Pat19

Page 1

. KARASU . GUILLEVIC . ÇAKA . BİRSEL . JACOB . ÇAĞLAR . . KARAVİN . MACLEISH . YALÇINPINAR . GÜNEYLİOĞLU . KAYGUSUZ . . AZAR . EZBİDERLİ . HIZIROĞLU . USLU .


2


iç in dekiler 2

Editörden…

4 JANSET KARAVİN ARCHIBALD MACLEISH Şiir Sanatı 5 6 EUGÈNE GUILLEVIC Paraleller Plaj ERKAN EZBİDERLİ 7 Konuşma 8 BİLGE KARASU Wilhelm Kostrowitsky’ye 9 MAX JACOB ECE AYHAN ÇAĞLAR 10 Ben Etikçiyim Aslında! UTKU KAYGUSUZ 11 Yerçekimi 0! 12 ZAFER YALÇINPINAR Taşkın AZİZ KEMÂL HIZIROĞLU 13 Aşk Kimseye 14 BAŞAK ÇAKA İki Fotoğraf “evler vardı Zaman’ın altında kaldılar” 15 PEMBE BEYAZ Müziğine Aşkın Kimya 16 İBRAHİM AZAR “evler vardı Zaman’ın altında kaldılar”17 HARP POEMİ Sait Faik 18 SALÂH BİRSEL “evler vardı Zaman’ın üstüne çıktılar”19 ECE AYHAN’I UNUTMADIK! MUZAFFER TAYYİP USLU 22 Rüştü’den Gelen Mektup “evler vardı Zaman’ın altında kaldılar” 23 OKTAY RİFAT’A MEKTUP Otoportre 24 Lütfen Önlere Yığılmayalım… 25 İLKNUR GÜNEYLİOĞLU 28 KÜNYE EK-1 29 “P.A. Şiarları” şiirimizin Cavidan

3


Janset

KARAVİN * ŞİİRİMİZİN CAVİDAN

şiirimizde paşam uyaklar dizelere diklemesinedir kesildiğimiz civan uzanıp parmak uçlarında değsin için yıldızlara şüphesiz rakımız masaya giyinik gelir amma velakin muhabbetimiz müstehcendir alınteridir şıpır şıpır işporta işidir dört çıkışmaz belki ama iki tekerdir damı göklere kalem ucu sivriltir sapında ah minel aşk hakkedilmiş kelebek çakısıdır aşk habbesi balık dişi arnavut kamçı otuz üç kere tövbeliyse nişanesi hak edene yemin kasem namazsız niyazsız çakalıslatandır şiirimiz ekin iti kuyruğu kıstırır ve evelallah ağam paşam şiirimizde denizler ırmaklara dökülebilir kusur görene ki en nihayet diyelim öyle biline şiirimizin Tahta Minareli Cavidan hükümet gibi karıdır ah Cavidan vah elinden malum akıbetim 'Ma Hüdaye alem, adem yaftim' ve illa minare gölgesinde derisi yüzülüptür kırk bir kere mürendir zülfünün lülesi uzaktan koklayana adam mı derler be hey teres cilayı çekip narayı çakıp onun aşkına pervane olup yanmayana feilla şehriefsuninin çocuğudur şiirimiz ve bilakis süssüzdür Cavidan bahis mevzuu olunca zira gecekondu da bitti maşallahtır isimsizdir imtihan kağıdı parasız yatılı mektep okuyunca selametle 17 temmuz tahta minare - fener

4


Archibald

MACLEISH * ŞİİR SANATI (Çeviren: Ali Püsküllüoğlu)

Açık olmalı şiir Bir meyve gibi dilsiz olmalı, Konuşmamalı Aşınmış madalyonlar gibi, Pencere kanatlarındaki yosun tutmuş Taşça— Kuşların uçuşu nasılsa Öyle hafif olmalı şiir. Kımıldamaz olmalı zamanda şiir Ay tırmanır ya gökyüzüne, öyle Demir atmalı zamanda şiir. Gerçeğe eş olmalı şiir: Gerçek değil. Çünkü mutsuzluğun geçmişi Boş bir avluda bir akçaağaç yaprağı, Çünkü aşk Boynu bükük otlar ve deniz üstündeki ışıkça— Bir şey dememeli şiir Ama demeli.

5


Eugène

GUILLEVIC * PARALELLER (Çeviren: Erdal Alova)

I Gidiyorlar, uzay geniş, karşı-be-karşı, konuşmak istiyorlar. Ama birinin diyeceğini öbürü biliyor zaten. bulanık, unutulmuş başlangıçlarından beri hep aynı hikâye. Rüyalarında karşılaşıyorlar kendileriyle, ve kendilerini seviyorlar. Biri ne öbüründen uzağa gidiyor, ne kendinden. II Ağlarsınız sizi ayıran boşluğa doğru. Ağlarsınız hıçkırarak ikiye böldüğünüz öbür boşluğa. (…)

6


Erkan

EZBİDERLİ * PLAJ

1 derim, kimden önce sahici sular büzülür kerpiç göğün kanatlarında gibi bir deniz sanki kıyısında ağzın, akar ya hiçbir şey şemsiyesiz derim bunu, plajınızda derim. 2 gelincik yüzler içimde eflâtun hikâyeler dilimde uzak bir köy, şehir şuracığımda çünkü damla damla fırlar yerinden azım çoğum kin altında kalmış bir rüzgâr gülü. 3 kendimden de öte bir ayrılığa pupa yelken bir sıcak tam sağ gözüm altında bir yangın ve bir sağanak gökte beyaz, yerde, kırmızı. 4 gönenmiş gururla bir testere gibi kederim gülerek bir yandan da terki imkansızlığına doruğunda bir sevdanın ki imge kan iledir çünkü bıçağı ters tutmuş keser saati ellerim. 5 ah yörüngesiz derim bunu, kürenizde derim aynı dumana benzer balıklarla bağrış çığrış dubalarda sanki, sanki yüzer gibi bir hiçbiri derim, benden sonra hangi sahici su büzülür.

7


Bilge

KARASU * KONUŞMA (…) Okurluk, yazarın emeğine kendi emeğimizi katmaktır. Her metnin gerektireceği emek aynı olmayacağına göre de, öğrenmemiz gereken bir şeyler karşımıza, hep, çıkabilir. Usta, şaşmaz bir okur olduğumuza inanıyor olsak da… Ortada bir metin vardır çünkü… Bilinen ya da bilinmeyen, bir ya da birkaç yazarın, geçmişin uzak ya da yakın bir noktasında, ortaya koyduğu, bize bıraktığı bir metin… Bu metin ancak bir okurla, bir okurun varlığıyla, bir anlam örgüsü olarak işlemeğe başlar, varolur. Anlam örgüsünün genişleyip zenginleşmesi, okurların işbirliğiyle gerçekleşir. Bu işbirliği sırasında, çağlararası boyutlara ulaşabilir. Okurun metne emeğini katabilmesi de, bir içbirikim işidir. Okurluk, okudukça öğrenilir. Her okur, yaptığının bilincine yavaş yavaş varır, kendi okuma yöntemini, yöntemlerini geliştirir. Sanırım, ilk bulguladığımız, verimli okumadır; yanlışlarımızı görüp düzeltmeği, onları yavaş yavaş azaltmanın yolunu, daha sonra öğreniriz. Okur, daha iyi bir okur olmağı, elbette, okuduğu kitaplardan (okuma alanını açınsayan, inceleyen kitaplardan) da öğrenebilir. Ama bunların okunmasını da öğrenmek zorunda değil midir? (…) Okurun öğrendiği, öğreneceği şeylerden biri de, her kitabın, her yazının ille kendisi için yazılmış olmayacağıdır. (…) Anlamak, beğenmek, okur için bir sınav niteliği taşıyor ise, okur, kendisine meydan okunduğunu duyuyor ise, bu okurun karşısında iki seçenek var demektir: Ya metnin gerektirdiği okurluğu başarmak, ya da, kendi okurluğu konusundaki kurgusunda düzeltmeler yapmak… Böylelikle, okurluğu öğrenmede bir adım daha atmış olur, ya da, kendini biraz daha iyi tanımış olur.(…) Okuma alanında kimsenin kimseye dalkavukluk borcu yoktur. Metnin kötülüğünden okur sorumlu değildir, okurun tembelliğinden metin sorumlu değildir. Herhangi bir kitabı okumak üzere verdiğimiz karar, daha önceki bir okumamızın gerekli görünen bir sonucu olsa bile, temelde, bir rastlantıdır. (…) Okuduğuna saygı göstermek, okurun kendine de saygı göstermesi anlamına gelir: Kafasına, beğenisine, okurluğuna saygı göstermesi… (…) Okurluk bir birikim işidir, demiştim. Okumalarımızın rastlantısal niteliği, bu noktada büyük önem kazanır. Bir sonra okunan kitap, bir öncekinin, ondan önce okunmuş kitapların (kuramsal olarak, ondan önce okunmuş kitapların hepsinin) sağladığı birikimin üzerinde okunmaktadır. Birikim, elbette, yalnız o güne dek okunmuş kitaplar değildir; o güne dek yaşanmış her şeydir. (...)

Not:Bu fragmanlar Bilge Karasu’nun bir konuşmasından alınmıştır. Konuşma metninin tamamı Metis Yayınları’dan yayımlanan “Susanlar” adlı derlemede bulunmaktadır. (Bilge Karasu, Susanlar, Metis Yayınları, Derleyen: Serdar Soydan, 2009, ss. 183-187)

8


Max

JACOB * WILHELM KOSTROWITSKY’YE... (Çeviren: Salâh Birsel)

Paris, 23 haziran 1909

Sevgili dost, bilim çevrelerinin varsayımı kabul edilecek olursa, gelecekte soğana tanrı gözüyle bakılabilir. (...) Şu da bir gerçek ki, okkalı bir düşüncenin ele geçirilmesi, cavalacivoz bir düşüncenin enselenmesinden güçtür. Hele kalantor düşüncenin şipşak fotografisi çekilmemişse, ya da geçip gitmekte olan dünyadan bir fragman koparılmamışsa çok olanaksızdır bu. Düşüncelerin izledikleri yollarla orantılı bir ağırlığı vardır. Yollar, her vakit düşünceleri zenginleştirirler ya da külüstürleştirirler. (...) Kendim üzerine söyleyebileceğim tek şey benim, her vakit, az buçuk mikadovari bir tiyatro hekimi olduğumdur. Ama tiyatroya sanatçıların girdiği kapıda duruyorum. “Doktor bey, diyordu bir zavallı kadın, çocuğumun dili bembeyaz” Başımda da silindir şapka ve bir sürü dert.

9


Ece Ayhan

ÇAĞLAR * BEN ETİKÇİYİM ASLINDA!

Ece Ayhan Çağlar’ın -kendini anlattığı- bir video görüntüsüdür. Videoyu http://zaferyal.kuzeyyildizi.com/benetikciyim.avi adresinden indirebilirsiniz. Daha önce Ece Ayhan’ın “Fayton” ve “Mor Külhani” adlı şiirlerini okuduğu başka videolar da gün ışığına çıkmıştı. Tüm bu videolar 1998 yılında yayımlanan “Yaşayan Türk Şiiri” adlı belgesel çalışmadan alıntılanmıştır. Diğer videolara http://zaferyal.kuzeyyildizi.com/fayton.avi ve http://zaferyal.kuzeyyildizi.com/morkulhani.avi adreslerinden ulaşabilirsiniz.

10


utku

kAYGUSUZ * YERÇEKİMİ 0!

sere serpe bir kayboluşa akordeon çalan çocukların parmaklarındaki kalbimdi geceydi, gözkapaklarını çaldığım bir şiir gibi direnen içindeki yorgun plesanta! yalnızlığın yüzüstü bir yokuşa sürüklendiğini bu kent söyledi bana sonsuzun avuçlarında kanayan kısık sesiyle incittiğim türküsünü boynunda bir çingenenin kalbini yani o çiçek pazarlarının dağıldığı her gün kıvrılıp öldüğümü söyledikleri yerde serilip yatmışım anlamam bir keskinliğin üzerinden bir sabahı kaldırır gibi bu kente eşsesli bir hiç daha katarım göğsümle anlamam ve aslında her gün üzünç bir masadan kalkan parkların koyu kalabalığın ardından ayakta bırakılmış bir sessizliği dinlerim kalplerinde güpegündüz yeryüzü. çiçeklerin kıvrımlarındaki devrim. ve ben işte o ben solfejinde yağmurun solosu! çiğ gecelerin büyütüldüğü kalbimdi her gün bir yıldızı düşürdüğüm hiç çekinmeden dümdüz bir ufku giyinip yakasındaki çığlığa bir “ben” diye tutunduğum şiirdi ve ben yani o ister istemez çekimserliğiniz bakışların kimsesiz açlığına gömülüp yüzümden bir parça daha atıyordum gökyüzüne avutulmuş boşluğun belleğine!

11


Zafer

YALÇINPINAR * TAŞKIN

önce/ aklımdaki boşluklara taşacak gibi duran şu büyük gece denizi kafamın içinde bir sardunyanın hızla yeşermesi kulaklarımdan kıpkırmızı fışkıran bir çiçek dünyanın boşluğuna doğru yol alan bir tekne gibi sonra/ ellerini ceplerinden çıkardılar takvimlerini toplantı notlarını telefonlarını kalemlerini ceketlerini ve cüzdanlarını soyundular işsiz kaldılar ve her gece teknelere baktılar mücevhersiz ışıklarda elbisesiz yelkenlerde kendilerini buldular

29 Haziran 2009 Marmara Adası

12


Aziz Kemâl

HIZIROĞLU * AŞK KİMSEYE

derlemişim yedi tepeli şehri sil baştan derlemişim kapısı açık kilidi kırık günleri yeniden okunsun diye bilici sabır yaşamın ev içini büyüttükçe ev dışını küçültmüşüm pencerenin önünden yapayalnız geçti geçiyor gördüm... yorgun ağaçlar orman sevincini unutuş kargolarına yüklemiş dinamit gövdeleri... gövdeler ki fitilleri dal ucunda yüzyılın sonunda atalara çekilecek suç ve utanç... çirkinlikten ve herkesten çok önce güzeli şakıyan bebeklerin komşu sesleri... gecedir ve süslenmişler sabaha düş istifleyen bir şarkıyla ivedi dolamışım yedi tepeli şehri ebemkuşağına dolamışım yaz odalarını yağmur fısıltısına suyun yarasını sağaltan bahçeler için yaşamın mangalını büyütüp kül savurmuşum aşk menzilinde uzayan bir mırıltı yüzünden bilinir elbet... söz rotasını bulsa isli mendil yoğunluğunda mahzunluk... yalan aramaktan yaşlanmış ve tedavülden çekilmiş bir yürekte buruşturulmuş müsvedde kıpırtılar kendini genişletirken kargışlanan sevda için mahzenlerinde ölüm orucu besleyen ağrılı kentte sürtünme sesleri... gecedir ve bulanmışım yaşamın yeni yoluna çıkamayan tereddütlere anlamışım yedi tepeli şehrin aynalarını anlamışım içindekilerin oyayla tanış olmadıklarını çağa savaş kanadı diken zaman terzilerinde destursuz süs kalır salya ve kanlı giyotin motifleri defterlerim binlerce yıldır çocuk terziye hasret göz nurundan yama dökerken barış söküklerine hâlâ şairim bu yaralı ülkede hâlâ çocuk terziye hasret açım yoksulum saklıyım uzaktayım inadına bereket... hâlâ bereket defterlerime aşk mı... ne yazık... artık kimseye...

13


Başak

ÇAKA

* İKİ FOTOĞRAF

“Gölge Saati”

Not: Başak Çaka’nın fotoğraflarına www.basakcaka.tumblr.com adresinden ulaşılabiliyor.

14


evler vardı Zaman’ın altında kaldılar Oktay Rifat

Ali Püsküllüoğlu’nun İlk Şiir Kitabı 1955

15


İbrahim

AZAR * MÜZİĞİNE AŞKIN KİMYA

ellerimiz, bir deliliği çalabilmeli; kevin kern´li bir piyano gibi. ama farjad´lı bir keman akışında, başın omza sindiği coşku: en büyük seyircisidir açıklık orkestramızın doğa, utanmaksa; onların. değil miydi sevişmesi kuşların da böyle? de: yağmur yağıyorduk; biz ısındıkça, çevre soğuyordu! Mayıs 2009, Isıalan.

16


evler vardı Zaman’ın altında kaldılar Oktay Rifat

Kaynak Yayınları’nın 1948’de düzenlediği Şiir Yarışması’nın Sonuçları: Birincilik Ödülü: “Harp Poemi” - Zafer Hüsnü Taran İkincilik Ödülü: “Arz-ı Hal” - Turgut Uyar Üçüncülük Ödülü: “Akşam Üzeri Türküsü” - M. Çetin Tezcan Jüri: Nurullah Ataç, Kenan Akyüz, A.Muhip Dranas

17


Salâh

BİRSEL * SAİT FAİK

Antep, 18 Mayıs 1954

Sait Faik'in ölüm haberi bile buraya ancak iki gün sonra ulaşabildi. Yaşamanın, canlılığın hikayecisi Sak Faik demek sen de öldün? Demek artık biz de Korfu adasının önünden geçen denizcilere Doğa Tanrısının ölümünü anlatmak için "Pan öldü, Pan öldü" diye bağıranlar gibi Türk edebiyatından kaber soranlara "Sait Faik Öldü" dîye ses vereceğiz. Sait'i 14 yıldır tanırım. Bu tanırım sözü tek anlamlıdır. Sait'i tanımak, onun ince ve karışık ruh dehlizlerine inmek, öyle sanıyorum ki, hiçbirimize nasip olmamıştır. Ama işte görüyorsunuz, dişe gelir bir sanatçı, ünlü bir kişi öldü mü, hepimiz kaleme sarılıyor, ölenin dostları, yakınları arasında bizim de bulunduğumuzu belli etmek için göz yaşları döküyor, ölüye aît bir iki -çoğu da soğuk olan- anımızı anlatıyoruz. Sait Faik. O, hikâyeden konuyu kaldıran, konunun çok önemsiz birşey olduğunu bize hatırlatan, öğreten sanatçıdır. Avrupa resminde Cezanne neyse bizim hikâyemizde de Sait-Faik odur. Denilebilir ki Sait, hikâyecilik sanatının plâstik değerlerini çıkarmıştır ortaya. Onun hikâye anlatışı çok başkadır. Dili pürüzlü, cümlesi dilbilgisi kurallarını alt üst edicidir ama, bir başkasında kusur diye ayıplanabilecek olan bu aksaklıklar onda bir güzellik çeşnisi olarak beliriyor. Sait'in insan sevgisi de başka türlüdür. O insanları tek tek değil toptan severdi. Onun sevgisi daha çok soyut bir insanlık düşüncesine dönüktü. Yoksa o, insanların hiçbiriyle kardeş, kardeş geçinemezdi. Hayatında, hepimizle hiç değilse bir kez dalaşmış olması bundandır. Sait'in ilk kitabı, Semaver, yayınlandığı vakit lisenin son sınıfındaydım. Yıl, 1936. Şehir, izmir. O zamanlar Sait Faik bizim için, bir avuç edebiyat delisi öğrenci için, çok büyük bir addı. Türkçenin dizi yapısının değişikliğe uğramakta olduğunu, Türk edebiyatının hayırlı bir yolda ilerlemeğe başladığını biz, ilk Sait'in hikâyelerinden öğrendik. Evet, Genç Kuşak, Yeni Edebiyat deyince aklımıza, ilk Sait Faik gelmelidir. Sonradan isterseniz Melih Cevdet'i, isterseniz Haldun Taner'i, isterseniz Orhan Veli'yi sayın. Ama ilkin, ilkin onu düşünün.

18


damlarında zarfsız kuşlarla evler vardı Zaman’ın üstüne çıktılar

ECE AYHAN ÇANAKKALE’DE ANILDI! Şiirimizin karaşın çocuğu, edebiyatımızda bir şiir ve düşünce sıçraması yaratan serbest şair, etikçi Ece Ayhan Çağlar ölümünün 7. yılında 11 - 12 Temmuz 2009’da Çanakkale’de çeşitli etkinliklerle anıldı. Ece Ayhan Buluşmaları Sivil Girişimi, Sokak Buluşmaları ve Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi’nin dayanışmasıyla gerçekleşen etkinlikler 11 Temmuz’da Ece Ayhan Sokak’ta portre açılışı ve Ece Ayhan yürüşüyle başladı. Yürüyüşün ardından buluşmaya katılan yazar, çizer ve şairlerle Ece Ayhan üzerine başıbozuk bir söyleşi gerçekleştirildi. Morabbin Parkı’nda Ece Ayhan şiirleri okunması ve sokak tiyatrosuyla devam eden etkinlik Bandista ve Masalın Aslı gruplarının verdiği konserle bir karnavala dönüştü. 12 Temmuz sabahı Mülkiyeliler Birliği tarafından yeniden düzenlemesi yapılan mezarı başında Ece Ayhan ziyaret edildi. Şiirler ve şarkılarla Ece Ayhan’a selam verildi. Etkinlik kapsamında Uygur Asan’ın “Düğüm” filmi gösterildi. Yalı Hanı’nda Ragıp Duran’ın konuk edildiği “Bir Muhalif Tarihçi Ece Ayhan” konulu söyleşinin ardından Yakaza grubunun sokak müziğiyle etkinlikler sonlandırıldı. Ece Ayhan Buluşmaları Sivil Girişimi yaptığı açıklamada Çanakkale’de ve dünyanın her yerinde Ece Ayhan’ın mirasına sahip çıkarak “kötülük toplumuna” karşı “haklılığın inadıyla” yollarına devam edeceklerini belirterek Ece Ayhan buluşmalarının devam edeceğini söyledi. (Yukarıdaki haber http://www.canakkaleicinde.com/ece-ayhan-canakkalede-anildi.html adresinden alıntılanmıştır.)

ECE AYHAN’I UNUTMADIK! Şair Ece Ayhan’ın 7. ölüm yıldönümü anma etkinlikleri Saat Kulesi arkasında bulunan Ece Ayhan Sokakta yapılan yürüyüş ile başlarken, Ece Ayhan portresinin açılışı Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan tarafından yapıldı. Ayhan, aramızdan ayrılışından sonra ilk kez böylesi büyük bir etkinlikle anıldı. Ece Ayhan buluşmaları 2009, 11-12 Temmuz tarihlerinde çeşitli etkinliklerle gerçekleştirildi. Ece Ayhan dün de kabri başında anıldı. Şair Ece Ayhan’ın 7. ölüm yıldönümü anma etkinlikleri Saat Kulesi arkasında bulunan Ece Ayhan Sokakta yapılan yürüyüş ile başlarken, Ece Ayhan portresinin açılışı Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan tarafından yapıldı. Ece Ayhan’ı ölümünün yedinci yılında unutmadıklarını ifade eden Ece Ayhan Sivil İnisiyatifi Sözcüsü Ulaş Önder, “Bu yıl daha geniş kapsamlı etkinliklerle Ece Ayhan’ı anıyoruz. İlerleyen yıllarda bu etkinlikle-

19


rimiz artarak daha nitelikli devam edecektir” dedi. Sonrasında ise Ece Ayhan Yürüyüşü yapıldı. Morabbin Park’ta ise ilk olarak sokak tiyatrosu ile şiir dinletisi yapıldı. Ardından ise düzenlenen Bandista konseri ile katılımcılar büyük coşku ile eğlendiler. Dün ise Ece Ayhan’ın Eceabat Yalova Köyü’nde bulunan mezarı ziyaret edilerek yeni mezarının açılışı yapıldı. (Yukarıdaki haber http://www.canakkaleolay.com/haber_detay.asp?id=50850 adresinden alıntılanmıştır.)

ŞİİRİN USTASINA ANMA! Şiirleri ile ikinci yeni edebiyat akımının önderi, kişisel yaşamında ise yazdığı ve düşündüğü gibi davranan özgün kimliği ile, memleketimizin büyük şairleri arasında yer alan Ece Ayhan Çağlar’ın ilk kez mezarı başında anma töreni yapılıyor. Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi tarafından, Mülkiye’nin 150. yıldönümü etkinlikleri kapsamında Mülkiye çıkışlı ikinci yeni şiir akımının önderi şair Ece Ayhan’ın Çanakkale’nin Eceabat İlçesine bağlı Yalova Köyünde bulunan mezarı düzenlenerek, başucunda anma töreni yapılıyor. 12 Temmuz 2002 yılında İzmir’de hayata gözlerini yuman şairin, sağlında Ahmet Piriştina ve eşi Mine Piriştina olmak üzere çok sayıda İzmirli dostları yanında olmuşlardı. İzmir’den 11 Temmuz 2009 Cumartesi Günü hareket edecek olan şair Ece Ayhan’ın İzmirli sevenleri, Çanakkale’de iki günlük anma programı hazırlamış olan Eceabat ve Çanakkaleli dostlarıyla birlikte buluşacaklar. Programın ikinci gününde,12 Temmuz Pazar günü, Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi tarafından yeniden düzenlenen mezarın açılışı ve anma töreni ile köyde yapılacak Ece Ayhan şiir etkinliğine katılacaklar. Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi yönetim kurulunun yaptıkları açıklamada; Ece Ayhan’ın, özgür bireyin özlemi ve gelişkin, bağımsız, demokratik bir toplumun tahayyülleri ile zihin ve kelimeler dünyasında gezen bir şair ve her türlü ekonomik ve sosyal engellere karşı ayak direyerek düşüncelerinin doruklarına çıkmayı başarabilmiş örnek bir sanatçı olduğunu belirtiler. Yetkililer tasarımını İzmirli heykeltıraş Fergül Yücel’in yaptığı mezar düzenlemesi ile ilgili olarak “Ece Ayhan’ın şiirlerinin ve kişiliğinin böylesi uzlaşmasız, dik, bağımsız ve abartısız duruşu ile uyum içinde olabilecek bir mezar tasarımı düşüncemizin ana temasını teşkil etti. Yattığı yerin de, otoriteden uzak, mütevazı, küçücük bir köy mezarı olması abartılı anıtsal tasarımdan kaçınmaktaki diğer bir yönüdür.”dedi. Yeniden düzenlenen mezar hakkında bilgi veren Mülkiyeliler; “Tasarlanan mezarın esin kaynağı Ece Ayhan’ın kendisini betimlediği Meçhul Öğrenci Anıtı şiiri olmuştur. Mezara yerleştirilen Granit tablet “kara tahtaya yazılan” şiire gönderme yaparken, yine aynı şiirde okul arkadaşlarının kendisine “zarfsız kuş” göndermeleri isteğine karşılık gelen sürrealist tarzda, iki boyutlu, kâğıt gibi ince metal döküm kuş figürü ile tarif edilmiştir.”dedi. İşin tasarım aşaması heykeltıraş Fergül Yücel, tasarımdan sonra, malzeme ve teknik desteğin sağlanması, tasarıma uygun bir şekilde montajının yapımı için gereken çalışma heykeltıraş Mustafa Toygar tarafından yürütülmektir. 11 Temmuz Cumartesi Günü Çanakkale’ye gidecek Mülkiyeliler “Tüm Ece Ayhan dostlarını açılış ve anma törenine davet ediyoruz” dedi.

(Yukarıdaki haber http://turkhaberler.net/newsDetail.php?NewsID=190292 adresinden alıntılanmıştır.)

20


damlarında zarfsız kuşlarla evler vardı Zaman’ın üstüne çıktılar

21


Muzaffer

TAYYİP USLU * RÜŞTÜ’DEN GELEN MEKTUP

Oktay Rifat’a

Önce bütün şairlere selam Sonra şunu söylemek isterim Ölüm hiç de güzel değil Ne sabah var ne akşam Sokakların ellerinden öperim Bana yaşamasını öğretmişlerdi Dost olsun düşman olsun İnsanlara iyi günler dilerim Söyle sarı saçlı daktiloya Ben yokum artık Vefasız dostlara hatırlat Kimseye kalmaz o dünya Nasıl unuturum güzeldi yaşamak Fakat hakkı varmış Oktay`ın “Hatıralar da dal istiyor Kuşlar gibi konacak”

Not: http://tr.wikipedia.org/wiki/Muzaffer_Tayyip_Uslu ve http://tr.wikipedia.org/wiki/Rüştü_Onur adreslerini ziyaret ediniz.

22


evler vardı Zaman’ın altında kaldılar Oktay Rifat

Muzaffer Tayyip Uslu’nun Oktay Rifat'a yazdığı 23-2-1946 tarihli mektuptur: Sevgili Oktay Ağabey, Seni yine rahatsız edeceğim, benim sanatoryum işi arap saçına döndü. Ben işleri yoluna koydum diye sevinirken, az evvel, dairede şöyle bir tebligatta bulundular: "Sen iki seneyi doldurmadığın için, biz sana ancak "200" lira kadar bir yardımda bulunabiliriz. Halbuki sanatoryumda üç ay yatacağıma göre "900" lira kadar bir para lazım. "700" lira verirsen, seni sanatoryuma yatırırız." Bu acayip, bu antika, tebligat karşısında şaşırıp kaldım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Oktay ağabey, işittiğime göre "yardım sevenler" cemiyeti ve "Kızılay" benim vaziyetimde bulunanlara yardım ediyormuş, acaba oradan bir şey yapılamaz mı? Yahut buraya tepeden inme bir şey yapmanın imkânı yok mu? Çok iyi biliyorum ki kuvvetli bir piston olsa böyle bir hadiseyle karşılaşmayacaktım. Oktay ağabey, biliyorum sana çok yük oldum. Fakat ne yapayım? Senden başka derdimi kimse dinlemiyor. Senden kısa bir zaman içinde müspet veya menfi cevabını bildiren mektubunu bekliyorum. Selamlar. Her ne kadar tanımıyorsam da yengemiz Sabiha hanıma da ayrıca selam eder ve Samih'in gözlerinden öperim. Adres: Muzaffer T. Uslu: İş mükellefiyetinde memur.

23


OTOPORTREDİR. (Aşağıdaki metinler ve söylevler 12 Haziran 2009 tarihli Taraf Gazetesi’nden alıntılanmıştır.) Bkz: http://www.taraf.com.tr/haber/35491.htm Bkz: http://www.tumgazeteler.com/?a=5191356

“Yayıncılar, eskiden edebiyatın aynası olan dergilerin bugünkü durumunu "yıkama yağlama servisi" olarak değerlendiriyorlar.” "Edebiyatın nabzı dergilerde atar" sözünün gerçekliği tartışılmazdı eskiden. "Tartışılmazdı" diyoruz çünkü artık tartışılır bir hâle geldi. Eskiden dergilerin edebi değerleri korumak misyonunun yanı sıra yeni edebi değerler oluşturmak ve onları sorgulamak gibi misyonları da vardı. Ama zamanla bu misyon ortadan kalktı ve edebiyat dergileri günümüzde başka bir hal oldu. Edebiyat dergiciliğinin son 10 yılını ve heyecanını kaybedip kaybetmediğini Notos, Kitap-lık ve Virgül gibi önde gelen edebiyat dergilerinin yayıncılarına sorduk; kaybeden edebiyat olmasın diye... Semih Gümüş (Notos): Edebiyat dergiciliğimizin son on yılını önemli bir geri çekilme dönemi olarak görüyorum. Çok büyük bölümü yerel, 250 kadar dergi yayımlanıyor, ama etkinliği ülke genelinde, edebiyatımızın bugününün düzeyine karşılık verebilecek nitelikte dergilerin sayısı her zamankinden daha az. Büyük yayınevleri dergi çıkarmanın külfetini göze almıyor. Bir derginin yükünü taşıyabilecek edebiyat anlayışları da canlılığını yitirmiş durumda. Edebiyatımız yeni ve yenilikçi anlayışların kararlı izleyicisi olamıyor. Dünyada yazılanları yeterince merak etmiyor. Dolayısıyla edebiyat dergilerini besleyen kaynak hep aynı. Edebiyat dergiciliği de bu koşullarda geleneksel dergicilik anlayışından kurtulamıyor. Hemen hep aynı sorunlar çevresinde konaklamış bir dergicilik anlayışı, yeni bir yüzle okura ulaşamayınca, bu kez de sınırlı sayıda satılmanın ıstıraplarıyla boğuşmak zorunda kalıyor. Sonuç: derin bir ümitsizlik. Oysa nitelikli dergiler, edebiyatımızın şimdilerde en çok gereksinim duyduğu olanakların başında geliyor. Edebiyat dergileri, edebiyatımızın o dönemini yansıtan, nirengi noktaları alınmasını sağlayan, dolayısıyla daha ileriye atlamaya olanak veren kaldıraçlar gibidir. Gene de genç, yeni yazarlar için daha yaşamsaldır edebiyat dergileri. Bana kalırsa, bütün eski anlayışların yerine geçirilecek yeni dergicilik anlayışları, edebiyat dergiciliğinin makus talihini kırabilir. Murat Yalçın (Kitap-lık): Son on yılda edebiyat dergilerinin içeriğini, niteliğini, etkisini, gücünü hem yayın hem edebiyat dünyasındaki konumunu- belirleyen etkenlerin hızla değişmesiyle büyük ayrımlar çıktı ortaya. Nicel genişleme, yeterliliği tartışılan niteliksel ölçüleri bozdu. Edebiyat, çoğalan yayın araçlarının tüketim nesnesi olunca çoğunluğa yaranmanın adı "özgürlük", "katılımcılık" falan oldu. Güncelin sığlığını, yozluğunu benimseyenler çoğaldı. Sapla saman birbirine karıştı, derme çatmalara paha biçildi. Her katta ilkesizliğin, tutarsızlığın, çarpıklığın, edebiyat dışı ölçülerin egemen olmasıyla, çıkarların öne geçmesiyle edebiyat özyitimine uğradı. Özgür, eleştirel düşüncenin yerini duygusallıklar, kişisellikler aldı. Dergiler iyi kötü edebiyat ortamına çekidüzen verirlerdi, ama bugün bakıyoruz "yıkamayağlama servisi" olmuşlar. Kimsenin tavuğuna kış demeden, suya sabuna dokunmadan nereye varılır? Behçet Çelik (Virgül): Edebiyat dergileri edebiyat dünyasının ana vitrini olmaktan çıktı. Yazarların kendilerini ve eserlerini gösterdikleri vitrin, edebiyat dergileri olmaktan çıkıp kitapçı vitrinleri oldu. Bu, biraz da yayın dünyasında son 10-15 yılda yaşananların bir sonucu. 1990'dan sonra yayınlanan kitap sayısında büyük bir artış olurken yayınevleri sürekli kitap yayınlamadıkça ayakta duramaz hale geldi. Bu dönemde edebiyatçılar kolaylıkla kitap yayımlatma imkânı bulabildiler. Yazmaya yeni başlayan genç yazarlar için de dergilerde kendini göstermeden kitap yayınlatma şansı doğdu. Dergilerin okul işlevi de azaldı. Yayıncılığın sektör halini almasıyla birlikte, edebiyat yayıncıları da reklam mecrası olarak gazetelerin kitap eklerini, edebiyat ve eleştiri dergilerine yeğlediler. Bu da dergilerin önemini azaltan bir etken oldu. Bir önemli neden de edebiyat dergileri arasındaki farkın azalması. Bugün her yazar her dergide yazabiliyor. Yazarların yazdıklarını nerede yayınlayacağı konusunda edebi anlayış ya da dünya görüşü çok etkili değil. Bunun yanı sıra edebiyat dünyasına dinamik kazandıran edebi tartışmalar da ya yok, ya da çok sönük. Yazarlar tartışmak yerine arayı uzatmadan ürün yayınlamayı yeğliyor. Yapılacak şey ilk olarak kendini tekrar etmeyen, dinamik dergiler yayınlamak sanırım.

24


İlknur

GÜNEYLİOĞLU * LÜTFEN ÖNLERE YIĞILMAYALIM, ARKALARA İLERLEYELİM BEYLER

Dışarı attım kendimi. Sokağın içine. Kendimden çok emin olamasam da her geçen gün daha hazırlıklı hissediyordum kendimi, sokağa karşı. Tam dönüp dolaşırken bir adam bağırdı; - Kaç kadın… Arkana bakmadan kaç yoksa küfrü yersin! - Bana küfür etmeni umursamıyorum ki! - O zaman suratına tükürürüm! - Üstümü pisletme de, ne yaparsan yap! Daha çocukken bana öğretilen bu taktik sayesinde adam çekti, gitti tabii ki. Aniden gelişen bu olayı başımdan başarıyla savuşturduktan sonra ayna satan bir dükkânın olduğunu hatırladığım sokağın köşesine geldiğimde yanlış hatırladığımı anladım. Yeni evime bir boy aynası alacaktım. Taşınalı iki aydan fazla olduğu halde hala bir boy aynam yoktu. Bu yüzden dışarı çıkmadan önce kendime şöyle bir güzel bakamıyordum. - Affedersiniz beyefendi, buralarda ayna satan bir dükkan vardı, siz biliyor musunuz acaba yerini?... - Yoo, hayır ben affetmem! - Affedersiniz? - Dedim ya ben affetmem! -… - Asla affetmem! - Nasıl olur, lütfen beni affedin, lütfen! - Olmaz, olamaz! - Gerçekten bir daha yapmayacağım, söz! - Eh madem suçunu anladın, sana bir şans daha tanıyabilirim o zaman. - Teşekkür ederim, size çok teşekkür ederim! Uğursuz bir gün olsa gerek ki ardı ardına aksiliklerle karşılaşıyordum. Hazırlıklı olsam da insan bir an için dalabiliyordu sokağın karmaşasına. Aklım başıma gelmese bu kez az kalsın 25


sıyrılamayacaktım. İnsanın nerde, ne zaman, neyle karşılaşacağı hiç belli olmuyordu. Hayatım boyunca belki de bir suçlu olarak kalacak, hiç affedilmeyecektim. Düşüncelere dalmış yürürken bir dükkanın tabelası takıldı gözüme, “Aynacı Tahir”. Demek ki biraz daha ilerideymiş aradığım dükkan. Ya da taşınmıştı daha önceki yerinden. - İyi günleeerrr... - Hoş geldiniz, buyurun. - Aynacı Tahir siz misiniz? - Evet, benim. - Fakat o bir televizyon dizisi değil miydi? - Hayır, o Aynalı Tahir’ di, hanımefendi… - Ha evet evet, hatırladım, erkekliğin kitabını yazan adam… - Doğru, o ama gerekirse ben de yazabilirim! - Öyle mi, çok satar mı peki? -… - Şey, neyse ben evime bir boy aynası alacaktım da… -… - Hepsi birbirinden güzel ama benim gözüme ilk çarpan şu ayna oldu. - Çok zevkliymişsiniz hanımefendi, dükkânımdaki en güzel aynayı seçtiniz. - Yani o zaman en pahalısını! - Yaparız artık bir şeyler sizin için, özel müşterimizsiniz. - Ne açıdan? - Her açıdan… Aynacı Tahir’e hemen şöyle cilveli bir göz kırpmasaydım herhalde aynanın fiyatını böylesine düşürmezdi. Böylece hem o satış yapmış olmuştu hem de benim param cebimde kalmıştı. - Buyurun, aynanızı sardım hanımefendi, güle güle kullanın. - Ama nasıl olur, ben mi götüreceğim yani evime kadar? - Tabii ki hanımefendi, ne var ki bunda? - Ama çok ağır! Yardımcılarınızdan biriyle evime gönderseniz… - Öyle bir hizmetimiz yok hanımefendi, kusura bakmayın… -… Yapacak bir şeyim yoktu. Çantamı omzuma taktım. Neredeyse boyum kadar olan aynayı sırtladım. Eve yürüyerek dönemezdim. Birkaç sokak üstteki caddeye çıktım. Otobüs durağında beklemeye başladım. Ne kadar kaba bir adammış bu Aynacı Tahir, bana yardım etmeyi bile teklif etmemişti. Ama aynamı tek başıma eve götürmeyi başaracaktım. Otobüs geldi, durakta durdu, kornaya bastı. Bir an yine boşta bulundum, korktum. - Bayan! Binecek misiniz, binmeyecek misiniz? - Bineceğim de, sırtımdakiyle bunu nasıl yapacağımı düşünüyordum. - Siz taksiye binin bence! - Size soran olmadı beyefendi! Yardım edeceğinize… - Ne yardım edeceğim! Erkek, kadın eşittir diyorsunuz! Gösterin eşitliğinizi, taşıyın yükünüzü! - Ben öyle bir şey demedim ki! Ayaktaki yolcuların arasından bir adam atıldı hemen bana doğru: - Durun size yardım edeyim, ne yapıyorsunuz öyle? Bir yerinizi inciteceksiniz… - Çok incesiniz beyefendi… - İnceldiği yerden kopsun o halde… - Pardon?! -… İçerisi kalabalıktı. Oturacak tek bir yer kalmadığı gibi ayakta yolculuk yapan birçok kişi de vardı. Ter kokusu sarmıştı, dört bir yanı. Adamla beraber, yardımlaşarak arkaya doğru ilerle26


dik. Kapıya yakın bir yere iliştim. Aynamı yere koydum. Yorgunluktan ölüyordum. Birkaç durak ilerledikten sonra kendimi daha iyi hissetmeye başladım ama kalabalık çok bunaltıcıydı. - Beyefendi ne yapıyorsunuz, kendinize gelin! - Ben bir şey yapmıyorum, arkadan itiyorlar… - Fakat aynamı taciz ediyorsunuz, dolayısıyla kendi kendinizi! - Sanırım haklısınız, o zaman sizi taciz edebilir miyim? -… - İstemiyorsanız arkaya ilerlerim, bana karşı dürüst olun lütfen… - Şaşırttınız beni! - Niye? - Gerçekten kibar bir adammışsınız doğrusu… - Kendimi övmek gibi olmasın da benim hanım da öyle der. - Benim ineceğim durak burası, hoşça kalın… - Peki bir daha ki sefere artık, görüşmek dileğiyle! İnsan sarrafı olduğumu sanırdım ama aldanıyormuşum. Meğerse ne kibar adamlar varmış. Çevremi sarmış insanlarla itişe kakışa indim otobüsten, aynamın kırılmasından korkarak. Eve gittiğimde ayaklarımı uzatıp bir güzel dinlenecektim. Sırtımdaki yükle birlikte artık adımlarımı zor atıyordum ki karşıdan komşum olan ama adlarını bile hatırlamadığım karı kocanın bana doğru yaklaştığını gördüm. Umarım beni görmezlikten gelirlerdi. Ama kadının gözleri hedefi bulmuştu bile. - Heey Nisa! Nasılsın? - Aynalı! - ... - Evime boy aynası aldım da… - Keşke önceden haber verseydin, biz de yardım ederdik sana. - Teşekkür ederim, ben hallettim zaten. Biliyorsun, alışığım hayatın yüküne, kendi işimi kendim halletmeye… - Olsun yine de kocam taşımana yardım eder, belini inciteceksin… - Yok, ben senelerdir yalnız yaşıyorum, daha nelerle baş ediyorum valla… - Peki hoşça kal! - Görüşmek üzere! Kocası yardım edermiş. Demek ki kocası ona çocuk doğurtmaktan başka bir işe de yarayabiliyormuş. Ben onun gibi miyim, her gün nelerle baş ediyorum, tek başıma ayakta durabiliyorum. Bir ayna benim belimi bükebilir miydi hiç? Kapıyı açıp içeriye girdiğimde özgürlüğüme kavuştuğumu hissettim. Aynamı hole yerleştirdim. Üzerimdeki bütün yükü attım. Ayaklarımı bir güzel uzattım, gözlerimi kapattım. Başarmıştım işte, yorgunluğuma değmişti. Ama aynamı açmadan rahat uyuyamazdım. Hole koştum. Aynamın sarılmış olduğu gazete kâğıtlarını bir bir yırttım, yukarıdan aşağıya doğru. Geçtim, tam karşısında durdum. Kendime şöyle bir aşağıdan yukarıya doğru baktım. - İşte bu benim! Akıllı, güzel ve güçlü kadın! Artık rahat rahat uyuyabilirdim.

27


KÜNYE NİYETİNEDİR

P.A.T! (Puşt Ahali Tarifesi) Zafer Yalçınpınar tarafından yayıma hazırlanmaktadır: Görsel düzenleme, katılımcılarla ilişkiler, düzelti, eşgüdüm, tanıtım, dağıtım, mücadele ve ortalama zekâyı bertaraf etmek gibi tüm bağlayıcı hamallıkları -bendeniz- Zafer Yalçınpınar üstlenmektedir. P.A.T!'ta yayımlanmasını istediğiniz yaratılarınızı zaferyal@gmail.com adresine -konu satırına "PAT içindir" ibaresini ekleyerek- gönderebilirsiniz. P.A.T! birincil ortam olarak interneti seçmiştir. Maddi ve manevi kâr amacı gütmez, dirsek teması umursamaz ve yalansızdır. İşbu derginin PDF dosyası biçimini istediğiniz ortamda, istediğiniz “insan”larla paylaşabilir, istediğiniz bağlantılarla (linklerle) çeşitli “insan”lara sunabilirsiniz. P.A.T!, Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nun bir türevidir. Puşt Ahali’nin e-posta grubuna, gruptaki tartışma ve paylaşım geçmişine http://groups.google.com/group/pustahali/topics?hl=tr adresinden ulaşabilir ve hatta gruba üye de olabilirsiniz. (Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nun şiarları Ek-1’de yer almaktadır. Onları okumanız ve sezmeniz faydalı olacaktır.) Yirminci tarifede görüşmek üzere...

Dipnot: P.A.T!’ın eski sayılarını http://zaferyal.kuzeyyildizi.com/pat2.html adresinden PDF dosyası biçeminde indirebilirsiniz.

28


EK-1: Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nun Şiarları 1/ nasıl yalnız bırakır adamı bir meydan? aradan biri bağırdı: puşt ahali! - Enis Akın 2/"hiç birbirine çarpan kuş gördün mü havada. ama insanoğluna gelince üstelik yerde neler olduğunu biliyorsun?" - Ece Ayhan 3/Hemen anlaşılmayabilirsin, göze alacaksın. Çoğunluk her zaman başlangıçta yanılabilir, sonradan ayıyorlar sanki. Yan yan değil de doğru doğru yürüyen bir yengece bakarak, "sarhoş galiba" diyebiliyorlar. (…) İki şey bir arada olacak; sancak ve davul. Eğer tek davul olursa sünnet düğünü var sanırlar. Ama sancak da varsa, isyan, ayaklanmadır o. Bin yıllık Anadolu geleneğidir bu. - Ece Ayhan 4/Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin altında tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de)savaşmakla geçecek. –Bu yüzden de, ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur: Senin, onlarla savaşmak yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman... Ama savaşacaksın, gene de: sonuç her iki durumda da aynı olmayacak mı zaten – sen, zaten, ulaşman gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? –Ama, savaşırsan, en azından (nereye gelebilirsen) geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın –bu da boşuna olmayacak. - Oruç Aruoba 5/İnsanlar, gitgide, istediklerine, dilediklerine inanmakla yetindiklerini, düşünüp tartmayı, ölçmeyi, olanı biteni görmeğe çalışmayı yavaş yavaş bir yana ittiklerini daha fark etmiyorlardır belki de. Bunun farkına varmağa başladıklarında ise ortalık iyice kararmış olacak. Sabahları güneş yeniden doğar gibi olsa da, ortalık yerinden aydınlanır gibi olsa da, gecenin karanlığı bütün bütün dağılmayacak hiç.(…)Bir sabah, işe giden kalabalık, şehrin en büyük alanında yaya kaldırımının bir noktasında ikiye ayrılıyor, yere bakarak, ama hızını hiç eksiltmeyerek yürüyor, biraz ileride yeniden bir araya geliyordu.O noktada biri vardı; yerde yatan, ölü mü, yaralı mı, içkili mi olduğu, kazaya uğrayıp mı buraya atıldığı anlaşılamayan biri… Yüzükoyun yatıyordu. Bir küçücük çocuğun öfkelenerek yere attığı bir bez bebeği andıran bu adamın kollarıyla bacakları bir tuhaf duruyordu. Eklemleri, köşeleri çoğalmış gibi. Uzun süre kimse yanaşmadı bu adama. - Bilge Karasu 6/Kış geçende bu leylek gendini dışarı verdi. Uçuy, evliğini onarıy. Süslüy. Bekliy ki gendinin eşisi gelecek. Biliy. Ha bugün geldi. Ha yarın gelecaktır. Gözü semadadır. Keyiflidir ki nasıl anlamam. İşte ağalar. Bugünden bir gün idi. Hamogil ocak yakmıştı ki sabah ekmeğini yapalar. Ocak alev alev yanıydı. Yalımlar göğe çıkıydı ki, gökten bu leylek geldi, gendini ataş üstüne bıraktı. Koştular bunu ataştan aldılar. Kurtuldu, bir daha bıraktı gendini ataş üstüne, tüyleri yanıydı zaten. Öldü getti. Göz açıp kapata kadar. Evin içinde bir telaş yürüdü. Herkes birbirisine soruyordu ki, ne olmuştur. Ne olmuştur ki bu leylek gendini ataşa bırakmıştır. O sıra damdan Hamo’nun sesi gelmiştir. Demiştir ki, ben biliyem. Gelin görün sizde bilin. Koşmuş bakmışızdır ki, yuvada iki leylek oturuy. Anlamışızdır, demişizdir ki, insan da beyle değil midir lo, beyledir. - Tuğrul Çakar 7/HER doğruyu söylemeğe gelmezmiş, bir takım doğruları yaymamak, çokluktan, kamudan gizlemek gerekirmiş… Peki ama bir doğruyu söylememek, gizlemek, yayılmasını önlemeğe çalışmak o doğrunun yerinde duran yalanı sürdürmek demektir. Yalanın yalan olduğunu bilerek gene sürmesine bırakmağa hakkımız var mıdır? Bazı yalanlar kutsalmış onlara dokunmağa gelmezmiş… Bir şeyin yalan olduğunu anladık mı kutsallığına artık inanmıyoruz demektir; bunun için “kutsal yalan” sözü bir şeyin hem köşeli, hem de yuvarlak, hem katı hem de biçimsiz olduğunu söylemek gibi bir saçmadır. (…) Bir takım doğruların gizlenmesi gerektiğini ileri sürmek eski kibarlık, asillik düşüncesinin bir kalıntısıdır. Bir yanda büyükler, kibarlar, damarlarında mavi kan akanlar var, onlar doğruları bilebilirler, onların bilmesinden bir kötülük gelmez; ama küçüklere, kibar olmayanlara, kölelere sakın açmayın!... Öyledir kişioğlu: kendisi için ille de bir takım ayrıcalıklar ister. “Ben bunun yalan olduğunu biliyorum, ben buna inanmıyorum, ama kamunun bu bağlar altında kalması, onun anlamaması daha iyi olur” diyen kimse, öğrendiği, anladığı doğrulara lâyık olmayan kimsedir. İnandığı bir şey yoktur onun: bir şeyin ne doğru olduğunu düşünür, ne de yalan olduğunu… Ancak kendini düşünür, kendini büyük görmek için yol arar. Her doğru söylenebilir, her doğru söylenmelidir, yoksa çevremizi aldatıyoruz, çevremize yalanı yayıyoruz demektir. – Nurullah Ataç

29


“Bü tü n sı n ıf san a ç ocu k b a yr am la rın d a za rf sız ku şla r g ön d er ec ek. ”

iletişmek için;

Zafer Yalçınpınar zaferyal@gmail.com http://zaferyal.kuzeyyildizi.com

P.A.T! 19.tarife Eylül 2009

“bayiinizden isteyemezsiniz”

30


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.