Öncelikli bilgi ne demektir nasıl seçilmelidir

Page 1

1

ÖNCELİKLİ BİLGİ NE DEMEKTİR? NASIL SEÇİLMELİDİR? Prof. Dr. Ali Demirsoy1

Bir türlü bitmeyen tartışma Eğitildiğim 20, çocukları eğittiğim 45 yıl boyunca, eğitimin her kademesinde Türkiye’nin gündeminde eğitimle ilgili tartışma hiç eksik olmadı. Herkes ve her yönetim kendine göre bir yöntem ve yol haritası çiziyordu. Bu nedenle eğitimimiz yaz-boz tahtasına döndü. Gerçekte bir insanın yetişmesinde, kazandırılması gereken asgari bilginin miktarı ve çeşidi ne olmalıdır sorusuna yanıt bulmak gerçekten zor mudur sorusuna verilecek

yanıtta:

Eğer

dogmaya

saplanmışsanız

zor;

evrensel

düşünüyorsanız kolay. Bilime ve ilime konu olan her alanın bilinmesi ve öğrenilmesi saygıdeğerdir ve gereklidir. Fakat insan ömrü sınırlıdır ve özellikle eğitim süreci içerisinde kişiye ve dolayısıyla topluma en yararlı bilginin öğretilmesi için, önceliklerin doğru saptanması eğitim stratejisinin başarısını belirler. Bu bilgiler, her ne kadar iç içe olsa da, öncelik sırasına konduğunda, kademelerle, öncelikle: 1)- Kişinin bireysel kimliğinin ve becerilerinin geliştirilmesine yönelik ve bununla ilişkili olarak kendi sorunlarının çözümüne yönelik, yani kişiye yönelik bilginin verilmesi; buna bireysel sorun çözme yeteneğinin geliştirilmesi de denebilir. 2)- Evrensel sorunları çözmeye yönelik, evrensel bilgi verilmesi; buna toplumsal ya da ortak sorun çözme yeteneğinin geliştirilmesine ilişkin bilgi verilmesi de denebilir. 1

Bu yazı, yazarın Son İmparatora Öğütler (Bilim Toplumu) adlı kitaptaki bilgilerin geliştirilmesi ile hazırlanmıştır.


2

3)- Bulunduğu toplumu diğer toplumlardan ayıran, yani toplumlara davranış, düşünce, inanç ve amaç bakımından farklılık kazandıran, toplum (ortak) kimliğinin kazanılmasına yönelik bilgilerin verilmesi şeklinde yürütülürse yararlı olabilir.

Tanımı doğru yapmalıyız; bir devletin sorumluluğunun sınırlarını çizmeliyiz Bireysel kişiliğin kazanılması, doğumdan başlar; ailenin, çevrenin ve eğitici topluluğun etkinlikleriyle şekillenir. Önemlidir; fakat şimdilik konumuzun dışındadır. Toplumsal kimliğin kazanılması ise biraz önce değindiğimiz gibi, her topluma özgü, gelenek görenek, dini, sosyal ve folklorik değerlerin öğretilmesidir. Bu bilgilerin örgün eğitimde ağırlıklı olarak verilip verilmemesinin; eğer verilecekse hangi ölçülerde verilmesi gerektiğinin; tek tip bir eğitimin yararlı olup olmadığının tartışılması yararlı olacaktır. En önemlisi, acaba, devletin temel eğitim görevleri arasında bu üç kategoride toplanmış olanların yeri ve ağırlığı ne olmalıdır? Eğitim sürecini bitirmiş bir kişi dünyanın neresine giderse gitsin, gittiği toplumda gerek duyacağı bilgileri öncelikle edinmiş olmalıdır. Böyle bir eğitimin içeriği bulunduğu toplumda ayrıcasız herkesin gerek duyduğu bilgiler ile dünyanın herhangi bir toplumunda herkesin ayrıcalıksız gerek duyduğu bilgiler olmalıdır. Bu bilgiler devletin desteği altında verilmelidir. Devletin sorumluluğu bu sınırlar içinde olmalıdır. Ancak bir bireyin bulunduğu toplumdaki her bireyin gerek duymadığı, başka bir toplum içinde yaşamaya kalkıştığında da kullanmaya gerek duymadığı bilgileri, biz buna ilmi öğreti diyelim (din öğretisi başta olmak üzere örneğin azınlık geleneklerine yönelik eğitimin), mali giderleri aileleri tarafından karşılanmak kaydıyla verilmesi doğru olacaktır. Böylece birinin


3

nasıl bir kimlikle yola devam edeceğine başka biri ya da devlet karar vermemiş olur. Aksi takdirde eğitim süreci içerisinde devletin, daha doğrusu egemen olan siyasi partinin dayatması ile tek tip kimlik kazandırılır. Böylece farklı kimlik kazanmak isteyen karşılığını öder. Evrensel bilginin kazandırılması ise devletin görevi olarak kalır.

Devletin görevi, bireyin kimliğini ve becerilerini geliştirme, kendini ve evrenin yapısını anlamaya yönelik bilgileri öğretme, kendini ifade edebilme yeteneğini geliştirme ve dünyanın neresinde olursa olsun, hangi toplumla birlikte yaşarsa yaşasın, karşılaşacağı sorunları çözmeye yönelik becerileri kazandırmak olmalıdır.

Öncelikli ve gerekli bilgi nedir? Öncelikli ve gerekli bilgi, her yerde, aynı koşullarda, tekrarlandığında aynı

sonucu

veren,

toplumsal

kimliğine

bakılmaksızın

herkesin

gereksinmesi olan ve en önemlisi, duruma göre ve yeni bilgilere göre geliştirilebilecek bilgiye verilen addır. Öncelikli bilgi, kullanılan bilginin ve becerinin hem temel taşını oluşturması hem de o bilgi ve becerilerin geliştirilmesini sağlayabilmesi olduğuna göre bu bilginin eğitim süreci içerisinde kazandırılması devletin aslı görevi olmalıdır. Aslında çocuğunuza verilecek öncelikli ve gerekli bilginin ne olduğunu şöyle bir sınama ile öğrenebiliriz. Diyelim ki birileri çocuğunuzun yakın bir gelecekte farklı ve niteliği şu anda bilinmeyen bir ortamda yaşamanı sürdürmesi zorunda kalabileceğini söyledi; ona göre çocuğunuzu hazırlayın diye öneride bulundu. Bu ortam bir çöl de olabilir, bir ada da olabilir, vahşi bir orman da olabilir, sanatın ya da sosyal işlevlerin yoğun olduğu bir ortam da olabilir, teknik bilginin geçerli olabileceği bir ortam da


4

olabilir. Bu durumda bu çocuğa öncelikle din bilgileri ve geçmişinizde sık sık anlatılan öyküleri mi öncelikle verirsiniz, yoksa yeni ortamda kendini kurtaracak bilgileri ve becerileri mi verirsiniz. Birinci paketteki bilgiler şu anda bulunduğunuz toplumun dışında size hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle tutucu toplumlar evrensel insanlar yetiştiremedi. Binlerce şarkı ve türkü öğretseniz bile, sadece bu şarkı ve türküleri söyleyen bir toplumun

dışında

kişi

hiçbir

şey

yapamayacaktır.

Ancak

nota

öğretirseniz, nereye giderse gitsin bir başkasına eşlik edebilecektir. Buradaki evrensel bilgi şarkıların güftesi ve bestesi değil, notanın kendisidir. Fizik, kimya, biyolojinin yasa ve ilkelerini, dili ve tarih ya da diğer bilimlerin öykülerini değil de ilkelerini öğretirseniz o kişi her ortamda ayakları üzerinde durabilecektir. Buna şöyle bir karşılık verebilirsiniz: Efendim hem bizim dediklerimizi öğrensin hem de bunları. Bu şu demektir: Siz zamanın ne demek olduğunu bilmiyorsunuz ya da zamanı doğru değerlendiremiyorsunuz. Çünkü birim zamanda birim bilgi edinilir. Bir adım önde koşan da ödülü alır; üstünlüğü sağlar. Eğer siz gençlerinizi dünyanın her yerinde geçerli olmayan bilgileri öncelikle vermeye yönelmişseniz, onların ayağına pranga bağlamışsınız demektir. Korkarım ki 4+4+4 eğitim sistemi, yaklaşıma bakılırsa, böyle bir şey; öncekiler de farklı değildi…

O zaman verilmesi gereken öncelikli bilgi ne olmalıdır? Bizim burada esas değinmek istediğimiz konu, bir insanın bireysel ve toplumsal kimliğini geliştirebilmesi ve ileride karşılaşacağı sorunları çözebilmesi için eğitim dediğimiz süreçte "evrensel bilgi olarak" nelerin öncelikle öğretilmesi gerektiğidir? Bu öncelikli bilgilerin neler olduğu verildikten sonra, bireysel kimlikten ve toplumsal kimlikten anlaşılması gereken şeyleri ortaya koymak ve kimlikle ilgili yanlış uygulamaların


5

doğurabileceği sonuçlar konusunda bir yorum eklemek kaçınılmaz olacaktır. Bugünkü bilgilerimizin ışığı altında, birçok bulguyla da desteklenen yaygın görüşe göre, bugünkü evrenin yapılanması, bundan yaklaşık 13,7 milyar önce, farklı madde parçacıklarının egemen olduğu ve farklı fizik yasalarının geçerli olduğu, bugünkü kimya ilkelerinin henüz oluşmadığı bir evrenden, başlıca proton, nötron ve elektrondan oluşan atomik yapının egemen olduğu ve Newton doğal yasalarının (hız, zaman, kütle ve enerji) geçerli olduğu evrene dönüşmesi ile olmuştur. Böylece bir cm 3, dünya koşullarında milyarlarca ton gelen ve sıcaklığı milyarlarca santigrat derece olan bir ana kütle ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla, büyük bir olasılıkla, hiçbir canlının bir daha yaşayamayacağı böyle bir evren ötesinde fizik ve kimya ilkelerinin oluşmadığı bir dönem olduğu ve canlı yapısını doğrudan ilgilendirmediği için, bizim temel bilgi havuzumuzun içerisinde yer almasına gerek yoktur. Bu evrede egemen olan oluşum ve yasaların incelenmesi; ancak çok dar bir alanda uzmanlaşmış bilim adamlarının yaklaşması gereken bir konudur. Bu ana kütlenin genişlemesini izleyen ilk üç saniyede, ondan sonra oluşacak her canlının ya da cansızın temel yapısını oluşturan fizik ve kimya yasaları oluşmuştur. O halde, evrenin herhangi bir yerindeki bir yapıyı ya da olayı ya da bir kişinin tırnağının ucuna kadar ortaya çıkan olay ve yapıları anlamak ve yorum yapabilmek için bu yasaların öncelikle bilinmesi kaçınılmazdır. Bu yasaların neden böyle olduğunu tartışmak da büyük bir anlam ifade etmeyebilir. Çünkü var olan her şey, hatta düşünce sistemimiz, bu yasaların ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Tanımadığımız, bilmediğimiz ve bugün yorum dahi getiremeyeceğimiz yasaların egemen olduğu bir yapılanma da olabilirdi; o zaman da farklı oluşumlar ortaya çıkardı ve biz o günkü geçerli olan yasalarla ortaya çıkmış olan yapılanmayla bugünkü durumumuzu yine


6

hiçbir zaman tam anlayamazdık; bugünkü yasaların egemen olduğu bir evreni de kurgulayamazdık. Bu durumda biz bu evrenin yasalarına tabi olduğumuz için öncelikle bu evrenin yasalarını öğrenmekle yükümlüyüz. Irkı, inancı, yaşadığı yerin coğrafik konumu, ait olduğu toplumun geçirmiş olduğu tarihsel süreci ne olursa olsun her birey öncelikle bu doğal yasaları öğrenmelidir. Güçlü olan sayıca kalabalık kitleler değil, eğitimli kitlelerdir (Kung-Fu-Tse = Konfüçyüs).

Matematik, fizik, kimya niye? İlk üç saniyeden sonra, galaksilerin, yıldızların ve (eğer yaygınsa) uydu sistemlerinin oluşumuyla ortaya çıkan bazı kural, ilke ve genelleştirmelere tanık olmaktayız. Bu oluşumların her biri, bir canlının dolayısıyla bir insanın oluşumuna şu ya da bu şekilde katkıda bulunmuştur. Dünyaya kadar geldiğimizde, evrendeki her oluşumun, canlıların ortaya çıkmasında ve özellikle bu şekilde ortaya çıkmasında, yani sonucu etkileyecek biçimde katkıları olduğunu görürüz. Örneğin, güneşimiz, disk şeklinde bir galakside yer almasaydı ya da bu büyüklükte olmasaydı, örneğin dünyamız güneşten bu kadar uzakta olmasaydı ya da bir Ay'ımız olmasaydı, bugünkü yapıda bir canlının oluşması mümkün olamazdı. O halde düşünen bir canlı olarak, evrenin çocukları olduğumuza göre, atalarımızı ve onu oluşturan güç ve yasaları tanımamız kadar doğal bir şey olamaz. Bu nedenle astronominin temel ilkelerini öncelikli bilgi olarak öğrenmeliyiz. Canlılığın dünyada oluşması, zaman içerisinde çeşitlenmesi ve gelişmesi için var olan yasa ve işleyişlerin bilinmesi de, şu andaki yapı ve davranış biçimimizin anlaşılması ve gelecek için sağlıklı yorumların


7

yapılması için kaçınılmazdır. Bu dünyanın kucağında oluşup geliştiğimize göre, bu dünyayı oluşturan fiziksel ve kimyasal ilke ve genelleştirmeleri tanımak

ve

onların

soyut

kavramlarla

anlaşılmasını

sağlayacak

matematik bilimini öğrenmek zorundayız. Bu bilgilerin öğrenilmesi, bir kişinin anasını ve babasını tanımayla eş anlama gelir. Bu öğreti, bu öğretiyi alan kişilere evrenin herhangi bir noktasında gerekli olan bilgilerin edinilmesini sağlar. Bu nedenle matematik, fizik ve kimya evrensel bilgi olarak "düşünen ve bilen insanım" diyen, sağlıklı yorum yapmak isteyen herkesin bilmek zorunda olduğu öncelikli bilgilerdir. Bu bilgiler olmadan diğer bilgilerin üretimi hemen hemen olanaksızdır. Bu bilgileri verecek düzenlemeleri yapmak da devletin kaçınılmaz görevidir.

Biyoloji öğretisi niye öncelikli bilgi olmalıdır? Bu fiziksel ve kimyasal yasaların denetimi altında, yalnız dünya koşullarına bir uyum olarak ortaya çıktığı açıkça görülen, canlılık ve bununla ilintili olarak insanın yapı ve işleyişini tanıma, belki birinci dereceden öğrenilmesi gereken; fakat anlaşılabilmesi için daha temel bilgilere (matematik, fizik, kimya ve jeolojiye) gerek gösteren canlı bilimi, yani biyoloji, ikinci öncelikle öğretilmesi gereken bilgidir. Bu bilginin alınması, bireyin kendini ve çevresini tanımasını, geçmişini bilmesini, geleceğini tahmin etmesini sağlar. Sosyal

olaylarda

birbirine

taban

tabana

zıt

görülen

birçok

yapılaşmanın ya da akımın, dini öğretinin neden olduğu sorunların haricindeki diğer birçok sorunun temelinde, biyoloji bilgisinin yoksunluğu hemen göze çarpar. Çevre sorunlarından tutun gelir paylaşımına, göç olgusundan tutun sağlık sorununa, yeteneksizler tarafından yönetilme yakınmalarından tutun temel hak ve özgürlüklerin tanımına kadar hemen tüm uyuşmazlıkların ve sorunların temelinde, bu kavramları topluma


8

yerleştirmeye

ya

da

uygulamaya

çalışanların

biyoloji

bilimindeki

yetersizliklerinden kaynaklanan yanlış yönlendirmelerin yattığı hemen görülecektir. Biyolojideki en basit ilke ve bilgilerin kazanılmasıyla, bugüne kadar kader ya da sosyal sürecin sonucu olarak oluştuğu varsayılan olumsuzlukların ortadan kaldırılması zor olmayacaktır. İnsanlığın bugüne kadar acılarla kıvranmasının kökünde neden biyoloji bilgisi eksikliğinin yattığı düzgün bir eğitim sürecinde hemen anlaşılacaktır.

Neden biyoloji bilimi hep arkadan geliyor? Biyolojinin yaygın öğretimde insanlığın hizmetine olması gereken şekilde girememesinin iki temel nedeni vardır: Birincisi biyolojik olayların açıklanmasında daha önce kazanılması gereken bilgi olarak, matematik ve özellikle fizik ve kimyadaki gelişmelerin belirli düzeye ulaşamaması, dolayısıyla, kolaya kaçmaya yatkınlık ilkesinin doğrultusunda, bu karmaşık sistemin açıklanmasının meta-bilimlere (özellikle dini öğretilere) devredilmesi; ikincisi ise biyolojideki öğretinin, insanları en kısa ve kolay yoldan düşünmeye yönlendirmesi, yaratıcılık gücünü ve sorgulama yeteneğini artırması nedeniyle, o güne kadar inanç duygusu üzerinde sömürü düzeni kurmuşların çıkarlarının tehlikeye düşme korkusudur. Dolayısıyla çağdaşlığa adım atma, düşünen ve sorunları çözme yeteneği artırılmış insan yetiştirme, biyoloji eğitiminin doğrusal bir fonksiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Birçok gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkede (örneğin Hindistan, Pakistan vb) matematik ve fizik bilimlerinin belirli bir gelişmişlik düzeyine ulaştığını görmemize karşın, tutucu idari sistemlerin baskısı ile biyolojideki gelişmeler istenen düzeyde olmamıştır.


9

Türk Milli Eğitim Bakanlığı'nın özellikle 1980 darbesinden sonra fizik, kimya ve biyoloji derslerini örgün eğitimde seçmeli yapmasını, bilinen hiçbir bilimsel mantıkla açıklamak mümkün değildir. Kaldı ki biyolojiye ayrılan süre, din derslerinin bile gerisinde tutuldu. Bu uygulamanın, çağdışı yönelmelere zemin hazırlaması kaçınılmaz olacaktı (öyle de oluyor). Bu uygulamanın Türk insanının sorun çözme yeteneğini büyük ölçüde düşüreceği biliniyordu (son 30 yıl içerisinde hangi sorunumuzu çözdüğümüzü bir düşünün!). Daha lüks yaşama çözülen sorun olarak düşünülüyorsa; “tatlı tatlı yemenin acı acı s… olur” özdeyişinin ne anlama geldiğini bir süre sonra ne yazık ki anlayacağız.

Sonuç olarak bireye, kendini, çevresini, evrenin yapısını tanıtan, evrenin ya da dünyanın herhangi bir noktasında karşılaştığı sorunları çözmeye yardımcı olan, yeni durumlar karşısında çözüm üretmeyi sağlayan, zaman içerisinde geliştirilebilen, yenilenebilen, üzerine ek yapılabilen ve en önemlisi, inancı, dini, ırkı, dili, yapısı ne olursa olsun diğer tüm insanlarla, düşünen varlıklarla ve hatta diğer canlılarla iletişimde, uyuşmada ve anlaşmada ortak bir dil yapısı kazandıran her öğretinin konusu "Öncelikli Bilgi" tanımı içine girer. Bu öğretiden, yanlışlıkla, bugün sadece fen bilimleri denen bir bilgi kümesi anlaşılmasın. Yazarın kendisi biyolog olduğu için, örnekler özellikle fen bilimlerinden seçilmiştir.

Fen bilimlerinin dışındaki verilmesi gereken öncelikli bilgiler Evrensel bilginin içine, doğanın temel yasaları içinde yer almamasına karşın, örneğin, her türlü müziğin ortak bir dille anlaşılmasını sağlayan bir nota bilgisi; ekonomideki bir arz-talep eğrisi ya da sosyal bilimlerin


10

tümünde veri toplama tekniği ve değerlendirme yöntemleri vs.de girer. Bu bilgiler de her yerde ve her zaman aynı sonucu verecek şekilde kullanılabilir, "yani evrensel bilgidir". Evrensel bir yapı olarak tanımlanmamış olsa bile, bir insanın kendi resmi ve ana dilinde, kendini en iyi ifade edebilecek, düşüncelerini en yalın şekilde yansıtabilecek, söyleneni ya da yazılanı anlayacak bir dil eğitimini edinmesi de devletin vermesi gereken öncelikli bilgi eğitimi içinde yer almalıdır. Hatta gittikçe küreselleşen dünyamızda egemen olan diller başta olmak üzere her çeşit dil eğitiminin verilmesi de kişinin ufkunu genişletmeye önemli katkılarda bulunacaktır. Şu an ülkemizde geçmişte ve şimdiki eğitim uygulamaları ne yazık ki bu anlatılanlara zaman zaman şeklen uymuş gibi görünse de özü itibariyle hiç bir zaman uymamıştır. Toplum fen bilimleri açısından neredeyse özürlü denecek kadar bilgiden yoksundur. Her gün bir yenisini aldığımız alet edevatın arkasında, altında Volt, amper, om, watt gibi yazıların bulunduğu delikler bulunmaktadır. Önce kendinize sonra çevrenize sorunuz bu yazılar ne anlama geliyor diye… Gıdalarımızı artık neredeyse hazır kutu ve şişelerde ya da paketlerde alıyoruz. Üzerlerinde birçok yazı var. Televizyonlarda duyduğumuz birkaçının haricinde hangisi hakkında bilgi sahibiyiz? Sokaklarda genel kültür üzerine yapılan bazı röportajlar, toplumumuzun bilgi düzeyi açısından ürkütücüdür. Durum böyle iken, 1982 Anayasası ile eğitim sistemimize sokuşturulan mecburi din eğitimi ve daha sonra büyük tepkilere karşın yasalaşan 4+4+4 eğitim modeline monte edilmiş “Kur’an-ı Kerim ve Peygamberin Hayatı” adlı seçmeli-zorunlu iki ders ile eğitimdeki öncelikli bilgi belirlenmiş gözükmektedir.

Yanlış tanımlanan şeyin doğru sonucu olmuyor


11

Aslında çarpıklık ta 1970’li yıllardan geliyor. İmam Hatip liseleri imam yetiştirmek üzere 1924 yılında açılan 29 okulla eğitim dünyamıza giriyor. Daha sonra bu okulların başına epeyi iş geliyor; sayıları ikiye kadar üştüğü oluyor. Din istismarcılığının pirim yaptığı 1970’li yıllarda sayı gereksinimin çok üstüne çıkarılıyor. O güne kadar ülkenin imam gereksinmesini karşılamak üzere kurulmuş okullar olarak tanınıyor. 22 Mayıs 1972’de yayımlanan bir yönetmelikle, İmam Hatip Okulları ortaokuldan sonra 4 yıl eğitim veren bir meslek okulu haline getirildi. 1973 yılında, o güne kadar İmam Hatip Okulları olarak anılan okullara İmam Hatip Liseleri (İHL) adı verildi. Doğrularınızı bir defa yanlış üzerine kurarsanız, çorap söküğü gibi yanlışlar birbirini izlemeye başlar. Meslek dendiğinde dünyanın her yerinde, herkesin gereksinmesi olan bir işi ustaca yapan bir iş alanı olarak anlaşılır. Torna tesviyeci, elektronikçi, ağaç işleri, motor ustası, elektrikçi ve onlarca meslek grubu dünyanın neresine gidilirse gidilsin okuduğu okuldaki bilgisini ticari anlamda da, diğer toplumlara yardım anlamında da kullanabilir. Pek ala böyle bir okuldan mezun bir imam Müslüman ülkelerin haricinde (o da çok kuşkulu; birçok Müslüman ülke bunları kesinlikle resmi olarak kabul etmeyecektir) nerede çalışabilir, iş bulabilir ki onları meslek lisesi yaptık. Çarpıklık burada başlıyor. Çünkü İmam Hatipler bizim arka bahçemizdir diyen zihniyet, kendi kalıbına göre insan yetiştirmenin yolunun bu liselerin güçlendirilmesinden geçtiğini açık açık beyan etmişlerdi. Sonuçta, 1997 muhtırası ile dini akımların önünü kesebilmek için İmam Hatip Liselerini etkisiz hale getirelim derken, meslek liselerini2 de aynı kategoriye sokarak sanayinin en çok gereksinme duyduğu ara eleman yetiştirilen okulların da önünü kapattık. Gözümüz aydın, yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Orta eğitimde Milli Eğitim Bakanlığımız aslında Mesleki-Teknik Eğitimi özendirmekten hep uzak durmuştur (www.ulugbay.com/blog_hikmet/?p=266). 2


12

yeni düzenleme ile “güya seçmeli ders adı altında” verilecek derslerin niteliği beyan edilince, 4+4+4 eğitim sisteminin ülkenin tümüne şamil edilecek adı gizlenmiş imam liseleri projesi olduğunu, ülkenin tümünün arka bahçeye çevrilmenin yolunun açıldığını çok yakında göreceğe benziyoruz…

Perşembenin gelişi çarşambadan belli olurmuş… 2012 Nisan 5 gününü 6 Nisana bağlayan saatlerde sunucu Mehmet Ali Birand’ın Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ile bir televizyondaki söyleşisinde yapılan açıklamalar birçok yönüyle ürkütücüydü denebilir. Bakanın 4+4+4 eğitim sistemini ile ilgili açıklamaları, aslında arka plandaki niyetleri beklenenden daha açık bir şekilde ortaya koydu. Bu söyleşide zihinlerde kalan önemli noktaları bilmekte geleceğimiz açısından

yarar

var

(konuşmanın

akışı

bu

yazıda

bire

bir

yansıtılamamıştır; bazı yerlerinin mealen verilmesi zorunlu olmuştur). 1. Bakan Ömer Dinçer’e göre ilk dört yıldan sonra öğrenciye seçme şansı

verilecekmiş

(demokratik

eğitimin

gereğiymiş).

Böylece

öğrencilerin geleceğine yön verecek en önemli bir kararı alacak olgunluğa ulaştığı varsayılıyor. Hâlbuki yasalar bile –ne yaptığının bilincine tam ulaşamadığını düşünerek- 18 yaşına kadar bir kişinin işlediği suçları hemen hemen cezalandırmıyor ya da cezada indirim uyguluyor ve vereceği kararları her zaman geçerli kabul etmiyor. 2.

İkinci

dörtlük

dilimde

zorunlu-seçmeli

Kuranı

Kerim

ve

Peygamberimizin hayatı ders olarak okutulacakmış. Diğer seçmeli dersler listeden kalksa bile, bu iki ders her nedense seçmeliler listesinde hep kalacakmış. Demokratik bir eğitimde dersler seçilebilmeliymiş. Acaba böyle bir mantıkla uygulama genişletilirse, matematik, fizik, kimya ve biyolojiyi kaç kişi alır? Eğitimde herkesin keyfine bırakılamayacak


13

temel bilgilerin alınması esastır. Bunun demokrasiyle ya da insanın özgürlüğüyle bir ilişkisi yoktur. 3. Mehmet Ali Birand: “Kuranı Kerim dersini kim nasıl okutacak “diye soruyor. Bu kadar âlimin bir türlü anlamada zorlandığı Kuranı Kerimi bu gençler hemen anlayabilecek mi? Türkçe mi okuyacaklar yoksa Arapça mı? Bakan: Arapça dersini ayrıca isterse alabilir; ancak kuran okumak için Arapça öğrenmesi gerekmiyor. Bakan gözümüzün içeni bakarak pişkin bir şekilde açıklamaya devam ediyor: Kuranı Kerimi anlamadan okuyacaklar (bir Eğitim Bakanının bir dersi anlamadan öğretilmesini savunması belki de ilk defa bizde gerçekleşti). Ezberci eğitime karşı çıkanlar demek ki bizi hep yanıtmışlar. En iyi eğitim meğer ezber eğitimi olmalıymış. Bakan: Elif be ile başlayacak ve Arapça harflerle anlamadan okuyacak. Birand soruyor: Kuran

okumanın

koşulları

vardır.

Abdest

alacaksınız,

başınızı

örteceksiniz, şunu yapacaksınız bunu yapacaksınız. Bunlar da yapılacak mı? Bakan: Başlangıçta gerek yok, çünkü ilk olarak okumayı sökecek; ancak liseye geldiğinde gereğini yapacak. Yani bunun açılımı başını da örtecek, abdest de alacak. Bakan: Şu anda aldığımız kesin bir karar yok. Mehmet Ali Birand: Bu dersi almayanlar mahalle baskısı ve çevre tarafından dinsizlikle suçlanmayacak mı? Bakan: Böyle bir tehlike var; ancak alacağımız tedbirlerle bunu önlemeye çalışacağız (!!!). Şu anda aldığımız bir karar yok. 3. Mehmet Birand soruyor: Bu kadar seçmeli ders yazıldı da verecek adam var mı? Hıristiyanlar bile Protestanlık, Katoliklik, Ortodoksluk diye birbirinden ayrılmış; ayrıca Süryanisi, Zerdüşti; Müslüman olmalarına karşın temel farklılık gösteren Aleviler ayrı ders almak isteyecekler. Bunları veren hocalar var mı, yetiştirdiniz mi? Bakan: Böyle bir kadro yok, yetiştirilmeleri için uğraşacağız (sanki boyacı küpü, daldırıp


14

çıkaracaklar). Birand: Önerdiğiniz eğitim bu sene başlayacağına göre, ülkenin her tarafına dağılmış olan bunca okula nasıl öğretmen bulacaksınız? Bakan: Bulunmadığı zaman açılmış olanlara kayıt olabilirler. Anlaşılıyor ki, şu anda yıllarca Sünni görüşe göre yetiştirilmiş 300.000 imam hatip ya da ilahiyat mezunu, bu öğretmenlikler için önceden hazırlanmış. Cihada çıkma zamanı da gelmiş görünüyor. Herkes Sünni inanca göre eğitime hazır olsun. Birand: Her okulda farklı dinden sadece birkaç öğrenci varsa, bunların her birine öğretmen vermeyi nasıl sağlayacaksınız? Yoksa hepsi zorunlu Müslümanlık eğitimi mi görecek? Bakan: Böyle bir şey olamaz; ancak şu anda bir karar vermiş de değiliz. 4. Mehmet Ali Birand: Çocuklar ayrı okullarda mı eğitim görecekler yoksa birlikte karma mı okuyacaklar? Bakan: İlk eğitimde çocuklar eşeysel olarak bir diğerinin cinsiyet olarak tam farkına varmadığı için karma olabilir (olacaktır demiyor, olabilir diyor!!!); ancak liseye geldiğinde eşeysel olarak farklılaştıkları için dini geleneğimiz gereği ayırmayı düşünüyoruz. Şu anda bir karar vermiş durumda değiliz. 5. Mehmet Ali Brand: Dini eğitim uygulama da gerektirebilir. Bunun için ne yapmayı düşünürsünüz? Bakan: Şu anda düşünmedik; ancak gerekirse kutsal mekânları bu uygulama için düşünebiliriz. 6. Mehmet Ali Birand: Bu seçmeli derslerin içine oldukça geniş bir kitleyi ilgilendiren Kürtçeyi neden zorunlu-seçmeli dersi koymadınız? Bakan: Yasalarımız buna izin vermediği için koyamadık. Mehmet Ali Birand: İyi de istediğiniz yasayı bir oturumda hemen çıkardığınıza göre, bununla ilgili yasayı çıkaramaz mıydınız? Bakan: Cevap yok. Mehmet Ali Birand üstü kapalı olarak bazı soruları sormaya devam ediyor: 28 Şubat kararının acele alınmış ve alt yapısı hazırlanmamış bir dayatma olduğunu hep söylüyorsunuz. Ancak üç dört ay sonra


15

başlayacak böyle bir eğitime, ek binası, eğitim programı en önemlisi öğretmeni olmadan başlamanızın da 28 Şubat dayatmasından ne farkı var?3 Birçok soruya daha karar vermedik, daha düşünmedik dediniz. Bakan: Biz bunları hep düşündük, aksatmadan yapacağız (!!!). Belli ki bazı şeyler aksatılmadan yerine getirilecek, ancak bu çocuklarımızın eğitimi olmayacak.

Bu ülkenin önemli kurullarının aldığı kararlar sonunda bir partimizin çarpıtması ile dayatma olarak politika dünyamıza sokuldu Biraz önce değindiğimiz televizyon görüşmesinde, gerek sunucu gerekse bakan 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu Kararını bir dayatma olarak sundular. Hâlbuki kesintisiz eğitim için bu bu ülkenin yetkili makamları defalarca karar almıştı; hatta bunların içinde bugün AKP partisinde milletvekili olarak çalışan ve geçmişte Milli Eğitim Bakanlığı yapanlar bile var. Geçmişte kesintisiz 8 yıllık eğitimi sunanların, bugün bunu darbe olarak nitelendirmeleri siyasilerimizin niteliklerini ortaya koymaktadır. Şu andaki bakanın da bütün bunları bilmiyormuş gibi konuşması ibret vericidir. Öyleki: Aslında 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kararı bir dayatma değil, daha önceki yıllarda defalarca alınmış kararların uygulamaya sokulması için bir uyarıydı. Kesintisiz eğitimin geçmişi bir zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı yapmış ve önemli kararlara imza atmış Sayın Hikmet Uluğbay’ın

yazılarında

çok

(www.ulugbay.com/blog_hikmet/?p=266).

iyi

analiz

Uluğbay’ın

edilmiştir yazılarından

anlaşıldığı kadarıyla:

28 Şubat kararının bir dayatma olmadığı, daha önce alınan kararların uygulamasını devreye sokmak için yapılan bir uyarı olduğu Milliğ Eğitim Bakanlığı da yapmış olan Sayın Hikmet Uluğbay’ın yazılar ında aç ıkça anlaşılmaktadır (www.ulugbay.com/blog_hikmet/?p=266). 3


16

Sekiz yıllık zorunlu ve kesintisiz eğitimin ilk adımının, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel döneminde (28 Aralık 1938 – 5 Ağustos 1946) 19 Haziran 1942 tarihinde çıkarılan 4247 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilatı Yasasına göre öğrenim süresi 8-9 yıla ulaşabilen 258 Köy Bölge Okulu açılması ile atıldığı söylenebilir. Anılan Yasa’nın 13 üncü maddesi şu hükmü içermekteydi; “Köylerde her yıl eylül ayının sonuna kadar altı yaşını bitirmiş olanlar, ilkokula ve ilkokulu bitirdikten sonra, daha yüksekokullara devam etmeyenlerden on altı yaşını tamamlamamış bulunanlar varsa bunlar da birinci maddede yazılı meslek kurslarına devama mecburdurlar.” Diğer bir kaynakta da, “2-10 Aralık 1946 da toplanan III. Millî Eğitim Şurasında, ortaokul öğretmen ihtiyacının karşılanması için Bakanlıkça düşünülen yeni önlemler Şura gündeminin ana fikrini oluşturmuştur. Bu Şurada, ilkokul ve ortaokul amaç ve görev bakımından bir bütünlük içinde düşünülmesi gerektiği ve aynı pedagojik ilkelerin, uygun program ve yöntemlerin benimsenmesi zorunluluğu savunulmuş, adeta ‘Sekiz Yıllık Okul’ düşüncesi çoğunlukla kabul edilmiştir” ifadeleri yer almıştır. Ocak 1961 tarihinde çıkarılan 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun getirdikleri: 1961 tarihli bu yasanın 3 üncü maddesi şöyle idi; “Mecburi ilköğretim çağı, çocuğun altı yaşını bitirdiği yılın Eylül ayında başlar, 14 yaşını bitirip 15 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.” Görüldüğü üzere, ilköğretimin 7-14 yaş arasındaki sekiz yılı kapsayacağı yasa ile daha 1961 yılında, diğer bir deyişle 50 yıl önce öngörülmüştü. 14 Haziran 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun getirdikleri: Bu yasa, 22 inci maddesi ile, “Temel eğitim genel olarak 7-14 yaşlarındaki çocukların eğitimini kapsar.”


17

16 Haziran 1983 tarihinde çıkarılan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun Bazı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanunun getirdikleri: “İlköğretim, 6-14 yaşlarındaki çocukların eğitim ve öğretimini kapsar. İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.” Yapılan değişiklikle ilköğretime

başlama

yaşı

7

yaştan

6

yaşa

inmiştir

(www.ulugbay.com/blog_hikmet/?p=266). Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Tansu Çiller’in Birinci Hükümetinde Millî Eğitim Bakanı (24 Ekim 1993-5 Ekim 1995) olarak görev yapan Bakan Ayaz’ın 21 Aralık 1993 tarihli bu Raporundan: Zorunlu eğitim süresinin 8 yıla çıkarılması, okullaşma oranının plan hedefleri doğrultusunda % 80 olarak gerçekleştirilebilmesi, okul yapımına daha çok ödenek tahsisini zorunlu kılmaktadır. 20 Aralık 1994 günü TBMM’ne sunulan Rapor’da aynı Bakan şu açıklamayı yapmıştır; “8 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına geçebilmek için yoğun bir çalışma başlatarak alt yapının hazırlanması amacıyla ilköğretim okullarının yaygınlaştırılmasına önem ve öncelik verdik. Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Tansu Çiller’in İkinci ve Üçüncü Hükümetlerinde Millî Eğitim Bakanı olarak görev yapan (5 Ekim 1996-28 Haziran 1996) Bakan Turhan Tayan’ın, Rapor’un sunuş konuşması içinde, “8 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına geçebilmek için yoğun bir çalışma başlatılmış, zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasını öngören kanun tasarıları hazırlanmıştır. Şu anda AKP milletvekili olan bir zamanların Refah Partisi Millî Eğitim Bakanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam’ın TBMM’ne sunduğu 1997 yılı Bütçe Raporunda (henüz 28 Şubat kararı alınmadan, TBMM’ne 16 Aralık 1996 günü) şu madde yer almaktadır: Öğrenim programları ile ders kitaplarını 8 yıllık bir bütünlük içerisinde soyut, gereksiz ve


18

geçersiz bilgilerden arındırarak bilime, çağa ve ülkemiz ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemek (www.ulugbay.com/blog_hikmet/?p=266). Görüldüğü gibi birbirinden farklı hükümetlerin bakanları, hatta şu anda AKP’nin köken aldığı Refah Partisinin yetkilileri, hatta şu anda AKP içinde milletvekili olarak bulunan eski bir bakanın raporunda bile 8 yıllık kesintisiz eğitim gündeme getirilmişti. Bu karar askerlerin kararı değildir; eğitim kurumlarının çeşitli defalar almış olduğu bir karardır. Ancak bir atasözümüz vardır: “Ben seni yiyeceğim; ama ne söyleyeyim de yiyeyim”

Evrensel olarak kullanılmayacak bilgi niye orta eğitimde verilir? Bu yeni düzenlenen süreçte edinilen dini bilgilerin bizim dışımızdaki toplumlarda kullanma şansı hiçbir zaman olmayacaktır. Yeni bir bilgi kazanılmasına da yardımcı olmayacaktır. Din simsarlarının önemli bir aracı olacaktır. Hele kininizi unutmayacaksınız diye başlayan bir söylemle bu yönlendirme tezgâha konmuş ise yazık olacak bu topluma. Böyle bir öğretinin insanı evrensel doğrularla yoğuracağı fikri işleniyor. Hatta vekillerimiz ateistlerden insana hayır gelmez diyerek –cahilliğini sergilerken- son noktayı bile koyuyor 4. Ancak bugün Nobel Ödülü alanların yarıdan fazlasının, sanatkârların, önemli ticaret erbabının, bilim dünyasına önemli katkıda bulunanların bizzat kendi ağızlarından Ateist olduğuna ilişkin açıklamaları her nedense görmezlikten geliniyor. Şu anda suç oranının en düşük olduğu ülkelerin başında gelen İsveç’te Ateist olduğunu ilan eden insan sayısı toplam nüfusun %85’i, Japonya’da ise %64’dür; bu rakam 2006 yılı itibariyle Türkiye’de %2,5-3’dür. Tarihte Çoğu kez “dinsizlik” olarak bilinse de ateizm dinsizlik ile bir bir aynı şey değildir. Ateizm, a-teizim’dir, yani dini olmayan anlamına gelir; hâlbuki dine karşı olma Anti-teizm’dir; dolayısıyla ateizm dine karşı bir tepki koyar anlamına gelmez. Yaratıcı ve müdahale edici tanrıya inanma Teizm, yaratıcı; ancak müdahale edici Tanrıyı kabul etme Deizm; evrenin Tanrının kendisi olduğuna inanma Panteizm; Tanrının hem evrenin kendisi hem de öbür dünyanın sahibi olduğuna inanma ise Panenteizm’dir. Bu bilgi yöneticilerimizin bundan böyle cahil cahil konuşmaması için eklenmiştir. 4


19

Ateist olup da kitlesel katliam yapan birinin adını vermek hemen hemen olanaksız; ancak din adına katliam yapanların sayısını kitaplar almaz. Dinimizi daha iyi öğrenmek için bu dersler kondu deniyor. Hatta şu andaki en yetkili yöneticimiz: “Bunlar duvarda torbalı asılı duran kitaptan korkuyorlar,

açılmasını

istemiyorlar”

diyerek

önemli

suçlamalarda

bulundu. Torbada duran kitap ile okunup da anlaşılmayan kitap aynı şeydir. Bu çıkmazı ortadan kaldırmak, Kuran’ı anlaşılır bir kitap haline getirebilmek için 1940’lı yıllarda ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Kuran’ın hızla çevirisi yapılmaya çalışıldı. Ancak böyle bir aydınlanma, siyasi söylemi din olan partiler için belli ki önemli bir tehdit olacaktı. Bu nedenle Demokrat Parti 1950 yılında hükümetin başına geçer geçmez ilk icraatı Ezan’ı Arapça okutmak oldu ve gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Aslında birçok din bilimcisi, bizzat Kuran’ın ayetlerinde bile “bu kitabı okuyup anlayasınız” diye indirdim dediğini söylemektedir. Açıkça bu kitabın anlaşılması için araya bizzat kutsal kitabın kendisi bile birini koymamıştır. Öncelikli bilgi olarak eğitimde kendi dilini iyi kullanan ve okuduğunu anlayan bir nesil yetiştirdiğinizde hiç kimsenin açıklamasına gerek duymadan bu insanlar dinlerini okuyarak öğreneceklerdir. Aslında sorunun yanıtı açıktır: Bunca yıldır binlerce evliya, ermiş, mürşit, şeyh, hoca, hacı yetiştirmiş, yüz binin üzerinde ücret verdiği hocası, müftüsü, tefsircisi vs’si olan bir ülkede Kuran’ın yeterince anlaşılmadığı sonucuna varılmışsa burada çok tehlikeli bir yanılma ya da yanıltma vardır. Açıkça burada öngörülen öncelik, Kuran’ın ya da Peygamberin anlaşılması

gerekçesi

altına

saklanmış,

formatlanmış bir gençlik yetiştirmedir.

gelecek

için

beyinleri


20

Bu tarz öncelikli bilginin başımıza neler açacağını görmek için onlarca yıl beklemenize gerek kalmayacaktır. Yarım yüzyıldır “laikliğe karşı” gittikçe dozu artırılan girişim ve söylemler sonunda, halkımızın, üniversitelerimizin, kolluk kuvvetlerimizin, partilerimizin, adalet ve hukuk sistemimizi ve özellikle yöneticilerimizin stratejik yabancı dostlarının desteğinde yürürlüğe girmiştir. Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikli bilginin, nasıl ve kime hangi yoğunlukta verilebileceğini de gerekçeleri ile açıklamak gerekiyor. Bunun için, önce, bireysel ya da kişisel kimlik ile toplumsal kimliğin ne olduğunu, evrensel bilgi ışığı altında tanımlamak gerekir, Bir sonraki yazı (kimlik tanıtımı) bu konuları mercek altına alan bir sunum olacaktır.

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Sunuş yazısı Değerli Kardeşlerim Türk eğitiminin en önemli çıkmazı ve sıkıntısı, eğitmekle yükümlü olduğu insanlara vereceği öncelikli bilginin seçimidir. Ne yazık ki kısa vadeli çıkarlarımız için gençlerimizi evrensel insan olarak yetiştirmekten uzaklaştırıyoruz. Özellikle son yıllarda yapılan düzenlemeler kuşkuları daha da artırmıştır. Bunun acısını hem gençlerimiz hem de ülkemiz çekiyor; gelecekte daha da çok çekecektir. Bu yazıda uygarlaşmak ve küreselleşmek isteyen Türkiye’nin eğitim sorunu masaya yatırılmıştır. İlginize… Saygılarımla


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.