depolama kapasitesi kadar günlük geri üretim kapasitesi de çok önemlidir. Silivri’deki deponun geri üretim kapasitesi günlük 21 milyon m3’tür. Bu üretim Şubat ayında 15 milyon m3’e kadar düşmektedir. LNG lerin üretim kapasiteleri 35-40 milyon m3/ gün. Boru hattı üzerinden (Batı, Kuzey, Kuzeydoğu ve Doğu girişlerinden) 130-140 milyon günlük gaz girişi olmaktadır. Toplamda 200 milyon m3 günlük arz kapasitemiz söz konusudur. Tabi kaynak ülkelerde ve bizim hatlarda teknik sorun olmaması halinde. Son iki yılı doğalgaz güç santrallerinden kısarak idare ettik. Yapımı devam eden tesislere gelince tuzgölü altında 2017 yılında işletmeye girmesi Planlanan Botaş’ın yaptığı yaklaşık 1 milyar m3 kapasiteli (Geri üretim kapasitesi 40 mcm) bir yeraltı deposu var. Bunun yanı sıra Sayın EPDK Başkanı’nın geçtiğimiz haftaki
açıklamasına göre iki yeni yeraltı deposuna lisans verildiğini öğrendik. Tabiki çok sevindirici ama 5-6 yıldan önce devreye girmeleri mümkün gözükmüyor. Doğalgaz yeraltı depoları enerji arz güvenliğinin en önemli parçalarından birisi olduğuna göre elektrik üretim tesislerinden alınan teminat mektuplarının depolama lisans sahiplerinden de alınması gerekir. Buna karşılık bu tesisleri teşvik etmek için bazı mekanizmaları devreye almakta fayda var.
hakkındaki kanun taslağı Başbakanlığa gönderilmiş durumda. Bildiğim kadarıyla Botaş’ın iletim, ticaret ve depolama şeklinde üçe ayrılması öngörülmüş. Bence çok doğru bir teklif. Yalnız depolama kısmına sadece LNG işletmesini vermekle yetinmemek, TPAO’nun elindeki mevcut depoyu da BOTAŞ depolama şirketine vermek, yatırım, planlama ve işletme bütünlüğü ve sorumluluğu açısından çok faydalı olacaktır.
Kurul’daki çalışmalarım esnasında teminat mektubu alınmasını gündeme getirmiş olmama rağmen yasal altyapısı olmadığı için bu şekilde bir yaptırım getirememiştik. Yeni Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda bu durum dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli.
Elektrik piyasasındaki PMUM’a benzeyen Doğalgaz dengeleme piyasası sanal olarak bu yıl içerisinde uygulamaya geçecek. 2015 Yılı başından itibaren fiilen uygulamaya geçmesi planlanıyor. Bu uygulama kapasite yönetim mekanizmalarına yardımcı olacaktır. Ertelenmesi sorunun büyümesine neden olabilir. Elektrik üretiminde talebin tam olarak karşılanamadığı günlerde oluşan aşırı fiyatların asıl nedeninin doğalgaz arz yetersizliği olduğunu görmekteyiz. Elektrik piyasasında serbest fiyatlanma neticesinde oluşan yüksek fiyatları serbest ekonomi mantığı içerisinde normal karşılayabiliriz. Nobel ödüllü bir yazarın sözü var; Amartya Sen, “Fiyatı serbest olarak belirlenen hiçbir ürünün kıtlığı olmaz” demiştir. Bu yazar (iktisatçı), dünyadaki tüm kıtlıklar kapalı rejimlerde görünür diyor.
Yıllardır enerji yöneticilerinin söylediği Türkiye’nin sadece bir enerji koridoru olmaması, bölgesel bir HUB oluşturulması vizyonunu gerçekleştirmek için tek başına transit hatlar yeterli olmaz. Yeterli kapasitede depolama kapasiteniz olmazsa Türkiye’de bölgesel HUB oluşturamazsınız. Kısa vadede yapılması gereken TPAO’nun işlettiği Silivri yeraltı deposunun geri üretim kapasitesini artırmak için yapılan çalışmadır. Geç kalındı ama TPAO’nun elini çabuk tutması ve önümüzdeki kışa yetiştirmesi gerekir. Aksi halde gelecek kışta elektrik ve gazda arz sıkıntısı yaşayabiliriz. Kapasite artışı biterse geri üretim kapasitemiz 70 mm3 olacak. İletim şebekemizin depolar dahil günlük taşıma kapasitesi 250 mm3’e çıkmış olacak. Bu kapasite mevcut talebi karşılayabilir ama yapımı devam eden doğalgaz güç santrallerinin ilave talebi nasıl karşılanacak? Yeni santalların lisans almadan önce gaz tedarik anlaşması yapması yeterli değil. Botaş’ın da tesisin bağlanacağı yer ve kapasiteyle ilgili uygun bağlantı görüşü vermesi gerekir. Botaş’ın iletim hatlarıyla ilgili, taşıtanların ve diğer tüm paydaşların geleceği görebilmesi için 10 yıllık iletim kapasite projeksiyonu hazırlayarak yayınlaması gerekmektedir. Bu arada yeni Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda değişiklik yapılması
09
Bu fiyatlar yatırımcıya sinyal olarak gitmeli. Ancak sinyaller elektrik piyasasında kalmayıp doğalgaz piyasasına da yansımalı ki, yatırımlar için fırsat oluşsun. Aksi takdirde bu sorunun çözümünü yanlış yerde aramış oluruz. Bu sorun iki sektörün ortak sorunudur. Külfet- nimet dengesini bozmayacak bir piyasa yapısını hayata geçirmek herkesin görevidir. Sonuç olarak, Türkiye’de kısa ve orta vadede yıllık periyotlarda doğal gaz ve elektrikte arz sıkıntımız yok ama kapasite sorunumuz vardır. Özellikle kış mevsimlerinde günlük olarak doğalgaz ve ona bağlı olarak elektrikte arz sıkıntıları yaşayabiliriz. Soruna bütüncül olarak yaklaşmak, hem altyapı yatırımlarını hem de kapasite yönetim mekanizmalarını zaman kaybetmeden devreye almak zorundayız.
AR-GE’de Yol Haritası Nasıl Olmalı? 13 Mayıs 2014
G
eçen sene ilginç bir haber vardı; “İMKB yarım elma bile etmiyor” diye. Habere göre İMKB’deki şirketlerin bugünkü piyasa değeri 250 milyar dolar. Bu rakam, Apple’ın 600 milyar $ civarında olan değerinin yarısı bile değil.
EPDK dünyadaki düzenleyicilerin önüne geçerek elektrik ve gaz dağıtım şirketlerinin tarifelerine işletme giderlerinin yüzde 1’i oranında ArGe harcaması eklemiştir. Meslek hayatına Ar-Ge mühendisi olarak başlamış biri olarak, Kurul Üyeliğim esnasında benim de çok önemsediğim ve heyecan duyduğum bir meseledir.
Genelde, insanlara ilham veren kişiler örneğin Steve Jobs ya da firmalar mesela Apple gibi örnekler anlatılarak, bir mesaj verilir. “Biz niye onlar gibi olamıyoruz, hadi biz de onlar gibi olalım”. Ben öyle yapmayacağım. Bu süreçler “bak elin oğlu çalışıyor, sen ne yapıyorsun” ile bir yere gidebilecek süreçler değil. Bu süreçlerin adım adım, parça parça emek harcayarak bazen kaybederek ama kaybederken bile kaybettiğinden daha fazlasını öğrenerek, insanları, fikirleri sürekli bir araya getirerek, yıllar alan süreçler olduğunu çok iyi kendimize anlatmalı/öğretmeliyiz. Bugün Apple veya Steve Jobs’un yaptığı her şeyi yapsanız, muhtemelen çok başarısız olursunuz. Çünkü bugünkü dünya artık dünkü dünya değil ve bizim bugünü kopyalayacak lüksümüz yok. Yeni, orijinal fikirlere, bunları ticarileştirecek süreçlere, cesur yatırımcılara ve bu süreçlerin her birinde istihdam edilebilecek çok kaliteli ve amacı olan bireylere ihtiyacımız var. Türkiye enerjide Ar-Ge yapmalı, fakat ne yapmalı, nasıl yapmalı konusu maalesef çok da fazla tartışılmayan bir konu. Yani amaçlarımız, yol haritalarımız ve köşe taşlarımız eksik. Serbest piyasa tanımının temelinde 1990’larda verimlilik vardı; en az maliyetle en kaliteli, ucuz hizmet. Şimdi bu durum değişti, artık
10
“inovasyon” yani yenilikçilik piyasa anlayışının bir parçası oldu. Burada belki bizim Elektrik Piyasası Kanunu’ndaki amaç maddesini de “mali açıdan güçlü, istikrarlı, şeffaf ve YENİLİKÇİ bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması” şeklinde değiştirmemiz gerekebilir. Türkiye Ar-Ge harcamaları konusunda diğer Uluslarararası Enerji Ajansı ülkeleri ile kıyasladığımızda maalesef çok geride. Hatta Türkiye sondan 3. sırada yer alıyor diyebiliriz. 2012 yılı itibariyle Ar-Ge harcamalarının GSYİH’ya oranı en yüksek olan OECD ülkeleri şöyle: 1) Güney Kore (%4.36) 2) İsrail (%4.20) 3) Finlandiya (%3.55) 2010 yılı itibariyle Ar-Ge harcamalarının GSYİH’ya oranı en düşük olan OECD ülkeleri ise şunlar: 1) Slovakya (%0.82, 2) 2) Polonya (%0.90 3) Türkiye (%0.92) (Kaynak : OECD, MSTI) Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki payı binde 9,2. Bu oran 2011 yılında binde 8,6 idi. (TÜİK) 2012 yılı Ar-Ge Faaliyetleri Araştırması kapsamında, kamu kuruluşları, vakıf üniversiteleri ve ticari sektördeki anket sonuçları ile devlet üniversitelerinin bütçe ve personel dökümlerine dayalı olarak yapılan hesaplamalara göre Türkiye’de Gayri Safi Yurtiçi Ar-Ge Harcaması 2012 yılında bir önceki yıla göre yüzde 17,1 artarak 13.062 Milyon
TL olarak hesaplanmıştır. Özellikle son 10 yılda devletin verdiği Ar-Ge teşvikleri ile bu oran onbinde 4’lerden bu seviyelere gelmiştir. Gelinen nokta iyi ama yeterli değildir. Bakın bu son sıraların yanında, Türkiye’de enerji sektörü, genelin de altında bir Ar-Ge ve yenilik yapıyor. TÜİK Teknolojik Yenilik İstatistiklerine göre, 2004-2006 döneminde sanayi sektöründe teknolojik yenilik yapanların oranı yüzde 31,4. Bu oran 2006-2008’de yüzde 29,8’e düşüyor, 2010-2012 oranı iyi bir performansla yüzde 48,5 oluyor. Elektrik-Gaz ve Su sektöründe bu oran yüzde 27,5’dan yüzde 17,8’e düşmüş, 2010-2012 döneminde yüzde 39,1’a yükselmiştir. EPDK dünyadaki düzenleyicilerin önüne geçerek elektrik ve gaz dağıtım şirketlerinin tarifelerine işletme giderlerinin yüzde 1’i oranında Ar-Ge harcaması eklemiştir. Meslek hayatına Ar-Ge mühendisi olarak başlamış biri olarak, Kurul Üyeliğim esnasında benim de çok önemsediğim ve heyecan duyduğum bir meseledir. Ar-Ge bütçesi 5 yıllık tarife dönemi için elektrik sektöründe yaklaşık 100 milyon TL’ye, gaz sektörü için de 20 milyon TL’ye ulaşmaktadır. Henüz bu bütçenin tamamı kullanılamamaktadır. Kurum AR-GE bütçesinin yönetimi için uzun bir süre TÜBİTAK’la müzakere etti. Hatta bu sürece sektör STK’ları da katılım gösterdi. Ancak TÜBİTAK ve Kurum’un uymak zorunda oldukları prosedürler bir anlaşma zemini sağlanmasına engel oldu. Kurum’da gelinen son durum ise; kurum içerisinde bir komisyon oluşturarak ARGE projelerini izlemek. Komisyonun nasıl ve kimlerden oluşacağı, proje ve harcamaları nasıl izleyeceği henüz netleşmedi. Benim tavsiyem oluşturulacak bu komisyona sektör (Elder, Gazbir vb.) temsilcilerinin hatta üniversitelerden akademisyenlerin dahil edilerek daha sağlıklı çalışacak bir yapının oluşturulmasıdır.
Bana göre bu yöntem de kalıcı ve sağlıklı olmayabilir. Bir geçiş dönemi uygulaması olarak denenmeli. Ancak sonrasında elde edilecek verilere göre kurumsal bir ayrı yapıya geçmenin daha yararlı olacağını düşünüyorum. Kamu, özel sektör ve üniversitelerin de yer alacağı bir TÜRKİYE ENERJİ ARAŞTIRMA MERKEZİ’ni yeni tarife dönemi öncesinde kurmalıyız. Bunu başaracak gücümüz var. Enerji kaynaklarında yerli ve yenilenebilir olana öncelik veriyoruz ama bu tesislerin özellikle teknolojik olanlarını ithal ediyoruz. Geçmişte yaptığım hesaplamalara göre Türkiye’de yapılan enerji yatırmalarının yaklaşık olarak yarısı ithalat yoluyla gerçekleştiriliyor. Tesislerde kullanılan kaynaklarınız yerli de olsa bunu elektrik enerjisine dönüştürecek tesisler için milyarlarca dolar dövizimiz yurt dışına gidiyor. Bunun da temel sebebi sanayide AR-GE’mizin yetersiz olması. İnşallah başka bir yazımda bu konuyu daha detaylı olarak ele alırız. Elektrik özelinde bakarsak ve iletimden başlarsak, Devlet kitlerinden TEİAŞ, 2001-2012 arası Ar-Ge yapmamış gözükse de, Tübitak’la yürütülen Güç Kalitesi Milli Projesi kapsamında bir Ar-Ge projesi yürüttüğünü biliyoruz. MİLRES (Milli Rüzgar Türbini) projesi yürümekte, ancak o da istenen hızda ve büyüklükte değil. Dağıtım şirketlerinin ise daha çok süreç ve yazılım konusunda yenilikleri-projeleri var. EPDK Uzmanları bir de elektrik üretim şirketlerine anket yapmışlar ve bu ankete 44 firma katılmış. Bu 44 firmadan 30’u Ar-Ge harcamalarını gereksiz bulurken, 9 tanesi “Yetersiz teşvik/sermaye azlığı ve yüksek maliyetleri”, 5 tanesi de “düzenleyici-ekonomikyasal belirsizlikler”i ArGe harcamalarının önündeki en büyük engel görmüşler. Bu 44 şirketin sadece 5’i Ar-Ge harcaması yaptığını beyan ediyor. Doğalgaz sektöründe ise şebekelerde kullanılan malzemelerin yaklaşık yüzde 90’ının yerli üretilebilmekte
11
olmasına karşın bazı teknolojik enstrümanlar maalesef ithal edilmektedir. Buradan çıkarılan temel bir sonuç var. Biz daha işin A-B-C’sinde hem kültürel hem de yapısal bir sorunla da karşı karşıyayız. Yani kıyaslarken elma ile armudu kıyaslıyoruz, bir doktoramız olsun istiyoruz ama zahmet çekmeye, elimizi taşın altına koymaya, hata yapmaya pek de tahammülümüz yok. Tüm bunlar bir karamsarlık olarak görülmesin. Benim ana fikrim elmacıya bakarak değil kendimize bakarak bir oyun planı kurmamız gerek. Mesela: 1. Türkiye, AB’nin en büyük otomotiv ve beyaz eşya üreticilerinden biri oldu. Elektrikli araçlara, depolama teknolojilerine, şebeke ile uyumlu çalışan ev aletlerine hazır mıyız? Üretim bantlarımız bu yeni ürünlere hazır mı? Üniversitelerimiz bu konuları bilen öğrenciler yetiştiriyor mu? Yoksa müfredatımız da anayasamız gibi 80’lerden mi kalma? 2. Gelişen bir yeşil büyüme trendi var. Gerek enerji hizmetleri, (eco label vs), gerek sanayi gerekse de süreçler açısından Türkiye olarak 2030’da dünyanın en yeşilci hizmet ve ürünlerini sunmak ve dünyada hızla payı artan ve belki de yakında standart olacak bu pazardan payımızı arttırmak için hazırlıklarımız tamam mı? Kısaca özetlersek: 1. Dünyadaki başarılı örnekler ders olabilir ama onları tekrarlamak değil kendi örneğimizi oluşturmamız gerekiyor. 2. Bunu Ar-Ge yapalım diye değil, bir hedef doğrultusunda yapmamız lazım. 3. Düzenlemelerimize yeni ve yenilikçi piyasa yapısını kazımalıyız. 4. Bulunduğumuz yeri iyi bilmeliyiz. 5. Kültürel ve yapısal sorunları doğru anlamalıyız. 6. Ve bugünün değil yarının enerji sektörü için Ar-Ge yapmalıyız.
Olmayan Elektriğin Bedeli 30 Mayıs 2014
AB
Ülkede kurulu gücün puant talebi karşılayamaması durumunda, aşılan her 1.000 MW’lık ilave yükün ekonomiye bir saatlik bedeli (VoLL) 6.2 milyon TL yi buluyor.
ve ABD gibi batılı ülkelerde “Olmayan Elektriğin Bedeli” üzerine çalışmalar yapılırken Türkiye’de kapsamlı bir çalışma yoktu. Geçenlerde Enerji Bakanlığı’na yaptığım bir ziyarette konuyu gündeme getirdim. Bakanlıkta ve özel sektörde resmi bir çalışma olmadığını öğrendim. Ancak çok kapsamlı olmamasına rağmen Sayın Barış Sanlı ve Sayın Prof. M. Alanyalı’nın yaptığı bir çalışma elime geçti. Bu yazımda bu çalışmadan bazı alıntılar yaparak, kamu ve özel sektörün konuya dikkatini çekmeye çalışacağım. ABD’de bu çalışmayı EPRI (Electric Power Research Instituty) destekliyor ve sonuçları kamuoyuyla paylaşıyor. Belirli periyotlarla veriler güncelleniyor. İngiltere’de OFGEM bu çalışmayı London School of Economics’e yaptırmış. Benzer bir çalışma Almanya’da da var. Çalışmalarda ulusal katma değer artışına elektrik kullanımının etkisi hesap ediliyor. Sektörlere ve bölgelere göre etkisi inceleniyor. Elektrik kullanımının sanayide, hizmetlerde, tarımda ve konutlarda etkisi farklı tezahür ediyor. 1 saatlik elektrik kesintisinin sanayiye etkisi ile hizmetlere etkisi aynı değil. Örneğin bir sanayicinin 1 saatlik elektrik kesintisinin maliyeti, sadece üretim kaybıyla izah edilemiyor. O işyerinde çalışan işçilerin ücretleri, müşterilerine karşı taahhütlerin zamanında yerine getirilememesi, sistemin dur kalklarda oluşturduğu fireler vb. faktörler de eklenince olmayan elektriğin bedelini
12
hesaplamak o kadar kolay değil. Ancak dolaylı etkilerine girmeden elektrik tüketicisinin üreteceği katma değer üzerinden bir hesaplama mümkün gözüküyor. Kesintilerin müşterileri etkileme fonksiyonu; Kayıp ($/kWh)= f (süre, mevsim, günün saati, önuyarı) olarak belirlenmiş. ABD’de makroekonomik göstergelere göre ortalama VoLL değeri 9.283-13.925 USD/MW olarak hesaplanırken, Almanya’da 17,375 USD/MW olarak hesaplanmış. Türkiye’de ise makroekonomik göstergelere göre yapılan hesaplamalarda ortalama VoLL değeri 6.200 TL/MW (2011 TÜİK verilerine göre,) bulunmuş. Sektör ve bölgelere göre bu değerler farklılaşıyor. Sanayi sektöründe 3.600 TL/MW, hizmet sektöründe ise 19.300 TL/MW olarak hesaplanmış. Ekonominin lokomatifi olan İstanbul’da ise bu değerler, sanayi için 9.500 TL/MW, hizmet sektörü için 20.000 TL/MW olarak bulunmuş. Hizmet sektöründe katma değere etkisinin yüksek çıkmasının nedeni, kullanılan elektriğin oransal olarak sanayi sektörüne göre daha düşük olması. (2011 yılı ortalama 1USD=1,6TL) İlgili çalışmada, Türkiye’deki ortalama yük 27.000 MW olarak dikkate alınmış ve tüm ülkeyi etkileyecek bir saatlik elektrik kesintisi bedeli 27.000 MW x 6.200 TL/MW = 167.4 milyon TL/saat olarak hesaplaplanmış.
Bu tip çalışmaları teşvik ederek daha kapsamlı hale getirmek için kamu ve özel sektöre gündemlerine almasını tavsiye ediyorum. Buraya kadar yapılan çalışmayı kısaca özetledikten sonra kendi değerlendirmelerimi belirtmek istiyorum. Ülkede kurulu gücün puant talebi karşılayamaması durumunda, aşılan her 1.000 MW’lık ilave yükün ekonomiye bir saatlik bedeli (VoLL) 6.2 milyon TL yi buluyor. 1 MW’lık elektriğin toptan satış fiyatı ortalama 160-170 TL olduğuna göre yukarıdaki hesabı üretilen elektrik açısından yaptığımızda 27.000 MW x 170 TL/MW = 4.6 milyon TL/saat bir değere ulaşırız. Başka bir ifadeyle 1 liralık elektrik üretimi yaklaşık 36 liralık katma değer artışına imkan sağlamaktadır. Elektrik sektöründe yıllık ortalama yatırım tutarlarına baktığımızda, üretim tarafında 4-5 milyar USD, dağıtım sektöründe 1 milyar USD, iletimde 300 milyon USD, toplam da ise 5-6 milyar USD civarında bir meblağı görmekteyiz. Bu yatırımların önceliklerini ise şirketler kendileri kararlaştırmaktadır. Ellerinde sağlıklı veriler bulunsa Olmayan Enerjinin ekonomiyi en çok etkilediği bölgelerden başlayacak şekilde planlamalarını yapma imkanına sahip olurlar. Bu veriler EPDK’ya da bölgelere yapılacak yatırım tavanlarını belirlerken yol gösterici olur.
9 EDAŞ kesinti bilgilerini gönderdi Peki mevzuatta tedarik sürekliliğine ilişkin standartlar ve yaptırımlar bulunmakta mıdır? Elektrik Dağıtımına ve Perakende Satışına İlişkin Hizmet Kalitesi Yönetmeliği Aralık 2012 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yönetmeliğe göre EDAŞ ve TEİAŞ ın elektriği tüketicilere asgari kesinti ile kaliteli bir şekilde ulaştırma yükümlülüğü var. Yönetmeliğin tedarik sürekliliği kayıt sistemi gibi maddeleri kademeli olarak
yürürlüğe girecek. Hizmet kalitesi yönetmeliğinin iki ana hedefi var. Birincisi, kalitesiz hizmet alan tüketicileri korumak. Bu kapsamda bir kullanıcının maruz kaldığı yıllık kesinti sıklığı ve süresinin, belirlenmiş eşik değeri aşması halinde kendisine tazminat ödenmesi gerekiyor. İkincisi ise sistem çapında ortalama kalite düzeyini yükseltmek. Bu kapsamda dağıtım şirketlerine tarife yoluyla performansına göre ödül ya da ceza verilmesi öngörülüyor. Kesinti süresi ve sayısına ilişkin yıllık eşik değerler ise şöyle: AG müşteriler için bildirimsiz kesinti süresi 48 saat, sayısı ise 56 olarak belirlenirken, OG müşterileri için bildirimsiz kesinti süresi 24 saat, sayısı ise 56 olarak belirlenmiş durumda. Bu eşik değerler aşıldığında kesintiden etkilenen kullanıcılara tazminat ödenmesi gerekiyor. EDAŞ’lardan sadece 9 adeti 2013 yılı kesinti bilgilerini kuruma göndermiş durumda. Bu verilere göre ülke genelinde 9 dağıtım şirketinin kesinti süresi 250 dk, 21 dağıtım şirketinin toplam kesinti süresini 600 dk. (10 saat) varsayabiliriz. Tabi burada kesinti yapılan elektiriğin maliyetini hesaplayabilmek için kesintiden etkilenen tüketicilerin kullanım miktarlarının da hesaplanması gerekiyor. Bana göre bu kesinti süreleri de çok gerçekçi değil. Bunun çok üzerinde olduğunu tahmin ediyorum. Dolayısıyla Edaş’lardan kaynaklı VoLL değerini hesaplamak yanıltıcı olacaktır. TEİAŞ’ın 2012 yılı kayıtlarına ait kesinti bilgileri şöyledir: Yıl boyu kesinti süresi 228 dk. iken toplam tüketim kaybı ise 20942 MW’tır. TEİAŞ kaynaklı “Olmayan Elektriğin” ekonomiye olan bedeli: 20.942 MW x 6.200TL= 129.840.400 TL dir. (2012 yılına ait veriler) AB ve ABD’de doğal afetler dışında
13
kesinti süresi yıllık bir saati geçmemektedir.
Çimento sektörü örneği Çimento sektöründe 2012 yılında yapılan bir araştırmada, elektrik kesinti ve dalgalanmalarının, üretim kaybına etkisi konusunda çarpıcı veriler yer alıyor. Buna göre, 48 çimento fabrikasındaki yıllık ortalama kesinti sayısı, fabrika başına 19 kez. Dalgalanma sayısı ise yine fabrika başına 40 kez. Kesintilerin ortalama süresi fabrika başına 1803 dakikayken, dalgalanmaların ortalama süresi ise 1203 dakika. Aynı araştırmaya göre, elektrik kesintileri 28.349 ton/yıl, elektrik dalgalanmaları ise 163.168 ton/yıl klinker üretim kaybına yol açıyor.
Tedarik Sürekliliği Kayıt Sistemi şart Dağıtım hizmetindeki kesinti sıklığı ve sürelerinin izlenebilmesi için Tedarik Sürekliliği Kayıt Sisteminin bu yıl içerisinde tamamlanması gerekmektedir. Bu çalışmalar tamamlanmadığı takdirde hizmet kalitesini sağlıklı ölçme imkanı olmayacaktır. Elimizdeki veriler şirketlerin defterlerine kayıtlı resmi bilgilerden ibaret olup, kayıtlara girmeyen kesintiler hakkında fikir yürütmemiz mümkün değildir. Teknolojik altyapı tamamlandığı takdirde il ve ülke bazında sağlıklı verilere ulaşabileceğiz. Bu veriler bize şirketlerin hizmet kalitelerini ölçme imkanı da verecek. Güvenilir verilere sahip olursak, kesintilerin sektöre ve ülke ekonomisine bedelini daha doğru hesaplayabileceğiz. Sonuç olarak, VoLL (olmayan elektriğin bedeli) batılı ülkelerde yıllardır hesap edilmesine rağmen, ülkemizde gereken önem verilmediği için sağlıklı olarak hesap edilemememiştir. Sadece makroekonomik veriler ile bir değerlendirme yapmak yanıltıcı sonuçlar verebilir. Anketlere ve sektörden elde edilecek güvenilir verilere dayalı analiz ve istatistikleri üretebilirsek, yatırımlarımızı ve önceliklerimizi daha isabetli planlayabiliriz.
Doğalgaz Dağıtım Sektörünün Temel Sorunları 13 Haziran 2014
T 5 milyar TL’yi aşan yatırımla enerji piyasasının elektrikten sonra ikinci büyük şebekesi haline geldi. Bu yatırımların büyük bir kısmı özel sektör eliyle gerçekleşti. Bir çok ülkeye örnek olabilecek bir başarı hikayesi yazıldı.
ürkiye doğal gazla tanışalı yaklaşık 25 yıl oldu. Ankara, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Kocaeli gibi büyükşehirlerden başlayan doğalgaz dağıtımı, EPDK’nın kurulmasından sonra yapılan ihalelerle 70 kente ulaştı, yaklaşık 10 milyon hane doğalgaz kullanıyor. Bu rakam ülke nüfusunun hemen hemen yarısına karşılık geliyor. 5 milyar TL’yi aşan yatırımla enerji piyasasının elektrikten sonra ikinci büyük şebekesi haline geldi. Bu yatırımların büyük bir kısmı özel sektör eliyle gerçekleşti. Bir çok ülkeye örnek olabilecek bir başarı hikayesi yazıldı. Peki, bu hikaye bundan sonra nasıl devam edecek? 23-24 Mayıs tarihlerinde GAZBİR (Doğalgaz Dağıtım Şirketleri Birliği) her yıl EPDK ile yaptığı Sektör Değerlendirme Toplantısını Antalya’da gerçekleştirdi. Geçmiş yıllardaki toplantı gündemlerine kıyasla bu toplantıda gündem sayısı daha azdı. Ancak konular daha sofistike olmuş ve derinliği artmış.
14
Geçmişte yatırım ağırlıklı konular görüşülürken, yeni dönemde işletmede karşılaşılan sorunlar tartışıldı. Tarifeler son dönemlerin en popüler konusu olmaya devam ediyor. Hem sektör hem de kurum geçmişe nazaran konulara daha hazırlıklı geliyorlar. Taraflar birbirinin taleplerini ve değerlendirmelerini daha kolay anlayabiliyorlar. Bu tip sektörel değerlendirme toplantıları sektörün karşılaştığı ortak sorunların dile getirildiği ve çözüm arandığı platformlar olmaya başladı. Gördüğüm tek eksik, tarafların dile getirdiği hususların bir çalışma grubu tarafından yol haritasına dönüştürülememesidir. Tarafların hangi sorun ve talepler üzerinde uzlaşıp uzlaşamadığı konusu tam olarak netleşmedi. Bu tip geniş katılımlı toplantılardan hemen sonra küçük çalıştaylarla çözüme ilişkin eylem planlarının yapılması ve katılımcılarla iş planının paylaşılması, toplantının verimliliği ve performansını artıracak en önemli gösterge olur. Tartışılan konu başlıkları ise şu şekilde gerçekleşti.
1- Doğalgazda teknik kayıp ve kaçak kullanım (GAZBİR sunumu) 2- Tarife metodolojisinde 1. Uygulama dönemi için yapılabilecek düzeltmeler (GAZBİR sunumu) 3- 1.Tarife döneminde uygulama sonuçları (EPDK Tarifeler Dairesi sunumu) 4- Dengeleme gazı piyasası ve veri iletişimi (EPDK Doğalgaz Dairesi sunumu) Ben yazımın devamında 1. gündem maddesiyle ilgili kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Teknik kayıplar Doğalgaz dağıtım sektörü son iki yıldır teknik kayıplar konusunu yurtdışından uzman desteği de alarak gündemde tutuyor. Teknik kayıplar ya da diğer bir ifadeyle ölçülemeyen gaz hususu, şirketlerin önündeki en büyük tehditlerden birisi. Önlerinde bu sorunun en acı bir şekilde yaşandığı elektrik dağıtım sektörü var. Yılların biriktirdiği bu sorunun çözüme kavuşamadığı gerçeğini doğalgaz sektörü de iyi biliyor ve yakından takip ediyor. Bugünden önlemler alınmazsa elektrik sektöründeki kayıp ve kaçak sorunu kendilerinde de gerçekleşebilir. Her ne kadar şebeke ve ürün farklı olsa da hemen hemen aynı tüketici profiline hitap ediyorlar. Doğalgaz tarife metodolojisinde kayıp kaçak bedelleri bulunmuyor. Başka bir ifadeyle satın alınan gazın tamamı satılıyor varsayılıyor. Tarife metodolojisinde teknik kayıpların
hesap edilmesi durumunda şirketlerin gelir gereksinimlerine ekleneceği bir kural olarak var olsa da, bugüne kadar bu hususa ilişkin usul ve esaslar belirlenemediğinden bu madde çalıştırılamıyor. AB’de ülkeden ülkeye bazı yöntem farklılıkları ve tartışmalar olsa da birçok üye ülkede ölçülemeyen kayıp gazlara ilişkin bedeller şirketlerin tarifelerine yansıtılmaktadır. Bazı üye ülkeler ulusal bazda tek bir kayıp gaz oranı belirlerken, bazıları da bölgesel olarak farklılıkları dikkate alan oranlar belirlemektedir. Burada önemli olan kayıp ya da ölçülemeyen gazın objektif kriterlere bağlı olarak bağımsız kuruluşlarca tespit edilmesidir. Buradaki sorun, gazın kimyasal ve fiziksel özellikleri nedeniyle, şebekeye giren gaz miktarı ile tüketim noktalarından teslim edilen gaz miktarının eş zamanlı olarak ölçülememesidir. Gazın yapısı gereği sıcaklık ve basınç değerleri ile sayaçlardan ölçülen miktarların hacim cinsinden tespiti formüle dayalı bir hesapla yapılmaktadır. Tüm bu parametreler (k) faktörü ile belirlenmektedir. Gazın sıcaklığı, geçtiği ortama göre değişkenlik göstermektedir. Meteorolojiden alınan toprak altı ortalama sıcaklıklar ile şehrin ortalama rakımına göre atmosfer basıncı ve gaz teslim noktalarındaki basınç değerleri, sonucu etkileyen önemli faktörlerdir. Bir diğer husus da sayaçların ölçme hassasiyetleri. Hacim ölçme esasına göre çalışan gaz sayaçlarının yapıları gereği çalışma ömrüyle orantılı olarak
15
hassasiyetleri azalmaktadır. Nitekim sayaç kalibrasyon merkezlerinin raporlarına baktığımızda sayaçlarda zamana bağlı olarak hatalı (eksik) ölçme eğilimi söz konusu olmaktadır. Bu durum haklı olarak doğal gaz sektörünü endişelenmektedir. Zira bu kayıpları telafi edecek bir yöntem henüz uygulamaya konamadı.
Kaçak kullanım Öte yandan sektör temsilcilerinden bazıları, çok az olmakla birlikte, kötü amaçlı tüketicilerin gazı usulsüz (kaçak) kullandıklarını belirlediklerini ifade ettiler. Kaçak kullanımlarının da elektrikteki gibi tarifeye dahil edilmesini istediler. Elektrik dağıtımında bu konu en önemli sorunlardan birisi. Belki de bir sonraki tarife döneminde bir kaç bölge hariç bu sorun kalmayacak. Bir sorunu bir sektörden başka bir sektöre taşımak anlamlı değil. Benim de kanaatim doğalgaz sektöründe kaçak kullanımın tarifeye yansıtılmaması yönünde. Daha işin başındayken Kurum ve sektör taviz vermeden etkili bir mücadele vermeli, her türlü tedbiri almalı. Sonuç olarak; Kurum ile sektör işbirliği yaparak yurt dışındaki iyi örnekleri de dikkate almalı ve bilimsel verilere dayalı bir metodoloji belirlemeli. Kurumun bu konuda yetkilendireceği bağımsız kuruluşlar yoluyla her bölgenin teknik kayıplarını tespit ettirmesi ve tarifelerde dikkate alması, sorunu daha fazla büyütmeden çözüme kavuşturmuş olur.
Kurul Etki Altında Kalır mı? 26 Haziran 2014
“K
10 şirketinin yarısı enerji piyasası oyuncusu.
Bu soruya cevap bulmak için EPDK’nın en üst karar organı olan Kurul’un düzenlediği ve denetlediği piyasaların büyüklüğüne ve etkilerine bakmak gerekir.
Kurul’un bu kadar hayati öneme sahip konularda kararlarını verirken dikkate aldığı başlıca kriterler var.
urul etki altında kalır mı? Kurulun üzerinde baskı var mıdır?” şeklinde piyasada bazı sorular gündeme geliyor. Hassas bir konu.
Dört büyük piyasanın yıllık ticari büyüklüğü 100 milyar USD civarındadır. 30 milyon elektrik, 10 milyon doğal gaz ve 17 milyon akaryakıt tüketicisi olan, Türkiye’nin en büyük reel sektörü. Tarifelerde 1 kuruşluk fiyat değişikliğinin, elektrik piyasasında 2,5 milyar TL, doğal gaz piyasasında 500 milyon TL, akaryakıt piyasasında 300 milyon TL, LPG piyasasında 40 milyon TL etkisi olmaktadır. Yani bir anlamda ülkede iş yapan ve çalışan herkesi doğrudan ya da dolaylı olarak etkileme kapasitesine sahip. Enerji ürün ve hizmetleri var olduğunda çoğu kimsenin farkına varmadığı ama yokluğunda herkesin şikayetçi olduğu bir alan. Bu ürün ve hizmetler kişilerin ekonomilerini ve hayat kalitelerini doğrudan etkilimektedir. Bu sektörde doğrudan ya da dolaylı olarak istihdam edilenlerin sayısı yüzbinlerin üzerinde. Sanayicilerin en önemli girdi maliyetleri arasında. Ülkeyi yönetenlerin ajandalarındaki en önemli birkaç gündem maddesinden birisi. Hava, su gibi temel ihtiyaç maddesi. Onsuz hayat adeta imkansız. Ülkenin makro ekonomik dengelerini olumlu ya da olumsuz etkileyebilecek güce sahip. Ülkenin en büyük
Sektörde binlerce yerli ve yabancı yatırımcının milyarlarca dolar yatırımı var.
Peki nedir bu kriterler? 1- Enerji piyasalarıyla ilgili yasalar 2- Bu yasalara göre çıkarılan yönetmelik, tebliğ gibi düzenleyici işlemler 3- Hükümetin ve Bakanlığın hazırladığı strateji belgeleri ve vizyonu 4- Kurum’un misyon, vizyon ve hedeflerinin yer aldığı stratejik planı 5- AB direktifleri ve uygulamaları 6- Piyasa oyuncularından gelen objektif öneriler 7- Tüketicilerden gelen istek ve şikayetler 8- Uluslar arası anlaşma ve ilişkiler 9- Yargı kararları 10- Kurul üyelerinin kendi vicdani ve hukuki değerlendirmeleri. Kurul bir karar alırken ETKİ ANALİZİ yapar, eşit taraflar arasında ayırım gözetmeksizin adaletli bir iş yapmaya gayret gösterir. Kurul’da bir dönem görev yaptığım için çok iyi biliyorum ki, Kurul üyelerinin işleri hiç de kolay değil. Haftalık toplantıların gündem sayısı 100’ün üstündedir. Yıllık
16
karar sayıları 7.000 civarında olup benzer bir çok düzenleme kuruluna göre oldukça yoğun çalışma içerisindedirler. Alınan kararlardan herkesin mutlu olduğunu söylemek zordur. Zira bu ürün ve hizmetleri sunanların beklentisi ile bu hizmetleri kullananların beklentisi çoğu kez uyuşmaz. Serbest piyasa kuralları içerisinde bu ürün ve hizmetler kesintisiz, kaliteli, ekonomik ve çevreye duyarlı bir şekilde temin edilebiliyorsa, bir başarıdan söz edebiliriz. Henüz 12 yıllık bir geçmişi olan EPDK, geldiği durum itibariyle emsallerine göre oldukça başarılıdır. Yatırımcıya ve tüketiciye düşen sorumluluklar da var. Yapıcı eleştiri ve katkılarla düzenleyici kuruma yardımcı olunmalı. Her istediğiniz hemen gerçekleşmeyebilir. Taleplerinizi sabırla size sunulan platform ve araçlarla iletmelisiniz. Çok dinamik bir piyasadan bahsediyoruz. Her hafta bir gündem değişiyor. Süreçleri kaçırmadan, zamanında görüş ve önerilerinizi sunmalısınız. Hem kamu tarafının hem de piyasa katılımcılarının empati yapması başarıya büyük katkı sağlayacaktır. Sonuç olarak, Kurul kararlarını etkileyen bir çok faktör var. Geniş halk kitlelerinin Kurul’u etkileme imkanına karşılık, Kurul’un da geniş halk kitlelerini etkileme imkanı vardır. Başka bir ifadeyle karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. *** EPDK’daki bayrak değişimi ile görev yeri değiştirilen yöneticileri tebrik eder, yeni görevlerinde başarılar dilerim.
5. Türkiye Enerji Zirvesi’ne Doğru 11 Temmuz 2014
B
u yıl Türkiye Enerji Zirvesi’ni güneydoğumuzun sanayileşmiş kentlerinden Gaziantep’te yapacağız. Geçmiş yıllarda Anadolumuz’un değişik illerinde (Ankara, Kayseri, Trabzon) yapmıştık. Türkiye Enerji Zirvesi bundan sonra da Anadolumuz’un gelişen kentlerinde yapılmaya devam edecek. İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde sektörel fuar ve konferanslar yapılmasına karşın Anadolu kentlerinde bu tip etkinlikler maalesef ya hiç yok, ya da çok azdır. Türkiye Enerji Zirvesi, yapıldığı şehirlerde büyük bir heyacan oluşturmaktadır.
Geçmiş yıllarda Anadolumuz’un değişik illerinde (Ankara, Kayseri, Trabzon) yapmıştık. Türkiye Enerji Zirvesi bundan sonra da Anadolumuz’un gelişen kentlerinde yapılmaya devam edecek.
Bu yıl Zirve konferans başkanlığını memnuniyetle kabul ettim. Konferansın hazırlıkları kapsamında 1 ay önce enerji Yayın Grubu Başkanı sevgili Sertaç ve değerli arkadaşım Kurul Üyemiz Sayın Abdullah Tancan ile birlikte Gaziantep’e gittik. Konferans salonu, konaklama ve organizasyona ilişkin bazı ziyaretler gerçekleştirdik. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı (Eski Bakan) Sayın Fatma Şahin ve Şehitkamil Belediye Başkanı Sayın Rıdvan Fadıloğlu ile makamlarında birer görüşme gerçekleştirdik. Konferans ve organizasyon hakkında kısa bir bilgi verdik. Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Fatma Şahin her türlü katkıyı vereceklerini ve ev sahipliği yapmaktan dolayı çok mutlu olacaklarını ifade ettiler. Her iki Belediye Başkanımıza sıcak karşılamalarından ve katkılarından dolayı şükranlarımızı sunarız. Öte yandan Gaziantep’te Hasan Kalyoncu Vakıf Üniversitesi Rektörü Sayın Tamer Yılmaz, üniversitenin modern kampüsünde konferansın bazı etkinliklerini yapabileceklerini ifade ettiler. Sayın Rektörümüz’e de desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Gaziantep, bölgenin hem sanayi hem
17
de ticaret merkezi özelliğini taşıyan, enerji piyasasında da büyük yatırımları olan girişimcilere sahip bir kentimiz. Gaziantepli piyasa oyuncuları da Türkiye Enerji Zirvesi’nin şehirlerinde yapılmasından dolayı duydukları heyecanlarını bizlerle paylaştılar. Kendilerine desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. 11-12 Eylül’de Gaziantep’te yapılacak Zirvemize Sayın Bakanımız, Sayın EPDK Başkanımız, TBMM Enerji Komisyonu Başkanımız, yerel yöneticilerimiz, sektörümüzün temsilcileri, yurtiçi ve yurtdışından bir çok davetli katılacak. Bu zirvede bazı yeniliklere gidiyoruz. “Katılımcı odaklı” yaklaşım sergileyerek Konferans programını hazırlamadan önce anket düzenleyerek görüş ve önerileri topladık. Konferans Danışma Kurulu oluşturduk. Danışma Kurulumuzda, Bakanlık temsilcisi, EPDK temsilcisi, sektörel derneklerin temsilcileri, Kalyoncu Üniversitesi Rektörü hazır bulundular. İlk toplantımızı İstanbul’da gerçekleştirdik. Birbirinden ilginç konu ve konuşmacılar sizi bekliyor. Teknolojik yenilikleri de bu konferansta ilk defa kullanacağız. Elektrik ve doğalgaz sektörünün panelleri ile petrol ve LPG sektörünün panelleri eşzamanlı olarak ayrı salonlarda yapılacak. Şehitkamil Kültür ve Kongre Merkezi son derece modern bir mekana sahip. Hem sergi alanları hem de toplantı salonları ile şehir merkezinde hizmet veriyor. Türkiye’nin önde gelen sektör temsilcileri ile yurtiçi ve dışından birçok konuşmacı ve katılımcının buluşacağı, birbirinden ilginç konuların yeraldığı 5. Türkiye Enerji Zirvesi Gaziantep’in etkileyici atmosferinde sizi bekliyor.
Yeni Büyükşehir Belediye Yasası petrol piyasasını nasıl etkileyecek? 21 Temmuz 2014
5
İki akaryakıt ya da otogaz bayisi arasında asgari mesafe aynı yönde şehir içi yollarda 1 km, şehirlerarası yollarda ise 10 km olarak uygulanmaktadır. Konu bayiler arasında önemli sorunlardan birisidir.
015 Sayılı Petrol Piyasası Kanunu (PPK) yürürlüğe girince petrol piyasasında bir çok yeni kural uygulmaya girdi. Bunlardan birisi de kanunun Bayiler başlıklı 8.maddesinde “...Akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafeler, aynı yönde olmak üzere, şehirler arası yollarda on kilometreden, şehir içi yollarda bir kilometreden az olmamak üzere Kurul tarafından çıkarılacak ve 1.1.2005 tarihinde yürürlüğe girecek yönetmelikle düzenlenir.“ şeklindeki istasyonlar arasındaki mesafedir. Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği’nde kanundaki asgari mesafe baz alınarak aşağıdaki düzenleme yapılmıştır. “Mesafe Kısıtlamaları Madde 45- İki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasındaki mesafe, aynı yönde olmak üzere; a) Şehirlerarası yollarda on, b) Şehir içi yollarda bir kilometreden az olamaz.” 579-113 Sayı ve 17/11/2005 tarihli kurul kararı ile de mesafe ölçümüne ilişkin temel usuller aşağıdaki gibi belirlenmiştir. “Akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki asgari mesafe kısıtlaması uygulamalarında, a) İstasyonun üzerinde bulunduğu yol isminin veya yol kodunun değil, yön esasının dikkate alınmasına; b) Şehirlerarası yolların üzerindeki akaryakıt ve LPG istasyonları arasında on kilometrelik mesafenin aranmasına, c) Şehir içi yolların üzerindeki akaryakıt ve LPG istasyonları arasında bir kilometrelik mesafenin aranmasına,
18
d) Şehir içi yollar ile şehirler arası yolların kesiştiği kesimlerde yer alan istasyonlar arasında en az bir kilometrelik mesafenin bulunmasına, e) Şehir içi yollar ile şehirler arası yolların yukarıda açıklanan hususlar dikkate alınarak birbirlerinden ayrı olarak değerlendirilmesine karar verilmiştir.” Yukarıda birincil ve ikincil düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, iki akaryakıt ya da otogaz bayisi arasında asgari mesafe aynı yönde şehir içi yollarda 1 km, şehirlerarası yollarda ise 10 km olarak uygulanmaktadır. Konu bayiler arasında önemli sorunlardan birisidir. Mesafe tespitlerini yerel yönetimler yapmaktadır. Buna göre belediye sınırları içerisinde bu tespiti (ölçümü) büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu alanlarda büyükşehir belediyeleri,diğer şehirlerde il ya da ilçe belediyeleri yapmakta ve bir tutanağa bağlamaktadır. Belediye sınırları ve mücavir alan dışında ise il özel idareleri bu ölçümleri yapmaktadır. Ülke genelinde yüzlerce yerel yönetim olduğundan zaman zaman farklı uygulamalar sözkonusu olmaktadır. Bölgede yeni bir akaryakıt ya da otogaz bayiliği başvurusu olduğunda komşu ya da yakın mevcut lisanslı bayiler durumdan rahatsız olmakta ve şikayet etmektedirler. Kendisine yakın bir yerde rakip olmasını herkes kolayca kabul etmeyebilir. Bu itirazlar zaman zaman ilgisine göre yerel yönetimlere, EPDK’ya hatta yargıya da yapılabilmektedir. Rekabet Kurumu, Kanun’un bu maddesini piyasaya giriş engeli olarak görmekte ve kaldırılmasını
önermektedir. Bu konu hazırlanmakta olan yeni yasanın tartışmalı konularından birisidir. Bu konuya kısaca değindikten sonra asıl yazımın konusuna gelmek istiyorum. Yeni büyükşehir belediye kanununun asgari mesafe ile ilgisi ve etkisi nedir? Yeni yasa geçtiğimiz yıl TBMM’den geçerek yasalaştı. Bazı maddelerin yürürlük tarihi ise 30 Mart 2014 -son yapılan belediye seçimi- idi. Bu yeni yasayla 14 adet yeni büyükşehir belediyesi kurularak eskilerle birlikte toplam sayı 30 oldu. “Büyükşehir belediyeleri eskiden de vardı. Ne değişti?” diye aklınıza bir soru gelebilir. Eski yasa ile yeni yasa arasındaki en temel fark, belediye sınırlarının köyler dahil il sınırlarına kadar genişlemesidir. Büyükşehir belediyesinin kurulduğu illerde il özel idareleri kaldırılarak yerel hizmetlere ilişkin yetki ve sorumlulukları belediyelere devredilmiş oldu. Bu illerde akaryakıt istasyonlarının imar, ruhsat işlemleri ve denetimleri ile ASGARİ MESAFE TESPİT TUTANAKLARI büyükşehir belediyeleri tarafından yapılmaya başlanacak. Burada konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki soruları sorup cevaplarını bulmaya çalışalım. Büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan yollar hangi statüdedir? Şehir içi mi sayılacak şehirlerarası mı? Şehirlerin içinden geçen otoyollar açısından bir sorun olmayacak gibi gözüküyor. Eskiden olduğu gibi iki istasyon arasında aynı yönde 10 km’lik asgari mesafe aranabilir. Ancak, belediye sınırları içinden geçen karayolları ve ilçeleri il merkezine bağlayan yollar ile eskiden köy statüsünde olan mahalleleri ilçe merkezlerine bağlayan yolların durumu tartışma konusu olacaktır. Yeni büyükşehir belediye kanunundan sonra sınırlar genişlediğine göre bu yollar şehir içi mi, yoksa şehirler arası mı
kabul edilecek? Bu sorunun cevabı asgari mesafe tespitinde önemli bir kriter olacaktır. EPDK bugüne kadarki uygulamalarda asgari mesafe tespitinde 1km / 10 km kriterini belediye sınırına göre belirlemekteydi. Karayolları Trafik Kanununda ve bu kanuna dayalı çıkartılan Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Yönetmeliğinde şehiriçi ya da şehirlerarası yol tanımına yer verilmemekte olup kamunun kullanımına açık Karayolu tanımı mevcuttur. Şehiriçi yol tanımı, ilgili kanunda ve yönetmelikte geçmemesine karşın karayolunun belediye sınırları içerisinde kalan kısmının şehiriçi yol olarak isimlendirildiğini görüyoruz. Keza mücavir alan tanımıyla da şehrin büyüme alanları da belediye yetki sınırına dahil edilmektedir. Nitekim KGM’nin sorumluluğunda olan bu yollar belediye sınırları içerisinde şehir içi ulaşımında da kullanılıyor. Bugüne kadar belediye sınırları içerisinde yeralan bu yollarda asgari mesafe 1 km olarak uygulandı. Belediye sınırları dışında kalan yollar da şehirlerarası yol olarak kabul edilerek 10 km lik asgari mesafe arandı. EPDK’nın bugüne kadarki uygulamaları da bu yönde idi ve Özel durumlar hariç Kurum mesafe tahdidini, ölçümü yapan kuruma göre belirlemekteydi. Eğer ölçüm belediye tarafından yapılıyorsa şehiriçi yol olarak varsayılıp 1 km dikkate alınırken, özel idarenin yaptığı ölçüm varsa şehirler arası yol varsayılıp 10 km’lik asgari mesafe aranmaktaydı. Bu uygulama aynı şekilde devam ederse büyükşehir statüsü kazanan illerde iki akaryakıt ya da otogaz istasyonu arasında 10 km’lik asgari mesafe tahdidi uygulaması hemen hemen hiç kalmayacak.
Kaçak yakıtın tasfiyesi Yeni Büyükşehir Belediye kanunuyla gelen bir başka husus da kaçak akaryakıtın tasfiyesi ile
19
ilgilidir. Mevcut düzenlemeye göre yakalanan kaçak akaryakıtların tasfiyesi için İl Özel İdareleri görevliydi. Yeni yasayla İl Özel idareleri kaldırıldığı için bu görevi kim üstlenecek? İl deftardarlıkları yetkili olmalarına rağmen bu işi yürütecek kapasiteye sahip değil. Acil yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var. Benim önerim, büyükşehir belediyelerine tasfiye işlemleri için görev verilebilir. Buna ilave olarak EPDK isteyen büyükşehir belediyelerine İçişleri Bakanlığı ile yaptığı işbirliği protokollerine benzer bir anlaşma yaparak kaçak akayakıtla yerinden etkin bir mücadele için petrol piyasası denetimlerini Belediye Zabıtası eliyle yaptırabilir. Zaten belediyeler GSM yönetmeliğine göre denetim yapmaktalar. Böylece denetim bütünlüğü sağlanmış olur. Zabıtaya, polis ve jandarmadaki gibi kaçakla mücadele ekiplerine verilen ödülden yararlanma imkanı verilirse denetimler yaygınlaşır. Kaçak akaryakıtın tasfiyesinden elde edilecek gelir de bu iş için oluşacak giderleri karşılamak üzere belediyelere bırakılır. Eski bir yerel yönetici olarak ifade ediyorum ki, aktif deniz yolları üzerinde yer alan bazı büyükşehir belediyelerinin uluslararası MARPOL anlaşması gereği atık yakıtlarını toplama yetkisi ve denetimi işinden dolayı teknik ve idari kapasitesi zaten mevcuttur. Sonuç olarak; Yeni duruma göre hem EPDK nın hem de İçişleri Bakanlığı öncülüğünde yerel yönetimlerin konuyu netleştirmesi ileride yaşanacak tartışma ve ihtilafların önüne geçmesi açısından büyük önem arzetmektedir. Öte yandan imar planları hazırlanırken bu durumun dikkate alınması asgari mesafe şartlarını taşımayan arsalara A lejantının işlenmemesi, ileride yaşanacak ihtilafları ve kaynak israflarını da önlemiş olur. Yeni Büyükşehir Belediye Yasası il genelinde yerel hizmetleri birleştirip genişlettiğine göre petrol piyasası ile ilgili bazı denetimleri de üstlenebilecek duruma getirmiş demektir.
Empati Yapmak ya da Hemhal Olmak 5 Ağustos 2014
B
u yazımda farklı bir kavramı işleyerek, biraz da bu kavramdan güç alarak “piyasadaki tartışmaları ve sorunları nasıl azaltırız?” sorusuna cevap aramak istiyorum. Piyasadaki paydaşları üç ana unsurda toplayabiliriz.
İdeal bir piyasayı oluşturmak başta piyasa yapıcıları olmak üzere tüm paydaşların özen göstermesine ve sorumlu davranmasına bağlı.
1- Arz tarafı yani piyasada faaliyet gösteren lisanslı oyuncular 2- Talep tarafı yani enerji ürün ve hizmetlerini kullanan tüketiciler 3- Piyasa yapıcılar yani Düzenleme kurumu ve politika yapıcı kurumlar Paydaşlar arasında sağlıklı bir iletişim varsa, iletişim kanalları açıksa, şeffaf bir şekilde çalışıyorsa, mekanizmalar kurallara uygun bir biçimde işliyorsa, piyasanın gelişmesinin daima pozitif yönde olması beklenir. Sıfır sorun hiç bir piyasada mümkün değil ama sorun oluştuğunda ya da oluşmadan önce çözüme yönelik adımlar atılabiliyorsa ideal bir piyasa yapısından bahsedebiliriz. İdeal bir piyasayı oluşturmak başta
20
piyasa yapıcıları olmak üzere tüm paydaşların özen göstermesine ve sorumlu davranmasına bağlı. Sorunları çözecek sihirli bir değnek var mı? Bu konuda herkesin bir başka önerisi olabilir ama ben makalemin başlığında verdiğim EMPATİ’yi bir yöntem olarak önermek istiyorum. Empati dilimize yabancı kaynaklardan gelmiş bir kavram. Wikipedia’da kavram özetle aşağıdaki şekilde açıklanmış. “Empati veya eşduyum, bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir. Empatinin zıt anlamlısı antipatidir. Doğuştan empati yeteneğimiz yüksek olmakla birlikte, uygun şartlarda hızla kaybedilebilen bir yetenektir. Empatinin tam olarak gerçekleşmesinin üç kuralı vardır; 1. Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakmak,
2. Karşıdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmek, 3. O kişiyi anladığını ona ifade etmek.” Peki kendi kültürümüzde bu kavramın karşılığı var mıdır? HEMHAL olmak; başkasının hali üzere olmak, derdini ve sevincini paylaşmak, bütünleşmek. Her iki kavram da birbirine anlam bakımından yakın olmakla birlikte HEMHAL kavramını yeni nesiller maalesef pek bilmiyor. Kendi kültürümüzde kullandığımız HEMHAL olmak kavramı EMPATİ kavramından daha kapsayıcı ve ileri bir kavram. Empatide karşıdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak ve hissetmek var iken Hemhal olmak kavramında karşıdakinin derdini benimsemek, bütünleşmek ve çözüm için gayret sarfetmek sözkonusu. Her neyse. Hangisi hoşunuza giderse onu kullanabilirsiniz. Önemli olan karşınızdakileri iyi anlamak ve sorunlarına çözüm bulmak için bir davranış sergilemek. Piyasada konuşulan, tartışılan konu ve sorunlara bu davranış biçimini -EMPATİ YAPMAK / HEMHAL OLMAK- göstererek yaklaşmış olsak inanıyorum ki pek çok sorun gündemimizden çıkacak. Bunun içinde arz tarafının talep
tarafıyla empati yapması, talep tarafının da arz tarafı yerine kendisini koyarak düşünmesi mümkün mü? Peki piyasada kural koyan, her iki tarafa da eşit mesafede olması gereken düzenleme tarafı nasıl ve kimle empati yapacak? Burada en zor iş onların. Paydaşlar bir konu etrafında çoğu zaman aynı masada bir araya gelemiyorlar. Özellikle talep tarafı yani tüketiciler yeni piyasa kurgusunu yeterince kavrayamadıkları için etkinliğini tam olarak kullanamıyor. Bu durum düzenleme tarafına ilave bir sorumluluk getiriyor ve refleksif olarak tüketicileri temsil etmeye zorluyor. Doğrusu ise arz ve talep tarafının eşit şartlarda masada temsil edilebilmesidir. Talep tarafının eksikliği hakem durumunda olan düzenleyicileri, arz tarafı karşısında talep tarafı adına empati yapmasına neden oluyor. Düzenleyicilerin tüm tarafların hak ve yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için gerekli düzenlemeleri ve denetlemeleri yapması gibi bir misyonu var. Gelinen bu nokta, masanın dengede tutulmasını güçleştiriyor. Bazen arz tarafının talepleri empati eksikliği nedeniyle rededilebiliyor. Kamu yararı hangi tarafta olmayı gerektiriyor sorusunun cevabını ararken serbest piyasa vizyonundan sapmalar olabiliyor. Kısa ve orta vadede taraflardan birisinin aleyhine bir durum olsa da temel amaç ve hedeflerden taviz vermeden ilerlemek gerekiyor. Atılan her bir adımın piyasa vizyonuna hizmet edip
21
etmediğine bakmak gerekli. Aşırı kurallı ve korumacı yaklaşımlar kısa vadede tarafların bazılarının hoşuna gitse de uzun vadede bu adımlar piyasadaki tüm paydaşları olumsuz etkileyebilir. O açıdan ETKİ ANALİZİ yapmak ve paydaşlarla paylaşmak, öngörülebilir bir piyasa için kaçınılmaz gözüküyor. Sonuç olarak, Tarafların empati yapması ya da hemhal olması sorunların çözümü için en değerli sihirli değnek durumunda. Zaten kültürümüzde olan bu özelliğimizi, başta kamu ve özel sektör yöneticilerimiz olmak üzere sektörde çalışan herkesin benimsemesinde büyük yarar var. Dinamik bir piyasa var. Pozisyonlar da bu duruma göre değişkenlik arzedebiliyor. Önyargılardan arınmış bir piyasa oluşturmak için taraflar birbirini amansız bir rakip ya da hasım olarak görmemeli. Hepimiz Cumhuriyet’in yüzüncü yıl vizyonuna bizi taşıyacak bir piyasa altyapısını nasıl kurup geliştiriz, bunun gayreti içinde olmalıyız. Lütfen herkes şu soruyu kendisine sorsun. SORUNUN MU? Yoksa ÇÖZÜMÜN MÜ PARÇASIYIZ? *** TEBRİK: Ramazan Bayramınızı tebrik eder, hayırlı işlere vesile olmasını temenni ederim.
Yeni Doğalgaz Piyasası Kanun Tasarısı Üzerine 18 Ağustos 2014
B
akanlık ve EPDK’nın sektör görüşünü de alarak uzunca bir süredir üzerinde çalıştığı Doğal Gaz Piyasası Kanunu’nda değişiklik öngören taslak Bakanlar Kurulu’nun onayı ile 4 Ağustos’ta TBMM’ye sevkedildi. Piyasanın merakla beklediği bu tasarı hangi değişiklikleri içeriyor?
Bakanlık ve EPDK’nın sektör görüşünü de alarak uzunca bir süredir üzerinde çalıştığı Doğal Gaz Piyasası Kanunu’nda değişiklik öngören taslak Bakanlar Kurulu’nun onayı ile 4 Ağustos’ta TBMM’ye sevkedildi.
BOTAŞ’ın iletim altyapısını götüremediği noktalara özel şirketlerin iletim lisansı alarak bu yatırımı yapma imkanının korunması - ki ilk taslaklarda kalkacağı şeklinde bir yaklaşım vardı- iyi olmuş.
ARZ GÜVENLİĞİ
Sekördeki tüm paydaşlar tasarıyı değerlendirerek görüş ve önerilerini TBMM Enerji Komisyonu’na ileteceklerdir.
Mevcut kanunda doğalgaz arz güvenliği sorumluluğunun hangi kurumda olduğu çok net değildi. Yeni düzenleme ile Bakanlık arz güvenliğinden sorumlu olacak.
Tasarı Meclis’e yeni sevkedildiği için tamamını detaylı bir şekilde inceleme fırsatım olmadı ancak, ilk değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ülke genelinde bir arz tehlikesi olması durumunda Bakanlar Kurulu BOTAŞ’a doğalgaz ithalatı yapmak üzere belirli süreli ve miktarda doğalgaz ithal etme yetkisi verebilecek.
Elektrik Piyasası Kanunu’nda olduğu gibi kanunun yeniden yazılması yöntemine gidilmediğini görüyoruz ki bence de zamandan tasarruf etme adına olumlu bir gelişme.
İGDAŞ’IN ÖZELLEŞTİRİLMESİ
BOTAŞ’IN DURUMU Doğalgaz piyasasının daha liberal -serbest- bir pazar haline gelmesi için hangi değişikler var diye bir soru aklınıza gelebilir. Burada en önemli gelişme BOTAŞ’ın pazardaki hakim durumu ve bunun nasıl azaltılacağı hususudur. Mevcut 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu (DPK) BOTAŞ’ın hakim durumunu azaltmak için kontrat ve miktar devirlerini öngörmesine rağmen bazı mazaretlerden dolayı hedeflenen devirler yapılamadı. Yine mevcut DPK, BOTAŞ’ın iletim ve ticaret faaliyetlerinin ikiye ayrılarak iki ayrı şirket olarak ayrışmasını öngörmesine rağmen bu konuda da herhangi bir ilerleme kaydedilemedi. Yeni DPK’da BOTAŞ’ın İletim, Ticaret ve Depolama şirketi olarak üçe bölünmesi hedefleniyor. Bence doğru bir yaklaşım. Bu konudaki tek eleştirim, TPAO’nun elindeki yeraltı deposunun BOTAŞ’a devredilmemesidir. Keşke TBMM’deki çalışmalalarda bu değişiklik yapılsa.
22
İGDAŞ’ın özelleştirilmesi ile ilgili yapılan yasal düzenlemeler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ve İGDAŞ’a yürürlükteki tarifesini dövize (USD) çevirerek 10 yıl süreyle sabitleme imkanı veriyor. Benzer bir düzenleme Başkentgaz için de yapılmıştı. İBB’in talebi halinde özelleştirme işlemleri ÖİB tarafından yapılabilecek. Sistem Kullanım Bedelleri (0,062) ve taşıma tarifeleri (0,014) yasayla USD cinsinden sabitlenmiş olacak. Ben kişisel olarak TL’nin istikrara kavuştuğu Yeni Türkiye’de döviz cinsinden bir tarifeyi uygun görmediğimi belirtmek isterim. Mevcut Tarifesinin TL cinsinden sabitlenerek enflasyona göre güncellenmesi kurumun yürürlükteki tarife uygulamasını bozmamış olurdu. Ayrıca her döviz kuru değişikliğinde tarifelerin değişecek olması tüketici memnuniyetsizliğini de artıracaktır.
İTHALAT SERBESTLİĞİ Piyasanın asıl beklentisi ithalat serbestliği ve BOTAŞ’ın yeni sözleşmeler yapma hususundaki değişiklikler. Kanun BOTAŞ’ın pazar payı, ulusal tüketim miktarının yüzde
20’sine azalıncaya kadar yeni gaz alım sözleşmesi yapmasını engelliyor. Ancak bazı muafiyetler ve istisnalar tanınmış. LNG ithalatı kapsam dışında tutulmuş. Ayrıca son kaynak tedariki kapsamında doğalgaz kullanan tüketicilerin korunması için BOTAŞ kendisine tanınan sınırın üstünde gaz tedarik edebilecek. Mevcut kanunla yeni tasarı arasındaki en temel farklardan birisi ithalat lisansı alan özel şirketlerin BOTAŞ’ın gaz ithal ettiği ülkelerden gaz alım sözleşmesi yapma hakkını elde etmesi. Bence serbest piyasanın ve rekabetin gelişmesi önündeki en büyük engellerden birisi kalkmış olacak.
TARİFELER Tarifeler konusunda bazı değişiklikler var. Tanımlar ve kapsamlar, Kurum’un yayınladığı Tarife Metodolijisine uygun hale getiriliyor. Dağıtım şirketleri tarifesinde geçen Birim Hizmet ve Amortisman Bedeli yerini Sistem Kullanım Bedeline (SKB) bırakıyor. Elektrik piyasasındaki gibi son kaynak tedarik lisansı ve tarifesi de yeni tasarıda yerini almış. Bence de uluslararası terminolojiye ve tanımlara uygun hale gelmiş. Geçmişte çok tartışılan konuların başında gelen depolama tarifeleri daha esnek ve uygulanabilir hale gelmiş. Özellikle yatırıma ilk defa başlayacak lisans sahipleri için yatırımcının hazırlayacağı fizbilite raporu üzerinden kurumla yapacağı müzakere ve anlaşmaya göre uzun dönemli bir tarife hazırlama ya da belirli süreli muafiyet getirilme esnekliği ülkenin arz güvenliği açısından büyük önem arzeden depolama yatırımlarını teşvik etmesi açısından bir kazanım olarak değerlendirilebilir.
EPİAŞ ve DOĞALGAZ BORSASI Doğalgaz ticaretinin elektrik piyasası kadar gelişmemesinin önündeki engellerden birisi de elektrik piyasasındaki gün öncesi ve gün içi piyasalarının doğalgaz tarafında oluşmaması olarak görülüyordu. Yeni yasal düzenleme ile birlikte doğalgaz ticareti için yeni bir platform oluşacak. Organize Toptan Piyasaları işletmek üzere kurulan EPİAŞ, artık doğalgaz piyasasındaki spot piyasaları da işletebilecek. Bunun yanısıra BİST, türev ve gelecek piyasalarında ticaretin geliştirilmesi için elektrik
piyasasındaki ürünlere benzer aktiviteleri planlayacak. Dengeleme piyasası TEİAŞ benzeri bir yapı ile BOTAŞ iletimde olacak.
DAĞITIM SEKTÖRÜ Doğalgaz dağıtım sektörü ile ilgili ise yine bazı önemli değişiklikler öngörülmüş. Dağıtım lisansı bölgelerine birleşme imkanı tanınması. 10 yıldan bu yana yapılan dağıtım lisansı ihaleleri yaklaşık 70 şehir ve 80’e yakın bölge oluşmasına neden oldu. Gerçi son dönemde lisans ihaleleri birkaç şehri içerecek şekilde planlanmış olsa da başlangıçta iletim şebekesinin her şehirde olmaması nedeniyle dağıtım lisansı sayısı fazla oldu. Hatta bazı illerde birden fazla dağıtım şirketi lisans aldı. Bu durum ölçek ekonomisi ve verimlilik ilkelerini olumsuz etkileyerek tarifelerin artmasına sebep oluyor. Yeni tasarıdaki bu değişiklik lisans bölgelerinin belirli coğrafyada şirketlerin talebi halinde birleşmesine imkan vermektedir. Elektrik dağıtımında ülke genelinde 21 şirketin faaliyet gösterdiği göz önüne alındığında, doğalgazda dağıtım şirketi sayısının fazlalığını herkes kabul edecektir. Dağıtım şirketlerini ilgilendiren önemli bir değişiklik de iç tesisatların periyodik kontrolü hususudur. Zaman zaman Kurum’la sektör arasında tartışılan bu konuyla ilgili ilave bir düzenlemeye gidiliyor. Ancak bu maddenin uygulamasında sahada bazı ciddi sorunlar yaşanabilir. Buradaki önemli husus hukuki ve cezai sorumluğun kimde olacağıyla ilgilidir. Bana göre hem gazı kullananın, hem iç tesisatı yapanın, hem de kontrol yapanın yüklendikleri işe göre sorumluluk sınırlarını belirlemek gerekiyor. Çok kolay olmadığını biliyorum ancak yurtiçi ve dışındaki benzer piyasaları inceleyerek bir düzenleme yapmakta fayda var. Aksi takdirde durum bugünkünden daha sorunlu hale gelebilir. İç tesisat yapım hizmeti veren sertifika sahiplerinin denetiminin dağıtım şirketlerine bırakılması da yine olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Dağıtım şirketleri açısından en önemli değişiklik ise sorumlu oldukları faaliyetleri yerine getirememesi ya da acze düşmesi halinde alınacak tedbirlerle ilgili.
23
Bu kapsamda yapılan düzenleme gaz dağıtım şirketlerini elektrik dağıtım şirketleri ile benzer hale getiriyor. Şirket yönetimlerini değiştirme, malvarlılarına elkoyma ve lisans iptaline kadar gidecek tedbirler zinciri sözkonusu. Sektör bu düzenlemeyi dikkatle değerlendirmeli. Tasarıda yeralmayan bir konu da dağıtım şirketi ile perakende şirketinin hukuki ayrışması. Elektrik piyasasında bu ayrışma tamamlandı. Benzer bir piyasa yapısı olduğuna göre tüzel kişilik ayrıştırması yapılabilirdi. Son kaynak tedarik lisansı ve tarife tanımı getirilmiş olmasına rağmen hukuki ayrışma öngörmemesi bana göre bu tasarının en önemli eksikliklerinden birisi.
DEPOLAMA VE LNG TERMİNAL İŞLETMECİLİĞİ Mevcut kanunda yeraltı gaz depolama ile LNG işletmeciliği aynı lisans kapsamında değerlendiriliyordu. Yeni düzenleme ile her iki işletmecilik tanım ve lisans olarak ayrışmış oldu. Uluslararası literatüre ve piyasa gerçeklerine daha uygun hale getirilmiş oldu. Sonuç olarak; Dikkatimi çeken bazı temel değişikliklere ilişkin değerlendirmelerimi sizlerle paylaştım. TBMM’ye sevkedilen Doğalgaz Piyasası Kanun Değişiklik Tasarısı yoğun meclis gündeminde hangi sırayı alacak bilemem ama hem kamunun hem de özel sektörün beklediği bir düzenleme. 2001 yılında çıkan 4646 sayılı DPK’da yapılan bazı değişikliklerle bugüne kadar geldik. Bu değişiklik tasarısı eski değişikliklere göre çok daha kapsamlı. Piyasada karşılaşılan bazı önemli sorunlara mevcut yasanın imkan vermediğini konuyu yakından takip edenler biliyor. Hem Bakanlık hem de EPDK bürokratları taslak üzerinde yoğun mesai harcadılar. Sektörün de çeşitli aşamalarda katkısı alındı. Benzer bir işbirliğinin TBMM Komiyonu’nun da göstereceğine inanıyorum. İnşallah çok fazla gecikmeden Komisyon ve Genel Kurul’dan geçerek yasalaşır.
Ben asıl piyasanın kanun tasarısı hakkındaki tepki ve değerlendirmelerini merak ediyorum.
Enerji Tüketicisi Eğilimleri 2 Eylül 2014
2
Tüketicilerin önemli bir kısmı ürün veya hizmetten memnun kalmazsa tedarikçisini kolaylıkla değiştirebiliyor. Web tabanlı dijital platformlar bu süreçleri kolaylaştırıyor.
005 yılından bu yana TÜİK ve Merkez Bankası, tüketici eğilimlerini belirlemek için ortaklaşa bir anket düzenliyor. Anket sonucuna göre Tüketici Güven Endeksi tespit edilerek kamuoyuyla paylaşılıyor. Anket formlarında tüketici davranış ve harcamalarını belirleyebilmek için 15 civarında soru yönlendiriliyor. Genel amaçlı bir tüketici anketi olduğu için anketten bir piyasaya özgü sonuçlar çıkartmak zor gözükse de ticaretin nasıl gelişeceğini görmek için genel bir resim çıkartmak mümkün. Benim üzerinde duracağım husus sektörlere ilişkin tüketici eğilimleri araştırması. Bu konuda perakende sektörü, bilişim sektörü, otomotiv sektörü, gıda sektörü gibi temel sektörlerin yaptığı araştırmalara rastlamak mümkün. Geçtiğimiz Nisan ayında uluslararası bir araştırma şirketinin (Accenture) 2013 yılı global tüketici eğilimi Türkiye sonuçları kamuoyuyla paylaşıldı. Bana göre raporda geçen hususlardan ikisi dikkat çekici. Birisi, tedarikçilerin satışa arzettiği ürün ve hizmetleri dijital platformlar aracılığı ile tüketicilere sunumu. Diğeri ise mevcut tedarikçilerinden
24
memnun kalmayıp da tedarikçisini değiştiren tüketicilerin 142 milyar USD’lik ekonomi değişikliği. Bu rakam GSYİH’nın neredeyse yüzde 20’si. Gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 15 iken, gelişmekte olan ülkelerde bu oran yüzde 20 civarında seyrediyor. Tüketicilerin önemli bir kısmı ürün veya hizmetten memnun kalmazsa tedarikçisini kolaylıkla değiştirebiliyor. Web tabanlı dijital platformlar bu süreçleri kolaylaştırıyor. Müşteriyi elde tutmak gittikçe zorlaşıyor. Raporun sonucunda yer alan “savunma değil hücum zamanı” ifadesi de bu yüzden yer almış. Yine aynı araştırmada “tedarikçim benim sorunlarımla ilgilenseydi değiştirmezdim” diyenlerim oranı yüzde 85. Bu gösterge şuna işaret ediyor: Tüketici yakın ilgi görmek istiyor. Enerji piyasası oyuncularının bu iki hususu dikkate alarak yeni stratejiler geliştirmesinde fayda var. Peki enerji piyasasında durum nasıl? Enerji piyasasında tüketici eğilimleri araştırmaları henüz yapılmış değil.
Enerji Bakanlığı’nın piyasa oyuncuları arasında yaptığı bir anket çalışması var. Ancak yeterli sayıda katılımcı henüz sağlanmış değil. İlerisi için bir ümit ışığı olduğunu kabul etmek ve katılımcı sayısını artırmak için hem piyasayı hem de Bakanlığı cesaretlendirmek gerekiyor. Bugüne kadar yapılan araştırmalar ve çalışmalar arz tarafıyla sınırlı kaldı. Talep tarafı yani tüketicilerin eğilimleri önemsiz mi? Peki bu araştırmaları kim yapmalı? EPDK ya da Enerji Bakanlığı yapabilir ya da yaptırabilir. Türkiye’de yeterince bağımsız ve deneyimli araştırma şirketi mevcut. Yeterki kamu otoriteleri bir irade ortaya koyabilsin. Kurumsallaşmış piyasa katılımcıları, pazar yapısı ve müşterilerle ilgili kendilerine özel araştırmalar yaptırıyorlar. Ancak bu veriler, özel nitelikte ve bölgesel oldukları için tüketici davranışları ve eğilimleri hakkında detaylı bir bilgi verememektedir. Tüketicilerle ilgili yapılacak bu tip bir araştırma, rekabetçi bir serbest piyasa modelinin gelişmesi için başta Bakanlık olmak üzere EPDK’ya, diğer kamu otorotilerine ve piyasa oyuncularına önemli ipuçları sunacaktır. Petrol piyasasında tüketiciler istediği tedarikçiden ürünlerini alabiliyor. Bu yönü itibariyle serbest bir piyasadan söz edebiliriz. Elektrik ve doğalgaz piyasasında konutlar hariç hemen herkes serbest olduğundan tedarikçisini seçme hakkına sahip olduğuna
göre, bu tüketicilerin eğilimleri pazarın durumu ve gelişimi açısından önem arzetmez mi?
tedarikçinize istek ve şikayet bildirdiniz mi? Sorunlarınızla ilgilendiler mi?
Sonuç olarak,
- Satın aldığınız ürün ve hizmetin güvenliğinizi tehdit ettiğini düşünüyor musunuz?
Yakın bir gelecekte herkesin tedarikçisini seçme hakkının var olacağı bir piyasada Tüketici Eğilimleri Araştırmasının yapılarak Güven Endeksinin belirlenmesi tam rekabetçi bir enerji piyasası gelişimi için en önemli araçlardan birisi olacaktır. Tüketicinizi ne kadar iyi tanırsanız o kadar avantajlı olacağınız bir pazarın içinde bulunuyoruz. Tüketiciyi elde tutmak artık çok zorlaşacak. Piyasamızda patronun tüketici olduğu gerçeğini unutmadan piyasaya yol haritası çizecek bu tip sofistike araştırmalara çok gecikmeden sahip olmamız gerekiyor.
Hangi cevaplar aranabilir?
- Son bir yılda satın aldığınız hizmetlerde kesinti yaşadınız mı? İşlerinizi ve yaşam kalitenizi nasıl etkiledi? - Enerjiyi kullanırken tasarruf ediyor musunuz? Hangi yöntemleri kullanıyorsunuz? - Satın aldığınız ürün ve hizmetlerin kesintisiz ve daha kaliteli olması için daha yüksek bir bedel ödemeyi düşünür müsünüz? - Temiz (yenilenebilir) enerji kaynakları kullanmak için daha yüksek bir bedel ödemek ister misiniz?
Aşağıda verdiğim sorulara tüketicilerin cevaplarını ben çok merak ediyorum. Piyasa yapıcıları ve oyuncuları merak etmez mi?
- Çevrenizde kaçak ya da usulsüz kullanan tüketici var mı? Bunlarla ilgili bildirimde bulunmayı düşünür müsünüz?
- Enerji ürün ve hizmetlerine yıllık gelirinizin ne kadarını harcıyorsunuz?
- Enerji ürün ve hizmetlerinin güvenli ve verimli kullanımı ile ilgili bilgi sahibi misiniz?
- Tedarikçinizi tanıyor musunuz?
- Enerji faturalarını düzenli olarak alıyor musunuz? Faturalarınızı anlaşılır buluyor musunuz? Kontrol ediyor musunuz?
- Tedarikçinizden memnun musunuz? - Tedarikçinizi değiştirmeyi düşünüyor musunuz? - Tedarikçinizi belirlerken en önemli kriteriniz hangisidir? - Tedarikçiniz ya da başka birisi size farklı tarifeler sundu mu? - Tedarikçinizi digital / mobil platformlardan seçmek ister misiniz? - Düzenleme kurumu ya da
25
- vb. Yukarıda sorduğum soruların cevaplarının belirleneceği basit ve anlaşılır bir anket, enerji tüketici eğilimlerini tespit etmek için bağımsız kuruluşlara kamu gözetiminde yaptırılabilir. TEBRİK: Cumhuriyetimiz’in 12. Cumhurbaşkanı’nı ve 62. Hükümetini tebrik eder, Milletimiz ve piyasamız için hayırlara vesile olmasını dilerim.
Tüketiciler Piyasada Seyirci Olmaktan Çıkmalı 9 Eylül 2014
B
Enerji piyasalarının varlık nedenini, sağlanan ürün ve hizmetlerin son tüketiciye kesintisiz, kaliteli, ekonomik ve çevreye duyarlı olarak ulaştırmak şeklinde tarif edebiliriz.
u yazımda tüketicilerin durumundan, piyasadaki yerinden ve piyasa algısından bahsetmek istiyorum. Enerji piyasalarının varlık nedenini, sağlanan ürün ve hizmetlerin son tüketiciye kesintisiz, kaliteli, ekonomik ve çevreye duyarlı olarak ulaştırmak şeklinde tarif edebiliriz. Tüketicilerin ihtiyaç ve beklentilerini karşıladığımız ölçüde bir mutlak başarıdan bahsedebiliriz. Piyasanın en önemli paydaşlarından birisi Tüketici. O varsa bu sektör var. Ekonominin temel kuramı da bu ikili arasındaki ticari ilişkiye dayanmıyor mu? Gerek enerji piyasaları kanununda gerek tüketicileri koruma kanununda tüketicilerin haklarının korunmasından bahsedilmiştir. Düzenleme kurumu olan EPDK, yaptığı her düzenlemede tüketicilerin korunmasını amaçlamaktadır. AB direktifleri de serbest piyasalarda özellikle de doğal tekel konumunda olan şebeke ekonomilerinin faaliyet alanlarında hem teknik, hem ticari hem
26
de idari düzenlemelerde bunun dikkate alınmasını istemektedir. Peki tüketiciler bu yeni piyasa kurgusunu nasıl algılıyorlar? Elimizde geniş çaplı araştırmalar maalesef yok. Fakat dar kapsamlı araştırmalar ve tüketicilerin kamu kurumlarından istek ve şikayetlerinden, yeni piyasa kurgusunun istenen seviyede algılanmadığını söyleyebiliriz. Özellikle küçük ve orta ölçekli tüketiciler eski alışkanlıklarını devam ettiriyorlar. Yeni serbest piyasanın kendilerine getirdiği avantajları bilmiyorlar. Zira bir çoğu kamudan özel sektöre devrinin sadece kamu maliyesine ek bir gelir yaratmaktan başka bir avantaj sağlamadığı kanatinde. Ülkemizde özelleştirmelere karşı olan lobi ve grupların oluşturduğu algı halkın bu meseleye de maalesef ideolojik bakmasını sağladı. Bir kesim zaten verimsiz çalışan ve zarar eden KİT’lerin elden çıkartılmasını olumlu karşılarken, bir kesim de kamunun elindeki bu varlıkların birilerine peşkeş çekildiğini düşünüyor. Ön yargılı bu bakış açıları altında halkın büyük
kesimi doğru resmi göremiyor. Tüketiciler serbest piyasanın hizmet kalitesinde ve fiyatlarda oluşacak rekabetin kendilerine getireceği faydaları fark edemiyor. Kusuru sadece tüketicilerde aramamak lazım. Hem kamu otorotileri hem de piyasa katılımcılarının bugüne kadar tüketicilere dönük farkındalığı artırıcı tanıtımlara gereken önemi vermemesinin de bu durumda payı büyük. Tüketicilerin büyük bölümü sabit bir şebekeye bağlı olduğu için enerji ürün ve hizmetlerini başka bir tedarikçiden temin edebileceğini bilemiyor. Bir çok tüketici serbest statüde olduğunun farkında değil. Hem doğalgazda hem de elektrikte hemen hemen konutlar hariç her tüketici tedarikçisini seçme hakkına sahip olmasına rağmen bu hakkını çok az kişi kullanıyor. Gerçi tüm serbest tüketiciler tedarikçisini değiştirmek istese bu imkanı sağlayacak serbest tedarikçi ve üretici de yok ama henüz o aşamaya gelmiş değiliz. Elektrik piyasasında teorik piyasa açıklığı yüzde 85 civarında olmasına rağmen fiilen bu oran yüzde 20’yi aşmamaktadır. Doğalgaz piyasasında ise durum daha kötü. Botaş’ın yüzde 80’lik payına karşın özel sektör payı yüzde 20’lerde seyretmekte. Bu durum da piyasadaki serbestlik oranını olumsuz etkilemektedir. Büyük enerji tüketicilerine gelince, onlar serbest piyasanın başka bir sektördeki oyuncuları olduğundan yeni piyasa kurgusunu daha hızlı kavramış durumdalar. Ürün kalitesi tüm şebekelerde aynı standartta olduğu için tercihlerini değiştirmeye
zorlayacak en temel parametre fiyat olmaktadır. En ucuza hangi tedarikçiden bulursam ondan alırım mantığı. Fakat bu değerlendirmeye dayalı tercihlerin hatalı olduğunu onlar da anlamaya başladılar. Zira elinde yeteri kadar elektrik üretim kapasitesi olmayan tedarikçiler, piyasada (PMUM) elektriğin normal fiyatların üzerine çıkmasıyla oluşan zararlarını, tüketicilerine yansıtamadıkları için piyasa dışında kaldılar. Bu durum tüketicileri yarı yolda bırakarak mağdur etmelerine sebep oldu. Düzenleyici, bu mağduriyetleri aldığı kararlarla en aza indirmeye çalışsa da -sıfır bakiye kuralından dolayı- oluşan zararın başka bir oyuncudan ya da tüketiciden çıkmasına engel olamadı. Durum böyleyken tüketicilerin bilinçsizce ya da kısa vadeli menfaatlerine göre tercihleri piyasada bozucu etkilere neden olabilir. Özellikle orta ve büyük ölçekli tüketicilerin serbest piyasanın temel kurallarını iyi bilmesi oyunun doğru oynanması için son derece önem arzetmektedir. Ülkemizde tüketicilerin örgütlü bir yapısı maalesef yok. Genel olarak tüm tüketicilere hitap eden bazı örgütler olsada enerji piyasasına hakim bir tüketici temsilcisinden bahsetmek çok zor. Bir çoğu konuyu ideolojik temelde değerlendirmekte ve tüketicileri yanlış yönlendirmektedir. Tüketici hakem heyetleri de piyasa kurallarını iyi bilmemekte ve gelen şikayetleri genel tüketici hakları kapsamında değerlendirerek yanlış kararlar verebilmektedirler. Büyük tüketicilerin de örgütlü bir yapısı mevcut değildir. Onlar da yukarıda bahsettiğim gibi piyasa vizyonundan uzak bir
27
bakış açısına sahipler. Örgütlü yapıya en yakın imkana sahip olmalarına rağmen onların da bir derneği yok. Özellikle büyük tüketicilerin (sanayiciler) örgütlü birliktelikleri kendileri kadar, piyasa yapıcılarının ve katılımcılarının da işini kolaylaştıracaktır. Bilindiği üzere EPDK düzenleme yapmadan önce kamuoyundan görüş almaktadır. Paydaşlardan sadece arz tarafı katkı sağlarken, talep tarafı yani tüketiciler hemen hemen hiç katkı sağlamamaktadır. Tek taraflı bir piyasa sağlıklı işlemez. Her iki tarafın da aktif katılımını sağlayacak mekanizmalara ihtiyaç var. Sonuç olarak, - Hem düzenleme kurumunun hem de piyasa oyuncularının tüketiciyi bilinçlendirecek, onu piyasanın asıl paydaşlarından biri yapacak programlara ihtiyaç var. - Hem düzenleme kurumlarında hem de piyasa katılımcılarında “Tüketici Temsilciliklerinin” kurumsal olarak yer alması gerekiyor. - Enerji tüketicilerinin kendilerine ait bir örgüte (dernek) ihtiyaçları var. - Tüketici eğilimleri araştırmalarının her yıl yapılarak tüm sektörle paylaşılması gerekiyor. - Talep tarafının tribünden inerek sahada yerini alması gerekiyor. Tek kale oynanan maçtan kimse zevk almıyor. - Tüketiciler (talep tarafı) oyuna aktif olarak katılmaya başlarsa, işte o zaman rekabetçi gerçek bir serbest piyasadan bahsedebiliriz.
Tempoyu artıralım, mutlu olalım... 26 Eylül 2014
B Türkiye Enerji Zirvesi’nin Anadolu’daki konferansları, yapıldığı şehirlerde büyük bir heyacan oluşturmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda konuşmacı ya da katılımcı olarak bulunduğum zirvelerin oluşturduğu bu heyecanı yaşamış ve şahit olmuştum.
u yıl Türkiye Enerji Zirvesi’ni 11-12 Eylül tarihlerinde Güneydoğumuz’un parlayan yıldızı olan Gaziantep’te gerçekleştirdik. Bildiğiniz gibi geçmiş yıllarda Zirve Ankara, Trabzon, Kayseri gibi Anadolumuz’un değişik illerinde düzenlenmişti. Türkiye Enerji Zirvesi bundan sonra da Anadolumuz’un gelişen kentlerinde yapılmaya devam edecek. İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde çok sayıda sektörel fuar ve konferans yapılmasına karşın Anadolu kentlerinde bu tip etkinlikler maalesef ya hiç yok ya da çok azdır. Türkiye Enerji Zirvesi’nin Anadolu’daki konferansları, yapıldığı şehirlerde büyük bir heyacan oluşturmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda konuşmacı ya da katılımcı olarak bulunduğum zirvelerin oluşturduğu bu heyecanı yaşamış ve şahit olmuştum. Bu kez yapılan zirvenin benim için önemli başka bir tarafı da zirve başkanlığını üstlenmiş olmamdı. Daha önce de bazı sivil organizasyonlarda görev almış olmama rağmen Anadolu’nun bir köşesinde hem ulusal hem de uluslararası bir organizasyonun başkanlığını yapıyor olmak benim için tarifi zor bir heyacandı. Hamdolsun beklentileri büyük oranda karşılamış
28
bir performansla zirveyi tamamladık. Zirvemize Enerji Bakanımız, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanımız, TBMM Enerji Komisyonu Başkanımız, il valimiz, EPDK Başkanımız ve Kurul Üyeleri, kamu ve özel sektörümüzün temsilcileri, üniversitelerimizin rektör ve akademisyenleri, yurtiçi ve yurtdışından bir çok davetli ilgi göstermiş ve bu yıla kadar yapılan zirveler içerisinde en geniş katılımlı konferans olma özelliği kazandırmıştır. Çok sayıda katılımcının yanı sıra internetten de canlı yayınla binlerce izleyiciye ulaştık. Konferans iki gün sürmesine rağmen heyecan ve ilgi hemen hemen hiç azalmadı. Gaziantep’in yerel gündeminde Türkiye Enerji Zirvesi vardı.
Bu zirvede bazı yenilikler uyguladık “Katılımcı odaklı” yaklaşım sergileyerek hazırladığımız Konferans programında 9 farklı oturumda yaklaşık 50 panelist hazırladıkları konuşma ve sunumları katılımcılarla paylaştılar. Elektrik, doğalgaz, petrol ve LPG sektörünün panelleri eşzamanlı
olarak ayrı salonlarda yapılarak, 4 piyasa tek zirvede bir araya geldi. Konferansta Türkiye’nin en büyük reel sektörü olan enerji piyasası paydaşlarıyla, ‘Cumhuriyetimiz’in 100. yıl vizyonuna uygun bir piyasa altyapısına nasıl kavuşuruz’u tartıştık. Yine bu iki gün boyunca enerji piyasası paydaşlarını oluşturan, arz tarafı, talep tarafı ve bunların aralarındaki hukuku düzenleyen düzenleme kurumu ile politikaları belirleyen Bakanlık tarafı belki de ilk defa bir konferansta biraraya gelerek müşterek sorunları ve gelecek öngörülerini tartıştılar. Bu konferansta katılımcılarla panelistler arasında daha etkili bir iletişim oluşturmak için teknolojiyi daha çok kullanmaya karar verdik. Katılımcılar sorularını mikrofon veya yazılı olarak sormak yerine akıllı telefonlarını kullanarak sordular. Ayrıca yine bu konferansımız ilk defa web ortamında canlı olarak yayınlandı. Çeşitli mazeretleri dolayısıyla konferansımıza katılamayan ilgililer, konferansı uzaktan izleyebildiler, yine aynı şekilde onlar da sorularını internet üzerinden ilettiler. Organizasyon heyeti olarak bu zirvenin başarı kriterini iki kelimeyle belirlemiştik: “İYİKİ GELMİŞİM” Şunu samimiyetle ifade edeyim ki, bir çok katılımcı hem konferans esnasında hem de sonrasında bu iki kelimeyi zikrederek
memnuniyetlerini ifade etmişlerdir. Bu zirvelerin anadolunun farklı yerlerinde yapılması bizler kadar katılımcılar için de çok yararlı olmaktadır. Yeni çevreler edinme, arkadaşlıklar kurma ve iş potansiyeli yakalama imkanları olmaktadır. Uzun zamandır birbirini göremeyen arkadaşlar da bu vesile ile bir araya gelmektedir. Zirveler geniş bir ailenin bayramlaşma buluşması gibi olmaktadır. Zirvenin açılış konuşmasında bahsettiğim paydaşlarımızın ortak bir sorununu bu yazımda da ifade etmek istiyorum. “Kurul’daki görev sürem sona erdikten sonra hem özel sektör hem de kamu sektörünü yakından izleme fırsatı buldum. Özel sektör temsilcileri bazı kamu kurumlarında işlerinin istenen hızda gitmediğini ve çok zaman kaybettiklerini ifade ediyorlar. Aynı şekilde kamu temsilcileri de bazı girişimcilerin işleri zamanında yapmadıklarını ve kurumları gereksiz yere oyaladıklarını söylüyorlar. Maalesef her iki tarafta da işini yavaşlatan, temposu düşük kişiler bulunuyor, her iki taraf da sitemlerinde haklılar. Peki herkesin mutlu olabileceği bir yol bulunamaz mı? Türk müziği ile ilgilenenler bilirler ki, notalar
29
ve sözler bu coğrafyanın acı tatlı, üzüntülü neşeli tavırlarını kısaca ortak kültürel değerlerini yansıtır. Eğer gözünüzü bu coğrafyada açmışsanız hayata, kulağınıza bir ezan sesi ya da bir ninni çalınmışsa; Rast’tan, Hicaz’dan, Saba’dan, bu durumu çok daha iyi anlarsınız. Duygu ve düşüncelerimizi anlatmak için Türkülerimiz, Şarkılarımız, Şiirlerimiz, hatta çizgi ve resimlerimiz bazen uzun uzun konuşma ve nutuklardan daha etkili olmuştur”. Hemen herkesin bildiği, Rahmetli Melih Kibar’ın Hababam Sınıfı filmi için bestelediği müziği dinlettiğimde herkes şunu farketti ki; Düşük ritm ve tempoyla çalındığında üzüntüyü ve hüznü, yüksek ritm ve tempoda çalındığında mutluluğu ve neşeyi aktarıyor. Kamu ve özel sektör ayırımı yapmaksızın herkese aşağıdaki çağrıyı yaparak konuşmamı tamamladım: “LÜTFEN TEMPOYU ARTIRILAM, HERKES MUTLU OLSUN.” Destek ve ilgilerini esirgemeyen herkese bir kez daha teşekkür ederim.
Bölgesel Birleşik Enerji Pazarı’na Doğru 3 Ekim 2014
AB
Yıllardır Türkiye’nin bölgesel bir hub olması için çok uğraştık. Gelinen noktada elimizi çabuk tutmazsak hem elektrikte hem de gazda bölgesel piyasa merkezi olma hedefi bizim için hayal olabilir. Bu bölgede yer alan ülkelerin hemen hemen toplamı kadar gaz ve elektrik tüketimimiz olmasına karşın bizden görece daha küçük piyasaların olduğu komşu ülkelere bağımlı hale gelebiliriz.
Komisyonu 2007 yılında aldığı bir kararla elektrik ve gaz piyasalarında tek pazarı hedefledi. 3. Enerji Paketi’nde yer alan bu kararla 2014 yılı sonuna kadar NWE (KuzeyBatı Avrupa Bölgesi)’deki 14 AB üyesi ülkede gün öncesi piyasalarda entegrasyon sağlanmış olacak. AB bu çok önemli projenin alt yapısı için 7 yıldır çalışıyor. Bu bölgelerde küçük bölgesel iş birlikleri ve piyasalar zaten mevcuttu. Nordpool bunlardan birisiydi. AB’de bunun gibi 6 değişik coğrafyada, bölgesel piyasaların birlikte çalışacağı pazar var. Türkiye tam üye olmamakla birlikte SEE (Güney Doğu Avrupa Bölgesi) içinde yer alıyor. Bu bölgede bizimle birlikte komşularımız Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve diğer Balkan ülkeleri yer alıyor. AB’nin diğer piyasalarına kıyasla maalesef en az gelişmiş pazar bu bölge. Bunun temel nedenleri arasında bu bölgede yer alan ülkelerin AB’ye ya daha geç üye olması ya da aday ülke durumunda yer almalarını sayabiliriz. Ancak hukuki durumlarının ötesinde bölgesel tek piyasanın olmamasının önündeki engellerden birisi de teknik altyapının eksikliği. Komşu ülkeler arasındaki iletim hatları kapasitelerinin yetersizliği ya da tek yönlü çalışması gibi hususlar, komşu ülkeler arasındaki enerji ticaretini kısıtlıyor. 2012 yılında ENTSO-E ile TEİAŞ’ın yaptığı anlaşma yoluyla komşumuz Bulgaristan ve Yunanistan’la elektrik transferine başladık. EPDK da AB mevzuatına uygun iletim hattı tahsisat kurallarını belirlemiş oldu. Batı komşularımızla transfer kapasitemiz de yapılan çalışmalarla 1350 MW’a
30
ulaşmış oldu. 68.000 MW’a ulaşan kurulu gücümüzle Türkiye Avrupa’nın en büyük 5 piyasasından biri haline geldi. Bu kapasite AB’nin güneydoğu bölgesinin en büyük kurulu gücünü ve kapasitesini oluşturuyor. Doğalgazda ise Rusya’dan gelen gaz Romanya ve Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye giriş yapıyor. Bu hat batıdan doğuya doğru tek yönlü çalışıyor. Yunanistan’la olan boru hattı ise doğudan batıya yani Yunanistan’a doğru tek yönlü çalışıyor. Bu anlamda Türkiye’den Yunanistan’a gaz satışı söz konusu iken Bulgaristan’la aramızda herhangi bir gaz ticareti mevcut değil. Elektrik iletimindekine benzer AB Gaz İletim Şirketleri Birliği ENTSO-G, üye ülkeler arasındaki gazın iletim ve ticari şartlarını ve kapasite tahsis koşullarını belirliyor. BOTAŞ, ENTSO-G toplantılarına zaman zaman katılıyor. Ancak BOTAŞ Teİaş kadar aktif bir katılım gösteremedi. TEİAŞ’ın ENTSO-E ile anlaşmasından sonra primer hizmetler için yani frekans ve gerilim kalitesini tutmak için yedekte tuttuğu kapasite miktarı hemen hemen yarıya düşerken maliyet ve kalitede ciddi bir iyileşme sağlanmıştı. Ancak TEİAŞ yıl içerisinde özellikle puant saatlerdeki sıkıntıları iyileştirmek için bu hatları kullanıyor ve yıl sonunda da takas mahsup yoluyla hesaplaşıyor. Başka bir ifadeyle bu sınırı geçen hatlar teknik amaç için kullanılırken ticari amaç için yeteri kadar kullanılmıyor. AB’de ise her iki amaç için de kullanılırken ülkeler arası ticari amaç diğerinin çok üzerinde gerçekleşiyor. Bu hatların iletim kapasitesi bölgesel ticaretin gelişmesi
için yetersiz.Bir an önce hatların kapasitesinin artırılması için yatırım yapılması gerekiyor. AB Güneydoğu Avrupa Bölgesinde bölgesel tek bir elektrik ve gaz pazarı için çalışmalara başlamış durumda. Elime geçen iki AB raporuna göre Bölgesel Doğalgaz Piyasası için Yunanistan İletim Şirketi DESFA, keza Bölgesel Elektrik Piyasası için de Statkraft Bulgaristan Ofisi çalışmalara başlamış durumda. Henüz etüd ve planlama aşamasındaki bu raporlara göre bölge ülkelerinin arz talep analizleri ile teknik kapasiteleri değerlendiriliyor. Ülkelerin gün öncesi piyasalarındaki fiyatlar kıyaslanıyor. Yapılan modellemelerde Market Coupling’e gidilirse fiyatların nasıl etkilenebileceği de ayrıntılı olarak yer almış durumda. AB’de planlama çalışmaları tamamlandıktan sonra politik karar aşamasına geçilerek eylem planları yapılıyor. Henüz bu aşamaya gelinmedi. Yıllardır Türkiye’nin bölgesel bir hub olması için çok uğraştık. Gelinen noktada elimizi çabuk tutmazsak hem elektrikte hem de gazda bölgesel piyasa merkezi olma hedefi bizim için hayal olabilir. Bu bölgede yer alan ülkelerin hemen hemen toplamı kadar gaz ve elektrik tüketimimiz olmasına karşın bizden görece daha küçük piyasaların olduğu komşu ülkelere bağımlı hale gelebiliriz.
sınırlanmış olacak. Piyasada likidite artacak bu da rekabetin gelişmesine yol açacak ve tüketicilerin lehine bir durum oluşturacak.
lisansı alacak bir tüzel kişinin yapmasına izin vermesi önemli bir fırsat yaratabilir.
Neler yapılmalı?
Yıllardır üzerinde durduğumuz adeta devlet politikası haline gelmiş bölgesel piyasa merkezi olma fırsatını kaçırmayalım. Stratejik konularda teknik uzman seviyesinin üzerinde, diplomasiyi bilen karar vericilerin sürece dahil olmasını sağlayalım.
AB Komisyonu nezdinde girişimlerde bulunup bu çalışmaların içerisinde aktif olarak yer almalı ve güçlü yanlarımızı anlatmalıyız. Hem TEİAŞ’ın hem BOTAŞ’ın ENTSO-E ve ENTSO-G de aktif katılımları sağlanmalı. Bu iki AB kurumunun bizden istediği teknik altyapı, iletim altyapısı gibi hususlar ivedilikle planlanmalı. Katılımlar teknik uzman seviyesinden stratejik değerlendirmeleri yapabilecek karar vericiler seviyesine çıkartılmalı. Bulgaristan’la aramızdaki doğalgaz iletim hattına paralel olarak bir başka hat daha planlanmalı. Bilindiği üzere AB Bulgaristan’ın doğalgazda Rusya kaynağına olan bağımlılığını azaltmak için böyle bir girişimi destekliyor. BOTAŞ’ın bu hattı ivedilikle yatırım planına alması ya da yapamayacaksa iletim
Dikkate alınması gereken bir önemli husus da EPİAŞ’ın hızlı bir şekilde devreye alınmasıdır. TEİAŞ hem sistem operatörlüğü yapmak hem de piyasa işletmesini işletmek durumunda kalıyor. AB bu yapıdan uzaklaştı ve her biri kendi ülkelerinde hem gazın hem de elektriğin organize toptan piyasalarını kurup geliştirdi. 2015’ten itibaren de tek bir enerji piyasası ve borsasına geçmiş olacak. Bu sayede özellikle mevsimsel değişimlere bağlı arz sıkıntılarını en aza indirmiş olacak. Puant saatler için gerekecek ilave kapasite artışı
31
Sonuç olarak;
Doğumuzdaki zengin enerji kaynaklarının Batı’ya en güvenli ve ekonomik geçişi için en uygun koridor ülkemiz olduğuna göre bu durumun AB’ye iyi anlatılması gerekiyor. Aksi taktirde biz yine sadece transit ülke durumunda kalabiliriz. Avrupa’yla entegre bir enerji piyasası ve ticareti özellikle mevsimsel değişkenlere karşı çok hassas olan sistemimize büyük katkı sağlayacaktır. Bu sayede yerli piyasa oyuncuları da AB pazarına girmiş olacaklar.Birleşik bölgesel bir pazar hem arz tarafı hem de talep tarafı için yeni fırsatlar doğuracak potansiyele sahip görünüyor. Tekrar vurgulamakta fayda var, elimizi çabuk tutmamız şart.
Damga Vergisi 20 Ekim 2014
E
lektrik ve doğalgaz piyasalarında satış sözleşmeleri ürün ya da hizmet sağlayıcılarla bu ürün ve hizmetleri satın alan ya da kullananlar arasında yapılıyor.
EPDK, özellikle serbest olmayan küçük tüketicilerin hak ve menfaatlerini koruyabilmek için tip (Standart) sözleşmeler hazırlayarak hizmet sunucularına ve tüketicilere rehberlik ediyor.
Yine her iki piyasa için yapılan düzenleme ve yönetmeliklere baktığımızda serbest olan ya da serbest olmayan tüketiciler olmak üzere iki ana grubun varlığından söz edebiliriz. Bu iki grubun altında konut, ticari, sanayi vb. alt gruplara rastlansada sözleşmelerin genel hükümlerinde çok büyük farklılıklar bulunmuyor. EPDK, özellikle serbest olmayan küçük tüketicilerin hak ve menfaatlerini koruyabilmek için tip (Standart) sözleşmeler hazırlayarak hizmet sunucularına ve tüketicilere rehberlik ediyor. Serbest tüketiciler ise tedarikçi ve hizmet sunucuları ile ikili anlaşma yapma hakkına sahipler. Mevzuatta ikili anlaşmaların taraflar arasında -mevzuatın genel hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla- serbestçe yapılacağı genel bir kural olarak belirlenmiş durumda. İsterseniz burada elektrik ve doğalgaz piyasalarındaki düzenleme ve
32
tanımlara kısaca bakalım. Elektrik Piyasası Tüketici Hizmetleri Yönetmeliği’nde, “Perakende satış sözleşmesi: Bağlantı anlaşması mevcut olan kullanım yeri için, görevli tedarik şirketi ile tüketiciler arasında ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde, perakende satış tarifesi veya son kaynak tarifesinden elektrik enerjisi ve/veya kapasite temini ile hizmet alımına yönelik olarak yapılan faaliyetlere ilişkin koşul ve hükümleri kapsayan sözleşmeyi” şeklinde tarif edilirken, Doğalgaz piyasası dağıtım ve müşteri hizmetleri yönetmeliğinde, “Serbest tüketici: Yurt içinde herhangi bir üretim şirketi, ithalat şirketi, dağıtım şirketi veya toptan satış şirketi ile doğal gaz alım-satım sözleşmesi yapma serbestisine sahip gerçek veya tüzel kişiyi, Serbest olmayan tüketici (abone): Doğal gazı kendi kullanımı için dağıtım şirketlerinden almak zorunda olan gerçek veya tüzel kişiyi,” şeklinde tanımlanmıştır. Her iki piyasada tüketiciler ile tedarikçileri arasında gaz ya da elektrik
satış sözleşmesi yapılması bir yükümlülük olarak getirilmiş. Genel olarak sözleşmelerde ürün veya hizmetin -belirli süreli ya da süresiz olarak- sağlanmasına ilişkin teknik, ticari veya operasyonel şartlardan oluşan karşılıklı hak ve yükümlülüklerin yeraldığı hükümler yer alıyor. Enerji piyasası dışındaki genel mevzuat ise sözleşmelerin diğer hukuki çerçevesini çiziyor. Borçlar Kanunu 2011 yılında güncellenerek yürürlüğe girdi. Borçlar Kanunu’nun giriş kısmında sözleşme kurulmasına ilişkin şu tanım yapılmış: “A. Sözleşmenin kurulması I. İrade açıklaması 1. Genel olarak MADDE 1- Sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur. İrade açıklaması, açık veya örtülü olabilir.” Kanuna göre, yapılan her iş veya ticarette sözleşme yapılması zorunlu olmamakla birlikte bir sözleşmenin varlığı halinde tarafların sorumluluk alanları ve hangi hallerde geçerli ya da geçersiz olacağı düzenlenmiş durumda. Bu kanunun uygulanması ve yorumlanması hukukçuların işi olduğu için fazla detaya girmek istemiyorum. Taraflardan birisinin tüketici olması halinde ayrıca Tüketiciyi Koruma Kanununda Tüketici haklarını koruyan hükümlere rastlamak mümkün. Nitekim Ticaret Bakanlığı piyasalarda tüketicileri ilgilendiren düzenlemeler olduğunda müdahil oluyor. Tüketici şikayetleri bu kanuna göre sırasıyla hakem heyetlerine ve tüketici mahkemelerine gidiyor. Konuyu çok dağıtmamak için
buraya kadar yaptığım genel bir bakışın yeterli olacağını düşünüyorum. Özetle piyasa mevzuatlarımızda tüketici ile tedarikçisi arasında sözleşme yapma zorunluluğu bulunuyor. Öte yandan serbest olan büyük tüketiciler ile tedarikçileri arasında genel piyasa düzenlemelerine aykırı olmamak kaydıyla ikili anlaşma yapma serbestliği söz konusu. Zaten taraflar arasında ihtilaf olması halinde ilk bakılacak yer satış sözleşmeleri sonra da genel mevzuat hükümleri oluyor. Buraya kadar sözleşme şartlarına piyasa ve genel mevzuat açısından baktık. Peki, sözleşmeden kaynaklanan vergisel yükümlülükler nasıl işliyor? Bir ticaret varsa ve bir kazanç doğuyorsa tarafların ayrıca bu işlemlerinden dolayı vergisel yükümlülükleri başlıyor demektir. Kazanç varsa satıcı taraf açısından kurumlar vergisi doğabilir. Bu durumu vergi oranları farklı olmakla birlikte tüm ülkelerde görebiliriz. Keza satılan ürün ya da hizmetin türüne göre farklı oranlarda KDV ya da ÖTV eklenmesi yine bir çok ülkede rastlayabileceğimiz vergi uygulamalarından. Bizde olup da serbest piyasa modelini uygulayan diğer ülkelerde olmayan bir vergi türü var.
DAMGA VERGİSİ Kısa bir araştırma yaptım. AB’de böyle bir vergi türü yok. Zaten yabacılara bu vergi türünü anlatırken ya da çeviri yaparken anlayamadıklarını göreceksiniz.
33
Damga Vergisi Kanunu benden yaşlı. Çok ilginçtir, 1960 askeri darbesinden sonra başa geçen hükümet zamanında 1964 yılında çıkmış. Bir çok kez günün koşullarına göre değişiklik yapılmış. Hatta her yılın sonunda Maliye Bakanlığı çıkardığı tebliğle yeni yılda uygulanacak oranları ve maktu bedelleri yeniden belirliyor. Yukarıda da değindiğim gibi mali mevzuatımızdaki vergi türlerimiz, oranlar farklı olmakla birlikte tam üye olmaya çalıştığımız AB ülkelerinde de var ama Damga Vergisi yok. Elbette devlet giderlerinin karşılanması için bizim gibi zengin yeraltı kaynakları olmayan ülkelerin vergi yoluyla vatandaştan ya da iktisadi işletmelerden kaynak sağlaması gayet normal. Ancak benim anlamakta zorlandığım gerçek ya da tüzel kişiler arasında yapılan sözleşmelerden alınan bu vergi türü. Devlet bu sözleşme ya da anlaşmalar için bir emek ya da kaynak harcamıyor. Kaldı ki, sözleşmeden kaynaklanan bir ihtilaf olduğunda mahkemeler, masraflara karşılık bir harç alıyor. -Gerekçelerini bilen varsa lütfen bize bildirsin biz de bu sayfadan yayınlayalım. -Damga Vergisi Kanunu’na göre sadece sözleşmelerden değil, senetler, kira mukaveleri, fesihname ve sulhnameler, resmi kurumlara verilen bazı beyannameler, hatta çalışanların ücret ve yemek yardımlarından bile vergi alınıyor. -Ülkede yaşayan herkes doğrudan ya da dolaylı olarak damga vergisi ödüyor. -Literatürde, “Damga vergisi resmi sözleşmelerden ve resmi belgelerden belirlenen oranlarda değişen tutarlarda alınan vergi
türüdür. Damga vergisinin tahsil edilebilmesi için ilgili belgelerin ibraz edilebilir olması, hüküm içermesi ve imzalanabilir bir belge olması şartları bulunmaktadır. İmza yerine geçen ibarelerin yer aldığı belgelerden de damga vergisi tahsil edilir” şeklinde tarif ediliyor. -Aşağıda bizim piyasamızla ilgili olan maddeyi bilginize sunuyorum. -“Damga Vergisine Tabi Kağıtlar -I. Akitlerle ilgili kağıtlar -A. Belli parayı ihtiva eden kağıtlar:
Elektrik ve doğalgaz piyasalarında damga vergisinden dolayı tedarik zinciri boyunca yüzde 3 ile yüzde 6 arasında ilave bir maliyet oluşma ihtimali sözkonusu. Tarafların hak ve sorumluluklarının belirleneceği bir sözleşme temel hukuk ilkelerine göre son derece normalken hatta bir zorunlulukken ilave bir vergiden kaçınmak için yanlış bir yola gidilmiş oluyor. Her bir sözleşmeden doğan bu ilave mali yük aslında maliyetlere dolayısıyla da son tüketiciye yansımış olmuyor mu?
-1. Mukavelenameler, taahhütnameler ve temliknameler (binde 9,48)
Maliye bakanlığının 2013 yılı bütçe gelirleri kaynak dağılımına baktığımızda;
-Nerdeyse yüzde 1…
Toplam vergi gelirleri= 318 milyar TL,
-Damga vergisinin hesaplanabilmesi için sözleşme üzerinde toplam bedelin ya da yaklaşık bedelin yazılması gerekiyor. -Sözleşme bedeli belirsiz olanlar için maktu -sabit- bir bedel ödeniyor. Piyasamızda perakende satış sözleşmelerinde tüketim miktarı ve süresi belirsiz olduğu için damga vergisi tahakkuk etmeyebilir ya da maktu küçük bir bedel olabilir. Ancak toptan satışlarda ya da serbest olan tüketicilere İKİLİ ANLAŞMA kapsamında yapılan satışlarda taraflara yani satan ve satın alana damga vergisi doğar. Bundan kaçınmak için ya sözleşme yapılmamalı ki -mevzuata göre yapılması gerekiyor- ya da tek nüsha yapılarak vergi miktarı yarıya düşürülebilir. (Yaklaşık%1)
Damga vergisi gelirleri= 6.9 milyar TL, Toplam bütçe gelirleri= 371 milyar TL, damga vergisinin toplam vergiler içerisindeki payının yüzde 1,98 olduğunu görüyoruz. Bakanlık verilerinde hangi sektörlerden ne kadar tahsilat yapıldığı gözükmüyor. Dolayısıyla enerji piyasasından tahsil edilen bedeli de bilemiyoruz. Oran çok yüksek değil ama 6,9 milyar TL’lik bir tahsilat Maliye Bakanlığı’nın kolayca vazgeçebileceği bir miktar değil. Bundan vazgeçebilmesi için ya aynı miktarda giderlerini azaltması ya da ilave bir kaynak yaratması gerekiyor. Bir çırpıda vazgeçilebilecek bir vergi kalemi olmadığını söyleyebiliriz.
34
Ama istenirse bir geçiş dönemi planlanarak elektrik, doğalgaz, su vb. vatandaşların kullandığı temel altyapı hizmetlerinden bu vergi zamanla azaltılarak kaldırılabilir. Nitekim yıllar itibariyle damga vergisinden muaf tutulan işlemler artıyor. Enerji ürün ve hizmetlerinin yakın bir gelecekte değişik türevlerle birlikte toptan piyasalarda işlem göreceği, hatta AB’de olduğu gibi bir çok kez el değiştireceği dikkate alındığında vakit kaybetmeden piyasanın gelişmesine engel olacak bu tür gereksiz maliyetlerden kaçınmak gerek. Aksi takdirde piyasaların beklediği derinlik oluşmaz. Kaldı ki toptan piyasalarda kar marjları neredeyse damga vergisi oranları kadar. Bu işlemlerden bir kazanç oluşursa zaten vergi doğmuş olacak. Toplamda elde edilecek vergilere odaklanmak, dolaylı vergilerden mümkün oldukça kaçınmak gerek. Sonuç olarak, Enerji piyasalarında ürün ve hizmetlerin, yaygınlığı ve çokluğu dikkate alınarak, başta damga vergisi olmak üzere gereksiz vergi ve mali yüklerden arınması, hem arz tarafı hem de talep tarafı olmak üzere herkesin yararına bir husus. Hemen gerçekleşme imkanı olmasa bile bir program dahilinde tedricen kaldırılabileceğini düşünüyorum. 50 yıl önce konmuş bu ve benzeri vergileri kaldırarak YENİ TÜRKİYE’ye yakışır, AB vizyonuna uygun, anlaşılır ve sade bir vergilendirme modeli üzerinde çalışmak üzere maliye bürokrasisine çağrıda bulunuyorum.
Tarifelerde Sosyal Boyut -Kırılgan Tüketiciler3 Kasım 2014
Türkiye’de pek gündemde olmayan bir konuyu tartışmaya açmak istiyorum. Tarifelere sosyal boyut katabilir miyiz? Kırılgan tüketiciler’e (Vulnerable Customer) nasıl yaklaşmalıyız?
AB ülkelerinde bu altyapı hizmetlerine kısıtlı miktarda erişim hakkı tanınıyor. Başka bir ifadeyle bu kamu hizmetlerinin tamamen durdurulması yasak. Hayatlarını devam ettirebilecekleri miktarda kullanma hakkı veriliyor. Kullanım miktarı ile desteklenecek tüketiciler devlet tarafından belirleniyor ve bedellleri devlet tarafından ödeniyor.
Bu konuyu AB ülkelerinde yapılan konferanslarda sıkça duymuşumdur. Fakat ülkemizde bu konu maalesef pek dillendirilmiyor. Bundan birkaç yıl önce bu konuyu bir panelde tartışmaya açmıştım. Hatta EPDK’daki görevim esnasında birkaç kez gündeme taşımış ama sosyal destek programı olması nedeniyle yasal düzenleme ihtiyacı olduğundan bir gelişme olmamıştı. Ülkenin o günkü sosyal ve ekonomik şartları da elverişli olmadığından ertelemiştim. Bugün sosyal ve ekonomik göstergeler iyileşme gösterdiğine göre gündeme taşımada bir mahzur görmüyorum. T.C. Anayasası’nın giriş bölümünde Devlet’in yapısı “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” şeklinde nitelendiriliyor. Sosyal devlet ilkesi kapsamında ülkede yaşayan vatandaşların sosyal güvenlik kapsamındaki temel ihtiyaçlarının karşılanması bir yükümlülük olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim devlet sağlık, sosyal yardım ve desteklerini bu düzenleme kapsamında sağlıyor. Hiç bir geliri olmayan ya da dar gelirli vatandaşlara yönelik yapılan yardımlar yıllık yaklaşık 20 milyar TL civarında. Sosyal yardımlardan yararlanan hane sayısı 2.1 milyon. Sosyal yardımların GSYİ’ye oranı yüzde 1.4. (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2012 verileridir.) Yardımların çoğunluğu sağlık, eğitim, gıda, yakacak gibi temel ihtiyaç maddeleri şeklinde oluyor. Zaman zaman nakdi yardımlar da yapılıyor. Burada tartışılması gereken
36
husus elektrik, doğalgaz, su gibi kamu hizmetlerinin bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilmemesi. AB ülkelerinde bu altyapı hizmetlerine kısıtlı miktarda erişim hakkı tanınıyor. Başka bir ifadeyle bu kamu hizmetlerinin tamamen durdurulması yasak. Hayatlarını devam ettirebilecekleri miktarda kullanma hakkı veriliyor. Kullanım miktarı ile desteklenecek tüketiciler devlet tarafından belirleniyor ve bedellleri devlet tarafından ödeniyor. Bazı ülkelerde ise sosyal tarife uygulamaları yapılıyor ve bu grupta yer alan abonelere düşük birim fiyatlar üzerinden fatura gönderiliyor. Yukarıda özetlemeye çalıştığım durumun enerji piyasası ile ilişkisi nedir? Şeklinde aklınıza bir soru gelebilir. Bu sorunun cevabını aramaya çalışalım. Konuyu tüm yönleriyle bu sayfada aktarma imkanım yok. EPDK’daki görevim sırasında konuyla ilgili epey araştırma yaptım. Gerek AB ülkelerinde gerek ülkemizdeki durumu detaylı bir şekilde inceledim. Kırılgan tüketiciler sorunu tüm gelişmiş ülkelerde olduğuna göre ülkemizde de olması gayet normal. Bu tüketiciler faturaları ödeyemeyince ya çevrelerinden yardım alarak ödemeye çalışıyorlar ya da usulsüz (kaçak) olarak kullanmaya devam ediyorlar. Mevzuata göre faturalarını ödemeyen tüketicilerin elektriklerinin kesilmesi gerekiyor. Bu yüzden de özellikle dağıtım şirketi ile kırılgan tüketiciler sık sık karşıya geliyorlar. Peki bir model geliştirilip çözüm bulanamaz mı? Yazımın burasında şu soruları sorarak ve kısa cevaplar vererek, öncelikle elektrik piyasası açısından bir modeli tartışmaya açmak istiyorum.
Soru 1) Sosyal devlet ilkesi ihtiyaç sahiplerinin elektrik ve doğalgaz (yakacak) faturalarının desteklenmesini kapsar mı? Cevap 1) Anayasada hukuki dayanak mevcuttur. Yasalarımızda aksi yönde bir hukuki düzenleme yok. Yakacak (kömür) yardımı zaten yapılıyor. Soru 2) Elektrik faturalarını ödeme gücü bulamayan kaç hane var? Cevap 2) Bu sorunun cevabını bulmak zor. Zira faturasını her ödemeyen gerçek ihtiyaç sahibi değil. Ödeme gücü olup da ödemeyenlerle, ödeme gücü bulamayıp da ödeyemeyen (kırılgan) tüketicileri ayırt etmek gerekiyor. Yine de desteklenecek tüketici sayısını 1 milyon hane (Devletten sosyal yardım alan hane sayısının yarısı) olarak kabul edebiliriz. Soru 3) Yıllık ortalama hane başı elektrik tüketimleri ne kadar? Cevap 3) Temel ihtiyaçlarını karşılamak için aylık 150 kWh yeterli. Soru 4) Ülke genelinde ne kadarlık elektrik desteği verilecek? Cevap 4) Pilot uygulama yapıldıktan sonra genel uygulamaya geçilebilir. 5-6 yıla yayılabilir. Fon ve bütçe imkanlarına göre belirlenebilir. 1 milyon hane için toplam 1.000.000x12x150= 1.8 Milyar kWh/yıl. Ülke genelinde 240 milyar kWh’lık bir elektrik tüketimi olduğuna göre desteklenecek miktar yüzde 1’i geçmemektedir. Soru 5) Destekleme tutarı için ne kadarlık fona ihtiyaç var? Cevap 5) Vergi ve fonlar istisna tutulursa yaklaşık 500 milyon TL. Soru 6) Destekleme fonuna hangi kaynaktan para aktarılacak? Cevap 6) Enerji fonunda yılda yaklaşık 500 milyon TL birikiyor. Fonun yüzde 90’ı ihtiyaç fazlası olarak Maliye’ye devrediliyor. İlk etapta bu fondan yararlanalıbilir.
Ayrıca piyasa katılımcılarının ayni ve nakdi yardımları da fonda değerlendirilebilir. Soru 7) Destekleme programını kim yönetecek? Cevap 7) Enerji Bakanlığı bünyesinde EPDK, EDAŞ temsilcisi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı temsilcisinden oluşan bir Fon yönetimi oluşturulabilir. İl ve ilçelerde ise sosyal yardımlaşma vakıf yönetimlerine EDAŞ temsilcisinin katılımıyla oluşturulacak heyet, fon merkezinden kendilerine gelen bütçeye göre desteklenecek tüketicileri tespit ederek yıllık programa dahil eder. Edaş’lar bu tüketicilerin bedellerini doğrudan fondan tahsil ederler. Soru 8) Desteklenecek haneler hangi kriterlere göre ve hangi yöntemlerle belirlenecek? Cevap 8) Ülke genelinde il ve ilçelerde mevcut olan sosyal yardımlaşma vakıflarına EDAŞ temsilcilerinin katılımı ile oluşacak heyetler, illerin sosyoekonomik gelişmişlik durumlarını dikkate alarak, gelen başvuruları değerlendirip destekleme programına alabilir. Vakıfların elinde ciddi sayıda envanter zaten mevcut. Soru 9) Kayıp ve kaçakla mücadelede nasıl bir katkı sağlar? Cevap 9) Ülke genelinde ortalama kayıp kaçak oranı henüz hedeflenen seviyelere inmedi. Yüzde 14 civarında seyrediyor. Bu oranın içerisinde ödeme imkanı olmayıp da elektriği usulsüz kullananlar da var. Ödeme gücü olmayan bu tüketiciler destekleme programına alınarak sadece temel ihtiyaçları kadar bir elektriği bedelsiz kullanabilirler. Soru 10) Bu tüketicilere enerjiyi verimli kullanmaları için nasıl bir program uygulanmalı? Cevap 10) Ailelere eğitim ve bilgi verilerek bilinçlenmeleri sağlanır. Verimliliği düşük aydınlatma elemanları, tasarruflu ampullerle değiştirilebilir. Ayrıca tüketicilere tahsis edilen yıllık
37
elektrik kapasitesinden tasarruf eden (Daha az kullanan) haneler teşvik edilerek verimsiz elektrikli cihazlarının, verimli (tasarruflu) olanlarla bir program dahilinde değiştirilme imkanı sunulur. Soru 11) Destekleme programının tarifelere etkisi nasıl olur? Son tüketicilere olumsuz bir yansıması olur mu? Cevap 11) Hayır. Tam tersine, bu uygulama kayıp kaçak oranlarının düşürülmesine yardımcı olacağı için tarifelerde indirime bile yardımcı olabilir. Soru 12) Elektrik sayaçları bu uygulama için elverişli mi? Cevap 12) Bugünkü teknoloji ile akıllı sayaçlarda tüketim sınırlaması yapmak mümkün hale geldi. Soru 13) Yasal düzenlenme gerekli mi? Cevap 13) Yeni Elektrik Piyasası Kanunu belli tüketici gruplarını desteklemek için sosyal tarifeye imkan verse de kırılgan elektrik tüketicilerini desteklemek üzere enerji fonunun kullanımı, yönetimi ve uygulamada yaşanabilecek hukuki ihtilafları önlemek için bir kanun çıkarmakta fayda var. Yukarıdaki soruları çoğaltmak mümkün olsa da şimdilik burada keselim. Bu yazımda bu soruların kısa kısa cevaplarını vermeye ve bir model geliştirmeye çalıştım. Yazıyı çok uzatıp dikkatleri dağıtmak istemiyorum. Sonuç olarak, Kırılgan tüketiciler hususunu sadece bir kamu hizmetinden yararlanamayanların sorunu olarak görmemek, piyasanın bugün çözmeye uğraştığı kayıp ve kaçakla mücadele, enerjinin verimli kullanımının yaygınlaştırılması gibi bir çok temel konuları da ilgilendirdiğini görmek gerekiyor. Bugün dağıtım sektörü için tehdit gibi gözüken sorunlar, çözüm ve fırsatlarını da içinde barındırıyor.
Enerjide Yeni Stratejiler 19 Kasım 2014
S
ayın Başbakan’ın açıkladığı “Öncelikli dönüşüm programına ait eylem planı enerji piyasasını nasıl etkiler?” sorusunun cevabını aramak istiyorum. AK Parti iktidarının devamı halinde uygulanacak yeni politikalara ait ipuçları geçtiğimiz günlerde Sayın Başbakan tarafından açıklandı.
Sayın Başbakan’ın açıkladığı “Öncelikli dönüşüm programına ait eylem planı enerji piyasasını nasıl etkiler?” sorusunun cevabını aramak istiyorum.
Halen Enerji Bakanlığı tarafından hazırlanmakta olan Enerji Strateji Belgesi’nin de bir yansıması olarak görebiliriz.
ithal edilmiştir. Bu kapsamda temel hedeflerimiz, birincil enerji üretiminde yerli kaynaklarımızın payını 2013’teki yüzde 28 seviyesinden 2018’de yüzde 35 seviyesine yükseltmektir. Diğer yandan yerli kömürden üretilen elektriği 32 milyar kWh’dan 57 milyar kWh’a çıkarmaktır. Ayrıca hidroelektrik kapasitemize de 10.000 MW’lık ilave hedeflemekteyiz. Bu programın içerdiği önemli eylemler ise şu şekildedir: - Bu alana özgü yeni destek ve finansman modelleri geliştireceğiz.
Bu eylem programının ikisi enerji sektörüyle ilgiliydi.
- Bürokrasiyi azaltarak yatırım ortamını geliştireceğiz.
Birisi yerli ve yenilenebilir kaynaklara dayalı enerji üretim programı, diğeri de enerji verimliliğinin geliştirilmesi ile ilgili atılacak adımlar.
- Kurumlar arası koordinasyonu güçlendireceğiz.
Bu iki konu son yıllarda hükümet tarafından sıkça dillendirilmekle birlikte teşvik programlarının yetersizliği nedeniyle beklenen netice alınamıyordu. Anlaşılan yeni dönemde bu iki konuyla ilgili somut adımlar atılacak. Sayın Başbakan bu iki programı aşağıdaki şekilde sundu. “Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretimi Programı: Bu programımızın amacı enerji alanında yerli kaynaklarımızı maksimum düzeyde harekete geçirmek suretiyle dışa bağımlılığımızı azaltmaktır. Cari açığımızın önemli bölümünün enerji kaynaklı olduğu düşünüldüğünde konunun önemi ortaya çıkmaktadır. 2013 yılında yaklaşık 56 milyar dolar tutarında enerji
38
- Arama ve Ar-ge çalışmalarına ivme kazandıracağız. - Güneş, rüzgar, jeo-termal gibi yenilenebilir enerji alanında envanterimizi yenileyip, kapasitemizi geliştirecek çalışmaları hızlandıracağız. - Linyit kaynaklarımızı akılcı bir şekilde azami düzeyde ekonomimize kazandıracağız. Enerji Verimliliğinin Geliştirilmesi Programı: Enerjiye bağımlılık konusunda en hızlı sonuç alabileceğimiz alan enerji verimliliğidir. Bu programla bir yandan daha az karbon salınımıyla çevreyi korurken diğer yandan daha az girdi kullanımıyla rekabet gücümüzü artırmayı amaçlamaktayız.” Yukarıda açıklanan program
önümüzdeki 5 yılı içeriyor. Adeta mini bir seçim beyannamesi gibi oldu. Bu yenilenen strateji ile ithalata dayalı kaynakların tercih edilmeyeceğini söyleyebiliriz. Bu yeni stratejiye göre sadece doğalgaz değil, ithal kömür de sakıncalı duruma girmiş oluyor. Yenilenebilir kaynaklara dayalı üretim tesisleri için sabit bir fiyattan alım garantisi zaten mevcut ancak yerli kömür kaynakları için alım garantisi söz konusu değil. Yerli kömürden elde edilen elektrik miktarının 32 milyar Kwh’ten 57 milyar Kwh’e çıkartılması kolay bir iş değil. Bir yandan EÜAŞ’ın elindeki tesislerin özelleştirilerek rehabilite edilmesi, bir yandan da yeni üretim tesislerinin devreye girmesi gerekiyor. Bu hedeflenen miktarlara ulaşılması için iyi kurgulanmış finansman modelleri ve teşviklerin uygulamaya geçmesi lazım. Yerli termik santralleri sadece 5. bölge yatırım teşvikinden yararlanabiliyor. Türkiyedeki linyit kalitesinin düşüklüğü, gittikçe zorlaşan maden işletmeciliği ve çevreci tepkiler bu projelerin gerçekleşmesini zorlaştırıyor. Hükümetin açıkladığı eylem planından özellikle yerli kaynakların kullanılması için yeni teşvik ve finansman modellerinin getirileceği mesajını alabiliriz. Bu desteklerin maden işletmeciliği üzerinden mi yoksa elektrik üretimi üzerinden olacağını zaman gösterecek. Bence güvenli ve ekonomik maden işletmeciliği bu tip termik tesislerin en önemli ayağı olduğuna göre işin bu tarafında yapılacak doğrudan ya da dolaylı destekler termik tesisin fizibilitesi üzerinde olumlu etki yapar. Milyar dolarlık termik tesisler için finansman temini çok zor. Hükümetin açıkladığı eylem
planı bu açıdan çok önemli.
çevreci protestolar.
BÜROKRASİNİN AZALTILMASI...
Benim anlamakta zorlandığım, enerji ürünleri ithalatına 5060 milyar USD öderken, yerli kaynaklarını sonuna kadar değerlendirmek isteyen projelere niçin karşı çıkılıyor?
Eylem planında belirtilen bir diğer husus da, bürokrasinin azaltılarak işlerin hızlanması. Buna benzer ifadeler geçmiş yıllarda hükümet programlarına girmişti. Bazı alanlarda iyileşmeler yaşansa da enerji bürokrasisinin dışında kalan diğer kurumlardan alınacak izin, onay ve görüşler işleri yavaşlatıyor. Burada performansı artırmak için iyi bir koordinasyona ihtiyaç var. Her kurum hayati öneme haiz enerji projeleri için hızlı davranmak zorunda. Yapılacak işlerin tanımlanması, süreye bağlanması ve denetlenmesi işlerin hızlanması için önemli katkı sağlar.
YERLİ ARGE ve EKİPMAN KULLANIMI... Programda elektrik üretim tesislerinde kullanılan ekipmanların ArGe’si ve yerli üretim teşviğinden bahsedildi. Son derece önemli bir konu. Daha önceki yazılarımdan birisinde yerli ArGe ve yerli üretime değinmiş, sadece yerli kaynaklara dayalı üretim tesislerine sahip olmanın, cari açığın azaltılmasına katkı sağlasa da yeterli olmadığını, kullanılan ekipmanın da yerlileştirilmesi konusunda çalışılması gerektiğini vurgulamıştım. Yılda yaklaşık olarak 5 milyar USD’lik elektrik üretim yatırımı için yurt dışına yarısı kadar bedel ödediğimizi yazmıştım. Bu hususun eylem programına girmiş olması sevindirici. Altyapısı sağlam kurumlara ve uzun vadeli geliştirme programlarına ihtiyaç var. TEAM (Türkiye Enerji Araştırma Merkezi) kurulmasını bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
ÇEVRECİ PROTESTOLAR... Projelerin hayata geçmesi önündeki engellerden birisi de
39
Başta bu protestoları yapanlar olmak üzere kimse karanlıkta kalmak istemiyor. Hem kesintisiz, kaliteli ve ucuz elektrik diye dayatacaksınız hem de yerli kaynakların değerlendirilmesi için yapılan tesislere karşı duracaksınız. Bu tip davranışlarla ülkenin dışa bağımlılığının devam etmesini istemiş olmuyor musunuz? Bu tip protestoların arkasında hangi güçler var bunlar deşifre edilmeli. Bu protestolara destek veren bazı iyi niyetli vatandaşlarımız da maalesef bu oyunun parçası olduklarının farkında değiller. Özellikle HES, RES gibi yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik üretim tesislerinin yapımına karşı çıkmaları dış kaynaklı bazı güçlerin desteği olmadan mümkün değil. Bu arada bu tesislerin yapımı esnasında özensiz çalışan yapımcıların da bunların eline malzeme verdiğini de hatırlatmak gerekiyor. Kamuoyuna bu tip projelerin önemi ve çevre açısından etkileri iyi anlatılmalı. Yoksa nükleer santrallere yasak getirip, Fransa’da nükleerden elde edilen elektriği ithal eden İtalya’nın durumuna düşeriz. Sonuç olarak; Son 10 yılda enerjide arz güvenliği konusu ve özel sektörün piyasaya girişi ön plandayken gelecekte yine özel sektör eliyle yerli kaynakların tamamının değerlendirilmesi ve arz çeşitliliği gündemde olacak gibi gözüküyor. Bu yeni stratejik eylem planının hem politik kararlarla hem de yasal düzenlemelerle desteklenmesi gerekiyor.
Enerji Piyasasında Vizyon Sorunu Var mı? 2 Aralık 2014
2
000’li yılların başından itibaren de stratejik yönetim ve bunu sağlamak için yapılan stratejik planlar gündeme geldi. Ve belkide ilk defa kamu bu alanda bir çok özel sektör kuruluşuna öncülük etti.
5018 sayılı Kanunda stratejik plan, “kamu idarelerinin orta ve uzun vadeli amaçlarını, temel ilke ve politikalarını, hedef ve önceliklerini, performans ölçütlerini, bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile kaynak dağılımlarını içeren plan” şeklinde tanımlandı.
10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda yer alan stratejik planlamaya ilişkin hükümler 01/01/2005 tarihinde yürürlüğe girdi. 5018 sayılı Kanunda stratejik plan, “kamu idarelerinin orta ve uzun vadeli amaçlarını, temel ilke ve politikalarını, hedef ve önceliklerini, performans ölçütlerini, bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile kaynak dağılımlarını içeren plan” şeklinde tanımlandı ve tüm merkezi ve yerel yönetimlerde zorunlu hale geldi. Peki bu planlar ne işe yarıyor? İş ve işlemler bu vizyon ve amaçlara uygun yapılıyor mu? Aslında hazırlanan stratejik planların son bölümü izleme, ölçme ve değerlendirmeyi içeriyor. Bu açıdan planlarda eksik yok ancak kurumun en üst düzey yöneticileri takip etmediği taktirde planlar raflarda ve arşivlerde tozlanıyor. Performansa dayalı bir yönetim ve ücretlendirme ayağı eksik kaldığı için de programa uygun bir iş yapıp yapmamanızın fazla bir önemi kalmıyor. Şahsen çok önemsediğim ve hem kamu hem de özel sektör kuruluşlarımız için son derece yararlı bulduğum stratejik yönetim ve bunu gerçekleştirebilmek için yapılan planlama çalışmaları
40
istenen seviyeye ulaşmadı. Tüm kamu kurumlarında bu işi takip etmek üzere strateji geliştirme daireleri kurulmasına rağmen bu birimler diğer dairelerden kopuk haldeler ve çoğunlukla bütçe kontrolü üzerine yoğunlaştılar. Bir ürün ya da hizmetin satınalınması için bütçe ödeneği aranma şartı olmasa bunu da yapamayacaklar.
Kamu misyon ve vizyonlarından iki örnek Enerji piyasasına yön veren iki önemli kurumumuzun stratejik planlarında yer alan misyon ve vizyonları ile piyasada büyük oyuncu olan özel sektör kuruluşlarının misyon ve vizyonlarını karşılaştırmak ve aradaki yaklaşımlara bakmak istiyorum. Enerji Bakanlığı’nın 2010-2014 yılları için hazırladığı Stratejik Plan’da misyon; “Enerji ve maden kaynaklarını verimli, zamanında ve çevreye duyarlı şekilde değerlendirerek dışa bağımlılığı azaltmak ve ülke refahına en yüksek katkıyı sağlamak”, Vizyon ise; “enerji ve tabi kaynaklar alanlarında ülkemizi bölgemizde liderliğe taşımak” olarak belirlenmiş. EPDK misyonu; “Enerjinin yeterli, kaliteli, sürekli, ekonomik ve çevreye uyumlu bir şekilde tüketiciye sunulması için düzenleme ve denetleme yapmaktır.” Vizyonu ise “Güçlü, rekabetçi ve şeffaf enerji piyasalarını oluşturacak düzenleme anlayışıyla değer yaratmaktır.” şeklinde belirlenmiş.
Stratejik plan hazırlama çalışmaları tüm iç ve dış paydaşlarla birlikte uzun bir süreçten geçerek yapılıyor. Bu iki önemli kurumun stratejik planları misyon ve vizyonun dışında stratejik amaçlara götürecek yol haritasını içerdiğinden sadece kurum çalışanlarını değil, tüm dış paydaşları yani sektör oyuncularını da yakından ilgilendiriyor. Bu kurumlarımız kendi SWOT analizlerini de yaparak zayıf yönlerini ve tehdit algılarını keza fırsat ve güçlü yanlarını da belirlemiş ve kamuoyuyla paylaşmış durumdalar. Aslında sektöre yön veren bu iki kamu kurumumuz bu planlarla piyasaya ilişkin gelecek arzularını ve hedeflerini paylaşarak şirketlerimiz için çok önemli olan öngörülebilir ve şeffaf bir piyasa için yol haritasını da bizimle paylaşmış oluyorlar.
komşu elektrik sistemleri ile bağlantıları geliştirmek, rekabetçi ve saydam bir enerji piyasası oluşumuna katkıda bulunarak, sektörde güvenilir ve yönlendirici bir kuruluş olmak.”
SEKTÖRÜN DURUMU
G-Vizyon: “Türkiye’de ve dünyada Sektörünün itibarlı şirketlerinden biri olarak Enerji stratejilerinde aktif rol oynamak ve doğal gaz sektörünün gelişimine ve işleyişine destek olmak.”
Peki enerji piyasası oyuncuları bu vizyon ve amaçları ne kadar ve nasıl benimsediler? Piyasada faaliyet gösteren büyük şirketlerin misyon ve vizyonlarını inceleme imkanım oldu. Bir kısmı bu tip çalışmalarını kamuoyuyla paylaşmak istemiyor. Sektörümüzdeki belli başlı oyuncuların misyon ve vizyonlarını isim vermeden paylaşmak istiyorum. Petrol sektöründen, A-Vizyon “Petrol sektöründe performansına özenilen, çevre ve yaşam değerlerine saygılı öncü bir şirket olmaktır.” B- Vizyon “Enerji Oyunu’nun Adını Koyan” Elektrik sektöründen C-Vizyon: “Türkiye Elektrik İletim Sistemini güçlendirmek, kaliteli, sürekli ve ekonomik olarak elektriği iletmek,
D-Vizyon “Bilgi teknolojilerine dayalı modern dağıtım yönetim sistemlerini uygulamak ve dağıtım hizmet sunumunda model alınan bir marka haline gelmektir.”Doğalgaz sektöründen E-Vizyon: “Türkiye’yi doğal gaz ve petrol alanlarında bir enerji koridoru haline getirirken, ulusal ve uluslararası işbirliği fırsatlarını değerlendiren, dünyada saygın, bölgesinde lider ve sektöründe yönlendirici bir kuruluş olmaktır.” F-Vizyon: “Bilgi ve Tecrübesiyle Sektörde Kalıcı Üstünlükler Sağlayarak, Ülkesinde Lider, Dünyada Tanınan Bir Şirket Olmak.
Yukarıda verdiğim örneklere bakıldığında vizyonlar şirketlerin arzuladıkları geleceklere göre bazı farklılıklar gösterse de ulusal enerji vizyonunuyla çelişen bir durumun olmadığını söyleyebiliriz. Şirketlerin üst yönetimleri ulusal, bölgesel ya da uluslararası faaliyet durumlarına göre kendi misyon ve vizyonlarını belirlemiş durumdalar. Yazılı belgelere göre vizyon sorunu olmamakla birlikte arzulanan geleceğe götürecek stratejik amaç ve hedeflerle bu hedeflere ulaşmak için uygulanan eylem ve işlerde bazı problemleri görmek mümkün. Kurumlar için belki de önemsiz gibi gözüken bazı karar ve
41
eylemler piyasa paydaşlarını tedirgin edebiliyor. Öngörülebilir ve şeffaf bir piyasa için kurumlarımızın stratejik planlarını paylaşması kadar, atılacak adımların ve alınacak kararların yayınlanan planlara uygunluğu ve denetimi de son derece önemli. Birçok uluslararası yatırımcının ülkemizde yatırım yaptığını ve bazılarının da piyasaları yakından izlediğini bildiğimize göre, onlara ileriye dönük proje ve beklentilerimizi de şeffaf bir şekilde göstermek gerekiyor. Belirsizlikler kırılma noktaları meydana getiriyor. Politika yapıcılar ve düzenleyicilerin, bu piyasada var olmak ve geleceğine yatırım yapmak isteyenlerle, zaman zaman ortak değerlendirme ve gözden geçirme toplantıları yapması gerekiyor. Aksi takdirde arzulanan vizyona istenen zamanda ulaşamama tehlikesiyle yüzyüze gelebiliriz. Küçük hataları zamanında farkedip düzeltmezsek ileride daha büyük bedeller ödemek durumunda kalabiliriz. Sonuç olarak, Piyasamızda vizyon sorunu olmamakla birlikte atılan bazı adımların kafalarda oluşturduğu soru işaretlerini gözden kaçırmamak gerekiyor. Soru işaretleri çoğalır ve cevapsız kalırsa bu durum yatırımcıları ürkütüp kaçırabilir. Özellikle kritik pozisyonlarda bulunan karar vericilerin eylem ve söylemlerine çok daha fazla özen göstermesi piyasanın istikrarlı gelişimi için son derece önemli. Unutmayalım ki sadece ülkemizde faaliyet gösteren oyuncuların rekabeti yok. Küresel bir rekabetin yaşandığı günümüzde ülkeler de bu rekabetin içerisinde yer alıyorlar. Dikkatli davranmazsak uluslararası yatırımcıları rakip ülke piyasalarına kaptırabiliriz.
AB’nin Enerjiyle İmtihanı 19 Aralık 2014
T
arifeler, tavan fiyatlar, arz güvenliği, iş kazaları, yeni piyasa kanunundan kaynaklanan aksaklıklar vb. hususlar. AB gündemimizde en alt sıralarda...
AB’ye tam üyeliğimiz adeta askıda olduğu için fasıllarda bir ilerleme olmuyor. Hem AB’nin motivasyonu hem de bizim motivasyonumuz en düşük seviyede. Durum böyle olunca kimse yönünü Avrupa’ya çeviremiyor.
AB’ye tam üyeliğimiz adeta askıda olduğu için fasıllarda bir ilerleme olmuyor. Hem AB’nin motivasyonu hem de bizim motivasyonumuz en düşük seviyede. Durum böyle olunca kimse yönünü Avrupa’ya çeviremiyor. Bunlara ilaveten güneyimizde seyreden iç savaşlar da dikkatimizi başka yönlere sevketti. İçinde bulunduğumuz bu şartlar doğal olarak gündelik politik ve sosyo-ekonomik hayatımızı da olumsuz etkiliyor. AB’ye tam üyelik hedefimiz sürekli ertelenir hale geldi. Ne zaman gerçekleşir kimse net bir şey söyleyemiyor. Bu yazımda dikkatleri tekrar Avrupa’ya çekmek ve neler olup bitiyor, kısa bir analiz yapmak istiyorum. Başlangıcı itibariyle sanayinin o günkü temel ihtiyaçları olan kömür (enerji) ve çelik birliği olan birliktelik, sonrasında ekonomik topluluğa (AET) nihayetinde de siyasi birliğe
42
(AB) dönüştü. Bu dönüşümler bir öncekini dışlayarak değil, tam tersine genişleyerek tamamlandı. AB komisyonları sadece siyasi konularla ilgilenip ekonomik aktiviteleri dışlamadan bu projeyi başarıyla büyüttü. Bana göre AB’nin bugünkü başarısında, piyasaların gelişerek tek bir pazar haline gelme hedefinin çok büyük payı var. Bu hedef, birliğe büyük bir motivasyon sağlıyor. Nitekim komisyonların strateji ve programlarında bu izi rahatlıkla görebilirsiniz. AB bugün itibariyle ekonomik ve siyasal ortaklığı temsil ediyor.
Junker Başkanliğinda Yeni AB Komisyonunun Programı.. Sayın Junker başkanlığındaki yeni AB Komisyonu geçtiğimiz aylarda göreve başladı ve 2014-19 yılları arasında yer alan temel amaç ve hedeflerini içeren programını açıkladı. Bilindiği gibi AB Komisyonu Birliğin ortak hükümeti gibi çalışıyor. 28 üye ülke birer temsilci ile Komisyon’da yer alıyor. Komisyon, başkan dahil 28 üyeden oluşuyor. Her üye farklı alanlardaki işlerden sorumlu.
Başkanlığa eski Lüksemburg Başbakanı Sayın Junker uzun tartışmalardan sonra seçildi.
AB Komisyonu’nun enerjiyle ilgili yeni strateji ve amaçlarına gelince;
AB, uzlaşma ve ortaklık kültürüne dayalı bir birlikteliği temsil ediyor. Çok tartışıyorlar, belki çok zaman kaybediyorlar ama 28 üyeli 500 milyonluk dev bir organizasyonu başarıyla yönetiyorlar. Ortak akılla sorunlarını çözme konusunda büyük gelişme kaydettiler.
Üç temel önceliğinden birisini enerjiye ayırmış:
İdeolojilerden ziyade birliğin çıkarlarını ve Avrupa’nın yarım asırdır geliştirdiği demokrasi kriterlerini önceleyerek planlarını hazırlıyorlar. Ancak her büyüyen ve irileşen yapıda olduğu gibi AB’de de bu durumdan kaynaklanan yavaşlama ve hantallıktan şikayetçi olanların sayısı giderek artıyor. Yeni Komisyon’un enerjiden sorumlu üyesi kim oldu? Öncelikleri nedir? Enerji ve iklim değişikliğinden sorumlu komisyon üyesi değişikliğinden bahsetmek istiyorum. Daha önceki Komisyon Üyesi Alman Günther Oettinger idi. Şimdi İspanyol parlementer Miguel Arias Canete oldu. Son dönemlere kadar Alman ekolü enerji komisyonuna liderlik ediyordu. Yeni dönemde bu görev İspanyol Canete’ye geçti. Hukukçu, akademik geçmişi bulunan ve İspanya’da Tarım ve Gıda Bakanlığı yapmış bir isim. Enerji konusunda pek fazla bir deneyimi yok. Ancak özellikle çevreci yaklaşımları nedeniyle yenilenebilir enerjiye daha fazla önem verebileceğini söyleyebiliriz. Performansını birlikte göreceğiz.
“Enerji birliği oluşturmak ve iklim değişikliği ile mücadele” AB Komisyonu enerji ve iklim değişikliğini aynı başlık altında yönetiyor. Bu yeni dönemde 4 temel amaç belirlenmiş durumda; 1. Avrupa Enerji Birliği Oluşturma: Kaynaklarını bir araya getirmek, iletim şebekelerini biribirine bağlamak ve AB üyesi olmayan ülkeler ile müzakere ederken güçleri birleştirmek. 2. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi: Doğu ülkelerinden ithalatın ekonomik veya siyasi maliyeti çok yüksek olursa Avrupa hızla diğer tedarik kanallarına geçiş yapabilir. 3. AB ülkelerini enerji ithalatına daha az bağımlı hale getirmek. 4. AB’yi yenilenebilir enerjide dünyanın bir numarası yapmak ve küresel ısınmayla mücadelede liderlik etmek. Yukarıda sayılan hedeflere baktığımızda çok yeni bir başlık görmediğimizi söyleyebiliriz. AB uzun süredir arz güvenliği ve birleşik bir piyasa hedefini, yaptığı açıklama ve düzenlemelerle söylemekteydi. Keza iklim değişikliği ile ilgili mücadele için yenilenebilir kaynakların kullanımı ve enerji
43
verimliliğinin artırılması da yeni bir hedef olmamakla birlikte 2020 yılı için belirlenmiş olan 20/20/20 (emisyon azaltımı/ yenilenebilir enerji payı/ enerji verimliliği) 40/27/27 olarak revize ediliyor. Ancak arz güvenliğinin yanısıra arz çeşitliliğine daha kuvvetli bir vurgu yapılmış durumda. Mevcut tedarik kaynaklarınınki burada Rusya kasdediliyorekonomik veya politik maliyet analizi yaparak, gerekirse değiştirilmesini hedefliyor. AB, enerji kaynakları kendisine yetmeyen bir birlik. İhtiyacının yüzde 53’lük kısmını ithal ederek karşılıyor. Ayrıca Avrupa’da ki üretimde azalma da söz konusu. En büyük tedarikçilerden birisi de Rusya Federasyonu. Birliğin birincil enerji ürünlerinin yüzde 33’ünü karşılıyor. Rusya’yla, özellikle Ukrayna krizinden dolayı gelinen nokta, amborga uygulanması ve diplomatik ilişkilerin sınırlandırılmasıyla devam ediyor. Kriz henüz çözülmedi. Rusya’nın AB ile uluslararası sorunlarda sık sık karşı karşıya gelmesi, Birliğin Rusya’nın enerji kaynaklarına olan bağımlılığını sorgulamasına neden oldu. Nitekim Rusya’nın Ukrayna güzergahına alternatif olarak geliştirdiği South Stream (Karadeniz üzerinden Bulgaristan’a geçiş) daha başlamadan AB’nin ambargosuyla karşılaştı. Putin bir karşı hamleyle güzergahın Türkiye üzerinden geçeceğini ve Trakya’da Yunanistan sınırına kadar uzanacağını söyledi. Oyun karşı hamlelerle devam edecek gibi gözüküyor. Bu konuya ileriki yazılarımızda daha detaylı değineceğiz. Şimdilik kısa
tutalım. Uzun bir süredir devam eden alternatif kaynak arayışları bu yeni dönemde somut projelerle gündeme gelebilir. Enerjiden sorumlu komisyon üyesi Canete’nin Avrupa Parlemantosu’na verdiği bilgilerden, Rusya dışında doğu ve güneydeki yeni kaynaklara yöneliş hızlanacak gibi gözüküyor. Ancak orada başka sorunlar var.
İran... İran ile müzakerelerde olumlu gelişmeler var, ancak henüz kesin bir anlaşma sağlanmadı. Sağlansa bile boru hattının projelendirilmesi, yapımı ve İran’daki gaz sahalarının geliştirilmesi gerekiyor. En az 5 yıla ihtiyaç var.
Irak... Irak’ta gaz rezervleri tatminkar ama iç savaşın ne zaman ve nasıl sonuçlanacağı belirsiz. Öte yandan Bölgesel Yönetim’le, Merkezi Yönetim arasındaki gelir paylaşımı konusunda mesafe kaydedilmesine rağmen kesin bir anlaşma sağlandığı söylenemez. Keza bu gazı Avrupa’ya taşımak için planlanan transit boru hatları (Nabucco) projesi durdu.
Azerbeycan... TANAP ile Azerbeycan’dan gelecek gaz tek somut proje durumunda. 4 yıldan önce gazın Avrupa’ya ulaşması imkansız. Öte yandan 10-15 bcm’lik kapasite AB için yeterli değil.
Orta Asya... Orta Asya’dan gelecek gazın Hazar Denizi’nden geçişi
komşu ülkelerin anlaşamaması nedeniyle hala belirsizliğini koruyor. O gaz çıkarılsa da TANAP ile taşınma ihtimalı zayıf. Azeriler kendi gazını pazarlamak istiyor. Orta Asya gazına doğudan Çin’in talip olması batı hattının cazibesini de azaltıyor.
kontrollü bir LNG ihracatını düşünebilir.
Doğu Akdeniz...
Avrupa açısından kısa ve orta vadede alternatif kaynak ve güzergahlara erişmek kolay gözükmüyor. Bu projeler için hem siyasi sorunların ve anlaşmazlıkların çözüme kavuşması gerekiyor hem de büyük miktarda finansmana ihtiyaçları var. Yeni yeni ekonomik krizden çıkmaya başlayan AB için bu fotoğraf hiç iç açıcı değil.
AB için diğer alternatif Doğu Akdeniz kaynakları. Doğu Akdeniz’de gazın en ekonomik ve güvenli geçiş yolu Türkiye. Türkiye’nin İsrail yönetimi ve Kıbrıs Rum yönetimiyle olan sorunları hala devam ediyor. AB ve ABD rasyonel bir tavır koyarak Türkiye’nin tezlerine kulak verirlerse bu kaynaklar Avrupa’ya taşınabilir.
Kuzey Afrika... K.Afrika dan sadece Cezayir’den İtalya’ya ve İspanya’ya geçen geçen boru hatları var. Bu gaz İtalya ve İspanya da tüketiliyor. Cezayir in mevcut gaz rezervleri ilave talepleri karşılayacak durumda değil. Diğer alternatif ise gazın LNG olarak taşınması. Ancak LNG boru gazına göre çok daha pahalı.
Kuzey Amerika... ABD geliştirdiği yeni arama ve çıkarma teknikleri ile yeni petrol ve gaz kaynaklarına ulaştı. Artık ithalat yapmıyor. Ancak ABD yönetimi LNG yoluyla gazın ihracatına, iç piyasadaki gaz fiyatlarını yükselteceği endişesiyle çok istekli değil. Pasifik ülkelerine LNG için terminale izin verdi ama Avrupa için müzakereler devam ediyor. AB’nin Rusya’ya bağımlılığını azaltmak için
44
Herhalükarda LNG fiyatlarının boru gazından ucuz olmayacağını dikkate almak gerek. Sonuç olarak,
AB bugüne iç sorunlarını ortak akıl ve uzlaşmayla çözerek geldi. Ancak komşu ülkelerde meydana gelen siyasi sorunları çözmede o kadar başarılı olamadı. AB ekonomik güç ile bazı sorunları aşabilir ancak mali krizle birlikte o imkanları da sınırlandı. Gelinen noktada sadece ekonomik gücü ve diplomasiyi kullanmak, siyasi krizleri çözmek için yeterli olmuyor. Hele bir de bu krizlerin sıcak çatışmaya dönüştüğü yerlerde klasik yöntemler hiç fayda sağlamıyor. AB bu sorunları bakalım nasıl aşacak? Yine Rusya’yla masaya oturup eski düzene devam mı edecekler? Yoksa yeni kaynaklara erişmek için Türkiye’yi ikna etmeye mi çalışacaklar? Ne dersiniz? Hangisi gerçekleşir?
Sığınılacak Liman 7 Ocak 2015
Y
2015’te YEKDEM’den faydalanmak üzere başvuran firma sayısı 238 olurken, bunlardan 4 tanesinin başvurusu, üretim tesisinin kısmen veya tamamen işletmeye geçmediği gerekçesiyle reddedildi.
enilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu’na göre YEK Destekleme Mekanizması’ndan (YEKDEM) yararlanmak isteyen firmaların her yıl 1-31 Ekim tarihleri arasında EPDK’ya başvurmaları gerekiyor. Buna göre, 2015’te YEKDEM’den faydalanmak üzere başvuran firma sayısı 238 olurken, bunlardan 4 tanesinin başvurusu, üretim tesisinin kısmen veya tamamen işletmeye geçmediği gerekçesiyle reddedildi. Ayrıca 2 firma da başvurusunu geri çekti.
bulunan firma sayısı bakımından büyük bir artış görüldü. 2012 yılında 1806,9 MW’lık toplam 78 başvuru ve 2013 yılında ise toplam 537,5 MW ‘lık 38 başvuru yapılmıştı.
2014’e göre büyük artış
1- YEK kanununa göre hidrolik ve rüzgar santralleri için alım fiyatı 7.3 USD cent/kwh. (73 USD/ MWh) Bu tesisler 10 yıl süreyle bu destekten yararlanabiliyor.
Listede yayınlanan 234 başvurudan 126 tanesi hidrolik, 60 tanesi rüzgar, 14 tanesi jeotermal, 34 tanesi biyogaz enerjisine dayalı üretim santrallerinden oluşuyor. 2014 yılı için Ön YEK listesinde yer alan toplam firma sayısı ise 99 olarak gerçekleşmişti. Listede yer alan 234 lisans sahibinin toplam kurulu güç kapasitesi ise 5,677 MW olarak gerçekleşti. 2014 yılı listesinde yer alan 99 lisans sahibinin toplam kurulu gücü ise 1831 MW olmuştu. Ayrıca 2015 yılında başvuruda
46
YEKDEM’den faydalanmak isteyen başvuru sayısı geçtiğimiz yıllara göre niçin arttı? Bu soruya cevap bulabilmek için aşağıda verceğim verilere bakmakta fayda var.
Geçtiğimiz yıllarda bir çok yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik üreten tesisler YEKDEM yerine PMUM (Piyasa Mali Uzlaştırma Merkezi)’da GÖP (Gün Öncesi Piyasa)’da satış yapmayı tercih etmişti. Bunun nedeni aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi, PMUM’da oluşan fiyatların YEKDEM’E göre daha yüksek olmasıydı.
PMUM-GÖP ORTALAMA FİYATLARI ( USD ) 2010 yılı: 88,43 USD/MW 2011 yılı: 79,72 USD/MW 2012 yılı: 86,36 USD/MW 2013 yılı: 81,25 USD/MW 2014 yılı: 76,79 USD/MW (Ekim, Kasım ayı ortalamaları 72 USD/ MW) 2014 yılı son aylarında PMUMGÖP da oluşan ortalama fiyatlar, YEKDEM (73 USD/MWh) fiyatlarının altında kaldı. Döviz paritesindeki dalgalanmalar ve yatırım kredilerinin çoğunun USD bazında olması, sektörün YEKDEM’e yönelmesine sebep oldu. 2- HES tesislerinin büyük bir bölümü - küçük rezervuarlı ve kanal tipi olması nedeniyle - puant saatlerde oluşabilecek yüksek fiyat avantajlarından yararlanma imkanı bulamamaktadır. Öte yandan önceki yıllarda puant saatler 17:00-22:00 arasında iken son yıllarda puant saatler gece yarısı hariç tüm güne hemen hemen eşit bir şekilde yayılmış durumda. Gün boyu suyu tutup akşam saatlerinde üretme avantajı eskisi kadar karlı değil. 3- Özellikle kurak geçen sezonlarda, bahar ayları hariç HES’lerin ortalama elektrik üretim miktarı çok düşük gerçekleşiyor. Hatta can suyunu bırakma yükümlülükleri de eklenince kurak yaz aylarında hemen hemen hiç elektrik üretemiyorlar. PMUM-GÖP’de oluşan yüksek karlı fiyatlar yaz aylarında oluşuyor. Bu dönemde HES’lerin üretimi en az düzeyde olduğundan, oluşan yüksek fiyatlardan da yararlanamıyorlar.
4- RES’lere gelince… Onların depolama imkanı hiç yok. Rüzgar ne kadar eserse o kadar üretim söz konusu. Mevsimsel değişkenlere HES’ler kadar bağımlı olmasalar da gece ve gündüz rüzgar şiddeti farklı olduğundan fiyatların yüksek olduğu saatleri ıskalabiliyorlar. İşin doğası gereği düzensiz ve öngörülemez bir enerji üretim profili mevcut. 5- Her iki tesis türünün PMUM’da satış yapmasının bir başka riski de dengesizliğe girme ihtimali. Özellikle RES’lerde gün öncesinden saatlik üretim tahmini oldukça zor olduğundan RES’lerin cezaya girmeleri söz konusu. Ayrıca EPDK’nın yaptığı son düzenlemeyle aynı şirkete ait birden fazla tesisin kendi içerisinde dengeleme imkanı da kalmadı. Sıfır toleransla karşı karşıya kaldılar. Bu durumda RES’lerin PMUM-GÖP’te satış yapma avantajları kalmadı. 6- PMUM-GÖP ortalama fiyatları geçtiğimiz yıla göre çok az arttı. TL bazında enflasyonu ancak korudu. Ancak USD karşısında gerilemiş oldu. YEKDEM fiyatları USD bazında olduğu için PMUM GÖP’ü tercih etme imkanı kalmadı. 7- Bu tesisler yapılırken bankalar fizibilitelere bakarak ve alım garantisini dikkate alarak kredi verdi. PMUM-GÖP’te satış yapmaya devam eden tesisler kredi geri ödemelerinde sorunlar yaşayabilir. Ya da tesis sahipleri özkaynak ilavesiyle karşı karşıya kalabilir. 8- Bu tesisler düzensiz elektrik ürettikleri için serbest tüketicilerle doğrudan ikili anlaşma yapma imkanı bulamamaktadır. 9- JES ve Biyogaz tesislerin
47
YEKDEM fiyatları PMUM-GÖP fiyatlarına göre çok daha iyi olduğu için bu tesislerin tercihleri geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da YEKDEM’den yana oldu. Peki, PMUM’dan YEKDEM’e yönelmenin piyasaya ve tüketicilere nasıl bir etkisi olabilir? YEK destekleme mekanizması kuralları gereği alım garantili bu tesislerin ürettiği elektrik bedeli, tüm tüketicilere eşit oranda dağıtılıyor. Bugüne kadar bu tesislerin çoğu PMUM’da satış yaptığı için yenilenebilir enerjiye verilen alım garantisi ve teşviklerin tarifelere yani tüketicilere getirdiği ilave yük net olarak hesap edilememişti. 2015 yılından itibaren bu desteklerin tüketicilere getireceği ilave mali yükü daha net göreceğiz. Sonuç olarak; Yukarıda saydığım ekonomik ve idari sebeplerden dolayı getiri belirsizliği ve düşüklüğü riskini taşımak istemeyen yenilenebilir kaynaklara dayalı tesisler, fırtınalı ve bozuk havalar geçinceye kadar YEKDEM’in sakin limanına demir atmış durumdalar. Kur ve PMUM-GÖP fiyatları bu şekilde devam ettiği müddetçe bu limandan çıkmazlar. YEK belgeli tesislerin PMUMGÖP’ten çıkarak YEKDEM’e yönelmelerinin doğal bir sonucu olarak, önümüzdeki dönemde piyasada oluşacak ortalama elektrik toptan ve perakende satış fiyatlarının artma riski bulunduğunu söyleyebilirim.
******* Yeni yılınızı ve Mevlid Kandilinizi tebrik eder, 2015’in 2014’ten daha başarılı ve bereketli olmasını dilerim.
Denetim
20 Ocak 2015
B
iliyorum biraz sevimsiz bir kavram ama piyasanın bir gerçeğinden bahsetmek ve bu sevimsiz görünen durumu nasıl lehimize çevirir ve işimize yarar hale getirebiliriz, bunun cevabını aramak istiyorum.
Kurum, denetim işlerinin bir kısmını yetkilendireceği özel firmalar eliyle yapmayı denedi ancak Danıştay ve Anayasa Mahkemesi engeli ile karşılaştı. Bu durumda kurumun tüm saha denetimlerini kendi personeli eliyle yapması ya da bu hizmeti diğer kamu kurumları eliyle yapması gibi bir zorunluluk doğdu.
Enerji piyasasında lisans almış şirketlerin mevzuata uygun faaliyet göstermek zorunda olduğunu biliyorsunuz. Elektrik, doğalgaz, petrol ve LPG sektörlerinde üretimden tüketime tüm değer zinciri boyunca yapılan her faaliyet, yasa ve yönetmelikler ile tanımlanmış durumda. Piyasa kanunlarının ilgili maddelerine göre düzenlemelere aykırı davranışlara karşı idari yaptırımlar da belirlenmiş durumda. Piyasalara göre farklılık olmakla birlikte suçun büyüklüğüne bağlı olarak uyarıdan, para cezasına, hatta lisans iptalinden hapis cezasına kadar çeşitli cezalar ve yaptırımlar söz konusu. EPDK kendi uzmanları ya da yetkilendirdiği diğer kamu denetim elemanları vasıtasıyla bu denetimleri yapıyor. Açılan soruşturmalar da Kurul Kararı’yla sonlandırılıyor. Kurum, tüketiciler tarafından sık denetleme yapmadığı için, sektör tarafından da fazla ve yersiz denetim yaptığı için eleştirilere maruz kalıyor.
48
Dolayısıyla bu yönü itibariyle her iki tarafın da memnuniyet oranı düşük. Denetimlerde etkinliğin artırılması ve tüm yurt genelinde yapılması arzulanan bir hedef olmakla birlikte, personel yetersizliği, denetlenecek şirket sayısının fazlalığı, coğrafyanın büyüklüğü, tek merkezden yapılması gibi sebeplerden dolayı, çok kolay başarılacak bir husus değil. Kurum, denetim işlerinin bir kısmını yetkilendireceği özel firmalar eliyle yapmayı denedi ancak Danıştay ve Anayasa Mahkemesi engeli ile karşılaştı. Bu durumda kurumun tüm saha denetimlerini kendi personeli eliyle yapması ya da bu hizmeti diğer kamu kurumları eliyle yapması gibi bir zorunluluk doğdu. Kurum bu sorunu taşra teşkilatı güçlü olan kurumlarla protokol yaparak aşmaya çalıştı. Bildiğiniz üzere petrol ve LPG piyasalarında saha denetimleri protokolcü kuruluşlar (İçişleri, Sanayi Bakanlığı vb.) tarafından yapılıyor. Elektrik piyasasında sadece dağıtım şirketlerinin saha denetimleri Enerji Bakanlığı tarafından yapılıyor. Doğalgaz piyasasında ise dağıtım şirketleri kurumun yetkilendirdiği bağımsız kuruluşlarca denetleniyor. Dört büyük piyasanın tüm saha denetim raporları Kurum’un Denetim Dairesi tarafından değerlendirilip, Kurul’un görüş ve
onayına sunuluyor. Denetimin başından sonuna kadar geçen bu süreç, yapılması gereken laboratuvar aşamasını da eklediğinizde çok zaman tüketiyor. Peki, nasıl bir yöntem geliştirilmeli? Özellikle büyük ve karmaşık tesislerin uzmanlık gerektiren denetimlerinin, bu niteliği olmayan diğer kamu personeline yaptırılmasının bazı sakıncaları olduğunu belirtmem lazım. Kurum’un bu süreci analiz ederek, daha etkin, verimli bir yapılanmaya ve gerekirse yeni bir organizasyona gitmesinde piyasanın gelişimi açısından büyük fayda var. Maliye Bakanlığı devletin gelirlerini tahsil edebilmek için hem kendi personelini hem de yetki ve sorumluluk verdiği dış denetçileri (YMM, Bağımsız Denetçi vb.) kullanabilirken enerji piyasasında bu mümkün olamadı. Denetlenmek ve hesap vermek, herkesin hoşuna giden bir durum değil. Ama bir gerçek var ki, işleri hem teknik hem de idari düzenlemelere uygun yapmak, ileride yaşanabilecek bazı olumsuz durumları ya da ödenebilecek daha yüksek bedelleri veya yaptırımları önlemiş olur. Yapılan düzenlemeler ve konulan kurallar aslında hem çalışanın, hem varlıkların hem de tüketicilerin can ve mal emniyetini sağlamış oluyor. Öte yandan tüketiciyle aranızdaki ilişkiyi düzenleyerek haklarınızı teminat altına alıyor. Şirketlerimiz kendi denetimlerini yapamazlar mı?
Bazı kurumsallaşmış şirketlerimizi istisna tutarak söylüyorum. Maalesef şirket iç denetimleri sadece yasal olarak yapılması gerekenlerle sınırlı. Ya da hissedarların yönetici ve çalışanlarını gelir ve gider işlemleri yönünden denetlemekle sınırlı. Özellikle tarifesi düzenlemeye tabi şirketler (Dağıtım, iletim vb.) idari ve teknik denetimleri ya kendi uzmanları eliyle ya da dışarıdan alacakları bağımsız denetim hizmetiyle yaptırabilirler. Bu şekilde yapılacak bir iç denetim, teknik ve idari mevzuata aykırı durumların ortaya çıkmasını ve anında düzeltilmesini sağlayacaktır. Bu düzeltmeler ileride kurum tarafından yapılacak denetimlerde karşılaşılabilecek yaptırımları ya da muhtemel iş kazalarını önlemiş olur. Bu iç denetimler çalışan personeli de eğitmiş ve olası büyük riskleri de önlemiş olur. Asıl amaç iş ve işlemleri yaparken düzenlemelere uygun gerçekleştirmek olmalı. Ancak çalışanların iyi eğitilmemesi ya da aceleyle yapılan işler dolayısıyla istemeden de olsa aykırılıklar oluşabiliyor. Unutmayalım ki, enerji sektörünün hemen her bölümü tehlikeli iş kollarından sayılıyor. Bu denetimlerin sadece idari ve ticari düzenlemelerle sınırlı kalmaması, işletme düzeyinde teknik standartları da içermesi gerekiyor. Kurumsallaşmasını tamamlayan şirketlerimizde entegre yönetim sistemleri bulunmakla birlikte, insan kaynağının iyi donatılmaması ve zaman zaman
49
denetlenmemesi işletmeleri bazı sorunlarla karşı karşıya getirebiliyor. Şirketlerimizde bazı sistemlerin belgelendirilmeye çalışıldığını biliyoruz. Bu da yetmez, hem sistemin, hem hizmet ve ürünlerin, hem de insan kaynağının belgelendirilmesi ve mümkünse dış ya da iç denetimlerle test edilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak; Hemen herkes enerji ürün ve hizmetlerini kullandığına göre, hem çalışanların, hem tüketicilerin hem de üçüncü şahısların, sunulan bu ürün ve hizmetlerden zarar görmesini önlemek ve tüketici memnuniyetini artırmak için bir kamu kurumunun sizi denetlemesinden önce lütfen kendinizi denetleyin. İnanın bunun bedeli sonradan ortaya çıkacak, telafisi güç ve daha yüksek bedellere göre çok daha az olacaktır. Kısaca; hesaba çekilmeden, kendimizi hesaba çekelim... “2015 Türkiye Enerji Zirvesi hangi şehirde düzenlensin?” anketi www. turkeyenergysummit.com ve www.petroturk.com adresinde devam ediyor. Sürpriz yapan aday kentler var. Anket sonunda organizasyon komitesi en çok oy alan şehirler arasında ulaşım, konaklama ve tesis kapasitelerini de dikkate alarak bir değerlendirme yaparak kararını verecek. Ankete katılım çok yüksek ve yarış devam ediyor. Bakalım hangi şehir ipi göğüsleyecek?
Güç ve Stres Testi 10 Şubat 2015
Geçtiğimiz yıl Mart ayında Gas & Power’da yazdığım ilk köşe yazım: “Enerjinin bedeli ya da diyeti - Kim nasıl ve ne kadar ödüyor?” O günden bugüne yaklaşık 10 ay ay geçti yine petrol ve gaz fiyatlarını konuşuyoruz. Yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere petrol -enerji- fiyatlarının niçin düşmediği ve yükselmeye devam ettiğini analiz etmeye çalışmıştım.
Yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere petrol -enerjifiyatlarının niçin düşmediği ve yükselmeye devam ettiğini analiz etmeye çalışmıştım.
Şimdi yazıdan bir bölümü hatırlayalım: “Bu ürün ve hizmetlerin hiç kuşkusuz bir bedeli var. Faturada gördüğümüz ve ödediğimiz bedel gerçek maliyetleri ne kadar yansıtıyor? Hiç şüphesiz maliyetlerin bir kısmı faturalara yansımakta ama görülmeyen ya da hesaba katılamayan bazı maliyetler de var. Küresel ekonomik krizin başlarında fiyatlar düşse de son bir iki yılda petrolün tahtını kimse sallayamadı. Londra merkezli borsada oluşan fiyatlar 100 -110 USD civarında seyrediyor. Doğalgaz ve kömür fiyatları da petrol fiyatlarına bağımlı ve ikame ürün olduğu için -kısa süreli fiyat değişiklikleri dışında-fazla değişmedi. Peki gerçekten arama ve çıkartma faaliyetleri bu kadar pahalı mı?
MALİYETLER... Hiç bir üretici maliyetlerini tam açıklamasa da biliyoruz ki karada çıkartılan petrolün maliyetleri 20-30 USD, off-shore (denizlerde) 60-70 USD civarında. Petrolün ağırlıklı bir kısmı karalarda üretildiğine göre niçin fiyatlar hala yüksek seyrediyor?” diye sormuş ve cevabını aramaya
50
çalışmıştım.
ARZ TALEP DENGESİ Öncelikle arz talep dengesine bakmakta fayda var. Dünyada günlük petrol üretimi 90 milyon varil civarında, tüketim de buna yakın. Şimdilik arz güvenliğinde bir sıkıntı yok. Küresel ekonomik krizin etkisiyle petrol ürünlerinde talep artışı hızı yavaşlasada son 10 yıllık verilere bakıldığında yıllık ortalama yüzde 1,4’luk talep artışı sağlandı. Son yıllarda özellikle ABD’de geliştirilen yatay sondaj teknikleri sayesinde klasik yöntemlerle daha önce çıkartılması ekonomik olmayan petrol ve doğalgazın çıkartılması artık mümkün. Bu teknoloji sayesinde ABD gaz ithalatını ihracata çevirme noktasına getirmiştir. Bu teknoloji şimdilik ABD’de kullanılıyor diğer ülkelerde henüz yaygınlaşmadı. Ama yakın bir gelecekte diğer ülkelerde de yaygınlaşacak gibi gözüküyor. ABD’deki doğalgaz fiyatları Avrupa’ya göre yüzde 30 petrol fiyatları ise yüzde 10 daha ucuz. Yeni arama ve çıkartma teknolojisi klasik yöntemlere göre daha pahalı olmasına rağmen ürünler ucuzluyor. Acaba neden? İspatlanmış hidrokarbon rezervlerine göre petrol 50, doğalgaz 60 yıl yetecekti. Fakat Bu yeni yöntem sayesinde petrolün ve doğalgazın ömrü en az iki kat uzayacak hale geldi. Başka bir ifadeyle bu yüzyıl içinde herhangi bir arz sıkıntısı yok.
SPEKÜLASYON VAR MI? Petrol fiyatları üzerinde spekülasyonun etkisi var mıdır? Bu konuda Oxford Üniversitesi Enerji Araştırmaları Enstitisü’ nün 2012 yılında yaptığı çalışmada; spekülasyonun petrol fiyatlarının
değişimine etkisinin belirlenemediği ortaya çıktı. Piyasadaki fiyat oluşumunu etkileyen en büyük nedenlerden arz açığı sorunu olmadığına göre, spekülasyonun etkisi de sıfıra yakın olduğuna göre üretim maliyetleri ile satış fiyatları arasındaki bu büyük farkın sebebi nedir? diye sormuş ve şöyle devam etmiştim: Ortadoğu bölgesi yeryüzündeki tüm kaynakların yaklaşık yarısına, doğalgaz kaynaklarının ise yüzde 40’ına sahip. Bu ülkelerin bir çoğunda geçtiğimiz asırda bir çok savaş çıktı, bugün nitelik değiştirse de devam ediyor ve başları beladan kurtulmuyor. Rejim sorunları bir türlü çözülemiyor. Milyarlarca USD maddi kayıp, yüzbinlerce insan kaybı oluştu. Hadi maddi zararları bir şekilde hesap ettiniz ve maliyetlerinize yansıttınız . Ölen insanların değerini nasıl hesap edip maliyetlere ekleyeceksiniz? Üstelik güvenlik sorunları ve ülkeler arasındaki ihtilaflar devam ederken fiyatlar nasıl inecek? Petrol ve doğalgaz satış fiyatları ile maliyetleri arasındaki bu fark; aslında klasik tanımıyla bir kar değil, bunu görülemeyen veya hesap edilemeyen maliyet olarak kabul etmek mümkün. ABD’de bulunan yeni teknoloji bile fiyatları Amerika kıtası dışında düşüremediğine göre, sorun büyük ve çözümün de ne zaman gerçekleşeceği belirsizliğini koruyor. Doğal kaynakların bol olduğu ülkelerde ve geçiş konumundaki yerlerde güvenlik sorunları bitmeden, yönetimler istikrara kavuşmadan fiyatlar istenen seviyelere düşmez. İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Fiyatların düşmesini istemeyenlerle, huzur ve barışı istemeyenler arasında gizli bir ilişki mi var?” Yazıya burada ara vermek ve bir özeleştri yapmak istiyorum. Petrol fiyatları o günden bugüne yarı yarıya düştüğü, petrol kaynakları açısından zengin olan Ortadoğu’da sorunların azalmayıp daha da arttığı, arama ve üretim maliyetlerinde, arz ve talepte bir değişiklik olmadığı
gözönüne alınırsa, yüksek fiyatların gerekçelerinde yanılmış olmam lazım. Ya da gerçek aktörler bu savaşta taktik değişikliğine giderek, bazı cephelerden çekilmeye ve karşı tarafın gerçek gücünü test etmeye çalışıyorlar. Adeta güç ve stres testine tabi tutmak istiyorlar. Bu savaşta kaynakları yeterli ve direnci güçlü olan galip çıkacak. Tabii ki bu dediklerimin doğru çıkması için biraz zamana ihtiyaç var. O yazımı aşağıdaki bölümle bitirmiştim. Sonuç olarak; enerji faturalarında ödediğimiz bedeller tüm maliyetleri yansıtmıyor, hesaba katılamayan bedelleri, ülkelerin yöneticileri, iş dünyası ve tüketicileri ödüyor, kimi varlıklarını, kimi itibarını, kimi iktidarını, kimi huzurunu, kimi de hayatını kaybederek.
üzerine OPEC de petrol fiyatları sorumluluğunu piyasaya devretti ve o da kenara çekildi. OPEC kararına katılmayan iki üye ülke vardı: İran ve Venezuela! Suudi Arabistan’ın kenara çekilmesi petrol sektörünü ABD’ye teslim etmiş oldu.” Suudi Arabistan oynadığı rolden sıkılmış olmalı. Biraz da siz oynayın ben seyredeyim dedi. OPEC üyeleri toplanıp dağılıyorlar, kimse üretimi azaltmak istemiyor. Zira OPEC üyeleri düşen fiyatlar karşısında zaten büyük miktarda gelir kaybına uğradılar. Önümüzdeki Haziran ayına kadar önemli bir değişiklik beklenmiyor. Bu işten kimler kazançlı çıkıp kimler kaybedecek kısaca bakalım isterseniz.
Kazananlar: - Hiç şüphesiz petrol üretimi olmayan ya da ithal etmek zorunda kalan bizim gibi ülkeler,
Sanırım sonuç kısmına, bugün yaşanan duruma karşılık gelmesi için; “fiyatlar çıkarken de düşerken de” diye bir giriş cümlesi eklemem gerekiyor.
- Bu ürünleri tüketenler, yaklaşık 1,5-2 trilyon USD daha az para harcamış olacak.
KAZANANLAR, KAYBEDENLER
-Petrol üreten ve ihraç eden ülkeler, başta Rusya ve İran olmak üzere diğer OPEC ülkeleri.
Özellikle son altı ayda petrol fiyatları kimsenin beklemediği şekilde tepe taklak aşağı düştü. Bu yazıyı yazdığım günlerde ham petrolün varil fiyatı 50 USD’nin altındaydı. Arz ve talepte geçmişe göre önemli bir değişiklik yok, günlük üretim 90-92 milyon varil civarında. Global enerji stratejisyeni Daniel Yergin geçtiğimiz günlerde bir değerlendirmesinde aşağıdaki bilgiyi paylaştı. “Yıllar boyu Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, ‘swing producer’ denen görevlerini yapar, yani üretimlerini arttırır veya azaltır ve bu şekilde global piyasa bolluk ve kıtlığa uyum sağlardı. Ancak 27 Kasım tarihindeki OPEC toplantısında Suudi Arabistan bu rolü oynamaktan vazgeçti. Bunun
51
Kaybedenler:
- Petrolü çıkaran, işleyen, dağıtan ve ticaretini yapan şirketler. -Bu şirketlere yatırım yapan fonlar. - Petrol faaliyeti yapan şirketlere ürün ve hizmet satanlar. - Petrol ihrac eden ülkelere ürün ve hizmet satanlar. - Bu şirket ve ülkelere kredi veren bankalar. - Çevreci teknolojiler ve yenilenebilir yatırımlar. Gördüğünüz gibi kaybedenlerin gücü kazananların gücünden fazla. Küresel ekonomi iyileşir ve piyasalar toparlanmaya başlarsa petrol üreticilerinin blançolarını düzeltmek için tepkisel fiyat artışları beni daha çok korkutuyor.
Düzenleme Kültürü 24 Şubat 2015
-Düzenleme kurumlarına neden ihtiyaç duyuldu? -Kamu kurumları bu kurumlara nasıl bakıyor? -Özel sektör kuruluşları yeni durumu nasıl algıladı? -Tüketiciler yeni yapıların farkında mı? Son 20 yılda gündemimize giren bu kurumların sosyo-ekonomik hayatımıza olan etkilerini daha iyi anlayabilmek için yukarıdaki soruların cevaplarını arayalım. Düzenleme kültürümüzün nasıl geliştiğine birlikte bakalım. Türkiye’de piyasaları düzenleyen ve denetleyen bağımsız kurumların geçmişi çok eskiye gitmiyor. Türkiye’nin AB vizyonuna uygun olarak icra edilen serbest piyasa politikaları doğrultusunda sermaye ve para piyasalarından başlayarak doğal tekel durumundaki şebeke işletmelerini de içine alacak şekilde bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumlar kuruldu. Demokratik parlamenter sistemlerde sık sık hükümet değişiklikleri olabiliyor ve koalisyonlar yönetime gelebiliyor. Nitekim bugün birçok AB ülkesinde koalisyon hükümetleri iş başında. Sosyal ve ekonomik krizlerde politik istikrarı korumak çoğu zaman zorlaşıyor. İşte bu dönemlerde, piyasaların politik istikrarsızlıklardan asgari düzeyde etkilenmesi ve piyasa istikrarının sürdürülebilmesi için bağımsız piyasa düzenleyicilerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuluyor. İlk olarak SPK (Sermaye Piyasası Kurulu) ve RK (Rekabet Kurumu) 1990’lı yıllarda kamu kurumları içerisinde yerini aldı. Bu kurumlar zaten çoğu serbest piyasada faaliyet gösteren özel
sektör kuruluşlarını düzenleme ve denetlemeye başladı. Kobilere göre daha kurumsallaşmış olan bu şirketler çok fazla zorlanmadan kurallı piyasaya uyum sağladı. 2000 yılından sonra kurulan BTK (Bilgi Teknolojileri Kurumu), EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) gibi yeni piyasa düzenleyici kurumlar ise geçmişte kamu tekeliyle yürütülen geniş tüketici kitlelerinin kullandığı alt yapı hizmetlerini düzenlemeye ve denetlemeye başladı. Bir yandan kamu, bir yandan özel sektör bu düzenleme iklimine tabi oldu. Düzenleme kurumlarının bize göre daha eski olduğu AB ve ABD’deki örnekler yakından incelediğinde, uygulamalarda büyük bir benzerlik olduğunu hatta bazı ülkelerden daha ileride olduğumuzu bile söyleyebiliriz. Kamu yönetiminin yaklaşımı Devlet örgütleri yasama, yürütme ve yargı şeklinde birbirinden bağımsız yapılara ayrılmış durumda. Düzenleme kurumlarının bağımsız olması, atama ve görevden alma biçimleri gibi temel hususlarda bazı farklılıkları olsa da yürütmenin içerisinde yer aldıklarını söyleyebiliriz. Düzenleyici kurumlar yetki ve sorumlulukları itibariyle ikincil dereceden yasama, yürütme ve yargılama yapmaktalar. Bu kurumlar mali ve idari işlemler açısından Cumhurbaşkanlığı DDK, Başbakanlık Teftiş Kurulu, Bakanlık Teftiş Başkanlığı, Sayıştay, Danıştay gibi denetim ve teftiş kurumlarının denetimine tabiler. Geleneksel kamu yapısında yer alan kurumların yönetici ve çalışanları bu kurumlarla
52
ilişkilerinde başlangıçta sağlıklı bir iletişim kuramadı ve bazı sorunlar yaşadı. Öte yandan bazı işlerde düzenleyici kurumlar da bağımsızlıklarını abartarak kendilerini yürütmenin dışında görmeye başladı. Politika yapıcılarla piyasa yapanlar arasındaki tartışma alanı, yetki ve sorumluluk alanlarının net olmamasından kaynaklanıyor. Bir piyasanın temel politikaları, vizyon ve stratejilerini belirleme yetkisi siyaset kurumuna bırakılmalı. Düzenleme kurumları ise hükümetin temel politikalarına -ki yasal düzenlemeler bunun bir parçasıdır- uyumlu bir piyasa yapısını hayata geçirmekle görevli olmalı. Çok hassas bir ayrım söz konusu. Hem düzenleme kurumlarının bağımsızlığı etkilenmemeli, hem de halkın desteğini alarak ülke yönetimini üstlenmiş siyaset makamının sorumluluğu örselenmemeli. Yargı ile yürütme erkleri arasındaki ilişkiye benzetmek ve düzenleme kurumları ile yürütme organları arasına duvar örmek son derece tehlikeli. Demokratik toplumlarda bu duvar -izolasyon- seçmenin iş ve özel hayatını olumsuz etkilemeye başladığında, seçmen bunun hesabını sandıkta sorabiliyor. Nitekim batıda bunun örneklerini görüyoruz. Düzenleme kurumları asıl itibariyle yürütmenin bir parçası olduğundan üst kurullara atamaları Bakanlar Kurulu tarafından yapılıyor. Kurumlar arası uygulama farklılıkları nereden kaynaklanıyor? Bakanlıkların teşkilat yapısı ve çalışma usulleri ile
düzenleme kurumlarının teşkilat yapısı ve çalışma usullerini karşılaştırdığımızda aradaki farkı daha net görebiliriz. Bakanlıklarda siyasi kimliği olan Bakan, doğal olarak hem atamalardan hem de atadığı bu kişileri görevlendirmekten sorumlu. Şüphesiz yasalara uyma sorumluluğu Bakan dahil tüm memurları bağlayıcı nitelikte olmasına rağmen yasaları uygularken seçilen strateji ve araçlar Bakan’ın tercihine bağlı. Süreçler istendiği gibi ilerlemediğinde, Bakan değişikliğe giderek, bunu maiyetindeki bürokratlara yazılı ya da sözlü olarak talimatlandırabilir. Eğer yasalardan kaynaklanan aksaklık olursa hükümetin bir üyesi olarak meclise değişiklik önerisiyle de gidebilir. Bu yönüyle baktığınızda Bakanlıklar aksaklık ve gecikmeleri önleyecek araçları daha kolay ve hızlı bir şekilde çözme imkanına sahip. Düzenleme kurumları ise yapısı gereği bu araç ve yöntemleri ancak ilişkili Bakanlıklar üzerinden kullanabilmekte. Ya da yasaların kendisine verdiği yetki çerçevesinde yönetmelik değişiklikleri ile aşmaya çalışmakta. “Düzenleme kurumlarını bağlayan en önemli unsur piyasa kanunları olduğuna ve yapıları gereği herhangi bir kurumdan talimat almadıklarına göre bu kurumlar arasında zaman zaman oluşan görüş farklılıkları nasıl giderilebilir?” şeklinde bir soru aklınıza gelebilir. Hükümet veya Bakanlığın vizyon ve strateji belgeleri, düzenleyici kurumların görüşleri alınarak tüm yürütme organlarını kapsayacak şekilde hazırlanmalı ve düzenleme kurumlarının ikincil düzenleme yaparken ya da mevzuatı uygularken onlara rehberlik edebilecek yapıda olmalarına özen gösterilmelidir. Bu şekilde bağımsız düzenleme kurumları da yürütmenin asıl unsurları ile vizyon ve strateji birliğine kavuşmuş olur. Buna rağmen, kurumlar arası koordinasyon ve diyalog sürecinin, zaman zaman ortaya çıkan uyuşmazlıkları en aza indirecek bir yöntem olarak görülmesi gerekir. Politika yapıcılarla düzenleyici
kurumlar arasındaki bu sorunlar AB devletlerinde var mı? AB ülkelerinde bu pozisyonlarda çalışan arkadaşlarım oldu. Onlar da benzer sorunları yaşadıklarını ifade ediyor. Özellikle sosyo-ekonomik kriz anlarında bu sorunlar tavan yapıyor. Özel sektörün yaklaşımı Özel sektör başlangıçta bu kurumları klasik kamu kurumları gibi gördü. Uzun yıllar kamu tekeliyle işletilen büyük kurumlar özelleşince, buraları devralan şirketler bazı yönetim hataları yaptı. Verilen hizmetin kamusal yönü değişmemiş ancak sahipleri değişmişti. Daha önceki deneyimleri, düzenlenmiş piyasada faaliyet göstermeye elverişli değildi. Geçiş döneminin yapısal sorunları kamu, özel sektör ve tüketici herkesi etkilemişti. Hatalı davranış gösteren ve kural ihlali yapan herkes yasal yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. Diğer kamu kurumlarının klasik davranışlarını bu yeni kurumlar göstermedi. Düzenleme taslakları esnasında ya hiç katkı sağlamadılar ya da tezlerini yeteri kadar anlatıp ikna edemediler. Özel sektör talep ve beklentilerine olumlu yanıt alamayınca politika yapıcılara derdini anlatmaya ve destek aramaya çalıştı. Ancak çoğu zaman bu yöntemden de sonuç alamadılar. Bu yeni tutum özel sektör tarafından biraz geç algılansa da sonunda süreçleri yakından takip etmeye ve katkı sağlamaya başladılar. Gelinen noktanın piyasanın daha istikrarlı ve dengeli gelişmesi için ümit verici olduğunu söylemem lazım. Tüketicilere gelince… Tüketiciler bu yeni durumu ve kurumları kavramakta zorlandı. Hala büyük tüketiciler hariç tam ve doğru olarak algılanmadığını söylersek yanlış olmaz. Tüketici klasik olarak bir ürün veya hizmeti alırken önce fiyatına sonra da kalitesine bakıyor. Örgütlü bir yapıları da olmadığı için bireysel davranış içerisine girerek tepki göstermeye başlıyor. Bizdeki
53
tüketici örgütleri maalesef konulara ideolojik açıdan ve tek boyutlu baktıkları için yeni piyasanın kendilerine getirdiği avantajları farkedemiyor. Düzenleme kurumları yaptıkları mevzuatlarda her ne kadar tüketici haklarını korumayı hedeflese de bu ilişki çoğu zaman tek taraflı oldu. Mevzuat taslaklarına gelen görüşlerde tüketici ya da temsilci örgütlerinin katkısı çok az. Talep tarafı yani tüketiciler oyunun içinde aktif değil pasif -seyircidurumunda. Kurumla ilişkileri başlarına gelen bir olayı şikâyet etmeyle sınırlı. Haklarını çok iyi bilemedikleri için netice almaları zaman alıyor. Kurumların içinde tüketici temsilciliği yapacak birimler ya yok ya da yetersiz. Bu aşamada tüketicilere yeni sistemin tanıtılması herkesin işini çok daha kolaylaştıracaktır. 2000’li yıllarda tanıştığımız bu kurumlar kurumsallaşma yolunda kısa zamanda büyük mesafe aldı. Hem klasik kamu yapılanması hem de özel sektör bu kurumları tanımakta zorluklar yaşamasına rağmen, gelinen nokta gelecek için büyük umut vermektedir. Yeter ki bu kurumlara farklılıklarını yok etmeden ve güçlendirerek sahip çıkalım. Yeter ki taraflar birbirine hoşgörü ve empatiyle yaklaşsın... İşte o zaman yaşanan sorunların büyük bir kısmının çözüldüğüne şahit olacağız. Eski Türkiye’nin tek yönlü piyasa yapısına dönersek hem özel sektör hem de tüketiciler olarak birçok kazanımı kaybetmiş oluruz. Küresel rekabetin getirdiği zorluk ve avantajları birlikte yaşamak zorundayız. Mükemmel bir piyasa dünyanın hiç bir yerinde yok ama herkes daha iyiyi yakalama peşinde koşuyor. EN İYİ, İYİNİN DÜŞMANIDIR... *** Bu arada ataması yapılan EPİAŞ Kurucu Yönetim Kurulu Üyelerini tebrik eder, görevlerinde başarılar dilerim.
Düzenleme Kalitesi 17 Mart 2015
B Küresel rekabet sadece şirketlerin değil ülkeyi yönetenlerin de başarılı bir şekilde yönetmesi gereken bir konu. İçeride anlamsız kavgalar ve çatışmalar rekabet yarışında bizi geri bırakabiliyor. Ortak akla her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu bir döneme giriyoruz.
ir önceki yazımda Türkiye’deki düzenleme kültüründen bahsederek piyasa paydaşlarının bu kurumlara olan yaklaşımı ve tavırlarını analiz etmeye çalışmıştım. Bu yazımda ise “nasıl bir düzenleme yapmalıyız? Yaptığımız düzenlemenin kalitesini ve performansını nasıl ölçmeliyiz?” sorularının cevabını aramaya çalışacağım. Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı “Mevzuat Hazırlama Esas ve Usulleri Yönetmeliği” tüm kamu kurumlarının hazırlayacağı ikincil düzenlemelerin uyacağı şartları belirlemekte. Bu esas ve usuller daha çok şekil şartlarını içermekte, piyasa düzenlemelerine hitap etmemektedir. Kalite ve performans ölçütleri ise hiç yer almamaktadır. AB’de bazı kaynaklar mevcut olmakla birlikte derli toplu tek yurtdışı kaynağını OECD’de buldum. OECD, Türkiye’nin de üyesi olduğu ülkeler için hazırladığı “Guiding Princibles for Regulatory Quality and Performance” adlı
54
bir raporla iyi bir düzenleme “good regulation” için yapılması gerekenleri belirlemiş ve üye ülkelere tavsiye etme kararı almış. Ben burada rapordan genel bir özet aktarmak istiyorum. (1) Açıkça tanımlanmış politika hedeflerine hizmet etmeli ve bu hedeflere ulaşmada etkili olmalı; (2) Sağlam hukuki ve bilimsel bir temeli olmalı; (3) Toplum üzerindeki ekonomik, çevresel ve sosyal etkileri de dikkate alınarak hazırlanan gerçekçi maliyetler ile toplum yararına faydalar üretmeli (etki analizi); (4) Maliyetleri ve piyasa çarpıklıklarını en aza indirmeli; (5) Piyasa teşvikleri ve hedef tabanlı yaklaşımlarla yeniliği (inovasyon) özendirmeli; (6) Kullanıcılar için, açık, basit ve uygulanabilir olmalı; (7) Diğer düzenlemeler ve politikalar ile tutarlı olmalı; (8) Serbest rekabet ve ticaret
ile mümkün olduğu kadar uyumlu olmalı, (9) Yurtiçi ve uluslararası düzeyde yatırımı kolaylaştırmalı. (10) Şeffaf olmalı ve ayırımcılık yapmamalı (11) Düzenleme yapılmadan önce ilgili tarafların görüşleri alınmalı. (public consultation) OECD’nin bu raporunda bahsettiği genel ilkeler aşağı yukarı AB regülasyonlarında da görebileceğimiz hususlar. Peki bizde nasıl? Yukarıda sayılan temel özelliklerin bir kısmı, piyasa kanunlarında görebileceğimiz hususlar olmakla birlikte düzenlemenin her aşamasına rehberlik etmekten uzak olduğunu söyleyebilirim. Asıl sorun, bu kurallar yazılı olsun ya da olmasın düzenleme kalitesinin nasıl ölçüleceğinde kilitlenmektedir. Yapılan düzenlemenin kalitesini ölçecek bir gösterge elimizde mevcut değil. Piyasa paydaşlarının memnuniyeti bir ölçüt olabilir, fakat böyle bir anket de elimizde yok. Zaman zaman sektör paydaşları, yapılan toplantılarda görüş ve önerilerini aktarmakla
birlikte bu isteklerin sektörün ne kadarı tarafından paylaşıldığını bilemiyoruz. Talep tarafını temsilen tüketiciler arasında yapılmış bir anket de elimizde mevcut değil. Gelen talepler arasında çelişkiler de mevcut. Mesala bir grup sektör temsilcisi, düzenlemelerin geciktiğinden şikayet ederken, bir kısmı da acele edildiğinden ve sık değişikliklerden şikayetçi. Bir grup sektör temsilcisi bazı tanım ve kuralların belirsizliğinden şikayet ederken, bazıları bu kadar detaya girilmesini gereksiz buluyor. Esnek düzenlemeleri savunan kadar, her faaliyetin ayrıntılı tanımlanmasını isteyenler de var. Düzenleme ve denetimlerin sonuç ve hedef odaklı olmasını isteyenler kadar süreçlerin de tarif edilmesini isteyenler var. Arz tarafı, tüketicileri koruma kaygısıyla yapılan düzenlemelerin maliyetleri artırdığından şikayet ederken, talep tarafı haklarının yeterince korunmadığı ve piyasada oluşan fiyat ve hizmetlerin farklılaşmadığından şikayetçi. Son dönemde hem AB ülkelerinde hem de ülkemizde aşırı düzenleme (over regulation)’den
55
şikayetler artarken, düzenleme güvenliğine (security of regulation) vurgu artmaya başladı. Sanırım yeni dönemde hem ülkemizde hem de AB’de bu durum düzenleme kurumlarının dikkate alması gereken önemli gündem maddelerinden biri olacak. Piyasa faaliyetlerini iyi bir şekilde tanımlamak çok kolay bir husus değil. Yazıya dökülen metinlerin herkes tarafından anlaşılabilir olması için, “lafzın manayla, mananın maksadla uyumlu olması gerekiyor.” Sonuç olarak, Düzenlemenin kalitesi ve performansını değerlendirebilecek objektif kriterler elimizde olmadığından bu hususta kesin bir kanaat belirtmek çok zor. Ancak zaman geçirmeden yukarıda alıntı yaptığım kriterleri kendimize uyarlayarak - kopyalamadan – ya da geliştirerek düzenlemelerimize rehberlik edecek objektif nitelikleri belirlemeli ve bağımsız gözlemcilere test ettirmeliyiz. Bu kriterleri düzenleme kurumlarının stratejik plan ve performans göstergelerine de işlemek ve izlemek, yapılan düzenlemelerin kalitesini artırmada büyük fayda sağlayacaktır.
Sektörel STK’larımız 30 Mart 2015
S
Bu yazımda asıl değerlendirmek istediğim husus, klasik STK (dernek, vakıf, oda, sendika, birlik vb.)’ların dışında kalan, sektörümüzde faaliyet göstermek amacıyla kurulmuş organizasyonlar hakkında olacak.
TK’lar (Sivil Toplum Kuruluşları) bu coğrafyada Osmanlı döneminden bu yana çeşitli adlar altında varolmuş ancak daha çok sosyal yardımlaşma amacıyla oluşturulan kurumlar olarak akla gelmektedir. Son dönemde AB’ye uyum kapsamında nitelik ve nicelik değiştirse ve etkinliği artsada toplumdaki genel algısı yukarıda tanımlandığı gibi. Ama biz yine de modern toplumun algıladığı tanımı yazalım ve sektörümüzdeki fonksiyon ve etkinliklerine bakalım. “Sivil toplum kuruluşları ya da sivil toplum örgütleri, resmi kurumların dışında kalan ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/ veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri oda sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. Vakıf ve dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır ve herkese yardım etmek için kurulmuşlardır.” Yukarıdaki kapsamlı tanımdan
56
hareketle ortak temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz. - Resmi devlet kurumlarından bağımsız olmalı - Kar amacı gütmemeli - Topluma ya da üyelerine yararlı hizmetler sunmalı - Yasalarla yasaklanmış faaliyetleri yapmamalı - Tüzüğünde belirlenmiş amaçları hayata geçirmek için gerekli maddi kaynakları olmalı - Faaliyetlere katılımda gönüllülük esasını hedef almalı. Yukarıda saydığım nitelikleri artırmak mümkün ama biz burada sınırlandıralım. Bu yazımda asıl değerlendirmek istediğim husus, klasik STK (dernek, vakıf, oda, sendika, birlik vb.)’ların dışında kalan, sektörümüzde faaliyet göstermek amacıyla kurulmuş organizasyonlar hakkında olacak. Sektörel derneklere üyelik gönüllülük esasıyla olduğu için piyasasada faaliyet gösteren her şirketin üye olduğunu söylemek zor.
Genellikle belirli ölçeğin üzerinde faaliyet gösteren şirketler ile bu tür etkinliğin faydasına inanan şirketler STK’lara üye oluyorlar. Bu arada üyeliğe kabul edilmek için STK yönetim kurulunun onayının gerektiğini söylemem lazım. Bazı sektörlerde birden fazla STK olduğunu, bunların alt faaliyet alanlarına göre veya belirli bölgelere göre ya da belirli büyüklüklere göre üye kabulu yaptığını unutmamak gerek. STK’ların farklı amaç ve stratejiler için aynı sektörde birden fazla girişimleri olduğunu da görebiliyoruz.
Sektörel STK’ların etkinliği tatminkar mı? Bu tür STK’larda, kişisel üyelerin bulunduğu derneklerden farklı olarak, tüzel kişilerin temsilcileri yetkili organlarda görev almaktadır. Doğal olarak profesyonel kişilerden oluşan bu organlar, STK’nın amaç ve faaliyetlerini gerçekleştirmek için biraraya geliyorlar. Bu şirketlerin piyasada zaman zaman rekabet içerisinde olduklarını ve Rekabet Hukuku kurallarını ihlal etmeyecek bir amaç ve faaliyet içerisinde olmaları gerektiğini, aksi takdirde Rekabet Kurumu’nun soruşturmasına takılabileceklerini belirtmemde yarar var. STK’ların hepsinde profesyonel yöneticiler ve birimler mevcut değil. Güçlü sekreteryası ve komisyonları olmayan STK’lar maalesef etkin olamıyorlar. Müşterek konuların ve problemlerin tespiti ve bunların üzerinde görüş ve çözüm birliği oluşturmak kolay bir iş değil. Görüş birliği oluşturmak için yoğun bir görüşme ve toplantı trafiği gerekiyor. Konularda detaya indikçe farklı düşünceler ortaya çıkıyor ve kurumlara gönderilecek görüşler ya gecikiyor
ya da bildirilemiyor. Sektörel STK’ların amaç ve faaliyetlerine gelince... - Enerji sektörünün ihtiyaç duyduğu konuların araştırılması, - Başta üye şirketlerin personeli olmak üzere çeşitli eğitimlerin verilmesi, - Sektörde yaşanan sorunların tespiti ve çözüm önerilerinin sunulması, - Birincil ve ikincil mevzuatın oluşturulması ve geliştirilmesine katkı sağlamak, - Kamuoyuna üyelerin ve derneğin yaptığı faaliyetleri aktarmak - Üye şirketlerin uygulamalarından kaynaklanan ortak müşteri şikayetlerinin çözümü ve bunların kamuoyuyla paylaşılması - Üyelerin muhatap olduğu hukuki sorunlara destek ve gerektiğinde yargı nezdinde takibi - Sektörün yaşadığı sorunlarla ilgili kamu ve özel sektör temsilcilerinin katılımıyla organize edilen sektör değerlendirme toplantıları - Ulusal veya uluslararası konferans veya panel organizasyonları - vb. Yukarıda saydığım konuların hemen hemen tüm sektörel STK’ların tüzüklerinde görebileceğimiz müşterek hususlar olduğunu söyleyebilirim.
KAMU KURUMLARININ STK’LARA BAKIŞI.... Kamu kurumlarının özellikle son yıllarda değişen yapılarıyla
57
bu STK’lara bakışı giderek daha pozitif olmaya başladı. Kamu kurumları yaptıkları düzenlemeleri yürürlüğe koymadan önce kamuoyu görüşüne başvurmakta, gelen görüşleri değerlendirip son kararını vermektedir. Şüphesiz ki, her gerçek ya da tüzel kişinin görüş bildirme hakkı bulunmakta ve değerlendirilmektedir. Ancak sektörel STK’lardan gelen öneriler sektörün ortak görüşü olarak kabul edildiğinden etkisi bireysel katkılara göre daha fazla olmaktadır. Bu açıdan STK’ların kamu kurumlarının işini kolaylaştırdığını ifade etmem gerekir. Zamanında yapılmayan katkılar ile yetersiz ve kalitesiz çalışmaların aynı faydayı sağlamadığını belirtmemde yarar var. Bu arada bir derneğin üyesi olmasına rağmen ilgili STK’nın faaliyetlerinden memnun olmayan ya da sorunlarına çözüm bulmak için gayret göstermeyen derneklerin sebep olduğu memnuniyetsizliğin, sektörde faaliyet gösteren şirketleri başka arayışlara ve girişimlere zorladığını görebiliyoruz. Sorunlarına ve taleplerine ilgisiz kalan dernek yönetimleri sebebiyle bu şirketler ilgili kurum ve kuruluşlara doğrudan müracaat ederek işlerini takip yolunu seçiyorlar. Bu durum özellikle kamu kurumları nezdinde kafa karışıklığına sebep oluyor. STK yönetimlerinin müşterek sorunların dışında kalan sorunlara fazla eğilmemesi normal karşılanabilir olmakla birlikte derneklerin dile getirdiği konularda üyesi olan bir şirketin görüş ve önerisiyle ters düşmesi sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır. STK’lar sektördeki ortak sorunlara eğildiği kadar üyelerin ihtiyaç duyduğu teknik ve mevzuat eğitimine çok ilgi
göstermiyorlar- birkaç STK’yı istisna tutuyorum.
ADER-Akaryakıt Dağıtım Şirketleri Derneği
Sıkıştırılmış Doğalgazcılar Derneği
Sorunların kaynağında işini iyi bilmeyen personel olduğunu ve eğitimlerle bu eksikliğin büyük oranda giderilebileceğini ifade etmeliyim. Konuyu bilen eğitimcilerin vereceği ortak eğitimler piyasada uygulama birliğinin sağlanmasında da büyük katkı sağlayacaktır.
AKADER-Akaryakıt Dağıtım ve Depolama Şirketleri Derneği
TABGİS-Türkiye Akaryakıt Bayileri Petrol ve Gaz Şirketleri İşveren Sendikası
Sonuç olarak,
ELDER- Elektrik Dağıtım Şirkeleri Derneği
Sektörel STK’ların deneyimi fazla olmamasına rağmen, özellikle profosyonel yöneticilerin çalıştığı kurumsallaşmış yapıların sayılarının artması ve o sektördeki şirketlerin büyük kısmının temsil edildiği organizasyonların piyasanın olumlu yönde gelişimine katkı sağladığını kabul etmemiz ve bu yöndeki girişimleri teşvik etmemizde fayda var. Bu tip STK’ların kuruluşunda ve yönetiminde görev almış birisi olarak buralarda çalışmanın büyük bir fedakarlık olduğunu söylemem ve kendilerine başta üyeleri olmak üzere herkesin yardımcı olmasını temenni etmem lazım. Yönetimlerin seçimle iş başına gelmesi Türkiyenin sivilleşmesine ve demokratikleşmesine de büyük destek verecektir. Ortak aklın gelişmesine katkı sağlayan sektör STK’larına ulusal ve uluslararası pekçok kaynağın fon sağladığını ama yeterince değerlendirilmediğini özel ve kamu sektörünün bilgisine sunarım.
Bazı STK’lar Enerji piyasasında bulunan elektrik, doğalgaz, petrol ve LPG sektör STK’larından bazıları şunlar:
ANA LPG SİAD- Anadolu LPG Sanayicileri ve İşadamları Derneği DEKTMK- Dünya Enerji Ajansı Türkiye Milli Komitesi
ENVER- Enerji Verimliliği Derneği
TENVA Türkiye Enerji Vakfı TESAB Türkiye Elektrik Sanayi Birliği TJD- Türkiye Jeotermal Enerji Derneği TLPGD-Türkiye LPG Derneği TOBB Sektör Meclisleri
ETADER- Enerji ve Isı Tasarrufu Derneği
TÜREB- Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği
ETD- Enerji Ticareti Derneği
Burada saymadığım bazı bölgesel dernekler de mevcut olmakla birlikte sektörümüzde benim tespit edebildiğim 25 civarında STK bulunmaktadır.
EÜD- Elektrik Üreticileri Derneği GAZBİR-Türkiye Doğalgaz Dağıtıcıları Birliği Derneği GAZTED-Doğalgaz Tedarikçileri Derneği GENSED- Güneş Enerjisi Sanayicileri ve Endüstrisi Derneği GÜNDER-Uluslararası Güneş Enerjisi Topluluğu – Türkiye Bölümü HESİAD- Hidroelektrik Santralları Sanayi İş Adamları Derneği PETDER-Petrol Sanayi Derneği PETFORM-Petrol Platformu Derneği
Bu sektörel STK’ların büyük bir kısmı dernek statüsünde iken vakıf, oda, sendika olarak yapılanmış organizasyonlar da bulunmaktadır. Yukarıda adlarını yazdığım STK’lar içerisinde sektörümüze mahsus Tüketici Örgütlerini maalesef göremiyoruz.
Fuardayız... 2-5 Nisan’da TÜYAP fuar merkezinde yapılacak Petroleum Istanbul ve Gas & Power Network fuarlarında sektörümüzün sergileyeceği yeni ürün ve hizmetleri görmeyi ben de sabırsızlıkla bekliyorum.
RESSİAD- Rüzgar Enerjisi ve Su Santralları İş Adamları Derneği
Türkiye Enerji Zirvesi olarak biz de fuarda olacağız ve çok değerli konuklarımızla yapacağımız söyleşi ve panellerle siz değerli katılımcılarla birlikte olacağız.
SSDGD-Sıvılaştırılmış ve
Fuarda görüşmek üzere.....
PÜİS-Petrol Ürünleri İşveren Sendikası
58
Ulusal Elektrik Kesintisi Ardından... 5 Mayıs 2015
• Mali risk mi? Teknik risk mi?
70.000 MW’lık kurulu güç üzerinde irili ufaklı 700 civarında üretim tesisimiz bulunduğuna ve zaman zaman bu tesislerden bazıları arıza verip devre dışı kaldığına göre bugüne kadar bu ölçekte sorun niçin yaşamadık?
31 Mart 2015’te Türkiye karanlık bir gün yaşadı. Ülke genelinde yaşanan elektrik kesintileri sabah 10.36’da başlayıp akşam 21.30’a kadar sürdü. O gün hayat hemen hemen durma noktasına geldi. Türkiye’de 1999 Kocaeli depreminden sonra yaşadığımız en büyük kesinti. İki kesinti arasındaki sebeplere baktığımızda görebileceğimiz temel fark; birisinde Marmara bölgesini etkileyen büyük bir deprem, diğerinde ise sebeplerini henüz tam olarak bilemediğimiz teknik ya da işletmesel sorunlar. Geçtiğimiz süre içerisinde konunun yetkilileri ve bağımsız uzmanlar çeşitli analiz ve yorumlarla meseleye ışık tutmaya çalıştılar. Bunlardan bir kısmına katılsam da henüz net ve tatminkar bir açıklama gelmediğini söylemem lazım. Bazıları suçlu arayıp cezalandırma yoluna gitse de ben suçlunun (kusurlu) değil suçun (kusurun) peşinde olacağım. Öncelikle Enerji Bakanı Sayın Taner Yıldız’ın Petroluem Istanbul ve Gas & Power Network fuarında yaptığı açıklamayı paylaşmak isterim. Bildiğiniz gibi sayın Bakanımız elektrik mühendisi ve sektörün içinden gelen birisi. Kesinti sırasında yurt dışında olmasına rağmen seyahatini kısa tutarak Türkiye’ye döndü ve başta TEİAŞ yetkilileri olmak üzere ilgililerden brifing alarak sorunları ve çözüm önerilerini toparlamaya çalıştı. 2 Nisan’da kamuoyuna yaptığı ilk açıklamada 3 ihtimal üzerinde durdu.
59
1- Teknik ve operasyonel hata olasılığı 2- Dışarıdan siber saldırı olasılığı 3- İçeriden manipülatif sabotaj olasılığı Sayın Bakan 2. ve 3. seçeneklerin zayıf bir ihtimal olmasına karşın inceleme neticelenmeden masadan kaldırılmayacağını, 1. seçeneğin ise detaylı bir şekilde analiz ve değerlendirmeye tabi tutulacağını ifade ederek arızaya neden olan teknik sebeplerin hemen hemen ana hatlarıyla ortaya çıktığını söyledi. Sayın Bakan güneyde, egede ve iç anadoluda birkaç saniye içerisinde ard arda gelen santral arızalarının domino etkisiyle tüm yurda yayıldığını, doğudan batıya yük akışının yeterince sağlanamadığını belirterek konuyu tüm yönleri ile inceleyip bundan sonra tekrarlanmaması için gereken önlemlerin alınacağını söyledi. Öte yandan TEİAŞ Genel Müdürü Sayın Kemal Yıldır basına ve bazı tv kanallarına yaptığı açıklamalarda Sayın Bakan’ın yukarıda saydığı sebeplerden 2. ve 3. olasılıkların çok zayıf olduğunu belirterek teknik nedenler ile işletme hataları üzerinde durdu. Buraya kadar yetkili ağızların açıklamalarını aktardım. Ben de bu aşamada 2. ve 3. olasılıkların spekülasyondan öteye gitmeyeceğini düşünerek, sistemi bu duruma getiren belki de çok önceden başlayan gelişmeler üzerinde bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu ölçekte bölgesel ya da ulusal kesintiler batı ve doğu ülkelerinde çok sık olmamakla birlikte
yaşanmaktadır. Doğumuzdaki Asya ülkelerinde bu tip kesintilerin nedeni daha çok arzın yüksek talebi karşılayamaması olarak karşımıza çıkarken Batı ülkelerinde teknik nedenlerle birlikte piyasa dengesizlikleri olarak öne çıkıyor. Ülkemizde yaşadığımız ulusal kesinti sırasında 30.000 MW civarında bir üretimin olduğu, talebin karşılandığı ancak güneydeki bir termik santralin arızaya geçtiği, 1 saniye sonrasında Ege Bölgesi’nde bir büyük santralin arıza sinyali verdiği ve sistemden koptuğu, bu iki büyük santralin devre dışı kalmasıyla birlikte doğudan batıya doğru giden yükün arttığı, bazı hatların bakımda ve arızalı olması nedeniyle iletim sisteminin bu yükü karşılayamadığı ve online hatlardan da 2-3 hat daha açınca sistemi önce ortadan ikiye böldüğünü görüyoruz. Yani önce Antep-Hatay adalanmış, sonra açan hatlar ile doğu-batı dengesi kırılmış, bu sallantıdan dolayı Avrupa hattı kopmuş, sonrasında İstanbul dengelenememiş. Nihayetinde tüm sistem devre dışı kalmış. 70.000 MW’lık kurulu güç üzerinde irili ufaklı 700 civarında üretim tesisimiz bulunduğuna ve zaman zaman bu tesislerden bazıları arıza verip devre dışı kaldığına göre bugüne kadar bu ölçekte sorun niçin yaşamadık? TEİAŞ TEK zamanından bugüne kadar bu tip sorunları yaşadı ama ulusal boyuta getirmeden
sorunları çözmeyi başardı. 2007 yılında Marmara ve İç Anadolu’da yaşadığımız bölgesel kesinti dışında bu çapta bir sorun yaşamadık. Yaşanan sorun ise bazı Otoprodüktör santrallerinin piyasada oluşan fiyat oynaklıklılarıyla ilgiliydi. O dönemde o santrallerin menfaatlerine göre üretim ya da tüketim tercihleri nedeniyle bölgesel bir sorun yaşamıştık. Akabinde gün öncesi ve gün içi piyasasının iyi işlemeye başlamasıyla konu çözüme kavuşmuştu. Geçtiğimiz sene içinde de bazı bölgesel oturmalar olmuştu. TEİAŞ’ın arz yetersizliğini yönetme kabiliyetinin, arz fazlası durumuna göre çok daha iyi olduğunu ve bu yeni duruma kendisini adapte edemediğini görüyoruz. Piyasada ve bazı basın organlarında tartışılan doğal gaz çevrim santrallerinin yeterince sistemde bulunmadığı iddiasına gelince… Özellikle son bir yıldır doğal gaza dayalı elektrik üreten santrallerin, piyasada (PMUM) oluşan fiyatların yakıt giderlerini bile karşılayamaması nedeniyle üretimdeki payları düşmektedir. Mevsimsel koşullara bağlı olarak puant saatlerde üretim cazipken diğer zamanlarda çok makul olmamaktadır. İçinde bulunduğumuz mevsim itibariyle maliyetleri termik santrallere göre daha düşük olan HES’lerde üretilen elektrik miktarının
60
arttığı doğrudur. Bu durum sistemdeki baz yükü üstlenen doğalgaz çevrim santrallerinin payının azalmasına neden olmuş olabilir. Ancak şunu belirtmemde fayda var TETAŞ ın Yİ/YİD kapsamında alım garantisi verdiği doğal gaz santralleri devrededir. Başka bir deyişle o saat itibariyle baz yük temininde bir sorun olduğunu ilgililer açıklamadı. Ayrıca bu durum son bir yıldır zaten bu şekilde devam ediyor. Dolayısıyla bu iddianın 31 Mart’ta yaşanan sorunla yakın bir ilgisi bulunmamaktadır. Yani birinci dereceden şüpheli değildir. Ancak Batılı ülkelerde piyasa fiyatlarının düşük seyrettiği dönemlerde üretim yatırımlarının azaldığı ve sistemin gelişmesi üzerinde bir tehdit oluşturduğunu biliyoruz. Dikkatle izlemekte yarar var. TEİAŞ’ın yatırımlarını yapamaması iddiası da gündeme gelen konulardan birisi. Sistem operatörü olan TEİAŞ’ın özellikle son 10 yılda yaptığı yatırımların daha önceki dönemlere göre önemli bir artış gösterdiğini söyleyebiliriz. Bilindiği üzere TEİAŞ’ın yapacağı yatırımlar şirketin teklifi üzerine EPDK tarafından onaylanmaktadır. Son yıllarda TEİAŞ yatırım bütçesini tam olarak gerçekleştirememektedir. Buna neden olarak iki ana sorun bulunmaktadır. Birisi KİT olan TEİAŞ’ın yatırım bütçeleri onaylanmak üzere Kalkınma Bakanlığına gitmekte, onayda yaşanan gecikmeler ve kesintiler yatırımları etkilemektedir. Bir diğer neden ise, TEİAŞ ın Kamu ihale mevzuatına göre yaptığı alımlar. İhale sürecinde yaşanan gecikmeler işlerin zamanında başlamasına ve bitmesine engel olmaktadır. Yaklaşık 1-1.5 milyar TL’lik yatırım bütçesinin son yıllar ortalamasına göre yaklaşık yüzde 70’i gerçekleşmektedir. Bu bütçenin tamamının harcanabilmesi için çok önceden planlama ve hazırlık yapılması gerekiyor. İletim hatlarının güzergahları boyunca alınacak izin, kamulaştırma vb. işler için çok farklı kurumların devrede
olması da işleri yavaşlatıyor. Yapım aşamasında sahada karşılaşılan zorlukların da yatırımların gerçekleşme performansını olumsuz etkilediğini söyleyebilirim. Yatırımlardaki gecikmelerin yaşadığımız bu sorunla ilgisi bulunmakla birlikte olayın en büyük nedeni olarak görmediğimi ifade etmem gerekir. Peki bu somut olayda sorunun temel sebebi neydi? 31 Mart’ta, gün öncesi piyasası teklifleri doğrultusunda yük alma talimatları programa göre işlemekteydi. Hatlar ve belki de santrallerdeki arıza nedeniyle tetiklenen ardışık hatalar ile sistem frekansı ülkenin bir tarafında çok yükselmiş, diğer tarafında çok düşmüş ve çok kısa bir süre içerisinde çökmüş, buna bağlı olarak da üretim tesisleri tek tek sistemden kopmuştur. AB ile olan ENTSO-e bağlantımız da bu sebeple kesilmiştir. Edindiğim bilgiler çerçevesinde olayların akışı bu şekilde cereyan etti. Bu işten anlayanlar bilirler ki, sistemde %(5-10) arasında bulunan sıcak yedek kapasitenin otomatik olarak devreye alınması gerekiyordu. Ancak iddialar arasında, yedekte tutulan kapasitenin % 5’in altında olduğu, öte yandan yan hizmetler kapsamında primer frekans hizmeti veren tesislerin –TEİAŞ’ın belirlediği fiyatların piyasa rayiçlerinin altında olduğu için memnun olmadıkları, zoraki bu hizmeti vermeye çalıştıkları da yer almaktadır. Bir kaç saniye içinde arka arkaya devre dışı kalan büyük santrallerin, yedekte tutulan miktarın üzerinde olduğu için talebi karşılayamaz duruma geldiği anlaşılmaktadır. Bir sorun daha var, Şebeke yönetmeliğine göre frekans düşse de santrallerin bir süre devrede kalması gerekirdi ama röle ayarlarından da olabilir, santraller hemen devre harici olmuş. Hal böyleyken kesintilerin
bir bölgeye hapsedilerek izole edilmesi gerekiyordu. Bu niçin yapılamadı? Burada Sayın Genel Müdürün ve kısmen Bakan’ın yaptığı açıklamalara bakmak gerekiyor. Milli yük tevzi merkezinde çalışan personelin kendilerine ve sisteme olan aşırı güvenlerinin bazı hataların oluşmasına neden olduğu anlaşılıyor. Sistemi hemen toparlayabiliriz düşüncesiyle yapılan ya da yapılmayan işlemler sistemin çökmesine neden oldu. Aynı çalışanlar hemen arkasından da dünya rekoru sayılabilecek bir sürede de sistemi ayağa kaldırmayı başarmışlardır. Dolayısı ile olaya iki taraftan bakmakta fayda var. Peki MYTM personeli niçin böyle bir teknik riski göze aldı? Piyasada çalışanlar iyi bilirler ki, TEİAŞ personeli birkaç yıldır DUY kapsamında 1 nolu talimatla çalıştırılan üretim tesisleri ile alakalı müfettişlerin soruşturmasına muhatap oldu ve suçlandı. Kamuda çalışanların en büyük kaygı ve korkusu idari ve mali teftişler sonucu ortaya çıkabilecek adli ve mali (sayıştay) yargılamalara muhatap olmaktır. Bölgesel kısıtları aşmak için verilen 1 nolu talimatla üretim yapan santrallerin elektrik fiyatları piyasa fiyatlarının üzerindedir. Şirket bünyesinde yapılan bu soruşturmalar (Yüksek fiyattan elektrik alımına neden olmak ve kayırmacılık) bu personeli ürkütmüş olabilir. Yazımın başında belirttiğim gibi, “Mali risk mi? Teknik risk mi? alınmalı” Sorusuna bu personelin tavrı: Mali veya adli risk almaktansa teknik riski almayı tercih edelim şeklinde gerçekleşmiş olabilir. Ani gelişen bu kriz, kaotik bir durum oluşturmuş ve MYTM uzmanlarını refleksif olarak böyle bir davranışa itmiş olabilir. Kritik görevlerde çalışan personelin hem üretim kaynakları
61
hem de iletim hatlarında olabilecek muhtemel arıza ve sabotaj durumlarına göre senaryo simülasyonları yapmak suretiyle kriz yönetimine hazır hale gelmeleri gerekiyor. Bakanlık, yaşanan bu durumu yapacağı teftiş ile açıklağa kavuşturacağını açıklayarak soruşturma bitinceye kadar ilgili daire başkanlarını açığa aldığını duyurdu. Genel Müdür Kemal Yıldır ise soruşturmanın sonuçlanmasını beklemeden istifasını sunarak bu olayda payına düşen sorumluluğu üstüne almış ve bürokrasi tarihimizde pek alışılmamış bir yöntemle görevinden ayrılmış oldu. Sonuç olarak; -TEİAŞ’ın bu olayla birlikte hem yönetim kabiliyeti hem de operasyonel kapasitesinin masaya yatırılması, bu noktaya gelirken yapılan ya da yapılamayan işlerin detaylı bir şekilde araştırılması ve sistem operatörlüğünü güvenli bir şekilde yerine getirebilmesi için kurumsal yapısında esaslı bir değişime gidilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. TEİAŞ’ın EPİAŞ’taki gibi (Halka açık Kamu-Özel sektör ortaklığı ile) yönetilmesi kamu idaresinde yaşanan sıkıntıları azaltacak bir model olabilir. -Bana göre buradaki sorun teknik bir arızayla başlamış, operasyonel hatalarla devam ederek vahim bir hal almıştır. -Bu olaydan tüm tarafların bazı dersler çıkartması ve bunları acil eylem planlarına işlemesi gerekiyor. - Ülkemizde arz güvenliği riski artık kalmamıştır derken, operasyonel nedenlerle arz güvenliğinin başka bir boyuta taşınarak tartışılması, hem sektörü hem de tüketicileri endişelendirmektedir. - Enerjinin iş ve özel hayatımızı ne kadar çok etkilediğini birlikte yaşayarak gördük. Bir daha bu tür sorunların yaşanmaması dileğiyle…
AR-GE’ye Mecburuz 18 Mayıs 2015
E
LDER AR-GE çalıştayı 27 Nisan’da Ankara’da gerçekleştirildi. ELDER yönetiminin daveti üzerine Ankara’daki çalıştaya ben de iştirak ettim.
Küresel rekabet sadece şirketlerin değil ülkeyi yönetenlerin de başarılı bir şekilde yönetmesi gereken bir konu. İçeride anlamsız kavgalar ve çatışmalar rekabet yarışında bizi geri bırakabiliyor. Ortak akla her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu bir döneme giriyoruz.
2011-2016 yıllarını kapsayan 2. tarife metodolojisinde, AB’deki uygulamalara öncelik edecek şekilde, ilk defa dağıtım şirketleri tarifelerine Opex giderlerinin yüzde 1’i oranında AR-GE ve inovasyon bütçesi eklendi. O dönemde Kurul üyesi olarak yaptığım teklifi Kurulumuz değerlendirerek tarife metodolojisi içerisinde yer almasını kabul etti ve bir yeniliğe imza atmış oldu. Uygulama için TÜBİTAK’la uzun süren müzakereler yapılmasına rağmen, her iki kurumun mevzuatından kaynaklanan nedenlerle işbirliği protokolu hayata geçemedi. Maalesef iki yıl kaybedildi. Sonunda EPDK sektörün de görüşüyle AR-GE projelerinin onay ve takibini üzerine alarak 5036 sayılı Kurul Kararı ile AR-GE usul ve esaslarını belirledi. Dağıtım şirketleri bu düzenlemeye göre zaman kaybetmeden proje önerilerini EPDK’ya sunmaya başladı. Kurum adına yapılan sunumlara göre, son bir yıl içerisinde yaklaşık 20 AR-GE projesinin onaylandığını ve çalışmalara başlandığını çalıştayda öğrenmiş olduk. Yaklaşık 100 milyon TL’lik AR-GE bütçesinden 32 milyon TL’lik kısmı bu projelere tahsis edilmiş durumda. Böyle bir fikrin öncülüğünü yaparak hayata geçirilmesini görmek beni son derece onurlandırdı. EPDK, ELDER yönetimini ve proje ortaklarını gönülden kutluyorum. Bu noktada bir parantez açarak ELDER Genel Sekreteri Uğur Yüksel’in
62
bu konudaki gayretlerinin her türlü takdirin üstünde olduğunu söylemeliyim. Ülkemizde AR-GE harcamaları özellikle 2000’li yıllarda hükümetin verdiği destek ve teşviklerle hız kazanarak milli gelirimizin yüzde 1’ine ulaştı. Geçtiğimiz asrın sonlarına doğru bu oran maalesef binde 1’ler mertebesindeydi. AB ortalaması yüzde 2,5, ABD’de yüzde 3 civarında, Güney Kore ve İsrail’de bu oran yüzde 4’lere ulaşmış durumda. 2023 vizyonuna ulaşmak için AR-GE çalışmalarının milli gelirden aldığı payı daha da arttırıp yüzde 2’lere çıkartmamız gerekiyor. 10 yıl öncesine göre çok iyi durumdayız ancak hedef büyük olduğu için biraz daha gayret sarfetmeliyiz. Enerji sektörünün AR-GE’ye ayırdığı pay ise maalesef ülke ortalamasının altında, binde 1 seviyesinde. Enerji sektörünün öncelikli hedefi yüzde 1’lere gelmek olmalı. Bu sektörde her yıl yaklaşık 10 milyar dolarlık yatırım gerçekleştiriyoruz. Özellikle yüksek teknoloji gerektiren ekipmanları yurt dışından ithal ederek yatırım tutarının yaklaşık yarısını dışarıya aktarıyoruz. Cari açığın en büyük etkenlerinden birisi olan enerji kaynaklarında dışa bağımlılığımızı herkes biliyor. Ülkede gerçekleştirdiğimiz yatırımların bir kısmı için de yurt dışına bağımlı haldeyiz. Yerli katkı oranını artırmak için yerli üretim ve AR-GE’ye destek vermeye mecburuz. İnsan kaynağımız yönünden büyük bir sıkıntımız yok ancak, gerekli ortamı ve teşvikleri verecek mekanizmalara ihtiyaç var. Bu açıdan EPDK’nın az da olsa tarife yoluyla verdiği bu teşvikler bir KALDIRAÇ etkisi doğuracaktır. TÜBİTAK’ın, diğer
ulusal ve uluslararası kurumların verdiği teşvikler de yeterince değerlendirilebilirse hedeflerimize daha kısa sürede ulaşabiliriz. ELDER’in AR-GE çalıştayına özel sektör ve üniversite temsilcileri de katılarak bu yolda beraber yürüme iradelerini gösterdiler. Dağıtım şirketlerinin bugün yaşadığı sorunlara yönelik geliştirilen AR-GE ve inovasyon projelerinin olumlu sonuç vermesi halinde artan kalite ve verimlilikten hem sektör hemde tüketiciler yararlanmış olacak. Bu değerli çalıştayın yılda en az bir kez tekrarlanmasını dilerken, gaz dağıtım sektörünün de benzer bir çalıştay düzenlemesini teklif ediyorum. Gelinen bu noktadan cesaret alarak 3. dönem yeni tarife metodolojisinde AR-GE bütçesinin sadece Opex’e göre değil, Capex’i de içine alacak şekilde genişletilmesini öneriyorum. Öte yandan geçen yıl yazdığım yazıda belirttiğim gibi, TEAM (Türkiye Enerji Araştırmaları Merkezi)’i kurup hayata geçirmemizde fayda var. Hem kamu hem özel sektör hem de üniversitelerimizin içerisinde yer alacağı bu araştırma merkezi bazı ortak ve büyük bütçeli araştırmaları yapabilir, AR-GE fonlarını yönetebilir.
AKILLI ŞEBEKELER ICSG İstanbul Akıllı Şebekeler Kongresi 29-30 Nisan’da Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Bu etkinliğe hem Enerji Bakanlığımız hem Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız hem de EPDK aktif destek veriyor. Benim de yürütme kurulunda yer aldığım, bu yıl üçüncüsü gerçekleşen kongrede birbirinden güzel paneller ve fuar alanında ürünlerini sergileyen teknoloji şirketleri ilerisi için büyük umut verdi. Akıllı şebekeler konsepti ve uygulamaları dünyada yeni yeni tartışılmaya başlanıyor ve çok
eski bir geçmişi yok.
arasında görülüyor.
Bu kongrede IT sektörü ile enerji sektörü bir araya gelerek sinerji oluşturuyor.
Ayrıca bu alandaki standartların tam belirlenmemesi, akıllı cihazların siber saldırılara hedef olma ihtimali ve bütçelerin büyüklüğü uygulamanın zorluğunu gösteren diğer nedenler arasında.
Enerji şebekelerini bir vücudun kan dolaşım sistemine, IT şebekelerini de sinir ağına benzetirsek çok yanlış olmaz herhalde. Kan dolaşımı durduğunda hayat sona ererken, sinir sistemi çalışmadığında vücut felç oluyor. İki donanım da hayati derecede önem arzediyor ve birbirine muhtaç. Elektriğin keşfi 1800’lü yılların başında İtalyan bilim adamı Volta’ya ait, keşfettiği pil ile DC akımı bir iletkenden akıtmayı başardı. Sırbistanlı bilim adamı Tesla ise yaklaşık bir asır sonra AC akımı bularak iletkenden akıtarak bugünkü iletim ve dağıtım şebekesinin temellerini attı. Elektronik dünyasındaki gelişmeler ise 1950’lerden sonra gelişmeye başladı. 2000’lere doğru Bill Gates ve Steve Jobs yaptığı yeniliklerle evlerimize hatta ceplerimize kadar girdiler. Akıllı şebeke teknolojisi sayesinde Volta & Tesla, Gates & Jobs ile buluşmuş olacak. En az bir asırlık faz farkıyla heyecan verici bir buluşmaya tanıklık edeceğiz. IT teknolojileri yüzyılı aşkın bir süredir insanoğluna hizmet veren elektrik, gaz, su gibi altyapı şebekeleriyle buluşmak istiyor. Enerji şebekelerinin varlığı çok eskiye dayanıyor olmasına rağmen SCADA, GIS gibi otomasyon ve kontrol sistemleri son çeyrek asırda kullanılmaya başlandı. Akıllı cihazların yaygınlaşması ile birlikte üretimden tüketime, enerji kaynağının izlediği yol boyunca her noktayı izleyecek ve kontrol edecek bir yapıya erişme imkanı doğdu. Şebekelerin büyüklüğü ve tüketim noktalarının çokluğu bu teknolojinin uygulanması önündeki en büyük engeller
63
Kongrede hem kamunun hem de özel sektörün buluştuğu ortak nokta, akıllı şebekelere geçmek için yol haritasının henüz belirlenmememiş olması. Şirketlere ve tüketicilere sağlayacağı ekonomik ve sosyal faydaların netleşmesi gerekiyor. Yeni ve akıllı diye hemen uygulamaya geçmek rasyonel değil. Ülkeyi teknoloji çöplüğüne çevirmeden dikkatle izlenmesinde, pilot uygulamalarla denenmesinde, çıktıların iyi analiz edilmesinde fayda var. Ayrıca ülkemizde faaliyet gösteren teknoloji şirketlerinin kapasiteleri de iyi araştırılmalı. Mümkün olduğu kadar teknolojiyi üretecek yerli altyapılara ihtiyaç var. Bakanlık ve EPDK birlikte oluşturdukları bir komisyonla yol haritasını belirlemeye çalışıyorlar. Kısaca ilerisi için ümit verici olmakla birlikte iyi bir planlama ve değerlendirme yapılması bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor. Sonuç olarak… Geçtiğimiz hafta ülke ve sektör açısından ümit verici, sevindirici iki güzel etkinliğe tanık olduk. Bu tür yeniliklerin artması için her türlü desteği sağlamamız ülke vizyonuna giden yolda önemli unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. AR-GE ve inovasyon, yılmadan, sabırla, kararlılıkla koşmayı gerektiren bir maraton yarışmasına benziyor. Ne acele edip kaynaklarımızı israf edelim, ne de geç kalıp treni kaçıralım. Akıllı sistemlere ancak akıllı insanlarla ve akıllı yöntemlerle ulaşacağımızı unutmayalım.
İthalat Serbestisi Tek Başına Rekabet Getirir mi? 5 Haziran 2015
E Piyasaların serbestleşmesi 1980’lerde başlamış, 2000’li yılların başında çıkarılan kanunlarla yasal bir çerçeve kazanarak hükümetlerin programlarında geniş bir şekilde yer almıştır.
nerji piyasalarında serbestleşme, rekabet ortamının geliştirilmesine ait bir çok yazı okumuş ya da konuşma dinlemiş olabilirsiniz. Bu konu piyasamızı oluşturan 4 sektörün temel kanunlarında, Bakanlığın ve EPDK’nın strateji belgelerinde en öncelikli amaçlar arasında sayılmıştır. Piyasaların serbestleşmesi 1980’lerde başlamış, 2000’li yılların başında çıkarılan kanunlarla yasal bir çerçeve kazanarak hükümetlerin programlarında geniş bir şekilde yer almıştır. Merkez sağ ve merkez sol partilerde renk ve ton farklılığı olmakla birlikte serbest piyasa hedefi hep vurgulanmıştır. Zaten AB süreci serbest ve rekabetçi piyasaya sahip olmayı ve geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Hangi parti iktidara gelirse gelsin bu stratejide önemli bir değişiklik olmayacaktır. Burada sorun serbest piyasadan ne anladığımız ve nasıl uyguladığımızla
64
ilgili. Merkez sağ ve sol partilerin farklılıkları buradan kaynaklanıyor. Kamuoyundaki serbest piyasa algısı, daha çok kamu ya da şirketlerinin piyasada ticari faaliyetlerden çekilmesi olarak algılanıyor. Bu konuda çok fazla detaya girmeden değerli dostum Mustafa Karahan’ın Gas & Power ve Petroturk.com’daki “enerji piyasalarının serbestleşmesi” ile ilgili yazısını okumanızı tavsiye ederim. Devlet kurumlarının bu piyasalardan çekilmesi için bir çok sebep sayabiliriz: Hantallığı, verimsizliği, gerçekçi olmayan satış politikaları, kendilerini yenileyememesi vb. Böyle bir yapının hem kalite hem de fiyat açısından özel sektörle rekabet etmesi çok zor. Piyasanın bir tarafında her türlü ticari riski alan özel sektör, öbür tarafta zarar etse de arkasında kamu hazinesi
olan bir kamu sektörü. Risk değerlendirmeleri farklı iki yapı. Ticari riski alan taraf başarısız olursa iflasla karşı karşıya kalırken, politik riski alan taraf bunu seçmenlere onların menfaati için yaptığını söyleyerek geçiştirebilir. Zira politikacılar için “Tüketici = Seçmen” denklemi unutulmamalı. Kamu şirketlerinin zararını ek vergiler koyarak tüketen tüketmeyen herkesten alma imkanı özel sektör için geçerli değil. Ticaretin kuralları acımasız bir şekilde karşılarına çıkar. Hem elektrik piyasasında hem de doğalgaz piyasasında -kamunun payı azalmasına rağmen- kritik noktalarda varlığı hala devam ediyor. Ben bu yazımda daha çok doğal gaz piyasasındaki rekabetten bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz gibi doğalgaz ithalatının yüzde 80’i, KİT olan Botaş tarafından yapılmakta. 4646 sayılı Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda Botaş’ın piyasadaki payının yüzde 20’ye düşme hedefi olmasına rağmen 12 yılda kontratların ancak yaklaşık yüzde 20’si (10 bcm) özel sektöre devredilebildi. Botaş Rus Gazprom şirketi ile batı hattından getirdiği gazın kontratlarını devrederek piyasanın kısmen serbestleşmesini sağlamış oldu. 2014 yılında ülkenin gaz tüketimi 49 bcm olarak gerçekleşti. Botaş Mavi Akım (Rusya), Azerbeycan ve İran kontratlarını ise devretmedi. Bilindiği üzere, en ucuz gaz kontratı Azerbeycan sonra Rusya en pahalı olan ise İran ile yapılan anlaşma. Satış fiyatları bir formüle göre yapılmakta ve ticari sır
olarak kabul edildiğinden açıklanamamaktadır. Botaş boru hattı ile aldığı bu üç kaynağa LNG olarak getirdiği Cezayir ve Nijerya gazlarını da ekleyerek ortalama bir alış maliyeti oluşturmakta ve buna göre satış fiyatı belirlemekte, döviz kuru ile alınan doğalgaz TL ile satmaktadır. Özel sektörden ithalat lisansı alan şirketler (6 şirket) Botaş’ın uyguladığı satış politikalarını, hakim durumu kötüye kullanarak rekabet kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle, Bakanlığa, Rekabet Kurumu’na ve EPDK’ya şikayet etti. Ama bir netice alamadılar. Botaş’ın doğal gaz toptan satış fiyatlarını düşük tutabilmek için EÜAŞ ve TETAŞ’ın Yİ/YİD anlaşmalı gaz çevrim santrallerine zaman zaman daha yüksek fiyattan sattığı bir gerçek. Özel sektör ithalatçılarının böyle bir imkanı olmadığı için Gazprom’a fiyat indirimi yaptırma yoluna gittiler. 2015 yılına kadar Gazprom kendi gazını satan bu şirketlere Botaş fiyatları ile rekabet edebilecek indirimi sağladı. Ancak 2015 yılında bu indirimi yapmayacağını ve kontratta yazılı formülü uygulayacağını bildirdi. Bu durum zincirleme olarak özel sektörden gaz alan toptancı ve son tüketicilere yansıdı. Son aylarda USD kurundaki anormal artışlar da eklenince Botaş satış fiyatları ile özel sektör ithalatçıları arasında 30-50 USD / 1000 m3 fiyat farklılıkları meydan geldi. Geçtiğimiz yıllarda Botaş satış fiyatlarına endeksli yapılan satışlar, kurdaki ve gaz alış fiyatlarındaki artışlardan dolayı değişikliğe uğradı. Aksi takdirde özel sektörün bu maliyetlerin
65
altından kalkma imkanı yoktu. Bu durumda Gaz Satış Anlaşmasını kamu şirketi olan Botaş’tan yapanlarla özel sektörden yapanlar arasında ciddi bir maliyet farklılığı oluştu. Bu farkın giderek artacağını anlayan büyük tüketiciler hemen Botaş’ın kapısına gittiler ancak Botaş elindeki kontratlara göre satabilecekleri bir gazı olmadığını ve sözleşme yapamayacaklarını söyleyince acı gerçek ile yüzleşmiş oldular. Bu büyük gaz tüketicilerinin bir kısmı sanayi müşterisi bir kısmı da elektrik üreticisi durumunda. Her iki sektör için önemli bir girdi maliyeti olan doğalgaz fiyatları bu firmaların ürettiği mal ya da hizmetlerin eşit şartlarda rekabetini önlemektedir. Özellikle elektrik üreten doğalgaz çevrim santralleri için 1 Kuruş’un bile etkisi çok büyük. Piyasada oluşan bu farklı fiyatlar özel sektör ithalatçıları, dolayısıyla da Gazprom üzerindeki baskıyı artırdı. Sonunda Gazprom serbest ithalatçılara indirim yapma kararı aldı. Ayrıntıları kesinleşmemekle birlikte kulislere yansıyan bilgilere göre, Gasprom 2015 yılı için çeyrek dönemlerde farklı indirim oranları uygulayarak üzerindeki fiyat baskısını azaltmaya çalışıyor. Öte yandan satış formülündeki petrol fiyatlarına göre yılın ikinci yarısında zaten bir indirim gelecekti. Anlaşılan Gazprom formülden gelecek indirimi yılın ilk yarısında kısmen uygulamayı yılın 3. ve 4. çeyreğinde ise telafi etmeyi hedefliyor. Başka bir ifadeyle bu yıl içerisinde elde edeceği geliri toplayabilmek için farklı indirim oranları ile nakit akışını
yönetmeye çalışacak.
Serbestleşme rekabet getirecek mi? Serbest ekonomi kurallarının tam olarak işlediği piyasalarda rekabetin artmasına paralel olarak hem fiyatların düşmesini hem de kalitenin artmasını bekleriz. Bir an için Türkiye’de Botaş’ın payının kanunda belirlendiği gibi yüzde 20’ye düştüğünü, serbest ithalatçı sayısının da 4-5 kat arttığını varsaysak karşımıza nasıl bir tablo çıkardı dersiniz?
Fiyatlar düşer miydi? LNG fiyatlarını dışarıda tutalım. Rusya, Azerbeycan ve İran’la çeşitli zamanlarda yapılmış kontratlarımız var ve hepsiyle de sözleşmelerimiz devam ediyor. Fiyatlar ağırlıklı olarak petrol fiyatlarına endeksli olarak değişiyor. Özel sektör ithalat firmaları bu kontratları devraldıkları için fiyatlarda herhangi bir değişiklik olmuyor. Al ya da öde yükümlülükleri de aynen geçerli olduğuna göre rekabet nasıl oluşacak? Doğalgazı bize satan şirketlerin hepsi de devlet şirketi olduğuna ve kendi milli politikaları gereği hareket ettiğine göre, kısa vadede gerçek bir rekabetin oluşmasını beklemek ne kadar gerçekçi olur? Orta ve uzun vadede yeni gaz kaynaklarının ülkeye girmesi ve bir miktar arz fazlası oluşması fiyat rekabetini artırabilir ancak uzun dönemli kontratlar buna çok elverişli değil. Doğalgaz piyasasında elektrik piyasasında olduğu gibi gün öncesi ve gün içi piyasaların olmayışı da spot piyasanın oluşmasını engelliyor.
AB açısından arz güvenliği birinci öncelikli konumunu korumakla birlikte, yeni komisyon uzun vadeli kontratların gözden geçirileceğini ve Birlik genelinde alım fiyatlarının en ekonomik seviyeye -tek fiyattan alımindirilmesi için çalışılacağını belirten bir strateji değişikliğine gitti. AB bile kaynak çeşitliliği yeteri kadar artmadan sadece ithalatçıların artmasının doğalgazda rekabeti tam sağlayamadığını çok geç anladı.
olduğunu unutmayalım.
Botaş hiç gaz ithal etmese bile fiyatların düşeceğini beklemek safdillik olur. Doğalgaz ihraç eden ülkelerin bir çoğu petrol iharacatı da yapıyor ve bu ürünleri devlet bütçelerine en büyük gelir kaynağı olarak görüyor. Petrol fiyatlarının düşmesi bu ülkelerin ekonomilerini çok olumsuz etkiledi. Böyle bir dönemde formüle rağmen Rusya’dan alınan ekstra yüzde 10’luk indirim büyük başarı ancak bizim bu ülkelerden alacağımız indirimlerde politik argümanların dışında başka unsurları da kullanmamız gerekiyor. Bize doğalgaz ihraç eden ülke şirketlerinin iç piyasamızda yasal limitlere uygun miktarlarda doğrudan gaz ticareti ve pazarlaması yapmasının yolunu açmamız gerekiyor. Özellikle pazar paylarını büyütmek istiyorlarsa doğrudan pazarda tüketicilerle muhatap olması, şartları öğrenmeleri ve rekabete zorlanmaları açısından iyi bir deneyim olabilir.
Maalesef bu durum sadece doğalgaz piyasasını değil başta elektrik piyasası olmak üzere sanayicilerimizi de olumsuz etkiliyor.
Öte yandan Botaş’ın iletim ve ticaret faaliyetlerinin hukuki olarak ayrıştırılması ve doğalgaz piyasasında gün öncesi ve gün içi piyasalarına geçişin hızlandırılmasının rekabeti artıracak önemli araçlardan
AB de bu durumu gördü ve strateji değişikliğine gitti.
66
Sonuç olarak, Doğalgaz ithalatının serbesteşmesini başka bir ifadeyle Botaş’ın payının yasada belirtilen seviyeye indirilmesini savunanların, gerçek bir rekabetin oluşacağı konusundaki tezlerini Bakanlığa anlatmaları ve ikna etmeleri gerekiyor. Aksi taktirde bu sorun kısa vadede çözülmez.
Mevcut durumun, gaz ithalatı yaptığımız ülkeleri çok rahatsız ettiğini söyleyemeyiz. Devletin arkasında durduğu bir şirkete satış yapmak onların işine geliyor. Nitekim kontrat devirlerinde karşılaşılan en büyük zorluk bu. Özel sektörün tek taraflı gayretleri bu durumu bugüne kadar değiştirmeye yetmediğine göre, aynı tezlerle farklı sonuç beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Bir çok piyasada sihirli bir deynek olan serbest piyasa ekonomi modeli bu sektörde beklenen faydaları sağlamıyor. Kendimizi kandırmayalım.
Kamu ve özel sektör olarak bu konudaki stratejimizi gözden geçirip değişikliğe gitmemizde fayda var.
Seçim Sonuçlarının Enerji Piyasalarına Etkisi 22 Haziran 2015
7 Küresel rekabet sadece şirketlerin değil ülkeyi yönetenlerin de başarılı bir şekilde yönetmesi gereken bir konu. İçeride anlamsız kavgalar ve çatışmalar rekabet yarışında bizi geri bırakabiliyor. Ortak akla her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu bir döneme giriyoruz.
Haziran genel seçim sonuçları her vatandaş gibi piyasaları da etkileyecek gözüküyor. Bugünlerde seçim sonrası hükümet alternatifleri üzerine herkesin bir düşüncesi ve önerisi var. Bu yazımda muhtemel hükümet senaryolarının enerji piyasalarını nasıl etkileyeceğini analiz etmeye çalışacağım. Türkiye’de maalesef seçim kampanyaları çok sert geçiyor. Siyasi rekabetin zaman zaman husumete dönüştüğüne tanık oluyoruz. Yapılan vaadlerde zaman zaman ölçü kaçıyor. Politik söylemler karşıtlık üzerinden yürüyünce doğrular ile yanlışlar birbirine karışıyor, çelişkiler yaşanıyor. Siyaset merkezi ülkenin ortak sorunlarına çözüm üretmek için kurulmuşken, sorun merkezi olabiliyor. Çözümü son derece basit problemler bile ideolojik farklılıklar nedeniyle çözümsüz kalabiliyor. Küresel rekabet sadece şirketlerin değil ülkeyi yönetenlerin de başarılı bir şekilde yönetmesi gereken bir konu. İçeride anlamsız kavgalar ve çatışmalar rekabet yarışında bizi geri bırakabiliyor. Ortak akla her
67
zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu bir döneme giriyoruz. Koalisyon partilerinin ortak olmayan amaç ve hedeflerini bir tarafa bırakması ve Cumhuriyet’in yüzüncü yıl vizyonuna ulaştırma araç ve yöntemlerini bularak bir yol haritası belirlemesi gerekiyor. Yerli ve yabancı yatırımcılar için önemli unsurlardan birisi hukukun üstünlüğü diğeri de politik istikrar. 13 yıldır tek parti iktidarı ile politik istikrar sağlanarak piyasalara uygun bir yatırım iklimi sunulmuştu. Yeni dönemde eskiye göre daha zor olmakla birlikte koalisyon ortaklarının bu güvenceyi yatırımcılara vermesi ve ürkütmemesi gerekiyor. Piyasa Düzenleyicilerinin yeni dönemdeki rolleri nasıl olacak ? AB’ne üye bir çok ülkede koalisyon hükümetleri iş başında olmasına rağmen ekonomi politikalarında genel bir mutabakat söz konusu. Hükümetler zaman zaman değişse de düzenleme kurumlarının varlığı ve bağımsızlığı piyasaların istikrarına büyük katkı sağlamakta olup bu durum piyasa oyuncularını
fazla etkilememektedir. Yeni dönemde düzenleme kurumları politik istikrarın boşluklarını ikame ederek daha fazla sorumluluk yüklenmek durumunda kalabilirler. Yeni atanacak kurul üyelerinin koalisyon yapısına göre şekilleneceğini ve bu durumda kurulların, karar alırken -ortak akla ulaşmak için- daha fazla gayret sarf edeceklerini vurgulamalıyım. Serbest Piyasa Ekonomi modeli devam eder mi? İçinde yer aldığımız enerji piyasaları nasıl etkilenir sorusunun cevabını aramak için üst başlık olan ekonomi politikalarındaki yaklaşıma bakmak gerekiyor. Zira enerji piyasaları, para piyasaları, sanayi ve hizmet sektörleri bu yaklaşıma göre şekillenecek ve etkilenecektir. Serbest piyasa ekonomisinden ne anladığımıza, neyi kapsayıp, neyi dışarıda tuttuğuna bakmak lazım. Genel olarak, Devletin iktisadi hayatta oyuncu olarak değil, düzenleyici ve denetleyici olduğu, teşebbüs hürriyetinin korunduğu ve zorunlu haller dışında piyasalara müdahelenin yapılmadığı bir ekonomik hayat modeli olarak tanımlayabiliriz. Dünyada bunun çok aşırı -vahşiolarak uygulandığı yerler olmakla birlikte AB ülkeleri çerçevesinde yukarıdaki tanıma uygun uygulamalardan bahsedebiliriz. Merkez sağ ve sol partilerin yukarıda yaptığım tanımdan zaman zaman sapsalarda ortak noktalarda buluştuğunu, uygulama farklılıklarının daha çok sosyal devlet ilkesinin kapsamıyla ilgili konularda oluştuğunu görüyoruz. Muhtaç
ailelere yapılacak destekler ile bazı iş kollarına yapılacak sübvansiyonları bu kapsamda değerlendirebiliriz. Siyasi partilerin serbest piyasa ekonomisine ve enerji piyasalarına bakışını, gazetemizde ayrıntılı bir şekilde yer aldığı için burada tekrar yazmak istemiyorum. Kısaca değinecek olursak;
AK Parti: 13 yıllık uygulamaları ile bu seçim için hazırlanan beyannamelerinde ifade edilen konularda sürpriz yok. Serbest piyasa ekonomi modeli devam edecek. Enerji faslında arz güvenliği ve çeşitliliği, yeni boru hatları projeleri, nükleer güç santrallerinin kurulması, yerli ve yenilenebilir kaynakların desteklenmesi, özelleştirmelere devam edilmesi gibi halen hükümetin uyguladığı stratejilerin devam edeceğini görüyoruz.
CHP: Bu seçimde yüzde 25 oyla ikinci büyük parti olma konumunu sürdürmüştür. CHP’li bir hükümet söz konusu olursa kendi program ve hedeflerinden ne kadar sapma olur şimdiden bir şey diyemem ancak diğer partilerle ortak olan ya da olmayan yönlerine bakarak bir çıkarım yapabiliriz. CHP uzunca bir süredir tek başına iktidar olamadı Aynı akımdan gelen DSP ve SHP koalisyon ortağı oldular. Bu iki eski parti şimdi ya hiç yok ya da çok küçüldüler. Bu iki eski partinin kurucuları da hayatta değil. Kadrolarının büyük bir kısmı CHP içerisinde siyaset yapıyor. Eski koalisyon dönemi uygulamalarına ve partinin yeni dönemde gerçekleştirdiği
68
söylemlere bakıldığında sola yaslanmış bir serbest piyasa ekonomi modeline eğilimlerinin devam ettiğini ancak bazı dar gelirli ve dezavantajlı gruplara olan destek ve sübvansiyonların artırılacağını söyleyebiliriz. Elektrik Piyasası Kanunu bir dönem CHP’de siyaset yapan Kemal Derviş zamanında yasallaşmıştı. Sayın Kılıçdaroğlu seçimlerden önce Sayın Kemal Derviş e bakanlık teklifi götürerek ekonomi politikalarında farklı bir yaklaşım içerisinde olmayacaklarının sinyalini vermiş oldu. Yani serbest piyasa ekonomi modeli, bazı revizyonlara rağmen yürürlükte olacaktır. Seçim beyannamesinde özelleştirmelere karşı olduklarını, EÜAŞ, TETAŞ, TEİAŞ, TEDAŞ’ı TEK bünyesinde tekrar birleştiriceklerini, TPAO ve BOTAŞ’ı birleştireceklerini, elektrik yoksulluğu çeken tüketicilere ücretsiz elektrik vereceklerini, çiftçilere mazotu 1,5 TL’ye vereceklerini, nükleer santrallerin yapımını durduracaklarını, çevre ve toplumla uyumsuz projeleri uygulamaya koymayacaklarını, öte yandan yerli ve yenilenebilir kaynaklarını destekleyeceklerini, arz çeşitliliğine önem vereceklerini ifade ettiler. Seçim beyannamesinde yazılanlar ne kadar hükümet protokolünde yer alacak, şimdiden bir şey demek zor ancak temel piyasa kanunlarında değişikliğe gitmeden bu tezlerini hayata geçirmesi zor gözüküyor. Ayrıca CHP’nin taahhütlerinin bir kısmı AB direktiflerine de ters gözüküyor. Özellikle dikey ayrıştırma ve özelleştirme karşıtı politikalar hususunda AB’yi ya da hükümet ortağını ikna etmesi çok güç.
MHP: Parti ve seçim beyannameleri ve daha önceki hükümet deneyimlerine baktığımızda MHP ile serbest piyasa ekonomi politikalarının devam edeceğini söyleyebiliriz. Şüphesiz bazı uygulama ve politikalarda farklı yönleri olsada 2001 ve 2002 yılında çıkarılan piyasa kanunlarında MHP’nin hükümet ortağı olduğunu unutmamak gerekiyor. Seçim beyannamesinde göze çarpan hedefler; TPAO ve BOTAŞ’ın birleştirilmesi, arz güvenliği ve çeşitlendirilmesi, nükleer teknolojinin yerlileştirilmesi, talep yönetimi ve enerji borsasının kurulması, Türk Cumhuriyetleri ile işbirliğinin artırılması, fakir ailelere ucuz elektrik verilmesi vb. MHP’de enerji piyasalarına yaklaşımda mevcut uygulamalar ile çelişen çok fazla bir husus olmadığını söyleyebiliriz.
HDP: HDP bu seçimde kimsenin beklemediği bir başarı gösterdi. HDP ekonomi politikalarında geçmiş yıllardaki ideolojik ve bölgesel unsurların dışına çıkarak toplumun dezavantajlı sosyal kesimlerine destek vaadinde bulundu. Ancak ekonomik model olarak serbest piyasa tarafından çok daha uzak, devletçi ekonomi modeline daha yakın aşırı sol söylemlerde bulundu.Yunanistan’da iktidar olan Cipras’ı örnek aldıklarını görüyoruz. Eğer muhtemel bir koalisyon ortağı olurlarsa bu görüş ve hedeflerini diğer ortaklarına nasıl aktarırlar bilemem ama ekonomi politikaları diğer siyasi partilerin çok uzağında. Bu partinin güçlü olduğu bölgelerde elektrik üretim ve dağıtım şirketlerine bakışının bugünkü piyasa
mantığından çok uzak olduğunu, herşeyin devletten beklendiği ve kaçağın yoğun olduğu bölgelerde kendi tabanlarına neyi tavsiye ettiklerini sektör çok iyi biliyor. Türkiye siyasi tarihinde benzeri pek olmayan bir parti sözkonusu. Bugüne kadar hükümet ortağı olmadıkları için koalisyon ortağı olurlarsa nasıl bir piyasa yapısı kurgularlar bilemem ama bildik batılı piyasa kurgusunun çok uzağında olduklarını söyleyebiliriz. Ülkeyi yönetme sorumluluğunu üzerine alacak siyasilerin uzlaşma yeteneklerinin test edileceği zor bir sürece giriyoruz. Hiç bir parti tek başına iktidar çoğunluğuna sahip olmadığına göre, oluşacak hükümetin ekonomi ve enerji politikaları tek yanlı ve tek renkli olmayacak demektir. Uzlaşma esasına göre her ortağın bazı özellik ve hedeflerinin hükümet programına yansıması normaldir. Enerji Bbakanlığı’nı yönetecek partinin politika ve stratejilerde dominant olmasını beklemeliyiz. EPDK Kurul yapısında da koalisyonun izlerini görebiliriz. Piyasa istikrarı her ne kadar politik istikrara daha çok bağlı olsada kurumun kararları düzenleme güvenliği açısından çok önemli duruma gelecektir. Yeni hükümetin enerji ajandasında yer alacak başlıca konular; 1- Arz güvenliği ve çeşitliliği 2- Enerjide dışa bağımlılığı azaltacak tedbirler 3- Doğal Gaz Piyasası Kanunu’nda yapılması beklenen değişiklikler 4- Elektrik Piyasası Kanunu’nda planlanan değişiklikler (Kayıp kaçak bedellerinin yasal güvenceye kavuşturulması vb. )
69
5- Elektrik ve doğalgaz piyasalarında serbest fiyat oluşumu önündeki engeller 6- Türkiye’nin enerji hub’ı olması için atılması gereken tedbirler 7- Uluslararası boru hatları projeleri 8- Nükleer güç santralleri projeleri 9- Devam eden özel sektör yatırımları önündeki engeller (mevzuat, yargı süreçleri, izin vb. ) 10- Yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının kolaylaştırılması için gereken teşvik ve desteklerin yeniden gözden geçirilerek geliştirilmesi 11- İşletmedeki tesislerin (özelleştirmeden devralınan tesisler dahil) kredi borçlarının geri ödemesinde karşılaşılan sorunlar 12- Özelleştirme programı 13- Bu maddeyi siz değerli okuyucularımdan gelecek önerilere bırakıyorum. Petroturk.com’dan yazıya yorum yaparak ya da email yoluyla gönderebilirsiniz. Sonuç olarak; Serbest piyasa ekonomisi yolunda büyük mesafeler katettik, özel sektör bu piyasaya inanarak büyük sorumluluk üstlendi. Elde edilen kazanımlar toplumun yararına oldu. Zarar eden KİT’ler büyük oranda özelleştirilerek kamuya yük olmaktan çıkarıldı. Gelinen bu noktadan geriye dönüş artık mümkün değil. 100 milyar USD’lik büyüklüğe ulaşan Türkiye’nin en büyük reel sektörü dinamizmini ve yatırımlarını artırarak faaliyetlerine devam etmeli.
Elektrik Tarifeleri Kimi Mutlu Edecek? 6 Temmuz 2015
E
lektrik dağıtım ve görevli tedarik şirketlerinin 2. dönem tarife süreleri 2015 yılı sonunda sona ererken, 3. dönem beş yıllık tarife uygulaması 2016 yılında başlayacak. Sektörün dikkatleri yeni tarife metodolojisine odaklanmış durumda. EPDK yeni dönem tarife metodolojisi ile ilgili değişiklik taslaklarını yayınlamaya başladı. Bunlardan bazıları: - Kayıp kaçak oranlarının hesaplanması
Sektörün dikkatleri yeni tarife metodolojisine odaklanmış durumda. EPDK yeni dönem tarife metodolojisi ile ilgili değişiklik taslaklarını yayınlamaya başladı.
- Elektrik dağıtım şirketlerinin satın alma ve ihale prosedürleri. İçinde bulunduğumuz ikinci tarife dönemi uygulaması başlamadan önce (2010 yılında) dağıtım şirketlerinin büyük çoğunluğu henüz özelleştirilmemişti. Birkaç özel sektör şirketi ise henüz yeni devraldıkları bu varlıkları tanıma aşamasında olduğu için metodolojiye verdikleri görüş ve önerileri çok daha sınırlıydı. İçinde bulunduğumuz bu dönemde ise hem özel sektör hem de Kurum, şirket faaliyetlerini ve finansal durumlarını çok daha iyi biliyorlar. Tarifelerde aksayan yönler çok daha belirgin hale geldi. Yabancı ülke regülasyon örnekleri de düne göre çok daha iyi biliniyor. İyi bir tarife düzenlemesi için güvenilir bilgi çok önemli. Kurum, hala bazı verilerin geç geldiğinden ve karmaşıklığından şikayet etse de geçen döneme göre veriler daha fazla ve sağlıklı durumda. Piyasanın diğer oyuncu gruplarına göre daha kurumsal ve örgütlü bir yapıya sahip ELDER, yabancı bir danışmanlık firmasına şirketlerin bugünkü mali ve finansal durumlarını incelettirerek bir rapor hazırlattı ve Kurum’a sundu. Kurum hem elindeki bilgileri hem de dışarıya hazırlatılan bu raporları inceleyip sektörün finansal durumu hakkında daha detaylı bilgiye ulaşmış olacak. Ne kadar güvenilir veriye ulaşılırsa çözüme o kadar kolay ulaşılır.
70
SEKTÖRÜN BEKLENTİLERİ Dağıtım ve perakende sektörü mevcut tarife metodolojisini bazı yönlerden yetersiz buluyor ve her fırsatta Bakanlığa ve Kuruma bu dilek ve şikâyetlerini anlatmaya çalışıyorlar. Aynı şekilde devam edilmesi halinde orta ve uzun vadede şirketlerin mali yapılarının finansal açıdan sürdürülebilir olmaktan çıkacağını, bu durumun da hizmet kalitesini olumsuz etkileyeceğini hatta bazı şirketlerin iflasla bile karşı karşıya kalabileceğini ifade ediyorlar. EDAŞ’ları finansal açıdan bu duruma sürükleyen sebeplerin başında özelleştirme bedellerinin yüksekliği geliyor. Özelleştirme bedelleri için kullanılan banka kredilerinin geri ödemeleri bu yıl itibariyle başlıyor. Şirketlerin ürettiği kazançlar bu kredilerin geri ödenmesine imkan vermediğinden ortakların sermaye koymasını zorunlu tutuyor. Başka bir ifadeyle şirket ortakları sermaye artışına gidecek ya da sermaye koyacak yeni ortak arayacak. Nitekim kulislerde, kredi ve borçlanma limiti dolan şirketlerin sermaye koyabilecek yeni ortak arayışına girdiklerini duyuyoruz. Sektörün mali krize girmesi, hissedarlar kadar bankaları da yakından ilgilendirdiği için onlar da süreci yakından takip ediyor. EDAŞ’ların özelleştirme bedelleri yaklaşık 13 milyar USD civarında idi. Bunun yaklaşık 10 milyar USD’si kredi kullanılarak ödendi. Çoğu 8-10 yıllık geri ödeme süresine sahip bu kredilerin faizleri ile birlikte geri ödenmesi sektörün en büyük sorunu durumunda. Ayrıca şirketler halen yaptıkları yatırımlar için de ek kredi kullanıyor. Dağıtım sektörünün toplam kredi borç yükünün 15 milyar USD’yi bulduğu tahmin ediliyor. Sektör doğal olarak bu borçların ödenmesi için mevcut
gelirlerinin artırılmasını talep ediyor. Kurum ise bugüne kadar özelleştirme bedellerini, tüketicilere ek bir yük gelmemesi için tarifelerde dikkate almadı. Bugünden sonra da dikkate alacağını sanmıyorum. Kurum’un bu durumun farkında olmasına rağmen yapabileceği fazla bir şey yok. Mevcut gelir yapısı değişmediği takdirde şirketlerin lisans süresi sonuna kadar özelleştirme tutarlarını ödeyemeyeceği dile getiriliyor. Döviz kurlarının özelleştirme tarihindeki kurlara göre yüzde 30-40 civarında artmış olması, geleceğe dönük kur tahminlerinin yükselme eğilimi tabloyu daha kötümser hale getiriyor.
GÖREVLİ TEDARİK (PERAKENDE) ŞİRKETLERİNDE DURUM NASIL? EDAŞ’lar özelleştirilirken perakende faaliyetleri aynı tüzel kişilik altında bulunmaktaydı. Özelleştirme bedellerinin bir kısmı bu faaliyetlerden elde edilecek gelirleri de içermekteydi. Kurum yasa gereği dağıtım faaliyeti ile ticari faaliyetlerin hukuki ve idari açıdan ayrıştırılmasına karar verdi. Bugün itibariyle 21 dağıtım 21 adet de Görevli Tedarik Şirketi bulunmaktadır. Tedarik şirketlerinin tarifeleri perakende satış hizmetleri ve finansman maliyetlerinden oluşan brüt kar marjından ibaret. Serbest tüketici limitinin her yıl düşürülmesi ile bu şirketler konutlar ve küçük ticarethaneler hariç elektrik satışında diğer toptan elektrik satış firmalarıyla rekabet etmek zorunda kalmaktadır. Bu durum bu şirketlerin kar marjlarını ve pazar paylarını tehdit etmektedir. Yakın bir gelecekte tüm tüketicilerin serbest olmasıyla birlikte tam rekabet ortamında ticaret yapmaya başlayacaklar. Nitekim EPDK aldığı bir kararla 1 Temmuz 2015’ten itibaren tedarikçi değiştirme usullerini kolaylaştırdı. Yeni gelişen bu koşullar şirketlerin üretecekleri kazançları olumsuz etkileyecek. Başka bir ifadeyle dağıtımdan kazanamadıkları paraları perakende şirketlerinden de kazanamayacaklar. Kurum görevli
tedarik şirketlerinin tarifesini artırsa hatta serbest bıraksa bile, serbest piyasa koşullarında büyük bir rekabetin içinde olacaklar. Yeni müşteri bulmak yerine mevcutları elde tutmaya çalışıyorlar.
1- Yatırımlara verilen makul getiri oranı (WACC)
Yeni dönemde görevli tedarik şirketleri strateji değişikliğine giderek müşterilerini muhafaza etmek yerine, yeni müşteriler için daha agresif bir model geliştirmeli.
4- Kayıp kaçak oranları
Kısaca savunma değil hücum zamanı başlıyor.
2- Yatırımların tutarı ve itfa süresi 3- Yatırım hesaplarında kullanılan birim fiyatlar
5- İşletme giderleri (OPEX) hesaplama usul ve esasları 6- Tarife dışı gelirler (reaktif enerji bedelleri, reklam ve kira gelirleri vb.)
ÖZEL SEKTÖR ÖZELLEŞTİRME SÜRECİNDE YANLIŞ HESAP MI YAPTI?
7- Verimlilik oranları
Yaklaşık beş yıl önce yapılan özelleştirmelerde bedellerin tahminlerin çok üzerinde çıkması üzerine piyasada bazı eleştiriler yapıldığını hatırlarsınız. Maalesef bizim girişimcilerimiz ihale ortamında heyecana kapılıp ne pahasına olursa olsun ihaleyi kazanmak amacıyla fizibilitelerin çok üzerinde teklif sunabiliyor. Bugün gelinen bu durumun en büyük sebeplerinden birisi özelleştirmelerde aşırı rekabet dolayısıyla yaşanan bu gelişmeler. Bu tip tarifesi düzenlemeye tabi şirketlerin satın almalarında dikkate alınması gereken en büyük unsur tarifeden elde edecekleri gelirler olmasına rağmen bu durum gözden kaçırıldı. Şirketler bu sorunu aşabilmek için tarife dışı gelirleri artırma yoluna gitse de Kurum aldığı tedbirlerle bu durumu sınırlandırdı. Kayıp kaçak hedeflerini tutturamayan bölgelerde ise durum daha vahim.
9- Önceki dönemlerde yapılamayan ya da fazladan yapılan yatırımların durumu
Buraya kadar iyimser bir tablo çizmediğimin farkındayım. Piyasaya heyecan verecek yeni bir hikâyeye ihtiyaç var. Hikâyenin 3. bölümü bakalım nasıl geçecek? Sektör bu sorunlarını aşabilecek bir tarife yakalayabilecek mi?
8- Performansa dayalı gelirler hangi unsurlardan oluşacak?
10- Görevli Tedarik şirketlerinin brüt kar marjları Önümüzdeki üç ay içeresinde yukarıda saydığım metodolojinin temel parametreleri netleşmiş olacak. Sonuç olarak; Hem sektörü, hem de tüketicileri doğrudan ilgilendiren bu süreç, hükümetin koalisyon şeklinde kurulacağı durumu da eklenince daha zor geçecek gibi gözüküyor. Yazılarımda sık sık kullandığım empati yapmaya ya da hemhal olmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan bir dönemdeyiz. Sektörün temel sorunlarına çözüm getirecek adımların atılmasının orta ve uzun dönemde piyasaya ve tüketicilere olumlu yansımaları olacağını unutmayalım. Herkesin beklentisi, mevcut sorun ve ihtiyaçları iyi analiz ederek maliyet esaslı ve performansa dayalı adil bir tarife metodolojisini hızlı bir şekilde hayata geçirerek hikâyenin üçüncü bölümüne iyi bir başlangıç yapmak.
Birlikte bekleyip göreceğiz.
Yazımın başlığında sorduğum sorunun cevabı:
Sektör aşağıda saydığım tarife unsurlarında yapılacak değişiklikleri yakından takip edecek.
Böyle bir ortamda herkesi mutlu edecek bir sonuç elde etmek zor gözüküyor.
71
Bayramınız Bayram Olsun 15 Temmuz 2015
T
üm İslam alemi bir ay süren mübarek Ramazan’dan sonra Bayramı kutlamaya hazırlanıyor. Dini ve milli bayramlarımız milletçe huzur, neşe ve enerji kaynağımız olmasına rağmen modern hayat maalesef o günlerimizi de sıradanlaştırıyor.
Bu bayramı vesile kılarak bayramla birlikte toplumda oluşacak olumlu havanın sürdürülmesini, kardeşliğimizin ve birliğimizin bozulmamasını temenni ediyorum.
Çevremizde cereyan eden menfi hadiseler, bayramların gerçek bir bayram olarak kutlanmasını ve idrak edilmesini etkilediği için eski haz ve mutlulukların yaşanmasına engel oluyor. Ramazan ayını diğer aylardan ayıran en büyük özelliği hem kişisel hem de toplumsal olarak kendimizi muhasebe etmemizin yanısıra, bizim sahip olup da başkalarının sahip olamadığı şeyleri test etmemize imkan vermesidir. Modern hayat tarzı iş dünyamızı etkilediği gibi kişisel hayatımızı da olumsuz etkiliyor. Etkilenen kişisel hayatlarımız iş dünyamızı da etkiliyor. Etrafta bir sürü mutsuz insan görüyoruz. Temel nedeni insanımızın eskiden olduğu gibi kanaat sahibi olmaması. Maalesef beklentiler yükselince ve karşılanamayınca mutsuzluk oranı artıyor. Özellikle bu ayda maddi açıdan imkanı olanların bu imkanlardan yoksun olanlara yardım etmesinin, sosyal dayanışmaya ve yardımlaşmaya büyük katkı sağladığını, bunun da toplumsal barışa vesile olduğunu görüyoruz.
72
Keşke bu tavrımızı, duruşumuzu sadece yılda bir ayla sınırlı tutmasak da tüm yıla yayabilsek, başkasının derdiyle dertlenip hemhal olabilsek, arı ve duru halimizi devam ettirebilsek. İşte o zaman bugün toplumda yer alan bu çekişme ve gerilimlerin kalmadığını göreceğiz. Yapılan istatistiki çalışmaların hepsinde Ramazan ayında işlenen suçların ciddi oranda azaldığını görüyoruz. Bu toplumun sahip olduğu milli ve kültürel değerleri dejenere etmemiş olsaydık, bugün hem özel hem de iş hayatında karşılaştığımız sorunların büyük bir kısmını yaşamazdık. Ben yine de bu bayramı vesile kılarak bayramla birlikte toplumda oluşacak olumlu havanın sürdürülmesini, kardeşliğimizin ve birliğimizin bozulmamasını temenni ediyorum. Bayram mesajını biraz uzun tuttuğumun farkındayım. ********* Dostluğu, sevgiyi ve geleceği… Aşımızı, ekmeğimizi, soframızı… Hüznümüzü, acımızı, yalnızlığımızı paylaştığımız; birlik ve beraberliğimizi, kardeşlik ve dostluğumuzu en sıcak şekilde hissedeceğimiz Ramazan Bayramı’nızın gerçek bir BAYRAM olmasını dilerim. ENERJİNİZ BOL, GELECEĞİNİZ AYDINLIK OLSUN.
Özelleştirilen Şirketlerde Paradigma Değişikliği 3 Ağustos 2015
K Enerji piyasasında kamunun elini çekmesinden sonra değişen piyasa yapısı, sektörün ihtiyaç duyduğu nitelikli yönetici açığını gündeme getirdi. Başlangıçta, özelleştirilen işletmelerde kamudan devralınan yöneticilerle devam edilse de zamanla buralarda da ya grup şirketlerinden ya da diğer özel sektör kurumlarından yönetici transferine gidildi.
amu 2000’li yıllarda piyasa kanunlarında yapılan değişikliklerle elindeki varlıkları özelleştirmek suretiyle elinden çıkarmaya başladı. Özelleştirme ihalelerine ağırlıklı olarak ulusal sermaye kısmen de uluslararası sermaye şirketleri girerek yeni piyasa yapısına olan güvenini göstermiş oldu.
Elektrik Piyasası... Bugüne kadar elektrik piyasasında üretim portföyünde bulunan başta termikler olmak üzere küçük HES’ler ve JES’ler özelleştirme programına alınarak satıldı. ÖİB özelleştirme programına hem kömür hem de doğalgaz çevrim santralleriyle devam ediyor. Eğer yeni kurulacak hükümet programında önemli bir değişiklik olmazsa devlet sınır aşan büyük HES’ler hariç diğer varlıkları da özelleştirecek. TETAŞ’ın Yİ/YİD üretim tesisleri de 2018 yılından itibaren sözleşmede yazılı süreler bitince, ya kamuya devrolacak ya da serbest kalacak. Bugün itibariyle kamunun kontrolünde olan kurulu güç özel sektör payına göre daha az durumda. ÖİB elindeki tüm dağıtım şirketlerini başarıyla özelleştirerek kamunun payını sıfırlamış oldu.
73
Elektrik Piyasası Kanunu’na göre iletim sistemi işletmeciliği TEİAŞ eliyle yürütüleceği için bu alanda herhangi bir özelleştirme yapılmayacak.
Doğal Gaz Sektörü... Botaş’ın elinde bulunan ESGAZ ve Bursagaz yaklaşık 10 yıl önce özelleştirilmiş akabinde belediyelerin elinde olan İZGAZ ve BAŞKENTGAZ’la süreç devam etmişti. Gaz dağıtım sektöründe kamunun elinde bir tek İGDAŞ kaldı. Bilindiği gibi İGDAŞ Türkiye’nin en büyük, Avrupa’nın da sayılı gaz dağıtım şirketlerinden birisi. Bugüne kadar bir kaç kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkililerince takvim açıklanmasına rağmen süreç henüz tamamlanmadı. Doğalgaz ithalatına gelince… Botaş yaptığı kontrat devirleriyle yaklaşık 10 bcm’lik bir miktarı özel sektöre devretti. Kalan kontratların devri yeni kurulacak hükümetin bu konudaki hedeflerine göre şekillenecek.
Petrol Piyasası... Diğer sektörlere göre sayıca az olmasına rağmen değer açısından en büyük özelleştirmeler bu piyasada oldu.
Tüpraş ile tüm rafineriler elden çıkarılırken dağıtım sektörünün en büyüğü POAŞ ile işleme lisansı sahibi PETKİM bu piyasanın en büyük devirleri olarak tarihe geçti. Buraya kadar üç büyük piyasadaki özelleştirmeleri kısaca özetledikten sonra aşağıdaki soruya cevap aramaya çalışacağım. Peki özelleşen şirketlerde nasıl bir değişim oldu? Enerji piyasasında kamunun elini çekmesinden sonra değişen piyasa yapısı, sektörün ihtiyaç duyduğu nitelikli yönetici açığını gündeme getirdi. Başlangıçta, özelleştirilen işletmelerde kamudan devralınan yöneticilerle devam edilse de zamanla buralarda da ya grup şirketlerinden ya da diğer özel sektör kurumlarından yönetici transferine gidildi. Geçiş döneminde mevcut yöneticilerle devam edilmesi bir seçenekten ziyade bu işlerin yıllar boyu kamu eliyle yürütülmesinden kaynaklanan bir zorunluluktu. Özel sektörde bu işlerden anlayan yönetici zaten yoktu. Bu dönemi patronların, şirketleri, personeli ve faaliyetleri tanıma evresi -fırsatıolarak değerlendirebiliriz. Birkaç yıllık tanıma dönemi içerisinde patronların regülasyona tabi bu şirketleri yönetme ve algılama biçimleri netleşmiş oldu. Patronların bu şirketleri devralmadan önce hayal ettikleri ile bugün karşılaştıkları durum arasında büyük fark olduğunu yaptığım özel sohbetlerden
anlıyorum. Bu tanıma dönemi bittikten sonra yönetim anlayışları değişir mi? Öyle gözüküyor ki, özel sektör yapısına ve hızına ayak uyduramayan yöneticiler sistem dışında -OUT- kalacak. Bu yeni duruma adapte olanlar ise sistemde -IN- olacak. Yıllarca kamu sektöründe çalışan personel ve yöneticilerin iş yapma ve yönetme biçimleri özel sektöre göre farklılık arz ediyor. En temel faktör; kamu ve özel sektörün yöneticilere verdiği strateji ve hedeflerdeki farklılık.
zora sokabilir ve şirketleri iflasla karşı karşıya bırakabilir. İflas ise bir şirketin ticari hayatının sona ermesi demektir. Kamu yönetimi altında zarar eden KİT’lerin zararı Hazine tarafından dolayısıyla vergi mükellefleri tarafından karşılanırken, özel sektörün bu zararı karşılama ve finansa etme imkanı bulunmamaktadır. Bir diğer husus verimlilikle ilgili. Herkes çok iyi biliyor ki, kamu yönetimi altında hem yapılan yatırımlarda hem de işletme giderlerinde popülist yaklaşımlar dolayısıyla fizibiliteyi tutturmak çoğu kere mümkün olamamaktadır. Bir kaç hanenin enerji ihtiyacı için kilometrelerce hat yapılabilmektedir.
Kamu döneminde şirketlerin hedefleri hizmet odaklı iken, özel sektör kar odaklı çalışmaya başladı ve öncelikleri değişti. Kamu yönetimi altında şirketlerin zararı bir tür üstlenilen görevin bir fonksiyonu iken ve çoğu kere siyasiler tarafından tolere edilebilirken, özel sektörün böyle görev zararını göğüslemesi mümkün değil. Özel sektör kuruluşları şirketlerin ihtiyaç duyduğu yenileme ve genişleme yatırımları ile işletme giderlerinin karşılanmasının yanı sıra elde edilecek kar ile özelleştirme bedelleri için kullanılan banka kredilerinin geri ödemelerini öncelikli hedef olarak görmekte ve tüm finansal planlarını buna göre yapmaktalar.
Siyasiler “Tüketici = Seçmen” denkleminin varlığını akıllarından çıkartamamaktadır.
Özel sektör yönetiminde borçların ödenememesi şirketlerin finansal yapılarını
İşte aradaki bu nüansı anlayamayanlar için zor anlar başlamış demektir.
74
Vatandaşın her isteği makul olsun olmasın yerine getirilmelidir hedefi, kurumların rasyonel ve basiretli tüccar davranışı göstermesine engel olmaktadır. Özel sektörde ise tüketici= müşteri denklemi söz konusu. Şüphesiz müşterileri memnun etmek zorundalar ancak arada ufak ama bir o kadar önemli fark var. Faturalarını düzgün ödediği müddetçe bu hizmeti vermeye devam edecekler ve ekonomik olmayan hiç bir talebe evet diyemeyecekler.
Burada unutulmaması gereken önemli husus: Bu şirketlerin sahipliğinin kamudan özele geçmesine rağmen yapılan işin kamusal niteliğinin değişmemesidir. Özel sektörün kavramakta zorlandığı husus: paradigma değişikliğini bu parametreleri dikkate almadan yapmaya kalkmasıdır. Yeni piyasa kurgusunda şirketlerin yeni sahiplerinin kamudayken yapılmamış olan birçok düzenlemeyle karşı karşıya kalmış olmaları onlar için sürpriz olabilir. Vatandaş - tüketici - cephesinden bakıldığında ise durum daha karmaşık durumdadır. Düne kadar, vatandaşlar ödemediği faturalara karşın hizmetin aynı şekilde devam etmesini bekliyordu. Eski alışkanlıklarını devam ettiren vatandaşlar şirketlerden olumlu yanıt alamayınca şikayetlerini yerel siyasetçiler yoluyla Bakanlıklara kadar taşıyorlar. Kamu ile özel sektör arasında kıyaslama yaparak yeni durumun kendileri açısından daha kötü olduğunu söylüyorlar. Bu değerlendirmeleri yapan bazı tüketicilerin ön yargılı bakışlarını da göz ardı etmemek gerekir. Ön yargılı olanları dışarıda bırakacak olsak bile tüketicilerin eski ve yeni piyasa modelini nasıl algıladıklarına
bakmak yararlı olacaktır. Maalesef elimizde kamu ya da özel sektörün yaptırdığı araştırmalar yok ya da çok yetersiz. Tüketici memnuniyetini etkileyen durumların ve beklentilerin neler olduğu iyi bir araştırmayla belirlenecek olursa bu durumu yönetmek çok daha kolay olacaktır. Aksi taktirde gelen şikayet ve taleplere göre bir değerlendirme yapmak bizleri hatalı sonuçlara götürecektir. Tüketicilerden gelen düzenleme dışı ve rasyonel olmayan taleplerin yerine getirilmesini beklemek, özelleştirme suretiyle yaşanan paradigma değişimini durdurmak anlamına gelir. Özellikle kayıp kaçağın yoğun olduğu bölgelerde bazı vatandaşların oy tehdidiyle siyasilere baskı kurmak suretiyle istediklerini yaptırmaya çalışmaları sadece o bölgeyi değil tüm sistemi zorlamakta ve fiyat eşitleme mekanizması yoluyla yapılan bu yanlışa ortak etmektedir. Tüm siyasilerin birkaç bin oy uğruna onlara sevimli gözükmek için verdikleri destek ve taahhütler sistemi yozlaştırmaktadır. Özelleştirilen bu işletmelerin ticari hayatları bazı kötü niyetli tüketici / vatandaşlara kurban edilmemeli. Sonuç olarak; Enerji piyasasında son 10 yılda yaşanan bu paradigma değişimi serbest piyasa ekonomi
75
modelinin bir gereği olarak görülmeli ve bu değişimin amaç ve yöntemleri hem arz tarafına hem de talep tarafına iyi anlatılmalı. Öte yandan özelleşen bu şirketlerde görev alan profesyonel yöneticilerin geçiş dönemi problemlerini hem şirket patronlarına hem de tüketicilere fazla yansıtmadan dengeli bir şekilde yönetme sorumlulukları olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bu durumda en zor görev ve sorumluluk onların omuzunda. Hem yeni oluşan piyasa kurallarına uymak, hem de bu işten sermayedarları ve tüketicileri memnun etmek durumundalar. Şirket patronlarına da, profesyonel olarak atadıkları yöneticileri anlayışla karşılamalarını, yıllardan beri devam eden sorunların bir anda çözülmesini beklememeleri gerektiğini ve sabırlı davranmalarını tavsiye ederim. Özelleştirme aşamasında yapılan yanlış hesapların faturasını bugünkü yöneticilere çıkartmak adil bir davranış biçimi olmaz. Öyle gözüküyor ki, kamudan özel sektöre geçen şirketlerde paradigma değişimine adapte olamayanlar -Hissedarlar, Yöneticiler, Tüketiciler - süreç ilerledikçe sistem dışında -OUTkalacaklar.
Türkiye Enerji Zirvesi’ne Doğru 24 Ağustos 2015
H Kamu ve özel sektörün üst düzey temsilcilerinin katılacağı Zirve’de, yurt dışından ve yurt içinden gelen birbirinden değerli 50 civarında panelistin eş zamanlı olarak iki dilde aktarılacak panellerde konuşma ve sunumlarını izleme imkanı bulacağız.
er yıl Anadolu’nun farklı kentlerinde düzenlenen Türkiye Enerji Zirvesi, bu sene katılımcılarımızın internet üzerinden yaptığı oylamayla belirlenen Konya’da 12-13 Ekim’de yapılacak. Katılımcı odaklı olarak tüm paydaşlarımızı temsilen sektörel STK’lardan ve kamu kurumlarından oluşturulan Danışma Kurulumuz, 10 Ağustos’ta Konya’da bir araya gelerek program üzerinde verimli bir değerlendirme toplantısı yaptı. Akabinde Konya yerel basını ve iş dünyasına Zirve ile ilgili lansmanımızı gerçekleştirdik. Konya’nın hem devlet hem de vakıf üniversiteleri ile Konya Sanayi ve Ticaret Odaları Zirve’ye büyük ilgi göstererek desteklerini açıkladılar.
DÖRT PİYASA TEK ZİRVEDE BULUŞUYOR... (Bir = 1+1+1+1) Türkiye Enerji Zirvesi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Himayesinde, EPDK’nın destekleri ile enerji piyasasını oluşturan Elektrik, Doğalgaz, Petrol ve LPG sektörlerinin katılımlarıyla bu yıla kadar sırasıyla Ankara, Kayseri, Trabzon ve Gaziantep gibi Anadolu’nun seçkin şehirlerinde yapıldı. Bu yıl Selçuk Üniversitesi
76
Süleyman Demirel Kültür ve Kongre Merkezi’nde 6.’sı yapılacak olan konferanslar serisi, gittiği her şehirde adeta bir bayram buluşması tadında büyük bir heyecan oluşturmakta ve yerel kalkınma motivasyonuna katkı sağlamaktadır. Her yıl bir öncekine göre daha başarılı geçen Zirve’nin bu yıl da başarısının artarak devam edeceğine inanıyoruz. Kamu ve özel sektörün üst düzey temsilcilerinin katılacağı Zirve’de, yurt dışından ve yurt içinden gelen birbirinden değerli 50 civarında panelistin eş zamanlı olarak iki dilde aktarılacak panellerde konuşma ve sunumlarını izleme imkanı bulacağız. Öte yandan Sayın Enerji Bakanı’nın ve Sayın EPDK Başkanı’nın özel oturumları ile AB’den katılacak seçkin davetlilerin konuşma ve sunumlarını dinleme fırsatı bulacağız.
Konferansta başlıca tartışılacak konu başlıkları... - Rekabet ve serbestleşme - Enerji piyasalarında fiyatlandırma politikaları
- Enerji ticaretindeki gelişmeler
bir uygulamayı katılımcıların hizmetine sunacağız.
- Türkiye doğalgaz ticaretinde merkez ülke olabilecek mi?
TEŞEKKÜR...
- Petrol ve LPG piyasalarında düzenlemelerin etkileri
Konyada bizi destekleyen başta Selçuk Üniversitesi, Karatay Üniversitesi rektörleri olmak üzere Konya sanayi ve ticaret odası başkanlarına ve yerel yöneticilere, yine organizasyonun başarısı için çalışan organizasyon komitesine, enerji sektörünün STK’larına organizasyon komitesi adına çok teşekkür ederim.
- Elektrik üretiminde yatırım ortamının iyileştirilmesi - LPG’nin enerji arz güvenliğindeki yeri - Konya’nın enerji potansiyeli - Özel konuklar Bu zirveleri diğerlerinden ayıran en büyük özelliği konferansların gerçekleştiği illerdeki üniversitelerin, sanayi ve ticaret odaları ile yerel yönetimlerin desteği ve katılımıdır. Bu tür etkinliklerin üniversite-sanayi işbirliğine güzel örnek teşkil edeceğine inanıyoruz. Zirveler o illerdeki üniversite ve iş adamlarını Türkiye’nin en büyük piyasasının üst düzey yöneticileri ve iş adamları ile buluşturmakta ve çok yönlü bir işbirliğine imkan tanımaktadır. Hem yurtdışı ve yurt içinden gelen panelist ve delegeler yereldeki iş fırsatlarını hem de yereldeki iş adamları ve girişimciler bu çok değerli katılımcılarla tanışma ve birlikte iş yapma fırsatlarını yakalamış olacaklardır.
Bu Zirve’nin başarı kriterini “İYİ Kİ KONYA’YA GELMİŞİM” olarak belirledik. Bu başarıyı yakalayabilmek için danışma kurulumuz büyük bir çaba sarfetmektedir. Her Zirve’de yeniliklerle karşınıza çıkıyoruz. Bu Zirve için de konferansın verimliliğini artırmak ve daha etkin takip edebilmek için akıllı telefonlara uygun bir uygulama hazırlatıyoruz. Kayıt işlemlerinden programa, soru cevaplardan anlık bildirimlere kadar her bilgiyi bulabileceğiniz
77
DAVETLİSİNİZ... Enerji camiamızı Konya’nın manevi rehberi Mevlana’nın “Gel Gel Ne Olursan Ol Yine Gel” sözüyle 12-13 Ekim’de düzenlenecek 6. Türkiye Enerji Zirvesi’ne davet ediyoruz.
*************** Ülkemimizin huzur ve güvenliği için mücadele eden güvenlik güçlerimizden Şehitlik mertebesine ulaşan görevlilerimize Rabbimden rahmet, yaralılara acil şifalar dilerim.
Temkinli Duruş 8 Eylül 2015
P
Enerji sektöründe üretimden perakende satışa kadar tüm değer zincirinde uluslararası sermayeyi görmekteyiz. Özellikle son 10 yılda hem politik istikrarın getirdiği güven ortamı hem de bağımsız bir düzenleme kurumunun kurulması ve hızla piyasaya yön vermesi, bu neticelerin alınmasında önemli bir etken oldu.
iyasada yatırım iklimini belirleyen parametrelerin başında politik ve ekonomik istikrar geliyor. Bu istikrarı etkileyen en büyük unsur ise huzur ve güvenlik. Enerji sektöründe üretimden perakende satışa kadar tüm değer zincirinde uluslararası sermayeyi görmekteyiz. Özellikle son 10 yılda hem politik istikrarın getirdiği güven ortamı hem de bağımsız bir düzenleme kurumunun kurulması ve hızla piyasaya yön vermesi, bu neticelerin alınmasında önemli bir etken oldu. Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED)’in seçimlerden önce yayınladığı yıllık raporlar bize yabancı yatırımcıların Türkiye piyasalarına ve ekonomisine olan eğilim ve güveninin devam ettiğini gösteriyordu. Seçimlerden sonra YASED’in değerlendirmesini merak ettim ve YASED Başkanı Ahmet Erdem Bey’i arayarak görüşlerini aldım.
2016 yılını kazanmamız çok önemli Ahmet Erdem, “Uluslararası doğrudan yatırımcılar, yatırım konusuna uzun vadeli bir strateji ekseninde bakıyor. Doğrudan yatırım kararı, dönemsel gelişmelere göre değil, bir ülkenin ekonomik potansiyeli, coğrafik önemi, nitelikli iş gücü ve lojistik kapasitesi gibi uzun dönemde vaat ettikleri dikkate alarak
78
veriliyor. Bu açılardan ülkemizin önemli avantajları var. Ancak dönemsel gelişmeler en azından temkinli duruşa neden olabiliyor ya da uzun vadeye yönelik algıda belirsizlik yaratabiliyor” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Bugün itibariyle uluslararası yatırımcının Türkiye’ye temkinli yaklaştığını söyleyebiliriz. İçinde bulunduğumuz iç ve dış etkenler, bu temkinli duruşun en önemli sebebi. Ülkemizin yeniden seçim sürecine girmesinden dolayı ekonomik belirsizlik artıyor ve bu da yatırımcının risk algısını yükseltiyor. Uluslararası ekonomik konjonktürdeki belirsizlik de bu algıyı destekliyor. Bu nedenle hükümetin erken seçimin ardından bir an önce kurulması, 2016 yılını kazanmamız açısından çok önemli. Türkiye’nin daha fazla uluslararası doğrudan yatırım çekmek için hem ekonomik hem de hukuki reformlara ihtiyacı var. Bu anlamda hukuk güvenliği, Türkiye’yi bölgesel merkez olarak konumlandırmak için gerekli olan teşvik ve düzenlemeler, kalifiye işgücünün artırılması için mesleki eğitime öncelik verilmesi, Avrupa Birliği uyum sürecinin devamı, serbest ticaret ve rekabet ortamının tesisi gibi konularda hiç vakit kaybetmeden yeni adımlar atmamız gerekiyor. Bununla birlikte ülkemizdeki yerli ve uluslararası mevcut yatırımların verimliliği de
yeni yatırımların ülkemize çekilebilmesi için önemli bir etken. Enerjinin bazı alanlarında bu açıdan da zor bir dönemden geçildiği malum. Söz konusu reformlar konusunda harekete geçtiğimizde, verimlilikle ilgili sorunlar çözüldüğünde ve politik istikrar sağladığında, yatırımcılardaki temkinli duruşun sona ereceğine ve yatırım akışının tekrar hızlanacağına inanıyorum” dedi.
para piyasalarının sisteme verdiği avansın sonuna geliyoruz. İki büyük partinin koalisyon hükümeti kurmak için bir araya gelmesi iş dünyasının ilk tercihi olmasına rağmen bu tip farklı misyon ve hedefleri olan merkez sağ ve sol partilerin derin görüş ayrılıkları nedeniyle koalisyon yapamamaları, akabinde MHP nin seçimden sonra takındığı tutum ülkenin tekrar bir seçime gitmesini zorunlu kıldı.
Sayın Erdem, YASED başkanlığının yanı sıra Shell’in de Türkiye Başkanı. Enerji sektörünün duayenlerinden birisi. Konuşmasında kullandığı TEMKİNLİ DURUŞ sözü çok önemli. Gelinen durum karamsarlıktan ziyade bekleyip görelim modunda ve Türkiye’ye olan güvenlerini devam ettirdiklerini ifade ediyor. Ancak bazı gelişmeleri yakından izleyeceklerinin sinyalini satır aralarından anlayabiliyoruz.
İç Tehditler...
An itibariyle Türkiye deki duruma bakacak olursak…
Politik Görünüm... Genel politik duruma ve bunu etkileyebilecek unsurlara bakmakta fayda var.
Öte yandan henüz bir hükümet kurulmamışken bölücü terörün yeniden hortlaması uzun bir süredir hasretini çektiğimiz barış ortamının ayağımızın altından hızlıca kaydığını görmek her vatandaş gibi yatırımcıları da endişeye ve karamsarlığa itiyor. Özellikle terör olaylarının, bölgede yatırım yapan şirketlerin tesis ve iş makinalarına yönelmesi devam eden yatırımları durma noktasına getirdi. Bu durum bölge halkının sosyo ekonomik durumunu ve yerel kalkınmayı olumsuz etkilemekte ve bölgeden başlayan kaotik durum tüm yurda yayılan negatif bir enerji dalgası oluşturmaktadır.
Ülkemizde son iki yıl içerisinde meydana gelen çalkantılı durum, akabinde yapılan seçimler yerini belirsizliğe bıraktı. Hem yeni hükümetin kurulamaması hem de terör olaylarının tırmanması yatırımcıların kafasını karıştırmaya başladı. Koalisyon hükümeti kurulma seçenekleri bir bir tüketerek yeni bir seçime gidiyoruz. İstikrarlı bir hükümet kurulmadan yatırımcıların yeni teşebbüslerde bulunması imkansız gibi. Gerçi Türkiye ekonomisi bu tip şokları eskiye nazaran daha kolay karşılıyor ancak özellikle
79
Halkın huzur ve güvenliğini temin etmeye çalışan güvenlik görevlerinin şehit edilmesi toplumu ayrıştırma noktasına getirmekte ve kutuplaşmalar artmaktadır. Üç yıldır devam eden şiddetten uzak ortam seçimle birlikte -birilerinin düğmeye basmasıyla- maalesef kesintiye uğradı. Haince yapılan saldırılara devletin sessiz kalmasını kimse beklememeli. Burada ülkeyi yönetenlere önemli ama bir o kadar da zor görev düşüyor, o da sivil halkla şiddet ve terör yanlılarını ayrıştırarak sabırla mücadele etme durumu. Günümüzde terörün ulaştığı nokta ulusal hatta bölgesel olmaktan çıkarak küresel bir hal almış ve sadece ülkemizin değil tüm ulusların başetmek zorunda kaldıkları önemli bir güvenlik konusu olmuştur. Hemen hemen bütün devletlerin iç tehditleri dış tehditlerden daha öncelikli hale gelmiştir. Çok boyutlu ilişkiler ülkelerin terörle mücadelede işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Başta ABD olmak üzere batılı ülkeler ve içinde bulunduğumuz ortadoğu coğrafyası yıllardır bu sorunla başetmeye çalışıyor. Bölgemizde meydana gelen iç
savaşların terör örgütlerinin yeşermesi ve tutunmasına da son derece elverişli bir ortam sağladığını görmekteyiz.
Dış Tehditler... Özellikle güney komşularımızda süren iç savaşın etkileriyle başetmek hiç de kolay değil. 2 milyonu aşan göçmeni barındırmak daha yeni yeni belini doğrultmaya çalışan bir ülke için büyük bir imtihan. Benzeri bir durumda bir çok AB ülkesi bu imtihandan başarıyla çıkamayabilirdi. Komşu ülkelerde varolan çok taraflı çatışmaların Türkiye’nin yıllardır çözmeye çalıştığı terör sorununun sonlandırılması çalışmalarını da olumsuz etkilediğine tanık oluyoruz. ABD ve koalisyon güçleri ile varılan mutabakat Türkiye’nin elini güçlendirse de yeni durumun karmaşık yapısı çözümü nasıl etkileyecek, birlikte bekleyip göreceğiz. Komşu ülkelerde meydana gelen iç savaş ve karışıklıklar maalesef bizim kontrolümüzde olmadığı gibi işler bizim istediğimiz gibi de gitmiyor. Etken olamadığımız gibi sonuçları da bizi olumsuz etkiliyor. En büyük dış ticareti yaptığımız bu iki ülkenin istikrarını kaybetmesi hem ihracatımızı hem de bizim için stratejik olan enerji ürünleri ithalatını olumsuz etkiliyor. Uzun bir süredir üzerinde emek harcadığımız enerji nakil hatları (petrol, gaz, elektrik) projeleri de durma noktasına geldi. Arz çeşitliliğini artırmak için geliştirilen bu projeler sadece bizim için değil, AB için de büyük önem taşıyor. Barış ortamı gelmeden bu projelerin hayata geçmesi zor
gözüküyor. Böyle olunca arz çeşitliliğini artırma çalışmaları da duraksamış oluyor. Bu durumda stratejilerin revize edilmesi gerekiyor. Piyasamızın zayıf yönlerini iyi analiz edip geliştirme kapasitemiz varken dış tehditleri bertaraf etme ve kontrol etme kapasitemiz maalesef o kadar iyi değil. Çok taraflı ve kontrolsüz bir durumla karşı karşıyayız.
Yatırımcıların Görüşü... Yaptığım görüşmelerin hepsinde hem yabancı hem de yerli yatırımcılar, yeni yatırım planlarını askıya alacaklarını, kredi anlaşmasını yapıp yatırımlara başlayanlar ise işlerine devam edeceklerini ifade ediyorlar. Genel durum ise moralsizlik ve düşük motivasyon olarak devam ediyor. Hem güvenlik sorunu hem de yeni bir seçime gidiliyor olması yatırımcıların kısa vadeli planlarını etkilemiş gözükse de orta ve uzun vadeli planlarını değiştirecek boyutta değil.
İyi kaptan fırtınalı havalarda belli olur Hem ülkemizi hem de piyasamızı fırtınalı havalarda salimen limana ulaştıracak kaptanın deneyimi ve yeteneği çok önemli. Ani manevralardan kaçınmak gerekiyor. Biraz sarsıntı geçirebiliriz, kafamız dönebilir, midemiz bulanabilir, sabırlı olmak ve güvenmek durumundayız. Yolcuları bilgilendirmek, onlarla iletişim içeresinde olmak olası panikleri önleyecektir. Aksi takdirde kaptan hem gemi hem de yolcuları idare etmek
80
zorunda kalabilir. Unutmayalım ki kaptanın başarısı sadece kendi hayatını değil bizim de hayatımızı kurtaracak, onun için yolcuların da kaptana yardımcı olması gerekiyor. Sonuç olarak; Önümüzdeki süreçte hem iç sorunlarımızla başetmek hem de dışımızda bizi tehdit eden konuları bertaraf etmek ya da etkilerini en aza indirmek zorundayız. Ben bir zorluğun kolaylığı da içerisinde barındırdığına inanmışımdır. Terör sadece bizi değil tüm ülkeleri tehdit ediyor. Özellikle uluslararası şirketler bu durumu daha iyi analiz edip değerlendireceklerdir. Kısa vadede ülkeden çıkış kararı alacaklarını sanmıyorum. Evet, onlar güvenlik konusunu bir risk olarak dikkate alıyorlar ama üç yıl öncesine kadar terör tehditini zaten tecrübe etmişlerdi. Onlar için daha stratejik konu yeni hükümet ve vizyonu olacaktır. Piyasaların serbestleşmesi, reformların devam ettirilmesi, hukuk güvenliğinin artırılması, verimlilik ve nitelikli iş gücünün artırılması yatırımları hızlandıracaktır. Anlaşılan yatırımcılar yeni bir hükümet kuruluncaya kadar “Temkinli Duruş” sergileyecekler. Bu yılı maalesef iyi değerlendiremedik inşallah 2016 çok daha iyi olur. Unutmayalım ki, her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı vardır.
Borç Yiğidin Kamçısı Ama... 1 Ekim 2015
K
amu, 2002 yılından sonra enerji piyasalarında başlayan serbestleşme süreci ile zorunlu olmayan altyapı ve tesis yatırımlarına kaynak ayırmıyor. Kamunun elindeki varlıklar da özelleştirme kapsamına alınarak özel sektöre devrediliyor. Sektör elektrik piyasasında serbestleşme sürecinde EPDK’dan lisans alarak son 12 yılda yaklaşık 40 bin MW’lık kapasite artışı gerçekleştirdi. Elektrik dağıtımında kamunun elinde hiçbir şirket kalmadı. Doğalgaz piyasasında ise BOTAŞ ve İGDAŞ hariç hepsi özel sektörün yönetiminde. Doğalgaz dağıtımında devlet kamu kaynağı kullanmadan özel sektör eliyle 75 kente altyapı hizmeti sunarak ülkede yaşayan 50 milyon kişinin ayağına doğalgazı götürmüş oldu.
Kamu finansmanı rahatladı ama... Sıfırdan yeni altyapı ve tesis yatırımlarına kamu finansmanı ihtiyacı çok azalırken özel sektör büyük bir mali ve operasyonel yükümlülüğün altına girmiş oldu. Yatırımcılar ve kreditörler yeni piyasa modeline güvenerek çok büyük projelere destek verdi ve tesislerin yenilenmesi, kapasite artışı konusunda büyük mesafeler almamızı sağladı. Birçok uluslararası yatırımcı da bu modele güvenerek risk aldı.
tartışmıyoruz. Hikâyenin giriş bölümü son derece sürükleyici ve heyecan vericiydi. Peki, hikâyenin gelişme bölümünde bu heyecan devam edecek mi? Son iki yıla kadar sektörde finansman temini ve kredi geri ödemelerinde ciddi bir sorun yaşanmadı (takipteki kredi miktarı 1.2 milyar TL civarında) ama son iki yılda döviz kurlarında yaşanan yüksek artışlar buna karşılık gelirlerde meydana gelen düşük artışlar sorunun temel kaynağını oluşturmaya başladı. TABLO 2’de gördüğünüz gibi son beş yılda döviz kurlarında enflasyonun üzerinde meydana gelen artışlar ile elektrik fiyatlarında (PMUM) oluşan fiyatlar arasında sektör aleyhine bir durum hemen göze çarpıyor. TL bazında oluşan PMUM elektrik satış fiyatlarının USD cinsinden kıyasladığınızda yüzde 43 gerilediğini görebilirsiniz. Aynı dönemde (2010-15) enflasyon oranı yüzde 50’ye ulaştı. PMUM fiyatlarının hem döviz
bazında hem de TL bazında reel olarak gerilediği görülüyor. Burada asıl sorun gelirlerin TL, giderlerin büyük kısmının döviz cinsinden olması. Bunu hedge edecek mekanizmaların yetersizliği, bankacılık sektörünün uzun vadeli kredileri döviz cinsinden vermesi sorunun çözümünü zorlaştırmaktadır. Bugüne kadar kredi geri ödemeleri ya köprü kredilerle ya da diğer grup şirketlerinin kredibilitesi sayesinde atlatıldı.
Enerji sektörünün kredi borç yükü Yazımın bu kısmında sektörün kullandığı kredi miktarını sizlerle paylaşmak istiyorum. TABLO 1’de sektörün bankacılık sistemi üzerinden kullandığı kısa, orta ve uzun vadeli nakdi ve gayri nakdi kredi durumunu görebilirsiniz. Tabloda TCMB 07/2015 verilerine göre sektörün bankalara olan toplam nakdi kredi borcu yaklaşık 90 milyar TL (~ 33 milyar USD) olarak gözükmektedir. Dolayısıyla döviz kurunda ki her 10 kuruşluk artış toplam borçta 330 milyon TL’lik artışa
8-10 yıl önce sıkıntısını çektiğimiz arz güvenliği problemini bugün artık Tablo 1
82
yol açıyor. Kullanılan kredilerin bir kısmı özelleştirme yoluyla devralınan şirketler için satın alma kredisi, bir kısmı altyapı ve yeni tesislerin yatırım kredisi az bir kısmı da işletme kredisi olarak kullanılmış gözüküyor. Tablo, kullanılan kredilerin anaparasını içermekte, ödenecek faiz kısmını göstermemektedir. Kullanılan vadeye göre faiz miktarlarının değişeceğini göz ardı etmemek ve toplam kredi borcuna eklemek gerek.
almasını engellemek istemektedir.
Kullanılan kredinin büyük kısmı yerli bankaların sendikasyon yöntemiyle yurtdışından temin ettiği uzun vadeli fon ve kredilerden oluşuyor.
Euro bölgesinin, AB’nin küresel rekabette gücünü korumak için, ABD ile Çin’in bu mücadelesini yakından izleyerek düşük kur, düşük faiz politikasını bir müddet daha sürdürmesini bekleyebiliriz.
Döviz kurlarındaki artışın nedenleri Son yıllarda meydana gelen döviz kuru artışlarının sebepleri arasında Türkiye’deki gelişmelerin kısmi bir etkisi olsa da asıl etken küresel krizin yavaş yavaş geçmeye başlamasıyla birlikte oluşan dış faktörler olarak göze çarpıyor. Özellikle son bir yıldır para ve sermaye piyasalarını TCMB’dan ziyade FED etkilemektedir. Sadece bizi değil gelişmekte olan tüm piyasaları olumsuz etkileme kapasitesine sahip FED’in kısa süre önce açıkladığı faiz artırmama ve küresel piyasaları bir müddet daha izleme kararı, gelişmekte olan ülkelerden para çıkışını biraz daha ertelemiş oldu. Ne var ki, ABD’deki ekonomik gelişmeler FED’in 2016 yılından itibaren aynı pozisyonunu devam ettirme ihtimalini zorlaştırmaktadır. FED bir yandan faizleri artırmak isterken bir taraftan da USD’nin fazla değerlenerek küresel rekabette yara
Bu durumu gören Çin devleti kendi para birimi Yuan’ı devalüe ederek ABD’ye mesaj veriyor. Çin’in rekabet gücünün önemli araçlarından birisinin düşük değerli Yuan olduğunu akıldan çıkartmamak gerekiyor. Çin’de para ve sermaye piyasaları çok şeffaf olmadığı için fazla bir veriye sahip değiliz, bu durum öngörüde bulunmayı oldukça zorlaştırıyor.
Son bir yıldaki gelişmelere bakınca önümüzdeki süreçte “kur ve faiz savaşlarını” görme ihtimalimizin yüksek olduğunu söyleyebilirim. Umarım yeni yıla güçlü bir hükümetle gireriz. Başta FED olmak üzere Çin’in yapacağı kur ve faiz hamlelerine karşı anında tedbir alamazsak, başta para ve sermaye piyasaları olmak üzere en büyük yatırım portföyüne ve kredi yüküne sahip enerji sektörünün bu durumdan olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz olur.
Kamu Yönetimi Bu Durumun Farkında mı? Geçtiğimiz günlerde bazı yatırımcılar hem bakanlıklara hem de Kuruma giderek, bilgi verip destek almaya çalıştılar. Akabinde Maliye Bakanı, Ekonomi Bakanı ve EPDK Başkanının basına yansıyan açıklamaları geldi. Beyanatlardan kamunun, bu durumun farkında
Tablo 2
83
olduğunu anlıyoruz. Ancak ne tür tedbirler alınacak henüz bir reçete açıklanmadı. Gelinen durum birinci derecede, borçlu olan özel sektörün sorunu gibi gözükse de borçların geri ödenmesinde yaşanacak sorun, borçlular kadar bankaları, aynı şekilde üzerinde çok emek verilen piyasa modelini de olumsuz etkileyecek gözüküyor. Piyasaların olumsuz etkilenme ihtimali kamu yöneticilerini tedbir almaya zorlayacaktır. Sonuç olarak, Sektörün kredi borç riski ve gelirlerini etkileyen iç ve dış faktörleri kısaca açıklamaya çalıştığım bu yazımla hem piyasa oyuncularının hem kamu otoritesinin hem de kredi temin edenlerin dikkatini çekmek istedim. Sadece yurt içindeki gelişmelere bağlı olmayan yurtdışındaki küresel para piyasalarıyla da ilişkili bir sorunla karşı karşıyayız. Çözümü sadece enerji bürokrasisinden beklersek yanılırız. Meseleye Ekonomi yönetimi, bankalar ve sektör ile birlikte, bütüncül bir yaklaşımla ele alarak çözüm aramalıyız. Rekabete dayalı fiyatların serbestçe oluşacağı ve sektörün finansal açıdan sürdürülebilir bir mali yapıya kavuşacağı bir piyasa için gereken önlemleri çok gecikmeden almak hayati önem arz etmektedir. Borç yiğidin kamçısı ama… CANINI ÇOK YAKIYOR...
Doymuş Pazara Doğru 12 Ekim 2015
S
2014 yılı elektrik tüketimimiz 2013 yılına göre yüzde 3,7 artışla 255 milyar kWh olarak gerçekleşti. Bundan birkaç yıl önce tartıştığımız arz güvenliği meselesi artık gündemimizden çıktı.
on 10 yılda büyük bir hızla büyüyen elektrik pazarında arz tarafının iştahını kabartarak büyük bir kapasite artışı sağladı. Bugün itibariyle elektrik üretiminde kurulu güç kapasitemiz 72.000 MW’a, puant talebimiz ise 44.000 MW’lara ulaştı. Artan bu puant talebi fazla zorlanmadan karşılayacak güce eriştik. 2014 yılı elektrik tüketimimiz 2013 yılına göre yüzde 3,7 artışla 255 milyar kWh olarak gerçekleşti. Bundan birkaç yıl önce tartıştığımız arz güvenliği meselesi artık gündemimizden çıktı. Zaman zaman oluşan kesintiler ise üretim sisteminden ziyade iletim sistemi kısıtlarından ya da teknik arızalardan oluşmaktadır. Tablo 1’de Türkiye elektrik üretim kurulu güçlerinin kaynaklara göre dağılımını vermektedir.
Büyüyen pazar doygunluğa mı ulaştı? EPDK verilerine göre Kurum’dan üretim lisansı alarak projelendirme ve inşaat çalışmalarına devam eden yaklaşık 50.000 MW’lık kapasitenin -mücbir sebep olmadığı takdirde- önümüzdeki 5-6 yıl içerisinde işletmeye geçmesi beklenmektedir. Kamunun (EÜAŞ ve TETAŞ) üretim portföyünün elektrik üretimdeki payı 2014’te yüzde 40 civarında gerçekleşti. İçinde bulunduğumuz yıl EÜAŞ’ın bazı üretim tesislerinin
84
özelleştirilmesinden dolayı kamunun payı daha da azalacak. Bu portföyün büyük kısmı ikili anlaşmalar yoluyla dağıtım ve görevli tedarik şirketlerine satılıyor. Serbest üreticilerin ürettiği elektriğin bir kısmı PMUM’da gün öncesi ve gün içi piyasalarında, diğer bir kısmı ise ikili anlaşmalar yoluyla satılmaktadır. PMUM Gİ (gün içi piyasa) ve GÖP (gün öncesi piyasa)’te oluşan ticaret miktarı geçtiğimiz yıllarda yüzde 15-20 arasında gerçekleşmişti. Yenilenebilir kaynaklara dayalı üretim tesisleri geçtiğimiz yıl oluşan düşük fiyat, yüksek kur dolayısıyla YEKDEM’i tercih etmişlerdi. Bu yıl da YEK’lerin büyük kısmı yine YEKDEM’i tercih edeceklerdir. Tablo 2’de TEİAŞ’ın önümüzdeki 5 yıllık güvenilir üretim projeksiyonunu içeriyor. Tablodan da görüleceği üzere TEİAŞ 2014-2018 yıllarını kapsayan beş yıllık dönemde güvenilir enerji üretim projeksiyonunu toplam elektrik talebini karşılayacak şekilde hazırlamıştır. Buna en somut örnek 2014 yılında gerçekleşen elektrik tüketiminin 255 milyar KWh olmasına karşın o yıla ait güvenilir üretim projeksiyonun 335 Milyar KWh olmasıdır. TEİAŞ verilerine göre talebin neredeyse yüzde 25 fazlası kadar üretim kapasitesi mevcut. Bu tablolar beş yıllık dönem için yıllık bazda üretim ve talebi içerecek
Tablo 1
şekilde hazırlanıyor. Bu projeksiyon çalışması genel üretim kapasitesini kapsamakta, mevsimsel değişiklikler ile puant taleplerin sistem tarafından karşılanma oranlarını içermemekte, baz yüke göre puant talebin karşılanması ayrı bir analiz gerektirmektedir. Elektrik üretim sektöründe yeni yatırımları etkileyecek en önemli 3 temel faktör... 1- Talep Artış Oranı: Elektrik talep artış hızımız ekonominin yavaşlamasına paralel olarak yüzde 4-5 seviyelerine inmiştir. Geçtiğimiz yıllarda ekonomik büyümenin 1,5 katı talep artışı yaşanırken, gerek verimlilik çalışmaları gerek sanayi üretim hızının azalması ve hizmet sektörü payının artmasıyla elektrik talebinde artış hızımız eski oranları yakalayamamakta ve ekonomik gelişmeye paralel bir seviyede seyretmektedir. 2- Nükleer Güç Santralleri Mersin Akkuyu’da yapımı devam eden NGS, 4x1.200 MW gücünde planlandı. İnşaat programında gecikme olmazsa ilk ünite 2022’de diğer üniteler de takip eden yıllarda sırayla işletmeye alınacak. Sinop’ta yapımı planlanan NGS’ye ait henüz somut bir iş programı açıklanmadı ancak Akkuyu NGS’den sonra devreye gireceği öngörülebilir. Bilindiği üzere NGS’lerin ürettiği elektriğin en az yarısı TETAŞ tarafından alım garantisi kapsamında.
3- Yİ/YİD (Yap İşlet / Yap İşlet Devret) santrallerin durumu TETAŞ’ın alım garantisi vererek Yİ ya da YİD şeklinde sözleşme yaptığı tesislere ait ilgili tabloyu bilginize sunuyorum. Yİ /YİD kapsamında üretim yapan santrallerin büyük kısmı (7200 MWh) termik santrallerinden meydana geliyor. TETAŞ 2017 ila 2020 yılları arasında sözleşmesi biten Yİ/YİD termik santrallerden boşalacak portföyü NGS’den alacağı elektrikle dengelemeye çalışacak. Bilindiği gibi yeni piyasa kurgusuna göre iletim ve dağıtım sistemi Kayıp/ Kaçak miktarları, genel aydınlatma ve serbest olmayan tüketicilerin elektriğini TETAŞ karşılayacak. YİD santralleri sözleşme sonunda kamuya devrolarak EÜAŞ’ın işletmesine bırakılacak. Bu tesislerin
yapım yılları eski olduğu için yeni tesislere göre daha verimsizler. Bakanlık bu tesislerle ilgili nasıl bir işletme programı uygulayacak henüz netleşmedi. Bu santrallerin özelleştirme programına alınıp satışı denenecek, satılamazsa acil durum ve kısıt zamanlarında kısmi süreli çalıştırılarak arz güvenliği için yedekte tutulacak. Yİ sözleşmesi yapılan santraller ise süre sona erdiğinde yatırımcıya bırakılacak ve serbest üretici haline gelecekler. Amortismanları dolduğu için kredi sorunu kalmayan bu tesislerin sahipleri tesislerin konumu, durumu ve verimliliğine göre rekabet analizi yaparak devam ya da tamam diyecekler. Ya da tesislerini kapsamlı bir revizyona tabi tutacaklar. Onların kararı o tarihteki arz/talep durumuna ve piyasadaki fiyatlara göre şekillenecek.
YILLAR (GWh) YERLİ KÖMÜR İTHAL KÖMÜR DOĞALGAZ NÜKLEER DİĞER TERMİK TOPLAM HİDROLİK YENİLENEBİLİR ENERJİ
2014 38304 34530 176811 0 8759 260910 64038 12906
2015 44548 40560 185033 0 11529 284631 55313 14468
2016 46048 41147 192018 0 11529 294019 59016 16066
2017 47970 40778 197931 0 11529 302246 61232 18111
2018 48295 40817 201189 0 11529 306464 62167 18862
TOPLAM
335346
351449
365822
377549
382857
Tablo 2- TEİAŞ Türkiye Elektrik Enerjisi Toplam Güvenilir Üretim Kapasitesi 5 Yıllık Projeksiyonu
85
YAP-İŞLET- DEVRET (YİD) SANTRALLERİ
SANTRAL TİPİ
SANTRAL SAYISI
DOĞALGAZ HES RES
TOPLAM KURULU GÜÇ (MW)
4 18 2
SÖZLEŞME BİTİŞ TARİHLERİ 2017-‐2019 2009-‐2039 2018-‐2020
1.371,4 981.03 17.4
YAP-İŞLET (Yİ) SANTRALLERİ
SANTRAL TİPİ DOĞALGAZ İTHAL KÖMÜR
SANTRAL SAYISI 4 1
TOPLAM KURULU GÜÇ (MW) 4600 1210
Piyasaya kuvvetli bir mesaj verildi Önümüzdeki dönemde kimler oyunda kimler yedekte kalacak? Yukarıda izahatlarımdan da görüleceği üzere önümüzdeki beş yılda arzın talebi karşılamasında herhangi bir sorun beklenmiyor. Hatta arzın talebin üzerinde olma ihtimali çok yüksek. Bu durum, elektrik arz güvenliğini yönetenler açısından sevindirici ancak yeni tesis yatırımı yapanlar için mutlu edici bir tablo değil. Son birkaç yıla kadar devam eden arz açığı üretim yatırımı yapanları teşvik eden bir potansiyele sahip iken arz fazlasının sebep olacağı aşırı rekabet özellikle ithal kaynaklara dayalı üretim tesisi sahiplerini korkutmaktadır. Bu tesislerin çoğunun doğalgaz ve ithal kömüre dayalı üretim projeleri olduğu ve işletme maliyetlerinin büyük kısmını yakıt giderlerinin oluşturduğu dikkate alındığında pek de haksız sayılmazlar. Kredi geri ödemeleri de bitmediği için tesisleri tam kapasite çalıştırmakla kısmi çalıştırmak
SÖZLEŞME BİTİŞ TARİHİ 2018-‐2020 2019
arasında bir tercih yapacaklar. Özellikle doğalgaz çevrim santralleri için bu durum daha karanlık bir tablo oluşturmaktadır. Hükümet strateji belgesinde doğalgazın elektrik üretimindeki payının azaltılmasını açıklayarak piyasaya zaten kuvvetli bir mesaj vermişti. Bu durumda doğalgaz çevrim santrallerinin önünde fazla bir seçenek kalmıyor. Ya ucuz gaz bulacaklar ya da tesislerinin verimliliğini artırarak birbirleriyle rekabet edecekler. Önümüzdeki 5 yıl onlar için kritik öneme haiz bir dönem olacak. Yerli ve yenilenebilir kaynaklara dayalı üretim tesisleri açısından alım garantisi ve düşük malyetlerden dolayı önemli bir sorun gözükmemektedir., Sonuç olarak, Önümüzdeki 10 yılın -uzun gibi gözükse de- enerji piyasasında uzun bir süre olmadığını, bugünden projeksiyonların ve planların yapılması gerektiğini bu sektörde çalışanlar iyi bilirler.
86
İthal kaynaklara dayalı güç santrali yatırımı yapmak ya da devralmak isteyen girişimcilerin çok dikkatli olması gereken bir dönemden geçiyoruz. Geçmişte arz açığı vardı ve bu sorunu yönetmek daha çok kamunun ve politika yapıcıların sorumluluğundaydı. Yarın arz fazlalığının sebep olacağı rekabeti yönetmek ise özel sektörün sorumluluğunda olacak. Bir kuruşluk ilave maliyetlerin bile sizi etkileyebileceği bir döneme giriyoruz. Asıl yarış şimdi başlıyor, tesislerini, sistemlerini, anlayışlarını yenileyemeyenleri zor günler bekliyor. Ekonomi, piyasalar, düzenlemeler ve şeffaflık geliştikçe bu işten ekmek yiyenler her zaman olacak. Eskiden olduğu gibi sistemdeki kısıt ve darboğazların oluşturduğu fırsatlar artık olmayacak. Pazardaki doygunluğun en iyi işaretlerinden biri, serbest piyasada oluşan fiyatlar. Son beş yılda PMUM da oluşan fiyatlar, mevsimsel faktörler hariç fazla bir artış göstermedi. Tam bir doygunluktan bahsetmesek de yavaş yavaş sinyallerini alıyoruz. Düne kadar arz açığını -zaman zaman sıkıntı yaşasak datüketicilere fazla yansıtmadan yönettik, yarın arz fazlasını nasıl yöneteceğiz? Bugünden tartışmaya başlasak iyi olur.
Zirve’nin Ardından 5 Kasım 2015
1
12-13 Ekim’de 6. Türkiye Enerji Zirvesi’ni Konya’da gerçekleştirdik. Hem kamu hem de özel sektörden önemli isimlerin katılımıyla gerçekleşen Türkiye Enerji Zirvesi’ne beklentilerimizin üzerinde ilgi oldu.
2-13 Ekim’de 6. Türkiye Enerji Zirvesi’ni Konya’da gerçekleştirdik. Hem kamu hem de özel sektörden önemli isimlerin katılımıyla gerçekleşen Türkiye Enerji Zirvesi’ne beklentilerimizin üzerinde ilgi oldu. Konya Valimiz başta olmak üzere Büyükşehir Belediyesi, üniversitelerimizin, sanayi ve ticaret odalarının üst düzey katılımı etkinliğimize renk ve heyecan kattı.
düzeyde katılım sağladılar. Sayın Bakanımız Ali Rıza Alaboyun, Zirvemize terör olayları ve şehit cenazeleri dolayısıyla katılamasa da akabinde Zirve organizasyon ekibine Bakanlık’ta verdiği yemekle yakın ilgisini ve desteğini göstermiş oldu. Bu vesileyle kendisine zirve ile ilgili bilgileri ve sektör temsilcilerinin görüş ve önerilerini takdim ettik.
Bir kez daha anladık ki, Anadolu bu tip etkinliklere olağanüstü bir ilgi ve katkı sağlıyor.
ÇOK DEĞERLİ VE ÇOK ÖZEL KONUKLARIMIZ VARDI...
Zirvemizde 11 panel 2 özel oturumda yer alan 70 konuşmacı, Avrupa’dan, Afrika’dan, Amerika’dan, Asya’dan gelen katılımcılara, birbirinden güzel hazırlanmış sunumlarını gerçekleştirdi. Anadolu’da bu tip etkinlikleri düzenlemek, kongre merkezi, konaklama ve ulaşım imkânlarını istenen kalitede ayarlamak çok kolay değil. Buna rağmen Selçuk Üniversitesi ve Karatay Üniversiteleri ile Konya Sanayi ve Ticaret Odalarının üst düzey desteği, bu imkânları size sunmamızda en büyük yardımcılarımız oldu. Buradan bir kez daha kendilerine teşekkür etmek istiyorum. Sayın Başbakan’ın ve Sayın Bakan’ın programında olmasına rağmen zirveden iki gün önce gerçekleşen menfur terör saldırısı nedeniyle katılamamalarını katılımcılar anlayışla karşılayarak konferansa yakın ilgi gösterdiler ve desteklerini esirgemediler. Bu vesileyle Milletin birliğine ve huzuruna dönük saldırıları telin eder, ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar dilerim.
Üst düzey katılım EPDK Başkan ve Üyeleri ile kurum yöneticileri, Rekabet Kurumu Başkan ve yöneticileri de bizleri yalnız bırakmadı. Keza Bakanlık temsilcileri de en üst
88
Zirve açılış konuşmamda da vurguladığım gibi, hiç kimsenin KARANLIKTA, SOĞUKTA ve YOLDA KALMAMASI için gece gündüz demeden çalışan sektörün değeri, maalesef bu hizmetlerin YOKLUĞUNDA anlaşılıyor. Bundan altı ay önce bu ülke 7-8 saat süren ulusal elektrik kesintisiyle karşılaştığında ekonomik ve sosyal hayatımızın nasıl etkilendiği hepiniz çok iyi hatırlayacak ve bana hak vereceksiniz. Evet, hayat tam anlamıyla felç olmuştu. Ülke adeta bitkisel hayata girmişti. Toplum özelde elektriğin genelde ise enerjinin sosyal ve ekonomik hayat üzerindeki etkisini yeniden fark etmiş oldu. Kötü bir deneyimdi ancak verilen hizmetin önemi, varlığında DEĞİL bir kez daha YOKLUĞUNDA anlaşılmıştı. Onun için zirve açılış konuşmamda enerji sektöründeki kişi, kurum ve kuruluşların toplum için çok değerli ve çok özel bir yeri olduğunu vurgulamış ve “Siz durduğunuzda hayat da duruyor. Siz çalışırsanız toplum hareket ediyor, gelişiyor ve ilerliyor” diyerek topluma değer katan hizmeti sunanları bir kez daha kamuoyuna duyurmak istedim.
SEKTÖRLER NE DEDİ? Zirveye katılan birçok sektör temsilcisi panellerde çok önemli mesajlar vererek kamunun ve toplumun dikkatlerini çekmeye çalıştılar. Elektrik sektörünün görüş ve önerileri: • EÜAŞ ve TETAŞ aracılığıyla kamunun fiyatlara müdahalesi engellenmeli, piyasada rekabetçi fiyat oluşumuna izin verilmeli. • EPİAŞ, REMIT Standartlarına uygun Şeffaflık Platformu oluşturmalı. • Sosyal tarifeler dışında, serbest tüketiciler için Aktif Enerji tarifesi belirlenmesine son verilmeli. • Dağıtım ve perakende tarifeleri, şirketlerin üstlendiği maliyetleri yansıtmalı. • Yatırımlar için gerekli olan izin, ruhsat v.b. İşlemlere ilişkin süreçler azaltılmalı ve kısaltılmalı. • Yenilenebilir enerji yatırımlarında mevzuat ve mevzuat dışı uygulamalardan kaynaklı maliyet artışları engellenmeli. Doğalgaz sektörünün görüş ve önerileri: • Doğal gaz piyasasında rekabet ortamı oluşturulmalı • Maliyet bazlı fiyatlandırmaya geçilerek çapraz sübvansiyon kaldırılmalı • BOTAŞ ayrıştırılmalı ve piyasa payı, rekabetin oluşmasına yeterli olacak düzeye çekilmeli • Yeraltı depolama kapasitesi arttırılarak arz güvenliğine katkı sağlanmalı • Büyük sermaye gerektiren tesislerin yapılabilmesini sağlayacak yatırım iklimi oluşturulmalı • EPİAŞ bünyesinde doğal gaz ticaretine geçilmeli • Dağıtım tarifeleri, şirketlerin üstlendiği maliyetleri yansıtmalı Petrol sektörünün görüş ve önerileri: • Serbest bir piyasa, müşterilerin beklentileri doğrultusunda gelişecek,
tüketiciye en çok fayda bu şekilde sağlanacaktır. Sektör, gelişimine serbest piyasa şartları altında devam etmeli. • Düzenleme ve uygulamalar, ilgili Bakanlık ve Kurumlarımızın katılımıyla, sektörle diyalog içinde geniş kapsamlı etki analizleriyle ele alınmalı. • Serbest piyasa ve rekabet koşullarını sağlayacak, gereksiz maliyetleri ortadan kaldıracak, verimliliği arttıracak ve ülkemize daha fazla ulusal ve uluslararası yatırım yapılmasını sağlayacak değişiklikler yapılmalı. • Sektöre yönelik kaçak, kayıt dışı, fahiş fiyat ve kar gibi olumsuz algı konularının iyileştirilmesinin yanı sıra, kamuoyunun doğru ve anlaşılır biçimde bilgilendirilmesi için tüm sektör paydaşları iş birliği içinde çalışmalı.
kesintilerine zamanında müdahale edilmeli • Serbest tüketicilere, tedarikçileriyle yapacakları anlaşmalar için, yol gösterici tip sözleşmeler hazırlanmalı
ZİRVEDE YENİ UYGULAMALAR... Her zirvede yeniliklerle karşınıza çıkmayı hedefliyoruz. Bu yıl akıllı telefonlar için “Enerji Zirvesi” uygulaması hazırlatarak katılımcıların takiplerini kolaylaştırmak istedik ve programları, zirveyle ilgili haberleri bu uygulama üzerinden sizlere sunma imkânı bulduk. Katılımcıların sorularını bu uygulama üzerinden alarak panelistlere yönlendirdik. Öte yandan katılımcılara anket soruları hazırlayarak konu hakkındaki eğilim ve tercihlerini öğrenmeye çalıştık.
LPG sektörünün görüş ve önerileri:
Anket sonuçlarını burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
• 5307 sayılı LPG Piyasası Kanunu değişiklik önerileri gündeme alınmalı
- Enerji sektöründe çalışmaktan mutlu musunuz?
• LPG sektörü için ulusal stok yükümlülüğü miktarı azaltılmalı
Evet % 88,75 / Hayır %11,25
• LPG ülkemiz enerji politikaları arasında hak ettiği yeri almalı • Piyasa faaliyetlerine yönelik, önemli maliyet artışları getiren aşırı düzenleme ve uygulamalar yapılmamalı • Kaçak tüp dolumu ve sınır bölgelerindeki illegal tüp geçişleri engellenmeli Son olarak talep tarafını oluşturan tüketicilere görüş ve önerilerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
- Elektrik ve doğalgazda serbest tüketici limiti sıfırlansın mı? Evet %64,7 / Hayır %35,3 - Sektörün geleceğinden umutlu musunuz? Evet %54,5 / Hayır %45,5 Türkiye Enerji Zirvesi’ne İyi ki gelmişim %92 / Gelmesem de olurmuş %8
TEŞEKKÜR
• Elektrik ve doğalgaz faturaları, tüketicinin anlayacağı şekilde sadeleştirilmeli
Son olarak, Başkanlığını yaptığım Zirve’nin başarılı geçmesi için desteğini esirgemeyen Başta Sayın Bakanımız olmak üzere EPDK Başkanı’na, Selçuk ve Karatay Üniversitesi rektörlerine, Konya Valimize ve Büyükşehir Belediye Başkanına, Konya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanlarına, konferans danışma kurulu üyelerine, konuşmacılarımıza, sponsorlarımıza ve değerli katılımcılara çok teşekkür ederim. 7. Türkiye Enerji Zirvesi’nde Anadolumuz’un bir başka şehrinde buluşmak dileğiyle...
• Arıza nedeniyle oluşan elektrik
İYİ Kİ VARSINIZ, İYİ Kİ GELDİNİZ…
Tüketicilerin görüş ve önerileri: • EPDK’da ve sektörde tüketici sorunlarıyla ilgilenecek özel birimler oluşturulmalı • Firmalar tüketici şikâyetlerine zamanında cevap vermeli • Enerji ürünlerinde vergi ve fiyatlar düşürülmeli
89
Fabrika Ayarlarına Dönüş 13 Kasım 2015
1
Kasım’da tekrarlanan genel seçim sonuçlarına göre AK Parti 4 yıl boyunca ülkeyi yönetme yetkisini bir kez daha kazanarak büyük bir başarıya imza attı. Son iki yıl içerisinde dört seçim geçiren ülkemiz sonunda dört yıllık seçimsiz bir döneme girmiş oldu.
Sayın Başbakan’ın seçim sonrası “herkesin hükümeti olacağız ve kimseyi ötekileştirmeyeceğiz” diyerek herkesi kucaklayan tavrı bu hükümete destek veren vermeyen herkesi tekrar umutlandırmıştır.
Türkiye’de yapılan seçimler siyasi parti liderlerinin sert söylemleri ile geçmekte olup halk arasında istenmeyen gerilimlere ve kutuplaşmalara yol açıyor. Yurtdışı seyahatlerimde zaman zaman seçimlere rastladığım olmuş ve seçim heyecanının olmadığı normal gündelik yaşamlarını sürdürmelerinden dolayı hayretler içerisinde kalmışımdır. Bizdeki gibi açık hava mitingleri çok az sayıda yapılıyor, genelde kapalı salon toplantıları ve TV programları ile kampanya yürütülüyor. Belki de bu nedenle seçime katılma oranları da bize kıyasla daha düşük çıkıyor. Son aylarda terör ve politikanın gündemin ilk sıralarından hiç inmemesi vatandaşta ve piyasalarda bıkkınlık oluşturuyor. Hiç şüphesiz seçimler demokrasinin en önemli araçlarından ve göstergelerinden birisi ancak bu kadar sık sandığa gitme durumu başta siyaset kurumları olmak üzere
90
vatandaşları yoruyor.
Seçim sonuçları nasıl okunmalı? 1- Vatandaşlar 7 Haziran seçim sonuçları ve akabinde gelişen olayları ( Terör, Hükümetin kurulamaması vb. ) değerlendirmiş ve tek parti hükümetinin daha yararlı olduğunu düşünmüştür. 2- Komşu ülkelerde devam eden çatışmalar ve Türkiye’ye olan olumsuz yansımalarının ülkeyi bölgede istikrarsızlaştırmasından endişe eden vatandaşlar durumun daha kötüleşmesini istememiştir. 3- Ülke ekonomisinin durağanlaşması iş ve özel hayatı zorlaştırarak vatandaşların kararını etkilemiştir. 4- AK Parti’nin 13 yıllık iktidarı döneminde uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalara duyduğu güven, tercihleri etkilemiştir. 5- Muhalefetin karşıtlık üzerinden yürüttüğü politikalar tatmin etmemiştir. 6- HDP’nin terör örgütü ile arasına mesafe koymaması, doğu ve batıda farklı söylemler geliştirmesi kendi seçmeninin kafasını karıştırmış ve desteklerini çekmesine neden
olmuştur. 7- MHP’nin sorumluluk almaktan kaçtığı algısı seçmenin uzaklaşmasına sebep olmuştur.
Yeni dönemden beklentiler 1- Arka arkaya gelen seçimler dolayısıyla yükselen tansiyon bir an önce düşürülmeli 2- Hükümet programı hemen açıklanmalı ve hızlı bir şekilde yürürlüğe konmalı 3- Özellikle dar gelirli vatandaşların gelirlerini artıracak tedbirler gecikmeden uygulamaya konmalı. 4- İç güvenliği tehdit eden terör örgütleri ile mücadeleye devam edilirken, bölgede sivil halkın huzur ve refahını temin etmek için halkın beklentilerini içerecek yeni bir strateji belirlenmeli ve tavizsiz uygulanmalı. 5- Son birkaç yıldır süregelen düşük büyüme oranları Türkiye’nin 2023 vizyonuna ulaşması için yeterli değil. Büyümeyi artıracak programlara ağırlık verilmeli. 6- Yapısal değişiklikler için reformlara devam edilmeli. 7- AB müzakerelerine hız vermek için ciddi ataklar yapılmalı. 8- Piyasaların beklediği düzenleme ve reformlar hemen uygulamaya konulmalı. 9- Nitelikli teknolojiye ve inovasyona dayalı ürün ve hizmetleri artırmak için yapısal değişikliklere gidilmeli.
10- Kamu, elindeki varlıkların özelleştirmesine devam etmeli ve düzenleme, etkin denetleme işlerine odaklanmalı.
11- İşletmedeki tesislerin (özelleştirmeden devralınan tesisler dahil) kredilerin geri ödemesinde karşılaşılan sorunlar
Enerji Piyasalarının Beklentisi
12- Özelleştirme programına devam edilmesi
Politik belirsizliklerin en çok etkilediği sektörlerden birisi de içinde bulunduğumuz Enerji sektörü. Sektörün gündeminde olan konuları da hatırlatmakta fayda var.
13- Mevzuatttan kaynaklanan maliyet artışlarının azaltılması
1- Arz güvenliği ve çeşitliliği 2- Enerjide dışa bağımlılığı azaltacak tedbirler 3- Doğal Gaz Piyasası Kanunu’nda yapılması beklenen değişiklikler 4- Elektrik Piyasası Kanunu’nda planlanan değişiklikler (Kayıp kaçak bedellerinin yasal güvenceye kavuşturulması vb. ) 5- Elektrik ve doğalgaz piyasalarında serbest fiyat oluşumu önündeki engeller 6- Türkiye’nin enerji hub’ı olması için atılması gereken adımlar 7- Uluslararası boru hatları projeleri 8- Nükleer güç santral projeleri 9- Devam eden özel sektör yatırımları önündeki engeller (mevzuat, yargı süreçleri, izin vb.) 10- Yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının kolaylaştırılması için gereken teşvik ve desteklerin yeniden gözden geçirilerek geliştirilmesi
91
Sonuç olarak, 2015 yılını maalesef iyi değerlendiremedik. Seçimler geride kaldı, kazanan ya da kaybeden kendi muhasebesini yapacaktır. Ancak Sayın Başbakan’ın seçim sonrası “herkesin hükümeti olacağız ve kimseyi ötekileştirmeyeceğiz” diyerek herkesi kucaklayan tavrı bu hükümete destek veren vermeyen herkesi tekrar umutlandırmıştır. Başbakan’ın 7 Haziran seçimlerinden sonra FABRİKA AYARLARINA dönmeliyiz yoksa eski başarılarımıza ulaşamayız sözü toplumdan karşılık bulmuştur. Ancak sadece siyasilerin fabrika ayarlarına dönmesi yetmez, yürütmede önemli sorumluluklar üstlenen KAMU GÖREVLİLERİNİN DE FABRİKA AYARLARINA hemen dönmesi gerekiyor.
TEBRİK Seçim sonuçlarının tüm halkımıza hayırlar getirmesini diler, seçilen tüm Milletvekillerini tebrik eder başarılar dilerim.
Bu Kış Zor Geçecek 14 Aralık 2015
B Arz güvenliğinden birinci derecede Enerji Bakanlığı sorumlu olduğuna göre vakit kaybetmeden kriz senaryolarına çalışılmalı ve alınacak tedbirler acil eylem planlarına işlenmeli.
undan birkaç ay önce meteoroloji uzmanları uzun dönem hava tahmini yaparak özellikle kuzey yarım kürede kışın çok soğuk geçeceğini söylediler. Hatta bir benzetme yaparak ‘El Nino geri gelecek’ dediler. Eskiler başta ayva ağacı olmak üzere çeşitli ağaçların meyve ve çiçeklerine bakarak bu tahminleri yaparlardı. Günümüzde bunlara pek rağbet edilmiyor, hava tahminleri artık uzun vadeli bile yapılabiliyor. Bu satırları yazarken bir Kızılderili hikayesi aklıma geldi. Amerika’da Kızılderililer’in geleneksel bazı hakları var. Orman ürünlerinden diledikleri gibi yararlanabilirler. Bir kabilenin reisi vefat eder, yerine oğlu geçer. Her yaz olduğu gibi kışlık odun ihtiyaçları için ormana gitmeye hazırlanırlar. Yeni reis bazı yeniliklerden haberdardır ve ne kadar odun keseceklerini hesap ederken aklına Ulusal Meteoroloji Kurumu’nu arayıp bilgi almak gelir. Meteoroloji kurumu cevaben, “henüz erken” der ve şu an bir tahmin yapamayacaklarını bir kaç hafta sonra tekrar aramalarını söyler. Reis hazırlık yaptıkları için ekibi ormana gönderip ağaçları kesmeye başlamalarını ister. Bir kaç hafta sonra reis tekrar kurumu arar ve kışın nasıl geçeceğini öğrenmek ister. Yetkililer geçtiğimiz kış gibi geçeçeğini ancak
Grafik 1
henüz kesin tahmin için erken olduğunu birkaç hafta sonra tekrar aramalarını söyler. Bu olay birkaç kez tekrarlanır. Kızılderili reis son aradığında kızarak “Hanımefendi bana bu kışın nasıl geçeceğini neden söylemiyorsunuz? Adamlarım yorgunluktan telef olacak, daha ne kadar çalışacaklar bir şey söyleyemiyorum” deyince telefondaki bayan “Beyefendi kış size çok soğuk geçecek diyorum. Baksanıza, Kızılderililer deli gibi ağaç kesiyor, görmüyor musunuz?” der. Anlaşılan Amerika uzun dönemli tahminleri Kızılderililere bakarak yapıyormuş. Peki biz kime bakıp kışa hazırlık yapacağız? Buralarda Kızıldereli yok… Kuzeyimizdeki beyaz derilililere bakınca BU KIŞ ZOR GEÇECEK gibi gözüküyor. Geçmiş dönemlerdeki gibi odun ve kömürle ısınsak biraz fazla alarak sorunu çözebilirdik ancak şehirlerde yaşayan nüfusun büyük kısmı (yaklaşık 50 milyon kişi) artık doğalgazla ısınıyor. Sanayimiz büyük oranda doğalgaz kullanıyor, elektrik üretimimizin yarısı doğalgazdan sağlanıyor. Grafik 1’de kullanım yerlerini, Grafik 2’de ise bu kullanımın aylık olarak nasıl seyrettiğini görebilirsiniz. Grafik 2
92
İthalat kaynaklarımız içerisinde Rusya’nın payı yüzde 56. Yıllardır arz güvenliği ve çeşitliliğini artırmak için çaba sarfediyoruz ancak politik krizlere göre bir planlamamız yoktu. Rusya Federasyonu ile uzun bir süredir Suriye konusunda farklı düşüncelerimiz olduğunu biliyorduk ama son yaşanan uçak düşürme hadisesi ilişkileri iyice gerdi. Yeni Hükümet’in ve Enerji Bakanımız’ın mesaiye başladığı gün kriz patladı. Burada kritik soru: Başta doğalgaz akışı olmak üzere diğer enerji ürünleri ithalatı ve projeleri nasıl etkilenir? Normal şartlar altında uzun dönemli kontrata bağlanmış doğalgaz ithalatının sözleşme maddelerine göre sevkiyatın durma ihtimali yok. Ancak mücbir sebepleri gerekçe göstererek gaz arzını kısabilir ya da kesebilirler. Başka bir ifadeyle boru hatlarında meydana gelebilecek arıza ve doğal afetlerin dışında gazı kesemezler. Ruslar, Ukrayna’da meydana gelen krizin haricinde bugüne kadar taahhütlerine sadık kaldılar. Ancak iki ülke arasında yaşanan gerilim bu ticari ilişkiyi de etkileyebilir. Bunu zaman gösterecek. Rusya’nın düşük petrol ve gaz fiyatları nedeniyle gelirleri
Grafik 3
450 milyardan 230 milyar dolara gerilemiş durumda. Türkiye’ye petrol ve gaz ihracını kesmeleri ekonomilerini daha da kötüleştirecektir. Bu durum Gazprom’un Avrupa’daki ikinci en büyük müşterisi olan Türkiye’yi hatta diğer müşterilerini de tedirgin edecektir. AB uzun bir süredir arz ve güzergah çeşitliliği için çalışmaktaydı. Böyle bir ortam onların da gözlerini korkutacak ve Rusya’ya olan güvenlerini azaltacaktır. AB’nin Ukrayna ve Kırım konusunda ters düştüğü Rusya’yla ekonomik ve politik ilişkileri zaten sıkıntılı ve sınırlı yürüyor. Rusya Türkiye’ye ders vermek isterken diğer müşterilerini de tedirgin edecek ve şüphelerini artıracaktır. Ben şahsen olayın sıcaklığı ile verilen reaksiyonların bir müddet sonra azalabileceğini ama Türkiye Rusya ilişkilerinin eski seviyesine uzun müddet gelemeyeceğini düşünüyorum.
ARZ GÜVENLİĞİMİZ TEHLİKEDE Mİ? Enerjide dışa bağımlılığımız yüzde 75 seviyesinde. Petrol ve kömürde kaynak çeşitliliği zaten var ancak doğalgazın yüzde 80’ini uzun dönemli kontratlara bağlı olarak boru hattı üzerinden ithal ediyoruz. 3. grafikten de görüleceği üzere doğalgazı Rusya, Azerbeycan ve İran’dan boru hattı ile Nijerya,
Grafik 4
93
Cezayir ve Körfez ülkelerinden de tankerlerle LNG olarak getiriyoruz. Depolama kapasitemiz maalesef yetersiz. Sadece Silivri’de bulunan 2.6 bcm’lik yeraltı doğalgaz depomuz mevcut. Silivri deposunun geri üretim kapasitesi 21 milyon m3/ gün olup kapasite artırma projesi hazır olmasına rağmen yıllardır bürokrasi yüzünden gerçekleştirilemedi. LNG depolarının günlük üretim kapasiteleri ise Marmara Ereğlisi’nde 20 milyon m3, İzmir Aliağa’daki tesisisin ise 16 milyon m3 civarında. Boru hatlarının günlük taşıma kapasiteleri 4. grafikten de görüleceği üzere 140 milyon m3. Geçtiğimiz yıl kışın en yüksek tüketim olduğu günlerde doğalgaz iletim sisteminin max. çekiş kapasitesi depo ve LNG tesisleri dahil 198.2 m3/ gün olarak gerçekleşmişti. Ancak talep bu miktarın üzerindeydi. Talep fazlasını, doğal gaz santrellerine kısıntı yaparak yönettik. Ayrıca doğal gaz kontratlarında yıllık çekiş miktarı kadar günlük çekiş programı da önemlidir. Geçtiğimiz yıllarda kaynak ülkeler, kontratta yazılı günlük çekiş miktarının üzerinde sevkıyat yaparak talebi karşılamaya çalışmışlardı. Bu kış Rusya’nın kontratın üzerindeki bu tür talepleri karşılaması beklenmemelidir. Özellikle Batı’dan gelen boru hattında doğalgaz kesintisi ya da kısıtlaması olması halinde nüfüsun ve sanayinin
yoğun olduğu Kuzey Marmara’nın gazsız kalma ihtimali yüksek gözüküyor.
Grafik 5
ELEKTRİK SİSTEMİ NASIL ETKİLENİR? Bir başka handikapımız da elektrik üretiminin doğalgaza bağımlılığı. Rusya’dan gelecek gazın kesilmesi ya da azalması durumunda elektrik sisteminde de ciddi sorunlar yaşayabiliriz. Bu bağlamda 5. grafikte geçtiğimiz yılın elektrik üretiminin kaynaklara göre dağılımı bize ipucu vermektedir. Geçtiğimiz kış aylarında aşırı soğuklara bağlı olarak konut tüketimlerinin artması doğalgaz çevrim santrallerinin yakıtlarında kısıntıya gidilmesine neden olmuş ve elektrik kesintileri yaşanmıştı. Diğer termik ve yenilenebilir kaynaklara dayalı tesisler çalışsa bile baz yük santrallerinin omurgasını oluşturan doğalgaz santrallerine gaz verilememesi ülke elektrik arz güvenliğini tehlikeye atacaktır.
Geri üretim kapasitesi maksimum 20 milyon m3 Kamuoyunda yeraltı doğal gaz deposunun kapasitesi ile ilgili yanlış hesaplar konuşuluyor. Depo kapasitesi 2,6 milyar metreküp bilgisi doğru ama bu gazın 15 gün süreyle tüm ihtiyacı karşılayacağı bilgisi yanlış. Zira günlük geri üretim kapasitesi sadece 20 milyon m3 olup 15 günde sisteme ancak 300 milyon m3 gaz basabilirsiniz. Soğuk kış günlerinde günlük gaz ihtiyacımız 150-200 milyon m3 arasında olmaktadır. Ayrıca depodan gaz boşalınca günlük geri üretim kapasitesi azalarak 15 milyona kadar gerilemektedir. Depodaki gazın Rusya’dan gelecek gazı ikame etmesi teknik olarak mümkün değil. Depodaki gazı 3-4 ayda ancak sisteme basabiliriz. Geri üretim kapasitesini 2-3 kat artıracak projenin biran evvel bitirilmesi gerekiyor. Bu
tip depolar sistemin tamamını yedeklemek amacıyla değil, talebin pik olduğu saatlerde sistemi desteklemek gayesiyle tasarlanmaktadır. Bu vesileyle kamuoyundaki yanlış algıyı düzeltmiş olalım.
NELER YAPILABİLİR? 1- Arz güvenliğinden birinci derecede Enerji Bakanlığı sorumlu olduğuna göre vakit kaybetmeden kriz senaryolarına çalışılmalı ve alınacak tedbirler acil eylem planlarına işlenmeli. 2- Alternatif kaynaklardan LNG temini için yeni anlaşmalar yapılmalı ve LNG tesislerinin azami kapasitede çalıştırılması sağlanmalı. 3- BOTAŞ, iletim sisteminin kritik altyapı unsurlarını gözden geçirip emre amadeyi sağlamalı. 4- TEİAŞ gaz santrallerinin tam kapasite çalışamaması ihtimalini dikkate alarak ikincil yakıtlı tesislerden yakıt ikmali için hazırlık yapmalarını istemeli. 5- Bakanlığın koordinasyonunda BOTAŞ, TEİAŞ ve ilgili kuruluşlar ile ortak acil eylem planı yapılmalı. 6- Doğalgazla çalışan üretim tesislerinde ikincil yakıt olarak LPG kullanımı araştırılmalı ve fuel oil, motorindeki gibi elektrik üretiminde kullanılacak LPG için
94
de ÖTV muafiyeti getirilmeli. 7- Kaynak ve güzergah çeşitliliğini artırmak için kontrata bağlanmış ancak boru hattı olmadığı için getirilemeyen Türkmenistan ve K.Irak projelerine ağırlık verilerek, teknik ve hukuki sorunlar çözülmeli. 8- BOTAŞ’ın Tuz Gölü’nde yapmaya çalıştığı yeraltı doğalgaz depo yatırımı hızlandırılarak önümüzdeki kışa yetiştirilmeli. Yeraltı depo yatırımı yapmak isteyen serbest girişimciler teşvik edilerek ulusal depolama kapasitesi artırılmalı. 9- Azeri gazını Türkiye ve Avrupa’ya taşıyacak TANAP projesi hızlandırılmalı. 10-TEİAŞ ulusal iletim sistemi üzerindeki kısıtlı bölgelerin sorunlarını kaldırmak için yatırımlarını hızlandırmalı. 11- Silivri’de TPAO’nun işlettiği doğalgaz yeraltı deposunun sendout (geri üretim) kapasitesinin 20 milyon m3/ günden 50-60 milyon m3/güne artırılması için işlemlerin hızlandırılması. ***
TEBRİK Yeni Hükümeti ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Berat Albayrak’ı tebrik eder, çalışmalarında başarılar dilerim.
Tempomuzu Arttıralım 30 Aralık 2015
E
nerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na Müsteşar olarak atanmamdan dolayı yazılarıma zorunlu olarak ara vereceğim. Bu köşeyi bana açarak sektöre fikirlerimi paylaşma imkânı veren Enerji Yayın Grubu yetkililerine gönülden teşekkür ederim.
Bu yarışta bayrak şimdilik bizim elimizde, bizden önce bu bayrağı başarıyla taşıyan eski Bakanlarımıza, müsteşarlarımıza emeği geçen herkese de şükranlarımı sunarım.
EPDK Kurul Üyeliğim sonrası yaklaşık 2 yıl boyunca enerji piyasasının gelişmesine katkı sağlamak için yaptığım analizleri siz değerli okurlarımla paylaşma imkânı buldum. Keza aynı dönemde her yıl düzenlediğimiz Türkiye Enerji Zirvelerinde piyasanın beklenti ve sorunlarını ailenin tüm üyeleri ile tartıştık. İnanın bu iki yıl benim için heyecan verici ve ufuk açıcı bir dönem oldu. Sektörü daha yakından tanıma fırsatı buldum. Yeni görevim büyük sorumluluk isteyen, her anı hizmetle değerlendirilmesi gereken bir dönem olacak. Bu dönemin, Sayın Bakanımızın liderliğinde enerjide ve doğal kaynaklarımızın değerlendirilmesinde önemli hamlelerin atılacağı bir dönem olacağına inancım tamdır. Son 10 yılda enerji sektöründe büyüme ve gelişme kamudan
95
ziyade özel sektörün girişimleri ile sağlandı. Bu yeni dönemde de gerek kamu gerek özel sektörün destek ve arzusu ile piyasaya değer katmaya ve fark yaratmaya devam edeceğiz. Bu tür makamların geçici olduğunu yakinen bilen birisi olarak tek amacımız, KİMSENİN KARANLIKTA, SOĞUKTA, YOLDA KALMAMASI için gece gündüz çalışmak olacaktır. Başarının yolunun ekip çalışmasına bağlı olduğunu, kapımızın tüm paydaşlara açık olduğunu hatırlatmak isterim. Gaziantep’te yapılan Türkiye Enerji Zirvesi’nde söylediğim gibi MUTLU OLABİLMEK için TEMPOYU ARTIRMAYA mecburuz. Gelerek, arayarak ya da mesaj göndererek tebriklerini ve iyi dileklerini paylaşan camiamıza gönülden teşekkür ederim. Bu yarışta bayrak şimdilik bizim elimizde, bizden önce bu bayrağı başarıyla taşıyan eski Bakanlarımıza, müsteşarlarımıza emeği geçen herkese de şükranlarımı sunarım. Unutulmamak için unutmamak gerekli... Allahaısmarladık...
GAZİANTEP 11-12 Eylül 2014 Akaryakıt, LPG, doğal gaz ve elektrik sektörünü 1112 Eylül 2014 tarihlerinde Gaziantep’te buluşturan buluştura 5. Türkiye Enerji Zirvesi Başkanlığı’nı Fatih Dönmez üstlendi. Zirve açılış töreninde bir konuşma yapan Fatih Dönmez enerji sektörünün temposunu arttırması gerektiğini, böylece herkesin daha mutlu olacağını ifade etti. Fatih Dönmez 5. Türkiye Enerji Zirvesi kapsamında gerçekleştirilen ve 4 piyasayı bir araya getiren “Birincil Kaynaklar Açısından Türkiye Enerji Stratejileri” başlıklı oturumun moderatörlüğünü de yaptı.
Fatih Dönmez 1965 Bilecik doğumlu olan Fatih Dönmez Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Fakültesinden Elektronik mühendisi olarak 1987 yılında mezun oldu. 2005 yılında e-mba sertifika programını tamamladı. Enerji ve Telekomünikasyon sektörlerinde faaliyet gösteren kamu ve özel sektör kuruluşlarında değişik kademelerde yöneticilik yaptı. İş hayatına NETAŞ’ta Ar-Ge mühendisi olarak basladı. Sırasıyla Türk Telekom A.Ş ve bir Siemens çözüm ortağında yönetici-ortak olarak çalıstı. 1994 yılından itibaren İstanbul Gaz Dağıtım A.Ş(İGDAŞ)’ta elektronik sistemler müdürü,etüt ve proje müdürü,genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olarak çalıştı. 2002 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İştirakler Daire Başkanlığı’nda İştirakler Genel Koordinatörü olan Dönmez , aynı zamanda bu şirketlerin yönetim kurullarında başkan ve üye olarak görev yaptı. Stratejik planlama, performansa dayalı yönetim,yatırım değerlendirme raporları,organizasyon, iş ve proje geliştirme ile yerel yönetim şirketlerinin AB’ye uyumu ile ilgili çalışmaları bulunmaktadır. Türkiye Elektrik Sanayi Birliği’nin (TESAB) kurucularından olan Dönmez yönetim kurulu üyeliği yaptı. 4 Ocak 2008 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile Kurul üyeliğine atanan Fatih Dönmez EPDK’nın üyesi olduğu ERRA’nın (Energy Regulators Regional Association) 2008 ve 2010 yılı Genel Kurulları’nda yapılan seçimle Yönetim Kuruluna seçilerek 4 yıl görev yaptı ve ERRA’yı temsilen Dünya Enerji Düzenleyicileri Birliğinin Arz Güvenliği Komitesinde çalışmalarda bulundu. 2008-2014 yılları arasında EPDK’da Kurul Üyeliği görevlerinde bulunan Fatih Dönmez, daha sonra Türkiye Enerji Zirvesi Başkanlığını üstlendi ve aynı zamanda Gas & Power ve Enerji Petrol Gaz gazetelerinde makaleler yazdı. Fatih Dönmez, 24 Aralık 2015 tarihli Resmi Gazete kararı ile Enerji Bakanlığı Müsteşarlığı görevine atandı. iyi derecede İngilizce bilen Fatih Dönmez evli ve 3 çocuk babasıdır.