Pat2

Page 1

. AYHAN . KARAVİN . DEFTER . EBEGÜMECİ . . TURNA . KOÇAK . SUR . IŞIK . YÜCEL . YALÇINPINAR . . PINAR . AKYIL . YEGÜL . ÇELEBİ .


2


iç in dekiler

2

Editörden…

Batı henüz “mea culpa” diyemedi bay slavoj zizek! BORGES DEFTERİ

6 Anlamak ile Bilmek Arasında Şiir Bunların 8 Cemaziyelevvelini Bilmek Dönüşü Yok Bu Yolun 9 REYHAN SUR DAVUT YÜCEL 10 Ahhaşirr SEL EBEGÜMECİ 11 Ho’rmon Al Ho’rmon Ver ONUR AKYIL 12 BENGİ GİZEM TURNA Heykelleri Cellat 13 BETÜL YEGÜL VOLKAN ÇELEBİ 14 Bağlanmak ZAFER YALÇINPINAR Ayak Üstü İstanbul 16 MVSTAFA BERKAY IŞIK 17 Kovulmuşluğun Baladı “evler vardı Zaman’ın altında kaldılar” 18 KINAR’IN ÖLÜMÜ SİGARA PAKETLERİ 19 “evler vardı Zaman’ın altında kaldılar” SİNEM YALÇINPINAR 20 Sıkı Şiir Nerdedir? Fırtına 21 NEFİSE PINAR Bütün kuralların canı cehennemE 23 JANSET KARAVİN Otoportre 24 26 KÜNYE EK-1 27 “P.A. Şiarları” SERDAR KOÇAK

3

4


Borges Defteri Felsefe Ekibi

* BATI HENÜZ “MEA CULPA” DİYEMEDİ BAY SLAVOJ ZİZEK!

“Başkalarını anlama uğraşı artık koyu bir kötümserlikten geçecek. Maddi temeli geri dönüşü olmayan biçimde yitirmiş denemecinin, kendi hayatından bir bilgelik çıkaracak, kendini erdemli kılacak her şeyle birlikte kültüre de sırt çevirişi: Tarihi bir hazine değil bir enkaz, ilerlemeyi bir yükseliş değil bir çöküş olarak görmenin kaybettireceği bir şey yok artık…” Walter Benjamin

Tarihin iç çekirdeğine 20. yüzyılın en ilham verici düşünürlerinden Benjamin ile yaptığımız bu kısa yolculuk bize neyi aktarıyor? Tarihin bu garip egemenliği nerdeyse bütün sonuçları peşinden sürükler. Geleceğin kökünü söker, kuruntuları dağıtır ve onları kendi havasına içine alır. ‘ Tarih doğruluğu gerçekten kendi salt anlamı içinde işlenirse korkunç bir erdemdir, sürekli yaşayanı gömer, yıkıma götürür’. Zizek’in The Guardian Gazetesinde (23 Ekim 2007 tarihinde) yayımlanan yazsının en can alıcı noktası işte nesnelerin, tarihin bu yeniden adlandırılması kesitinde şeytana yeniden bir ad bulmaktan ibarettir. Yanılmaların gölgelediği bir bakış ufkunda.“Deforme olmuş insan hep kendini yakışıklı gösteren aynalar bulur” derler, Amerika ve Avrupa kıtalarının çoğu siyaset adamı ve kimi düşünürleri şimdilerde bu ruh halindeler. “İş aşkı ne çılgınlıktır” tümcesi bütün cazibesini koruyor onlar için, ne işi? İş, işte! Sömürülenlerin sömürüyü, asılan adamın halatı, kölenin zincirlerini sevmesini nasıl da görmeye değer bir beceri ile başardı sermaye. Başardığı iş budur. Evet, hepimiz biliyoruz düz bir çizgi üzerinde uçan kuşu vurmak kolaydır. Batılıların daha anlayamadığı kör nokta işte tam burasıdır. Bu yakadaki kuşlar artık farklı yönleri deniyorlar uçarken, ele avuca sığmaz oluşları bundan kaynaklanıyor. Slavoj Zizek bu yazısında çok duygusal ve kızgın bir ruh halinde. O da biliyor, Batı artık sadece “değiştirme” fiilini düşünmüyor, belki suç ortaklarını da aynı kriterlerle arıyor. Siyasette tutarlılık, etik, ahlak kuralları bir gereksinim olmaktan çıktı onlar için. Zizek gibi bu konulara “odaklanmış” birisinden beklentimiz biraz ortalamanın üzerindedir her zaman. Sadece kızgınlık ve asabiyetle etkin vuruş yapılamaz. Bush ve Sakozy denilen zatlar budalalık ile pul koleksiyonculuğun ortasında bulunan iki vasat “adam”, ötesi yok. Ya onları

4


besleyen sistem? Bu sistem hiç boş durmuyor, emin olun, büyük bölgesel politikalarla eş zamanlı olarak kendi iktidar laboratuarlarında Zizek de dâhil olmak üzere hepimiz için sürekli yeni “vazgeçiş modelleri” de programlıyorlar ya “tutarsa” hesabıyla. Sadece gidişatı temelden sorgulayanlar için geçerli bir durum bu tabii, yanı aykırı düşünenler için. Korkmayın sizi bu kentlerde hep bir bekleyen olacaktır, sokakları asla terk etmeyecekler o tutunamayanlar, "ötekileştirilenler", yarını avuçlarınızda eşitçe bölmek isteyen o düşünce aşkı divaneleri, bilgeleri, düş çılgınları... Zizek bu yazısında bir devasa noktanın asla farkında değil, dilini ve beynini o “sistem” öyle büzüştürmüş ki kendisi bile bunun farkında değil. “Militarist hümanizm” ne demek? Neyi açıklıyor? Son 15 yılda olup biteni bu terimler asla ve asla karşılamıyor, karşılayamaz! Kristalleşen ve kendini bunca açığa çıkaran bir yok etme operasyonu “militarist” eylemler ve “hümanizm” tutkularla açıklanırsa çok şey eksik ve bir yığın etken, sonuç, araç göz ardı edilmiş olur. Bulunduğumuz coğrafyaya karşı “Yaşam hiçbir şey, ölüm her şey” diyebilen muazzam bir sistemin vahşeti, ilkelliği var karşımızda. Batı yakası artık çok şey bilen tilki rolünde değil, aynı kirpi gibi “bir şey”e odaklanıyor ama çok iyi odaklanıyor, o da kitlesel kıyım ve şok doktrinidir. Zizek ve tüm Batılı aydın, düşünürlere yıllardır yönlendirdiğimiz bir itirazımız hala geçerliğini koruyor. Sesleri, yer yer cılız itirazları mutlak bir keyfilik içinde ulaşıyor bizlere. Kendi Anayasal hukuklarının selameti açısından irdelenmek isteniyor her olup biten olgu, olay. Kocaman bir bozulmuşluk ve çürümüşlük var tüm sözde karşı çıkışlarında. Bunca korku ve şok seferberliği bir aydının yüreğini dondurmasını gerektiği yerde “militarist hümanizm” denilen iki ucu açık, köhnemiş ve teorik etkinliği kalmamış bir tanımlamayla açıklanmaya çalışılıyor, adını topyekûn bir soykırım seferberliği-girişimi olarak ( Avrupa’nın göbeğinde yaşanan Bosna olgusu- Irak, Somali, Mynamar vs… den söz ediyoruz) hala koyamıyorlar. Bölgenin her türlü insanı felaketlerinde bunların arzuyu kaçıran, zorlayıcı soğuklukları vardır. Batılı kimi yazarların bu cılız, kıytırık merhamet gösterileri tiksinti vericidir. Bu aşamadan sonra bu bölgenin yarasına, insanına, çektiği acılara dokunmadan kimse “var-olan”, “var-olmayan” gibi korkunç soyutlamalara el uzatamaz, buna Slavoj Zizek, Foucault da dâhildir. Çünkü o felaketler öyle bir zeminde yeşerdi ki, onlara dokununca insanın kanı yavaş yavaş donmaya başlar, felsefe bile çaresiz kalır, hoş artık eski filozofların sadece ismi kaldı geriye. Adalet, hak, ödev gibi sözlerin ancak organize edilmiş bir toplumda anlamı vardır. Batı yakasında artık görebileceğimiz o sarsıcı düşüncelerden, heyecanlardan pek eser yok, şeyler, kesinlikler, “değerler”(?), “roller”, tatminler, görevler var sadece. Çoğu kentlerinde yaşlı nüfusun getirdiği depresif ruh hali hâkim, yalnızlık ve can sıkıntısından bitap düşmüş hayaletler kol geziyor gotik yapılı düşler ülkesinde. Ama siz ona bakın ki hala hayatın içine değil, üzerine arsızca ve çoğu kez bilimsel metotlarla atlamaktan da geri kalmıyorlar, onu o kanlı pençeleriyle bir kez daha yok etmek, parçalamak, tahakküm kurmak için varlar, ardından kopuşa doğru ve her türlü kirli fanteziye ulaşıncaya dek kovalamaya yelteniyorlar. Kadim becerileri, marifetleri hala geçerlidir, tüm yapısal bunalımlarını yeniden “üretime” dönüştürme kapasitelerinden zerrece taviz vermediler. Son dönemlerde Batı yakasından yan sanayi dallarındaki üretim atölyelerinin ardı ardına ulaşan iflas haberleri ise bu refah toplumlarını derinden sarsmaya doğru yelkenleri çoktan açmış bile, 60 seneden sonra ilk kez Batı'da Banka batıyor! Doğunun uyanın devi Çin dünyanın üretim atölyesine dönüşme yolundaki son hamleleri Derrida’nın deyimi ile bu Asya kıtasının uzantısı kaya parçasını feci biçimde etkileyecektir. Avrupa ve Amerikan kökenli sözde eleştirel sosyolojisi asıl olarak sanayinin siparişi üzerine yapılan konformist araştırmalarla uğraşıyor, yeryüzünün bu en eski uygarlık beşiğinde( Ortadoğu) hangi trajediler, dramlar sahneleniyor pek ilgilerini çekmiyor. İtirazları ancak Zizek ses değerinde kalıyor. Sonuç ise yine aynı: Levinas’ta olduğu gibi “ötekinin” yüzü karşısında duyulan utanca dönüşür tüm yanıklar… Evren bir yana, Batı'nın bu utancı bir yana. Arzın bu yakasında önümüze bıraktığınız bu çözümlenemez enkazın kalıntısı önünde sizi hep bekleyeceğiz bay Zizek... Nesnelere yönelen her "nesnel" bakışın sonucu böyle bir gerekliliği de hep, ama hep zorunlu kılmaktadır...

Not: Borges Defteri’ne http://borgesdefteri.blogspot.com adresinden ulaşabilirsiniz .

5


Serdar

KOÇAK * ANLAMAK İLE BİLMEK ARASINDA ŞİİR

Bilmek güzel değildir, bilerek anlayamazsınız; eğer anlarsanız bilebilirsiniz. Eğer kurduğunuz sebep ilişkilerinden bıktıysanız, anlam arama çabası ile anlamak çabasını ayırdıysanız, durumun doğasında gizli kendiliğindenlik, gurur ve kusur, acıdan bir yol açarak girer dimağınıza; şiir işte budur: gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra beklemek. Böyle bir durumda, artık biliyorsunuz şiirsel bir metnin eksilerek oluştuğunu, eksilerek yazıldığını, kusurları "arıtma" çabasının beyhude olduğunu. İkisi birden: hem eksilme var, hem arıtma yok. Bilineni ele geçirmek çabasının sizden uzak olduğu açık, değiştirmemek için olanca gayretinizi seferber ediyorsunuz, değişecek olanı yakinen kavramak için, dimağınızı değiştirmeye çalışıyorsunuz. Gelgelelim siz tutucu bir şair değilsiniz. Dimağınızı keşfe çıkmadınız siz., nereleri tutayım endişeniz olmadı; o, kafanızdan eğik geçen resim neydi, sevdiniz, meraklandınız, birdenbire yatağınızdan fırlamaya alıştınız, geceleri gözünüzü uyku tutmuyor. "Durumu" kâğıda geçirmeye gayretlisiniz, olabilecek en sarih, en temiz ifade ile yapmaya çalışıyorsunuz bunu, hareketin doğal özü olan kusur kendiliğinden geçiyor kâğıda, ne kadar şaşırıyorsunuz. Ve işte bundan zamanı düşünmek saplantınız, tek bir an’a toplanmış kâinat diyorsunuz, ağız kenarlarınız haz içinde kıvrılıyor ve gözlerinize çizgiler çekiliyor; zaman yok diyor gözleriniz, meraklı meraklı gözlerinize bakıyorsunuz, ne komik diyorsunuz, oradan yeraltına yayılıyor gülüşünüz, suları içinde unutulan mesafe yazıyorsunuz kâğıda, daha ne kadar değiştiriyorsunuz. Dimağ nasıl yorumlar kendini, işte yapıp etmelerim diyorsunuz, bir filitre vazifesi ile kâğıda düşmesini resim sağlamalı, sağlayabilir diyorsunuz. Dimağa giren acı yolda çeşmeler var diyorsunuz, hemen de mutlu oluyorsunuz, kermelerinizi kaldırıyorsunuz, yaranızı yıkıyorsunuz, siz çocuksunuz. Bildiğim şeyle bilmem arasında bilme süreci var diyorsunuz, ikimiz onunla birbirimizi değiştirdikçe değişiyoruz, tek bir anda muallâkta duran deha bilsin bilmeyi diyorsunuz; anlaşılan siz fotoğraf çekeceksiniz: oluşurken ne eksilir fotoğraftan? Amma da meraklısınız. Gözlerinizi kapatın, anladınız, çünkü siz bir sanatçısınız. Keşfinizi açıklayın; bilme sürecinin gel-giti, bilen ve bilinen (kendini bilmeyen ve bilinmeyen) arasındaki ilişki ile açıklanamayan bir tarihi (geçmişi ve geleceği) içerir deyin… Aval aval geçip gitmekte olan saksağan kuşuna bakan küçük bir kız çocuğunu düşünün, susun, amma da aptalsınız, çünkü siz bir sanatçısınız. 2. Duruş, kendine özgü bir zamana sahip belleğe kendini gönderir, başka duruşlarda bekleyip, kendine benzeyen yahut onu karşılayan başka duruşların yanma, yakınına yerleşir; geçerken beklediği duruşları bellekte bırakarak. Kendini unutmadan, içinden geçtiği süreyi kendinde taşıyarak, bu yüzden kendisine iade olunur; bir şifre sözü gibi yalnız kalarak, bakış bu sürecin ötesinde yahut ardında kalmaz, süreç tarafından merhale içinde oluşturulur: Ba-

6


kış da bir duruştur, kendisini içeren şeyleri içeren ve bir bütün olarak kendisini içeren; böylece talihsizdir, belli bir andan itibaren var değil, kendindeki halde var; oluşması ile beraber vardır. Bakış ve bellek karşılaştığında (Bellek halde bir bakış olarak vardır) saf zaman ve billurlaşmış tarih karşılaşmış olur, eğer belleğin bir duruş olarak bir bakışın duruşu olarak, bu ikisinin şeylerde duruşu olarak varolduğunu düşünürsek, çok renkli bir hacimde, iç ve dışın aynı olduğu yerde olduğumuzu anlarız. Sanat bütün bu önceli eş ve ardıl zamana durmuş bir noktadan baktığı için kendisi ve bakışı bakımından hatadır. Bütün bu tuhaf kuralların düzenli işleyişi içinde doğan, onu yansıtan ve gelecekte bir gün yaratacağı kırılma noktasının ardına düşmeyi isteyen, önce olan, sonra var bulunan tanrısal şey. Bulunuş içinde ortaya çıkan önceden hazırlandığını ele veren; eksiltilen şeyin boşluğu; o boşluk! Eksiltilen şey bellekte üst üste düşer uzun süre, sonra birbirine sızan bellek anları olarak bakış, tesadüfi tek kuruluş olan dilde belirtili ve içrek manalar içerir tarzda bitişir. Burada hem bir sanat, hem düşünce ve dilin bir keşfedilmesi süreci olarak şiir ortaya çıkar. Bu hal içinde şiir geçerken düşünce ve dil sürecini değiştirir. Ortaya çıktığı anda artık anlatmak istediğini daha karmaşık başka bir noktada bırakmıştır. Anlamak çabasındaki, ayırdındaki şair bilmenin peşine düşmediği için bildiği şeyi değiştirmez, daha az değişen şeyi daha çok anlayabilir. Bizim anlama sürecimiz tek başına var olmadığı, başkalarının bilme sürecinin konusu olduğu için bizim bilerek, bilmeye ilişkin veriler içine yeni veriler katmamız beyhude bir çaba olur. Zira bunlar zaten sonsuz sonuçlara yol açar. Kendimizi bilmemiz ise en kötü sonuca yol açar: Bilmenin öznesini değiştirerek her şeyi değiştirir. Bütün bu her şey bir zaruret içinde olur.

ONDAN ÖNCE yazmışsındır ondan önce bir şiir yahu ben mi yazdım ne iyi yazmışım kırmızı ondan. vardır solgun ayazda bir sevgilim yırtıcı güneşlerde ilk sevdiğin yahu ben mi sevmişim ne kadar da güzel işte sevmişim.

vardır bir fotoğrafın sözgelimi Samatya'da uçan sandallara karşı evet yahu sensin amma da gençmişsin yanındaki mavi Raşel. vardır önce savaştığın kederli kederli savaştığın elin ceketinde kalmış Sakarya caddesinde vurulduğun yahu elbette sensin işte polisteki fotoğrafının bu aynısı. vardır önce hayatın uzak bir çatıda siperdesin merdivende yelde ıssız bir yılan kahveli bir çingene kadını kadını ilk öptüğün ondan önce yasemin. Serdar Koçak Avare Şiirler, Papirüs Yayınları, 2005

7


“Cemaziyelevvelini Bilmek”

(Bir kimsenin eski kötülüklerini, iyi olmayan geçmişini bilme anlamında kullanılır.)

Vaktiyle devlet dairelerinde yazılar, belgeler şimdiki gibi düzgün dosyalarda saklanmaz, torbalara konularak kaldırılırdı. Yazılar birikince, üzerinde o ayın adı yazılı ince, beyaz kumaştan yapılma torbalara yerleştirilip biriktirilirdi. O zamanlar ay adları mart, nisan, mayıs… değil; şevval, cemaziyelevvel, recep, şaban… gibi eski sözcüklerdi. Bu dairede Hasan ve Hüseyin Efendi adlarında iki arkadaş vardı. Bunlar çok iyi geçinirler, birbirlerini çok severlerdi. Bir gün Hasan Efendi hastalanır, birkaç gün kaleme gelemez. Arkadaşını merak eden Hüseyin Efendi, onu yoklamak ister, evine gider. Konuğu, yatağında yatan Hasan Efendinin yanına alırlar. Biraz sonra, evin hanımı kahve pişirir, ama o vakitler kaç göç vardır. Kadın, erkeğin yanına çıkamaz ki!... Şimdi kahveyi konuğa kim sunacak? Kadıncağız, pişirdiği kahveyi odanın kapısına kadar getirir ve içerden kocasının alması için kapıyı tıkırdatır. Hasan Efendi, yattığı yerden kalkıp kahveyi almak zorunda kalır. Konuk Hüseyin Efendi, kapıya yönelen arkadaşının giydiği gömleğin arkasında kocaman bir “cemaziyelevvel” yazısı görür ve anlar ki, Hasan Efendi, dairedeki kâğıt konulan torbaları aşırıp aşırıp evine getirmekte ve iç çamaşırı yapmaktadır. Nitekim “cemaziyelevvel” ayına ait torbayı da bozdurtup kendine gömlek yaptırmıştır. Hüseyin Efendi, o gün gördüğünü ne arkadaşının yüzüne vurur, ne de başka bir kimseye söyler. Gel zaman, git zaman Hasan Efendi, çalıştığı kaleme ve arkadaşı Hüseyin Efendiye müdür olur. Yeni müdür bey, eski hırsızlığını unutup iki lafın başında memurlarına ahlâk dersi vermeye, dürüstlük taslamaya başlar. Yani insanı bıktıran bir öğütçü olup çıkar. Hüseyin Efendi, bu büyük lafları dinler, dinler, susar, sabreder ama bir gün bıçak kemiğe dayanır, ağzını açar, arkadaşlarına karşı kızgınlıkla söylenir: --Artık yeter yahu!... Ukalalık yapıp durmasın!... Canımıza tak dedi öğütleri. Biraz da kendisine baksın. Ben onun “cemaziyelevvelini bilirim.” der. Arkadaşları, ne demek istediğini merak ederler, Hüseyin Efendi de müdürün vaktiyle hastayken sırtında gördüğü cemaziyelevvel torbasından bozma gömlek hikâyesini bir bir anlatır… Enver Naci Gökşen Atasözleri ve Deyimler, Koza Yayınları,1979, ss.18-20

8


Reyhan

SUR * DÖNÜŞÜ YOK BU YOLUN

(…) dinleyin koldaşlarım inleyen keman ağaçlarını gergin yayı ve reçinesiyle ufkumuzun tozunu nasıl körüklediğini armonikaların görün izleyin dizelerimize kurşun döküşünü kanunun ve hissedin ağız dolusu utku türkülerimizle ve avuç seslerimizle ve yürek gümbürtülerimizle ...ve tüm devinimlerimizle görün alevlerin kül çöküntülerinde çoğaldığımızı birbirimize (…)

9


“AHHAŞİRR” - M.Davut Yücel

10


Sel

EBEGÜMECİ * HO-RMON AL HO-RMON VER (II’imsi)

çeşnici selmanyana özenmiş bir küçük soytarı varmış. küçükmüş çünkü cepten düşme kabiliyeti varmış… sesinde köpek, hırıltısında kan varmış. dişlerindekini temizlediği civarda; kavuğunda hocası varmış… varmış da varmışa tekrar; izinde sürgünü varmış… bunca varlığa; dizinde çözülmüş bağı, ayakkabısında suyu yokmuş. feriştahı kopmuş saraydaki şahın boğazında kahkahası; iştahında lezzeti yokmuş. çeşnici selmanyanın peşinde; küçük soytarının şevke mecali yokmuş; bu şahın dudağını yukarı bükmek için… yokmuşda yokmuşa denk bir sızıda; simli toprağa at sürecek yüzü yokmuş… yeşilden geri alınmış kahverengi gibi bulamadan daha kendini bir şeylerin rengi olmuş… ışıltılı sövgünün kaşları gibi dikilirken rakıya; öylesine gerilmiş ki beli, tutamaz olmuş içindekini... şarrr döküvermiş...

11


Bengi Gizem

TURNA * HEYKELLERİ

(…) kendini öldür beni ara gelir seni ararım kendini öldür beni ara gelir seni alırım (…) Onur Akyıl

Yazı yazmak yasaktır!

12


Betül

YEGÜL * CELLAT

yaşını, başını, giyotinini almışsa insan daha ne beklemeli?

gitgide büyüttüğüm midemle insanları itiyorum birbirlerinin ağızlarından içeri kısa çöpün aklı uzun intihar elbiseleri giydiriyorum düğümleyip hafızamı kuyruğumda sıraya girin ruh eşleri bulun arşa simetri gerekli gereksiz utanıyorum beynimi iğneleyerek ölün.

13


Volkan

ÇELEBİ * BAĞLANMAK

"Hep gideceksin ama -gerçekten- bir kez bile değil!" (Blanchot'nun bir cümlesini terse çevirerek başlamış olduk bu aynı olmayan zamanlıkta) cümlesiyle bağlanalım bağlanmanın kendisine: Bağlanmak hep gitmektir ama arkada bırakılan ile bir bağı tutar sürekli olarak, bir görünmez iple tenleri birbirine bağlar,,, dans edilir bir o yan bir öbür yan iple gideni kendine doğru çekerken,,, ama bağlanmakta ruhlar sürekli birbiri içine geçtiğinden, aslında bir kez olsun bile gerçekten gidilmiş olmaz. Çünkü ruhun bazı parçaları giderken, bazı parçaları sürekli gelir ve bir içsel denge deşer durur içimizi. Ruh kendi ötekisinde kendi aynılığının zamanını ve mekânını bulduğunda altındaki toprak çekilir ilkin ve tatlı bir dengesizlik içerisinde bir yönsüzlüğe kapılır. Egonun hemen sınırında duyumsanan bu sınırsızlık bilinci, mantığın bütün sınırlarını alt üst eder ve kendisini artık duygunun, sezginin ve dışsal yaşamın içerisinde büyümeye başlayan aşkınsal bir diyalektiğe ve ara durumlara teslim eder. Ara durumların toplamı bağlanmak dediğimiz kesikli nefes almaya karşılık düşer, kesiklidir çünkü kendi karşıtına hiçbir zaman en tam varlığında ulaşamaz, nefes almadır çünkü içine çektiği hava yerine koyar sınırlarında gezindiğini. Fiziksel yer değiştirmenin, özlemlerin içerisinde en ateşli uzaklıkları ve yalnız başına kalmaları yaratmaların hepsinin anlamını bağlanmanın eşsiz doğasında aramak gerekir. Bağlanmak kendi içinde bağsızlığın, en özgür ruhsallığın derinlerine doğru devinir ve ikiyi bir yapmanın en saklı yasaklarında yeni yasaların yollarını döşer. İki kişi arasındaki bu en yoğun içselleşme ve dışsallaşmanın patladığı mükemmel bir zamanda, zamana mantığın yeni bir yasası daha bırakılmış olur ve tikelin tümel karşısında, tümelin kendisi olarak aldığı bir düşünce-şey daha yaratılmış olur. Bağlanmak, öngörülemezi (Deleuze'ü hatırlarsak) yaratır ve yaşamı şimdi'den alıkoyarak onu yeni şimdi biçimlerine teslim eder. Bağlanma ile "Bir yasa ortaya çıkar ama hiçbir şimdi olan şimdide değil..." diyerek bitirelim...

14


Zafer

YALÇINPINAR * AYAK ÜSTÜ İSTANBUL

1. yel değirmeni satın alıyordu emlâkçıdan şu yeni zaman donkişotu 2. aç komiyi fırçalıyordu, kravatlı ceketli iki adet beyoğlu 3. “Ne yapacağım?” diye geziniyor, çok borçlu yüz yıllık bir ciğerci 4. “ben edebiyata aidim.” diyordu rakı masasından sakin ve kara madenci 5. Çıracıyan, görmenin hikâyesini bilir kurt ağızlı deniz eskisidir 6. ve sayıbilmez yalnız başına tek şair: “İstanbul’un yarısını tanırım!” diyerek yüklenir

15


The Moon’u indirmek ve dinlemek için; http://zaferyal.kuzeyyildizi.com/themoon.zip adresini kullanabilirsiniz Piyano ile “Kış Gecesi” Şarkısı’nı okumak içi;: http://zaferyal.kuzeyyildizi.com/s25.html adresini ziyaret edebilirdiniz.

16


Mvstafa Berkay

IŞIK * KOVULMUŞLUĞUN BALADI

(…) ve dedi şeytan; binlerce yüz verdiniz bana ulu babamız, bağışı uzay tanrımız! peki bana sormadınız, neden olmasın bir tek yüzüm insanlara görünen bana inanacaklardır şüphesiz, sizin izninizle gene yanılsamaya ve büyük günahın cinselliğine aldanıp beni bu işe dahil etmeyiniz, lütfen, arzımı sunarım rolümü iyi yaparsam bu komplonun ardından demezler mi ki biz de iyiyiz o zaman ? balıklar iyi, yılanlar şerli hepsi sürünür maddenin sanrısında (…)

17


evler vardı Zaman’ın altında kaldılar Oktay Rifat

KINAR HANIMIN DENİZLERİ Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış karafaki rakısıyla şimdi dipsiz kuyulara su olan kınar hanım'dan düz saçlarıyla ne yapsın şehzadebaşı tiyatrolarında şapkalarını tüketemezmiş hiç İşte kel hasan bu kel hasan karanlığı süpürürmüş ters yakılmış güldürmemek için serkldoryan sigaralarıyla işte masallara da girermiş bir polis o zamanlardan beri sürme kirpiklerini aralayarak insanları çocukların Ve içinde birikmiş ut çalan kadın elleri olurmuş hep gibi bir üzünç sökün edermiş akşamları ağlarken kuyulara kınar hanım'ın denizlerinden. Ece AYHAN

KINAR’IN ÖLÜMÜ Sahnemizin en eski kadın sanatkârı Kınar Dağ, 14 ağustos gecesi Kadıköyündeki evinde hayata gözlerini yummuştur. Elli yıldan fazla bir zamandan beri sahnemize filimciliğimize hizmetlerde bulunan Konar’ın ölümü büyük bir teessür uyandırmıştır. 72 yaşında bulunan Kınar, Manakyan tiyatrosunda, Darülbedayi’de uzun yıllar büyük bir sanat aşkı içinde çalıştıktan sonra bir hayli ilerleyen yaşı kendisini yorucu sahne hayatından uzaklaştırmıştı. Fakat buna rağmen Kınar’ın içindeki sönmiyen sanat aşkı kendisini her fırsatta sahneye çıkarmış ve son yıllarda da yerli filimlerde çalışmıya sürüklemiştir. Yeditepe Dergisi, sayı:8, 1 Eylül 1950

“Kınar Hanımın Denizleri” Ece Ayhan’ın 1959’da yayımlanan ilk şiir kitabıdır.

18


evler vardı Zaman’ın altında kaldılar Oktay Rifat

19


“Sıkı Şiir Nerdedir?” 3D Modelleme ve Render SİNEM YALÇINPINAR

20


Nefise

PINAR * FIRTINA

ak denize yazılı iki parmak arzu hal; 1. batık nöbetinde uykusuz fener 2. deveboynunda güneş kursu ; tekinsiz gömüdür mavi dörtlük emzirir gün yüzü görmeyen memeler şişkin kasıklara daralan tekne çapa sallar rüyalarına dönemediğin burun fırtına bademleri yıkayan meltemle uyan domuz çukurunda bir biz vardık de arılara bir jandarma süngüleri

21


1. hakim kalemini kırar çarpılırsın adaya yanaşma adabeyi kıyıda kalma kumsokkanı bir sabrın başı düşüyor taşa tuz serpiyor gözlerine deniz vekil istemez duruş bu isimsiz 2. pruvada arabesk yakada endülüs gülü kokuları terk et tırnakların uzamalı bir delilik ne edip yırtmalı şu katır karanlığı ; ay doğsun yine ölsün yıldızlar çıksın tek tük sarılıp yürüdüğüm patikada kehanetini oluşturuyor içerlek bir dağ hesapsızca sürüyor hafriyat, bir bilici gibi sesliyor uzaklar, kırık gözlükle soyunduğun dans poyraz gök çakınca fırtına sektirmiyor cevaplıyorum, ey kafiyesiz dönüş seninle yaşadım ne yaşadım senin sularına gömüyüm ben. 23 Ekim 2007 - Datça

22


Janset

KARAVİN * bütün kuralların canı cehennemE

Beni mi istiyorsun?O halde neden gelip almıyorsun?Ağaçlar rüzgârda sadece eğilirler ve bir başka bahiste: "Dağlar yürüyor! Görmüyor musun?", der Tanrı. Yahut yağmur yağabilir şehre bir ikindi vakti, kırk gün kırk gece dinmeyebilir; bilirsin, bu şehir yüzyılların günahına gebedir; arınamaz.. (Üç nokta değil yalnızca iki tane, evet çünkü bu cümle bitmiştir. Senin başlayıp da kursağımda bıraktığın güzel cümlelerinin doyulmaz harflerinden vücut da değildir lekeler andırsa bile onları.) Veyahut (Evet evet bu cümle de bir bağlaçla başlıyor; hiçbir hata yok! Bir geceyi yepyeni bir güne nasıl bağlayamadıksa henüz, bin bir geceyi bağlarız dileğiyle geceye bir 'günaydın!'la başlamak kavlinden derin manalar yüklü çocukça hatta biraz da şımarıkça bir ilik (düğme sende) )... Veyahut diyelim ki, canın bir sigara daha telleyivermek ister hâlbuki yağmur çiselemiyordur bile ve öyle yalnız hissediyorsundur ki kendini, çektiğin her nefesin benim ciğerlerime eza verir olduğunu bile bile, durduk yerde gidiverir elin cebindeki pakete. Bir hırsız da olsan bilmeni istediğim tek bir şey var ve bunu sana asla söylemedim, bilmeni istediğim için. Eğer söyleyecek olsaydım, sözlerimi oluşturan ve kulaklarına süzülen o sesler faraza bir vapur düdüğünde ya da bir otomobil kornasında yahut da bir tramvay çanında (Hatta kendimi tutamayıp abartmalıyım belki de burada ve şöyle yazmalıyım, sana yazılmış bu satırları okumak edepsizliğini gösteren herkese rağmen "... günlerden yağmurertesi. Camda süzülen bir damlayı ben, parmağımla takip ederken sen, gecenin zifir karanlığına bir kibrit çakarak kutsamıştın hani o sevişmeyi..." işte o denli dingin bir ışıkta) ... ezilip yok olabilirlerdi; korktum. Bir başka deyişle... Yani demek isterdim ki şimdi sana... Hayır, sen bilmeliydin. Ben söylemeden, ben söylemeye yeltenmeden, söylemeyi düşünmeme lüzum bile kalmaksızın ve ansızın uzanıp tutuvermeliydin yere döküleyazan bakışlarımı mıhlamak için içinden geçen her bir düşe aşka dair, hem de hiç ama hiç utanmaksızın. Şimdi?Beni mi istiyorsun ve hâlâ zihninde (y)'ama'lı uzun upuzun, bitmek tükenmek bilmeyen, sonu gelmez, dipsiz, noktasız ve bol virgüllü cümleler var... (Doğru! Burada cümlenin sonunda bir soru işareti yok hakeza cevap sorudan evvel verilmişse cümlenin başına soru işareti konulmalıdır, evvel noktası sonra virgülü konmuş bir tutkusuz aşk gibi)Tekrar sormayacağım (Nokta da koymayacağım( .bütün kuralların canı cehennemE,,,

23


OTOPORTREDİR. “Şiir her şeyden önce, ama yalnızca bu öncelik bağlamında, bir metindir. Kurgunun sözcüklerle metinleşmiş biçimidir. Biz bu biçimi yeniden yarattığımız anda (okuduğumuzda) sözcüklerin oluşturduğu mekansal ve uzamsal bir dünyaya gireriz. Bu doğrudan bir dünya değildir.(…)” Metin Cengiz “Şiir, Dil, Şiir Dili”, Şiirden Yayınları,2006,s.7

Deniz Durukan, Metin Cengiz, Neşe Yaşın, 4. Yalova Şiir Akşamları-Temmuz 2003

Yukarıdaki fotoğraf Yasakmeyve Dergisi’nin Mayıs-Haziran 2004 tarihli 8. sayısının 139. sayfasında “Şiirin Uzun Tarihi/Şairler Eğleniyor” başlığı altında yayımlanmıştır.

24


“ …karşı olduğum o ‘geniş mezhepli’ katmanların çürük çarık değer yargılarını ve uydurma akıl yürütmelerini sergileyeceğim.(Bu yaz da çok şeyler öğrendim ben. Boyayı biraz kazımak, ipliklerini pazara çıkarmak istiyorum.) Şimdi ben biraz dar bir geçitteyim ama geleceğin tarihine (etimde kanımda duyarak hem de) inanırım. Sana yazdığım eski mektuplarda bu toplumun bir insan ilişkileri içre olmadığını dilimin döndüğünce anlatmaya çalışırken hiç öznel ve duygusal davranmamıştım…”

* Ece Ayhan, Poelitika Hazırlayan: Eren Barış

* OrtaDünya Yayıncılık Kızılırmak Sok. 35/9 Kızılay Ankara ortadunyayayincilik@gmail.com

25


KÜNYE NİYETİNEDİR

P.A.T! (Puşt Ahali Tarifesi) Zafer Yalçınpınar tarafından yayıma hazırlanmaktadır: Görsel düzenleme, katılımcılarla ilişkiler, düzelti, eşgüdüm, tanıtım, dağıtım, mücadele ve ortalama zekâyı bertaraf etmek gibi tüm bağlayıcı hamallıkları –bendeniz- Zafer Yalçınpınar üstlenmektedir. P.A.T!'ta yayımlanmasını istediğiniz yaratılarınızı zaferyal@gmail.com adresine -konu satırına "PAT içindir" ibaresini ekleyerek- gönderebilirsiniz. P.A.T! birincil ortam olarak interneti seçmiştir. Maddi ve manevi kâr amacı gütmez, dirsek teması umursamaz ve yalansızdır. İşbu derginin PDF dosyası biçimini istediğiniz ortamda, istediğiniz “insan”larla paylaşabilir, istediğiniz bağlantılarla(linklerle) çeşitli “insan”lara sunabilirsiniz. P.A.T!, Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nun bir türevidir. Puşt Ahali’nin e-posta grubuna, gruptaki tartışma ve paylaşım geçmişine http://groups.google.com/group/pustahali/topics?hl=tr adresinden ulaşabilir ve hatta gruba üye de olabilirsiniz. (Puşt Ahali’nin şiarları Ek-1’de yer almaktadır. Onları sezmeniz faydalı olacaktır.) İkinci tarifede görüşmek üzere…

26


EK-1: Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nun Şiarları 1. nasıl yalnız bırakır adamı bir meydan? aradan biri bağırdı: puşt ahali! - Enis Akın 2. "hiç birbirine çarpan kuş gördün mü havada. ama insanoğluna gelince üstelik yerde neler olduğunu biliyorsun?" - Ece Ayhan 3. Hemen anlaşılmayabilirsin, göze alacaksın. Çoğunluk her zaman başlangıçta yanılabilir, sonradan ayıyorlar sanki. Yan yan değil de doğru doğru yürüyen bir yengece bakarak, "sarhoş galiba" diyebiliyorlar. (…) İki şey bir arada olacak; sancak ve davul. Eğer tek davul olursa sünnet düğünü var sanırlar. Ama sancak da varsa, isyan, ayaklanmadır o. Bin yıllık Anadolu geleneğidir bu. - Ece Ayhan 4. Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin altında tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de)savaşmakla geçecek. –Bu yüzden de, ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur: Senin, onlarla savaşmak yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman... Ama savaşacaksın, gene de: sonuç her iki durumda da aynı olmayacak mı zaten – sen, zaten, ulaşman gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? –Ama, savaşırsan, en azından (nereye gelebilirsen) geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın – bu da boşuna olmayacak. - Oruç Aruoba 5. İnsanlar, gitgide, istediklerine, dilediklerine inanmakla yetindiklerini, düşünüp tartmayı, ölçmeyi, olanı biteni görmeğe çalışmayı yavaş yavaş bir yana ittiklerini daha fark etmiyorlardır belki de. Bunun farkına varmağa başladıklarında ise ortalık iyice kararmış olacak. Sabahları güneş yeniden doğar gibi olsa da, ortalık yerinden aydınlanır gibi olsa da, gecenin karanlığı bütün bütün dağılmayacak hiç.(…)Bir sabah, işe giden kalabalık, şehrin en büyük alanında yaya kaldırımının bir noktasında ikiye ayrılıyor, yere bakarak, ama hızını hiç eksiltmeyerek yürüyor, biraz ileride yeniden bir araya geliyordu.O noktada biri vardı; yerde yatan, ölü mü, yaralı mı, içkili mi olduğu, kazaya uğrayıp mı buraya atıldığı anlaşılamayan biri… Yüzükoyun yatıyordu. Bir küçücük çocuğun öfkelenerek yere attığı bir bez bebeği andıran bu adamın kollarıyla bacakları bir tuhaf duruyordu. Eklemleri, köşeleri çoğalmış gibi. Uzun süre kimse yanaşmadı bu adama. - Bilge Karasu

27


“Ben b u nl arı n cemazi y el ev vel i n i bi l i r i m.”

iletişmek için;

Zafer Yalçınpınar zaferyal@gmail.com http://zaferyal.kuzeyyildizi.com

P.A.T! 2.tarife Aralık 2007 “bayiinizden isteyemezsiniz”

28


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.