52hertz Fanzin

Page 1

{

geriye kalan h端z端nd端r. Biraz blues dinleyin benim i巽in.

}


Dostlarım; günün birinde katledilirsek, öldürülürsek, ölürsek; tek üzüntümüz, bundan sonra yazılacak olan harika kitaplardan yapılacak olan harika şarkılardan mahrum kalacak olmamızdır. Hakettiğimiz ve hakettiğiniz özgürlüğü alamamış olmamızdır. Ancak şarkılar yazılmaya, kitaplar basılmaya devam edecektir. Sizlerse özgürlüğünüz için birilerini rahatsız etmeye devam edeceksiniz. Şüphesiz Bundan sonraki ölümler sadece birkaç çirkin adam ve birkaç güzel kadından başka bir şey olmayacak. Sizler ise sokağa çıkın! ____________________________


ölüme gidiyorum… gün daha mı karanlık? o cennetteki yıldırım mı? görüyorum üstüme gölge uzanıyor kim bu korkunç gecenin habercisi? hayır, hiçbir şey doğayı rahatsız etmedi. etrafımdaki her şey gülümsüyor, ruhum sessiz ve uğultusuz, kalbim korkusuz ve ürkmüyor tıpkı iffetli ve saf bir bakire gibi. aşk hayallerinin üstünde güvendeyim ve uykuya dalıyorum bana söyleyin bu pişmanlık ne?

SON ŞARKI

n

Pierre François Lacenaire

merhaba sana, benim güzel nişanlım yakında kolların beni kucaklayacak! son düşündüğüm, ben beşikteyken seninle oldum. merhaba giyotin! yüce kefaret, kanunun son kısmı çıkarttı erkek erkeğe ve saf suçu işledi hiçliğin rahminde, umudum ve inancım.

(nam-ı diğer Dostoyevski’nin Raskolnikof karakterinin arakladığı, Baudelaire’in “modern zamanın kahramanı” dediği katil-şair.)

ah izin ver şarkı söylememe, kıvranışım olmadan birkaç dakika içinde sizi terk edecek hayatta pişmanlık bu baharımdaki günler ve birkaç öpüşme sevgiliyle yirmi yıldan beri beni cezbeden!

ÇEVİRİ: Su Uysal

son nefesimin içinde, kuğu şarkı söylüyor şimdi ah izin ver ölüm şarkımı söyleyeyim

erdem, sadece bir kelime, yeryüzünde her yerde böylece boşuna aradım tanrıyı! tanrı! erdem! görünün, gösterin ışığı! kalbim aniden önünüze kendini aşağılamaya gidiyor. tanrı! ama lanet adına, işkence adına en yüce ve en büyük yaratılan kim? erdem! uzunca bir sahtekarlık değil mi ki kim çaldı demirce zengin muhtaçlığı? kibirli zenginlik talebi yok güçten muaf kimsesiz zavallı, yetersiz olmalı. zavallı erdem! zavallı sefalet. ahlaksızlığa ve cam dolu hayata sahibiz! siz! merhametsiz ölümünüz: kaderiniz mi? endişelenmediğimiz ölümünüz ya da rezil oluşunuz. hançerimi kavradım ve dedim, ben: altın! kanlı altın… altın ve sonra kadınlar satın aldık ve ödedik bununla ya da kanla. kadınlar ve şarap… bir an yaşamak istiyorum kan… şarap… sarhoşluk… anı tutun ve sonra sizin bütün hukukunuza (kurallarınıza) boyun eğeceğim… benden ne istiyorsunuz? darağacı hakkında mı konuşacaksınız? buradayım… yaşadım… beklediğim celladım.

1 52HERTZFANZiN


K A A N K OÇ

Mon Amour

sarışın topuklarından geçip esmer avuçlarına katlıyorum kendimi diğer tüm derslerden bütünlemeye kalmış ve kimi çocukların bakmaya cesaret edemediği bir atlas gibi küskünlük diye geçiyor bu tabiata oysa safa taslar döküyorum başımdan aşağ; tenim temiz çok şükür biz ikimiz kavuşmadık daha afiyetteyiz keza tanrı sofralarında bizi kesen bıçak candan agâh mavi sırtına çarpıp da yığılan kuşları saymazsak saymazsak her durakta göğsünün griliği yanlış beklenti omzundaki morluğun hayatına girdiği o gecenin tanığıydım ben de; annen babana seni açık bir çek diye verdi eminim ama kendime büyüttüğüm bedevi rastlayacak çölde bir cenaze anına usulca yaklaşıp sonra yanına cesedin -mon amour -matmazel! -ya habibi -amin! düştüğün yerde tersliğim kaldırır seni sudur dumana ateşi

52HERTZFANZiN 2


ŞİNASİ FURKAN AVCI

Af Belki de en zorunu yapıyordum sakinliği tercih ederek. Ve desibeli yükseldiği yerde hayatın, sağır olabilmek için neyin var neyim yoksa önüme döküyor, takas öneriyordum Tanrı’ya. Gürültünün yine dayanılmaz olduğu bir günün gecesinden yazıyorum bu cümleleri. Yanılmıyorsam, Tanrı bu defa teklifimi kabul etti…

Bİpolar Bir hüzzam beşlisinin darmaduman ettiği Ekim ayında; ıhlamurgillerin “nasıl koksak” diye düşünüp durduğu ve henüz bir guguk kuşu olduğunun farkında bile olmayan minik kanatlının, Kaz Dağı’nda ilk defa kanat çırptığı bir günün şahitliğinde uyandım. Avuçlarım terliydi. Sıcaktan bunalmıştım ve yatağımda boğulmadan önce, nefes almak için denizin dibinden güneşe doğru can havliyle hamle yapan yaramaz bir çocuğu andırıyordum. Odamın eflatunsu duvarları benim olmayan o kadar çok şeyi çağrıştırıyordu ki, bir an korktum ve o dehşet dolu uykuma geri dönmek istedim. Böyle başlayan bir günden ne bekler ki insan…

3 52HERTZFANZiN


Lades Duygularımı bir süredir insan içine çıkarmamıştım. Onlar cıvatası gevşemiş bedenimde, serbest salınan ruhumun, bir acil çıkış düğmesi arama çabalarına tanık oldular. Bu sebeple ürkek ve kırılgan bir dönemden geçtiklerini söylemeliyim. Onları kiminle tanıştırsam mevsim kışa döndü, kar yağdı, çığ düştü. Bundandır her defasında görünen köye kılavuz isteyişim. Ama daha ne kadar sakınabilirdim ki onları? Bu gece salıverdim cümlelerimden, tanış ettim seninkilerle. Ve böylesi bir ladesi, ömür boyu unutmam artık. Aklımda…Tüm bunların karşılığı Latince’de tek bir kelimeyle açıklanabiliyordur muhtemelen. Kulağa hoş geleceğinden de eminim üstelik. Ancak bizim için kelimeleri çarçur etmenin hiç sırası değil. Bu gecenin manasını, buraların sakin denizi bilecek yalnızca. Eski bir sırdaş gibi saklayacak fısıldadığımız her şeyi. Bıraktığımız yerde, yine birlikte bulmamız için.

YILDIZLAR VE AMİN Dudaklarım ve ses tellerim bedenimin topraklarında bir bütün halindeyken, gözlerim senin sınırlarını ihlal etti bu gece. Onlar en cesaretli olanlarıydı. Ve bu ihlal için senden af dilemeyeceğim. Yıldızlar şahidim, dilemeyeceğim…

Hafıza Bu gece daha fazla yazma. Hatırladıkça lanet okuyorsun zihnine. Tanrı yok. Senin için ölen bir İsa olmadı. Ihlamurgiller konuşmaz. Sen hiç guguk kuşu görmedin. Sakin denizi unut. Tüm yıldızlar kaydı. Kimse yoktu. Özellikle de o yoktu. Bilmek acı çekmekti ve sen bildin. Ruhunu süse çeviren kara büyüyü sevdin sen. Kayıptır yirmi yedilerin. Hatırlasana, yedi gün yalnızlığı anlattın, sekizinde sen de gittin. İlaçlarını içmeyi ihmal etme artık!

52HERTZFANZiN 4


MİLES DAVİS’İN HAYRAN OLDUĞU HAKİKİ GIRNATACI GIRNATACI SAMMY JR. Mustafa Kandıralı İzmit’in Kandıra kazasında 1930 senesinde doğduktan sonra daha küçük yaşta başlayacağı gırnatayı öyle bir öttürür ki namını kendi dili hariç herkes duyar.Romanların hası bu harbi şoparın plakları Makendonya’da çok satanlar listesine girmiş, Avrupa’nın bir çok jazz dj’i tarafından ise programlarında yer verilmiştir. Çingene kanının verdiği o rakı kadehlerinin tokuştuğu hüzünle üflerken klarnetine, ruhu çalkalanmayan adam bulmak zordu. Öyle ki Zeki Müren’in cenazesinden sonra mezarı başında aletini öttürdüğü, sanat güneşinin ise Kandıralı’nın gırnatasından mahrum kalmamak için Tanrı’yla sıkı pazarlıklara girdiği bile söylenir. Kandıralı abimizi 80’lerde çocuk olanlar dedelerinin ve babalarının isteğiyle bayram günleri TRT’yi açıp, bir an da bu adamın o eşsiz melodileriyle karşı karşıya kalarak tanıdılar. Ve elbette çok şanslıydılar. Karaköy’de isim yaptıktan sonra en baba gazinolarda, babaların şah olduğu, yeni düvele ön ilikletecek haytaların gezdiği bir dönemde bir Kandıralı efsanesi de şudur ki; zamanında özel istek üzerine Ronald Reagan’a bile klarnet çalmıştır. Öyle ki bu hakiki gırnatacıya Miles Davis bile hasta olmuş, “ulan böyle şopar bende olsa dünyayı fethederim.” diyerek hayranlığını belli etmiştir. Miles Davis kiiim Kandıralı kim dediğini duyar gibiyim. Ancak Kandıralı abimiz Safiye Ayla ablamızla birlikte Amerikan turnesine çıktığı bir sırada orada tanıştığı müzisyenlerden bir kaçı abimizi bir gece kulübüne çağırırlar ve başlarlar çalmaya. İşte o gece Kandıralı abimizin sahnede eşlik ettiği kişi Louis Armstrong’dur. Miles Davis abimiz de onu burada dinleyip beğenmiştir. “Cazı da çözdüm orada... Biz de taksim yapıyoruz makama uyarak ama içimizden geldiği gibi. Cazda da hep bu var!”

5 52HERTZFANZiN


ANADOLU SEKS METİNLERİ

Resmi yahut ideolojik tarih aldatmacalarının her daim istismar ettiği “insan” yaşayışına dair tarihin hep tozlu odalarında sıkışan gerçekler, tüm bilgi dağarcığını sosyal medya ve internetin ne idiğü belirsiz dedikodularından oluşturan bir nesil için hayret vercidir. En temelimizde yatan ve pahasız “kaygılarımızdan” olan aşk ve güzergahındaki tüm hisleri, estetikten ve duygudan yoksun bir anlayışla yaşıyoruz. Dozajı bilinci dahi aşan hedonist eylemlerimiz, varoluşumuzunu bile fetişist bir kavrayışa maruz bırakırken; kadın-erkek ayırmadan muazzam bir objeleşme yaşıyoruz. Gelişen ve değişen ekonomik faktörler, postmodernizmin getirdiği bakış açıları, medya ve internetin gücü ya da insanın, kendi dışında olan ne varsa onlara bağlı olarak kurduğu tekil imparatorlukların ve buna bağlı olarak kitlelerin yönlendirlişi bu durumun sebeplerinden biri olabilir. Ancak burada daha sınırlı bir süre içerisinde seks eyleminin geçirdiği sürece bakacağız. Anadolu; cinselliğin günümüze kadar gelen kalıntıları doğrultusunda antik döneme dek tarihler vermektedir. Dionysos kültü, Adonis inancındaki seks tapınmaları, mitolojideki ensest ya da eşcinsel anlatılar, fallos tapımları, Priapalar ve bunlardan çok daha fazlasının olduğu Priapos(penis) kenti! Bunlar Bizans içindeki geçerlidir. Bu süreçte tek kesinti (bilgi yetersizliğinden dolayı) Anadolu Selçuklu dönemine rastlamaktadır. Osmanlı’ya geldiğimizde ise çok renkli bir seks külliyatı bizi beklemektedir. Doğu sanıldığının aksine bu konularda kapalı değildir; Abbasi Halifesinin sarayındaki çıplak kadın heykelleri, halifenin özel hamamında yer alan yarı çıplak rakkase resimleri bunlara çok güzel birer örnektir. Şimdi sizi Osmanlı seks külliyatıyla baş başa bırakıyoruz; “... Mahbude dahi ‘İncitti ey zalim!’ diye naz-u niyaz eyleyerek burun nağmeleri, sadalarıyla inzal karib olunca mahbudeyi saçlarından tuta ve zekerini sokup çıkara. Yani göte idhal etmiş ise çıkarıp ferc-i zibasına duhul ettire. Bu guna mücamatta bir derece lezzetyab olurlar ki, ta’biri mümkün olmaya. Bunun ismine ‘muhaffefeyn’ derler.” (Cüce Mahmud Bahnamesi, 18 yy – M. Bardakçı Osmanlı’da Seks) Buna ve buna benzer kitaplar saray tarafından yazdırılıyordu. Bu alıntıda gördüğünüz gibi daha bir çok pozisyon detayları ile tarif edildiği bahnamalerde sadece cinsel ilişki değil; konuşmalar, meyletme şekilleri, koklanacak yerler vs. izah edilir. Bu kitaplar cinsel seksi estetik kılmak içindir. Bunun ilk örneği Nasreddin-i Tusi’nin Bahname-i Şahi’sinin çevirisidir. Bu kitaplar ilim-irfan kitaplarıydı ki İbn-i Sina’nın da bir bahnamesi olduğunu unutmayalım. Akademik çevrelerde tartışma konusu olan Kühistan hükümdarı Keykavus’un yazdığı Kabusname’deki öğütler ilgi çekicidir. “...zira avrat teni soğuktur, kışın iki soğuk dokunur, oğlan teni ise sıcaktır, yazın iki sıcak kurutur.”

52HERTZFANZiN 6


17.yüzyılda Sultan İbrahim’in huzurunda oynanan Raks başlıklı şiire bir bakalım:

Kaldır eteğini bakayım Amına çakmak çakayım Başına sünbül sokayım Saçbağı devran senindir Senindir nazlım senindir Alemde devran senindir

Bir başka örnek ise, bugün Londra British Museum’da olan el yazması kitap Mecmua-i Saz u Söz (Ali Ufki, 1610-1675)’den

İkrah eder her kim baksa yüzüne Bakılır artık nüfus göte Eşek siki yeğdir bol bücüğüne Dayanırsın, gelmez sana zor gibi Yazık sana bu mekrler al olmuş Kel başına türlü türlü hal olmuş

Bir adım ötesi ise 3.Selim’in bir güftesi:

Ziver-i sine edip ruhı revanınm diyerek Emsem ol gonce lebin lalini canım diyerek

Osmanlı seks metinlerinin epey bir kısmını kapsayan eşcinsel yönelimlerde zamanında özgürce basılabilmiştir. Dellakname-i Dilguşa, Hübaname gibi birçok kitabın yanında Lamii Çelebi’nin şu dizeleri de önemlidir.

Merd isen ebde kahbeyi tutma Ger boyunca batursa altuna Lanet olsun ana ve maline de Mali me’lün, kendi mel’üne

Bunun yanında seks külliyatının eşsiz yazarı ve eşcinselliğini gizlemek zorunda kalmayan Enderunlu Fazıl’ın lezbiyenlik üzerine söyledikler: “Ey sevgili... Bugünlerde, yeni bir kadın türü ortaya çıktı. Bunlara sevici diyorlar. Eskiden böyle bir şey yoktu, hiç işitmedik. Sevicilik, kadın milleti için sanki kötü bir hediye... alet kullanıyorlar. İşin garibi, bu yola girenlerin hepsi temiz huylu, nazik, ilim-irfan sahini kadınlar...” Osmanlı’da Kamat Sutra’nın çevrisinden tutun da Zifaf Hatırası, Hamse-i Atai’de kocasının iktidarsız olduğu için boşanmak isteyen kadının kadıya şikayetinin tasvir edilmesi gibi birçok esere rastlarız. Bütün bunlardan bahsetme nedenimiz ne neo-osmanlıcılık ne de osmanlı karşıtlığıdır. Salt Osmanlı gerçeklerinin unutulmamasıdır. Utanmamız gereken bu metinler veya minyatürler değil bu vahim durumdur. Çağatay Olgun – Ensekökü Muhabbetleri Sayı 1’den.

7 52HERTZFANZiN


52HERTZFANZiN 8


Gerçek dİyaloglar bedenlere birakilmali ŞİRİN DÖĞÜŞ

9 52HERTZFANZiN


SERÇELER DAHİL MİRAÇ AĞCA

O gün, gökten bulut yağıyordu sanki ve grinin bütün tonlarını görüyor, tadıyor, kokluyordum. “Hiçbir renk sigara dumanına bu denli uyamaz” demiştim içimden, sonra çocukken annemle yaptığım bir konuşma geldi aklıma. Yine böyle sandıkta unutulmuş tanıdık bir fotoğraf burukluğunda bir kış günü, annemle pencere kenarında sokağı izliyorduk bütün işi kitaplar arasında uyuklamak olan iki kedi gibi. “Anne,” demiştim, “bu hava beni mutsuz ediyor bazen, çok sıkılıyorum.” Annem beyaz sabun kokan saçlarıma gömmüştü kafasını ve “Oğlum” demişti, “Allah dünyayı göremiyor da ondan. Allah gökyüzündedir, oradan bizi izler. Kışın bulutlar gizler bizi ve Allah bizi göremez. Ve biz de kendimizi mutsuz hissederiz.” Evet, mutsuz hissediyordum o gün de. Ama mutsuzluğun insana verdiği tarifi imkânsız, aşkî adamların gizliliğinde verdiği hazzı duyumsuyordum. Sokakta, derinlerde yolunu kaybetmiş karabatak gibi yanından geçtiğim insanların suratlarının tam ortasına bakıp, onları işlenmesi unutulmuş ya da çoktan işlenmiş de sonucu bilinememiş suçların faili ilan ede ede bir cami avlusunda buldum kendimi. Avlunun tam ortasında siyahlar içinde onlarca insan, bir tabutun etrafına kümelenmiş, birbirlerine sessiz bir müzikalin en can alıcı sahnesini haykırıyorlardı gözleriyle. Sessizlikleri avludan taşıp, kenarlara sıra sıra dizilmiş akasya ağaçlarının tepelerinde dallardan dallara hoplayan serçelerin kuyruklarından beyazlar halinde şıp şıp tekrar avluya düşüyordu. Tüm bu karmaşanın tam ortasında duran tahtadan yapılmış sfenks heykellerini andıran tabut da, kendi kendine bir türkü tutturmuş, sinsi sinsi gülümsüyordu bana ve diğerlerine. Bir vakit daha seyrettim olan biteni, sonra, biraz arkada caminin heybetli gövdesinin tam orta yerinde peydahlanmış bir çay ocağı görüp oraya doğru yöneldim. Yanından geçtiğim, üzerindeki siyah giysileriyle, kravat ya da tülbent bağlamış kargaları andıran kalabalık beni fark etmedi bile. Yanlarından bir hayalet gibi süzülüp geçtim, boş bir masaya kurulup demli bir çay eşliğinde olanları izlemeye koyuldum.

52HERTZFANZiN 10


Tabuttaki adamı görmeye çalıştım önce. Tutkularını, utandığında kızaran yerlerini, ilk sevişmesini, son nefesini dinlemeye uğraştım. Onunla sohbet etmek hatta yer varsa tabutun içine girebilmeyi istedim. “Ölebilmek” dedim kendi kendime, “bir insanın en üstün başarısı herhalde. Ve sen bunu başardın.” cevap vermedi tabut, tutturduğu türküye devam etti. “Aramızda bir fark yok aslında” diye başladım bu sefer söze, “ben de bazen ölüyorum ve öldüğümde kırmızılar daha bir allanıp pullanıyor gözlerimde, dağlarda bir başına gezen kurdun dişlerindeki masumiyet kadar oluyor hayallerim, öylesine kendinden eksik, öylesine yalan, öylesine kuyu dibi karanlığı. Öldüğüm zamanlar güneş, dünyayı üşütüyor ve biraz bahar için birbirimizin etlerini koparıp, daha fazla kendimize muhtaç kalıyorduk. Seninki de muhtemelen öyle.” Cevap yok. Cevap vermediği gibi bir hareketlenme oldu avluda. İnsanlar tabutun başında toplandı. Tabut, türküsüyle onlarca insanı ip gibi dizdi önüne. İnsanlar tabutun önünde ellerini kavuşturup sus pus oldular, az önceki sessiz müzikal gürültülü bir sessizliğe dönüştü. Tabutun başına gelen ve diğer tüm insanlara inat bembeyaz, posta güvercinlerine benzeyen sarığıyla bir adam, birtakım hareketler yapmaya başladı. Siyahlar içindeki insanlar, beyazlar içindeki insanın yaptığı her hareketi tekrar ediyor ve buna oldukça üzülüyordu, zira bazıları hüngür hüngür ağlıyordu. Beyaz adam, eliyle tabutu işaret ederek, “Hakkınızı helal ettiniz mi?” diye sordu, “Helal olsun!” dedi siyahlar, tekrar sordu, tekrar helal ettiler, ve tekrar, tekrar… Tabutun türküsünün nakaratı “helal olsun”du o anda. Ve herkes, sessizliği kıçlarından avluya bırakan serçeler dâhil, bu türküye eşlik etti. Sonra da omuzlar üzerine alındı tabut, evet, savaşı kazanmıştı ve şimdi kutlama zamanıydı. İçinden camları titreten gök gürültüleri geçen bir kutlamaydı bu ama kimseden çıt çıkmıyordu. O gün, bir bebek nefesi kadar gürültüsüz bir devrimdi avluda yaşanan ve silinmez yaşamak suçunun aklandığı her on saniyeden biriydi.

11 52HERTZFANZiN


İSYAN ALFABESİ GİZEM ALTINORDU şehrin ara sokakları, yatmış ışıkların dizine bakmaz kimse izine bir yıldızın gölgesinin. avlar yabozlar, serçelerin kanadını avlar tavlasın diye birbirlerini tanımayanlar - her birilerini. ben bir kavgayım kavgasın. kavgalar. neydi o şehrin duvarları öyle, bir devrimden yıkılmış kur’an iner her yağmurunda gökten, her bulut bir levh-i mahfuz. hoca, sana diyorum, caminin etrafına dizdiğin bu aynalar, cilvelenmiş, kisvelenmiş, bakmış bir dağa, uyumuş. -bir anarşist işerken devrimin duvarlarına ay vurunca vurulmuş bir mermide doğrulmuş bir karada görülmüş. ey gök, seni çağırıyorum, in aşağı, kün! ey hâr, yılkıların ateşinde dün yükselirken depremin suları, denizin sularına saçlarımı kesiyorum, saçlarım yedi iklim saçlarımda büyütürüm ölen kardeşliğimin sesini vurgununu özlemini. ben bir yarayım, ismim odalardan duyulur meydanlarda yankılanır, sokaklarda canhıraş pürtelaş bir işgal, bir infial, bir infilâk direnişin soyuna kendi adımı eklerim ölen benim, ölen ben, ölen benim, ölen ben -oralar uzak mıdır? beni bununla avutun! uzak mıdır bütün kara denizler, bütün kızıl gökler sevdanın bir adı yol, bir adı yoldaş ise bir adı kafeslerde sıkışmış kuştan göğüsler. vurdular, yılmadılar, vurdular sancımıza devrimin bir intihar olduğunu unutturdular bize. ne zaman baksam göğe, o gökte kuşlar ölür o gök mezar, göçmen kuşlar kara duaya durur. değil mi ki, eteklerimiz dolu sevda sanrısı eteklerimiz dolu sanrı, eleklerimiz kadınlığa gebe eleklerimizde elenir bütün karanlık dölü yoksulluk ebelenir teşne sokaklarda yaktılar ateşleri, meydanları yaktılar bağırırken yörük kelam, çağırırken dağlara, yazdılar talihi bir allahsız yazıyla.

52HERTZFANZiN 12


zerafetin boy aynasında görünür celal celal ki bütün duyguların en incesi la feta illa Ali la seyfe illa anarşi ben bir kavgayım, onların kanında duruyor devranın saati. tarafımız araf, tarafımız hertaraf tuttuğumuz bu edepsiz ebedi aynada darmadağın kutsalların ibadeti. bir halkın gözlerine kör ışık inmiş, kadınlar kasımpatı gibi solar durur yazbahar, ot taşın altında kalmaz, vurur taş zalimin suratına ağlama, kavganın gözyaşı olmaz, kavga bir çiçek gibi büyür memelerin üstünde memeler bu toprağın umay’ı, yasak! biz evrenin yasalarını da, yaralarını da biliriz anam, bir fiskeyiz hükümverenlerin mahrem yerlerine kadın sütün beslerken isyanların vaktini nisyanları lugatlerinin en süslü yerinde bismillahtır, eliftir, mimdir, hatimdir ve indir sen de kutsal kitabını, kutsal saçından indir ki bir keleş gibi büyüsün çocukların hazır ayaklanmaya, nazır sayıklanmaya dindir kanayan yerlerini, -ki- o yerler vaveyla. kadınlar bir kasımpatı gibi solar durur yazbahar ot taşın altında kalmaz, vurur taş, zalimin suratına. adı yoksuz, sanı yollu bu tekinsiz mekan saçlarımızı tütünlerle ördüğümüz bu köhne kaldırım hakkımızca öldüğümüz bu kalaysız coğrafyada dünya dönüyorsa kürdistan’ın hatrına bütün bozkırların, çocukların hatrına nasırların hatrına, türkülerin göl sesinin var oluşun anlamsız burjuvazisinin kadınların hatrına çenelerinde bir kargaşa dövmesi doğan güneşi utandıran bir sevgili gecesi hatrına bütün yaraların, bütün yaraların hatrına yasaları yapanların suratındaki taş hatrına elde doğu, belde batı, dilde sevda hatrına senin adın bir kar tanesi, yangın gecelerinde ağlama. oku, başladığı yerde bu alfabenin, isyan yerinden doğrulur ankara intifada.

13 52HERTZFANZiN


İBNE BAŞKAN ALKOLİK TARAFTAR Assis Da Cunha Riberio

17. Yüzıyılda veba hastalarını Hamburg’tan uzak tutmak için kurulan semt, sonradan; bohemlerin, liman işçilerinin, solcu öğrencilerin, anarşistlerin ve genelevlerin uğrak yeri olur. Takım 1910 yılında bu tayfa kurar. Volker Ippig, bu muhalif kimliğin iyice belirginleşmesine yol açar. Ippig; 17 yaşındayken, genç ve başarılı bir kaleci olarak, TSV Lensahn’dan transfer edilir. O sırada liseyi yeni bitirmiş olan kaleci, ekonomi okuyordur ve kafasında, futboldan önemli işler vardır. Bu genç adam, takımdan affını ister; 1980 yılında, Sandinistalar’ın Somoza yönetimini devirmesinin

52HERTZFANZiN 14


ardından Nikaragua’ya gider. Ippig, burada, bir yıl boyunca devrimcilerle birlikte bir hastane inşaatında gönüllü olarak çalışır. Almanya’ya döndükten sonra 1986 yılında takımın birinci kalecisi olan Ippig; dönüşüyle birlikte, semtte evsizlerin de yaşadığı Liman Caddesi’nde, belediyenin yıkmak istediği ama halk tarafından işgal edilen evlerden birinde yaşamaya başlar. Takımın en büyük düşmanlarından biri de Neo-Naziler. Bugün Millerntor adını alan statlarının adı da, sırf bu yüzden değişti. Stadın eski adı olan Wilhelm Koch’a karşı çıkılmasının nedeni; Wilhelm Koch’un, 1999 yılında, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne üye olduğu anlaşılmıştı. Yine Almanya’da 5 Türk’ün öldürülmesi olayından sonra taraftarlar “faşistleri siktir edin, hepimiz kardeşiz.” pankartı açmışlardı. Kulübün kurulduğu günden beri en büyük başarısı ya Almanya birinci ligine çıkmak ya da ezeli rakip Hamburg’u yenmek. Buna rağmen her maç da tribünleri tıklım tıklım dolu görebilirsiniz. Bu her maçı kaçırmadan, stadı dolduran insanlar biralarını keyifle yudumlarken; takım kulübün resmi marşı olmayan AC/DC-Hells Bells eşliğinde sahaya çıkar. Filistin’den tutun da Berkin Elvan’a, homofobiden FİFA’nın tanımadığı ülkelere özel hazırlanmış FİFİ World Cup’a kadar her şeye tepkililer. Öyle ki 2003 yılında kulübün başkanı eşcinsel tiyatrocu Corney Litmann’dı. Bölgenin en gözde gece kulübünü işleten Littman, futboldan anlamayan; ancak, felsefesine bayıldığı kulübünü kurtarmak için savaşmayı göze alan bir adamdı. Geçtiğimiz yıl misyonunu tamamladığını söyleyerek görevden ayrıldı. Kulübün amblemi ise kurukafalar. Sahanın içindeki köşe bayraklarında da görebilirsiniz bunu. Kurukafanın hikayesini, 30 yıldır ateşli bir St. Pauli taraftarı olan Klaus Oberender anlatıyor: “Kurukafa, korsan Störtebeker’i sembolize eder. Störtebeker, zenginleri soyup fakirlere dağıtan, Hamburg’un Robin Hood’uydu. Bir defasında, onu, elinde korsan bayrağıyla liman bölgesinde görmüşler. Sonrası efsane…” Ve St.Pauli’de günümüz endüstriyel futbolunda enfes bir efsane. VİVA ST. PAULİ!!!

15 52HERTZFANZiN


DERDİM BİR KARA ZAMAN GECE İŞARETİ Şüpheyle yaklaş bana Sözümden ötürü rumi eyle beni tebaandan Geldiğim yeri filizlendirmeden ağla El, pençe, divan Geceye üfle Hafif bir tarçın kokusu ve ay orada Kirliyim, her ırmakta ellerimi yıkayan ellerinle Bir yarayı yeniden oymuş gibisin Diktiğin yerleri yeniden sök Sözümden ötürü rumi eyle beni tebaandan Yatağının altındaki cinlere inanmış bir çocuk olarak Bir dua gibi sayıklarım adını uyumadan Geceye öykün Bu sen değilsin, bu aydınlık ten Safi bir taşın çatlaması Karanlık ormanlarda yalınayak alevlerin üzerinden geçmiş bir garip hali belirtir çün! Kırmızı bir esvap bürün intihara meyil eden yerlerine Kimi zaman da sarhoş ol unutulmuşluğumuzla Ahmak ıslatan bütün sevinçlerimiz

52HERTZFANZiN 16


DİZGİ-TASARIM

H I D I R M U R A T D O Ğ A N FOTOĞRAF - TASARIM - SANAT


PARASIZPULSUZ


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.