Bilimler akademisi

Page 1

1

TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ’NİN İBRET VERİCİ ÖYKÜSÜ “Kölelikten Bilgi göçüne”1

İnsanlar yerleşik düzene geçmeye başlayınca, ilk olarak karşılığı ödenmeden kullanılabilecek kas gücüne gereksinme duyuldu ve sonuçta kölelik kurumu doğdu. Milyonlarca insan bu kurumdan binlerce yıl acı bir şekilde nasibini aldı.

Kölelik ve sömürgecilik devri Kas gücü sömürüsü sanayi devriminin başına kadar sürdü. Sanayi devrimi ile birlikte, bir anlamda bilgi çağı başladı ve bilgili insanlara gereksinim duyuldu. Sanayileşmiş ülkeler gerek duydukları bilgili insanları bir taraftan kendi ülkelerinde yetiştirirken, diğer taraftan fakir ülkelerin sanayi ülkelerinin zenginliğine ulaşmak için, halklarının eğlencesinden, yiyeceğinden ve lüksünden keserek biriktirdikleri belirli bir finansman kaynağı ile yetiştirmeye çalıştıkları bilgili ve becerikli insanları avlama yollarını aramaya başladılar. Az sayıda da olsa, bin emekle yetişen bu insanlar, bir zamanların kölelik sistemini ve şimdilerde de sanayileşmeyi başarılı bir şekilde kullanan ülkelerin sömürüsünden kurtulamadı ve en bilgili ve yetenekli insanlar, kendilerine verilen daha iyi olanaklar nedeniyle, omuzlarında yükseldikleri halkları bir çeşit silkeleyerek bu yenidünyaya koştular. Fakir ülkelerde bin emekle yetiştirilen bu nadide insanların - çoğunluğu batılı olan ve sanayileşmiş ülkeler olarak adlandırılan ülkeler tarafından 1

Bu yazının önemli bir kısmı ilk baskısı 1994 yılında yapılmış olan, yazarın “Son İmparatora Öğütler” adlı kitabın 11. bölümünün “Bilgi Göçü ve Nedenleri” adlı kısmından yaralanılarak hazırlanmıştır.


2

modern tarzda - sömürüsü, bilim ve siyaset tarihine, "Beyin Göçü" olarak geçti. Böylece geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler, bir türlü bilim toplumu haline geçmeyi beceremediler ve gelişmiş ülkelerin uydusu olmaktan kurtulamadılar. Hatta gelişmekte olan (aslında geri kalmış) ülkelerin yöneticilerini bile açıktan (Afganistan, Tunus, Libya, Mısır, yakında Suriye) ya da dolaylı olarak (geleceğin yöneticilerinin ayaklarının dibine kırmızı halı sererek, onlara bazı olanaklar sağlayarak, ajanları ile ülke içinde çeşitli nifaklar çıkararak) seçilmesine katkıda bulunabilir (bu örnek size tanıdık gelebilir). Bu arada kas gücünün sömürüsü de belirli oranlarda devam etti. Örneğin, 20 yaşına kadar bu ülkenin kıt kaynakları ile yetiştirilen (beslenen) 3-5 milyon insan, hazır işgücü olarak Türkiye‘den Avrupa‘ya gönderildi ve o ülkelerin kalkınmasına önemli katkıda bulundu. Her iki durumda da ülkeden ayrılanlara, ana vatan parasal kaynaklarından önemli harcamalar yapar. Böylelikle bir zamanların geleneksel sömürü ve kölelik kurumu şekil değiştirmişti.

Atıflar devri İki binli yılların başında, insanların hem hamilelikten başlayarak yetiştirilmesi hem bir işte sürekli ikame edilmesi pahalı bir politika olarak görülmeye başlandı. Çünkü artık insanın kas gücüne de, bilgi üreten insanın vücuduna da gerek yoktu. Dünyanın neresinde olursa olsun, üretilmiş yeni bir bilginin sağılmasının ve bunun ticarete döndürülmesinin bir yolu bulunmalıydı. Bu yolun bulunması da gecikmedi, hem de bilimsel değerlendirme adına... Adına "Bilimsel Dergiler ve Bilimsel Atıflar" dendi. Konuya yabancı olanların anlaması için bu sözcüklerin ne anlama geldiğini biraz daha açmak gerekiyor:


3

Bir

araştırıcı

bir

çalışmasını

dünyaya

duyurmak

için,

çok

defa

sanayileşmiş ülkelerin tekelinde olan, periyodikler ya da bilimsel dergiler denen, belirli zaman aralıklarında, çok defa belirli bir konuda özelleşmiş dergilerde, usullerine uygun olarak "makale" adı altında yayınlar. Bu dergilerin, genellikle uzman kişilerden oluşmuş bir hakem ya da danışma kurulu vardır. Yayınlanmaya değer görülenler bu dergilerde yayınlanır. Böylece seçilim de sağlanmış olur. Böyle bir dergide yayınlanmış bir makalenin, başka araştırıcılar tarafından olumlu beyanlar yapılarak başka makalelerde kullanılması yani "atıf", yine sanayileşmiş ülkelerin denetiminde çıkarılan ve adına "Scientific İndex" denen, belirli zamanlarda çıkarılan bir seri kitapta toplanarak (şimdilerde internette) tüm dünyaya duyurulur. Birçok ülkede bilim adamlarının değeri, bilimsel

ciddiyetine

göre

gruplandırılmış

bu

dergilerde

yayınlanan

makalelerinin sayısına ve özellikle makalelerinin aldıkları atıfa göre yapılır. Buraya kadar anlatılanlar, bilimsel bir değerlendirme için gerçek tüm ölçütleri ve öğeleri kapsamaktadır. Bunları yapan bir insanın bilimsel erkinden kuşku duyulmaz. Doğru bir değerlendirmeyi içerir. Hatta bilim adamları haklı olarak, üstünlüklerini ve yeteneklerini belirtmek için, sık sık, "benim yabancı ülkelerdeki dergilerde şu kadar makalem, bu kadar atıfım var" demeyi bir adet haline getirmişlerdir. Bu sürecin, bir bilim adamının niteliğinin saptanması için, bugün kabul edilen en doğru değerlendirme yöntemi olduğu kuşkusuzdur.

Araştırma ticaret ilişkisi Fakat getirdiği sonuçlar bakımdan çok dikkatli bir gözlem yapılmazsa, geri kalmış olan ya da gelişmekte olan ülkeler açısından yine yeni bir hayal kırıklığına

neden

olur.

Özellikle

ülkemiz

bu

girdabın

içine

girmiş


4

görünmektedir. Bu anlatılanları anlayabilmek için ilk olarak bilim ile ticaretin ve hükümranlığın yakın ilişkisini göz önüne sermek gerekiyor: Dünyada "High Technology = Yüksek Teknoloji" olarak bilinen, esas para kazandıran ve üstünlük kurulan alanlarda aransa da yazılmış tek bir makale bulunamaz. Örneğin, radar dalgalarını absorblayan bir uçağı, süper hızla çalışan bir bilgisayarın yapımını, bir ilacın, hatta coca colanın içindeki esansın yapısını, bir tomografi ya da emar cihazının yapımını ayrıntısıyla açıklayan, bu şekildeki yüzlerce ve binlerce teknik bir aksamın özelliğini ya da yapısını herhangi bir dergide ya da bir makalede bulamazsınız. Bunların hepsi "Patent" adı altında ya korumalıdır ya da gelişmiş ülkelerin emri altındaki

kurumlar

tarafından

diğer

insanlarla

paylaşılmaması

için

açıklanmaz. Bunu da doğal karşılamak gerekir. Çünkü böyle bir başarıya ulaşmak için insanlar yatırım yapıp, riskler üstlenmektedir. Bu gün bir ilacın piyasaya çıkması için harcanan paranın 100 – 500 milyon dolar civarında olduğu söylenmektedir.

Fakir ülke için temel araştırma nedir, ne değildir? Fakat ticarete yönelik tüm bu çalışmaların gerçekleşebilmesi için öncelikle, görünürde hemen paraya dönüştürülemeyen; ama çok pahalıya mal olan temel araştırmaların da yapılması gerekir. Bu pahalı araştırmaları kim yapacak? Gelir fazlalarını kullanmak suretiyle bizzat ülkelerindeki bilim adamlarınca bu araştırmalar yapılmaktadır. Ancak uzun bir süreç ve pahalı bir yoldur. O zaman el atılacak en önemli kaynak, fakir ülkelerin bilimsel olarak iyi yetişmiş, akıllı; fakat ülkelerinin çıkarları açısından saf olan insanlar olacaktır. İşte “yabancı ülkedeki dergilerde yayın ve atıf histerisi” bu tezgâh için kurulmuştur. Ülkesinin o andaki gereksinmesini göz önüne almadan, çok yakın bir tarihte yatırım yapılması olanaksız olan ve planlanmayan alanlarda,


5

ülkesinin kaynaklarını kullanarak araştırma yapan, hatta yine ülkesinin kaynaklarını kullanarak sadece birkaç bilimsel makale yazmak için dış ülkelere gitmeye çalışan insanlar, bu yeni sömürü düzeninin aktörleridir. Elde ettikleri sonuçlar, çok defa, ülkelerinin herhangi bir kurumunda (TÜBA üyesi olma ölçütü hariç) kullanılamaz. Bunun dışında akademik unvan almak ve belirli kadrolara yapılacak atamalarda öncelik sırasını almak için de kullanılır.

Ülkenin ve bir bölgenin sorunlarını çözmek için yapılan araştırma ve yayınlar nasıl değerlendirilir? Bölgesel sorunlarla ve bir ülkenin sorunuyla ilgilenen dergiler, kural olarak, Scientific İndex'in tarama listesine girmez. Örneğin yüksek enerji fiziğinde ya da plazma fiziğinde (dünyadaki ülkelerin %90‘nın, önümüzdeki ilk 30 yılda, çok pahalıya

mal

olmasından dolayı,

yatırım

yapması

hayal

gibi

gözükmesine karşın) yayınlanacak her makale, kural olarak Scientific İndex'e girer; hâlbuki dünyanın %90'ının pençesine düştüğü erozyon sorunu konusundaki makalelerin hemen tümü bu “bilimsel sıfat takılan” dergilerin ilgi alanının dışında kalır. Dolayısıyla bu tip dergilerde makale yayınlayanlar, gerçek bilim adamı sınıfına girmez; akademik unvan alınmasında ya da kadroya atanmalarda bu çalışmalar ikinci hatta üçüncü sınıf muamelesi görür;

kişiye

sorunlarına

bir

üstünlük

sağlamaz.

anlamda

Kendi

ülkesinde,

yabancılaştırılır.

Araştırmaya

kendi

ülkesinin

ayrılmış

ülke

kaynaklarının yüksek teknoloji yapan ülkelerin temel araştırmalarına kaymasına neden olur. Sonuçta

dünya

sıralamasında,

örneğin

bilgisayar

teknolojisinde

Türkiye’de ilk 10 yılda ilk iki sıraya ya da biyoteknoloji konusunda ilk üç sıraya girecek gibi kurumsallaşmış bir bilimsel amaç ve hedef de ortaya konmadığı için, zamanla bu birikmiş bilimsel potansiyel de şu ya da bu


6

şekilde sulandırılır ve emekler havaya gider. Yanı başımızdaki İran’ın nükleer teknoloji geliştirmek için yarım asırdır çaba gösterdiğini biliyoruz. Burada çalışanların da yabancılar “aferin” desin diye güçlerini yabancı dergilerde yayın yapmaya ayırmadıklarını biliyoruz.

Ülkemizin (ve üniversitelerimizin) durumuna birlikte bir bakalım Son 50 yılda ülkemiz olanaklarıyla yabancı ülkelere doktora yapmak için gönderilmiş kaç kişinin geriye döndüğü ve hangilerinin doktorası ile ilgili konularda çalışmalarını sürdürdükleri, kaçının dönünce bir plan dâhilinde bir araya getirilerek bilimsel bir amaç için organize edildiğini araştırmak ilginç olacaktır ve büyük bir olasılıkla öğrenilecek sonuçlar bir hayal kırıklığına neden olacaktır... Bu atıf tezgâhı kurulduktan sonra, artık, yetişmiş kişilerin yabancı ülkelere gitmesine (göç etmesine), yani beyin göçüne büyük ölçüde gerek kalmamıştır. Çünkü beslenip, yetiştirilip, olanaklar sağlanıp, araştırma yaptırılan; fakat çalışmalarını sanayileşmiş ülkelerin gereksinmelerine göre yapan yeni bir hizmetkâr grubu oluşturulmuştur. Bu yeni sömürünün adı "Bilgi Göçü" dür. Hiçbir ödentisi ve rizikosu olmayan yeni bir kazanç yolu bulunmuştur. Bu yolla, günde, sadece Türkiye‘den yabancı ülkelere (özellikle Amerika'ya) 100 gigabaytlık bilginin aktarıldığı (hediye edildiği) tahmin edilmektedir. Bu, iyi yetişmiş 100 mühendisin bilgisine denktir. Sanayileşmiş ülkelerde, çıkan makale sayısı özünde çok daha fazladır. Bu durumda, geri kalmış ülkelerden gelişmiş ülkelere değil, gelişmiş ülkelerden geri kalmış ülkelere bilgi akıyormuş gibi görünür. Fakat bu makalelerin çok büyük bir kısmı, özellikle teknolojik üstünlük sağlayacak konularda değildir. Sağlayacakların hepsi gizli tutulur. Ancak eskiyen ya da rekabet gücünü yitirmiş olanlara ait bilgiler sızdırılır. Temel araştırmaların bir kısmının sunulmasında ise, en yeni bilgileri içerse dahi, hiçbir sakınca yoktur. Çünkü


7

birçok ülkenin, bu bilgiyi işleyecek altyapısı hazır değildir. Hatta bu teorik bilgiyi alıp, bir miktar daha katkı yapacak saf ülke sayısı da az değildir...

BEKLENEN OLDU: TÜBİTAK ve özellikle TÜBA kökten değiştiriliyor “Geleceği göremeyenlerin hep sorunu olmuştur” Ülkemizde bu bilgi sömürü eğilimini güçlendiren önemli yaklaşımlar da vardır. Örneğin TÜBİTAK bilim ödüllerinin önemli bir kısmı, sadece adı Türkçe olan; ancak ömrünü yabancı ülkelerde geçirmiş ve çalışmalarını orada yapmış olanlara; bir kısmı da çalışmalarının hemen hepsini Türkiye’nin olanakları ile ya da kendi olanaklarıyla yabancı ülkelerde gerçekleştirmiş olanlara verilmiştir. Bunların hepsi kuşkusuz değerli insanlardır ve bilimsel yetkinlikleri konusunda tartışma açmak dahi yersizdir. Fakat yanlış tanım ve yanlış seçimlerden yanlış sonuçlar çıkacağı için, böyle bir değerlendirme ölçütü, ülkemizde yetişmekte olan genç bilim adamlarının hedefinde –ülkemiz çıkarları açısından hiç de yarar sağlamayacak- önemli sapmalara neden olmuştur. Yeni yetişenlerde şu izlenim yaratılmıştır: Değerli

bilimsel

çalışmalar,

büyük

ölçüde

yabancı

ülkelerde

gerçekleştirilebilir ve ülkesel ve bölgesel sorunlarla ilgili çalışmalar değerlendirilmeye yeterince alınmaz. Buna göre tercihinizi koyun! Örneğin, yaşadığımız yüzyılın biyoloji çağı olacağı ve Türkiye'de yaşanan sorunların

%50‘sinden

fazlasının

biyoloji

biliminin

eksikliğinden

kaynaklandığı bilinmesine karşın, TÜBA (Türk Bilimler Akademisi)'nın ilk 82 asli, 17 yedek (asosye), 40 şeref üyesinden bir tanesinin bile biyoloji kökenli olmaması da, yön göstereceği varsayılan böyle bir akademinin ilginç bir yaklaşımını gündeme getirmektedir! Bilimde hedeflerin doğru seçilmesi gerekir. Yanlış anlaşılmasın ve örnekleme güçlü olsun diye TÜBA’nın en kalabalık grubunu oluşturan fizik


8

alanını seçelim. Örneğin TÜBA'da (Türkiye Bilimler Akademisi'nde) plazma fiziği, astrofizik ve matematiksel fizik çalışmaları yapan bilim adamları çoğunluktadır. Bu kişiler birey olarak hepsi değerli bilimsel kişilerdir. Bu insanların çoğunun çalışması yabancı bilim adamları tarafından “aferinle” ödüllendirilmiş olmalı. Türk bilim adamlarını bu değerlendirmeye katmak istemiyorum. Çünkü teorik çalışan birinin çalışmasını değerlendirebilecek başka (ikinci) bir fizikçi bu ülkede hemen hemen bulunmuyor; bu nedenle her halde iyidir demekle yetiniyoruz. Ancak, çoğunun ilgilendiği konu, Türkiye'nin önümüzdeki 50 yıl içerisinde yatırım yapacak konular gibi görünmemektedir.

Türkiye'nin

olanakları

ile

plazma

fiziği

ve

uzay

teknolojisine ulaşanlara, teorik açıdan teknik hizmet verilmektedir. TÜBA bugünkü yapısı itibariyle, Türkiye'nin sorunlarını, özellikle doğasının karşılaştığı

sorunları

çözecek

bileşimden

uzaktır;

yani

Türkiye'nin

sorunlarına yabancıdır; enerjisinin büyük bir kısmını, ileri teknolojiler kullanan insanların temel araştırmalarına katkı sağlayanlardan kurulmuştur ya da o görüntü verilmiştir. Acaba bu ülkenin sorunlarını kim çözecek? Biyolojik zenginliği tüketilen, doğası elden çıkan, üretim yeteneği hızla yitirilmekte olan bir ülkede, acaba “hangi araştırma alanı" öncelikli olacaktır? Doğal olarak bilimler akademisinin yapılacak araştırmaların önceliğini sıralama gibi bir görevi yoktur. Ancak vereceği sinyalle bunu sağlamalıydı. Bu sinyali verdi mi? Yirmi iki fizikçinin 20’si teorik fizikçi (diğer alanlarda da mantığın farklı olduğunu düşünmüyorum). Belli ki bu yapılanma tanıdık ağırlıklı bir yapılanma olmuş. Bazı uygulamaları ile bu kuşku güçlendirilmiştir. Örneğin 3 yıl önce, ilk defa, telif ve tercüme kitaplara, kurum içinde yapılacak değerlendirmeye göre ödül konmuştu. Koşul olarak da kitabın basılmış olması ve belirli bir süre eğitimde kullanılıyor olması getirilmişti. Ödüller kime verildi biliyor musunuz?


9

Tercüme kitaplarda henüz matbaa boyası kurumamış, büyük bir olasılıkla TÜBA’nın değerlendirme komisyonundan başka henüz hiç kimsenin eline geçmemiş bir kitap ile henüz basım aşamasına gelmemiş (taslak halindeki) bir kitaba ödül verildi. Doğal olarak bu ödülleri alanların TÜBA üyeleri ya da değerlendirme komisyonlarının üyeleri üzerinde çok olumlu (!) izlenimleri olmalı… Bu nedenle de TÜBA güdük kalmıştır; devlet bütçesi tarafından davet edilen ve çoğunluk sadece TÜBA üyeleri tarafından utanma pazarı dinlenen konuşmacılar haricinde, dişe gelir etkinliği hiçbir zaman olmamıştır. Bunu anlamanın en iyi yolu, bu yazıyı okumayla olmaz, küçük bir sınamayla öğrenilebilir. Örneğin 170 üniversitenin birkaçının santralına rastgele bağlanın ve santraldan da rastgele 3 öğretim üyesini bağlatın ve karşınıza çıkan o üyelere üç TÜBA üyesinin adını söyleyebilir misiniz diye sorun; bakalım üç TÜBA üyesinin adını bilen sayısı %1-2’yi geçecek mi? Kendi halkının gereksinmelerine yabancılaşmış bir kurum olmaktan kurtulamadı. Bu nedenle de öğretim üyelerinin hiç biri (oraya girmek için can atanlar hariç) TÜBA gibi bir kurumun varlığını yerine göre benimsemedi, yerine göre önemsemedi yerine göre umursamadı ve hiçbir zaman da gerekliliğine inanmadı. Çok şey beklenen TÜBA bu ülkeye hiçbir şey vermeden mecliste kanun hükmünde çıkarılan hayvancılık yasasının altına sırdan bir şeymiş gibi eklenen TÜBA ile ilgili kanun hükmündeki kararname ile daha karanlık günlere yelken açtı. Türkiye'nin sorunları ise, organize olmamış, hala bu ülke için çırpınan, duyarlı birkaç bilim adamının eline bırakılmıştı; hala da onların

avuçlarını

içinde.

TÜBA’nın

kadim

üyeleri

olayları

sadece

seyrederken, bilime ve Bilimler Akademisi’nin tarafsız ve özgür olmasına inanmış bir takım öğretim üyesi, yine de TÜBA için imza toplama kampanyasına girişmiş bulunmaktadır. Hükümet bu imzalara önem verecek olsaydı, başında TÜBİTAK, YÖK ve üniversitelere usulen de olsa bir fikir sorardı. Demek ki memurlarına sorma gereği duymamış…


10

TÜBA’nın görevi sadece önemli yayınlar yapmış olmak ve bugüne kadar başaramamış olsalar bile bilim dünyamıza yön vermek olmalıdır. En azından üye seçiminde bu bilim adamlarının hiç olmasa eşe dosta yazılmış Türkçe yazılmış bir iki mektubunun olmasına da bakılmalı; nede olsa şu anda temsil ettikleri bilimsel kuruluşun adı “TÜRK Bilimler Akademisi”. Türk kavramı, ırksal fiziki parametrelerle değil, sadece Türk dili ile tanımlanabileceği için, bu akademiye yapılacak en büyük katkı, bu dilin bilim dili olarak yerine almasını sağlamak olacaktı. TÜBA bırakın bu katkıyı, değerlendirme ölçütlerine bakılırsa, aksini yapmak için elinden geleni yaptı. O nedenle de hiç benimsenemedi… Özellikle fizik, kimya, biyoloji, matematik ve benzer temel alanlarda halkın gıptayla baktığı, çocuklarını bu konuda yetiştirmeye gayret ettiği bir modeli de yaratmalıydı. Herkes bu insanların ülkeye yararına bakıp, çocuğunu bu konuda yetiştirmek için çaba göstermeliydi. Öyle oldu mu? Üniversite giriş sınavlarında temel bilimlere tercih, neredeyse muhasebe yüksek okullarının düzeyine düştü. 2011 yılında galiba hiçbir öğrencinin tercih etmemiş olması nedeniyle Türkiye genelinde 22 Fizik ve benzer sayılarda diğer temel bilim eğitimi YÖK tarafından kapatıldı; diğerleri de yolda. Ülke sorunlarını göz ardı ederek yola devam etme sadece bizim ülkemizde mi görülüyor? Şu anda kaynağı net hatırlamıyorum; ancak Birleşmiş Milletlerin eğitimle ilgili bir biriminin yaptığı bir araştırma bunun geri kalmış ülkelerde yaygın bir salgın olduğunu gösteriyormuş. Öyle ki ülkeler bazında, bilim adamları sayısı ile çıkan makalelerin gruplandırılmış nitelikleri ayrı ayrı bir araya toplanmış ve karşılıklı iki sütün halinde düzenlenmiş. Birinci sütün çıkan yayınların kuramsal (teorik) ya da uygulamalı olup olmamasına göre düzenleniyormuş, ikici sütün ise bilim adamı başına düşen uygulamalı ya da teorik yayın sayısını veriyormuş. İkinci sütuna bakıldığında en geri kalmış ülkeden en gelişmiş ülkeye doğru yapılan bir sıralamada,


11

bilim adamı başına düşen teorik ya da o ülkenin sorunlarına ilişkin olmayan yayın sayısı, en geri ülkede en fazla görülüyormuş. Yani geri kalmış ülkeler nedense teorik alanlarda çalışma sevdalısı görünüyorlar. Bu sıralama bile bu ülkelerin bilim politikasının çarpıklığını göstermektedir. Yazmış olduğum “Son İmparatora Öğütler” adlı kitabımda yer alan "kısıtlı olanaklarda, öğretilmesi ve uygulanması gereken öncelikli bilginin seçilmesi, bilimsel düşüncenin bizzat kendisidir" sözcüğünden ne anlamak gerektiğini sayın okuyanların takdirine bırakıyorum... Bilgili adamlar yetiştirmek, bir ülkenin esenliği için tek başına yeterli olmaz; onları, zamanında gerektiği yerlerde kullanmak gerekir.

Bütün bunlardan “Kullanamadığımız evrensel bilgiyi yaygınlaştırmanın ve üzerinde çalışmanın yararı yoktur” gibi bir anlam da çıkarılmamalıdır. Aksine, bu bilgilere yakın olmak er ya da geç bize üstünlük sağlayacaktır. Fakat hedeflerin iyi seçilmesi ve eldeki olanakların etkinlikle kullanılması gerekir. Planlama, zamanlama ve uygulama, bilimsel düşüncenin temel koşulu ve sömürülmekten kurtulmanın en kestirme yoludur. Bunu yapacak kurum da TÜBA’ydı. Ne yazık ki bu görevini yerine getiremedi. TÜBA’nın bu durumu hepimizi üzüyordu; hükümetler de “dağda tosunum var diye” yıllarca bekledi. Belli ki neşter vurulma zamanının geldiğine inanılıyordu. Çıkarılan kanun hükmündeki kararname ile neşter kılıfından çıkarıldı. Ancak çıkarılan neşter değildi, kılıçtı ve boyna yönelikti. Hükümet herhalde kullanılmadığına inanılan bir organı uzaklaştırmanın ülkeye bir zararı olmayacağı düşüncesine saplanmıştı. TÜBA üyeliği 300 kişiye çıkarılmıştı. Bunun 100 tanesi hükümet (uygulamalara bakılırsa başbakan) tarafından atanacak. Bir de diyorlar ki Türkler dünya bilimine çok şey vermemiştir. Bence yanılıyorlar. Çünkü


12

bilimler akademisinin 1/3’nün bizzat başbakanları tarafından seçilen bir ülke olduğunu ve olacağını düşünemiyorum (İran’da akademinin başkanının cumhurbaşkanı tarafından, Mozambik’te üyelerin Bilim ve Teknoloji Bakanlığının oluşturduğu bir komisyon tarafından atanması hariç). Geri kalan 1/3’ünün de yine başbakanlığa göbekten bağlı bir kurum gibi çalışan YÖK tarafından atanması doğrusu dikkat çekici. Belli ki dünyanın önde gelen bilim kuruluşları bu yapılanmayı şaşkınlıkla izleyecekler… Neyse gelişmelere bakılırsa TÜBA’nın 82 asil üyesi (bazı olanaklarından yararlanmaya devam etmek için) yerlerine tırnakla yapışmışlar; onları sökmek kolay olmayacak; birkaç suya sabuna değmeyen bildiriyle yetinecekler. Mevcut TÜBA üyelerimiz için fazla tehlike de yok; 100 kişiye seçme hakları olduğu için 82 asil üyeye ek olarak, şu anda mevcut 17 asosiye (yedek) üyeye de yer bulabilecekler. Bu atamalardan sonra hala kendilerine bakanlar kurulunca verilmiş kontenjanda açık tek bir kişilik yer kalıyor. Dileriz ki bugüne kadar kendi içindeki sürtüşmeleri bir tarafa bırakarak son bir tanıdıklarını da bu şekilde başbakanlık emrinde çalışacak TÜBA’ya yerleştirirler. Şu anda TÜBA üyelerinin tavrı ya da davranışı bize önemli ölçüde yol gösterecektir. Büyük bir olasılıkla birçok yerde tanık olduğumuz yandaş ataması bu kurumlarda da gerçekleşecektir. Dolayısıyla bugüne kadar beğensek de beğenmesek de bağrımıza bastığımız TÜBA üyeleri ya seçilmiş değil siyasi irade tarafından atanmış Bilim Akademi üyeleri ile omuz omuza oturmayı içlerine sindirecekler ya da Akademi üyesi olmayan, ancak bilime yapılan haksızlıklara göğüs germiş geçmişteki (tarihteki) birçok onurlu, bilim adamı kimliği taşıdığı hep anlatılan insanların örnek davranışlarını göstereceklerdir. Yeni durumu içlerine sindirirlerse, hükümetin aldığı bu karar yerinde olmuştur denilecektir.


13

Adam berbere gidiyor ve berbere soruyor: -Saçım ak mı kara mı? Berber yanıt veriyor: -Acele etme biraz sonra önüne dökülürse görürsün.

TÜBA üyesi olmayan ve belki de olmayı aklından bile geçirmeyen; bilim adamı kimliğini yitirmemiş bir grup bilim adamı, hala Türkiye’ye yakışır bir Bilimler Akademisinin olmasına inandıkları için, yazıları ve imzaları

ile

bu

gelişmelere

karşı

koymaya

çalışıyorlar.

Yanlış

anlaşılmasın! Savunduğumuz (en az benim savunduğum ve özlediğim) ismi olup da cismi olmayan bir Bilimler Akademisi değil, bir yanı bilime öbür yanı da bu ülkenin sorunlarına dönük olan, fikir beyan eden, çözüm getiren, ülkelin sorunlarının çözülmesi için alt yapıyı hazırlayan, üyeleri bir model olarak algılanan bir Bilimler Akademisidir. Bu ülke bunun özlemini çok duydu.

Sayın Kardeşim Türkiye’de önemli değişiklikler oluyor. Kendisini geliştiremeyenleri ve değiştiremeyenleri hiç de yetkin olmayanlar değiştirmeye kalkışır. Aslında darbelerin hepsi de yine aynı mantıkla bu ülkenin başına bela olmuştur.


14

Bırakın sokaktaki vatandaşı, üniversitelerde çalışanların bile yıllardır farkına bir türlü varamadıkları Türkiye Bilimler Akademisi’ne bakanlar kurulunun el atılmasının ve dünya bilim tarihinde bir ilk olan üye atama işleminin

getirilmesinin

üniversitelerimizin

ve

sorumlularını,

bilimin

bakımından okumanızı öneririm. Saygılarımla. 19.09.2011

kimin

için

bilim

adamlarımızın,

olduğunun

anlaşılması


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.