1
Eğer Yılmaz Güney’e kulak verseydik bugün başka bir yerde olurduk (Tayyip Erdoğan, 20.03.2010): Evet çoktan bölünmüş olurduk. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi
Yıl 1984 Ağustosun 15’i ben ve ailem ikinci kez almış olduğum Humboldt Bursu ile Almanya’nın Hamburg şehrindeyim. O gün U-Bahn (metro) çıkışında bir hafta boyunca Hamburg’da izlenebilecek televizyon kanallarının hemen hemen tümünün hangi saatte hangi konuyu vereceğini ya da yayınlayacağını kısa açıklamalar ile birlikte veren bir televizyon
dergisi
‘Fernsehblatt’ı
satın
almıştım.
Dergiyi
akşam
yemeğinden önce incelemeye başladım. Çünkü rahmetli eşim Duriye karmaşık cümleli programları anlayacak kadar Almanca bilmiyordu; bu nedenle daha çok basit
ve bilimsel cümlelerle anlatılan doğa
belgesellerini izliyorduk. Ben bir yandan bu dergiyi incelerken bir yandan da o anda NDR (Norddeutscher Rundfunk) adlı Kuzey Almanya’nın o günlerde en güvenilir ve en çok izlenen (bizim bir zamanlar güvendiğimiz TRT-1 kanalına eşdeğer) kanalını izliyordum. Saat 18. 00’de güzel bir doğa belgeseli yayınlanacaktı. Ancak yayın birden kesildi ve NDR kanalından bir duyuru yapıldı: “Bugün yayın akışımızı bozmak durumunda kaldığımız için izleyicilerden özür diliyoruz”. Görülen gerek üzerine “Kürt yönetmen Yılmaz Güney’in yönetmiş olduğu “Die Mauer” (Duvar) filmini gösterime sokmuş bulunuyoruz. O tarihte Duvar filmi Türkiye’de yasaklanmıştı. Bugün Türkiye’de oynatılıp oynatılmadığını bilmiyorum; oynatılıyorsa da o günkü sunulan versiyonu ile oynatılıp oynatılmadığını bilemiyorum. Çünkü o gün izlediğim versiyonu ile Türkiye’de oynatılabileceğini düşünemiyorum (açılım devam ederse belki o haliyle de devlet televizyonlarında izleyebiliriz). Çünkü filmde Türklere, Türk Devleti’ne ve
2
özellikle Türk Ordusu’na kin kusuluyordu. Filmde 1980 Darbesi’nin kabul edilemez birçok çirkin ve insanlık dışı unsuru da vardı. Ancak film özellikle abartılmış bir şekilde generallerin bulunduğu ortamda Kürt çocuklara ve Kürtlere yapılan insanlık dışı işkence ve zulmü işliyordu. Senaryo sanki sadece Kürtlere yönelik bir toplu kıyım yapıldığı izlenimini yaratıyordu. Filmin haklı olduğu yönleri olabilirdi; ancak generallerin de yer aldığı ortamlarda çok küçük çocukların kurşuna dizildiği, Türk bayrağı serilmiş masalarda olmadık çirkinliklerin ve rezaletlerin yaşandığı birçok sahne yer almaktaydı. Geleneksel dostumuz Almanya’nın böyle bir rezalete nasıl izin verdiğini doğrusu (o gün) anlamamıştım ve çok şaşırmıştım. Hemen çok izlenen diğer bir kanal ZDF’i (Zweites Deutsches Fernsehen) çevirdim. Orada da program değişikliği yapılarak Duvar (Die Mauer) o gün gösterime sokulduğu duyuruluyordu. Daha sonra en az 6 kanalı (Danimarka, Lüksemburg, Belçika) çevirerek incelmeye başladım. Hepsinde program değişikliği yapılarak Duvar filmi oynatılacağı bildiriliyordu. Doğrusu Duvar filmini ben izlememiştim (Türkiye’de yasaktı). Bu kanallarda bu filmin o gün verileceği duyurusunun yanı sıra, Yılmaz Güney’in öyküsü de verilmeye başlanmıştı ve bu tanıtımda, ağız birliği edilmişçesine Yılmaz Güney’in Türk Ordusu tarafından Kürt milliyetçisi olması nedeniyle ağır cezaya mahkûm edildiği ve işkence gördüğü, tutuklu iken bir fırsatını bularak yurt dışına kaçtığı ve “Politischer Flüchtling” (siyasi sığınmacı) olarak Paris’e yerleşerek bu filmi çevirdiği duyuruluyordu1. Bu filmde Türkiye’de yaşananlar gözler önüne seriliyormuş. Yılmaz Güney’in bir katil olduğuna ve bu nedenle hapis yattığına hiç değinilmedi. Avrupa için Yılmaz Güney bir melekti…
1
Yılmaz Güney’in bu filmi Fransa’da çevirirken filmde oynayan çocukları, bir çeşit varoşlardan topladığı ve sık sık dövdüğü o günkü basında defalarca gündeme gelmişti.
3
1981 Ekim‘ine kadar, ömrünün yaklaşık oniki yılını çeşitli cezaevlerinde geçirmis ve hapishanede de boş durmamış, komunizmi ve kürtçülüğü destekleyen yazılar yazmaktan geri kalmamıştır. Sefa Mutlu adlı bir hakimin katili olarak mahkemesi sürerken 1981 yılında, çocuğu ve ikinci karısını da yanına alarak yurtdışına kaçmış ve „Türkiye’ye dön“ çağrısınaa uymadigi için vatandaşlıktan çıkarılan Yılmaz Güney, kalp krizi sonucu Fransa’da vefat etmistir.
Filmi izlemeye başladık (eğer bu versiyonu ile Türkiye’de oynatılmış olsa, büyük bir olasılıkla sinema salonuna saldırı olabilir; arbede çıkabilirdi). Filmde Türkiye’ye, Türk Devleti’ne ve özellikle Türk Ordusuna inanılmaz bir saldırı ve aşağılama vardı. Rahmetli eşim kırık-çıkık Almancası ile filmi izliyordu. Filmin ortalarına doğru hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve bana: “Ali! Türkiye’de işkence de var, haksızlık da var, baskı da var; ancak bu kadar çirkin şeylerin askerimiz, polisimiz ve subaylarımız tarafından yapılması mümkün değil; bu film belli ki insanları Türkiye’ye karşı kin ve nefretle doldurmak için çevrilmiş. Yazık bize, yazık ülkemize; Türkiye bu kadar sahipsiz mi?” dedi Eşim rahmetli Duriye, ağlayarak bana: “Ali! Bir şey yapamaz mısın?” diyerek adeta yalvardı. Kendisine: “Duriye! Biliyorsun ben bir böcek bilimciyim. Benim bilgi birikimim hatta yabancı dil dağarcığım bu konularla sınırlı; çoğu biyolojik kavramlara yönelik; oysa bu politik ya da diplomatik bir dil bilgisi gerektirir. Politik ya da diplomatik lisan farklı bir şeydir; hem yanlış yapabilirim hem de profesör unvanı taşıdığım için, farkına varmadan söyleyeceğim sözler Türkiye’nin ayağına ileride pranga olabilir. Çünkü hiç kimse bunu bir entomoloğun (böcek bilimcinin) .söyleyip söylemediğine bakmaz; onu siyasi bir açıklama olarak algılayabilir” dedim. Ancak eşim: Yine de bir şeyler yapabilirsin deyince daktilonun başına geçerek NDR Genel Müdürü’ne (Intedant) ilişikteki (burada Türkçeye çevrilmiş) mektubu yazdım.
4
Esasında bu mektup, bu kuruma yine Türkiye’yi parçalamaya yönelik, insanlarımızı birbirine düşürecek başka bir programından dolayı yazmış olduğum bir mektuptan (Ek 2 ve 3) sonra yazılmış olan ikinci bir mektuptu (Ek-1, bu mektup daha sonra yazılmış olmasına karşın bu konuyu doğrudan işlediği için birinci sıraya konmuştur). Birinci mektupta da (Ek-2) bu yayın organını çok ağır bir şekilde eleştirmiştim. O günlerde görsel basın organlarında yapılan yayınların, bugüne kadar kardeş olarak yaşamış Anadolu halklarının bugün birbirine düşman edilmesine hazırlık
niteliğinde
olduğunu,
bugünkü
sürtüşmeleri
yaşamaya
başlayınca anlama fırsatımız oldu. Yarını doğru değerlendirebilmek için, bugün neler olduğunu doğru anlamak gereği de böylece ortaya çıkmış oluyor. İşte bu yazı geçmişte yaşananların küçük bir kısmını da kapsasa, bu ülkenin esenliği için birliğimizi koruyacak gençlerin bilgisine sunulması için kaleme alınmıştır. Televizyon kanallarının (izleyebildiğim) hemen tümünde bu film ve ön açıklama, ana haberden önce verilmişti. Halkın en çok izlediği saatte verilmişti. Çok geçmeden bunun nedeni anlaşıldı. İzleyebildiğim bu kanalların hemen tümünün ana haberlerinde şu açıklama yapıldı: Bugün Türkiye’de (15 Ağustos 1984) Kürt Milliyetçiler Hakkâri Eruh Jandarma Garnizonu’na saldırarak 16 askeri öldürdüler. İzleyebildiğim kanalların hemen hepsinde (bugünkü bölünmüş Türkiye haritasının benzerleri de ekrana yansıtılarak) bugün Türkiye’ye dayatılan malum yorumlar yapılmaya başlandı. Doğrudan olmasa da dolaylı olarak yapılan bu katliam haklı (meşru) gibi gösterilmeye çalışılıyordu. Duvar filminin birçok televizyon kanalında normal program akışı kesilerek gösterime sokulması ve Yılmaz Güney’in çarpıtılan yaşam öyküsü,
5
özünde, Avrupa kamuoyunun Türk askerlerine karşı yapılan bu toplu kıyıma tepkiyi önleme amacını taşıyordu. O anda Türkiye’nin başına örülen ve örülecek çorapların neler olduğunu anlamaya başlamıştım. Çünkü Kuzey Avrupa’daki en az 6 televizyon kanalının yayınını aynı tarihte ve yakın zamanlarda keserek bu kıyıma tepkiyi azaltma ya da haklı gösterme girişimi, “belli ki” ancak belirli bir merkezden yöneltilmeleri ya da emir almalarıyla olabilirdi. Hâlbuki
Avrupalılar
basınlarının
özgür
ve
bağımsız
olmalarıyla
övünüyorlardı. Sadece bu olay bile bunun bir kandırmaca olduğu ve yayın organlarının dünyanın kaderini çizmeye soyunan belirli merkez ve siyasi odakların araçları olduğu “en azından benim tarafımdan” kuşku götürmez bir biçimde anlaşılmış oluyordu. Ben bu toprakların çocuğu olarak aşağıdaki mektubu (Ek-1) yazarak güçlü bir şekilde tepkimi gösterdim. Nereden bilebilirdim yıllar sonra Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan’ın bu filmi çeviren ve Türkiye’de bulunduğu sürede Marksist-Leninist ideolojinin önde gelen simgelerinde biri olan Yılmaz Güney’i büyük bir gururla bize kılavuz göstereceğini? Eğer Yılmaz Güney’e uymuş olsaydık, Türkiye Komünizm deneyimini de yaşamış olacaktı. Nereden bilebilirdim yıllar sonra Millî Güvenlik Kurulu’nun (1999) hiç ilgim olmayan ve uzaktan yakından onaylamadığım konularda bile –yalan yanlış ihbarlara itibar ederek- benimle ilgili soruşturma açacağını. Ne günlere düştük… Avrupa Kültürünün olumlu yanlarını görmemezlikten gelemeyiz. En azından bir mektubun sonundaki adın başında profesör unvanı varsa, o mektup en üst düzeyde dikkate alınır. Nitekim mektubu gönderdikten biriki gün sonra “Intendant’lık”, yani NDR Genel Müdürlüğü” özel bir kurye ile evime bir mektup göndererek, daha önce Türkiye ile ilgili yıkıcı
6
yayınlardan dolayı göndermiş olduğum mektuptakilere (Ek-2 ve 3) ve bu yayına ilişkin açıklama yapmak ve bilgi vermek üzere beni davet ediyorlardı (Almanca mektupta bu daveti görebilirsiniz) (Ek-4). Yetkili olduğunu söyleyerek gelen bu kişilere (iki kişi), bana kim açıklama yapacak dediğimde, “bilim kurulumuz” diye yanıt verdiler. Pekiyi, bilim kurulunuzun yapısı nedir diye sorduğumda, şu açıklamayı yaptılar: “Her siyasi partiden iki kişi, kiliseden bir kişi, sendikadan bir ya da birkaç (iyice anımsamıyorum), üniversiteden belirli sayıda kişi”. Bunun üzerine birkaç gün içerisinde kendilerine yanıt vereceğimi söyledim. Çünkü benim siyasi bilgimin kısıtlı olması ve Almanca dil bilgimin politik bir konuşmayı kusursuz götürebilecek kadar yetkin olmadığını bildiğim için Türk yetkililer ile ilişki kurmayı uygun buldum. Çünkü söyleyeceğim yanlış bir söz, belki ileride Türk yetkililerini zor duruma düşürebilirdi. Bu nedenle Bonn Büyükelçiliğine (Ek-5) ve Türkiye Dışişlerine (o zaman Vahit Halefoğlu bakandı) (Ek-6) birer mektup yazdım ve bana destek vermelerini ya da yönlendirmelerini talep ettim. Talebimi 3 kez aralıklarla yazılı olarak yineledim. Ne o gün ne de bugüne kadar geçen sürede her ikisinden de olumlu ya da olumsuz bir yanıt alabildim. Ben de kaygı duyduğum nedenlerden dolayı, sanki Türk tarafını temsil ediyormuşum gibi bu bilgilendirmeye ya da tartışmaya katılmaktan kaçındım. Daha sonra bu mektupları tesadüfen öğrenen bir Jandarma Kurmay Albayı benden bu mektupları ödünç alarak ilgili mercilere götürdüğünü ve neden buna yanıt verilmediğini öğrenmek istedi. O da bunun nedenini öğrenemedi. Bu yıkıcı tezgâhın stratejik dostlarımız (!) tarafından neredeyse 100 yıldır ince ince hazırlanan bir plan olduğunu artık sağır sultan bile öğrenmiş bulunuyor. Belli ki uygun ortamı bulunca uygulamaya geçtiler…
7
Çok beğendiğim bir atasözümüz vardır: Kılavuzu karga olanın burnu b..tan kurtulmaz.
Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi
Ek-1 Sayın Genel Müdür
18(?).08.1984
NDR Televizyonu Sizin de bildiğiniz gibi, bir yayın organının değeri ve güvenilirliği, bilgi toplamadaki
doğru
kaynakları
seçebilmesine,
topladığı
bilgileri
doğru
yorumlayabilmesine ve bu değerlendirmeleri yaparken, kendisinin dışındaki özel amaçları olan kişi ve kurumlara, özellikle illegal ya da alışılagelmişin dışındaki merkezlere bağımlı olmamasına bağlıdır. Almanya’da kaldığım kısa süre içerisinde, kurumunuzun bir yayın organında bulunması gereken bu nitelikleri taşıdığı hususunda kuşkularım oldu. Kurumunuzun güvenilirliği ve hangi amaçlara hizmet etmek istediği hususunda Türk Kamuoyu’nda ve Siz’in dışınızdaki Alman yayın organlarında, bir tartışmayı açabilmek için özellikle Siz’in, gerekirse denetim kurulunuzun fikrini ve amacını (açıklanmasını) öğrenmek istiyorum. 15.08.1984 (18.09.1984) tarihinde, televizyonunuzda Yılmaz Güney tarafından çevrilen “Duvar” adlı bir film yayınlandı. Filimden önce rejisör Yılmaz Güney “politik görüşleri nedeniyle mahkûm edilmiştir” şeklinde tanıtıldı. Türkiye’de kalmış olsaydı politik görüşleri nedeniyle belki gözaltına alınabilirdi; belki de mahkûm edilebilirdi. Fakat mahkemece kesin olarak saptanan cinayet suçundan yargılanmış ve mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyeti sırasında da film çevirebilmesine ve ailesini zaman zaman ziyaret etmesine izin verilmiştir. Bu izni kullanırken yurt dışına kaçmış ya da kaçırılmıştır. Duvar filmi, özünde, rejisörün kin ve nefretini kustuğu bir filmdir ve birçok yönüyle de gerçekle bağdaşmadığı Siz’in haricinizdeki birçok çevre tarafından kesin
8
olarak bilinmektedir. Çünkü ülkemde hiçbir zaman 18 yaşın altındaki insanlar erginlerin hapishanesine atılmaz, cinayet suçuyla olsa bile, en fazla ıslahevine gönderilir. Bu film ise erişkinlerle çocukların bir arada hapsedildiği bir ortamı işliyordu ve olabilecek en rezil sahneler ve görüntüler, özellikle Türk Bayrağının ve Türklerin önderi Atatürk –ki onun değerini ülkeniz ve Birleşmiş Milletler de kabul etmiştirtablosunun önünde veriliyordu. Yani bir milletin ve ülkenin sembol saydığı ve saygı duyduğu değerlerin önünde. Yani bu yayınla bir politik görüş değil, bir ırk ve ülke hedef alınmıştır. Rejisör kin ve nefretini filmine yansıtabilir. Önemli olan kin ve garez üzerine kurulmuş olan böyle bir filmin, hümanist kişilerden oluştuğu düşünülen denetim kurulunuzdan nasıl geçtiğidir. Ayrıca en önemlisi, Türklere karşı nefret uyandırmayı amaçlayan bu filmin, Avrupa’daki birkaç ülke televizyonunda birbirine yakın tarihlerde yayınlanmasıdır. İlginç olanı, bu tarihin Amerikan Kongresi’nin Alt Komisyonu’nda, yine Siz’in gibi düşünen bazı kişilerin gayretiyle, çoğunluğun olmadığı bir toplantıda “Doğu Anadolu’nun Ermenilerin vatanı olduğunu” benimseyen bir kararın alındığı güne rast gelmesidir. Filmin gösterildiği tarih, özellikle Avrupa’nın bütünlüğünü savunan kişilerin Amerika Komisyonunun aldığı bu karara tepkisini azaltmak için özenle seçildiği izlenimini uyandırmıştır. Ya da bir rastlantıdır!!! Temmuz1984 tarihinde “Türkiye’den mektup var” adlı dizinizde de, Türkiye’den bazı görüntüler verdikten sonra, Türkiye’den gönderilmediği hemen anlaşılan, büyük bir olasılıkla ilgili bölümünüz tarafından acemice hazırlanarak araya sokulmuş bir bölüm yer almaktadır. “Kürdistan Kültür Gecesi” adı ile bu programla, Anadolu’da, Türklerle, Türkiye ile ilgisi olmayan görüntüler, özellikle ayrıntılı bir şekilde ekrana getirilmiştir. Alman Devleti’nin resmen “Kürdistan” diye bir devlet tanıdığını zannetmiyorum. Çünkü “istan” son eki, Türkçede (belki Farsçada) o insanların yaşadığı ve sahip olduğu bir toprak parçası için kullanılır. Bulgaristan, Yunanistan, Macaristan gibi. Böyle bir kara parçası resmi haritalarımızda bulunmamaktadır. NDR (ya da ZDF) de herhalde kendi başına devlet tanıma ya da isimlendirme yetkisine sahip değildir. Bu filmin yayınlanış tarihi de yine garip bir rastlantı olarak, bazı merkezlerce yetiştirilmiş teröristlerin, Doğu Anadolu’daki resmi dairelere ve askeri birliklere
9
saldırdığı tarihe denk gelmiştir. Bu zamanlamaya şaşmamak ve bunun bir rastlantı olduğuna inanmak, düşünen, tarafsız bir insana doğrusu güç gelmektedir. Türkiye’den mektup var programı adı altında sanki…….illegal (yasadışı) örgütten ya da ……. Süper Devleti’nin Gizli İstihbarat kuruluşundan mesaj var denmektedir. Sayın Genel Müdür! Siz’in de çok iyi bileceğiniz gibi, tarihte parçalanan ülkeler ya başkaları tarafından yutulmuştur ya da başka ülkelerin egemenliği ya da etkinliği altına girmiştir. Bu örnek özellikle Alman Milletine yabancı değildir 2… İnsanlık adı altında ülkeleri parçalamak ve nifak tohumlarını atmak insanlara sadece mutsuzluk getirmiştir ve onların süper güçler tarafından yutulmasını kolaylaştırmıştır. Haritaya bakarsanız çok sayıda örnek görebilirsiniz. Birinci Cihan Savaşı’nda önce aynı yöntem Anadolu’da yine uygulanmış ve dili, dini, âdetleri, alışkanlıkları farklı olan; fakat o güne kadar kardeşçe ve karşılıklı saygıyla yaşamış iki halk birbirine düşman edilmiştir. Sonuç: Bir sürü insanın yaşadığı yerden yani Doğu Anadolu’dan göç etmesine, karşılıklı kıyıma neden olmuştu; her iki taraf için de acılara neden olmuştu. Aynı oyun, bu sefer, inancı, adetleri, alışkanlıkları, hatta dillerindeki kelimelerin çoğu ortak olan, kız alıp veren, yakın akraba olan, aynı oyunları oynayan, farklı kelimelerle aynı müziği icra eden, aynı mezarlığa gömülen insanları birbirine düşman etmek için sahneye konmuştur. Emperyalist amaçları olan ve yayılmacılığı devlet politikası olarak benimseyen ülkelerin sözcülüğü, bilerek ya da bilmeyerek tarafınızdan yapılmaktadır. En azından kadronuzda bu amaca yönelik, satılmış ya da kendi açısından emperyalist yayılmacılığı amaç edinmiş kişiler bulunmaktadır. Ancak böyle bir kabul, yalan, iftira ve yanıltmalarla dolu filmlerin yayınlanmasını ve zamanlanmasındaki ustalığı açıklayabilir. Yine de bütün bunlara karşın, düşmanlık saçan ve halkları birbirine düşürmeyi amaçlayan filmlerin, saygın denetim kurulunuzdan nasıl geçtiği bir soru işareti olarak kalmaktadır… Sayın Genel Müdür! Tüm bu yayınlarınızda gerek içerik, gerek zamanlama açısından neyi amaçladığınızı, hangi insani değerlere ya da insanlara hizmet etmek istediğinizi, bu yayınlarla ve zamanlama ile kamuoyunu yanıltıp yanıltmadığınızı, gerek Türk Kamuoyu’nda gerekse değerli Batı Alman Devleti Kamuoyu’nda tartışma
2
O tarihlerde parçalanmış Almanya, Doğu Almanya adı altında Rusların egemenliği altındaydı.
10
açacak şekilde ayrıntılı olarak açıklamanızı ve bilgi vermenizi saygılarımla rica ediyorum. Saygılarımla Prof. Dr. Ali Demirsoy Ek-2 Prof. Dr. Ali Demirsoy
Hamburg, den 23.06.84
Wattenbergstr.16 2100 Hamburg 90
An Intedent NDR Rothenbaumschaussee 132 2000 Hamburg 13 Sayın NDR Yönetim Kurulu Başkanlığına 07.06.1984 tarihinde saa9.30’da yayınlanan “Bizim için Almanca” adlı programınızı üzüntü ve tiksinti ile biraz da endişe ile seyrettim. Almanya’nın en ciddi yayını olarak tanıdığım NDR’in insanları birleştirici, hümanizmi aşılayıcı ve yaygınlaştırıcı çabalarını beklerken, son derece ilkel ve iğrendirici görüntülerle, yabancıları, özellikle belirli bir ülkenin 13-18 yaşları arasındaki gençlerini hedef alan; onları küçültücü, toplum içersindeki onurlarını kırıcı bir programın hem de “Eğitim Programı” adı altında verilmesi son derece düşündürücü ve ne yazık ki kurumunuz için de kanımca, yüz kızartıcıdır. Böyle bir saçmanın, saygıdeğer kurumunuzun denetim organlarından nasıl ve ne amaçla geçtiğini anlamak güçtür. Programın hazırlanışı, olayların işlenişi ve özellikle kasıtlı olarak son derece çirkin bir görüntüyle bitirilişi, hümanist duyguları paylaşması gereken ve bir anlamda eğitim aracı olarak hizmet gören kurumunuz için tarihsel bir talihsizliktir. Tarih, kendinden olmayan toplumları ve ırkları küçük gören ve onları horlayan düşüncelerin ve akımların acı sonuçlarıyla doludur. Bunu en iyi de sizlerin bilmesi gerekir.
11
Bir bilim adamı olarak, iç içe yaşayan toplumların birbirleriyle olan ilişkilerine duyduğum yakın ilgiden dolayı, bu programın, ne amaçla, kimlere hizmet etmek, hangi insani değerleri yüceltmek ve yaygınlaştırmak için hazırlandığını bildirmenizi rica ediyorum. Saygılarımla Prof. Dr. Ali Demirsoy Ek-3 (yazmış olduğum mektubun, bir üsteki mektubun) Almancası Mektupların Almanca kopyaları, tarama (scanning) sonucu yazıyı 6,5 Mbyte kadar çıkardığından, e-postalarınızda sorun yaşanmaması için eke konmamıştır. İsteyenler olursa gönderebilirim ya da http://yunus.hacettepe.edu.tr/~demirsoy/Ana_Sayfa.html adresine girerek, denemelerden okuyabilirsiniz.
Ek-4 NDR Intedant’lığının bana bilgi verilmesi ile ilgili davet mektubu ve savunmaları. Aynı şekilde http://yunus.hacettepe.edu.tr/~demirsoy/Ana_Sayfa.html adresine girerek, denemelerden okuyabilirsiniz.
Ek-5 Bonn büyük elçiliğine gönderilen yazı Aynı şekilde http://yunus.hacettepe.edu.tr/~demirsoy/Ana_Sayfa.html adresine girerek, denemelerden okuyabilirsiniz.
Ek-6 Dışişlerimize gönderilen yazı Aynı şekilde http://yunus.hacettepe.edu.tr/~demirsoy/Ana_Sayfa.html adresine girerek, denemelerden okuyabilirsiniz.
Sunuş Yazısı Sevgili Kardeşim Başbakanımız
Tayyip
Erdoğan’ın
20.03.2010
tarihinde
“ Yılmaz
Güney’e kulak verseydik bugün başka bir yerde olurduk” açıklaması talihsiz bir açıklamadır. Bu, –eğer başka bir niyet yoksa- hala
12
bir şeyleri anlamadığımız anlamına geliyor. Bu yazıda, bu yazıyı bizzat yazan kişinin, 1984 tarihli Eruh saldırısında, Avrupa’da şahit olduğu tezgâhı öğreneceksiniz. “Kuzu postuna bürünmüş kurtların egemen olduğu bir dünyada kuzu rolünü oynamanın” sonun başlangıcı olduğunu artık görme zamanı geldi. Sevgilerimle