Savcılar lütfen bize yardım ediniz

Page 1

1

Cumhuriyet savcıları lütfen bize yardım ediniz! Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi

Model insan bir toplum için neden gereklidir?

Toplumda çeşitli görevleri yüklenmiş meslekler vardır. Benim mensup olduğum meslek öğretim üyeliğidir. Neredeyse yarım yüzyıldır (44) da bu mesleği elimden geldiğince iyi yürütmeye çalıştım. Bizim için iki önemli görev vardı. Birincisi araştırma yapmanın yanı sıra, bilim dünyasında olup bitenleri önümüze gelen öğrencilere en iyi şekilde aktarmak ve öğretmek, ikincisi de onları, insanlığı ve ülkesini seven, ahlaklı, onurlu ve çalışkan kişiler olarak yetiştirmektir. Bu sonuncusunu gerçekleştirirken çoğu bölümde bilim tarihi okutarak, örnekler vererek, onlara model göstermeyi çok önemseriz. Her gence, örnek alabileceği model ya da modeller sunmaya çalışırız. Bu modellerin illa ki o anda eğitim yaptığı alanda olması da gerekmez. Çünkü bir yönlü insan yetiştirmekten kaçınırız. Onları, geleceğe olabildiğince çok yönlü hazırlamaya çalışırız. Bu nedenle de farklı alanda farklı modeller, yani daha açık tanımla örnek insanlar göstermeye çalışırız. Bir ülkenin, gençliğini eğitebilmesindeki en önemli araç ya da eğitim malzemesi o ülkenin geçmişte yetiştirdiği herkesin saygı duyduğu insanların ve o anda yaşayan nitelikli insanların çokluğudur. Bir ülkenin bilim

adamından

yöneticisine,

askerinden

hâkimine,

savcısından

öğretmenine velhasıl toplumun her an göz önünde bulundurduğu insanlara saygı ve güvenin varlığını, o ülke gençliğinin sağlıklı bir ruh yapısı ile yetiştirilmesinin en önemli koşulu olarak görürüz.


2

Ne yazık ki, başarılı ve model olabilecek insanlara, tarihin her döneminde olduğu gibi, içten ve dıştan saldırı ve iftiralar da eksik olmamıştır. Tarihteki her büyük adamın şu ya da bu şekilde didiklendiği bilinmektedir. Bu

durumda,

bir

ülkenin

yargısının,

o

ülkenin

insanlarına

yapabileceği en büyük yardım, önemli yerlere gelmiş kişilere yapılacak her türlü saldırı ve iftiraları –zamanında- önlemedir; ancak bunu yaparken, bir çarpıklığı saptadığında, onun da üstüne cesaretle ve adalet duygusuyla gitmesidir. Yargı bunu yapmadığı sürece, adalet duygularını zedelemesinin ötesinde, en azından kendi ülkesine ihanet etmiş olur.

Son yarım yüzyılda yaşananlar? Bu açıdan bakıldığında, geçmiş yarım yüzyılı masaya yatırıp, tarafsız bir analiz yapmamız gerekecektir. Ne yazı ki yargı ve bununla ilişkin olarak güvenlik güçlerinin karnesi çok da iyi değildir. Çünkü benim anımsadığım kadarıyla, son yarım yüzyılda, cumhurbaşkanlarımızdan Fahri Korutürk ve Ahmet Necdet Sezer, başbakanlarımızdan da Bülent Ecevit ve Yıldırım Akbulut hariç, devlet büyüklerimizin hemen hepsine, yolsuzluk, zimmet, akraba kayırma, göz yumma gibi –basında- son derece çirkin iftiralarda bulunulmuştur. Bakanlar hakkında söylenenleri ya da atılan iftiraları eğer tek tek yazmaya kalkışırsak kitaplar dolar. Bu kadar yüce yerlere gelmiş insanların devletin birkaç kuruşuna tenezzül edeceğini düşünmek bile ruh sağlığına aykırıdır. Bunlar bizi onurla temsil eden nitelikli insanlardır. Bir vatandaş olarak ne geçmişte, ne bugün ne de yarın, bu onurlu yöneticilerimize yapılmış, yapılmakta, yapılacak iftiraları ret ederiz.


3

Ancak benim ve benim gibilerin yanı sıra, belirli siyasi görüşlere tapar gibi bağlı olanların, bütün bu olan bitenleri duygusal yaklaşımlarla ret etmemiz sorunu çözmüyor. Eğer bir kişiye bir iftira atılmış ise, karaçalınmış ise, bunu yıkama ve aklama öncelikle yargıya düşer. En güvenilir ve tarafsız yol da budur. Ülke olarak bunu yapmadığımız sürece yetiştirmekte olduğumuz gençlere ahlaklı ve doğru yolu öğretmede zorlanırız. Geçmişte bütün bu iftiralara muhatap olanlar keşke bizzat yargıya giderek aklanma yolunu seçseydiler ya da yargı, dokunulmazlığı olsun ya da olmasın, yapılan bu iftiraları inceleyerek geleceğe siyasi bir miras gibi bırakılacak aklanma dosyalarını hazırlamış olsaydılar. Keşke bu şekilde iftiraya uğramış başbakanlarımızdan Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller, Türkiye Büyük Meclisinde bir iki gün arayla milletvekillerin oylarıyla aklanma yolunu değil de yargı yoluyla aklanmayı seçseydiler de, hiç kimsenin aklında kuşku ya da “acaba” sorusu kalmasaydı. Çünkü siyaseten aklanma, hukuken aklanma anlamına gelmemektedir. Çok acıdır ki böyle bir yolun seçilmiş olması Türkiye’de bazı zincirlerin o gün kırılmasına neden olmuştur. Bugün de Wikileaks konusunda sadece Meclis

Araştırma

Komisyonunun

kurulması

ya

da

Mecliste

görüşülmesiyle yetinilmesi bu hatanın tekrarı olacaktır. Yapılsa bile yine de yargı yolu muhakkak denenmelidir. Başbakanımız

Süleyman Demirel’in, yeğeninin

hayali ihracat

yapması ve banka dolandırması nedeniyle suçlanarak (daha sonra da mahkûm olduğu için) yıpratılması da başka bir yaramızı oluşturmuştur. Özellikle yeğen için uzun süre, bulunamıyor ki sorgulansın denilmesine karşın, aranan kişinin seçim sırasında siyasilerin yanında poz vermesi de başka bir güvenlik ve yargı zafiyetini oluşturmuştur.


4

Yargı bu açıdan görevini geçmişte yeterince ve cesur bir şekilde yapmadığı için, bugün ne dersek diyelim, halkın önemli bir kısmı kuşku duymaya devam etmektedir. Çünkü değerli büyüklerimiz bir türlü bu iftiralardan hukukken temizlenememişlerdir. Bu yazıda belki de ana fikir olarak alacağımız bir atasözü, hukuken temizlenemeyen herkesin, neden zan altında kaldığını çok güzel açıklamaktadır. Halkımızın “Ateş yanmayan yerden duman çıkmaz” gibi kuşkunun gerçeğe daha yakın olduğuna ifade eden bir söylemi vardır. Bu nedenle bu ülkede tamamen haksız yere de olsa yapılacak bir iftira çok derin yaralara neden olmaktadır ve lekesi de sürekli kalmaktadır. Bu açıdan baktığımızda yargıya çok iş düşmektedir. Özellikle günümüzde rapor sızması ile bir bomba gibi gündeme düşen yolsuzluklar, banka hesapları, kaçakçılıklar, uyuşturucu ticareti, ırz düşmanlığı gibi hiçbir toplumun benimsemeyeceği iftiraların en kısa zamanda yargı tarafından aklanması gerekmektedir. Suçlanan bu insanlarımızın onurunun ivedilikle korunması gerekmektedir. Yöneticilerimizin sadece çevresini saran kalabalık bir güvenlik ordusuyla korunması yetmiyor; iç ve dış düşmanların girişimiyle zedelenen onurlarının da korunması gerekiyor; bu görevi de ancak bağımsız yargı organları yapabiliyor. Çünkü yalanlama, bağırma tehdit etme, öfkelenme, celallenme ve belirli kişilerce savunulma kesinlikle yeterli olmuyor. Bu nedenle savcılarımıza önemli görev düşüyor. Geçmişteki gazetelere baktığımızda içimiz sızlıyor. Tüm dünyada açığa çıkmış bir tek ülkemizde hala gizemli kalmış Locheed davası (uçak alınımındaki yolsuzluklar), 1 Mayıs katliamı, Madımak, Çorum, Maraş olayları; üstüne üstlük 30 yıl devam ettirilip sonunda zaman aşımına uğratılan Kemal Türkler davası ve belki daha onlarcası da anımsanınca,


5

doğrusu adalet duygularımızda ve hukuka güven konusunda aşınmalar oluyor.

Savcılar gelecek sizin elinizde… Basından verilen bilgilere göre, kimliği açıklanmayan, sıradan bazı kişilerin bir mektupla yaptıkları ihbarları dikkate alarak birçok subay, gazeteci, bilim adamını tutuklattıran ve birkaç yıldır da yargı önüne çıkmaları

için

gerekli

soruşturmaları

titizlikle

hazırlayan

duyarlı

savcılarımızın, sıradan bir insanın değil, bilgi edinme ve kendi devletine iletmek için özel yetiştirilmiş büyükelçi ve benzeri kişilerin yazdıkları raporları özellikle ve hemen dikkate almaları gerekmektedir. Bu raporlar kasıtlı da hazırlanmış olabilir. Ancak 350.000-3 milyon arasında olduğu söylenen belgelerin kasıtlı olarak hazırlandığını söylemek ve savunmak biraz safdillik olacaktır. Her ne kadar Amerika bu belgelerin doğru olduğunu (yani elçileri tarafından hazırlandığını ve gönderildiğini) teyit etmişse de, bunların gerçeği yansıtıp yansıtmadığını belgelemek yüce Türk yargısına düşmektedir. Bunlara uydurma deyip de geçemiyoruz. Çünkü elçileri, başka birilerini tuzağa düşürmek için değil, kendi ülkelerine gönderilmek üzere bu bilgileri toplamışlardır. En azından elçileri, bu belge ve raporlarda yazılanlara inanmışlar demektir. Yoksa bazı ülkelerin siyasetinde ve basınında dalgalanma oluşturmak için düzenlendiklerini düşünmek pek akıllıca görünmüyor. Çünkü böyle bir sızdırmada –güvenirliğini yitireceği ve dostları ile aralarının bozulma olasılığı olacağı için- belli ki en çok yara alacak ülke Amerika’nın bizzat kendisi olacaktır. Bu durumda yüce yargımıza, Amerikalı bu zevatın hatalı bilgi topladığı, yeterince titiz davranmadığı ve en önemlisi gönderilen bilgilerin hiç birinin gerçeği yansıtmadığını göstermek ve


6

kanıtlamak gibi tarihi görev düşüyor. Özellikle son zamanlarda belirli konulara çok duyarlı hale getirilmiş yargı sistemimiz, bu titizliği, kesinlikle, bu değerli yöneticilerimizin onurunu korumak için de göstereceklerdir.

Geçmişteki

hataların

tekrarlanmamasını

bugünkü

savcılardan

bekliyoruz! Geçmişte çok garip ithamlar ve savunmalar yaşadık. Başbakan Süleyman Demirel ve daha sonra başbakan ve cumhurbaşkanı olan Turgut Özal, ailesi ve çevresi için söylenenleri bir anımsayın; o günkü gazete arşivlerine bir uzanın. Bir bayan başbakanımızın edindiği servet gündeme gelince, ortaya bir

mizah

kitabında

dahi

bulamayacağınız

durumlar

çıktı.

Bu

başbakanımıza, herhangi bir işletme kurmadan, işçi çalıştırmadan, ticaret kaydı olmadan, kısa zamanda onlarca villa, yat, kat ve arsayı nasıl aldığı sorulunca: Annenemin sandığından bir çıkın çıkmıştı, onu işlete işlete bu serveti elde ettim dedi. Her halde doğru söylemiş olmalı ki, Yüce Meclisimiz, 24 saat arayla Mesut Yılmaz’ı ve Tansu Çiller’i siyaseten akladı. Böylece siyaseten aklanmış bireyler olarak topluma tekrar katılmaları sağlandı. Keşke bununla yetinilmeseydi, hiç kuşku kalmasın diye, hukuken aklanma yolu da denenmiş olsaydı. Böyle bir hukuksal girişim, sadece bu kişileri aklamayla kalmayacak, savcılarımızın yapacağı araştırma sonucunda, bir çıkınla, insan çalıştırmadan, işletme kurmadan,

yani

üretmeden,

eziyet

çekmeden

nasıl

zengin

olunabilineceğinin yolunu da halkımıza öğretmiş olacaktı. Böylece herkes oturduğu yerden zengin olabilecekti. Savcılarımız suskun kalarak böyle bir fırsatı da halkımızdan esirgemiş oldular.


7

Yarım yüzyıldır kabineye girmiş bakanların bir kısmına hakkında da çok şey söylendi; mahkûm olanlar bile oldu, özellikle son iki dönemde hükümete girmiş bakanların bir kısmı için söylenenler yenilir yutulur gibi değil.

Başbakan

ve

Cumhurbaşkanının

ailesi,

birinci

dereceden

akrabaları, hısımları ve dostları için söylenenler ve yazılanlar, kayalara söylenseydi erirdi. Yazık değil mi bu insanlara; halkın oyu ile gelecekler hem gece gündüz demeden bu ülkeye hizmet edecekler hem de haksız yere yolsuzlukla, hırsızlıkla, irtikâpla, yabancı ülkelere para kaçırmakla itham edilecekler; iftiraya uğrayacaklar. Bir parti başkanımız, devletin partilerine verdiği parasal desteği yerinde kullanmadığı, yolsuzluk yaptı diye galiba iki kusur yıl hapse (daha sonra yandaş destekle hapse girmekten kurtuldu) ve epeyi bir trilyon lira para cezasına çarptırıldı. Ancak partinin en yetkili ikinci kişisine –dokunulmazlık zırhı giydirildiği için- adalet önünde kendini aklama fırsatı verilmedi. Daha sonra cumhurbaşkanımız olan bu kişinin yargı önünde aklanması için gayret gösteren ve girişim yapan ilgili mahkemenin başkanı da galiba gazaba uğradı. Keşke gereği yapılsaydı da cumhurbaşkanımız böyle bir kirli zan altında kalmaktan kurtulmuş olsaydı. Neyse ki onu yakından tanıyanlar yine de kadirşinaslık yaparak cumhurbaşkanı olmasını sağladılar… Geçmişte böyle hatalar yapılmış olabilir. Ancak zamanımızdaki savcıların çok duyarlı olduğunu görüyoruz. En küçük bir ihbarı bile değerlendirip aldırmayanlara

gereğini bile

yapıyorlar.

hukukun

ne

Bir

zamanlar

demek

burnundan

olduğunu

kıl

öğretiyorlar.

Başbakanımızın deyişiyle hiçbir şey gizli kalmayacaktır; halkımız gerçeği öğrenecektir. Gerçi zaman zaman “deniz feneri davasında olduğu gibi”,


8

yayın yasağı ve gizlilik devreye sokuluyorsa da bunu bal tutan parmağını yalar mantığı ile değerlendirmek gerekiyor.

Niye öncelikle başkaları değil de savcılar? Satılmamış siyasetçi, yazar, çizer, bilim adamı ve bürokratların hepsi bu yeni gelişmelerin ışığı altında yeni bir yapılanmaya girmelidir. Ancak bunu yapabilmeleri için, yargımız tarafından, yayınlanan bütün bu belgelerin, raporların içeriğinin doğruluğunun ya da yanlışlığının, bir anlamda gerçekliğinin gün ışığına çıkarılması gerekiyor. Ne yazık ki geçmişten gelen birçok olayda kanıtlandığı gibi, güvenirliklerini yitirmiş olmaları nedeniyle politikacılarımızın, bilim adamlarımızın, yazar ve çizerlerimizin yalanlaması ya da onaylaması yeterli olmuyor. Türk siyaset ve basın edebiyatına yerleşmiş olan “yandaş” sözcüğü, bu ülkenin aydın kesimini çökertmiş, sırtımızı dayamamız gereken kesimin güvenirliliğini “ne yazık ki” ortadan kaldırmıştır. Yandaş yargı imajını yaşamak değil, düşünmek bile bu ülkenin sonu olur; bu nedenle öncelikle savcılar ve yargıçlar demeliyiz.

Türk savcılarına tarihi bir gün… Geçmişte,

zamanında,

araştırmaya

girmedikleri

için

birçok

cumhurbaşkanımız, başbakanımız, sayısız bakanımız, onların çocukları, kardeşleri, yeğenleri, akrabaları hep zan altında kalmışlardır. Bu insanların onurlarıyla oynanmıştır; kişilikleri zedelenmiştir. Belli ki haksızlıklar yapılmıştır. Yüce Türk adaleti ne yazı ki bunları yeterince koruyamamıştır. Dokunulmazlık zırhı altında korumaya kalkışmışsa da, bu, onların daha da batağa saplanmasına neden olmuştur. Şeffaflık


9

hiçbir zaman olmamıştır; o nedenle kuşku hiç sonlanmamış; politikacılara güven de bu nedenle hiçbir zaman tesis edilememiştir. Bütün bunlar geride kaldı. Türk adaletinin duyarlı savcıları kuşkusuz bu iftiraların üzerine yürüyecek ve onur duyduğumuz bu yöneticileri – kuşku bırakmayacak şekilde- aklayacaklardır. 2010 Kasım ayının son günlerinde Wikileaks adlı bir sitenin tüm dünyaya duyurmaya başladığı bazı gizli belge ya da raporlar, bomba gibi dünya kamuoyuna düştü. Belge ya da raporlar çeşitli ülkelerdeki Amerikan elçilerinden merkeze gönderilen çok gizli ya da gizli yazılarmış. Ele geçen belgelerin ya da raporların en az 350.000, daha da ürkütücü bir rakamla 3 milyon olduğu bildiriliyor. En başı da Türkiye çekiyormuş… Türkiye’deki yöneticiler için yazılanlar deprem etkisi yaptığı için, başkalarıyla ilgili yazılanları yeterince izleyemiyoruz. Ancak belli ki Pandora’nın kapağı açıldı. Çok sayıdaki ülkede dönen rüşvet, yolsuzluk, ahlaksızlık ile ilgili konuşmalar, akraba, çoluk çocuk, yandaş peşkeşleri çarşaf çarşaf ayakların altına serilmeye başlandı. Bu nedenle ikinci bir 11 Eylül hadisesi olarak tanımlanıyor. Bu raporlar ya da belgeler, açıkça, elçilerin görev yaptıkları ülkelerden çeşitli kanallarla toplayarak, Amerika yöneticilerine yol haritası oluşturmak için gönderilmiş bilgilermiş. Açıklanan belgelerin hazırlanış tarzından anlaşıldığı kadarıyla bu bilgiler herhangi bir ülkenin kamuoyuna yönelik değil. Herhangi bir ülkenin insanını birbirine düşürmek için de hazırlanmamışlar. Raporların ve belgelerin hazırlanış tarzını, üslubunu, kaynakların güvenirliğini, kişilere takılan adları tartışabilirsiniz; bu belgelerin ve raporların başka bir ülkenin dış siyasetine yön vermek için yapıldığını da söyleyebilirsiniz; ancak bütün bunlar, bu rapor ve belgelerin bir ülkenin yargısı için bir ihbar niteliği olarak algılanmasını


10

ortadan kaldırmaz. Yani savcılarımız, bunlar, başka bir ülkeye yazılmış bilgi ve belgelerdir; bizi ilgilendirmez diyemezler. Çünkü iftira da olsa, bu belgelerin odağında ülkelerin ve ülkemizin kaderini elinde tutan insanlar var. Yöneticilerimizin bu iftiradan ve karalamadan –yargı yoluylakurtulmasını sağlamanın tek yolu, bağımsız Türk yargısının olaya derhal el koyup, bütün yönleriyle incelemesiyle mümkün olacaktır. Eğer bunu yapmaktan kaçınırlarsa, bu değerli yöneticilerimize içten ve dıştan şantaj yapılma olasılığını artırmış olacaklardır. Diyelim ki içten yapılacak şantajları baskıyla önledik; dıştakilerini nasıl susturacağız. Fransa Cumhuriyeti başkanı Sarkozy, bütün bunlar ortaya çıkmadan bile İtalya ve Türkiye başbakanlarına herkesin gözü önünde –servetle ilgili- çirkin serzenişlerde bulunmuştu. Bazen insanın aklına şeytanca düşünceler geliyor: Wikileaks’de açıkça verilmeyen bazı bilgiler, acaba bir Fransız örgütü tarafından başka yollarla ele geçirilerek Sarkozy’nin önüne mi kondu ki, bu kadar pervasız konuşuyor? Bir generalimizin eşinin aldığı ileri sürülen bir fatura, ordunun –elamanlarını koruma açısındandinencinin

kırılmasına

neden

oldu.

Dolmabahçe’de

genelkurmay

başkanımızla (o konuşmadan sonra ne olduysa oldu Genel Kurmay’dan çıkan sesler aniden kesildi), Beylerbeyi sarayında ise Sayın Deniz Baykal ile yapılan ve içeriğinin açıklanmasından kaçınılan görüşmelerin (bu görüşme sonunda yasa değiştirilerek birilerinin milletvekili seçilmesi sağlandı) maliyetini ise gelecekteki gelişmeler göstereceğe benziyor. Yabancı ülkelerin şu anda yaşamış olduğumuz belirsizliği şantaja çevirerek, Türkiye’ye ağır maliyetler ödetmeyeceğini kim garanti eder? Bu nedenle bir an önce aklama görevini yapmaları için savcılarımıza büyük bir sorumluluk düşüyor. İç hukukumuz buna izin veriyor mu vermiyor mu bilemiyorum; ancak gerekirse, birden çok ülkeyi ilgilendiren birçok husus da olduğu için,


11

uluslar arası bir yargı oluşturmak suretiyle de bunların çözülmesi gerekebilir. Amerikalı raporcuların olası bu iftiraları ve yöneticiler hakkındaki çirkin betimlemeleri, ancak bu şekilde uluslar arası geçerliliği olan yargı ile düzlüğe çıkarılabilir; gerekli cezaların vermesi sağlanabilir. Şu ana kadar ortaya atılan bu iftiraların hiç biri yenilir yutulur değildir. Belgelerde: 1.

Başbakanımı,

kirli

paraların

yatırıldığı

İsviçre

Bankalarında

hesaplarının (8 ayrı hesaptan bahsediliyor) olması ile karalıyor. Ağız torba olmadığı için burada yatan paranın 19 milyar dolar gibi bir rakam olduğu kulaktan kulağa fısıldanıyor. Karanlık bir ajandası olduğu ileri sürülüyor. Daha neler çıkacağını da bilmiyoruz. Onu galiba Amerika’nın Orta Doğudaki istekleri ve gizli hedefleri belirleyecek. 2.

En önemli bakanlık olan İçişleri Bakanlığını çeşitli partiler içinde defalarca yapmış saygın bir yöneticimiz, uyuşturucu kaçakçılığı, ırz düşmanlığı ile suçlanıyor. Çocukları için de söylenmesinden ar duyabileceğimiz şeyler yazılıyor.

3.

Başbakan yardımcıma buldog köpeği deniliyor.

4.

Dışişleri Bakanıma insan onurunu rencide eden birçok söz söyleniyor. Yakıştırılan sıfatlar, aslında toplum açısından yasal bir suç gibi görünmüyor; ancak kişi açısından haysiyet kırıcı gibi görünüyor. Neyse ki, 01.12.2010 tarihli Wall Street gazetesi, bu laflara Türk Dışişleri Bakanı sadece gülümseyerek omzunu silki; Amerika ile bizim aramızdaki dostluğu kimse bozamaz diyerek işi pişkinliğe getirdiğini yazdı. Demek ki Dışişleri Bakanımız bu yakıştırmalardan çok etkilenmemiş.


12

Türk ulusu, yöneticilerinin bu şekilde suçlanmasına tepkisiz kalamaz. Amerikalıları suçlamayla ya da bunu konuşan ya da yazan insanları terslemeyle ya da suçlamayla, duruma göre tehdit etmeyle geçiştiremeyiz.

Bunlar

cıvık

ya

da

densiz

şeyler

diyerek

de

geçiştirememeliyiz. Mesnetsiz, komplo ve düzmece de diyemiyoruz; çünkü Amerika’nın dışişleri bu belgelerin doğru olduğunu (kendilerine ait olduğunu) teyit etmiş bulunmaktadır. Yapabileceğimiz tek şey bu belgelerin içeriğinin yanlış ya da düzmece olduğunu yargımızla kanıtlamaktır. Böyle

bir

tespit,

başta

başbakanımız

olmak

üzere

birçok

yöneticimize karşı olası bir yıkıcı komployu da etkisiz duruma getireceği için ülkemiz açısından çok önem taşımaktadır. Çünkü başbakanımız için ileri sürülenler yenilir yutulur gibi değildir. Kulaktan kulağa dolaşan “Amerika’nın en güçlü lobisi Türk Başbakanını gözden çıkardı” söylentisi de yargı yoluyla aklanmak suretiyle balon gibi sönecektir. Dileriz, bir yanlışlık yapıp da bu iftirayı sadece Meclis Araştırma Komisyonuna havale ederek çözmeye kalkışıp, başbakanımız üzerine büsbütün gölge düşürülmesine neden olmazlar. Eğer

bu

belgelere

mesnetsiz

ve

düzmece

denilerek

değerlendirilmeye alınmazsa, şu anda görülmekte olan Türkiye’nin en önemli davalarının dayandığı direkler de çatırdamaya başlar. Hiçbir hukukçunun çifte standart kullanıyor görüntüsü vermeye hakkı yoktur. Belgeleri görmemezlikten gelemiyoruz. Çünkü Amerika’nın izni olmadan bir sineğin bile uçamayacağına ilişkin izlenimin yaygın olduğu bir dünyada, saçma sapan biri tarafından değil, bizzat büyük elçileri tarafından düzenlenmiş belgelerin içeriğini görmemezlikten gelemeyiz. Kaldı ki bu belgeler sadece bizim için değil, onlarca ülke için hazırlanmış.


13

Yani açıkça düzenli ya da rutin bir istihbarat çalışması olarak görülmektedir. Dünyadaki ticari konuşmaların neredeyse hepsini aynı anda dinlediği söylenen Amerika’nın –birçok kişinin savunmak için ileri sürdüğü gibi- bu bilgileri kokteyllerde, ondan bundan ayaküstü öğrenilmiş dedikodular olarak sunmak ve Amerika’nın da bu dedikodularla yetindiğini düşünmek ilk olarak kendini kandırma olacaktır. Her zaman olduğu gibi İsrail’in üzerine yıkarak da bu iftiraları silemeyiz. Kaldı ki bu belgelerin içinde Türkiye’nin geleceğini karartacak girişimlere ışık tutan bilgiler (örneğin PKK’ya silah yardımı gibi) de yer almaktadır. Yani açılacak bir soruşturma Milli Kurtuluş Tarihi kadar kutsallık taşıyacaktır. Bu arada sanki aklımızı yitirmişiz gibi önemli yerlerden bazı açıklamalar da yapılıyor. Yandaş çevrelerin harıl harıl bu bilgileri sızdıranları

aradığı

söyleniyor;

bu

insanların

bizzat

başbakanın

çevresindeki insanlar olduğu söylentisi yayılıyor. Ne demek bilginin sızdırılması? Bütün bunlar iftira olmalı. Eğer bilgi sızdırıldı diye yola çıkıyorsanız, aslı olmayan bir şeylerin de gerçek olduğunu peşinen kabul ediyorsunuz demektir. Doğal olarak, imzalı ya da imzasız, ne idiğü belirsiz olduğu söylenen insanların ihbar mektuplarıyla birçok üst yöneticisini, generalini, öğretim üyesini, yazarını, parti başkanlarını içeriye tıkan savcılarımızın bu suçlamalara kayıtsız kalması beklenemez. Özellikle Kanada’da yaşayan, eşcinsel olduğu söylenen Türk asıllı bir hahamın ihbarını dikkate alıp, birçok önemli insanı tutuklayan bir yargının, Amerika Büyükelçilerinin yazılı beyanlarını görmemezlikten gelmesi herhalde bir hukuk skandalı olur.


14

Cumhuriyet savcılarımızın yapacağı girişimler, en çok bizim değerli yöneticilerimizin yararına olacak; aklımızda bir kuşku kalmadan onların aklanmasını sağlayacaktır. Aksi takdirde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek’in 01.12.2010 tarihinde verdiği beyanda olduğu gibi, “parça tesirli bir fitne etkisi” yaparak bütün değerlerimizi yıkacaktır. Sayın bakanımızın yaptığı bu tespit en doğru tespittir. Eğer ileri sürülen bu iddialar, geçmişte yapıldığı gibi siyaseten değil de hukuken aklanmazsa, ne tesirli olacağını gelecek değil bulunduğumuz kuşak da yaşayacaktır. Yenilir yutulur ithamlara ve iftiralara maruz kalmış yöneticilerimiz kuşkusuz gerekenleri yapacak ve bu insanlara hadlerini bildireceklerdir. Ondan

kuşkumuz

yok.

Onlara

uluslar

arası

ortamda

hadlerini

bildirebilmeleri için kendi ülkesinde yargı yoluyla aklanmış olmaları –ileri sürülenlerin aslı olmayan iftiralar olduğunun güvenilir yargı yoluyla kanıtlanmış

olması-

büyük

destek

sağlayacaktır.

Savcılarımızın

yöneticilerimizden bunu esirgemeyeceklerini düşünüyorum. Böyle bir inceleme başlatılmalıdır.

Çünkü yıllardır politikaya

soyunanların soymaya giriştikleri gibi yanlış bir izlenim silinmelidir. Daha önceki yönetimlerde suçlamaların aklanma yolu ne yazık ki bu izlenimlerin silinmesine yetmemiştir. Başbakanımızın hep söylediği gibi, şeffaf, tarafsız bir hukuk düzenini kurmaya geldik söylemleri ve hedefi; açılacak

bu

soruşturma

ile

perçinlenecektir.

Savcılarımızın,

hükümetimizin bu hedefine ulaşması için bunu bir fırsat olarak değerlendirip, bu katkıyı yapmaktan çekinmeyeceklerine inancımız sonsuzdur. Çünkü halkın neredeyse yarı oyu ile gelmiş bu insanların, devletin malını götürüyor, ahlaksızlık yapıyor, uyuşturucu işi yapıyor gibi ipsiz


15

sapsız suçlamalar ile aşağılanmalarına izin veremeyiz. Onların onurunu korumak vatandaş olarak bizim, en başta da savcılarımızın görevidir. Görmemezlikten gelemeyiz. İnançlarımızın ve dinimizin korunması açısından da bu kaçınılmaz bir gerekliliktir. Çünkü akşam sabah dinden imandan bahseden, hatta dini inancını ön plana çıkararak iktidara gelen bu insanların, dinimizce hiç hoş görülmeyen iftiralarla suçlanması en az bu dine duyulan inancı ve saygıyı zayıflatacaktır. Bu nedenle savcılarımız hemen harekete geçmelidir. Benim savcı ve yargıçlarımızdan -44 yıllık bir eğitimci olarak- ricam, yetiştirmek zorunda olduğumuz öğrencilere örnek gösterdiğimiz bu değerli yöneticileri bir an önce yargı yoluyla aklayarak bize yardım etmeleridir.

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Sayın Kardeşim Türkiye ve dünya için bir dönüm noktasına gelindi. Amerika’nın foyası dökülürken, hedef ülkelerin de ne olduklarını halkın anlayabilmesi için kapı aralanmaya başlandı. Türkiye geçmişte siyasilerin aklanmasını yargı yoluyla yapamadığı için, hem politikacılara hem yargıya güven gittikçe azaldı ve tehlikeli bir hal aldı. Wikileaks belgeleri olarak bilinen, bomba gibi dünya kamuoyuna düşen belgeler, yeni bir dünyanın kurulması için önemli bir fırsat yaratmışa benzemektedir.


16

Yeniden yapılanma için böyle bir fırsatı en iyi değerlendirecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Bunun olabilmesinin tek koşulu, son zamanlarda

her

türlü

ihbarı

değerlendiren

ve

gereğini

yapan

savcılarımızın, bizzat Amerika tarafından kendilerine ait olduğunu teyit ettikleri bu rapor ve belgelerde yazılı olan hususları da tarafsız bir gözle inceleyip gerçeği halkımıza sunmaları ve suçlananları yargı yoluyla aklamaları olacaktır. Bekliyoruz… Saygılarımla


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.