Bin gecekondu bir selimiye etmez

Page 1

1

Bin gecekondu bir Selimiye etmez! “Yeni anayasa yapımında herkese danışılacakmış”

≠ Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi

Kurumlar için en önemli sermaye: Zekâ, dikkat ve iffettir. Teknik ve metodik çalışmasını bilmektir. Bu inançla işe başlarsanız mutlaka başarırısınız. Gazi Mustafa Kemal

Televizyonda defalarca Evrim Kuramı ile ilgili tartışmalar yapıldı. Kuramı kabul edenler ve kabul etmeyenler karşı karşıya getirildi. İyi ya da kötü, eksik ya da tam, şu ya da bu şekilde tartışıldı. Çıkanların unvanları vardı; izleyenler kendi düşüncelerine yakın olanları herhalde doğru söylüyor diyerek onaylamış olabilirler. Ancak, bu tartışmaların en ilginç yanı ve bence toplumu ahmak yerine koyan yanı başkaydı. Tartışmanın başında moderatör (tartışmayı idare eden kişi) bir telefon numarası ve elektronik posta adresi vererek, Evrim Kuramı’nı kabul edenlerin ya da etmeyenlerin tartışma süresi boyunca buralara bilgi vermesini anons etmeleriydi. Bu tartışmaların en ilginç yanı: Tartışmanın sonunu doğru, gelen telefon ve elektronik postalardaki evet/hayır yanıtlarını oranlayarak şu kadar yüzde ile Evrim Kuramı kuramını bu millet kabul etmiyor sayın seyirceler demeseydi. Böylece, izleyenlerin çoğu da, demek ki “Evrim Kuramı” bir safsataymış düşüncesine


2

sürüklenmiş oluyor. Çıkıp orada “iyi de 70 milyon insan şunu benimsediğini ya da inandığını söylese bile” bu, örneğin Ali Demirsoy’un düşüncelerinden ve kararından daha doğrudur anlamına gelemez. Çünkü teknolojide, bilimsel yargılarda, eğer bir ülkede bilime dayalı siyaset yapılıyorsa siyasette çoğunluk değil yetkinlik esastır. Yani bin kişi bir şey için evet dese bile o konuda bilimsel erkini doğru olarak kanıtlamış birinin dediği onların hepsinden daha değerlidir ve geçerlidir. Ancak bir şey gözden uzak tutuluyor, 1000 gecekondu, bir Selimiye camisi olmuyor. Bu şu anlama da gelmemelidir: Bilen birisinin ya da birilerinin ya da bildiğini zanneden birinin ya da birilerinin toplumu derinden etkileyecek bir düzenlemeye danışmadan karar vermesi doğrudur. Ne kadar çok bilene danışılırsa, hata da o oranda azalır.

Anayasa: Az maddesi olan çok şey ifade eden yasa Anayasalar, herhalde dünyanın her yerinde az madde içerecek; ancak çok şey ifade edecek şekilde düzenlenmiştir. Ana hatlarıyla da o yasanın geçerli olduğu toplulukların geleceğini ve toplum şeklini belirleyen maddeler ile kişilerin devlet ile olan ilişkilerini ve kurumların ana çalışma ilkelerini belirleyen maddelerden oluşmuştur. Bu nedenle bugün değiştirilemez maddeler olarak bilinen kısımların değiştirilmesi ya da üzerinde oynanması şu andaki mevcut toplumu başka mecralara sürükleyebilecektir. Yönetim şekli cumhuriyettir diyoruz: Devletin yönetim biçimini tarif ediyoruz.

Krallığı,

padişahlığı,

monarşiyi

vs.yi

peşinen

ortadan

kaldırıyoruz. Dili Türkçedir diyoruz:

Buradaki Türkçe sözcüğü ile ortak

kullanacağımız dili tarif ediyoruz. Amerika Birleşik Devletleri de dilim


3

İngilizcedir diyor ve bundan sonraki madde benzer bir madde ile birlikte, 72,2 milletten oluşmuş olmasına karşın, parçalanmaya, bölünmeye ve sürtüşmeye karşı yapay bir millet olmayı öngörüyor. Bu nedenle Amerikan milleti diyoruz; toplama bir millet olmasına karşın bölünecek ve parçalanacak gibi gözükmüyor. Ancak “halkların kimliği etkin bir şekilde korunmalıdır” yaklaşımını benimseyen Sovyetler Birliği bütünlüğünü koruyamadı. İsviçre’nin haricinde koruyan bir devlet de dünyada yok. Dünyadaki hiçbir devletin başaramadığı bir hususu (yapılanmayı) biz başaracağız diyorsanız, bunun adı hayalcilik değilse, kesinlikle hainliktir. Bu yasanın egemen olduğu topraklarda yaşayanlara Türk denir diyoruz: Burada Türk sözcüğünden sadece Türk kökenli insanlara aittir tanımını

(bugüne kadar

yanlış

bir

şekilde uygulandığı

şekliyle)

anlamamak gerekiyor; bu, topluluğa verilen ortak bir kimliğin adı olmalıdır ve hiçbir suretle başka bir kimliğe ya da etnik kimliğe karşı olumsuz bir yaklaşımla

kullanılmamalıdır.

Hangi

ülke

vatandaşlarına

verdiği

pasaportta farklı kimlikleri kullanıyor? Bileniniz var mı? Benim bildiğim tek bir devlet içerisinde yaşayanların hepsi (federatif yapı taşımış olsalar bile) pasaportlarında o devletin sadece resmi kimliğini taşırlar. Yani anayasa resmi kimliğin adını koymak zorundadır. Cumhuriyetin kuruluş yılları bu nedenle aydın geçinenlerce sürekli tenkit edilmektedir. Uzun bir savaştan çıkmış, her biri bir ülkeye ya da millete dönüşmüş onlarca kara parçasını yitirmiş, her parçasından “Anavatan” olarak benimsedikleri Anadolu’ya büyük göçlerin yaşandığı bir dönemde, yeni kurulacak ülkeye (aynen Amerika gibi) kimlik kazandırılması gerekiyordu. Bu kimlik de o günün akil insanları tarafından bu şekliyle kazandırıldı. Anadolu kadar farklı kimlikleri barındıran başka bir coğrafya tanıyor musunuz? Kutlamamız gereken kurucularımızı ne yazık ki akşam sabah aşağılamakla meşgulüz.


4

Bu kültür zenginliğini gerekli şekilde koruyup geliştirebildik mi sorusuna doğrusu evet diyemiyoruz. Çünkü yerleştirilmek istenen kimlik, belirli

bir

zümrenin

elinde,

egemen

etnik

Türk

Milliyetçiliğine

dönüştürülmek istendi ve ne yazık ki hepsi bizim ülkemizin bir parçası olan diğer alt kimlikler ötekileştirildi. Aynen Sünni Müslümanlığın devletin her kademesinde üstün ve doğrusuymuş görüntüsüyle resmi bir inanç unsuru olarak kullanıldığı gibi. Üst kimliğin alt kimlikler (ister etnik olsun ister inanca yönelik olsun) üzerinde bir tehdit olarak kullanılmasını hiçbir aklı başında insan benimseyemez. Yeni Anayasa üst kimlikten ödün vermeden alt kimliklerin geliştirilmesini sağlamalıdır… Başşehri Ankara’dır, bayrağı şudur diyoruz: Federatif bir yapıya ve bölünmeye götürecek eylemlerin önünü alıyoruz. Üniter devlet kararımızı pekiştiriyoruz. Laiktir diyoruz: Bu kavram üzerinde tartışma hiç bitmedi. Tutucu kesim bunu dinsizlik olarak kabul etti. Diğer kesim bunun dinle ilişkili olmadığını ve herkesin kendi dinini istediği gibi yaşamasını güvenceye alma olarak savundu. Doğru açıdan bakıldığında laiklik herhangi bir dine bağlı olmamadır; yani bir anlamda da dinsizliktir; ancak bu tanım devlet ve devlet kurumlar için geçerlidir. Üniversitenin, yargının, askeriyenin, eğitimin, sağlığın ve devleti devlet yapan kurumların hepsi herhangi bir dine sempati ya da antisempati gösteremez; herhangi bir dine mensup gibi hareket edemez. Bugüne kadar uygulandı mı? Aslında Türkiye Cumhuriyetinin

hem

anayasasının

hem

kurumların

demokratikliği

bakımından sürekli tartışılması bu laiklik maddesinin yanlış anlaşılması nedeniyle olmuştur. En basitinden halktan alınan vergilerle sadece bir tek görüşe (Sünni yapılanmaya) hizmet eden ve Türkiye’nin dördüncü büyük bütçesini tüketen Diyanet İşleri Bakanlığının devlet kurumlarının içinde yer alması bile laikliğin bu ülkede anlaşılmadığının açık bir kanıtıdır.


5

Bu açıdan baktığımızda Anayasanın değişmez maddeleri ile oynamayı gündeme getiren bugünkü Meclis, birçoğunun ileri sürdüğü gibi tamamen yeni bir anayasa yapamaz. Çünkü bu ülkenin birlik ve bütünlüğü üzerine yemin etmiştir; bunun aksini yapamaz. Şerefi üzerine yemin edip aksini yapanların kol gezdiği bir ülke olmuşuz derseniz, benim söyleyeceğim tek şey kalıyor: Yeni anayasanızın hayrını görün. Böyle

bir

anayasa

hazırlandığında

bundan

önceki

anayasa

oylamasında olduğu gibi, içerisine halkın kolaydan kazanma ve yaşama güdülerini kabartacak bazı maddeler yerleştirmek suretiyle “halkoyuyla kabul edilmiştir” meşruiyeti de kazandırılacaktır.

Anayasayı kimler yapmalıdır? Bilinler mi, seçenler mi, seçilenler mi? Öncelikle burada bilenden neyi kastettiğimiz iyi tanımlanmalıdır. Anayasa profesörleri kuşkusuz anayasa yapma tekniklerini en iyi bilenlerdir. Böyle bir danışma kurulunun içinde yer almalarını kimse yadsıyamaz (bu nedenle 19 Eylül 20011’de 24 anayasa profesörü ile Cemil Çiçek fikir alış verişi yaptı). Siyasi partilerin temsilcileri özellikle mecliste temsil edilenler bu konuda söz söylemeli midir? Buna da kimsenin itirazı olamaz. Meclis Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in yaptığı gibi 14 bin 593 derneğe ve sivil kuruluşa sorulmalı mıdır? İlk bakışta akla yatkın gibi görünüyor. Ancak yeterli midir? Aslında sorulması gereken en kritik soru bu cümlenin içinde yatmaktadır. Hazırlamakta olduğumuz anayasanın en zayıf halkası burada yer alacaktır. Ne yazık ki bu coğrafyada çok sormakla daha doğruyu bulma şansınız beklenildiği gibi yüksek olmuyor. Yabancı ülkelerin özel fonlarından yararlananlar ya da bildiğimiz –bilmediğimiz şekillerde bazı ülkelerin sözcüleri durumuna geçmiş siyasetçisinden bilim adamına, bilim adamından dernek ve vakıf


6

sözcülerine kadar bir seri işbirlikçi bu halkanın en zayıf ve güvenilmez halkalarını oluşturuyor. Resmi kanallardan yapılan açıklamalara göre Türkiye Cumhuriyetini yıkmak için en az 1.400 dernek kurulmuş; bunların fikirlerini almaya kalkışırsanız sonu nereye varır? Duyulduğu zaman insanın dilini damağını kurutan söylentiler de var: Dilerim bu haber doğru değildir- Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek Cemaatlerden de fikir soruyoruz demiş; bu cemaatlerden kastı başka dinlerin Türkiye’deki dini yetkilileri ise bunun görünürde sakıncalı bir yanı yok; onlar da kendi sorunlarını çözecek hususların anayasaya girmesini talep edebilirler; ancak cemaatten kasıt dinimizin bölük pörçük olmuş, bu ülkeyi parsellemeye çalışan kesimleri ise vay haline Türkiye Cumhuriyeti’nin… Bakarsınız çoğunlukla kaçak kurslarda ne olduğu bilinmeyen bir eğitimle yetiştirilmiş, şeyh ya da şıh olarak bilinen, seleflerinin bir kısmı ülkeyi yıkmaya ant içmiş ülkelerle geçmişte işbirliği içinde olan, günümüzde sözleşmeli Diyanet kadrolarına atanmak için yasa çıkarılan Mollalar da yeni anayasanın önemli danışılması gereken kurumlarından biri olabilir. Danışılacak kişi ve kuruluşlar olması gereken nitelikleri taşıdıkları sürece yetkin olmamaları için bir neden bulunmamaktadır. Ancak eğer durum öyle değilse, bunlardan alınacak her türlü fikir, zır cahilinkilerden daha tehlikeli olabilir. Devrim ya da darbe yapılmadığına ve yeni bir devlet kurulmadığına göre

yapılacak

anayasa

şu

andaki

devletimizde

geçerli

olan

anayasasının revizyonu olacaktır; birçok maddesi bakımından da kökten değişme ve yenilenme olabilir. Bu, beklenen bir sonuçtur. Ancak yeni anayasa yeni bir devlet (Türkiye Cumhuriyeti kapsamı dışında), yeni bir millet (bu toplumu oluşturan millete Türk sıfatı verilir tanımının dışında) ve yeni bir yönetim biçimi (parlamenter sisteme dayalı


7

cumhuriyet) tanımı yapacaksa, bunun, bu anayasanın oluşturduğu meclis tarafından yapılması sakıncalı olabilir. Siyasi bir yapılanmanın dışında, hiçbir etkiye maruz kalmadan oluşturulacak geçici bir meclisin yapması akla daha yakın görünmektedir. Diyelim ki olmadı –bugün olduğu gibi- böyle bir dayatma yapıldı. Yine de başarılı bir sonuca ulaşılabilir. Bunun yolu bu anayasa neleri güvenceye almalıdır sorusu ile ilk olarak köşe taşlarını yerine koymalıdır. Yeniden devlet yapısı, millet, laiklik ve yönetim biçimi tanımlayacak bir anayasa geçmişin uzantısı olmayacaktır. O zaman geçmiş anayasalardan mutlu olmayan; ancak millet, devlet, yönetim biçimi ve laiklik tanımları ile de kavgası olmayan insanların yer alması gereken bir komisyon olmalıdır. Ettiği yeminin gereğini yerine getirmeyen milletvekillerinin Etnik milliyetçilik yapanların Dini hala yönetim biçimi olarak görenlerin Laikliği dinsizlik olarak görenlerin Emre göre hareket eden yargı mensuplarının Siyasi kadronun koltuğunda yer bulmuş olan basın mensuplarının Bilimini birilerine satmış bilim adımı kimliği taşıyanların Emperyalistlerin uzantılarının, satılmışların, yandaşlarının Yıllardır Atatürkçülük ve Kemalizm sloganı ile –hiçbir iş yapmadanbu ülkenin kaymağını yiyenlerin Çeşitli yabancı fonlardan sivil kuruluşlar adı altında yardım alan ya da bu yolla alacağını düşünen kişi ve kuruluşların (özellikle dernek ve vakıfların).


8

Böyle bir danışma kurulunda yer alması, fikirlerinin süzgeçten geçirilmeden dikkate alınması geriye dönüşü çok zor olacak zarar ve hasarlara neden olacaktır. Çalışan seçilmiş bir meclisimiz var; bütün bunların üstesinde gelebileceklerini düşünerek rahatlayabiliriz. Ancak yaşadıklarımız ve gördüklerimiz buna izin vermiyor. Çünkü son Anayasa revizyonunda, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği maddeler ile birçoğumuzun kuşkuyla baktığı maddeler aynı paketin içine sokularak oylattırıldı. Bu revizyonda hayati önem taşıyan iki madde vardı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)

ve

Anayasa

Mahkemesi

üyelerinin

durumunu

yeniden

düzenleyen maddeler. Bir partinin (AKP) haricinde herkes diğer maddeleri aynen kabul edelim, sadece bu iki maddeyi halkoyuna götürelim demelerine karşın, iktidar, diğer maddeleri de bu iki tehlikeli maddenin peşine takarak kabulünü güvenceye almaya çalıştı; öyle de oldu. Değişen anayasa maddeleri kabul edildi; Resmi Gazetede baskıda mürekkebi henüz kurumadan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)

ve

Anayasa

Mahkemesi

üyelerinin

durumunu

yeniden

düzenleyen maddeler uygulamaya kondu. Ya diğerleri? Onlardan hiç kimsenin haberi bile olmadı. Örneğin kimsesiz çocukların ve kadınların korunmasına ilişkin iki madde de vardı. Sokak çocukları ve sokak ortasında öldürülen kadın sayısı bu anayasa değişikliğinden sonra inanılmaz bir şekilde arttı. Söyler misiniz? Nasıl ve kime inanalım?

Anayasa halkoyuna sunulmalı mıdır? Aslında bu paragrafta yazacaklarıma büyük bir olasılıkla okuyanların belki de tümü katılmayacaktır. Anayasa, halkoyuna sunulacak bir husus değildir. Düşünün ki anayasamızın birçok maddesi, bırakın sokaktaki halkı, anayasa profesörleri tarafından bile her defasında –birbirinin


9

tamamen zıddı olan- çeşitli yorumlara muhatap olmuştur. Anayasanın önemli maddeleri üzerinde öğretim üyeleri de, siyasetçiler de, hukukçular da hemfikir olamadığı gibi, yorumları da farkı farklı olmaktadır. Bunu yarım yüzyıldır yaşıyoruz. Halkın anayasa ile aslında alıp veremeyeceği bir sıkıntısı yoktur. Sıkıntı politikacıların bakışıyla ilgilidir. Halk doğruyu bulur gibi bir safsatanın arkasına da sığınmayalım. Bugün yerden yere vurulan 1982 Anayasası %92’lük bir halkoyuyla onaylanmıştır. Belki de dünyada bir örneği olmayan yüzdeyle. Eğer halkoyuna saygımız varsa, doğruyu bulduklarına inanıyorsak, şu andaki anayasamıza hiç el vurmamamız

gerekir.

Bundan

sonraki

anayasanın

halkoyu

ile

onaylanması da farklı olmayacaktır. Bazen insanın aklına şeytanca fikirler geliyor. Bu fikirlerden birini paylaşmaya ne dersiniz? Örneğin anayasaya özgürlük ve insan hakları ile ilgili ne koyarsanız koyun, ister çağın çok gerisinde olsun isterse ilerisinde; ama bir maddesi şöyle olsun “Anayasa, eğitimi, becerisi ne olursa

olsun

herkesin

devletten

ömür

boyunca

geçimini

rahat

sağlayacağı kadar maaş almasını garantiler”. Acaba böyle bir anayasa yüzde kaçla evet oyu alır? Bir soruluk doğrulama testi… Anayasalar belli ki birkaç yılın değil, birkaç on yılın da değil, yüzyılların yol haritasını çizen yönlendirmelerdir. Bugün geçici olarak soruna çözüm getireceği düşünülerek anayasaya konacak bir madde yarın bu ülkenin parçalanması, iç kargaşalıklara sürüklenmesi, iyi kötü bu güne kadar getirdiğimiz demokratik ve laik düzenin sonunu hazırlayabilir. Son zamanlarda sözlü ve yazılı basında bu konuda fikir beyan eden – güya yetkili ve bilgili- kişilerin yaklaşımlarına bakılırsa bu tehlike çok uzakta değil önümüzdeki günlerde yaşanabilir. Çünkü demokrasinin gereği olarak bize sunulmaya çalışılan çok seslilik ile başlayan “çoklu sıfatların” hiç biri hiçbir ülkenin bütünlüğünün korunmasında yararı


10

olmadığı gibi, birlikte yaşama arzularını da köreltmiştir. Bunun aksini gösteren bir anayasa bugüne kadar yapılmadı; yapılanların hepsi aynı akıbeti yaşadı; parçalanma, iç kargaşalık ve onu izleyen dönemlerde ekonomik çöküntü. Tüm bu anlatılanlar nedeniyle anayasa yapılırken herkese sorulması gerekmez; bir bina yapılırken zemin etüdü ya da kolanların taşıma gücü ya da statik hesapların kullanıcıya sorulmaması gibi; çünkü çok teknik bir iş olduğu bilinmektedir. Ancak anayasa yönlendirmeleri doğrultusunda çıkacak yasaların, uygulayıcılara, uygulananlara, doğrudan ya da dolaylı etkilenenlere sorulması gerekir. Örneğin anayasaya koyacağınız küçük bir cümleciğin (cümle parçasının) bu ülkeyi parçalanmaya ya da kargaşalığa sürükleyeceğini geniş halk kitlesi nasıl fark edecek? Örneğin, sivil örgütlerin (STK) düzenlenmesi ile ilgili maddelerin arasına sıkıştırılmış (gizletilmiş) son derece demokratik bir hava verecek “herkes kendi inancına ve etnik kökenine göre örgütlenme; herkes kendi ana dilinde eğitilme hakkına sahiptir” cümleciklerinin girmesinin bu ülkenin sonu olacağını nasıl fark edecek? Bu coğrafyada yaşayan herkesin bu konuda duyarlı olacağını, başkalarının yaşadıklarından ders alarak karar vereceğini, bu coğrafyayı tutsak etmek isteyenlerin ekmeğine yağ çalmayacağını, bu ülkenin asil evlatları ile satılmışlarını birbirinden ayıracağını, kör topal da olsa zaman zaman askeri darbelerle kesintiye uğrasa da neredeyse bir yüzyıla yaklaşan demokratik parlamenter sistemi yaşatan bir ülke olduğumuzun erdemini, her dönemde insan hakları ihlalleri olmasına karşın bunun yasalardan

ziyada

geleneklerimizden

bir

türlü

kurtulamadığımız

kaynaklandığını,

yeni

anayasa

dogmalardan ile

her

ve

şeyin

değişmeyeceğini, değişmesi gereken bizim dünyaya, bilime, doğaya,


11

insan haklarına, evrensel kültüre bakış açımızın olması gerektiğini ön plana alacaklarına inanıyorum. Ön Asya’nın kültürleri içinde yoğrulmuş bu milletin yine doğru yargıya varacağına inanıyorum.

Anayasanın birinci maddesi ne olmalı? “dünyaya bir katkı da bizden olsun” Olur ya bakarsınız politikacılarımız şaşırır da bana da bir anayasa maddesi yazmamı teklif ederlerse ne yazacağımı merak edebilirsiniz. Sizin de öncelikleriniz olabilir. Ancak benim önceliğim: Dünyaya en yakın 170.000 yıldızda bugüne kadar hiç bir yaşam belirtisi saptanamadığına; en yakın yıldıza ulaşabildiğimiz en yüksek hızla ancak 120.000 yılda gideceğimize; güneşin büyük gezegenleri sadece sıvı ve gazdan oluştuğuna, küçük katı gezegenlerinde ise yaşam için uygun koşullar olmadığına (hiç bir zaman da olamayacağına); yaklaşık 4 milyar yıldan bu yana bizimle birlikte milyonlarca canlıya yurt görevi yapmış, bizim yaşamımızın devamı için her türlü olanağı sağlayan diğer canlıların da bizimle birlikte varlığını sürdürmesi gerektiğini bildiğimize göre, yeni anayasamızın ilk maddesi, diğer tüm ülkelerinkine de örnek olacak biçimde şöyle olmalıdır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI 1. Madde: Doğa hakkı (korunması) insan haklarından önce gelir. Prof. Dr. Ali Demirsoy

Sayın Kardeşim


12

Hazırlanmaya çalışılan yeni anayasa, belli ki sadece ülkemizin değil Ön Asya’nın da geleceğini çizeceğe benziyor. Böyle bir anayasanın hazırlanmasında

görüş

bildirmenin

ve

niyetin

ne

kadar

önemli

olabileceğini birlikte değerlendirmeye ne dersiniz? Bu, sadece Siz’in değil, çocuklarınızın, torunlarınızın hatta komşularımızın geleceğini derinden etkileyecek bir girişim gibi görünüyor. Yapacağımız hataları torunlarımız da düzeltemeyebilir. Saygılarımla


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.