1
NEDEN HİTİT GÜNEŞİ (KURSU) ANKARA’NIN SİMGESİ OLMALI? Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi, 20.04.2008
Ankara’nın ilk ablemi
Ankara’nın iptal edilen ablemi
www.ankara.edu.tr/.../1023652467guneskursu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanı ve Pretohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu’na göre: Ankara Üniversitesi'nin sembolü olan Güneş Kursu, genellikle Hitit uygarlığına ait bir eserdir; Ankara ve Anadolu çağrışımlarını uyandırır.
İlk kez Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi tarafından, Ankara Üniversitesi kurulduktan sonra da Üniversite'nin sembolü olarak kullanılmıştır. Güneş Kursu olarak da bilinen bu simge, Alacahöyük'te Atatürk'ün emriyle 1935 yılında başlayan kazılarla açığa çıkarılmıştır. Bu simgenin Hitit öncesi döneme, yani Hatti döneminin ait bir eserdir. "Güneş Kursu tunçtan yapılmış olup günümüzden yaklaşık 4250 sene önce dini merasimlerde ya da diğer merasimlerde standart olarak kullanılıyordu. Aynen Mehter Takımı'nın standartları gibi bir işlevi vardı. Sallandığı zaman ses çıkartıyor ve bu ses de o merasime katılanlara bir huşu veriyordu. Güneş Kursu'nu oluşturan yuvarlak dünyayı ya da güneşi temsil ediyor. Altta, iki adet boynuza benzer çıkıntı var ama boynuz değil. Ne olduğu kesin olarak henüz bilinmiyor. Üzerinde yer alan çıkıntılar ise doğanın çoğalmasını, üremeyi temsil ediyor. Kuşlar da aynı şekilde yine doğanın çoğalmasını, doğadaki hürriyeti anlatıyor. Bunun Güneş ışınlarının yayılma şeklini göstermesinden dolayı Güneş Kursu da denmektedir". Güneş Kursu'u kesinlikle bir Hitit eseri değil, Hititlerden önce Anadolu'da yaşayan ve adı bilinen en eski Anadolu kavmi olan Hatti'lere ait olduğunu, yanlış olarak Hitit olarak yorumlandığı biliniyor. Güneş Kursu'nun, Hititlerin Anadolu'ya gelmelerinden yaklaşık 300 sene önce yapıldığını ve kullanıldığını, Hatti Kavmi'nin ise Anadolu'da Türkçenin de içinde bulunduğu Azyanik dili konuşan en eski kavim olduğunu belirtiyor. Alacahöyük dışında hiç bir yerde rastlanmamıştır.
2
Anadolu’yu tanımak gerekir. Bu satırların yazarının en büyük arzularından biri, yeterince bir ömre sahip olabilirse, “Ben Anadolu’nun çocuğuyum diye bir senaryo” yazmak olacaktır; slâytlarla, kültürüyle, tarihiyle Anadolu’yu anlatan. Bu yazı, özünde 11.04.2008 tarihinde Danıştay’ın aldığı bir kararla ilgilidir: Ankara’nın camili ambleminin kaldırılarak tekrar “Hitit Güneşi”ne döndürülmesi ile ilgili. Biz Ankara'yı başşehir olarak ilan ettik ve gerçekten de çok güzel ve anlamlı “Hitit Güneşi”ni ablem olarak seçmiştik. Bu ablemi seçenler çok özenli bir seçim yapmış olmalılar. Hitit Güneşi, esasında, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Anadolu’daki gelmiş geçmiş bütün kültürlere, medeniyetlere sahip çıkma projesidir. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesini bir türlü içine sindiremeyen Batı Dünyası her fırsatta bizi bu topraklardan uzaklaştırma niyetini göstermektedir. En büyük nedenleri de bu topraklarda yaşamış olan uygarlıkların Avrupa uygarlığının temelini oluşturma savlarıydı. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin başşehrine Hitit Güneşinin ablem olarak alınması, batının bu sahiplenmesine güçlü bir darbe oldu. Fakat yoz bir düşünce geldi Ankaranın “Hitit Güneşi”li amblemini, -bir cami ile birçok şehirde görülebilen özel bir niteliği de olmayan bir kuleden oluşan- bir ableme değiştirdi. Bu değiştirme şu anlama gelmişti: Ben bu topraklar üzerinde yaşamış olan geçmiş kültürleri dışlıyor ve bu topraklar üzerindeki egemenliğimi, kültürel bir şovenizme döndürüyorum. Hâlbuki bu uygarlıkları kuranlar da bizim insanlarımız; onlar bir yere gitmediler, sadece adları ve inançları değişti; kalıtsal yapı olarak içimizdeler, bizi temsil ediyorlar. Onlar Çorumlu oldu, Yozgatlı oldu, Ankaralı oldu, Sivaslı oldu, Çankırılı oldu vs. oldu. Sadece adı bir zamanlar Tutalya iken, bugün Çorumlu Abdullah oldu. Geçmişe sahip olma ve onun mirasçısı olduğunu ileri sürme, sadece bıraktıkları arkeolojik eserleri turistlik amaçla gelen geçene gösterme olmamalıdır;
3
bunun yanı sıra o uygarlıkların simgelerini benimseme ve sosyal mantığını aynen uygulamasa dahi korunması gereken bir miras olarak görmek olmalıdır. Eğer bunları yapmazsanız, birileri bu uygarlıklara sahip çıkar ve mirasçısı olduğunu ileri sürer. Öyle de oldu. Hititler (Etiler), bu bağlamda Frikler, Bizanslılarlılar, Truvalılar, Urartular, Asurlar ve diğerleri neden Avrupanın, batının atası ya da akrabası oluyormuş da benim olmuyormuş? Dogmatik, fanatik ve şövenist duygularımız gözümüzü o denli kör etmiş ki, kendi kazdığımız kuyulara ne yazık ki kendimiz düşüyoruz. Böylece dış dünyaya karşı, evrensel kültüre sahip çıkma açısından, savunmasız kalıyoruz, kaldık. Bundan daha önemlisi, bu topraklarda yaşayan halkı homojen bir kitle olarak kabul edip, sadece bir zümrenin kimliğini başşehre yansıtma yanılgısıdır. Bu ülkede camiye bir defa bile gitmeyen en az 20 milyon insan var. Kaldı ki Ankara mimari açıdan ve arkeolojik olarak, bırakın uluslar arası, ulusal öneme sahip herhangi bir camiye sahip değildir. Kocatepe Camisi büyüklüğü nedeniyle dikkati çeker; Ankara’daki mimarlık bölümlerindeki herhangi bir öğrencinin ya da hocanın ya da arkeoloji bölümlerindeki bir hocanın ya da öğrencinin mesleki deneyimini artırmak için bu şehirde herhangi bir camiyi incelemeye aldığını zannetmiyorum. Bütün bu görünüm içerisinde Ankara'nın amblemini siz cami olarak dayatırsanız, en azından bir kesim o zaman Ankara'yı başşehir olarak içlerine sindiremeyebilirler. Bu çok yanlış bir karardı. Maalesef biz bu topraklarda geçmiş kültürümüzü bilemediğimiz ve o kültürleri bizim dışımızda tuttuğumuz ve ötekiler olarak tanımladığımız için, bugün dünyadaki önemli kavramların önemli bir kısmının Anadolu’dan ortaya çıktığının da farkında olamadık. Onlara başkaları sahip çıktı; çıkmayla da kalmadı sürekli bu toprakların egemenlik hakkını gündeme getirdi; bu
4
gün de aynı eğilim gittikçe artarak sürmektedir. İlk defa tarih, Anadolu’da doğan Herodot’la yazıldı; ilk gramer kuralları Trakya'daki bir düşünür tarafından yazıldı, ilk yeminler bu topraklarda yapıldı; çok sayıda buluş bu topraklarda bulundu. Bu kültürde veba için veba duası var; krallarının bıraktıkları vasiyetnameler var; tabletlere yazılmış ve çözülmüş, son derecede
güzel
kaleme
alınmış
şairane
eserler
var.
Sürekli
öğündüğümüz mutfağımızın çeşitliliği, zeytinyağlı yemeklerimiz nereden geldi? Orta Asya’dan mı? Gurur duyduğumuz, bir notayı 8 nokta ile 9 eşit parçaya bölebilen Türk Sanat Müziği Orta Asya’dan mı geldi; Bizans’ın kilise ve saray müziğini bir dinleyin bakalım nereden kaynaklanmış? Büyük bir zevkle oynadığımız zeybek oyunları acaba kimin oyunlarından esinlendi? Yüzlerce harmanlanmış kültür örneğini vermek mümkün. Bütün bunları, dinimizin Arap geleneği ve göreneği ile yoğrulmuş akımını alıp, fanatik Türk Milliyetçiliği ile şekillendirerek örtemeyiz; bu ilk olarak insani değerlere ihanet olur. Biz bu geçmiş ve dünyaya çok şey kazandırmış uygarlıkları benimseyip, sahip çıkıp, özümüzle yoğurup, yeni bir sentez olarak dünyaya sunmalıyız. Harmanlandığımız bu uygarlıklardan utanç değil gurur duymanız gerekir. Bugün dünyayı en çok ilgilendiren çevre sorunu ve Birleşmiş Milletlerin Çevre Deklarasyonu, ilk defa, sizin beğenmediğiniz ve izlerini silmeye çalıştığınız Hitit Kralı 4. Tutalya tarafından deklere edilmiştir. O tarihlerde Anadolu’da toplam nüfus 600.000 civarında olmasına karşın, bakın 4. Tutalya çağlara nasıl sesleniyor: “Su kaynakları tüm nesillerin korunması gereken malıdır. Her kim ki su kaynaklarını tahrip ede, hayvanını getirip buraları kirlete, çöp ata; kafası orada kesile. Bu kaynakları kutsuyorum” diyor. Bu nedenle Anadolu’da su çıkan her yere bir anıt yapılıyor. Çeşmelerimizin bu kadar güzel olması Araplardan ya da Orta Asya’dan değil, Hititlerden geliyor. Ereğli de İvriz Çayı’nın çıktığı
5
su kaynağının başına yontulmuş muhteşem Hitit heykeli de bu düşüncenin ürünüdür. Bundan 2-3 yıl önce, bu heykeli, heykeller dinimize aykırıdır diye tüfekle ateş etmek suretiyle kıran görüş de, galiba, herhalde, Ankara ablemini değiştiren görüşün yandaşıdır. Hitit Kralı 3.000 yıl önce böyle düşünürken, Ankaranın suyunu temin eden barajın hemen yanına alel acele dikilmeye çalışılan villaların sahibi kimlerdi dersiniz? Hitit Güneşi’ni ortadan kaldıran yönetimi ilk olarak iş başına getiren bir partinin yöneticileri (Erbakan da dahil). Geliyorsunuz son bin yıla, bakıyorsunuz –her ne kadar sürekli övünüyorsak da- dünyada birilerinin iyi ki oldular, bunları da onlardan öğrendik diyebilecekleri hiç bir katkımız yok. İnsanlığa verdiğimiz hiç bir şey yok. Verdiğiniz şeyler evrensel olmak zorunda, yani bir Perulu da size müteşekkir olmak zorunda. Siz Arjantin'e gittiğiniz zaman Allah razı olsun Türklerden Allah razı olsun Müslümanlardan, buldukları şeylerden biz yararlanıyoruz demeliler ve siz ancak bu şekildeki övgüden gurur duymalısınız. İstanbul'daki büyük saraylar ya da Elazığ'daki folklor saygı duyulması gereken kültürel zenginliktir; ancak bir Perulu ya da Arjantinli bunlar görmese de, duymasa da ve bilmese de yaşam kalitesinde bir farklılık olmadan yaşayabilir. Yani bizim önem verdiğimiz çok şey, evrensel anlamda herkesin ortak değeri ya da daha doğru bir ifadeyle önceliği değildir. Biz saygınlığımızı artırmak için evrensel bilime evrensel düşünceye katkı yapmak zorundayız. Bu katkıya yapamamış olsak dahi, bu katkıya yapan gelmiş geçmiş kültürlere ve insanlara saygıyı eksik etmemeliyiz. Unutmamak gerekiyor ki, gelişme ilk olarak bir şeye ilgi ve saygıyla başlar. Anadolu’da yaşayan insanların önemli bir kısmı galiba bu katkıyı geçmişte yaptı. Ne yazık ki son 1000- 1500 yıl içerisinde bu ölçekte katkı yapamadık. Geçmişte yapılmış bu katkıları da kimden öğrendik?
Ülkemizde
araştırma
yapan
yabancı
uzmanlardan.
6
Bakıyorsunuz, Truva’dan, Ani’ye kadar nerede bir şey bulunmuş ise, altında bir yabancının imzası var. Geçmişini bilmeyen, oturduğu toprakları
ve uygarlıkları
yaklaşık
700 yıldan
beri merak edip
araştırmayan, tanımayan; en garibi de bulunanları, Ankara’nın simgesi olan Hitit Güneşi’nde olduğu gibi dışlayan bir düşünce tarzının hala egemen oluşudur. Hitit Güneşi ya da Kursu, gerçekten tarihsel açıdan çok önemlidir. İnsanlar Anadolu’da o zaman toprağı boğayla-öküzle işliyorlardı. Onlara göre, dünya sarı öküzün boynuzları üzerindeydi. Hitit güneşinin (kursunun) alt kısmına bakın! Güneş iki boynuzun üzerinde duruyor. Anadolu, kültür tarihi bakımından gerçekten çok önemli; müze özelliği gösteriyor; bu topraklarda 14 tane dünyaca bilinen uygarlık kurulmuş; yani biz bu ülkede birbirinin devamı; ancak birbirinden farklı olan 14 uygarlığın üstünde oturuyoruz. Bu 14 uygarlığın her biri bir önemli eser bıraksa, bu 14 evrensel eser demektir. Böyle bir zenginlik belli ki dünyanın başka bir yerinde yok. Gidiyorsunuz Avrupa’ya fanusun içerisine almış filancanın yaptığı resmi, filancanın yaptığı heykeli vs. görüyorsunuz. Bizimkilerine göre karşılaştırılamayacak kadar fakir; ancak bu insanlar uygarlıkların değerini bildikleri için onlara sahip çıkıyorlar hem de fanusların içine alacak kadar. Biz ne yapıyoruz? Aslında Kültürden kaçıyoruz. Dünyanın ilk ve önemli uygarlıklarından biri olan Hitit Uygarlığının simgesini Hitit Güneşi’ni kültürümüzden, tapumuzdan çıkarıyoruz. Yerine hiçbir kimliği olmayan Atakule’yi ve bırakın dünyayı ülkemizdeki pek az bir kesime hitap edebilen bir simgeyi koydum diyorsunuz. Dünyanın öküzün boynuzları üzerinde duruyor lafını duydunuz mu hiç? Çok. Evet, boynuzu salladı mı öküz, deprem oluyor ve yıkılıyor işte dünya. Buna hala inanalar var mı? Büyük bir olasılıkla sayıları az da olsa
7
bulunabilir. Ancak, Sıhhiye’de tüm uygarlıklara meydan okurcasına, meydanımsı yerde duran geyikli Hitit Geyiğine bir daha bakın! Sarı öküzün boynuzları üzerinde duran dünya dikkatle bakın; o Anadolu halkının üzerine 3000 yıldan beri “öküzüm ölsün’ diye yemin ettiği kutsal simgedir. Çünkü öküz ölürse kendisi de ölecek. Adamın tut canını al hiç umurunda değil; ama öküzünü aldın mı sadece adam değil, beslemek zorunda olduğu insanlar da ölür. O yüzden öküz son derece önemli; bu nedenle Anadolu’da tanrıya tapınma boğalarla-öküzlerle başlıyor. Kültürünü geliştirecek bir toplumun ilk olarak demokrat olması gerek. Demokrat olma belirli oyları –şu ya da bu yolla- alarak belirli yerlere gelmenin adı değil, özellikle belirli kültürleri benimseyebilmenin ve gerekli saygıyı göstermenin de adıdır. Demokrat olmayan toplumlar kendilerini dünyanın merkezine koyup, dünyayı kendi etraflarında çevirmeye başlarlarsa, başları döndüğü için orada biterler. Benimkinden başka kültür yok; tanımam, ille ben varım dersen; hele geriye dönüp sorgulayamayacağımız kültürleri küçümsersen; onları sorgulamaya ya da dışlamaya kalkarsan o kültürlerin mirasçısı değil, düşmanı olursun. Bir gün bir yerlerden birileri çıkarak o dışlamaya yeltendiğin uygarlığın mirasçısı olmaya kalkışırlar. Başka bir kültürü ve inancı da dünya mirası olarak benimsemek ve gerekirse onun izleyicisi olmak bir erdemdir. Bunun için yüce Atatürk, Sümerleri ve Hititleri kendi kültürünün öncüleri olarak kabul ettiği için, onlara izafeten Sümer ve Eti Bankalarını kurdu (daha sonra holding oldular). Özünde Atatürk bu girişimiyle Anadolu uygarlıklarının mirasçısı olduğunu dünyaya ilan ediyordu. Her ikisi de özellikle satılarak ortadan kaldırıldı. İzmir’de Yunanlıların son askeri de etkisiz hale getirildiğinde, Truva surlarının önünde yerlerde sürüklenen Truva prensi Hektor’u kastederek “şimdi Hektor’un intikamı alındı” diyecek kadar Anadolu
8
uygarlıklarına sahip çıkmıştı. Hatta Çanakkale’de bize karşı savaşan Avustralya Askerleri olan Anzakları, “…analar, babalar, rahat olun, topraklarımızda canlarını yitiren çocuklarınız bundan böyle bizim de çocuklarımızdır” diyecek kadar sahiplenen asil bir davranışı sergilemişti. Ankara’nın baş şehir olmasını belki de hala Osmanlı rüyası görenler bir türlü hazmedemediler. Baş şehrin ekonomik-siyasi etkinliğini azaltmak için burada bulunan kurumları başka şehirlere kaydırma ya da siyasi kararların alınmasını bölgelere yayma gibi uzun vadeli sinsi planların hazırlandığı da görülüyor. Atatürk, Hititlerin simgesini Ankara şehrinin simgesi olarak aldı ve bu kültüre sahip çıktı, Hititlerin mirasçısı olduğunu tüm dünyaya ilan etti. Ne mi oldu? Geleceği tahmin edemeyenlerce ve dogmatik güdülerinin esiri olanlarca, Ankara’nın Hitit Güneşi olarak bilinen simgesi ortadan kaldırıldı, yerine bir cami ve bir kule simgesi kondu. Bunu izleyen birkaç ay içerisinde Avrupa Birliği “Hititler ve onların öncüleri Hatiller, Avrupa kökenli insanlardı ve Anadolu’nun esas sahipleri onlardı, yani bugünkü Avrupalılardır” kararını alarak, ileride bizi gagalamak için çıkacak civcivin yumurtasını folluğa bıraktılar. Prof. Dr. Ali Demirsoy Hacettepe Üniversitesi 20.04.2008
9
1. Ek: (10-04-2008 Hurriyetport): Ankara 3. İdare Mahkemesi, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi'nin Ankara'nın ambleminin değiştirilmesine yönelik kararını iptal etti. Avukat Rahmi Kumaş'ın, Hitit Güneşi Kursu'nun değiştirilmesine yönelik Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 14 Ocak 2005 tarihli ve 59 sayılı kararının iptali istemiyle Ankara 3. İdare Mahkemesi'nde dava açmıştı. Dosyayı görüşen mahkeme, Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin eski Hitit Güneşi Kursu'nun değiştirme amacına yönelik savunmasını inandırıcı ve hukuka uygun bulmayarak, amblemin değiştirilmesinde kamu yararı olmadığına işaret etti. Belediye meclislerine belediyeyi tanıtıcı amblem, bayrak ve flama belirleme konusunda karar alma yetkisi tanındığını anımsatan mahkeme, bu yetkinin usul ve amacına uygun olarak kullanılması yönünde yargısal denetimin de bulunduğunu kaydetti. Kararda, belediye meclislerince belirlenecek amblemin o şehrin kendine özgü tarihsel ve kültürel kimliğini yansıtması gerektiği ifade edilerek, şu görüşlere yer verildi: "Tarihsel geçmişindeki Hitit, Frig, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı etkileriyle kültürel dokusu şekillenen Ankara günümüze yansıyan kent kimliğini ağırlıklı olarak ulusal kurtuluş savaşımız sırasında da yönetsel merkez olarak kullanılan TBMM'nin bulunduğu yer olmasından ve Ulu Önder Atatürk öncülüğünde yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti niteliğine kavuşmasından almaktadır. Başkent olduktan sonar hızlı bir sosyal, ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel gelişime sahne olan Ankara'yı tanıtacak amblem kentin dönüşümünde temel etken olan, cumhuriyetin çağdaş uygarlığı temel alan felsefesi ve dayandığı değerlere işaret etme açısından da büyük önem taşımaktadır. Buna karşın uyuşmazlık konusu amblemden kullanılan görsel ögelerin ayrı ayrı ve bir bütün olarak kompozisyonu ile Ankara'nın kendine özgü karakteristiğini, tarihsel ve kültürel kimliğini yansıttığından söz edilemez." Ankara'nın şu anda kullanılan amblemde yer alan figürlerin Hacettepe sırtlarından Ankara'nın güneyine doğru bakıldığında görülen silüetin başkenti sembolize etmediği ifade edilen kararda, mevcut amblemin Ankara'nın tarihsel, kültürel derinliği ve ağırlığı ile orantılı biçimde tanıtıcı bir öge olarak kabul edilemeyeceğini vurgulandı. Kararda, "Hitit Güneş Kursu ambleminin Ankara kentini tanıtıcı özelliği olmadığından, değiştirilerek yerine değişiklik amacına aykırı ve Ankara'yı kendine özgü kimliğiyle tanıtıcı nitelikte olmayan figür ve şekillerden oluşan amblemin belirlenerek kabulüne ilişkin Büyükşehir Belediye Meclisi'nin kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır" denildi. Davalılar Ankara Valiliği veya Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı kararı temyiz ederse dosya Danıştay'a gidecek. -"GÖKÇEK, İPTAL EDİLEN SİMGEYİ KULLANMAKTAN VAZGEÇMELİ"Avukat Kumaş da yaptığı açıklamada, mevcut ambleme ilişkin ilk olarak 1995 yılında iptal davası açtığını ve Ankara 2. İdare Mahkemesi'nin yine Ankara Büyükşehir Belediyesi aleyhine karar verdiğini anımsattı. Bunun üzerine, kanun değişikliği yapılarak belediyelere kentin amblemini belirleme yetkisinin verildiğini, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi'nin de bu kanuna göre mevcut amblemi kullanmaya devam ettiğini anlatan Kumaş, ancak Ankara 3. İdare Mahkemesi'nin verdiği
10 son kararla Hitit Güneş Kursu'nun tekrar Ankara'nın amblemi olarak kullanılması gerektiğini söyledi. Kumaş, esastan iptal edilen mevcut simgenin artık kullanılamayacağını, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek'in de simgeyi kullanmaktan vazgeçmesi gerektiğini dile getirdi. Kumaş, iptal kararının uygulanmaması halinde belediye yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunacağını kaydetti.