GİRİŞİMCİ LİDERLER TOPLULUĞU
GİRİŞİMCİ LİDERLER TOPLULUĞU ADINA İMTİYAZ SAHİBİ
Arif ALTUNBAŞ EDİTÖR
BÜŞRA KARADUMAN ZEYNEP ŞAHİN
YAYIN KURULU
Ufuk TOK Zeynep ŞAHİN Büşra KARADUMAN Onur GÜNDÜZ Yasemin AKCAN Şeyma SEZİKLİ Osman Tuğra TÜRKMEN Hasan TUZCU Orçun SİPAHİ Gökhan ÜNALAN Musab BİÇER
GARFİK TASARIM
MERYEM METİN
İLETİŞİM
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
E- posta altunbasarif@hotmail.com
2
İÇİNDEKİLER
1-)KUM SAATİ *Gazi Gelecektir(Rektörümüz ile röportaj) 2-)DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER *İstiklal Marşı’nın Kabulü (Ufuk TOK) *Çanakkale Mahşeri (Zeynep ŞAHİN) *12 Mart Muhtırası (Büşra KARADUMAN)
4 12
3-)EKONOMİ *Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Ulusal Ekonomimiz Üzerine Etkileri (Onur GÜNDÜZ)
25
4-)KÜLTÜR-SANAT *Harem-i Hümayun (Zeynep ŞAHİN)
30
5-)ZİRVEYE DOĞRU *İbrahim Şahin ile röportaj (Yasemin AKCAN) *Özel Oytun Türkoğlu ile röportaj (Yasemin AKCAN)
32
6-)SİYAH-BEYAZ *Kitap Eleştirileri (Platon-Devlet \ Cemil Meriç-Bu Ülke) (Şeyma SEZİKLİ) *Sinema Eleştirileri (Zor Ölüm) (Osman Tuğra TÜRKMEN) *Müzik Eleştirileri (Müzik Evren) (Hasan TUZCU)
39
7-)ÇEREZLİK *Mizah (Orçun SİPAHİ / Gökhan ÜNALAN)
42
8-)TEKNO-BEYİN *Kıvrılabilen, Katlanabilen ve Bükülebilen Cep Telefonu *Su Geçirmeyen Sony Türkiye’de
45
9-)TAKIM-TOPUK *Musab BİÇER
47
10-)Kişisel Testler
49
11-)İnterrail America
54
3
EDİTÖR
AKADEMİ ANALİZ Gazi Üniversitesi Girişimci Liderler Topluluğu olarak’’ AKADEMİ ANALİZ ‘’ in ilk sayısını sizlere sunmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz. Emeğimizi, heyecanımızı ve acemiliğimizi kattığımız bu sayıda bize yo l gösteren, yardımcı olan ve dergimize konuk olan herkesi
saygıyla selamlıyoruz.
Biz Girişimci Liderler Topluluğu olarak bir lider, bir girişimci olmayı sizlere anlatmakta güçlük çekebiliriz ama bunu bizim için yapan çok özel konuklarımızı Zirveye Doğru bölümümüzde sizler için ağırladık. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’le röportajımızda bir liderin hayatına tanık olabilir, bir liderin nasıl yollardan geçtiğini bu yolda neler kaybettiğini ve neler kazandığını görebilirsiniz. Hem bir danışman hem bir girişimci olan Sayın Özel Oytun Türkoğlu ile yaptığımız röportajımızda girişimcilik anlayışınıza yeni bir boyut getirebilirsiniz. Dergimizin diğer bölümleriyle tarihin tozlu sayfalarında gezinebilir, geleceğe pencere açabilir farklı kültürlerle taşınabilir, ekonominin sadece sayılardan ibaret olmadığını görebilir ve politika gündemini takip edebilirsiniz. Dergimizin tamamlanması için dişini tırnağına katıp çalışan, saatlerini kütüphanede geçiren, kitaplar deviren, emek veren tüm ekibimizin yolu açık olsun. Umut ederiz ki siz değerli okuyucularımıza, idol aldığımız insanları, hayatımızı değiştiren küçük anları, bilgilerimizi, bencelerimizi ve meraklarımızı en güzel şekilde iletebilmişizdir. Ve son olarak dergimizin en başından en sonuna kadar bizden desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen, fikirlerimize fikir katan, bize ışık tutan sayın rektörümüz Prof. Dr. Süleyman Büyükberber’e sonsuz saygımızı ve teşekkürümüzü sunuyoruz.
Zeynep ŞAHİN Büşra KARADUMAN
4
BAŞKAN
ARTIK HAREKETE GEÇTİK GERİ DÖNMEYECEĞİZ Girişimci Liderler topluluğu olarak Gazi üniversitesi İktisadi İdari Bilimler fakültesinde öncelikle olarak çalışmalar yapmak için kurulma kararı aldık ve harekete geçtik. Topluluğumuzun sağlam bir kadrosu, misyonu ile büyük çaplı çalışmalara imza atacağımıza söz veriyoruz. Topluluğumuz İ.İ.B.F. bünyesindeki bütün bölümlere hitap etmektedir. Amacımız öğrenci kardeşlerimiz ile birlikte el ele vererek ne yapılması gerekiyorsa nasıl kendimizi en iyi şekilde yetiştireceğimize inanıyorsak o yönde çalışmalar yapmaktır. Biz sadece kendi düşüncelerimiz ortaya dökmekten ziyade birlik ve beraberlik içerisinde bütün öğrenci arkadaşlarımızında düşüncelerini ön plana alarak çalışmalar yapmaktayız. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Girişimci Liderler Topluluğu olarak ilk önce İ.İ.B.Fakültesinde daha sonrada üniversitemizin tamamında teşkilatlanmayı ve faaliyetler göstermeyi amaçlıyoruz. Fakültemizde hem İKTİSADİ hem İDARİ alanda faaliyetler göstereceğiz. İKTİSADİ ALANDA: Her bölüme uygun çalışmalar yapacağız ve bu çalışmalarımızla fakültemizdeki bazı yerleşmiş düşünceleri ( KPSS olmazsa bizden bir şey olmaz, tek güvence devlette çalışmak v.b. ) yıkmaya çalışacağız. Her bölüme uygun seminerler, konferanslar düzenleyerek milleti bilinçlendirmek. Özel sektörde bölümlerine uygun iş ve bu işlerde kendilerini özelde daha iyi bir şekilde nasıl yetiştirebilir buna yardımcı olmaya çalışacağız. Fakültemizde GİRİŞİMCİLİK ruhunu canlandırıp bireyleri girişimcilik üzerinde çalışmalar yaptırarak GİRİŞİMCİLİĞE yol gösterilecektir.
İDARİ ALANDA: İki kısma ayrılacağız ; A-)SOSYAL SORUMLULUK: Her toplulukta olduğu gibi Girişimci Lid-
erler Topluluğu olarak bizde sosyal sorululuğu ön plana alarak bu yönde belli başlı çalışmalar yapacağız ve bu konudaki duyarlılığımızı göstereceğiz. Yapacağımız çalışmalar ; - Huzur evi ziyaretleri - Çocuk esirgeme kurumu ziyaretleri - Kardeş okul projeleri - Okul destekleme projeleri - TEMA vakfı ile ağaçlandırma … B-)SİYASET VE LİDER GENÇLİK: Gençliği siyasi gündemden haberdar ederek gençliğin sesini duyuracak ortam oluşturmaya yardımcı olacağız. İki haftada bir veya ayda bir siyasi gündem belirleyerek bu işte en iyi bildiğimiz siyasi büyüklerimiz veya bakanlarımız ile bu konuyu tartışacak seminerler, münazaralar, konferanslar düzenleyeceğiz. Gençliği bilinçlendirmeye çalışacağız.Bu dergiye emegi gecenlere saygılarımı sunarım. ŞUNU BELİRTEYİM ÖZELLİKLE BÜYÜK DENİZLERE YELKEN AÇACAĞIZ.
ARİF ALTUNBAŞ
5
KUM SAATİ
GAZİ GELECEKTİR
Prof. Dr. Süleyman Büyükberber RÖPÖRTAJ 1-)Öğrencilik hayatınızda nasıl bir öğrenciydiniz ve kendi adınıza geriye dönüp baktığınızda iyi ki yapmışım dediğiniz olaylar var mı? Bu konuda öğrencilerinize tavsiyeleriniz nelerdir?
6
1-Üniversite öğrenciliğimin ilk yıllarında ortalama bir öğrenciydim ancak Tıp Fakültesi 4,5,6. Sınıflarda çok istekli ve gayretliydim diyebilirim. Öğrendiğim her şeyi sonuna kadar öğrenme, tam olarak anlama tutkum vardır. Hiç ezberlemem. Ancak hiçbir zaman gecemi gündüzüme katarak düzenli ders çalışan bir tıp öğrencisi olmadım. Ders notlarından ziyade kitaplardan ve textbook’lar dan dan tıbbı öğrenmeyi tercih etmişimdir. Ankara’da öğrenci iken gönüllü nöbet tutmadığım acil servis k almamıştı. Ulucanlar doğumevinde
73 primipar doğum yaptırarak hastanenin öğrenci doğum sayısı rekorunu kırmıştım. Sünnet yapmak, her türlü yaralanmaya müdahale, alçıya alma gibi öğrenci için kolay fırsat bulunamayan her türlü pratik yaklaşımı geceleri başka hastanelerde öğrendim. Hekimliği kendi mesleğim ve geleceğimi bağladığım kariyer olarak gördükten sonra en iyisini yapmak için her fırsatı değerlendirdim. Allah ta yardım etti. TUS denilen sınav rahmetli Özal döneminde ilk kez konuldu. Dereceyle mezun olan onca öğrenciyi geçerek TUS’ta en
KUM SAATİ
yüksek puanlardan birini aldım. Böylece ilk tercihim olan Ankara Üniversitesi İç Hastalıkları AD’da asistan olabildim. TUS olmasaydı o dönemde bu kürsüye asistan olmak ülkede ancak belli zümrelerin çocuğu, damadı, gelini olmakla mümkündü. Yabancı dil konusunda daha aktif bir öğrencilik dönemi geçirmeyi isterdim. Ayrıca iki yıl kadar sürdürdüğüm ud kurslarını hiç bırakmadan devam ettirmeyi dilerdim. Öğrencilik yıllarımda iyi ki yapmışım dediğim çok şey var tabii ki. Mesela dostluklarım çok başarılıydı. Hayat çizgime yön veren arkadaşlıklarım oldu. Hep hayırlı dostlarla beraber oldum, yitip gitmedim büyükşehirde. Ancak daha güler yüzlü, daha sosyal, daha girişken bir yapıda olup dost halkalarımı çok daha genişletmek herkese gönlümü ve kucağımı açmak isterdim. İnsanlar ilgiye, şefkate muhtaç. Benim tavsiyem çok geniş yürekli olsunlar, herkesi kucaklasınlar. Kişisel gelişim için yabancı dil, iletişim, sosyal faaliyetler konusunda aktif olsunlar. Önyargılı olmasınlar, bilmedikleri hiçbir kişi ve olay konusunda fikir yürütmesinler, anlamaya, öğrenmeye çalışsınlar. Asıl işleri olan meslekleri konusuna öncelik versinler. Meslekleriyle ilgili dünyanın gittiği noktayı hedefleyerek çalışsınlar, kendilerini dar kalıplara sıkıştırmasınlar. Ancak maymun iştahla her yola, her işe atlamak da hep yüzeysel kalmayla sonuçlanır. Bu nedenle yaptığınızın en iyisini yapmak hedeflenmeli. Hoşgörülü olsunlar, hiç kimsenin figüranı maşası olmasınlar. Unutmasınlar ki ideoloji, hümanizma, siyaset vs gibi hamaset
kokan her söylemin arkasında omuzlarına basarak yükselen birileri veya genç beyin ve yürekleri kullanan şer şebekeleri vardır. Ülkemizde üniversite gençliği hep suiistimal edilmiştir. Gençliğin heyecanı ve enerjisi hep olumsuz kullanılmıştır maalesef. Bence yaptıkları her eylemde benim bu hareketi yapmamı isteyen kişi veya grupların açık veya gizli ne çıkarları var? Benim bu eylemden şahsi veya ülke olarak çıkarım nedir? Benim asıl işim ne? Arkadaşım iş hayatına atılıp yük-
selecekken ben ne durumda hangi pozisyonda olacağım? Hep taşeron olarak kalacak mıyım? Annem, babam, ülkem benden ne beklenti içerisinde ben ne yapıyorum? Bu muhasebeyi sürekli yapmak gerekiyor. Öğrenci kardeşlerimiz iyi insan olsunlar. İyi olmak çok objektif bir kavramdır aslında. Herkese karşı iyi olmak gerekiyor. Canlı, cansız hiçbir şey sizin elinizden veya dilinizden zarar görmesin, her fırsatta sizden yarar görsünler. 2-)Öğrencilik dönemlerinizde bu günleri tasavvur etmiş miydiniz, yani böyle bir
başarı odağınız var mıydı, yoksa olaylar süreç içerisinde kendiliğinden mi gelişti? 2-Ben ileriye dönük hesap yapamıyorum. Biraz mesleğim gereği galiba böyle oldu. Ben kanser doktoruyum. Geleceğe dair şahsım adına konuşurken veya başkasının gelecek planlarını dinlerken aklımdan ölümü hiç çıkartamam. Yıllardır böyledir. Bu nedenle şöyle yapacağım. Şuraya geleceğim gibi planlar hiç yapmam. Yapılmasından da ciddi rahatsızlık duyuyorum. Gelecek hesabı yapan insanları dinlemeye bile dayanamıyorum. Öğrenci iken de uzun vadeli hiç hesabım olmamıştı. Ölüm aslında pek çok hesabı bozuyor, dünya hayatını eşitliyor adeta. Ben yaşadığım anı iyi değerlendirme taraftarıyım. Yaratanın bana biçmiş olduğu kulluk görevleri (insan olma, kul olma, baba olma, eş olma vs. dışındaki hekimlik, idarecilik vs. ekstra görevler ve sorumluluklar olarak
7
KUM SAATİ
görüyorum. Kulluk görevleri kavanoza konulacak büyük taşlar. Kulluk görevlerimi yerine getirirken kendi isteğimle veya isteğim dışında yüklenen bu ikincil sorumluluklar ise küçük taşlar ve hayatın kumları. Eğer hayat kavanozunu doldururken büyük taşları öncelikle yerleştiremezsek hayatımızı sığdıramayız. Unutmayalım ki insan şerefiyle yaşar. İnsan olmanın gereğini yaptıktan sonra ömür çizgisi nereye taşırsa tevekkül göstermeli. Ancak emeğin sakınımı kanununa da inanırım. Yapacağımız zerre kadar olumlu veya olumsuz her şeyin karşılığını mutlaka göreceğiz. Bir saniyelik fazla eforumuz bile karşılık bulacaktır. 3-) Belli bir Anekdotlar, yaşama dair tecrübeler de aktarırım. Her zaman hayır öğütte bulunurum. Ümit verirken, kolaylaştırırken ufuk çizgilerinde dolaştırır sonra özeleştirileri de sıralarım. kariyere, noktaya gelmiş bulunuyorsunuz ancak bundan sonra 4-) Bir akademisyen olarak öğrencilerinizle iletişiminiz nasıldır, bir
8
hoca olmanın yanı sıra bir baba bir abi olarak öğrencilerinizin nelere dikkat etmesi gerektiği konusunda bizleri bilgilendirebilir misiniz?
yapan arkadaşlara önerileriniz nelerdir?
5- Yüksek idealleri olan insan olmak çok güzel. Ancak sadece idealist olmak, dilemek yetmiyor. 4- Benim hocalığım iyidir. Boş Hedef koymak güzel ama gereğini konuşmamaya çalışırım. Bir şeyi yapmadan konulacak hedeflerin en can alıcı noktasından damardan hiçbir anlamı yok. Gereğini yapmak vermeyi tercih ederim. Gereksiz daha önemlidir. Bugün Google’dan ayrıntıyla meşgul etmem. Herkesin size istediğiniz konuda 2 saatte düzeyine göre konuşmayı ve ders çok üst düzey vizyon gösterisi ufuk anlatmayı iyi beceririm. Derslerim turu yaptırabilirim. Projeler ortaya hayat dersi gibidir. Tabi benim koyabilirim. Ama gerçekler böyle kızım da tıp öğrencisi ne zorluklar değil. İnsanlar özellikle meslekleryaşadıklarını, en güzel günlerini inde bulundukları noktaya tepeden nasıl sıkıntılarla geçirdiklerini iyi inmeyle gelmezler. Hep arka planda biliyorum. Sadece öğrencilere değil yaşananlar, öğrenilenler, birikenpek çok genç meslektaşıma da ler vardır. Bence hedef koyarken abilik yapıyorum. Dernek başkanlığı en uzağa koymaktansa sabır ve da yapıyorum. Tıbbi Onkoloji de çalışmak daha önemlidir. Ben ülkemizde pek çok ilki ekibimizle Amerika’da çalışırken prostat kanbizler gerçekleştirdik. Her kıdemli serine aşı çalışması yapan ekibe geçerken geçtiği yollardaki engeldâhil edilmiştim. Bir ara çalışmalar leri kaldırıp yolları genişleterek o hale geldi ki geceleri bile dengeçip gitseydi bilimin dikenli yolları eylerle geçirir hale geldik. Hocaya bugün otoban olurdu. artan bu yoğun temponun nedenini Çocuklarımla soh betlerimde sorduğumda Japonya’da başka bir benim babam esnaftı sizinki tıp hocanın aynı aşı konusunda biprofesörü ancak her şey size bağlı zden 3 gün önde olduğunu söyledi. diyorum. Hakikaten de taşıma suyla Yani bir konuda dünyada en ileride değirmeni döndüremezsiniz. Toolan kişiler birbirlerini bu kadar plum her geçen gün daha açık hale yakından tanıyor. Bizim afaki hedegeliyor. “Vermeyince Mabut, neyflerimizin hiç bir anlamı olmayabilir. lesin Sultan Mahmut”. İnsanın kendi Sabır ve daha fazla gayret şarttır. emeği kadar hayırlı ve tatlı olan 6-) Ülkemizde tıp alanında hiçbir şey olamaz. İyi konumlara yaşanan gelişmeler çerçevesgelmek için her şey elimizde. Aninde ilk yüz nakli ameliyatını cak neyin iyi neyin kötü olduğu da gerçekleştiren üniversite hasgöreceli bir kavramdır. Bizim hayır tanelerinden birine mensup bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hem de onun başında bir birey hayır olabilir. Yani sonuçta biz bize olarak bu konudaki duygu ve düşeni hakkıyla yapmakla mükelle- düşünceleriniz nelerdir? fiz. 6-. Tabii ki yüz naklinin en başarılı 5-)Ülkemizde hedeflerini örneklerinin Gazi Üniversitesinde yüksek tutup bu hedefleri yapılıyor olması gurur verici. Tabi gerçekleştirmek adına çalışma medyatik konular duyarlılık ve
KUM SAATİ
farkındalık oluşturmak açısında önemli olabilir. Ancak 3 tane yüz naklinden çok daha önemli olup bir günde binlerce insana şifa olan yüzlerce tıbbi uygulama her gün yapılır da kimsenin ilgisini çekmez. Sözgelimi kanser ameliyatları, organ nakil ameliyatları (kalp, karaciğer, akciğer vs) yüz naklinden çok daha zor, çok daha fazla karışık ve ustalık isteyen girişimler olup üstelik hayat kurtarıcı olduğu halde hiç kimse bu
Gazi’de. Atatürk’ün kurduğu aslında tamamen milli ilk üniversitemiz. Yabancı etkisi, misyoner etkisi yok denecek kadar az. Yeni dönemde bu milli, manevi gerçekleştirmeyi planladığınız başka bir hedefiniz var mı?
ameliyatlarla ve yapanlarla ilgilenmez. 7-)1926 yılında okulumuzun temelleriyle birlikte “Gazili olmak ayrıcalıktır. ”sloganı da atılmış oldu. Sizce Gazi Üniversitesinde olmak nasıl bir ayrıcalıktır? 7- Gazili olmak ayrıcalık olmalı ve olacak. Bu gibi sloganlar aidiyet duygusunu artırmak açısından önemli. Ancak ben boş sözlerin içerisinin doldurulmasıyla ilgiliyim. Kuru hamaset komik olmaktan öteye gitmez. Arkasından gülerler insanın. Oysa biz bu sözü söylerken bize gıptayla bakılacağı günleri arzuluyoruz. Yeni ikinci sloganımız daha gerçekçi “Gazi Gelecektir”. Hakikaten Gazi mesleğe hazırlamakta daha iddialı olabilir. İstihdama daha açık bir üniversite yapımız var. Gazinin özelliği Anadolu’nun özeti olmasıdır. Öğrencisi, hocası, personeli tam da bu milletin özeti. Daha milli daha manevi bir üniversite havası alınır
birleştirip daha çağdaş, daha modern, daha gelişmiş ve uluslararası hüviyet kazanmış bir üniversite anlayışıyla harmanlayacağız. 8-) Okulumuzun uluslararası camiada kabul görmesi ve tanınması için gerçekleştirdiğiniz çalışmalar nelerdir ve okulumuzun tanınmışlığı konusunda düşünceleriniz nelerdir?
3- Yukarıdaki açıklamalarından da anlaşılacağı gibi geleceğe dair her konuda daha iyi olmak dışında bir planım yoktur. havayı evrensel üniversite kavramıyla
8- Gazi Türkiye’nin en büyük üniversitesi, fakülte, yüksekokul, enstitü sayısı ve çeşitliliği muazzam. Tam bir üniversitedir. Farabi değişim programında tüm öğrencilerin 1/3’ü Gazi’de, Erasmusta iyiyiz. Mevlana’da da belli ki 1 numara olacağız. Ulusal sıralamada tıp, mühendislik, temel bilimler gibi birçok alanda ilk 5’te. Ancak uluslararası sıralama sistemlerinde 500’lerdeyiz. 17 meslek yüksekokulu ve yüksekokulu çıkarsak sıralamada 300-400
Aralığına kadar yükseliyoruz. Sıralamadaki yerimize rağmen uluslararası tanınırlığımız çok az. Çift diploma partnerlerimiz az. Dış ilişkiler ofisi ve ilgili birimlere çok ciddi ağırlık veriyoruz. Tüm dünyayı adeta tarıyoruz. Tüm inaktif protokolleri gözden geçiriyoruz. Aktif olanları rasyonalize
edip yarar-maliyet analizlerini gözden geçirip bir yandan bizden beklenen abilik görevlerimizi artırırken öte yandan bizden daha kaliteli üniversitelerle maliyet analizlerine bakarak yeni kalıcı ve somut ilişkiler geliştirmeye çalışıyoruz. 9-) DGS ile gelen öğrencilerin hukuksuz bir şekilde bu hakkı elde ettikleri söyleniyor ve 2.sınıf öğrenci muamelesi ile yaklaşılıyor, sizin bu
9
KUM SAATİ
konudaki düşünceleriniz nelerdir? 9- DGS ile gelen öğrenciler hakkında YÖK’ün kurallarıyla bağlıyız. Ancak üniversite senatomuz ve yönetim kurullarımız imtiyazlı veya ayrıcalıklı öğrenciye kesinlikle sıcak bakmıyor. Adalet kavramının olmadığı toplum ve kurumlarda hiçbir şey düzgün yürümez. 10-) Ders muafiyeti konusunda “Ben uygun görürsem açık öğretimiTüm üniversitenin bütçesi 500 milyon TL. Bu rakama maaşlar (350 milyon TL), yatırımlar, bakım onarım, eğitim faaliyetleri dâhil. Yani yemek parası sürdürülebilir değil. İkinci öğretimde gece yemek yapıp dağıtmanın mümkünü yok. Ancak açık bazı kantinler yoluyla ihtiyaçlarını karşılamaları lazım. Belki bir çorba v s. ayarlanabilir. de sayarım, uygun görmezsem geldiğiniz okulu da saymam” zihniyetinin hangi amaca hizmet ettiğini açıklar mısınız?
10
10- Ders muafiyeti konusunda YÖK’un, fakülte kurullarının, üniversite senatosunun yet kileri bellidir. Herkes yetkisini kurullar aracılığıyla kullanacaktır. 11-) Sayın Rektörümüz, okulumuzda en konuşulan sorunlarından biri de 2.öğretimdeki arkadaşların yemekhaneyi kullanamaması, bu konu hakkında bir çalışmanız var mı? 11-İkinci öğretimi hızla azaltmaya çalışıyoruz. Çünkü amacından çok uzaklaşmış durumda. Çoğu mesai saatleri içerisinde kısa kesilerek veya atlanarak eksik, yarım yamalak yürütülen derslere ve kalitesiz eğitime dönüşmüş durumda. Niye zorla sürüklenmek isteniyor derseniz. Atıl kapasiteyi akşam kullanmak vs. değil. Ders ücretleri normalden 3-5 kat fazla olduğu için kalkmasın ama gündüz bir araya sıkıştıralım mantığıyla yürüyor. Bence son derece yanlış bir hale gelmiş durumda. Öğrenci yemeklerinin maliyetleri 6 TL biz 1 TL’a veriyoruz. Yani günlük 40 bin öğrenci yerse (mevcudun yarısı) 200 bin TL bütçeden ek yemek masrafı veriyoruz. Bu haftada 1 milyon TL ayda 4 milyon TL, 9 ayda 36 milyon TL eder herkes yemek yiyecek olsa bunu ikiyle çarpacaksınız. İdari personel ve akademik personel ise 2-3 TL’ ya yiyor. Bunlardaki subvansiyonu’da koyarsanız yılda 50 milyon TL yemek sübvansiyon masrafı doğuyor. 12-) Bir diğer sorunumuzda, yaz okulunun çoğu öğrenciler tarafından geri gelmesi talebinde bulunuyor, bu konudaki fikirlerinizi alabilir miyiz?
12-Yaz okulları senatomuzca kaldırıldı. Sebebi de bütünleme hakkının verilmesi ve bütünleme sınavları eklendiği için akademik takvimde yaz okulu yapacak zaman aralığı bulunamaması. Yaz okulları kalitesiz okullardır. Yeniden yaz okullarının açılma kararının alınması mümkün gözükmemektedir. Konu Üniversite senatosunda konuşulmuş ve 70 kişilik senatonun ortak kararıyla kaldırılmıştır. Rektörün veya birkaç kişinin karar vereceği bir konu değildir. 13-) Harç ödemeleri konusunda, 1.öğretimler harç ödemiyor iken 2.öğretimlerin harç ödüyor olması, sizce eşitlik ilkesine aykırı bir durum değil mi? 13-İkinci öğretimin ekstra bir maliyeti vardır. Gece yapılan eğitime güvenlik, ısıtma, soğutma, idari personel ek maliyetleri eklenmektedir. Ancak ikinci öğretimde öğrenci harçlarının kaldırılması kararı yine üst makamların yetkisindedir. Ancak verebilecek gücü olan öğrencinin katkı payı ödemesinde yarar vardır. Ödeyemeyecek durumda olanın da borçlanarak ileride bu katkıyı ardından gelecek nesillere sağlaması yararlı olur kanısındayım. 14-) Dünyadaki yeni eğilim gereği ve ülke şartlar gereği rektör adayları seçimle mi, yoksa atamayla mı belirlenmelidir? 14-Devlet üniversitelerinde rektörlerin seçimle gelmesini ben mantıklı görmüyorum. Bizim işimiz politika üretmek değil, üretilmiş politikalara en uygun şekilde üniversitelerimizi yönetmek ve politika üretenlere lojistik destek sağlamaktır. Popülizmi üniversite gibi evrensel kuralları olması gereken kurumlara kadar
KUM SAATİ
indirirseniz hiçbir rasyonel işlem yapmanız mümkün olmaz. Rektörün asıl görevipersonelini rahat ettirmek değildir ki. Rektörün görevi herkesin görevini hakkıyla yerine getirmesini sağlamaktır. Dört yılda bir oy dilendiğiniz insanları siz tam verimli çalıştıramazsınız. Büyük holdingler yöneticilerini işçilerin oylarıyla mı seçiyor? Bir ildeki memurlara valiyi seçtiremezsiniz. Belediye Başkanını seçersiniz çünkü Belediye Başkanı işini doğru yapabilmek için dönüp yine halkın tamamıyla muhatap olmuyor. Belli kriterleri taşıyan kişiler arasından Cumhurbaşkanının doğrudan rektörü atamasını en doğru yöntem olarak görüyorum. 15-) Son olarak, okulumuz sosyal imkânlarında öğrencilerinize iletmek istediğiniz mesajınız var mıdır? 15- Okulumuzun sosyal imkânları hızla daha düzenli, daha modern ve daha bol hale geliyor. Yakın zamanda artan sosyal faaliyetleri gözle görülür şekilde hissedeceğiz.
Bize zaman ayırdığınız için Girişimci Liderler Topluluğu ve Gazi Üniversitesi öğrencileri adına teşekkür ederiz.
11
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
12 MART MUHTRASI
ÇANAKKALE MAHŞERİ
İSTİKLAL MARŞININ KABULÜ
İSTİKLAL MARŞININ KABULÜ
12
Türkiye’de ilk defa bir marş yazılması teşebbüsü, 1920’de Genelkurmay Başkanı İsmet İnönü tarafından yapıldı. Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u ziyaret eden İsmet İnönü, milli heyecanı koruyacak, milli azim ve imanı besleyecek, zinde tutacak bir marşın yazılmasını, ordu adına teklif etti. Yarışma Maarif Vekâletin genel-
gesi ile okullara duyuruldu ve basın Mehmet Akif’in şiirinin beğenildiği yoluyla da “Türk şairlerinin nazarı bildirildi. dikkatine” sunuldu. Maarif Vekâleti tarafından gönderilen istiklal marşı teklifi gündeme Yarışmaya 724 parça şiir katıldı. Fakat hiçbiri milli marş olmaya layık alındı. Başkanvekili Hasan Fehmi Efe’nin başkanlığındaki toplantıda görülmedi. Böyle bir marşın ancak ele alınan marşın tab ve tevziine ve ancak Mehmet Akif tarafından yazılabileceği ve para meselesinden karar verildi. Marş, Hamdullah Suphi tarafından mecliste okundu. dolayı yarışmaya katılmadığı da Büyük bir coşkuyla dinlenen marş, ağızlarda dolaşıyordu. Hasan Basri sık sık alkışlarla kesildi. Marşın Bey in özel çabalarıyla, 500 liralık kabul edilmesi, 12 Mart 1921 taripara mükâfatını böylesine onurlu hindeki toplantının öğleden sonbir iş için uygun bulmayan Akif’in raki oturumunda ele alındı. Akif’in yarışmaya katılması sağlandı. marşının oylamaya sunulması kararlaştırıldığında, oy birliği ile Mehmet Akif’in şiiri ile birlikte üç kabul edilen marş teklif üzerine parça orduya gönderilerek, asker tekrar ayakta dinlendi. Kahraman üzerinde tesiri en fazla olan eserin ordumuza ithaf edilen marş, istiklal tespit edilmesi istendi. Ve nihayet
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
marşı olarak kabul edildi.
riyetine dokunulamaz.”
Asya’nın tecrübeli aklıyla Avrupa’nın taze fikirlerinin Söz konusu günde oturuMehmet Akif :”… Onu milletimize farkında olan Mehmet Akif muyöneten Büyük Millet Meclisi ve kahraman ordumuza hediye hiçbir zaman kimlik ödünç Başkanı Mustafa Kemal Paşa şöyle ettim. Zaten o milletin eseridir, almadı ve inancı ile ters milletin malıdır. Ben yalnız diyor: “Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır. İnkılâbımızın ruhunu gördüğümü yazdım…” (Dolayısıyla düşmedi. Vatanseverliği; Akif bu eserini milletine mal ederek samimi, ilkeli pazarlıksız anlatır. İstiklal Marşı’nda İstiklal ve bütüncüldü. davamızı anlatması bakımından SAFAHAT’IN içine almıyor.) büyük bir manası olan mısralar İşini en iyi yapan ve Nihayet yurdumuz düşmanlardan vardır. Benim en beğendiğim parçası da budur; kurtulduğunda (9 Eylül 1922), sıra dürüstlüğünü daima istiklal marşı’nın bestelenmesine muhafaza eden Akif, “Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın ayrıca milli mücadelhürriyet, geldi. Marş, İstanbul ve Ankara’da eye katılan isimlerden farklı bestelerle çalınmaktaydı. Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin isimlerdendir. 1930 yılına kadar Ali Rıfat Bey’in istiklal” alaturka bestesi ile çalındı ve Benim bu milletten daima Arnavut bir ailenin 1930’da Mustafa Kemal, Osman hatırlanmasını istediğim vecizeler ferdi olmasına Zeki Güngör’ün bestesinin güişte bunlardır. Hürriyet ve istiklal rağmen Türkçülzel olduğunu duymuştu. Sanatçı aşkı bu milletin ruhudur. İstiklal erden fazla Güngör, Ankara’ya çağırıldı. MeMarşı’nın bu parçası asırlar boTürklüğünü seven hmet Akif’in güftesi Atatürk’ün yunca söylenmeli ve bütün yar ve bir ‘MİLLİYETÇİ’ ağyar anlamalıdır ki Türk’ün her önünde, Osman Zeki Güngör’ün idi. bestesine göre seslendirildi. Tüm şeyi hatta en mahrem hisleri bile dinleyenlerin beğenisini toplayan tehlikeye girebilir, fakat hürriyeti beste Türk Milli Marşı olarak kabul asla. Bu parçayı her zaman tekrar Ufuk TOK görmüştür. ettirmek bunun için lazımdır. Bu demektir ki efendiler; Türk’ün hürPeki, kimdi Mehmet Akif?
13
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
ÇANAKKALE MAHŞERİ
Çanakkale bir cephe değildi sadece bir mahşerdi şehitlerimizin kanıyla sulanan… Çanakkale bir anaydı bağrını şehitlere açan… Çanakkale bir milletti tüm yokluğuyla savaşan… Çanakkale bir mucizeydi düşmanları bo guna uğratan!!!
Mehmet Akif’in ‘’Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela’’ dediği kuvvetler karadan, havadan ve denizden saldırıya kalkıyorlar ve Çanakkale
14
‘’Değil mi cephemizin sinesinde sırtlarını, attıkları bombalarıyla bir iman bir, anda cehenneme çeviriyorlardı. ‘’Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; Bunların karşısında ise vatanını, ‘’Değil mi, sinede birdir vuran canıyla kanıyla savunan bir mil- yürek… Yılmaz! let duruyordu. Kimi Türk, kimi ‘’Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe Kürt, Kimi Laz, kimi Çerkez, kimi sarsılmaz!’’ Arnavut… Kimi kadın, kimi yaşlı, M.Akif Ersoy kimi çocuk! Geçirtmiyorlardı Çanakkale’yi geçirtmeyeceklerdi ‘’Birçok milletin askerlerini bir de silahlarının son mermisine, araya getiriniz. Hangilerinin Türk kanlarının son damlasına kadar! olduklarını size hemen söyleyVermeyeceklerdi bu vatanı, in- eyim. Renkleri, elbiseleriyle değil, dirmeyeceklerdi bayraklarını, hareketleri ve tavırlarıyla belli susturmayacaklardı ezanlarını… olurlar.’’
Öyle bir ecdat ki,düşmanın 500 Helmuth Von Moltke bin askerine,son teknoloji gemileri ne,denizaltılarına,uçaklarına karşı Alman Genel Kurmay Başkanı elindeki sayılı toplarıyla,mermileriy le,mayınlarıyla,imanıyla,yiğitliğiyle ‘’Küçük Abdullah’ımı Koru Allah’ım korkusuzca savaşan yaşamayı değil İtilaf Devletleri yine saldırıya ölmeyi bekleyen bir ecdat !! geçmişti… İstanbul’a ulaşıp Osmanlı’yı bölmek için acele ediyorlardı… Öyle bir saldırı ki, her
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
metrekareye beş ton mermi düşüyordu…80 kişilik Osmanlı birliğinin başında şahin bakışlı, mert duruşlu isimsiz bir Yüzbaşı vardı… Cehennemi ateş altında küçük bebeği Abdullah’ı düşünüyordu… İlk adımlarını atıyor olmalıydı şimdi. Belki de ‘’Baba’’ demeye bile başlamıştı… Bir ara elleri sanki kendiliğinden açıldı, dudakları kendiliğinden kımıldadı, kımıldayan dudaklarının arasından ateş gibi yakıcı bir dua döküldü: ‘’Vatanımı da, Abdullah’ım da sana emanet Allah’ım!...Onları sen koru vakit ikindiyi devirmek üzereydi.Yüzbaşı,bölüğünün bütün çavuşlarını topladı.Düşman yaklaşıyordu.Yarım saat kadar sonra süngü taarruzuna kalkacaklardı.’’Bize emanet edilen her karış toprağı son nefesimize kadar savunacağız’’dedi,!!bir adım bile gerilemeyeceğiz.Şimdi yerlerinize gidin ve göreyim sizi sağlam durun!’’Yarım saat sonra ‘’Süngü tak’’ emrini verdi… Nihayet ‘’Allah Allah’’sedaları arasında hücuma kalktılar. Bir Osmanlı erine yirmi beş düşman düşüyordu. Dalgalar halinde geliyor,’’Hurra Hurra ‘’diye bağırıyorlardı. Her ‘’hurra’’bir süngü darbesiyle sönüyordu. Bu arada ‘’Allah Allah’’ sedaları yeri göğü inletiyordu. Çığlıklar seksen kişiden değil, binlerce Mehmetçikten çıkar gibiydi. Her şeyin biter gibi olduğu bir anda, Yüzbaşı, hançeresini yırtar gibi bir çığlık kopardı: Yetiş Ya Muhammed, kitabın gidiyor!...’’ Birden doğu ufkundaki bulutlar karıştı. Şimşekler çakmaya başladı. Bulutların arasında atlılar görüldü. Çanakkale’de bir mucize daha gerçekleşiyordu. Artık düşmanın
üzerine yıldırımlar yağıyordu. Durumu gözleyen Yüzbaşı şimdi sevinçten ağlıyordu. Düşman şaşkındı. Bulutların arasından inen atlılar karşısında çaresizliğe düşmüştü. Bir taraftan ateş ederken bir taraftan da sahile doğru kaçıp canlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Ne yazık ki kahraman Yüzbaşı, bu manzarayı doya doya seyredecek kadar yaşamadı. Göğsüne saplanan serseri bir kurşunla şehit oldu. Bulutların arasından şimşekler yağdırarak gelen atlıları görmesiyle birlikte dudaklarına oturan o ılık gülümseme hala dudaklarındaydı. Çanakkale’de sürekli tekrarlanan bu tablolar, kendisine zaman zaman anlatıldığı içindir ki, Churchill,’’Biz Çanakkale’de sadece Türklerle savaşmadık, bir yandan da Allah’la savaştık’’diyecekti. ‘’Çekiyorum tetiği… Çekiyorum… Çekiyorum… Tüfek patlamıyor, ateş etmiyor… Tüfek bozuldu herhalde dedim, bak hele dedim yanımdaki arkadaşıma, benim tüfek bozulmuş… Bir baktı benden yana. Senin parmak gitmiş… Dedi’’
Ezineli Halil
Çanakkale Savaşları’nda bir kolu ile bir ayağını kaybeden FRANSIZ Generali Bridges, vatanına döndükten sonra, anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: ‘’Fransızlar!...Türkler gibi mert bir milletle savaştığımız için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam:Savaş sahasında dövüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk.Az önce,Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi.Bu sırada gördüğüm
bir hadiseyi ömrüm boyunca unutmayacağım… ’’Yerde bir Fransız askeri yatıyor,bir Türk askeri de kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor,kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtasıyla sordum: ‘’Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?’’ Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi: ‘’Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün.’’ Bu asil ve âlicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşların donduğunu hissettim. Çünkü Türk askerinin göğsünde bizim askerimizden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve bu
15
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldü…’’
‘’Allah kahretsin şu Çanakkale’yi. Orası hepimizin mezarı olacak!’’ Lord Fisher Çanakkale cephesinde sadece erkeklerimiz yoktu kadınlarımız, çocuklarımız da vardı. İşte cesur çocuk ve kadınlarımızdan birer anekdot ‘’Bizden biri’’nin anılarından… ‘’Bir hücumda çok şehit vermiş, bölüğümüz neredeyse erimişti. Yüzbaşı telefonla yardım istedi… ’’İstediğimiz takviye gece yarısına doğru geldi. Gelenlerin arasında çocuk yaşta olanları görünce, dondum kaldım: Bunlar lise öğrencileriydi… Askerlikten muaf olmalarına rağmen, orduya gönüllü katılmış, kısa bir eğitimden sonra dacepheye gönderilmişleri. Çaresiz her şeyi burada, mevzide öğreneceklerdi… ’’bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, onları sabah yapılacak olan süngü hücumuna
16
hazırlıyordu. ‘’Sıra o çocuklara geldiğinde, Yüzbaşım sordu;’’Yavrum siz kimsiniz?’’ ‘’İçlerinden biri;’’Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz’’ dedi,’vatan için ölmeye geldik!...’ ‘’Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim.’’Mermi böyle basılır, tüfek şöyle tutulur, süngü böyle takılır, düşmana şöyle saldırılır’’ diye… ‘’onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık… ‘’Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca, hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar.’’Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor, bir gün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara Yüzbaşı,’’Yandık!’’ diye bağırarak siperin köşesini işaret etti. Az önce marş söyleyerek siperlere gelen o şen şakrak çocuklar, siperin bir köşesinde birbirlerine sarılmış, tir tir titriyorlardı. ‘’Haklıydılar. Çünkü çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Tabiatıyla ürkmüşlerdi. İlk muharebe herkeste bir ürküntü, panik meydana getirebilirdi. ‘’Tam onlara doğru yaklaşırken,içlerinden biri avaz avaz marş söylemeye başladı!... Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı, Al sancağı teslim etti Allah’a ısmarladı. Boş oturma çalış dedi hizmet
eyle vatana, Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana… ‘’Biraz sonra bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha… Marş bitiyor, sonra yeniden başlıyordu. Bitiyor tekrar başlıyordu. Avaz avaz söylüyorlardı. Gözleri çakmak çakmaktı…’’Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış, dişler kenetlenmiş bekliyorlardı… ‘’nihayet o an geldi.birden Yüzbaşı ‘’Hücum!...’’diye bağırdı.Bütün bölük,bütün tabur,bütün alay cephenin her yerinden fırladık.İşte tam o sırada,o çocuklar kurulmuş zemberek gibi siperlerden fırlayıverdiler.O anda bir makineli tüfekten çıkan mermiler yavruları biçiverdi.Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler.’’ Gazi Fatma Çavuş
Alaşehirli Gazi Fatma Çavuş, Çanakkale’ye babası ve ağabeyi ile birlikte gönüllü gelmiş olanlardan…19. tümen ile aylarca savaştı… Kısa zamanda o kadar kahramanlık yaptı ki, silah arkadaşları onu parmakla gösterir oldular… Birkaç defa yaralandı, gazi oldu… Derken, gözünü budaktan sakınmaması yüzünden onu postacı yaptılar… Artık tümenin postacısıydı. Gizli emirleri cepheden cepheye taşıyordu… Ayrıca da düşman hakkında komuta merkezlerine bilgi ulaştırıyordu… Bir görev sırasında yakalandı. Birliklerimiz hakkında bilgi vermesi için ona envai çeşit işkenceler yaptılar. Fakat hepsine direndi. Ser verdi, sır vermedi: Tek kelime etmedi. Parmaklarını ezdiler. Hançerle yüzünü çizdiler. Na-
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
file: Konuşturamadılar onu.’’Dönmez ‘’unvanını bu sayede aldı,’’Dönmez Çavuş’’oldu… Konuşturamayacaklarını anlayınca, saldılar. Parmakları ezikti, fakat yüreği sapasağlamdı. Vatanı için yapacak daha çok şeyi vardı.
60 iken Türklerin sadece 22 uçağı olduğunu • Balonların ilk kez Çanakkale Muharebesinde kullanıldığını • Kilometrekare başına 252 ölü düştüğünü (hem Osmanlı hem İtilaf devletleri )
Bunları Biliyor muydunuz ?? • Bir metrekareye 5 ton merminin düştüğünü • 5.826.000 mermi atıldığını • 300 kadar yunan askerinin Saroz Körfezi’ne çıkartıldığını ama korkaklıklarından dolayı geri alındıklarını • İngilizlerin uçak sayısı 55-
Çanakkale’nin seyrini değiştiren Nusret’in kaptanlarını, kamyon lastiği almaya parası olmadığı için sahte para yapıp kamyon lastiklerini alan yine de emri yerine getiren Mehmed Muzaffer’i, yeni doğan bebeğini görmeye bile gitmeyip vatanını savunan Cevat Paşa’yı, anasının vatana kurban ettiği bu
Denize döşediği 26 mayınla
yüzden de saçını kızıla boyadığı Kınalı Hasan’ı, cepheye atılan bombaları eliyle yakalayıp düşman siperlerine geri atan bu yüzden de konulu kaybeden Bombacı Mehmet Çavuş’u, düşman donanmasını yıkan 276 kiloluk topu kaldıran Seyid onbaşı’yı, Mücahide Hatice Hanım’ı, Nezahat Onbaşı’yı ve daha birçok isimsiz kahramanlarımızı, şehitlerimizi, gazilerimizi unutmayalım unutturmayalım ne zaman ki bebeği Abdullah’ı düşünüyordu… İlk adımlarını atıyor olmalıydı şimdi. Belki de ‘’Baba’’ demeye bile başlamıştı… Bir ara elleri sanki kendiliğinden açıldı, dudakları kendiliğinden kımıldadı, kımıldayan dudaklarının arasından ateş gibi yakıcı bir dua döküldü: ‘’Vatanımı da, Abdullah’ım da sana emanet Allah’ım!... Onları sen koru vakit ikindiyi devirmek üzereydi. üzbaşı, bölüğünün bütün çavuşlarını topladı.Düşman yaklaşıyordu. Yarım
17
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
saat kadar sonra süngü taarruzuna kalkacaklardı.’’Bize emanet edilen her karış toprağı son nefesimize kadar savunacağız’’dedi,!!bir adım bile gerilemeyeceğiz.Şimdi yerlerinize gidin ve göreyim sizi sağlam durun!’’Yarım saat sonra ‘’Süngü tak’’ emrini verdi… Nihayet ‘’Allah Allah’’sedaları arasında hücuma kalktılar. Bir Osmanlı erine yirmi beş düşman düşüyordu. Dalgalar halinde geliyor,’’Hurra Hurra ‘’diye bağırıyorlardı. Her ‘’hurra’’bir süngü darbesiyle sönüyordu. Bu arada ‘’Allah Allah’’ sedaları yeri göğü inletiyordu. Çığlıklar seksen kişiden değil, binlerce Mehmetçikten çıkar gibiydi. Her şeyin biter gibi olduğu bir anda, Yüzbaşı, hançeresini yırtar gibi bir çığlık kopardı: Yetiş Ya Muhammed, kitabın gidiyor!...’’ Birden doğu ufkundaki bulutlar karıştı. Şimşekler çakmaya başladı. Bulutların arasında atlılar görüldü. Çanakkale’de bir mucize daha gerçekleşiyordu. Artık düşmanın üzerine yıldırımlar yağıyordu. Durumu gözleyen Yüzbaşı şimdi sevinçten
18
ağlıyordu. Düşman şaşkındı. Bulutların arasından inen atlılar karşısında çaresizliğe düşmüştü. Bir taraftan ateş ederken bir taraftan da sahile doğru kaçıp canlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Ne yazık ki kahraman Yüzbaşı, bu manzarayı doya doya seyredecek kadar yaşamadı. Göğsüne saplanan serseri bir kurşunla şehit oldu. Bulutların arasından şimşekler yağdırarak gelen atlıları görmesiyle birlikte dudaklarına oturan o ılık gülümseme hala dudaklarındaydı. Çanakkale’de sürekli tekrarlanan bu tablolar, kendisine zaman zaman anlatıldığı içindir ki, Churchill,’’Biz Çanakkale’de sadece Türklerle savaşmadık, bir yandan da Allah’la savaştık’’diyecekti.
‘’Çekiyorum tetiği… Çekiyorum… Çekiyorum… Tüfek patlamıyor, ateş etmiyor… Tüfek bozuldu herhalde dedim, bak hele dedim yanımdaki arkadaşıma, benim tüfek bozulmuş… Bir baktı benden yana. Senin parmak gitmiş… Dedi’’ Ezineli Halil
Çanakkale Savaşları’nda bir kolu ile bir ayağını kaybeden FRANSIZ Generali Bridges, vatanına döndükten sonra, anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: ‘’Fransızlar!...Türkler gibi mert bir milletle savaştığımız için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam:Savaş sahasında dövüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk.Az önce,Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi.Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutmayacağım… ’’Yerde bir Fransız askeri yatıyor,bir
Türk askeri de kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor,kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtasıyla sordum: ‘’Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?’’ Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi: ‘’Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün.’’ Bu asil ve âlicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşların donduğunu hissettim. Çünkü Türk askerinin göğsünde bizim askerimizden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldü…’’ ‘’Allah kahretsin şu Çanakkale’yi. Orası hepimizin mezarı olacak!’’ Lord Fisher
Çanakkale cephesinde sadece erkeklerimiz yoktu kadınlarımız, çocuklarımız da vardı. İşte cesur çocuk ve kadınlarımızdan birer anekdot ‘’Bizden biri’’nin anılarından…
‘’Bir hücumda çok şehit vermiş, bölüğümüz neredeyse erimişti. Yüzbaşı telefonla yardım istedi… ’’İstediğimiz takviye gece yarısına doğru geldi. Gelenlerin arasında çocuk yaşta olanları görünce, dondum kaldım: Bunlar lise öğrencileriydi… Askerlikten muaf
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
olmalarına rağmen, orduya gönüllü katılmış, kısa bir eğitimden sonra da cepheye gönderilmişleri. Çaresiz her şeyi burada, mevzide öğreneceklerdi…’’bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, onları sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. ‘’Sıra o çocuklara geldiğinde, Yüzbaşım sordu;’’Yavrum siz kimsiniz?’’ ‘’İçlerinden biri;’’Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz’’ dedi,’vatan için ölmeye geldik!...’ ‘’Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim.’’Mermi böyle basılır, tüfek şöyle tutulur, süngü böyle takılır, düşmana şöyle saldırılır’’ diye… ‘’onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık… ‘’Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca, hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperl-
erimizi bombalamaya başladılar.’’Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor, bir gün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara Yüzbaşı,’’Yandık!’’ diye bağırarak siperin köşesini işaret etti. Az önce marş söyleyerek siperlere gelen o şen şakrak çocuklar, siperin bir köşesinde birbirlerine sarılmış, tir tir titriyorlardı. ‘’Haklıydılar. Çünkü çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Tabiatıyla ürkmüşlerdi. İlk muharebe herkeste bir ürküntü, panik meydana getirebilirdi.
Zeynep ŞAHİN
19
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
DEMOKRASİYE BALANS AYARI GEREKMEZ 12 MART MUHTRASI Demokrasiye yönelik tehditlerin başında hiç kuşkusuz doğrudan ve dolaylı yollarla meşru otoriteyi etkisiz kılmayı veya ortadan kaldırmayı hedefleyen darbe ve muhtıra teşebbüsleri yer alır. Buradan hareketle tarihin farklı dönemlerinde belli grup veya güçler; askeri ve siyasi anlamda verilen, Ülkemizde bilindiği şekliyle askeri bürokratların meşru siyasal organa yazılı uyarı şeklinde sunduğu ve sivil karşılığı “hatırlatmak” olan muhtıralar yoluyla yönetimleri ele geçirme ve kendi Cuntalar başlangıçta çetelerdir. istedikleri Sonra bu çeteler devlete el koyup biçimde o ve ortada devletin kalmamasıyla mekanizmayı cuntalığa terfi eder. Mesela, 27 ve süreci biçimMayıs darbesini yapanlar da birer lendirme arzusu çetedir. Darbe başarılı olduğu için taşımışlardır. biz onları “cunta” diye anıyoruz. Ve ülkeyi ellerindeki 12 Mart muhtırası, Türkiye silahlı güce dayanarak Cumhuriyeti tarihinde meydana yöneten bu insan grubuna da “cunta” denmektedir. gelen dördüncü, başarılı olmuş
20
ikinci ve emir- komuta zinciri içerisinde yapılmış ilk askeri darbe eylemidir. 12 Mart Muhtırası, 12 Mart 1971 tarihinde; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un imzasıyla Cumhurbaşkanı
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
Cevdet Sunay’a bir muhtıra vererek hükûmetin istifaya zorlandığı askeri müdahaledir. 12 Mart 1971 Muhtırasının nedenlerini ve sonucunun hangi olaylara zemin hazırladığını daha iyi anlaşılması açısından, 1961-1971 Türk siyasal yaşamdaki durumuna bakmak gerekmektedir.
etkileyen idam kararları alınmıştır. Bundan sonraki süreçte yaşanan huzursuzlukların altında yatan nedenlerden birisi idamlar olurken diğeri 61 anayasası olmuştur. Nitekim 1961 anayasasın da yer alan “…sosyal bir hukuk devletidir” ifadesi, kimileri tarafından sosyalizm olarak algılanmış. 19611971 arası döneme damgasını vuran sosyalizm ve komünizm
27 Mayıs 1960 Müdahalesi ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülke idaresini ele alması ile Türk siyasi hayatında yeni bir dönem başlamıştır. DP kapatılmış, diğer siyasi partiler ise faaliyetten men edilmiştir. Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere o dönemi ve Türk siyasal yaşamını derinden
hareketlerinin de başlangıç noktasını oluşturmuştur. Özellikle 1965'ten sonrası aşırı solun; sosyalizmin, komünizmin ilk defa açıktan açığa dillendirildiği bir dönemdir. Bu dönemdeki sol örgütlenmeler başlıca iki ana güç etrafında şekillenmiştir. Bunlar TİP ve YÖN' dür.
Milli Demokratik Devrim, 1960′ların ikinci yarısında Türkiye İşçi Partisi (TİP) içindeki bölünmenin nedenlerinden birisidir. Özellikle Mehmet Ali Aybar’ın liderliğindeki TİP çevresi, “Milli Demokratik Devrim” ile “Sosyalist Devrim” i birbirinden ayrılamaz olduğunu savunup doğrudan bir Sosyalist devrimi tercih ederken, Mihri Belli’nin kavramlaştırdığı Milli Demokratik Devrim ise Türkiye’ye daha uygun bir devrim olarak ikinci bir grup tarafından tercih edilmiştir. Bu gruptakilere göre devrim, aynen Sovyetler Birliğinde 1917 yılında olduğu gibi iki aşamalı olmalıdır. Önce Milli Demokratik Devrim “askeri darbe” şeklinde “genç subayların” önderliğinde gerçekleşecek sonra da “proleter devrim ” şiddete dayanmadan kesintisiz bir şekilde işçi sınıfının hâkimiyetini kuracaktır. 1960'lı,1970'li yıllarda Türkiye'yi askeri darbeye götüren süreçler, gençliğin başına örülen
21
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
çoraplarla işlendi. Kimilerinin hedefi, Türkiye'yi istikrarsız laştırmaktı.Demokrasiyi tümüyle rafa kaldırmaktı. Ya da kendi bildikleri türden demokrasiyi geçerli kılmaktı. 1967 yılından itibaren Türkiye'ye her gelişinde protesto gösterileri ile karşılanan 6. Filo, şubat ayında yine Türkiye'dedir. Kanlı Pazar'ın arkasında yatan asıl sebep, bu filonun İstanbul Boğazına yaklaşık altı ayda bir düzenli olarak yaptığı ziyaretlerdir. Bu düzenli ziyaretlerin mutlaka derin dipl omatik anlamları olmalı.1967 yılından itibaren bu ziyaretlerin örgütlü protesto gösterileri ile karşılaşması da tesadüf olmamalı, hatta 1967 ilk protestonun olduğu yıldır: Fikir Kulüpleri Federasyonu, ilk defa bu ziyaretinde bir açlık grevi düzenler. 68 Temmuz'unda gelen 6. Filo'ya karşı ise bir eyleme geçilir: 11 Temmuz'da İTÜ'de solcu gençler bir toplantı düzenler. Çok sayıda kuruluş, girişilecek eylem-
22
leri kararlaştırmak için bir araya gelir ama ılımlılar ve militanlar arasında tartışmalar yaşanıp, 11 öğrenci polis tarafından göz altına alınır. Ertesi gün polisle öğrenciler arasında çatışma çıkar ve Amerikan askerlerinin görünmesi ile öğrenciler kontrolden çıkar. Gençler inzibat bariyerlerini aşarak Amerikalılara saldırırlar. Eylemler boya atmak, tartaklamak gibi taciz sınırları içerisinde nispeten mütevazi eylemlerdir. Olayları kontrolden çıkartan diğer gelişme ise İTÜ öğrenci yurdunda yaşanır. Bir grup, kendileri ile görüşmeye gelen emniyet amirini rehin alarak yurda saklanırlar ve çıkan çatışmada 47 öğrenci yaralanmış ve 30 öğrenci göz altına alınmış, emniyet amiri ise yurdun bodrumunda hırpalanmış bir şekilde polisler tarafından bulunulmuştur. Ve 2. kattan aşağıya atılan Vedat Demircioğlu isimli genç, komada kaldıktan sonra kurtarılamayarak ölür. 68 Kuşağının ilk kaybı da bu olayda verilir. İTÜ yurdunun basılması ile solcu gençler akın akın İTÜ'ye gelirler. 18 Temmuz'da Dolmabahçe bir savaş alanına dönüp, polis barikatları aşılıp, Amerikan askerleri ve ABD' ye ait malzemeler denize dökülür. Bu olaylarda hatırlanması gereken önemli bir ayrıntı da: Solcu gençlerin asker sevgisi. Bu sevgideki değişik durumlar; polisle cenk eden gençlerin subayları omuzlarına almaları, polisle gençler arasında yine askerlerin arabuluculuk yapması gibi...
Şubat’ta ABD'nin 6. Filo’nun gelişini protesto eden sol görüşlü öğrencilerle sağ görüşlü öğrencilerin çatışması sonucu 2 kişi hayatını kaybetmiştir. Nisan’da ODTÜ, öğrenciler tarafından işgal edilmiş ve Rektör Kemal Kurdaş görevinden ayrılmaya zorlanmış, Mayıs’ta Yargıtay Başkanı’nın cenaze töreninde olaylar çıkmıştır. Haziran’da İstanbul Üniversitesi’nde sol görüşlü öğrencilerle polis arasında çıkan çatışmalarda 114 kişi yaralanmıştır.
Gençler dışardan ilham alan bu ilginin karşılığını bulmaya çalışırken, Avrupa'daki akranlarından çok farklı bir yöne doğru ilerlemişlerdir. Bu yönü belirleyen ise ordu içindeki cuntacılar ve bu cuntacıların operasyonlarıdır. Avrupa'da gençlik özgürlük peşinde koşarken bizdekiler darbe şartlarını olgunlaştırmak için sokağa dökülmüşlerdir. Toplum değişimin sancıları içinde kıvranmaktadır. Bir anektot'tan yola çıkarak, o dönemdeki “Rus Ruleti” adındaki bir olaydan sizlere bahsedeceğim. “Yaşanan bu olay yani Mustafa Kuseyri hadisesi, 68'in özetidir. Hadisenin yakın şahidi Hasan Cemal. Mustafa Kuseyri, Hasan Cemal'in yol arkadaşı. Birlikte miting sonrası, Kızılay'daki Orduevi'nin önünde bekleyen toplum polislerine bomba atıp sonra da kitleye “Ordu gençlik el ele, milli cephe de! “ sloganı attırmayı bile planlamışlar. Bu plan için “Bir tek amacımız vardı: Askeri kışkırtmak...Darbe süreci bu 1969 yılında, öğrenci hareketleri kışkırtma ve provokasyonlar sayesyoğunlaşmış, ülke ciddi bir kaosa inde hızlanacaktı.” diyor. doğru sürüklenmeye başlamıştır. Kalanını Hasan Cemal'in kaleOcak ayında ODTÜ’de ABD minden takip edelim: Büyükelçisi’nin arabası yakılmış ve 1970 baharıydı.Beynimden
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
vurulmuşa dönmüştüm. “Faşistler Mustafa Kuseyri'yi öldürdü!”. Koşa koşa dergiye geldim. Adakale Sokak' taki Devrim bürosuna. Doğan Bey, ağzının bir kenarında cigarasını tüttürüp, odasında çalışırken:”Bak Hasan” dedi,gözlüklerinin üstünden bakarak,”Kuseyri'yi faşistler öldürmedi. Bir arkadaşı kazayla vurmuş.” Bir dolmuşa atlayıp Cebeci'ye, Siyasal Bilgiler'in yanındaki BasınYayın'a gittim. Dışarıda öğrenciler “Kahrolsun faşistler!” diye slogan atıyordu. Olay akşam vakti olmuştu. Kuseyri tabancayla Rus Ruleti oynarken yakın arkadaşı Nejat Arun tarafından kaza sonucu vurulmuştu. Nejat'ın kaçarken bıraktığı kanlı el izlerini silenler arasında, o zamanlar Doğu Perinçek'in “Beyaz” Aydınlıkçı veya Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) saflarında yer alan Cengiz Çandar'da vardı. Ve olay örtbas edildi.Hemen ertesi gün Ankara'da “Anayasa'ya saygı” yürüyüşü düzenlendi. Faşizmi telin için” Bu olay neden 68'in özeti? Bu trajik oyunu bir masal sahtekarlığına dönüştüren ve 68' e damgasını vuran şey, bu oyundan siyasi sonuçlar devşirmek. Bir oyundan çıkan bir cinayet koca koca profesörlerin cübbeleriyle katıldıkları bir “Faşizmi tel'in” mitingine dönüşüyor. Lazım olan sadece kan: Kimin döktüğü ise sadece teferruat. 68 sağı ve solu ile gençler için bir ouyndu. Oyunlardan cinayetler, cinayetlerden derin derin komplolar çıkıyor. Bu oyunlar bir iktidar mücadelesinin basit bir aracı olarak önem kazandğı için kanlı bir serüvene dönüştü ve 1980' e kadar devam etti. Gençler ise bu kanlı oyunun kurbanları oldular.
DOĞRUDAN MÜDAHALENİN DOLAYLI MÜDAHALEYE DÖNÜŞMESİ VE 9 MARTÇILARIN TASFİYESİ Darbe girişimi; Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından emir- komuta zinciri içerisinde 12 Mart muhtırası verilmemiş olsaydı, TSK içinde kurulmuş olan ve başında Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun bulunduğu gizli askeri cunta fiilen 9 Mart 1971 tarihinde darbe yapacaklardı. Cunta içine sızmış ve önemli görevler üstlenmiş olan MİT mensubu Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür'ün vasıtası ile darbe önceden haber alınmış ve darbeye adı karışan ve Orgeneral rütbesinden daha kıdemsiz olanlar resmen emekliye sevkedilmişlerdir. Nitekim 9 Mart 1971 tarihinde planlanan darbe, içlerinde Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür'ün de bulunduğu Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının durumu Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve 1.Ordu Komutanı Faik Türün'e haber vermesiyle akamete uğratıldı. ASKERİ MÜDAHALENİN YÖN DEĞİŞTİRMESİ: 9 MART’A KARŞI 12 MART
Darbe, 1971 yılında 12 Mart günü saat 13.00′de TRT radyolarından okunan aşağıdaki muhtıra ile ilan edilmiştir. 12 Mart Muhtırası şu maddelerden oluştu:
1-)Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye
Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
2-)Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. 3-)Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize… 12 Mart sonrası; *Partiler üstü bir hükümet kurulur,
23
DAMLAMIŞ MÜREKKEPLER
Başbakan Nihat Erim'dir. Seçimle gelmeyen bu hükümet tabi ki ”uzaktan kumandalı“dır. Erim'in görevi görünüşte sağ ve sol arasında bir denge sağlamaktır ama dengeyi sağlayamamıştır. Pek çok aydın gözaltında; Selimiye Kışlası'nı, Maltepe ve Mamak askeri ceza evlerini doldurup nisan ayında İsrail'in İstanbul Başkonsolosu kaçırılır, bu olayın ardından sıkıyönetim ilan edilir, sokağa çıkma yasağı konulur ve tüm İstanbul neredeyse ev ev aranır. *”Beyin Takımı”adıyla anılan hükümet aralık başına kadar oyalanır ve sonunda istifa eder. Bunun arkasından Erim yeni bir hükümet kurar. Gündem, anayasayı değiştirmektir ve bu gerçekleştirilir. TİP kapatılır, TRT'nin özerkliği kaldırılır, temel hak ve özgürlükler kısıtlanır. Askeri mahkemelerde binlerce insan devleti yıkmaya teşebbüs suçuyla yargılanır, ağır hapis cezalarına çarptırılır ve içlerinden üç genç adam asılarak öldürülür: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan. *CHP cephesi ise, seçimlerde yaşadığı büyük oy kayıplarının paniği ve 12 Mart'ın şokuyla çalkalanmaktadır. Erim hükümetine destek verme kararındaki İnönü'ye Ecevit karşı çıkar, genel sekreterlikten istifa eder. Taban ise Ecevit'i
destekler , sonuçta yapılan Kurultay'da Ecevit seçilir, bu kez İnönü istifa eder. *Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın görevi sona erince ordu yenibir empozeyle, bu amacla Genelkurmay Başkanlığından istifa eden, Faruk Gürler'i seçtirmek ister , ama tezgah gercekleşmez. Ecevit ve Demirel birleşerek eski Moskova Büyükelçisi emekli Koramiral Fahri Korutürk'ü seçerler. Aynı yıl seçimler yapılır, bu 12 Mart döneminin sonu demektir. Eğer kaybedilenler için bir fatura çıkartılacaksa, elindeki silahla iktidar peşinde koşan cuntacılarla işe başlamak lazım. Bir ders çıkartılacaksa, iktidar rekabetini açık ve adil demokratik prensibler üzerine inşa edemeyen ülkelerin bu tür savrulmalara açık olduğunu çıkartabiliriz. Cuntacılar herkesi kül edecek bir ateş yaktılar. Bir nesil değildi, toplam iki nesil bu ateşi ışık zannedip kendilerini de yaktılar. Elli yıl öncesinden elli yıl sonrasına muhtıra teşebbüsünün öncesini ve sonrasını yaptığım araştırmalar çerçevesinde sizlere anlatmaya çalıştım. Ve tarihdeki böyle bir karanlık olayın tekerrür etmemesi temennisiyle...
Kaynakçalar: 1-)68 Kuşağı / Mümtaz'er Türköne 2-)Kimse Kızmasın Kendim Yazdım / Hasan Cemal 3-)www.yenişafakhaber.com.tr 4-)www.hürriyethaber.com.t
24
HAZIRLAYAN BÜŞRA KARADMAN
EKONOMİ
Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Ulusal Ekonomimiz Üzerine Etkileri Günlük ekonomi bültenlerinde genellikle hükümeti eleştirmek amacıyla kullanılan, aslına bakılırsa farklı çevrelerce farklı yorumlanan kısa vadeli sermaye hareketlerini konu almamda ki amaç; birçok üniversite öğrencisi arkadaşımızın hatta üniversite mezunu insanımızın dahi, bilinen adıyla sıcak para olgusunu birçok kez duymalarına karşın ne olduğu konusunda pek fazla bilgi sahibi olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu yazının oluşumu günlük ekonomi bültenlerinden almış olduğum notlar ve internet araştırmaları ile gerçekleştirilmiştir. Makale türüne pek uygun olmamakla birlikte köşe yazısı şekliyle kaleme alınmıştır. Umuyorum ki bu çalışma ana hatlarıyla sıcak paranın yararları ve zararlarıyla ne olduğu gösterecek ve ülkemize etkileri konusunda sizlerin düşüncelerinin yönlenmesine yardımcı olacaktır. Uluslararası ekonomik yaşamda sermaye hareketliliği doğrudan yatırım ve kısa vadeli sermaye hareketliliği olarak iki şekilde vuku bulmaktadır. Doğrudan yatırım uzun dönemli yatırım olmakla birlikte maden sektöründe faaliyet gösteren, alt yapı yatırımları yapan ya da üretime dayalı işletmeleri satın almak yoluyla işleten veya kuran yatırımla rdır. İkici sermaye hareketi ise “sıcak para, finans kapitali, spekülatif
veya kısa dönemci” gibi isimlerle de anılan kısa vadeli sermaye hareketleridir; doğrudan yatırımın aksine kısa süreliğine adeta vur kaç taktiği uygularcasına; genellikle gerçek ve tüzel kişilerce, faiz ve kar
mevduat hesabı açılması yasaktı. 1980’lerden sonra elektronik ağında gelişimi ile doğrudan yatırım yerini büyük oranda kısa süreli
payı elde etme amacıyla kamu ve tüzel kurumlara ait hisse senedi ve tahvil gibi araçların alınması, satılması ve dolaylı yoldan ortak olunması şeklinde gerçekleşen portföy yatırımları şeklinde kendisini gösteren fonlardır. Sıcak paranın en önemli özelliği herhangi bir tehlike, kriz ve istikrarsızlık durumunda kolayca nakde çevrilip ani çıkışının sağlanabilir olmasıdır.
nakdi yatırımlara bırakmıştır. Zira kısa süreli nakdi yatırımlar piyasadan çekilmek istediği taktirde zorlama ve sınırlama olmaksızın çekilebilir doğrudan yatırımda ise 1980’li yıllara gelinceye kadurum biraz dar yabancı yatırımcılar sermayeler- daha farklı olarak ini kullanım tercihini doğrudan yatırımda yatırımı yatırımdan yana kullanmışlardır yapan tüzel ya da bunun nedeni ise hükümetler gerçek kişilikler sıcak para hareketlerini kısıtlayıcı kârı dilediği gibi tedbirler alıyorlardı. Örneğin; almasına karşın Fransa da 80’li yılların başında bir dilediği anda yatırdığı Fransız’ın ülke dışına çıkarabileceği sermayeyi piyasadan döviz sınırlıydı ve döviz cinsinden çekemez
25
EKONOMİ
bunun için biraz zamana ihtiyaç duymaktadır. 80’li yıllardan itibaren özellikle gelişmekte olan ülkelerde serbest ticaret ve piyasa ekonomisine geçiş sonucu aşırı döviz girişleri olmuştur. Döviz miktarının artması ithalatı arttırmış artan ithalat ile ihracat karşısında dengesizlikler, dış ticaret açığı ve cari işlemler açığını meydana gelmiştir. Hükümetler bu açıklarını yüksek faiz ve düşük kur politikası ile yabancıların likiditesi çekmek ve bu açığı oradan gelecek olan dövize yüklemek suretiyle finanse etme yolunu seçmişlerdir. Sıcak paranın gelişimi 1980’li yıllardan sonra ivedilikle hız kazanmıştır.
Sıcak para yalnızca yabancıların yapmış oldukları yatırımlar yoluyla piyasaya dâhil olan paralar olarak anlaşılmamalıdır. Sıcak para aynı zamanda yerleşik durumda bulunan banka ve özel sektör kuruluşlarımızın yurt dışı kaynaklı kısa vadeli borç kullanma yoluyla sağladıkları krediler ve yerleşiklerin yurt dışında gerçekleştirdikleri yatırımların kazanımlarını
26
ülkeye sokmalarını da içeren çift farklılıkları yönlü bir kavramdır. - Ülkeler arası risk ve karlılık farklılıkları Sıcak paranın kaynağına - Döviz kuru, faiz oranları göre ayrışımını iki ana başlık altında ve enflasyon primlerinin sertoplayabiliriz. Bunlar yerli kökenli maye akımlarına olan etkileri, sıcak sıcak para ve yabancı kökenli sıcak paranın akışını belirleyen unsurlar paradır. “yerli kökenli sıcak para; olarak gösterilebilir. adından da anlaşılabileceği üzere yerleşiklerin öz yurdu dışında ifa Görüldüğü gibi sıcak paranın ettikleri işlemlerdir. Örnek olarak; akışı yalnızca yüksek faiz getirisinin hisse senedi ve kısa vadeli port- olmasına bağlı değildir; yüksek föy işlemleri, yurt dışı mevduat faizin yanında döviz kurunun yükişlemleri ve dışa sağladıkları kredil- sek olmaması ve ileride artmayacağı erdir. konusunda hükümetlerce güven Yabancı kökenli sıcak para işlemleri verilmesi de gerekir. Bunun nedeni ise; yerleşiklerin dış dünyadan ise döviz şeklinde giriş yapan sıcak sağladıkları kısa vadeli krediler, para ulusal para birimine çevrilir yabancıların mevduat işlemleri, ve işleme konur. Piyasadan çıkış sahip oldukları hisse senedi ve kısa yapacağı esnada bozdurulan dövizin vadeli borç senetleridir. değer kaybına uğraması sermaye Genel itibari ile anlaşılabileceği üzere yabancı kökenli sıcak para daha çok az gelişmiş ve gelişmekte olan dünya devletlerinde görülmektedir. Yerli kökenli sıcak para ise gelişmiş dünya devletlerinde görülmektedir. -Sıcak para gideceği noktayı nasıl belirlemektedir?
Gelişmiş ülkelerde son dönemlerde baş gösteren ekonomik sıkıntılar ve faiz oranlarının düşük seyri yatırımcılarda oluşan “kaybedeceksek kazanç ihtimalinin yüksek olduğu bölgede kaybedelim” düşüncesi bu bölgelerde ki likiditenin gelişmekte olan ülkelere akmasına yol açıyor. Bunlarla birlikte belirleyici olan birkaç unsuru maddeler halinde belirtmek gerekirse - Döviz kurunda yerli paranın değer kaybedeceği beklentisi - Ülkeler arası faiz oranları
sahiplerinin kabul etmek isteyeceği durum değildir. Beklenti kurun sabit kalması hatta mümkünse daha düşük seviyelere gerilemesidir.
Sıcak paranın girişi engellenebilir mi? Aslına bakılırsa hükümetler sıcak parayı olumlu etkileri nedeniyle olumsuz etkilerini bertaraf etmeye çalışarak kabullenme yoluna gitmişlerdir. Özellikle hükümetler bu paraları cari işlemler açığını (döviz açığını) kapatabilmenin en kestirme yolu olarak kullanırlar. Peki sıcak para akışı nasıl engellenebilir? Portföy yatırımları ile giriş yapan sıcak para; vergi politikaları, özelleştirme ve finansal liberalizasyon gibi politikalarla doğrudan yatırıma dönüştürülebilir. Doğrudan sermaye yatırımları spekülatif bir etkiye sahip olmaması nedeniyle daha az zarar vericidir. Girişi engellemenin bir yolu da getirinin düşürülmesi yoluyla sağlanabilir.
EKONOMİ
Getirinin düşürülmesi, faiz oranlarının AB ve ABD düzeylerine çekilmesi ve giren paranın vergilendirilmesi yoluyla sağlanılabilir. Portföy yatırımlarının yönü hükümet teşviki ile doğrudan yatırıma dönüştürüldüğü taktirde gerek cari açıkta azalma; gerekse olası bir ani çıkışta istikrarsızlık ortamı oluşturmasının engellenmesi sağlanılabilir.
makta ve ulusal paranın değer kazanmasına neden olmaktadır. TL’nin değer artışının önlenebilmesi için merkez bankası piyasada bulunan döviz fazlasını almak zorunda kalmaktadır. Bu durumda da artan para arzını piyasadan çekebilmek için Merkez Bankası ihraç edilen kamu tahvillerini alır ve bunları açık piyasa işlemleri ile satarak parasal genişlemeyi sınırlamaya çalışır.
borçlar ile sağlamaktadır. Bu durum ise alınan tedbirlere rağmen sıcak parada bir azalışın olmama nedeni olarak gösterilebilir.
Ülkemizin sıcak parayı çekme nedenlerinin başında Avrupa da ki yaşanılan ekonomik çalkantı ve bunun karşısında bizim Merkez Bankası bu önlemlerin yanı MB’nın faizi çok fazla sıra; sıcak paranın nerede daha fadüşürmemesi gelmezla kar getirisi varsa o yöne hareket Ülkemizin Sıcak Para İle ktedir. Bununla biretmesi özelliğimin yaratacağı Etkileşimi likte ekonomi bülsorunların etkisini minimize etme Ülkemizde özellikle 24 Ocak tenlerini takip eden görevine de sahiptir. Ülkemizde kararlarının ardından dışa açık bir arkadaşlarımızda de yaşanılması muhtemel bir piyasa sistemi oluşturulmuştur. bilirler ki kredi savaş, siyasal istikrarsızlık yaİthalata bağımlı bir ihracatın derecelendirme hut farklı bir tehlike karşısında gelişim göstermesi sonucu piyasa kuruluşları ülani çıkışla piyasayı terk edecek döviz dengesini kuramaz hale kelerin barındırdığı olan parayı sübvanse edebilmek gelmiştir. İhracatın önünde seyrerisklere için merkez bankası döviz rezden ithalat dış ticaret açığının göre yatırım ervi bulundurmaktadır. Bu rezerv büyümesine dolayısıyla bir döviz yapılabilirliğini ekonomiyi karşılaşılabilecek ani dengesizliğime yol açmıştır. Kısa derecelendirmebir çıkışta dar boğazdan kurtarmak vadeli sermaye hareketleri bu ktedirler. Son amacıyla kullanılacaktır. dengesizliği giderme noktasında dönemde bu kullanılmak suretiyle ekonomiyi etkuruluşlarca Son dönemde hükümet sıcak para kisi altına almakta zorlanmamıştır. ülkemizin kredi konusunda sürekli eleştirilmektedir. notunun riski Ancak bakıldığı taktirde görülÜlkemizde sıcak parayı çekedüşük ve yatırım ecektir ki son 10 yıllık süreçte bilmek için yüksek faiz düşük kur yapılabilir MB’sı geçmişten çıkarılan derslerle politikası uygulanmaktadır. Anseviye noözellikle de 1994 ve 2001 kricak giriş yapan sıcak likiditenin tuna çekilmesi zlerinin ağır faturalarının sonucu kontrolünü sağlamak biraz zor sıcak paranın eskiye oranla faizi düşürmekte olmaktadır. ilgisini bize ve döviz kurunu orta seviyelerde yöneltmiştir. Antutmaktadır. Ancak buna rağmen Ülkemizde 400’e yakın şirketin cak yatırımcılar ülkemize giren sıcak parada ciddi hisse senetlerinin işlem gördüğü doğrudan bir azalış olmamıştır. Bunun nedeni İMKB’de yabancı sermayenin yatırıma sıcak ise açıktır ki banka ve özel sektör oranı %65 oranlarındadır. Daha bakmadıkların kuruluşlarının kısa vadeli yabancı evvel değinildiği üzere giriş yadan uluslararası borçlanmayı kendileri için bir çıkış pan yabancı para öncelikle TL’ye sermayenin olarak görmektedirler. Devlet, belçevrilmekte daha sonra ise işlem ilgisi tekrar portediyeler ve KİT’ler yatırımlarının görmektedir. Giriş yapan döviz föy yatırımlarına finansmanını, personel giderlerini aşırı boyutlara ulaştığı durumkaymaktadır. Bu bir ve diğer açıklarını kısa vadeli dış larda kurlar üzerine baskı yarat-
27
EKONOMİ
nevi olumsuzluktur ancak bu olumsuzluğu bertaraf etmenin yolu hükümet teşvik ve politikaları ile paranın yönünü doğrudan yatırıma çevirmekle gösterilebilir.
ülkelerde ki ithalat ve ihracat dengesizliği sıcak para yoluyla dengelenebilir.
- Piyasalara derinlik kazandırma işlevine sahiptir: Sıcak paranın piyasaya girişi hem menkul kıymet satışında hem de işlem hacminde önemli artışlara neden olmaktadır. Yabancı sermayenin piyasaya girişi fiyatları yükseltici ve daha fazla şirketin halka açılmasını teşvik edici rol oynamaktadır. Sermayelerini halka arz ederek büyüyen şirketler ülke ekonomisinin gelişimi için daha fazla çaba sarf eder konuma gelmiştir.
Kısa vadeli sermaye hareketlerinin olumlu etkileri - Döviz dengesizliğini - Gerçekleşen para akışı yatırımı ve ekonomik büyümeyi teşvik eder. giderici etkiye sahiptir: Özellikle gelişmekte Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Olumsuz Etkisi olan ve az gelişmiş
28
- Daha ucuza uluslararası piyasalardan borçlanabilmek varken daha kolay borçlanma yolu gibi görünse de hükümeti daha pahalıya iç piyasadan borçlanma yoluna itmiştir. Hükümetin iç piyasadan borçlanması faiz hadlerini de olumsuz etkilemiştir. Sermaye sahibi üretim yapmak yerine sermayesini faize yatırma yoluna gitmiştir. - Aşırı sıcak paranın ekonomiye dahil olmasının bir diğer olumsuz sonucu yerel para biriminin değer kazanması ve buna bağlı olarak ithalatın cazip hale gelmesi ve ithalatı baskı altında tutması tüm bunlara bağlı olarak istihdam ve yerli üretimi azaltması gibi olumsuz etkiye sahiptir.
EKONOMİ
Sıcak para akış hareketinin hızı ne kadar yüksek olursa bıraktığı etki de o denli büyük olacaktır.
- Menkul değerlere yapılan yatırımlar yani sıcak para olarak tabir ettiğimiz portföy yatırımları döviz kurunun düşmesi ve borsanı değer kazanması sonucu doğuyor. Gün geçtikçe büyüyen cari açığın finansmanında bu kaynağa yönelinmesi olası bir ani para çıkışında büyük bir soruna neden olacaktır. Bu nedenle sıcak paraya olan bağımlılığın en aza indirilmesi veya olası bir kriz durumuna hazırlık olması için merkez bankasının elinde açığı sübvanse edebilecek genişlikte rezervin olması sağlanmalıdır. Sıcak paranın krize neden olma süreci nasıl işlemektedir? Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik yapılarını inceleyen ekonomist Gabriel Palma’ya göre sıcak para nedeni ile ortaya çıkan krizin gelişim süreci:
- Portföy yatırımları ve yerli bankalara verilen kısa vadeli kredilerin inanılmaz derecede büyümesi - Faizlerin düşmesi - Yerel döviz kurunun hızlı bir biçimde değerlenmesi - Tüketimin patlaması - Borsa içersinde yapay büyüme - Tasarrufların azalması - Cari ödemeler dengesinin bozulması - Dış borcun büyümesi ve tüm bunlara bağlı olarak kaçınılmaz son krizin yaşanmasıdır. Ülkemizin yaşadığı 2001 krizi bu gelişim sürecine uygun olarak gelişim göstermiştir. Sonuç olarak, sıcak para piyasaya ilk girişinde olumlu etkilerini gösterse de uzun dönem için düşünüldüğü taktirde sıcak paraya karşı bağımlılığın artması sonucu ciddi sıkıntılar yaşanabilmektedir. Bu konuda gerek bağımlılığın artmaması gerekse girişlerin sınırlandırılması için hükümetler gereken tedbirlerini almalı ve sıcak parayı bir kurtuluş olarak değil gerekli sermaye açığına finansman kaynağı olarak değerlendirmeliler ki üretimin arması ve milli gelirin yükselmesi ile bu borç çarkı dönebilsin. Nitekim Türkiye’de yaşanılan 1994 ve 2001 krizleri ve 1997 yılında Asya da yaşanan kriz buna en güzel örnek olarak gösterilebilir.
Bilinmesi gereken önemli bir hususta şudur sıcak paranın vermiş olduğu zararın yalnızca batıdan bilinmesi yanlış bir tutum olacaktır. Ulusal ekonomiler de gerekli tedbirleri almakla mükellef olmakla birlikte yerel ekonomiler tedbirlerini rant ekonomisine dayandırmadan hassasiyet içerisinde; iyi ve etkin bir şekilde sıcak paranın yönetim ve denetimini sağlamalı olası krizlere karşı hazırlıklı olmalıdırlar. HAZIRLAYAN Onur GÜNDÜZ proleterya.08@hotmail.com
29
KÜLTÜR VE SANAT
HAREM-İ HÜMAYUN Topkapı Saray’ı denilince akla sadece padişahların ve ailesinin yaşadığı yer gelmemelidir zira Topkapı Saray’ında birçok bölüm ve alan bulunmaktadır.Bu bölümleri kısaca açıklayalım ve sonra asıl konumuz olan Harem’e girişimizi yapalım. Topkapı Saray’ı asıl olarak 3 bölümden oluşur.Bunlar Birun,Enderun ve Harem’dir. Birun Birun kelimesi farsçada ‘’dış’’ anlamına gelir. Umumiyetle sarayların ve konakların dış hizmetlere mahsus kısmına bu isim verilir ve buralarda çalışanlara Birun halkı denir.Alaylar ve protokol girişleri bu bölümde yapılır. Enderun Burada Arz Odası, 3.Ahmet’in yaptırdığı kütüphane,Seferli Koğuşu,Büyük Oda,Hazine-i Hümayun,Kiler Koğuşu,Hazine Koğuşu,Hırka-i Saadet ve sair mukaddes emanetlerin durduğu Has Oda bu bölüm-
30
Osmanlı’nın itibarlı üyeleriydiler hatta padişahın evlatlıklarıdır bile diyebiliriz .Harem’ de 4 çeşit cariyeler vardır. Acemiler:Harem’e yeni gelen cariyeler Cariyeler:Harem’e alışmış olan ancak henüz bir statüsü bulunmayan cariyeler Kalfalar:Sarayda bir müddet hizmet görüp ilk acemilik devrini geçirmiş ve tecrübe kazanmış cariyelerdir. Harem-Darüs Saadet-Harem-i HüSaray’ın temizliğinden ve acemilerin mayun eğitiminden sorumluydular. Harem adı üstünde haramdan geliUsta:Cariyelerin yükselebilecekleri yor adından da anlaşılacağı üzere en yüksek makamdır.Ustalar sarayın en gizli ve kapalı bölümü Harem’dir hatta Harem’e askeri bir padişahın hizmetini görmekten kurum gibi bakmakta mümkündür. sorumlulardır. Görüldüğü gibi cariyelerin bir İlerleyen kısımlarda neden çok statüsü vardır.Cariyelerin aldığı maaşlar,onlara verböyle diyeceğimizi anlayacaksınız. ilen mücevherler,giydikleri Osmanlı’nın özel hayatı çok mahelbiseler,görev yerleri bu statülremdi bu yüzden Harem ile ilere göre değişirdi.Eğer cariyeler gili kaynaklar oldukça sınırlıdır. saraydan ayrılmak ve evlenmek Çoğu yazar kaynak olarak yabancı isterlerse,sahipleri onlara uygun seyyahların yazılarını göstereş bulur,çeyizlerini hazırlar ve irler ancak bu oldukça yanlıştır onları evlendirirlerdi.Kocasından çünkü yabancı seyyahların yazıları ayrılan cariyeler tekrar saraya hayal aleminden ibarettir yabancı döner hizmete devam ederdi.Kocası seyyahlar bırakın Harem’e girmeyi ölenlere maaş bağlanırdı.Cariyelere yanına bile yaklaşamamışlardır. Tabii bazı istisnalarda vardır bunları saraylı gözüyle bakılır ve dışarda ezilmelerine asla izin verilmezdi. da yeri geldiğinde açıklayacağız. Harem’e Kimler Girebilir? İsterseniz şimdi Harem’in içine bir Doktorlardan başka Harem’e hiçbir yolculuk yapalım. erkek giremez.Doktorun girmesi içinde padişahın özel izni gerekir. Harem’de Kimler Bulunurdu? Doktorlarda cariyeleri muayene Haremde padişahın aileederken oldukça hassas davranırlar. si ( Valide Sultan ,Kadın Doktorun dokunacağı yere tül koyEfendiler,Şehzadeler,Sultanlar) ve ulurdu eğer doktor sadece gözleri cariyeler bulunurdu.Cariye kelime muayene edecekse gözler dışında anlamıyla kadın köle demektir cariyelerin her yeri örtünürdü. ancak Osmanlı Devleti cariyelere asla bu gözle bakmamıştır.Cariyeler HADIM AĞASI: Osmanlı Sarayının dedir.Enderun’da devşirme erkek çocukları birçok eğitimden geçirilir ve devletin askeri,idari bölümüne yerleştirilirlerdi. Şimdi hakkında çok dedikodular yapılan ve Osmanlı düşmanları tarafından bir gayr-ı meşru zevk alemi diye tanıtılmaya çalışılan Harem’i elimizden geldiğince anlatmaya çalışacağız.
KÜLTÜR VE SANAT
ve bütün iç ve harem halkının başı idi.En önemli görevleri ise padişahın haremini korumak,harem için gereken cariyeleri temin etmek,harem de bulunan cariye ve hadımların terfi ve cezalandırma işlemlerini padişaha arz etmekti.Hadım Ağaları çirkin,kısa boylu,bir çekiciliği olmayan kölelerden seçilirdi.Ayrıca şunu da belirmek gerekir ki Osmanlı Devleti’nde köleleri hadım etmek yoktur Osmanlı sadece hadım edilmiş köleleri satın almıştır.Hadım Ağası’nın da hareme girmesi yasaktı ancak çok istisna durumlarda girebilirdi.Örneğin doktor hareme gireceği zaman onunla birlikte girerdi ve kesinlikle Harem deki hanımlara dikkatlice bakamazlardı muayene biter bitmez de oyalanmadan Harem den çıkılırdı. Harem ve Halvet Halvet kelime anlamıyla yalnız kalmak ve başbaşa olmak anlamlarını ifade etmektedir.Harem de Halvet(Hlvet-i Hümayun) ise haremde yaşayan kadınların serbest ve meşru bir şekilde haremin bahçelerinde veya mesire yerlerinde eğlenmelerine denmektedir.Havanın güzel olduğu günlerde Hasbahçe de halvetler yapılırdı bu halvetlere tüm aile gelirdi.Halvet yapılacağı zaman bahçenin dışardan görülebilecek yerleri halvet bezleri ile örtülürdü.Çadırlar kurulu,yemekler yapılır,çocukların oynayavileceği yerler hazırlanırdı ve bir şenlik edasında halvet yapılırdı. Görünen o ki Halvet şu anda yayınlamkta olan dizideki Halvet anlayışından oldukça farklıdır ki bu saydığımız yanlışlardan sadece biri … 300 yıldır Osmanlı Devletine hizmet etmiş bir kurumu elimizden geldiğince doğru ve güvenilir kaynaklarla açıklamak istedik.Umarım okurken sıkılmamışsınızdır,yanlışımız var ise af ola ! Merak ettiğiniz konular için gazigirisimciliderler@gmail hesabımıza mail atabilirsiniz bu ve bundan fazlası için…
Zeynep şahin
31
ZİRVEYE DOĞRU
GLOBAL DÜŞÜN, YÖRESEL YAŞA
Liderlik bölümü için ilk sayımızda TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’i misafir ediyoruz. Ankara üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan ve Hukuk Müsteşarlığı, Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarlık, PTT Genel Müdürlüğü yaptıktan sonra TRT
32
Genel Müdürü olan ve TRT kurumunu başarıya ulaştıran İbrahim Şahin ile keyifli bir söyleşi yaptık. GLT: Geniş bir kariyer hayatınız var. Hepsi de yöneticilik, liderlik vasfı gerektiren işler. Geçmişten gelen bir liderlik özelliğiniz var mıydı, sizi bu işlere yönelten neydi? İ.Ş: Ne kadar liderim bilmiyorum ama çalıştığım konumları lider konumunda değerlendirecek olursak bu biraz yaradılışla alakalı. Mesela bazı çocuklardam bir tanesi kampüste,
sınıfta öne çıkar, kendinde o güveni görür. Sınıf başkanı olur. Hukuk mezunu olmama rağmen kaymakamlığı seçmem belki birazda bu özelliğimizin bilinçaltında da varlığının işareti olabilirdi. Ama ben lisede de yatılı okudum. Derslerin yanında okul başkan yardımcılığı da yapıyordum. Liderlikle ilgili de, mesleğe kaymakam olarak başladık. Kaymakam olunca birincil olarak sorumlu kişi oluyorsunuz, bu sizi hem sorumlu kılıyor hem de lider olarak
ZİRVEYE DOĞRU
sizi geliştiriyor. Ordan Ankaraya geldiğimde PTT, Müsteşarlık, burası. İşimizi en güzel şekilde yapıp bu başarıyı yakaladık. Ptt yılın kurumu seçildi ben göreve geldiğimden 1 sene sonra. Zarar eden bir kurumdu. Bir sene içinde kurumlar vergisinde 38.sıraya yükseldi. Benden sonraki arkadaş da 18.sıralara kadar çıkardı. Bu basit kolay yapılacak bir iş değil. Tabi liderlik vasfı geerektiriyorsa buralarda kullandık. GLT: Sporla aranızın iyi olduğunu biliyoruz. Spor başarı hayatınızı nasıl etkiledi? İ.Ş: Öğrenciyken sporla uğraşıyordum. Voleybol hala oynarım, okulun voleybol takımındaydım. Ama bunları yaparken derslerimi ihmal etmiyordum. Tam tersine spor beni dinlendiriyordu. Daha verimli oluyordu. Arkadaşlar 3 saat çalışırken ben 2 saat çalışıyordum, daha verimli bilgi alıyordum. Kafam daha netti, berraktı. Burda da aynı şeyi yapıyorum. Salı ve Cuma günü bizim voleybol günümüz var. Cuma günü voleyboldan eve gittiğimde haftanın yorgunluğunu hissetmiyorum. Fiziksel olarak yoruluyorum ama zihnim dingin oluyor. Onun için de bu sizi verimli kılıyor. GLT: Bugüne kadar bir çok kişi ile çalıştınız. Bu süre zarfında iş arkadaşlarınızla-çalışanlarla ilişkileriniz nasıldı, neleri esas aldınız? İ.Ş: Belki biraz kavgacı bir mizah, başarıya kilitlendiğinde mutlaka elde edeceğimiz bir yapı olmasına rağmen arkadaşların düşüncelerini dikkate alırım, istişare ederim ama nihai kararı ben veririm. İki akıl bir akıldan üstündür diye bir söz vardır.. Hiç bir zaman genel
müdürüm herşeyi bilirim havasına girmedi. Ama otoritenizi tam oturtamazsanız diğer arkadaşlar kayıtsız davranırlar, lakayt olurlar ve sizin görevinizin başarısına gölge düşürürler. Ceberrut yönetici olmak da işi laylay lom götürmek de iyi değil. Nabza göre şerbet vereceksin, bu bir yöneetim tarzı. Televizyonculuk da faşizan bir yapı gerektiriyor. Siz herşeyi kendi haline bırakırsanız yürümez. GLT: Yine kariyer hayatınıza baktığımızda çeşitli alanlarda büyük başarılar elde ettiniz. Bu başarıların altından nasıl kalktınız? İ.Ş: bir kitapta insanın 40 yaşından sonra meslek değiştirdiğinde daha başarılı olacağını okumuştum. Kaymakamlığı 40 yaşında noktaladım. Burda sadece işe yoğunlaşmanız önemli. Yoğunlaşınca diğerlerinin 3 5 yılda öğrendiğinde siz bir kaç ayda öğreniyorsunuz. Bir de alman ekolü var, kendileri çalışır ama latındaki elemanları da çalıştırırlar. Bu da sebeplerden biriydi. GLT: TRT’nin sizin döneminizdeki başarılarına baktığımızda, kurum yeni kanalların açılması, dergilerin çıkması ve gelirinin artması gibi birçok noktada çok farklı bir yere taşındı. Bu başarıların ardında sizin açınızdan nasıl bir çalışma hayatı var? Hayatınızı etkileyen yönleri neler? İ.Ş: Hayatımızı olumlu anlamda etkilemedi, sadece daha çok çalışıyoruz,daha çok vakit ayırıyoruz. Evimizi, ailemizi ihmal ediyoruz ama olabildiğince sorumluluğu çok yüksek olan TRTnin, kamu yayıncılığının veya kamu yayıncılığının temsilcisi olan kurumumuzun daha iyi olması için çaba sarfediyoruz. Biz bu başarıyı nasıl
yakaladık? Arkadaşlarımızla beraber yeni bir konseptli eğitim modeli geliştirdik. EskidenTRT’de 1 sene içinde 2000 kişi hizmetiçi eğitimden geçiyordu. Biz bunu 12000’e çıkardık . Eskiden her 7 çalışandan ikisi eğitim alırken şimdi her bir arkadaşımız 2 eğitim almış oluyor. Dolayısıyla çok ciddi bir hizmetiçi eğitim yapısı oturttuk. Buda ister istemez çok ciddi bir başarı getirdi. Bir taraftan da emekliliği yakın olan arkadaşlarımıza, trt çalışanlarına %30lun ilave ikramiye vererek emekliliği cazip hale getirdik. Dolayısıyla 2000 çalışanımız emekli oldu, onun yerine de 1000 tane üniversite mezunu eleman aldık. GLT: Bunları yaparken, bu başarıya ulaşırken sizi motive eden şeyler nelerdi? İ.Ş: Biliyorsunuz ben burdan önce Ulaştırma Bakanlığı’nda müsteşardım, daha önce PTT Genel Müdürlüğü yaptım ama TRT bize teklif edildiğinde televizyonculuklda bir bilgim,
33
ZİRVEYE DOĞRU
tecrübem yoktu. Sadece kuru bir izleyici olmaktan öte bir ilgimiz yoktu. Ayrıca müsteşar olduğumda da orda da işlerimiz çok yoğundu ve televizyon bile izleyemiyordum. Onun için tartışma programlarına kim çıkar, kim iyidir kim kötüdür bilmiyordum. Onun için de pek istekli değildim. Sayın başbakanımızın bize teveccühleri dolayısıyla buraya geldik. Burda bizi tutan, tabii trt çok zor bir yer, daha önce hep ideolojik düşüncelerin insanları getirilmiş. Sürekli bir kavga ortamı vardı. Sendikalar yaptığımız herşeyi dava konusu ediyordu. Hes sabah geldiğimde kapıda sendikacılar çalışanlara bildiri dağıtıyordu. Bu bildiri işte bizi sürekli rencide eden içerikler vardı. 1 gün 5 gün 6 ay direndim. 6 ay sonra dedim ki yeter bunların yaptığı. Bildiri dağıtanların içine girdim, ne yapıyorsunuz, kime hizmet ediyorsunuz siz dedim. Ondan sonra bunlar telaşlanınca biz bu zaferi kazandık dedim ve bir daha burda bildiri dağıtmak yasak. Sonra katlarda dağıtmaya
34
başladılar. İçerde bildiri dağıtmak yasak. Katlara da kameralar koyduk, onları gözledik ve böylece bunları kurumun dışına attık. Bir de baktılar ki işler iyiye gidiyor, etrafında bunları destekleyen kimse kalmayınca bitti. Bizi motive eden birazda bu mücadele oldu. Bunu dışında trtnin türkiyede özellikle son on yılda yaptığı açılımlar ve atılımlarla paralel gitmiyordu. Onun için TRT’nin de Türkiye ile eş düzeyde veya daha hızlı bu kalkınmaya, gelişmeye katılması gerekiyordu. Onun için biz arkadaşlarımızı bu anlamda motive ettik. Bir de bu ülkenin vatandaşı olarak böyle bir kurum bize emanet edilmişse bunun çok kaliteli, güzel, verimli bir şekilde götürülmesi gerekiyordu. GLT: Yeni Türkiye ekolünde medya alanında TRT’nin hedefleri nelerdir.? İ.Ş: TRT yeni dönemde yeni medya diye tabir ettiğimiz gerek sosyal medya, gerek yeni medyada TRT Türkiye’de öncülük etsin istiyoruz. Özellikle teknolojinin takibi, yeni yazılımlar, televizyonculuğun nereye gittiğini çok iyi tahlil edip TRTnin en iyi yerde olmasını sağlamak istiyoruz. Örneğin eğer klasik televizyonculuk yapat sosyal medyada yer almazsanız bir ayağı eksik bırakırsınız. Gençler daha çok internetten izlemeye çalışıyorlar. Yaptığımız bir araştırmada genç kesimin %91i bir dakikadan daha kısa videoları izliyormuş internette. Bu şu anlama geliyor, önümüzdeki süreçte artık internetten kısa videolar izlenecek. Tabi tüketim ekonomisi insanları çok tüketir hale getirdi. Onun için önümüzdeki dönemde TRT’nin özel sektör kanallarına da ağabeylik yapsın diye bir düşüncemiz var.
GLT: başarılarda Türkiye’den övgülerde geldi yergilerde. Peki dünya kamuoyunun trtye bakışı nasıl, nasıl değerlendirmek gerek? İ.Ş: TRT hem Avrupa yayın birliğine hem de Asya Pasifik yayın birliğine üye. Asya pasifik birliğinde daha çok doğu kökenli kanallar (İran,Irak,Çin,Azerbaycan vs) olduğu için Türkiye onlar için daha batılı, orda biraz daha ilgi alaka vardı. Ama Avrupa yayın birliğinde hiç esamemiz okunmuyordu. Göreve geldiğimizden itibaren komisyonlara, komitelere sürekli TRT çalışanlarını koyduk. Dil bilmeyenlere dil öğrettik, bilenleri oralara gönderdik ve öğrenmelerini sağladık. Sonrada yönetim kuruluna aday olduk. İki sene önce TRT yi seçtiler ve kurulumuzu en iyi şekilde temsil etmeye başladık. Biz orda söz sahibi olup bazı şeylere müdahale edince baktılar ki öyle herkesin rahat yönetebileceği bir kurum değil. Bir de bizi çok yakından gözlüyorlar. Avrupa krizde veya dünya ekonomik kriz yaşıyor, biz her 2-3 ayda bir yeni kanal açıyoruz. Ne oluyor bunlara diye herkes bir kulak kabarrtı. Sonra özellikle Avrupa’dan bizi ziyaret etmeye başladılar. Fakat biz bu ara eğitim modelini geliştirdiğimiz için bizden eğitim almaya başladıla. Bu eğitimi alırken de bizden iki tarz eğitim verdik. Bir tanesi çalışanlarımıza. Spikerlik eğitimini kıdemli spikerlerimiz yapıyor. Ama ışık eğitimini BBC den en iyi ışıkçı nerdeyse onları getirip arkadaşlarımızı eğittik. Trainer trainer diyoruz, eğitimcilerin eğitimi. Orta asyadan hergün her hafta bize eğitim için elemanlar gelir, biz bunları alırız eğitiriz bir kısmından para alırız, bazısından
ZİRVEYE DOĞRU
almayız ki döndüklerinde Türkiyenin iyi niyet elçileri olsunlar. Yavaş yavaş Afrikadan gelmeye başladılar. Gelenler stüdyolarımızı beğeniyor, bize de gelip stüdyo yapar mısınız diyorlar. Eleştiriliyoruz da. Bunlar haklıysa doğal karşılıyoruz, haksızsa gülüp geçiyoruz. İlk defa TRT Haber İtalya’da televizyonların yarıştığı yarışmada birinci oldu. GLT: Son olarak biz öğrencilere vereceğiniz tavsiyeler var mı, kendimizi nasıl geliştirebiliriz? İ.Ş: hangi mesleği seçerseniz seçin sevmeniz gerekir. Sevmiyorsanız da kendinizi inandırıp iç dünyanızı sevdiğiniz yönünde telkin etmeniz gerekiyor. Mutlaka kitap okumak lazım. Genç neslin en büyük eksikliği bu. Hergün ders dışında roman, deneme, derleme gibi bize katkı sağlayacak yol, yön verecek kitaplara en az bir saat vakit ayırmak gerekir. Başka toplumlara bakarsanız sürekli kitap okuyorlar. Ali Fuad Başgil’in bir sözü var “insan dinlenmek için
işini değiştirsin.” Kitap okuyorsan dinlenmek için yemek yap, yorulpduysan yazı yaz. Ömür çok kısa, dolu dolu geçirmek için biraz fazla çalışmak gerekiyor. Çalışmadan gelen başarı sadece tesadüfidir. Onun dışında en az bir yabacı dili çok iyi öğrenmek geerekiyor. Onun dışında zamanı kim iyi yönetirse daha başarılı olur. Bir anekdot vardır. Amerikalı ile japon uçaktayken uçak jungle ormanlarında düşer, yere inince bakarlar karşıda bir arslan bunların üzerine geliyor. Japon hemen eğilip ayakkabısını bağlar, sıkıştırır. Amerikalı da seni yiyecek bacıklarınla niye uğraşıyorsun der, japonda yok o seni yiyecek şimdi ben senden hızlı koşacağım diyor. Hızlı koşan kurtulu, mesafe alır. Aranızda kim daha hızlı koşarsa daha güzel başarılara, işlere gider.
Yasemin AKCAN
35
ZİRVEYE DOĞRU
FARKLI DÜŞÜN, FARKI YARAT
Melek Yatırım Uzmanı ve Girişimci Özel Oytun Türkoğlu’ Girişimcilik bölümünde ilk sayımızda Melek Yatırım Uzmanı ve Girişimci Özel Oytun Türkoğlu’nu misafir ediyoruz. Boğaziçi fizik ve Odtü Mühendislik bölümlerinde okuyan ve 18 yaşında kendi şirketini kurarak girişimciliğe atılan
36
Oytun Türkoğlu ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. GLT: Fizik, Mühendislik derken, girişimciliği seçip Not Grup Bilgisayar danışmanlığını kurdunuz. Neden girişimcilik? O.T: Doğuştan girişimci geliyorsunuz. Ama sonradan olunmaz da demiyorum olunur. Etrafımdaki herkes onun yine kafasında 10 tane iş fikri var diye bakıyor. Veya yine yeni birşeyler yapıyor diye ba-
kar. Üniversiteye ilk başladığımda girişimci değildim, Not Grup’u kurup iş hayatına atılınca baktım ki şundan da para kazanabilirim, şunu yapınca mutlu olabilirim dediğimi gördüm ve girişimciliğe devam ettim. GLT: Girişimcilik alanında oldukça başarılı bir hayatınız var. Sizi başarıya taşıyan nedir? O.T: Uzunca bir süre şunu yapalım, bunu yapalım, o olmadı, şu nokta hatalı derken bir kere çok büyük
p n
ZİRVEYE DOĞRU
zarar görüyorsunuz bu zararı gördükten sonra neyi nasıl yapmamanız gerektiğini öğreniyorsunuz. Yapmamanız gereken noktayı öğrendiğiniz zaman ondan sonrası kolay, çünkü diyorsunuz ki bu işe para yatıracaksam şunlar şunlar olmalı ki yapayım. Çünkü önceki seferlerde yaptığınız hataların bileşkesi olan toplam kriterler. O kriterleri tutturan bir iş veya girişim yapıyorsunuz. GLT: Sizin bakış açınızda “girişimcilik” nedir? O.T: iki yada 3 yıl önce sorsanız size risk alabilmek derim. Ama şimdi risk almamak diyorum. Benim diğer tanımlardan düşüncem çok farklı. Girişimci akıllı olmalı ve risk alabilmeli derseniz evet ama kabul edilebilir risk almalı. Tanımına bakılırsa yeni iş fikirleri bulmak değil, girişimciliğin çünkü 1 ton tanımı var. Sosyal girişimci olabilirsin. İş anlamında girişimci olabilirsin, bu da her bulduğun işe atlamak değil. Asıl anlattığımız getirisi yüksek, olabildiğince kısa vadede size yatırdığınız paranın geri dönüşünü sağlayan ve sizi mutlu edecek bir iş fikriniz var ve bunu yaratıyorsanız girişimcisiniz. Ayrılsak da Beraberiz de Feridun Bitir’in söylediği bir söz var “yırttık mı abicim”. Girişimciliği hepimiz öyle zannediyoruz. Girişimcilik bu değil, asıl olması gereken şey “girişimci mutlu olmalıdır” diyorum. Kural şu: çok ağır sağlık sorunları dışında birçok şeyi satın alırsınız ama mutluluğu satın alamazsınız. GLT: Size göre hangi alanlarda girişimcilik potansiyeli var, hangi alanlara yönelmemizi tavsiye
edersiniz? O.T: Bana hemen hemen her hafta 5-6 tane iş fikri geliyor. Bir arkadaşım kurumsal şirketlerde çalışırken kendine bir cupcake house açtı. Alışveriş merkezinin önünde bir tane büfeleri var. İnanılmaz mutlular. O heyecanı göreceksiniz. Mutlu olabileceğin bir iş modeli olmalı. Hangi sektörler iyi dersen herkes internet sektörü iyi der. İnternet
sektöründe ortam sanal. Kek üretme alanında sınırlı üretim yaparsın, diğeri sanal. Sanal olduğu için hayal gücü= iş fikri. GLT: Size başvuran girişimci adaylarında gözlemlediğiniz sürekli yapılagelen hatalar ve eksiklikler neler? O.T: Girişimcilik ve melek yatırımcılık kavramı daha çok duyulmaya
başlayınca herkes bir anda iş fikrim var, etraf yatırımcı kaynıyor ve parası var, diye düşündü. Girişimcileri olarak bizlerin yanlışı şu: yatırımcı ararken öyle bir yatırımcı olsun ki fikir ne olursa olsun, sorgulamasın, par a versin diye
düşünüyorlar, bu değil. Girişimci ilk başta işini kendi girip yapmaya çalışacak. GLT: melek yatırımcı bizde son yıllarda duyulmaya başlandı. Nedir “melek yatırımcı”?
37
ZİRVEYE DOĞRU
O.T: melek yatırımcı ilk kez 1930’lardaki Büyük Buhran’da kullanıldı. Broadway’de müzikaller ve tiyatrolar mali kriz yaşayınca bazı büyük işadamları bu tiyatroların batmaması için karşılık beklemeden para veriyorlar. Onun sonunda adı melek yatırımcı oluyor. Finansal terim olarak 1970lerde kullanılıyor. Yatırımcının meleği nasıl oluyor diyebilirsiniz. Herhangi bir yatırımcıdan ayıran ana nokta şu; Melek yatırımcı benim işime para yatırdığında tamamiyle işin mutfağında yer alır. Girişimciye bilgisini “know-how”ı, ve networkünü sunar ve genellikle
38
kendilerine yakın sektörlere yatırım yaparlar. Ayrıca da bu işin mentör’ü olurlar. GLT: “Sat Kendini! – Kişisel Marka Olma ve Pazarlama Semineri” adında kişisel marka olma seminerleri veriyorsunuz. Kişisel marka olmak adına bize ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? O.T: öğretim süreci boyunca bunun gerekli birşey olduğu anlatılmıyor. Mimarda olsanız, işletmeci de olsanız, dansla uğraşıyor da olsanız her noktada kendinizi satmakla yükümlüsünüz. Okulda öğretiliyor mu hayır. Öğrenci iş hayatına girdiğinde bunu kendi başına öğreniyor ama 10 yılda öğreniyor. Sadece iş hayatı değil üniversitede de marka olmak zorundasın. Sonrasında da marka olmak zorundasın. Bunun için de git kendi web adresini satın al, sosyal medya hesaplarını al ama hepsini kendi adına al. Üniversite sırasında tavsiyem kulüplere üye olup
yönetimde aktif rol almaları. Bunu yapınca organizasyon nasıl düzenlenir öğreniyorsunuz. İş hayatınız boyunca, evde, dışarda işinize yarayacak. Size en önemlisi çevre sağlıyor. Diyorum ki farklı ve iyi bir cv hazırlayın, web sitenizi alın, sosyal medya hesaplarınızı oluşturun ve güzel bir kartvizit bastırın. Bunu, arkadaşlar 3 ve 4. sınıfta yapmaya başlamalı. GLT: Son olarak bize işhayatı ve girişimcilik yönünde vereceğiniz tavsiyeler neler olur? O.T: en büyük tavsiyem mutlu olun. Herkes girişimci olmak zorunda değil. Toplumun her kesimden/ meslekten insana ihtiyacı var. Girişimcilik tembel insana göre değil, çok sıkı çalışmanız gerek. Bir parça hırslarınız olmalı, gözünüzü kör etmeyecek hırstan bahsediyorm. Sürekli kendinizi geliştirmelisiniz. ,
Yasemin AKCAN
SİYAH-BEYAZ
KİTAP ELEŞTİRİSİ
Platon- Devlet
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-372 sayfa Platon Devlet adlı kitabında; Sokrates'in sağlıklı ve mutlu bir toplum hayatı için düşündüğü devlet modelini anlatır. Günümüzdeki devlet felsefesi üzerinde temel kaynaklardan biri olması açısından önemlidir. Aynı zamanda mutluluk felsefesi üzerine yazılmış bir metindir. Eser Platon tarafından yazılmıştır. Fakat eserde Platon'un hocası olan Sokrates'in konuşmaları yer almaktadır. Platon otuzdan fazla felsefi diyalog yazmıştır. Yunanca başlığı ‘’Politeia’’ olan Devlet, bu diyalogların en önemlisi ve kapsamlısıdır. Platon, "Devlet" adlı eserinde ideal devletin nasıl olacağını belirtmiştir. Bu devlette insanlar üç sınıfa bölünmüştür; Çalışanlar (işçiler, çiftçiler, zanaatkârlar), bekçiler (askerler) ve yöneticiler. İşçi sınıfı çalışıp üretimde bulunarak devletin maddi ihtiyaçlarını karşılar. Bekçiler sınıfı toplum içinde güvenliği ve dışarıya karşı devletin varlığını savunur. Yöneticiler sınıfı ise devleti yönetir.Platon’un açtığı bu ütopik devlet anlayışı yolu, gelecekte hem doğu hem de batı felsefelerinde temsilciler bulmuştur. Devlet, ütopya kitapları dizisinin olmazsa olmazıdır. Platonun amacı kuşkusuz bir ütopya yazmak değildir. Yine de Devlet, yazarının amacından bağımsız olarak, birçok araştırmacı tarafından “ütopyaların ilk örneği” olarak kabul edilmektedir. Kimine göre bütün ütopya kitaplarının babasıdır.
Cemil Meriç- Bu Ülke
Bu eser, yazarın düşüncelerinden, izlenimlerinden, duygularından, anılarından oluşan, kendini anlamak ve anlatmak için kaleme aldığı, yayımlanmış ya da yayımlanmamış yazılarının kronolojik bir sıra içinde derlenmesinden oluşmuştur. Bu Ülke adlı eser, ülkemizin trajedisini anlatan önemli bir denemedir. Yazar o dönemin problemlerine kimsenin kafa yormadığından yakınıyor. Sağı inzivaya çekilmiş mazlum ve mustarip, solu da manasını anlamadığı bir reçeteyi kekelerken buluyor. Düşmanlık ve diyalogsuzluğun kırılamayan fasit bir daire olduğunu belirtiyor. Bu memleketin ona göre cüzzamlılar ülkesi olmasının sebebi ise, her düşünceye ve her düşünene saldırmak. Yazara göre düşünce tezatlarıyla bir bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkûm etmektir. Yazar bu ülkede düşüncenin değil ideolojinin ön planda olmasından duyduğu yakınmaları sık sık dile getiriyor. Yazara göre, bu ütopyadan öteye gidebilmek için mükemmel bir silah mevcuttur. O da kalemdir. O silahla karanlıkları devirip, aydınlık çağlara ulaşmak mümkündür. Tarihe mal olacak, ebediyete yol açacak fetihler, kalemle yapılanlardır. Yazar kitap boyunca yaptığı tasvirlerle herhangi bir tarikatın sözcüsü olmadığını, reçete yazacak bir formülünün olmadığını da belirtiyor. Darağacına da gitse tekrarlayacağı tek hakikatin her düşünceye saygı olduğunu ifade ederek kitabı bitirmektedir.
Şeyma SEZİKLİ
39
SİYAH-BEYAZ
SİNEMA ELEŞTİRİSİ
Zor Ölüm ( Die Hard)
Zor ölüm serisini bu sefer karşımızda John Moore yönetirken buluyoruz. Kendisini Max Payne(2008) Omen(2006) filmlerinden de tanıyoruz. Lakin bu seferki proje diğer yönettiklerine nazaran biraz daha zor. Bir efsane bir fenomen. Evet, evet dediğinizi duyar gibiyim “Zor Ölüm”. Ama size şunun güvencesini verebilirim bu adam bu işin üstesinden gelmiş. Projeye başlanmadan önce birçok dedikodu dönüyordu ortada Bruce Willis’in ilerleyen yaşından dolayı. Hatta söylentiler o kadar ileri gitmişti ki Willis’in filmi tamamlayamayacağı ve film setinde son nefesini vereceğine kadar. Ama adı üzerinde dedikodudan ibaretti her şey. Bruce amcamız dedikodulara kulak asmamamız gerektiğini sergilediği müthiş performansıyla öğretiyordu bizlere bu filminde. Filme gelirsek bir tarafta yine yanlış zamanda yanlış yerde bulunan John McClane ve diğer tarafta her zamanki gibi teröristler. Bu sefer ki düşmanlarımız Amerikan halkının ve Hollywood senaristlerinin işlemekten en çok zevk aldığı konu olan “Ruslar ve Çetesi”. Soğuk savaş yıllarından kalma bu geleneklerinden bir türlü kopamadılar. Burada da karşımıza yine Amerikalıların korkulu rüyası (!) Ruslar çıkıyor. Kim bilir belki yüzyıl sonra torunlarımız Amerikan filmlerinde baş düşman olarak Ruslar yerine Çinlileri görebilirler vaziyet de onu gösteriyor zaten. Seyir zevki büyük, aksiyonu bol, bütçesi geniş (izleyenler zaten ne demek istediğimi anlamıştır izlemeyenler de izledikten sonra anlayacaktır) soluksuz izleyebileceğiniz harika bir seri daha… İnsanın yapanın eline sağlık demekten başka bir şey geçmiyor vallahi içinden. Benden şimdilik bu kadar esenlikle kalın kendinize iyi bakın bir sonra ki sayıda görüşmek üzere.
Osman Tuğra TÜRKMEN
40
SİYAH-BEYAZ
MÜZİK ELEŞTİRİSİ
Kocaman Bir Evren.. Müzik Yıllar boyu insanların birbirlerine anlatamadıkları duygularına tercüman ya da duygularını anlatmak için seçtikleri bir yol olan her derde deva yeri geldiğinde en yakın dosttan daha yakın , yeri geldiğinde kimsenin bilmediği gözyaşlarımızı paylaştığımız , bazen de bizde küçükte olsa bir tebessüm uyandıran bu gizemli notalar ve bunların birlikteliğinden meydana gelen müzik insanoğluyla nasıl tanıştı sizde merak etmiyor musunuz? Öncelikle müzik nedir biraz bundan bahsedelim.Tüm sanatlar içinde şüphesiz en evrensel olanı müziktir ve en genel tanımı ile seslerin biçimle devinim kazandığı sanat dalıdır.Müzik, herkese bir yerinden dokunacak ve kendini dosdoğru, hiçbir yanlış anlaşılmaya yer bırakmaksızın anlatacak şekilde hayat bulur Bunun yanında insanların en sık ve en erken maruz kaldığı sanat olma özelliğini de taşır. Henüz bir bebekken müzikle tanışan insanlar, okul hayatları boyunca aldıkları dersler ya da gittikleri yerlerde çalan şarkılarla müziği özümserler. Müziğin hayatlarına ne kadar girdiğini çoğu zaman farketmezler bile. Bu yüzdendir ki, müzik sanatı kendi içinde ciddi bir çeşitliliğe sahiptir. Unutulmaması gerekir ki, hangi türde, nerede ve hangi amaçla yapılırsa yapılsın, müzik yine de en etkili sanat dalları arasındadır. Müziğin ortaya çıkışında doğayı taklit etme isteğinin rolü çok büyüktür. En eski sanat dallarından biri olan müzik, ilk insanların kütükler ve hayvan derileri yardımıyla yarattıkları enstrümanlardan doğanın seslerinin benzerlerini çıkartma isteğiyle doğmuştu. Başlangıçta haberleşme işlevi de görmüş ve buna ek olarak çeşitli ritüellerde müzikten yararlanılmıştı. Bilinen en eski müzik yapıtı, 3000 yıl önce Hindistan'da yazılmış Veda İlahileri'dir. Kuramsal olarak müziğin doğuşu, Eski Yunanlılar'a dayanır. Müziğe de, diğer sanat dallarında olduğu gibi, Eski Yunanlılar ismini vermişti; müzik, yani mousika kelimesi sanatın esin tanrıçaları olduklarına inanılan Musalar'ın adından gelmiştir ve bir süre boyunca Musalar'ın korumasındaki tüm sanatların ve bilim dallarının ortak adı olarak kullanılmıştır. Yunanlılar, aynı zamanda müziğin duygu ve düşünce geliştirme gücünü ilk farkeden toplumlar arasındadır. Çinliler de tıpkı Yunanlılar gibi bu işlevi fark etmiştir. Buna ek olarak müziğin tanrısal bir kavram olduğuna inanmışlar ve bu inanışları müziğin dinlerin kültüründe, özellikle Hristiyanlık dininde, büyük bir yer kaplamasına yol açmıştır. Dini müziğin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla zamanla çizgisini oturtan müzik sanatı, 11. yüzyılda notaların diyeze yazılması ve 17. yüzyılda tonalite ile oktavın bulunmasıyla gelişimini büyük ölçüde tamamlamıştır.
Hasan TUZCU
41
ÇEREZLİK
MİZAH
42
ÇEREZLİK
Orçun SİPAHİ
43
ÇEREZLİK
Gökhan ÜNALAN
44
TEKNO BEYİN
Kıvrılabilen, Katlanabilen ve Bükülebilen Cep Telefonu Ekranlar ‘Youm’ ile kıvrılacak
Güney Koreli elektronik devi Samsung, Las Vegas’ta düzenlenen Tüketici Elektroniği Fuarı’nda (CES 2013) kıvrılabilen, katlanabilen ve bükülebilen ekran teknolojisini görücüye çıkardı.
Youm ile ekranlar esneklik kazanacak .Samsung, bükebilir ekran teknolojisinin inceliklerini ‘Youm’ adını verdiği teknolojiyle sunmuştur. Renklerin çok daha canlı sunulacağı süper ince esnek ekran, OLED görüntü teknolojisine sahiptir. Samsung’un San Jose ketindeki ekran laboratuarının başkan yardımcısı olan Brian Berkeley’in tanıtımını yaptığı Youm, telefonlara hiç olmadığı kadar pratik bir kullanım sağlayacaktır dedi. Bunlardan bir tanesi, telefona gelen uyarı, mesaj ve diğer iletilerin, kıvrılabilen ekranın kenarında görülebilmesi. Böylece, telefonun ekranına bakmak, hatta, kılıfından çıkarmak gereksiz olacak Kıvrılabilen telefon sayesinde cebimizde olduğunda kırılma riski, acaba telefonun üstüne mi oturdum ekranı mı çatladı korkusu olmayacak. Esnek ekran sayesinde bu tedirginlik korku olayı kalkacak içimiz rahat olacak. LG ve Nokia’nın ardından esnek ekran teknolojisine ait ilk prototipi sunan Samsung, Youm’un süper esnekliğini gözler önüne sererek bu teknolojide ne kadar ilerlediğini de göstermiştir. Samsung Youm sayesinde telefonların daha çok değişik şekillerde olacağı, daha farklı tasarımlarda ortaya çıkacağı şimdiden görünüyor. Ama teknoloji için daha iyi olabilir değişiklik her zaman iyidir. Sunum da bir sürpriz, Microsoft’un teknik strateji şefi Eric Rudder’ın da sahneye çıkmasıydı. Rudder, Youm ile Windows Phone işletim sistemi kullanan bir telefonun nasıl kullanılacağını tanıtmıştır. KAYNAK: teknolojihaber.et
45
TEKNO BEYİN
SU GEÇİRMEYEN SONY TÜRKİYE’DE Sony’nin cep telefonu sektöründeki 2013 planları yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı.
Su geçirmeyen Sony Türkiye’de Sony’nin cep telefonu sektöründeki 2013 planları yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlamıştır, hem de su geçirmez bir model olan Xperia S ile… Sony, 2012 yılı sonuna kadar akıllı telefon pazarına sürmüş olduğu bizce vasat ürünler yerine yeni yılla beraber teknolojisi ve özellikleriyle liderliğe oynayacak modeller üreteceğini açıklamıştı. Yılın ilk büyük teknoloji fuarı CES’te ilk modeller gözler önüne serilmiştir. Sony Türkiye’nin bugün basın lansmanını yaptığı Sony Xperia S akıllı telefon ile bunun ülkemiz için de gerçeğe dönüştüğünü gördük. Bu Sony Xperia S Akıllı telefon ile, telefonumuzu yağmur yağdığında bile korkmadan kullanabiliriz. Çünkü Sony Xperia S telefonu Su geçirmeyen özelliğe sahip diğer kullandığımız telefonlar gibi değil. Xperia S, tüketicilerin dikkatini çekecek birçok özelliğe sahip… Bunları kısaca sıralarsak: - Tüm Sony cihazlarla ortak bir haberleşme dili kullanması - NFC desteği - Mobile BRAVIA® Engine 2 ile daha net görüntü - 5 inç 1080×1920 piksel Full HD ekran - Exmor RS görüntü algılayıcısı ile HDR fotoğraf ve video kabiliyeti - Su ve toza dayanıklı dizayn - 13 megapiksel kamera - 4 çekirdekli Snapdragon S4 1,5 ghz işlemci - 2 GB ram bellek - STAMINA pil tasarruf modu Lansmanın açılış konuşmasını yapan Sony Mobile Communications Türkiye Müdürü Aysun Şabanlı, Sony’nin Xperia S ile Süper Telefon adını verdiği yeni bir segment açtığını vurguladı, ve ürünün Mart ayında raflarda yer alacağını ve fiyatının 2000 TL altında olacağı bilgisini vermiştir. KAYNAK: teknolojihaber.net Ferhat ÖZCAN
46
TAKIM -TOPUK
A. KAMU SEKTÖRÜNÜN DEĞERLENDİRLMESİ Kamu sektörü sosyal hizmet anlayışı ile kurulmuştur. Temel amaç özel teşebbüslerde olduğu gibi kâr elde etmek değildir. Kamu hizmeti kullanıldığı yere göre anlamı değişen, esnek bir kavram olarak görülür ve “devlet veya diğer kamu tüzel kişileri tarafından veya bunların gözetim ve denetimleri altında genel, kolektif ihtiyaçları karşılamak, kamu yararını sağlamak için kamuya sunulmuş devamlı ve muntazam faaliyetler” olarak tanımlanır . Son yıllarda geliştirilmiş tanımlara da bakılsa aynı genel esasların korunduğu görülür. Yani kamu hizmeti şu üç önemli özelliğe sahiptir : 1. Devlet veya kamu tüzel kişileri tarafından veya bunların denetimi altında yürütülmesi, 2. Genel ve kolektif ihtiyaçların karşılanması ve kamu çıkarı sağlamak için kurulmuş bulunması ve genele arz edilmiş olması, 3. Devamlı ve muntazam bir şekilde işlemesi. Özelliklere bakıldığında, kamu sektörünün hizmet etmek amacıyla faaliyette bulunduğu görülmektedir. Tanımlar veya özellikler içerisinde kalite gibi, kâr etme gibi amaçlar bulunmamaktadır. Dolayısıyla, kamu sektörünün etkin çalışma ihtiyacı özel sektöre daha az hissedilmektedir. Kamu Yöneticisi ise kamu hizmetlerinin etkin bir şekilde, devamlı olarak ve muntazam biçimde gördürülmesinden sorumlu olan kişilerdir. Kamu yöneticisi denilince şu dört özellik bilinmelidir: 1. Kamu yöneticisi gücünü yasalardan, yönetmeliklerden veya atama
organından alır, 2. Kamu yöneticisinin temel görevi kamu hizmetinin görülmesidir ve kamunun çıkarı her şeyden önce gelmelidir, 3. Kamu yöneticisi planlanmış faaliyetlerin etkin bir şekilde yürütülmesini ve kontrolünü sağlayan kişidir, 4. Kamu yöneticisinin mülkiyet hakları bulunmadığından yani kâr ya da zararı her durumda devlet elde edeceğinden risk alma eğilimi oldukça düşüktür, bu nedenle kırtasiyecilik ya da şekilcilik tarzı bir yönetim anlayışı kamuya hakim olmaktadır. 5. Kamu yöneticisi açısından başarı ya da başarısızlık kamuya aittir. Bu özelliklere göre kamu yöneticisinin risk alma oranı düşüktür. İşletme biliminde risk ile kâr arasında doğrudan bir ilişki vardır. O halde, kamu sektöründe ve onun yöneticilerinde risk alma eğilimi azdır. Kamu sektörü yöneticileri risk alma konusunda isteksizdir. Nedeni ise yukarıdaki 4 maddede açıklanmaktadır. Özel sektörde başarı ya da başarısızlık son derece önemlidir. Ancak, Kamu’da hizmetlerin görülmesi yeterlidir. Kamu yöneticilerinin çalışma koşullarını çevreleyen faktörler ve yönetim kadrosu da yukarıdaki 4 maddeden nasibini almaktadır. Kamu örgütlerine örgüt kültürü açısından bakıldığında ise, yöneticilerin hangi şartlarda çalıştıkları daha açık bir şekilde görülecektir. Örgüt kültürü, çalışanların paylaştıkları inançlar, değerler ve normları ifade eder. Örgüt kültürü, örgüte hakim olan manevi özellikler ile daha yakından ilgilidir. Kamu
örgütlerinin, daha ziyade rol kültürüne sahip olduğu görülecektir. Rol kültürü, fonksiyonel ilişkilerin hakim olduğu bürokrasi kültürüdür. Örgüt içinde faaliyetler, ayrı ayrı işlev gören departmanların birer fonksiyonu biçimindedir. Örgüt içinde rol, iş ve otorite tanımları açık bir şekilde yapılmış, iletişim yöntemleri belirlenmiş ve herhangi bir sorunla karşılaşıldığında çözüm yöntemleri önerilmiştir . Başka bir ifadeyle, belirlenen kurallar ve yöntemler çerçevesinde görevlerini yerine getirirse, nihai sonuç planlandığı şekilde gerçekleşmiş
olur . Önemli olan görevlerin yerine getirilmesidir. Tipik olarak Türk Kamu Yönetimi sistemini oluşturan kültür tipidir. sınırlayan bazı yasalar bulunmaktadır. Ancak, özel sektör yönetimde, finansmanda, üretimde ve denetimde özgürlüğe sahiptir.
47
TAKIM-TOPUK
B. ÖZEL SEKTÖRÜN DEĞERLENDİRİLMESİ Özel sektör denilince, hür teşebbüs anlaşılmaktadır. Hür teşebbüs, hür bir şekilde sermaye tedarik etmek ve bu sermayeyi dilediği gibi kullanmak anlamına gelir. Elbette, hür teşebbüsü de.
2. Özel sektörde başarılı olamayan yöneticiler için önemli yaptırımlar vardır, yöneticilerin işini kaybetme riski yüksektir, 3. Özel sektörün çalışma koşulları yoğun rekabet nedeniyle ağırdır ve değişkendir, buna uyum sağlayabilmek için yöneticilerin dinamik olması gerekir, 4. Özel sektör için zaman çok önemlidir, çünkü, rekabet şartları zamanın etkin kullanımını zorunlu hale getirmektedir, 5. Özel sektör yöneticileri risk almaya daha fazla eğilimlidir , risk alma eğiliminin yüksek olmasının en önemli nedeni başarı zorunluluğunun yöneticiler tarafından daha fazla hissedilmesidir, 6. Özel sektör yöneticilerinin dış çevreleri kamu sektörüne göre çok daha değişkendir ve açık sistem anlayışı zarureti özel sektör yöneticileri tarafından daha derinden etkilemektedir), 7. Özel sektör yöneticilerinin çevreyi algılamaları ile kamu sektörü yöneticilerinin çevresel algılamaları arasında farklılık bulunmaktadır. Özel sektörün çevre algılaması rekabet odaklıdır, 8. Özel sektörün amaç tanımlaması ile kamu sektörü yöneticilerinin amaç tanımlaması ve amaçların belirginliği açısından önemli farklılıklar bulunmaktadır.
Özel sektör yöneticileri, işletmenin sahipleri tarafından seçilerek işe alınır. Ya da işletmenin sahibi aynı zamanda işletmenin yöneticisidir. Özel sektörde önemli olan Kamu yöneticilerinde olduğu gibi işlerin yapılmış olması değildir. Önemli olan başarıdır. Özel sektör yöneticisinin başarı kriterleri de bellidir. İşletmenin sahibi ya da ortaklarının beklentilerini karşılama düzeyi, özel sektör yöneticiler için önemlidir. Özel sektörün çalışma koşulları incelendiğinde özet olarak aşağıdaki hususlar dikkat çekicidir: 1. Özel sektörün külÖzel sektöre kültür açısından türü, sahiplerin veya yöneticilerin bakıldığında ise, kamu oluşturacağı kültüre kuruluşlarında olduğu gibi rol bağlıdır, kültürü değil, güç kültürü, başarı
48
kültürü ya da destek kültürünün bulunduğu görülmektedir. Güç kültürünün hakim olduğu özel sektör işletmelerinde, otoritenin hakim olduğu görülür . Otorite yönetici ya da sahiplerdir. Abartılı bir biçimde uygulandığında işletmeye korku ve panik hakim olabilir. Bu durum da özel sektör işletmelerinde görülen bir durumdur. Başarı kültürünün hakim olduğu işletmelerde, yöneticiler çalışanların fikir ve tecrübelerinden azami ölçüde faydalanmaya çalışır. Motive olmuş insan grubuyla çalışmak bu kültürün genel karakteristiğidir . Destek kültürünün hakim olduğu işletmelerde ise uzmanlaşma ve hiyerarşi yoktur. Yöneticiler astlar arasına karışmıştır. Takım yönetimi veya grup çalışması hakimdir . Özel sektörün yöneticiye ve yönetim anlayışına bakışıyla, kamu sektörünün bakışı arasında yıllar itibariyle sistemin işleyişi sonucu ortaya çıkmış önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu durum elbette normal karışlanmalıdır. Ancak, kamu sektörü yöneticilerinin riske girmeme eğiliminde olmaları ya da kamu yönetimi sisteminin yöneticileri buna zorlaması nedeniyle uygulamada farklılıklar ortaya çıkmaktadır.
Musab BİÇER
KİŞİSEL TESTLER
İNTERNET BAĞIMLILIK TESTİ Yurtdışında artık hastalık olarak kabul edilen internet bağımlılığı her geçen gün biraz daha artıyor. Peki, siz internet bağımlısı mısınız? Hazırlanan sorulara vereceğiniz cevaplarla internet bağımlısı olup olmadığınızı ölçebilirsiniz.
Siz de bağımlı olabilir misiniz?
İnternetle bağımlılık derecesinde bir ilişkiniz olup olmadığını anlamak için uzmanlarca hazırlanan mini test yardımcı olabilir. 1- Ne kadar sıklıkla planladığınızdan daha uzun süre internette bağlı kalıyorsunuz? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman
2- İnternet yüzünden ev işlerini yapmayı ihmal ettiğiniz oluyor mu? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman
3- Arkadaşlarınızla zaman geçirmek yerine internette zaman geçirmenin daha keyifli geldiği oluyor mu? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman
4- İnternet üstünde ne sıklıkla yeni arkadaşlar ediniyorsunuz? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman
5- Etrafınızdakiler ne sıklıkla internette geçirdiğiniz zamandan şikayet ediyor? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman
6- İnternette geçirdiğiniz zaman yüzünden okulunuz / işinizde başarısız oluyor musunuz? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman
7- Ne sıklıkla yapacağınız başka bir iş varken e-postalarınızı kontrol ediyorsunuz? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman
8- İnternette ne yaptığınızın sorulması sizi rahatsız ediyor mu? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman
49
KİŞİSEL TESTLER
9- “Sadece birkaç dakika daha bağlı kalacağım” dediğiniz oluyor mu? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman
10- Bağlı olmadığınız zamanlardaki tedirginliğin, sıkıntının bağlandığınız zaman geçtiği oluyor mu? a) Nadiren b) Genellikle c) Çok sık d) Her zaman Yukarıdaki soruların beş tanesine c ya da d cevabı verdiyseniz tehlike sınırına
girmişsiniz demektir.
50
KİŞİSEL TESTLER
İNSAN İLİŞKİLERİ TESTİ Aşağıdaki test birçok profesyonel kuruluş tarafından insanların iç dünyalarını ve insanlarla ilişkilerini değerlendirmek için kullanılmaktadır. Testin sonuç kısmına bakmadan hemen çözmeye başlayınız.
Cevapları geçmişinize göre değil, şimdiki durumunuza göre veriniz 1. Kendinizi ne zaman en iyi hissedersiniz? (a) Sabahları (b) Öğlenden sonra ve akşama doğru (c) Gecenin ilerleyen saatlerinde 2. Nasıl yürürsünüz? (a) Hızlı ve uzun adımlarla (b) Hızlı ve kısa adımlarla (c) Normalden yavaş ve etrafa bakınarak (d) Yavaş ve başı eğik (e) Çok yavaş
3. İnsanlarla konuşurken (a) Kollarımı göğsümde katlamış olarak dururum (b) Ellerimi sıkarım (c) Bir veya iki elimi belime koyarım (d) Konuştuğum insanlara dokunur veya ittiririm (e) Kulağımla oynar, çeneme dokunur veya saçımı düzeltirim
4. Dinlenirken nasıl oturursunuz? (a) Dizler katlanmış ve bacaklar birbirine bitişik olarak (b) Bacaklar çaprazlanmış olarak (c) Bacaklarımı uzatarak (d) Bir bacağımı altıma katlayarak
5. Çok hoşunuza giden bir şey olduğunda ne yaparsınız? (a) Büyük bir kahkaha atarım (b) Gülerim ama fazla sesli değil (c) Bir kerelik gülerim (d) Sessizce gülümserim
6. Bir partiye veya sosyal etkinliğe katıldığınızda (a) Herkes sizi fark edecek şekilde gürültülü bir giriş mi yaparsınız? (b) Sessiz bir giriş yapıp etrafınızda tanıdığınız birilerine mi bakınırsınız? (c) Çok sessizce girip kimsenin sizi fark etmemesine mi gayret edersiniz?
51
KİŞİSEL TESTLER
7. Çok zor bir işe dikkatinizi vermişken rahatsız ediliyorsunuz. Ne yaparsınız? (a) Bölünmeyi memnuniyetle karşılarım (b) Aşırı derecede rahatsız olurum (c) Belli olmaz.Bu iki uç arasında değişken davranışlar gösteririm
SONUÇLAR:
8. En çok hangi rengi seversiniz? (a) Kırmızı veya portakal rengi (b) Siyah (c) Sarı veya mavi (d) Yeşil (e) Koyu mavi veya mor (f) Beyaz (g) Kahverengi veya gri
51 - 60 PUAN: insanlar sizi heyecan verici, havai, düşüncesiz yapıda, doğal liderlik özellikleri olan, her zaman doğru olmasa da hızlı karar veren birisi olarak tanırlar. Seni cesur, maceraperest birisi olarak tanırlar; her şeyi bir kez denemek isteyen, macera yaşamak için fırsatları kaçırmayan birisi.. Yaydığınız heyecandan dolayı insanlar sizinle ayni iş yerinde yasamaktan zevk alırlar.
9. Yatakta uyumadan önceki birkaç dakikada (a) Sırt üstü yatıp uzanırsınız (b) Karnınızın üstüne yatıp uzanırsınız (c) Hafif kıvrılmış olarak yan tarafınıza yatarsınız (d) Başınızı bir kolunuzun üzerine koyarsınız (e) Başınızı yorganın altına kapatırsınız 10. Rüyanızda genellikle (a) Düşersiniz (b) Kavga eder veya tartışırsınız (c) Birilerini veya bir şeyler ararsınız (d) Uçar veya yüzersiniz (e) Genelde rüya görmezsiniz (f) Rüyalarınız daima hoştur
PUANLAMA:
52
60 PUAN VE ÜZERİ: İnsanlar sana kırılgan bir eşya muamelesi yapıyorlar. Kibirli, bencil ve aşırı baskın birisi olarak görülüyorsun. İnsanlar size hayranlık duyup sizin gibi olmak isteyebilirler ama size her zaman güvenmezler ve sizinle çok yakın ilişkide olmaktan kaçınırlar.
41 - 50 PUAN: İnsanlar sizi taze, canlı, çekici, eğlendirici, pratik ve daima ilginç birisi olarak görürler; her zaman ilgi odağı olan ama çok aşırıya kaçmayacak kadar da dengeli birisi.. İnsanlar sizi ayrıca iyiliksever, düşünceli, anlayışlı ve kendilerini neşelendiren ve rahatlatan birisi olarak tanırlar. 31 - 40 PUAN: İnsanlar sizi mantıklı, ihtiyatlı, dikkatli ve pratik birisi olarak görürler. Sizi zeki, yetenekli ve hünerli ama alçak gönüllü olarak tanırlar. Çok hızlı arkadaşlık kurmayan, ama arkadaşlarına karşı çok sadık olan ve onlardan da aynı şeyi bekleyen birisiniz.
KİŞİSEL TESTLER
BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ ? Japon Çocuğun Azmi Japonya’da bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmış. Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş. Sol kolunu kaybetmesiyle bu hayali de yıkılan çocuğun babası, Japonya’nın ünlü bir Judo ustasına giderek yardım istemiş. Usta ertesi günden itibaren tam on yıl boyunca çocuğa tek bir hareket öğretmiş ve her gün bu hareketi çalışmasını istemiş.
Çocuk zaman zaman hocasının yanına gitmiş. “Bu hareketi öğrendim başka hareket göstermeyecek misiniz” diye sormuş. Hocanın cevabı: “Sen aynı hareketi çalış oğlum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz” olmuş.
2 yıl, 3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10’uncu yılını doldurmuş. Bir gün hocası yanına gelip “Hazır ol” demiş “Seni büyük turnuvaya yazdırdım. Yarın maça çıkacaksın.” Delikanlı şaşırmış. Hem sol kolu yok hem de judoda bildiği tek hareket var. Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağını düşünmüş ama hocasına saygısından ses çıkarmamış. Delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmış. İkinci, üçüncü maç, çeyrek final, yarı final derken final maçına çıkmış. Maç başlamış. Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış. Rakibini yenmiş ve şampiyon olmuş. Kupayı aldıktan sonra hocasının yanına koşmuş ve; “Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var. Nasıl oldu da ben kazandım” diye sormuş. Hocası da: “Bak oğlum, 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok. Bu bir, İkincisi de o hareketin tek bir karşı hareketi vardır. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir” demiş. --"Bazen farkına varmasak da eksik gördüğümüz taraflarımız aynı zamanda en güçlü taraflarımız olabilir." "Ama yeter ki bu eksiklik zihinlerde olmasın!"
Meryem METİN www.facebook.com/biliyomusunuz
53
İNTERRAİL AMERİCA
İnterrail America Aslında İnterrail Amerika uzun yıllardır yapılan bir program fakat ülkemizde henüz çok yeni, ODTU’lu Ve ITU’lu girişimci öğrenci arkadaşlarımız interrail’i Avrupadan Amerikaya taşıyarak bir ilki yaptılar bu yüzden bizde sizin için İnterrail Amerika’nın Türkiye kayıt bürosundan yani İnterrailamerica.com yetkililerinden Trenle Amerika seyahatini dinledik. İnterrail Avrupa’yı neredeyse hepimiz biliyoruz, peki yeni gelen kardeş, İnterrail Amerika nedir? Nasıl Gidilir? Süresi ne kadardır? İnterrail Avrupa’dan farkları nedir? Araştırdık öğrendik işte detayları; InterrAil America Nedir ? Interrail America sizlere rüya ülke Amerika’nın 46 eyaletini ve 500’den fazla yerleşim noktasını Amtrak septa ve Acela ekspresin konforlu trenleriyle gezmenizi sağlayan bir seyahat şeklidir. Macera severler, Amerika’nın bir ucundan diğer ucuna, 20 , 35 ya da 45 günlük interrailamerica passler ile seyahat edebilirler. Interrailamerica’ya katılım için 18-35 yaş arası olmanız yeterli. Öğrenci ve grup olmanız ayrıcada sizlere avantaj kazandıracaktır. Nasıl Katılabilirim? Interrailamerica’ya katılım yılın her zamanı olabilmektedir katılım için eğer Türkiye’de iseniz üniversitelerde ki kampus liderleri, Uzakrota.com internet sitesi, İstanbul ve Ankara kayıt ofisleri ile irtibata geçerek kayıt olabilirsiniz. Ön kaydınızı oldunuz, size özel turunuzu oluşturduktan sonra sırada vize görüşmesine gidiyorsunuz. Turlar hazırlanırken alışveriş severlere Amerika’nın en iyi ve vergisiz Outletlerine duraklar, okyanus gormeden yapamam diyenlere tamamen okyanus kıyısı duraklar, Manhattan’da kredi kart limitlerini zorlamak isteyenlere özel sunular , Holywood’un muthiş setlerini görmek isteyenlere Los Angeles rotaları ,Niagara şelalesinin soluk kesen manzarasına donup kalmak isteyenlere özel rotalar, yani anlayacağınız Amerika’nın bir ucundan diğer ucuna kadar her türlü macera bu biletlerle olmakta. Hali hazırda Amerikada olanlar nasıl katılabilir ? Amerika’da ki irtibat numaralarını arayarak aynı şekilde turlarını oluşturup doğrudan katılabilirsiniz. İnterrailamerica amatör ruhlara profesyonel hizmetler sunarak gezileri daha güvenli , ucuz ve eğlenceli hale getiriyor. İnterrailamerica ve ve Avrupadaki interrailin farkları neler peki ? İlk olarak interrailamerica’da güvendesiniz ve tamamen başı boş bırakılmış değilsiniz çünkü aynı rotaları daha önce denemiş nereye giderseniz ne göreceğinizi sizlere adım adım anlatacak İnterrailamerica uzmanlarıyla bu işi yapacaksınız. İnterrailamerica kapsamında ayrıca sağlık sigortanız yapılıcak ve herhangi bir sorunda para ödemek zorunda kalmayacaksınız. Avrupa’da her trene binemez iken İnterrailamerica bindiğiniz trenlerde restaurant, İnternet kiosk ve banyo gibi olanaklarda mevcut ayrıca trenler oldukça güvenli konforludur. Peki ya konaklama nasıl olacak ? İnterrailamerica ile sokaklarda yatmak zorunda değilsiniz dilerseniz İnterrailamerica’nın anlaşmalı otellerinde gecelik 25-35 Dolar arası kalabilirsiniz. 8 geceye kadar trenlerde ücretsizde kalabilirsiniz ayrıca. Amerika’ya gezmek için en iyi yol work and travel mı interrailamerica mı ? Amerikayı gezmek için öğrencilere çok fazla alternatif yok gibi work and travel ve interrailamerica dışında. Örneğin Work and travel’a katılımda yaklaşık 3000 dolar masraf ortaya çıkıyor ve Amerika’daki tüm harcamalarınız sizlere ait oluyor ve gezi kısmına gelince son 1 haftada sadece yakın çevre geziliyor. Interrailamerica ile ise 1799 dolar gibi bir fiyata 35 gün tüm Amerika’yı gezebiliyorsunuz üstelik uçak biletleri de dahil. Gezmek istiyorum diyen herkes için Amerika’ya gitmek artık metrobuse binip son durakta inmekten daha kolay Not: Tüm tren pass’leri ekonomik sınıftır. İsteğe bağlı olarak ekonomik sınıf biletler 1.sınıf biletlerle ekstra ücret dahilinde değiştirilebilir. 1.sınıf biletrin avantajları ise yatak imkanın olmasıdır. Genel olarak tüm trenlerde internet ve içecek servisi olmaktadır.
54