fuska Mag sayi 01 Nisan '1 4
PASKALYA CUPCAKE TARİFLERİ
ABCDEFGHIJKL YZ reklam
abcdefgh?jk z abcde fuska
LMNOPRSTUV reklam
noprstuvyz g
KAPTAN'IN SEYIR DEFTERI
m
erhaba!
Fuska Mag olarak hepinize ho?geldiniz diyoruz!
Elinizdeki bu dergi yakla?? k 2 y?ll?k bir hayalin, 3 ayda vucut bulmu? hali. Biz bir kaç ç? lg?n gazeteci, yazar, sanatç? , ?air, sanat sever bir araya gelip bir Kültür-Sana t-Ya?am dergisi ç? karsak nas?l olur dü? ü ncesiyle ba?l ad?k bu yolculu?a. Y?llar evvel hayali kurulmu? bu proje 3 ay öncesine kadar sadece bir hayal olarak sürekli bilinç altlar?m?zda ya?ad?,Geçen y?llar?n ard?ndan bu kadro ve ok de?erli pek çok yazar, sanatç? ve gazeteci arkada?? n kat?l?m?yla 3 ay önce bu projeye ba?lad?k. Ba?larken, dopdolu ve tam profesyonel bir içerik, amatör ruh ?iar?yl a hareket ettik ve elinizde bulunan bu dergiyi hayata geçi rdik. Kültüre, sanata ve ya?ama dair pek çok alanda pek ç ok ba?ar?l? ismin kat?l?m?yla, el ele, yokluk içinde ve en son ana kadar sevgiyle haz?rlad?? ? m?z bu dergiyi siz de?erli okuyucular?m?za sunmaktan büyük gurur duyuyoruz, Bu cesur projenin heyecanl? -ve acemi- editörü olarak hepinize keyifli okumalar dilerim! A. Ilker Sancak editör 01
FUSKA MAG 01
3
eç
i
ü
02
icindekiler FILM
Vizyondakiler ................................................................ 07 Heycanla Beklenenler .................................................. 13 Film Haberleri ................................................................ 14 ?nceleme Elestiri ............................................................ 21 Dosya: X-Ye?ilçam ......................................................... 29 Dosya: Distopya ............................................................. 31 Fuska-Box ....................................................................... 37 Ödüllü Yar?? ma ................................................................ 38
TIYATRO
Program ........................................................................... 43 Dosya: ?lk 5 ..................................................................... 59 Hayat Bir Kabare Dostum! .......................................... 61 Müzikli Oyun ................................................................. 62 Gölge Oyunu ................................................................... 63 Orta Oyunu ..................................................................... 65 Pandomim ...................................................................... 69 Kukla Sanati ................................................................. 70
OPERA BALE DANS PERFORMANS
Opera Program ............................................................... 73 Bale Program ................................................................. 74 Dans Program ................................................................ 75 Gösteri/Performans Program ..................................... 76 Yaz?lar? ............................................................................. 79
EDEBIYAT
.................................................................................................
REKLAM
fILM
SİNEMA FOTOĞRAF
fUSKA MAG
F?LM
vizyondakiler UYUMSUZ
Yönetmen: Neil Burger Oyuncular: Shailene Woodley, Theo James, Kate Winslet Tür: Bilimkurgu , Aksiyon , Romantik Ülke: ABD Uzak bir gelecekte geçen distopik hikayede insanlık, her biri farklı bir erdemi temsil eden beş farklı parçaya bölünmüş bir düzende yaşamaktadır. İnsanlar 16 yaşına geldiklerinde kendi insani özelliklerine göre bu beş bölümden birine dahil olup ömür boyu bu bölümde yaşamlarını sürdürmektedirler. Tris Prior için de bu kuralı uygulama zamanı geldiğinde kendiyle ilgili büyük bir sırrı keşfeder: Tris, 'uyumsuz'dur ve herhangi bir gruba ait olması mümkün değildir. Asıl sorun ise uyumsuzların bir lider tarafından yok edildiği ve bu yüzden hayatını kurtarabilmek için kaçması gerektiği gerçeğiyle yüzleştiği an ortaya çıkar. Tris bu belalı yolculukta hem hayatta kalabilmek hem de kendisi gibi uyumsuzların bu düzende neden bu denli tehlikeli bulunduklarını öğrenebilmek için Four adlı gizemli bir yabancıya güvenmek ve onunla işbirliği yapmak zorunda kalır.
İTİRAZIM VAR Yönetmen: Onur Ünlü Oyuncular: Serkan Keskin, Hazal Kaya, Büşra Pekin. Tür :Polisiye , Komedi Ülke: Türkiye Selman Bulut, bir zamanlar antropolojiyle ilgilenmiş eski bir boksör, şimdilerdeyse bir camide görev yapan sıradışı bir imamdır. Bir gün camide namaz kıldırdığı sırada caminin içi silah sesleriyle yankılanır. İçeride bulunan kişilerden biri yere yığılır ve hayatını kaybeder. Olay yerine gelen polis ilk delilleri toplar ve araştırma süreci başlar. Selman Bulut bu olay sonrasında harekete geçer ve şüphelendiği kimi kişi ve durumların üzerinden davayı çözmeye karar verir. Her ipucu işleri beklemediği bir noktaya götürür ve olaylar gittikçe daha gizemli bir hal almaya başlar... 'İtirazım Var', beyazperdede en son 'Sen Aydınlatırsın Geceyi' filmiyle kamera arkasına geçen, televizyondaysa Ben de Özledim dizisiyle izleyiciyle buluşan Onur Ünlü'nün son sinema filmi. Başrolünde Serkan Keskin'in yer aldığı polisiye türündeki filmin senaryosu ve yönetmenliği Onur Ünlü'ye ait. Diğer rollerde ise Hazal Kaya, Büşra Pekin, Öner Erkan ve Osman Sonant gibi isimler bulunuyor.
07
fUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
M fUSKA MAG
F?LM
BÜYÜK BUDAPEŞTE OTELİ Yönetmen: Wes Anderson Oyuncular: Ralph Fiennes, Tony Revolori, F. Murray Abraham. Tür: Komedi , Dram Ülke: ABD , Almanya
20. yüzyılın başlarında iki savaş arasındaki dönemde geçen hikayede, Avrupa'nın hayali Zubrowka şehrinde bulunan Büyük Budapeşte Oteli'nin ihtişamlı dönemine tanık oluyoruz. Gustave H, otelin işleyişini büyük bir profesyonellikle idare eden, müşterilerini dahi en ince ayrıntılarına kadar tanıyan bir konsiyerj görevlisidir. Bir gün otele bellboy ve komi görevlisi olarak Zero Mustafa adında genç bir adam gelir ve kısa zamanda aralarında yakın bir arkadaşlık başlar. İkili birbirlerinin sırdaşı olurken yaşadıkları şehir de büyük bir savaşa doğru sürüklenmektedir. Bu esnada Gustave'ın yaşlı sevgilisi Madame D. esrarengiz bir şekilde hayata veda eder, ikili Madame D.'ye veda etmek için yola çıkar. Bir asilzade olan Madame D.'nin şatosuna vardıklarında miras bölüşümünün yapıldığı toplantıya denk gelirler. Madame D., Gustave'a miras olarak paha biçilmez bir Rönesans tablosu bırakmıştır ve bunun açıklanmasıyla aile içerisinde büyük bir karmaşa çıkar. Bu andan itibaren belalarla dolu bir maceraya atılan Gustave ve Zero, gerçeklerin peşinde koşarken dışarıda da bir çağ değişmektedir…
ZOR BİRADERLER
Yönetmen: Tim Story Oyuncular: Ice Cube, Kevin Hart, John Leguizamo Tür: Aksiyon , Komedi Ülke: ABD
Bir okulda güvenlik görevlisi olarak çalışan Ben Barber'ın tek amacı hayatının kadını Angela ile evlenebilmektir. Önlerindeki en büyük engel ise Angela'nın aşırı korumacı erkek kardeşi James'in onayıdır. Ben, Atlanta Polis Departmanı'nda çalışan James'in gözüne girebilmek için polis olup onun çalıştığı departmana girerek kendini ispatlamaya karar verir; böylece cesaretini kanıtlayacağını düşünür. Burada görev alabilmek için uygulanan tüm testleri başarıyla geçer ve şimdi geriye son bir zorlu sınav kalır: James'in şehrin arka sokaklarında çıkacağı 24 saatlik operasyon devriyesinde ona eşlik etmek... Tehlikelerle dolu bu görevde James'in güvenini kazanıp Angela'nın da kalbini kazanmak anlamına gelecektir.
KİRALIK AŞIK Yönetmen: John Turturro Oyuncular: John Turturro, Woody Allen, Sofia Vergara Tür: Komedi Ülke: ABD Fioravante ve Murray dostlukları geçmişe dayanan iki eski arkadaştır. Babasından kalan sahaf dükkanını kapatan Murray, ikisi de paraya sıkışık olduğu için dostu Fioravante'ye ilginç bir teklifte bulunur. İyi para karşılığında üst sınıf kadınları cinsel açıdan memnun etme, yani jigololuk! Kadınlarla arası hep iyi olan Fioravante başta ahlaki ikilemler yaşasa da, zamanla duruma alışır. Kurnaz Murray ise arkadaşının menajeri olur, ikili kimliklerini gizleyip Virgil ve Dan takma adları kullanmaya başlarlar. Fakat Murray, müşteri skalasını Yahudi mahallesine doğru kaydırınca, işin rengi herkes açısından değişecektir...
USKA MAG FUSKA MAG
FUSKA MAG
08
fUSKA MAG M
F?LM
GÜLCEMAL
SEVİMLİ HAYALETKAPTAN AMERİKA KIŞ ASKERİ
vizyondakiler HIZLI VE KORKUSUZ
09
RİO 2
HAYALETLİ EV
FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MA
fUSKA MAG
JOE
F?LM
HAYAT SANA GÜZEL
V NUH BÜYÜK TUFANMANDIRA FİLOZOFU MANDELA
AG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
10
fUSKA MAG M
F?LM
AMMAR
SADECE SEN
BIRAKMAK İSTİYORUM
vizyondakiler BASKIN 2
11 FUSKA
BÜYÜLER EVİ
KAN KOKUSU
MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
FİL
VAKKO İlkbahar - Yaz 2014 www.vakko.com
MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
FUSKA MAG
12
fUSKA MAG
İNANILMAZ ÖRÜMCEK ADAM 2
F?LM
X-Men: Geçmiş Cehennem Günler Gelecek Melekleri 3
vizyona girecekler Ejderhan? Nas?l Transformers : KARINCA Kay?p Çağ KAPANI Eğitirsin 2
13
FUSKA MAG FUSKA MAG
FUSKA MAG
t ö
y f
F f i
fUSKA MAG
İstanbul Film Festivali'nde Ödüller Sahiplerini Buldu!
F?LM
Bu yıl 33. defa izleyiciyle buluşan İstanbul Film Festivali'nde kazananlar belli oldu! Bu yıl İKSV tarafından onuncu kez Akbank'ın sponsorluğunda hayat bulan 33. İstanbul Film Festivali'nin ödülleri, 19 Nisan Cumartesi gecesi, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde sahiplerini buldu!
Başkanlığını usta yönetmen Asghar Farhadi'nin yaptığı Altın Lale Uluslararası Yarışma bölümündeyse toplam 12 film arasından Eskil Voght'un yönettiği Blind filmi ödüle layık görüldü. Bu bölümde jüri özel ödülünün sahibiyse Krzysztof Krauze'un yönettiği Taş Bebek (Papusza) oldu! Jüri başkanlığını Derviş Zaim'in üstlendiği ulusal yarışma bölümünün kazananıysa Tayfun Pirselimoğlu'nun yönetmenliğini üstlendiği Ben O Değilim filmi oldu. Bu bölümde en iyi yönetmen ödülünüyse; İtirazım Var filmiyle Onur Ünlü kucakladı! Festivalin diğer kazananları ise şöyle; Ulusal Yarışma Jüri Özel Ödülü: Kazım Öz (Bir Varmış Bir Yokmuş) Ulusal Yarışma En İyi Kadın Oyuncu Ödülü: Vahide Perçin (Ayhan Hanım) Ulusal Yarışma En İyi Erkek Oyuncu Ödülü: Serkan Keskin (İtirazım Var) Ulusal Yarışma En İyi Senaryo Ödülü: Tayfun Pirselimoğlu (Ben O Değilim) Ulusal Yarışma En İyi Görüntü Yönetmeni: Ahmet Sesigürgil (Silsile) Ulusal Yarışma En İyi Müzik: Sesime Gel - Ben O Değilim Ulusal Yarışma En İyi Kurgu Ödülü: Reha Erdem (Şarkı Söyleyen Kadınlar) Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü: Nergis Hanım (Görkem Şarkan) Avrupa Konseyi FACE Ödülü: Eksik Resim (Rithy Panh) Fipresci Ulusal Yarışma: Bir Varmış Bir Yokmuş (Kazım Öz) Fipresci Uluslararası Yarışma: Dünyada 20000 Gün (Iain Forsyth, Jane Pollard) Radikal Gazetesi Halk Ödülü Ulusal Yarışma: Sesime Gel (YHüseyin Karabey) Radikal Gazetesi Halk Ödülü Uluslararası Yarışma: Tom Çiftlikte (Xavier Dolan) Festival ve ödüller hakkında daha detaylı bilgi için; film.iksv.org istfilmfest.tumblr.com
14
FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG
FİLM
67. Cannes Film Festivali Yarışma Filmleri Belli Oldu! Cannes Uluslararası Film Festivali'nin yarışma bölümünde yer alacak filmler açıklandı.
Bu sene 14-25 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek olan 67. Cannes Uluslararası Film Festivali'nde yarışacak filmler resmi olarak açıklandı.
Nuri Bilge Ceylan'ın Kış Uykusu filminin de yarışacağı 67. Cannes Uluslararası Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışacak olan filmler şu şekilde;
Sils Maria – Olivier Assayas
Saint Laurent – Bertrand Bonello
Kış Uykusu – Nuri Bilge Ceylan
Maps To The Stars – David Cronenberg
Deux jours, une nuit – Jean-Pierre Dardenne & Luc Dardenne
Mommy – Xavier Dolan
Captives – Atom Egoyan
Adieu Au Langage – Jean-Luc Godard
The Search – Michel Hazanavicius
The Homesman - Tommy Lee Jones
2
E E E E F E E E E E E E # E E E E
M
M
15 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG F
Futatsume No Mado (DEUX FENÊTRES) – Naomi Kawase
M
fUSKA MAG
2014 MTV MOVIE AWARD SONUÇLARI BELLİ OLDU MTV'nin y?l?n en iyilerini seçtiği MTV Movie Awards'?n kazananlarI belli oldu. MTV tarafından her yıl düzenli olarak gerçekleştirilen MTV Movie Awards 13 Nisanda 2014 yılı ödüllerini sahipleri ile buluşturdu. Ödüllerin gittiği isimler pek şaşırtmazken, arada sürpriz kazananlar da yer aldı. En iyi filmi Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak (The Hunger Games - Catching Fire) alırken, en iyi kadın ve en iyi erkek oyuncu ödülleri, bir kez daha Ateşi Yakalamak filmine gitti.
2014 MTV Movie Awars kazananları işte burada: En iyi film: Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak En iyi kadın oyuncu: Jennifer Lawrence – Açık Oyunları: Ateşi Yakalamak En iyi erkek oyuncu: Josh Hutcherson - Açık Oyunları: Ateşi Yakalamak En iyi dövüş sahnesi: Orlando Bloom ve Evangeline Lilly –Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları Favori karakter: Tris – Uyumsuz (Divergent) En iyi öpüşme: Emma Roberts, Jennifer Aniston ve Will Poulter: Bu Nasıl Aile? (We're the Millers) En iyi üstsüz performans: Zac Efron – That Awkward Moment En iyi kötü karakter: Mila Kunis – Theodora rolünde: Muhteşem ve Kudretli Oz (Oz: The Great and Powerful) En iyi komedi performası: Jonah Hill: Para Avcısı (The Wolf of Wall Street) En iyi değişim: Jared Leto: Sınırsızlar Kulübü (Dallas Buyers Club) En iyi çıkış: Will Poulter: We're the Millers En iyi ikili: Vin Diesel ve Paul Walker: Hızlı ve Öfkeli 6 (Fast & Furious 6) #wtf moment: Leonardo DiCaprio - Para Avcısı En iyi müzikal sahne: Backstreet Boys, Jay Baruchel, Seth Rogen ve Craig Robinson: Buraya Kadar En iyi kahraman: Henry Cavill – Man of Steel En şaşırtıcı performans: Brad Pitt – Dünya Savaşı Z (World War Z) En iyi cameo: Rihanna – This Is the End MTV Generation ödülü: Mark Wahlberg MTV trailblazer ödülü: Channing Tatum
FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 16
fUSKA MAG
F?LM
Brad Pitt İle Tan?şma F?rsat? Groupon'da !
Hollywood'un en ünlü yıldızlarından Brad Pitt ile tanışmak için özel bir kampanya başlatıldı.
Amerika'nın önde gelen şirketlerinden Groupon,17 Nisan sabahı itibariyle başlattığı kampanyada, kullanıcılarına Brad Pitt ile tanışma fırsatı sunuyor. Brad Pitt'in Make It Right adlı doğa dostu evlerle ilgilenen kuruluşu için bağış toplanıyor, verilen her bir 10 dolar için ayrı bir kazanma şansı yakalanıyor. İki hafta boyunca sürecek olan kampanyanın sonunda New Orleans kentinde gerçekleşecek olan Make It Right Gala etkinliğinde iki kişi ünlü aktör ile tanışacak. İki gecelik özel konaklama, kuruluşun sitelerinden birinde özel bir gezi gibi yan hediyeler de cabası. Bu özel fırsatların yanında bir de karşılaması zor bir seçenek duruyor. Bahsettiğimiz buluşma, konaklama ve gezinin yanı sıra birinci sınıf uçuş ve otel eklerini de elde etmek isteyenler direkt olarak 25 bin dolar ödeyerek işi garantiya alabilirler.
Fatih Ak?n'?n Filmi Cannes Film Festivali'nden Çekildi! Duvara Karşı filmi ile çok ses getiren Fatih Akın, gerekçe göstermeden yeni filmini Cannes'tan geri çekti. Türk asıllı Alman yönetmen Fatih Akin'ın yeni filmi "The Cut" için beklenmedik bir haber var. Hollywood Reporter'ın paylaştığı detaylara göre Fatih Akın, Ermeni soykırımı ile alakalı olduğu söylenen filmi The Cut'ı, Cannes Film Festivali'nde yarışmaya sokmayacak. Son anda alınan bir karar olduğu belirtilirken, Fatih Akın konu ile ilgili açıklama yapmayarak sadece "kişisel sebeplerden ötürü" demekle yetinmiş. Fatih Akın son olarak Yaşamın Kıyısında (Auf der anderen Seite) adlı filmi ile Cannes Film Festivali'nde "En İyi Senaryo" ödülünü almıştı. Yönetmenin yeni filmi The Cut ise Altın Palmiye'nin en güçlü adaylarından olarak görülüyordu. Duvara Karşı (Gegen die Wand) filminden sonra bir kez daha Sibel Kekilli'yle beraber çalışan yönetmenin yeni filmi Almanya'da 16 Ekim tarihinde vizyona girecek.
17 FUSKA MAG
FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
FİLM
3. Atıf Yılmaz Kısa Film Yarışmasında filmler teslim edildi. Facebook oylaması 21 Nisan – 3 Mayıs arası. Sende filmleri izle ve hemen oyla!
MAG FUSKA MAG
FUSKA MAG 18
fUSKA MAG
19 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
A MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG Başka Sinema’nın Mayıs Filmleri Belli Oldu
F?LM
B İ b
Bağımsız filmlerin dağıtıcısı M3 Film ve Kariyo & Ababay Vakfı işbirliğiyle hayata geçirilen Başka Sinema’nın Mayıs ayı filmleri belli oldu. Başka Sinema yine dopdolu bir programla sinemaseverleri selamlıyor. 2 Mayıs – Düş ve Gerçek Benecio Del Toro ve Mathieu Amalric’in başrollerini paylaştığı ve 66. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan “Düş ve Gerçek / Jimmy P.” gerçek bir hikayeden uyarlandı. II. Dünya Savaşı’nda Fransa’da savaşmış olan Jimmy Picard, savaş sonrasında çektiği şiddetli baş ağrıları, ani görme ve işitme kayıpları üzerine hastaneye yatar. Doktorlar Jimmy üzerinde çeşitli testler uygulamalarına rağmen rahatsızlığının nedenini bir türlü bulamazlar. Bunun üzerine Jimmy, Fransız bir antropolog, psikolog ve Yerli Amerikan Kültürü Uzmanı George Devereux’a yönlendirilir. Normal şartlar altında asla tanışmayacak, hiçbir ortak noktaları olmayan bu ikilinin arasında ilk seanslarından itibaren karşılıklı güven ve saygıya dayalı samimi bir ilişki kurulur. İkisi birlikte Jimmy’nin anılarını ve düşlerini keşfetmeye başlarlar. Arnaud Desplechin’in yönettiği film, Georges Devereux’un alanında çığır açan etnografik psikanaliz çalışması “Reality and Dream: Psychotherapy Of A Plains Indian”dan uyarlandı. 9 Mayıs – Umudun Peşinde 86. Akademi Ödülleri’nde En İyi Film, En İyi Kadın
P A Oyuncu, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Müzik d olmak üzere 4 dalda Oscar’a aday gösterilen, 3 dalda d Altın Küre adayı olan, BAFTA ve Venedik Film f Festivali’nde En iyi Senaryo ödülü kazanan Philomena y / Umudun Peşinde, kayıp oğlunu arayan bir annenin f gerçek öyküsünü anlatıyor. Gazeteci Martin b Sixsmith’in yaşadığı gerçek hikayeden kitaplaştırdığı o “The Lost Child of Philomena Lee”den uyarlanan a filmde Oscar ödüllü Judi Dench, 50 yıl önce henüz p bebekken elinden alınarak evlatlık verilen oğlunun h izini bulmaya çalışan Philomena’yı canlandırıyor. Jeff O Pope ile birlikte filmin senaryosuna da imzasını atan y Steve Coogan ise Philomena’ya bu dramatik, hüzünlü i ve aynı zamanda eğlenceli yolculukta yardımcı olan k gazeteci Martin Sixsmith rolünde. Filmin yönetmen koltuğunda ise The Queen, High Fidelity, Dangerous K Liaisons filmlerinin Oscar adayı usta yönetmeni s Stephen Frears oturuyor. i i 16 Mayıs – Frank g Müzik dünyasına adımını atmanın yollarını arayan a Jon’un ayağına reddemeyeceği bir fırsat gelir. Sıradışı u bir müzik grubunun klavyecisi ekipten ayrılınca Jon i onun yerini alır. Grubun solisti Frank’e duyduğu hayranlık ve yaptıkları müziği dünyaya duyurma O hevesiyle Youtube kanalından her gün bir video ç paylaşmaya başlar. Ancak grup üyelerinin bu olaydan ı haberdar olmasıyla güzel günler geride kalır ve g maskelerin ardına gizlenen yaşamlar bir bir su yüzüne t çıkmaya başlar. y
21 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSK
fUSKA MAG
F?L
İtiraz?m Var
filmin içine yerleştirilmiş birkaç politik gönderme mi sorusu zihin kurcalıyor. Lakin, filmin belirli bir kesimden alacağı tepki yukarıda bahsettiklerimden ziyade dine bakış açısı olacaktır. Asla sorgulanmaması gerektiği varsayılan birçok dini varsayımı bir din adamının ağzından irdeleyen filmle ilgili yazıya başladığım sırada gelecek herhangi bir sansürün çok da enteresan olmayacağından bahsetmeye karar vermiştim ki yazıyı bitirmeme imkan bulamadan filme +18 yasağı geldi. Peki, film bu yasağı hak edecek ne yapıyor? Gerçekten yukarıda bahsettiğim sebeplerden ötürü çok mu ileri gidiyor? Cevabım kesinlikle hayır. Öncelikle şapkamızı önümüze koyup, objektif bir şekilde düşündüğümüz zaman Recep İvedik ile birlikte popüler hale gelen tek kişilik filmlerden bir tanesi İtirazım Var. Kısacası bu bir Selman Bulut filmi. Lakin, Recep İvedik ve/veya Sabit Kanca gibi filmlerin aksine Bir imam ve namaza duran bir cemaat ile açılıyor İtirazım Var’da yer alan argo söylemler yalnızca İtirazım Var. Arkada çalan bangır bangır müzikle seyirciyi öylesine güldürmek için yazılmış değil, birlikte… Evet, bu bir Onur Ünlü filmi! diyaloglara anlam katan söylemler. Bu sebeple filmde yer alan argo kelimelerin veya birçok kesimden Polis, Güneşin Oğlu ve Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi’nin ardından Leyla ile Mecnun rüzgarını gelecek dinle ilgili muhtemel eleştirilerin bu yasakla uzaktan yakından alakası yok. Bu yasağın tek sebebi da ardına alarak Sen Aydınlatırsın Geceyi ile son hükumet karşıtı bir film yapılmış olması. Kısacası bu dönem Türk sinemasının en absürd lakin en samimi filmine imza attı Onur Ünlü. Filmografisinin zirvesinde yasak kanımca, hırsıza hırsız demenin yasağı. Sonuçta a yer almasının yanı sıra, Sen Aydınlatırsın Geceyi filmini bu ülkede hırsızlık değil, hırsızlık yapana hırsız demek suç unsuru taşıyor farklı bir noktaya koymak gerekiyor. Yönetmenin bugüne kadar imza attığı işlerin kusursuz bir kolajı Onur Ünlü filmin senaryosunu Sırrı Süreyya Önder ile olarak gördüğüm Sen Aydınlatırsın Geceyi’nin birlikte oluşturmuş. En azından bildiğimiz kadarıyla ardından çektiği ilk film olan İtirazım Var, Türkiye hikaye ikilinin zihninden çıkmış. Türkiye’nin en iyi prömiyerini yaptığı 33. İstanbul Film Festivali’nin hemen ardından bu hafta vizyona girdi. Polis, Güneşin diyalog yazan yönetmenlerinden biri olduğuna Oğlu ve Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi’nde inandığım Ünlü yine bu alanda döktürüyor. Ancak, yarattığı polisiye atmosferi koruyan Ünlü, İtirazım Var filmin kurgusunda ne yazık ki büyük boşluklar mevcut. İlk filmini çeken üniversite öğrencilerinin konuyu ile kariyerinin zirvesinde olduğunu bir kez daha bağlayabilmek adına eklediği gereksiz sahnelerden kanıtlıyor. bolca İtirazım Var’da mevcut. Yine sonuna kadar Klasik polisiye türünün kurallarına mümkün olduğunca gizemini korumak isteyen filmin son sahnesi ne yazık ki ufak da olsa hayal kırıklığı yaratıyor. sadık kalan İtirazım Var, camisinde işlenen cinayetin Leyla ile Mecnun gibi fenomen bir dizinin ardından izini süren bir imamın hikayesi. Ama pek bildiğimiz imamlardan değil. Selman Bulut (imam) bağlama çalan, oluşan beklentiyi karşılamak kolay değil. Zira; kendine gençliğinde boksör olan, İncirlik üssünde görev almış, özgü olarak adlandırabileceğimiz Onur Ünlü sinemasının diziyi seven kitle için beyazperdede hayal antropoloji okumuş ve yeri geldiğinde gerçeğe ulaşmak için rakı içebilecek kadar ileri gidebilecek bir kırıklığı yaratabileceği gerçeğini de atlamamak gerekiyor. Tüm bunlara karşı Onur Ünlü her geçen gün imam. kendisini geliştirerek, muazzam işler başarmaya Oldukça fazla politik gönderme barındıran film, bakan devam ediyor. Oldukça güldüren, son ana kadar çocuklarından, banka müdürlerine kadar birçok kesimi gizemini koruyan, yaşadığı toprakların sorunlarını ihmal etmeyen ve en önemlisi Serkan Keskin’in ıskalamadan sert bir dille eleştiriyor. Bir yandan performansıyla büyülediği İtirazım Var, saygıyı sonuna güldüren sahneler, unutkanlığıyla öne çıkan bir e kadar hak ediyor. Vizyonda kaliteli yerli film topluma yaşananları unutturmamak gibi bir misyon yüklenmiş izlenimi veriyor. Öyle ki filmi seyrederken seyretmek isteyenler için birebir.
Utku Ögetürk
FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 2
fUSKA MAG
F?LM
UYUMSUZ Kerem Duymuş Veronica Roth’un aynı adlı kitabından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda Limit Yok ve Sihirbaz filmlerinden tanıdığımız Neil Burger bulunuyor. Uyumsuz’un ( Divergent ) bel kemiği olan başrolü ise genç oyuncu Shailene Woodley üstlenmiş. Savaş sonrası çitle çevrelenmiş bir şehirde geçiyor hikaye. Halkın barış ve huzur içinde yaşayabilmesinin şartı olarak toplumun beş farklı kesime bölünmesi geleneğinden başlayarak bir tür distopya portresi çiziliyor. Fedakarlar grubundan bir ailenin kızı olan Tris’in grubunu seçmeden önce rutin olarak yapılan bir tür testte beklenmedik bir sonuç çıkmasıyla filmin tüm gidişatı değişiyor ve aslında hikayemiz tamda burada başlıyor. Tris’in içinde bulunduğu dünyada yeni bir hayata başlaması ve yaşadığı zorlukların ardından gelişen olaylar Tris’i beklediğinden çok daha büyük bir maceranın içine sokuyor. Filmin ilk yarım saati mevcut distopik atmosferi oluşturmakla geçiyor ardındansa gelişen olaylarda hikayenin temeli olan bilim kurgu unsurları bir tür kurgusal zorunluluklara dönüşüyor. Zaten hikayenin şehrin devasa görsellerine rağmen sürekli olarak aynı, çok ufak bir kısmında geçiyor olması da filmin genelinde bilimkurgunun göz ardı edildiğinin kanıtı. Elbette filmin son dönemde popüler olan young adult türünden bir kitaptan uyarlanıyor olması da bu konuda bize bir ipucu veriyor gibi. Fakat özellikle filmin sonlarına doğru Tris’in hikayesiyle distopyanın kesiştiği bölümlerde ister istemez büyük mantık hataları ortaya çıkmaya başlıyor. Özelliklede bazı bölümlerdeki kesişmelerin bizzat ağlatmaya yönelik duygu patlaması sahneleri için yapılıyor olması haliyle bir süre sonra bu hataları çokta umursamamanıza yol açıyor. Kaldı ki yönetmen de umursamıyor. Bu açıdan film sırtını dayadığı hikayenin oldukça etkili bir şekilde işlenebilecek tutarlı distopik metnini tümden görmezden gelerek bir genç kızın maceralarına dönüşüyor. Her kitap uyarlamasında olduğu gibi bu filmde de yine kitapla olan ilişkisi irdelenecektir kuşkusuz. Özellikle 140 dakikalık süresi göz önüne alındığında kitaptaki birçok ayrıntının filme yansıtıldığını düşünebilirsiniz fakat maalesef ki bu gerçekleşmiyor. Hikayeye ek olarak konan onlarca, tabiri caizse kliple birlikte film bu süreye ulaşıyor. O yüzden filmdeki esas can alıcı bazı hikayeler tamamen geri planda kalıyor hatta bazıları kendine doğru dürüst yer dahi bulamıyor. Özellikle bazı yan karakterlerin filmdeki ağırlığında ortaya çıkan sorunlar filmin süresiyle oldukça ilintili kuşkusuz. Çünkü birkaç yan karakter dışındaki hiçbir karakterin tam olarak içi doldurulamıyor bu da bu karakterler üzerinden yapılmaya çalışılan bazı duygu yoğunluklu sahnelerin fazlasıyla sönük kalmasına sebep oluyor. Kitabın yazarının aynı seriye devam ettiği kitaplarının olduğu da düşünülürse hiç kuşkusuz yapımcılar bir tür seri yapmanın peşindeler fakat yönetmenin elindeki tüm malzemeyi son damlasına kadar kullanıyor olması açıkçası filmin devamı için en ufak bir merak dahi bırakmıyor. Bu açıdan bu filmde yüksek izlenme rakamları yaratarak devam filmi için zemin hazırlama çabası bir yerden sonra devam filmi düşüncesine zarar vermeye başlıyor.
Kendi içinde mantıksal tutarsızlıklarına rağmen elindeki görsel ve işitsel teknik altyapıyı kullanarak hikayeyi akıcı bir şekilde anlatan film maalesef zaten sektörde çıtayı yükselten benzerlerinin yanında fazlasıyla sönük kalıyor. Fakat devam filmi düşüncesi için hikayenin hala işlenebilir distopik metninin duruyor olması az da olsa bir umudun yeşermesini sağlıyor.
23 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSK
k
F?LM
fUSKA MAG
A Quoi Ça Sert L’amour / Aşk Ne İşe Yarar? K? sa Animasyon Zeliha Baran
Théo Sarapo şarkıda Edith Piaf ‘ a sorar: –A quoi ça sert l’amour? (Aşk ne işe yarar?) ve Edith Piaf yanıtlar: –L’amour ne s’explique pas…(Aşk açıklanamaz…) Cevabı her kalbe göre değişkenlik gösteren bu sorunun bir şarkısı varmış, bir de nefis bir çizgi filmi. İşte sorular ve cevaplar: Aşk ne işe yarar? Yönetmen – Yaratıcı: Louis Clichy Théo Sarapo: Aşk ne işe yarar? Herzaman saçma hikayeler anlatılır Sevmek ne işe yarar?
Théo Sarapo: Bütün bunlar çok güzel Ama herşey bittiği zaman Size sonsuz bir acıdan başka hiç birşey kalmaz
Edith Piaf: Aşk açıklanamaz Bu öyle bir şeydir ki Nerden geldiği bilinmez Ve sizi birdenbire yakalar
Edith Piaf: Şimdi sana yürek parçalayıcı gibi gelen her şey Yarın senin için bir mutluluk hatırası olacak
Théo Sarapo: Ben, aşk acı çektirir ve ağlatır diye söylendiğini duydum Sevmek ne işe yarar? Edith Piaf: Aşk ne işe mi yarar? Bize gözyaşları ile birlikte mutluluk vermeye yarar Aşk hüzünlü ve harikadır Théo Sarapo: Ama genellikle aşkın hayal kırıcı olduğu söylenir İki kişiden birinin asla mutlu olmadığı söylenir
Théo Sarapo: Sonuç olarak,eğer anladıysam Hayatta aşk olmadan,aşkın sevinçleri,kederleri olmadan Boşuna yaşadık biz Edith Piaf: Evet, bana bak Her defasında bu söylediğine inanıyorum Ve her zaman inanacağım
Edith Piaf: Tattığımız aşkı kaybettiğimiz zaman bile Size bir bal tadı bırakır
Aşk buna yarar Ama sen ilksin ve sonsun Senden önce hiçbir şey yoktu Ben seninle iyiyim İstediğim sensin Bana gereken sensin Herzaman sevecek olduğum sensin
Aşk sonsuzdur
Aşk buna yarar…
FUSKA MAG
FUSKA MAG
24
fUSKA MAG
F?LM
Nebreska: Bir Umuttur Yaşatan İnsan?
Esra Sezer
Siyah-beyaz film renkli filmden önemli ölçüde az enformasyon iletir ve bu sınırlamanın bizi bir seyirlik izlemek yerine filmin öyküsüne, diyaloglarına ve psikolojisine daha derinden sokma etkisi vardır. (1) Tıpkı ABD’nin Montana kentinde yaşayan yaşlı ve alkolik Woody Grant’in piyangodan para kazandığını zannedip, kazandığı parayı almak üzere kendini Nebreska’ya doğru yollara vurduğu öyküsüyle karşımıza çıkan Nebreska filminde olduğu gibi.NEBRASKA-MOVIE-2013 Sideways, The Descandanst gibi filmlerinde de yolları işin içine katan, Aleksander Payne, uzak ve genel çekimlere sıkça yer verdiği kırsalı ve uzağı ön plana çıkardığı bu filmde de, diğer filmlerinde olduğu gibi yolculuğu, karakterlerinin psikolojisini yoğurmak için bir araç olarak kullanıyor. Yollar ve yolculuklar, Woody’nin bir yandan umudu olurken bir yandan da geçmişine uzanıyor. Yıllar önce yaşadığı kasabaya uğrayan Woody’nin kasabadakilere, piyangodan kazandığı parayı almak üzere yola çıktığını ve geçerken uğradığını söylediği anda, tüm işler değişiyor ve Woody, birden herkesin en yakınına dönüşüyor. Eski sevgili, dostlar, iş ortakları, geçmişten kalan borçlar, kapanmamış hesaplar, gizli kalmış konuşmalar. Hepsi kasabanın durağanlığında kaybolmuş vaziyette iken, paranın kokusuyla saklandığı yerden çıkıyor. Yıllar önce Kore Savaşı’na katılmış olan Woody, savaştan sonra kasabasına dönünce, savaşın psikolojisini yaşamış biri olarak artık eski gibi olamamıştır. Ondandır ki kendisine bana para ver, diyen eski iş ortağına on dolarım var, vereyim diyen adamdır Woody. Etrafında bir milyon doları olduğunu zanneden tanıdıklarının bir milyon doları ile Woody’nin bir milyon doları aynı değildir, zira onun ki sadece bir umuttur, kendisine bir kamyon alacağı ve çocuklarına bir şeyler bırakabileceği bir umut .Nebraska Kapitalist dünyanın insanı şizofrenik algılara sürükleyen aldatmacalarının farkına varamamış Woody, piyango biletiyle Montana’dan Nebreska’ya km’lerce uzağa umudunun peşine düştüğü için Alzeiher mı? sorusuna maruz kalmış ve oğlu David’in söylediği gibi: ”O, halbuki sadece insanların söylediklerine inanıyor.” Bahanesi bir piyango bileti olan bu yolculuk, Woody’nin yarım kalmışlıkları, hayatından gelip geçenler ile oğlu arasında uzanan sağlam bir köprünün temellerinin atılmasına neden oluyor. Yollar, yolculuklar, araya giren insanlar, paylaşımlar (diş arama- bilet arama) baba ile oğulu hiç bir zaman olmadıkları kadar birbirine yaklaştırıyor. David’in babasına, ömrü boyunca hep almayı istediği kamyoneti alması ve Woody’nin onunla, parası olmadığını öğrenince ona sırt çeviren kasabalılara selam çakması, yarım kalmışlıklarıyla ömrünün sonlarına yaklaşan Woody’e oğlundan gelen iç okşayıcı bir gurur iadesi. Aleksander Payne, Oscar yarışında yer alan bu şiirsel, duygu yüklü ve bir yandan da mizahi diyaloglarla bezeli, müziğiyle de bütünleşmiş samimi filmiyle, ödülü hak eder mi bilemem ama, en içten bir alkışı sonuna kadar hak ettiği kesin.
25 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
FİLM
Miyazaki’den Berkin’e… Sadi Çilingir Berkin Elvan’ımız kısacık yaşamında hiç Miyazaki filmi izlemiş midir acaba. Uykusundan uyanabilseydi, Japon ustanın eserlerini tanıtmak isterdim ona. Yetim Pazu ile gökten düşen Sheeta’nın ‘Gökteki Kale’nin sırrına nasıl ulaştıklarının hikâyesine, ‘faşist olacağıma domuz olmayı tercih ederim’ diyen Porco Rosso’nun maceralarına, Chihiro ve diğerlerinin fantastik serüvenlerine ortak etmek isterdim onu. Miyazaki’nin barışı, dostluğu, doğayı yücelten benzersiz dünyasını onunla paylaşmayı isterdim. Canlandırma sinemasının büyük ustasının veda filmi olduğu söylenen son çalışması ‘Rüzgar Yükseliyor / Kaze Tachinu’yu Küçük Prens’imizi yitirmenin hüznüyle izledim. İçimdeki kederle Miyazaki’nin her daim beni benden almış şiirsel dünyasına sığınmak istedim. Göklere, uçaklara olan tutkusuyla tanıdığımız Japon usta bu kez uçak tasarımcısı Jiro Horikoshi’nin biyografisinden yola çıkmış. Çocukluk yıllarından başlayan uçma tutkusuyla mühendislik eğitimini tamamlayan Horikoshi’nin gerçek öyküsüne odaklanmış anlatısıyla, filmografisine damgasını vurmuş fantastik unsurlardan büyük ölçüde arınmış, daha yetişkin bir izleyiciyi hedeflemiş bu kez Miyazaki. Jiro’nun eğitim yıllarında tanıklık ettiği, Tokyo’yu yerle bir eden 1923 yılı ‘Büyük Kanto Depremi’ni ustalıkla resmediyor usta yönetmen. Hemen ardından ekonomik bunalım yılları ve doğal kaynakların yetersizliğinden kaynaklanan saldırganlıkla Almanya ile birlikte militarizmin tırmanışa geçtiği 1930’lar Japonya’sından manzaralar beliriyor beyazperdede. Tutkulu mühendisin tasarımcısı olduğu tümüyle metalden yapılmış ilk avcı uçağı, yükselen militarizmin emrinde bir ölüm makinesine dönüşecek ve tarihten bildiğimiz üzere Japonya’nın mahvını hazırlayacaktır. Miyazaki’nin önceki çalışmalarına kıyasla hayli karanlık bir tonda ilerleyen bu son çalışması, genç Jiro’nun idolü İtalyan uçak tasarımcısı Kont Caproni ile paylaştığı düş sekanslarında rahatlatıyor izleyiciyi. Thomas Mann’in ‘Büyülü Dağ’ından dizeler ya da Schubert’in ‘Kış Yolculuğu / Winterreise’den ezgiler büyük yıkım öncesinde sessizce akıyor perdeden. Miyazaki insanlığa umudunu koruyarak bitiriyor filmini. Paul Valéry’nin dizelerini ödünç alarak: ‘Rüzgar Yükseliyor!… Yaşamaya Çalışmalıyız!’ Sevgili Berkin Elvan, yüzemediğin denizleri, okuyamadığın kitapları, izleyemediğin filmleri, yaşayamadığın aşkları çaldılar senden. Engel olamadık, affet bizleri. Göklerden bir yerden bizleri duyuyorsan sana söz: Yükselen rüzgârlarda küçük Berkin’lere daha mutlu ve özgür bir yaşam sağlamak için mücadeleye devam edeceğiz.
MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 26
fUSKA MAG
27 FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG
FUSKA MAG FUSKA MAG
28
fUSKA MAG
F?LM
YEŞİLÇAM'IN ÖTEKİ YÜZÜ: X-YEŞİLÇAM (1) 1960’lı yıllara kadar çekilen film sayısı ancak 100 rakamına ulaşabiliyordu. 1960 yılından sonra Yeşilçam’da çekilen film sayısı her geçen yıl daha da artmakta 200’lü 300’lü rakamlara kadar çıkış göstermişti. 1970’li yıllara gelindiğinde, televizyonun yoğunlaşmasıyla birlikte Türk sinemasında, salonlara seyirci bulamayan yapımcılar zor durumda kalmışlar çareyi “erotik/seks” filmleri çekerek seyirci toplama gayretine girmeye başlamışlardır. Bu zor dönemde ve sonrasında bu filmlerde rol alan bir çok kadın ve erkek oyunculara ve bu filmleri yöneten yönetmenlere pek iyi gözle bakılmadı. Daha sonraki yıllarda ise furyaya katılanlar o günleri unutmayı daha uygun gördüler. Erotik filmlere yönelmekle Yeşilçam Sineması kendini kurtaramadı, belki ömrünü biraz uzattı, ama sonuçta en azından bir sınırı aştı. Biraz zorlanarak sonraki dönemlerde cinselliğe karşı sergilenen daha çağdaş ve uygar yaklaşımla, konuyu yorumlamasına, hiç olmazsa görüntülenmesine doğru silinmez adımlar attı. Erotik sinemanın yarattığı yeni yapılanma, beyaz perdelere yeni ve bu türe çok daha yatkın, tümden soyunan ve sevişen kadın oyuncular getirdiği gibi daha önce sinemaya geçen, çok sayıda başrol oynamış olan genç kız rollerinde ünlenmiş ya da Yeşilçam tarzı macera filmlerinde isim yapmış, genelde belirli bir ölçü içinde soyunan kadın oyuncuları da kullandı; bir bakıma onlara “yeni ufuklar” açtı. Seks furyasının öne çıkmasıyla birlikte ünlenen bir çok oyuncu bu furyayla birlikte ortadan kayboluyorlar, ancak bir dönem önceki profesyonel oyuncular ise ya furyadan yararlanıyorlar ya da furyanın içinde sürüklenip gidiyorlar. Bu seks furyası, ünlenmek için bir fırsat, daha çok film çevirme, daha sık başrol oynamak ve böylece gündeme gelmek, şöhreti yakalamak için bir avantaj olmaya başladı. Oksal Pekmezoğlu, Beş Tavuk Bir Horoz’la yeni bir moda başlattı. Ve bu “seks komedileri modası” Türk sinemasındaki bunalımı iyice körükledi. Bu seks furyası döneminde boy gösteren kadın ve erkek oyunculara ve bu yönetmenlere baktığımızda şu isimlere rastlıyoruz. Erkek oyuncu kadrosunda yer alanların başlıcaları: Sermet Serdengeçti, Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman, Tamer Yiğit, Seyhan Karabay, Ünsal Emre, Yalçın Gülhan, Salih Güney, İrfan Atasoy, Tugay Toksöz, Pekcan Koşar, Cihangir Gaffari, Mete İnselel, Aydemir Akbaş, Yüksel Gözen, İlhan Daner, Alev Sezer, Şemsi İnkaya, Yılmaz Köksal, Bülent Kayabaş, Özcan Özgür, Sami Tunç, Salih Kırmızı, Erdinç Üstün, Rüştü Asyalı, Recep Filiz, Orçun Sonat, Turgut Özatay, Kazım Kartal, Tarık Şimşek, Ata Saka, Baki Tamer, Yılmaz Şahin, Levent Günsel, Yaşar Yağmur, Hakan Özer, Cesur Barut, Çetin Başaran Kadın oyuncular arasında yer alanların başlıcaları: Arzu Okay, Alev Altın, Dolgan Sezer, Mine Soley, Nalan Çöl, Seyyal Taner, Emel Aydan, Emel Özden, Canan Candan, Şeyda Senem, Serpil Örümcer, Selen Büke, Fatma Belgen, Nur Soylu, Melek Ayberk, Aynur Akarsu, Karaca Kaan, Figen Han, Gönül Tansel, Gönül Hancı, Derya Sonay, Harika Öncü, Aysun Güven, Nevin Nuray, Perihan Ateş, Özden Yüce, Yeşim Yükselen, Okşan Ay, Gülten Kaya, Emel Canser, Meltem Işık, Sema Nurdan, Oya Başak Zerrin Egeliler, Zerrin Doğan, Dilber Ay, Ceyda Karahan, Elif Pektaş, Melek Görgün, Zafir Saba, Necla Fide, Müge Güler, Saadet Gürses, Nur Ay, Funda Gürkan, Senar Seven, Sabahan, Tülin Tan, Ayşen Selvi
29 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSK
fUSKA MAG
FİLM
Bu filmlerin çevrilmesinde emeği geçen! Yönetmenler ise; Oksal Pekmezoğlu, Nazmi özer, Aram Gülyüz, Temel Gürsu, Tanju Gürsu, Naki Yurter, Yılmaz Atadeniz, Nejat Okçugil, Ümit Efekan, Yücel Uçanoğlu, Ülkü Erakalın, Çetin İnanç, Alev Akakar, Semih Servidal, Günay Kosova, Mehmet Arslan, Sırrı Gültekin, Arif Keskiner, Müjdat Saylav, Aykut Düz, Işık Toroman, Savaş Eşici, Nuri Ergün, Nuri Akıncı, Kemal Tan, Fikret Uçak, Yavuz Figenli, Oğuz Gözen, Tevfik Çobanoğlu, Taner Oğuz, Semih Evin, Engin Temizer, Yavuz Yalınkılıç, Samim
Bu isimlerin bir kısmı evlenmiş, bir kısmı başka şehirlere, ülkelere yerleşmiş ve izini kaybettirmiş. Evli ve çoluk-çocuk sahibi oldukları için de o dönemleri hatırlamak istemiyorlar ve konuşmaktan kaçıyorlardı. Feri Cansel sevgilisi tarafından öldürülmüş, Mine Mutlu kansere yeni düşmüş, Seher Şeniz intihar etmişti…
MAG FUSKA MAG
FUSKA MAG 30
fUSKA MAG
DOSYA
F?LM
TÜM ZAMANLARIN EN İYİ DİSTOPİK FİLMLERİ
F
Çavlan Erdost
B h i F a i y i d v k g
flavors.me/cavlan
Karanlık, anti-ütopik bir gelecekte (ya da hayalî bir dünyanın apayrı bir zaman çizgisinde) geçen her filmi distopya türüne dahil edebiliriz. Distopik filmler kendi içlerinde kültürel, apokaliptik, post-apokaliptik, sahte-ütopik, totaliter, siberpunk ve kim bilir daha neler neler olarak alt-türlere ayrılıyor, ama bana fazlasıyla kafa karıştırıcı geldikleri için film açıklamalarında onlara hiç girmiyor, distopik diyor ve bırakıyorum. Post-apokaliptik filmlerse çoğu zaman distopyanın bir alt türü olarak zaten distopik filmler kategorisine giriyor ama her zaman değil, başlıkta ayrıca belirtmem bu nedenden. (Nükleer ya da çevresel bir felaket, salgın hastalık ya da herhangi bir olağanüstü durum sonucu yok olmuş bir medeniyetten sonra yaşananları anlatıyorsa, o film post-apokaliptir.)
Metropolis (Fritz Lang, 1927) 2026 yılında Metropolis'te fakirlerin görevi fabrikada çalışıp makineleri çalıştırmaktır, sessiz sedasız yeraltında yaşarlar. Karınlarını doyurdukları zenginlerse hiçbir şeyden haberleri olmadan bolluk içinde yukarıda, gökdelenlerde yaşarlar. Hikaye üç kişiye yoğunlaşır: kentin lideri Joh, onun idealist oğlu Freder ve işçi sınıfından, devrimci Maria. Federer de her şeyden habersiz yaşayıp giden zengin koyunlardan biridir, ta ki Maria'yı görüp ona aşık olana dek. Federer, aşık olduğu kadının kafa (yani zenginler) ve eller (yani işçiler) arasındaki iletişimi ve ilişkiyi düzeltmeye çalışan bir yeraltı örgütünün lideri olduğunu öğrenir. Oğlunu takip ettirerek Maira'dan ve örgütten haberdar olan Joh, bir android siparişi verdiği -ki bu sinema tarihinde görünen ilk robottur!- çılgın bilimadamını ziyaret eder ve androidin Maria'nın bir kopyası olması için bilimadamını ikna eder. Böylece ayaklanmayı planlayan işçileri yanlış yönlendirerek planlarını tersine çevirebilecektir. Ama bilimadamının da kendi planları vardır... Çekilen ilk uzun metrajlı bilim kurgu filmi özelliğine sahip olan Metropolis, neredeyse 100 yıllık, siyahbeyaz ve sessiz olduğu için bazılarına izlemesi zor gelebilir belki, ama aslında zamanının çok ötesinde, çok önemli bir film, üstelik Blade Runner ve The Matrix başta olmak üzere pek çok önemli filmin esin kaynağı olmuş, kendinden sonra çekilen bilim kurgu filmlerini derinden etkilemiş. Metropolis'in bildiğim kadarıyla dört farklı versiyonu var: birincisi bir buçuk saatlik, diğeri daha önce silinen sahnelerin de dahil edildiği iki saatlik, üçüncüsüyse 2010 yılında "The Complete Metropolis" adıyla çıkmış, kayıp olan yaklaşık yarım saatlik görüntülerin de eklendiği ve süresi iki buçuk saate uzamış versiyon.
31 FUSKA MAG
FUSKA MAG
R f o ç ö n o k H z f o
fUSKA MAG
FİLM
Fahrenheit 451 (François Truffaut, 1966)
A Clockwork Orange (Stanley Kubrick, 1971)
Bağımsız düşünce ayaklanmaya yol açabileceğinden, her çeşit sanatı ve insanların sanat yoluyla kendini ifade etmesini yasaklamış olan faşist bir devlet var Fahrenheit 451'de. Okumak da yasaklanmış, dünya artık neredeyse tamamen kitapsız. Özel bir grup itfaiyeci evlerde kitap avına çıkıp, bulduğu her kitabı yakıyor. Filmimizin kahramanı da, itaatkar itfaiyecilerden Guy Montag. Tanıştığı genç bir kadın daha önce sormadığı soruları sormasına neden oluyor ve bu sadece bir başlangıç, yakması gereken kitaplardan birini saklayıp da geceyarısı banyosunda gizlice okumaya başlayınca bütün hayatı değişiyor.
Gelecekte, totaliter rejimin hüküm sürdüğü, iyi ve kötü kavramlarının birbirine karıştığı İngiltere'de geçen A Clockwork Orange'ın kahramanı, Beethoven dinlemeyi ve süt içmeyi seven, geceleri şiddet eylemleriyle sokakları terörize eden çete lideri Alex. Yakalanıp hapse gönderilen Alex, cezasının kısalması için hükümetin yeni deneyinde kobay olmaya ikna olur, Ludovico tekniği isimli bu deney aslında beyin yıkama işleminden başka bir şey değildir ve terapi tamamlandığında, Alex de mutlu mesut sokaklara döndüğünde, artık şiddetin her biçiminden nefret ettiğini ve hiçbir durumda, hiç kimseye elini bile kaldıramadığını fark eder - ama eski çetesi şiddet konusunda onunla aynı görüşleri paylaşmaz.
Ray Bradbury'nin aynı isimli romanından uyarlanan film, pek iyi bir uyarlama değil, ama kitap ne olursa olsun çok önemli bir distopik roman olduğu için, bir de İçerdiği cinsellik ve şiddet unsurlarıyla sanatı şiddete bağlayarak steril sanat anlayışını yerin dibine çocukken yarım yamalak izleyip çok sevdiğim, batırması nedeniyle tepki görmüş ve yapım ülkesi olan özellikle sonunu yıllarca unutamadığım (yani şu noktadan sonra asla objektif bakamayacağım) bir film İngiltere başta olmak üzere pek çok ülkede uzun yıllar yasaklı kalmıştı. Filmi ilk kez çocukken, babamla olduğu için, bu listede olmayı hak ediyor. Özünde kitaplardaki bilginin yerini gittikçe artan bir şekilde birlikte sinemada izlemiştim, demek ki Türkiye'de de yıllar sonra gösterime girebilmiş (küçük bir araştırma Hollywood pop-kültüründeki ve televizyondaki sonucu burada gösterilmesinin 1995 yılında, zırvalıklara bırakıyor olmasını eleştiren bir kitabın filminin çekilmesi, bir de bunu televizyonda izlemiş çekildikten 24 yıl sonra olduğunu öğrenmiş bulunuyorum). Anthony Burgess'in aynı isimli olmak da ayrı ironi. romanından beyazperdeye uyarlanmış olan A Clockwork Orange, bir başyapıt olan kitabı kadar güçlü değil belki, ama distopik filmler arasındaki en iyi birkaç filmden biri. Eğer bu 25 filmi kendi içinde bir sıralamaya sokabilseydim, devletin birey üzerindeki baskısına, bireyi şiddete nasıl yönlendirdiğine ve son kertede bireyin çaresizliğine değinen bu film kesin ilk 5'in arasında, tepelerde bir yerlerde olurdu.
FUSKA MAG FUSKA MAG
32
fUSKA MAG
F?LM
B
Blade Runner (Ridley Scott, 1982)
Y D u S t b h S t g g d g y d f
Philip K. Dick'in Do Androids Dream of Electric Sheep? isimli, siberpunk akımının öncülerinden kabul edilebilecek romanından uyarlanan bu kült filmi henüz izlemediyseniz ve izlemeyi planlıyorsanız, director's cut ya da final cut versiyonlarını bulup izlemeye çalışın, diğer montajlarından itinayla uzak durun. Hikaye değişmiyor tabii ki ama hikayenin taşıdığı saklı anlamlar ciddi ölçüde değişiyor (tek bir rüya sahnesi mesela filmin bütün okumasını değiştirebiliyor), üstelik bazı versiyonlardaki acele edilmişlik hissiyle anlatıcı sesi de sinir bozucu olabiliyor. Bana kalırsa zamanında stüdyonun dayatmış olduğu romantik sonla değil yönetmenin uygun gördüğü sonla izlenmeli bu mükemmel film.
Filmimizin konusu şöyle: Yıl 2019, yer Los Angeles, dünyamız, insanların seri halde insana çok benzeyen ve kendilerine "replika" denilen androidler ürettiği bir yer olmuş. Dünyanın dışındaki tehlikeli operasyonlarda köle gibi çalıştırılan ve ömürleri sadece birkaç yıl olan replikaların dünyaya ayak basması yasaktır, olur da basarlarsa "blade runner" denen polisler tarafından avlanırlar. Harrison Ford'un canlandırdığı Deckard bu polislerden biridir, ama emekliye ayrılmıştır. Uzaydaki bir koloniden kaçarak yaşam sürelerini uzatmak ve bu köle gibi yaşama isyan ederek sorumluları bulmak için bir uçak kaçırarak dünyaya gelen bir grup replikanın yakalanıp yok edilmesi için tekrar göreve çağrılır.
Der Himmel über Berlin (Wim Wenders, 1987)
D 1
A C M Devletin vatandaşlarına geçmişi baştan yazdırma b yoluyla tarihi yeniden yazarak, sözcüklerin anlamlarını i k değiştirerek, düşünce polisiyle insanların k düşüncelerine bile sızarak kitleleri kontrol ettiği totaliter bir rejimde geçen Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, a s George Orwell'in distopyanın üç büyüklerinden biri b kabul edilen aynı adlı romanının beyazperde g uyarlaması. Mahremiyetin kalmadığı, her evde L içindekinin hareketlerini izleyen tele ekranların olduğu p bir dünyada (Big Brother is watching!) düzene o başkaldıran kahraman Winston Smith'i canlandıran y John Hurt'ü, yıllar sonra V for Vendetta'da, totaliter s k diktatör Adam Sutler rolünde görüyoruz. Çok iyi bir h film değil Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, ama kitabın D atmosferini yaşatma konusunda çok başarılı ve
Nineteen Eighty-Four (Michael Radford, 1984)
Damiel ve Cassiel isimli iki melek üzerine bu film. Alıştığımız meleklere pek benzemiyorlar - mesela bol bol sohbet ediyorlar ama hiç Tanrı lafı etmiyorlar, bolca kütüphanede takılıyor, insanların koruyucu melekliğini yapmıyor, olaylara müdahele etmiyorlar. Berlin'in bir ucundan diğerine sallana sallana yürüyüp arada trene biniyor, bazen de çatılara çıkıyor ve insanların düşüncelerini dinliyorlar. Meleklik kutsal falan ama, çok yalnız bir iş tabii (ortasından yükselen ve insanlarla fikirleri aksiyona abanmak yerine diyaloglara özen göstererek kalbimi çalan distopik filmlerden. ayıran duvarıyla şehrin kendisi bile yalnız). İnsanların ruhlarını rahatlatabiliyorlar, ama onları rahatlatacak kimse yok. Yüzyıllar boyunca hiçbir geceyi uyumadan, insanların varoluşsal mızmızlanmalarını dinleyerek geçirmek çok yorucu bir iş. Arada bir bir meleğin sıkılıp isyan etmesine şaşmamak gerek öyleyse. Damiel gerçek bir varoluşun basit, kaba zevklerini tatmak istiyor: yemek yemek, sırtında rüzgarı hissetmek, yalan söylemek, bir kediyi beslemek... Bir sirkte çalışan Marion'a aşık olmaya başlaması da tuzu biberi. Bu Alman filminin Nicolas Cage ve Meg Ryan'ın oynadığı, City of Angels isimli bir Hollywood uyarlaması var ki, korkunç. Eğer City of Angels'ı biliyorsanız bu sizi Der Himmel Über Berlin'i görmekten vazgeçirmesin, ikisinin alakaları yok, o aptal film de uyarlamadan çok esinlenme olmuş zaten.
33 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSK
fUSKA MAG
Brazil (Terry Gilliam, 1985)
FİLM Twelve Monkeys (Terry Gilliam, 1995)
Bu listedeki filmler arasında birkaç has favorimden biri Yine aynı romandan, yani Orwell'in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ünden esinlenerek (Nineteen Eighty-Four'dan farklı olarak sayılabilecek Terry Gilliam şaheseri Twelve Monkeys, uyarlama değil de esinlenme yani) çekilen Brazil'in kahramanı 2035 yılında, beş milyar insanın otuz sekiz yıl önce Sam Lowry, bürokrasi içinde hapsolmuş, her gün aynı şeyleri yayılmaya başlayan ölümcül bir virüs sonucu yaşamını tekrarladığı kağıt ve dosya yığınları içindeki işinden bunalmış kaybettiği, geride kalan %1'lik nüfusun yeraltına bir devlet memurudur. Dalgınlık anında yapılmış ufak bir evrak tıkıştığı bir dünyada başlar. Bruce Willis'in canlandırdığı mahkum James Cole karakteri, dünyanın eski haline hatasının sizi vatan haini yapabileceği bir dünyadır burası, döndürülmesi, belki de hiç yitirilmemesi için yapılacak Sam'in minik hatası da tamamen masum bir adamın olan zaman yolculuğu deneyine katılmaya ve 1990'lara tutuklanmasına neden olur. Düşlerinde sürekli kurtardığını gördüğü kadın da bu noktada ortaya çıkar; Jill Layton isimli bu giderek ölümcül virüsle ilgili bilgi toplamaya gönüllü olur - bunun karşılığında cezası sıfırlanacak ve serbest güzel kadın terörist olmakla suçlanmaktadır. Hatayı bırakılacaktır. Geçmişe yaptığı yolculuk sırasında düzeltmeye, problemi çözmeye çalışır Sam, ama her şey tutuklanıp bir akıl hastanesine gönderilen Cole, burada gitgide daha kötü karışır birbirine. Yaşamın her alanına yayılmış bürokrasiyle, hükümetle ve kibirli tüketici toplumuyla doktoru olacak Kathryn Railly (Madeleine Stowe) ve dalga geçen, çok eğlenceli, ama sonuyla seyirciyi kötü eden bir keçileri iyice kaçırmış oda arkadaşı Jeffrey Goines (Brad Pitt) ile ilişki kurar, tesadüfe bakın ki Goines milyarlarca film Brazil insanı öldüren virüsün kaynağı olduğuna inanılan ünlü bir viroloji uzmanının oğludur. 12 Maymun nefis Delicatessen (Marc Caro & Jean-Pierre Jeunet, kurgusu, yavaş yavaş tamamlanan puzzle'ı ve akıllıca 1991) twist'leri, zaman yolculuğu teması ve kahramanın Amelie, A Very Long Engagement ve The City of Lost zamanda ileri geri sıçramalarıyla alıştığımız postChildren'ın yönetmeninin bu üç filmden de önce, 91 yılında apokaliptik filmlerden çok daha farklı yerlere gitmesi ve Marc Caro ile birlikte çektiği bir film olan Delicatessen belirsiz tüm dünyayı koca bir akıl hastanesiymiş gibi gösteren bir gelecekte, eti için avlanacak hayvanın kalmadığı, yiyeceğin şahane atmosferiyle olağanüstü bir film. inanılmaz değerli bir hale geldiği ve hatta para yerine kullanıldığı bir toplumda geçiyor. Hikayenin merkezinde, zemin katında bir şarküteri/kasap dükkanı bulunan bir apartman var; Gattaca (Andrew Niccol, 1997) İnsanların yüzyıllar boyu tenlerinin renginden ya da apartmanın sahibi şarküterinin de sahibi ve açlıktan ölme sınırında olan kiracılarını esrarengiz ve lezzetli bir yiyecekle dinlerinden ya da milletlerinden dolayı uğradığı ırkçılık, beslemeye başlıyor: insan etiyle. Binanın kapıcısı ne ilginçtir ki çok da uzak olmayan bir gelecekte geçen Gattaca'da "genlere dayalı ırkçılık" olarak çıkıyor karşımıza. Film, gizemli bir şekilde kayıplara karışınca, eski bir palyaço olan Louison işe alınıyor, fakat kasabın genç kahramanımız için olan gen mühendisliğinin akıl almaz düzeylere vardığı, kafayı genetik uyumluluklarla bozmuş bir toplumda planları, Lousion'un akıbetinin ilk kapıcınınkinden pek farklı olmayacağına işaret ediyor. Kahramanımız hayatta kalmak için hayallerinin peşinden koşmaktan ürkmeyen, hatta bunun için bir hayli ileri gitmeyi göze alan Vincent yeraltında, kanalizasyonda yaşayan vejetaryen özgürlük üzerine. Doğal doğumlarla dünyaya gelmiş insanlar savaşçıları ve kısa sürede gönlünü kaptırdığı kasabın güzel kızından yardım almak zorunda. Şahane oyunculuklarla dolu, baştan invalid yani geçersiz kabul ediliyor artık, harika bir atmosfere sahip, tuhaf mı tuhaf ve eğlenceli bir film devletten üçüncü sınıf insan muamelesi görüyor ve sadece kapıcılık, tezgahtarlık, temizlikçilik gibi işlerde Delicatessen. çalışabiliyorlar. Genleri baştan ayarlanmış ve geçerli sayılan, test tüpleriyle dünyaya gelmiş, gen haritaları neredeyse kusursuz olan insanlarla boy ölçüşebilmelerinin imkanı yok. Oysa normal yollarla dünyaya gelmiş Vincent'ın kendini bildi bileli hayali uzaya gitmek. Genetik haritasının şu anki durumuyla NASA'ya çaycı olarak bile giremeyecek olan kahramanımız, ona DNA'sını ödünç verebilecek Jerome adında kusursuz genlere sahip fakat bir araba kazası sonucunda sakat kalınca her şeyden elini eteğini çekmiş bir geçerli bulur ve Jerome'un kan, saç ve idrar örneklerini kullanarak onun kimliğine bürünür. Hayallerinin mesleğine kavuşur, hayallerindeki kızı da bulur. Uzaya gitmesine bir hafta kalmışken Vincent'ın müdürü öldürülür ve işyerinde Vincent'ın sırrını tehlikeye atacak geniş çaplı bir polis soruşturması başlar. Yüksek bütçeli olmayan, neredeyse hiç özel efekt
MAG FUSKA MAG
FUSKA MAG 34
fUSKA MAG
35 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG KAN BAĞIŞI HAYAT KURTARIR! SENDE DÜZENLİ OLARAK KAN BAĞIŞLA!
International Red Cross and Red Crescent Move Uluslararasi kizilay ve kizilhaç hareketi
A MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG
fUSKA MAG BOX
F?LM powered by
Siz okuyucularımız için seçtiğimiz en iyi filmler listemiz. Hunharca izleyiniz! 1. The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) 2. Star Wars Serisi 3. Yüzüklerin Efendisi Serisi 4. The Godfather (Baba) 5. Pulp Fiction (Ucuz Roman) 6. Fight Club (Dövüş Kulübü) 7. Goodfellas (Sıkı Dostlar) 8. The Matrix 9. Jaws 10. The Usual Suspects (Olağan Şüpheliler) 11. Alien ve Predatör Serileri 12. Raiders of the Lost Ark (Kutsal Hazine Avcıları) 13. Gladiator (Gladyatör) 14. Casablanca 15. Back to the Future serisi 21. Se7en (Yedi) 22. Heat 23. L.A. Confidential 24. Apocalypse Now (Kıyamet) 25. The Big Lebowski 26. Citizen Kane (Yurttaş Kane) 27. Harry Potter Serisi 28. Die Hard (Zor Ölüm) 29. Soylent Green 30. Some Like it Hot (Bazıları Sıcak Sever) 31. V for Vendetta 32. Blade Runner 33. 2001: A Space Odyssey (2001 Uzay Macerası) 34. Jurassic Park 35. E.T. The Extra Terrestrial 36. Batman Begins (Batman Başlıyor) 37. Terminator serisi 38. Titanic 39. Ghostbusters 40. Amelie 41. Bandidas 42. Hobbit Serisi 43. Eternal Sunshine of the Spotless Mind 44. In Time 45. Pirates of the Caribbean serisi 46. The Great Dictator 47. Hunger Games Serisi 48. Johnny Mnemonic 49. Demolition Man 50. La haine
37 FUSKA MAG FUSKA MAG
M
fUSKA MAG
ÖDÜLLÜ YARI?MA
BU YAZAR K?
1925'te doğdu. Bilimkurgu ile tanışması, çizgi roman çizerliği yaptığı 1950'li yılların başlarına rastlar. İlk öyküsü 1951'de yayımlandı. Dönemin önde gelen bilimkurgu dergisi Astounding Science Fiction'da yayımlanan ilk öyküsü, Paslanmaz Çelik Sıçan dizisinin ilk kitabını oluşturuyordu. 1961'de kitap olarak yayımlanan Paslanmaz Çelik Sıçan daha sonra yayımlanan dokuz kitapla birlikte bilimkurgu alanının en uzun ömürlü dizilerinden biri olmuştur 1973'te Soylent Green (Soymer Yeşili) adıyla filme alınan Yer Açın! Yer Açın! (1966) Yazar'ın bu dizi dışındaki önde gelen kitaplarından biridir. Diğer önemli kitapları arasında Deathworld (1960-68, Ölüm Dünyası) üçlemesi ve 1980'lerde yazdığı Eden üçlemesi sayılabilir. Yazar bilimkurgu yazarlığının yanı sıra polisiye romanlar yazmış ve önde gelen bilimkurgu antologlarından biri olmuştur. Sosyolojik/psikolojik temaların ağırlıklı olduğu 1960'lı ve 70'li yıllarda, 1930'ların ve 40'ların "uzay operası" geleneğini ironik bir üslupla sürdürmüş olan başlıca bilimkurgu yazarıdır.
BU YAZAR K?M ??? Cevaplar?n?z? info@fuskamag.com adresine yollay?n. ?lk cevaplayan 50 ki?iye diledi?i filmde kullanmak üzere Warner Bros Gift Card bizden hediye!
G FUSKA MAG FUSKA MAG
38
fUSKA MAG
39 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSK
fUSKA MAG
KA MAG FUSKA MAG
FUSKA
T?YATRO
fUSKA MAG
tiyatro
NO NAME - BKM MUTFAK ÜÇ KIZ KARDEŞ - İSTANBUL DT
KIRMIZI AYAKKABILI KADINLAR sekizincikat
KARABATAK - D22
A H
ŞİDDET ÜÇLEMESİ 2 ŞEKER YAŞAMAK DENEN BU ZAHMETLİ İŞ - İstanbul DT MEKAN ARTI
43 FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG
Cyrano de Bergerac TİYATRO AK'LA KARA
AKTÖR KEAN - BEYOĞLU HAYAL SAHNESİ
TİYATRO
KİBRİTÇİ KIZ MÜZİKALİ - ZORLU CENTER PERFORMANS
ÜST KATTAKİ TERÖRİST ikincikat KARAKÖY
KIRMIZI - SAHNE HAL MY HAMLET - BO SAHNE
G FUSKA MAG FUSKA MAG
44
fUSKA MAG
t?YATRO
GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ NOTRE DAME DE PARİS ZORLU CENTER PERFORMANS YAPARIM - İBŞB ŞEHİR TİYATROLARI
AİLE MEZARLIĞI - TİYATRO KARAKUTU
GARAJ - CRAFT TİYATRO
TENESSA WİLLİAMS ÇÖKÜŞ ÜÇLEMESİ - SAHNE3
GİTMEK - LIVING ROOM
45 FUSKA MAG
FUSKA MAG
fUSKA MAG
T?YATRO
I
G FUSKA MAG FUSKA MAG
46
fUSKA MAG
47 FUSKA MAG
t?YATRO
FUSKA MAG
O
fUSKA MAG
T?YAT
G FUSKA MAG FUSKA MAG
48
fUSKA MAG
T?YATRO
49 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
T?YATRO
MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 50
fUSKA MAG
T?YATRO OFF-BROADWAY
51 FUSKA MAG
FUSKA MAG
fUSKA MAG
TİYATRO
FUSKA MAG FUSKA MAG
52
fUSKA MAG
T?YATRO O-O-B
53 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
West End London
TİYATRO
MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 54
fUSKA MAG
Ankara DT
Bursa DT
T?YATRO
?zmir DT
Erzurum DT
?stanbul DT
Diyarbak覺r DT
55 FUSKA MAG FUSKA MAG
O
fUSKA MAG
FUSKA MAG FUSKA MAG
T?Y
56
fUSKA MAG
57 FUSKA MAG
FUSKA MAG
fUSKA MAG
FUSKA MAG FUSKA MAG
58
fUSKA MAG
T?YATRO
Son Zamanların En İyi 5 Oyunu Okan Ürün
Sessizlik / Mehmet Birkiye / İstanbul Devlet Tiyatrosu
İngiliz yazar Moira Buffini’nin oyunu geçen sezonun en çok konuşulan işlerinden biriydi. Fonda Orta Çağ İngiltere’sinin Viking tehdidi altındaki dönemi, kendini doğduğundan beri erkek sanan Lord Silence ve onunla evlenen Prenses Ymma‘nın öyküsünü izliyoruz. İki perdelik oyun bittiğinde salondan çıkmak istemiyoruz. Niye mi? Çünkü söz konusu devlet tiyatrosu olduğunda nadiren gerçekleşen durumlardan biriyle karşı karşıyayız: katmanlı bir oyun, mükemmel bir çeviri, oyundaki “cinsiyet sorunu” meselesini hakkıyla ele alan bir dramaturji, harika bir ekip ruhu geliştirip kendilerini tamamen oyuna adamış oyuncular ve bütün bunları çok iyi bir orkestra şefi gibi yöneten bir yönetmen. Oyun ve karakterler seyirciyi kendisine öylesine bağlıyor ki dönem kostümleri içinde arz-ı endam eden her birinin minik oyuncakları yapılsa alanı bulunur. Şaka bir yana oyunun başarısının sırrı mücevher gibi bir araya getirilmiş oyuncularında ve oyunda koro diye adlandırılmış bütün sahne değişimlerini gerçekleştiren dansçı/oyuncularda. Tahmin edersiniz ki DT yönetimi bu başarıyı görüp aynı ekibe yeni sezonda belki daha da uçacakları bir oyun yapma fırsatı VERMEDİ. Bizde işler böyle yürür. O yüzden siz bu sezon hâlâ oynayan oyunu bir koşu gidin görün! Başta Funda Eryiğit, Oya Okar ve Süleyman Atanısev olmak üzere tüm oyunculara da benden çok selam söyleyin.
V Ş
N n d k s t a ç p r B e ö B b n a ç Ç e h v m
Yola Ç?kt?ğ?m Gün Sakin Serin Bir Sabaht? / Yeşim Özsoy Gülan / GalataPerform
Yazar-yönetmen Yeşim Özsoy Gülan’ın 2012 İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan oyununun en önemli özelliği “mekana özgü” bir iş olması. Galata’daki eski Hamursuz Fırını’nı Barış Dinçel’in de yardımıyla sürreel bir lunaparka dönüştüren Özsoy Gülan burayı farklı nedenlerle bu ülkeden basıp gitmek isteyen karakterlerin buluşma noktası olarak belirliyor. Her gelen karakter modern tarihimizin ötekilerine gönderme yapıyor. Bembeyazlığı ve batık bir gemiyi andıran hâliyle dekor, yazarın usta işi monologlarını daha acımasız, daha keskin, daha çarpıcı kılıyor. Lunaparktaki Nuh’un gemisine binip gitmeye çalışan karakterler (Ermeni, Alevi, Kürt, gazeteci, genç kız) tam da bir arada hareket etmeyi öğrenmişken bir Hoca efendi beliriyor ve birbirlerine iğne iplikle bağlı güvenleri sarsılıveriyor. Bir an şu sırada gazetelerden ve televizyonlardan izlediklerimiz gözünüzün önüne geldi değil mi? Oyunun başarısı ve etkileyiciliği de tam da burada yatıyor: Bugünün derin analizi, mutluluk çağrıştıran bir yerin (lunapark) olanca tekinsizliği ve korkutuculuğuyla belirmesi ve çağdaş tiyatroda uzun zamandır görmeye alışık olmadığımız bir Deus Ex Machina etkisiyle son bulması (yükselen ve git gide yaklaştığı anlaşılan sirenlerin ve gürültülerin tavan yaptığı bir anda tüm karakterler birbirlerini kovalayarak çıkarlar ve ıssız lunaparkın bekçisi “bu saatte neler oluyor burada” diye belirir). Bize de şu soru kalıyor: İçinden geçtiğimiz bu günlerin Deus Ex Machina’sı ne olacak?
O
Ş o i e k b m d m s e S
59 FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG
Vişne Bahçesi / Engin Alkan / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolar?
TİYATRO
Ne zaman bir Çehov oyunu sahnelense insanlar ikiye bölünür: sevenler ve nefret edenler. Alkan’ın iddialı rejisi de bu durumun istisnası olmadı diyebiliriz. Ranevskaya Ailesi ve şürekâsı üstlerine kilolarca pudra düşmüş kadar beyaz, tozlu, uçucu, uçuk, yer yer grotesk, çokça vurdumduymaz, kör, sakar, habersiz… Karşılarında ise dipdiri, kanlı canlı, semirmiş, şu sıralar televizyonda bolca izlediğimiz köşe dönücü-parlak fikirli müteahhitlerimizi aratmayan bir Lopahin. Tüm bu karakterler yerden göğe kadar beyaz çitlerle çevrili kocaman bir bahçenin ortasındaki kocaman bir masanın etrafında iki perde boyunca Çehovyen konuşmalarını sürdürüyorlar. Alkan, diğer rejilerinde de çok başarılı bir şekilde uyguladığı formülü bu defa Vişne Bahçesi’nin karakterlerine uyguluyor. Bir tersine dünyadayız; kadınların erkek, erkeklerin kadın gibi davrandığı bir dünya. Ya da en azından bize öğretilen sosyal cinsiyet performansının tersine döndüğü bir dünya diyelim. Bu da en iyi Yâşa karakterinde vücut bulmuş. Alkan “güzelim metne” sadece bunları yapmakla yetinse neyse; bir de üstüne eğlencesi bol sihirbaz numaraları eklemiş Şarlotta marifetiyle. Nefret edenler iyice nefret etmiştir ama sevenler kulübünde yer alan biri olarak Yâşa ve Şarlotta’nın başrole çıktığı bir Vişne Bahçesi beni fazlasıyla mest etti. Tüm bu “aman Tanrım Çehov’a neler yapmış!” atmosferini tamamlayan ve sonunda inşaat sesleri eşliğinde birer birer patlayıp yere düşen çit tahtaları ise rejinin ve teatral hazzın zirvesi oluyor. Oyuna Firs’in son repliğini dinlemek için gidenler vestiyerdeki kürklerine yönelirken, biz sevenler kulübü kendimizi bol likralı montlarımızla mutlu mesut sokağa atıyoruz. Oyun Şehir Tiyatroları’nınKatilcilik / Yiğit Sertdemir / Alt?dan Sonra Tiyatro bu sezonki ne idüğü belirsiz repertuvarında devam ediyor mu İnternet üzerinden tanışmış üç karakter bir gün bir araya gelir bilemiyorum ama varsa kaçırmayın. ve masum (!) bir oyuna başlarsa ne olur? Yazar-yönetmen Sertdemir bu soruyu ve cevabını zamanda ve uzamda gidip gelen bir kurguyla veriyor. Bunun için oyununa iki oyuncu daha ekliyor; birincisi yazarın düşüncesi / bilgisayar konumundaki ekranda yazan yazılar, ikincisi ise dekorun kendisi. Kumbaracı50 çalışanlarının tişörtlerine kadar sirayet etmiş olan “kolon” durumunun üstesinden hareket edebilen, farklı şekillere giren ve mekâna hem yatay hem de dikey bir boyut kazandıran kutularla gelinmiş. Dolayısıyla üç kadın karakterimizin “ölümcül” gecesi ile onun öncesi ve sonrasındaki hayatları arasında gidip gelen oyunun değişim anları da başlı başına bir seyir keyfine dönüşüyor. Gerilimkomedi-dram sınırında ustalıkla ilerleyen bir oyunla karşı karşıyasınız ve öte yandan sanal / gerçek benlik arasındaki postmodern karmaşaya göz kırpan bir tarafı var. Tüm oyuncular hakkıyla üstesinden geliyor oyunun ama benim Aslı Can Kortan etkisi dediğim bir etki var ki o çok daha başka. Oynadıkları oyun gereği üstünü çıkarırken şarkı söylemek zorunda kaldığı an, şayet Katilcilik bir film olsaydı Golden Globe ya da Oscar heykelciği getirebilirdi kendisine. değişikliği ile (üç
Oyun / Şahika Tekand / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolar?
Şu kısacık listemde iki Şehir Tiyatroları oyunu varsa bunun başlıca nedeni kurumun bir önceki sanat yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu’nun sanatsal tercihleridir. Bunu böylece belirttikten sonra prömiyerini 2012 İstanbul Tiyatro Festivali’nde gerçekleştirmiş olan Beckett oyunu Oyun’un Tekand’ın senelerdir üstünde çalıştığı ve çok başarılı örneklerini daha minimal düzeyde verdiği rejisinin imkânlarla birleşince nasıl da görkemli hâle geldiğinin somut bir kanıtı olduğunu söyleyelim. Yönetmen Beckett’in iki kadın bir erkeğini beşle çarpıp on beş yapmış, sonra bu on beş performansçı/oyuncuyu üç katlı ve her katı beşer bölmeli dev bir kutunun içine koymuş. Biraz matematik hesabı gibi oldu ama söz konusu Tekand rejisi olunca matematikten bahsetmemek mümkün değil. Cümleler bölerek, esleyerek, kelimeye, heceye indirgeyerek, tekrar ve varyasyon üzerine kurduğu tekniği bir diğer Tekand (Esat) yine matematiksel bir ışıkla (pardon, ışık da bir karakter diyecektim sanki dünyayı yeniden keşfetmiş bir oyun analizcisi edasıyla) destekliyor. Ve karşınızda tıkır tıkır işleyen tüyler ürpertici bir insan makinesi beliriveriyor. Benim gibi bir süre bu makinenin mükemmeliyetine sinir olduktan sonra kendinizi bırakmaya karar verirseniz o zaman anlam dehlizlerinde kaybolmadan kelimeler ve seslerle bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Kendini baştan bırakanlar daha şanslı bir yolculuk yaşayacaklardır. Kendini hiç bırakmayanlar ise en azından içinde bulunduğumuz zamanların soluksuz, acımasız, renkli gibi gözükse de renksiz koşusuna tanıklık edeceklerdir. Sadece bu bile tiyatro için paha biçilemezdir. Oyun devam ediyor mu bilemiyorum (bkz. Vişne Bahçesi yazısı son cümle).
FUSKA MAG FUSKA MAG
60
fUSKA MAG
T?YATRO
Hayat Bir Kabare Dostum! Güven Turan
Kabare müzikali Almanya'da yükselen faşizmi Kabare dünyası üzerinden anlatan, eğlenceli gözüken büyük bir dram.
A
T 1 e a o d H
Oyuna gitmeden önce internetten kısa tanıtım videolarına bakmıştım ama gitmeden önce neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz ve umarım iyidir diye dua edersiniz ya, işte ben de o duygularla izlemeye gittim. İyi ki de gitmişim. 2 A saat 40 dakika boyunca oyuncuların enerjisi bir an olsun düşmedi. Orkestra da oldukça 1 başarılıydı. y Özge Borak beni çok şaşırttı. Ne yalan g söyleyeyim ondan bu kadarını beklemiyordum. h Borak, 8 yaşındayken açılan bir sınavla Şehir o Tiyatroları çocuk bölümünü kazanmış ve İstanbul Devlet Konservatuvarı Tiyatro A Bölümü'nü bitirmiş. Tabii ben her şeyden bir E haber, bu bilgi eksikliği ile seyretmeye gittim. y Bence çoğu kişi Borak'ın tiyatro geçmişi T olduğunu hâlâ bilmiyor. Borak, Sally Bowles ö karakterini oynamamış, kaba tabirle yemiş, O yutmuş! Ekranda görüldüğünden bir hayli zayıf. o Sesi de oldukça güzelmiş. Sahnede bayıldığında dedim ne oluyoruz? O kadar gerçekçi oynamış ki A bir an ben kalkıp yardım edecektim. Mert Turak'ın daha önceden methini duymuştum ama bu kadarını beklemiyordum doğrusu. A Emcee rolünde harikalar yaratmış. Seyirci resmen onun çıkmasını dört gözle bekliyordu. Son t sahnedeki performası da oldukça etkileyiciydi. k Can Başak (Clifford Bradshaw) Berlin'e gelen Amerikalı yazar ve Ergun Üğlü (Ernst Ludwig) İ rolleriyle alkışı hak ediyorlar. Selma Kutluğ'un canlandırdığı pansiyon sahibi Fraulein k Schneider'in bir yandan Yahudi manav Herr Schultz (Hakan Arlı)'a olan aşkı, diğer yanda ise A hayata tutunma ve tüm zorluklara karşı dik durma çabaları görülmeye değerdi. "Yani politika falan mı? Ama bunun bizimle ne alakası var ki? '' Müzikalde verilen "Bakın ülkede neler oluyor, siz sesinizi çıkartmıyorsunuz, hiçbir şey yokmuş O t gibi eğleniyorsunuz" mesajını günümüze de uyarlamak mümkün. Sürü psikolojisine uyan insanoğluna da acı bir gönderme var. Tüm bunlara rağmen Yahudi manavın umudunun olması o s ise yüze vurulan bir tokat adeta. P P Kabare müzikalini ölmeden önce mutlaka görmelisiniz. Kesinlikle tavsiye ederim. d
61 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
O
fUSKA MAG
T?YAT
Oyundan ileri, Müxikalden biraz beri...
Müzikli Oyun
Ah Smyrna'm, Güzel İzmir'im
Tiyatro Pera-İKSV ortak yapımı ‘Ah Smyrna’m, Güzel İzmir’im!’, 1923 tarihli Türkiye ve Yunanistan Nüfus Mübadelesi’ni konu ediniyor. Yıllarca bir arada yaşamış Türk ve Yunan iki ailenin ayrılmak zorunda kalan fertlerinin hüzünlü öyküsü. İki ülkenin ortak kültürünü işleyen, yer yer iki dilde; iki ülkenin müzik ve dansları eşliğinde oynanan oyun, İzmir doğumlu Antik yazar Homeros’tan da alıntılar içeriyor.
Alis Harikalar Diyar?nda
1865 yılında yazılan bu kurgu roman güncelliğini hiç yitirmiyor. Alis adında bir kız çocuğunun, bir tavşan deliğinden geçerek girdiği fantastik bir dünyada başından geçen hikâyeleri anlatan oyun çocuklar için kaçırılmayacak bir müzili oyun
Arturo Ui’nin Önlenebilir T?rman?ş?
Epik tiyatronun kurucusu Brecht’in Devlet Tiyatroları’nda uzun yıllar kapalı gişe oynayan oyunu ‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı’ Tiyatroadam tarafından Gangster Al Capone’un öyküsü ile harmanlanarak özgün bir yorumla sahneleniyor. Oyunun en ilgi çekici yanlarından biri de müziklerinin oyuncular tarafından a capella olarak seslendirilmesi.
Akdeniz
Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerden bölgede yetişen meyvelere, tutkudan şairlere, aşklardan direnişe kadar Akdeniz'in tuzunu koklayabileceğiniz bir gezinti bekliyor sizi tiyatro sahnesinde. İki kız kardeşin Akdeniz’deki hayali gezintisine kayıtsız kalamayacaksınız.
Asi Kuş
Opera, tiyatro, bale ve güldürü ustalığı bir arada... Türk tiyatrosunun yıldızlarından Ali Poyrazoğlu, Bizet’nin ünlü operası ‘Carmen’in yorumlandığı müzikli bir gösteriyle sahnede. Gösteride Carmen, Bizet, Don Jose, Ali Poyrazoğlu, Toreodor ve Boğa’yı tek başına canlandırıyor Poyrazoğlu. Yaşama, sanata, aşk olgusuna bakışınızı değiştirecek bu oyunu mutlaka izleyin!
A MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG
GÖLGE
KARAGÖZ HACIVAT OYUNLARI
Deriden yapılan tasvirlere arkadan vuran ışığın tasvirlerin gölgesini beyaz bir perde üzerine yansıtması temeline dayanan gölge oyunu doğu kültürlerine özgü bir sanattır ve ortaya çıkışı hakkında değişik rivayetler vardır. Bir rivayete göre Çin hükümdarı Wu (M.Ö. 140-87) karısının ölümü üzerine derin bir üzüntüye kapılır. Şav Wong adlı bir çinli, hükümdarın üzüntüsünü hafifletmek için sarayın bir odasına gerdiği beyaz bir perdenin arkasından geçirdiği bir kadının perde üzerine düşen gölgesini ölen kadının hayali diye sunar (Bizdeki Karagöz ve Hacıvat efsanesine benzerlik dikkat çekicidir). Bir başka rivayete göre ise Hint’ten çıkmış 4. ve 5. yüzyıllarda Java’ya geçmiş ve buradan da batı dünyasına yayılmıştır.
Haman Oyunundan bir sahne
Tımarhane Oyunundan bir sahne
o
63 FUSKA MAG
FUSKA MAG
fUSKA MAG
GÖLGE
e .
Karagöz
Çelebi
Ayvaz
Beberuhi
Mozart Saray'dan K?z Kaç?rma oyunundan bir sahne
Genç Zenne
Ya?l? Zenne
Hacivat
Laz
Cazu
Leyla ile Mecnun Yedi Başl? Ejderha
G FUSKA MAG FUSKA MAG
64
fUSKA MAG
T?YATRO ORTA OYUNU
Orta oyunu, çevresi izleyicilerle çevrili bir alan içinde oynanan, Orta Oyununun Bölümleri: yazılı metne dayanmayan, içinde müzik, raks ve ?arkı da bulunan do?açlama bir oyundur. Orta oyunu adının geçti?i ilk • Mukaddime (Giriş): Zurnacı, Pişekâr havası çalar. Pişekâr çıkar ve izleyiciyi selâmladıktan sonra belge 1834 tarihlidir. Daha eski kaynaklarda bu oyun; kol zurnacıyla konuşur. Bu konuşmada, oynanacak oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, zuhurî gibi adlarla anılmı?t oyunun adı bildirilir. Daha sonra zurnacı Kavuklu ır. havasını çalar. Kavuklu ile Kavuklu arkası oyun alanına girer. Kavuklu ile Kavuklu arkası arasında kısa bir Orta oyunu, han ya da kahvehane gibi kapalı yerlerde de oynanmakla birlikte, genel olarak açık yerlerde ortada oynanankonuşma geçer. Sonra bu kişiler birden Pişekâr’ı görüp korkarlar ve korkudan birbirlerinin üstüne bir oyundur. Oyunun oynandı?ı yuvarlak ya da oval alana palanga denir. Oyunun dekoru; yeni dünya denilen bezsiz bir düşerler. Bazı oyunlarda zenne takımı ve Çelebi’nin daha önce çıkıp Pişekar’la konuştukları bir sahne de paravandan ve dükkân denilen iki katlı bir kafesten olu?ur. Yeni dünya ev olarak, dükkân da i? yeri olarak kullanılır. Dükkânda vardır. bir tezgâh, birkaç hasır iskemle bulunur. • Muhavere (Söyleşme): Bu bölüm Kavuklu ile orta_oyunuOrta oyununun ki?ileri ve fasılları Karagöz oyunuylaPişekâr’ın birbirleriyle tanıdık çıktıkları tanışma büyük oranda benzerlik gösterir. Oyunun en önemli iki ki?isi konuşmasıyla başlar. Kavuklu ile Pişekâr’ın birbirinin sözlerini ters anlamaları bir gülmece oluşturur ki buna Kavuklu ile Pi?ekâr‘dır. Kavuklu, Karagöz oyunundaki Karagöz’ün kar?ılı?ı, Pi?ekâr da Hacivat’ın kar?ılı?ıdır. Orta arzbâr denir. Arzbârdan sonra tekerleme başlar. oyununda da gülmece ö?esi, Karagöz oyunundaki gibi, yanlı? Tekerlemede Kavuklu, başından geçen olağan dışı bir anlamalara, nüktelere ve gülünç hareketlere dayanır. Oyunda olayı Pişekâr’a anlatır. Pişekâr da bunu gerçekmiş gibi çe?itli mesleklerden, yörelerden, uluslardan insanların meslekîdinler, sonunda bunun düş olduğu anlaşılır. ve yöresel özellikleri, a?ızları taklit edilir. Bunlar arasında Arap, Acem, Kastamonulu, Kayserili, Kürt, Frenk, Laz, Yahudi, Ermeni • Fasıl (Oyun): Oyunun asıl bölümü, belli bir olayın vb. sayılabilir. Orta oyununda kadın rolünü oynayan kadın kılı?ıcanlandırıldığı fasıl bölümüdür. Orta oyunu fasılları genellikle iki paralel olay dizisinde gelişir. Dükkân na girmi? erke?e Zenne denir. dekorunda gelişen olaylarda genellikle Kavuklu bir iş Kavuklu Hamdi ile Pi?ekâr Küçük ?smail Efendi, orta oyunununarar. Pişekâr’ın ona iş bulmasıyla olaylar gelişir. Dükkâna gelip giden çeşitli müşterilerle ilgili oyunlar önemli ustaları sayılır.
65 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
a
a
MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 66
fUSKA MAG
67 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
A MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG
T?YATRO PANDOM?M SANATI
Pandomim (Pandomima) en basit anlatımıyla sözsüz tiyatro oyunudur. Gösteri sanatının dallarından biridir. Kısaca "mim" olarak ifade edilir.
Pandomimde sanatçı, yüz mimiklerini, el-kol ve beden hareketlerini kullanarak temayı anlatmaya çalışır. Bir anlamda pandomim, evrensel bir tiyatro dili olarak kabul edilir. Milattan önceki dönemlerde Mim sanatının uygulandığı görülmüştür.
Mim sözcüğü, "taklit etmek" veya "temsil etmek" anlamına gelen Grekçe "mimeisthai" sözcüğünden gelir. Fransızca pantomime kökenli bir sözcük olan pandomim sanatı, Türk Dil Kurumu tarafından şöyle açıklanmaktadır: "Düşünce ve duyguları müzik veya türlü eşyalar eşliğinde bazen dansla, bazen de gövde ve yüz hareketleriyle yansıtmayı amaçlayan oyun, sözsüz oyun."
En ünlü pandomim sanatçılarına örnek olarak Marcel Marceau gösterilebilir. 1975 yılında Marcel Marceau “Kalbin Dili” (“Language of the Heart”) olarak adlandırılan pandomim sanatı ve kendi hayat ili ilgili kisa sessiz bir film yaptı.
Charlie Chaplin, Laurel ve Hardy, sessiz sinema döneminde bu türün ilk temsilcilerinden olmuşlardır. Ülkemizde de Taner Barlas Mim Tiyatrosu bu konuda etkinlik göstermiştir.
T
K s y s d s s a h y k f
İ
K k y O o
E
"Sessiz dil" pandomim, 17. yüzyıldan sonra, bale içinde de yer almaya başlamıştır. Oyunlar, Yeni Çağ ve yeni tiyatroyla beraber mistik konulardan uzaklaşıp gerçekçi dünyaya geçer. Realist akımlar ve akılcılık da bunu etkiler.
E d
Örnek bazı pandomim ifadeleri
E
Bir elin yürek üzerine konması "aşk" duygusunu ifade eder. Gözler üzerine yerleştirilen ellerin aşağıya dogru çekilmesi "gözyaşı" izlenimi verir Sıkılmış yumrukların baş üzerinde sallanması "öfke"yi anlatır; kolların çapraz olarak aşağıda tutulması "arzu"yu dile getirir. Ağzını ve gözünü kocaman açmak şaşkınlığı belirtir.
K b k y s y b b
69 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
T?YATRO
KUKLA SANATI
TİYATRO SAHİBİ VE YÖNETMEN OLACAKSINIZ
Kuklalar birer oyuncudurlar, oyundaki rollerine göre sıraya dizilirler. Sıraları geldiğinde birer aktör gibi rol yaparlar. Sizlerde bu yazıları okuduğunuzda kukla sanatçısı olacaksınız. Kuklalarınızı özenle sıraya dizeceksiniz. İnsanlar neşeli gösteriler seyrederken sizlerde hak ettiğiniz parayı kazanacaksınız. Kukla sanatçısı birçok etkinlikte en tercih edilenler arasındadır. Siz kendinizi bir tiyatro gurubu gibi hissederseniz başarılı olursunuz. Siz tiyatro sahibi, yönetmen ve başrolsünüz. Diğer oyuncularda kuklalarınız. Onları sevip özenle koruduğunuzda size faydalı olacaklardır.
İPLİ KUKLALAR
Kukla sanatında en bilinen modeller iple oynatılan kuklalardır. İpli kuklaların özelliklerinden en işe yarayanı insanın tüm yaptığı hareketleri yapmalarıdır. Otururlar, diz çökerler, uyurlar en önemli hünerleri oynarlar.
EL KUKLALARI
Ele geçirilerek oynatılan kuklalara el kuklaları denmektedir.
EĞİTİMDE KUKLA
Kukla sanatı ile eğitimin birleştirilmesinin ne zaman başladığını analiz edecek olursak çok ilginç bir cevapla karşılaşacağız. İnsanlığın var olduğundan beri yer yüzünde olan kuklalar bizim eğitilmemize katkı sağlamışlardır. Henüz biz bebekken “yemek yemediğimizde sen yemezsen kukla hemen yiyip bitirecek” dediklerinde hemen yemeye başlardık. Buna benzer onlarca eğitim bize kuklalarla verilmiştir.
MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 70
OPERA
DANS
BALE
PERFORMANS
fUSKA MAG
opera
73 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
bale
A MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG
dans
Happy Happy Together İlyas Odman - D22 it's Ok! - ikinciKat Karaköy
Hiatus - ikinciKat Karaköy
A 2 B
m¡longa - Zorlu Center Ana Tiyatro
DNA'm? Muhafaza Et Ruhumu Yeniden Bir Yaz Gecesi Rüyas? - Muhsin Doğursunlar - ikinciKat Karaköy Ertuğrul Sahnesi
75 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
S 1 K
fUSKA MAG
Aşk?m Kap?şmak 28 Nisan 2014 21:00 BKM Mutfak Sahne, İstanbul
gösteri
Enver Aysever'le Ayk?r? Kumpanya 02 May?s 2014 20:30 Trump Kültür ve Gösteri Merkezi
Atalay Demirci - Kel Alaka Sema Töreni 08 May?s 2014 Perşembe 20:30 11 May?s 2014 17:00 Büyükçekmece Belediyesi Atatürk Kültür Galata Mevlevihanesi Müzesi Merkezi
Sunay Ak?n - İki Kitap Bir Heves 16 May?s 2014 KKM Gazanfer Özcan S.
Demet Tuncer - Kaytan Dudak 14 May?s 2014 Çarşamba Garajİstanbul
KA MAG FUSKA MAG
FUSKA
fUSKA MAG
bale
77 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
bale
A MAG FUSKA MAG FUSKA MAG
fUSKA MAG
dans
TANGO: Aşkın ve Tutkunun Dansı
‘
Burak Koyuncu
G
Tango, aşkın ve tutkunun dansı... Bu tanımı hepimiz ne Arjantin'in sokaklarında ilk çıktığı dönemlerde ayıplanan, hor görülen bir dansmış tango. Büyük şehre kadar çok duymuşuzdur kimbilir? Gerçekten de insanların kafasında bu tarzda çağrışımlar yapar TANGO alışamamış göçmenler sıkıntılarını, hüzünlerini atarlarmış bu dansla sokaklarda. Daha sonra ise kelimesi. Tango çok farklı bir danstır çünkü; asil, salonlara girmiş tango ve tüm dünyaya yayılmaya ağırbaşlı, kimi zaman öfkeli, kimi zaman ateşli, başlamış, Buenos Aires'ten yola çıkarak. Tabii ki vazgeçilmez ve tutkulu bir danstır insanların tutkusu, hüznü, yaşanmışlığı, anlamı, güzelliği, öfkesi, kafasında... Her insan, az çok bu kelimeleri kullanır "Tango"'yu tanımlarken. Kimileri içinse Al Pacino'nun hırçınlığı da artmış giderek ve artmaya devam ediyor. Kadın Kokusu filmindeki dansıdır "Tango" denildiğinde Artık, dünyanın her yerinde, "Milonga Gecesi" denilen gecelerde her gün yüzbinlerce, milyonlarca insan akla gelen... tango yapıyor. Peki, hemen hemen herkesin ortak olarak kullandığı İçeriden gelen tango müziğini duyup giriyorsunuz. kelimelerden oluşan bir tanımı varken, herkesin Girdiğiniz yer bir balo salonu da olabilir, bar da tangoyu tam olarak tanıdığı yargısına varmak doğru mü? Tabii ki hayır. Arjantin'in ara sokaklarında doğan ve olabilir, dört duvarla çevrili küçük bir stüdyo da tüm dünyaya hızla yayılan bu dansı kaç kişinin yakından olabilir. Asıl önemli olan, içeri girerken duyduğunuz o tanıdığını tahmin edebilmek çok zor. Ancak, ilginç bir müzik. Ve o müzik eşliğinde dans eden onlarca şey var ki; bu dansı çok yakından tanıyan insanların da insan...Oturacak yer arıyorsunuz önce kendinize, köşede bir yer buluyorsunuz. Ve sandalyenize "Tango" kelimesi için yaptıkları tanım, az önce oturmanızla kalkmanız bir oluyor. O muhteşem müzik, bahsettiğimiz tanımla çok fazla benzeşiyor. Yani, basınızı döndürmeye yetebiliyor gelir gelmez. Bir tangoyu sadece bir filmin bir sahnesi olarak bilen bir insanla, bunu yaşam biçimi olarak benimsemiş bir insan şarkı bitiyor; ama dansınız devam ediyor. Evet, ikinci şarkı da bitti. Bu sırada dans ettiğiniz insanla tanışma aynı tanımı yapabiliyor: Aşkın ve Tutkunun fırsatı buluyorsunuz. Diğer şarkı başlayınca konuşma Dansı...Fakat, arada çok önemli bir fark var. Tangoyu tanıyan, anlayan ve yaşayan insan, kesinlikle bu tanımı kesiliyor ve yakalıyorsunuz ritmi birlikte. Derken dördüncü, beşinci parçalar...Parçaların sayısı artıyor, çok fazla inanarak, yürekten yapıyor. Diğer insan ise sadece etrafta bu kelimeyle ilgili duyduğu kalıplardan farklı insanlar, farklı duygular, hüzün, aşk, öfke, dolayı bilinçaltına işlemiş ve kafasındaki çağrışımlardan kıskançlik, sevgi... Yine dört ayak olmuşsunuz, ve tek beden... oluşturduğu bir tanım yapıyor.
Yerinize döndüğünüzde saatlerin geçtiğini görüyorsunuz, ama aldırmıyorsunuz. Oturmaya gelmediniz ki! Etrafınızdaki kimse oturmaya gelmedi. Herkes, hayatın zorluklarını, sıkıntılarını, yapılması gereken işleri, vs. unutuyor orada. Orada yeni bir hayat başlıyor. Aşk, tutku, nefret, öfke, hüzün, kin, sevgi yeniden canlanıyor orada. Daha önce hıç görmediğiniz bir insani sadece bir bakışınızla kaldırabiliyorsunuz dansa. Ve birlikte vuruyorsunuz müziğin "pam"larına, basınız dönene dek, sarhoş olana Pugliese denilen bir adamın parçası çalıyor plakta... Ritmi içinizde duyabiliyorsunuz. Ayağa kalkıyorsunuz vedek... adımlarınız kendiliğinden takip etmeye çalışıyor ritmi. Ve sonra...Tango bir tutku oluyor hayatınızda. Vazgeçilmez oluyor O sırada karşınızda iki ayak daha buluyorsunuz. Dört aşk oluyor...Kapılıp giderseniz bu aska, ömrünüz boyunca ayak - tek beden oluyorsunuz ve bırakıyorsunuz yaşıyorsunuz tüm tutkusunu, hüznünü, tüm güzelliğini ve kederini... Kapılmama ihtimaliniz var mı peki? Kesinlikle, hayır!!! kendinizi müziğe... Kalbinizin atışı oluyor içinizden Adımlarınızı müziğe kaptırmaya başladığınız andan itibaren kurt gelen "pam" sesleri... Ve adımlarınızı bu seslere ulma ihtimaliniz hiç yok... Çünkü bu, TANGO: aşkın ve uydurmanın keyfiyle sarhoş oluyorsunuz... tutkunun dansı...
Tangoyla gerçek anlamda tanışana kadar, benim de kafamdaki tanım aynıydı. Bu tanım, o zamana kadar en sık rastladığım tanımdı çünkü. Beni en çok şaşırtan şey işe, tango yaşamımın bir parçası olmaya başladığında bu tanımın ne kadar da isabetli bir tanım olduğunu çok daha iyi anlamam oldu. Artık, bu tanımdaki kelimelerin anlamını daha iyi anlayabiliyorum. Tangonun başlı başına bir aşk, bir tutku olduğunu hissedebiliyorum...
79 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
dans
‘AN’ lar … Günce Yöney
e 1,5 ay kadar önceydi, çok sevdiğim hakem arkadaşlarımdan biri ile beraber oturuyorduk yarışmanın birinde, arada, kahve molasında ...
a
Geçmişteki o 'AN'dan geriye dönünce piste takıldı bu sefer gözüm, ısınmalar sürüyordu. İlk Canberk ile Selin'i seçti gözlerim; bana yakın tarafta antremanlarını yapıyorlardı, ileriye doğru bakınca Erhan ile Seda'yı gördüm... Onları görünce yeniden 7 sene öncesine gidiverdi aklım.
Derin bir sessizlikten sonra dedi ki; "Böyle geliyoruz gidiyoruz yıllarca bir sürü yarışmaya, zaman-mekan anlamını yitiriyor, hangi yarışma kiminleydi, neredeydi, nasıldı her şey siliniyor zamanla. Sadece ‘AN’lar kalıyor Sene 2007... Ankara, Tunus Caddesi'nde bir kafe... geriye, sadece o yarışmaya ait bir ‘AN’’ varsa özel olan, İstanbul'lu bir arkadaşım var o sene Ankara'da uzun dönem askerliğini yapan... Onun askerden arda kalan, o zaman hep hatırlıyorsun o yarışmayı, gerisi ise benimse İstanbul'daki antremanlardan arda kalan birbirinin aynı..." Dinledim sadece, bulunduğumuz zamanlarımda aynı kafede oturup hayaller kuruyoruz. yarışma ile ilgili bir ‘AN’ hatırladı sanırım diye O Seda ile başlamayı planladığı dans kariyerini düşündüm... kafasında canlandırıyor, bense o hafta antremanlarda yapabildiklerimi ya da yapamadıklarımı onunla paylaşıyorum. Dansa ait ümitlerimi, ümitsizliklerimi, hayallerimi... Masada bizim ile beraber 2 eski dostum 5 Nisan 2014, Danimarka-Aarhus... Avrupa daha... Şampiyonası ...
Başhakem dedi ki bizlere, hakem masası salonun sol köşesinde, oradaki, masada oturacaksınız bütün gün... 'Code of Conduct'a dikkat!!! Konuşmak yasak, telefon yasak, kıpırdamak yasak...
O gün bugündür bir askerlik arkadaşım vardır benim, hala 'Tertip' deriz birbirimize Erhan ile... Kararlılığın, yılmaz iradenin ve yüksek konsantrasyonun örneğidirler benim için Seda ile...
Gittim, oturdum, başladım beklemeye yarışmanın başlangıç saatini... Dalmışım tabi, her şey yasak olunca kendisi ile kalıveriyor insan... Salonun sağ köşesine takıldı gözüm, çiftlerin piste çıkacakları köşeye, dansçılara baktım, sonra 7 sene öncesinde bir 'AN'a gitti aklım ister istemez...
'AN'a geri dönüyorum, yeniden bakıyorum...
Sene 2007, aylardan Nisan, Avrupa Şampiyonası 2007... Gününü tam hatırlayamıyorum ama İsmet'in r, doğumgününden ya 1 ya da 2 gün sonraydı, öncesinde kendisine stüdyoda yaptığım kutlamadan dolayı aşağı yukarı tahmin edebiliyorum. Ya 13 Nisan'dı ya 14 Nisan...
Milli Takım değişmiş, ben hakem olmuşum, aynı salondayız... Yıllar önce hayaller kurmuşuz, gerçek olmuş...
Türkiye'deki danssporunun 17 sene öncesinde komple bir hayal olduğunu hatırlıyorum sonra... Nerelere geldik diye düşünüyorum. Her yaş kategorisinde ülkemizi temsil eden çiftler, madalya getiren sporcuları yetiştiren antrenörler, dünyadaki turnuvalarda dans eden çiftler, Uluslararası hakemler... Yüzüm gülüyor...
MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 80
fUSKA MAG
dans
HER ?EY SWISS HOTEL’? N BAHÇES?NDE BA?LADI…! Alper Alakut
Aslında her şey bir 94 baharında başladı. Tıpkı bugünlerdeki gibi sıcak bir bahar günü, akşamüstü...
Rengarenk giyinmiş çok hoş bir kadın o zamanlar Akatlar’da çalıştırdığımız film kulübünden içeri girdiğinde orada olan herkes bir an için konuşmaları kesip kadını izlemeye koyulmuştu.
B L y O y n d B a T h
E g k a b
Z p v A Kasetleri çoğaltırken ekranın başından bir an olsun b b ayrılamadığımı hatırlıyorum. Tropikal adalarda çekilmiş çeşitli dans görüntüleri vardı hepsinde. Dansd Showları, yarışmaları, partiler... Hepsi de açık havada, b
deniz kenarında ya da güneşli yeşilliklerin dekorunda B çekilmişti. Müzikler çok güzeldi, ve danslar ise b kesinlikle çok eğlenceli. İnsan seyrederken bile g enerjisi yükseliyor içinde tuhaf bir mutluluk hissediyordu. Ve o güne kadar çok aşina olmadığımız g a O ise bu bakışlara çok alışkın bir tavırla filmlerin olduğu bir ritimler vardı o şarkılarda, o danslarda. a bölüme değil benim yanıma gelerek “şu vhs kasetleri a çoğaltmak istiyorum, ne kadar sonra alırım acaba?” diye Ertesi gün kasetlerini geri almaya geldiğinde ilk sormuştu. İşte Türkiye’yi Latin dansları ile tanıştıran sorum bu görüntülerin nerede çekildiği İ kadın ile ilk karşılaşmam böyle oldu. oldu.“Curacao” dedi. “O benim geldiğim ada, g Karaipler’de çok güzel bir yerdir. Çok özlüyorum Ve aradan geçen 20 senede olanlara bazen ben bile orayı. Tavsiye ederim, bir gün fırsatınız olursa gidin ö inanamıyorum.. oraya ve benim için de bir Daiquiri için ve dans edin.”g ö “Peki, bu danslar..?” dedim. Ş Kasetlerin içinde ne olduğunu sorduğumda ise “benim geldiğim adadan bazı dans görüntüleri, onları çoğaltıp “Oooo, onlar benim geldiğim yerin dansları, yapması d d öğrencilerimle ve dostlarımla paylaşmak istiyorum. Çok çok zevkli, seyretmesi bile çok eğlencelidir. H eğlenceli danslar, isterseniz siz de kendinize birer tane yapabilirsiniz,” demişti gülümseyerek. Öğrenmek isterseniz ben buraya çok yakın bir yerde d bu dansları öğretiyorum, beklerim ,” diyerek kartını b i Onu görmeyeli çok uzun seneler oldu ama onunla ilgili verip geldiği zariflikle süzülerek ayrıldı. Kartı L aklıma gelen ilk şey hep ama hep gülümsediği idi. masamın yanındaki mantar panoya iliştirip o r Hoşuna gitmeyen bir şey ile karşılaşsa bile hafifçe zamanlar yeni aldığım Compaq pc de ICQ ile c gülümser ve oradan usulca uzaklaşırdı. Hep zarif ve oyalanmaya devam ettim. g rengarenkti. Hem karakter hem de görünüş olarak.
81 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA
fUSKA MAG
dans
Bugünkü feysbuk, tivitır’ın 90 lı yıllardaki dedesi idi ICQ. Logosu tıpkı giden kadın gibi rengarenk bir çiçekti ve o İşte Avilene ile tanışmam o şekilde oldu ve ondan sonra gerçekten de büyülü bir yolculuğa çıktık birlikte. Hikaye yıllar için çok yeni bir şeydi, hepimiz için.. uzun, mekanlar farklı, bazılarını ben bile bugün hayal meyal O yıllar diyorsam, cep telefonlarının henüz hayatımıza hatırlıyorum. yeni girdiği ve her biri takoz gibi üstüne üstlük bir de neredeyse kendi boyları kadar antenleri olduğu İlk aklıma gelen Swiss Hotel’in altında eski Juliana’s dönemlerden söz ediyorum. Disco’nun yerine açılan Türkiye’nin ilk Latin Dans barı , Birden kartı mantar panodan alıp üzerindeki telefonu sonra onun Dolmabahçe sarayına bakan, ağaçlar arasındaki aradığımı hatırlıyorum. yazlığı, oradaki püfür püfür ortamda haftada 2 kere yaptığımız “Havana Breeze,Dance Nights (bu ismi sanırım Telefon bir bale okuluna aitti ve o kadın dediği gibi Meto bulmuştu). haftada 3 gün orada ders veriyordu.
Mekanlar demişken, Avilene ile yolculuğumuz 90lı yılların sonuna kadar devam etti. Ders verdiğimiz parti yaptığımız mekanlar değişti, ama birlikteliğimiz hep sürdü. Hatta birlikte TV programlarına,söyleşilere bile katıldık, ekranlardan seyircilere danslar konusunda bilgi verdik, örnekler gösterdik.Ve O bir gün aniden ülkeyi terk edip ait olduğu topraklara gitmeye karar verdi. Kimseye veda bile etmeden. Hem şaşırmış, hem de üzülmüştük. Ama yapacak Zamanında Renç Koçibey, Serdar Bostancı gibi ünlü ralli bir şey yoktu, öyle istemişti. pilotlarına ait olmuş, yarışlara girmiş, o günlerde ise bir Hikayenin devamı ise Carlos Paz ve Adriana ile tanışmamız ve sonrası ; kim bilir belki de bir başka yazının konusu... video kulübün evlere kaset servisinde kullanılmakta. Ve şimdi bu satırları yazarken aklıma hep o mekanlar, o Arada Renç gelip hasret gidermekte “biz zamanında bununla Porsche’ları, Lancia Martini’leri geçtik, aman iyi resimler, o isimler geliyor; daha sonra Divan otelinin bak Süper Türk Canavarıma” demekte. En son Formula1 altında 2.si açılan şimdinin Kalamış’taki Meto’nun Murphy’s Dance Bar’ı, Etiler’deki Kekik, Levend’de Escobar’ın de Ford standında numunelik görmüştüm o ilk arabamın garajındaki o küçücük ama Çarşamba akşamları dersten benzerini, bir daha da görmedim. sonra düzenlediğimiz o unutulmaz partilere ev sahipliği yapan Los Locos, Kuruçeşme’deki Qbanas, ITÜ’nün Bale okuluna gittiğimde ise soyadı benim gibi Alper olanbahçesindeki Mimoza,Ceylan Interconti’nin Roof Bar’ı , City bir hanım karşıladı beni ve birkaç stüdyonun içinden Lights... geçerek o rengarenk kadının ders verdiği stüdyoya Swiss Hotel Murphys’de Pazar günleri tüm gün yapılan o götürdü. Hiç unutmam, içinden geçtiğimiz her stüdyoda workshoplar : Avilene ile birlikte verdiğimiz Salsa, Merengue, Cha Cha Cha , Çetin Cengiz ile Ayşegül Betil’in ayrı bir ders verilmekteydi ve ben kadının hızlı hızlı adımlarının aksine elimden geldiğince yavaş yürüyüp o verdiği Arjantin Tango, Avusturya Lisesi’nin hocası Kinzel’in verdiği Viyana Vals dersleri... atmosferin tadını çıkarmaya çalıştığımı hatırlarım.
En yakın ders ise ertesi gün akşamdı. O gün neredeyse geçmek bilmedi. Ertesi gün ise sabırsızlıkla film kulübünün kapanış saatini bekledim ve akşam olunca arabama atlayıp yola koyuldum. Arabam dediysem o da bir başka alem, şimdi kim bilir var mı hala o arabalardan ; 2 kapılı bir Anadol STC-16.
Ve o simalar: bir gün önce sabaha kadar çalmasına rağmen ertesi gün erkenden yatağından kaldırılıp derste çalmak zorunda olduğu için hepimize söylene söylene gelen mekanın yakışıklı DJ’i Mehmet, bütün kızların dans etmek için sıraya girdiği o uzun, gür saçları ile Erman, partiye gelmesini sabırsızlıkla beklediğimiz güzel tekstilci kadın Yonca, o partilerin en renkli en eğlenceli ve kesinlikle aramızda en güzel dans eden siması İmu (Allah rahmet eylesin) ,hep güler yüzlü Ethem, Merengue hastası Cezmi, aramıza sonradan katılan ama o unutulmaz Hammam açık hava partilerinde dans ettiğinde hayranlıkla seyrettiğimiz Aytunç, Küba’da aylarca yaşadıktan sonra bizi Küba stili Salsa ile tanıştıran, Alegria’da benim DJlik yaptığım gecelerde ilk siyasi temalı koreografileri hazırlayan Koray, Latin danslarının öğretildiği stüdyoya girdiğimde ise o hoş, o internette Salsa’nın kalbini tutan, daha o günlerde TV de rengarenk kadın gülümseyerek yanıma geldi ve elimi sıktı. İlk dans yarışması yapma fikrini bize veren , Cumhuriyet cümlesini ise bugünkü gibi hatırlarım : “hoş Kupası’nın isim babası Besim, ve Müge, Yasemin, İdil, Nil, geldiniz,geleceğinizi biliyordum.” Binnur, ve Arzu,ve Seride…. ve kim bilir şimdi ismi aklıma gelmeyen daha kimler,kimler...
İçinden geçtiğimiz stüdyolarda 10-15 kişilik küçük gruplar değişik dersler yapmaktaydı. Latin dansları öğretilen kocaman stüdyonun hemen bitişiğinde ise genç yakışıklı bir eğitmen 3-5 kişiye Tango öğretmekteydi. Şimdi düşünüyorum da eğer o eğitmen bugün orada ders veriyor olsa acaba sadece 3-5 kişi mi gelirdi o derslere, yoksa o stüdyo yeterli olur muydu ders için? Herhalde stüdyoda en az 100 kişi olur, onun 2 misli kişi de dışarda kapının önünde eğitmenin çıkmasını beklerlerdi. Çünkü o genç eğitmenin ismi Halit Ergenç idi ve o günler bugünkü gibi popüler değildi.
AG FUSKA MAG FUSKA MAG 82
fUSKA MAG
83 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSK
fUSKA MAG
MAG FUSKA MAG
FUSKA MAG 84
fUSKA MAG
85 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSK
fUSKA MAG
MAG FUSKA MAG
FUSKA MAG 86
EDEBIYAT
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)