Bir tartışmanın ardından “Kamer Genç-First Lady Olayı” Prof. Dr. Ali Demirsoy, 01.12.2013
Bazı dinler ve inanç sistemleri ile tarihin bazı karanlık dönemleri hariç, bilinen tarihin her döneminde kadına özel bir yer verilmiş, saygıda kusur edilmemesine özen gösterilmiştir. Bu davranış bir gelenek haline dönüştürülmüştür. Bu konuda uygar herhangi bir insanın karşı görüşü olduğunu söyleyemeyiz. Japonya'nın
Ankara
Büyükelçiliği'nin,
Dışişleri
Bakanlığı
ve
Başbakanlığa müracaat ederek, 26 Kasımdaki Japonya Milli Günü'nde (İmparator Akithito’nun 80’ci doğum gününde) en üst düzeyde katılım olmasını arzu ettiklerini ve Japonya Başbakanı'nın eşi Abe'nin Tokyo'daki Cumhuriyet (29 Ekim) kutlamasına katılması nedeniyle başbakanın eşinin de Milli Güne katılmasından çok mutluluk duyacaklarını (konuşma yapma talepleri yok) bildirdikleri basın yoluyla açıklanmıştır. Basından öğrenebildiğimiz kadarıyla, 26.11.2013 tarihinde yapılan Japon Milli gününe bakan, milletvekili ve diğer bürokratlar katılmış olmasına karşın, tek konuşmacı, yani Türk Ulusunu temsilen başbakanın eşi seçilmiştir. Bu konuşma sırasında orada bulunan bir milletvekili, sert bir üslupla başbakanın eşine “ne sıfatla bu konuşmayı yapıyorsun” diyerek, kendi ifadesine göre “Türk Milleti adına sen bu konuşmayı yapamazsın” diyerek tepkisini yüksek sesle dile getirmiştir.
Adı geçen milletvekili, bunun üzerine orada Türk Devletini temsil eden enerji bakanının sert sözleriyle ve korumalarının da fiziki gücü ile karşı karşıya gelmiştir. O anda görsel basında (daha sonra yazılı basında) adeta bir bomba patlamış, yayında olan televizyon kanallarının hemen hepsi yayınını keserek bu olayı tekrar tekrar vermeye başlamıştır. İşin en garibi, sanki hazır bekliyorlarmış gibi onlarca yazar ve çizer, köşe yazarı, basın mensubu kimliği verilmiş olduğu söylenen kişiler bağlanarak, hatta olaydan 15-20 dakika sonra bizzat televizyon stüdyolarında boy göstererek adı geçen milletvekilini, üstü kapalı olarak mensup olduğu partiyi, üstü kapalı olarak savunduğu diğer değerleri, savunduğu zihniyeti yerden yere vurarak, hatta hakaret ölçülerine varan sözlerle kınamaya başlamışlardır. Çok geçmeden devletin en üst düzeyindeki yönetim kadrosundan, milletvekilinden, yazarından çizerine, sokaktaki insana kadar herkes bu kınamaya destek vermeye başlamış, hatta ilgili milletvekilinin kendi tabiri ile linç girişimine bile girişmişlerdir. Kişinin geçmişteki sözleri, günlük yaşantısındaki alışkanlıkları, geçmişte politikacılar için söyledikleri şu ya da bu şekilde meclisteki alışılagelmişin dışındaki davranışları bir bir ortaya dökülmeye çalışılmıştır. Bütün bunların kasırga gibi toplumun değerlendirilmesine sunulduğu bir süreçte, birilerinin bu kasırgadan etkilenmeden bir kenarda daha sakin düşünmesi ve analitik bir sorgulama yapması gerekiyordu. Gelin birlikte madde madde, adım adım konuyu görünen ve görünmeyen yönleriyle irdeleyelim. 1. Her hangi bir kadına hakaret edilmesini, aşağılanmasını, kaba davranılmasını onaylayamayız. Bu konuda aksi görüş bildiren hiçbir inanca, dine ve yaklaşıma onay veremeyiz.
2. Bu devlet sadece belirli bir oy alarak yönetime gelenlerin değil, hepimizin
ve
özellikle
de
Büyük
Millet
Meclisine
seçilmiş
milletvekillilerinin de devletidir. Dolayısıyla devletin (hükümetin değil) yıpranabileceği her türlü girişime ya da görüntüye müdahale hakkının olabileceğini, bunu her koşulda yapabileceğini bilmemiz gerekir. 3. Bir devletin milli gününde bir elçilikte yapılan bir törende devleti temsilen davet edilen o günün hükümet mensuplarından birinin konuşma hakkının
olduğu
bilinen
bir
uygulamadır.
Konuşma
için
davet
edilmeyenlerin konuşmasının da ne ölçüde doğru olacağını herhalde dışişlerinin gelenekleri düzenler. 4. Koşullar ne olursa olsun oylarımızla seçilen bir milletvekilinin basının ve elçilerin gözü önünde itilip kakılamayacağını ve özellikle orada bulunan hükümetin temsilcisi
tarafından sözlü olarak ve
hareketlerle taciz edilemeyeceğini söylememiz gerekiyor. 5. Batı geleneğinde “first lady” diye bir sıfatın olduğunu; ancak bunun bizim gelenek ve yönetimlerimizde hiçbir zaman kurumsallaşamadığını; özellikle sıkı sıkı sarıldığımız dinimizde kadına böyle bir makam verilmediğini bilmemize karşın: Türk Devletini (halkını) temsilen, hükümetin resmi temsilcisi, bakan düzeyinde orada hazır bulunurken, hiçbir resmi sıfatı olmayan (gelenek ve göreneklerde ve yasalarda first lady sıfatı ile görev ve sorumlulukları tanımlanmış bir makam olmadığına göre) başbakan eşinin devlet adına konuşması yasa dışı ya da gelenek dışı bir eylem olmasa da birçok kişinin onaylayacağı bir durum da değildir. Bunun için önemli nedenler de bulunmaktadır. Konuşmayı yapan başbakanın eşi birçok kesim tarafından bu milletin temsilcisi gibi takdim ediliyorsa da, bu konudaki yargılar pek de ciddiye alınacak gibi gözükmüyor. Çünkü:
1. Başbakanın sayın eşi bu devletin resmi görevlisi değildir. 2. Japonca dilini bilmiyormuş; hobi düzeyinde de olsa Japon tarihi, Japon sanatları konusunda özel bir çalışması ya da ilgisi olmamış; yani Japonya’nın çoğumuz gibi yabancısıdır. 3. Türk-Japon derneklerinde, Türk-Japon İşbirliği kurumlarında, iki ülkeyi ilgilendiren sosyal derneklerde üye değilmiş; çalışmamış; aktif hiçbir girişimi olmamış. 4. İki ülke arasında devlet ya da hükümet tarafından ilişkilerin geliştirilmesi ile ilgili bir birimde görevlendirilmiş değil. 5. Düşük bir olasılık olsa da yetkisi ve sorumluluğu olmayan bir konuşmacının bilerek ya da bilmeyerek yapacağı bir hatayı, kimseye anlatamayacağımız için, Türkiye’nin dış politikasında ileride ayağına da dolaşabilir. Bir milletvekilinin bunu ciddiye almasını ve uyarmasını neden kınayalım? 6. Bu ülkede her ne kadar henüz anayasadaki kısıtlamalar henüz kaldırılmamış olmasına karşın, isteyenin istediği yerde (resmi kuruluşlar da dâhil) istediğini giyme serbest hale getirilmiş olsa bile, bu ülkenin önemli bir kısmının hala uygar ülkelerin giydiği kılık kıyafeti tercih etmesi nedeniyle, Türk toplumu adına, sadece bu ülkenin belirli bir kesimini (bu kesim çoğunlukta olsa bile) temsil edecek kıyafetle resmi bir törende, devletin adına hitap etmesini önemli bir kesim doğru bulmayabilir. Herhangi birinin kılık kıyafetine karışılmasını onaylayamayız; ancak hepimizin adına belirli bir dünya görüşünü simgeleyen bir kıyafetle bu ülkenin
tümünü
onaylayamayız.
temsil
ediyor
izlenimi
verilmesini
de
doğrusu
Bütün bu yaşananları haklı göstermek için, bu işi tezgâhlayanların güçlü bir savunması da basında yer almaktadır. Bunları da sırasıyla görelim: “Biz bu işe mütekabiliyet esasına göre yaptık” denerek bu eyleme belirli bir geçerlilik kazandırılmaya çalışılmıştır. Burada bir mantık çarpıklığı gözükmektedir. Yani 79 yıldır uygulanan mütekabiliyet girmiyor da, şu ya da bu nedenle bir defa yapılan bir işlem esas alınarak ona mı mütekabiliyet damgası vuruluyor? Bir defa yapılan bir şeyin mütekabiliyet ya da gelenek olarak sunulması doğrusu olsa olsa bu zihniyetin ürünü olabilir. 7. Japonya başbakanın eşi belki zorunlu bir nedenle Cumhuriyet törenimize katılmış olabilir (eşinin devlette görevli olup olmadığını ve o gün başbakanlarının acil bir işinin olup olmadığını bilemiyoruz). Ancak Japon başbakanının eşi, milli kıyafetleri olan kimono ya da mensup olduğu inancın bir kıyafeti ile mi katıldı ki biz de burada mütekabiliyet esasını uyguluyoruz? Bu nedenlerle mütekabiliyet zırhının arkasına saklanma pek doğru bir yargıyı yansıtmayacaktır. Aslında Türkiye’de önemli bir kesimin bu yazılara tepki göstereceğini bilmeme karşın yine de yazmadan edemeyeceğim. Uzun süre yabancı ülkelerde kalan ve kısmen de olsa onların mantığını kavradığını düşünen biri olarak şunu söyleyebilirim: Batının ister yanlış ister doğru bir İslamofobisi (İslam korkusu) var. Bunu da kılık kıyafetle (erkeklerde saç sakal,
bıyık
şekli vs;
kadınlarda türban,
çarşaf ve burka ile)
bütünleştirmişler. Kim ne derse desin, batı bu kıyafetleri bir tehdit olarak algılıyor. Bunun için de önemli bir nedenleri var: Günümüzde bu görüntüler ile barbarlığı bir arada gösteren çok sayıda örnekle karşılaşıyorlar.
Belki bana yine kızacaksınız; ancak çeşitli yorumlara göre, 2020 olimpiyatları için yapılan oylamada, yöneticilerimizin eşlerinin ya da yakınlarının ön sırada malum giysiler içinde görüntüye girmelerinin oyların dağılımında önemli bir olumsuz etkiye neden olduğu izlenimi var. Hâlbuki geleneklerine bizden çok daha bağlı Japonlar olimpiyat oylaması sırasında girmeye çalıştığımız dünyanın bireylerinin görüntüsüyle boy göstermişlerdi. Suriye Cumhurbaşkanı Esad’ın eşi eğer türbanlı, çarşaflı ya da burkalı olsaydı, emin olun ki batılılar bu ülkeyi bombalamada daha istekli olacaklardı. Çıkmazlarımızı göremezsek, görüp de onları örtmek için ikame bahaneler yaratırsak hiçbir zaman atılım yapamayız, doğruyu bulamayız. Derdimiz bağcıyı dövmek değil, derdimiz, ufukta görünen tarihin en büyük bölüşüm krizini ülke olarak yara bere almadan atlatmaktır. Elçilikte çekilen filmlerde salonda en ön sıralarda bir sima gözüme çarptı. Bu kişi aslında Amerika’da mimarlık eğitimi görmüş, Türkiye’de Antropoloji Bölümünü kurmuş, Türk Japon kültürü üzerine yazmış olduğu kitaplar ve yaptığı çalışmalar nedeniyle İmparatorluk Nişanı almış Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’ti. İlla ki hükümet dışında birinin konuşma yapması uygun görüldüyse, bu konuşmayı anlamlı yapacak en önemli kişi o salonda hazır bulunan Sayın Prof. Dr. Bozkurt Güvenç olmalıydı diye düşünüyorum. Gönderenin de, muhatap olanın da, söyleyenin de, dinleyenin de, seyredenin de, salonda bulunanların da, herkesin; ama herkesin üzüntü ile izlediği bu nahoş olayın tek sorumlusunun milletvekilimiz Kamer genç olarak görülmesinin haksız olduğunu, yapılan yayınların yanlı olduğunu, yorumların ise analitik düşünceden yoksun olduğunu düşünüyorum.
Tarzını, zamanını ve yerini tartışmaya konu yapmadan bu ülkenin bir kıdemli milletvekili olarak bu devletin “kendi bakış açısıyla” görüntüsünün bütünü temsil etmeyecek biçimde verilmesine kayıtsız kalmasını beklemek doğru değildir; özellikle bu olayı bahane ederek bir taraftan tepki gösteren milletvekilinin, bu vekilin deyimi ile “linç girişimine” kalkışılması hiç doğru değildir. Tekrar vurguluyorum, bu olayın sorumlusu sadece bu milletvekili değildir; önce çuvaldızı kendimize, daha sonra iğneyi karşımızdakine batırmayı öğrenmeliyiz. Olaylara tanık olan bir bakanın görsel basında sürekli olarak “ucuz viski1 bulduğu için böyle oldu” demesi de doğrusu sığ bir mantığın ürünü gibi gözüküyor. Sayın Kamer Genç yönetimin bir üyesi olmadığı için doğal olarak karar verme yetkisine sahip değildir; ancak bu devletin bölünmez bütünlüğü için çaba gösteren, seçildiği ilde asılan PKK bayrağını indiren, demokrasiye inanmış, yolsuzluklara bulaşmamış, Millet Meclisinin başkan yardımcılığını yapmış, Türk devletinin sadık bir üyesi olarak böyle bir görüntüye tepkisinin daha dikkatli olarak akli selim insanlarca değerlendirilmesi gerekir. Koro halinde söyleyenler beste yapamaz; korodan ayrı ses çıkaranlar yeni bir beste için yolu açarlar. Bu farklı seslerin kesilmesi toplumun mantığı ve yorumlama gücünü sığlaşmaya götür. Onlarca yazar çizerin aynı mantıkla bu koroya katılması ülkemiz açısından hayra alamet değildir. Dilimizde bir söz vardır: “İyice anla, dinle, düşün ondan sonra karar ver”. Duyar duymaz ortaya çıkıp bir şeyler söylemek marifet değildir. Bu açıdan milletvekili-first lady olayını konuşmadan önce bir daha düşünmede yarar vardır.
1
Kaldı ki Sayın kamer Genç’in bir zamanlar milli içkimiz olan Rakı’yı içtiği söylenir.
Herkes gibi bu devletin esenliği ve saygınlığı için fikir beyan etmenin herkesin hakkı olduğunu, öncelikle parlamenterlik yaşamının AKP’nin kuruluş tarihinden daha eskilere uzanan birinin buna en çok hakkı olduğunu düşünüyor, herhangi bir kadına yapılmış ya da yapılacak hakaret,
saldırı
ya
da
saygısızlığı
uygar
hiçbir
insana
yakıştıramayacağımı da tekrar vurgulamak istiyorum. Saygılarımla
Değerli Kardeşim Hep aynı şey, analitik düşünme yoksunluğu. Son zamanlarda gündemi meşgul eden milletvekili-first lady tartışmasını başka bir pencereden görmek isterseniz yazıyı okumanızda yarar var. Koro halinde şarkı söyleyenler beste yapamaz. Sevgilerimle