1. Uluslararası Akdeniz Sanat Sempozyumu

Page 1


Bu Kitap; AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ TARAFINDAN VUSLATIN 850. YILINDA HOCA AHMET YESEVİ SEMPOZYUMU, ÇALIŞTAYI, BİLDİRİLERİ, SERGİSİNDE YAYINLANAN ESERLERİ İÇERMEKTEDİR.

Editör

Doç. Dr. Ömer ZAİMOĞLU

Kapak Tasarımı

Yrd. Doç. Dr. Aydın ZOR

Sayfa Tasarım

Ozan Mertcan İNANÇ

Fotografik Düzenleme

İsmail Anıl ORAN

Sempozyum kitabında yer alan bildiri metinlerinden ve sergilenen çalışmalarından oluşabilecek her türlü hukuki sorumluluklardan eser ve bildiri sahipleri sorumludur. Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi herhangi bir sorumluluk kabul etmez.


SEMPOZYUM PROGRAMI Saat 10.00 - Sergi ve Çalıştay Açılışı Hoca Ahmet Yesevi’nin İzinde Anadolunun Aydınlanması

Saat 10.30 - Sempozyum Açılışı Saygı Duruşu ve İstiklâl Marşı

Açılış Konuşmaları Prof. Sadettin SARI (Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı) Yelmira ŞENDURAN (Ahmet Yesevi Üniversitesi Sanat Danışmanı) Birol EKİCİ (Antalya Büyükşehir Belediye Başkan Vekili) Prof. Dr. Mustafa ÜNAL (Akdeniz Üniversitesi Rektörü)

Davetli Konuşmacı Prof. Dr. İsmail YAKIT (Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü) “Kültür ve Düşünce Dünyamızın Mimarlarından Hoca Ahmet Yesevi”

Saat 11.30 - Kültür - Sanat Ödül Töreni Saat 11.45 - Yesevi Sanat Topluluğu Gösterisi Saat 13.00 - Öğle Yemeği Saat 14.00 - Sunumlar


1. Oturum

2. Oturum


ONUR KURULU

Muammer TÜRKER (Antalya Valisi) Menderes TÜREL (Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı) Prof. Dr. Mustafa ÜNAL (Akdeniz Üniversitesi Vekili) Prof. Dr. Musa YILDIZ (Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı)

DÜZENLEME KURULU

Prof. Dr. Mehmet KUTALMIŞ (Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektör Vekili) Prof. Dr. Cengiz SAYIN (Akdeniz Üniversitesi Rektör Yardımcısı) Prof. Dr. Erol GÜRPINAR (Akdeniz Üniversitesi Rektör Yardımcısı) Prof. Dr. Beykan ÇİZEL (Akdeniz Üniversitesi Rektör Yardımcısı) Prof. Sadettin SARI (Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı) Prof. Dr. Ahmet ÖGKE (Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı) Doç. Dr. Ömer ZAİMOĞLU (Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı) Yrd. Doç. Dr. Aydın ZOR (Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı)

BİLİM ve SANAT KURULU Prof. Dr. Abd-ı Kerim KAMAKOVA (Kazakistan) Prof. Dr. Adnan TEPECİK (Başkent Üniversitesi) Prof. Dr. Ahmet ÖGKE (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Ahmet TAŞGIN (Necmettin Erbakan Üniversitesi) Prof. Dr. Alev KURU (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Aysen SOYSALDI (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Bilal SEZER (Uşak Üniversitesi) Prof. Dr. İlhan ÖZKEÇECİ (Yıldız Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. İsmail ÇALIŞKAN (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Prof. Dr. İsmail YAKIT (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet BAŞBUĞ (Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa DENKTAŞ (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Osman ALTINTAŞ (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Oya SİPAHİOĞLU (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Savle JOLDASBEKOVA (Avezov Üniversitesi ) Prof. Dr. Serap BUYURGAN (Başkent Üniversitesi) Prof. Dr. Siyavush DADASH (Azerbaycan) Prof. Dr. Yıldıray ÖZBEK (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Zekeriya KARADAVUT (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Ahmet ATAN (İstanbul Gelişim Üniversitesi) Prof. Sadettin SARI (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Kuandık ERALİN (Kazakistan) Prof. Mezair AVŞAR (Türkiye) Doç. Dr. Abdullah KARAÇAĞ (Akdeniz Üniversitesi) Doç. Dr. Ahmet Selim DOĞAN (Atatürk Üniversitesi) Doç. Dr. Abdullah KÖK (Akdeniz Üniversitesi) Doç. Dr. Alaattin CANBAY (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Aysun ALTINÖZ YONUK (Gazi Üniversitesi)


BİLİM ve SANAT KURULU

Doç. Dr. Ayşe Derya KAHRAMAN (KTO Karatay Üniversitesi) Doç. Dr. Barış DEMİRCİ (Atatürk Üniversitesi) Doç. Dr. Bekahmet ABUSEYTOV (Ahmet Yesevi Üniversitesi) Doç. Dr. Bülent SALDERAY (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Cengiz ŞENGÜL (Atatürk Üniversitesi) Doç. Dr. Çağatay AKENGİN (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Ercan AVELBEKOV (Ahmet Yesevi Üniversitesi) Doç. Dr. Elmira GYUL (Özbekistan) Doç. Dr. Fatih BAŞBUĞ (Akdeniz Üniversitesi) Doç. Dr. Fikri SALMAN (Kâtip Çelebi Üniversitesi) Doç. Dr. Gültekin AKENGİN (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Kemal Reha KAVAS (Akdeniz Üniversitesi) Doç. Dr. Lütfü KAPLANOĞLU (Yıldız Teknik Üniversitesi) Doç. Dr. Meliha YILMAZ (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Meltem KATIRANCI (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Muhammet Emin KAYSERİLİ (Atatürk Üniversitesi) Doç. Dr. Mustafa KINIK (Necmettin Erbakan Üniversitesi) Doç. Dr. Oğuz DİLMAÇ (Atatürk Üniversitesi) Doç. Dr. Ömer ZAİMOĞLU (Akdeniz Üniversitesi) Doç. Dr. Raif KALYONCU (Karadeniz Teknik Üniversitesi) Doç. Dr. Roza SULTANOVA (Tataristan) Doç. Dr. Uğur ATAN (Selçuk Üniversitesi) Doç. Dr. Yunus BERKLİ (Atatürk Üniversitesi) Doç. Dr. Yusuf KEŞ (Süleyman Demirel Üniversitesi) Doç. Birsen ÇEKEN (Gazi Üniversitesi) Doç. Serkan İLDEN (Ordu Üniversitesi) Doç. Valida PASHAYEVA (Atatürk Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ŞİMŞEK (Kastamonu Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Attila DÖL (Niğde Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Aydın ZOR (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Cengiz ŞAHİN (Kastamonu Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Doğan ASLAN (İstanbul Medeniyet Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Gökalp PARASIZ (Atatürk Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Harun DİLER (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Hasan Tahsin SÜMBÜLLÜ (Atatürk Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ELİTOK (Atatürk Üniversitesi) Yrd. Doç. Mehmet Ali EROĞLU (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mehmet SAĞ (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Özcan ÖZKARAKOÇ (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Şeyda ERASLAN TAŞPINAR (Atatürk Üniversitesi) Yrd. Doç. Enver GÜNER (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Ömür KOÇ (Muğla Üniversitesi) Yrd. Doç. İ. M.V. Noyan GÜVEN (Kastamonu Üniversitesi) Yrd. Doç. Muhammet BİLGEN (Kastamonu Üniversitesi) Yrd. Doç. Ruhi KONAK (Kastamonu Üniversitesi) Yrd. Doç. Şemseddin Ziya DAĞLI (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Zafer LEHİMLER (Atatürk Üniversitesi) Marat TURGIMBAY (Kazakistan) Mereke AYDARŞA (Kazakistan)




Akdeniz Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından 1. Uluslararası Akdeniz Sanat Sempozyumu, – Çalıştayı – Sergisinde tarihimizin unutulmaz ismi Ahmet Yesevi (Ata Yesev) Türk mutasavvıf ve şairine dair yapılan “Vuslatının 850. Yılında Hoca Ahmet Yesevi”yi anlatan çalışmaları görmek ve bunları gelecek nesillere taşımak bizler için, medeniyetimiz için çok büyük önem arz eder. Atalarımız ve bizler için Ata Yesev, tarihte bilinen ilk büyük Türk mutasavvıfı ünvanını da taşımasıyla birlikte, Türkistan Türkleri’nin İslam’ı kitleler halinde kabul etmeye başladığı 10. yüzyıl, Türk dünyası için tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Bu yüzyıldan itibaren Türkler İslamiyet anlayışını, hoşgörüyü, barışı benimsemişlerdir. Ahmed Yesevî, bir yandan İslâm şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikat adap ve erkânını öğretmeğe çalışırken bir yandan da İslâmiyet’i Türklere sevdirmeyi, Ehl-i Beyt âkidesini yaymak ve yerleştirmeyi kendine gaye edinmiş bilgin, araştırmacıdır. Bu eğitmenlik vasıflarından ötürü hikmetleri tüm ilime, bilime, kültüre ve sanata ilham ve kaynak olması Divan-ı Hikmet, Akaid gibi kitaplarıyla dünyaya, bize hoşgörüde, barışta, anlayışta ışık olmaktadır. Hoca Ahmed Yesevi Türbesi, 2002 yılında UNESCO tarafından dünya tarih eseri olarak kabul görmesi ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından TİKA marifetiyle yeniden tamir edilmesi bizlerin araştırma yapmamızda, öğrenmemizde tarihimizi ölümsüzleştirilmesinde en büyük kaynak konumundadır. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından 2016-2017 yıllarının “Ahmet Yesevi” yılı olarak ilan edilmesiyle dünyaya insanlığı, anlayışı, barışı, hoşgörüyü anlatmasına vesile olmaktadır. Bu etkinliğe dünyanın her bir tarafından katkı sağlayan her bir sanatçımızın eserleri bu amaç ve idealler doğrultusunda bizlere, medeniyetimize ivme katmaktadır. Bizleri muhasır medeniyetler noktasına taşımak isteyen tarihe, kültüre, eğitime, sanata emek veren, ivme katan başta atalarımıza, bunu kendine amaç ve ideal edinmiş herkese sonsuz teşekkür ederim. Bu amaç ve ideal doğrultusunda; “Vuslatının 850. yılında Hoca Ahmet Yesevi” konulu kapsamlı ve büyük bir organizasyonun yapılmasında katkı sağlayan destek veren UNESCO’ya, Antalya Valiliğine, Antalya Büyükşehir Belediyesine, Ahmet Yesevi Üniversitesine katılan herkese teşekkür ederim.

Prof. Dr. Mustafa ÜNAL AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ



Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi 1999 yılında eğitim-öğretime geçtiğinden itibaren araştıran, üreten, bilime ve sanata ivme katan, geleceğin sanatçılarını yetiştiren bir fakülte olmuştur. Benim aktif olarak göreve başladığım 2010 yılından itibaren de bilime, sanata, kültüre katkı veren, katkı vermek isteyen kurum, kuruluş veya sanatçıların kısacası herkesin yanında olan bir fakülte konumundadır. Güzel Sanatlar Fakültesi olarak sadece 1 eğitim öğretim yılı içinde öğrencilerimizin de aktif olarak katılım gösterdiği disiplinel,ve disiplinlerarası sergi çalışmaları, konferanslar ve çalıştaylar yapmaktayız. Bölüm sergileri, uluslararası ve ulusal alanında uzman akademisyen sanatçı arkadaşlarımızın sergiler, çalışmalara fakültemiz ev sahipliği yapmaktadır. Aynı şekilde, büyük bir titizlikle ve özenle organize edilen 1. Uluslararası Akdeniz Sanat Sempozyumu, – Çalıştayı – Sergisinde çok değerli hocalarımı, arkadaşlarımı, öğrencilerimi görmekten, bir arada olmanın da haklı gururunu yaşamaktayım. “Vuslatının 850. yılında Hoca Ahmet Yesevi” konulu kapsamlı ve büyük bir organizasyonun yapılmasında katkı sağlayan destek veren UNESCO’ya, Antalya Valiliğine, Antalya Büyükşehir Belediyesine, Ahmet Yesevi Üniversitesine ve Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dok. Mustafa Ünal’a katılan herkese teşekkür ederim. Aynı şekilde bilim ve sanat ortamını sağlayan bu etkinliği organize eden Fakülte deka Yardımcım Doç. Dr. Ömer ZAİMOĞLU’na ve destek veren katkı sağlayan herkese teşekkür ederim.

Prof. Sadettin SARI GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ DEKANI



Öncelikle Hoca Ahmet Yesevi gibi büyük bir şahsiyeti konu edinen bir sempozyum düzenlenmesinden son derece mutluluk duyduğumu ifade etmek istiyorum. Ahmet Yesevi’nin yetiştirdiği 99 bin Alperen, Türklerin yaşadığı bütün topraklara dağılmış, Çin Seddinden Adriyatik Denizine kadar bir bölgenin Türkleşmesine ve İslamlaşmasına katkıda bulunmuştur. Verdiği hikmet dersleriyle Anadolu’nun Türk Yurdu haline gelmesini sağlayan din ve devlet büyüklerimizin ilham kaynağı olmuştur. Türk şairlerinin piri sayılan Yunus Emre’nin yolunu açmıştır. Sizler sayesinde de Hoca Ahmet Yesevi’yi anmak, anlamak ve onun mesajlarını tekrar milletimizin dikkatine sunmak için çaba gösterenleri kutluyorum. Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından 23-25 Mayıs 2016 tarihleri arasında 1. Uluslararası Akdeniz Sanat Sempozyumu Vuslatının 850. Yılında Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu- Çalıştayı-Sergisi’nin düzenlenmesi, 2016 yılının UNESCO tarafından Hoca Ahmed Yesevi Yılı ilan edilmesi vesilesiyle oldukça önemli bir etkinlik olmuştur. Bu sempozyum için Türkiye’nin birçok yerinden alanında uzman akademisyenler katılmıştır. Hoca Ahmet Yesevi’nin mirası, eserleri ve etkileri değerli akademisyenlerimiz tarafından ele alınmıştır. Hoca Ahmet Yesevi’nin bugüne kadar eserleri ve hikmetleriyle tanınmasından sonra, Ahmet Yesevi’nin sanatsal anlamda da tanıtılması bizleri son derece mutlu etmiştir. Düşünce ve kültür dünyamızın mimarlarından Hoca Ahmet Yesevî üç gün boyunca çeşitli yönleriyle ele alınarak onun sanatsal yönünün de tanıtılmasında katkı sağladıkları için düzenleme kuruluna teşekkür ediyorum. Bu vesileyle Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğüne ve sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen herkese teşekkür ediyor, siz değerli dostlarımızı bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Prof. Dr. Musa YILDIZ AHMET YESEVİ ÜNİVERSİTESİ MÜTEVELLİ HEYET BAŞKANI



Türk Dünyası olarak tabir edilen, Akdeniz’den Pasifik Okyanusu’na uzanan geniş coğrafyada, sayısız ilim, kültür ve sanat adamları yetişmiştir. Türk Dünyasının manevi kültür denizine önemli katkıları olan Hoca Ahmet Yesevi, bu coğrafyanın yetiştirdiği en büyük alimlerden biri olarak 850. Yılında da öğretileriyle gelecek nesillere ışık tutmaktadır. Türk sofuluk geleneğinin başı “Pir-i Türkistan” olarak nam salan Hoca Ahmet Yesevi, Türkistan coğrafyasından Anadolu’ya uzanan inanç kültürünün köklerini oluşturması açısından abidevi bir şahsiyettir. Bu doğrultuda UNESCO Türk Milli Komisyonu tarafından sunulan ve örgütün idari işler, bütçe, insan kaynakları ve dış ilişkiler komisyonlarında kabul edilen öneriye göre Sufi ve Şair Hoca Ahmed Yesevi’nin Ölümünün 850. Yıldönümü olan 2016 yılında kutlanacaktır. Buna göre UNESCO Anma ve Kutlama Yıldönümleri Programı’na alınmak üzere Genel Konferansında karara bağlanarak, Yürütme Kurulunca kabul edilmesiyle birlikte yurdumuzun çeşitli illerinde kurum ve kuruluşlarca anma etkinlikleri, sergiler ve bilimsel programlar düzenlenmiştir. Akdeniz Üniversitesi Kültür Sanat Araştırma Merkezi olarak bu önemli şahsiyetin gelecek kuşaklara tanıtılması ve kalıcı eserler meydana getirilmesi amacıyla bir sempozyum ve sergi düzenlemesine karar verilmiştir. Bu etkinlik, “bütün mahlukat Allah sevginin bir parçasıdır ve bütün her şeye bu sevgiyle yaklaşmadıkça Allah’a kavuşulmaz.” Temennisini dile getiren Hoca Ahmed Yesevi’nin öğretilerini ve barışın sembolü olan kişiliğinin anlatılması adına önemli bir fırsattır. Hoca Ahmet Yesevi’nin binlerce müridi, talebesi ve birkaç da yardımcısıyla çıktığı bu yolda 850. Ölüm yıldönümünde de anılabiliyorsa, Türk Dünyasının engin kültür denizi ve bilim atlasının ne denli güçlü bir etkiye sahip olduğunun bilinmesi gereklidir. Bu düsturla başta Rektörümüz Prof. Dr. Mustafa ÜNAL’a, Ahmet Yesevi Üniversitesi Başkanı Prof. Dr. Musa YILDIZ’a, sempozyuma değerli tebliğleriyle katılan bilim adamlarına, sergiye eserleriyle iştirak eden sanatçılara katılımlarından dolayı teşekkür eder, başarılı çalışmalarının devamını dilerim.

Doç. Dr. Ömer ZAİMOĞLU Editör



23-25 MAYIS 2016

BİLDİRİLER



BİLDİRİLER DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DÜNYAMIZIN MİMARLARINDAN HOCA AHMED YESEVÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DÜNYAMIZIN MİMARLARINDAN HOCA AHMED YESEVÎ Prof. Dr. İsmail YAKIT Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü Bşk. ANTALYA

Bugüne kadar yapılan ilmi tespitlere göre, Türk-İslam Düşüncesinin temelde üç büyük mimarı vardır: Farabî, İmam Maturidî ve Hoca Ahmed Yesevî. Bunlardan Farabî, Mantık ilminde Aristo’dan sonra dünyada “Mualim-i sanî” ünvanını almış ve Türk felsefi düşüncesinin beynini teşkil etmektedir. Eserlerinden istifadeyle İbn Sina, İbn Rüşd, İbn Bacce ve İbn Tufeyl gibi Avrupa’ya büyük etkileri olan dâhiler yetişmiştir. İmam Maturidî ise, İmam Azam ekolünü devam ettiren ve Kelam ilminde Halefiliğin akılcı yorumcusu olan bir diğer dâhidir. İtikatta imamımızdır. Üçüncüsü ise, Türk tasavvuf dünyasının büyük önderi ve kendisinden sonra yetişen birçok mutasavvıf ve dervişler üzerinde derin etkileri olan Hoca Ahmed Yesevî’dir. Yesevî, Türklerin manevi hayatı üzerinde asırlarca müessir olmuş bir şahsiyettir ve hayatı hakkında maalesef fazla bir bilgimiz yoktur. Onun büyüklüğünü ve kerametlerini konu edinen kaynaklar halk muhayyilesiyle zenginleşen menkabelerden ibarettir. Bu itibarla onun gerçek hayatını ortaya çıkarmak oldukça güçtür. Gerek kendisinin “Hikmetler” inden, gerekse hayatını ele alan bazı kaynaklardan elde edilen bilgilere göre “Yesevî, M. XI. asrın ikinci yarısında Batı Türkistan’ın şimdiki Çimkent şehrinin yakınındaki Sayram kasabasında tarih kesin olmamakla beraber M.1093’te doğmuştur. Babası devrinin tasavvuf erbabının önde gelen simalarından olan Şeyh İbrahim’dir. Yesevî, 7 yaşında babasını kaybeder ve ablası ile yakınlarının yanına, Yesi şehrine gelip yerleşirler. Türk menkabelerine göre bu Yesi şehri meşhur Oğuzhan’ın başkenti olarak gösterilir ve o sıralarda orada Arslan Baba adlı meşhur bir Türk mürşidi yaşamakta ve onun tasavvuf geleneği devam etmekteydi. Ahmet, ilk tahsilini burada yaptıktan sonra Maveraünnehr diyarının ünlü İslâm merkezi olan Buhara’ya gelir. Buhara, o zamanlar Karahanlılar’ın hâkimiyeti altındaydı. Burada devrinin en ünlü âlim ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf Hemedânî’ye intisap eder. Hemedânî’den çok istifade eden Yesevî onunla birlikte çok yer gezer. Bilahare Hemedânî’nin üçüncü halifesi olur ve Buhara’dan şeyhin yerine geçer ve ondan aldığı manevi bir işaretle tekrar Yesi’ye döner ve tasavvufî hayatını orada sürdürür. Yesevî’nin İbrahim adında bir oğlu olmuşsa da, çocukken vefat ettiğinden zürriyeti kızı Gevher Şehnaz’dan devam etmiştir. M.1166 yılında vefat eden Yesevî’nin vefatına Gulam Muhammed

21 21


BİLDİRİLER “Hazinetü‟l-Asfiya” da ebced hesabıyla iki tarih düşürüldüğünden bahseder. Bunlardan birincisi “Ahmed kâşif-i Hakk” (Hak sırlarını açan Ahmed= H.562/M.1166) diğeri de “Ahmed veli-i cennetî” (Ahmed cennetin velisidir=H.562/M.1166)‟dır. Yesevî’nin mezarı üzerindeki türbe, XIV. asırda Timur tarafından yeniden muhteşem bir şekilde yaptırılmış ve inşaatı 2 yıl sürmüştür. Timur’un yenilmezliğinin, Ahmet Yesevî’ye gösterdiği bu hürmetten dolayı olduğu inancı Türkistan halkı arasında hâlâ yaygın olan bir inançtır. Vaktiyle pek çok Özbek ve Kazak zenginleri daha sağlıklarında türbe yakınlarında bir parça toprak alıp, vefatlarında oraya gömülmek için âdeta yarışmışlardır. Böylece türbesinin civarı bir mezarlık haline getirilmişti.”(Yakıt, Hoca Ahmed Yesevî..s.199-200) Tarihte kendilerini Ahmet Yesevî’nin zürriyetinden geldiklerini iddia eden başta Evliya Çelebi ve Üsküplü Şeyh Ata olmak üzere pek çok ünlü vardır. Şunu her şeyden önce belirtmek gerekir ki, Yesevî’nin etrafında toplananlar, İslamiyet’e yeni fakat çok kuvvetli ve samimi bağlarla bağlanan göçebe ve yarı göçebe olan Türkler idi. Hoca Ahmed, dervişlik ve tasavvuf ilke ve âdâbını onlara telkin etti. “Pîr-i Türkistan” lakâbıyla 9 asırdan beri şöhretini sürdürmekte olan Ahmet Yesevî, nüfuzu, düşünceleri ve etkileri ile sadece Türkistan’da kalmamış, bütün Türk illerinin ortak manevi bir lideri olarak hüviyetini hâlâ muhafaza etmekte, türbesi bütün Türk illerinin ortak mukaddes mekânı olarak kabul edilmektedir. Bu hususiyet, onun ilmî ve edebî şahsiyetinin yanısıra, tasavvufî eğitim ve irşadındaki büyük başarısı ile fikir ve düşünceleri tespit ettiği üniversal ilkelerde aranmalıdır.”(Yakıt, Hoca Ahm. Yes. s.201 ) Şurası bir gerçektir ki, “Ahmed Yesevî’nin zuhuru, zirveye doğru yükselişin yaşandığı devrede, Türk milletine manevî takviye olmuş, hatta kendisinden sonra yüzyılar boyu devam eden ve Türk milletinin Viyana önlerine kadar gidişini hazarlayan ruhun, manevî mimarlığını verdirecek dereceye ulaştırmıştır. Bir manada kendisinden sonra yaşanan Türk asırlarının manevi pîri olmak vasfını kazanmıştır. Zira onun irşad için yeni vatanlaşan Anadolu’ya gönderdiği halefleri yüzyılar boyunca nesilden nesile devam edecek şekilde Ahmed Yesevî’yi yüzyıllar boyunca yaşatacaklardır. Bunlar Alp Erenler veya Selçuklu Devleti’nin kurulduğu Horasan’a nispetle “Horasan Erleri” olarak adlanırlar. Ahmed Yesevî’nin Anadolu’ya ulaşan halkalar arasında; Sarı Saltuk Baba, Ahi Evren, Yunus Emre, Geyikli Baba, Somuncu Baba, Hacı Bayram Velî ve Budin fethinde yer alan Gül Baba’ya kadar uzanan binlerce Pîr’in varlığı, Ahmed Yesevî’nin kendisinden sonraki yüzyıllara manen hükmedişin ifadesidir.” (M. Kafalı, Ahmet Yesevî Yaş Dev…s.167 ) Merhum Fuad Köprülü, Hoca Ahmed Yesevî’nin tesirini dört büyük alanda araştırmak gerektiğini söylüyor. 1) Kıpçak, yani bugünkü Kuzey Türkleri alanı 2) Türkmen

22


BİLDİRİLER alanı 3) Âzerî alanı 4) Batı Türkleri yani Anadolu ve Rumeli alanı (Köprülü, Türk. Ed. İlk Mut.s. 174) Gerek “Divân-ı Hikmet” adlı eseri, gerekse kendisinden bahseden kaynaklar tarandığında Hoca Ahmet Yesevî karşımıza bazen mutasavvıf bazen din bilgini, bazen şair, bazen nasihatçı ve bazen de melâmet kisvesiyle çıkar. Bütün bu veçhelerin tek ve değişmez tarafı eğitimciliğidir. İnsanı eğitmeyi ve onun mükemmel bir varlık haline gelmesi için bilgi ve birtakım beceriler kazanması yolunda yönlendirmeyi gaye edinmektedir. Arapça ve Farsçaya derin vukûfuna rağmen “Hikmet”lerini Türkçe ifade eden Yesevî, yaşadığı cemiyetten kendini ayrı görmeyen çok kültürlü bir kişidir. O’na göre cemiyete düşünceleriyle yön verenler, yaşayışlarıyla da örnek olmalıdırlar. (Yakıt, Hoca Ahm. Yes s. 201 ) Ahmed Yesevî’nin halkasında “halk akşamları dinî-tasavvufî sohbetlerin yapıldığı ve Divan-ı Hikmet’ten şiirlerin okunduğu toplantılara katılıyor ve bir nevi yaygın eğitim gerçekleştiriliyordu… Bu eğitimin sonucu olarak Yasevînin açtığı çığırda gelişen tasavvuf ve tarikatler, Türk milletine yeni bir ruh ve düşünce genişliği kazandırmış, Türklerin hayatı algılayış biçimine yön vermiş, milli kültürün gelişmesine hizmet etmiştir.” (Ertürk, Türk. İsl. Alg..s.124 ) Allah-kâinat ve insan ilişkilerini herkesin anlayabileceği bir şekilde izah etmesini bilmiş ve şiirin teshir edici üslûbu içinde onu yoğurmuştur. Yesevî hiçbir zaman “panteizm”le özdeşleşen bir inancını yaymak ve telkin etmek gibi bir düşüncenin içinde olmamıştır. O’nun bu konudaki düşüncesi yegane varlık telakki ettiği Hakk’ın mevcudiyeti ve nefsini aşan insanın ilahi varlıkta bulacağı beka billah’tır. İşte bundan dolayı Yesevî’de, ne batının panteizmine ne de birçok kaynaklardan sürüp gelen inanç ve fikirlerin kaynaşmasından tevellüt eden kozmopolit düşünce ve telakkilere rastlanır. Hatta Yesevî, bir misyon adamıdır. İslâm’a zararlı cereyanlarla mücadele etmiş ve onlara karşı cephe almıştır. Ehl-i sünnet akîdesinin Orta Asya’da yayılması onun sayesinde olmuş hatta Türklerin sünnî oluşunda İslâmiyet’i millî bir perspektife göre yorumlamada Yesevî’nin payı büyüktür. Yesevî bir tasavvuf adamıdır ama millî unsurlarla İslâmî unsurları yoğurmuş, bir diğer tabirle, dinî hükümlerle tasavvufu dost etmeyi bilmiştir. O’na göre dine dayanmayan bir tarikat bâtıldır. Bugün Nakşbendiye ve Bektaşiyye adı verilen tarikatların ana kaynağı Yesevîliktir. Bu tarikatların tarih içinde yayılışı ve etkileri farklı olsa da Yesevîliğin işgal ettiği yer farklıydı. Bu konuda Köprülü şu tespitleri yapar: “Maveraünnehr Türkleri arasında Nakşbendîlik büyük bir yer kazandı ve bu tarikat

23


BİLDİRİLER Yesevîlik’ten doğmasına rağmen, Horasan ve Harezm’i de kapladı…Nakşbendiye tarikatı Yesevîlik’ten çok daha fazla bir ehemiyeti haizdi. Yalnız Seyhun mıntıkası ile Kırgız-Kazak Bozkırlarında Hoca Ahmed Yesevî’nin nüfuz ve ehemmiyeti hiçbir suretle eksilmedi ve hiçbir tarikat onun işgal ettiği yeri tutamadı. Kırgız-Kazaklar’ın bu büyük pîr hakkında asırlardan beri besledikleri sonsuz hürmet hissi ve takdis, herhangi bir veliye, bir mürşide karşı beslenen hürmet ve takdis hissinden çok daha kuvvetlidir. Herhalde asırlar boyunca teşekkül etmiş olan çeşitli tarikatler arasında Türk hususiyetine en çok mâlik tarikat Yeseviliktir diyebiliriz” (Köprülü., a.g. e.,, s. 118 ) Yesevî bir ahlakçıdır. Bir İslâm ahlakçısıdır. Onun bu konudaki görüşleri: Haddini bilmek, Allah’a ve insana saygı duymak ve geniş hoşgörü altında toplanabilir. Yesevî, gurur, kibir ve riya gibi menfî sıfatları insana hiç yakıştıramaz. İnsan ne yaparsa yapsın sınırlı bir güce sahiptir. Başkalarını hor görmesi ve gururlanması yersizdir. İnsan mükemmel olmak için çalışmalıdır. Gurur ve kibir mükemmelliğine gölge düşürür. Yaratıcısı ile arasında perde oluşturur. Hikmet’lerinden: “İnsan odur, fakir olup yolda yatsa, Toprak gibi âlem halkı basıp geçse, Yusuf gibi kardeşi köle diye satsa; Kulun kulu, o kul ne diye gururlansın” Yesevî insan faktörüne bilhassa topluma yön veren ve onu yöneten insanlara çok büyük önem verir. Alimler ilimlerine, hâkimler hakka ve adalete göre karar vermezse cemiyet çöker, devlet gider. O bu husustan sürekli şikayetçidir. Yesevî, yardım etmeyi çok seven bir kişidir. Sultan Sencer, kendisine yüklü bir hediye göndermiş, o hepsini fakirlere dağıtmıştır. Burada âdeta ünlü Sûfî İbrahim b. Ethem’i örnek almıştır. Nitekim İbrahim b. Ethem sûfîlerden Şakik Belhî’ye nasılsın diye sorar. Belhî: “Bulunca şükrediyoruz, bulamayınca sabrediyoruz” cevabını verince İbrahim b. Ethem “Onu Horasan köpekleri de yapıyor” diye cevap verir. Bunun üzerine “Ya ne yapmalıyım?” diyen Belhî’ye İbrahim b. Ethem: “Bulunca dağıtacaksın, bulamayınca şükredeceksin” diye cevap verir.(Yakıt, Hoca Ahm. Yes.,s. 203 Yesevî “Allah’ı bilenler nefsine hâkim olanlardır” demektedir. Nefsine hâkim olamayanların Allah ve tasavvuf hakkındaki sözlerinin pek fazla tesiri olmayacağı kanaatindedir. Yesevî, hayatını helâl lokmayla geçirmiştir. O’na göre, kendinin olmayan veya haketmediği lokmayla haram yollardan beslenenlerin kendilerine olmadığı gibi başkalarına da saygıları yoktur. Yesevî’ye göre tasavvuf adamının mutlaka bir mesleği ve işi olmalıdır. Marifeti olmayanın kerameti de olmaz

24


BİLDİRİLER görüşündedir. Nitekim kendisi hayatı boyunca bu ilkeye bağlı kalmış, kaşık yontarak geçimini sağlamıştır. O’na göre insan, kim olursa olsun başkasına yük olmamalı ve kendi emeğinin ekmeğini yemelidir. Hikmet’lerinde “Gönül vermez dünyaya, el uzatmaz harama, Hakk‟ı seven âşıklar helâlinden yemişler. Demektedir. Nitekim “İslam inancının ekonomik ve sosyal ilişkiler çerçevesinde uygulama alanı bulduğu bu ortam Anadolu’ya göç eden Türkler’in yerleşmesinde ve meslek sahibi olmasında büyük bir rol oynamıştır. Moğol istilasının zararları azaldıkça Müslüman Türk’ün manevi değerleri içerisinde birbirine kenetlenmesi sağlanmıştır. Dayanışma, kardeşlik duygusu, çalışma, üretkenlik ve dürüstlük Selçuklu cemiyetinin temel özelikleri olmuştur.”(Ertürk.,a.g. y., s. 124 ) Ahmed Yesevî’nin tasavvuf anlayışına bir göz attığımız zaman görürürüz ki, O’nun Kur’an-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber’in sünnetine sıkı sıkıya bağlılığıyla izah edilebilir. Gerçekten O, dinin emir ve nehiyleri dikkate alınmadan yürütülmek istenen bir tasavvuf anlayışını tamamen reddeder. Yesevî’ye göre insan kendi başına hakikati bulamaz, o yolda tam anlamıyla yürüyemez. Sürekli nefsin desiseleri ve irade zaafiyetiyle karşı karşıya kalır. Bu bakımdan bir “pîr”e, bir “mürşid”e bir “manevî yol gösterici”ye ihtiyaç vardır. Tek şartla ki bu mürşid, Kur’an’ı ve onun Hz. Peygamber şahsında uygulanışını iyi bilen biri olmalıdır. Yalancılardan ve sahtekârlardan mürşid olmaz. Hele sahte âşık ve sahte sofuları hiç sevmez. Nitekim Hikmetlerinde: “Arş üstünde namaz kılıp dizimi büktüm; Derdimi diyip, Hakk‟a bakıp yaşımı döktüm; Sahte âşık, sahte sofu görünce söğdüm; O sebepten altmış üçte girdim yere.” (Divan, s. 61) “Gönlüm katı, dilim acı, kendim zâlim; Kur‟an okuyup amel kılmaz sahte âlim; Garip cânımı harcayayım, yoktur mâlim; Hak‟tan korkup ateşe girmeden piştim işti” (Divan, s. 51)

25


BİLDİRİLER Yesevîlik’te de “nefs terbiyesi” önemli bir yer tutar. Her türlü ahlakî kötülüğü temsil eden nefs, insanı Hakk yolundan alıkoyar. Onu terbiye etmek, ahlâkî kötülüklerden arıtmak, iradeyi geliştirip nefsin kontrolünü sağlamak gerekir. Yesevî’ye göre akıllı insan, nefsinin peşinde koşan değil onun isteklerini kontrol altına alan ve onu ahlâkî pisliklerden arıtandır. Yesevî’yi dinliyoruz: Nefsin seni son deminde geda kılar; Din evini yağmalayıp harap kılar; Öldüğünde imanından cüda kılar; Akıllı isen, pis nefisten ol sen bîzar” (Divan, s.152-153) İslâm tasavvufunun en önemli motiflerinden biri “Aşk” motifidir.” “Aşk” kavramı bilindiği üzere, Arapça’da “A-ş-k” dan gelir ve bir sarmaşık türünün adıdır. “Aşaka” adı verilen bu sarmaşık, ağaca dolanır ve onu baştan aşağı sarar. Yapraklarının altından ağacın gövdesine kökler salar ve ağacın öz suyuyla beslenir. Böylece sarmaşık geliştikçe ağaç solmaya, kurumaya başlar. Tıpkı bunun gibi aşk da âşığın benliğini öyle bir kaplar ki, aşk kendisinde geliştikçe, âşık solmaya, kurumaya ve bedenî varlığını yokluğa vermeye, ruhu da maddî irtibatlardan soyutlanmaya başlar( Yakıt, Mevl Aşk. Fels., s. 20). Aşk motifi, Divan-ı Hikmet’inde sıkça rastladığımız ve Yesevî’nin tasavvuf anlayışını üzerinde odaklaştırdığı bir motiftir. Aslına bakılırsa Yesevî, bir “aşk” adamıdır. Aşkın objesine dikkatimizi çeken Yesevî, Allah ve Resulüne olan aşkı savunmuştur. Aşk ona göre, tıpkı iman gibi, Allah’ın insanlara bir lütfudur. Bu lütfa mazhar olanların içi aydın olup, nefisleri her türlü pislikten arınmıştır. İnsan ancak ilâhî aşk ile benliğinden sıyrılıp Hakk’a kavuşabilir. Benliği ortadan kaldıran aşktır. Aşk ikiliği yok eder. Bu kadar yüce bir iksire sahip olan aşk, Yesevî’ye göre aynı zamanda devası olmayan bir derttir. Tahammülü zordur. Gerçek âşık, mihnetlere göğüs geren, onları zevk edinen, Allah için göz yaşını dökendir. Aşk konusundaki bazı Hikmetleri şöyledir: “... Aşkı değse, kavurup yandırır canı, teni; Aşkı değse, viran kılar „ben‟ fikrini; Aşk olmasa tanımak olmaz Mevlâm seni; Her ne kılsa, aşk kıl sen Perverdigâr ... Aşk derdini talep kıldım dermanı yok; Aşk yolunda can verenin hüsranı yok; Bu yollarda can vermese, imkânı yok; Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr. ... Kul Hâce Ahmed, aşktan katı belâ olmaz;

26


Aşk olmasa tanımak olmaz Mevlâm seni; Her ne kılsa, aşk kıl sen Perverdigâr ... Aşk derdini talep kıldım dermanı yok; Aşk yolunda can verenin hüsranı yok; Bu yollarda can vermese, imkânı yok; Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr. ...

BİLDİRİLER

Kul Hâce Ahmed, aşktan katı belâ olmaz; Merhem sürme aşk derdine deva olmaz; Göz yaşından başka kimse şahit olmaz; Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr. (Divan, s.155-157) Divan-Hikmet’in başka bir yerinde gerçek âşıkların vasfını veciz bir şekilde şöyle ifade eder: “Gerçek âşıklar dâim diri, ölücü değil; Ruhları da yer altına girici değil; Zâhid, âbid bu mânayı bilici değil; Gerçek âşıklar insanların Hızr‟ı olur. ... Yesevî, zikre ve sohbete önem verir. Sohbet ve zikr meclislerinde kadın-erkek eşitliğini ve beraberliğini gözetmiştir. Ona göre kadının eğitimi erkeğin eğitimi kadar önemlidir. Onlar da ilim, zikr ve sohbet meclislerinden nasiplenmelidirler. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, halk akşamları kadın ve erkeklerin de dahil olduğu zikir ve sohbet toplantılarında Divan-ı Hikmet’ten dörtlükler okurlar, manevi bir eğitime tabi olurlardı. Bu bir nevi yaygın eğitimdi. Şu hikmeti zikr ve erenlerin sohbeti konusunda bir uyarıdır: “... Eyâ dostlar, hiç bilmedim ben yolumu; Saadete bağlamadım ben belimi; Gaybet sözden hiç almadım ben dilimi; Cahilliğim beni rüsva kılar dostlar. Gece gündüz gamsız yürüdüm zikr etmeden; (Divan, s.170-171) Yesevî, tefekkür konusuna da büyük önem verir. Mademki insan yaratıcının sanatını ve hikmetini gösteren bir varlıktır. Öyle ise yaratıcının kâinata yayılan tecellisinde, O’nun sanat ve hikmetinin sırlarını, varlıkların yaratılış nedenlerini araştırmalı, düşünmelidir. Bu düşünceyi insan ilkin kendi varlığından başlatmalıdır. Çünkü insan mikrokozmozdur. Küçültülmüş bir kâinattır. .(Yakıt, Hoca Ahm. Yes., s.209 ). Hikmet’lerinden: “Yok idik var olduk, ten yarattı can olduk, Bir katre sudan bizleri bunda şerif kıldı yâ. Göz verdi görmek için, akıl verdi bilmek için.

27


sanatını ve hikmetini gösteren bir varlıktır. Öyle ise yaratıcının kâinata yayılan tecellisinde, O’nun sanat ve hikmetinin sırlarını, varlıkların yaratılış nedenlerini araştırmalı, düşünmelidir. Bu düşünceyi insan ilkin kendi varlığından başlatmalıdır. Çünkü insan mikrokozmozdur. Küçültülmüş bir kâinattır. .(Yakıt, Hoca Ahm. Yes., s.209 ). Hikmet’lerinden: “Yok idik var olduk, ten yarattı can olduk, Bir katre sudan bizleri bunda şerif kıldı yâ.

BİLDİRİLER

Göz verdi görmek için, akıl verdi bilmek için. Hak zikrini etmeğe lisan yine verdi yâ. El verdi tutmağa, ayak verdi yürümeğe, Nimet verdi yemeğe şükür kılsın diye yâ.” Yesevî’nin tasavvuf anlayışını temerküz ettirdiği kavramlardan biri “edeb” kavramıdır. “Muhammed‟in bilin zatı Araptır, Tarikatın yolu bütün edebtir.” (Divan, s.279) Derken bunun önemini vurgulamıştır. Tevhidin sırrı bu kavramda yatmakta hatta ilmin ve irfanın özü, “edeb” sözcüğünde toplanmaktadır. Nitekim kendisinden esinlenen Yunus Emre: “İlme ettim talep, illâ edeb, illâ edeb” diyerek aynı önemi göstermiştir. Hatta Mevlâna da edeb konusunda Yesevî ile hem fikirdir: “Ademoğlunun eğer edebden nasibi yoksa Âdem değildir. Âdemoğluyla hayvan arasındaki fark edeptir, Gözünü aç da bak cümle Kelâmullah‟a Kur‟an‟ın bütün âyetlerinin mânâsı edepten ibarettir.” Bilindiği üzere, Türkçemizde “eline, beline ve diline hakim ol” diye bir söz vardır. Bu sözün aslı “ilini, belini ve dilini koru” dur. “İl” den kasıt devlettir. İl, öztürkçe’de devlet ve ülke için kullanılır. “bel” de sınırdır. Yani huduttur Sınırlarla belirlenmiş yer, yani vatandır. “Dil” de lisan yani Türkçedir. Şu halde devletini, vatanını ve Türkçeni koru ve yaşat onlara sahip çık anlamındaki bu deyim, Türk tasavvuf kültüründe özellikle Yesevîlikte “elini, belini ve dilini tut” yani haksız yere elini kaldırma, zina yapma kimseyi kırma, sövme, incitme şeklini almıştır. (Kafalı, s.168) Çünkü bu kelimelerin baş harfleri bir araya geldiğinde ortaya “edeb” sözcüğü çıkar. Başlangıçta siyasi ve milli bir deyim, daha sonra ferdi ve tasavvufi bir anlam kazanmıştır. Bu düşünce aynı zamanda Yesevî halkasına dahil olan her müridin hem milli hem de ahlaki sloganı haline gelmiştir. Yani bir nevi ahlak ve aile temeline bağlı bir toplum hedeflenmiştir. Nitekim hikmetlerinde: Eyâ dostlar, hiç bilmedim ben yolumu; Saadete bağlamadım ben belimi; Gaybet sözden hiç almadım ben dilimi, Cahiliğim beni rüsva kılar dostlar” (Divan, s. 170-171) Yesevî, örnek aldığı Hz. Peygamber’e delicesine âşık ve ona derin bir muhabbet besleyen bir kişidir. O’nun 63 yaşına girince, kendisine yer altında münzevi bir yer

28


BİLDİRİLER yaptırması ve orada yaşaması, onun peygamber sevgisinin tarihte bir başka örneği olmayan tezahürüdür. ( Yakıt, Hoca Ahm. Yes., s.210 ) Yesevî’nin tasavvuf anlayışının ana ilkelerinden sonuncusu “tezekkür-i mevt” fikridir. Ölümü düşünme fikri dervişleri ahlakî bir platformun içinde tutar. Davranışlarını kontrol mekanizması gelişir ve her işi sonuna bakarak ona göre başlama alışkanlığı kazanır ki, bu alışkanlık onlarda işlerinde daha az hata yapma imkânı sağlar. Böylece “pişmanım, çok pişman oldum, keşke yapmasaydım, kendimde değildim...” gibi bu gün çok sık duyduğumuz sözleri dervişler söylememek için, daha başından “ölüm”ü düşünerek sonunda bunun hesabını vereceğini bilip, o işi yapıp yapmama kararı verir. Tezekkür-i mevt fikri, İslâm tasavvufunda, derviş kıyafetlerini de etkilemiştir. Dervişlerin sarıkları kefen ölçüsünde bir bezden sarılmaya başlanmıştır. Derviş nerede vefat ederse sarığını açıp kefen yapıyorlar, defn ediyorlar. Bu aynı zamanda, ölüm fikrini zihninde taşıyan derviş ölüm gömleğini de başında taşıyor demektir ki, başta Yesevilik olmak üzere diğer ekollerin de tasvip ettiği bir keyfiyettir.( Yakıt, Hoca Ahm. Yes.,s.210 ) Buraya kadar Hikmet’lere ve kaynaklara dayanarak Yesevî’nin düşüncelerini ilmî ve edebî şahsiyetini tesbite çalıştık. Şimdi ise onun Türk düşünce tarihindeki yerini belirlemeye çalışacağız. Yesevî, Türk töresi ile İslâmî değerlerin kucaklaştığı, karışıp kaynaştığı noktada bulunur. İnançlarımıza ve İslâm anlayışımıza millî bir uslûp ve perspektif kazandıran O’dur. Bir diğer ifadeyle, Türk gözlüğüyle İslâmiyeti değerlendiren ve yaşayan bir kişidir. Yesevî bu açıdan bakıldığında, İslamiyeti Türk ruhuna uygun, milli unsurlarla anlayıp yorumlayan bir kimsedir. Arap örfüyle İslâmî değerleri birbirine karıştırıp, bazı örfî hususları İslâmî bir vecibeymiş gibi anlayıp anlatanlara mukabil Yesevî, Arap örfüyle İslâmî vecibeleri birbirinden ayırarak Arap örfünden gelen bazı gelenekler yerine örfü ilgilendiren yerlerde, Türk örfünü koymuş ve bu perspektif içinde İslâm’ın üniversel ve kuşatıcı mesajına uygun hareket etmiştir. Zira İslâmiyet sadece Arap örfünü değil, bütün örfleri ihata eden üniversal bir dindir. Yeterki o örf, şirk üzerine oturmasın ve Kur’an’dan onay alsın. Yesevî, Türkler arasında Müslümanlığın yayılmasının en büyük âmilidir. XII. asırdan itibaren İslâmiyetin Türkler arasındaki yayılması dervişleri sayesinde mümkün olmuştur. Eğitim ve öğretim için her yerde medrese ve hocaların bulunmadığı bir dönemde, aşiretler ve göçebeler arasında eğitim, gezgin dervişler sayesinde gerçekleştiriliyordu. Hikmet adını verdiği dini-tasavvufi dörtlükler ağızdan ağıza, kulaktan kulağa dolaşarak dinî ve ahlâkî bir eğitim gerçekleştiriliyordu. İslâm öncesi Budist, Şamanist ve Maniheist mistik kültür sahaları içinde kalan, Şii İran kültürünün ve Moğol paganizminin yoğun baskısına düçar olan Siriderya, Fergana, Sayram, Taşkent ve Balasagun havalisinde Sünni İslâm’ın yayılması yukarıda belirtilen tasavvufu ve sözlü hikmet kültürünü esas

29


BİLDİRİLER alan eğitimle gerçekleşmiştir. İran şiiliğinin ve onların kollarından olan Rafiziliğin Türkler arasında yayılmasını Yesevî ve dervişleri önlemiştir. Zaten Yesevîliği günümüze kadar getiren en önemli unsurlardan biri Ahmed Yesevî’nin eğitim ve irşad metodundaki başarısıdır. Müslümanlığın sadece Türkler arasında değil, Keşmir, Bengladeş de dahil olmak üzere Hind Müslümanları, Müslümanlıklarını bir anlamda Yesevî’ye borçludurlar. Türkler arasında zararlı inançlara karşı cephe alınması ve doğru Müslümanlığın öğretilmesi gayretlerinin uzantısı, Hind coğrafyasını da etkisi altına almış ve onlar da İslâm’la şereflenebilmişlerdir. (Yakıt, Hoca Ahm. Yes.,s.211-212 ) Yesevî ve alperenlerinin en büyük katkılarından biri, hiç şüphesiz Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve İslâmlaştırılmasında gerçekleşmiştir. Anadolu’da Yesevîliğin yerleşmesi ve devamını Türk sosyal yapısında en güzel şekilde bir ahlak kuruluşu olan Ahi Evran teşkilatlarında görüyoruz. “Anadolu’nun ihtiyacına göre, mürşit erenler tarafından Taşkent, Buhara, Semerkant gibi Asya’nın ilim, kültür ve sanat merkezlerinden getirilen alp-erenler düzenli ve planlı bir şekilde istihdam ediliyorlardı. Ahi Evran’ın sahip olduğu esnaf loncaları vasıtasıyla da ehl-i tarik, sanatkar ve her türlü sanat sahibi binlerce derviş yetiştiriliyordu...Asya’dan gelen (kolonizatör) Türk dervişleri ve Ahi Evran vasıtasıyla onların ellerinde yetişen gâzi alp-erenler, Anadolu ve Balkanlarda binlerce köy, kasaba ve çeşitli mamûreler tesis etmişlerdir.” (T.Yurdu, 73/18-19). Böylece fetihlere müteakip bir Türkleşme ve İslâmlaşma faaliyeti gelişmiştir. Nitekim Anadolu ve Balkanlar’da pek çok Yesevî erenin türbeleri mevcuttur. Özellikle Geyikli Baba, Abdal Musa, Horoz Mehmet Baba, Kademli Baba vs. en meşhur olanlarıdır. Yesevî, İslâm tasavvufunu Türkçe ifade eden ilk ve etkili sestir. O, millî ve dinî edebiyatımızın ilk büyüğüdür. Yesevî olmasaydı bugün Türklerin nasıl bir dini hüvviyete sahip olacağını ve ortaya nasıl bir tasavvuf anlayışı doğacağını kestirmek çok zordur. Mübalağa etmek istemiyorum ama Yesevî “Hikmet” adını verdiği Türkçe tasavvufi şiir geleneğini başlatmamış olsaydı bugün Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli olmazdı. Hoca Ahmed Yesevî’nin “Fakr-nâme”si ile Hacı Bektaş Veli’nin “Makâlât”ını karşılaştıranlar her iki eserin sisteminin aynı olduğunu 4 kapı, 40 makam esasına dayandığını görürler. 40 maddeden oluşan 40 makamın 31 inde aynı, 9 unda farklı ifadelerden doğan farklar vardır. Öyleyse Yesevîlik Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre ilâhîleriyle aynı tema içinde, hatta aynı ifadelerle devam ede gelmiştir. (Yakıt, Hoca Ahm. Yes., s.213-214. ) Nitekim Hacı Bektaş Veli’nin “incinsen de incitme” sözünün kaynağı Yesevî’nin Divan’ında kendini bulur: “Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen; Huda bîzardır katı yürekli gönül incitenden” (Divan, s. 57) Yesevî‟nin Divanı‟yla Yunus Emre‟nin Divanı’nı karşılaştıranlar birçok benzerlik bulur. Mesela şu şiir bile bu keyfiyetin en güzel karinesidir.

30


BİLDİRİLER Yesevî’nin Divan-ı Hikmet’inden: Aşkın kıldı şeydâ beni, cümle âlem bildi beni, Kaygım sensin dünü günü, bana sen gereksin sen. ... Âlimlere kitap gerek, sûfîlere mescit gerek, Mecnûnlara Leylâ gerek, bana sen gereksin sen. Gâfillere dünya gerek, âkillere ukbâ gerek, Vaizlere minber gerek, bana sen gereksin sen. ... Hâce Ahmed‟dir benim adım, dünü günü yanar oldum, İki cihânda ümidim, bana sen gereksin sen. (Divan, s.311) Yunus Emre’nin Divan’ından: Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni Ben yanarım dünü günü, bana seni gerek seni. ... Sûfilere sohbet gerek, ahîlere ahret gerek Mecnun‟lara Leylâ gerek, bana seni gerek seni. Yunus çağırırlar adım, gün geçtikçe artar odum İki cihanda maksûdum, bana seni gerek seni. (Yunus Emre, Divan,s.209-210) Köprülü merhum “ Yunus’un şeyhi Taptuk Emre, Cengiz istilası üzerine Buhara’dan Anadolu’ya gelmiş bir Yesevî mensubu olan Sinan Atâ tarafından irşâd edilmiştir. Bu husus Yesevî’nin yunus üzerindeki etkisini göstermesi bakımından önemlidir” demektedir. (Köprülü, a.g.e., s. 227)

Yahya Kemâl, “Ahmed Yesevî‟yi iyice incelemek lâzım. Bizim milliyetimiz onda gizlidir” derken az çok haklıydı. Zira Türk düşünce tarihi incelendiğinde, Yesevî’nin edebiyat, kültür, din-tasavvuf ve gelenekler, ırk ve dil ve hatta siyaset sahnesindeki derin ve güçlü nüfûzu günümüze kadar gelmiştir. Türkler vaktiyle gerçek kimliklerini Yesevî modelinde bulmuşlardır. Bugün de aynı modele ihtiyaç duyulmaktadır. Yetmiş yıldır ateizmin ve komünizmin acımasız baskısında kalmış, sadece lafzen müslüman

31


olduklarını hatırlayabilen Orta Asya Türk Dünyası, bugün yeniden bir Yesevî modeline ihtiyaç duymaktadır. Zira, bugün bir yandan İran şovenizmi ile Arap asabiyetine dayalı, özden, ruhtan, gönülden, sevgi ve hoşgörüden uzak, tamamen şekil ve kabuktan ibaret bir din anlayışının girdabında; öte yandan Moskof’un ve Batı’nın sömürü tezgahının tuzağındadır. Vaktiyle Batı’ya, Anadolu’ya Rumeli’ye alp-erenler gönderen Taşkent, Buhara, Semerkant ve bütün Türkistan bugün bizlerden Anadolu Türkünden alp-erenlerini beklemektedir. En azından Yesevî’nin şahsından, O’nun gönül dünyasında, toplayıcı manevi nüfuzu etrafında bizlerden ilgi beklemektedir. (Bkz.T.Yurdu, 73/3-4) Gerçekten Yesevî, Türk-İslâm şuurunun en büyük lideri, birleştirici ve toplayıcı mürşidi olmaya devam ediyor. Bugün, Türk Dünyasını oluşturan Türk devletleri; Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Türkmenler, Azerîler vs. hepsi Ahmed Yesevî hazretlerinin otoritesini, büyüklüğünü tanır ve O’na inanır. O’nun sevgisi ve yüce şahsiyetinin şemsiyesi altında bir Türk Dünyası’nın manevi bütünlüğü oluşturulabilir. (Yakıt, Hoca Ahm. Yes .,s.214-215 ) Son olarak, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’nin özdeyişlerinden bir demet sunalım: “- Kalp kırma, Allah kalp kıranları sevmez. - İnsanlık kolay değildir. Senlik benliği bırak, adaletli, anlayışlı, samimi ve güvenilir ol. - İbadet, iyi toplum yaratmak içindir. - Çalışma, düşünme ibadettir. - Müslüman olmasa da hiç kimseyi incitme. - Sevgiyi, saygıyı günlük hayata geçir. - Düşmanına iyilik et ve yaptığın iyiliği başa kakma. - Kendin muhtaçken başkalarına da ver. - Marifeti olmayanın kerameti de olmaz. -Güçlüyken, üstünken, kavgadan vazgeç. Kızgınken yumuşak davran, hata yapma. -Benlikten geçmeyince tevazu sahibi olamazsın; Tevazu sahibi olamayınca Hakk yoluna giremezsin. Hakk yolunda olmayınca nefsini pâk edemezsin. -Gönül gözü parlatmadan yapılan ibadetlerin, ilâhi dergâhta pek makbulü yoktur.

32


BİLDİRİLER -Geçici hevesleri, benlik davasını ve egoizmi bırak. Bunlar Hakk yolunun tuzaklarıdır. -İnsanın en büyük zaafı, kendi kadrini bilmeyişi, benlik kılıp iyilere değer vermeyişidir. -Yalancılar Hz. Muhammed’in ümmetinden değildirler. Yalancıya cennet yoktur. Yalan söyleyenler imansız gidenlerden olurlar. -Erenlerin yolunda yürümek istersen; halk sohbetlerinden ve onlarla düşüp kalkmaktan sakın.

içinde

mütevazı

ol,

cahillerin

-Aşk sırrını her namerde söyleme, ne kadar yakarsan yak, rüzgârlı yerde çıra yanmaz. -Tasavvuf konuşma değil, konuşmama âdâbını öğretir ve insanı edepli yapar.” (Yakıt, Hoca Ahm. Yes., s. 215 )

Kaynaklar 1-Ertürk, (Ahmet Çetin), “Türklerin İslam’ı algılayış ve Uygulayışında Hoca Ahmet Yesevî’nin Rolü”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri, (26-29 Mayıs 1993) Erciyes Üniversitesi, Kayseri, 1993, s. 119-125 2-Kaşifî (Hüseyin b. Ali el-Vâiz el-Beyhâkî), Reşahâtu Ayni‟l-Hayat, İstanbul, 1291 H. 3-Kafalı, (Mustafa), “Ahmet Yesevî, Yaşadığı Devir ve Onu Yetiştiren Çevre”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri, (26-29 Mayıs 1993) Erciyes Üniversitesi, Kayseri, 1993, s. 167-168) 4-Köprülü (Ord. Prof. Fuad), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 5. Baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Arısan Matb., Ankara, 1984. 5-Milletlerarası Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri, 26-27 Eylül 1991, Ankara, Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Yayınları: 183, Ankara, 1992. 6-Türk Yurdu, Hoca Ahmet Yesevî Özel Sayısı, (Sayı 73)’deki muhtelif yazılar, Cilt 13, Eylül 1993, Ankara, 1993, Aynı Dergi, S.67, (s.56-57), C.13, Mart 1993, Ankara 1993. 7-Vassâf (Hüseyin), Sefine-i Evliyâ, Seha Neşriyat Tic. A.Ş., İstanbul, 1990.

33


BİLDİRİLER

8-Yakıt, (İsmail), “Hoca Ahmed Yesevî ve Türk Düşünce Tarihindeki Yeri”, Türk-İslam Düşüncesi Üzerine Araştırmalar içinde, Ötüken Neşriyat, 2. Baskı, s.199-216, İstanbul, 2013 9-Yakıt, (İsmail), Mevlana‟da Aşk Felsefesi, 3. Baskı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2013 10-Yesevî (Ahmet), Divân-ı Hikmet Ankara, 1991.

(Seçmeler), Haz. K. Eraslan, Kültür Bakanlığı,

11-Yunus Emre, Divânı, Haz. Faruk K. Timurtaş, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 1980

34 34


BİLDİRİLER TÜRK TASAVVUF DÜŞÜNCESİNİN ÖNCÜSÜ HOCA AHMED YESEVÎ (ö. 562/1166) Prof. Dr. Ahmet ÖGKE Akdeniz Ü. İlâhiyat Fak. Tasavvuf A.D., Antalya

Hoca Ahmed-i Yesevî, hiç kuşku yok ki, Türkler arasında yetişen ilk mutasavvıf değildir. İslâm’ın ilk dört halîfesinden (hulefâ-i râşidîn) Hz. Ömer (r.a.) döneminden beri İslâm’la ve müslümanlarla tanışmaya başlayan Türkler’in içinden pek çok âlim ve tasavvuf büyüğü yetişmiştir. Ancak bu ilk Türk – İslâm âlimleri, eserlerini 11.-12. yüzyılda o günün ilim dili olan Arapça olarak yazmışlardır. Ahmed Yesevî Hz.’nin öncekilerden farkı, Türkçe konuşup Türkçe yazmasıdır. İranlı olup Farsça yazan Yusuf-i Hemedânî (ö. 535/1140) gibi bir üstâdın talebesi olmasına rağmen, dîni ve tasavvufu anlatmak için, içinde doğup büyüdüğü halkın dilini, Türkçe’yi seçmiş olmasıdır. Asıl kaygısı insanlara bilgi ve bilgelik sunmak olan Yesevî Hz.’nin, çeşitli edebî söz sanatlarını gösterme endişesinden uzak, öğretici (didaktik) bir dil ve üslûpla, Türkçe yazdığı Hikmet’lerden oluşan Dîvân’ı, Türkler arasında pek sevilmiş ve tutulmuştur. Talebeleri ve meselâ Hacı Bektaş-ı Velî (ö. 669/1271?) ve onun takipçisi Yûnus Emre (ö. 720/1320?) gibi güçlü temsilcileriyle Anadolu ve Balkanlar’da “Tasavvufî Halk Edebiyâtı” ve “Tekke Edebiyâtı” adıyla edebî – tasavvufî bir akımın da öncüsü olmuştur.1 Sağlığında olduğu gibi vefâtından sonra da tesir ve nüfûzu, genellikle Hikmetler’i ve yetiştirdiği çok sayıdaki halîfeleri aracılığıyla dört bir coğrafyada varlığını sürdürmüştür. 2 Sadece

Evliyâ

Çelebi’nin

(ö.

1095/1684?)

Seyâhatnâme’sinden,

Kafkaslar’dan Balkanlar’a uzanan çizgi üzerinde Yesevî yolunu takip ettiğimizde bile,

1

2

Konuyla ilgili geniş bilgi için bk.: Mürsel Öztürk, “Ahmed Yesevî – Hacı Bektaş-ı Velî ve Yûnus Emre Zinciri”, Yesevîlik Bilgisi, Haz.: Cemal Kurnaz – Mustafa Tatcı, Millî Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara, 2000, ss. 285-293. Hasan Kâmil Yılmaz, “Anadolu ve Balkanlar’da Yesevî İzleri”, Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri, Haz.: Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul, 1996, ss. 567-568.

35


BİLDİRİLER değişik yerleşim bölgelerinde çok sayıda Yesevî tekkesi, türbesi ve zâviyesi bulunduğunu görürüz. Bunları sırasıyla şöyle verebiliriz:3 1)

Niyâzâbâd’da Avşar Baba Tekkesi: Kafkas Dağları’nın eteklerinde Şirvan ile sınır olan bir Osmanlı yerleşim bölgesidir Niyâzâbâd.

2)

Tokat’ta Gajgaj Dede Türbesi: Tokat’ta şehrin dağ yamacı üzerinde mesîre sayılan bir bölgede bulunmaktadır.

3)

Tokat-Zile’de Şeyh Nusret Tekkesi: Arıkova’dan kuzey tarafa doğru giderken Çamlıbel eteğini geçinde Zile ovasında bulunmaktadır.

4)

Bozok-Hüseyinova’da Şeyh Emîr-i Çin Osman Türbesi: Bugün Çorum ilinin Alaca ilçesinin tarihteki adı Hüseyinova’dır ki Çorum-Yozgat yolunun 50-52. km.leri arasındadır.

5)

Merzifon’da Pir Dede Âsitânesi: Bugün Amasya’nın ilçesi olan Merzifon’un kuzeyindeki yüksek tepededir.

6)

Kırşehir’de Hacı Bektaş-ı Velî Tekkesi: Kırşehir’in Hacıbektaş ilçesindedir. Hacı Bektaş-ı Velî Hz., Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuş, Ahmed-i Yesevî’nin halîfelerinden Lokman-ı Perende’nin mânevî terbiyesinde yetiştikten sonra 300 kadar dervişiyle birlikte Yesevî Hz. tarafından Anadolu’ya gönderilmiş ve bilâhare bugünkü tekkenin olduğu yere yerleşmiştir.

7)

Bursa’da Geyikli Baba ve Abdal Mûsa: Bursa’nın İnegöl ilçesindedir. Orhan Gâzi zamanında yaşamış ve Bursa’nın fethinde yararlıklar göstermiş iki Yesevî şeyhidir.

8)

İstanbul-Unkapanı-Ayakkabı’da

Horos

Dede

Türbesi:

Horasan’dan

gelip

İstanbul’un fethini gören kutlu askerlerdendir. Unkapanı-Ayakkabı’daki Yavuk-Er Câmii avlusundadır.

3

Bk.: Evliyâ Çelebi, Seyâhatnâme, İstanbul, 1314, c. I, ss. 89, 100, 656, 659-660; c. II, ss. 17-18, 46, 293, 349-352, 398-399; c. III, ss. 237-238, 377-378; c. V, s. 60, 67 vd.; Yılmaz, a.g.m., ss. 569-578.

36


BİLDİRİLER 9)

Bulgaristan’da Filibe yolu üzerinde Kıdemli Baba Sultan Dergâhı: Bugün Bulgaristan’ın ikinci büyük şehri konumundaki Filibe yolu üzerinde Adatepe’nin tepe noktasında bulunan bu zât, Ahmed-i Yesevî Hz.’nin izniyle Rumeli’ne gelmiş bir Hacı Bektaş-ı Velî dervişidir.

10) Bulgaristan’da Varna-Batova’da Akyazılı Baba Tekkesi: Buhâra ve Horasan diyârından gelmiş bir Ahmed-i Yesevî halîfesidir. 11) Trakya ve Balkanlar’da Sarı Saltuk: Ahmed-i Yesevî Hz.’nin halîfesi olan Sarı Saltuk, Horasan erenlerinden 700 kadar dervişle Yesevî Hz. tarafından Rum diyârına Hacı Bektaş-ı Velî Hz.’nin hizmet ve yardımına gönderilmiştir. Yolcu ederken de kendisine şöyle buyurmuştur: “Saltuk Muhammed’im! Bektaş’ım seni Rûm’a göndersin. Leh diyârında dalâlet içindekileri Sarı Saltuk sûretine girip o mel’unları bir tahta kılıçla katleyle! Makedonya, Dobruca, Yedi Krallık yerde nâm ve nişân sahibi ol!” Buyruğu harfiyyen yerine getiren Sarı Saltuk, 70 dervişiyle birlikte Dobruca’ya kadar gitmiş, 40.000 kâfirin ve Dobruca Kralının Pravadi kal’asında imana gelmesine vesile olmuşlardır. Bugün Balkanlar’dan Kırım’a kadar pek çok (7 ayrı yerde) Sarı Saltuk makamı bulunmaktadır. Bu da Sarı Saltuk gibi Yesevî dervişlerinin, müslüman halkın gönül dünyasında nasıl taht kurduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. İsmail Yakıt hocamızın da ifâde ettiği gibi,4 eğer Ahmed-i Yesevî olmasaydı, bugün Türkler’in nasıl bir dînî kimliğe sahip olacağını ve ortaya nasıl bir tasavvufî anlayış çıkacağını kestirmek çok zordur. Yesevî Hz. Hikmet geleneğini başlatmış olmasaydı, Hacı Bektaş-ı Velî ve Yûnus Emre’nin sürdürdüğü tasavvufî çizgi olmazdı. Hoca

Ahmed-i

Yesevî’nin

Fakr-nâme’si ile

Hacı Bektaş-ı

Velî’nin

Makālât’ını

karşılaştırdığımızda, her iki eserin sisteminin aynı olduğunu, 4 Kapı 40 Makam esâsına dayandığını görürüz. 40 makāmın 31’i bire bir aynı olup, 9’unda ise farklı ifâdelerden kaynaklanan küçük farklılıklar vardır. Ahmed-i Yesevî ile Yûnus Emre’nin Dîvan’larından 4

İsmail Yakıt, “Hoca Ahmed-i Yesevî ve Türk Düşünce Tarihindeki Yeri”, Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri, Haz.: Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul, 1996, ss. 79-81.

37


BİLDİRİLER alınan şu şiirler de Yesevî ile Yûnus arasındaki benzerlikleri göstermesi bakımından ilginçtir: Ahmed-i Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’inden: Aşkın kıldı şeydâ beni, cümle âlem bildi beni, Kaygım sensin dünü günü, bana sen gereksin sen. … Âlimlere kitap gerek, sûfîlere mescid gerek, Mecnunlara Leylâ gerek, bana sen gereksin sen. Gāfillere dünyâ gerek, âkillere ukbâ gerek, Vâizlere minber gerek, bana sen gereksin sen. … Hâce Ahmed’dir benim adım, dünü günü yanar oldum, İki cihânda ümîdim, bana sen gereksin sen.5 Yûnus Emre’nin Dîvân’ından: Aşkın aldı benden beni, Bana seni gerek seni, Ben yanarım dünü günü, Bana seni gerek seni. … Sûfîlere sohbet gerek, Ahîlere ahret gerek, Mecnûnlara Leylâ gerek, Bana seni gerek seni. Yûnus çağırırlar adım, Gün geçtikçe artar odum, 5

Hoca Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, Haz.: Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1993, s. 53.

38


BİLDİRİLER İki cihânda maksûdum, Bana seni gerek seni.6 Peki, Türk Tasavvuf düşüncesinin öncü ve kurucu şahsiyeti Hoca Ahmed-i Yesevî Hz.’nin tasavvuf anlayışının ana ilkeleri neler? Kısaca bir de buna bakalım:7 1)

Kur’an ve Sünnet’e sıkı sıkıya bağlı bir Tasavvuf anlayışı: O, İslâm dîninin emir ve nehiyleri dikkate alınmadan yürütülmek istenen bir tasavvuf anlayışını şiddetle reddeder. Tarîkate şerîatsiz girenlerin, Şeytân gelip îmânını alır imiş; İşbu yolu pîrsiz dâvâ kılanların, Şaşkın olup ara yolda kalır imiş. Tarîkate siyâsetli mürşid gerek, O mürşide îtikadlı mürid gerek, Hizmet kılıp pîr rızâsını bulmak gerek, Böyle âşık Hak’dan nasîb alır imiş. Pir rızâsı Hak rızâsı olur dostlar, Hak Teâlâ rahmetinden alır dostlar, Riyâzette sır sözünden bilir dostlar, Öyle kullar Hakk’a yakın olur imiş. İşbu yola ey kardeş, pirsiz girme! Hak yâdından bir an gāfil olup yürüme!

6 7

Yûnus Emre, Dîvân, Haz.: Mustafa Tatcı, Millî Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul, 2005, ss. 367-368 (381. şiir). Yakıt, a.g.m., ss. 67-72; ayrıca bk.: Osman Türer, “Hoca Ahmed-i Yesevî’nin Türk-İslâm Tarihindeki Yeri ve Tasavvufî Şahsiyeti”, Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri, Haz.: Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul, 1996, ss.229-236.

39


BİLDİRİLER Mâsivâya –akıllı isen- gönül verme! Lânetli şeytan kendi yoluna salar imiş.8 2)

Tasavvuf yolunda kâmil bir mürşid mutlaka gereklidir: Ahmed-i Yesevî Hz.’ne göre insan kendi başına hakîkati bulamaz; tasavvuf yolunda tam anlamıyla ve doğru bir şekilde yürüyemez. Yoldaki tuzakları, nefsin hilelerini, yolun inceliklerini ve tehlikelerini bilen ve bildiren kemâle ermiş bir mânevî öndere ihtiyaç vardır. Mürşidlerin hizmetini kıl ihtiyâr, Kendiliğinden yola girdim deme zinhâr, İyi bilsen, tarîkatin tehlikesi var, Kılavuzsuz işbu yola girmeyin dostlar. Mürşidlere hizmet eyle sen, nefse âfet, Değme câhil bu yollarda kılmaz tâkat, Sâdık kullar bu yolları bilir râhat, Diri ölmeden cemâl arzu etmen dostlar.9 … Geçti ömrüm, şerîata yetemedim, Şerîatsız tarîkata geçemedim, Hakîkatsız mârifete batamadım, Sarp yoldur, pirsiz nasıl geçer dostlar?!.10

3)

Nefs terbiye edilmeden yol alınmaz: Her türlü kötü huy ve ahlâkın barınağı olan nefs, insanın diğer varlıklarla arasındaki en büyük engeldir. Nefsin kin, kibir, buğz, haset, yalan, iftira, kötü alışkanlıklar, cimrilik vb. gibi kötü huyları nefs terbiyesiyle giderilmeden tasavvufta yol almak mümkün değildir. Nefsini sen kendi arzusuna bırakma sakın! Yemeyip içmeyip ibâdet ile ol uykusuz,

8 9 10

Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, s. 140. Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, s. 106. Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, s. 111.

40


BİLDİRİLER Sonunda birgün Sonunda gösterecek birgün sana gösterecek cemâl, sana cemâl, Uykusuz olan orada Uykusuz cemâl olan görür oradadostlar!. cemâl11görür dostlar!.11 Nefsin sana, bakıp Nefsin dursan, sana, neler bakıpdemez? dursan, neler demez? Ağlasan da Allah’a Ağlasan doğru da Allah’a yüz dönmez, doğru yüz dönmez, Ele alsan, yaban Elekuş alsan, gibiyaban ele konmaz, kuş gibi ele konmaz, Ele alıp gece uykusunu Ele alıp gece kıl sen uykusunu uyanık. kıl sen uyanık. Nefs yoluna giren Nefskişi yoluna rezil olur, giren kişi rezil olur, Yoldan azıp gezip Yoldan tozan azıp şaşkın gezip olur, tozan şaşkın olur, Yatsa kalksa, şeytân Yatsa kalksa, ile yoldaş şeytân olur, ile yoldaş olur, Nefsi tep, nefsiNefsi tep, ey tep,kötü nefsi davranışlı! tep, ey kötü davranışlı! Nefsin seni sonNefsin demde seni köle soneyler, demde köle eyler, Din evini yağmalayıp Din evini harâb yağmalayıp eyler, harâb eyler, Öldüğünde îmânından Öldüğünde ayrıîmânından eyler, ayrı eyler, Akıllı isen, pis nefsten Akıllı isen, ol sen pis bîzâr. nefsten ol sen bîzâr. …

Kul Hoca Ahmed, Kul Hoca nefs elinden Ahmed, eylerem nefs elinden feryâd, eylerem feryâd, Pîr-i kâmil olur mu Pîr-i kikâmil ona olur cellâd?! mu ki ona cellâd?! Habersizler işitmezler Habersizler figânişitmezler ü feryâd,figân ü feryâd, 12 o Ulu Allah.12 Kan ağlayıver,Kan işitsinağlayıver, o Ulu Allah. işitsin

Kul Hoca Ahmed, Kul Hoca nefsi teptim, Ahmed,nefsi nefsi teptim, teptim, nefsi teptim, Ondan sonra cânânımı Ondan sonra arayıp cânânımı buldum,arayıp buldum, Ölmeden önce Ölmeden can vermenin önce can derdini vermenin çektim,derdini çektim, 13 Bir ve Var’ım, cemâlini Bir ve Var’ım, görürcemâlini müyüm?.görür müyüm?.13

Nefsim beni yoldan Nefsim çıkarıp beni yoldan hakîr eyledi, çıkarıp hakîr eyledi, 11 12 13

11 Yesevî, Dîvân-ı Yesevî, Hikmet, Dîvân-ı s. 108. Hikmet, s. 108. 12 Yesevî, Dîvân-ı Yesevî, Hikmet, Dîvân-ı s. 117. Hikmet, s. 117. 13 Yesevî, Dîvân-ı Yesevî, Hikmet, Dîvân-ı s. 17.Hikmet, s. 17.

41


BİLDİRİLER Çırpındırıp halka ağlamaklı eyledi, Zikr söyletmeyip şeytan ile dost eyledi, Hazırsın deyip nefs başını deldim ben işte.14 Nefsim benim hevâ kıldı, şaşakaldım, Başım alıp Pîr-i Kâmil tarafına kaçtım, Kul Hoca Ahmed, ötelerden geçip aştım, Uçan kuş gibi Lâ-mekân’a aştım ben işte.15 Nefs şeytan esir kıldı Âdemoğlunu, Develer gibi bağlayıp aldı iki kolunu, Ne zordur sağ ve solu bilmeden yolunu, Vah ne yazık, hasret ile gideceğim ben işte.16 4)

Beşerî / hayvânî aşkı bırakıp Allah aşkını bulmadıkça hakîkate erilmez: Onun kastettiği aşk, beşerî / hayvânî olan değil, Allah aşkı, peygamber aşkı, evliyâ sevgisidir. İnsan bu aşk sayesinde nefsine, hevâ ve hevesine tapınmaktan kurtulur, türlü sıkıntılara göğüs gerebilir; gözyaşını dünyâ kaygısıyla değil de Allah için döker. Aşkı değse, kavurup yandırır cânı, teni, Aşkı değse, vîrân kılar “ben” fikrini, Aşk olmasa tanımak olmaz Mevlâm seni, Her ne kılsa, aşk kıl sen Perverdigâr. … Has aşkını göster bana, şükr edeyim, Bıçkı konsa, Zekeriyyâ gibi zikr edeyim, Eyyûb gibi belâsında sabr edeyim, Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

14 15 16

Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, s. 5. Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, s. 31. Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, s. 43.

42


BİLDİRİLER …

Aşk pazarı ulu pazar, sevdâ haram, Aşk pazarı ulu pazar, sevdâ haram, Âşıklara senden başka kavga haram, Âşıklara senden başka kavga haram, Aşk yoluna girenlere dünya haram, Aşk yoluna girenlere dünya haram, Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr. Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr. … … Kul Hâce Ahmed, aşktan katı belâ olmaz, Kul Hâce Ahmed, aşktan katı belâ olmaz, Merhem sürme aşk derdine devâ olmaz, Merhem sürme aşk derdine devâ olmaz, Göz yaşından başka kimse şâhid olmaz, Göz yaşından başka kimse şâhid olmaz, Her kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.17 Her kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.17 Gerçek âşıklar dâim diri, ölücü değil, Gerçek âşıklar dâim diri, ölücü değil, Ruhları da yer altına girici değil, Ruhları da yer altına girici değil, Zâhid, âbid bu mânâyı bilici değil, Zâhid, âbid bu mânâyı bilici değil, Gerçek âşıklar insanların Hızr’ı olur. Gerçek âşıklar insanların Hızr’ı olur. … … Zerre aşkı kime düşse nâlân eyler, Zerre aşkı kime düşse nâlân eyler, Göz yaşını akıtarak ummân eyler, Göz yaşını akıtarak ummân eyler, Her ne bulsa Hak yoluna ihsân eyler, Her ne bulsa Hak yoluna ihsân eyler, Bencillerin düşmanlığı, buğzu eyler. Bencillerin düşmanlığı, buğzu eyler. … … Âşık yanar, halktan kopar, Allah râzı, Âşık yanar, halktan kopar, Allah râzı, Âşıklığı arzu kılan şehid, gāzî, Âşıklığı arzu kılan şehid, gāzî, Gerekli değil âşıklara çoğu-azı, Gerekli değil âşıklara çoğu-azı, Damla yaşı Hak Mevlâ’mın nezri olur.18 Damla yaşı Hak Mevlâ’mın nezri olur.18

17 18

17 Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, ss. 51-52. Yesevî, Dîvân-ı 18 Hikmet, ss. 51-52. Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, ss. 131-133. Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, ss. 131-133.

43


BİLDİRİLER Hoca Ahmed-i Yesevî’nin Türk Tasavvuf düşüncesine çizdiği ufuk ve kazandırdığı kazanımları ise, ana başlıklar hâlinde şöyle sıralayabiliriz: 1)

Ahmed-i Yesevî, Orta Asya’da Türkler’in İslâm’ı hızlı bir şekilde kabul edip ruhlarına sindirmelerini sağlamıştır: Türkler’in her ne kadar İslâm’ı kitlesel olarak ve resmen kabulü, Satuk Buğra Han’ın müslüman olup Karahanlı devletinin dîninin de İslâm olduğunu ilân ettiği 940 yılından itibaren olmuşsa da Yesevî Hz.’nin yaşadığı 12. asra gelindiğinde Türkler’in tamamı müslüman olmuş değildi. Hattâ müslüman olan Türkler ile olmayanlar arasında şiddetli savaşlar sürmekteydi. İşte Ahmed-i Yesevî ve dervişlerinin Türkler arasındaki irşad ve tebliğleri, İslâm’ın Türkler tarafından topyekûn ve nihâî olarak kabûlünü sağlamıştır.19

2)

Ahmed-i Yesevî, Ehl-i Sünnet dışı birtakım Şiî, bâtınî ve başkaca bâtıl mezhep ve inançların olumsuz etkilerinden Türkler’in korunmasına vesile olmuştur: Türkler, genellikle

İranlılar

aracılığıyla

müslüman

olduklarından

İran

kültürüyle

ilk

zamanlardan itibaren tanışıktılar. İran’daki Şia dâileri, zaman zaman Türk bölgelerine uzanarak tesir ve nüfuzlarını yaygınlaştırmaya özel bir önem verirlerdi. İşte Ahmed-i Yesevî, İran’dan eser Şia rüzgârına karşı Ehl-i Sünnet İslâmı’nın Türkler arasında yayılmasına öncülük etmiş ve onun başlattığı bu Sünnî İslâm çizgisi, daha sonraları Anadolu ve Balkanlar’da Şiîlik ve Kızılbaşlık eğilimlerine karşı da tabiî bir siper olmuştur.20 3)

Ahmed-i Yesevî, Türk dilinin gelişmesini ve Türkçe’nin Tasavvuf dili olmasını sağlamıştır: Türkçe yazan ilk tarîkat kurucusu olması sebebiyle Türk halkının diline sahip çıkmış ve kendinden sonraki takipçileri sayesinde Türkçe’nin din ve tasavvuf dili olmasını sağlamıştır. Onun hitap ettiği o zamanki Türk toplulukları, Arapça ve Farsça’yı da bilmiyorlardı. Onun kendine yüklediği misyon, İslâm’ı henüz tam olarak tanımayan veya yeterince gönlüne ve rûhuna yerleştirememiş konar – göçer bir göçebe hayatı yaşayan Türkler’i İslâm’la tanıştırmak, bunu yaparken de

19 20

Türer, a.g.m., ss. 223-224. Yılmaz, a.g.m., s. 579; Türer, a.g.m., ss. 224-225.

44


BİLDİRİLER tasavvufun yüksek ahlâkî ve irfânî değerleriyle onları buluşturmaktı. Belki de o Türkçe söyleyip yazmasaydı, o zamanki Türkler arasında İslâm ve Tasavvuf bu kadar yayılmadığı gibi, daha sonraları bir Yûnus Emre, Hacı Bayrâm-ı Velî, Niyâzîi Mısrî, Yiğitbaşı Velî, Sinân-ı Ümmî, Eşrefoğlu Rûmî, Azîz Mahmûd-i Hüdâî gibi Türkçe

yazan

mutasavvıflar

olmayacak

ve

Türkçe

“tekke

dili”

hâlini

alamayacaktı.21 4)

Ahmed-i Yesevî, Türkler arasında ilk kez tarîkat kuran biri olması sebebiyle Türk Tasavvuf düşüncesine öncülük etmiştir: Ondan önce Türkler arasında faâliyet yürüten tasavvuf erbâbından hiçbiri, kendilerinden sonra da yaşayıp devam edebilecek kadar güçlü bir tarîkat kurmayı başarabilmiş değildir. Yesevîlik, Ahmed-i Yesevî’den sonra da İslâm’ın özüne uygun, Ehl-i Sünnet çizgisinden sapmadan asırlarca Türk dünyasında dînî ve tasavvufî düşüncesinin hakim olmasına vesile olmuştur. Zamanla bu yol, Türkler’in gittiği her yere, Kafkasya, Anadolu ve Balkanlar’a kadar ulaşmıştır.22

5)

Anadolu ve Balkanlar’da beldelerin fetihleriyle (fütûhu’l-buldân) beraber ve hattâ daha da önce kalplerin / gönüllerin fethi (fütûhu’l-kulûb) Horasan’dan dünyânın dört bir yanına yayılan Yesevî dervişleri sayesinde olmuştur: Yeni beldelerde yayılan din ve tasavvuf anlayışı, Ahmed-i Yesevî’nin çizdiği sağlam temeller üzerine oturmuş ve ehl-i sünnete bağlı bir din ve gönül birlikteliği sağlamıştır.23

6)

Ahmed-i Yesevî Türkler arasında ülkü ve mefkûre birliğini sağlamıştır: O, müridlerine ve genelde Türk halkına İslâm mefkûresi etrafında toparlanmayı öğütlemiş ve en uç Türk boylarını birleştirmeyi başarmıştır. Moğol istilâsından sonraki dönemde de Anadolu birliğinin yeniden kurulması, onun attığı sağlam temeller sayesinde gerçekleşmiştir.24

21 22 23 24

Türer, a.g.m., ss. 226-227; Yılmaz, a.g.m., s. 579. Türer, a.g.m., s. 227. Yılmaz, a.g.m., s. 579. Yılmaz, a.g.m., ss. 579-580.

45


BİLDİRİLER 7)

Türkler arasında iktisâdî hayâta bir canlılık getiren Yesevî dervişleri, tasavvuf erbâbının birer meslek sahibi olmalarını da sağlamıştır: Eski kaynaklar, Yesevî dervişlerinin birer meslek, zanaat ve sanat sahibi olmaya özen gösterdiklerini kaydetmektedir. Ahmed-i Yesevî’nin bizzat kendi el emeğiyle geçinmek için tahta kaşık yontup satarak geçimini temin etmesi, tekke mensuplarının hazır yiyici takımdan olmadıklarını, aksine üretici ve iktisâdî hayatı canlandırıcı faâliyetlerde bulunduklarını gösterir. Nitekim bu ruhla tohumları atılan Ahîlik, daha sonraki zaman diliminde Anadolu’da uzun yıllar tasavvufun temel ilkelerine bağlı bir esnaf teşkîlâtlanmasına öncülük etmiştir.25

SONUÇ Yesevî Hz.’nin Türk tasavvuf tarihindeki önemi, İslâmiyet’in Türkler arasında yayılmaya başladığı asırlarda, onlar arasında ilk defa bir tasavvuf mesleği kurarak gönüller ve ruhlar üzerinde asırlarca hüküm sürmüş olmasından kaynaklanmaktadır. Onun çevresinde çok sayıda mürid toplanmasını sağlayan ana sebep ise, dînî kurallara bağlılıktaki titizliği, dînî ilimlerdeki derinliği, savunduğu esaslardaki basitlik, kesinlik, kullandığı dil ve nazım şeklidir. Yesevîlik, bir Türk tarafından ve Türkler arasında kurulmuş ilk tarîkattir. Ayrıca Yesevîlik, Kübreviyye, Bektâşiyye ve Nakşbendiyye gibi, zaman içinde etkileri çok geniş coğrafyalara yayılan ve hattâ neredeyse Yeseviyye’yi unutturan büyük tarîkatları bağrından çıkarmıştır. Özellikle Türkler’e mahsus bir tarîkat görünümü sunan Yeseviyye, 13. asırdan 15. asra kadar bütün Orta Asya’da Harezm’de, Uzak Kafkasya Türkmenleri ve Orta Volga Tatarları arasında yayılmış, Horasan, Kuzey İran ve Anadolu’ya Yesevî toplulukları aracılığıyla ulaşmıştır. Nakşbendiyye’nin ortaya çıkışına kadar Türk memleketlerinde genellikle hakim tek tarîkat konumundaki Yesevîlik, Nakşbendiyye tarîkati geliştikçe, zamanla bu tarîkatin içinde erimiş ve bu yeni tarîkate ruh ve can vermiştir. Bununla birlikte, 17. yüzyılda Horasan’da, Orta Asya’nın çeşitli yerlerinde, 25

Yılmaz, a.g.m., s. 580.

46


BİLDİRİLER Kâbil’de, hattâ Diyarbakır’da, Hicaz’da ve İstanbul’da Yesevî dervişlerine ve şeyhlerine rastlanmaktaydı. O dönemde Nakşîlik Yesevîlik’ten çok daha fazla önem kazanmış olmasına rağmen, Seyhun dolaylarıyla Kırgız – Kazak bozkırlarında Yeseviyye’nin etkinliği ve önemi hiç eksilmemiş ve başka hiçbir tarîkat onun yerini alamamıştır.26 Son söz olarak şunu söyleyebiliriz: Ahmed-i Yesevî Hz.’nin kurduğu Yesevîlik, Türkler’in İslâmiyet’i hızla benimsemesinde ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünnetine uygun bir tasavvuf anlayışının Türkler arasında kök salıp yaygınlaşmasında en büyük rolü üstlenen bir ilim, irfan ve aşk yoludur. KAYNAKÇA EVLİYÂ ÇELEBİ, Seyâhatnâme, İstanbul, 1314. ÖZTÜRK, Mürsel, “Ahmed Yesevî – Hacı Bektaş-ı Velî ve Yûnus Emre Zinciri”, Yesevîlik Bilgisi, Haz.: Cemal Kurnaz – Mustafa Tatcı, Millî Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara, 2000, ss. 285-293. TÜRER, Osman, “Hoca Ahmed-i Yesevî’nin Türk-İslâm Tarihindeki Yeri ve Tasavvufî Şahsiyeti”, Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri, Haz.: Mehmet ŞekerNecdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul, 1996, ss. 229-236. YAKIT, İsmail, “Hoca Ahmed-i Yesevî ve Türk Düşünce Tarihindeki Yeri”, Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri, Haz.: Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul, 1996, ss. 79-81. YESEVÎ, Hoca Ahmed, Dîvân-ı Hikmet, Haz.: Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1993. YILMAZ, Hasan Kâmil, “Anadolu ve Balkanlar’da Yesevî İzleri”, Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri, Haz.: Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul, 1996, ss. 567-568. ………..…., “Türk Dünyasında İslâm’ın Yerleşmesi ve Muhâfazasında Sûfî Tarîkatler ve Yesevî’nin Rolü” Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri, Haz.: Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul, 1996, ss. 473-475. YÛNUS EMRE, Dîvân, Haz.: Mustafa Tatcı, Millî Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul, 2005. 26

Hasan Kâmil Yılmaz, “Türk Dünyasında İslâm’ın Yerleşmesi ve Muhâfazasında Sûfî Tarîkatler ve Yesevî’nin Rolü” Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri, Haz.: Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul, 1996, ss. 473-475.

47



BİLDİRİLER İLİM HOCAAhmet AHMET YESEVİ’NİN MİRASI İlimHİKMET HikmetVE veGÖNÜL Gönül ÖNDERİ Önderi Hoca Yesevi’nin Mirası İsmail Çalışkan

Sunuş Kazakistan‟ın Türkistan (yani Ahmet Yesevi‟nin türbesinin olduğu) şehrinde kurulmuş olan Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi‟ne 2009 yılı başında öğretim üyesi olarak gittiğim sırada Ahmet Yesevî ve Divân-ı Hikmet hakkında fakülte yıllarından kalma kırık dökük bilgilerim vardı. Kısa zamanda okuduklarım ve özellikle de bölgedeki izlenim ve müşahedelerim sonunda sadece bilgilerim çoğalmadı aynı zamanda bu büyük insan ve eseri hakkında, özellikle Divân-ı Hikmet‟in Kur‟an ve tefsir bağlamında çalışmalar yapmam gerektiğine karar verdim. Bu çalışma önceki birkaçına1 ilaveten farklı bir okumadır. Burada Yesevî‟nin mirasını dört anlamlı kısımda anlatabileceğimizi gördük. Mirasa geçmeden önce onu hazırlayan ve biriktiren geçmişe kısa bir göz atmamız uygun olacaktır. I. Tarih, Mekan ve Şahıs Ahmet Yesevi‟nin doğduğu tarih kesin bilinmemektedir. Tarihi çok eskilere giden Çimkent şehrinin doğusundaki Karasu kenarında kurulu Sayram (İsficâb veya Akşehir adıyla bilinir) kasabasında doğdu. Küçük yaşta Arslan Baba‟nın terbiyesinde bir ya da iki yıl kaldı. Onun ölümünden sonra ilim tahsili için Buhara‟ya gitti. Orada güçlü bir eğitim aldı, Arapça ve Farsça‟yı, İslami ilimleri, özel olarak da Hanefi fıkhını öğrendi, devrin önde gelen büyük mutasavvıfı Şeyh Yusuf Hemedânî‟ye (ö. 535/1140) intisab etti. Ondan sonra Abdullah Berkî, ardından Hasan Endakî, onun 1160‟ta ölümü ardında da irşad görevini Ahmed Yesevî aldı. Bir müddet sonra bu işi Abdulhak Gücdüvânî‟ye bırakarak Yesi (bugünkü Türkistan) şehrine geldi. Ölünceye kadar burada çevresini irşad etti, sohbet halkaları ve hikmet meclisleri oluşturdu. Yeseviye tarikatının temellerini attı. Tarikattaki uygulamaları ve cehri zikir usulü sebebiyle devrin bazı alimleri tarafından eleştirildi. O da hem onları hem de ilmiyle amil olmayan alimleri ve sahte sufileri eleştirdi. Altmış üç yaşına (Peygamber yaşı) geldiğinde, tekkesinin avlusunda bir çilehane hazırlattı, oraya girerek vefatına kadar burada  1

Prof. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi, Ankara İsmail Çalışkan, “Koja Ahmet Yasavidin Dünietanımındağı Kuranın Alatın Ornı”, Beket Ata Tağılımı (Beket Atanın 260 Jılı Tolıvına Arnalgan Halıkaralık Konferantsiya), Aktav Kazakistan 16-18 Eylül 2010; Çalışkan, “Hoca Ahmet Yesevi”, Türk Dünyasından İzler programı, TRT Avaz, 25 Mayıs 2011; Çalışkan, “Ahmed Yesevî Düşüncesinde Kur’an’ın Yeri Bir Gönül Erinin Mısralarına ‘Ruh Veren’ Ayetler-”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi (Eskişehir, 26-28 Mayıs 2014) Bildiriler, Eskişehir 2014, ss. 415-30; Çalışkan, “Geçmişten Bugüne Uzanan Bir Köprü: Hoca Ahmet Yesevi’nin Mirası” (Konferans), Karaman 11.03.2016.

49


BİLDİRİLER ibadet ve riyazetle meşgul oldu. Çilede kaç yıl kaldığı, kaç yaşında öldüğü kesin değildir. Vefat tarihi 562/1166 olarak tahmin edilmektedir. Sayram civarında İmam Muhammed b. Ali silsilesine bağlı olanlara hâce denildiğinden, bu silsileye bağlı Ahmed Yesvi‟ye de Hâce Ahmed Yesevi, Kul Hâce Ahmed Yesevi diye de anıldı. Kendisinin kerametleri ve hikmetleri vefatından sonra dilden dile dolaştı. Nâmı Türkistan yöresinde yayılan Yesevî‟nin ününü işiten Emir Timur (ö. 8071405), kabrini ziyaret için Yesi‟ye gelir. Kabrin bulunduğu yere Yesevi‟nin şöhretine yakışır bir türbe yapılmasını emreder. Birkaç yıl içinde görkemli bir külliye (türbe, cami, dergah, hamam vs.) inşa edilir. Ahmed Yesevî‟nin şöhreti daha fazla yayılır, Türk halkları üzerinde çok büyük etki bırakır. O kadar sevilir, hürmet edilir ki, bir çok ileri gelen onun türbesinin bulunduğu mekanın civarına defnedilmek ister, toprak satın alır; hatta kışın ölenler keçeye sarılır bahara kadar ağaç dalına asılır, baharda toprak gevşeyince oraya defnedilir. Oğlu İbrahim kendisi hayatta iken ölmüş, nesli kızları Şehnâz ve Hoşnâz‟dan devam etmiştir. Evliya Çelebi‟nin onun neslinden geldiği kabul edilir.2 Yayınlanan bütün Divân-ı Hikmet‟lerin başında yer alan şu mısralar, Ahmet Yesevi‟nin mirasının ruhunu özetler, ana fikrini ele verir: Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup İkinci defter sözlerini açtım ben Sözü söyledim, her kim olsa cemale talip Canı cana bağlayıp, damarı ekleyip Garip, yetim, fakirlerin gönlünü okşayıp Gönlü kırık olmayan kişilerden kaçtım ben Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol Mahşer günü dergahına yakın ol Ben-benlik güden kişilerden kaçtım ben Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu İşte o gece Mirac'a çıkıp Hak cemalin gördü Geri dönüp indiğinde garip fakir halin sordu 2

Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevî”, DİA, İstanbul 1989, c. 2, ss. 159-161; Dosay Kenjetay, “Hoca Ahmet Yesevî: Yaşadığı Devir, Tarikatı ve Tesiri”, Tasavvur Dergisi, Ankara 1999, ss. 105122; Andras J. E. Bodrogligeti, “The Impact of Ahmad Yasavi’s teaching on the cultural and political life of the Turks of Central Asia”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, (1992:2), s. 35-41; Ahmed Yesevî, editör: Necdet Tosun, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı yay., Ankara 2015, s. 19-21; Ankara 2015, s. 15-20.

50


BİLDİRİLER Gariplerin izini sürüp indim ben Ümmet olsan, gariplere uyar ol Ayet hadis her kim dese, duyar ol Rızk, nasip her ne verse, kanaatkar ol Tok gözlü olup şevk şarabın içtim ben3 Dünyayı değiştirmek, insanın kendini iyi yönde değiştirmesi ile mümkündür. Ahmet Yesevi (ö. 562/1166), bu hükmün en parlak örneklerinden birisidir. Onu tanımak için biraz onun zamanına gitmek, biraz da hayatını öğrenmek gerekir. Biz burada bilmekten çok tanımaktan bahsedeceğiz. Onu tanımak için izler sürerken karşımıza, Asya‟nın kaderini belirleyen olaylar dizisi ve onların başında yer alan bir rüya çıktı. Asya tarihinde iki dalga hareketi bizim için çok önemlidir. İslam Tarihi‟nin ilk iki yüzyılı hatta daha az bir süresi Hicaz‟dan başlayıp Kuzeye doğru yani MaveraunnehirTuran-Türkistan‟a doğru bir dalga gelmiştir. Bu dalganın başlaması biraz daha önceye dayanır. Hicretin 6. (M. 627) yılında, Hudeybiye anlaşmasından sonra Hz. Peygamber, Medine‟de bir rüya gördü. Rüyada Müslümanlar umre için Mekke‟ye girmişlerdi. Aslında o Mekke‟yi fethetmenin rüyasıydı. Yüce Allah, Fetih suresinin 27. ayetinde bu rüyanın gerçekleşeceğini bildirdi. Bir yıl sonra Müslümanlar umre için Mekke‟delerdi. Yaklaşık bir yıl sonra da Mekke fethedildi.4 Fetih bir yeri ele geçirmek, bir şeyin açılması anlamına gelir. Mekke‟nin fethedilmesi demek, büyük kapıların açılması demekti, dünyada daha çok Müslümanın olması demekti. Bu fetih Müslümanlar için bir açılımdı, dünyaya yeni bir ufuk açmanın kapısıydı. Nitekim rüyanın görüldüğü gecenin üzerinden bir asır geçmeden İslam güneşi Orta Asya‟nın neredeyse tamamını aydınlatmış, büyük bir müslümanlaşma hamlesi ile atalarımızın yaşadığı topraklar Müslüman olmuştu. Muhtemelen bu sıralarda Süfyan Sevri‟nin (ö. 161/777) söylediği “Türkistan’da ezan okumak, Mekke’de namaz kılmaktan daha faziletlidir”5 sözü davanın hassasiyet ve kıymetini belirtmektedir. İşte Ahmet Yesevi de bu coğrafyada yetişti, bu bereketli topraklara manevi bir bereket daha geldi. Fetih suresinin Peygamberimizin hayatı ve Müslümanların dünyaya bakışı açısından çok önemli mesajları vardır. Onun için Ahmet Yesevi, I. Hikmet‟te bu surenin manasını sorduğunu anlatıyor ve kendi manevi dünyasında nasıl bir açılım olduğunu açıklıyor. Yukarıda 3

Ahmet Yasavi, Divani Hikmet (Avdarma, transkripçiya, matin, sözdik), dayındağan: T. Kıdır, K. Mustafaeva, Turan Baspahanasi, Türkistan 2010, s. 189-191; Hoca Ahmed Yesevî, Divânı Hikmet, editör: Mustafa Tatcı, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara 2016, s. 44-45 (Yazımızdaki Hikmet’lerin Türkiye Türkçesi’ne aktarımında tasarruflarımız olmuştur). 4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1978, VI,4437-39. 5 Mustafa Kara, “Tasavvuf Kültürünün Türkistan Macerasına Genel Bakış”, Uludağ Ü. İlahiyat Fak. Dergisi, cilt: 10, sayı: 1, Bursa 2001, s. 10.

51


BİLDİRİLER bahsettiğimiz rüya ve onun götürdüğü olaylar sonunda Fetih suresinin inmesine bir gönderme midir, yoksa Yesevi‟nin hayatında da benzer bir açılma olduğu için midir bilmiyoruz, fakat aşağıdaki mısralarından bu sureye özel bir anlam yüklediğini öğreniyoruz: İnnâ fetehnâ'yı okuyup mâna sordum Işık saldı, kendimden geçip didar gördüm Selam verdim "Üskut!" dedi, bakıp durdum Yaşımı saçıp, çâresiz kalıp durdum ben Yesevi birçok Müslüman gibi, bu dünyada daha çok kimsenin Müslüman olmasını hayal etmiş ve bunu gerçekleştirmek için elinden geleni yapmıştır. Onun dünyasında fetih, kendi zamanına kadar Müslüman olan coğrafyada henüz İslam ile buluşmamış ya da buluşup da onu içselleştirme mücadelesi veren bozkır insanlarının gönüllerine İslam‟ın yüceliğini, Yüce Allah‟a kesin bağlanmanın hazzını, Hz. Muhammed sevgi ve bağlılığını yerleştirmek demekti. Karahanlılar‟ın hüküm sürdüğü (840-1212) tarihi ve siyasi kesitte yer alan Türkistan‟da yaşayan göçebe Türkler arasında İslamlaşma hızla devam ediyordu. Ahmed Yesevî, işte bu kesitin H. 6. / M. 12. yüzyılında, etrafında toplanan yerli veya yarı göçebe halka İslam‟ı öğretiyor; bu topraklarda Müslüman olarak kalmanın ve Müslüman olarak yaşamanın sırrını telkin ediyordu. Böylece Türkistan ve Maveraunnehir yöresinde, özellikle Yesi, Savran, Sayram, Çimkent, Karnak gibi yakın şehirlerde yaşayan Türk halklarını derinden etkilemeye başladı. Arapça ve Farsça bilmesine rağmen sade, anlaşılır bir Türkçe ile İslam'ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatının adâb ve erkânını öğretmek gayesiyle hece vezninde manzumeler söyledi. Hikmet adı verilen bu manzumeler, ayrıca dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına kadar ulaştırılıyordu. Böylece onun ilim, irfan ve sohbet halkaları Yesi ve çevresi ile sınırlı kalmışken, irşad yurdu çoktan Türkistan ve Maveraunnehr sınırlarına dayanmıştı.

II. Yesevi’nin Mirası Ahmet Yesevi‟nin mirasını şu dört başlıkta toplayabiliriz: -Eserleri -Öğrencileri, müritleri -Yeseviye tarikatı, Yesevilik, Yesevi Yolu -Düşüncesi, hizmeti ve mesajı -Şahs-ı manevisi A. Eserleri

52


BİLDİRİLER Yesevi‟ye nispet edilen eserler içinde ona aidiyeti kesin olanı Divân-ı Hikmet‟tir. Fakrnâme, Risâle der Âdâb-ı Tarîkat ve Risâle der Makâmât-ı Erba‘în adlı eserler de onun kabul edilir, fakat bazılarının ona aidiyeti kesinleşmemiştir. 1. Divân-ı Hikmet Yesevî‟nin şiir şeklinde söylediği ve öldükten sonra öğrencileri veya müridleri tarafından kaleme alınan güzel sözler, öğüt ve nasihatlere Hikmet denir. Ölümünden sonra farklı kişiler tarafından söylenen benzer tarzdaki şiirler de zamanla onun hikmetleriyle karışmıştır. Ancak gerek bu tarz hikmet söyleme gerekse onun muhtevası Ahmed Yesevî‟ye aittir.6 Hikmet (‫ )الحكمة‬Kur‟an-ı Kerim‟in önemli bir kavramıdır: “(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir.” 7 ayeti, hikmetin Müslümanların ilim-kültür, sanat ve edebiyat hayatlarında önemli bir yer edinmesini sağlamıştır. Eraslan‟ın şu tasviri hikmetlerin maksat ve mahiyetini güzelce ortaya koyar: Ahmed Yesevi'nin İslamiyet'in esaslarını, tasavvufun inceliklerini bir Türk mutasavvıfı olarak yorumlayışı, bunları halk edebiyatının bilinen şekilleri içinde hece vezniyle ve sade bir dille herkesin anlayacağı tarzda ifade etmesi hikmet tarzını doğurmuş ve bu tarz zamanla Yesevi dervişleri vasıtasıyla gelenek halini almıştır… Köprülü'nün de belirttiği gibi hikmetlerin fikri yönünü dini-tasavvufi unsurlar, şekil yönünü de milli unsurlar teşkil eder. Bu sebeple hikmetlerin muhtevasını islamiyet, Türkistan'daki tasavvuf. Yeseviliğe ait adetler ve erkan oluşturmaktadır. Bunun yanında bazı hikmetlerde ameli ahlak ve sosyal aksaklıklar üzerinde de durulmuştur.8 Divân-ı Hikmet‟in günümüze ulaşan nüshaları Ahmed Yesevi'nin dilini yansıtmasa da XII. yüzyılın ilk yarısında yazıldığı tahmin edildiğinden Karahanlı Türkçesi'nin ürünlerinden sayılmaktadır. 9 Divân-ı Hikmet, dönemin en değerli eserleri olan Balasagunlu Yusuf Has Hacib‟in Divânü lügâti't-Türk (1069), Kaşgarlı Mahmud‟un Kutadgu Bilig (1074), Edib Ahmed Yüknekî‟nin Atebetü'l-hakâyık ile birlikte Türkçe‟nin başyapıtıdır. Üzerinde yaptığım tetkik sonrası Divân-ı Hikmet‟in şu özelliklerine sahip olduğunu söyleyebilirim; -Edebi bir şaheser, bir başyapıt, 6

Eraslan, “Ahmed Yesevî”, c. 2, s. 161; Kemal Eraslan, “Divân-ı Hikmet”, DİA, İstanbul 1994, c. 9, s. 159-161. 7 2 Bakara 269. 8 Eraslan, “Divân-ı Hikmet”, c. 9, s. 159. 9 Necmettin Hacıeminoğlu, “Karahanlılar -Karhanlı Türkçesi”, DİA, 2001 c. 24, s. 412.

53


BİLDİRİLER -Türkçe‟nin en eski kaynaklarından birisi, - Türkçe din dilinin en kapsamlı eserlerinden birisi, -Dönemin din, tasavvuf ve kültürünün belgesi, -Dinin şiirle anlatımının belgesi, -Dönemin insan ilişkilerinin ve duygu dünyasının dökümü, -Şeriat-tarikat ayrımı ve münakaşasının belgesidir. Dünyada farklı kütüphanelerde birçok yazması bulunan hikmetler, günümüze kadar Divân, Divân-ı Hikmet, Hikmetler adıyla farklı ülkelerde ve dillerde defalarca yayımlanmıştır. Bunların her birinde hikmet sayısı farklıdır. Bu da hikmetlerin sayısını tam olarak tespit edilemediği anlamına gelir. Bazı baskıların künyeleri şöyledir: -Ahmed Yesevî, Divan, 1200/1784. -Divân-ı hikmet, Kazan 1295/1878. -Ahmed Yesevî, Divân-ı hikmet, tsh. el-Hac es-Seyyid Şeyh Süleyman Efendi, Darülhilafeti'l-Âliyye, Matbaa-i Mahsusâ-i Osmâniye, İstanbul 1299/1882. -Divân-ı hikmet, Kazan 1311/1893. -Hikmet-i Hazret-i Sultânü'l-arifîn Hâce Ahmed b. İbrahim b. Mahmûd İftihâr’ı Yesevî, Kazan 1311/1893. -Divân-ı hikmet-i Hazreti Hoca Ahmed Yesevî, Matba-ı Kâkân, Taşkent 1312/1895 ve 1314/1896. -Divân-ı hikmet, İstanbul 1315/1897. -Ahmed Yesevî, Divân-ı hikmet, Darülhilafeti İslambul, Matba-ı Mahmud Bey, 1318/1900. -Divân-ı hikmet, Kazan 1904. -Hoca Ahmed Yesevî, Divan-ı hikmet, müstensih: Molla Rızkî Bey, 1957. -Ahmed Yesevi, Divan-ı Hikmet'ten seçmeler, haz. Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1983, 1991. -Ahmet Yasavi, Divan-ı Hikmet, avdarğan: B. Sağındıkov, Ejelgi davir edebieti: Hrestomatiya, Almatı 1991. -Ahmet Yasavi, Danalık Kitabı, kurastırıp dayındağan: J. Abdiraşev, Şimkent 1991. -Kırk Hikmet, avdarğan: H. İmanjanov, Aziret Sultan Tarihi-Madeni Korık Müzeyi, Türkistan 1991. -Ahmad Yassavi, Devoni hikmat, haz. Rasulmuhammad Abduşukurov, Gafur Gulam Nomidagi Naşriyat-Matbaa Birleşmesi, Taşkent 1992. -Koja Ahmet Yasavi, Divanı Hikmet -Akıl Kitabı (Қожа Ахмет Йасауи. Диуани хикмет (Ақыл кітабы), baspağa dayındağandar: M. Jarmuhammedulı, S. Davitulı, M. Şafiği, Murattas, Almatı 1993, 1998; Pavlador 2003; Almatı 2007. -Ahmed Yesevi, Divan-ı hikmet, haz. Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1993. -Ahmed Yesevi, Divan-ı hikmet, haz. Yusuf Azman, TEK-ESİN Türk Kültürünü Araştırma ve Geliştirme Vakfı, İstanbul 1994. -Hoca Ahmet Yassavi, Hikmetter, Atamura, Almatı 1995. -Ahmed Yesevi, Ahmet Yesevi hikmetleri, haz. İbrahim Hakkulov, trc. Erhan Sezai Toplu, Milli Eğitim Bakanlığı yay., Ankara 1995.

54


BİLDİRİLER -Ahmad Yassavi, Hikmetter (Rusça), Kazachstan Prosp., Alma-ata 1995. -Hikmetter, avdarğan: A. Jamişev, Atamura-Kazakstan, Almatı 1995. -Hodja Ahmad Yasavi : sufiyskiy poet, ego epoha i tvorçestvo (Rusça), Atamura, Almatı 1997. -Koja Ahmet Yasavi, Hikmet –Jinak, Jayın, Almatı 1998. -Hikmetter, avdarğandar: A. İbatov, Z. Jandarbek, A. Nurmanova, Dayk Press, Almatı 2000. -Koja Ahmet Yasavi, Divanı Hikmet, dayındağandar: D. Serikbayulı, S. Rafiddinov, Arıs/Арыс, Almatı 2001, (Divân-ı hikmet‟in Kazan 1904 baskısının yeniden neşri). -Koja Ahmet Yasavi, Divanı Hikmet (Danalık Kitabı), dayındağandar: Kuanışbek Kâri, Galiya Kamberbekova, Rasul İsmailzâde, al-Huda, Tahran 2000. (Kazakçası ile birlikte). -Ahmed Yesevi, Hoca Ahmed Yesevi’nin yeni bulunan hikmetleri, haz. Metin Akar, derleyen Mirahmad Mirhaldaroglı, Rağbet Yayınları, İstanbul 2001. -Abdüsselâm Semre, Hoca Ahmed-i Yesevi Hazretlerinin Divan-ı Hikmet'inden esintiler 1-4, Altın kitap matbaası, İzmir 2001. -Hikmetter (Danalık Kitabı), avdarğan: E. Düysenbay, Avdarma, Astana 2002. -Hoca Ahmed-i Yesevî, Divan-ı Hikmet (Yeni Bulunan Hikmetler), haz. Nadirhan Hasan, Taşkent 2004. -Ahmed Yassavi, Divani Hikmet, Kazak tiline avdarğan: Enverbek Bökebayev, Sarıarka Baspa üyi, Astana 2009. -Ahmed Yesevî, Hoca, Divân-ı Hikmet, Türkiye Türkçesi ile birlikte yayınlayan: Hayati Bice, TDV yay., Ankara 1998, 5. bs. 2009. -Ahmet Yasavi, Divani Hikmet (Avdarma, transkripçiya, matin, sözdik), dayındağan: T. Kıdır, Turan Baspahanasi, Türkistan 2010. -Ahmed Yesevi, Hikmetler külliyatı, haz. Süleyman Bakırgani, Ozbekiston, Taşkent 2011. -Ahmed Yesevî, editör: Necdet Tosun, Ahmet Yesevi Ü. Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara 2015 (Hikmetlerden seçmelerle birlikte). -Hoca Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet, editör Mustafa Tatcı, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara 2016.

55


BİLDİRİLER

Divân-ı Hikmet‟in Taşkent 1312/1895 taş baskısının kapağı (DİA, İstanbul 1994 c. 9, s. 430) 2. Fakrnâme Kısa mensur bir eserdir. Divân-ı Hikmet ile birlikte yayınlanmış ise de Ahmet Yesevî‟ye aidiyeti kesin değildir. Türkçe‟de de yayınlanmıştır.10 3. Risâle der Âdâb-ı Tarîkat İsminden de anlaşılacağı üzere tarikat âdâbı, seyr-i süluk, zikir, dervişlik gibi konuları içerir. Farsça aslından Kazakça‟ya tercüme edilerek yayınlanmıştır. 4. Risâle der Makâmât-ı Erba‘în Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat hakkında onar (toplam kırk) makam ve kaideyi anlatan bir risaledir. Bilinen tek nüshası Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Kütüphanesi‟ndedir.11 10

Hoca Ahmed Yesevi, Yesevî'nin Fakr-nâme'si, haz. Kemal Eraslan, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1977.

56


BİLDİRİLER B. Öğrencileri - Müritleri Rivayete göre bizzat kendisini gören, ders alan, az ya da çok sohbetinde bulunan on iki bin müridi vardı, bunlar içinden birçoğunu halife tayin etmişti. Ayrıca uzaklardan kendisine intisab eden doksan dokuz bin dolaylı müridi olduğu söylenir. Öğrencileri, onun mesajını ve özellikle hikmetlerini başka illere ulaştırırken, halifeleri de Yeseviye tarikatının silsilesini devam ettirdi ve yayılmasını sağladılar. 12 C. Yeseviye tarikatı, Yesevilik, Yesevi Yolu Şeyh Yusuf Hemedânî‟ye mürid olan Ahmet Yesevî ve Abdülhalık Gücdüvânî (ö. 575/1180), Türkler arasında en fazla yayılacak olan iki tarikatı kurmuşlardır. Gücdüvânî‟nin Hâcegân adlı tarikatı daha sonra Nakşibendiyye adıyla meşhur olmuştur. Ahmet Yesevî ise Yesevilik ya da Yeseviyye tarikatının bânisi sayılmıştır. O, Yesi‟de vefat edinceye kadar hem talebe yetiştirdi hem de tarikat âdâbını devam ettirdi. Vefatından sonra Mansur Ata, Said Ata, Muhammed Danişmend ve Hakim Ata (asıl adı Süleyman Bakırgânî) (ö. 582/1186) gibi halifeleri ve müridleri onun yolunu takip ederek Yeseviye adıyla yayılmasın sağladılar. Özellikle “Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bil”13 sözünün sahibi Hakim Ata‟nın çok sayıdaki talebe-müridi içinde Zengi Ata (ö. 656/1258) ön plana çıkmış ve tarikatı sonrakilere aktarmıştır. Kısa sürede Türkistan ve Maveraünnehir‟de yayıldı; sonraları Anadolu‟ya oradan da Balkanlar‟a ve İslam coğrafyasına yayıldı. Yesevilik birçok halife, mürşid ve şeyh vasıtasıyla 19. yüzyılın başına kadar yaşamış, o sıralarda yavaş yavaş Nakşibendiliğin Müceddidiyye kolu içinde erimeye başlamıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru Ruslar‟ın özellikle de Komünist ihtilalin Orta Asya‟da Müslüman halkları hakimiyetine alarak İslamî kültür ve yaşantıyı geri plana itmesi ile birlikte Yesevilik kaybolmuştur, belki küllenmiştir dersek daha doğru olabilir.14 Sovyet sisteminin dağılmasından sonra bölgede yeni bir canlanma olmuş, Ahmet Yesevi‟nin mirasının „Yesevilik‟ ve „Yesevi Yolu‟ adlarıyla iki şekilde 11

Yesevî’nin eserleri hakkında bkz.: Eraslan, “Ahmed Yesevî”, s. 161; Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 22. 12 Eraslan, “Ahmed Yesevî”, s. 161. 13 Bu sözün benzerlerine Hikmetler’de rastlarız: “Her geceyi Kadir bilip uyanık dursam, Hızır bilip kimi görsem dua alsam”; “Kimi görsem Hızır bilip elin alayım…” (Hoca Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet, editör: M. Tatcı, s. 351, 476). 14 Kenjetay, “Hoca Ahmet Yesevî: Yaşadığı Devir, Tarikatı ve Tesiri”, s. 122-127; Necdet Tosun, “Yeseviyye”, DİA, İstanbul 2013, cilt: 43, sayfa: 487-490; Nadirhan Hasan, “Mevlana Sûfî Muhammed Danişmend ve Mir'âtü'l-Kulûb Eseri”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED], 45, Erzurum 2011, ss. 9-16; Kara, “Tasavvuf Kültürünün Türkistan Macerasına Genel Bakış”, s. 10 vd.

57


BİLDİRİLER canlandırılmaya çalışıldığı tespit edilmiştir. Özellikle Kazakistan‟daki yazar ve düşünürler, Ahmet Yesevi‟yi daha çok fikirleri ve ahlaki yönü ile ön plana çıkarmaya çalışan „Yesevi Yolu‟ kavramı altında sunmaktadırlar. Diğer bir kesim de Yesevilik tarikatını canlandırmaya ve Yesevi‟nin dinî yaşantısını zayıf bir çerçevede sunmaya çalışan akımdır. Her ikisi de dinin yaşanan yönünü ön plana çıkarmaz, insanî ve ahlakî tarafına vurgu yapar, hatta biraz seküler bir kalıpla sundukları dahi söylenebilir. D. Düşüncesi, Hizmeti ve Mesajı Ahmet Yesevi gibi insanların temsilinde iki yönü vardır. Birisi içinden çıktığı halka dönük yön olup „dar çerçeve‟dir; diğeri de duygu, düşünce ve yaşantıda mensup olduğu dünyaya dönük yöndür, bu da „geniş/evrensel çerçeve‟dir. Yesevi‟nin şahsında baktığımızda diyebiliriz ki dar çerçevede o, Türkler‟in (özellikle Karahanlılar) içinden çıkan birisi, halk ve hareket önderi olarak onların din ve kültür tarihlerinde, duygu dünyalarında önemli bir figürdür. Dolayısıyla sadece dinî değil aynı zamanda duygusal bir bağ da vardır. Evrensel çerçeve ise tüm Müslümanları ilgilendirir. O, hem Asya‟nın müslümanlaşmasına ve müslümaların dindarlığına katkı yaparak İslam‟a hizmet etmiş, hem de ortaya koyduğu fikir ve bu fikirlerini dile getirdiği şiirleri ve tasavvufi yaşantının bir mürşidi olarak Müslümanların gönlünde yer etmiştir. O halde Yesevi‟yi ne aşırı yüceltip gerçek bir insan ve önder olmaktan çıkartmalı; ne sadece belli bir etnik çerçeveye hapsedip alanı daraltmalı; ne de alakayı kesip bir köşede unutulmaya terkedilmeli. İslam ilim ve kültür eğitimi almış olan Ahmet Yesevî‟nin düşüncesinin beslendiği temel kaynaklar Kur‟an ve hadistir. O, kendi devrinin İslamî ilim ve kültür eğitimini almış, bu sırada yerleşmiş olan din anlayışı ile mensup olduğu adet, örf ve geleneği buluşturmuştur. Ancak onun düşünce sisteminde, irfânî geleneğin egemenliği şüphesizdir. Elbette bir sufi olarak o, ayet ve hadisleri, irfani bilgi ve anlayış doğrultusunda anlamış, delil olarak kullanmış veya yorumlamıştır, dini bu bakış açısı ve kavrayış ile anlatmıştır. Bu cümleden olarak İslam şeriatına ve Hz. Peygamber'in sünnetine sık sıkıya bağlı olup, şeriat ile tarikatı uyumlu bir anlayış ve yaşam haline getirmiştir. Yesevîliğin Sünni Türkler arasında süratle yayılıp yerleşmesi onun şeriat-tarikat telifine borçludur. Yine birçok tarikat Yesevîliğe itibar etmiş, silsile ve sistemlerinde ondan etkilenmiştir. Her halde o zamandan bugüne Türkler arasında bu kadar etkili bir isim görmek zordur. Birçok Müslüman coğrafyada şeriat-tarikat kavgası nedeniyle ayrılık ve huzursuzluk çıkarken bu bölge ikisini bir arada Müslüman hayatında birleştirmeyi başarmıştır.15 Dolayısıyla o, Müslümanların gündeminde tarikatların 15

Yesevi’nin düşünce dünyası hakkında şu çalışmalara bkz.: H. İbrahim Şener, “Yesevî Hikmetlerinin Kaynağı Olarak Ayetler Üzerine Bir Değerlendirme”, Ahmed-i Yesevî -Hayatı, Eserleri ve Tesirleri-, Seha Neşriyat, İstanbul 1996, s. 353-374; Ahmet Yıldırım, Hoca Ahmed Yesevi’nin Hadis Kültürü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2012; Nevzat Aşık,

58


BİLDİRİLER zuhurundan beri var olan şeriat-tarikat tartışmasında, ikisinin de hakikat olduğuna inanmış ve bir arada uyumundan yana olmuştur: Kadı, müftü, mollalar şeriatın dergahını Arif aşık tarikatın yüceliğini alır Ameli olan alimler dinimizin çırağıdır Burağa biner mahşerde, yan giyer börkünü16 Mollalar Ene‟l-Hakk‟ın manasını bilmediler Hak Teala zahir ehline manevi halleri anlamayı nasip etmedi Rivayetler yazıldı, kimse onun halini anlamadı Mansûr gibi veliyi darağacında astılar 17 Sadece birliktelikten yana değil aynı zamanda şeriat ve tarikata uymayanlara da ciddi tenkitler vardır: Sufi, şeyh, hoca, molla dünya peşinde koşar, Bu sebepten padişahlara yalan söylerler Ayet ve hadisleri bırakıp mala bakarlar Hak yolunda sıkıntı çeken kimse yok 18 ve nihai karar: Tarikate şeriatsız girenlerin Şeytan gelip imanını alır imiş. Bu yolu şeyhsiz iddia edenler Sersem olup ara yolda kalır imiş19 Şeriatsız tarikata geçmek olmaz

“Yesevi Hikmetlerine Kaynaklık Eden Hadislerin Değerlendirilmesi ve Sünnet Kültürünün Hikmetlere Tesiri”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1995, sayı: 9, s. 7-22; Ali Atmaca, Ahmet Yesevi’nin İnanç ve Düşünce Dünyası (Y. Lisans Tezi), Sivas 2008, s. 3941; Dosay Kenjetay, “Türk Felsefe Tarihinde Yesevî Düşüncesinin Yeri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli, 2008 - 45, ss. 135-143; Dosay Kenjetay, “Hoca Ahmet Yesevi’nin Türk-İslam Anlayışındaki Yeri”, Orta Asya’da İslam -Temsilden Fobi’ye, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Yay., Türkistan - Ankara 2012, II,7-806; Ahmet Yıldırım, “Hoca Ahmet Yesevi”, Doğudan Batıya Düşüncenin Serüveni, İstanbul 2015, VII,121-146. 16 Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 221; Hoca Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet, editör: M. Tatcı, s. 169. 17 Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 123. 18 Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 215. 19 Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 223.

59


BİLDİRİLER Hakikatsız marifete yetmek olmaz Pirsiz asla şevk şarabını tatmak olmaz Tatsa olmaz Pir hizmetini kılmadıkça20 Gerek eserlerinde gerekse hakkında anlatılanlardan anlaşıldığı kadarıyla onun düşüncesi, edindiği bilgiyi sade ve açık bir dille insanlara aktarmıştır. Allah‟a, ahirete ve Peygamber‟e iman, Allah ve Peygamber sevgisi, İslam‟ın özünün yaşatılması; dindarlığın aslının amelle tescilleneceği, bu sebeple dinin emrettiklerini eksiksiz yerine getirmeyi; İslam‟ın telkin ettiği infak düşüncesini toplumdaki fakir, yetim ve kimsesizlerin sahiplenilmesi ve onlara yardım elinin uzatılması ile gerçekleştirmeye teşvik; ahlakın bizatihi yaşanması, ahlakı olmayan dindarlığın kıymetinin olmadığı; nefis terbiyesi, nefisle gerçek mücadelenin yapılması, ona teslim olunmaması; zikir ve tesbihata önem verilmesi, manevi mertebelerde yükselmeye çalışılması gibi konuları ciddiyetle ve hassas bir şekilde sürekli vurgulamıştır. Müfti olan ve yanlış fetva veren alimleri Böyle müftülerin yerini Sırat köprüsünde gördüm Camiye cemaate gitmeyip cemaati terk edenleri, Şeytan ile aynı yere Cehennem çukurunda gördüm21 „Ben alimim‟ deyip kitap okur ama mana okumaz Birçok ayetin anlamını bilmez Kibir ve bencilliği dine uymaz Alim değil, cahildir o, ey dostlarım22 Bazı kişiler namazın kıymetini nereden bilir Her namazda iman baştan tazelenir „Haydi namaza‟ denince gafil kişi başını çevirip uyur Gafillikten ötürü ömrünü yele verir23 Gerçek gönülde namaz kıl ki Allah bilsin Halk içinde rüsva ol ki alem gülsün Toprak gibi hor görün ki nefsin ölsün Himmet etsen nefsimi yenip ağlasam ben24 Sadece ilmiyle amil olmayanları ve imanla yetinenleri eleştirmez, tasavvufun hakkını vermeyenlere de ciddi tenkitlerde bulunur:

20

Hoca Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet, editör: M. Tatcı, s. 256. Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 208. 22 Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 124. 23 Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 147. 24 Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 109. 21

60


BİLDİRİLER Mürşidlik davası güder şartının bilmez Helal haram, sünnet bid‟at farkını bilmez Ebu Hanife mezhebinde her kim yürümez Diğer bid‟at mezheplerinkinde yürür25 Onun din anlayışı ve anlatışının özünü şöyle dile getirebiliriz: -İnsan yetiştirme ve terbiye etmek -Daha çok İslam, daha çok Müslüman -Yapabildiğinin en iyisini yaşamaya çalışmak -İslam‟a bağlılığı yüksek fakat dini yaşantısı zayıf kimselerin dinden kopmasını önlemek Yesevi‟nin düşünce dünyasında ve sonraki kuşaklara bıraktığı mirasta mutlak surette işaret edilmesi gereken önemli bir nokta da onun dile ve dine yapmış olduğu ortak katkıdır. Türkçe‟yi bir şiir dili, gönül ve dini duyguları terennüm aracı yapması, onun yaşamasına büyük bir destek olmuştur. Fakat Yesevi bu kadarla kalmamış dini, hitap ettiği kitlenin anlayacağı bir dille anlatmıştır. Hoş görmemekte alimler sizin dediğiniz Türkçe‟yi Ariflerden işitsen açar gönül ülkesini Ayet hadis anlamı Türkçe olsa uygundur Anlamına yetenler yere koyar börkünü …. Miskin, halsiz Hoca Ahmet yedi atana rahmet Fars dilini bilir ama Türkçe‟yi güzel söyler26 Mısralarda açıkça görüldüğü gibi Ahmet Yesevi, ayet ve hadislerin Türkçe manasının söylenmesinin uygun olacağını savunmaktadır. Kur‟an‟ın Arapça dışında bir dile tercüme edilip edilemeyeceği baştan beri tartışılan bir konudur. Yesevi, tercümenin olabileceğine kani olan tarafta yer almış, kendisi de hikmetlerde ayetlerin manasına ya da mefhumuna yer vermiştir. Bu tutumun Kur‟an‟ın Türkçe‟ye tercüme tarihinde ciddi bir adım olması bir yana, nihai planda dinin/İslam‟ın Türkçe ile yorumu anlamına geldiği tartışma götürmez.27 E. Şahs-ı Manevisi

25

Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 20. Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 225; Hoca Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet, editör: M. Tatcı, s. 169-170. 27 Konuyla ilgili değerlendirme ve tartışmamız için bkz.: Çalışkan, “Ahmed Yesevî Düşüncesinde Kur’an’ın Yeri…”, s. 416 vd. 26

61 61


Mısralarda açıkça görüldüğü gibi Ahmet Yesevi, ayet ve hadislerin Türkçe manasının söylenmesinin uygun olacağını savunmaktadır. Kur‟an‟ın Arapça dışında bir dile tercüme edilip edilemeyeceği baştan beri tartışılan bir konudur. Yesevi, tercümenin olabileceğine kani olan tarafta yer almış, kendisi de hikmetlerde ayetlerin manasına ya da mefhumuna yer vermiştir. Bu tutumun Kur‟an‟ın Türkçe‟ye tercüme tarihinde ciddi bir adım olması bir yana, nihai planda dinin/İslam‟ın Türkçe ile yorumu anlamına geldiği tartışma götürmez.27 BİLDİRİLER E. Şahs-ı Manevisi Hoca Ahmet Yesevi‟ye, gösterdiği çaba, sergilediği din, ahlak ve insan görüşünün nişanı olarak, vefatından sonra çaba, ma„şer-isergilediği vicdân tarafından „Pîr-ive Türkistan Hocabir Ahmet Yesevi‟ye, gösterdiği din, ahlak insan Hoca Ahmet Yesevi‟ ünvanı verilmiştir. Buna ilaveten herhalde onu en iyi özetleyen görüşünün bir nişanı olarak, vefatından sonra ma„şer-i vicdân tarafından „Pîr-i Türkistan 25 kelimeler şunlar olmalı: ikmet okuyarak Hoca Ahmet Yesevi‟ ünvanı verilmiştir. Buna önderi. ilavetenŞüphesiz herhaldeeserlerinden onu en iyi özetleyen Ahmed Yesevî, editör: N.İlim, Tosun, s. 20.ve gönül tanımayan sayısız insan, onu, bu ünvan ile anmaktadır. Çünkü onun ilim ve irfanının 26 kelimeler şunlar olmalı: İlim, ikmets. ve eserlerinden okuyarak Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, 225;gönül Hoca önderi. Ahmed Şüphesiz Yesevî, Divân-ı Hikmet, editör: M. ulaştığı kitlelerin muhayyilesinde silinmez bir iz bırakmıştır. İnsanların bedensel ya da tanımayan sayısız insan, onu, bu ünvan ile anmaktadır. Çünkü onun ilim ve irfanının Tatcı, s. 169-170. fiziksel varlığı hacim, mekan ve zaman ile bir sınırlıdır, fakat muhayyileninbedensel inşa ettiği şahs-ı 27 ulaştığı kitlelerin silinmez iz bırakmıştır. da Konuyla ilgili muhayyilesinde değerlendirme ve tartışmamız için bkz.:İnsanların Çalışkan, “Ahmed ya Yesevî manevi, derin bir umman gibidir, o ölçülüp biçilemez. Fakat onun yüzlerce yıldır fiziksel varlığı hacim, mekan ve zaman ile sınırlıdır, fakat muhayyilenin inşa ettiği şahs-ı Düşüncesinde Kur’an’ın Yeri…”, s. 416 vd. gönüllerde, kalplerde yaşıyor olması, ölçmek için güçlü bir onun göstergedir. İşteyıldır bu manevi, derin bir umman gibidir, o onu ölçülüp biçilemez. Fakat yüzlerce noktada iki hoca Yesevi karşımıza çıkar: Birisi tarihsel bir şahsiyet; diğeri de gönüllerde gönüllerde, kalplerde yaşıyor olması, onu ölçmek için güçlü bir göstergedir. İşte bu taht kurmuş „Ahmet Yesevi‟ adlı şahs-ı manevi. İkinci Yesevi‟de zaman kantarın noktada iki hoca Yesevi karşımıza çıkar: Birisi tarihsel bir şahsiyet; diğerizaman de gönüllerde topuzu kaçmakta, efsanelerle örülmüş yüce bir insan karşımıza çıkmaktadır. Bunun en taht kurmuş „Ahmet Yesevi‟ adlı şahs-ı manevi. İkinci Yesevi‟de zaman zaman kantarın önemli müsebbibi, onun hakkında kesin kayıtların bulunmamasıdır. Aynı durum, birçok topuzu kaçmakta, efsanelerle örülmüş yüce bir insan karşımıza çıkmaktadır. Bunun en büyük başına gelince o, kendi sözlerine gayet önemli şahsiyetin müsebbibi, onun gelmiştir. hakkında Yesevi‟ye kesin kayıtların bulunmamasıdır. Aynıbakılırsa durum, birçok mütevazı ve durduğu yerin şuurunda birisidir: büyük şahsiyetin başına gelmiştir. Yesevi‟ye gelince o, kendi sözlerine bakılırsa gayet mütevazı ve durduğu yerin şuurunda birisidir: Ey gönül günah işledin, asla piman olmadın Ben sûfiyim diye işledin, konuştun ama Allah‟ı aramadın Ey gönül günah asla piman olmadın Vah, ömrün geçti, bir an bile ağlamadın Ben sûfiyim diye konuştun ama Allah‟ı aramadın Görünürde gibibir oldun ama asla Müslüman olmadın28 Vah, ömrünsûfi geçti, an bile ağlamadın Görünürde sûfi gibi oldun ama asla Müslüman olmadın28 Allah Teala aşıklara verdi aşkını Şükreden olup tutuşup yandım Allah Teala aşıklara verdi aşkını ben İki alem gözlerimde haşahaş tanesi Şükreden olup tutuşup yandım ben (kadar bile değerli) 29 Görünmedi, yalnız Hakk‟ı sevdim ben İki alem gözlerimde haşahaş tanesi (kadar bile değerli)

Görünmedi, yalnız Hakk‟ı sevdim ben 29 Sonuç

Sonuç Asya tarihinde iki dalga hareketinin birincisinden bahsetmiştik. Bu dalga üzerinden dört iki asırdalga geçtikten sonra yanibirincisinden Hicretin 6. yüzyılından (Miladi yy.) Asyayaklaşık tarihinde hareketinin bahsetmiştik. Bu 12. dalga itibaren bu defa akım tersine döndü. Türkistan ve Maveraunnehr topraklarından kalkıp üzerinden yaklaşık dört asır geçtikten sonra yani Hicretin 6. yüzyılından (Miladi 12. yy.) yeni yurtbu aramak için yollara düşen büyük göçvedalgasında yer alan gönül eri insanlar itibaren defa akım tersine döndü. Türkistan Maveraunnehr topraklarından kalkıp ve Allah‟ın sevgiliiçin kulları daha çok büyük insanıngöç Müslüman olması ile yeni yurt aramak yollara düşen dalgasında yeriçin alanbütün gönülözverileri eri insanlar seferber oldular. Doğu‟dan Batı‟ya, Asya‟dan Avrupa‟ya bir seferberlik ve Allah‟ın sevgiliBu, kulları daha çok insanın Müslüman olması doğru için bütün özverileri idi. ile Bu vesileyle birçok hatta Balkanlar‟a kadar bir gitti. İkinci dalga seferber oldular. Bu,mutasavvıf Doğu‟danAnadolu‟ya, Batı‟ya, Asya‟dan Avrupa‟ya doğru seferberlik idi. iştevesileyle bu göçbirçok hareketi idi. Sonuç tarihen sabit… O insanlar, kadar bugüngitti. adını minnetle Bu mutasavvıf Anadolu‟ya, hatta Balkanlar‟a İkinci dalga andığımız Mevlana Yunus Emre, Bektaş Veli adını gibi, minnetle Türkistan işte bu göç hareketiCelaleddin idi. SonuçRumi, tarihen sabit… O Hacı insanlar, bugün topraklarında AhmetCelaleddin Yesevi‟nin yaktığı alıp diyar dolaşan zahitlerdi. andığımız Mevlana Rumi, meşaleyi Yunus Emre, Hacıdiyar Bektaş Veli gibi, Türkistan topraklarında Ahmet Yesevi‟nin yaktığı meşaleyi alıp diyar diyar dolaşan zahitlerdi.

28

Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 122. Ahmed Ahmed Yesevî, Yesevî, editör: editör: N. N. Tosun, Tosun, s. s. 153. 122. 29 Ahmed Yesevî, editör: N. Tosun, s. 153. 29 28

62


BİLDİRİLER Bu çalışmamızın tasavvuf ve irfâni gelenek açısından iki çıkarımı vardır. Birincisi insanı terbiye etmek ve yetiştirmektir. Yesevi, Türkistan ve çevresinde bu işle meşguldü. Etrafındaki kimselerin tenine, rengine, giyimine bakmadan insana yakışır bir dini yaşantıyı öğretiyordu. Kişilerin özel durumları ve sosyal durumları farklıdır. Tasavvuf onlara bakmaz, Allah‟ın yarattığı bir varlık olarak onu kötülüklerden ve kötülerden korumaya çalışır. Bir sonraki adım da insanın kendi nefsani ve şeytani arzularını terbiye ederek, dengeli bir hayat kurmasına yardımcı olur. Böylece insan Allah‟a yaklaşmakta, dindar bir Müslüman olmaya doğru ilerlemektedir. Tasavvufun ikinci amacını „daha çok İslam ve daha çok Müslüman‟ şeklinde özetleyebiliriz. Tasavvufun işlevini icra ettiği dönemlerde, mutasavvıflar, kendilerini yetiştirdikten sonra çevreye açılırlar, diyar diyar dolaşır, gördükleri kimselere bazen sadece hal hatır sorar, bazen uzun uzadıya muhabbet ederler; bazen de bir yere yerleşir gelene gidene hizmet eder, bildiklerini anlatır, sade ve basit bir İslam yaşayarak insanlara Müslümanlığın kolay yolunu gösterirlerdi. Bir müddet sonra o bölgenin harikulade bir cemiyet olduğu duyulurdu. Bunun örnekleri çoktur. İşte bugünkü Müslüman memleketlerin çoğunun kaderi bu şekilde değişmiştir. Tarihten öğreniyoruz ki, Ahmet Yesevi ve onu ocağında yetişen birçok gönül eri insan, daha çok İslam daha çok Müslüman için kendilerini bu uğra adamışlardır. İşte onlar dünyayı değiştiren insanlardı. Yesevi‟nin kendisi yok ama onun, İslam‟ın temel kaynaklarına dayalı ortaya koyduğu mirası ve mesajı, hala daha dünyayı ve insanları etkilemeye devam ediyor. Bu bakımdan tasavvuf bugün de dünyaya çok şey verebilir. Ondan günümüze birçok mesaj vardır, bir tanesi ile yetinelim: Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden Allah şahit, öyle kula hazırdır Siccîn Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte. Kaynaklar Ahmed Yesevî, editör: Necdet Tosun, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı yay., Ankara 2015, s. 19-21; Ankara 2015, (Hikmetlerle birlikte). Ahmed Yesevî, Hoca, Divân-ı Hikmet, editör: Mustafa Tatcı, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara 2016. Ahmed Yesevi, Hoca, Yesevî'nin Fakr-nâme'si, haz. Kemal Eraslan, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1977. Ahmet Yasavi, Divani Hikmet (Avdarma, transkripçiya, matin, sözdik), dayındağan: T. Kıdır, K. Mustafaeva, Turan Baspahanasi, Türkistan 2010. Ahmet Yıldırım, “Hoca Ahmet Yesevi”, Doğudan Batıya Düşüncenin Serüveni, İstanbul 2015, VII,121-146. Ahmet Yıldırım, Hoca Ahmed Yesevi’nin Hadis Kültürü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2012.

63


BİLDİRİLER Ali Atmaca, Ahmet Yesevi’nin İnanç ve Düşünce Dünyası (Y. Lisans Tezi), Sivas 2008. Andras J. E. Bodrogligeti, “The Impact of Ahmad Yasavi‟s teaching on the cultural and political life of the Turks of Central Asia”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, (1992:2), s. 35-41; Andras J. E. Bodrogligeti, “The Impact of Ahmad Yasavi‟s teaching on the cultural and political life of the Turks of Central Asia”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, (1992:2), s. 35-41; Dosay Kenjetay, “Hoca Ahmet Yesevî: Yaşadığı Devir, Tarikatı ve Tesiri”, Tasavvur Dergisi, Ankara 1999, ss. 105-129. Dosay Kenjetay, “Hoca Ahmet Yesevi‟nin Türk-İslam Anlayışındaki Yeri”, Orta Asya’da İslam -Temsilden Fobi’ye, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Yay., Türkistan - Ankara 2012, II,769-806. Dosay Kenjetay, “Türk Felsefe Tarihinde Yesevî Düşüncesinin Yeri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli, 2008 - 45, ss. 135-143. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1978. H. İbrahim Şener, “Yesevî Hikmetlerinin Kaynağı Olarak Ayetler Üzerine Bir Değerlendirme”, Ahmed-i Yesevî -Hayatı, Eserleri ve Tesirleri-, Seha Neşriyat, İstanbul 1996, s. 353-374. İsmail Çalışkan, “Ahmed Yesevî Düşüncesinde Kur‟an‟ın Yeri -Bir Gönül Erinin Mısralarına „Ruh Veren‟ Ayetler-”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi (Eskişehir, 26-28 Mayıs 2014) Bildiriler, I-III.cilt, Eskişehir 2014, ss. 415-30. Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevî”, DİA, İstanbul 1989, c. 2, ss. 159-161. Kemal Eraslan, “Divân-ı Hikmet”, DİA, İstanbul 1994, c 9, ss. 429-430. Mustafa Kara, “Tasavvuf Kültürünün Türkistan Macerasına Genel Bakış”, Uludağ Ü. İlahiyat Fak. Dergisi, cilt: 10, sayı: 1, Bursa 2001, ss. 9-31. Nadirhan Hasan, “Mevlana Sûfî Muhammed Danişmend ve Mir'âtü'l-Kulûb Eseri”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED], 45, Erzurum 2011, ss. 9-16. Necdet Tosun, “Yeseviyye”, DİA, İstanbul 2013, cilt: 43, sayfa: 487-490. Necmettin Hacıeminoğlu, “Karahanlılar -Karhanlı Türkçesi”, DİA, İstanbul 2001 c. 24, s. 404-412. Nevzat Aşık, “Yesevi Hikmetlerine Kaynaklık Eden Hadislerin Değerlendirilmesi ve Sünnet Kültürünün Hikmetlere Tesiri”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1995, sayı: 9, s. 7-22.

64


BİLDİRİLER

1900‟lü yılların başında Türkistan ve Ahmet Yesevi‟nin türbesi

65



BİLDİRİLER Pîr-i Türkistan’ın Türkçe Ülküsü PÎR-İ TÜRKİSTAN’IN TÜRKÇE ÜLKÜSÜ

1.

Abdullah KÖK*

Tür kl er i n İ sl âmî Çevr eye Dâ hi l O l mal arı

İslâm dini, VII. yüzyılın başlarında, Arabistan’da ortaya çıktı. Çıktıktan sonra da Türkler İslâm dini ile temasa geçtiler. Bununla beraber, Türklerin İslâm dinine kitleler hâlinde girişlerine tanıklık edebilmek için X. yüzyılı beklemek gerekmiştir. Türkler, X. yüzyılda büyük kitleler hâlinde İslâm dinine girmeye başlamakla birlikte, bu dönemde Türklerin büyük bölümü İslâmiyet dışında idi. Türkleri İslâm dininin kabulüne götüren ve Türklerin İslâmiyet’le tanışma dönemi olarak nitelenen X. yüzyıla kadarki birinci devreyi bir takım alt bölümlere ayırmak gerekir. Diyebiliriz ki 751 yılında cereyan eden Talas savaşına kadarki evre, Türklerin münferit ihtidaları ile karakterize olmaktadır. Türklerin İslâmiyet içinde görevler üstlendikleri “hizmet dönemi” şeklinde adlandırılan ikinci evre 868 yılında siyasî hâkimiyet kurmalarına kadar uzanmaktadır. Üçüncü evre ise, X. yüzyılın ortalarından itibaren bağımsız Müslüman Türk devletlerinin tarih sahnesinde görülmeye başladığı zamana kadarki devreyi içine almaktadır. Bu bakımdan üç aşamalı ilk devreyi, Türklerin “Müslümanlıkla temasa geldikleri, tanıştıkları ve kabule hazırlandıkları dönem” şeklinde ifade etmek gerekecektir.[Kök; 2004; VI]

2.

Türklerin İslâm Dinini Kabul Edişleri

İslâm dininin Türkler arasında yayılarak geniş kitlelerin ihtidasına dönüşmesi Samanoğullarının hâkimiyet döneminde gerçekleşmiştir. Buhara’yı merkez seçerek kurulan Samanoğulları Emirliği (875-999) X. yüzyılı, Müslüman Orta Asya’nın altın çağı yapmayı başarmıştır. Samanoğulları yönetiminde ticaret uluslararası düzeyde çok gelişmiştir. Ticaret yolları dört bir yana uzanarak İran ve Irak’taki merkezlere, doğuda Çin’e, güneyde Hindistan’a, Avrasya steplerine, kuzeybatıda İdil boylarına kadar uzanıyordu. Bu sonuncu yol İdil Bulgar Türklerine elçi olarak gönderilen İbn Fadlan’ın Seyahatnamesi’nde anlatılmaktadır. Bugün Rus bölgesinde, Baltık denizine doğru olan kesimde ve hatta İsveç’te çok sayıda Samanîlere ait gümüş sikkelere rastlanmaktadır. Bu durumdan hareketle diyebiliriz ki bu çağda ticaretin ulaştığı uluslararası boyut çok üst seviyededir. Ticaretin gelişmesi, bu dönemde şehirleşmenin gelişmesine de zemin hazırlamıştır. Bu şehirler, müstahkem bir çekirdek etrafında oluşan mahalleler ve oralarda kurulan camiler, okullar, hamamlar, kervansaraylar, türbeler ve diğer önemli yapılarıyla dikkati çekmektedir. Nitekim İslâmî çevrede otorite olarak kabul edilen birçok âlim bu coğrafyada yetişmiştir. Ticaretin yanı sıra ekonomik hayatın tarım, madencilik ve sanayi gibi sektörlerinde de o dönemde büyük gelişmeler görüldü. Çinlilerden kâğıt yapmayı öğrenen Semerkantlılar sonradan kendileri de kâğıt ürettiler ve X. yüzyılın sonlarında bu kâğıtlar bütün İslâm coğrafyasına, oradan da Avrupa’ya geçti. Yörenin değişik yerlerinde çeşitli ürünler elde ediliyor, ayrıca sabun, halı, hasır, bakır fenerler, kumaş, havlu, eğer takımları, bakırdan yapılmış eşyalar, yay, kılıç, kalkan, cam eşyalar, kâğıt türünden birçok ince iş yapılabiliyordu. Zarefşan civarındaki şehirlerde dokunan ipekli ve yünlü kumaşlar, zengin kömür madenlerine ve demire sahip olan Fergana havalisindeki demir ve çelik işleri, silâhlar bütün İslâm coğrafyasında beğeni ile karşılanmaktaydı. Maveraü’n-nehrçevresi, Türkistan içleri ve doğusundaki göçebe Türklerle de çok geniş ekonomik ve özellikle ticarî ilişkiler kurulmuştur. Göçer-konarlar geniş otlaklarda besledikleri koyun, at, deve gibi hayvanlarla deri, kürk gibi eşyaları satıyor, karşılığında hububat, giyecek ve ziynet eşyası satın alıyordu. Ayrıca köle ticareti *Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi

67


BİLDİRİLER de mevcuttu. Esasen göçer-konar Türklerin ülkelerinde de ticaret yolları boyunca küçük pazar kentleri oluşmuştu. Tacirler düzenli konaklamalarla bu bölgelere seferler yapıyorlardı. Onlar Türk ülkelerine yerleşik kültür ve medeniyet unsurlarının yanı sıra, İslâmiyet’ten önce olduğu gibi İslâmiyet döneminde ve özellikle ticarî ilişkilerin geliştiği Samanoğulları zamanında dinlerini de getirdiler. Böylece İslâm dini Orta Asya’da daha önceki evrensel büyük dinlerin oralarda yayıldığı yolları izleyerek gelişti. Samanoğulları devletinde hanedan İranî olmakla birlikte, ordunun ve halkının büyük bölümü Türklerden oluşmaktaydı. Samanîler devrinde Buhara İslâm ilâhiyatının en önemli merkezlerinden biri hâline gelmiştir. X. yüzyılda Eş’arî’ye paralel olarak Orta Asya’da Maturidî (ölm. 944), muhafazakâr kelâmcıların formalizmi ile Mu’tezile’nin rasyonalizmini uzlaştırmak suretiyle Sünni kelâmının esaslarını ortaya koyuyor ve Sünnî Türkler, fıkıhtan İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin mezhebinde karar kılarken, inançta da Maturidî’nin mezhebine bağlanıyorlardı. Yine bu coğrafyada Farabî (870-950) İbn-i Sina (975-1037) gibi düşünür ve âlimleri yetiştiren Türklerin İslâm dünyasına katkıları ve hizmetlerinin sadece askerlik alanında olmayıp bilim, kültür, ilâhiyat, felsefe ve sanat gibi sosyo-kültürel hayatın hemen her alanında olduğunu görüyoruz. Türklerin ulaştığı bilgi çağına rağmen, hâlâ âlimler eserlerini Arapça ya da Farsça olarak kaleme alıyorlardı: Bu durum İslâmî çevre edebî Türkçesinin gelişmesini de geciktirmiştir. [Kök; 2007, 666-667]

3.

Karahanlıların Müslüman Oluşu

Karahanlılarda tespit edilebilen ilk kağan Bilge Kül Kadır Han, Sâmanîler ile mücadele etmiştir. Onun iki oğlundan Arslan Han Bazır büyük kağan sıfatı ile Balasagun’da, Kadır Han Oğulcak ise ortak kağan olarak Taraz’da devleti idare ettiler. Sâmanîler’den İsmail b. Ahmed (874892) uzun bir kuşatmadan sonra Taraz’ı feth etmişti. Bu durum karşısında Oğulcak merkezini Kâşgar’a naklederek Sâmanî hâkimiyeti altındaki bölgelere akınlara başlamıştır. Onun yeğeni Satuk’un, Karahanlılara sığınmış Ebu Nasr adlı Sâmanî prensi veya İslâm sufî vâizleri ile karşılaşması İslâmiyet’i kabulüne sebep olmuştu. Satuk amcasına karşı taht mücadelesini kazandıktan sonra kendi devleti içinde İslâmiyet’i resmen kabul etmiştir (X. yüzyılın başı). Bu olay Batı Karahanlıların durumunu değiştirdi. Satuk Buğra, Müslüman ismi olarak Abdülkerim’i aldı. O büyük Karahanlılara karşı mücadelede Müslüman gönüllülerden de faydalandı. Satuk’un oğlu Musa (Baytaş) doğu Kağanı Arslan Han’ı mağlûp ederek sülâlenin bu kolunu ortadan kaldırmış ve bütün Karahanlı devletini de İslâmlaştırmayı başarmıştır. Bundan sonra İslâm dininin Türkler arasındaki durumu bir cihat hükmünde olmuştur. [Kök; 2004; XI]

4.

Kur ’ an- ı Ker i m’ i n Tür kçeye İ l k Çevr i l mesi ve XI . Yüzyı l da Tür k Dünyası

Türklerin İslâmiyeti kabul edişi, tabiî olarak onun kutsal metni Kur’an’ı anlamak, kavramak, esas ve kurallarını öğrenmek ve öğretmek için Türkçeye çevrilmesini de kaçınılmaz kılmıştır. Kur’an’ın Arapçadan başka dillere çevirisi işi ilk Farsçaya çevrilmesi ile başlamıştır. Taberî Tefsiri esas alınarak yapılan bu çeviri, X. yüzyılda, Sâmânoğullarından Mansûr bin Nûh’un (M. 961976) oluşturduğu Maveraü’n-nehirli âlimlerden kurulu bir heyet tarafından yapılmıştır. Muhammed b. Cerir-i Taberî’nin (ö. 923) Arapça olarak yazdığı bu 30 ciltlik Kur’an tefsiri Farsçaya çevrilirken kısaltılmış, Kur’an metni esas alınarak satır arası Farsça çevirisi yapılmıştır. Taberî tefsirinde adı geçen âlimlerden hareketle Türkistan coğrafyasına baktığımızda, özellikle X. yüzyılın ikinci yarısında Taberî tefsirinde adı geçen âlimlerin ölüm tarihlerinden hareketle sadece Buhara ve Belhli âlimlerin ismini tespit edebildik. Yine biliyoruz ki X. yüzyılda Türkistan coğrafyasında başta Semarkandî olmak üzere birçok âlim yetişmiştir. Bu Kur’an çevirisini

68


BİLDİRİLER de o dönemlere tarihlendirmek doğru ve yerinde bir tespit olmalıdır. Dönemin Türkistan entelektüel çevresi de bu görüşümüzü desteklemektedir. Zeki Velidî Togan’a göre ilk Türkçe Kur’an çevirisi bu ilk Farsça çeviriyle aynı zamanda Kur’an çeviri heyetinin çalışmaları sırasında gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Togan The Earliest Translation of the Qur’an into Turkish adlı çalışmasında Taberî’nin tefsirinin çevrilmesi komisyonunda Türk şehirlerinden İspicap’lı bir Türk’ün de bulunduğunu belirtir. Togan ilk Türkçe çevirilerin asıl nüshasının İslâmiyeti kabul eden Argu ve Karluk Türklerinin lehçesinde, Çü ve Sırderya civarındaki Oğuzların ağzının da tesiri ile yazılmış olduğunu belirtir. Togan Mâverâü’nnehrli âlimlerden kurulu bu heyetin üyelerinden birinin İspicaplı (Sayramlı) bir Argu Türkü de olduğunu belirtmiştir. Fuat Köprülü Türk Edebiyatı Tarihinde İlk Kur’an tefsirinin H.VI/M.XII. yüzyıl sonunda veya H.V/M.XI yüzyıl başında Batı Türkistan’da yazıldığını belirtir. Fuad Köprülü gibi Abdülkadir İnan da Kur’an’ın Türkçeye çevirisinin Farsça çevirisinden yaklaşık bir yüzyıl sonra, yani XI. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olması gerektiği düşüncesindedir. Horasan ve Mâverâü’n-nehr’de hâkimiyetin, Sâmânoğullarının (M. 875-999) eline geçmesi Türklerin İslâm dini çevresine girmelerini hızlandırdı. Sâmânoğulları ordusu Türklerden kurulu idi ve Türk kumandanları idaresinde bulunuyordu. Sâmânoğullarından Mansur b. Nûh (961-976) devrinde Mâverâü’n-nehr ve Horasan ordusunun kumandanı Türk soylu Amîdü’l-Mülk Fâik idi. Gazneliler sülâlesini kuran Sebük Tegin de bu Türk kumandanlardan biridir. İşte bu sıralarda Emir Mansur b. Nûh Kur’an-ı Kerim’in Farsçaya çevrilmesini resmen, devlet işi olarak ele almış, Kur’an’ın Farsçaya çevrilmesinin caiz olup olmadığı hakkında Horasan ve Mâverâü’n-nehr bilginlerinden fetva istemiş ve yukarıda belirtilen Heyete bu işi havale etmişti. Bu olaydan 20 yıl sonra bütün Mâverâü’n-nehr’de hâkimiyet Türklerin eline geçti. Mânsur b. Nûh’un çeviri için istediği bilginler ve çeviri komisyonuna dâhil mütercimler arasında Türklerin kalabalık olarak bulundukları İsficap (Sayram), Fergana, Semerkand ve Buhara şehirlerinden bilginler de bulunuyor olması çok muhtemeldir. Öyle ki, İsficap bölgesi Karluk Türklerinin yaşadığı bir bölgeydi. 840 yılında Uygur devleti yıkıldığı zaman Karluklar Isık gölünün güneyi ile İsficap’tan Çü ve İli havzasına kadar yayılmış durumdaydılar. İsficap eyaletinin merkezi olan İsficap şehrine Belazurî’nin ifadesine göre Kuteybe’nin Şaş’ı istilâ etmesinden sonra buradan ayrılan Türkler hâkim olmuştu. X. yüzyılda hâlâ bir Türk hükümdar tarafından yönetilen eyalet Sâmânî devletine vergi vermiyor, bağlılığını gönderdiği sembolik materyallerle bildiriyordu. Makdisî İsficap’a bağlı 51 şehir adı verir. Bu şehirlerden Sabran Oğuz ve Kimeklere komşu olup Oğuz tüccarların uğradığı bir ticaret şehriydi. Ünlü Türk filozofu Farabî’nin doğum yeri olan Farab (Barab) ile Geçdih ve Şaş arasında Türklerden Müslüman olmuş 1000 çadır bulunuyordu. Sütkent ise Müslüman Türklerin toplandığı bir mekândı. Bölgenin önemli yerlerinden olan Taraz yine Müslüman Türklerin ticaret merkezi konumundaydı. IX ve X. yüzyılda İsficap (Sayram), Fergana, Semerkand, Buhara, Belh gibi Türk nüfusun da olduğu şehirlerde üst seviyede bir entelektüel hayatın varlığını dönemin kaynakları göstermektedir. [Kök; 2007;667-669] 5.

Hakaniye Türkçesinin Yayılım Alanları ve Divân-ı Hikmet’in Hakaniye Türkçesi Eserleri Arasındaki Yeri (Dil Alanı ve Edebî Mahiyeti) Üzerine Birkaç Söz

Fuad Köprülü Divân-ı Hikmet’in hangi lisan dairesine mensup olduğunu anlamak için elde eski ve güvenilir bir nüsha olmadığını dil tarihi bakımından bazı tetkiklerde bulunarak XI. ve XII. yüzyıl coğrafi lehçeleri hakkında bilgiler verir. Çağatay edebiyatının ilk eseri olarak Divân-ı Hikmet’in bu özelliklere ne kadar hangi ölçüde sahip olabileceğini de göstermeyi kayda değer bulur. Mahmud Kaşgârî’nin verdiği bilgiye göre; XI. asırdaki Türkçe başlıca Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmaktadır. Müellifin Hakaniye Türkçesi veya özellikle Türkçe dediği Doğu Türkçesi Kâşgar’a hakim bir edebî lehçedir. Çigil, Yagma, Argu, Tohsı, Uygur lehçeleri Doğu Türkçesi ile büyük bir

69


BİLDİRİLER yakınlık gösterir. Batı lehçesi ise Oğuz lehçesidir. Kıpçak, Yimak, Peçenek ve Bulgar lehçeleri ve özellikle Kıpçak-Yimak lehçesi Batı lehçesi ile yakından ilgilidir. Aslında Hakânîye Türkçesi ve Oğuz lehçesi arasında XI. yüzyılda kesin ve büyük birtakım ayrılıkların olduğu Dîvân-u Lügâti’t Türk’ten anlaşılmaktadır. XI. asırda özellikle Doğu lehçesi yani Kâşgar dili büyük bir özelliğe sahiptir. Mahmud Kâşgarî; Uygur adı altında ifade edip, lisanlarının halis Türkçe olduğunu ve Uygur yazısını kullandıklarını belirttiği İslamiyet dairesine girmemiş ve daha Doğu bölgede kalmış Doğu Türklerinin lisanlarını da yapı ve ses bakımından Kâşgar diline yakın olduğunu ifade eder. Fakat bu lisanda İslâmiyet dairesine girmiş olmamaları nedeniyle onlarda İslami Arap ve Acem tesiri göze çarpmıyordu. Oğuzların ve Hakâniye Türklerinin kullandıkları yazı, Uygur yazısıdır fakat Oğuzlar o zamanda medeniyet seviyesi bakımından Hakâniye Türklerinden daha aşağı bir seviyede olduklarından oradaki edebi Türkçe Kâşgar Türkçesi yani Kâşgar ve halkına söylenen lehçedir. Rus Grigorieff ve Fransız Grenard’a göre; Kâşgar dili yani Hakâniye Türkçesi, Karluk Türkçesidir. Kâşgar Hanlığını kuranlar -onlara göre- Uygurlar (Dokuz Oğuzlar) değil Karluklardır. Köktürk kabileleri içinde yaşayan bu Karluklar miladi VIII. Asırda Köktürk devletinin yıkılması üzerine Uygur hakimiyetini kabul etmeyen diğer bazı Köktürk kabileleri ile beraber Taşkend ve Fergana’yı işgal ederler. Mes’ûdî’nin verdiği bir görüşe göre de Türk ünvanı ile anılan Karlukların şarka doğru yayıldıklarını ve Fergana’dan itibaren Karlukların arasından geçerek Dokuz Oğuzlar ülkesine varabilmek için bir aylık yol olduğu bildiriliyor. İşte Dîvân-u Lügâtî’t Türk’teki Hakâniye Türklerinin Karluklar olduğunu ve bunları Uygurlardan ayrı ve Eski Köktürk sosyal heyetine mensup bir Türk kabilesi saymak gerektiğini gösteren bu tafsilat, Kutadgu Bilig’in lisan bakımından yine aynı Köktürklere ait Orhun abideleri ile ilgisi olduğu açık bir şekilde ortaya konulmaktadır. [Köprülü;1984;126-136]. XI. yüzyılda Kâşgar Türkçesi yani Doğu Türkçesi Kâşgar’dan başlayarak Fergana, Taşkend, Semerkand dolaylarına kadar Karlukların bulunduğu şarkî sahalarda hüküm sürerken, Oğuz lehçesi yani Batı Türkçesi Batı’da Seyhun sahasından Horasan’a kadar geniş bir alanda yayılmaktadır. X. yüzyıldan başlayarak İslâmiyet dairesine giren Oğuz Türkmenlerinden X. asır sonunda bir kısmının arasından Buhara civarında bir Selçuklu Hanedanlığı kuruldu. Bu hanedanlık zamanında Küçük-Asya ve Azerbaycan Oğuzların göçüyle kuvvetli bir şekilde Türkleşti. Seyhun bölgesindeki Hazar ve Aral denizi kuzeyindeki Oğuzların boş bıraktıkları yerleri de Kimakların kolu olan Kıpçaklar doldurdu. Burada Kıpçakların Harezm ile bitişik olduğu görülür. Cengiz’in Asya’yı istilasından önce X. ve XI. asırdan önce Orta Asya’nın Kâşgar ve Seyhun sahasının lisanî durumu böyledir. O devirlere ait tarihi ve lisanî vesikaların azlığı ve eski tarihçilerle coğrafyacıların karışık ifadeleri karşısında yapılan açıklamalar yine kapalıdır. Bu kapalı ifadeler karşısında Ahmed Yesevî’nin Dîvân- Hikmet’ine nasıl bir dil özelliği atfedileceği az çok anlaşılmaktadır. [Köprülü;1984; 138-140] Ahmed Yesevî İspîcab’da doğmuştur. Mahmud Kâşgârî’nin de İspîcab’dan Balasagun’a kadar uzanan yerleri Argu beldesi olarak saydığı düşünülür. Böylelikle Ahmed Yesevî’nin de Argu Türklerinden olduğu düşünülür. Kaşgarlı Mahmud, Balasagun, Taraz, Sayram ahalisinin hem Soğdça hem de Türkçe konuştuklarını ve bundan dolayı Argu beldelerinde halkın dilinde yabancı tesirler nedeniyle biraz eğilimin olduğunu ilave eder. Arguların lehçesi, Hakâniye Türklerinin lehçeleriyle aynı dil dairesine girebilmesi nedeniyle Hoca Ahmed Yesevî’nin anadilinin Oğuz lehçesi olmadığı ortaya çıkmaktadır. Ahmed Yesevî sonradan Yesi’ye geldiği zaman oradaki Oğuzlardan önemli bir kısmının göç etmesi, geri kalan Oğuzların da Kıpçaklar ve başka Türklerle karışmış olduklarından dolayı onun dilinde Oğuz özellikleri bulunsa bile Ahmed Yesevî’nin eserini Oğuz dilleri sahasına dahil edilemeyeceğini, eserin Şark Türkçesi ürünü şeklinde kabul edilebileceğini Köprülü ifade etmiştir.Yine Köprülü Dîvân-ı Hikmet’in her bakımdan Kutadgu Bilig’e yakın bir dil özelliği

70


BİLDİRİLER göstereceği ve ondan daha fazla da Arap ve Acem tesiri, hatta biraz da Oğuz lehçesi nüfuzu altında kalmakla beraber- yine Oğuz lehçesi dil alanına girebileceğini düşünmektedir. Fakat Ahmed Yesevî’ye ait bu parçaların yüzyıllarca müstensihler elinde sürekli bozulması, aslî özelliklerini kaybetmesi bu görüş için bir önem oluşturmamaktadır. [Köprülü;1984,140-143] Köprülü; Vambery, Thury Joseph gibi tetkikçilerin hem Dîvân-ı Hikmet hakkında layıkıyla tetkik yapmadıklarını hem de Ahmed Yesevî’nin tarihi şahsiyeti hakkında çok fazla bir haberi olmayan tetkikçilerin yazarın ve eserinin dil özelliği hakkında acele hükümler verdiğini düşünür. Dîvân-ı Hikmet’in lisanını Hokand Hanlığı’ndaki lehçe olarak görürler. Sonra Thry Joseph’in de aralarında olduğu tetkikçilere göre; Dîvân-ı Hikmet Rabgûzî’nin Kısas-ı Enbiyâsı ile beraber Çağatay lehçesinin ilk eserleri arasında saymaktadır. Ayrıca Dîvân-ı Hikmet’i Kutadgu Bilig ile Nevâî’nin dili arasında aracı bir eser olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Harttman’a göre ise Ahmed Yesevî’nin eseri Çağatayca olarak sayılmaktadır. Bütün yapılan açıklamalardan sonra Fuad Köprülü, eserin çok eski bir nüshasının bulunamadığı takdirde, eserin dil özelliklerini Ahmed Yesevî’nin yetiştiği ve içinde bulunduğu çevrenin sahip olduğu dil anlayışında aranması gerektiğini savunur. Dîvân-ı Hikmet, Kutadgu Bilig ile aynı lisan dairesine yani Karluklar’a mensup bir Doğu Lehçesine ait eser sayılması gerektiği Köprülü tarafından ifade edilmiştir. Cengiz istilasından önce yazılmış eski bir nüsha bulununcaya kadar bu konudaki görüşler kapalılığını korumaya devam edecektir. Dîvân-ı Hikmet’te parçalar konu itibariyle anlaşılabilir ve azdır. Dervişlerin faziletleri hakkındaki medhiyeler, İslâm menkabeleri, Hz. Peygamber’in hayatına ait parçalar, dünya halinden şikayet, kıyamet günün yakınlığı, cennet ve cehennem gibi konulardan bahseden İslâmiyet’in Türkler arasında yeni yayılmaya başladığı zamanlarda halk kitlesi için yazılmış bir eserdir. Ahmed Yesevî İslâmı bu dini samimi bir şekilde kabul etmiş olmakla beraber kendi millî kültürlerinden asla kolay vazgeçmeyen Türklere anlatabilmek için Türklerin zevklerine uyarak basit bir dil ve ahenklerine uygun bir vezinle hitap etmiştir. Ahmed Yesevî bütün hikmetlerini halkın sevdiği, halk şairlerinin kullandığı millî hece vezni ile ve yine halk edebiyatından alınmış eski millî şekillerle yazmıştır. Çünkü doğrudan doğruya halk kitlesine hitap etmek istemektedir. [Köprülü,1984,143-146] Ahmed Yesevî, hiçbir veçhile İslâm ilimlerine ve İran edebiyatına yabancı bir adam değildi; tahsil ve sülük hayatının büyük bir kısmını İslâm-Acem fikir merkezlerinde geçirmiş olduğu için, eski büyük Acem mutasavvıf şairlerin tasavvufî eserlerini pek iyi biliyordu; lâkin İslâmiyeti samimî fakat henüz sathi bir surette kabul etmiş olmakla beraber, kendi millî kültürlerini saklamaktan kolay kolay vazgeçmeyen Türklere hitap etmek lazım gelince, ister istemez onların zevklerine, ihtiyatlarına uymak, manasını anlayacakları basit bir lisan ahengine aşina olabilecekleri bir vezinle hitap eylemek zaruri idi. İşte, bu gibi kuvvetli tesirlerden dolayı Ahmed Yesevî, Acem mutasavvıflarının işlenmiş, ahenkli arûz veznini değil, halkın sevdiği, halk şairlerinin yüzyıllardan beri kullandığı millî hece veznini aldı ve bütün Hikmet’lerini o vezinle yine Halk edebiyatından eski millî şekillerle yazdı. Bunda, “lisânın henüz arûz vezniyle ünsiyet edecek derecede işlenmemiş” olmasının büyük bir tesiri yoktur. Çünkü; arûz vezni ondan aşağı yukarı altmış yetmiş sene önce Türk edebiyatında kullanıldığını Kutadgu Bilig bize açıkça gösteriyor. Bu hadisenin tek sebebi yukarıda söylediğimiz gibi, şairin doğrudan doğruya halk kitlesine hitap etmek istemesidir. Bununla beraber Dîvân-ı Hikmet’in eski bir nüshası elimizde bulunsaydı, lisanın, mümkün mertebe fazla bir ekseriyetin anlayabilmesi için çok sade yazılmak istenmesine rağmen Acem veznine bağlı kalınarak yazılmış, Kutadgu Bilig’den epeyce daha fazla Arap ve Acem kelimeleri ile karışık bulunacağı muhakkak gibiydi. Köprülü fikirlerine dipnotla şöyle açıklar “ Türk lisanının gelişme tarihi hakkında henüz hiçbir tetkik yapılmamış olmakla beraber, bunun sebeplerini umumî bir surette izah edebiliriz. Birincisi, Ahmed Yesevî mevzularını tekmil dine ve tasavvufa ait şeylerden aldığı için onların belli ve yerleşmiş ıstılahlarını kullanmaya mecbur kalıyordu. Türkler yeni kabul ettikleri bir dinin şerî ve

71


BİLDİRİLER tasavvufa ait yeni mefhumlarını umumiyetle ancak Kur’an-ı Kerim lisanından ve bir de o mefhumları kendilerine bu vasıta ile nakletmiş Acem alimlerinin eserlerinden çıkarabilirlerdi. İkincisi, İslâmiyet çevresine girdikten sonra Türkler arasında Arapça ve Acemceden alınma kelimeler tabii gittikçe çoğalmış ve halk onlara mümkün mertebe alışmıştı bu yüzden Ahmed Yesevî’nin bunu da göz önüne alarak halk kitlesine hitap ederken bile yabancı lisanlara ait kelimeler kullanmaktan o kadar çekinmeyeceği de muhakkaktır. Ahmed Yesevî, ekseri hikmetlerinin Asya’da halk arasında pek çok sevilen ve eskiden beri çok kullanılan yedi ve on ikililerle yazmıştır. Biraz aynı tonda garip bir ahengi aynı zamanda biraz iptidaî, vahşi fakat “aslî” bir edayı içine alan bu vezinler, onun elinde hiçbir fevkalâdelik göstermez. O esasen en çok galeyana açık hacet gösteren yerlerde bile çok sakin ve soğuktur, nasihatlerindeki ağır edası, tahkiyedeki basit ve yeknesak ifadesi, münacatlarındaki vakarlı ve sakin tavrı hemen hiç değişmez. İç hayatın vecdlerine, galeyanlarına ekseriya kayıtsız kalan şeriatın aslî esaslarına zahiren de tam bir sadakatle riayet eden bu ağırbaşlı, donuk Orta Asya Türkünün şahsiyeti, Dîvân-ı Hikmet’te derhal göze çarpar, halbuki yedili ve on ikililerin ağır aynı tarzdaki ahengine biraz hız ve heyecan vermek için sanatkar ve galeyânlı bir ruhun ona hayat nefh etmesi icap ederdi. Seçtiği vezinlerde o devrin müşterek zevkine uyarak şahsî yeniliklerden tamamı ile çekinen Ahmed Yesevî, kafiye hususunda da Arap ve Acemlere bağlı olmayarak, millî edebiyat ananesine tamamen sadık kalmış ve “kafiye” yerine halk edebiyatını taklitle daha çok “yarım kafiyeler” kullandığı gibi, onları da ekseriya fillerin çekimlerinden vücuda getirmiş ve eski redif usulüne de bağlı kalmıştır. Eski kavmî edebiyat ananelerine riayet merakı “nazım şekli”nde tamamı ile kendini göstermiştir. [Köprülü,1984,146-148] Filolojik ve lenguistik bakımından Müşterek Orta-Asya Türkçesi’nin Karahanlı dalı üzerinde en çok müessir olanlardan biri de XII. yüzyıl mutasavvıf şairlerinden Ahmet Yesevî olmuştur. Ahmet Yesevî çağdaşı Mahmutoğlu Edip Ahmet’i ve hatta Kutadgu Bilig gibi çağı için kapital bir eser sayılan Türk dil yadigârını arkada bırakmış, yazdığı hikmetlerin ruh okşayıcılığı ve çekiciliği sayesinde Orta Asya göçebeleri arasında yeni bir mektep kurmaya muvaffak olmuştur. Halkın içinde yetiştiği için, halk düşünüşü üzerinde geniş tepkiler yaratmasını bilen Ahmet Yesevî, kısa bir zaman içinde lejander (epik, mitolojik, destânî) bir şahsiyet kılığına sokulmuş, hikmetleri ağızdan ağıza dolaşarak asaletini ve gerçekliğini kaybetmiştir. Tefekkürüne yakıştırılabilecek bir çok yabancılara ait hikmetler, kendisine mal edilmek sureti ile, hikmetlerinin sayısı kabardıkça kabarmış, sonunda hangisinin Ahmet Yesevî’ye hangisinin diğerlerine ait olduğunu kestirmek zorlaşmıştır. Üstelik şairin ad ve lâkabının o nispette artırılması ile gerçek hüviyet ve şahsiyetinin tespiti de o nispette içinden çıkılmaz bir hale getirilmiştir. Orta Asya fikir ve edebiyatı hareketinde üstün bir nüfuz sahibi olan Mir Ali Şir Navâyî gibi bir Türk mütefekkiri Ahmet Yesevî hakkında açıklayıcı olmaktan uzak sathî bir bilgi vermekle yetinmiştir. Aksine Timur, şairin halk arasından yaygın nüfuzundan faydalanarak, ona harabeleri bugüne kadar kalan, büyük bir türbe yaptırmayı unutmamıştır. Buna karşılık Bartold’un tarif ettiği üzere tarikat sahibi bir şeyh şair ve filozof olan Ahmet Yesevî salikleri, halefleri ve şakirtleri tarafından uzun zaman tebcil edilmiş, kendisine tapılmıştır. Elimizdeki Orta Asya mutasavvıf şairlerine ait yazma bir mecmuada Şems yahut Şemseddin’e ait bir gazelde Ahmet Yesevî “Şeriatın nizamı, tarikatın imamı, hakikatin tamamı” şeklinde tarif edilmiştir. Aynı tarzda manevi kudret tebciline, diğer şehirlerde de sık sık rastlanmaktadır. Bu suretle şanı ve şöhreti coğrafik hudutları aşan Ahmet Yesevî, şüphesiz çağının Orta Asya tasavvuf cerayanının en büyük mübeşşiri olarak sayılmıştır. Fakat ne yazık ki bu büyük halk mütefekkirinin kaleminden çıkan şiirleri, yayıldığı geniş muhit halklarınca tebcil nişanesi sonucunda geniş değişikliklere uğramış, bize gerçeği ekten ayırt etme imkanını bırakmamıştır. Kendine ait gibi görünen en eski şiirleri XV. yüzyıla ait olarak telakki edilmektedir. Bunlar üzerine dahi Yesevî’nin dil ve gramer yapısı hakkında kesin bir fikir yürütmek oldukça zordur. Üstelik,

72


BİLDİRİLER mevcut yazamalardaki şiirleri de, müstensih hataları ile doludur. Kazan’da basılmış olan nüshalardaki şiirlerin topyekun Ahmet Yesevî’ye ait olduğu pek şüpheli görünmektedir. İçlerinde birbirini çürüten ve hatta aksî fikirler yayanbu şiirlerin Ahmet Yesevî’ye ait olduğu ihtimal dahi verilmez. Haddizatında şairin birbirinden farklı lakap kullanması da bunu teyit eder mahiyettedir. Bendeki bir yazmada Ahmet Yesvî’nin lakapları şöyledir: 1) Kul Hace, Ahmet (en çok kullanılandır) 2) Kul Hace,3) Sultan Hace Ahmet, 4) Ahmet Şikeste, 5) Ahmet Miskin, 6) Miskin Ahmet, 7) Kul Ahmet, 8) Hace Ahmet, 9) Hace Ahmet Yesevî, 10) Yesevî, 11) Ahmet, 12) Sultan Ahmet, 13) Miskin hâce Ahmet Yesevî gibi ünlü ve şanlı bir şairin bu kadar lakap kullanmasına hiçbir sebep olmadığına göre bunlardan bir kısmı muhtemel Yesevî’ye yamanmıştır. (Bunlardan başka Pîr-i Türkistan, Pîr-i Muğan) gibi mahlasları da taradığımız hikmetlerde tespit ettik). Bütün bu karışıklığa rağmen, Karahanlı devlet dilini, geniş halk tabakası içerisine indirmek bakımından, Ahmet Yesevî’nin Türk diline unutulmaz hizmetleri dokunmuştur. Türk dil yapısı içerisinde, büyük bir külfet teşkil eden yabancı unsurların ve kelime bolluğunun erimesi ve Türk gramer kalıplarına dökülmesi, Yesevî lehinde kaydedilecek en mühim noktalardan biridir. O, çağdaşı Mahmutoğlu Edip Ahmet gibi, yabancı yani Arap ve İran kelimelerini, kendi dilleri şeklindeki hali ile almamış, onları halk diline uygun bir renge sokmuştur. Bu bakımdan olsa bile, Yesevî dili dikkatle incelemeye değer bir kaynak karakterini taşımaktadır. Kaldı ki Yesevî kendi ana dilini diğer dillerden üstün tutma geleneğine bağlı kalmakla, Türk dili gelişmesi bakımından, bir kat daha değer taşımaktadır. Türkçe kelime serveti Yesevî’de ortadan kalkmamış, kendi varlığını muhafazaya çalışarak arkaik gramer şekilleriyle genişçe kullanılmıştır. Yabancı ekler hissedilmeyecek dereceye indirilmiştir. Bütün bunlar Yesevî lehine birer değer olarak kabul edilir. Türk dili tarihinde önemine göre Ahmet Yesevî dili öteden beri uzaktan yakından bu saha ile uğraşanların dikkatini çekmiş bu hususta birbirlerinden farklı fikirler ileriye sürülmüştür. Vakti ile F. E. Korş, eski Orta Asya edebî dilini Uygurcadan ayırt etmek üzere, Ahmet Yesevî’nin dilini, hiçbir araştırmaya lüzum görmeden Çağatay edebî dili çevresine dahil etmiştir. Vambery ise Ahmet Yesevî’nin, kendi Hokandlı hemşehrilerine ve Kırgızlara İslâm tasavvufunu tanıtmak arzusu ile hikmetlerini Halis Hokandşivesinde yazdığı kanaatindedir. Buharalı Şeyh Süleyman Efendi, Lûgatine Ahmet Yesevî’den birçok misaller almakla, onu Çağatay dili dairesine almıştır. F. Köprülü ise, Kaşgarlının bu sahadaki Türk halkları yayılımına dair verdiği bilgiye ve sırf İsficap’ta doğmuş olması dolayısı ile Yesevî’nin Argu uruğuna mensup olabileceğine dayanarak, dilce Kutadgu Bilig dairesine girebileceğini söylemektedir. T. Menzel ise daha kesin bir iddia ile Hikmetleri doğrudan doğruya Kutadgu Bilig’le Orhun Yazıtları dilinden saymaktadır. Özbek edebiyatı tarihçileri ise, basmakalıp Yesevî’yi ilk Özbek dili şairlerinden saymaktadırlar. Fakat, ortada bir konu hakkında bu kadar çok çeşitli hipotezler mevcutken, elbette hangisinin doğru olduğunu katiyetle kesip atmak mümkün değildir. Filvaki elimizde Yesevî hikmetlerinin dilce aslına yakın olanları bulunmakla beraber, yine de mevcutları ile Yesevî mektebinin vekilleri, şiirlerinde arkaik gramer yapısı unsurları ile bazı gerçek ipuçları elde edilebilir. Bu ise hikmetlerle Kutadgu Bilig gramer hususiyetleri arasındaki özel mukayeselerle kabil olur. Nitekim N.A.Baskakov, bu eseri Karluk-Harezm edebî şivesinden saymaktadır. Bu suretle bu bilgin amaca erişmek ülküsüyle, hem gramer yapısı, hem de coğrafik yayılım ölçülerini kullanmıştır. Bazı kişiler ise bu türden eserleri yakından tanımadan geçici devre türünden saymayı uygun bulmaktadır. Ahmet Yesevî’nin kurduğu dil ve tasavvuf mektebi, daha sonara şakirtleri ve halefleri tarafından, aynı gayretle devam ettirilmiştir. [Caferoğlu;1984, Türk Dili Tarihi II, 80-82]. Bu konuda başka bir çalışma yapılmalıdır. Ahmed Yesevî inandıklarını ve öğrendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecekleri dil ve alıştıkları şekillerle aktarmaya çalışır. Türklere şeriât ahkâmını, tasavvuf esaslarını, tarikatının âdâb ve erkânını öğretmeye çalışmak, İslâmiyet’i Türklere sevdirmek ve ehl-i

73


BİLDİRİLER sünnet akidesini yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur. Hikmetlerinin lirizmden mahrum sanat endişesinden uzak kabul edilişinin sebebi onlardaki bu öğreticilik vasfıdır. [Eraslan;1983:29] Elde bulunan Divân-ı Hikmet nüshalarındaki hikmetlerin dili Ahmet Yesevî’nin dilini aksettirmez. Çünkü hikmetlerin dili zamanla Yesevî dervişlerince değiştirilmiştir. Mahallî dil özellikleri kullanılmıştır. Taşkend yazmasında Özbek dili özellikleri, Kazan baskılarında da Kazan Tatarcası özellikleri dikkat çeker. Bu yüzden Ahmet Caferoğlu Divân-ı Hikmet nüshalarının dilinin Özbekçeye kaydığını ifade eder. Divân- ı Hikmet nüshalarının dil bakımından mahalli özellikler taşıyan Doğu Türkçesine dahildir. Ahmed Yesevî’nin Argu Türklerinden olduğunu kabul edip şivesini Arguca saymak, ya da Hokandlı olduğunu kabul edip Hokand şivesi olarak saymak bir tahmindir. Hikmetlerde görülen dil Çağatay veya Özbek dili değildir. A. Caferoğlu Ahmed Yesevî’nin hikmet dilini Müşterek Orta Asya Yazı dilleri içine alır. F. Köprülü ise Karahanlı edebî diliyle ilgili olduğunu görür. Kemal Eraslan’a göre Ahmed Yesevî’nin edebî dilinin Müşterek Orta Asya yazı diline dahil eder veya Doğu Türkçesi yazı dili olarak kabul eder. [Eraslan, 1983:45] Hoca Ahmed Yesevî kurduğu ve kurdurduğu tekkeler, yetiştirdiği mürşidler ve alp-erenler vasıtasıyla Orta Asya ve Volga ahalisi arasında Müslümanlığı yayan ve kuvvetlendiren büyük bir din adamıdır. O aynı zamanda Anadolu ve Rumeli’yi fetheden kuvvetlerin başında bulunan Horasan erlerinin manevi atasıdır. Yunus Emre de onun Anadolu’da yetişen bir uzantısıdır. [Diriöz;1993:93] Divân-ı Hikmeti ismini bilemediğimiz bir Yesevî hizmetçisi kaleme almış olabilir. Bu kişi büyük bir ihtimalle icazetli bir menakıbcı, destancı, kıssahan-Ahmed Yesevî’nin efsanevi hayatını, menkabelerini, dini tasavvufi düşüncelerini, telkinlerini onun dilinden naklederek bu eseri meydana getirmiştir. Bu nakletmeler de şifahi olarak ağızdan ağza devam ederken son asırlarda yazıya geçirilmiş olmalıdır. [Diriöz;1993:95] riyazetni katıg tutıp kanlar yutup min defter-i sani sözün açtım muna (katı bir riyazet çekerek işte ikinci defter sözünü açtım. ikinci kitap sözüne başladım.) Bu ikinci defter sözü Divân-ı Hikmet’in pek çok yerinde geçmektedir. min defter-i sani ayıttım hani kulak kan yaş töküp yığlamaslar misl-i bulak gibi (Ben ikinci kitabı söyledin dinleyen kulak nerede?Pınar gibi kanlı yaş döküp ağlamazlar.) Divân-ı Hikmet’in Hoca Ahmet Yesevî’nin bir menakıpnamesi hüviyetinde oluşunun başka bir delili de; onun mütecanis ve tertipli bir şekilde hep Hoca Ahmed Yesevî’nin menkıbelerini, telkinlerini, dini ve ahlaki görüşlerini ihtiva etmiş olmasıdır. [Diriöz;1993:96] Besmeleyle başlayan ilk manzumeyi takiben 25 dörtlükten oluşan Hikmette gariplere, fakirlere, yetimlere acımak gerektiğinden bahsedilir. Diğer hikmete de 63 yaşının geçtiği gaflete değinilerek geçilir. [Diriöz;1993:96] İkinci hikmette de Hak Mustafa Mi’rac’da onun ruhunu gördüğü için Ahmed Yesevî 63 yaşına geldiğinde kazdırdığı yer altı hücresine çekilir. Bu arada Elest Meclisi, Hz. Muhammed’e dört yüz yıl sonra Ahmed Yesevî’nin ümmet olacağı müjdesi verilir. Yesevî’nin ana rahmine düşüşü, doğumu, on yaşına kadar ki durumu yıl yıl Ahmed Yesevî’nin dilinden aktarılır. Sonraki beş hikmet

74


BİLDİRİLER sırayla Ahmed Yesevî’nin on bir yaşından yirmi bir yaşına kadar; yirmi iki yaşından otuz yaşına kadar; kırk yaşından elli yaşına kadar; elli bir yaşından altmış üç yaşına kadar olan efsanevi hayatını ihtiva eder. Bunlardan sonra gelen 12 dörtlükteki hikmette Ahmed Yesevî’nin yer altında yaptırdığı çilehaneye çekilişi dile getirilir. 29 kıtalık hikmette Arslan Baba’nın Hz. Peygamber’in Ahmet Yesevî’ye vermesi için kendine emanet ettiğive damağında beş yüz yıl tuttuğu hurmadan söz edilir. [Diriöz;1993:97] Bunların yanı sıra şeriat, tarikat aşkı, aşk, gurbet, seher vakti, nale, feryâd, nefsini öldürme, muhabbet, zahir batın gibi konula işlenmiştir. Bu hikmetlere yek ahenk hikmetler de diyebiliriz. [Diriöz;1993:98] Divân-ı Hikmet dağınık bir şiir mecmuası değildir. Düzenli mantıklı sıralanmış bütünlüklü bir Hoca Ahmed Yesevî menakıb-namesidir. Divân-ı Hikmet aslında bir menakıb-namedir.Divân-ı Hikmetin Hoca Ahmed Yesevî’nin menakıb-namesi olması; Hoca Ahmed Yesevi’nin günümüze gelen yüksek manevi değerini değiştirmez. Bazı kişilerin Ahmed Yesevi’yi çocuklarımıza okutmayalım mı? Onun insani, dini, ahlaki yüce prensiplerini öğretmeyelim mi?gibi sözler telaşla ortaya atılmamalıdır. Divân-ı Hikmet ister Diriöz’ün dediği gibi Hoca AhmedYesevî menakıb-namesi olsun ister Köprülü’nün ifade ettiği gibi muhtelif Yesevî dervişlerine ait manzumeler mecmuası olsun her durumda Divân-ı Hikmet Ahmed Yesevî’nin kaleminden çıkmamıştır. [Diriöz,1993:98] Yesevî’nin yaşadığı yıllarda Yedisu ve Batı Türkistan’da kuvvetli bir İslâmlaşma eğilimi vardı. Bir yandan İslâmî bilimleri öğreten medreseler, diğer yandan da tasavvuf hareketleriyle etkisini artıran tekkeler Yesevî’nin düşüncelerini yaymasına zemin oluşturmuştur. İslâmî bilimleri iyi bilmesine rağmen çevresine toplanan halka dinin kurallarını, kendi dilleriyle ve göçebelere has hoşgörü çerçevesinde anlatıyordu. [Eraslan; 1989; 161]. Ahmed-î Yesevî ve Yesevîlik toplumların eski kültürlerini yeniden keşfetme olayı sonucunda ortaya çıkan kültür köklerinden biridir. Orta Asya’da Türk toplulukları arasında X. yüzyılın ikinci yarısında doğup İslamlaşma ile yeni bir kültür yaratma süreci XII. yüzyılda Budist, Şamanist, Maniheist kültürlerini de benimseyen Ahmed-î Yesevî’nin de tahmin ettiği gibi Türk toplumlarının İslâm’a mistik bir yolla geçmesiyle mistik bir zemin üzerinde oluşmaya başlamıştır. Ahmed-î Yesevî’nin halifeleri XII. yüzyılın ikinci yarısında YesevîlikMaveraü’n-nehir ve Fergana havalisinde yani bugünkü Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve kısmen Tacikistan ve Türkmenistan bölgelerinde yayılmaya başlamıştır. Buralarda Yesevîlik İslâm’ın kendisi olmuştur. Kalabalık kitleler İslâm’ı Yesevîlik yoluyla tanımışlardır. 1218 yılındaki Moğol istilası Yesevîliğin yayılma alanını Yesevî dervişlerini de önüne katarak uzaklara götürdü.Bunun sonucunda Yesevîlik Orta Asya sahasında, Hindistan sahasında ve Anadolu sahasında yayılım göstermiştir. Ahmed Yesevî’nin Divânı Hikmeti zaman içinde değişimlere, yenilenmelere, uğramıştır. İçine aynı tarzda söylenmiş başka hikmetler de karışmıştır. Böylece zamanımıza kadar gelmiştir. Bugün elde bulunan Divân-ı Hikmet nüshaları Yunus Emre Divanı’nın uğradığı maceranın bir benzerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yesevî kültürünün etkileri çok köklüdür. Yesevîlik kendini Nakşıbendîlik, Kübrevîlik, Haydarîlik ve Bektaşîlik içinde kendini göstermiştir. Bugün Orta Asya’da Ahmed Yesevî adı İslâm ile özdeşleşmiş olup temel ögelerden biri durumundadır. Ahmed Yesevî çoktandır burada tarihi hüviyetinden farklılaşmış efsaneleşmiş bir şahsiyet olarak Altaylardan Volga boylarına kadar Pîr-i Türkistan, Hazret-i Türkistan, Hoca Ahmedî Yesevî, Ata Yesevî olmuştur. Orta Asya’da Divân-ı Hikmet mukaddes bir metin olarak okunmaya devam etmiştir. Bu hikmetler büyük bir saygı ile ezberlenir.

75


BİLDİRİLER Sadece erkekler değil kadınlar arasında da Yesevî han denilen okuyucular bulunur. Bizdeki mevlit merasimigibi yapılan çeşitli toplantılarda okunmaktadır. Ahmedi Yesevî ve Yesevîlik kültürü aradan geçen erkekler yüzyıllaradeğil rağmen güçlenerek Ortahan Asya’da gelmiştir. Orta Asya Sadece kadınlar arasındaözellikle da Yesevî denilengünümüze okuyucularkadar bulunur. Bizdeki mevlit halk Müslümanlığı özdeşleşerek bir okunmaktadır. yandan Nakşibendîlik Kübrevîlik içindekültürü bir yandan merasimigibi yapılan ile çeşitli toplantılarda Ahmedi ve Yesevî ve Yesevîlik aradanda kendi yüzyıllara başına varlığını Diğer yandan Anadolugünümüze ve Hindistan sufîliğini de etkilemiştir. geçen rağmensürdürmüştür. güçlenerek özellikle Orta Asya’da kadar gelmiştir. Orta Asya YeniMüslümanlığı tasavvufî yapılanmaların temelini [Ocak,1993:299-303] halk ile özdeşleşerek bir oluşturmuştur. yandan Nakşibendîlik ve Kübrevîlik içinde bir yandan da kendi başına varlığını sürdürmüştür. Diğer yandan Anadolu ve Hindistan sufîliğini de etkilemiştir. Ahmed Yesevî’nin,temelini döneminoluşturmuştur. önemli bir bilim ve kültür merkezi olan Buhara’da iyi bir Yeni tasavvufî yapılanmaların [Ocak,1993:299-303] eğitim gördüğü, Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrendiği İslâmî ilimler konusunda da çok iyi yetiştiği tahmin edilebilir. Ahmed Yesevî’nin önemlibirtarafı Yesevîlik yaptığı irşatlar Ahmed Yesevî’nin, döneminenönemli bilimkurduğu ve kültür merkezitarikatı, olan Buhara’da iyi birve yazdığıgördüğü, şiirler yoluyla sadeiyibiröğrendiği şekilde göçebe halkına anlatmasıydı. eğitim ArapçaMüslümanlığı ve Farsçayı çok İslâmî Türk ilimler konusunda da çok Bu iyi konuda yetiştiğio kadar tesirli olmuştu ki kendisinin müritlerinin yetiştirdiği şeyh Türkistan ve Anadolu’da tahmin edilebilir. Ahmed Yesevî’ninveen önemli tarafı kurduğuyüzlerce Yesevîlik tarikatı, yaptığı irşatlar ve aynı yoldan birçok yeni tarikat kurmuşlar ve yüzlerce Türkistan ve Anadolu yazdığı şiirleryürüyerek yoluyla Müslümanlığı sade bir şekilde göçebe Türkyıl halkına anlatmasıydı. BuTürklerinin konuda o manevî cephesini beslemişlerdi. taassuptan uzak, sade bir şekilde kadar tesirli olmuştu ki kendisinin ve Türklerin, müritlerininMüslümanlığı yetiştirdiği yüzlerce şeyh Türkistan ve Anadolu’da algılamaları ve uygulamalarında Hoca Ahmet Yesevî ve takipçilerinin çokveönemli rolü olmuştur. aynı yoldan yürüyerek birçok yeni tarikat kurmuşlar ve yüzlerce yıl Türkistan Anadolu Türklerinin Divân-ı cephesini Hikmet yazmaları çok sonra (XVI. yüzyıldan sonra) istinsah edildikleri bakımından manevî beslemişlerdi. Türklerin, Müslümanlığı taassuptan uzak, için sadedilbir şekilde Karahanlı Türkçesinin değil Çağatay özelliklerini yansıtırlar.çok Ancak Yesevî algılamaları ve uygulamalarında HocaTürkçesinin Ahmet Yesevî ve takipçilerinin önemli rolüKarahanlılar olmuştur. döneminde yaşadığı için çok onun hikmetlerini Karahanlı dönemi içinde değerlendirmek Divân-ı Hikmet yazmaları sonra (XVI. yüzyıldan sonra) istinsahedebiyatı edildikleri için dil bakımından gerekir. Hikmetlerinin çoğuÇağatay koşma Türkçesinin tarzında kafiyelenmiş dörtlükler halindedir. Mesnevî tarzındaki Karahanlı Türkçesinin değil özelliklerini yansıtırlar. Ancak Yesevî Karahanlılar münâcat veyaşadığı nât ile gazelleri vezniyle yazılmıştır. Heceyle edebiyatı yazılmış gazel şiirleri de döneminde için onunaruz hikmetlerini Karahanlı dönemi içindekafiyeli değerlendirmek vardır. Hikmetlerinin Heceyle yazılmış koşmatarzında tarzındaki hikmetleri 4+4+4=12 heceli;Mesnevî gazel tarzındaki tarzı hece gerekir. çoğu koşma kafiyelenmiş dörtlükler halindedir. şiirleri7+7=14 8+8=16 aruz hecelidir. Yesevînin kullandığı aruzyazılmış vezinlerigazel ise 2 kafiyeli fâ’ilâtünşiirleri 1 fâilün münâcat ve nât veya ile gazelleri vezniyle yazılmıştır. Heceyle de2 mefâîlün 1 feûlün, 4 mefâîlün ve mef’ûlü mefâîlü mefâîlü 4+4+4=12 feûlün dür. Görüldüğü gibi tarzı bunlarhece Türk vardır. Heceyle yazılmış koşma tarzındaki hikmetleri heceli; gazel şiirinde en sıkveya kullanılan aruz vezinleridir. Esasen gazellerin bir kısmı, ortalarından şiirleri7+7=14 8+8=16basit hecelidir. Yesevînin kullandığı aruz vezinleri ise 2mısra fâ’ilâtün 1 fâilün da 2 kafiyeli 1olan musammat gazellerdir ve mefâîlü bu halleriyle tarzıyla aynı biçime mefâîlün feûlün, 4 mefâîlün ve mef’ûlü mefâîlü 4+3=7’lik feûlün dür.koşma Görüldüğü gibi bunlar Türk sahiptirler. Dörtlükler çoğunlukla kıt’a, gazeller 7 beyittir. arası değişen şiirinde en sık kullanılan basit aruz10-12 vezinleridir. Esasenise gazellerin birAncak kısmı,5-28 mısrakıt’a ortalarından da dörtlükler ve 5-15 beyit arasında değişen de vardır. Arapça, Farsça tam kafiyeyi, kafiyeli olan musammat gazellerdir ve gazeller bu halleriyle 4+3=7’lik koşmakelimelerde tarzıyla aynı biçime Türkçe kelimelerde kafiyeyi, hatta bazen sadeceiseredifi tercih Ancak eden Yesevî’nin çok sahiptirler. Dörtlükleryarım çoğunlukla 10-12 kıt’a, gazeller 7 beyittir. 5-28 kıt’a şiirlerinde arası değişen güçlü bir ve zikir ritmi vardır.[Ercilasun; 2007; 332-333]. dörtlükler 5-15 beyit arasında değişen gazeller de vardır. Arapça, Farsça kelimelerde tam kafiyeyi, Türkçe kelimelerde yarım kafiyeyi, hatta bazen sadece redifi tercih eden Yesevî’nin şiirlerinde çok Hikmetlerinin birçoğunun zikir okumak için yazdığı anlaşılmaktadır.Yesevî gerek güçlü bir zikir ritmi vardır.[Ercilasun; 2007;sırasında 332-333]. sağladığı bu ritim yoluyla, gerek halkın ruhuna hitap eden sade söyleyişlerle coşkun, akıcı ve samimi bir üslûbun sahibi olmuştur. Onun zikir şiirlerini yüzyıllarca yaşatan da bu sadelik, samimiyet, coşkunluk Hikmetlerinin birçoğunun sırasında okumak için yazdığı anlaşılmaktadır.Yesevî gerek ve akıcılıktır. mısralar müritlerin dilinde âdeta ritmik gibi sağladığı bu ritim Zikir yoluyla,sırasındaki gerek halkın ruhuna hitap eden sade söyleyişlerle coşkun, davul akıcı vesesi samimi yankılanmaktadır. Bu sesin Onun şamanşiirlerini ayinlerinden Yesevî’nin hikmetlerine ulaştığı ve oradancoşkunluk da Yunus bir üslûbun sahibi olmuştur. yüzyıllarca yaşatan da bu sadelik, samimiyet, Hacı Bayram, gibi tekke şairlerinin şiirlerine uzandığı veEmre, akıcılıktır. Zikir Kaygusuz sırasındakiAbdal mısralar müritlerin dilinde âdeta ritmikmuhakkaktır. davul sesi Esasen gibi tekke şiirlerinin birçoğunda bu ritmi sezmek, hatta duymak hikmetlerine mümkündür.ulaştığı [Ercilasun; 2007, 334]. yankılanmaktadır. Bu sesin şaman ayinlerinden Yesevî’nin ve oradan da Yunus Emre, Hacı Bayram, Kaygusuz Abdal gibi tekke şairlerinin şiirlerine uzandığı muhakkaktır. Esasen Şu dörtlüklerde hazırlık yapmak gerektiği,mümkündür. kılavuzsuz (şeyhsiz) bu2007, işin olmayacağını tekke şiirlerinin birçoğundaahirete bu ritmi sezmek, hatta duymak [Ercilasun; 334]. kervan ve kılavuz benzetmesi ile yalın bir üslûpla anlatır. Şu dörtlüklerde ahirete hazırlık yapmak gerektiği, kılavuzsuz (şeyhsiz) bu işin olmayacağını ķarvan eger köçer bolsa ķ aluranlatır. kervan göçeriken yolluk alır kervan ve kılavuz benzetmesi ile yalın birazu üslûpla sud u ziyân olduğunu orda bilir kârı ve zararı orada bilir ķarvan eger köçer bolsa azuķ alur kervan göçeriken yolluk alır sud u ziyân olduğunu orda bilir kârı ve zararı orada bilir azuķsızın yolġa kirgen yolda ķalır

yolluksuz yola çıkan yolda kalır

yükin yüklep yolġa kiren ķalmas imiş hazırlıklı yola giren yolda kalmazmış. azuķsızın yolġa kirgen yolda ķalır yolluksuz yola çıkan yolda kalır Ahmed Yesevî, Batı Karahanlıların hüküm sürdüğü Batı Türkistan’da, Karahanlıların son dönemlerinde yaşamış ve eser vermiş mutasavvıf bir şairdir. Ancak onun müritleri de aynı tarzda hikmetler yazmışlardır. Müritlerinin şiirleri debazen Yesevî’ye mal edilmiştir. Dolayısı ile Dîvân-ı 76söylemek zordur. Ancak yine de Türk tasavvuf Hikmetlerdeki bütün şiirlerin Yesevî’ye ait olduğunu şiirinin ilk örnekleri olan hikmetleri Karahanlı edebiyatı içinde değerlendirmek doğru bir yaklaşım


yükin yüklep yolġa kiren ķalmas imiş

BİLDİRİLER hazırlıklı yola giren yolda kalmazmış.

Ahmed Yesevî, Batı Karahanlıların hüküm sürdüğü Batı Türkistan’da, Karahanlıların son dönemlerinde yaşamış ve eser vermiş mutasavvıf bir şairdir. Ancak onun müritleri de aynı tarzda hikmetler yazmışlardır. Müritlerinin şiirleri debazen Yesevî’ye mal edilmiştir. Dolayısı ile Dîvân-ı Hikmetlerdeki bütün şiirlerin Yesevî’ye ait olduğunu söylemek zordur. Ancak yine de Türk tasavvuf şiirinin ilk örnekleri olan hikmetleri Karahanlı edebiyatı içinde değerlendirmek doğru bir yaklaşım sayılmalıdır. [ Ercilasun; 2007; 335]. Hoca Ahmet Yesevî karşımıza bazen mutasavvıf, bazen din bilgini, bazen şair, bazen nasihatçi bazen de melâmet kisvesiyle çıkar. Bütün bu vecihelerin tek ve değişmez tarafı eğitimciliğidir. İnsanı eğitmeyi ve onun mükemmel bir varlık haline gelmesi için bilgi ve birtakım beceriler kazanması yolunda yönlendirmeyi gaye edinmektedir. [Yakıt;2013;201] Hikmet adını verdiği dinî tasavvufî dörtlükler ağızdan ağıza kulaktan kulağa dolaşarak dinî ve ahlâkî bir eğitim gerçekleştiriyordu. Yesevî, İslâm tasavvufunu Türkçe ifade eden ilk ve etkili sestir. O, millî ve dinî edebiyatımızın ilk büyüğüdür. [Yakıt;2013;211-212] Yesevî bir taraftan Müslümanlığın hoşgörüye dayalı tasavvuf anlayışını yayarken diğer yandan da Türkçeyle geniş kitlelere seslenerek İslâm dünyasında Arapça ve Farsça yanında Türkçe’nin de üçüncü bir dil olarak yer almasına büyük katkısı olmuştur. O bununla da kalmamış Türk dilini övmüş, Farsça ve Arapçayı iyi bildiği halde Türkçe ile söylemeyi tercih etmiştir. [Akar; 2015;158]. Yesevî’nin hikmetlerinin söz varlığından hareketle dilini tarihlendirmek çok zor görünmektedir. İslâmî çevrede doğup Türkistân muhitinde kendine yayılma alanı bulan hikmetlerin asıl kopyasının olmaması söz varlığı üzerinden tarihlendirmeye bizi mecbur kılmaktadır. İslâmiyeti toplu kabul eden ilk Türk topluluğu Karluk Türkleri şüphesiz ki Türkistan coğrafyasında Türkçe bir din dilinin oluşumunun ilk öncüleridir. Yesevî öğretilerinin kültür ve irfan ocağı İsficap ve Sayram şehrinin yanında, Yesevî’nin Hocası Arslan Bâb’ın adındaki Arslan ongunu da tarihlendirmeyi Hakaniye dönemi üzerine yapmamızı zorlamaktadır. Hikmetler, Hakaniye döneminde vücut bulsa da dili geç dönemdir. Yer yer bugün konuşulan Kuzey Batı Kıpçak Türk Yazı dilinin Kazak Türkçesinin söz varlığını barındırsa da dil özellikleri itibarı ile Çağatay dönemi dil özelliği ile tarihlendirmenin doğru olacağı düşüncesindeyiz. 6.

Türk İslâm Kavram Alanı ve Pîr-i Türkistan’ın Hikmetlerinin Dili

Tarihte kurduğu ilk devletten bu yana sıkı sıkıya milli diline bağlı kalan Türk dünyası her devirde diline milli bir devlet dili hâkimiyeti sağlamıştır. Türkler, Türk dil ve kültürünü diğer komşu milletlere nispetle daha üstün tutarak, komşu yabancı dilleri bile kendi tesiri altına almayı başarmışlardır. Din ve dil cazibesi Türk’ü hiçbir vakit, kendi öz ana dilinden uzaklaştırmamıştır. Bu arada İslâmiyet Orta Asya’yı kendi tesiri altına almış, fakat yine de Türk dilinin hâkimiyetini elinden alamamıştır. Bunun en önemli tanığı ve belgesi Hakaniye Devleti döneminde Türkçe eserlerin yazılışı ve Türk dilinin Orta Asya Kültürüne yaptığı katkıdır. XI. asır Orta Asya Türk dünyasının dil, edebiyat ve kültürde en parlak devrini teşkil etmektedir. Türkler beraber getirdikleri Türk medeniyeti ve dillerini yerli yabancı halkalara aktarmışlardır. Küçük Uygur Kağanlığının varisi sayılan Hakaniye Devleti, Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasında yüksek bir kültür hayatı yaşayan sahayı kendi sınırları

77


BİLDİRİLER içerisine aldıktan ve İslâm dinini de kabul ettikten sonra ister istemez bu dine mensup camianın yüksek kültüründen de faydalanacaktı. [Kök;2010] Bu çalışmada Ahmed Yesevî Hikmetlerine farklı açılardan bakarak çeşitli düşünceler ortaya koymaya çalıştık. İlk Yaşnâme Örneği: Dîvân-ı Hikmet, Türk edebiyatının ilk yaşnâme örneğidir. sekizimde sekiz yandın yol açıldı

ĥikmet ayt dip başlarımġa nūr saçıldı biĥamdullāh pįr-i muġan mey içürdi ol sebepdin altmış üçde kirdi yerke [51] toķuzumda tolġanmadım toġrı yolġa teberrük dip alıp yorıdı ķoldın ķolġa ķuvanmadım bu sözlerke ķaçtım çölke ol sebepdin altmış üçde kirdim yerke [51] on üçümde nefs-i hevānı ķolġa aldım nefs başıġa yüz miŋ belā ķarmap saldım tekebbürni ayaġ astıda basıp aldım on törtümde tofraķ śıfat boldım muna [52] on beşimde ĥurį vü ġılmān ķarşu kildi başın urup ķol ķavşurup taǿžim ķıldı firdevs atlıġ cennetidin maĥżar kildi dįdār üçün barçasını ķoydım muna [52] on toķuzda yetmiş maķām žāhir boldı źikrin aytıp iç vü taşım žāhir boldı ķayda barsam ħıżır babam ĥażır boldı ġavŝ elġıyāŝ mey içürdi toydım muna [53] yaşım yetti yigirmige öttim maķām biĥamdillāh pįr ħiđmetin ķıldım tamām dünyādaki ķurt ķuşlar ķıldı selām Ol sebepdin ĥaķķa yavuķ boldım muna [53] ķul ħocā aĥmed yaşıŋ yitti yigirmi bir ne ķılġay sin günāhlarıŋ taġdın aġır ķıyāmet kün ġażap ķılsa rabbim ķadir eya dostlar niçük cevāp aytġum muna [53] min yigirmi iki yaşda fenā boldum merhem bolup çın derdligke devā boldum yalġan ǿaşıķ çın ǿaşıķġa güvāh boldum ol sebepdin ĥaķķa sıġnıp kildim muna [53] min yigirmi törtķa kirdim ĥaķdın yıraķ āħretķa barur bolsam ķanı yıraķ

78


BİLDİRİLER

ölgenimde yıġlıp uruŋ yüz miŋ tayaķ ol sebepdin ĥaķķa sıġınıp kildim muna [54] ķırķ toķuzda Ǿaşķıŋ tüşdi köyüp yandım mecnūn śıfat ħayl ħūyşıdın ķaçıp tandım türlüg türlüg cefā tegdi boyun sundum źatı uluġ ħocām sıġnıp keldim saŋa [60] eligimde irmin didim faǿlim żaǿįf ķan tökmedim közlerimdin baġrım ezip nefsim üçün yörer irdim it dik kizip źatı uluġ ħocām sıġnıp keldim saŋa [60] elig birde çöller kizip kiyah yidim taġlar çıkıp ŧāǿat ķılıp ķılıp közüm oydum dįdārıŋnı körelmedim cāndın toydım bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [61] elig iki yaşda ketçim ħanmāndın ħanmānım ni körüngey belki cāndın başdın keçtim cāndın keçtim hem imāndın bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [61] elig üçde vaĥdet-i meydin rūzį ķıldı yoldın azgān kem-rāh idim yolġa saldı allāh didim lebbeyk diben ķulum aldı bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [61] elig törtde vücūdlarım nālān ķıldı maǿrįfetni meydānıda cevlān ķıldı ismāǿįl dik Ǿazįz cānın ķurbān ķıldı bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [61] ellig beşde dįdār üçün gedā boldum köydüm yandum gül dik taķı fenā boldum biĥamdillāh dįdār izlep edā boldum bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [61] elig altı yaşķa yitti muŋluġ başım tevbe ķıldım aķar mu kin közde yaşım irenlerdin behre almay köŋli taşım , bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [61]

elig sekiz yaşķā kirdim min bį-ħaber

79


köydüm yandum gül dik taķı fenā boldum biĥamdillāh dįdār izlep edā boldum bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [61] elig altı yaşķa yitti muŋluġ başım tevbe ķıldım aķar mu kin közde yaşım irenlerdin behre almay köŋli taşım , bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [61] BİLDİRİLER

elig sekiz yaşķā kirdim min bį-ħaber ķahhār iken nefsimni ķıl zįr ü zeber himmet berseŋ şom nefsimge ursam tebr bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [62] elig toķuz yaşķa yettim dād vü feryād cān bererde cānānımnı ķılmadım yād ne yüz birle saŋa aytay ķılgil azād bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [62] közüm yumup tā açķunça yetti altmış belim baġlap min ķılmadım bir yaħşı iş kiçe kündüz bį-ġām yördüm min yaz vü ķış bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [62] altmış iki yaşda allāh pertev saldı başdın ayaġ ġafletlerim rehā ķıldı cānım dilim ǿaķlım hūşım allāh didi bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [62] altmış üçde nidā keldi ķul yerke kir hem cānıŋ min cānānıŋ min cānıŋnı ber hū şimşirin ķolġa alıp nefsiŋni ķır bir ü barım dįdārıŋnı körür men mü [63] taha okı-: Dîvân- Hikmet’de göze çarpan en önemli konulardan biri de taha suresinin Hikmetler içerisinde kullanılmasıdır.

80


BİLDİRİLER

śubĥ śadıķ dūşenbe kün yerke kirdim muśŧafage mātem tutup kirdim muna altmış üçde sünnet didi işitip bildim muśŧafaġa mātem tutupkirdim muna [63] ŧaha oķup tün keçeler ķāim boldum keçe nāmāz kündüzleri śāim boldum bu ĥāl birle yer astıda dāim boldum muśŧafaġa mātem tutup kirdim muna [64] Hz. Ömer’in Müslüman olmasına vesile olan sûredir. Türk Edebiyatında ilk naat örneğidir. Bu amel Türk kültüründe Süleyman Çelebi ile zirve olmuştur. Harfi mukkata olan Taha sûresinde harfler TİEM 73 ilk Türkçe Kur’an çevirisinde Hz. Peygamber atfen Ay Tolun şeklindedir. Biz bu kullanımı Kutadgu Biligde de görmekteyiz. Tü. tolun ay “Hz. Muhammed” = Ar. Øëع1 “Hz. Muhammed’in isimlerinden biri” bkz. Çanga Ar. Kur’ân304a ) Erken Türkçe Kur’an tercümelerinden TİEM 73’te Hz. Muhammed için tolun ay karşılığı kullanılmıştır. TİEM 73 ay tolun ay muĥāmmed (228v/3=020/001). tolun ay muĥāmmed ile Hz. peygamber kast edilmiştir. Burada Hz. Muhammed’in özelliklerinden birisi olarak GÜZELLİK kavramına dikkat çekilmiştir. TOLUN AY ifadesi ilk KB ve DLT’de “tam ay, ayın on dördü ” olarak tanıklanmıştır. (DLT-I 82; KB 48) Ar. .Øëعhuruf-i mukattaa için Türkçe metinde Hz. Muhammed’e hitaben tolun ay benzetmesinin yapılması Ķutadġu Bilig’deki kişileştirmelerden AY TOLDI’yıçağrıştırmaktadır. KB’de ķut (saâdet, ikbâl, devlet)’u temsil eden ve her türlü güzel erdemlere sahip vezir’in kişileştirildiği AY TOLDI’nın yüz güzelliği özelliği ile ilgili bir beyit aşağıdaki gibidir.

yüzi körklüg erdi körüp köz kamar sözi yumşaķ erdi tili tüz tamar (KB 464)

yüzü, bakınaca, göz kamaştıracak kadar güzel idi; sözü sert değildi, fakat doğru söylerdi. [Kök;2004, S. 6]

İlk mersiye örneği: Dîvân-ı Hikmet Türk Edebiyatının ilk mersiye örneğidir; 1

“Kur’an-ı kerim’de bazı surelerin başında bulunan ve “huruf-i mukattaa=kesik, kendinden sonraki harflerle bağlantısı kopuk” diye anılan bu harflerin yorumunda – başında bulunduğu sure’nin adıdır, yemindir, bir meydan okumadır, muhataplarının dikkatini çekmektir...- gibi pek çok söylenmiştir. Bu vadide söylenenlerin en isabetlisi bu harflerin Allah ile Elçisi arasında birer şifre olduğunu dillenderinlerin görüşleridir.

81


BİLDİRİLER

altmış keçe altmış kündüz bir yol ŧaǾam taŋ atķunça namāz oķup bir yol selām altmış üçde boldı Ǿömrim āħir tamām muśŧafaġa mātem tutup kirdim muna [64] ĥaķ muśŧafa rūĥı kelip boldı imām cümle mülk yer astıda boldu ġulam köp yıġladım ĥaķ muśŧafa berdi enǿam muśŧafaġa mātem tutup kirdim muna [64] miǾrāc tüni nūr-ı dįdem ferzend didi ķolum tutup ümmetimsin ümmet didi sünnetimni muĥkem tutķıl dilbend didi muśŧafaġa mātem tutup kirdim muna [64] ķıyāmetde yol adaşsaŋ yolġa salay muĥammed dip teşne bolsaŋ ķoluŋ alay ferzendim elgiŋ tutup cennet kirey muśŧafaġa mātem tutup kirdim muna [64] dįdār körüp rūĥum uçup ǿarşķa ķondı mūsā śıfat vücūdlarım köyüp yandı mecnūn śıfat ħayl-ı ħūşdın ķaçıp tandı muśŧafaġa mātem tutup kirdim muna[65] yer astıġa kirdim irse bį-ħod boldum közüm açıp muśŧafanı ĥāżır kördüm Ǿāsį cefā ümmetlerni ĥālin sordum muśŧafaġa mātem tutup kirdim muna[65] eyā ferzend mindin sorsaŋ ķanı ümmet ümmet didi köksüm tola daġ ĥasret ümmet üçün köp tarta min ĥaķdın külfet muśŧafaġa mātem tutup kirdim muna [65] ķul ħoca aĥmed min defteri ŝanį ayıttım iki Ǿālem Ǿişretlerin mey ki sattım ölmes burun cān açıġın zehrin tattım muśŧafaġa mātem tutup kirdim muna[66] Yunus Emre’ye Etkileri: Dîvân-ı Hikmet’te bulunan tasavvufî anlayışlar Yunus Emre’ye yol göstermiştir. Yunus Emre’ye Etkileri: Dîvân-ı Hikmet’te bulunan tasavvufî anlayışlar Yunus Emre’ye yol göstermiştir.

82


BİLDİRİLER

Ǿaşķıŋ ķıldı şeydā mini cümle ǿālem bildi mini ķayġu sinsin tüni küni maŋa sin oķ kerek sin [113] taǿālallāh zįhį maǿnį sin yarattıŋ cism ü cānı ķullıķķılam tüni küni maŋa sin oķ kerek sin [11] fedā bolsun siŋe cānım töker bolsaŋ minim ķanım min ķulıŋ min sin sulŧānım maŋa sin oķ kerek sin [113] Ǿālįmlere kitāp kirek śofįlerġa mescid kirek mecnūnlarġa leylā kirek maŋa sin oķ kerek sin [113] ġāfillerġa dünyā kirek Ǿāķıllarke Ǿuķbi kirek vāǿįżlerġa minber kirek maŋa sin oķ kerek sin [113] Cennet/Cehennem Karşılaştırması: Dîvân-ı Hikmet’te cennet ve cehennem karşılıklı olarak konuşturulmuştur. Buradaki Cennet ve Cehennem karşılaştırması Türk Edebiyatındaki ilk örneklendirmedir.

kebşit dūzeħ tileşür tileşmeķde beyān bar dūzeħ aytur min artuķ minde firǾavn hāmān bar [283] kebşit aytur ne dirsin sözni bilmey aytursın sinde firǾavn bolsa minde yūsūf kenǾān bar [283] dūzeħ aytur min artuķ ħabįl ķullar minde bar ħābįllerni boynıda otlug zincįr keşān bar [283] kebşit aytur min artuķ peyġāmberler minde bar peyġāmberler aldıda kevŝer vü ĥūrį ġılmān bar [283]

Mübārek Türkistan: toġġan yerim ol mübārek türkistāndın “Vatanım kutlu Türkistân” dan diyerek Hikmetler aracılığıyla Türkistânlığını bize iletmiştir. “atım aĥmed türkistāndur ilim miniŋ”. diyerek Adının Ahmet vatan’ın Türkistân olduğunu ifade eder.

neler kelse körmek kerek ol ĥudādın yūsūfnı ayırdılar ol kenǿāndın toġġan yerim ol mübārek türkistāndın baġrıma taşnı urupkeldim muna [84] ġurbet tegse puħte ķılur köp ħāmlarnı dāne ķılur hem ħāś ķılur köp ġāmlarnı kiyer gįr ton tapsa yiyür ŧaǿamlarnı anıŋ üçün türkistānġa keldim muna [84] tüştim uzar buraķ tozar kimse bāzār dünyā bāzār içre kirip ķul azar başım bį-zār yaşım sızar ķanım tozar atım aĥmed türkistāndur ilim miniŋ [146] Türkçe Sözcükler: Ahmed Yesevî Farsçaya pekiyi derecede hakim olmasına rağmen 83 istediği Tasavvufî düşüncelerde Türkçe söz Hikmetlerde Türkçe söz varlığı da kullanmıştır. İletmek varlığını kullanması dikkate değer bir durumdur.


ġurbet tegse puħte ķılur köp ħāmlarnı dāne ķılur hem ħāś ķılur köp ġāmlarnı kiyer gįr ton tapsa yiyür ŧaǿamlarnı anıŋ üçün türkistānġa keldim muna [84] tüştim uzar buraķ tozar kimse bāzār dünyā bāzār içre kirip ķul azar başım bį-zār yaşım sızar ķanım tozar atım aĥmed türkistāndur ilim miniŋ [146]

BİLDİRİLER

Türkçe Sözcükler: Ahmed Yesevî Farsçaya pekiyi derecede hakim olmasına rağmen Hikmetlerde Türkçe söz varlığı da kullanmıştır. İletmek istediği Tasavvufî düşüncelerde Türkçe söz varlığını kullanması dikkate değer bir durumdur. küdek: Sözcük döneminde Çocuk, küçük anlamını taşımaktadır.

aġzıŋ açgil ey küdek emānetiŋ barayın mezāsini yutmadım aç aġzıŋa salayın ĥāķ resūlnı buyruġın ümmet bolsam ķılayın arslān babam sözlerin işitiŋiz teberrük [90]

pöçek pul: yarım akçe: buçuk sözcüğü/ değersizliğini ifade eder.

va dįrįġā ħūblar hümā yıġlap ötti anasıdın toġdı irse mātem tuttı közüm yumup tā açķunça Ǿömrim ötti bu dünyānı pöçek pulġa satķum kelür [137] böz: Böz bertatip kars tokıyur. Bez sözcüğü aynı imlâ ile İyi ve Kötü Prens Öyküsünde Uygurca metinde geçer. [Hamilton; 2011;11] Bu tür sözcükler Hikmetleri tarihlendermemiz de bize yardımcı olur.

mįrāŝ diben baş ayaġıŋ baġlageyalar asıġ sunı başdın ķoyup çayķageyalar tört ŧarafdın āste āste avuşlageyalar altı ķarış bözdin kefen ķılmaķ kirek [222] Deyimler: Dîvân-ı Hikmet’de Türkçenin temel söz varlığı içerisine giren deyimler bulunmaktadır. Deyimlerin çokça kullanılması Türkçe kullanımına gösterilen ilgiyi kanıtlar.

84


BİLDİRİLER

cebraįl aydı ümmet işi sizke bir ĥaķ kökke çıķıp melāǾikdin ālur sabaķ nālişi ki nāle ķılur heftim ŧabaķ ol sebepdin āltmış üçde kirdim yirke kulak

yol göster- / yolçıla-: kılavuzluk etmek tarikat için elzemdir.

tört yüz yıldın kiyin çıķıp ümmet bolġay niçe yıllar yürüp ĥalķa yol körküzgey on tört miŋ müctihadlar ħiđmet ķılgey ol sebepdin altmış üçde kirdim yirke

ver-:

aya dostlar ķulaķ salıŋ āyduġumġa ne sebepdin āltmış üçde kirdim yirke miǾrāc üzre ĥaķ muśŧafa ruĥūm kördi ol sebepdin āltmış üçde kirdim yirke

ülüş bir-:

on altımda barça ervāĥ ülüş birdi hay hay sizke mübārek dip ādem kildi ferzendim dip boynum ķuçup köŋlüm aldı on yetimde türkistānda turdım muna [52]

boyun sun-:

allāh digen çın Ǿāşıķlar buraķ mindi maǾşūķıdın miĥnet yetse boyun sundı ŧarįķatnı bāzārında cevlān ķıldı ĥaķįķatnı deryāsıdın öter dostlar [186]

elinden tut-:

ķıyāmetde yol adaşsaŋ yolġa salay muĥammed dip teşne bolsaŋ ķoluŋ alay ferzendim elgiŋ tutup cennet kirey muśŧafaġa mātem tutupkirdim muna [64]

yürek dağla-:

ümmet bolsaŋ keçe kündüz tınmay yıġla baġrıŋ pişip öpkeŋ tişip yürek daġla ecel kilse merdāne vār biliŋ baġla ol sebepdin ĥaķdın ķorķup ġarke kirdim [67] ķan yut-: cāndın keçip miĥnet tarttım bendim didi ķanlar yutup allāh didim raĥm eyledi dūzeħ içre ķalmasın dip ġamın yedi ħarm bolup yer astıġa kirdim muna [78] gözden ķanlar dök-: seher vaķtide yıġlap töksem ķanlar közdin köŋlüm açıp āgah bolay yaħşı sözdin ķudretiġa maĥv bolıp kitey özdin ķolum tutup yolġa salgil enteǾl hādį [97] yüzü ķara bol-: yoķ meniŋ dik şom belā ālem ārā hįç bolmadı mindin rıżā ħalķ ħudā imdi boldı āħįr mini yüzüm ķara vāveyletā evvel nege boldım muna [100]

göğe çık-:

85


BİLDİRİLER Yesevî’nin hikmetlerinde işlenen konular günlük hayatın parçasıdır. Konular yalın ve anlaşılır üslûpla anlatılır. İlahî aşk, Allah’ın birliği, Hz. Peygamber övgü ve sevgisi, zühd ve takva, İslâm ahlakı, Menkabeler, ahiret hayatı, cennet-cehennem tasvirleri, kıyâmet ahvâli, dünyadan şikayet, dervişliğin faziletleri, zikir ve halvet. Türkistan kültürü ve coğrafyası hikmetlerin mekanıdır. Yesevî hayatına ait bazı hatıralırını da hikmetlerinde anlatır.. Sonuç Hikmetler, Türkçe konuşanların coğrafyasında yani Türkistan’da İslâmî dönem Türk edebiyatının özellikli mirasıdır. Didaktik amaç hedeftir. İnsanlara sosyal ve dinî yaşantılarına dair nasıl bir yol izlemeleri gerektiği hakkında bilgiler sunar. Etkileyicilik ve kalıcılık yaratmak maksadı ile yalın bir üslupla ve hayatın içinden örneklendirilmiştir. Dinî öğretiler günlük ve gündelik hayatın ihtiyaçları göz önüne alınmıştır. Dîvân-ı Hikmet, Pîr-i Türkistân tarafından söylenen ve onun takipçileri tarafından XII- XVII. yüzyıllar arasında Türkistan’da İslâmî öğreti ve geleneğin yayılım/yaşatılması gayesi ile Türk-İslâm coğrafyasında ses vermiş ve ses yükseltmiştir. Türk milli kültürün yansıtıcısı İslâmî devre ait ilk temel eserlerden olan hikmetler, Türk halkını temel ahlâkî konularda aydınlatmak, halka dinî ve temel ahlâkî değerlerin verilmesi ve öğretilmesi amacıyla oluşturulmuştur. Kâmil insanı hedeflemiştir. Kamil insan olmaya giden yolu göstermek, insanların dünya ve ahiret hayatına katkı sağlama gayesi amaçlamıştır. Dürüstlük, güzel ahlak sahibi olma, tevazu ve alçak gönüllülük konuları işlenmiştir. Ateş olarak nitelendirilen nefis, kibir, hırs, ikiyüzlülük gibi kötü davranışlardan kaçınılması öğütlenip tavsiye edilmiştir. Hikmetler, Türklerin İslâmiyet’ten önce de benimsediği ve ayrıca icra edildiği dönemin sosyal ve ahlâkî düşünce yapısının kuşaktan kuşağa sözlü gelenekle aktarımının Türkçe ifadesidir. Dönemin diğer eserlerine göre daha fazla dinî ögeler ve öğretileri içermektedir. Dinî düşünceler, öğütler oldukça fazla yer tutmaktadır. Divân-ı Hikmet’in oluştuğu Hakaniye döneminin en önemli özelliği Türklerin İslâm Medeniyeti dairesine girişleri ve Türk kültür evrenini yaratmalarıdır. Dîvân-ı Hikmet, Türk İslâm evreni içinde kişilerin eğitimi ve toplumun sosyal ve ahlaki düzeni için konulmuş bulunan esasları içerir. Değişik dinî inanışlara sahip olan Türklerin İslâmiyet’i kabulleri onların sosyal ve kültür hayatlarında büyük bir değişim ve gelişim meydana getirmiştir. Hikmetlerin amacı İslâmî bilgileri öğretilmesi ve tatbikini sağlamaktır. Türk-İslâm kültürü sahasında ferdi ahlak bakış açısıyla dini bir nazara göre yazılmıştır. Didaktik bir teknikle Türkçenin ifade gücünün yaygın ve kalıcılığını sağlayıp dönem insanının dinî duygu ve düşünce dünyasının bir izdüşümü olmuştur. İlime sahip olmak konusu ise Hikmetlerde çok güçlü bir şekilde savunulur. Bilgili olmak ve bilgisiz olmak, dilin muhafazası hakkında, dünyanın dönekliği, cömertlik ve hasislik, tevazu ve kibir, harislik ve diğer iyilikler hakkında öğütler manzumesi sunarak ideal insan ve toplum hedeflenmiştir. Eserde ayet ve hadislere atıflarda bulunulmuştur. Dîvân-ı Hikmet böylece kendinden sonra gelen sofiyane-ahlaki eserlerin başatı durumundadır. Eser, Türk Tasavvuf geleneğinde Türk irfanını, insanların maşer-i vicdanında ahlâkî ve dinî terbiyelerini oluşturmayı hedeflemiştir. Dîvân-ı Hikmetle Türk-İslâm kültür ve medeniyetini oluşturan insanlara daima Allah sevgisi, hak, adalet, iyilik ve güzellik düşünceleri kavratılmaya çalışılmıştır. Bu medeniyetin ana çizgileri Allah, insan, ilim, fikir, iyilik, güzellik, temizlik, çalışma, adalet anlayışı ve nefisle mücadeledir. Hedef, iyi düşünce ve eylemleri emretmek, kötü düşünce ve işlerden uzak kılmaktır. İslâm’ın medeniyet çizgisinin en belirgin tarafı da Allah’tan sonra insandır. İnsanda ilâhi vasıfların bulunduğu savunulur. İslâm medeniyetinin çizgilerinden biri de adalettir. Adalet anlayışı bazen ibadetin bile üzerinde sayılabilmiştir. Hikmetlerin kaynakları; Kur’an, hadis, fıkıh, kelâm, siyer, kıssalar, ilim ve tasavvuftur. Hikmetlerde, Kur’ân ve hadis kültürü çok yaygındır. Bilgili olmanın ve bilgisiz olmanın insana getirdikleri, cömertlik, hasislik, ilim öğrenmek gibi konular hikmetlerin çokça işlendiği

86


BİLDİRİLER konulardır. Buradaki değerler Türk İslâm değer anlayışını yansıtmakla beraber yalnız dönemin yönetenlerine ya da dönemin toplumuna göndermeler yanında geleceğin Türk düşünce ve kültürünün şekillenmesine ve korunmasın da göndermeler içerir.

ħoşlamaydur ǿālimler sizni ayġan türkįni ayıplarlar alimler sizin türkçe söyleyişinizi Ǿārįflerdin işitseŋ açar köŋül mülkini ariflerden duysan gönlün ferahlar āyet ĥadįŝ maǿnįsi türkį bolsa muvāffıķ ayet hadis anlamı Türkçe olsa yakışır maǿnasıge yetgenler yerge ķoyar börkini anlamını kavrayanlar çıkarır şapkasını. Pîr-i Türkistan Türkçe’nin devrinde itibar görmediğinden yakınır. Fakat Türkçe’yi hele hele ayet ve hadislerin ifadelerininTürkçe anlamıyla ariflerin ağzında değer bulduğunu işitenlerin gönüllerine hoşluk geldiğini belirtip (ayet ve hadislerin Türkçe anlamını idrâk edenlerin de) Türkçe’ye saygı ile hürmet ettiğini yani Türkçe’nin güzelliği ve etkileyiciliği karşısında şapka çıkardıklarını ifade eder. Pîr-i Türkistan’ın feyz kaynağı sayılan Hakaniye Devleti, çağının en yüksek kültür seviyesinde idi. Sahibi bulunduğu göçebe ve bozkır kültürü ile yerleşik halklardan edindiği kültürü birbiriyle bağdaştırmayı başaran Hakaniye Türk Devleti bütün yerlilerin direnmesine rağmen yeni kurduğu devletin bütün milli görenek ve geleneklerini korumuştur. İşte bu kültür muhiti Yesi şehrinde Hoca Ahmet’in Hikmetleriyle Türkçe ağacının yeşerip Türkistan’a kadar Türk irfan dilinin kök salmasına sonuç teşkil etmiştir. Yesevî, Türkçeyi sahiplenen, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen Maveraüǿn-nehirde yaşayan Türkleri hikmetleri ile tanıştırıp İslâm dininin öğretilerini Türkçe ile öğretip samimi ve sarsılmaz bir din ve dil sevgisi oluşturupTürk dünyasının dil birliğini Türkçe ile tesise çalışmıştır. Söylediği Türkçe hikmetleri ile Yesevi dervişleri İslâmı Türk’ün düşüncesine uygulayarak Türk coğrafyasında ortak fikir inançlarını yerleştirmiştir. Billur gibi Türkçesi ile Türkçe’nin din dilinin oluşumunda gönüllü ve öncü görev üstlenmiştir. Hoca Ahmet’in Türkçe milli vezin biçiminde telkin ve tavsiye eden öğütleri Yesi’den İran’a, Kazan’dan İstanbul’a, Kafkaslardan Balkanlara kadar Türkçe konuşurların ağızlarında bal tadı olmuş Türk kültürüne renk katmıştır. Arslan baba’nın ağzından aldığı hurma’yı bal kıvamında Türk millî vezni ile söylediği hikmetlerlerle Türkistânı çepeçevre kuşatmıştır.

miskįn żaǾįf Ħocā Aĥmed yeti peştiŋge raĥmet Uyuşuk, zayıf Hoca Ahmet yeddi atana rahmet farsį tilni biliben ħūb aytadur türkįnį [170] Farsçayı bilirim (amma) Türkçe’yi güzel konuşurum. Yeni bir dinin top yekün milletçe savunulduğu ideal bir devirde, Farsçayı (çok iyi derecede) bilmesine rağmen Türkçe’yi (hikmet dili’ni) güzel konuştuğunu ve yazdığını muhataplarına ilân eder. Pîr-i Türkistan, Türkçe ülküsünü ortaya koyup Türkçe söylediği hikmetleri ile ahlak ve nasihati üstün kılarak Türkçeyi eğitim, kültür ve tefekkür dili haline getirip Türkçe konuşurlara mirâs bırakmıştır. Kaynaklar Akar, Ali, Türk Dili Tarihi, Ötüken, 9. Basım, İstanbul, 2015. Caferoğlu, Ahmet Türk Dili Tarihi, Enderun, İstanbul, 1984. Diriöz, Meserret, Dîvân-ı Hikmete Yeni Bir Bakış, Milletlerarası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu Bildirileri, Kayseri,26-29 Mayıs 1993, s. 93-99. Eraslan, Kemal, Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmetten Seçmeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983.

87


BİLDİRİLER Ercilasun, Ahmet, B. Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, 4. Basım, Akçağ, Ankara, 2007. Hamılton, James Russell, İyi ve Kötü Prens Öyküsü, TDK, Ankara, 2011. Kök, Abdullah, Karahanlı Türkçesi Satır-Arası Kur’an Tercümesi (TİEM 73 Iv/1-235v/2), Girişİnceleme-Metin-Dizin), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2004. Kök, Abdullah, “Türkçe İlk Kur’an Tercümelerinde Metonimli Kullanımlar Üzerine”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, ÇTAS 2004, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu, Ankara, 4-7 Mayıs, 2004. Kök, Abdullah, “Türkçe İlk Kur’an Çevirisi/Çevirileri Nerede Yapıldı”, V. Uluslararası Türk Dünyasının Geleceği ve Sosyal Bilimler Kongresi, Calalabad/Kırgızistan, 11-13 Haziran 2007. s. 665-670. Kök, Abdullah,“махмуд қащқаридиң тил саяасаты” филология ғылымлдарының кандидаты, доцент ш. Бекмағамбетовтиң 60. жасқа арналған “танымдық линғвистика: даму бағыттары меселелери” атты ғылыми - тежірибелик конференциянын бағдарламасы қызылорда, 2010 жыл. 22 Ekim 2010, Kızılorda/Kazakistan. Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1991. Ocak, Ahmet Yaşar, Türk Dünyasında Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik Kültürünün Yayılışı: Bir Sufi Kültürün Yeniden Güncelleşmesi,Milletlerarası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu Bildirileri, Kayseri,26-29 Mayıs 1993, s. 299-306. Tatcı, Mustafa, Dîvân-ı Hikmet Hoca Ahmet Yesevî, Ankara, 2016 Yakıt,İsmail, Türk İslâm Düşüncesi Üzerine Araştırmalar, Hoca Ahmet Yesevî ve Türk Düşünce Tarihindeki Yeri, Ötüken, 2. Basım, İstanbul, 2013, s. 199-216.

88


BİLDİRİLER

DİVÂN-I HİKMET’TE VE YESEVİ FELSEFESİNDE DİVÂN-I HİKMET’TE VE YESEVİ FELSEFESİNDE TOPLUMSAL DÜSTURLAR TOPLUMSAL DÜSTURLAR Yrd. Doç. Dr. H. Ahmet ŞİMŞEK Yrd. Doç. Dr. H. Ahmet ŞİMŞEK Kastamonu Üniv. Fen-Edebiyat Fak. Kastamonu Üniv. Fen-Edebiyat Fak. Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi

Anadolu’da her şehrin bir pîri vardır. Konya’da Mevlana, Ankara’da Hacı Anadolu’da her şehrin bir pîri vardır. Konya’da Mevlana, Ankara’da Hacı Bayram Veli, Kastamonu’da Şeyh Şaban-ı Veli, Erzincan’da Terzi Baba gibi. Hoca Bayram Veli, Kastamonu’da Şeyh Şaban-ı Veli, Erzincan’da Terzi Baba gibi. Hoca Ahmed Yesevi ise bütün Ulu Türkistan’ın pîridir. Onun için biz ona PÎR-İ TÜRKİSTAN HOCA Ahmed Yesevi ise bütün Ulu Türkistan’ın pîridir. Onun için biz ona PÎR-İ TÜRKİSTAN HOCA AHMED YESEVİ diyoruz. Onu pîr yapan benim kanaatimce Allah dostu olmasından AHMED YESEVİ diyoruz. Onu pîr yapan benim kanaatimce Allah dostu olmasından ziyade eğitimci olmasındandır. O yıllarda halkın gözünde Allah dostu olmak kolaydı. ziyade eğitimci olmasındandır. O yıllarda halkın gözünde Allah dostu olmak kolaydı. Kazakistan’da bulunduğum yıllarda Türkistan’ın 120 km. kuzeyinde Sozak Kazakistan’da bulunduğum yıllarda Türkistan’ın 120 km. kuzeyinde Sozak Kasabası’na gittik. Yaklaşık 7-8 tane evliya türbesi vardı. Küçük bir kasabada bu kadar Kasabası’na gittik. Yaklaşık 7-8 tane evliya türbesi vardı. Küçük bir kasabada bu kadar evliya olması bizi şaşırtmıştı. Hem türbeleri gezerken hem de halkla hasbihal ederken evliya olması bizi şaşırtmıştı. Hem türbeleri gezerken hem de halkla hasbihal ederken bunun sebebini sorduk. Onlar her birinin kendilerine göre özelliklerini anlattılar. Sonuç bunun sebebini sorduk. Onlar her birinin kendilerine göre özelliklerini anlattılar. Sonuç olarak şunu tespit ettik; namaz kılabilen, ufak-tefek dini bilgileri olan Kur’an-ı Kerim olarak şunu tespit ettik; namaz kılabilen, ufak-tefek dini bilgileri olan Kur’an-ı Kerim okuyabilen kişilere evliya diyorlardı. Demek ki yeni Müslüman olan toplumda az da okuyabilen kişilere evliya diyorlardı. Demek ki yeni Müslüman olan toplumda az da olsa dinî bilgilere sahip olan halk nezdinde Allah dostuydu. Elbette Hoca Ahmed olsa dinî bilgilere sahip olan halk nezdinde Allah dostuydu. Elbette Hoca Ahmed Yesevi’yi bunlarla kıyaslamıyoruz. Çünkü Hz. Sultan (Türkistan coğrafyasında Ahmed Yesevi’yi bunlarla kıyaslamıyoruz. Çünkü Hz. Sultan (Türkistan coğrafyasında Ahmed Yesevi’ye hitap şekli) döneminin en büyük hocalarından ders almıştı ve bir fakihti. Yesevi’ye hitap şekli) döneminin en büyük hocalarından ders almıştı ve bir fakihti. Dolayısıyla Hoca Ahmed Yesevi dinî ilimlerle donanımlı hakikaten bir evliyaydı. Birinci Dolayısıyla Hoca Ahmed Yesevi dinî ilimlerle donanımlı hakikaten bir evliyaydı. Birinci hikmetinde şöyle hitap eder: hikmetinde şöyle hitap eder: Bismillah dep beyân eyley hikmet aytıp Bismillah dep beyân eyley hikmet aytıp Tâliblerge dürr-ü gevher şaştım mına Tâliblerge dürr-ü gevher şaştım mına Riyazetni kattı tartıp kandar jutup Riyazetni kattı tartıp kandar jutup Men defter-i sâni sözın aştım mına Men defter-i sâni sözın aştım mına

89


BİLDİRİLER Burada dikkatimizi çeken bir durum o günkü Türk dilinin bundan 50-60 yıl önceki Anadolu Türkçemize ne kadar benzediğidir. Yani halkın dilinde halka hitap etmek Hz. Sultan’ın en büyük özelliğiydi. Hoca Ahmed Yesevi birlik ve beraberliğin ve dayanışmanın önemini yine 1. hikmetinde şöyle beyan eder.

Nerde görsen gönlü kırık merhem ol Öyle mazlum yolda kalsa yoldaşı ol Mahşer günü dergahına yakın ol Ben-benlik güden kişilerden kaçtım işte

Ümmet olsan gariplere uyar ol Ayet ve hadisi her kim dese duyar ol Rızk, nasip her ne verse, tok gözlü ol Tok gözlü olup şevk şarabını içtim ben işte

Akıllı isen gariplerin gönlünü avla Mustafa gibi beldeni gezip yetim ara Dünyaya tapan soysuzlardan yüzünü çevir Yüz çevirerek derya olup taştım ben işte

Sünnet imiş kâfir de olsa verme zarar Gönlü katı, gönül incitenden Allah şikayetçi Allah şahit, öyle kula siccin hazır

90


BİLDİRİLER Bilgelerden işitip bu sözü söyledim ben işte.

Toplumları tanımanın esas yollarından birisi de kanaat önderlerine bakmaktır. Ahmed Yesevi o günün kanaat önderiydi. Dolayısıyla o günkü toplumun nasıl olduğu bize ışık tutar. Yesevi Türkistan toplumunun tam özünden çıkmıştı. Çok zengin ilim ve bilim adamı ocağı olan Ulu Türkistan’da Ahmed Yesevi’nin konumu çok farklıdır. Diğer kıymetli şahsiyetlere baktığımız zaman hepsinin farklı bir yönü vardır. Kimisi tıpta, kimisi matematikte, kimisi gök bilimlerinde, tarihte, edebiyatta, tefsirde, hadiste. Ancak Hoca Ahmed Yesevi gönül dünyasındadır ve girdiği o gönülleri eğitmiştir. İnsanları eğitirken iki ana unsuru hep kendisine düstur edinmiştir. 1) İnancı, 2) Soyu, sopu, kültürü ve milleti.

Ümmet bolsang gariblerge tâbi bolğıl, Ayet-hadis her kim aytsa sâmi bolğıl, Rızk u ruzi her ne berse kâni bolğıl, Kâni bolup şevk şarabın içtim mena.

Huşlamaydur alimler sizni aytgan Türkini, Ariflerden eşitseng açar köngil mülkini, Ayet-hadis ma’nası Türki bolsa muvafık, Ma’nasıga yetgenler yerge koyar börkini. Miskin zaif Hâce Ahmed yetti puştinge rahmet Fars tilini biliben hub aytadur Türkini.

91


BİLDİRİLER Ahmed

Yesevi

böylelikle

integrasyon

denilen

toplumsal

bütünleşmeyi

sağlıyordu. Yani henüz Müslüman olmayan kitleleri islamiyete çekiyordu. Şayet toplumun dilini kullanmasa bu süreç uzardı ya da gerçekleşmezdi. Hoca Ahmed Yesevi toplumu eğitmek için öncelikle ahlaklı olmaları gerektiğine inanıyor ve teşvik ediyordu. Fertlerin ahlaklı ve mesuliyet duygusu içinde olmaları hem topluma karşı sorumluluğumuz, hem de Allah’a karşı kulluk görevimizdir. Şunu hiçbir zaman unutmayalım; ahlaklı toplumlar huzurlu ve ileri toplumlardır. Evrensel ahlaki kuralları öne çıkarmalıyız. Evrensel ahlaki kuralları sayacak olursak benim kanaatimce; 1) Kul hakkı yememek, 2) Kul hakkı yememek, 3) Kul hakkı yememek, 99) Kul hakkı yememek, 100) Kul hakkı yememek. Kısacası evrensel ahlaki kuralların vazgeçilmez temel unsuru diğer insanların hak ve hukuklarını gözeterek onları ezmemektir. Zaten biz bunu kendine şiar edinen bir dinin ümmetiyiz. Sûfilerin amacı insanları ahlaken yükseltmektir. Tasavvufun düsturu nefsi terbiye etmektir. Çünkü terbiyeli nefis haramdan uzak durur. Ebubekir Verrak: “Toplum önderleri ulema, ümera ve fukara olarak üç gruba ayrılır; ulema yolundan şaşarsa din bozulur. Ümera yolundan şaşarsa toplum bozulur. Fukara yolundan şaşarsa ahlak bozulur. Hazreti Sultan toplumsal huzurun sağlanabilmesi için nefis terbiyesini işaret ederken ademoğlunun öncelikle şeriatı bilmesi gerektiğini söyler. Çünkü şeriatı bilmeden yol katedemeyiz, tarikata bile giremeyiz. Şayet şeriatı bilmeden tarikata girersek, tarikatı şeriat zannederiz. Mürşide ise nübüvvet ve hatta Allah korusun uluhiyet izafe edebiliriz.

92


BİLDİRİLER Yesevi yolunda da şeriat, tarikat, marifet ve hakikat vardır (124. hikmette buna işaret edilir). Peygamber Efendimizin yolu insanlığın yoludur. 39. hikmette Hz. Sultan şöyle buyurur:

Her kim sana sığınır Cehennem’den o kurtulur, Cennet’e doğru yolların ya Mustafa Muhammed. Yâ Rab nasıl eyleyim şefaatini alayım, Ümmetinden olayım ya Mustafa Muhammed. Ümmetinden olanlar şefaatini alanlar, Cennet ehli olanlar ya Mustafa Muhammed.

Türkerlin İslamiyetten önce de geleneksel olarak manevi bir dünyaları vardı. Kültürel, askeri ve inanç müesseseleri vardı. Ahmed Yesevi cimrilik, açgözlülük ve insanları üzecek hareketlerden kaçınılmasını tavsiye eder. Nefsine esir olma der 2. hikmetinde. Nam ve nişan hiç kalmadı “Lâ - Lâ” oldum, Allah zikrine diye-diye “illâ” oldum. Halis olup, muhlis olup “lillâh” oldum. “Fena-fillâh” makamına geçtim ben işte. Böylelikle insan güzel ahlak ile donanıyor. Ahlaklı insanların olduğu toplumda huzur ve düzen olur. Aynı şekilde şâkirtleri (öğrencileri) de bu dili kullandıkları için Türkistan’dan Anadolu’ya ve buradan da Balkanlara ulaşmışlardır. Hoca Ahmed Yesevi’ye göre ahlâklı toplumda âlimler liyakatli, âmirler de adaletil olur. Hz. Sultan cahillerle çok yakın olmayı da doğru bulmaz. 14. Hikmetinde;

93


BİLDİRİLER

Ey dostlar cahil ile yakın olup Bağrım yanıp candan doyup öldüm ben işte Doğru söylesem eğri yola boynumu çeker Kanlar yutup gam zehrine doydum ben işte

Cahil ile geçen ömrüm nar sakar Cahil olsan cehennem ondan çekinir Cahil ile cehenneme kılmayın sefer Cahiller içinde yaprak gibi soldum ben işte

Dua edin cahillerin yüzünü görmeyim Hakk Teâlâ refik olsa bir dem durmayım Hasta olsa cahillerin halini sormayım Cahillerden yüzbin cefa gördüm ben işte

Ahmed Yesevi atamız toplumdan uzaklaşıp bir kenara çekilmeyi de doğru bulmaz. O 63 yaşına kadar kaşığını, tabağını ihmal ederek hep toplumla haşır neşir olmuştur. 63 yaşında “Peygamber Efendimiz’den artık ömür bana gerekmez deyip” çilehanesine

çekilince

de,

talebeleriyle

kanaatindeyim.

Aşk derdini bilen kişi dünyayı bulur Erenlerin izin alıp dinmeden Muhabbetin şevki ile yaşını döker

94

de

teşriki

mesaisi

devam

etmiştir


BİLDİRİLER Yaşı akmadıkça riyazette solsa olmaz

Aşıklara dert ve bela âfet gerek Hakk’tan yakınarak can vermeğe rahat gerek Melamete ihanete takat gerek Takat eylemeden Hakkâ aşık olsa olmaz

Aşıkların halk içinde sırrı gizil Ahı serdi göğe ulaşır solgun rengi Göze yaşlı bağrı yanık evi viran Böyle olmadan Hakk yolunu bilse olmaz

Kul Hoca Ahmed zâhid olma âşık ol Bu yollarda yalnız yürüme sâdık ol Leyla-Mecnun, Ferhat-Şirin, Vamık ol (âşık) Aşık olmadan Hakk cemâlin görse olmaz

Ahmed Yesevi insanın toplumla haşır-neşir olarak dert çekmesi gerektiğine inanır. Dert çekmeyen insanı da hayvana benzetir.

Dertsiz insan insan değil bunu anlayın Aşksız insan hayvan cinsi bunu dinleyin Gönlünüzde aşk olmasa buna ağlayın Ağlayanlara gerçek aşkımı hediye eyledim

95


BİLDİRİLER

Kul olsan, ben-benliği sakın bırak Seherlerde canını incitip dinmeden çalış Yoldan sapan günahkarları yola yönelt Bir nazarda gönüllerini safâ eyledim.

Hoca Ahmed Yesevi topluma ve fertlere zulmetmenin kötü olduğunu şu hikmetlerinde beyan eder (hikmet 11).

Zalimlerde had ne ola bizde günah Dervişlerin huyu kötü geçmez dua O sebepten sultan kılar bize cefa Ayet-hadis anlamından söyledim ben işte

Zalim eğer cefa eylese Allah de (Zalimin zulmünden Allah’a sığın)

Zalim eğer zulüm eylese bana ağla Yaşını saçarak bana sığınıp belini bağla Haram şüphe terk ederek yürek dağla Zalimlere yüzbin bela verdim ben işte

Hz. Sultan tarikatın kolay bir yol olmadığını bu yola girmenin zor ve çetrefilli bir yol olduğunu da 12. hikmetinde şu sözleriyle ifade eder:

96


BİLDİRİLER Tarikatın yolu çetin sonsuz şaştım Başım kuru Pir-i Kâmil’e kaçtım Pir eteğin tutup batın gözünü açtım Rezil olup yollar gezip yürüdüm ben işte

Tarikatın yollarıdır çetin azap Bu yollarda nice aşık oldu toprak Aşk yoluna herkim girse hâli harap Erenlerden yolu sorup yürüdüm ben işte

Tarikatın yollarıdır sonsuz yüce Nasip kılan kuluna oldu yakın Zerresine dayanmaz yedi Cehennem Ey dostlar aziz candan doydum ben işte

Hoca Ahmed Yesevi, 12. asırda dahi sahte şeyhlerden şikayet eder. 129. hikmetinde güncelliğini her zaman koruyan şu sözleri ibret vericidir.

Nafile oruç tutar halklara şeyhlik satar İlmi yok âmâdan beter âhir zaman şeyhleri Beline kuşak bağlar özünü adam sanır Arasat’ta bırakılır âhir zaman şeyhleri

Başına sarık vurur ilmi yok neye yarar

97


Nafile oruç tutar halklara şeyhlik satar İlmi yok âmâdan beter âhir zaman şeyhleri Beline kuşak bağlar özünü adam sanır BİLDİRİLER

Arasat’ta bırakılır âhir zaman şeyhleri

Başına sarık vurur ilmi yok neye yarar Oku yok yayını çeker Âhir zaman şeyhleri Alayından al eyler, muameleni mal eyler Sahipsiz ömrünü yel eyler, âhir zaman şeyhleri

Şeyhlik uludur, Hazret’e ulaştıran iştir Aş vermez bağrı taştır, âhir zaman şeyhleri Miskin Ahmed nerdesin, Hakk yolunda ne edersin? İlmin yok ne haldesin, âhir zaman şeyhleri

Ulu Türkistan Pîri Hoca Ahmed Yesevi, asırlar önce günümüze seslenmiş ve birçok konuda bizleri ikaz etmiş, yol göstermiştir. O’nun talebeleri Diyâr-ı Rûm’un yani Anadolu’muzun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında asıl unsur olmuşlardır. Hatta 13. asırda çok büyük çatışmalara ve katliamlara maruz kalan Anadolu halkı, Ahmed Yesevi ve Hz. Mevlânâ gibi toplumu birlik ve beraberlik içinde tutarak onlara günümüz deyimiyle pozitif enerji vererek ömrün çilesini çekebilmelerine yardım etmişlerdir. Hacı Bektaş-ı Veli ve Sarı Saltuklar ise Yesevi Atamızın felsefesini Anadolu’dan Balkanlar’a taşımışlardır. Bu büyük şahsiyetler hiçbir zaman güncelliklerini kaybetmezler ve onların sözleri, eserleri Yüce Kitabımız Kur’an’dan ve Peygamber Efendimiz’in hadislerinden sonra elimizde ve gönlümüzde taşımamız gereken yegâne düsturlardır. Bu

vesileyle

beni

dinleme

zahmetinde

bulunduğunuz

için

meslektaşlarıma ve sevgili öğrencilere selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

98

değerli


BİLDİRİLER AHMED YESEVÎ’NİN DİVAN-I HİKMET’İNDE ÂYET ve HADİSLERİN KULLANILIŞ ÜSLÛBU ⃰

AHMED YESEVÎ’NİN DİVAN-I HİKMET’İNDE ÂYET ve HADİSLERİN KULLANILIŞ ÜSLÛBU Yrd. Doç. Dr. Bilal DELĠSER

Yrd. Doç. Dr. Bilal DELĠSER

GİRİŞ

Ahmed Yesevî, Batı Türkistan‟daki Çimkent Ģehrinin doğusunda bulunan ve GİRİŞ Tarım ırmağına dökülen ġâhyâr nehrinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram Ahmed Yesevî, Batı Türkistan‟daki Çimkent Ģehrinin doğusunda bulunan ve kasabasında doğdu. Ġspîcâb (Ġsfîcâb) veya AkĢehir adıyla da anılan Sayram kasabası Tarım ırmağına dökülen ġâhyâr nehrinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram eskiden beri önemli bir yerleĢme merkeziydi. Bazı kaynaklarda onun Yesi‟de, bugünkü kasabasında doğdu. Ġspîcâb (Ġsfîcâb) veya AkĢehir adıyla da anılan Sayram kasabası adıyla Türkistan‟da doğduğu kaydedilmektedir. Ahmed Yesevî‟nin doğum tarihi kesin eskiden beri önemli bir yerleĢme merkeziydi. Bazı kaynaklarda onun Yesi‟de, bugünkü olarak bilinmemektedir. Ancak Yûsuf el-Hemedânî‟ye (ö. 535/1140-41) intisabı ve onun adıyla Türkistan‟da doğduğu kaydedilmektedir. Ahmed Yesevî‟nin doğum tarihi kesin halifelerinden oluĢu dikkate alınırsa XI. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiğini olarak bilinmemektedir. Ancak Yûsuf el-Hemedânî‟ye (ö. 535/1140-41) intisabı ve onun söylemek mümkündür. Sayram‟ın tanınmıĢ Ģahsiyetlerinden olan babası, kerametleri halifelerinden oluĢu dikkate alınırsa XI. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiğini ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen ġeyh Ġbrâhim adlı söylemek mümkündür. Sayram‟ın tanınmıĢ Ģahsiyetlerinden olan babası, kerametleri bir zattır. Annesi ise ġeyh Ġbrâhim‟in halifelerinden Mûsâ ġeyh‟in kızı AyĢe Hatun‟dur. ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen ġeyh Ġbrâhim adlı ġeyh Ġbrâhim‟in Gevher ġehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya bir zattır. Annesi ise ġeyh Ġbrâhim‟in halifelerinden Mûsâ ġeyh‟in kızı AyĢe Hatun‟dur. gelen Ahmed Yesevî önce annesini, ardından da babasını kaybetti. Kısa bir müddet ġeyh Ġbrâhim‟in Gevher ġehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya sonra Gevher ġehnaz, kardeĢini de yanına alarak Yesi Ģehrine gitti ve oraya yerleĢti.1 gelen Ahmed Yesevî önce annesini, ardından da babasını kaybetti. Kısa bir müddet Ahmed Yesevî, (ö.562 /1166) yılında vefat etmiĢ ve Yesi‟de defnedilmiĢtir. Buradan, sonra Gevher ġehnaz, kardeĢini de yanına alarak Yesi Ģehrine gitti ve oraya yerleĢti.1 Ahmed Yesevî‟nin 11. yüzyılın son ve 12. yüzyılın ilk yarısında Türkistan‟da yaĢamıĢ Ahmed Yesevî, (ö.562 /1166) yılında vefat etmiĢ ve Yesi‟de defnedilmiĢtir. Buradan, olduğu sonucuna ulaĢılır. Yesevîlik tarikatının da kurucusu olarak kabul edilen Ahmed Ahmed Yesevî‟nin 11. yüzyılın son ve 12. yüzyılın ilk yarısında Türkistan‟da yaĢamıĢ Yesevî, Ġslam ve tasavvuf kültürünü çok iyi tanıyor, hatta yaĢıyor olmalıydı. Bu kültürün olduğu sonucuna ulaĢılır. Yesevîlik tarikatının da kurucusu olarak kabul edilen Ahmed edinilmesinde, o devirde, kaynak diller Arapça ve Farsça idi. O halde Ahmed Yesevî, Ġslam ve tasavvuf kültürünü çok iyi tanıyor, hatta yaĢıyor olmalıydı. Bu kültürün Yesevî‟nin kendi anadili olması kuvvetle muhtemel Doğu Türkçesi yanında Arapça ve edinilmesinde, o devirde, kaynak diller Arapça ve Farsça idi. O halde Ahmed Farsçayı da çok iyi bildiği söylenebilir. Ahmed Yesevî‟nin “Hikmet” adıyla anılan Ģiirleri Yesevî‟nin kendi anadili olması kuvvetle muhtemel Doğu Türkçesi yanında Arapça ve çoklukla “Divan-ı Hikmet” adlı yazma eserlerde yer almakta ve bunların eldeki en eski Farsçayı da çok iyi bildiği söylenebilir. Ahmed Yesevî‟nin “Hikmet” adıyla anılan Ģiirleri nüshalarının 16. ve 17. yüzyıllarda istinsah edilmiĢ oldukları anlaĢılmaktadır. Bu da bize çoklukla “Divan-ı Hikmet” adlı yazma eserlerde yer almakta ve bunların eldeki en eski 16. ve 17. yüzyıllarda istinsah edilmiĢ Bu da bize ⃰nüshalarının Akdeniz Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Tefsir A.D.oldukları ÖğretimanlaĢılmaktadır. Üyesi. 1 Kemal Erarslan, “ AhmetTesevi”, TDİA, İst., 1989, II/159. ⃰ Akdeniz Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Tefsir A.D. Öğretim Üyesi. 1 Kemal Erarslan, “ AhmetTesevi”, TDİA, İst., 1989, II/159.

99


BİLDİRİLER nüshaların yaĢadığı devirden en az 400 yıl sonra istinsah edilmiĢ olduklarını göstermektedir.2 Tebliğin, Ahmed Yesevî‟nin eserinin nüshalarını karĢılaĢtırarak dil ve üslûp özelliklerini ortaya çıkarma gibi bir iddiası yoktur. Divan-ı Hikmet‟te yer alan âyet ve hadislerin Ģiir dilinde yer veriliĢ Ģekline ve üslûbuna dikkat çekmek istiyoruz. Hikmetlerde, âyet ve hadislere metinleriyle yer verilmesi sınırlı sayıdadır. Bir bütün olarak bakıldığında ise bütün hikmetlerin Kur‟an ve Sünnete hizmet ettiği söylenebilir. Yesevî‟nin âyet ve hadislere yer vermesi, Allah ve Resûlü‟nün söylemesi ve onu bir Türk‟ün dinlemesi Ģeklinde olmuĢtur denebilir. Bu dinleyiĢ daha sonra; “O‟nun, milli tarz ve Ģekil ile sufiyane hikmetleri dile getiren manzumeleri, bir Yunus tarzının doğmasında ve dolayısıyla Anadolu Türk sufilerinin ilahilerinde esas mayayı teĢkil etmiĢtir.3 Yesevî‟nin oluĢturduğu metin, bir toplumun yeniden düĢünmeye baĢlamasını sağlamıĢtır. Bu düĢünme biçimi Ahmed Yesevî ile baĢlamıĢ, Hacı BektaĢ Veli, Sarı Saltuk ve Taptuk Emre ve Yunus Emre ile devam etmiĢ, Ahî Evran‟ın elinde, Ahîlik teĢkilatıyla kurumsallaĢmıĢtır. 1. TÜRK EDEBİYATINDA DİVAN ve YESEVÎ’NİN DİVAN-I HİKMET’İ Aruzun remel bahrinde “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan ve Ģairler tarafından yaygın olarak kullanılan bir nazım Ģeklidir. Nazım birimi dörtlük olan divanlar

yaygın

olmakla

beraber

gazel,

murabba,

muhammes,

müseddes,

musammat ve bir çeĢit müstezad olan ayaklı (yedekli) divan Ģekilleri de vardır. Bunlar arasında en yaygın olan murabba Ģeklindeki divanların kafiyeleri genellikle “aabaccca-ddda-eeea” diziliĢindedir. Ġlk dörtlükleri bazan “aaaa, baba” veya “bbba” diziliĢiyle kafiyelenebilir. Divanî de denilen ve Türk mûsikisinde sözlü bir form olan divan klasik Türk mûsikisinde, en az üç kıtalık bir Ģiirin kıtalarının birbirinden ara nağme ile 2

Efrasiyap Gemalmaz, “Ahmet Yesevî‟nin Hikmetlerinin Dili”, Atatürk Üniversıtesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (AÜTAED), Sayı: I, Erzurum, 1994, S. 2. Bkz. Kemal Erarslan, “Divan‟ı- Hikmet”, TDİA, İst., 1994, XIX/429.

3

Abdurrahman Güzel, Mutasavvıf Yunus Emre Hayatı Eserleri, Kılıç Yay., Ankara, 1991, s. 12.

100


BİLDİRİLER ayrılması ve her kıtanın baĢına genellikle “âh, yâr” gibi terennümlerin ilâve edilmesiyle bestelenmiĢtir. Serbest izlenimi veren, ancak kalıplaĢmıĢ ve ritimli ezgilerle okunan bu kıtaların arasında bütünüyle serbest okunan bir kıta da bulunur. ġehir halk mûsikisi eserleri arasında yer alan divanların en belirgin özelliği, aruz vezniyle ve konuĢurcasına bir eda ile (resitatif) icra edilmesidir. Ayrıca aruzun “mefâilün mefâilün feûlün” kalıbı ile ve on beĢli hece vezniyle yazılan divan örnekleri yanında bir istisna olarak on birli hece vezninde

yazılmıĢ

divan

örneklerine

de

rastlanmıĢtır.

Kars-Erzurum

yöreleriyle

Azerbaycan âĢıkları arasında daha çok Divanî adı verilen ve âĢık mûsikisinde pek fazla kullanılan ezgilerden biri olan divanlar, âĢık meclislerinde yapılan fasılların en baĢında çalınan ve söylenen eserlerdir. Bu öncelik sadece âĢık meclislerine mahsus olmayıp bunun dıĢında özel toplantılar, düğünler ve halk hikâyeleri anlatılan meclisler için de geçerlidir. Divanî okumak, bir âĢığın ustalığını ve kudretini göstermesi bakımından son derece önemli olduğundan divanî bilmeyen âĢık pek itibar görmediği gibi âĢık meclislerinde de yer alamaz. Bir halk sanatkârının divan seslendirebilmesi için güzel ve geniĢ oktavlı bir sesin yanı sıra mûsiki ve daha çok telaffuza dayalı dil kuralları ile divan ağzını iyi bilmesi gerekir. Divan veya divanîler bir kiĢi tarafından okunabildiği gibi beyitlerde sırayı takip etmek Ģartıyla her beytin farklı kiĢiler tarafından okunması suretinde de icra edilebilir. Formun halk edebiyatı içinde genellikle ağdalı olan dili, hece vezninin kullanıldığı söyleyiĢlerde bile Arapça-Farsça kelime ve tamlamalarla dolu olabilir. ÇeĢitli konuların iĢlendiği divanlarda tasavvufî unsurlara çok yer verilir. Anadolu‟nun muhtelif yörelerinden derlenen divanların genellikle gazel ve murabba biçiminde olduğu görülmektedir.4 2. HİKMET KAVRAMI ve DİVAN-I HİKMET Klasik sözlüklerde kelimenin kök anlamıyla birlikte hikmet deyimle kastedilen Ģey, insanı iyi olana yönlendiren, çirkin ve kötü olandan alıkoyan sözdür. Böyle ahlâkî muhtevalı özlü sözlere hikmetin yanı sıra hüküm de denmektedir.Bu iki kelimenin 4

Süleyman Şenel, “Divan”, TDİA, İstanbul, 1194, IX/376-377.

101


BİLDİRİLER anlamını birbirine daha da yaklaĢtıran Cevherî, hikmetin ihkâmla bağlantısı sebebiyle hakîm kelimesine hem “iĢleri gereği gibi sağlam ve kusursuz yapan”5 hem de “âlim ve ilmî hüküm sahibi” mânalarını vermektedir. Ġshak b. Ġbrâhim el-Fârâbî ise hikmetin anlamını kısaca “mânaları idrak etmek” Ģeklinde açıklamaktadır.6 Kelam, fıkıh ve felsefe disiplinlerinde farklı anlam boyutlarıyla dile getirilen hikmet kavramı tasavvuf disiplininde de, bu ilmin kendi terminolojisi çerçevesinde açıklanmıĢtır. Tasavvuf ıstılahı olarak hikmet, amel ve bilgi bütünleĢmesinden meydana gelen ilmin adıdır. Hikmet, insanın, gücü oranında, âfâktaki nesnelerin hakikatini olduğu

gibi

bilip

ona

göre

hareket

etmesinden

bahseden

ilim

olarak

tanımlanmaktadır.7 Türk tasavvuf geleneğinde, tasavvufî Ģiirlere de hikmet denmektedir. Bu minvalde, Ahmed Yesevî‟nin tasavvufî manzumelerini içine alan meĢhur eserine Divân-ı Hikmet adı verilir. Çünkü o manzumelerin hepsi ayrı ayrı bir hikmettir. Anadolu Türklerinde bu tarz tasavvufî manzumelere nasıl “ilâhî” adı veriliyorsa, Doğu Türklerinde de Ahmed Yesevîʹnin ve o tarzda Ģiirler yazan diğer derviĢlerin eserlerine ekseriyetle “hikmet” denilmektedir.8 3. ÜSLÛP KAVRAMI ve DİVAN-I HİKMET’TE ÂYET ve HADİSLERİN KULLANILIŞ ÜSLÛBU Üslûp, sözlükte “izlenen yol, benimsenen tarz” anlamına gelmektedir.9 Dil ve edebiyatta üslûp kiĢinin kendi duygu, düĢünce ve heyecanlarını dile getirme Ģekli, dili kullanma biçimidir. Bu bakımdan üslûp biliminin (stilistik) ilgi alanı yazarın dil malzemesini kullanırken gramer ve dizim kurallarının, belâgat esaslarının icrasında 5 6 7 8 9

Bkz. Yasin Pişgin, İnsan ve Peygamber Olarak Hz. Muhammed, Yayınevi Yay., İstanbul, 2011, s. 150-154. İlhan Kutluer, “Hikmet” TDİA, İst., 1998, XVII/503. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul 2004, s. 276. Kadir Özköse, “Ahmet Yesevî ve Dîvân-ı Hikmet”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 7 [2006], Sayı: 16, s.9. İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, ed-Dâru‟l-Mısrıyyetu li‟t-Te‟lîf ve‟t-Terceme, Mısır, ts., I/.456.

102


BİLDİRİLER gösterdiği biçimsel-bireysel özellikleri incelemektir. Üslûp incelemesi gramer, belâgat ve edebî tenkidin verilerine dayanarak yazarın kelimeleri konuya uygun biçimde seçme ve kullanma tarzı, terkip ve cümleleri oluĢturma biçimi, îcâz-ıtnâb gibi belâgat türlerinde gösterdiği özgünlükleri ve bireysel nitelikleri irdeler. Üslûp ayrıca yazarın diliyle, kullandığı dilin kuralları arasındaki sapmaların toplamı ve bu sapmaların eserin konusu ve amacı bakımından yerinde ve özgün olması demektir. Böylece üslûp hem teknik hem estetik bütünlük arz eder. Bir yazar veya edibin duygu ve düĢüncelerini aktarırken dil malzemesini kullanma biçimi onun karakteri ve ahlâkıyla yakından ilgilidir. Çünkü, “Her kap kendi içindekini sızdırır”. Övgü, mersiye, gazel gibi temalar sevgi dolu yürekten, yergi ve alay temaları nefret dolu kalpten sızan yansımalardır. Fransız edip ve tabiat âlimi Georges Louis Leclerc‟e (Comte de Buffon) nisbet edilen, “Üslûb-ı beyân ayniyle insandır” sözü bu gerçeği dile getirir. Bu bakımdan büyük edip, yazar ve Ģairlerin kendilerine özgü üslûpları bulunur. Ġbn Haldûn‟a göre üslûp zihinde ve hayalde beliren sûretleri kelime ve terkip kalıplarına dökme tarzı, dokuma biçimi, onlardan özgün bir yapı oluĢturma yöntemidir. Üslûbun karakteristiği estetiktir. Bu da parlak hayal ve ince tasvire, nesneler arasında sezilmesi güç ortak noktaları keĢfederek aralarında benzerlik ilgisi kurma, soyuta somut elbisesi giydirme, somutu soyut kıyafetine sokma gibi belâgata dayalı tasarruf ve becerilere dayanır.10 Ahmed Yesevî‟nin Ģiirlerindeki âyet ve hadisleri kullanıĢ üslubu, onun düĢünce sisteminden, yetiĢtiği kültür dünyasından, manevi, sosyokültürel, sosyo-psikolojik değerlerden ve tarihi Ģartlardan bağımsız düĢünülemez. Yesevî düĢüncesinin oluĢum süreci; tarihi, dini ve siyasi açıdan XI. yüzyıldan önceki Türklerin Ġslam dairesi çerçevesinde çeĢitli fırka ve mezheplerin zuhuruna paralel olarak geliĢen ve Abbasiler‟den bağımsız bir siyasi oluĢum olan Karahanlılar‟ın devrine tekabül etmektedir. Karahanlılar devri Yesevî düĢüncesinin oluĢum dönemini (birinci evre), kapsar. Altın Ordu devletinin kuruluĢuna kadar uzayan tarikatların geliĢimi devri ise, Yesevî tarikatının ikinci evresi yani Türk tasavvuf cereyanının yaygınlaĢtığı dönemdir. Ahmed Yesevî‟nin kendi ilmini geniĢ alana yaymasında ve Ġslam‟ı tanıtmada, düĢünce 10

İsmail Durmuş, “ Uslûp”, TDİA, İstanbul, 2012, XXXXII/383.

103 103


BİLDİRİLER ve çalıĢmasını “davranıĢ hürriyeti” prensibi üzerine oturtması önemli paya sahiptir. Bu manada Ahmed Yesevî‟nin Türk-Ġslam Dünyasına en büyük hizmeti eski Türk töre, yasa ve ahlâk değerleriyle, Ġslami ahlak esaslarını yakınlaĢtırıp, bağdaĢtırması olmuĢtur. Onun hakkında “Orta Asya Sufiliğinin temeli, Ahmed Yesevî ve Yesevîlik tarafından o kadar· güçlü bir Ģekilde atılmıĢtı ki, sonraki süfi cereyanlar, mutlaka kendisini bu temele oturtmak zorunda olduğunu görmüĢlerdir” Ģeklinde bir değerlendirme Yesevî düĢünce sisteminin önemini ve farkını göstermektedir.11 Bütünsel yaklaĢım âyet ve hadislerin doğru anlaĢılmasında temel unsurların baĢında gelmektedir.12 Vereceğimiz örneklerden anlaĢılacağı üzere o, âyetlere ve hadislere atomcu/parçacı bakıĢ açısıyla yaklaĢmaz. Bütüne iliĢkin kanaat sahibidir. Bütünü görmemizi ister ve ona iĢaret eder. Âyetlere ve hadislere Ģiir dilinin imkânları ölçüsünde yer vermiĢ ve amacı doğrultusunda kullanmıĢtır. Ahmed Yesevî‟nin Divanına bakıldığında âyet ve hadisleri Ģu üç üslûp çerçevesinde kullandığı söylenebilir. 1. Âyet ve hadisleri lafzen kullanması 2. Âyet ve hadisleri mealen zikretmesi 3. Âyet ve hadislere telmih ve iĢaretlerde bulunması 4. ÂYETLERLE İLGİLİ İKTİBAS ve TELMİHLER Yesevî bazı hikmetlerinde Kur‟an kavramlarını olduğu gibi kullanmıĢtır. Bu kavramlar ayne‟1-yakîn, ilme‟l-yakîn, cennetü‟1-firdevs; sidretu‟l-münteha, arş, kürsî, levh, kalem kiramen kâtibîn. Bu kavramlara Ģu hikmetlerde yer verilmiĢtir: 9. hikmet 21. kıta; 103. hikmet 4. kıta; 122. hikmet 5. kıta; 128. Hikmet 6. kıta; 135. Hikmet 5. Kıta Divanın birinci hikmetinin ilk mısraı besmele ile baĢlamaktadır. 94. hikmetin onuncu kıtasında, “Bir damla sudan yaratıldı, dedi vaiz” ifadesi, Nahl suresi4. âyetinde

11

12

Ahmet Yıldırım, “Hoca Ahmet Yesevî: Düşünce Sistemi, Kaynakları ve Tesirleri”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması, 26-28 Mayıs 2014, Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı (TDKB), Eskişehir 2013, s.432. Bütünsellik ile ilgili olarak bkz. Yasin Pişgin, Kur’an’da Akıl ve Tefsirde Akılcılık, İlahiyat Yay., Ankara, 2015, s. 110-115.

104


BİLDİRİLER olduğu gibi „nutfe‟den yaratılmayı dile getiren birçok âyetin manasıdır. 116. hikmetin ilk kıtasında da “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? dediğinde, „Eyet, öyle dediğimi bilemedim‟ sözü, Araf suresinin 172. Âyetindeki (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) kısmının alıntısıdır. Yaratılma konusu hikmetlerde sık sık tekrar edilmekte ve her seferinde bu âyetten alıntılar yapılmaktadır.7. hikmet 4. Kıta, 43. hikmet 10. Kıta, 62. hikmet 3. Kıta, 88. hikmet 7. Kıtada bu atıflar görülebilir. 83. hikmetin dördüncü kıtasının üçüncü mısrasında ise, “Her bir can ölüm şerbetini tadacaktır, diye âyet var, Kur‟an „ın içinde böyle haber verilmiĢtir‟‟ diyor. Burası, Ġmran suresi 185. ve Enbiya suresi 35. âyetlerdeki (Her canlı ölümü tadıcıdır) kısmın tercümesidir. 70. hikmetin sekizinci ve on dördüncü kıtasında, “Ey müminler, sabredin ve zorluklara dayanın” Ģeklindeki sözler Ali Ġmran suresi 200. âyetindeki “Yâ eyyühellezîne âmenû isbirû ve sâbirû” kısmın tam tercümesidir. Ġkinci iktibas türü ise âyetlerin mefhum olarak alınmasıdır. Bunların çoğunluğu âyetlerin mazmununa iĢaret etmek Ģeklindedir. 121. hikmette dile getirilen emr-i bi‟lm‟aruf nehy-i ani‟l-münker (iyiliği emretmek kötülükten uzaklaĢtırmak) konusudur. Bilindiği üzere Kur‟an bu konu üzerinde çok sık durur ve hatta bunu Müslümanlara bir görev olarak emreder. Yine on dördüncü kıtada gece namaza kalkmaktan bahseden sözü, Ġnsan suresinin 26. Âyetine dayanmaktadır. Bir baĢka yerde de tevbe eden müminlerin ahrette elde edecekleri mükafata iĢaret etmektedir. Kur‟an-ı Kerim‟de ise birçok âyette bu konu açıkça anlatılmaktadır. O da bu âyetleri anmadan onların mazmununa iĢaret eder tarzda, “Tevbe edip Hakka giden aşıklara, cennet içinde dört ırmakta şerbet var” demektedir. Yine aynı hikmetin beĢinci kıtasında Nisa suresi 69. âyette bahsedilen ibadetlere atıf vardır. Yesevî‟nin âyetlere yaptığı telmih ve atıflar: Mesela, 31. hikmetin yedinci ve 70. hikmetin dokuzuncu kıtalarında Karun, Firavun, Harun ve Hz. Musa‟nın Kur‟an‟da anlatılan kıssalarına iĢaretler vardır. Söz konusu hikayeler Ankebut Suresi 39- 40, Naziat suresi 24-25. âyetlerde Taha Suresinin baĢından itibaren anlatılmaktadır. 121. hikmetin on ikinci kıtasında Yusuf peygamberin kıssasına, on dördüncü kıtasında da Ġbrahim peygamberin ateĢe atılması olayına telmih vardır. Hz. Ġsmail‟in kurban edilmesi

105


BİLDİRİLER meselesini gündeme getiren kıtalarda ise Saffat Suresi 102. âyetin manasını anlatmaktadır.13 5. HADİSLERLE İLGİLİ İKTİBAS ve TELMİHLER Ġslam Dini‟nin iki kaynağı vardır: Birincisi söz ve anlamı Allah‟a ait olan âyetlerden oluĢan Kur‟an-ı Kerim; ikincisi ise Hz. Peygamber‟in söz, davranıĢ ve onaylarını içeren sünneti. Ahmed Yesevî‟nin her iki kaynağa da bağlı kaldığını ve atıflar yaptığını görmekteyiz. Mesela; 21. hikmetin 8. kıtasında “Küllü yevmin beterun” dedi Mustafa,” ifadesindeki “Küllü yevmin beterun” her gün son bulacaktır anlamına gelen ifade; 33. Hikmetin 11. beyitindeki “mûtûkable en temûtû” sözü; 33. Hikmetin 2. beyitinde geçen “ el-Kezzâbü lâ ümmetî” ifadesi; 55. Hikmetin 2. beyitinde geçen “estağfirullah” ifadesi lafzen hadis olarak zikredilen ifadeler arasında yer almaktadır. 14 Mana ve meal olarak ise pek çok hadise değinilmiĢtir. Bunlardan bazıları, Hz. Peygamberin yetim olması,

15

nefis muhasebesi ve tezkiyesi16 ibadetler, namaz, oruç17

samimi olmaya teĢvik, riyadan uzak durma 18 seher vakitlerinin değerlendirilmesi19 gibi konuları içermektedir. Burada akılda tutulması gereken Ģey, Ahmed Yesevî‟nin bir müfessir ve muhaddis olmadığıdır. Yer verdiği âyetlere ve hadislere usûl kriterleri uygulamak hem yazara hem de metne haksızlık olur. Zira metnin amacı dıĢında kullanılması demek amacına uygun dilin dıĢına çıkarılması demektir. Metin asıl amacından saptığında ise, 13

14

15 16 17 18 19

Bu konuda daha geniş tespit ve değerlendirmeler için bkz. İsmail Çalışkan, (2014). “Ahmet Yesevî Düşüncesinde Kur‟an‟ın Yeri - Bir Gönül Erinin Mısralarına „Ruh Veren‟ Âyetler” Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması. 26-28 Mayıs 2014. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı (TDKB). Eskişehir, s. 415-428. Divan-ı-Hikmet‟te yer alan hadislerin geniş tespiti ve hadis ilmi açısından değerlendirilmesi için bkz. Nevzat Aşık, “Yesevî Hikmetlerine Kaynaklık Eden Hadislerin Değerlendirilmesi ve Sünnet Kültürünün Hikmetlere Tesiri”, D.E.Ü ilahiyat Fakültesi Dergisi Sayı IX, İzmir 1995, s. 7-22. 43. Hikmet 30,31,32. Beyitler. 6. Hikmet 11. beyit, 7. Hikmet 8. beyit. 36. Hikmet 1. beyit, 26. Hikmet 8. Beyit. 29. Hikmet 5. beyit, 30. Hikmet 11. Beyit. 50. Hikmet. 6. beyit, 27. Hikmet 10. beyit, 30. Hikmet 4. Beyit.

106


BİLDİRİLER artık söylemekte olduğunu söylememeye baĢka Ģeyler söylemeye baĢlar. Aynı Ģekilde bir metnin dil ve üslûbunun dıĢına çıkıldığında aynı sapmalar gerçekleĢecektir.20 SONUÇ YERİNE Ahmed

Yesevî

insanların,

halkın

sahip

olması

gereken

manevi

güç

kaynaklarını hazırlayan, oluĢturan ve bunları Hz. Peygamber tarafından en ideal manada yaĢanmıĢ sünnetiyle beslemeye çalıĢan manevi bir mimardır. Sünneti Ģekil olarak değil, inanç, düĢünce ve bütün davranıĢlarında ahlak olarak yaĢamaya ve sunmaya çalıĢmıĢtır. Hikmetler teker teker incelendiği zaman her biri ruh ve muhteva olarak Hz. Peygamber‟in örnek kiĢiliği ve sözlerinin, insanlığa sunmak istediği, evrensel mesajları içerdiği görülmektedir. Muhatap olduğu kitleyi iman, ibadet, tefekkür, irfan, Ģükür, sabır, samimiyet, aĢk, sevgi, saygı, birlik, beraberlik, yardımlaĢma ve bunlara benzer müspet iĢ ve davranıĢları yapmaya çağırmaktadır. Yine eğitilmesi, kendisine ve çevresine her manada hizmet edecek seviyeye yüceltilmesi gereken insanı, hikmetleri ile küçültücü, onur kırıcı, kin, haset, kibir, riya, intikam alma, hırs, bencillik ve bunlar gibi kötü his ve duygulardan21 arındırarak kurtarmayı hedeflemektedir.22 Bunu Ģiir dilinin imkânları üzerinden amel ve bilgi bütünleĢmesinden meydana gelen hikmetlerle yapmaktadır. Bunu da arı, duru ve saf bir Türkçe ile gerçekleĢtirmektedir. ġair bildiği âyet ve hadisleri fazlaca bir imgeye dönüĢtürmeden aĢırı mecaz ve metaforlara baĢvurmadan sahip olduğu dünya görüĢü ve ait olduğu kültürel varoluĢ içinde ifade etmektedir. Yesevî asırlar süren gücünü belki de buradan almaktadır. Dini metinlerde geçen mana ve mefhumları millî bir form, Ģekil ve üslûpla ait olduğu toplumun sosyokültürel ve sosyo-psikolojik kalıplarıyla söyleyebilmek daha etkili ve kalıcı olabilmektedir. Bu tarzda oluĢturulan edebiyatın örgün eğitim kurumlarında okuyanları etkileyebileceği, besleyeceği hatta destekleyebileceği söylenebilir. Geleneğimizde 20

DücaneCündioğlu, “Kur‟an‟ı Anlama‟nın Anlamı Üzerine - Hermenötik Bir Deneyim-”, Bilgi ve Hikmet, Yaz- 1994/7, s. 71. 21 İnsandaki kötü huyların kaynağı olan nefsin özellikleri ile ilgili geniş bilgi için bk.: Ahmet Ögke, Kur’an’da Nefs Kavramı, İnsan Yay., İstanbul, 1997. 22 Nevzat Aşık, Yesevî Hikmetlerine Kaynaklık Eden Hadislerin Değerlendirilmesi ve Sünnet Kültürünün Hikmetlere Tesiri, s. 21.

107


BİLDİRİLER divan

sahibi

âlimlerin

kitleler

üzerinde

daha

etkili

olmaları

bu

anlamda

düĢündürücüdür. Tebliğimizi Kur‟an ve sünnet bütünlüğüne vurgu yapan hikmetlerle bitirmek istiyoruz. Tanrı Teala sözün, Resulullah sünnetin İnanmayan ümmetin ümmet dimez Muhammed 23 Ümmet olsan, gariplere tabi ol sen; Âyet, Hadis her kim dese sâmi ol sen24 Tarikate şeriatsiz girenlerin, Şeytan gelip imanını alır imiş25 Sünnetlerin muhkem tutup ümmet oldum, Yer altına yalnız girip nurla doldum26 Aşksızların hem canı yok, hem imanı Resulullah sözün dedim, mana kânı27 Benim hikmetlerim hadis hazinesidir Kişi pay götürmese, bil habistir.28 Benim hikmetlerim Sübhan‟ın fermanı Okuyup bilsen, hepsi Kuran‟ın anlamı29 23 24 25 26 27 28 29

Hikmet 47, beyit 4. Hikmet 1, beyit 5. Hikmet 30, beyit 1. Hikmet 1, beyit, 23. Hikmet 21, beyit, 3. Münacaat, Beyit 13. Münacaat, Beyit 15.

108


BİLDİRİLER

KAYNAKÇA AġIK, Nevzat Yesevî Hikmetlerine Kaynaklık Eden Hadislerin Değerlendirilmesi ve Sünnet Kültürünün Hikmetlere Tesiri, D.E.Ü ilahiyat Fakültesi Dergisi Sayı IX, Ġzmir,1995. CEBECĠOĞLU, Ethem Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, Ġstanbul 2004. ÇALIġKAN, Ġsmail, “Ahmed Yesevî DüĢüncesinde Kur‟an‟ın Yeri - Bir Gönül Erinin Mısralarına „Ruh Veren‟ Âyetler”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması. 26-28 Mayıs 2014. EskiĢehir 2013 Türk Dünyası Kültür BaĢkenti Ajansı (TDKB). EskiĢehir. DURMUġ, Ġsmail, “ Üslûp”, TDİA, Ġstanbul, 2012. ERARSLAN, Kemal, Divan-ı Hikmet‟ten Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000. …………………….., “ Ahmed Yesevî”, TDİA, Ġstanbul, 1989. ………………………, “Divan-ı- Hikmet”, TDİA, Ġstanbul, 1994. GEMALMAZ, Efrasiyap “Ahmed Yesevî‟nin Hikmetlerinin Dili”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (AÜTAED), Sayı: I, Erzurum, 1994. GÜZEL, Abdurrahman, Mutasavvıf Yunus Emre Hayatı Eserleri, Kılıç Yayınları, Ankara, 1991. HOCA AHMED YASSAVĠ, Divan-ı Hikmet, Kazak Tiline Avdarğan: Enverbek Bökebayev, Sanarka Baspaüyi, Astana 2009. HOCA AHMED YESEVĠ, Divan-ı Hikmet, Türkiye Türkçesi ile birlikte yayınlayan: Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı yayınlan, Ankara 1998. ĠBN MANZUR, Ebü‟l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed, Lisanü‟l-Arab, ed-Dâru‟l-Mısrıyyetu li‟t-Te‟lîf ve‟t-Terceme, Mısır, tarihsiz. KUTLUER, Ġlhan, “ Hikmet” TDİA, Ġst.,1998. ÖGKE, Ahmet, Kur‟an‟da Nefs Kavramı, Ġnsan Yay., Ġstanbul, 1997. ÖZKÖSE, Kadir “Ahmed Yesevî ve Dîvân-ı Hikmet”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 7 [2006]., Sayı: 16.

109


BİLDİRİLER

PĠġGĠN, Yasin, İnsan ve Peygamber Olarak Hz. Muhammed, Yayınevi Yay., Ġstanbul, 2011. …………….., Kur‟an‟da Akıl ve Tefsirde Akılcılık, Ġlahiyat Yay., Ankara, 2015. ġENEL, Süleyman, “Divan”, TDİA, Ġstanbul, 1194. YILDIRIM, Ahmet, “Hoca Ahmed Yesevî: DüĢünce Sistemi, Kaynakları ve Tesirleri, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması, 26-28 Mayıs 2014, Türk dünyası Kültür BaĢkenti Ajansı (TDKB), EskiĢehir 2013.

110


BİLDİRİLER

RESSAM MEHMET BAŞBUĞ’UN “YESEVİ’DEN MEVLANA’YA” İSİMLİ ESERİ ÜZERİNE NOTLAR Doç. Dr. Fatih BAŞBUĞ Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü fbasbug@akdeniz.edu.tr

Özet Türk Dünyasının Pirlerin Piri namıyla dünyaya ün salmış Ahmet Yesevi, geçmişten günümüze uzanan süreçte hak ettiği ilgiyi ve alakayı görse de sanat alanında yapılan çalışmalar yeteri düzeyde değildir. Özellikle resim alanında Yesevi konulu çalışmaların Türkiye’de bulunan Resim ve Heykel Müzelerinde yer almaması düşündürücüdür. Kendi sanat üslubu doğrultusunda önemli eserler meydana getirmiş Mehmet Başbuğ, Türk dünyasının bu önemli şahsiyetini gündeme taşıyacak önemli bir esere imza atmıştır. Bu eserde işlenen konu, kamuoyunda sıkça tartışılan bazı durumlara yol açmış ve eserin plastik değerinden uzak bir anlayış ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bildiride Başbuğ’un “Yesevi’den Mevlana’ya” konulu çalışmasının irdelenmesi şeklinde bir anlayışla beraber, eserdeki konuların açıklanması gerekmiştir. Eser nitelik açısından resim dilinin ustaca anlatılması ve aktarılması özelliklerini taşırken, gelecek nesillerin faydalanabileceği tarzda perspektif ve renk açısından önemli bir kurgu meydana getirmiştir. Türk plastik sanatı açısından önemli eserlerden biri olarak değerlendirilen bu eser, tarihsel ve kültürel anlamda belge niteliği açısından da sanat metaına dönüşmüştür. Eser Mehmet Başbuğ’dan çıkmış ve toplumsal anlamda inceleyen, araştıran ve sorgulayan toplumun ortak değeri haline gelmiştir. Anahtar Kelimeler: Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Mehmet Başbuğ, Mevlana

GİRİŞ Babasının İbrahim isimli bir Şeyh olduğu bilgisi mevcut olan Ahmed Yesevi’nin Batı Türkistan’daki Sayram kasabasında başlayan hayatı, küçük yaştayken Yesi şehrine gelmesiyle farklı bir boyut kazanmıştır. İlköğrenim yıllarını Yesi’de geçirdikten sonra Buhara’ya Şeyh Yusuf Hemedani’nin yanına gitmiş, şeyh kendisine karşı büyük bir ilgi

111


BİLDİRİLER göstererek, onu üçüncü halifeliğine atamıştır. Böylece Ahmet Yesevi, şeyhin ölümünden sonra ve sıra kendisine gelince, onun yerine geçmiştir. Fakat bu makamda fazla kalmayarak, tekrar Yesi’ye dönmüş ve kendi tarikat fikirlerini yaymaya başlamıştır. İlk Türk tarikatı olan Yesevilik, daha çok göçebe Türkler arasında yayılmıştır. Ahmet Yesevi, türlü bölgelerdeki göçebe Türkler arasına yolladığı halifelerle, tarikatını kolaylıkla yaymaya muvaffak olmuştur. Yesevilik daha önce Doğu Türkistan’da tutunduktan sonra, batıya ve kuzey batıya yönelerek Maveraünnehir’e Horasan ve Hazerin doğu ve kuzey kıyılarına ve 13. yüzyılda da Azerbaycan yoluyla Anadolu’ya yayılmıştır. Yesevilik, zamanla Türkler arasında başka tarikatların kurulmasına da yol açmış ve böylece Babailik ve Bektaşilik gibi yeni tarikatlar doğmuştur. Ahmet Yesevi, fikirlerinin esaslarını eski Türk Halk Edebiyatının nazım şekillerinden olan Türkülerle öğretmeyi uygun bulmuş ve bu bir gelenek halinde kendisinden sonra gelenler tarafından da kullanılmıştır. Bu küçük nazım parçalarına dini ve ahlaki mahiyette oldukları için “hikmet” adı verilmiştir. Hikmetler daha sonra bir araya getirilerek bir divan teşkil edilmiş ve adına da Divan-ı Hikmet denilmiştir. Bu eser, Ahmet Yesevi’den başka, bütün diğer tarikat büyüklerinin de “Hikmet”lerini taşıdığı için bunlardan hangisinin tarikatın kurucusuna ve hangisinin de ondan sonra gelenlere ait olduğu belli değildir. Bu haliyle eser, anonim bir antoloji mahiyetinde görülmektedir. “Hikmet”lerin sahipleri hakkında kesin bir hükme varabilmek ancak Divan-ı Hikmet’in çok eski ve türlü nüshalarının ele geçmesi ve karşılaştırılması ile mümkün olabilecektir. Lirizmden tamamıyla yoksun olan bu manzumeler, konu bakımından dini, tasavvufi ve ahlaksal öğütlerden, tarikatın esaslarına ait bilgilerden ibarettir (Anonim, 1968: 274). RESSAM MEHMET BAŞBUĞ’UN “YESEVİ’DEN MEVLANA’YA” İSİMLİ ESERİ ÜZERİNE NOTLAR Sanat hayatının büyük bir bölümünü, Türk-İslam dünyasının kültürel kimliği ve Türk halklarının yaşam sosyolojisine adayan Başbuğ, eserlerinde millet ve devlet ilişkisinin en güzel örneklerini vermiştir. Eserlerinde, istiklal mücadelesinin seferberlik halindeki halkta bıraktığı izleri, savaş yıllarının çilesi ve zorluklarını, Türk dünyasının kültürel kodlarını

112


BİLDİRİLER görmek mümkündür. “Yesevi’den Mevlana’ya” isimli çalışma, Başbuğ’un 2005 yılında Selçuk Üniversitesi tarafından düzenlenen Mevlana Bienali için yaptığı çalışmadır. Bu çalışmasında

sanatçı,

Anadolu’daki

tasavvuf

dünyasının

önemli

isimlerine

göndermede bulunarak, Yesevi’nin Türkistan coğrafyasında öksüz bırakılmaması ve unutulmaması gerektiğine vurgu yapmıştır. Bilindiği gibi Peygamber efendimizin 63 yaşında ölmesi dolayısıyla Yesevi’nin de 63 yaşına gelince Yesi’de bir kuyu yaptırıp içine girdiği ve kalan ömrünü orada geçirdiği rivayet edilmektedir. “Yir astıga kirdim muna” (Yeraltına girdim işte) nakaratlı şiiri bu hadiseye telmihte bulunmaktadır. Yesevi döneminin önemli bir bilim ve kültür merkezi olan Buhara’da iyi bir eğitim gördüğü Arapçayı ve Farsçayı çok iyi öğrendiği, İslami bilimler konusunda da çok iyi yetiştiği tahmin edilebilir. Geçimini tahta kaşık yapıp satarak sağladığı rivayet edilmektedir. Yesevi, Müslümanlığı sade bir şekilde göçebe Türk halkına anlatarak, çok güçlü bir tesir yaratmıştır. Kendisinin ve müritlerinin yetiştirdiği yüzlerce şeyh, Türkistan ve Anadolu’da aynı yoldan yürüyerek birçok yeni tarikat kurmuşlar ve yüzlerce yıl Türkistan ve Anadolu Türklerinin manevi cephesini beslemişlerdir. Müritlerin sayısının çokluğunu menkıbeler 99.000 ile ifade ederler. 12. Yüzyılda vefat etmiş bulunan Yesevi’nin tesiri, 14. yüzyıl sonlarındaki Timur devrinde, çok geniş bir etki yaratmıştır. 1396-1397 yıllarında Timur, Yesevi’nin kabrini ziyaret etmiş ve Yesi şehrinde onun için abidevi bir türbe yaptırmıştır. 16. yüzyıl başlarında Şiban Han’da türbeyi tamir ettirmiştir. 17. yüzyılda Evliya Çelebi’nin soyunu Yesevi’ye bağlaması onun tesirinin sürekliliğini göstermektedir. Şu dörtlükte Ahmet Yesevi, şeyhi Aslan Baba’dan peygamber emaneti hurmayı aldığını anlatır. Rivayete göre Hz. Muhammed, sahabesinden Aslan Baba’nın damağına ümmetinde Ahmet adlı birisine teslim edilmek üzere bir hurma yerleştirir. Aslan Baba’da 400 yıl sonra bu hurmayı küçük Ahmet’e verir. “Ağzını aç ey çocuk, emanetini vereyim; Lezzetine tatmadım, aç ağzına salayım; Hak resulün emrini, ümmet isen kalayım; Arslan Babam sözlerini işitin teberrük!” (Ercilasun, 2002: 659-660).

113


BİLDİRİLER Anadolu’daki kurulan tarikatların en büyüklerinden biri de Mevlana’nın temellerini attığı Mevlevilik tarikatıdır. Ülkemizde her yıl düzenlenen çeşitli etkinlerle anılan Mevlana ve Mevlevilik konuları, Türk-İslam dünyasının kültürel özelliklerini resimlerinde işleyen Mehmet Başbuğ’un dikkatini çekmiş ve eserine bu konuyla birlikte Ahmet Yesevi’yi de taşımak istemiştir. Yesevi’den, Mevlana’ya uzanan bu tasavvuf köprüsünün önemli bölümünü Yesevi’nin oluşturduğuna inanan Başbuğ, türbeyi ön plana almıştır. Ahmet Yesevi’yi bu kültürel köprünün baş ayağı kronolojik olarak, tarihi sürecin başını oluşturmasının yanı sıra köklerinin 8. yüzyılda kurulan devlet kurma süreciyle de doğrudan ilintilidir. Bu devletin adı Karahanlılardır. Karahanlılar 8. Türk devleti olarak tarih sahnesine çıkmış ve İslam’dan önceki Karahanlı Devleti (840-932) ve Müslüman Karahanlı Devleti (932-1212) ikiye ayrılarak tarihteki yerlerini almışlardır. Türk devletleri arasında İslam dinini devlet dini olarak kabul eden ilk devlet İdil (Volga) Bulgarlarıdır. İkinci Türk devleti ise Karahanlılardır. Bu dönemde süratle ve kitle halinde yayılan İslamlaşma hareketi, özellikle Karahanlı hükümdarı Oğulcak’ın yeğeni Satuk’un (Satuk Buğra Han) Müslüman olmasıyla büyük bir önem kazanır. Bir rivayete göre Satuk Buğra Han (Abdülkerim) rüyasında gökten inen bir insanın ona Türkçe olarak: “Müslüman ol, dünya ve ahirette kurtul” demesi üzerine İslam’ı kabul etmiştir. İslam dini ile yeni tanışmış olan Orta Asya Türklerine yeni dinin esaslarını, bu dine özgü olan tasavvuf adabını öğreten bir muallim ve mürşit olan medrese ile tekkeyi birleştirerek Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın gelişmesinde önemli rol oynamıştır (Şener, 2002: 784-791). Başbuğ’un bu eserinde, medrese ve tekke eğitimi almış güçlü bir İslam adabına sahip ihtiyar bir adam dikkati çekmektedir. Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın önemli mihenk taşlarından biri olan Yesevi’nin hikmetlerinden oldukça etkilenen Timur’un Yesevi için yaptırdığı Türbesi’nin önünde ayakta durmuş bu ihtiyar figürü, zaman zaman Ahmet Yesevi ile özdeşleştirilse de aslında Ahmet Yesevi değildir. Bu ihtiyarın bir özlemi, hayali ve umudu vardır. Bu umut aynı zamanda, Türkistan’dan Anadolu evliyalarına olan bir

114


BİLDİRİLER duadır. Yesevi’nin başlattığı tasavvuf imgelerinin bir bayrak gibi Türkistan’dan Anadolu, hatta Balkanlara kadar sürmesi ve dededen toruna kadar sürdürülmesidir. duadır. Yesevi’nin başlattığı tasavvuf imgelerinin bir bayrak gibi Türkistan’dan

İhtiyar umutludur ve geleceği Anadolu topraklarında görmektedir. Türk dünyasının Anadolu, hatta Balkanlara kadar sürmesi ve dededen toruna kadar sürdürülmesidir.

lideri konumundaki Türk Devleti, Anadolu erenleriyle beraberdir ve Ahmet Yesevi öksüz İhtiyar umutludur ve geleceği Anadolu topraklarında görmektedir. Türk dünyasının

değildir. AnadoluTürk erenlerinin ve Ahmet Yesevi’nin Anadolu’daki temsilcilerinden biri lideri konumundaki Devleti, Anadolu erenleriyle beraberdir ve Ahmet Yesevi öksüz olan Hacı Anadolu Bektaş-ı erenlerinin Veli’de bu önemlidir. değildir. vemanada Ahmet Yesevi’nin Anadolu’daki temsilcilerinden biri olan Hacı Bektaş-ı Veli’de bu manada önemlidir.

Mehmet Başbuğ, Yesevi’den Mevlana’ya, 140x200cm, 2005.

Mehmet Başbuğ, Yesevi’den Mevlana’ya, 140x200cm, 2005.

115


BİLDİRİLER Hacı Bektaş-ı Veli XIII. yüzyılın başlarında Yeseviliğin dal budak saldığı ve büyük bir yayılma gösterdiği çok sayıda büyük insan yetiştirmiş olan Horasan’ın merkezi Nişabur’da doğmuş, burada iyi bir medrese öğrenimi görerek Ahmed Yesevi’nin halifelerinden Lokman Parende tarafından bir Yesevi dervişi olarak yetiştirilmiştir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, Yeseviliği Anadolu’ya getirenin Hacı Bektaş-ı Veli olduğu noktasında birleşmektedirler. Ahmed Yesevi’nin hacı Bektaş- Veli üzerindeki etkisini anlamak için Hacı Bektaş-ı Veli vilayetnamelerine göz atmak yeterlidir. Bu kitaplar Ahmed Yesevi’den “Doksan dokuz bin Türkistan pirinin ulusu” ve “Pirlerin Piri” şeklinde söz ederler ve onun menkıbelerini anlatırlar. (Öztürk, 2000: 285-286-287-288289) Hacı Bektaş-ı Veli’nin Ahmed Yesevi’ye olan manevi bağlılığını gösteren en önemli belge Hacı Bektaş-ı Veli’nin Kitabu’l-Fevaid adlı Farsça eseridir. Bu eserde Ahmed Yesevi ile ilgili bir bölümde şu sözlere yer verilmiştir. “Hoca Ahmed Yesevi hazretleri bir gün Hazreti Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’ye buyurdu ki eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol ve hiç kimseye karşı kalbinde kin tutma” (Hacı Bektaş-ı Veli, 1959: 8) Hoca Hazreti Ahmed Yesevi, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’ye buyurdu; Eğer her zaman Cenabı Hak ile konuşmak istersen şu rubaiyi dilinden düşürme; Sensiz benim bir dem karara mecalim yok, İyiliklerini saymaya imkânım yok, Tenimdeki her tüy eğer dilense, Binde bir şükrümü yerine getirmeye imkânım yok. (Hacı Bektaş-ı Veli, 1959: 11) Batı Türklerinin hafızalarında Ahmed Yesevi’nin, Türk sufilerinin bu büyük atasının, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş-ı Veli veya Yunus Emre kadar geniş bir şöhretinin bulunduğunu, hele sufi çevrelerde dahi bu zikredilenler kadar, arz ettiği önem nispetinde saygınlığa sahip olduğunu söyleyebilmek zordur. Ama bu onun Anadolu sufiliğindeki yerinin öneminin az olduğu anlamına gelmemektedir. Türkiye’de adı üç büyük sufinin hemen her yıl muhtelif çevrelerce gerçekleştirilen bilimsel

116


BİLDİRİLER toplantılarla anılması, sanatsal etkinlik ve geceler düzenlemek suretiyle tanıtılması uzun süredir devam etmektedir. Yesevi’nin bu halkaya eklenmesi, bilindiği gibi 1991 yılında gündeme gelmiştir. Türkiye’de ilk defa Kültür Bakanlığı himayelerinde 1991 yılında milletlerarası bir Ahmed Yesevi Sempozyumu yapılmıştır. 1992 yılında 1993 yılının Ahmed Yesevi Yılı ilan edilmesi kararlaştırılmıştır (Ocak, 2000: 465).

Uluslararası düzeyde etkinliklerle anılan Mevlana’nın Ahmet Yesevi’siz düşünülmemesi gerektiğine vurgu yapan sanatçı, Mevlana türbesini Yesevi türbesinden daha küçük boyutlu olarak geri planda betimlemiştir. Bu durum, uzaklara olan kısık ses, gönül köprüsü ve vuslat sevdasının yarattığı zorluktur. Bu özlem, uzak, ama ulaşılmayacak kadar imkânsız değildir. SONUÇ Türkistan coğrafyasında Pirlerin Piri olarak nam salmış Ahmet Yesevi, pek çok sanat eserine konu olmuş, fakat Türk plastik sanatları içinde yeterince işlenmemiştir. Mehmet Başbuğ’un bu yaptığı eser, zaman zaman çeşitli tartışmalara konu olmuş, farklı yorumlarla boyut kazanmıştır. Bu bildiride açıklanan temel düşünce, eserle ilgili yorumlara ve tartışmalara açıklık getirme adına alınan notlar biçimindedir. Burada yazılan bilgilerin eserle ilgili olan bölümleri, sanatçıyla yapılan görüşmelerde dile getirdiği açıklamalardır. Ahmet Yesevi adına sempozyum, çalıştay ve sanat etkinlikleri düzenlenmesi, Yesevi’nin ve Yesevilik düşüncesinin Türkiye’de tanıtılması adına faydalı olacaktır. Özellikle kültür kimyamızı oluşturan önemli şahsiyetlerin resimlenmesi, bu alanda çalışan ve görsel anlamda fazla veriye sahip olmayan araştırmacılar için kaynak oluşturması açısından yerinde olacaktır. KAYNAKÇA

117


Ahmet Yesevi adına sempozyum, çalıştay ve sanat etkinlikleri düzenlenmesi, Yesevi’nin ve Yesevilik düşüncesinin Türkiye’de tanıtılması adına faydalı olacaktır. Özellikle kültür kimyamızı oluşturan önemli şahsiyetlerin resimlenmesi, bu alanda çalışan ve görsel anlamda fazla veriye sahip olmayan araştırmacılar için kaynak oluşturması açısından yerinde olacaktır.

BİLDİRİLER

KAYNAKÇA Ahmet Bican Ercilasun, (2002), İlk Müslüman Türk Devletlerinde Dil ve Edebiyat, Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. Ahmet Yaşar Ocak, (2000), Anadolu Sufiliğinde Ahmed-i Yesevi ve Yesevilik, (Editörler: Cemal Kurnaz-Mustafa Tatcı), Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Anonim, (1968), Ahmet Yesevi, Türk Ansiklopedisi, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Halil İbrahim Şener, (2002), Karahanlılarda Dil ve Edebiyat, Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. Hacı Bektaş-ı Veli, (1959), Kitabu’l-Fevaid, İstanbul: Dize Konca Matbaası. Mürsel Öztürk, (2000), Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre Zinciri, (Editörler: Cemal Kurnaz-Mustafa Tatcı), Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

118


Ömür Koç Minyatürlerinde Hoca Ahmed-i Yesevi BİLDİRİLER Yrd.Doç.Ömür KOÇ 1 Ömür Koç Minyatürlerinde Hoca Ahmed-i Yesevi ÖMÜR KOÇ MİNYATÜRLERİNDE HOCA AHMED-İ YESEVİ * Yrd.Doç.Ömür KOÇ 1

Ahmed-i Yesevi konulu minyatürleri tanıtmadan önce minyatür sanatı ile ilgili kısaca bilgi vermek istiyorum. Ahmed-i Yesevi konulu minyatürleri tanıtmadan önce minyatür sanatı ile ilgili kısaca adını alan minyatür, Ġslam ülkelerinde nakıĢ resim olarak bilgiLatinceden vermek istiyorum. bilinir.Minyatür,kendine has teknik ve özelliklerle yazma eserleri süslemek,eserde Latinceden adını iyialan minyatür,içinĠslam ülkelerinde nakıĢ resim olarak geçen konuları daha anlatabilmek yapılır.Bu sanatı uygulayan sanatçılara bilinir.Minyatür,kendine has teknik ve özelliklerle yazma eserleri süslemek,eserde nakkaĢ adı verilir. geçen konuları daha iyi anlatabilmek için yapılır.Bu sanatı uygulayan sanatçılara Köküadı Uygur-Orta Asya Sanat Okulları‟na kadar giden minyatür sanatının kendine nakkaĢ verilir. has özellikleri vardır.Perspektif,anatomi ve ıĢık-gölge bilinmesine rağmen gerçek Kökü Uygur-Orta Asya Sanat Okulları‟na kadar giden iĢcilik minyatür kendine anlamda uygulanmazken mecazi anlatım,Ģeffaflık,ince ön sanatının plana çıkar.Batılı has özellikleri vardır.Perspektif,anatomi ve ıĢık-gölge bilinmesine rağmen gerçek tarzda yapılan resim sanatından bu yönleriyle ayrılır. anlamda uygulanmazken mecazi anlatım,Ģeffaflık,ince iĢcilik ön plana çıkar.Batılı Minyatür sanatı bir coğrafya üzerinde tarzda yapılan resim geniĢ sanatından bu yönleriyle ayrılır.uygulanmıĢ ve birçok inanıĢla ilgili tasarımlar yapılmıĢtır.Türk-Ġslam minyatürlerine örnek Peygamber efendimizin(sav) Minyatür sanatı geniĢ bir verilebilir.Selçuklu,Osmanlı,Safavi,Hind-Türk coğrafya üzerinde uygulanmıĢ ve birçok devletlerinde inanıĢla ilgili hayatını anlatan Siyer-i Nebi tasarımlar yapılmıĢtır.Türk-Ġslam minyatürlerine örnekHind-Türk Peygamber efendimizin(sav) ki minyatür okulları arasında da bazı farklılıklar görülür. minyatürlerinde portre hayatını anlatan Siyer-i Nebi verilebilir.Selçuklu,Osmanlı,Safavi,Hind-Türk devletlerinde daha natüralist üslupta, Osmanlı minyatürlerinde ise iki boyutludur.Safavi ki minyatür okulları arasında da bazı farklılıklar görülür. Hind-Türk minyatürlerinde iĢcilikle portre minyatürlerinde doğa olduğundan daha fazla detaylı, gösteriĢli,abartılı daha natüralist üslupta, Osmanlıdoğaminyatürlerinde iki boyutludur.Safavi verilmiĢtir.Osmanlı minyatürlerinde gerektiği kadariseverilir,anlatılmak istenen minyatürlerinde doğa olduğundan daha fazlaönemlisiyse detaylı, gösteriĢli,abartılı iĢcilikle konunun önüne geçmez.Bunlardan daha Osmanlı minyatürleri kadar tanıyoruz?Ahmed-i Yesevi ile ilgili bu sempozyum ve yapılacak diğer etkinlikler verilmiĢtir.Osmanlı minyatürlerinde doğa gerektiği kadar verilir,anlatılmak istenen belgeleyicilik özelliğine sahiptir. Örneğin padiĢahların savaĢları,elçi bu nedenle çok önemlidir. konunun önüne geçmez.Bunlardan daha önemlisiyse Osmanlı minyatürleri kabulleri,törenler,NakkaĢ Matrakçı Nasuh‟un topoğrafik minyatürleri Marsilya, Ġstanbul belgeleyicilik özelliğine sahiptir. Örneğin padiĢahların savaĢları,elçi kentBatı görünümleri konulu gibi. NakkaĢların tüm kaygılarıdünyaya konuları Türkistan‟ın,bilimsel Çimkend Ģehri minyatürler yakınında bulunan Sayram kasabasında kabulleri,törenler,NakkaĢ Matrakçı Nasuh‟un topoğrafik minyatürleri Marsilya, Ġstanbul daha Ahmed-i iyi bize aktarmak,yazma eseri süslemek değil midir? Hace Ahmed-i Yesevi gelen Yesevi,Türk milletinin manevi hayatında asırlarca etkinliğini sürdürmüĢ kent görünümleri ,bilimsel konulu minyatürler gibi. NakkaĢların tüm kaygıları konuları minyatürlerinde olduğu gibi.. sufi,Ģair,alim ve tarikat sahibidir. daha iyi bize aktarmak,yazma eseri süslemek değil midir? Hace Ahmed-i Yesevi 1993 yılı ilk defa Ahmed-i Yesevi YılıtanınmıĢ ilan edildi.O‟nunla ilgili minyatür tasarımları Ahmed-i Yesevi‟nin babası Ģahsiyetlerinden olup çevresinde bir minyatürlerinde olduğu gibi.. Sayram‟ın yapmaya baĢladım.Ahmed-i Yesevi ile ilgili yayınlar ülkemizde çok kabul yetersizdi.Bu takım kerametleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz.Ali ahfadından olduğu edilen 1993 yılıAhmed-i ilkadlı defa Yılı tasarımlarımda ilan edildi.O‟nunla ilgili minyatür tasarımları nedenle Yesevi‟yi Yesevi anlatan oldukça zorlandım.Eğitimġeyh Ġbrahim bir Ahmed-i zattır.Annesi ise ġeyh Ġbrahim halifelerinden Musa ġeyh‟in kızı AyĢe yapmaya Yesevi ile ilgili yayınlar ülkemizde çok yetersizdi.Bu öğretimde baĢladım.Ahmed-i değerlerimizin tanıtımı maalesef ki yeterince yapılamıyor.Uluğbey,Ali Hatun‟dur.Ahmed, ġeyh Ġbrahim‟in Gevher ġehnaz adlı kızından sonra dünyaya gelen nedenle Ahmed-i Yesevi‟yi anlatan tasarımlarımda oldukça zorlandım.EğitimKuĢcu,Bursalı Kadızade,Ali ġir Neva-i,Ġbn-i Sina,Hacı Bayram-ı Veli,Cezari,Mimar Sinan ikinci çocuğu idi.Önce annesi sonra da babasını kaybedince ablası ile yapayalnız öğretimde değerlerimizin tanıtımı maalesef ki yeterince yapılamıyor.Uluğbey,Ali gibi tarihimizde yeralan pekçok değerlerimizi ne kadar tanıyoruz?Mesela Yunus Emre kaldı.(ERASLAN,1993:7) Ahmed-i Yesevi‟nin mürĢidi ve öğreticisi meĢhur ġeyh Aslan KuĢcu,Bursalı Kadızade,Ali ġir Neva-i,Ġbn-i Sina,Hacı Bayram-ı Veli,Cezari,Mimar Sinan ve Mevlana‟yı yabancılar çok daha gidip iyi tanıyor.Peki Hoca Ahmed-i Yesevi‟yi ne Baba‟dır.Onun vefatındanbizden sonra Buhara‟ya ġeyh Yusuf-i gibi tarihimizde yeralan pekçok değerlerimizi ne kadar tanıyoruz?Mesela Yunus Emre (1) Muğla Sıtkı Koçman Ünversitesi,Eğitim Fakültesi,Güzel sanatlar Eğitimi ve* Mevlana‟yı yabancılar bizden çok daha iyi tanıyor.Peki Hoca Ahmed-i Yesevi‟yi ne Bölümü,okoc@mu.edu.tr Hemedani‟nin yanında sufilik bilgisinin eğitimini aldı.MürĢidi ġeyh Yusuf-i Hemedani gibi Hanefi mezhebinden bir alim olup, Hz.119 Peygamberin Ģeriatine ve sünnetine sıkı sıkıya bağlı bir kiĢidir.Divan-ı Hikmeti‟nde bu durum açıkca görülmektedir.Kuvvetli bir


kadar tanıyoruz?Ahmed-i Yesevi ile ilgili bu sempozyum ve yapılacak diğer etkinlikler BİLDİRİLER bu nedenle çok önemlidir. Batı tanıyoruz?Ahmed-i Türkistan‟ın Çimkend Ģehri ile yakınında bulunan Sayram kasabasında kadar Yesevi ilgili bu sempozyum ve yapılacak diğerdünyaya etkinlikler gelen Ahmed-i bu nedenle çokYesevi,Türk önemlidir. milletinin manevi hayatında asırlarca etkinliğini sürdürmüĢ sufi,Ģair,alim ve tarikat sahibidir. Batı Türkistan‟ın Çimkend Ģehri yakınında bulunan Sayram kasabasında dünyaya Ahmed-i Yesevi‟nin babası Sayram‟ın tanınmıĢ Ģahsiyetlerinden çevresinde bir gelen Ahmed-i Yesevi,Türk milletinin manevi hayatında asırlarca olup etkinliğini sürdürmüĢ takım kerametleri ve menkıbeleri sufi,Ģair,alim ve tarikat sahibidir. ile tanınan ve Hz.Ali ahfadından olduğu kabul edilen ġeyh Ġbrahim adlı bir zattır.Annesi ise ġeyh Ġbrahim halifelerinden Musa ġeyh‟in kızı AyĢe Ahmed-i Yesevi‟nin Sayram‟ın olup çevresinde bir Hatun‟dur.Ahmed, ġeyh babası Ġbrahim‟in GevhertanınmıĢ ġehnaz Ģahsiyetlerinden adlı kızından sonra dünyaya gelen takım kerametleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz.Ali ahfadından olduğu kabul edilen ikinci çocuğu idi.Önce annesi sonra da babasını kaybedince ablası ile yapayalnız ġeyh Ġbrahim adlı bir zattır.Annesi ise ġeyh Ġbrahim ġeyh‟in AyĢe kaldı.(ERASLAN,1993:7) Ahmed-i Yesevi‟nin mürĢidihalifelerinden ve öğreticisiMusa meĢhur ġeyhkızıAslan Hatun‟dur.Ahmed, ġeyh Ġbrahim‟in Gevher ġehnaz adlı kızından sonra dünyaya gelen Baba‟dır.Onun vefatından sonra Buhara‟ya gidip ġeyh Yusuf-i ikinci çocuğu idi.Önce annesi sonra da babasını kaybedince ablası ile yapayalnız (1) Muğla Sıtkı Koçman Ünversitesi,Eğitim Fakültesi,Güzel sanatlar kaldı.(ERASLAN,1993:7) Ahmed-i Yesevi‟nin mürĢidi ve öğreticisi meĢhur ġeyhEğitimi Aslan Bölümü,okoc@mu.edu.tr Baba‟dır.Onun vefatından sonra Buhara‟ya gidip ġeyh Yusuf-i Hemedani‟nin sufilik bilgisinin eğitimini aldı.MürĢidi ġeyh Yusuf-isanatlar Hemedani gibi (1) Muğla yanında Sıtkı Koçman Ünversitesi,Eğitim Fakültesi,Güzel Eğitimi Hemedani’nin yanında sufilik bilgisinin eğitimini aldı. Mürşidi Şeyh Yusuf-i HemedaHanefi mezhebinden bir alimbirolup, Peygamberin Ģeriatine ve sünnetine sıkı sıkıya niBölümü,okoc@mu.edu.tr gibi Hanefi mezhebinden alimHz. olup, Hz. Peygamberin şeriatine ve sünnetine sıkı bağlı bir kiĢidir.Divan-ı Hikmeti‟nde bu bu durum sıkıya bağlı bir kişidir. Divan-ı Hikmet’inde durumaçıkca açıkça görülmektedir.Kuvvetli görülmektedir. Kuvvetli bir bir Hemedani‟nin yanında sufilik bilgisinin eğitimini aldı.MürĢidi Yusuf-i gibi medrese eğitimi görmüĢ,din ilimleri yanında tasavvufu iyiceHemedani öğrenmiĢtir. medrese eğitimi görmüş, din ilimleri yanında tasavvufu da iyiġeyh ceda öğrenmiştir. İnandıklaHanefi mezhebinden bir alimçevresinde olup, Hz. anlayabilecekleri Peygamberin Ģeriatine ve aktarmış. sünnetine sıkı sıkıya rını ve öğrendiklerini çevresinde ki halka bir dilde Ġnandıklarını ve öğrendiklerini ki halka anlayabilecekleri bir dilde İslamiyeti aktarmıĢ, Türklere sevdirmeye ve ehl-i sünnet akidesini yaymağa ve yerleştirmeye çalışmıştır. Yebağlı bir Türklere kiĢidir.Divan-ı Hikmeti‟nde durum açıkcayaymağa görülmektedir.Kuvvetli bir Ġslamiyeti sevdirmeye ve ehl-i bu sünnet akidesini ve yerleĢtirmeye seviliğin sünni Türkler arasında süratle yayılmasını ve daha sonra birçok tarikatın ortaya medrese Yeseviliğin eğitimi görmüĢ,din yanında tasavvufu ve da daha iyicesonra öğrenmiĢtir. çalıĢmıĢtır. sunni Türklerilimleri arasında süratle yayılmasını birçok çıkmasını sağlamıştır. Ġnandıklarını veçıkmasını öğrendiklerini çevresinde ki halka anlayabilecekleri bir dilde aktarmıĢ, tarikatın ortaya sağlamıĢtır. Ġslamiyeti Türklere sevdirmeye ve ehl-i sünnet akidesini yaymağa ve yerleĢtirmeye Yesevilik,baĢlangıçta Seyhun havalisinde,daha bütün ve Türkistan‟da sür‟atle çalıĢmıĢtır. Yeseviliğin sunni Türkler arasında süratlesonra yayılmasını daha sonra birçok yaylıp yerleĢti, zamanla da Seyhun‟un ötesindeki bozkırlara kadar geniĢledi.Moğol tarikatın ortaya çıkmasını sağlamıĢtır. istilasından sonra Horasan,Ġran ve Azerbaycan Türkleri arasında rağbet Yesevilik,baĢlangıçta Seyhun havalisinde,daha sonra bütün Türkistan‟da sür‟atle gördü;M.XIII.asırda da Yesevi derviĢleri vasıtasıyla Anadolu‟ya geçti. Anadolu‟da en yaylıp yerleĢti, zamanla da Seyhun‟un ötesindeki bozkırlara kadar geniĢledi.Moğol önemli Yesevi derviĢleri Hacı BektaĢ-ı Veli ve Sarı Saltuk idi.BektaĢi an‟anelerine göre istilasından Horasan,Ġran Azerbaycan Türkleri Hacı BektaĢ-ı sonra Veli,Ahmed-i Yesevi‟ninvehalifelerindendir.Bir rivayetearasında göre de rağbet Hacı gördü;M.XIII.asırda da Yesevi derviĢleri vasıtasıylaġeyh Anadolu‟ya Anadolu‟da en BektaĢ-ı Veli, Ahmed-i Yesevi‟nin halifelerinden Lokman-ıgeçti. Perende‟nin müridi önemli Yesevi derviĢleri Hacı BektaĢ-ı Veli ve Sarı Saltuk idi.BektaĢi an‟anelerine göre idi.Anadolu evliyasından Geyikli Baba,Abdal Musa ve Horoz Dede‟de Hoca Ahmed-i Hacı BektaĢ-ı Veli,Ahmed-i Yesevi‟nin halifelerindendir.Bir Yesevi‟nin halifeleri arasında sayılmaktadır. (ERASLAN,1993:45) rivayete göre de Hacı BektaĢ-ı Veli, Ahmed-i Yesevi‟nin halifelerinden ġeyh Lokman-ı Perende‟nin müridi Yazma eserler oluĢturulurken nakkaĢlarınMusa yanında tarihçi,edebiyatçı,hattat , idi.Anadolu evliyasından Geyikli Baba,Abdal ve Horoz Dede‟de Hoca Ahmed-i müzehibler vb. sanatçı ve sanatkarlar görev almıĢlardır.Minyatürlenecek konu ve Yesevi‟nin halifeleri arasında sayılmaktadır. (ERASLAN,1993:45) malzeme zenginliği vardı.Günümüz nakkaĢlarının en önemli sorunlarından birisi özgün Yazma eserler oluĢturulurken nakkaĢların yanında tarihçi,edebiyatçı,hattat , müzehibler vb. sanatçı ve sanatkarlar görev almıĢlardır.Minyatürlenecek konu ve malzeme zenginliği vardı.Günümüz nakkaĢlarının en önemli sorunlarından birisi özgün

120


BİLDİRİLER tasarımlar için konu bulamamaktır.Hace Ahmed-i Yesevi‟nin hayatı, menkıbeleri,kerametleri, derviĢleri,halifeleri vb. günümüz nakkaĢlar için zengin minyatür konularıdır.

(resim-1)Ahmed-i Yesevi Portresi

Ahmed-i Yesevi Portresi (resim 1) konulu minyatürüm, 1995 yılında, 11x11cm. boyutlarındadır. Tasarımda altın,boya ve yazıyı kullandım.Ahmed-i Yesevi,Türkistanlı olduğundan o yörenin insanlarının fizyolojik özelliklerini inceleyerek,çeĢitli kaynaklarda ki anlatımlardan yola çıkarak hayali portresini tasarladım. 1993 yılına kadar Ahmed-i Yesevi‟nin yapılmıĢ portresine rastlamadım.Ahmed-i Yesevi portresini koyu mavi bir zemin üzerine beyaz ve kızıla yakın kahve renkle sakallı olarak tasvir ettim. BaĢın etrafındaki alev formunda ki hare 24 ayar altın varakla verildi.Uygurlardan Selçuklu Devri sonuna kadar ki minyatürlerde insan tasvirlerinde baĢların etrafı daire formunda hareyle tasarlanıyordu.Daha sonra Hıristiyanlıkla ilgili konuların iĢlendiği minyatürlerde bu harelerin içine haç yerleĢtirildiğinden Ġslam minyatürlerinde sadece kutsal kiĢi ve din

121


adamları tasvirlerinde alev formu benimsendi. Diğer insan baĢları etrafında hare uygulanmadı. Tasarımda Sayın Gençosmanoğlu‟nun Ģiirinden bir dörtlüğe BİLDİRİLER yer verilmiĢtir. adamları tasvirlerinde alev formu benimsendi. Diğer insan baĢları etrafında hare uygulanmadı. Tasarımda Sayın Gençosmanoğlu‟nun Ģiirinden bir dörtlüğe yer verilmiĢtir.

(resim-2)Ahmed-i Yesevi ve Menkıbe Ahmed-i Yesevi ve Menkıbe (resim 2) konulu minyatürü,1993 yılında 38x27cm.boyutlarında iki tam sayfa olarak tasarladım.Minyatür malzemesi (resim-2)Ahmed-i Yesevi ve Menkıbe altın,gümüĢ,boya ve yazıdır.1993 yılında Kültür Bakanlığı Devlet Türk Süsleme Sanatları Ödülünü Ahmed-i kazanmıĢtır.Menkıbede,sol sayfada Hz.Peygamber (sav) efendimize Ahmed-i Yesevi ve Menkıbe (resim 2) konulu minyatürü,1993 yılında Yesevi‟nin müjdelenmesi,sağ sayfada Aslan Baba‟nın Yesevi‟ye emaneti 38x27cm.boyutlarında iki tam sayfa olarak tasarladım.Minyatür vermesi malzemesi konusu iĢlenmiĢtir. altın,gümüĢ,boya ve yazıdır.1993 yılında Kültür Bakanlığı Devlet Türk Süsleme Sanatları Ödülünü kazanmıĢtır.Menkıbede,sol sayfada Hz.Peygamber (sav) efendimize Ahmed-i Yesevi‟nin müjdelenmesi,sağ sayfada Aslan Baba‟nın Yesevi‟ye emaneti vermesi konusu iĢlenmiĢtir.

122


Hoca Ahmed-i Yesevi Divan-ı Hikmet‟inde (I,16-17 dörtlükte)Aslan Baba‟dan bahseder. Yedi yaĢta Aslan Bab‟a selam verdim;

BİLDİRİLER

“Hak Mustafa emanetini lütfedin!”dedim; Hoca Ahmed-i Yesevi Divan-ı Hikmet‟inde (I,16-17 dörtlükte)Aslan Baba‟dan hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim, bahseder. nefsim ölüpAslan la-mekana iĢte. Yedi yaĢta Bab‟a yükseldim selam verdim; Hurma verip,baĢımı okĢayıp nazar kıldı; “Hak Mustafa emanetini lütfedin!”dedim; bir fırsatta ahrete kıldı; hem o vakit bin birsefer zikrini tamam ettim, “Elveda!”diyip bu alemden göçüpiĢte. gitti; nefsim ölüp la-mekana yükseldim Mektebe varıp,kaynayıp dolup taĢtım Hurma verip,baĢımı okĢayıp nazar kıldı;iĢte. Ahmed-i Yesevi Hikmet‟inde ( II,15.dörtlükte)Aslan Baba‟dan bahsetmiĢtir bir fırsatta ahreteDivan-ı sefer kıldı; “Elveda!”diyip bu alemden göçüp gitti; Mektebe varıp,kaynayıp dolup taĢtım iĢte. Ahmed-i Yesevi Divan-ı Hikmet‟inde ( II,15.dörtlükte)Aslan Baba‟dan bahsetmiĢtir “Yedi yaĢta Arslan Baba‟m arayıp buldu; gördüğü her sırrı perde ile sarıp örttü; “Allah‟a hamd olsun gördüm”dedi,izim öptü; o sebepten altmıĢ Baba‟m üçte girdim yere” “Yedi yaĢta Arslan arayıp buldu; Sol sayfada,aç efendimizin huzuruna gelip yiyecek gördüğü her sırrıkalan perde ashap ile sarıpPeygamber örttü; ricasında bulunur. Hz.Peygamber‟in (sav) duası üzerine Hz.Cibril cennetten bir tabak “Allah‟a hamd olsun gördüm”dedi,izim öptü;tabaktan yere düĢer.Bunun üzerine hurma getirir.Ashap hurma alırken bir hurma Hz.Cibril ”bu hurma ümmetinizden Ahmed adlı birisinin kısmetidir”der. o sebepten altmıĢ üçte girdim yere” Hz.Peygamber(sav)ashaba bu hurmayı içlerinden birinin sahibine teslim etmesi teklifinde bulunur.Ashaptan hiç kimse cevap vermeyince Aslan Baba,Allah‟ın Sol sayfada,aç kalan ashap Peygamber efendimizin huzuruna gelip yiyecek (cc)inayeti ve Hz. Peygamber‟in(sav) delaletiyle bu vazifeyi yerine getireceğini bildirir. ricasında bulunur. Hz.Peygamber‟in (sav) duası üzerine Hz.Cibril cennetten bir tabak hurma getirir.Ashap hurma alırken bir hurma tabaktan yere düĢer.Bunun üzerine Hz.Cibril ”bu hurma ümmetinizden Ahmed adlı birisinin kısmetidir”der. Hz.Peygamber(sav)ashaba bu hurmayı içlerinden birinin sahibine teslim etmesi teklifinde bulunur.Ashaptan hiç kimse cevap vermeyince Aslan Baba,Allah‟ın (cc)inayeti ve Hz. Peygamber‟in(sav) delaletiyle bu vazifeyi yerine getireceğini bildirir.

123


BİLDİRİLER Hz.Peygamber(sav)mübarek eliyle hurmayı Aslan Baba‟nın damağına yerleĢtirir.Konu,Hz.Peygamber(sav) ve ashabı cami içinde sohbet ederken geçiyor.Yüzü peçeyle örtülü Hz.Peygamberimiz(sav)sağ elinde bir tabak hurmayı tutmaktadır.Yüzü peçeli olarak tasvir edilen Hz.Cibril, sol üst köĢeden bulutların içinden çıkarken yer verilmiĢtir.Türk minyatürlerinde Peygamber Efendimizin yüzü daima peçeyle örtülü tasvir edilmiĢtir ve öğlede olması gerekir.Hz Peygamber(sav)efendimizin önünde yerde bir hurma vardır.Aslan Baba ayakta,ashap kompozisyonun alt kısımda yer alır.Palmiyeler Hz.Cibril‟in azametiyle yatmıĢ vaziyettedir.Sol alt köĢede yazıyla konu anlatılmıĢtır. Sağ sayfa minyatürümde,sağ üst köĢede,konuyu menkıbeyi anlatan ”Aslan Baba Yesi‟ye gelir, Ahmed‟i arar,onu mahalle çocuklarıyla oynarken bulur.Aslan Baba henüz hurmadan bahsetmeden çocuk emaneti teslim etmesini söyler,Aslan Baba hurmayı sahibine verir.” yazıya yer verildi. Melek figürleri Hz. Peygamberimize (sav) Ahmed‟in müjdelenmesini belirtmek içindir.Çocuk Ahmed arkadaĢlarıyla oynamaktadır.Aslan Baba beĢyüz yıl damağında sakladığı ve tazeliğini muhafaza eden hurmayı sahibine vermek üzere sol sayfadaki aynı kıyafetleriyle Ahmed‟in yanında gösterilmiĢtir.Hoca Ahmed-i Yesevi‟nin baĢının etrafına 24 ayar varak altınla hare uygulandı. Ahmed-i Yesevi ,Divan-ı Hikmet‟inde de belirttiği üzerine 63 yaĢına geldiğinde yer altına inmiĢ ve o çilehanede ömrünün geri kalan yıllarını dünya nimetlerinden uzak geçirmiĢti.Ahmed-i Yesevi ile ilgili araĢtırmalarımın sonucunda en güzel minyatür konusunu bulmuĢtum.Çünkü Dünya uğraĢıları, istekleri,arzuları, sorunlarıyla günümüzü gün ediyor ,hiç memnun kalmadan ömrümüzü tüketiyoruz. Peygamber efendimiz (sav) 63 yaĢında vuslata ermiĢti. Divan-ı Hikmet‟inde Ahmed-i Yesevi bize ne çok öğütler veriyor.Dünya malı Karun‟a, Sultan Süleyman‟a da kalmamıĢtır. An‟aneye göre Ahmed-i Yesevi,Hz.Peygamber‟in sünnetine aĢırı bağlılığı sebebiyle altmıĢ üç yaĢına geldiğinde tekkesinin avlusunda müridlerine bir çilehane hazırlatır.Müridleri merdivenle inilen bir kuyu kazıp dibine de ancak bir insanın sığabileceği geniĢlikte bir hücre yapmıĢlar.Ahmed-i Yesevi vefatına kadar bu hücrede ibadet ve riyazetle meĢgul olmuĢ.Bu hücrede ne kadar kaldığı belli değildir, fakat vefat tarihi olarak kabul edilen H.562(M.1166)yılına kadar buradan çıkmadığı ve hücrede vefat ettiği muhakkaktır.Hikmetlerinde bu çilehane hayatını tafsilatıyla anlatır. Ahmed-i Yesevi‟nin doğum tarihi bilinmediğinden kaç yıl yaĢadığı hususunda da kesin bir Ģey söylemek mümkün değildir.Rivayetlere göre yüz yirmi,yüz yirmi beĢ veya otuz üç yıl yaĢamıĢtır. (ERASLAN, 1993:13)

124


BİLDİRİLER Tekkenin bir tarafında bir kuyu kazdılar ki merdivenle oraya iniliyordu.bir yol açıp ham kerpiçten bir hücre yaptılar.Hazret-i Ġlyas ile Hazret-i Hızır‟ın himmetleri de yardımcı olduğu için,yüzlerce yıldır bu binaya hiçbir Ģey olmamıĢtır. Ahmed Yesevi, orada lahd Ģeklinde bir yer kazıp,kendisine orayı mekan yaptı.Lahdi andıran o dar yerde, zikrettikçe dizleri göğüslerine sürte sürte her ikisi de delinmiĢti; bundan dolayı kendilerine”serhalka-i sineriĢan”da derler.(KÖPRÜLÜ,1993:37) Ahmed-i Yesevi Divan-ı Hikmet‟inde (Hikmet II-I.dörtlük) “Eya dostlar,kulak verin dediğime, Ne sebepten altmıĢ üçte girdim yere? Mirac üstünde Hak Mustafa ruhumu gördü, O sebepten altmıĢ üçte girdim yere.”diye söylemiĢtir. Ahmed-i Yesevi Divan-ı Hikmet‟inde (Hikmet VII-14.-15. dörtlük) “AltmıĢ üçte nida geldi; Kul yere gir; hem canınım,cananınım,canım ver; Hu kılıcını ele alıp nefsini kır! Bir ve Var‟ım didarını görür müyüm?

Kul Hace Ahmed, nefsi teptim,nefsi teptim; ondan sonra cananımı arayıp buldum; ölmeden önce can vermenin derdini çektim; Bir ve Var‟ım,didarını görür müyüm?” diye söylemiĢtir. Ahmed-i Yesevi 63 YaĢında, (resim 3)konulu minyatürü, 1995 yılında 37x28cm.boyutlarında tasarladım.Malzeme olarak altın,gümüĢ,boya ve yazı kullanılmıĢtır.Minyatürde Ahmed-i Yesevi‟nin 63 yaĢına geldiğinde yeraltına inmesi konusu anlatılmaktadır.1995 yılında Kültür Bakanlığı Devlet Türk Süsleme Sanatları Minyatür BaĢarı Ödülünü aldı.

125


BİLDİRİLER

(resim 3) Ahmed-i Yesevi 63 YaĢında Minyatürün belgeleyicilik özelliği taĢıması nedeniyle araĢtırmaya çilehane ile ilgili bilgi ve belgeleri taramakla baĢladım.Minyatürlerde binanın hem içi hem de dıĢı,yer altı ve yer üstü aynı anda gösterilebilir. Kompozisyonun üçte birlik kısmında yeraltında çilehane kesiti, Kur‟an okuyan Ahmed-i Yesevi onu dinleyen müridleri ile sol alt köĢede yazıya yer verdim.Orta kısımda tekkedeki günlük yaĢamdan kesitler, derviĢler,müritler derste ve soldan dergaha gelen ziyaretçiler görülmektedir. Kompozisyonun sağında, çerçevenin dıĢında Ahmed-i Yesevi‟nin devamı olan müridleri,halifeleri Hacı BektaĢ-ı Veli, Yunus Emre,Mevlana ,kompozisyonun sol üst köĢesinde konuyu anlatan yazı ile melek figürlerine yer verdim. Ahmed-i Yesevi ölümünden sonra büyük bir törenle defnedildiği küçük türbesi,bölge halkı ve diğer ülkelerden gelen ziyaretçiler için adak adama,adakların gerçekleĢmesi halinde Ģükür yeri olarak dünyadaki ziyaret yerleri arasındaki en zenginlerdendir. An‟aneye göre vefatından sonra da kerametleri devam eden Ahmed-i Yesevi,kendisinden iki asır sonra yaĢayan Aksak Timur (M.1336-1405)‟un rüyasına girer ve zafer müjdesinde bulunur.Timur zafere eriĢtikten sonra H.799-80 (M.1396-7)yılında Seyhun nehrini geçerek Türkistan ve Kırgız bozkırlarında Ģöhreti ve nüfuzu iyice yayılmıĢ olan Ahmed-i Yesevi‟nin kabrini ziyaret için Yesi‟ye gelir.Ziyaret ettikten sonra kabrin üstüne,devrin mimari Ģaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını buyurur.Ġki sene içinde inĢaat tamamlanır ve türbe camii ve dergahı ile bir külliye halini alır.(ERASLAN, 1993:16)

126


BİLDİRİLER Ahmed-i Yesevi‟nin Külliyesi 46,5x65m.ölçülerinde bir yapıdır.Binaya iki yanında minare bulunan büyük bir portalden girilir.Külliye cemaat yeri olarak kullanılan Bakır Kazanlı Oda,Ahmed-i Yesevi‟nin sandukasının bulunduğu türbe odası,mescit,kütüphane,kuyulu oda ve iki büyük odadan oluĢmuĢtur. Türbenin kubbeleri ve duvarları çinilerle bezenmiĢtir.Türbenin üç cephesinde üst kenarı takip eden epigrafik tezyinat Kur‟an‟dan ayetler içerir.TaĢ kaide ve epigrafik tezyinat arasındaki duvarda fırınlanmıĢ sırlı tuğlalardan yapılmıĢ kufi yazılarla “Allah,Muhammed,Elhamdüllah,Allahu ekber, Lailahe illallah vb.”donatılmıĢtır. Ahmed-i Yesevi ve Türbesi,(resim 4)konulu minyatürü 1993 yılında, 29x23cm.boyutlarında tasarladım.Malzeme olarak altın,boya ve yazıyı kullandım.Kompozisyonu enine ikiye böldüğümüzde, üst kısımda köĢede beyaz zemin üzerinde kızıl kahveye yakın, sakallı Ahmed-i Yesevi portresi , Divan-ı Hikmet‟ den bir dörtlük ve Yesi‟den görünüm yeralır.Alt kısımda kufi yazılı çinili panolarıyla süslenmiĢ duvarlarıyla türbe yer alır.Ahmed-i Yesevi‟nin portresinde altın varakla hare uygulanmıĢtır. Minyatürde Hace Ahmed-i Yesevi Divan-ı Hikmet‟inden; “Vah ne yazık,geçti ömrüm gaflet ile; Sen bağıĢla günahlarımı rahmet ile; Kul Hace Ahmed sana döndü hasret ile; Kendi ateĢine kendisi yanıp yakılır imiĢ” dörtlüğe yer verilmiĢtir.

127


BİLDİRİLER

(resim-4) Ahmed-i Yesevi ve Türbesi Osmanlı Devleti‟nin 700.Yılı “Soy Ağacı”(resim 5)konulu minyatürü 1999 yılında, 40x29cm. boyutunda tasarladım.Malzeme olarak altın,gümüĢ,boya ve yazıyı kullandım.Minyatür 1999 yılında Kültür Bakanlığı Devlet Türk Süsleme Sanatları BaĢarı Ödülünü aldı. Minyatürde kökleri Orta Asya‟ya kadar uzanan bir ağaç üzerinde çeĢitli konulara, özelliklere, portrelere vb. yer verilmiĢtir.Soy ağacını oluĢturan ağacın kökle gövde arasına Alpaslan ve Ertuğrul Gazi‟yi,çerçeve dıĢına çıkan en üstte ki filizde Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti‟nin ilk Meclis binasını nakĢettim.Osmanlı Minyatür Sanatı‟nda önemli bir grup minyatür padiĢahlar ve din adamlarımızı konu alan silsilenamelerdir.Konu benzerliğinin yanında Osmanlı Devleti‟nin 700.Yılı “Soy Ağacı” minyatürümün diğer silsilenamelerden farkı, tek bir konu ile ilgili değil çok farklı konuların ele alınmasıdır.Silsilename özelliği taĢıyan minyatürümde padiĢahlar,din adamları, mimar, sanatçı, bilim adamları vb.ile savaĢ sahnelerine yer verilmiĢtir.Fatih Sultan Mehmed‟i Ġstanbul‟un fethi ile,Ġlk Osmanlı halifesi Yavuz Sultan Selim‟i Kabe ile, Kanuni Sultan Süleyman‟ın Avrupa‟ya seferleriyle, Mimar Koca Sinan‟ı muhteĢem yapısı Selimiye ile verdim. Ağacın kökünde, Nasreddin hoca, Mevlana, Yunus Emre,Hacı BektaĢ-ı Veli,Ġbn-i Sina,Atilla,Dedem Korkut gibi değerlerimizle Ergenekon sahnesine de tasarımda yer verilmiĢtir.Hoca Ahmed-i Yesevi‟ye Türkiye Cumhuriyeti‟ne

128


BİLDİRİLER kadar ki bazı değerlerini yansıtabildiğim bu minyatürümde yer vermem söz konusu olur muydu?

(resim-5)Osmanlı Devleti‟nin 700.Yılı “Soyağacı” Sonuç olarak Ahmed-i Yesevi Türkistan‟da yaĢamıĢ önemli bir büyüğümüzdür.Ömrü boyunca Peygamber efendimizin (sav) sünnetine uygun yaĢamaya özen gösterdiğini Divan-ı Hikmet „inde belirtmiĢtir.Ahmed-i Yesevi 63 yaĢında Dünya nimetlerinden uzaklaĢmak üzere yer altına inmesiyle Dünya nimetlerine önem verilmemesini bize öğütlemiĢtir.Ġslamiyeti büyük bir coğrafyada yaymaya çalıĢmıĢ,devamı olan müridleri

129


BİLDİRİLER ve halifeleriyle Anadolu‟nun Ġslamiyetle tanıĢmasını sağlamıĢtır.1993 yılından bu güne kadar Ahmed-i Yesevi konulu minyatürler tasarlamaya çalıĢtım.Günümüz sanatçılarının yeni tasarımlarla Ahmed-i Yesevi‟yi konu almasını bekler,çalıĢmalarında baĢarılar dilerim. Özet: Ahmed-i Yesevi Sufi bir Ģair ve tarikat sahibi bir mürĢid,alim ve tasavvuf ehli bir kiĢidir. Menkıbeleri kendisine atfedilen kerametleriyle Türk dünyasında çok benimsenmiĢtir.Ahmet-i Yesevi kadar değiĢik coğrafyada yaĢayan Türk toplulukları arasında yaygın Ģöhreti olan ve bir veli mertebesine yükseltilen baĢka bir Ģahsiyet yoktur.Divan-ı Hikmeti‟nde hayatından çeĢitli kesitlerle birlikte bize çeĢitli öğütler vermektedir.Kazakistan‟ın Yesi Ģehrindeki türbe ve Külliyesi önemli bir ziyaret yeridir.Minyatür sanatı yazmaları süslemek ve konuyu anlatmak için yapılmıĢ bir resim sanatıdır.18.Yüzyıla kadarda Türk Resim Sanatı‟nı temsil etmiĢtir.Ahmed-i Yesevi konulu minyatürleri yapma amacım, 1993 yılının Ahmed-i Yesevi Yılı olarak kutlanması, O‟nunla ilgili minyatürlerin ülkemizde hiç yapılmamıĢ olmasıdır.Bildiride, Ahmed-i Yesevi‟nin portresi,menkıbeleri,hayatından önemli bir kesit 63 yaĢında yeraltına inmesi,türbesi ve Türkiye Cumhuriyeti‟nin köklerinden birisi Ahmet-i Yesevi „yi iĢlediğim Soy Ağacı konulu minyatürlerimi tanıtmaktır.Bu vesileyle çeĢitli tekniklerle,malzemelerle,yeni ve özgün tasarımlarların oluĢturulmasına katkım olacağını düĢünüyorum. Anahtar Kelimeler:Yesevi,minyatür,sanat,menkıbe,nakkaĢ,portre

Kaynakça ERASLAN Kemal (Hazırlayan) (1993,)Ahmed-i Yesevi Divan-ı Hikmet‟ten Seçmeler,Kültür Bakanlığı Yayınları/546,Yayımlar Dairesi BaĢkanlığı,Türk Klasikleri Dizisi/22,Ankara KÖPRÜLÜ Fuad Ord.Prof.Dr.(1993),Türk Edebiyatında Ġlk Mutasavvıflar,Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı Yayınları,Ankara NURMUHAMMEDOĞLU Naim-Bek (Hazırlayan Dr.Hayati BĠCE) (1991)Hoca Ahmed Yesevi Türbesi,Kültür Bakanlığı/1343 Sanat Eserleri/15,Ankara

130


BİLDİRİLER AHMED YESEVİ MİNYATÜRÜ TASARLAMAK AHMED YESEVİ MINIATURE DESIGNING Ruhi KONAK

Özet Ġnsanoğlu, çevre ve kendi arasındaki ikiliğe dikkat kesildiği andan itibaren belirli bir varlık problemine saplanmıĢtır. Bu nedenle insanlık tarihi, çevre ile benlik arasındaki ayrımın ve bağın açıklanmaya çalıĢıldığı kuĢku dolu bir süreçtir. Ġnsanoğlunun nerede, neden, nasıl, ne Ģekilde bulunduğunu araĢtırdığı binlerce yıl boyunca, kendini ve ötekini çevrenin koĢulları açısından anlamlandırmak istemiĢ; bu çabayla vehmedilen veya deneysel olarak açığa çıkan bilgi doğrultusunda, benlik ve çevre arasındaki iliĢkiyi özne nesne iliĢkisi olarak tanımlamıĢtır. Özne, nesne iliĢkisinde düzenin mutlak elemanı olarak karĢımıza çıkan mekan, öznenin tanımına bağlı olarak ĢekillenmiĢ ve bu bağlamda nesnenin durumunun belirlenmesi açısından önem kazanmıĢtır. Bir sanat eserinde düzen kurucu olması açısından özne, sanatçıdır ve öznenin kendini ifade etme biçimi eserdeki nesne ve mekan iliĢkisini Ģekillendirir. Sanatçı benliğinin esere yansıma Ģekli, nesnenin mekanda görünme olanağını biçimlendirirken mekanın biçimini de belirler. Bu kurguda, öznenin kendi konumu açısından varlığı anlama ve bu anlam doğrultusunda biçimlendirdiği mekanda nesnenin durumunu ifade etme yöntemi önemli bir role sahiptir. Konu minyatür sanatı açısından ele alındığında, özne nesne ve mekan iliĢkisini kurgulayan sanatçının nesneyi evrensel mekanda ve nesnel bir dille gösterme çabasında olduğu görülür. ABSTRACT Hodja Ahmed Yesevi in a study conducted in order to design miniature Ahmed Yesevi's life, works and publications. According to legend the subject areas were examined. With Yesevi's personality and work in this context is understood that an impression of how the Islamic world. The rhetoric of the legend, of the self as a moral person experiences from other Yesevi was concluded that tips on how meaning in the Islamic world. Miniature designed, primarily established a scheme considering the spiritual identity of Ahmed Yesevi. To ensure the mobility of the interior composition and emphasis on continuity of different events designed a rectangular spiral continued ruler from the inside out. In order line created by the shape of the 

Yrd. Doç., Kastamonu Üniversitesi Güzel Sanatlar Ve Tasarım Fakültesi, Kastamonu, ruhikonak@gmail.com

131


BİLDİRİLER table, around the portrait in the center of the Ahmed Yesevi tales are depicted. Figures, nature, architecture and the integrity of the design in accordance with the color schemes were tried to be balanced. GİRİŞ Bir minyatür tasarlarken sanatçının yapması gereken belirli bir ön hazırlık vardır. Öncelikle tasarlanacak konunun belirlenmesi gerekir. Minyatür sanatında konu, portre, figür, manzara, olay, Ģiir, masal, menkıbe, imge, vb. olabilir. Konu, tasarımın nasıl geliĢeceğini ve kompozisyon taslağının nasıl biçimleneceği hususundan en önemli yönlendiricidir. Zira konunun kapsamı kompozisyonun taslağının genel Ģemasını verecektir. Diğer taraftan her hangi bir konu belirlenmeden, desene dayalı çizimler de üretilebilir fakat bu tasarımlar da sonuç itibariyle bir konu bağlamına yerleĢecektir. Sanatçının belirlediği konu her ne olursa olsun detayları açısından araĢtırılıp incelenmesi gerekir. Çünkü konunun detayları tasarımın seyrini belirleyecek, kompozisyon düzenini Ģekillendirecek ve hatta ölçülerini biçimlendirecektir. Konu üzerinde araĢtırma yapan sanatçı, konuyu figür, doğa ve mimari elemanlar açısından inceler. Figürle ilgili araĢtırmada, ilgili Ģahıs veya Ģahısların hayatta olup olmadığı incelemenin niteliğini yönlendirecektir. Hayatta olan bir kiĢi tasvir ediliyorsa ilgili kiĢi model alınarak anatomik özellikleri ve kıyafet bilgileri kolaylıkla çizilebilir. Hayatta olmayan kiĢilerin resim, minyatür portreleri veya fotoğrafları söz konusu tasarımda belge olarak kullanılarak yeni tasarımlar geliĢtirilebilir. Görsel belgeye ulaĢılamayan durumlarda ise ilgili Ģahsın anatomisine iliĢkin anlatı, yazım, vb. belgelerden yararlanılabilir. Hayatta olmayan ve anatomisine iliĢkin belgesi bulunmayan durumlarda ise sanatçı kendi hayal gücünü kullanarak kiĢinin yaĢadığı bölgedeki insanların anatomilerinden, vb. yararlanabilir. Osmanlı saray nakkaĢhanesinde üretilen bir kısım minyatür padiĢah portresinde anatomik bilgileri doğrulamak üzere farklı teknikte görsel belgelerden yararlanıldığı bilinmektedir. Örneğin Hünernâme, 1584-1588 (TSM. H. 1523–1524) ve Zübdetü‟t-tevârîh, 1583 (TĠEM. T. 1973) adlı el yazmalarının metinlerinin tamamlanması görevini Seyyid Lokman, minyatürlerinin yapılması görevini ise NakkaĢ Osman üstlenmiĢtir. Ancak, bu eserlerin resimlendirilmesinde gerekli olan Osman Gazi'den baĢlayarak geçmiĢteki padiĢahların fizyonomik özellikleri ve giyim tarzlarının bilinmemesi ciddi sorunlar yaratmıĢtır.1 Yazar:

1

Filiz ÇAĞMAN, "İstanbul Sarayının Yorumu: Üstad Osman ve Dizisi", Padişahın Portresi, Tesavir-i AI-i Osman, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2000, 165 s.

132


BİLDİRİLER “Şehnâmeci ve ekibinin çalışması için son derece gerekli olanın, geçmiş sultanların hilyelerinin tespiti olduğu şeklinde belirtirken; devrinin en iyisi olarak tanımladığı Üstad Osman ile birlikte sultanların tarif ve tasvirlerini bulabilmek için olası tüm kaynakları gözden geçirdiklerini aktarır”2. Bu araĢtırmalar sonucunda padiĢahların Avrupalı sanatçılar tarafından yapılmıĢ portrelerinin olduğuna iliĢkin bilgiler tespit edilmiĢ ve “Verenosa dizisi” olarak anılan portrelere ulaĢılmaya çalıĢılmıĢtır3. “Şemâilname’nin mukaddimesinde bu durum şu sözlerle ifade edilmiştir. Bu ünlü hanedana ait kutsal savaşlar veren padişahların biyografilerinde dış görünüşleri (şemâi'lleri) bulunmadığı için büyük bir ıstırap çekiliyordu. Bu ünlü eserleri bulmak lazımdı ki yerli yerine konulsun. Bu konu hemen devrinde bir eşi daha olmayan saray musavviri Üstad Osman'la konuşuldu.Ve bazı portreler bulundu, ama hepsinin Frenk ustaların elinde olduğu anlaşılınca, bu konu sadrazam hazretlerine arz edildi. Onun soylu gayretleriyle lazım olan portrelerin (“suver”), istenebilecek en iyileri elde edildi. Ve bunlar eldeki Sultan III. Murad'dan -Allah onu korusun- sonraki (hükümdar) tasvirleriyle karşılaştırılınca doğrulukları ortaya çıktı. Bundan dolayı geri kalan (önceki sultanların) portrelerinin de doğru çizildiği (“rast kalem”) gün ışığı kadar aşikâr oldu. Her sultanın kıyafeti ve görünüşü kendi zamanındaki gibi, Osmanlı tarzına (“tarz-ı osmanî”) uygun olsun diye tarihler kontrol edildi. Bundan başka niteliklerini de yerli yerinde ve dikkatle incelemek için bir dakika bile kaybedilmedi”4. Konu üzerinde araĢtırma yapan sanatçı, figür anatomilerini belirledikten sonra mekanın özelliklerini belirleme aĢamasına geçer. Bu tür bir belirleme için öncelikle mimari ve doğa mekan özelliklerinin tespit edilmesi gerekir. Mimari mekanların tasarımları, olayın gerçekleĢtiği yer veya çevreye bağlı olarak mekanın mevcut yapısından yola çıkılarak veya döneme ait belgelere ulaĢılarak gerçekleĢtirilir. Belgelere ulaĢılamadığı durumda veya mimari mekanın tanımlanmadığı durumlarda konunun yönlendirdiği coğrafyadaki mimari özellikler dikkate alınarak tasarım gerçekleĢtirilir. Mimari tasarım gerçekleĢtirildikten sonra ilgili coğrafyanın doğa bilgileri tasarıma eklenir.

2

Filiz ÇAĞMAN, 2000, a.g.m., 165 s. Gülru NECİPOĞLU, "Osmanlı Sultanlarının Portre Dizilerine Karşılaştırmalı Bir Bakış", Padişahın Portresi, Tesavir-i ÂI -i Osman, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2000, 38 s. 4 Gülru NECİPOĞLU, 2000, a.g.m., 37–38 s. 3

133


BİLDİRİLER Konu bağlamını oluĢturan figür, doğa ve mimari elemanlara iliĢkin tespitler yapıldıktan sonra, kompozisyon düzeninin kurulması ve dolayısıyla tasarımın gerçekleĢtirilmesi aĢamasına geçilir. Bu aĢamada ebatları belirlenen tasarımın cetvelleri çizilerek, konu içeriğinin özelden genele doğru yayılımı sanatçıyı yönlendirir. Belirli bir konudan yola çıkıldığı durumlarda eylem merkezinden hareketle kurulan düzende, merkezden çevreye doğru yerleĢtirilen elemanlar kendi yayılımları ve konumları ile konu bağlamına yerleĢirken diğer taraftan armoni, ritim, kontrast, perspektif, doku, denge, renk ve ton, vb. değerleri ile bir bütünü kurmaya yönelip kompozisyon oluĢturulur. Yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda Ahmed Yesevi konulu minyatür tasarlanırken öncelikle konu bağlamını oluĢturan kiĢinin hayatı ve kimliği hakkında bilgi ve belgelerin tespit edilmesi için araĢtırma yapılarak materyal toplanmıĢtır. Sonraki aĢamada, toplanan belge ve bilgiler, aĢağıda detaylı Ģekilde anlatılacağı üzere, tasarlanmak istenen minyatür bağlamında tasnif edilerek değerlendirilmiĢtir.

Birinci Aşama Minyatürün konusunu oluĢturan Hoca Ahmed Yesevi‟nin hayatı ve eserleri hakkında bir araĢtırma yapılması tasarımın düzeni ve içeriğin tespiti açısından önemlidir. Bu bağlamda Hoca Ahmed Yesevi‟nin hayatı, kiĢiliği, eserleri ve menkıbeleri araĢtırılarak tasarımda kullanılmak üzere tasnif edilmiĢtir. a.

Hoca Ahmed Yesevi’nin Hayatı Ve Eserleri

Ahmed Yesevî, Kazâkistan‟ın Çimkent Ģehrinin Sayram kasabasında dünyaya gelmiĢtir. Daha sonra yerleĢip uzun yıllar yaĢadığı Yesi Ģehrinde vefat etmiĢtir. Babası Ġbrahim ġeyh ve annesini küçük yaĢta kaybeden Ahmed Yesevî, bir süre Otırar‟daki Arslan Bab isimli Ģeyhin yanında din ve tasavvuf eğitimi görmüĢ; sonraki süreçte diğer birçok alimden din ve tasavvuf dersleri almıĢtır. Eğitimini bitirdikten sonra Yesi‟de dergâh kurup insanları dinî ve ahlâkî yönden yetiĢtiren Hoca Ahmed Yesevî, tasavvufî düĢüncelerini Türkçe ve sade Ģiirler ile anlatmıĢtır. Hikmet adı verilen bu Ģiirler bir araya toplanarak Dîvân-ı Hikmet mecmuaları meydana gelmiĢtir. Fakrnâme, Risâle derÂdâb-ı Tarîkat, Risâle der-Makâmât-ı Erba„în adlı eserler de Yesevi‟nin diğer kitaplarıdır. Rivâyete göre Ahmed Yesevî altmıĢ üç yaĢına geldiğinde dergâhında yerin altına küçük bir oda Ģeklinde çilehane yaptırmıĢ; ömrünün kalan kısmını çoğunlukla orada ibâdet ve tefekkürle geçirmiĢtir. Geç dönemlere ait bazı kaynaklarda Ahmed Yesevî‟nin Hicrî 562 (M. 1166-67) senesinde vefat ettiği belirtilmiĢ

134


BİLDİRİLER ise de bazı araĢtırmacılar bu tarihin biraz daha ileriye alınması gerektiğini düĢünmektedirler.5 b.

Hoca Ahmed Yesevi’nin Menkıbeleri

Ahmed Yesevî‟nin hayâtı hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır. O, Türk Dünyası‟nda, gerçek hayâtından ziyade menkıbeleri ile tanınmıĢtır. Bu menkıbelerden bir kısmı hayâtı ve düĢünceleri hakkında fikir verecek nitelikteyken, diğer kısmı halk muhayyilesinin ürünüdür.6 Kaynakların taranması sonucunda ulaĢılan Ahmed Yesevi menkıbeleri arasından öne çıkan birkaçı aĢağıdaki gibidir: Ahmed Yesevî, çok sevdiği Hz. Peygamber‟in 63 yaĢında vefat ettiğini düĢünerek kendisi de bu yaĢa geldikten sonra yeryüzünde fazla dolaĢmak istememiĢtir. Vaktinin çoğunu dergâhında bir yeraltı odası Ģeklinde oluĢturduğu çilehânesinde geçirmiĢtir. Önde gelen talebelerinden Seyyid Mansûr Ata bu çilehaneye ilk defa indiği zaman gördüğü manzaraya üzülerek “ġeyhim bu dar yerde sıkıntı içindedir,” diye düĢünüp ağlamaya baĢlamıĢtır. O sırada gözünden perdeler açılmıĢ, o daracık zannettiği yeri bir ucu doğuda, bir ucu batıda bir mekan olarak görmüĢtür. Bunun üzerine içinden geçirdiklerinin yanlıĢ olduğunu anlamıĢtır 7 Yesi Ģehrine yakın bir yer olan Savran kasabasında çoğu gayr-i müslim olup, Müslümân Yesi halkına ve özellikle Ahmed Yesevî hazretlerine çok düĢmanlık eden insanlar yaĢıyormuĢ. Ahmed Yesevî‟nin büyüklüğü, kerâmetleri etrafa yayıldıkça ve ona bağlı olanların sayısı her geçen gün arttıkça Savranlılar rahatsız oluyorlarmıĢ. Sarvanlılar bir gün Ahmed Yesevî‟ye iftira etmek istemiĢler. Bir yere toplanıp içlerinden birinin öküzünü getirip mezbahada kesmiĢ, sadece ayaklarını bırakmıĢlar. Ertesi gün de kadıya gidip, öküzlerinin çalınıp mezbahada kesildiğini, kan izlerini takip ettiklerini ve öküzlerinin Ahmed Yesevî‟nin tekkesine götürüldüğünü anladıklarını bildirmiĢler. Kadı, Ahmed Yesevî‟nin tekkesine girip öküzlerini arayabileceklerini söyleyince tekkeye girmiĢler ve doğruca gece gizledikleri öküzün yanına varmıĢlar. Tam maksatlarına kavuĢmuĢ olduklarını zannettikleri anda Yesevî‟nin kerameti tecelli edip iftirâcıların hepsi bir anda köpek olmuĢlar. O öküz etine hücum edip kısa zamanda bitirmiĢler. Böylece olayın esası anlaĢılmıĢ. Bu durum karĢısında ne yapacaklarını bilemeyen iftiracılar, Hoca Ahmed Yesevi‟den af dileyince eski hallerine dönmüĢler. 8

5

Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 14-19. s. 6 Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 20. s. 7 Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 24. s. 8 Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 22. s.

135


BİLDİRİLER Ahmed Yesevî hazretlerinin Ģöhreti ve kerâmetleri her tarafta duyulup, talebelerinin sayısı yüz bine yaklaĢınca, kendisini çekemeyenler düĢmanlıklarından, çeĢitli iftiralar atmaya baĢlamıĢlar. Yesevi‟nin sohbet meclislerine örtüsüz kadınlar geliyor, erkeklerle birlikte oturuyorlar." dedikodularını yaymıĢlar. Bu Ģâyiayı duyan makam sâhipleri, bazı müfettiĢler vazifelendirerek durumun araĢtırılmasını emretmiĢler. MüfettiĢler, Ahmed Yesevî hazretlerinin meclisine gizliden gizliye ziyaret etmiĢler. Her Ģeyin, herkese açık olduğu bu yerde, insanlardan ve kanunlardan saklı uygunsuz bir hâlin bulunmadığını, söylenilenlerin tamâmen asılsız olduğunu, bu zâta iftirâ etmek için uydurulduğunu bildirmiĢler. Konuyu duyan Ahmed Yesevî hazretleri, kendisine iftirâ edenlere bir ders vermek istemiĢ ve meclisindekilere hitaben, "Bâlig olduğu günden bu âna kadar, sağ elini avret mahalline hiç uzatmamıĢ bir velî istiyorum. Bu kutuyu ona teslim edeceğim" demiĢ. O sırada, Ahmed Yesevî'nin talebelerinden, Hâce Atâ ortaya çıkarak kutuyu almıĢ. Hoca Ahmed Yesevi, kutuyu Horasan ve Mâverâünnehr memleketlerine götürmesini emretmiĢ. Talebe kutuyu alıp, bildirilen yere varmıĢ. Kutu açılınca, herkes gördüğü manzara karĢısında donakalmıĢ. Kutunun içinde kor hâlinde ateĢ, bir mikdar pamuk arasında duruyordu. AteĢ kızarıyor ve pamuğa bir Ģey olmuyormuĢ. Bu hâli gören herkes hayretler içinde kalmıĢ. Yesevi hazretlerinin bu kerâmeti karĢısında, onu sevenlerin muhabbeti daha da artarken. kendisine düĢmanlık edenler hatalarını anlayıp tövbe etmiĢler.9 Türkistan'da, Yesevî adında bir hükümdâr yaĢıyormuĢ. Bu hükümdar, ceylan avından çok hoĢlanırmıĢ. Bir defasında ceylan peĢinde koĢarken, yolu Karaçuk Dağına çıkmıĢ. Karaçuk Dağının yamaçları sarp, kayaları yalçınmıĢ. Atı, kan tere batan hükümdar avını kaçırmıĢ. Buna ziyâdesiyle üzülen hükümdâr; "Bu dağı ortadan kaldırmak gerek." diyerek, ülkesindeki velileri toplayıp, duâlarının bereketi ile bu dağı ortadan kaldırmayı düĢünmüĢ. Toplanan velîler, duâ ve niyâzda bulunmuĢlar. Ancak istenilen netice elde edilememiĢ. Bunun üzerine oraya gelmeyen bir velînin olup olmadığı araĢtırılmıĢ. Neticede, Hâce Ġbrâhim'in oğlu Ahmed küçük olduğundan kimsenin aklına gelip de çağrılmadığı anlaĢılmıĢ. Nihâyet, haberci gönderilerek Ahmed‟in ve gelmesi istenmiĢ. Ahmed, dâveti ablasına danıĢınca, ablası; "Babamızın vasiyeti var, senin tanınma zamanının gelip gelmediğini, türbedeki ekmek sofrası tayin edecektir. Eğer o sofrayı açabilirsen, tanınma zamanın geldi demektir, var git!" demiĢ. Babasının türbesine giden Ahmed, sofrayı bulup açınca, dosdoğru hükümdarın istediği yere gelmiĢ. Hoca Ahmed, sırtındaki babasından kalma hırkaya bürünerek, dua etmiĢ. Oradakiler baktıklarında, Karaçuk Dağının ortadan kalktığını görmüĢler. Bu keramete Ģahid olan hükümdar, Hoca Ahmed'den, kendi adının kıyâmete kadar bâkî kalması için niyazda bulunmasını dilemiĢ. Hoca Ahmed hazretleri de; "Âlemde her kim bizi severse, senin adınla bizi yâd eylesin" demiĢ. Bundan dolayı o günden beri ikisinin ismi birlikte, "Ahmed Yesevî" Ģeklinde anılır olmuĢ.10

9

“Ahmed Yesevi”, http://biriz.biz/evliyalar/ea0231.htm, Erişim tarihi: 20. 05. 2016, 14. 25 “Ahmed Yesevi”, http://biriz.biz/evliyalar/ea0231.htm, Erişim tarihi: 20. 05. 2016, 14.29

10

136


BİLDİRİLER Ahmed Yesevî hazretlerini, Çin diyarından bir grup tüccar ziyaret etmiĢ. O güne kadar görülmemiĢ korkunç bir ejderhanın türediğini ve küçük-büyük herkesi âciz bıraktığını arz ederek kendilerini bu belâdan kurtarması için yardım istemiĢler. Çin tüccarlarının periĢan hallerine bakan Ahmed Yesevî hazretleri, talebelerine dönerek; “Ejderi öldürmeye hanginiz gider?” diye sormuĢ. Müritlerinden Osman Efendi, ileri atılarak müsaade ettikleri takdirde, bu iĢ için gidebileceğini söylemiĢ. ġeyh hazretleri Osman‟ın beline bir tahta kılıç kuĢandırarak; “Cenâb-ı Hak yardımcın ve uğurun açık olsun.” diye dua ettikten sonra yolcu etmiĢ. Halîfe Osman Çin‟e doğru yola çıktıktan sonra içinde tahta kılıcın ejderhayı kesip kesmeyeceği hususunda tereddüte düĢmüĢ. Onu güçlü bir Ģey üzerinde denediğinde keskin bir kılıçtan daha etkili olduğunu hayretle görmüĢ. Çin diyarına vardığında bir nehir kenarında bulduğu ejderi bir hamlede öldürmüĢ.11 “Horasan‟da bulunan veliler, Ahmed Yesevî hazretleriyle görüĢmek, sohbetinde bulunmak istemiĢler. Bu nedenle büyük bir toplantı düzenleyip Hoca Ahmed yesevi hazretlerini de bu toplantıya dâvet için, aralarından birini Yesi‟ye göndermiĢler. Ahmed Yesevî hazretlerini toplantıya dâvet etmek üzere yola çıkan velî, Allahü teâlânın izni ile turna gibi uçarak Yesi‟ye geliyorken Yesevi hazretleri de bu hâli keĢfederek, yanına talebelerinden bâzılarını alarak turna Ģeklinde uçmaya baĢlamıĢlar. Nihâyet, Semerkand yakınlarında bir nehir üzerinde karĢılaĢmıĢlar…12

c.

Hoca Ahmed Yesevi Tasvirleri

Hoca Ahmed Yesevi ile ilgili yayınlarda ve internet ortamında yapılan araştırmalar sırasında farklı sanatçılar tarafından üretilmiş heykel, yağlıboya portre ve minyatür çalışmalarının görsellerine ulaşılmıştır (foto:1-20). Ulaşılan görsellerin bir bölümünün sanatçısı tespit edilememekle birlikte, biri kitap kapağı olmak üzere sekiz adedi yağlı boya portre, üç adet heykel, yedi adedi Cihangir Ashurov tarafından üç adedi ise Ömür Koç tarafından üretilmiş on bir adet minyatür tespit edilmiştir. Ulaşılan görseller, farklı sanatçılara ait olduğu için kompozisyon düzenleri açısından çeşitlilik göstermektedir. Çoğunluğu porte olarak karşımıza çıkan tasvirlerin bir bölümünde de sanatçıların Hoca Ahmed Yesevi’nin menkıbeleri ile ilgili tasarımlar yaptığı görülmektedir. Belge ve bilgi kaynağı olmamasından dolayı olsa gerek portrelerin çoğunu, sanatçıların Yesevi’nin doğup yaşadığı coğrafyadaki insan anatomilerinden etkilenerek tasarladıkları söylenebilir. Fakat bazı örneklerde tiplemelerin ilgili coğrafyada yaşayan insan anatomilerinden oldukça farklı tasarlandığı da dikkat çekmektedir (foto:2-3). 11

https://okuz.wordpress.com/category/dil/menkibeler/Ahmed-yesevi/, Erişim tarihi: 15. 05. 2016, 20:43 12 “Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri (K.S.)”, http://www.Ahmedyesevi.org.tr/hoca-Ahmedyesevi-hazretleri-k-s/, Erişim tarihi: 19. 05. 2016, 18: 37

137


BİLDİRİLER

Figür kıyafetlerinin farklılık gösterdiği çalışmaların bazılarında mutasavvıf kıyafetleri dikkat çekerken bir kısım eserde görkemli sarık ve kıyafetler dikkat çekmektedir (foto:2-3). Üç adet heykelden birinde, Hoca Ahmed Yesevi büst portre olarak diğer ikisinde ise oturur halde boydan tasvir edilmiştir. Vücut ve kıyafet anatomileri farklılaşan figürlerin sanatçıların kendi düşünceleri bağlamında şekillendiği söylenebilir (foto: 8-10). Yağlı boya çalışmalarda çoğunlukla büst portre olarak resmedilen Hoca Ahmed Yesevi figürü, bir adet yağlı boya çalışmada fona yerleştirilen mimari unsurlarla tasvir edilmiştir. Bu eserde, fona yerleştirilen Ahmed Yesevi Türbesi’nin sol üst köşesine Konya Mevlana Türbesi yerleştirilmiştir. Böylece Yesevi hazretlerinin düşüncelerinin etkilerinin Orta Asya’dan Anadolu’ya yayıldığı fikrinin vurgulanmaya çalışıldığı söylenebilir (foto: 7). Hoca Ahmed Yesevi konulu on bir adet minyatürde, ön plandaki figürlerin fonunda doğa ve mimari mekanlar izlenmektedir. Minyatürlerde genellikle serbest doğa tasarımları yapıldığı söylenebilir. Cihangir Ashurov tarafından üretilen yedi adet minyatürde, doğa tasvirleri ortak bir üslubu yansıtmamakla birlikte, klasik örneklerden esinlenilerek oluşturulmuş izlenimi vermektedir (1217). Ömür Koç tarafından üretilmiş üç adet minyatürde ise üslup birliği dikkat çekmekle birlikte doğa mimariye bağlı olarak gelişmiş ve konu bağlamına fon oluşturacak şekilde tasvir edilmiştir (foto: 1820). Minyatürlerdeki mimari elemanlar, genel olarak ilgili coğrafyanın mimari özelliklerini yansıtacak şekilde tasarlanmış olup günümüze ulaşan örneklerin ve özellikle de Hoca Ahmed Yesevi Türbesi’nin modelden tasarlandığı anlaşılmaktadır.

138


BİLDİRİLER

FOTO 1

FOTO 2

FOTO 3

FOTO 4

FOTO 5

FOTO 6

FOTO 7

FOTO 8

139


BİLDİRİLER

FOTO 9

FOTO 10

FOTO 13

FOTO 11

FOTO 14

140

FOTO 12

FOTO 15


BİLDİRİLER

FOTO 16

Foto-18 FOTO 19

FOTO 17

Foto-19 FOTO 20

FOTO 18

Foto-20 FOTO 21

İkinci Aşama ÇalıĢmanın birinci aĢamasında gerçekleĢtirilen araĢtırma sonucunda elde edilen bilgi ve belgeler, Ahmed Yesevi minyatürünün tasarlanması bağlamında değerlendirilerek tasnif edilmiĢtir. Bu bağlamda öncelikle Hoca Ahmed Yesevi figürü olmak üzere kompozisyonun genel Ģemasının eskizi yapılmıĢtır. Eskiz aĢamasında merkeze Ahmed Yesevi portresi yerleĢtirilerek, etrafında menkıbelerin tasvir edilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Kompozisyon dikdörtgen biçiminde geometrik bir sarmal içinde tasarlanması düĢünülmüĢtür. Farklı boyama tekniklerinin bir arada verilebilmesi, konu detaylarının belirli bir süreklilik içinde aktarılabilmesi, tasavvufi düĢüncedeki sonsuzluk prensibine gönderme yapılması, vb. fikirler cetvelin Ģeklinin belirlenmesinde etkili olmuĢtur (foto 21).

141


BİLDİRİLER

Cetvelin çizimi gerçekleĢtirildikten sonra, kompozisyonun merkezinde ve hiyerarĢik açıdan ön planda olması amacıyla, Ahmed Yesevi figürü oldukça büyük tasarlanmıĢtır. Figür eskizi sırasında, mevcut belgelerde yönlendirici bir bilgi olmadığı dikkate alınarak, örneklerdeki Ahmed Yesevi figürünün anatomik özelliklerinin ıĢığında orta boy ve kiloda bir figür tasarlanmıĢtır. Yüz anatomisinin belirlenmesi hususunda belirli tereddütler yaĢanmıĢ olsa da Ahmed Yesevi konulu minyatürlerde uygulanan anatomilerden yola çıkılmıĢtır. Bu bağlamda Ömür Koç ve Cihangir Ashurov‟un Ahmed Yesevi portrelerinden edinilen izlenim doğrultusunda yeni bir portre tasarlanmıĢtır. Ahmed Yesevi figürü tasarlanırken kıyafeti biçim açısından geleneksel mutasavvıf kıyafeti olarak giydirilmiĢ, renkleri Ahmed Yesevi türbesine çağrıĢım yapacak Ģekilde düzenlenmiĢtir. Figürün etrafına, Hoca Ahmed Yesevi‟nin maneviyatını ve resim alanındaki hiyerarĢik önceliğini vurgulamak üzere, nur sembolü bağlamında altın hale yerleĢtirilmiĢtir. Figür, Hoca Ahmed Yesevi‟nin, Hz. Peygamber efendimizin 63 yaĢında vefat ettiğini düĢünerek yeraltı odası Ģeklinde oluĢturduğu çilehânesine yerleĢmesi konusu bağlamında kahverengi zeminli daire formunda bir yer altı mekanda oturtulmuĢtur. Mekanın iç görünümü, dıĢ mekan görüntüsüyle aynı düzlemde gösterilmiĢtir. Ġç ve dıĢ mekan bağlantısı, çilehanenin sağ üst köĢesinde tasvir edilen bir giriĢ ve merdiven ile kurulmuĢtur. Kompozisyonun merkezine yerleĢtirilen Yesevi figürünün üst tarafına, cetvel dıĢında diğer kenarlardaki desen ile tamamlanan, insan figürleri, doğa, mimari ve gökyüzü eklenmiĢtir. Bu alanda zemin örtücü bir Ģekilde doldurulmuĢ; transparan görünümü engellemek amacıyla boyanın kıvamı kalın tutulmuĢtur. Bu alana yerleĢtirilen figürler, Yesevi dergahına bağlı müritleri vurgulamakta olup, farklı millet, ekonomi, vb. özellikleri belirtmek amacıyla, kıyafetleri ve anatomileri çeĢitlendirilmiĢtir. Renk açısından farklılaĢan figür kıyafetlerinin bir bölümü süslemeli olarak tasarlanmıĢtır. Doğa alanının zemini krem tonda renklendirilmiĢ gökyüzü mavi renkte boyanarak bulutlu olarak tasvir edilmiĢtir. Merkeze yerleĢtirilen çilehane konusu, etrafa yerleĢtirilen diğer menkıbelerle desteklenmiĢ; böylece detayları açsından zengin bir minyatür tasarlanmaya çalıĢılmıĢtır. Hoca Ahmed Yesevi hakkında söylenegelen menkıbelerden beĢi merkez dikdörtgenin etrafına, sağ, sol ve alt kenarlar boyunca yerleĢtirilmiĢtir. Bu alanda kağıt zemin üzerine gölgelendirme tekniği uygulanmıĢtır. Bu nedenle zemin rengi merkezdeki dikdörtgene nazaran daha açık tonda sekiz santim geniĢliğinde bir bordür oluĢturularak, söz konusu beĢ konu tasvir edilmiĢtir (foto: 21). Sağ üst köĢeye yerleĢtirilen tasvirde, Ahmed Yesevi‟ye hırsız olduğu yönünde iftira atanların köpeğe dönüĢmesini konu alan menkıbe tasvir edilmiĢtir. Konu detayları oldukça sınırlandırılan tasvirde, vücudunun üst tarafı hale il gösterilmiĢ olan Ahmed Yesevi figürü ve insan baĢlı köpek gövdeli iki figür merkeze alınarak, doğa ve mimari mekan tanımları yapılmıĢtır. Ahmed Yesevi figürünün sol kol hizasında yer alan yapı

142


BİLDİRİLER

kapısız yapılarak Ahmed Yesevi‟nin evinin kapısız ve bakımsız bir yapı olduğuna gönderme yapılmıĢ (foto: 21). Bir sonraki menkıbe, sağ kenarda orta alandan baĢlayarak alta doğru geliĢen alanda tasvir edilmiĢtir. Ahmed Yesevî hazretlerinin müritlerinden Osman‟ı Çin diyarındaki ejderhayı öldürmesi için tahta kılıç kuĢandırarak görevlendirmesini konu alan tasvirde, kahramanın ejderhayı tahta kılıçla ikiye bölüp öldürdüğü ve baĢkaları tarafından bu mücadelenin izlendiği tasvir edilmiĢtir (foto: 21). Resim alanının alt tarafından orta bordürün sol alt köĢesine doğru ilerleyen alana, Yesevi hazretlerinin sohbet meclislerinde kadınların, erkeklerle birlikte bulunmalarına iliĢkin dedikodulara karĢılık, bir sandığın içine ateĢ ve bir miktar pamuk koyup, ateĢin pamuğu yakmadığını göstermek için iftiracılara göndermesi konulu menkıbe yerleĢtirilmiĢtir. Ġki farklı iç mekanda gerçekleĢen olay, Yesevi sohbet meclisi ve sandığın gönderildiği alimlerin meclisi olarak biçimlendirilmiĢtir. Coğrafi uzaklığı vurgulamak amacıyla mimari elemanlar kaya formları ile bir birinden ayrılmıĢtır (foto: 21).

Foto- 21: Ruhi Konak, Ahmed Yesevi Minyatürü, 70x90cm, 2016 Orta bordürün sol üst köĢesinde Yesevi hazretlerinin, Karaçuk Dağını ortadan kaldırması konulu menkıbe tasvir edilmiĢtir. Bazı metinlerde çocuk bazı metinlerde ise delikanlı olarak tasvir edilen Yesevi figürü, minyatürde orta yaĢlı olarak ve babasının hırkasını baĢına çekmiĢ Ģekilde tasvir edilmiĢtir. Figürün bedeninin üst tarafı hale ile çevrelenmiĢ; etrafına diğer velileri temsil eden figürler yerleĢtirilmiĢtir. Bu figür grubunun 143 yay taĢıyan hükümdar ve mahiyeti alt tarafında at üstünde kırmızı kıyafetli ve elinde tasvir edilmiĢtir. Hoca Ahmed Yesevi figürünün karĢısında yer alan dağ yerine mavi


BİLDİRİLER Foto- 21: Ruhi Konak, Ahmed Yesevi Minyatürü, 70x90cm, 2016 Orta bordürün sol üst köĢesinde Yesevi hazretlerinin, Karaçuk Dağını ortadan kaldırması konulu menkıbe tasvir edilmiĢtir. Bazı metinlerde çocuk bazı metinlerde ise delikanlı olarak tasvir edilen Yesevi figürü, minyatürde orta yaĢlı olarak ve babasının hırkasını baĢına çekmiĢ Ģekilde tasvir edilmiĢtir. Figürün bedeninin üst tarafı hale ile çevrelenmiĢ; etrafına diğer velileri temsil eden figürler yerleĢtirilmiĢtir. Bu figür grubunun alt tarafında at üstünde kırmızı kıyafetli ve elinde yay taĢıyan hükümdar ve mahiyeti tasvir edilmiĢtir. Hoca Ahmed Yesevi figürünün karĢısında yer alan dağ yerine mavi zeminli gökyüzü ve bulut motifleri yerleĢtirilmiĢ; mavi zeminli alana ceylan figürü eklenmiĢtir. Böylece Hoca Ahmed Yesevi‟nin Karaçuk dağını ortadan kaldırdığı vurgulanmıĢtır (foto: 21). Minyatürün sol üst köĢesinde, sağ ve sol bordürlerde tasvir edilen üç turna figürü ile Ahmed Yesevi ve velilerin turna gibi uçarak yolculuk yapmaları ile ilgili Menkıbeye gönderme yapılmıĢtır. Minyatürün dıĢ bordürü, Karaçuk dağına gönderme yapmak amacıyla büyük kaya, dağ ve tepeler ile biçimlendiriliĢtir (foto: 21). SONUÇ Ahmed Yesevi minyatürü tasarlamak amacıyla yapılan araĢtırma sonucunda Hoca Ahmed Yesevi‟nin hayatı, eserleri ve menkıbelerini konu alan yayınlar incelenmiĢtir. Bu bağlamda Yesevi‟nin kiĢiliği ve eserleriyle Ġslam dünyasında nasıl bir etki bıraktığı anlaĢılmıĢtır. Menkıbelerinde dillendirilen söylemlerin, öz itibariyle bir yaĢanmıĢlıktan öte Yesevi‟nin manevi Ģahsiyetinin Ġslam dünyasında nasıl anlamlandırıldığına iliĢkin ipuçları olduğu kanaatine varılmıĢtır. Minyatür tasarlanırken, öncelikle Ahmed Yesevi‟nin manevi hüviyeti dikkate alınarak bir düzen kurulmuĢtur. Kompozisyonun iç hareketliğinin ve farklı olayların süreklilik vurgusunu sağlamak üzere içten dıĢa doğru devam eden dikdörtgen Ģeklinde bir sarmal cetvel tasarlanmıĢtır. Cetvelin Ģekline göre oluĢturulan düzen doğrultusunda, merkezde yer alan Ahmed Yesevi portresinin etrafında menkıbeler tasvir edilmiĢtir. Figür, doğa, mimari ve renk düzeni doğrultusunda tasarımın bütünlüğü dengelenmeye çalıĢılmıĢtır. KAYNAKÇA Filiz ÇAĞMAN

:"Ġstanbul Sarayının Yorumu: Üstad Osman ve Dizisi", PadiĢahın Portresi, Tesavir-i AI-i Osman, Türkiye ĠĢ Bankası Yayınları, Ġstanbul 2000, 164–187 s. Gülru NECĠPOĞLU :"Osmanlı Sultanlarının Portre Dizilerine KarĢılaĢtırmalı Bir BakıĢ",

144


BİLDİRİLER PadiĢahın Portresi, Tesavir-i ÂI -i Osman, Türkiye ĠĢ Bankası Yayınları, Ġstanbul 2000, 20-61 s. ……………………….Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 14-19. s. ………………………“Ahmed Yesevi”, http://biriz.biz/evliyalar/ea0231.htm, EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 14:25 .……………………..https://okuz.wordpress.com/category/dil/menkibeler/Ahmedyesevi/, EriĢim tarihi: 15. 05. 2016, 20:43 ……………………..“Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri (K.S.)”, http://www.Ahmedyesevi.org.tr/hoca-Ahmed-yesevihazretleri-k-s/,EriĢim tarihi: 19. 05. 2016, 18:37 GÖRSELLER İÇİN KAYNAKÇA Foto-1: Ahmed Yesevi, http://ilgiliforum.com/Ahmed-yesevi-ahlak-felsefesit90212.0.html, EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 21.18 Foto-2: Ahmed Yesevi, http://ilgiliforum.com/Ahmed-yesevi-ahlak-felsefesit90212.0.html, EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 21.18 Foto-3: Ahmed Yesevi, http://hocaAhmedyesevidostlari.blogspot.com.tr/ EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 21.17 Hoca Ahmed Yesevi, Foto-4: http://orig08.deviantart.net/471e/f/2013/107/5/a/hoca_ahmed_ yesevi_by_ mahlukat-d622vtq.jpg, EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 21.28 Foto-5: Ahmed Yesevi, http://www.hermeskitap.com/catalog/popup_image.php?pID= 77169&osCsid=dgk 5bop92ecrkuof966c8j6d44, EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 21.23 Foto-6: Ahmed Yesevi, http://www.turkcuturanci.com/hoca-ahmed-yesevi.jpg, EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 21.27 Foto-7: Ahmed Yesevi, http://www.aschaffenburgabkm.com/alevilik/AhmedYesevi.html; EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 21.15 Foto-8: Ahmed Yesevi, http://hocaAhmedyesevidostlari.blogspot.com.tr/ EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 21.20 Foto-9: Hoca Ahmed Yesevî'nin AĢkabat'ta bulunan heykeli, https://tr.wikipedia.org/ wi ki /Ahmed_Yesevi#/media/File:Khoja_Akhmet_Yassawi_ Ashgabat.JPG, 20. 05. 2016, 21.29 Foto-10: Ahmed Yesevi, http://www.bing.com/images/search?q=Ahmed+yesevi+heykelleri& view= detailv2&&id=BE38F5240E15D109209B7734A648C57A689694E9&selec

145


BİLDİRİLER

tedIndex=3&ccid=Yb1%2fsaxk&simid=608050486883256107&thid=OIP.M61bd7 fb1ac64cdb0d49f2607e2a6d318o0&ajaxhist=0, EriĢim tarihi: 20. 05. 2016, 21.21 Foto-11: Cihangir ASHUROV, Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 22. s. Foto-12: Cihangir ASHUROV, Ahmed Yesevî‟nin Öğütleri, Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 22. s. Foto-13: Cihangir ASHUROV, Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 22. s. Foto-14: Cihangir ASHUROV, “Dergâha odun taĢıyan derviĢler”, Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI),Ankara 2016, 22. s.; Kemal Eraslan, Yesevî'nin Fakr-nâmesi, Ankara 2016, 35. s. Foto-15: Cihangir ASHUROV, Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 22. s. Foto-16: Cihangir ASHUROV, Unesco 2016 Hoca Ahmed Yesevi Yılı Anısına Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, (editör: Mustafa TATCI), Ankara 2016, 22. s. Foto-17: Cihangir AĢurov, Ahmed Yesevî, Zikir, Kemal Eraslan, Yesevî'nin Fakrnâmesi, Ankara 2016, 72. s. Foto-18: Ömür Koç,“Ahmed Yesevi 63 yaĢında”, Kemal Eraslan, Yesevî'nin Fakrnâmesi, Ankara 2016, 20. s. Foto-19: Ömür Koç,“Ahmed Yesevi menkıbeleri”, Kemal Eraslan, Yesevî'nin Fakrnâmesi, Ankara 2016, 47. s. Foto-20: Ömür Koç,“Ahmed Yesevi ve Türbesi”, Kemal Eraslan, Yesevî'nin Fakrnâmesi, Ankara 2016, 8. s. Foto-21: Ruhi Konak, Ahmed Yesevi Minyatürü, 2016

146


BİLDİRİLER KÜLTÜREL KÜLTÜRELBĠR BİRMĠRAS MİRASKAYNAĞI KAYNAĞIGELENEKSEL GELENEKSELTAHTA TAHTAKAġIK KAŞIK *Yrd.Doç.Dr. Harun DİLER **Öğr.Gör. Mehmet YÜKSEL

*Yrd.Doç.Dr. Harun DĠLER,**Öğr.Gör. Mehmet YÜKSEL *Akdeniz Üniversitesi Teknik Bilimler MYO,hdiler@akdeniz.edu.tr **Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Teknoloji Fak. Ağaç işleri End.Müh. Bölümü, myuksel@mu.edu.tr

ÖZET Tahta kaşık yapımı uzun yıllardır devam eden geleneksel bir imalattır. Kaşık, tamamen el işçiliği ile şimşir, gürgen ve kızılağaçtan yapılmaktadır. Şimşir genellikle Karadeniz bölgesinden, Gürgen ve kızılağaç Orta ve batı Karadeniz bölgesinden temin edilmektedir. Genellikle evin içinde ya da alt katında yer alan bir oda imalathane (atölye) olarak kullanılmakta; genellikle üretim tek kişi tarafından yapılmaktadır. Usta işgücüne bağlı ve geleneksel olarak yapılan bu sanatta; 2011 itibariyle en genci 25, en yaşlısı 80 yaşında olmak üzere yaklaşık 40 usta çalışmaktadır. Yemek, çay, şeker ve yağ kaşıkları gibi türler ve kepçe imal edilmektedir. Osmanlının son dönemlerinden beri devam eden bu ekonomik faaliyet gittikçe önem kaybetmektedir. Kültürel miras kaynağı olarak bu sanatın devam ettirilmesi; Halk Eğitim Merkezinin açacağı kurslar, kooperatifleşme, tanıtım ve pazarlama faaliyetleriyle sağlanabilir. Bu sayede; Ülkenin turizmine ve ekonomisine (istihdamına) katkı yapılabilir. Araştırmada, daha çok babadan oğula geçen bu el sanatının gelişimi, bugünkü durumu, sorunları ve çözüm önerileri üzerinde durulmuştur. Anahtar Kelimeler: kültürel miras, el sanatı, kaşık, geleneksel tahta kaşık, tahta kaşık yapımı ABSTRACT TraditionalWoodenSpoonProduction as a Source of CulturalHeritage) Making wooden spoons traditional production process that has been continuing for long years. Spoons are completely handmade, and boxwood, hornbeam and alder are used. Boxwood is obtained. A room in a house or a room downstairs is used as workshop; production is generally made by one person. This productive activity . This craft depends on the craftsman labor force; it is determined in 2011 that, approximately 40 craftsmen is working in the field; the youngest one is 25 years old while the oldest one is 80 years old. Food, tea, sugar and oil spoons and scoops are being produced. This economic activity, which has been continuing since the last periods of the Ottoman Empire, has been losing importance. Continuing this craft as a source of cultural heritage can be ensured by the courses opened by Public Education Center, by becoming cooperative, making promotion and marketing activities. Thus, it can be possible to make contributions to the region's tourism and economy (employment).Development of this handicraft, its situation

147


BİLDİRİLER today and solution suggestions are discussed in this research. Field observation, interviewing with spoon craftsmen, obtaining information from Municipality and related institutions, reviewing province yearbooks and resources are carried out and the research is formed accordingly. Key Words: cultural heritage, handicraft, spoon, 1.GĠRĠġ

Hatırlanacağı üzere kültür, bir topluma ve halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserleri ile maddi ve manevi değerler bütünüdür.¹ İnsanın doğa karşısında doğayla birlikte yaşamını sürdürmesi için ürettiği her şeydir. Kültür bir çeşit çevreye uyumdur.² Miras, bir neslin kendinden sonra gelenlere bıraktıklarıdır.¹ Bu kavram, tarihsel sanatsal, etnolojik, sosyolojik, antropolojik ve dil açısından korunması gereken mekan, varlık ve olayları kapsar. Miras kavramı koruma gereksiniminden ortaya çıkmıştır.² Kültürel miras, bir toplumun üyelerine ortak geçmişlerini anlatan, aralarında dayanışma ve birlik duygularını güçlendiren unsurlardır. Bu unsurlar insanların tarih boyunca biriktirdikleri deneyimlerin ve geleneklerin devamlılığını ve gelecek nesillere aktarılmasını sağlar.³ Başlıca kültürel miras kaynakları olarak sosyal faaliyetler, mutfak, giyim, gelenek, din, kutsal eşyalar, sanat eserleri, müzik, dans, folklor, arkeolojik ve tarihi yapı ve alanlar gösterilebilir. ² Kültürel miras kaynakları arasında geleneksel el sanatları da bulunmaktadır. Ülkemiz el sanatları açısından zengin olup, halı ve kilim dokumacılığı, bakırcılık, gümüşçülük, çinicilik, seramik ve çömlek yapıcılığı, sepetçilik, ağaç işçiliği, bıçak yapımı bunların bazılarıdır.4 Tahta kaşık yapımı da bunlardandır. Ülkemizin farklı yerlerinde bulunan bu el sanatı giderek önemini kaybetmektedir. Ancak günümüzde Trabzon Köprübaşı, Bolu Taraklı, Antalya Akseki, Kastamonu Şenpazar ilçeleri bu el sanatının hala devam ettirildiği yerlerdendir. Araştırma konusunu oluşturan tahta kaşık üretimi geçmişten getirilen bir kültürel değerdir. Ancak bu faaliyetin kaybolmaya yüz tutmuş olması çalışma konusu olarak seçilmesinde belirleyici olmuştur. Bu çalışmada, daha çok babadan oğula geçen bu el sanatının gelişimi, bugünkü durumu, sorunları ve çözüm önerileri üzerinde durulmuştur. Yerinde gözlem ve kaşık ustalarıyla mülakat yapılması, konuyla ilgili kuruluşlardan bilgi toplanması,Kültür bakanlığı ve ilgili kaynakların taranması neticesinde araştırma oluşturulmuştur. KaĢığın Tarihsel GeliĢimi Dünya uygarlık mirası içerisinde kaşığın mutfakyemek araç ve gereci olarak ilk defa nerede ve ne zaman ortaya çıktığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bazı kaynaklar kaşığın kökenini prehistorik devirlere kadar götürmekte, buna örnek olarak ta İsviçre’nin göller yöresini vermektedir. Bu zamana kadar yapılan araştırma ve kazılarda (Neolitik devir öncesinde) Anadolu prehistoryasında kaşığa rastlanmadığı anlaşılmaktadır. Çeşitli araçların yapımında taş ve kemiği ustalıkla kullanan insanların, başlangıçta ağacı seçeceği, en son fikir olarak akla gelmektedir. 5 İlk kaşık, dala sabitlenmiş deniz kabuğundan oluşan basit bir gereçten ibaretti.6 Zaman

148


BİLDİRİLER ilerledikçe kaşık, pişmiş topraktan yapılmaya başlandı. Daha sonraları ise, işlenmesi topraktan daha güç,fakatçok daha dayanıklı olan geyik ve gergedan boynuzu, yaban domuzu ve mamut dişi ile bazı sertdokulu ağaçlardan yararlanılmıştır.7 Ateşinkeşfi sofra kültürünüdegeliştirdi. Artık yemeklerde el oyması ahşap kaşıklarla karıştırılmaya başlandı. İlk kaşık yuvarlak, ağız kısmından sapa doğru incelen incir formunda idi. Ortaçağa kadar süregelen elleyeme alışkanlığı, 18.yy. da çatal– kaşık-bıçak takımı olarak masadaki yerini almıştır.6 James Mellaart, Hacılar’darastlanan, kemikten yapılan spatulaların, kaşığın ilk örnekleri olabileceğini ileri sürmektedir. Mellaart, Çatalhöyük’te kemik kaşıklar ve spatulalarınkullanıldığını belirtmekte, “… özelliklekadınlar çocuklarıyla gömüldükleri zaman yeşil taştan çapalar, halhal ve bilezikler, kolyeler, kemik spatulave kaşıklarla donatılırlardı.” demektedir. Hacılar’ da ilk kaşık örneği pişmiş topraktan yapılmış olup M.Ö.6.bine tarihlendirilmiştir. 2. bine ait kazı buluntularında ise, bugün kullandığımız kaşık örneklerinden az farklı olan kaşık örneklerine rastlanmıştır.8 Türkistan kazılarında değişik kaşık buluntularına rastlanmıştır. Uygur tıpkitaplarında “kaşık” kelimesi ilaç ölçeği olarak gösterilmektedir. Kırgız Türkleri, ağaç kaşık yapanlara “kırmacı” boyalı, sırlı tahta kaşıklara ise,”çapmakaşık” adını vermişlerdir belirttiğine “Anadolu’da ilk Türk kaşık örnekleri Selçuklularla ortaya çıkmaktadır”.5 Tahta KaĢık Üretiminin BaĢlıca Özellikleri Tahta kaşık yüzlerce yıldır geleneksel olarak üretilmekteydi ancak üretim yöntemlerinde zamanla bazı değişiklikler oldu ve teknolojik yeniliklere bağlı olarak tahta kaşık yapımında bazı değişiklikler olmasına rağmen, ülkemizin bazı yörelerinde geleneksel olarak kaşık yapımcılığı azda olsa varlığını sürdürmektedir. Ülkemizde tahta kaşık yapımı Bolu iline bağlı Mengen ilçesi halkı tarafından yapılmaktadır. Yaşlı ustalar tahta kaşık yapımını geleneksel yöntemlerle sürdürmektedirler. Mutfak kültürümüzün önemli bir parçasını oluşturan kaşıklar ağız ve sap olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır (Şekil 1).

149


BİLDİRİLER

Şekil 1. Geleneksel yöntemle yapılan tahta kaşık.9 Sakarya’nın Taraklı ilçesine bağlı Alballar köyü halkı geçimini tahta kaşık yaparak sağlamaktadır, halk bu iş ile uğraştığı için köyden şehre göç önlenmiştir. Bu köyün yaşlı halkı geleneksel yöntemlerle tahta kaşık üretmektedir.10 Kaşık yapımcılığında meşe, ardıç, gürgen, kavak, zeytin, kayın gibi çok çeşitli ağaçlar kullanılsada yapısal özelliğine bağlı olarak darbelere, suya, neme, sıcağa karşı dayanıklı, budaksız bir görünüme sahip olması ve bakteri üretmeme gibi özellikleri nedeniyle şimşir ağacı kaşık yapımında en çok tercih edilen ağaçlardan birisidir. Büyük kaşıkların yapımında şimşir ağacı kullanılırken, küçük kaşıkların yapımında kokulu ardıç ağacı kullanılmaktadır. Ağız ve sap kısımlarının aldığı şekillere ve kullanım alanlarına göre kaşıklar, kepçe, karıştırma kaşığı, yemek kaşığı, şeker kaşığı gibi isimler almaktadır. Tahta kaşık yapımı ile uğraşan kişilerin ve tahta kaşık sayısının üretimi gün geçtikçe azalmasına rağmen, zengin kültürü ve doğal yapısıyla Mengen el sanatları kapsamında tahta kaşık üretimi yapılarak ülkemizin ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla günümüzde faaliyet yapılmaktadır. Atölyesinde kaşık yapımcılığını devam ettiren Ramazan Yıldız, Çubuk köyünde bir marangoz ustası olarak çalışmaktadır. Çatı ve mobilyaların dışında tabure, piknik masası, tokmak, açılıp kapanan sandalyeler, nihale, ekmek tahtası, kağıt havluluk, bebek beşiği, pisli aç, oklava, tahta kaşık gibi ahşap eşyalar da üretmektedir. Ustanın verdiği bilgilere göre kaşık yapımışöyle açıklanabilir.

150


BİLDİRİLER ĠĢlem 1- Ağaç Dalını Hazırlamak : ĠĢlem Basamakları ; 1-

Önceden kurutulmuş şimşir ağacından alınan dalları motorlu testere ile enine, ortasından ikiye bölünüz. 2- Tekrar kaşık boyunda parçalar haline getiriniz. 3- Üzerine kaşık şeklini kalem ile çiziniz. 4- Parçaların kolay işlenebilmesi için bütün parçaları suda ıslatarak liflerin yumuşamasını sağlayınız. 5- Tek motorlu testere ile parçalar üzerine çizilen şekli etrafından kabaca keserek kaşığa şeklini veriniz. ĠĢlem 2- KaĢığın Ağız Kısmını Oymak : ĠĢlem Basamakları ; 123-

Kabaca kaşık şeklini alan parçaları işlemek için mengeneye sıkıştırınız. Oyma bıçağı ile şekil üzerinde yavaş yavaş ağız oyuntusunu yapınız. Oyma işlemi tamamlandıktan sonra kaşık ağzını zımpara ile düzeltiniz.

ĠĢlem 3- KaĢığın Arka ve Sap Kısmını Yapmak 1- Tekrar motorlu testere ile kaşığın arkasını şekillendiriniz. 2- Sap kısmını şekillendiriniz. ĠĢlem 4- KaĢığa Son ġeklini Vermek 123-

Kaşık şekli verilen parçayı tekrar mengeneye alınız. Kalın törpüyle kaşık üzerinde bulunan pürüzleri, lif artıklarını gideriniz. Oldukça zahmetli olan bu işlem sonrasında, motorlu şerit zımpara üzerinde kaşığın en son ince zımpara işlemini yaparak tamamlayınız.

Sonuç Asırlardır usta çırak işgücüne bağlı olarak devam eden tahta kaşık üretiminin en önemli özelliği teknolojik aletler kullanılmadan tamamen el işçiliğiyle yapılmasıdır. Kültürel miras kaynaklarından biri olan ve giderek kaybolan bu değerin gelecek nesillere aktarılması önem arz etmektedir. Bunun için yapılacak bazı çalışmalarla bu el sanatı korunup, gelecek nesillere aktarılabilir. Tahta kaşık üretimi yeterince bilinmemektedir. Bu faaliyetin devam edebilmesinin koşullarından biri de tanıtımdır. Tanıtımın yapılabilmesi için Kültür ve Turizm İl Müdürlüklerinin broşürlerinde ve internet sitelerinde kültür değeri olarak bu faaliyet yer alabilir. Ayrıca ülke çapında düzenlenen fuar ve etkinliklerde stant açılması yoluyla tanıtım yapılabilir. Uzun yıllardır el işçiliğiyle

151


BİLDİRİLER yapılan bu üretim faaliyetine ilgi istenilen düzeyde değildir. Kalkınma Ajanslarına verilen, Ahşap El Sanatları Alanında Tarihsel Mirasın Yenilikçi Yöntemlerle Sürdürülmesi çerçevesinde projeler hazırlanabilir. Böyle projelerle ahşap el sanatları üzerine mevcutpotansiyelin değerlendirilmesi ve gelecek nesiller aktarılması amaçlanabilir. Ayrıca geleneksel ahşap sanatlarımızdan tahta kaşık yapımının el ile yapılabilmesinin sağlanması maksadı ile yeni neslin özendirilmesi gerekmektedir. Bu maksatla Halk Eğitim Merkezleri, Çıraklıl Eğitim Merkezleri yada çeşitli şekillerde meslek edindirme kursları düzenlenerek kursiyerlere maaş verilebilir, hatta kursiyerler devlet koruması altında olabilirler. Bu sayede yeteneği ve ilgisi olan gençlerin bu mesleğe yönlendirilmesi mümkün olabilir. Böylece geleneksel yöntemlerle tahta kaşık yapımının sürekliliği bir ölçüde sağlanabilir. Kaynaklar 1. Türk Dil Kurumu, (1998). Türkçe Sözlük 2 (K-Z),Türk Tarih KurumuBasım Evi, Ankara 2. Doğaner, S., (2003). Miras Turizminin Coğrafi Kaynakları ve Korunması. Coğrafi Çevre Koruma ve Turizm Sempozyumu, İzmir. 3. Anonym1, avaliable at: (http://www.cekulvakfi.org.tr) 4. Doğanay, H. ve Çavuş A., (2013). Geleneksel El Sanatlarına Bir Örnek:SürmeneBıcağı Üretimi, 5. Yılmaz, Ş.,(2007). Anadolu Kaşıkları Üzerine Bir Araştırma, Ankara, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. 6. Barandır, S.,(2002). “Çatal-BıçakveKaşık”, ArtDecor, İstanbul,DoğanBurada RizzoliDergiYay. 7. Alkaşı,A.,(1996).KaşıklarınDili.SanatsalMozaik,İstanbul,EkoBasın 8. Eren,N.,(1984).Kaşık ve Kaşıkçılık, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yay. Etimologiçeskiyslovar’ Tyurskihyazıkov. – RossiyskayaAkademiyaNauk 9. Anonym 2, avaliable at: (http://www.bolugundem.com/mengen-el-sanatlarive-kultur-varliklari-kitaplastiriliyor-64300h.htm 10. Anonym 3 avaliable at: (https://www.youtube.com/watch?v=4dYOf0MPRjM)

152


23-25 MAYIS 2016

SERGÄ°


SERGİ KATALOĞU

KATILIMCILAR

Ahmet BARİN Ahmet ÖZER Ahsen GÜNBULUT Aydın ZOR Ayşe Betül MAVİ Ayşegül ÖZDOĞAN Ayten ŞENLİK Azime GÜVEN Beyza ÇOLAK Beyza HİSLİ Cengiz KULU Ceyhun YAPICI Çiğdem SARIHAN Deniz KATIRCIOĞLU Ece BURUCU Ecem ERKAN Elif BİLGİN Emrecan DUMAN Esengül YÜCE Esra KUMCU Esra KOLAK Faruk ÖZMEN

Ferhat DÜNDAR Fevzi Can İPEKLİ Gamze ALTUNTAŞ Harun Agah ATAY Işılay KONAK İ.M.V. Noyan GÜVEN İbrahim GÖKHAN Kerem Emre KOPUZ Menekşe Suzan TEKER Merve ÜNAL Mariyam YEZIYEVA Merve ÜZEREN Mine DAĞDEVİREN Mine DİLBER Muhammet BİLGEN Neylan YERGE Nurdan ATAY Nuriye AKSAL Oğuzcan GENÇ Ozan Mertcan İNANÇ Ömer ZAİMOĞLU Ömür KOÇ Özlem BEYAZ

Ramazan ŞAHİN Ruhi KONAK Sadettin SARI Sedat ATAMEN Sefa ESERLER Serap DUMAN Serdar YERLİ Sevim KAYNAR Şemsettin Ziya DAĞLI Şerife ERTAŞ Şeyda Pınar ÖZGEN Tahmine AKYÜZ Tarık DAYAN Tuğba NAS Tuğçe AKKAYA Yılmaz KESME Yusuf PARLAK Zeynep Sevde GÖRGÜLÜ Zuhal BAŞBUĞ Zübeyde ŞAHİN Zübeyde Sevgili POLAT Züleyha ZOR

Katılımcı listesi ve eserler kronolojik sıraya göre düzenlenmiştir.


SERGİ KATALOĞU

AHMET BARİN Dijital Baskı 50x70 cm

155


SERGİ KATALOĞU

AHMET ÖZER Karışık Teknik 50x70 cm

156


SERGİ KATALOĞU

AHSEN GÜNBULUT Parça Kumaşlar ile Kolaj 40x80 cm

157


SERGİ KATALOĞU

AYDIN ZOR Dijital Baskı 70x112 cm

158


SERGİ KATALOĞU

AYŞE BETÜL MAVİ Minyatür 40x60 cm

159


SERGİ KATALOĞU

AYŞEGÜL ÖZDOĞAN T.Ü.Y.B. 100x120 cm

160


SERGİ KATALOĞU

AYTEN ŞENLİK Çini Tabak

161


SERGİ KATALOĞU

AZİME GÜVEN Minyatür 23x36 cm

162


SERGİ KATALOĞU

BEYZA ÇOLAK Dijital Baskı 50x70 cm

163


SERGİ KATALOĞU

BEYZA HİSLİ Dijital Baskı 50x70 cm

164


SERGİ KATALOĞU

CEYHUN YAPICI Dijital Baskı 50x70 cm

165


SERGİ KATALOĞU

ÇİĞDEM SARIHAN Dijital Baskı 50x70 cm

166


SERGİ KATALOĞU

DENİZ KATIRCIOĞLU Dijital Baskı 50x70 cm

167


SERGİ KATALOĞU

ECE BURUCU Dijital Baskı 50x70 cm

168


SERGİ KATALOĞU

850

Hoca Ahmet Yesevi’nin ölümünün

2016 Yılı UNESCO tarafından Hoca Ahmet Yesevi yılı olarakilan edilmiştir.

ECEM ERKAN Dijital Baskı 50x70 cm

169

yılı


SERGİ KATALOĞU

ELİF BİLGİN T.Ü.Y.B. 80x100 cm

170


SERGİ KATALOĞU

EMRECAN DUMAN Dijital Baskı 50x70 cm

171


SERGİ KATALOĞU

ESENGÜL YÜCE MİNYATÜR 25x33 cm

172


SERGİ KATALOĞU

ESRA KUMCU T.Ü.Y.B. 50x70 cm

173


SERGİ KATALOĞU

HOCA AHMED YESEVÎ

Vuslat Yılında ESRA KOLAK Dijital Baskı 50x70 cm

174


SERGİ KATALOĞU

FARUK ÖZMEN Dijital Baskı 50x70 cm

175


SERGİ KATALOĞU

FERHAT DÜNDAR Dijital Baskı 50x70 cm

176


SERGİ KATALOĞU

FEVZİ CAN İPEKLİ Dijital Baskı 50x70 cm

177


SERGİ KATALOĞU

GAMZE ALTUNTAŞ T.Ü.Y.B. 70x100 cm

178


SERGİ KATALOĞU

HARUN AGAH ATAY Çini 30x30 cm

179


SERGİ KATALOĞU

Işılay KONAK Kâtı 50x70 cm


SERGİ KATALOĞU

Mariyam YEZIYEVA El Yapımı Yesevi Kubbesi Şeklinde Şapka - 35x20x15 cm


SERGİ KATALOĞU

İ.M.V. NOYAN GÜVEN Ebru 60x60 cm

182


SERGİ KATALOĞU

İBRAHİM GÖKHAN Dijital Baskı 50x70 cm

183


SERGİ KATALOĞU

KEREM EMRE KOPUZ Dijital Baskı 50x70 cm

184


SERGİ KATALOĞU

MENEKŞE SUZAN TEKER Batik 40x60 cm

185


SERGİ KATALOĞU

MERVE ÜNAL Minyatür 23x33 cm

186


SERGİ KATALOĞU

MERVE ÜZEREN Dijital Baskı 50x70 cm

187


SERGİ KATALOĞU

MİNE DAĞDEVİREN Minyatür 26x36 cm

188


SERGİ KATALOĞU

MİNE DİLBER Tezhip 30x40 cm

189


SERGİ KATALOĞU

MUHAMMET BİLGEN Tezhip 60x60 cm

190


SERGİ KATALOĞU

NEYLAN YERGE Dijital Baskı 50x70 cm

191


SERGİ KATALOĞU

NURDAN ATAY Dijital Baskı 50x70 cm

192


SERGİ KATALOĞU

NURİYE AKSAL Katı 35x50 cm

193


SERGİ KATALOĞU

OZAN MERTCAN İNANÇ Dijital Baskı 70x100 cm

194


SERGİ KATALOĞU

ÖMER ZAİMOĞLU Dokuma 80x100 cm

ÖMER ZAİMOĞLU Dokuma 80x100 cm

195


SERGİ KATALOĞU

ÖMER ZAİMOĞLU Dokuma 70x100 cm

196


SERGİ KATALOĞU

ÖMÜR KOÇ Minyatür 40x29 cm

197


SERGİ KATALOĞU

ÖMÜR KOÇ Minyatür 37x28 cm

198


SERGİ KATALOĞU

ÖZLEM BEYAZ Ebru 40x60 cm

199


SERGİ KATALOĞU

RAMAZAN ŞAHİN Dijital Baskı 50x70 cm

200


SERGİ KATALOĞU

RUHİ KONAK Minyatür 70x90 cm

201


SERGİ KATALOĞU

SADETTİN SARI Metal Üzerine Dijital Fotoğraf Baskı 50x70 cm

202


SERGİ KATALOĞU

SEDAT ATAMEN Dijital Baskı 50x70 cm

203


SERGİ KATALOĞU

SEFA ESERLER Dijital Baskı 50x70 cm

204


SERGİ KATALOĞU

SERAP DUMAN Metal Üzerine Dijital Fotoğraf Baskı 50x70 cm

205


SERGİ KATALOĞU

SERDAR YERLİ T.Ü.Y.B. 100x100 cm

206


SERGİ KATALOĞU

SEVİM KAYNAR T.Ü.Y.B. 80x110 cm

207


SERGİ KATALOĞU

ŞEMSETTİN ZİYA DAĞLI T.Ü.Y.B. 80x110 cm

208


SERGİ KATALOĞU

SERİFE ERTAŞ Minyatür 26x33 cm

209


SERGİ KATALOĞU

ŞEYDA PINAR ÖZGEN T.Ü.Y.B. 80x120 cm

210


SERGİ KATALOĞU

TAHMİNE AKYÜZ Minyatür 20x33 cm

211


SERGİ KATALOĞU

TARIK DAYAN / OĞUZCAN GENÇ / CENGİZ KULU Rolyef 50x70 cm

212


SERGİ KATALOĞU

TARIK DAYAN / OĞUZCAN GENÇ / CENGİZ KULU Rolyef 50x70 cm

213


SERGİ KATALOĞU

TUĞBA NAS Dijital Baskı 50x70 cm

214


SERGİ KATALOĞU

TUĞÇE AKKAYA Minyatür 20x33 cm

215


SERGİ KATALOĞU

YILMAZ KESME Dijital Baskı 50x70 cm

216


SERGİ KATALOĞU

YUSUF PARLAK Tezhip 60x70 cm

217


SERGİ KATALOĞU

ZEYNEP SEVDE GÖRGÜLÜ Minyatür 20x33 cm

218


SERGİ KATALOĞU

ZUHAL BAŞBUĞ T.Ü.Y.B 80x90 cm

219


SERGİ KATALOĞU

ZÜBEYDE ŞAHİN Minyatür 60x80 cm

220


SERGİ KATALOĞU

ZÜBEYDE SEVGİLİ POLAT Minyatür 50x70 cm

221


SERGİ KATALOĞU

ZÜLEYHA ZOR Tezhip 50x70 cm

222



224


225


226


227


228


229


230


231


232



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.