Alien Planet #4

Page 1



ALIEN

PLANET

Sayı:4

Eylül 2017

Hazırlayan: Barış KARAHAN [Antalya- TÜRKİYE]

g ö e

alienplanetmagazine@hotmail.com

alienplanetmagazine

alienplanetmagazine

Merhaba

12 yıl sonra tekrar merhaba. Hatırlayanlar olur belki -ama pek de fazla kişi değildir herhalde- , Alien Planet 2000 li yılların başında çıkan bir metal fanzindi. 2001-2003 ve 2005 yıllarında sadece üç sayı olarak çıkmıştı. Gayet aperiyodik bir fanzindi ve son sayı çıkalı 12 yıl oldu. “12 yıl nedir arkadaş? Bu kadar da ara olur mu?” diyebilirsiniz. Ama oldu işte. İşin aslı, dergi 3. sayıdan sonra bitmişti. 2004’te öğretmenliğe başlamıştım. 2005’te de ittire kaktıra üçüncü sayı çıkmıştı. İş yaşamının başlangıcı, Anadolu’nun küçük kasabalarında görevler, etrafımda değil metal, müzik dinleyen bile hiç kimseciklerin olmaması en son da Van’da uzun süre görev yapmam akabinde dergi motivasyonum eksilere düşmüştü. Hatta dergi çıkardığımı bile unutmuştum uzun zaman :). Gerçi metal dinlemeyi hiç bırakmadım ancak onun bile yoğunluğu dönem dönem değişkenlik göstermişti. Fakat yıllar sonra “dergiye bu kadar uzun sure sonra niçin devam ediyorum?” sorusuna gelirsek; metalcilik pozlarına girmeden ve “metal süper bişey yeaaa abiii” mevzularına kapılmadan diyebilirim ki, son zamanlarda çok güzel gruplar dinledim. Onlarla iletişime geçtim ve bazılarının müzikleri kadar güzel insanlar olduklarını gördüm. Bunları da birileriyle paylaşmak istedim. Hepsi bu. Ama tabi metal de süper bişey ;) ve fanzinciliği de özlemişim sanki :) Dergi fikri kafamda ilk oluştuğunda a5 formatında 5-6 röportajın, 15-20 kritiğin olduğu daha ufak tefek bir dergi hazırlayayım diyordum. Malum ücretsiz bir sayı, fazla da girmesin mantığındaydım herhalde. Ancak ne ara gaza geldim bilmiyorum, “hadi şunla da röportaj yapayım, ulan bunları da seviyorum hadi bunla da patlatayım” falan derken gördüğünüz dergi ortaya çıktı. Olağanüstü bir kapsam değil belki ama dediğim gibi ilk fikir ile arasında çok fazla fark var. Bir de malumunuz derginin içeriğindeki gruplar pek bilindik gruplar değil. Çok bilindik grupların ardı sıra koşmamamın bir kaç sebebi var. Bunlardan biri nispeten büyük grup dediğimiz gruplar benimki gibi gecekondu fanzinleri pek sallamıyorlar. İkinci ve en önemli sebep ise, ben sevdiğim pek çok grubu ilk olarak dergilerden öğrendim (genellikle). Bildiğin grubu zaten biliyorsundur. Ancak bilmediğin bir grubu öğrenmek bir keşif. Bu bağlamda da “fanzin”, asıl işlevi olan keşif işini yerine getirmiş oluyor bence. Bu sebeple de gerek röportajlarda gerekse kritiklerde fazla bilinmedik grupları ve müzisyenleri paylaşmak istedim. Bir de özellikle kritiklerde puanların yüksek olduğu dikkatinizi çekecektir. Bunu sebebi de şu ki; promo falan durumlarım olmadığı için genellikle zaten severek dinlediğim grupların ve albümlerin kritiklerini yaptım. Böyle olunca da puanlar şişti :). Zaten meslekte de sıfırcı bir öğretmen olamadım hiç. Burada da devam etti durum :) Peki bundan sonrası ne olacak? Bir 12 yıl daha mı geçecek? 50 yaşından sonra fanzincilik mi yapacağım :) Zaman ve şartlar ne getirir bilmiyorum tabi ama elimden geldiğince sık aralıklarla dergiye (şimdilik) devam etmeyi düşünüyorum. Bu bağlamda derginin bir diğer sayısının hazırlıklarına başladım ve hedefim 2018 Şubat 15 gibi beşinci sayıyı basmak. Tabi yine fotokopi, yine underground ve yine fanzin olarak. Ondan sonraki süreçte de yeterli gücü ve motivasyonu kendimde bulursam 4 ayda bir yeni sayı çıkarmak. Olur mu olmaz mı şimdilik bilmiyorum ancak oldurmaya çalışacak gibiyim. Bu sayıda öncesine göre yerli gruplara çok daha fazla yer vermeye çalıştım. Bundan sonraki sayılarda da böyle yapacağım. Zira yerli piyasada artık o kadar iyi gruplar var ki dışarılarda çok da macera aramaya gerek yok diye düşünüyorum. Ucundan kıyısından tutmak lazım yerli piyasanın. Ha yerli piyasa benim kıçıkırık fotokopi fanzinime mi kalmış? :) Hayır. Ama olsun. Destek destektir :) Bu sayıdaki tüm röportaj, kritik, bazı yazılar vs. bana aittir. İkisi hariç. E.A.Poe yazısı için kaynak araştırması yaparken 99 yılında çıkmış Nisyan dergisinde Ahmet M. Öğüt’ün yazısına denk geldim. Çok hoşuma gitti. “Daha iyisini yazamıyorsan çal” şeklinde bir mantıkla dergiye ekledim :). İkincisi ise Önder Kosbatar’ın “Kaleiçi Yazıları I” köşesi. Çok güzel bir yazı. Eh dergi de Antalyalı olduğundan mütevellit uygun da oldu. Kullanmama izin verdiği için kendisine ve Fanzin Apartmanından Efe Elmastaş’a teşekkür ederim.

Bu sayı ücretsizdir. Para ile satılmaz!!!!!!!! --------------------------Teşekkür Faslı: Sevgili eşim Meltem ve bir tanecik oğlum Noyan’a, sorularımı yanıtlama nezaketini gösteren tüm gruplara, derginin çıkmasında-dağıtımında yardımcı olan kişi, işletme ve distrolara, dergiyi yelpaze, mangal tutuşturucusu ya da çaydanlık altına nihale yapmak gibi çok cazip alternatifler varken okuma zahmetine katlanan sana teşekkür ederim. --------------------------Röportaj yapılan grupların görüşleri kendilerini bağlar. Alien Planet’in görüşlerini yansıtmaz. Alien Planet’in ırkçılık, cinsiyetçilik, satanizm, faşizm ve hiç bir -izm le en ufak bir alakası yoktur. Ne demiş Cemil Meriç: “-izmler idraklarımıza giydirilmiş deli gömlekleridir.” Fri yör maynd diyor yani. Takılmayın çok. Hayat kısa, kıçlar üşüyor. Hadi bakalım :)

Farkedebileceğiniz üzere bu sayı ücretsiz. Derginin dağıtımı zaten yeterince sorun teşkil ediyorken bir de para pul durumlarıyla uğraşmak istemedim. Dolayısıyla fotokopi olduğu ve az sayıda basılacağı için kendim finanse ederim dedim. Bir de tabi tiraj kaygısı gütmek istemedim :). Ayrıca reklamların da hiçbirisinin maddi karşılığı yoktur. Onu da belirteyim. Dolayısıyla gelecek sayılarda da konser, nişan, kına, mevlüt organizasyonlarınız varsa, albümünüz çıkıyorsa, tükkan falansanız yer olduğu ve elimden geldiğince reklamlarınızı yayınlamaya çalışırım. Dergiyle ilgili fikirlerinizi duymak, hataları düzeltmek ve motive olmak açısından kesinlikle güzel olacaktır. Fikirlerinizi benimle paylaşırsanız mutlu olurum. 12 yıl sonra tekrar birlikteyiz. Tadını çıkaralım :) Bir sonraki sayıda görüşme üzere. NAZDAROVYA!!!!

Son Zamanlar

Cenotaph-Perverse Dehumanized Dysfunctions Overkill-The Grinding Wheel Trees Of Eternity-Hour Of The Nightingale Der Weg Einer Freiheit-Finisterre Dying Fetus-Wrong One To Fuck Gökböri-Erlik Carnophage-Monument Dishearten-Portal Of Anatolia The Sarcophagus-Beyond This World’s.. Condor-Unstoppable Power God Dethroned-The World Ablaze Order-Lex Amentiae Acrosome-Narrator And Remains Ohol Yeg-Ölü Orman Cytotoxin-Gammageddon

Tüm Zamanlar

Iron Maiden-All Cannibal Corpse-Eaten Back To Life Mayhem-Deathcrush Opeth-Morningrise Dark Throne-Transilvanian Hunger Septic Flesh-Esoptron Death-Symbolic Necrophagist-Epitaph Marduk-Panzer Division Marduk Black Sabbath-Paranoid Katatonia-Brave Murder Day Edge Of Sanity-Purgatory Afterglow Dr. Skull-All Bolt Thrower-Victory Rotting Christ-Triarchy Of..

3


Analepsy, Portekizli bir brutal slam death metal grubu. İlk albümleri Atrocities From Beyond yakın zaman önce çıktı. 2015 te de Dehumanization By Supremacy adlı bir EPleri vardı. Genç bir grup olmalarına rağmen çok sağlam müzik yapıyorlar. Ayrıntılar röportajda.

Yeni albüm için tebrik ederim. İlk albüm için gerçekten harika bir iş. Dinleyicilerden ve medyadan gelen tepkiler nasıldı? Hey, çok teşekkürler. Tepkiler harikaydı ve beklentilerimizi çoktan geçti! Albümün sound karakteri çok temiz. EP de öyleydi. Tüm enstrümanlar belirgin ve kaotik bir soundunuz yok. Albümün prodüksiyon aşamasından bahseder misin? Albüm kayıtları ve prodüksiyon aşamaları Demigod Recordings’den arkadaşımız Miguel Tereso tarafından yapıldı ve albüm için etkileyici, keskin fakat heavy bir sound sunma konusunda çok iyi bir iş çıkardı. Sesin netliğini ve kalitesini kaybetmeden mümkün olduğunca heavy olmasını istedik. Yakın zamana Kraanium ile bir split yayınladınız. Biraz bundan bahseder misin? Ayrıca split albümler metal piyasasının en güzel yanlarından biri bence. Sen ne düşünüyorsun? Split fikri, Kraanium’dan gelen bir davete dayanıyordu. Açıkçası, bunu hemen kabul ettik ve üzerinde çalışmaya başladık. Eh,malum split albümler işinizi başka bir grupla paylaşmak için harika bir yoldur. Biri gruplardan birinden hoşlanıyorsa ve spliti satın alırsa, o diğer grupla da tanışır, bu da onlar için bir promo gibi olur. Dehumanization... EP niz, Vomit Your Soul etiketiyle yayınlanmıştı. Albüm ise Rising Nemesis’den çıktı. Yeni şirketinizden memnun musunuz?Bir sonraki çalışmanız için de onlarla mı anlaşmalısınız? Evet, Nasar (Rising Nemesis Records’un sahibi) yeni fulllength anlaşması için bizimle iletişime geçti ve ve biz de albümün hem Vomit Your Shirt hem de Rising Nemesis’in her ikisinden de yayınlanmasına karar verdik.. İlk başta memnun kaldık, ancak günümüzde bazı ayrıntıların daha fazla dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Son zamanlarda turdasınız bildiğim kadarıyla? Nasıl gidiyor? İngiltere, Fransa, İtalya gibi pek çok ülkede çaldınız. Portekiz dışındaki dinleyicilerin Analepsy’e yaklaşımları nasıl? Tur sorunsuz gitti, her gösteri bir şekilde özeldi ve hepimiz eğlendik. Metalkafaların bize yaklaşımı mükemmeldi, tüm şovlarda birçok kişi vardı ve bir sürü ürünümüzü satın aldılar. Ayrıca turda tanıştığımız bir sürü güzel insan da cabası!

4

Ayrıca 2 Ağustosta Wacken’de çaldınız. Genç bir grup için rüya gibi sanırım :). Wacken çok büyük bir organizasyon. Oradaki ortam ve performansınız nasıldı? Evet! Bildiğin gibi Wacken metalin Mekke’si. Bu nedenle, bizim için gerçeküstü bir deneyim oldu ve şu ana kadar çaldığımız en büyük şovu. Her anlamda destansıydı! Albüm ve EP nin kapak çizimleri enfes. Aynı kişiyle mi çalıştınız? Ayrıca sen kapaklar hakkında ne düşünüyorsun? Evet, her iki çalışmada da Pedro “Lordigan” Sena ile çalıştık ve kesinlikle harika iş çıkardı! Malum albüm kapakları çok önemlidir, çünkü şarkıları dinlemeden önce dinleyicinin göreceği şey budur. Bu nedenle, müzik başlamadan önce dinleyici üzerinde derhal bir etki yaratması gerekiyor. Bu anlamda albüm kapaklarımızdan çok memnunuz. Tiago ve Marco ayrıcaBrutal Brain Damage de çalıyorlar. Orada işler nasıl? Ahah iyi soru! Bunu birçok insan bilmez. Ne yazık ki Brutal Brain Damage şu an birkaç iç mesele sebebiyle beklemede. Fakat herkesi daha önce piyasaya sürülen tüm materyalleri dinlemeye teşvik ediyorum! (Ben de. Zira son derece kalite death/grind çalan 10 numara bir grup. Özellikle 2016 tarihli “Bang Bang Theory” şahane albümdür/Barış) Ayrıca Diogo da beş farklı grupta çalıyor. Hepsine yetişmek onun için zor olmuyor mu? Evet, beş farklı grubu var ancak sadece ikisi aktif ve canlı performans gösteriyorlar. Bunlar Analepsy ve Trepid Elucidation. Pek aktif olmayan diğerleri ise Annihilation, Festing ve Mastication Of Brutality Uncontrolled. Portekizde çok iyi metal grupları var. Senin favorilerin hangileri? Bizim favorilerimiz kesinlikle Grog, The Voynich Code, Fungus, Raw Decimating Brutality ve Undersave. Türkiye piyasasında da çok çok iyi brutal gruplar var. Cenotaph, Carnophage, Engulfed, Decaying Purity, Hellsodomy vs. Bu grupları hiç dinleme şansın oldu mu? Dinlemediysen mutlaka dene... Evet çoğunu biliyoruz. Ancak Cenotaph özellikle çok çok iyi. Genç bir grupsunuz ve hızla yükseliyorsunuz. Bundan sonraki yol haritanızdan bahseder misin? Daha büyük bir şirket? Amerika turu? 2018 yılı başında görebileceğiniz bazı sürprizler üzerinde çalışıyoruz! Ancak şu an daha fazla canlı performans, bir başka Avrupa turu ve sonunda yeni albüm için müzik yazmaya başlama aşamaları bizi bekliyor. Şimdilik iyi durumda olduğumuzdan dolayı artık daha büyük bir şirketle ilgilenmiyoruz. Ve Amerikan turnesine gelince, gelecekte gerçek olabilir tabi, ancak bundan önce yapılması gereken çok şey var. Yine de ABD’de birkaç ayrı performans olabilir! Sosyal medyayı çok iyi kullanıyorsunuz. Dinleyicilere ulaşma yönünden sosyal medyanın etkisini nasıl görüyorsun? Teşekkürler! Elbette, grupla ve müzikle ilgilenen tüm insanlar arasındaki ana arayüz sosyal medya hesaplarınızdır. Bu nedenle sosyal medya sayfalarınızı olabildiğince iyi sunmanız çok önemli! Son sözlerinle bitirelim. Öncelikle Alien Planet’a bu güzel röportaj için teşekkür ederiz.Orada bizi destekleyen tüm Türk hayranlarımıza ise : “çok teşekkürler çocuklar!”


Bildiğim kadarıyla yeni albüm üzerine çalışıyorsunuz. Çalışmalar ne alemde ve albümü ne zaman dinleyebileceğiz? Şu sıralar albüm yazım aşaması devam etmekte , yarısından fazlası bitmiş durumda diyebilirim.Şu an için net belli bir tarih yok ancak 2018 içersinde yayınlamaya hazır hale gelir diye ümid ediyoruz. “Apokalypse”, Third Eye Temple’dan çıkmıştı. Satışları nasıldı CD nin? Size aynı şirketle yeni bir albüm anlaşması sağlayabildi mi yoksa albüm başka şirketten mi çıkacak? Apokalypse e olan ilgi oldukça tatmin edici çıktığı zamandan beri.Third Eye Temple üzerine düşeni hakkıyla yerine getirdi ve sıkı bir promosyon yaptı.Satışlar haberdar olduğumuz kadarı ile gayet iyi.Third Eye Temple ile olan anlaşmamız Apokalypse ile ilgili idi sadece.Albüm ile de ilgileniyorlar ancak şuan net birşey yok kafamızda orası ya da başka bir yer mi olur vs. zaman gösterecek. “Apokalypse” gerçekten çok iyi bir EPydi. Okuduğum kritiklerinin büyük çoğunluğundan övgüler ve iyi notlar almıştı. Bu şekilde grup, “Shadows Of..” dan sonra sağlam statüsünü perçinledi ve insanlar çok iyi bir çıkış albümü bekliyor. Peki grup olarak bu beklentiyi karşılayabilecek bir albüm yapma noktasında herhangi bir kaygı taşıyor musunuz? Müzik tarihinde pek çoktur bu tip hayal kırıklıkları malum.. Bu durum üzerinizde bir baskı oluşturuyor mu? Üzerimizde herhangi bir baskı yok.En azından kendi adıma konuşmam gerekirse yıllardır çalmaktan ve dinlemekten keyif aldığım malzemeleri bir ürün haline getirmeye çalışıyorum.Dinleyici sever sevmez,destek verir vermez bu ikinci üçüncü planda kalıyor benim için hep.Yapmaktan keyif aldığım şeyi yapıyorum , üzerine olumlu reaksiyonlar alınca bu işin cilası oluyor benim için kaba tabirle. Baskı ya da bir sorumluluk pek söz konusu değil kısacası. EPnin prodüksiyonunu ziyadesiyle beğenmiş olmama rağmen gitar tonlarını (kişisel fikrim :) ) biraz keskin ve tiz karakterli bulmuştum. Kayıtlar da Engulfed’de olduğu gibi senin ev stüdyonda yapılmıştı sanırım. Peki yeni albüm için gitar ton karakterinde herhangi bir farklılık durumu mevzu bahis mi? Evet gitar tonları hakkında sana katılıyorum pek kafamda canlandırdığım resimle örtüşmeyen bi sound da tınlıyor gitarlar ancak o dönemki kayıt süreci ve işleyiş biraz sancılı olduğundan ortaya çıkan malzeme bu şekilde oldu. Yeni üründe biraz daha farklı ve güçlü bir tını da olmasını tasarlıyoruz , bakalım. Sen, Diabolizer’in yanı sıra Decaying Purity ve Engulfed’in de elemanısın(aynı zamanda Hyperdontia ama ona sonra gelicem:). Her üç grubun müzik yazımında bizzat ter döken biri olarak parçaların yaratım sürecinden bahseder misin? Sonuçta yaratım süreci riffler üzerinden işliyor. Ve yeni bir riff bulduğunda-ürettiğinde ya da bir şeylerle bağladığında müzikal stili birbirinden dağlar kadar da uzak olmayan üç gruptan hangisi için kullanacağına nasıl karar veriyorsun? Bu benim için pek problem olmuyor açıkcası. Ürettiğim her grubun kendine has bi stili var ve misal herhangi birine birşeyler yazmaya odaklandıysam kafamda oluşturduğum şablon genelde o

gerisi çorap söküğü gibi geliyo aslında.Çoğumuz eski arkadaşız ve bu işlerle uğraşmayı, üretmeyi seven ve birbirinin muhabbetinden keyif alan insanlarız,birbirimize elimizden geldiğince yardımcı oluyoruz hepsi bu. Pek çok grup kayıtlardan sonra mastering için gözünü yurtdışına çevirirken siz hem Diabolizer hem de Engulfed’de Ünsal Özata ile çalıştınız. Bu seçiminizin temel sebepleri neler? Ayrıca yeni albüm için de Ünsal’la mı çalışacaksınız? Ve kayıtları nerede yapmayı düşünüyorsunuz? Ünsal ile Decaying Purity nin kalıba uygun oluyor.bunun çok da net bir tanımı 2. albümünden beri çalışıyorum.Uyumumuz iyi, birlikte yok aslında.Bir şekilde yerine buluyor malzemeler. yanyana gelmeden gayet te keyif verici şekilde çalışıyoruz. Kendisi çok sevdiğim bir arkadaşım ve kayıt,mix masteBir öncekiyle bağlantılı olarak bu kadar çok grupta bu- ring sürecinde iyi anlaştığımız için onunla çalıştık şimdilunmak yaratmak - üretmek çok fazla zaman alıcı bir ye kadar. Bundan sonrası için kafamızda net bir isim, yer şey değil mi? Tüm vaktini müzikle mi geçiriyorsun? yok şimdilik.Zaman gösterecek. Elbette baktığın zaman zaman alıcı ancak zamanında nasıl bir zehir enjekte edildi ise bünyeye bu işlerle uğraşır- 90lara ve 2000lerin başına baktığımızda dünya stanken hayatımdan neler gitmiş,ne kadar vakit harcamışım dartlarında pek grubumuz yoktu ancak etrafta metal vs pek işin o yönünü sorgulamak aklımın ucuna gelmiyor. dinleyen çok sayıda insan vardı ve konserleri de dolduEvet genel olarak vaktimin büyük çoğunluğu müzikle ge- ruyorlardı. Şimdi ise Türkiye’de enfes gruplar var ancak çiyor diyebilirim. yerli gruplar için konser salonları boş. Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Diabolizer, “Apokalypse” i 90larda Yanlış hatırlamıyorsam yazın bir Avrupa turu olacaktı çıkarsa fenomen olur muydu mesela? fakat olmadı sanırım. Ya da oldu da benim haberim Etrafta pek alternatifi yoksa olabilirdi belki bilemem.Geçolmadı :). Ne oldu tur işi tam olarak? miş ile günümüz metal ortamını kıyaslamak pek mantıklı Diabolizer ın bir tur planı olmadı bu zamana kadar.En- değil aslında.O zamanlar daha focus bir kitle vardı,etrafta gulfed ile karıştırıyor olablirsin belki zira bu yaz 1 haftalık çok da fazla bir alternatif yoktu.Gruplar o zamanların imbir turumuz olmuştu Engulfed ile. Diabolizer ile albüm- kanları ile ellerinden geleni yaptılar.Çok da fazla alternatiden sonra o işlere bakılabilir sanırım. fi olmayan bir piyasada insanlar önlerine ne geliyosa onu tüketmek durumunda kalıyordu.O zamanlardan sıyrılan Ep’den sonra gruba Alican ve Ewan’ın yerine Altuğ ve hala daha çatır çatır icraatlarına devam eden gruplar var , Wagner geldi. Bu oyuncu değişikliklerinin sebebi ney- sayısı bir elin parmağını geçmese de bana göre. Şimdi indi? Ayrıca Altuğ ve Wagner’in gruba uyumu ve yara- sanların odaklanacağı çok fazla malzeme var. Yokluktan , tım-üretim sürecine katkıları nasıl? kuru destekten değil de gerçekten içinde hissedip , kaliteli Elemanların hayatları farklı yönlere doğru gitmek zo- olduğuna inandığı yapımların peşinden gitmesini daha runda olduğundan gruptan ayrılmaları gerekti.Şu an da çok tercih ederim az sayıda , samimi bir kitleyi. kadro yine değişti zaten.Altuğ ve Doğaç (Wagner) da gruptan ayrıldılar.Yeni bir kadro ile devam ediyoruz gru- Sona doğru gelirken bir diğer projeni de sormak istiyoba dahil olan 2 yeni eleman var.Şu an ideal kadroyu oturt- rum. Hyperdontia. Grup 2 yabancı (Polonya-Danimartuk diyebilirim. ka) iki de bizden elemandan müteşekkil ve ilk demo (ki gerçekten çok iyi bir demo) çok kısa zaman önce çıktı. Son dönemde Kadıköy , geçtim Türkiye’yi dünya un- Hyperdontia’dan da biraz bahseder misin? Karmaşık derground metal piyasası için bile bir trademark olma etnik yapılı bu grup nasıl bir arada? yolunda. Hiç boş grup ve albüm çıkmıyor. Pek çok iyi Geçmişte öylesine yaptığım bazı parçalar vardı ve bu gup var. İşin güzel yanı da bu grupların sürekli paslaş- parçaları bir projede değerlendirmek istedim.Decaying ması ve kimin penası kimin grubunda belli olmaması. Purity de beraber çalıştığımız Malik Kopenhag da yaşıBize biraz Kadıköy ortamından ve bu kadar iyi işin-al- yor. Ona bu projeden bahsettim ve yanımıza Undergang bümün nasıl oluyor da bu kalitede çıkıyor oluşundan ve Phrenelith elemanları David ile Tuna yı da katarak bahseder misin? kadroyu oluşturmuş olduk.1 i sadece kaset versiyonunda Adımlarını mantıklı şekilde atıp doğru insanlarla bir yer alan toplam 3 parçalık “Abhorrence Veil” in kayıdıaraya gelmişsen ve ne yapman gerektiğini çözümlediysen nı hazırladık ve ürün Night Ground Records tarafından 7” plak , Extremely Rotten Productions tarafından da kaset olarak basıldı. Yani pek ciddiye almadan oluşturduğumuz bi proje idi ilk başta ancak alınan tepkiler bayağı bir olumlu yönde. Bazı albüm,konser,festival teklifleri vs oldu gruba da zaman ne getiricek bakıcaz. Röportajın sonuna geldik. Cevaplar için teşekkür ederim. Diabolizer’i dergimde konuk etmekten memnuniyet duydum. Son sözlerinle bitirelim. Ben teşekkür ederim.Sadece kaliteli olduğuna inandığınız grupları destekleyin! İyi çalışmalar.

5


bir amerikan soap-operası

Edgar Allan Poe

“Ne kadar içler acısı bir trajedidir Edgar Allan Poe’nun yaşamı. Onun ölümü başarısızlığı yüzünden ürkütücülüğü artmış korkunç bir sondur! Okuduğum belgelerin tümünün bende uyandırdığı ortak kanı, Amerika Birleşik Devletleri’nin Poe için geniş bir hapishaneden başka bir şey olmadığı yolundaydı. Bana sorarsanız Poe, havagazıyla aydınlatılmış bu büyük barbarlıkta değil, daha temiz kokan bir dünyada nefes alabilmek için yaratılan varlığının ateşli çırpınışları içinde arşınlıyordu hapishanesini. Bu sevimsiz çevrenin etkisinden kurtulabilmek için gösterdiği sürekli çaba, onun bir şair ve hatta bir ayyaş olarak iç dünyasını, ruhsal yapısını belirleyen tek etkendi” Charles Baudelaire

Londralı Sir Horace Walpole’un 1765’te yazdığı Otranto Şatosu gotik korku edebiyatının başlangıcı sayılır. İçlerinde Dr. Frankestein’ın yaratıcısı Marry Shelley’in de olduğu bir dizi çoğunluğu kadın yazar Walpole’un başlattığı akımı 1900’lerin başındaki H.PLovecraft’a kadar takip eder. Gotik edebiyatta korku, akımın adını da aldığı mimariyle, kulelerle, dehlizlerle, metafizik olaylarla ve abartılan esrarlı atmosferle şekillenir. 19. yy.ın başlarında İngiltere ve Amerika’da iyice tutulan gotik edebiyat bolca okuyucu bulmasına rağmen çoğunlukla tam bir edebi etkinliğe erişememiş, aristokrat yazarlar tarafından aristokrat bir okuyucu kitlesine; hissetmekten dehşetle korktukları duygularından rahatlatıcı bir zevk almaları için yazılmış, yetkin kurgu anlayışından çoğu kez yoksun, salt kötüyü finalde cezalandırarak klasisizmle bağlarını kopartamadığını ortaya koyan ve bu nedenle yargılayıcı bir anlatıma sahip bir akımdır. Mekanlardan, dini/dini olmayan inançlardan, diğer dünyalardan kaynaklanan İngiliz Gotiği ve protestanlıktan beslenen Amerikan Gotiği’nin karşısına Edgar Allan Poe doğal olanın korkutuculuğuyla dikilir. Şiir yazarak edebiyata ilk adımlarını atan, daha iki yaşında ikisini de yitirdiği hastalıklı bir annenin ve alkolik bir babanın oğlu olan Poe, sanatçı kişiliği ve materyalleri hiçbir şekilde sınıflandırmayışı, edebiyatın yargılayıcı değil ifade edici oluşunu savunuşu, analitik öykü anlayışı, yalnızlığı, kabusları ve önem verdiği hiçbir şeyi elde edemeyişiyle (elde ettiklerini de kaybedişi, özellikle kadınları) kendini her zaman derin buhranların ortasında buluşu, esrarengiz olan her şeye duyduğu ilgi ve tüm bunlarla harmanlanan derin duygularının, acılarının etkisiyle yazdığı hikayelerle korku edebiyatına yeni bir boyut kazandırdı ve günümüzde çok okunan S. King romanlarında bile etkileri görülecek modern korkunun başlatıcısı oldu. Kuyu ile Sarkaç (Pit and the Pandellium) adlı öyküsünde bir engizisyon hücresinde hapsedilmiş, panik içinde kendisine yapılacakları bekleyen bir adamı anlatır Poe. Zifiri karanlıkta başlayan hikaye, daha sonra aydınlanacak hücrede tavandan sallanan ve ucu keskin bir sarkacın yavaş yavaş sabitlenmiş adamımızın üstüne inmeye başlayışıyla devam eder. Mekanı ve sarkacı sonraları Kafka’nın da kullandığı şekilde ince ince, mekaniğe dayalı kara-ayrıntılarla betimler Poe ve bilimkurguya akraba sayılacak bir öykü ortaya koyar. Ama Poe BK’ya asıl olarak kapalı, özerk ve yabancı mikro-dünyalar üreterek, teknolojik ilerlemenin çelişkilerine gösterdiği tepkiyle grotesk öykülerinde bilimsel malzemeleri karikatürize edip kullanarak, serüven ve gezi romanı türlerini spekülatif ayrıntılarla birleştirerek yakınlaşır. Bana göre BK Poe’nun yarattığı özerk dünyalar çerçevesinde oluşmaya başlayan bilimkurgu aksiyomları üzerinde, ardılları Wells, Vernes gibi yazarlarla beraber işlerlik kazanmaya başlamıştır.

6

Aynı Poe, 1841 nisanında Graham’s Magazine’de yayınlanan Morg Sokağında Cinayet (Murders in the Rue Morgue) adlı eseriyle de polisiye türünü başlatır. İnsan dışı bir güçle feci şekilde katledilmiş iki kadının cesetleri, Paris’in kurmaca Morg, Sokağı’nda bir evde, tamamıyla dağıtılmış bir odada bulunur. İçeriden kilitlenmiş bir kapının önüne kadar gelebilmiş tanıkların içeriden gelen İspanyolca mı, Rusça mı, İtalyanca mı, yoksa hiç duymadıkları başka bir dilde mi konuşulduğunu anlayamadıkları iki kişi arasında geçen diyalogu aktaran bir gazete haberiyle başlar hikaye. Dünyanın ilk hayal ürünü dedektifi E. Auguste Dupin soğukkanlılıkla meseleyi saf analitik bir mantık yürütüşüyle çözer ve katilin hayvanat bahçesinden kaçmış bir orangutan olduğu ortaya çıkar (katilin ancak finalde kim olduğu anlaşılan hikayelere alışık olmayan fransızlar öyküyü fransızcaya “L’Orange-Otang” adıyla çevireceklerdir). Dupin 1842’de yayınlanacak Marie Roget’in Esrarı ve 1845tte yayınlanan Çalınmış Mektup öykülerinin de kahramanı olacak, böylece Poe gizli kalmış seri-dedektif öykülerinin de ilk örneklerini verecektir. Hoş Cinayet kitabında Mandel Ernesttin aktardığı ilk dönem polisiye romanlarına dair yedi aşamalı şablon Morg Sokağında Cinayettle başlamıştır. Yazar ve okuyucunun beraberce geliştirdiği bu şablon şöyledir: Problem, ilk çözüm, düğüm, karışıklık dönemi, ilk parıltı, çözüm ve açıklama. Poe’nun dedektfi Dupin Çözüme yaklaşırken aynı Conan Doyle’in Holmes’inin olanları aktaran yakın arkadaşı Dr. Watson’u şaşırtışı gibi, ismini bilmediğimiz anlatıcıyı çözümün aslında ne kadar basit bir yerde gizli olduğunu göstererek şaşırtır. Doyle, Poe’nun başlattığı türü geliştirirken öncülünün tekniklerini kullanmakta beraber, muhtemelen okuyucuyu da kışkırtmak için kendini Poe’dan üstün gördüğüne dair laflar söyletir Holmes’a. Kanımca Poe’nun polisiyeleri ne kadar melodramdan bir geçiş teşkil etse de Dupin’in keskin zekasının Holmes’dan aşağı kalır yeri yoktur. Tamamıyla yenilikçi olmasa da Poe, romantizme meylederken bir yandan da öykülerinin trajik tablolar çizişi, sevdiği kadınların hepsine taparcasına tutuluşu ve bunu hikayelerindeki kadınlara aksettirişi, düşünsel ve estetik kaynakları bir araya getirişi, ona zindan olan Amerika’da çocukluğunun bir kısmını geçirdiği İngiltere’yi sık sık hayal elişi ve bazı öykülerini Avrupa’nın çeşitli mekanlarında kurgulayışıyla Eski ve Yeni Dünya’yı birleştiren bir öncü olmuştur. Korku, bilimkurgu, polisiye ve hatta daha da ileri giderek modern popüler edebiyatın başlatıcısı diyebileceğimiz Poe’nun biyografisi ne yazık ki daha ilk satırlarından en sona, her cümleye, her kelimeye, noktalama işaretlerine dek acı ve hüsranla örülüdür. Daha yaşama gözünü açar açmaz başlayan ölümler, yaslar, elde edemeyişler,


karşılıksız kalan aşklar, hastalıklar, alkol ve uyuşturucuyla birleşince yaşamını bir loser, bir tutunamayan şeklinde sürmüştür. Entelektüel ve edebi kaygılarla kendini sürekli yazdıklarına adamak istemiş ama bir soap-operaya dönüşen çalkantılı yaşantısı, parasal sıkıntılarla beslenir onu sürekli dibe, alkole ve afyondan üretilen opiuma itmiştir. En dipte Poe, mücadele ettiği karabasanları ve ölüm korkusundan kaynaklanan sanrıları yarattığı kahramanlara yüklemiştir. Zaman zaman grotesk öykülerinde dalga geçse de neredeyse sevdiği herkesi (ve tüm kadınları) elinden alan ölüm Poe’nun en büyük karabasanıdır. Karakedi (The Black Cat) ve Geveze Yürek (The Tell-Tale Heart) öykülerinde Poe karısını öldüren kahramanın kendi ağzından, cesetleri duvarların, döşemelerin arkasına gizleyişlerinden bahseder. Şaşırılmamalıdır ki içki, uyuşturucu ve kumar yüzünden (ki kumar da Poe’yu dibe çeken etkenlerden biridir) şizofrenleşip karılarını öldüren adamlar, finalde vicdanlarının sesine (birinde karısıyla birlikte üzerine duvar ördüğü bir kedinin çığlığı, diğerinde döşemenin altından gelen kalp atışları) yenik düşüp polise tesIim olurlar. Çocuk yaştaki çok sevdiği veremli karısı Virginia’yı aldattığı/aldatmaya çalıştığı, ona içkinin ve uyuşturucunun etkisiyle kötü davrandığı, kumar tutkusundan da kaynaklanan parasızlık yüzünden refah içinde mutlu bir hayat yaş-atamadığı için duyduğu derin ızdırap öykülerine yansımıştır. Kendisi güzellik en iyi şiirle, korku, tutku, şehvet en iyi kısa öyküyle ifade edilebilir tezini savunsa da, onun Lord Byron’dan, Milton’dan etkilenen ilk dönem şiirlerinde de korkunun, şeytani düşüncelerin, acının ve karabasanların etkilerini görmek mümkündür. Ancak şiirlerindeki kabuslar başkaca sorunlara, başkaca duygulara aittir. İlk uğraşı olan şiirden öykü yazarlığına yönelmesinin başlıca nedeni paradır. Poe öykülerine dek kendi yayımladığı şiirlerinin görmediği ilgiyi, gazete ve dergilerde yayımlanan öyküleriyle görmeye başlayınca şiir yazarlığında yakalayamadığı sürekliliği öykü yazarlığında gösterir. Euraka adlı şiirinde, Isaac Newton’un matematiksel ve planlı evreninden esinlenerek, insan ruhunun estetik birliğini ve dengesini, sonradan Amerika’nın endüstriyel yaklaşımlı sanat ortamında çizgi filmlere bile malzeme olacak The Raven (Kuzgun) adlı uzunca şiirinde dehşetin çözümlenebilen doğallığını ve korkunun somutluğunu, karısının ardından yazdığı Annabel Lee şiirinde duyduğu yası ve içindeki çatışmaları anlatırken Poe, Helen şiirinde güzelliğe duyduğu büyük aşkı Antik Yunan tanrıçası Helena’da somutlar. Şiir “güzelliğin ritmik yaratısıdır” dese de şiir tarzında verdiği eserlerin en iyi örnekleri yine de karabasanlarını anlattıklarıdır. 1849’daki ölümünden sonra, başta bütün öykülerini fransızcaya çeviren Charles Baudelaire, onu öncü bilimkurgudan yana bir macera yazarı olarak gören Jules Verne, 20.yy.ın başında Gotik Edebiyatı zirveye taşıyacak olan H.P Lovecraft gibi ünlü yazarların Poe’ ya gösterdikleri ehemmiyet onu saygın bir yazar haline getirecek tir.

Baudelaire “düş gibi derin ve parıltılı, kristal kadar esrarlı ve kusursuz” diye tanımlar Poe’yu. Poe’nun eserleri ve yaşamı hakkında günümüze kadar yapılmış en iyi araştırmalardan birini yapan Baudelaire, onun acı dolu yaşamı için çevirdiği Olağanüstü Öyküler’in (Histories Extraordinaries) önsözünde şöyle demektedir: “Poe, nun kişileri, daha doğrusu, Poe’nun çizdiği tipler, kıvrak yetenekleri, gevşek sinirleri, zorlukta tehditler savuran ateşli ve dayanıklı iradesi, o baktıkça hacimleri büyüyen eşyalara bir kılıç sertliğindeki bakışlarını dikişiyle Poe’dan başkası değildir. Onun kadınları da, ışık saçan ve hastalıklı , gülünç illetlerle ölüm döşeğine düşen musikiyi andıran bir sesle konuşan o kadınlar, Poe’nun ta kendisidirler”. Poe’dan önceki Gotik korkuyla, Poe’nun analitik tarzını harmanlayıp belki de Poe’dan daha dehşetengiz öyküler ortaya koyan, Poe’dan sonra Amerikan fantastik edebiyatının en önemli temsilcisi sayılan Lovecraft da Poe’nun yaşamı ve edebi kişiliği hakkındaki bir başka kaynaktır. Öncülü hakkında “Poe’nun karabasanları, ondan öncekilerde hiç bulunmayan bir inceliğe sahiptir ve edebiyat, böylece daha önce erişmediği, yeni bir gerçeklik yüzeyi kazanır.” diye bahseder H.P. Lovecraft. Bu yazıyı hazırlarken en önemli başvuru kaynağım olan, üzerine yaptığı incelemelerle korku türünün Türkiye’deki en yetkin isimlerinden biri olan Giovanni Scognamillo’ya göre Edgar Allan Poe’nun, kahramanının direkt olarak kendi ismini çağrıştırdığı, hayatı boyunca yazdığı tek romanı olan Arthur Gordon Pym’in Öyksünün (The Narrative of Arthur Gordon Pym) (Pym—Poe) bitmemiş finalini tamamlayan yazarlardan biri de Jules Verne’dir. Scagnamillo’nun “Kendi öyküsünü anlatan Poe, sonunu bilmediği için tamamlayamıyor,” dediği öykünün sonunu kendine has popüler bilimkurgucu tarzıyla yazan Verne, Poe’nun ölüm döşeğinde kurtarılmasını istediği Pym’i kurtarıyor kurtarmasına ama Poe’nun devamcısı olamıyor. Lumierre kardeşlerin sinemayı icadından günümüze dek Poe’nun hikayeleri bir çok filme de konu olmuştur. Öykülerinden yola çıkılarak yazılan senaryolar dışında ülkemizde de bir zamanlar ilgiyle izlenen Alacakaranlık Kuşağı gibi TV kuşakları ve Alfred Hitchcock’un Vertigo, Kuşlar gibi gerilim filmlerinde Poe’dan izler bulmak mümkündür. Müzik dünyasına da esin kaynağı olmuştur E. A. Poe. Örneğin The Allan Parson’s Project “The Tales of Mystery and Imagination - Edgar Allan Poe” adlı albümünü tamamıyla Poe’nun Kuzgun, Geveze Yürek, Usher’ların çöküşü gibi şiir ve öyküleri üzerine kurmuştur. Ölümünden hemen hemen 170 yıl sonra yapılanlar bu kadarla sınırlı değil elbette. Çoktan birer müze haline getirilmiş Poe’nun yaşadığı evler, öldüğü hastane ziyaretçi akınına uğruyor. Adına düzenlenen yarışmalar, üzerine yazılmış kitaplar, TV programları, tişörtler, oyuncaklar ve Amerikan tarzının aklınıza getirebileceği tüm ürünlerle Amerikan eğlence endüstrisi, Poe’nun karnını doyuracak parayı bile kazanamadığı öykülerinden şimdi milyonları kazanıyor!

“ve bir yaz güneşidir delikanlılık solup gidişi en çok hüzün veren, çünkü bilinmiştir bilmek için yaşadığımız her şey ve tutmaya çalıştığımız her şey akıp gitmiştir. öyleyse bu kadar hepsi bırak yaşam ay çiçeği gibi, öğle vakti güzelliğiyle düşsün.” tamerlane

“........... Bir gece rüzgarından bulutun Üşüdü gitti Annabel Lee Sevdadan yana kim olursa olsun Yaşca başca ileri Geçemezlerdi bizi Ne yedi kat göklerdeki melekler Ne deniz dibi cinleri Hiç biri ayıramaz beni senden Güzelim Annabel Lee Ay gelir ışır, hayalin erişir Güzelim Annabel Lee Orda gecelerim uzanır beklerim Sevgilim sevgilim hayatım gelinim O azgın sahildeki Yattığın yerde seni...” Annabel Lee

7


Mazisi epey eskiye dayansa da uzun zamadır inaktif durumda olan DISHEARTEN, beklenen albümünü yaz ayları içerisinde çıkardı. Yirmi yıllık beklemeye değen çok da güzel bir albüm olduğunu söylemek gerek. Dinlemediyseniz mutlaka edinin ve dinleyin. Ben daha şimdiden bundan sonraki çalışmalarını beklemeye başladım.

Albüm çok yeni. Dinleyicilerden gelen ilk tepkilerle başlayalım isterseniz.. Öncelikle yurt içinde, albümü uzun süredir bekleyen yakın çevremizden olumlu tepkiler aldık. Albümü yeni dinleyenlerden de çok güzel dönüşler almaktayız. Yurt içinde olduğu kadar, yurt dışından da güzel reaksiyonlar geliyor ve bizi ileriki çalışmalarımız için cesaretlendiriyor. Peki dinleyiciyi geçersek, grup olarak siz ne düşünüyorsunuz albüm hakkında? Kafalarınızdakini ya da içinizdekini tam olarak yansıtabildiniz mi? Yoksa şimdi dinlediğinizde “şurası şöyle olaydı iyidi” dediğiniz yerler var mı? Besteler ve düzenlemeler konusunda aklımızda bir soru işareti yok. Ancak albüm kayıt imkanlarımızı da düşündüğümüzde her şeyi tam istediğimiz gibi yaptık diyebilmemiz zor. Kayıt performansı, prodüksiyon ve sound konusunda gelecek albümlerde daha başarılı projeler ortaya koymak arzusundayız. Tam emin değilim ama albüm herşeyiyle hazır olduktan yaklaşık bir yıl sonra çıktı piyasaya. Bu gecikmenin sebebi neydi? Gerek kayıt ve prodüksyon aşaması, gerekse albümün raflara gelene kadar katedeceği yasal süreçler, ön gördüğümüz sürelerde tamamlanamadı. Planımız 2016’nın son çeyreğinde piyasaya çıkmak üzerindeydi ama şartlar bunu gerektirdi. Pek aktif olmasanız da mazisi epey eskiye dayanan bir grupsunuz. Peki son albümdeki parçalar, bu mazinin içinden gelen parçalar mı yoksa son dönemde mi bestelenip düzenlendiler? Daha önce yapılmış demo ve albüm kaydı denemeleri oldu. Tüm bu girişimler, bizler tarafından uygun bulunmadığı için albümü çıkartmadık ve ara verme kararı aldık. 2014 yılındaki yeniden toplanma dönemi ve akabinde yaptığımız kayıt ile 2017 senesinde albüm piyasadaki yerini aldı. Bu albüm, parçaların tüm söz ve düzenlemeleri ile yaklaşık 1999 yılında, bugünkü haline yakın bir şekilde hazırdı. Son dönemde yaptığımız bazı eklemeler ve dokunuşlar mevcut. (Örneğin kabak kemane partisyonları, son dönemde kurguladığımız düzenlemelerden biri oldu) Ortaya çıkan sonuçtan gayet memnunuz. Ayrıca yine maziden gidecek olursak, uzun zaman boyunca birşeyler üretmediniz ya da ürettiyseniz de paylaşmadınız. Ama yıl 2017. İlk albüm çıktı. Sizi bir araya getirip “hadi albüm yapalım” dedirten şey neydi? Ne değişti hayatınızda?

8

Bireysel anlamda müzik ile ilgilenmeyi hiç bırakmadık. Hepimizin farklı çalışmaları oldu. Ancak grubu tekrar canlandırıp albümü çıkartma fikrine vesile olan en büyük etken, grubun kurucu üyelerinden Cenk Ersavat’ı 2011 yılında kaybetmemizdir. Albümü onun anısına yeniden düzenleyerek piyasa çıkarmak istedik. Tabi ki grubun son kadrosunun şekillenmesi, kayıt ve prodüksyon süreci ile diğer tüm etmenler birleşince, ancak 2017 yılının ortalarında hedefimize ulaşabildik. Sonraki çalışmalar da etnik yönlerin ağır basacağı çalışmalar olacaktır zannımca. Yanılıyor muyum? Ayrıca farklı enstrumanlarla ya da farklı vokal tipleriyle müziğinizi daha da zenginleştirmek gibi fikirleriniz var mı? Öncelikle etnik öğelerin bundan sonra da olacağı tahmininiz çok isabetli. 2. albümde, özellikle Portal of Anatolia parçasındaki gibi düzenlemelerimiz var. Farklı enstruman ve vokalleri de kullanmayı düşünüyoruz. Bu fikirlerin şimdilik bizde kalması daha doğru, sürprizini kaçırmayalım. Sonraki çalışmalar demişken, albüm henüz çok yeni ama yeni çalışmalar ne alemde? Yeni albüm için bi yirmi yıl daha beklemeyiz bu sefer sanırım :) 2. albümü olabildiğince hızlı çıkarmak istiyoruz. Burada bestelerin tamamlanması, kayıt ve sound’un oturtulması ile prodüksiyonun iyi olması gibi çeşitli dinamikler söz konusu. Önceki tecrübelerimizden de yola çıkarak, sadece hızlı olması için bu konularda taviz vermeyi düşünmüyoruz. Her açıdan, öncelikle bizi çok daha tatmin edecek bir prodüksiyon olmasını istiyoruz. Yine de 20 yıl sürmez ;) Albüm Anonim Yapım etiketiyle çıktı. Bir metal albümü için farklı bir şirket. Anlaşmadan biraz bahseder misiniz? Müziğinize aşinalar mı? Zira en son “Anne Sesinden Ninniler”i yayınlamışlardı. Şirketin sahibi Fırat İkisivri, yakın bir dostumuz. Projeden bahsettiğimizde ve parçalarımızı dinlediğinde çok etkilendi. Albümün kendi şirketi aracılığı ile piyasaya çıkması konusunda ısrarcı oldu, böylece biz de Anomim Yapım’ın bir parçası olduk. Kendisi, ileriki dönemlerde farklı grup ve müzisyenler ile benzer tarzlarda albümler yayınlamaya devam etmek arzusunda. Peki albümün yurtdışı dağıtımı için herhangi bir şirketle anlaşmanız ya da görüşmeniz var mı? Malum bu şekilde etnik etkilenimli işlere talep oluyor dışarıda.. Şu an albümü satın almak ve destek olmak isteyen bir çok yabancı dinleyiciden mesajlar almaktayız. Albümü (özellikle cd formatında) onlara da ulaştırmak istiyoruz. Girişimlerimiz mevcut, kısa zaman içinde anlaşmaya varacağız.


Portal Of Anatolia parçanızın “Ah uzun olur gemilerin direği” kısmı sanki biraz prozodi sıkıntısı oluşturmuş gibi. Baştaki “ah” kısmı eklendiğinde vokali biraz zorlamış bence. Burayı niçin orjinalindeki gibi kullanmadınız? Bunu belki de bir cover olarak düşünebiliriz ve bu bizim yorumumuz oldu. Hoşumuza gittiği şekilde bir düzenleme yaptık. Açıkçası çok büyük anlamlar yüklenmemesi gerektiğini düşündüğümüz bir yorum farkı mevcut. Müziğinizdeki etnik etkilere dönecek olursak, malum Anadolu’da yaşamış, yaşayan pek çok farklı ırk, kültür ve dinden topluluklar var. Ve inanılmaz bir kültürel çeşitliliğin içerisinde yaşıyoruz. İleride müziğinizde farklı etnik topluluklara ait etkiler de görebilir miyiz? Örneğin Süryani kültürü ve müziği de çok etkileyici. Hep metalle karışımının çok ilginç olabileceğini düşünmüşümdür (belki de yapılmıştır ama :) Var mı böyle fikirleriniz? Yoksa daha bilindik yoldan ya da müziklerden gitme taraftarı mısınız? Süryani fikri ilginç. Bu ya da buna benzer şeyler olabilir gelecekte. Ancak şu an için Türk müziği ile ilgili birçok fikir ve proje var aklımızda. Önümüzdeki albümde önceliğimiz bundan yana olacaktır. Yapılan anketlere göre Türkiye halkı dünyadaki en mutsuz toplumlardan biri. Ekonomik etkenler, kitlesel ve trajik ölümler, kontrolsüz mülteciler ve göçler vs. pek çok sebebi var. Bu kadar mutsuzluğun ve negatifliğin müziğiniz üzerine bir etkisi var mı? Sanat ve üretim-yaratım zor şartları sever malum. Sizde durum nasıl? İçinde yaşadığımız coğrafya, asırlardır çok farkı uygarlıklara, imparatorluklara ve dinlere ev sahipliği yaptı ve buna devam ediyor. Bu da yoğun bir duygu ve kaotik ortam oluşturmakta. Bahsettiğiniz sorunlar da üst üste gelince toplumumuzda kronik bir mutsuzluk ve kötümserlik hakim. En ağır etkilediği alanlardan biri de şüphesiz ki sanat… Bizim de 20 yıla dayanan müzikal geçmişimizde bu ortamdan olumsuz etkilendiğimiz çok dönem oldu. Bu karamsar ortamdan çıkmanın en etkili yollarından birinin müzik olduğunu düşünüyoruz. Topluma ve gündeme duyarlılığımızı yitirmeden, aynı zamanda yaptığımız işe konsantre olarak, üretmeye devam etmek ve sanatımızı icra etmek mecburiyetindeyiz. Takas Pazarı etkinliği ile 20 Ağustosta Suicide ve Plethora ile sahne alacaksınız ve sanırım albümden sonra ilk kez dinleyici karşısına çıkacaksınız. Heyecan ve beklenti durumlarınız nasıl? Ayrıca ilerleyen süreçte başka şehirlerde konser planları var mı? Bireysel anlamda olmasa da, Dishearten olarak uzun yıllar sahnenin uzağında kaldık. Bu konserle birlikte güzel bir başlangıç yapmak istiyoruz ve albümün ilk konseri olması sebebiyle dinleyicilerle buluşmak için sabırsızlanıyoruz. Devamında diğer şehirler için de konser haberlerimiz olacak, netleştikçe sayfalarımızdan duyuruyor olacağız. Benim sorularım bu kadar. Bundan sonrası için Dishearten a başarılar diliyorum. Son sözlerinizle bitirelim. Biz de bu güzel ve özenle hazırlanmış sorular için size teşekkür ediyoruz. Sahnede görüşmek üzere…

present

PRESENT FANZINYUS TENSE

FANZINYUS TENSE

TAKAS PAZARI Sayı:7 Son dönemde derginin yanı sıra organizasyonlarıyla, konserleriyle piyasayı hareketli tutan Takas Pazarı ekibi son derece doyurucu bir içerikle karşımızda. Kalabalık ve renkli kadronun verdiği avantajla çok farklı röportajlar, farklı konser yazıları , albüm kritikleri, makaleler vs. derginin içeriğini oluşturuyor. Autopsy, Jason Becker, Çağlan Tekil, Nocturnus AD, Cosmic Wings, Gökböri, The Sarcophagus, Until The Truth, Crushem vs. röportajları, 70000 Tons Of Metal ve Metal Fraconia Festival yazıları, kritikler , Velver Revolver, Kiss yazıları ve daha pek çok ekstrasıyla dergi oku oku bitmeyen harika bir içeriğe sahip. 64 sayfa, karton-renkli kapak. Takas Pazarı ekibi yaptığı işleri aşkla, şevkle ve amatör ruhla yapan (ki bu çok iyi bir şey) bir topluluk. Türkiye metal piyasası için çok iyi işler yapıyorlar ve her platformda desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Lütfen siz de desteğinizi esirgemeyin.

KANLI TENEKE Sayı:17 Kanlı Teneke, uzun süredir yayın hayatına devam eden anarşist içerikli Paslı Teneke’nin metal fanzine evrilmiş hali. Önceki halini severdim. Ancak bu hali de son derece hoşuma gitti. İçeriğinde Giger üstad ve eserleriyle ilgili güzel bir yazı, Cenotaph, Furia, Karg ve Black Omen röportajları, albüm kritikleri, şiirler vs. bulunuyor. Röportajlar gayet doyurucu, sorular-cevaplar gayet güzel. Özellikle eski albümlerin kritiklerinin yapıldığı “gençliğimin katilleri” kısmı pek bir hoşuma gitti. B4 formatında, renkli kapaklı, fotokopi baskı. Metal dergilerinin-fanzinlerinin giderek nesillerinin tükendiği günümüzde susuzluğu giderecek çok güzel bir oluşum. https://www.facebook.com/MehmetAliBakunin

STORMWIND

Sayı:3

Dünyanın öbür ucundaki Cem Akyürek tarafından çıkarılan bu güzel fanzinin 3. sayısında Anatomy, Hordes Of The Black Cross, Hokedun, Yaşru, Tir, Yayla röportajları mevcut. Fanzin ingilizce. Ancak çok komplike bir ingilizce durumu yok. Çok rahat okunabiliyor. Röportajlar gayet güzel. Sevdiğim de gruplar. Gayet zevkle okudum. A4-20 sayfa. Dijital ofset ve çok kaliteli bir baskıya sahip. Baskısına bayıldım :). Türkiye’de Dead Generation Semih tarafından dağıtımı yapılmakta ve 5 tl karşılığında edinilebilir.

HOLYSIN Sayı:7 2002-2006 arasında yayın hayatını sürdüren Holysin, 10 yıllık bir sessizliğin ardından 2016 da yedinci sayısını çıkardı. Yeni sayı çıkacak mı bilmiyorum. Ama bu sayı çok güzel geçekten. Biraz da hüzünlü. Birkaç ay önce aramızdan ayrılan Apaçi Ayhan hastanedeyken çıktı dergi. Sonrası malum. Ayhan abi vefat etti. Onunla yapılmış harika bir röportaj var. Metin Kurt röportajı da var. Malum 2012 de o da aramızdan ayrıldı(sanırım o röportaj bir hayli eski). Bir diğer hüzünlü durum da giriş yazısı. Şöyle bir cümle var: “eskiden arkadaşlarımızla konserlerde bir araya gelirken şimdi ya onların düğünlerinde ya da cenazelerde bir araya geliyoruz.” Gerçekten çok etkili bir cümle. Özellikle yaşı 40 a dayanmış ya da geçmiş, memleketin ya da dünyanın farklı köşelerine savrulmuş, hayat gailesi içerisinde debelenen ama kafası halen rock-metalde ve 90larda olan adamların gırtlağına demir yumruk gibi oturan bir cümle. Dergide özellikle bu nostalji havasından ve geçmişe özlem durumlarından uzak durmaya çalıştım ama ne kadar uzak durmaya çalışırsan çalış bir yerlerden yakalanıyorsun :(. Derginin içeriğine geçecek olursak Metin Kurt-Cenk Taner, Beesech, Moonspell, The Ringo Jets, Wallachia, Darkestrah röportajlarının yanı sıra pek çok harika yazı mevcut. İçerik gerçekten çok başarılı. Büyük bir zevkle okunuyor ve umarım devamı gelir. A5-40 sayfa. S-B ağırlıklı renkli kapak. Ben İzmir’de Kabile kitapevinde bulup aldım. Ancak nerelerde satıldığı hususuna bilgim yok. Bulabilirseniz kaçırmayın. Harika bir sayı. holsinfanzine@gmail.com AKKOR FANZİN Sayı:1 Akkor, Gaziantep’ten bir kültür-edebiyat fanzini. İçerisinde güzel öyküler, denemeler, şiirler, kitap-film-müzik önerileri vs. bulunmakta. Ayrıca içeriğe uygun tam sayfa görseller de fanzinin en güzel yanlarından biri olmuş. Samimiyetle yapıldığını her şeyiyle ortaya koyan bu fanzini takip etmenizi öneririm. İleriki sayıları çok daha iyi olacak gibi de duruyor. Dergiyi arkadaşlara ulaşarak edinebileceğiniz gibi facebook sayfasından pdf olarak da indirebilirsiniz. A5-20 sayfa. https://www.facebook.com/birfanzin

9


Wrath Of Echoes Kanada’dan bir grup. Tarzları melodik doom/ death. A Fading Bloodline adlı çok kaliteli bir EPleri var. Önümüzdeki yıl da ilk albümlerini çıkaracaklar. Ben grubun müziğini çok beğendim. Bu sebeple de dergimde yer vermek istedim. Röportajlar grubun davulcusu Dominique’ den.

Merhaba Dom. Umarım Kanada’da hayat iyi gidiyordur. Bize biraz gruptan ve geçmişinden bahseder misin? Selam Barış. WOE aslında bir yan proje olarak başladı. Patrick (gitar), birkaç yıl önce tek başına bir şarkı bestelemişti ve dinlediğimde parçanın harika olduğunu düşündüm ki, EP’nin açılış şarkısı olan A Fading Bloodlinedı bu şarkı. Zaten “Doom’s Day” de birlikte çalıyorduk ve bizimle çalmaları için başka müzisyenler bulmamız gerekiyordu. Bu proje için bas çalmaya ilgi gösteren arkadaşımız Ben’le temasa geçtik. Ayrıca ikinci bir gitara da ihtiyacımız vardı ve Doom’s Day’den arkadaşımız Doom’da bu projeye ilgi gösterdi ve gruba dahil oldu. Bir vokalist bulmak için biraz uğraştık ama tam bir turne grubu olmadığımız ve yoğun programına pek müdahale etmeyeceği için arkadaşımız David ‘i ikna ettik. Ayrıca bonus olarak, David yetenekli de bir klavyeci. Bu noktada her şey yerinde oturdu ve çalışmalara başladık.

Önümüzdeki yıl yeni albümünüzü çıkaracaksınız. Biraz bundan bahseder misin? EP deki şarkıları kullanacak mısınız? Ve yeni şarkılar ne alemde? Yeni albüm “Progeny Of The Fallen One” isminde olacak ve albüm Aralık 2018’de piyasaya sürülecek. Birkaç şarkı için bazı fikirlerimiz var ve şarkı sözü yazma süreci bu ay başlıyor. Albümü 2018 yazında kaydetmeyi düşünüyoruz. Açıkçası albüm sadece yeni şarkılardan oluşacak. Genel olarak parçalar bilindik doom soundumuzda olsa da bir kaç şarkı biraz daha yüksek tempo olacak gibi. Ancak bu durumda bile blast beatlerden çok uzakta olacağız hahaha.. Yeni albüm için de Sanırım yine PRC ile çalışacaksınız. Biraz PRC den ve anlaşmanızdan bahseder misin? Evet yeni albüm de PRC den çıkacak. Bizce PRC bizim için en iyi şirket. Şirketin sahibi olan Remi, birlikte çalışmak için çok ideal bir adam. Ve ilk yaptığımız boktan rehearsal kaydımızla bile bizimle anlaştı. Çoğumuz Doom’s Day’de olduğu için onu zaten uzun zamandır çok iyi tanıyorduk. Grubun müziğini de sevdiğinden dolayı çok memnun olduk ve EP yi PRC etiketiyle çıkardık. Müziğinizde hissedilebilir bir hüzün var. Şarkı sözlerinizden biraz bahseder misin? Genel olarak nelerden bahsediyorsunuz? Hikayeleriniz neler? (CD kapağında ve internette bulamadığım için soruyorum.) A Fading bloodline, modern çağda kaybettiğimiz köklerimizle ilgili. Ailelerimizle olan soğukluk-mesafelerimiz , hayatın temel yönleri ve son zamanlardaki soğuk-standart toplumun yitip gitmiş altın yıllarının nostaljisi gibi. Sanırım martta Swallow The Sun ile çaldınız. . Biraz bundan bahseder misin? Nasıldı konser? Çok eğlenceliydi gerçekten. Grubun performansından önce biz Swallow The Sun coverı ile başladık, ki zaten müzik karakterimizdeki en büyük etkilenimimiz onlardı. Aslında tüm Finlandiya piyasası da diyebiliriz :). Konserden sonra onlarla konuştuğumuzda konserde çaldığımız cover olan Swallow (Horror PtI) performansımızı dinlediklerini ve çok cool bulduklarını söylediler. Bu konuda çok sıcakkanlıydılar. Aynı zamanda kendi set listlerinde de bulunuyordu bu parça. Performansımızı videoya alıp kendilerininkiyle birlikte Facebook sayfalarında yayınlamışlar. Sonra onlarla bir kahkaha atıp onlara şöyle dedik: “Tamam tamam ... Bu, şarkının nasıl çalınması gerektiğini öğrendik ... Ders anlaşıldı!” Harika bir geceydi! A Fading Bloodline ın klibi minimalist ama güzel bir klip. Bu tip klipleri seviyorum. Fakat klipteki kayıt ep dekinden farklı. O daha önce mi kaydedilmişti? Gitar , bass ve davul tonları çok farklı. İyi kulakların var!! Videodaki hali aslında şarkının erken dönemde tek başına kaydedilmiş bir versiyonuydu. EP nin geri kalanını kaydederken onu da farklı bir stüdyo sürecinde tekrar miksledik. Ve bu halinin klibe daha iyi uyacağını düşündük. Ama sonuç olarak aynı stüdyoda aynı şekilde kaydedildi o da.

10

Ben kuzeyli metal müzisyenlere Doom metali çok yakıştırıyorum. Ve en iyi doom grupları da kuzeyden zaten. Peki sence coğrafya ya da yaşanılan iklimin müzikal stil ya da yaratıcılığa doğrudan etkisi var mı? Yoksa bunlar biraz otomatikleşmiş klişeler mi? Yani kuzeyde yaşıyorsan doom ya da black yaparsın ya da güneyde thrash yapılır falan gibi :) Kesinlikle. İklimin yapılan müzik üzerinde çok büyük bir etkisinin olduğunu düşünüyorum. Sanırım bu doğal bir durum. Şahsi olarak sonbahar ya da kış geldiğinde yazın dinlemek istemeyeceğim kadar karanlık müzikleri dinlemek istiyorum. Bence bu durum, kuzey ülkesinde müzik yapan müzisyenler olarak müziğin otantik yönünü hissetmemize yardımcı oluyor. Sen , Patrick ve Dominick aynı zamanda Doom’s Day de çalıyorsunuz. Orada işler nasıl gidiyor. Son albüm gerçekten güzel. Her iki grup da turlayan gruplar olmadığı için sorunsuz gidiyor. Prova yerlerimiz ve enstrümanlarımız aynı olduğundan çalışma da sıkıntılı olmuyor. Bazen aynı gün iki grubun provalarını arka arkaya bile yapabiliyoruz. Genelde Doom’s Day ile Wrath Of Echoes aynı konserlere çıkıyor. Ve grubun 3 elemanı ortak. Aynı gün 2 performans, sen ve diğerleri için zor olmuyor mu? Hayır. Şimdiye kadar 3 kez bahsettiğin gibi yaptık ve hepsi de sorunsuz geçti. Önce daima WOE olarak çalıyoruz, çünkü daha yavaş, ve sonra Doom’s Day sahne alıyor. Ayrıca zaten kısa setler yapıyoruz. Kanada nın nüfusu az olmasına rağmen çok iyi metal grupları olan bir ülke. Bu durumu neye bağlıyorsun? Kanadalılar metal müzik konusunda oldukça tutkulu. Metal her zaman olduğu gibi 80’li yılların başlarından beri burada gerçekten büyüktü. Maiden ve Metallica’ya bizim için ne düşündüklerini sorun. Dünyadaki en iyi kalabalıklarından biri olduğumuzu söyleyecekler! Sam Dunn ile tanışma fırsatın oldu mu? Bence harika belgeseller çekti. Ayrıca bence Kanada metal piyasası için de bir belgesel çekmeli. Orada harika gruplar ve müzisyenler var. . (Rush, Steppenwolf, Devin Townsend, Anvil, Voivod, Cryptopsy, Kataklysm, Triumph, Annihilator, Razor.. vs.. uhhh.. harika gruplar :) ) Onunla hiç tanışmadım ama bence bu harika bir fikir! Adam zaten bu konuda bir belgeseli düşünmüş olmalıydı ... Bizim de nispeten bilinmeyen büyük gruplarımız var. Bu sebeple Kanada bir filmi hak ediyor ... Ya da en azından bir belgeseli. Peki Kanadalı gruplar demişken, sence Kanada’dan gelmiş geçmiş en iyi gruplar hangileri? benim liste önceki soruda :) Senin listen nasıl? Kişisel favorilerim, Voivod, Gorguts ve Kataklysm. Şimdiki sorum Justin Trudeau ile ilgili. Buradan bakınca harika bir başkan gibi gözüküyor. Yakışıklı, başarılı, sıcakkanlı biri. Alışılmadık bir başkan tipi. Sizi çok kıskanıyorum :) Kanadalılar için de gerçekten öyle mi. Yoksa biraz gösteriş mi :) Siyasetçi Siyasetçidir. Orada, çünkü babası ondan önce oradaydı. Elit doğanlardan. Ama günün sonunda, o sadece diğer bütün dünya liderleri gibi bir kukla, ama iyi görünümlü bir kukla! Röportaj için teşekkürler. Son olarak ne söylemek istersin? Desteğin için teşekkürler. “Ve Sağol”. (burayı türkçe yazmış/brş)


Narrator and Remains e yurtiçi ve yurtdışından gelen tepkilerden memnun musun? Gayet memnunum. Yurt dışı ve yurt içinden gelen ilgi gerçekten tatmin edici. Aslına bakarsan bu kadar ilgi göreceğini pek sanmıyordum. Sonuçta one man band projelerine verilen değer belli. Önceki EP ve albüme oranla yorumlar ve destek gerçekten beni şaşırttı,çok memnunum. Albümün kayıt, prodüksiyon vs. durumlarından bahseder misin? CD bookletinde yazmadığı için soruyorum. Kayıt, mix, mastering nerelerde yapılıp kimlerin elinden geçti? Zira genel sound epey iyi. Ehil ellerin dokunuşu var sanki. Yorumun için teşekkürler. Mix,görsel tasarımlar,şarkıların kayıt aşamaları vs hepsi kendi ev stüdyomda yapıldı.Yani profesyonel bir stüdyo ortamında kaydedilmiş,işlenmiş bir albüm değil. Gayet herkesin ulaşabileceği orta ayar ekipmanlarla yapılmış, digital programlarla desteklenmiş bir ev kayıdı. Sound beni tam olarak tatmin etmese de ileride daha iyi ekipmanlarla daha iyi işler çıkarabilirim diye düşünüyorum. Genel olarak ıslık sesinden hoşlanmayan biriyim. Müzik içerisinde kullanımı da beni oldum olası irite etmiştir. Fakat “First Step ... “ in sonundaki ıslık bölümü bugüne değin tüylerimi diken diken eden müzikal partlar arasında hızla yukarılara tırmandı . Melodisi, girdiği kısım, atmosfer vb. gerçekten harika. Islık fikri nasıl ortaya çıktı? Black metalde ıslık mı olurmuş :) :) Bu konuda iyi de kötü de yorumlar aldım. ‘’Islık ne abi?’’ diyende ‘farklı olmuş ve iyi gitmiş bence’’ diyende oldu. Şarkıları, soundu oluştururken olabildiğince farklı sesler kullanmaya çalışıyorum, ıslık da bunlardan biri. Örneğin Darkthrone’un Goatlord albümünde Fenriz’in yaptığı clean vokalleri ilk dinlediğimde çok etkilenmiştim...Alışılagelmiş olmayan ilk dinleyişte rahatsız edebilir. Amacım da biraz bu katılığı kırmak ;) Post black, Avantgarde back vb. değişime fazasıyla açık türleri icra eden gruplar bir kaç albüm sonunda çok farklı müzikal mecralara sıçrayabiliyorlar ve bu mecra, orjinlerinden çok uzak bir nokta olabiliyor. Bu duruma sen nasıl yaklaşıyorsun? Acrosome’un bağlı olduğu bir orjin var mı? Ve müziğini sonraki süreçte bu orjin etrafında mı sürdüreceksin yoksa Ulver gibi “biz her sahada oynarız, müzik olsun biz üretelim yeter” şiarıyla farklı yolculuklar dinleyiciyi bekliyor mu? Acrosome tür olarak Black Metal çehresinde fakat şarkılarda kullandığım keyboard tınılarını ve yer yer jazz/blues’a kaçan vokal/gitar partlarını düşünürsek çok unsurlu bir müziği icra ediyor. Zaten Acrosome’u ilk oluşturmaya başladığımız yıllarda DY ile beraber depressive işler ortaya koyuyorduk(gerçi Dementia Praecox’da sadece vokalleri üstlenmiştim) sonrasında DY’nin ayrılışı kafamdaki tarza daha yakın işler icra etmemi sağladı. Bir geçiş albümünden sonra sanırım merkeze daha da yaklaştım. Sonrası için pek değişiklik olacağını sanmıyorum. Dusktone ile anlaşmandan biraz bahseder misin? Tatmin edici bir şirket rolleri var mı senin için? Ayrıca tek albümlük bir anlaşma mı bu yoksa ilerideki çalışmaları da kapsıyor mu? 2009 veya 2010 gibiydi sanırım o zamanlar beyfendiler myspace aracılığı ile bizimle iletişime geçmişlerdi. Dört albümlük bir anlaşma sonrasında Dementia Praecox EP’si ve ilk full length albüm olan Non-pourable Lines’ı CD formatında bastılar. Şimdi de ikinci full length albüm olan Narrator And Remains piyasaya sürüldü. CD’lerin basımı ve dağıtımı konusunda bana gerçekten çok yardımcı oluyorlar. Acrosome’u ilk oluşturduğumda böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmezdi. Onlara minnettarım.Tabi ileride daha iyi anlaşmalar yapabileceğim fırsatlar edinirsem fena olmaz :) Malum plak ve kasetler geri döndü. Peki şirket CD dışında herhangi bir formatta basacak mı albümü? Plak iyi giderdi doğrusu bu albüme. Süre de çok müsait. Bu konuda çok fazla eleştiri aldım. Bende plak basılmasını isterim doğrusu ayrı bir hissiyatı oluyor fakat Dusktone’la bu konuyu daha konuşmadık. İlerleyen günlerde bununla ilgili daha net konuşabilirim...

Acrosome şu an tek kişilik bir proje. Bu da A dan Z ye herşeyin tek kişi tarafından kotarılması anlamına geliyor. Ancak bu durum, üretim sürecinde tekrara düşme, ürünün öz değerlendirmesinin yeterince objektif yapılamaması, kulak alışkanlığı içerisinde bazı müzikal problemlerin farkedilememesi gibi sorunları da beraberinde getiriyor. Bu sorunları nasıl aşıyorsun? Ve bu bağlamda şarkıların yaratım sürecinden biraz bahseder misin? Şarkıların oluşumundan bitişine kadar, farklı zaman aralıklarıyla tekrar tekrar düşündüğümde , gerçekten hissettiğim şeyi doğru şekilde aktarabildiğime inanıyorum. Zaten fazlasıyla elekten geçtiği için ortaya çıkan müzik benim için gayet tatmin edici oluyor. Bu şekilde teorik/pratik ve kavramsal bütünlüğü sağlamış oluyorum. Aslında benim için önemli olan da bu. Müzikal kaliteden çok müziğin kavramsal bütünlüğü içerisinde size kendi hikayesinden bahsetmesi daha can alıcı ve gerçek. Yine one man üzerinden vurayım , Tüm enstrumanları sen çalıyorsun sanırım (ve ıslığı ). Bunun için de ciddi bir müzikal bilgi ve tecrübe gerekli. Herhangi bir müzik eğitimin var mı yoksa alaylı mısın?

yorum. Non-Pourable LiAcrosome, Ankanes’ın melankolik anlatısına ra’dan, DoğuşAkordeon’u yakın bulducan Apel’in tek ğum için kullandım.Fakat bu albümün konsepti daha kişilik projesi. 2011’de çıkan farklı ve kurgusal tarihten bahsediyor,daha hikayesel. Dementia Paraecox Anlatı/kavramsal bütünlüğe EPsinin ardından dikkat ettiğim için sonraki ilk albüm 2014’te albümlerde de farklı sesler Non-Pourable Liolabilir de olmayabilir de. nes ve son olarak Göreceğiz...

2016’da Narra-

Dementia Paraecox da içerik tor And Remains Türkçeydi. Anlayabildiğim albümleri İtalyan kadarıyla da müzikalitenin şirket Dusktoyanında sözlü anlatım gücü ne aracılığıyla de epey kuvvetliydi. Ayrıca piyasaya çıktı. kulağa da güzel geliyordu. Şahsi kanaatim, Sonra ingilizce devam ettin. Türkçe, kötü bir fikir miydi post-black metal sence? Avantaj ve dezavantüründe ziyadetajları nelerdi? siyle başarılı Tiyatro ile içli dışlı olduğumdan vokal partları benim müzik yapan Acroiçin daha ayrı bir önem ta- some’un ülkemizde şıyor açıkçası. Anlatı gücüyle yeterince tanınmüziğin içiçe olduğu albümmadığı yönünler yapmaya çalışıyorum. Bu de. Röportajı ve noktada hangi dili kullandıkriği okuduktan ğımdan çok ne anlattığım ön sonra eğer hiç plana çıkıyor. Türkçe yada dinlemediyseniz İngilizce benim için fark etmiyor. Acrosome’un son

albümünü açıp

Albümde makine davul ve bir kaç digital program kullandım onun dışındaki her şeyi ben çalıyorum. Islık çalmayı bu albümde öğrendim diyebilirim :) Bir enstrüman eğitimi almadım (şan derslerini ayrı tutarsak) müzikle alakalı bildiğim tek şey kulağımın iyi olduğu. Öyle değer görecek kadar enstrüman bilgim yok fakat az da olsa kullandığım enstrümanlara hakimim. Peki konser mevzusu nasıl oluyor? Ya da olacak? Acrosome sadece bir stüdyo projesi mi? Yoksa session elemanlarla canlı performanslar görebilecek miyiz? Canlı performans olayını hiç düşünmemiştim aslında. Albüm sonrasında sağdan soldan bu konu hakkında destek gördüm. Canlı performansda aynı soundu yakalamak beni zorlayacaktır, bunun için en iyi şekilde olması için çokça zaman ayırmam ve bolca provalar yapmamız gerekiyor. Yeterli zaman yaratabilir ve eleman desteği sağlarsam neden olmasın? Non-Pourable Lines da akordeon kullanmıştın. İlk dinlediğimde çok enteresan gelse de dinledikçe alıştım ve müziğin melankolisine çok iyi uyum sağladığını düşünüyorum. Bu albümde akordeon duyamadım. Bir kaç parçada sanırım flüt var. Akordeon orjinal fikirdi. Niçin vazgeçtin? Ayrıca farklı enstrumanları tolore edip zenginleşebilecek bir müzikal stili var Acrosome’un. Bundan sonrasında farklı enstrumanlarla ilgili bir fikrin var mı? Her enstrüman sesinin farklı bir dili,anlatısı oluyor, bu farklı tınıları Black Metal ile harmanlamayı tercih edi-

Son albümdeki Cognitove dinleyin. DinleContact’ın sözleri ya da Terdiyseniz de bir ra Amata nın müzikal stili daha dinleyin. sanki şamanik bir bütünün Güzel müzik... parçaları gibi. Lirikal konsept içerisinde şamanizmin rolü var mı? Ayrıca Acrosome un müzikal dünya görüşü ve bunun lirikal yansımasından bahseder misin? Cognitive Contact’da ilkel bir insanın mistik şarap içme deneyiminden ve sonrasında evrenle arasındaki bağı görmesinden bahsederken, Terra Amata, 400.000 yıl öncesinde insanoğlunun ilk yerleşim kurduğu yerden bahsediyor.Oradaki hayatın enstrumental bir yansıması. İnsanoğlu doğaya uyum sağlar ve onu kullanma becerisi gösterir... Şamanik ögeler bir kaç şarkıda mevcut fakat Acrosome genel olarak daha panteist bir yapıda şekilleniyor. Narrator And Remains biraz daha kurgusal nitelikte, yabancı bilgelerin gezegeni şekillendirmesi ve sonrasında olanlardan bahsediyor. Acrosome ismi nereden geldi peki? Biyoloji ögretmeni olarak terminolojik karşılığını biliyorum Ama grup ismini koyarken farklı bir derinlikle mi yaklaştınız acaba? Akrozom bir reaksiyon bildiğin gibi. Spermin yumurtayla ilk buluşmasında gerçekleşen bir reaksiyon yani yaşamın ilk adımının atıldığı an.Acrosome’da yaşamın farklı bir yansıması benim için. O yüzden bu ismi karar verdim. Bunun dışında başka bir sebep yok:) Son zamanlarda Türkiye’den çok iyi metal grupları çıkıyor. Eskilerden de çok iyi gruplar yola devam ediyorar. Yurtiçi piyasasından sevdiğin, dinlediğin, iletişimde olduğun gruplar var mı? Haklısın gerçekten çok daşşaklı gruplar çıkmaya başladı. Köklere geri dönüyoruz;) Burial İnvocation, Cenotaph, The Sarcophagus, Carnophage, Thrashfire, Rektaltuşe, Nihil Kaos, Engulfed, Hellsodomy,Nekropsi, Humbaba, Uluru... Benim sorularım bu kadar. Sorularımı cevaplama nezaketinde bulunduğun için teşekkür ederim. Son sözlerin neler? Ben teşekkür ederim. Öncelikle albüme ilgi gösterip destekte bulunan herkese minnettarım. Olumlu şeyler duymak motive edici oluyor. Türkiye’de metal icra eden, dinleyen belli bir azınlığız, birbirimizle uğraşmak yerine daha üretici ve desteğe açık hale gelirsek daha yararlı olur. Bir sonraki albümde görüşürüz.

11


Senin de söylediğin gibi folk metal, tabii ki müziğimiz üzerindeki müzikal etkilerden biri aynen power metal ya da melodik death metal gibi. Ancak müziğimizi sadece “folk metal” olarak tanımlamaktan hoşlanmıyoruz. Fakat illa bir tanım ya da referans noktası belirtmek zorunda kalırsam bu şüphesiz sinematik müzik olurdu. Atlas Pain olarak ilk günden beri büyük filmlerin soundtracklerinin destansı yanını pagan metalin hızıyla aynı potada eritmeye çalışıyoruz. Klavyeleri sanırım sen çalıyorsun. Ama aynı zamanda grubun gitar/vokalisin. Konserlerde durum nasıl oluyor? Sonuçta klavyeler Atlas Pain’in müziğinin önemli yanını teşkil ediyor. Aslında, albümün stüdyo sürecinde, evde tüm orkestral trackleri programladım. Ve bunun için tonlarca sanal program kullandım. Modern metal gruplarının çoğunun yaptığı gibi, konserlerimiz sırasında da bu backing trackleri kullanıyoruz. Atlas Pain, İtalya’dan bir grup. İlk albümleri Bu yüzden de ilk günden beri gruba bir klavyeci almayı dü“What The Oak Left” mart ayında çıktı ve harika bir şünmedik.

albüm gerçekten. Dinlemesi son derece zevkli-eğlenceli bir müzikleri var. Röportajda zaten ayrıntılar Albümde pek çok güzel şarkı olmasına rağmen benim favorim “Bloodstained Sun” :) Peki senin favorin hangisi? Ya da hangimevcut. Cevaplar grubun gitar/vokali Samuel’den.

leri? İyi soru!. WTOL in pek çok farklı özelliklere sahip farklı tipte şarkılar içeren heretojen bir albüm olduğunu söyleyebilirim. Merhaba Samuel. Türkiyeden selamlar.. Herkese merhaba! Bize derginde yer ayırdığın için teşekkür ederiz. Bundan onur Şahsen konuşmak gerekirse “White Overcast Line” çalmayı çok seviyorum, fakat uzunluğundan canlı çalması oldukça zor duyduk! bir şarkı. Ama bilirsin, bu eğlenceli bir mesele. Malum her şarAlbüm mart ayında çıktı ve henüz çok yeni ama gelen ilk tepkilerden biraz bahseder kının kendine göre bir gücü var. Asıl mesele fanlarla birlikte bunun tadını çıkarmak. misin? Tamamen mükemmel! Yaptığımız işle gurur duyuyoruz. Bazen bilirsin kendi görüşünüz kitle görüşünden farklı olabilir, ancak bu sefer durum böyle olmadı. Müziğiniz fantastik filmlere soundtrack olabilecek kısımlar Albüm çıktıktan birkaç gün sonra (ve hatta daha önce birkaç web dergisinden) içeriyor. Özellikle Son parça olan White Overcast Line. Peki bir “What The Oak Left” hakkında çok fazla övgü aldık. Yaptığın şey için takdir edil- soundtrack teklifi gelse böyle bir teklife yaklaşımınız ne olurdu?Ayrıca fantastik filmler ve fantastik edebiyatla aranız nasıl? mekten daha iyi bir hediye yoktur. Bu çok kıymetli. “White Overcast Line” bizim için bir deneysel bir parçaydı. “What The Oak Left” ilk albümünüz olmasına rağmen hem şarkılar hem düzenle- Sadece müzikle, herhangi bir şarkı sözü ya da vokal partisyomeleri çok iyi. Ayrıca albümün prodüksiyonu da son derece güzel. Beste ve stüdyo nu olmaksızın dinleyicilerde bir takım duygular uyandırmak istedik. Ve dediğin gibi, onu daha çok bir soundtrack veya siaşamalarından biraz bahseder misin? “What the Oak Left” hakkında düşünmeye başladığımız ilk günden beri nematik müzik olarak kavrayabiliriz. Zaten müzikal kompozisyonlarımızda ulaşmak istediğimiz nokta da bu. Edebiyatla ilgili mükemmel bir ekiple çalışmayı istemiştik. Şarkıları yazmak ve olarak ise , romanlar ya da fantazyalar hakkınbestelemek için günlerce ve aylarca uğraştık. Bu esnada kada yazmıyoruz, daha ziyade tüm dünyadafamızda doğru sound ile ilgili belirli fikirlerimiz vardı. Alki gerçek efsane ve eski öyküler üzerine bümün kaydını ve miksajını İtalya’daki Media Factory odaklanıyoruz. XVIII. yüzyılda Stüdyolarında yaptıktan sonra kayıtları mastering yaşayan korsanlar ın yaşamı için Helsinki’deki efsanevi Finnvox Stüdyolarından hakkındaki “The Storm” ya da Mika Jussila’ya gönderdik. Dünyanın en iyi ses müeski Galya efsanelerini anlahendislerinden biriyle çalıştık, daha fazlasını istetan “Ironforged” mevzuyu yezmedik! daha iyi özetler.

Scarlet Records ile anlaşmanızdan biraz bahseder misin? Bu tek albümlük bir anlaşma mıydı? Albümü kaydetmek için stüdyoya girmeden önce Scarlet Records’la görüşmeye başlamıştık zaten. Orada harika bir atmosfer bulduk ve onlarla çok iyi bir ekip olduk. Doğru hareket edebilmek için albümün çıkış zamanını ve diğer şeyleri planladık. Bunun için WTOL e odaklanıp canlı şovlar vs. ile albümü en iyi şekilde tanıtmak için adım adım düşündük. Şu an içinse yeni albümü düşünmeye başladık. Bilirsin ki ikinci albümler her zaman beste süreci en zor olan albümlerdir. Müziğiniz folk metal olarak lanse edilmesine rağmen bence power metal hatta melodik death metal kısımları daha ağır basıyor. Sen müziğinizi nasıl tanımlıyorsun? Müziğimizi açıklamak için şu “folk” etiketini kaldırmaya çalıştığımızı söylemeliyim öncelikle. Biz hiç bir folk enstrüman kullanmayan ve modern enstrümanlarla müziğini icra eden bir grubuz.

12

Albüm fotoğraflarınız ve imajınız çok güzel gerçekten. Diğer metal gruplarından çok daha farklı bir görünümünüz var. Bu imaj fikri nasıl ortaya çıktı? Daha önce söylediğim gibi, kendi stilimizle ve yorumumuzla hikayeler anlatmayı seviyoruz. Viking veya pagan metal gruplarının çoğunun yaptığı gibi, belirli bir fikri veya süreci taklit etmiyoruz. İyi karakterize edilmiş tipleri barındıran bir senaryodan fırlamışçasına epik bir imaj bulmak istedik. Bu yüzden de fotoğraflarımızda, canlı şovlarımıza vs. steampunk bir imaj seçtik. “Sinematik pagan metal” fikrimizle de mükemmel şekilde uyuşuyor :)


Albümün kapak çizimi çok güzel olmasına rağmen kenar ve köşelerdeki çerçeve çarklar resmi çok sıkıştırmış gibi geldi bana. Bu da ciddi şekilde göz yoruyor. Sen ne düşünüyorsun kapak hakkında? Finlandiya Darkgrove’dan Jan’ın bize getirdiği bu kapağı gerçekten seviyoruz. Kapak, yeniyle eskinin buluşması ya da gece ile gündüz fikirlerimizi mükemmel bir zıtlık imgesi şeklinde ifade ediyor.Jan’la çalışırken ona “Where The Oak Left” başlığının ardındaki fikrimizi anlattık ve bizce o da bu konseptin ardındaki anlamı gördü. Çerçeve çarklar ise, sahne giysilerimizi ve imajımızı hatırlatmak için kapakta bir steampunk fikir olması amacıya görsele eklendi. Sonuç olarak ortaya çıkan işten son derece memnunuz!

EP nizden biraz genel olarak bahseder misiniz? İlk 2 parça ile son 3 parça sanırım farklı zamanlarda kaydedilmiş. İlk üç şarkımızı hiç üretmediğimizi söyleyen çevremiz için kaydetmiştik. Sonraki iki şarkıyı heavy stage’e yetiştirmek için kaydettik. Ep genel olarak Psychotic tarzına bir giriş gibi.

İtalya özellikle 70lerdeki progrock ekolüyle efsaneleşmiş bir ülke olmasına rağmen aynı başarıyı metal sahnesinde yakalayamadı. Sence bunun sebebi ne? Ben buna pek katılmıyorum. İtalya pek çok farklı metal grubunu dinleme olasılığın olan bir ülke ve bunu kanıtlamak için sana metal tarihine geçmiş Lacuna Coil ya da Rhapsody Of Fire gibi grupları örnek gösterebilirim. Asıl mesele şu ki, İtalya’nın kendi metal kimliği yok. Birçok kez “İtalyan metali” şeklinde bir şeyler duyuyorum ve hala bu cümlenin gerçek anlamını anlamaya çalışıyorum. Ama İtalya, İsveç melodik death metal soundu ya da Alman power metali gibi tarzlar gibi , kendi tarzını oluşturmak için adım adım ilerliyor (örneğin Fleshgod Apocalypse, bana göre, elinden geleni yapıyor). Zaten artık internet sayesinde farklı kültürler birbiri içinde iyice erimeye başladı. Bu yüzden gelecekte neler olacağını göreceğiz!

Demo ve Ep yi şirketlere yolladınız mı? Bir sonraki çalışmanız için geri dönüş oldu mu? Cdlerimizi dinleyip beğenen birkaç kişi kendi inisiyatifleriyle yolladılar sağ olsunlar. İstediğimiz soundu kayıtta elde etmeden kendimiz yollamayı düşünmüyoruz. Bir sonraki çalışma demişken, bundan sonraki süreçte albüm gelecek mi? Çalışmalarınız ne alemde? Albüm için beş yeni şarkı hazır. Albüm için kayıta girmeyi bekliyoruz.

Peki sen İtalyan progrock sahnesinden kimleri seversin? Örneğin ben Semiramis ve Premiata Forneria Marconi’nin büyük hastasıyım :) İtalyan prog rock ı hakkında konuşacak olursak, bu türün gerçek bir hayranı olmadığımı itiraf etmeliyim. Area ya da Banco Del Mutuo Soccorso nun yanı sıra bazı PFM eserlerini dinledim. Ancak tercih ettiğim lezzetler değiller :) Röportajın sonuna doğru geliyoruz. Atlas Pain olarak yakın gelecekteki planlarınız neler? Önümüzdeki günler için pek çok planımız var. Şu an yaz mevsimindeyiz ve hem İtalya’da hem de Almanya’da bazı yaz festivallerine katılacağız. Finsterforst, Svartsot ve Kambrium gibi türlerindeki çok iyi bazı gruplarla çalacağız. Sonrasında ise albümümüzü tanıtmak için farklı planlarımız var. Öncelikle, 2017 yılının ikinci yarısında, belki de sonbaharda bitmesi planlanan yeni klibimiz üzerinde çalışacağız. 2018 de ise yeni şovlar ve daha fazlası için planlarımız var. Çok heyecanlıyız! Cevaplar için teşekkür ederim. Son sözlerinizle bitirelim röportajı... Derginde bize yer verdiğin için teşekkür ederiz. Umarım bir gün Türkiye’de de çalarız. Yakında görüşmek üzere!

2011 den beri bir aradasınız ve bu süreçte üç parçalık bir demo ve bu üç parçaya iki parça eklenmesiyle oluşmuş bir ep ye sahipsiniz. Bu sizce de biraz az değil mi Üretim-yaratım süreci mi sorunlu? Yoksa gruba yeterince zaman ayıramıyor musunuz? Mert: Evet farkındayız ancak şarkıları hakkıyla kaydedebilecek birilerini bulamadık. Demo kaydedildiğinde çok şarkımız yoktu ama şu an iki albümlük materyalin yanı sıra beş tane daha yeni şarkı ile bitmiş bir albümlük malzeme var. Volkan: Buna benim Türkiye’de olmamamın da katkısı oldu. sadece tatillerde Mert’le bir araya gelip şarkılar ve riffler üzerine zaman harcayabiliyorduk. Demo’yu ve EP’yi ben Türkiye’ye geri döndükten sonra kaydedebildik.

Anthrax, Venom, Annihilator, Testament, D.R.I. ve Sacred Reichdan, şimdi de bestelerin yanında genellikle Hell Awaits veya At Dawn They Sleep çalıyoruz.

Psychotic, Ankara’dan eski yol 80ler thrash metal çalan bir grup. Müzikleri ziyadesiyle iyi. Daha iyi bir kayıtla sağlam işler yapacaklar gibi duruyor. Cevaplar Mert ve Volkan’dan.

Genel olarak baktığımızda sözlerden riff tiplerine, parça trafiklerinden sahne imajınıza, ciddi şekilde 80lerin kurallarıyla oynuyorsunuz. O dönemin grup üzerindeki etkisinden ve yansımasından bahseder misiniz biraz? 80lerde yaşayıp büyümedik ama o dönemin gruplarının bir çoğunu hala canlı izleyebiliyor olmamız çok güzel. Biraz da grup üzerinde Slayer etkisi fazla sanırım. Müziğin benzeşmesinin yanı sıra grubun logosu bile bunu gösteriyor. Ancak grup biraz daha büyüdüğünde bu durumun bir problem oluşturabileceğini düşünüyor musunuz? Yani logoyu değiştirmeyi falan düşünüyor musunuz? Farklı ama kullanmadığımız bir logomuz var. Official bir release den önce değiştirebiliriz ama çok değişmesini beklemesin kimse. Slayer a benzetilmek bizim için bir iltifat. Benzetilsek de müziğimizin farklı bir “Psychotic” tarzına sahip olduğuna inanıyoruz.

Müziğinizde soloları fazlasıyla kullanan bir grupsunuz. Ancak 3 kişilik bir grupta gitar soloya geçtiğinde soundda büyük bir boşluk oluşuyor ki sizin çalışmalarınızda da bu durum kendisini fazlasıyla belli ediyor. Bu bağlamda ikinci bir gitaristi kadronuza katmayı düşünüyor musunuz? Mert: Hayır düşünmüyoruz. Grup eskiden 4 kişiydi ve 4. Kişi vokaldi. Ancak canlı çalarken eksiklik olmaması için kendi ekipmanlarımızı kullanmaya çalışıyoruz hep. Volkan: Mert’in çalma stili ve kullandığı ton bence ritm gitarı aratmıyor ve de konserlerde hiç eksiklik duymuyoruz. Albüm kaydında çift gitar kaydedilecek tabii ki, ama hiç bir Ep deki müzikal materyali fazlasıyla beğenmiş olsam da ep nin zaman 2. gitarist düşünmedik. grup iletişim kanallarının, şarkı isimlerinin, eleman isimleriÖncekiyle bağlantılı olarak, tek elektro olması itibarıyla bass nin bulunmadığı tek sayfalık kapak ile sunulmasını da bir o gitarın öne çıkması kaçınılmaz olmuş. Ve bass gitarist Mert de kadar yadırgadım. Neden böyle oldu? Biraz boşverdimcilik mi bu işi hakkıyla kotarmış gerçekten. Ancak ilk iki parçadaki o var ? kütür kütür bass soundu son üç parçada yok. Yeni kayıtlarda O ince kutulu ve kitapsız EPler Heavy Stage’e elimiz boş gitmeyelim diye önceki gün yazılıp basıldı ve ancak yetişti. bass soundundaki tercihiniz ne yönde olacak? Mert: Kayıtlar istediğimiz gibi olmadı. İstediğimiz soundu Daha sonraki tüm versiyonların içine sözler ve iletişim bilgikaydedip miksleyebilecek birini bulur bulmaz kayda girece- leri içeren küçük bir kitapçık hazırlayıp koyduk. ğiz. Türkiye metal piyasasında etkisi çok hissedilmese de son yılVolkan: Kayıtlar hücum kayıt, çok beklentili değildik zaten. larda dünya metal piyasasında 80ler thrash patlaması var. Amacımız sadece şarkıları duyurmaktı. Şarkılar da farklı Reunionlardan tutun da genç grupların 80ler thrashe yönelzamanlarda kaydedildiğinden dolayı farklılıklar olması ka- mesi gibi. Bu dirilişi siz nasıl yorumluyorsunuz? Her beş on yılda bir yeni metalciler çıkıyor ortaya. Çoğu sonçınılmazdı. ra yok olsa da çekirdek kadro yıllardır duruyor. 2010 da bir çıkış vardı. 2005 gibi de çok güzel gruplar ve konserler oluyordu. Umarız festivaller etkinlikler ve kişiler azalmaz, artar. Ayrıca 2017 itibarıyla enfes thrash albümleri dinliyoruz. Condor, Lich King, Warbringer, Distillator ve daha fazlası harika albümlere imza attılar. Sizin son dönem favori thrash grupları ve thrash albümleriniz hangileri? Overkill’in son albümleri generic olsa da canlı hala çok sağlam yardıran gruplardan. Peki, klasik bir soru olacak ama klasiklerden favorileriniz neler? Yerlilerden Self Torture, ortak olarak da Hell Awaits Albümü sanırım. Müziğiniz son derece samimi ve gaz. Ben çok büyük bir beğeniyle dinliyorum. Umarım kısa Son dönemde Eskişehir’de, Ankara Heavy Stage’de vs. sahne- zamanda yeni parçalar dinleyebiliriz sizden. Son sözlerinizle deydiniz. Dinleyicilerin tepkilerinin çok olumlu olduğunu röportajı bitirelim. Teşekkürler, şu anki hedefimiz albümümüzü kaydedip yaduydum. Siz ne dersiniz bu hususta? Geri dönüşler hep olumlu oldu, beklemiyorduk, sert müzik yınlamak. Bizi dinleyen ve yıllar içinde izlemeye gelen, destek olan herkese teşekkür ederiz. ve şiddet seven gördükçe mutlu oluyoruz.

Bass, Vokal Peki cover lar? Konserlerde cover çalıyorsunuz sanırım. Önce- Mert Arseven Volkan Şenyol Gitar ,Vokal likli tercihleriniz hangi parçalar oluyor? Kurulduğumuzda sadece cover çalıyorduk 20+ şarkılık Gürkan Güvendik Davul repertuarın yarısından çoğu Slayer, kalanlar da Exodus,

13


Bu aslında seslerin en iyi nasıl duyulduğuna bağlı. “Storm Along” gibi yoğun akustik şarkılarda canlı performans için yeni düzenlemeler yapıyoruz. Ancak diğer parçalarda mandolin ya da melodika gibi enstrumanları ve diğer orkestrasyonlu kısımları direk backing track olarak kullanıyoruz. Umarım bir gün bizimle sahneye çıkıp bu enstrümanları çalacak müzisyenlere ödeme yapabilecek duruma gelebiliriz! İlk albümünüzün kapağını ve logoyu pek beğenmemiştim. Sinbad filmlerinden çıkmış gibiydi. Fakat ikincisi de son derece sade ve güzel. Kapak çalışmalarınızı kimler yapıyor? Ayrıca üçüncü albüm için herhangi bir kapak fikriniz var mı? Haha..Bahsettiğin Sinbad filmi ya da her neyse onu görmediğim için hakkında bir şey söyleyemem ancak bu ilginç bir gözlem. Albüm kapaklarının albümlerin atmosferini temsil ettiğini düşünüyoruz. “Sleep At The Edge Of The Earth” ün kapağındaki fotoğraf bassçımız Dan’ın kızkardeşi Alissa’nın çektiği bir fotoğraf. Ve ilk gördüğümüzde istediğimiz görseli yakaladığımızı hissettik. Zaten albüm de yalnızlık ve sürgün temalarını işliyor ve kapağın da bunu temsil ettiğini düşünüyorum. Wilderun Amerika’dan değil de Avrupalı bir grup olsaydı şimdikinden daha farklı bir durumunuz olur muydu? Dürüst olmak gerekirse hiçbir fikrim yok. Avrupa’ya hiç gitmedik, bu yüzden de oranın piyasasına pek aşina değiliz. Ancak Avrupa’daki folk metal , epik metal vb. gruplarının sayısı göz önüne alındığında, yaptığımız şey için biraz daha kalabalık bir fan kitlemiz olacağını söyleyebilirim.

Wilderun, Amerikalı bir folk metal grubu. İki albümleri var. İlki 2012 de çıkan “Olden Tales&Deathly Trails” ve ikincisi de 2015 te çıkan “Sleep At The Edge Of The Earth”. Her iki albüm de şahane olmasına rağmen ikincisi çok daha iyi. Ve bu kadar iyi bir grubun nasıl olup da üçüncü albüm arefesinde büyük bir şirketle anlaşamadığını hiç anlamıyorum. Neyse eğer dinlemediyseniz halay havasına girmeyen, bol akustik pasajlar ve bol clean vokaller içeren folk metal grubu Wilderun’u mutlaka dinleyin. Cevaplar Amerika folk metal grupları bakımından pek yoğun bir ülke grubun gitar/vokali Evan’dan. Önceki albümün üzerinden iki yıl geçti. Çalışmalar ne alemde? Yakın zamanda sizden yeni bir şeyler dinleyebilecek miyiz? Çalışmalar gayet iyi gidiyor. Yeni albümün çoğunluğunu yazıp bitirdik. Sadece enstrümantal kısımlar ve orkestrasyonların düzenlenme meselesi bizi bekliyor. Şu anki plan gelecek yıl albümü çıkarmak üzerine. Ne yazık ki, müziğimiz şu anda faturaları ödemiyor. Bu nedenle de grup planları kişisel yaşamlarımızın biraz gerisinde kalıyor. Fakat makul bir varsayımla yeni albümün 2018 ortası gibi çıkmasını öngörüyoruz. Bildiğim kadarıyla ilk iki albümde herhangi bir şirketle anlaşmadınız. Peki dağıtım ve finansman sorunlarını nasıl aştınız? Şimdiye kadar her şeyi DIY yaptık. Bizzat kendimiz tüm ürünleri gönderiyoruz. İlk albüm tamamen tarafımızdan finanse edildi ve ikinci albüm bir Kickstarter kampanyasıyla finanse edildi (çoğunluğu). Şimdiye kadar tüm bunları mümkün kılan çok sadık ve destekleyici bir hayran kitlesine sahip olduğumuz için de gerçekten şanslıyız.

değil sanırım. Ve kesinlikle doğru adres Kuzey Avrupa malum. iniş ve çıkışların oluşturduğu parça tansiyonun kompozisyoBize oradaki folk metal gruplarından bahseder misin? Ben nel ilkelerine dikkat etmemekte. Genellikle çok sayıda georadan sizden başka folk metal grubu dinlemedim. reksiz riff yığınından başka bir şey değil. Ancak Opeth bunu Buradaki piyasadan bir kaç harika grupla turluyoruz. Bunlar dengeleyen birkaç gruptan biri. Aether Realm’ (harika bir albüm çıkardılar) ve korsan folk grubu olan The Dread Crew of Oddwood. Bu grupların her Müziğinizdeki akustik kısımlar gerçekten çok başarılı. Sadeikisi de çok daha fazla tanınmayı hak eden gruplar. ce akustik bir albüm kaydetmeyi düşündünüz mü hiç? Yoksa bunu ilk düşünen dahi ben miyim :) Sence güzel olmaz mıydı? Teşekkür ederim! Bunu daha önce biz de düşünmüştük. As- Peki genel olarak favori folk metal gruplarınız hangileri? lında bunu yapmak için somut bir planımız yok, ancak bir Kompliman olsun diye söylemiyorum ancak benim favorileihtimal. Belki ileride olabilir. Ya da en azından belki akustik rimden biri Wilderun. Seninkiler neler? Teşekkürler! Biz de aslında herkesin bildiği olağan grupların konserler yapabiliriz. hayranıyız. Mesela mevzu folk metalse Moonsorrow’la rekaWilderun müziği neşe ve hüznün garip bir birleşimi. Bu ger- bet etmek gerçekten çok güç. Kesinlikle çivi gibi müzikleri çekten zor bir kombinasyon. Biraz parçaların yapım aşama- var. Açıkçası Turisas’ın da üzerimize büyük bir etkisi oldu. onlar folku, daha dinamikve renkli şarkı yazarlığı ile birleşsından ve bu esnadaki duygu dünyanızdan bahseder misin? Müzikal dinamiklere ek olarak, duygusal dinamikleri de aynı tirmekte çok başarılılar.Ki folk metalin de günümüzde ihtiderecede önemli buluyorum. Bazen tamamen iç karartıcı ya yaç duyduğu icra şekli de bu bence. Bir çok folk metal grubu da tamamen mutlu olan, bir parça tıpkı tamamen sert ya bilindik şarkı yazımı ve düzenlemelerle kendisini garantiye da tamamen soft bir parça gibi yorucu bir dinleme tecrübesi alıyor ve bu sebeple de yeni şeyler deneyen gruplara rastlaoluşturabilir. Yaşam, garip ve öngörülemeyen ışık ve karanlı- mak biraz zor.

Peki 3. albüm için herhangi bir şirketle görüşme ya da anlaşmanız var mı? Yoksa yine DIY mi olacak? ğın bir saldırısı gibi. Ve müziğimizin yansıması da hayattan Henüz bir anlaşma yapmadık. Ancak birkaç şirketle iletişim bize yansıyanlardır. halindeyiz. Şu anda, yeni albümün nasıl çıkacağından henüz emin değiliz. Peki ileride olası bir durumda kadın vokallerle müziğinizi zenginleştirme fikriniz var mı? Zira müziğinizdeki pek çok İlk albümünüz daha fazla folk temelliydi. Ancak ikincisi daha kısma çok yakışabileceğini düşünüyorum. progresif yapıda. Ayrıca akustik bölümler ve düz vokaller Söylemesi zor. Henüz konuk vokal gibi bir fikrimiz yok. ikinci albümde daha da arttı. Bu müzikal değişimden biraz Ancak henüz öngöremediğimiz tarzda bir şeyler yaparsak bahseder misin? ve şarkı veya albüm türüne uyduğunu düşünürsek belki bir Büyük bir müzikal değişiklik yapmak için gerçekten bir bi- ihtimal. linçli kararımız yoktu, bu oldukça doğal bir süreçti. Aslında, ikinci albüm ilk albüm yayınlandığında zaten çoktan yazıl- Gitarların yanı sıra mandolin, santur, melodika gibi farklı mıştı ve hazırdı. Sadece bazı şarkıları bir kenara bırakmaya enstrümanlarla da müziğinizi zenginleştiriyorsunuz. Bunkarar verdik. Mutlaka daha “progresif ” bir kayıt yapmaya dan sonraki çalışmalarda da farklı etnik enstrümanlar ya da çalışmıyorduk. Daha önce yaptığımız şeylerin biraz daha yaylılar gibi farklı enstrüman grupları kullanmayı düşünüyor karanlık ve dinamik bir halini üretmeye çalışıyorduk ve sa- musunuz? nırım bunu en azından biraz da olsa başardık. Hepimiz farklı enstrümanları seviyoruz ve bunları müziğimizde nasıl konumlandırabileceğimizi biliyoruz. Ancak şarÖzellikle akustik gitarlı ve clean vokalli bölümler bana biraz kı yazımları bitene kadar nasıl bir düzenleme yapacağımızı Opeth’in eski zamanlarını anımsattı. Ayrıca senin ses rengin tam olarak kestiremiyoruz. Bu yüzden şimdiden özel bir şey de cidden Mikael’in sesine benziyor. Sen ne düşünüyorsun bu söylemek zor. Çünkü genellikle enstrümanları aklımızda konuda? yazmıyoruz. Önce şarkıları yaEvet bu benzerliğe ben de katılıyorum. Opeth’in önceki dö- zarız ve daha sonra hangi enstrünemleri benim en büyük metal etkilenimlerimden biriydi. manların en iyi şekilde tınlayacaBu yüzden bu benzerliği inkar etmek biraz zor. Eminim ki ğına bakarız. yıllar boyu onları dinledikçe bu durum şekillenmiştir. Peki akustik enstrümanlar grup Ayrıca Opeth demişken, onları sever misin? Şu an çok farklı elemanları tarafından çalınıyor ve bir yoldalar ancak Morningrise zamanları efsaneydi. konserlerinizde ne yapıyorsunuz? Sanırım özellikle şarkıların düzenlemelerinin yapılması ko- Backing track mi kullanıyorsunusunda hepimiz onlardan biraz etkilenmiş görünüyoruz. nuz yoksa şarkılara yeni düzenleRifflerin veya melodilerin tarzı nasıl olursa olsun, Opeth’in meler mi yapıyorsunuz? en büyük başarısı, 10 dakikanın üzerindeki uzunluğa sahip Aslında her ikisinin birleşimi. şarkılarda bile dinleyici sıkmadan müziğin içerisinde tut- Konserler için yeni düzenlemeler masıdır. Genel olarak, şarkıları bu kadar uzun süren metal yapıp bunları backing trackler gruplarının pek de hayranı değilim çünkü çoğu, olarak kullanıyoruz.

14

Boston’da yaşıyorsunuz. Orada Wilderun’u dinleyen ve destekleyen çok kişi var mı? Ve oranın metal piyasası nasıl? Kesinlikle. Burada iyi bir metal piyasası var. Gerçi yerel grupları destekleyen insanların sayısı pek fazla olmasa da var olanların desteği harika. Peki metalciler dışında da bir dinleyici kitleniz var mı? Zira müziğinizin yumuşak kısımları herkes tarafından dinlenebilecek potansiyele sahip.. Kesinlikle metalci olmayan bazı dinleyiciler, müziğimizin melodilerini ve atmosferini çok beğendiklerini ve takdir ettiklerini bize defalarca ilettiler. (ancak kurabiye canavarı diye isimlendirdikleri vokallerimizle ise zor tecrübeleri olduğunu da söylediler) Ama evet, sanırım metal dinlemeyen kitleye de erişebiliyoruz. Cevaplar için teşekkür ederim. Son sözlerinle bitirebiliriz... Tüm nazik sözlerin için teşekkür ederim. Tek söyleyebileceğim, 2018’de bizden yeni bir şeyler duymak için gözünüz-kulağınız açık olsun! (umarım)


KALE İÇİ NOTLARI I ÖNDER KOSBATAR Şuna biraz dikkat edin: Ne kadar uzun boylu adam varsa nispeten daha yaratıcıdır. Neden mi? Çünkü eğitim sistemi farkında olmadan onu biraz kendi haline bırakmıştır. Düşünsenize kısa boylusunuz ve önde oturuyorsunuz. Dolayısıyla hep öğretmenin gözünün önündesiniz. Dersi dinlemenin ve not almanın haricinde 40 dakika boyunca başka ne yapabilirsin ki?! Okul hayatım uzun boylu olmam nedeniyle hep arka sıraların bana sağladığı özgürlük ortamı içerisinde geçti. İlkokulda Türkiye haritasından şehir bulma oyunu, ortaokulda dünya haritasından ülke, başkent bulma oyunu oynadım. Lise de ise kurukafa figürlerini ve heavy metal gruplarının logolarını birçok açı ve perspektiften çizme yeteneğimi geliştirdim, epey kitap karıştırdım, şiir yazdım, solistliğini yaptığım o yıllardaki thrash metal grubuma, ergenliğimin de bana verdiği yetkilere dayanarak, içerisinde bolca blood, crime, sword, hate, aggression, f**k vs. geçen psycho şarkı sözleri yazdım. Halihazırdaki İngilizcemin temellerini eğitim sistemine değil; arka sıralara borçluyum! Üniversiteye kadar okulun içinde geçen eğitim hayatım denilince bunlar gelir aklıma. Zira ilkokula neredeyse okuma-yazma bilerek gittiğim için bir iki haftada bu işi enikonu halledip fiziksel yapımın da etkisiyle durumumu rölantiye almıştım… Okul duvarlarının dışı kişinin entelektüel gelişimi açısından daha heyecan vericidir. Eğitimi teşekkür, takdir ve diploma basan matbaaların iş ortağı olarak düşünmek lazımdır biraz da. Bunun dışında eğitim itaati öğretir, saygı duruşunu ve uygun adımı öğretir. İnsanı tarihle “bilinçlendirip” gaza getirmeyi hedef edinmiştir ve bu eksende dost düşman yaratıp, dostu düşmanı öğretir, hatta bir Türk olarak hiç dostumuzun olmadığını öğretir, paranoyaklaştırır, yalnızlaştırır. Ama tabii bu çaba herkeste aynı etkiyi yaratmayabilir. Yaşama, gezegene, toplumlara ve insanlara dair düşüncelerinde arızalı kafalarda oluşan karıncalanmalar bireyi harekete geçirir. Mühim olan aslında bu karıncalanma duygusunun peşine düşmektir. Yat Limanı ve Kaleiçi, evimize ve okuduğum okullara olan fiziksel yakınlığından dolayı küçük yaşlardan itibaren sinek oltasıyla ve yem olarak kullanılmak üzere kuru ekmekle ve bir küçük kese kağıdı karides ile yolunu tuttuğumuz bir istikametti. Tabii o zamanların Antalya’sında sınavların, eğitimin ve hırslı ebeveynlerin kıskacı altında yaşayıp birkaç saat tabletiyle zaman geçirince mutlu olan zavallı çocuklar yoktu. Birkaç yıl önce gittiğimiz, bizim Kaş’ın karşısında bulunan hala 1980’lerde yaşan Yunan adası Kastellorizo’nun iskelesinde gördüğüm, balık ve yengeçlerin peşine düşmüş Tom Sawyer ve Huckleberry Finn kılıklı, bana o yaşlarımı hatırlatan çocuklar vardı. Evet, biz bu roman kahramanlarını kitaplardan önce tanıyor biliyorduk çünkü bizzat kendisiydik! Okuduğumuzda da “vay, kim lan bu piçler, keşke tanışabilsek” demiştik. Zagor, Tommiks ve Conan’ı da severdik ama onlarla kıyaslandığında o zamanlar bizim için gayet sahici bir kurgusal metin kahramanlarıydı onlar. Eğitim konusu üzerine kafamı en çok kurcalayan problemlerden bir tanesi Antalya Lisesi’nin binasının zamanın eğitimcileri tarafından neden bu kadar öngörüsüzce oraya dikilmiş olduğudur. Vakti zamanında, bir Rum aileye ait olan cadde üzerindeki iki binaya ek olarak arka bahçeye yığınla, neredeyse bir köy nüfusu kadar öğrencinin “eğitim” alabileceği birkaç bina daha dikilmiş dikilmesine de canı sıkılan ve bununla birlikte zeki ama çalışmayan öğrencilerin caddeyi geçtikten sonraki vaziyeti pek hesap edilememişti. Caddenin ötesi Kaleiçi; şimdiki Balıkpazarı’ndaki fırından ve Deniz Büfe’den nevaleler alınarak doğru Yat Limanı’na… Edebiyat ve felsefe dersinden kaçıp buradaki kayalıklarda (ki orası aslında bizim için “özel isim”dir ve bundan sonra “Kayalıklar” olarak bahsi geçecektir) Orhan Veli’yi, Ingvar Ambjörnsen’i, Can Yücel’i, Nietzsche’yi, Freud’u, Fromm’u, Schopenhauer’i ve William Reich’i keşfe çıkmamız memleketin eğitim sisteminin de bir ayıbıdır ayrıca.

manların Antalya’sında “normal” ailelerin arızalı ne kadar zirzop çocuğu varsa Antalya’nın esrik yağmurlarında, zalim güneşinde, yılın çeşitli iklim ve mevsiminde, günün muhtelif saatlerinde buralarda pineklerdi. Balık tutmaktan, şişedeki mantarı tirbuşon kullanmadan alt edebilmeye kadar çeşitli frekanslardaki, türlü ampirik bilginin kaynağı burasıydı adeta. Ne yalan söyleyeyim, ortaokulda fen bilgisi dersinden kaçıp buraya sinek oltasıyla balık tutmaya geldiğimde, her ne kadar balıklara üzülüp her defasında en fazla on dakika sonra tekrar denize bıraksam da, bana vereceği keyfi ders ile kıyaslayamayacağım gibi, bu yolla canlıların yaşamı ve fizyolojisine dair daha fazla bilgi edindiğim de ayrıca aşikârdı. Kaleiçi sokakları ve Yat Limanı, henüz cep telefonunun icat edilmediği yıllarda aradığınız birini sorunsuzca bulabileceğiniz mekânlardı. Nordmende, Schaub Lorenz ve muhtelif tüplü Alman TV’lerini, transistörleri, teypleri, gitar ve gitar amfisi kullanmayı kel kör öğrenmiştik. Teknolojiyle olan ilişkimiz bundan ibaretti. Ayrıca bir Sony marka walkman’e sahip olmak müthiş bir ayrıcalıktı. CD çalan bir walkmani o zamandan bu yana hala görüştüğüm Finlandiyalı arkadaşım Mikko’da 1995 yılında ilk kez gördüğümde UFO görmüş kadar çok şaşırmıştım. Yine aynı yıl Kayalıklar’da, dört beş kişilik bir Japon turist grubunun elinde ilk kez gördüğüm ekranlı fotoğraf makinesiyle karşılaşmam sırasında mevzunun bu kadar çığırından çıkacağını ve “megapiksel” sözcüğünün bu denli tacizkar ve aymaz olabileceğini tahmin edebilseydim, o Japon turistleri makineleriyle birlikte denize atardım; bilemedim, pişmanım. Val Kilmer ile Meg Ryan’ın başrol oynadığı Oliver Stone’un “The Doors” filmi Antalya’da vizyona girdiğinde henüz ortaokulda talebeydim. Yeni yeni heavy metal grupları dinlemeye başlamış, ebeveynlerinin tedirginlikle izlediği memleketteki on binlerce çocuktan sadece biriydim. Duvarında Iron Maiden’ın Eddie’sinin gayet çirkin bir posterinin olduğu odamdaki tek kasetçalarlı teypte AC/DC “Back In Black”, Iron Maiden “No Prayer For Dying”, Slayer “Seasons In The Abyss”, Megadeth “Rust In Peace” kasetleri bangır bangır dönerken komşular, yaşıtım ya da benden birkaç yaş küçük çocuklarını benim ile karşı karşıya getirmemek için büyük bir çaba içerisine girmişlerdi bile. Çok ters işlerin peşindeydim, çok… Tekrar Jim Morrison’a dönersek, o zamanki kafaya göre kız işiydi onun yaptıkları; sert çocuklara göre değildi nitekim. Neticede gitmedim filmine milmine! Ve inanır mısınız, ben bu filmi ta üniversite 1. sınıfta, bir TV kanalının gece kuşağında izlemiştim ve hakikaten ayıp etmiştim. Ama Jim Morrison ile tanışmam bu kadar geç olmadı. The Doors dinlemem, günlerden bir gün Ogan Güner’in çevirisi sayesinde tanıştığımız, Amerikan edebiyatının Türkçe’deki başyapıtlarından biri olarak kabul ettiğim “Tanrılar – Yeni Yaratıklar” adlı kitabını almamla başladı diyebilirim. Sanırım Lise 2. Sınıfta falandım; (hayır hayır, bunda bir kızın asla parmağı yok!) kitap, sahaf İlhami Abi’nin kitap rafları arasında gezinirken karşıma çıktı ve ben ayaküstü neredeyse kitabı bitiriyordum. Ardından birkaç gün sonra sınıftaki bir arkadaşıma Raks ED-SX 90’lık kaset alıp “The Best Of The Doors” albümünü bana kaydetmesini isteyecektim. Evet, ben kaybetmiştim; bir şarkısında “bu evde doğduk / bu dünyaya fırlatıldık / kemiksiz bir köpek / yalnız bırakılmış bir aktör misali” diyen Jim Morrison denen hergele kazanmıştı. Ve evet, daha sonra üniversiteye başladığım süreçte bu dörtlük Kierkegaard, Sartre, Camus ve Heidegger metinlerinin peşine düşmem konusunda beni biraz gaza getirmişti sanki.

Hepsi çok iyi çocuklar ama toplum dışı varlıklar. Onları “var eden” biraz da bu konumları aslında. Yıl ‘95 falandı; bir sonbahar ya da kış günü, tipinden, benden önce en az on kişinin okuduğundan emin olduğum bir kitap geçti elime. Kapağı kırışmış, cildi yer yer ayrılmış, sayfalarında, yağmur, şarap, kahve, çay ve akla gelemeyecek bir sürü şeyin lekesinin bulunabileceği, basım tarihi olarak yeni ama epey yorgun bir kitaptı bu. Üzeri tükenmez kalemle heavy metal gruplarının logoları ve şarkı sözlerinin yazılı olduğu, haki renkli bir sırt çantasından çıkmıştı. Üzerindeki motifler ve yazılar bir “kimlik” simgesi olarak anlaşılması gerektiği için kişiye göre değişse de, vakti zamanında bu tür çantalardan hemen herkeste mevcuttu. Sürekli hareket halinde ve yarı göçebe olunduğundan İsviçre çakısından oltaya, yedek tişörtten yarısı içilmiş şarap şişesine, somun ekmekten bisküviye, walkmanden kasete, kitaptan kaleme ve adeta hayal gücünüzün sınırlarını zorlarcasına, bunların içerisinden çıkabilecek hiçbir şey kimseye sürpriz olmazdı. Neyse, o kitabın kime ait olduğunu bilebilmem, onu okuyan bilmem kaçıncı kişi olmamdan dolayı zaten mümkün değildi ama o anda onun kimin çantasından çıktığını da hatırlamıyorum. Bu kitap Norveçli yazar Ingvar Ambjörnsen’in “Beyaz Zenciler” adlı metniydi. Dünyanın en soğuk topraklarından birinden çıkmış, soğuğa bu denli maruz kalmış insanların anadiliyle yazılmış kitap, Akdeniz kıyısındaki bu sıcak kentin çocuklarını serseme çevirmişti. Yıllar sonra göreceğim üzere İzmir’in Alsancak çocuklarında, Ankara Konur Sokak, Sakarya, Kızılay tayfasında, Kadıköy’ün Akmar Pasajı arkasındaki şarapçı zibidilerde, Bursa’da, İzmit’te ve memleketin buna benzer köşelerinde “Beyaz Zenciler” aynı etkiyi bırakmıştı. Öyle bir tokat yemiştik ki; epey bir süre sendeledik… Tuhaf olan, yıllar sonra İzmit’te yaşadığım süreçte, aynı kitabın yeni bir baskısını kitapçıdan alıp tekrar okuduğumda aynı etkiyi yine yaşamıştım. Bazı kitapların, filmlerin, müziklerin böyle bir huyu var. Üzerinden ne kadar geçerseniz o da sizin üzerinizden geçiyor. Oradan oraya fırlatıp pestilinizi çıkartıyor… Pasifik kıyısındaki San Francisco sahillerinde, Paris’in arka mahallelerinde, Kadıköy’ün Marmara Denizi’ne bakan dalgakıranlarında, Bergen’in, Stockholm’ün fiyortlarında, Atina’da, Şam’da, Tanca’da, Barcelona’da aynı yüzyılın sıkıntısını yaşıyordu ahali. Dünya sanıldığı kadar uçsuz bucaksız değil aslında. Canlıları ortak buhranlara sahip olabilecek kadar küçük… Ekonomik krizleri, çeşitli büyüklükteki savaşları, türlü çeşitli devrimleri, askeri darbeleri bolca yaşamış çocuklarız sonuçta. Yaşamadıklarımızı da bir şekilde gördük ki, bizden önceki yüzyıllarda yaşamış çocuklara nasip olmadı bu. Ben kendi adıma TV’de, kanlar içinde yatan “ölü olarak ele geçirilmiş teröristler”i izleyerek başladım erken çocukluk dönemime. Sonra Romanya devlet başkanı Çavuşesku ve karısının idamını izledim TRT haber bülteninde. Belki de yarım saat önce Bugs Bunny Show vardı ekranda. Canlı yayınlanan bir savaş izledim mesela; Saddam’a küfrettik hep beraber ve General Schwarzkopf için dua ettik. Aradan yıllar sonra yeniden savaş çıktı. Körfez’de bu sefer Saddam’ın idamını izledik hep beraber. Uygarlık ve demokrasi gözümüze gözümüze sokuluyordu TV’ler aracılığıyla. Uygarlık dediğimiz şey MTV miydi acaba? Bu yüzyılın çocukları arasında bazıları vardı ki, gerçek bir “beyaz zenci”ydi onlar. “Yolda”ydı hepsi, “görkemli kaybedenler”di, Sex Pistols’un olaylı single’ı “God Save The Queen”in bir yerinde Rotten’ın haykırdığı gibi “çöpteki çiçekler”di. Obituary’nin şarkı sözleri, Cannibal Corpse’un albüm kapakları olarak ortaya çıktılar bunlar. Oregon, Portland’da doğmuş genç bir yazarın kaleminden fışkırdılar cerahat olarak: Tyler Durden, Marla Singer, Brandy Alexander, Tender Branson doğdu bu irinin içinden… 20. yüzyılın çocuklarının hikâyeleriydi bunlar. Kurgusaldı; evet ama uygarlığımıza yabancı değildi hiçbiri. Bizdendi hatta belki ta kendimizdi. Bir 20. yüzyıl yazarının, içinde yaşadığı acıyı, dünyayı anlatması için kurgulama yeteneğini çok da zorlamasına gerek kalmıyordu bazen. Çok sevdiğim bir 19. yüzyıl metninin kahramanıdır kendisi ama Raskolnikov’un dünyası, Tyler Durden’ın nereye dokunsanız cerahat fışkıracak dünyasının yanında sanki bir peri masalı kadar saftı.

Kaleiçi sokakları Antalya’daki bizim serseri takımının yaşam alanıydı. Daha sonra bir sosyal tarih / müzik sosyolojisi metni olan “Taşlar Kimin İçin Yuvarlanıyor?” adlı kitabımda dünyanın çeşitli noktalarında örnekleri bulunan bu tiplerin sosyal tarihini eşelerken bazı sosyolojik teknik terimler falan kullandım; “altkültür” dedim, “karşıkültür” dedim, “marjinallikler” dedim… Tamam, sosyolojik açı- Önder Kosbatar Kaleiçi o zamanın Antalya’sının çocukları için gerçek bir dan bakıldığında bu gruplar bir şekilde böyle nitelendiokul gibiydi. Yaklaşık 250 – 300 bin kişinin yaşadığı o za rilebiliyor olsa da işte, bildiğiniz it kopuk takımı canım! 28.V.2017 / Muratpaşa – Antalya

15


OUTDLL

OUTDLL, İzmirli Yiğit Akdokur’un tek kişilik projesi. Tarz olarak ise modern soundlu progresif rock denebilir. Geçtiğimiz aylarda ilk çalışma olan YABANCI, EP formatında dijital olarak yayınlandı. Kritikte de ayrıntılı olarak bahsettiğim üzere gerek beste gerekse kayıt kalitesi bakımdan gerçekten üst düzey bir çalışma. Progresif rock ile aranız iyiyse kesinlikle tavsiye ederim.

Öncelikle tebrik ederim. “Yabancı” çok güzel ve çok kaliteli bir EP. Bize biraz öncesinden ve sonrasından bahseder misin? Teşekkürler güzel yorumlarınız için :) Outdll benim hayalim olan bir projeydi, Yabancı ise ilk EP ilk kayıt. Zorlu ama gayet keyifli bir süreç oldu. 1 yıl öncesinden birkaç demo kayıt vardı elimde ama prodüksiyon ekipman eksikleri nedeniyle erteliyordum esas kayıtları. Sonrasında yanlış hatırlamıyorsam 2 haftalık bir süreçte bass hariç bütün kayıtlar tamamlanmıştı. Colin Edwin’le irtibata geçmemden itibaren 2 hafta içerisinde basslar da tamamlandı. Mixlerini oturtmam sonrasında mastering de gerçekleşince dijital raflarda yerini aldı. Açıkçası bu kadar güzel tepkiler beklemiyordum, özellikle yurt dışından gelen tepkiler fazlasıyla şaşırttı. Şuan için durum bir adamın hayalini gerçekleştirmesinden ibaret :)

de güzel. EP ile ilgili bilgilere bakarken bas gitarda Colin Edwin ismini görünce çok şaşırdım. Bu müzikal birliktelikten biraz bahseder misin? Nasıl gelişti? Kayıtlar nasıl yapıldı? Kendisinin yazdığı basları hep sevmişimdir. Ne fazla, ne eksik çok yerinde çalan bir bassçı tür içinde ve bu benim için çok önemliydi. Yazdığım bestelerin ilgisini çekebileceğini düşündüm ve komik bir şekilde internetten ulaştım kendisine. Demoları dinlemek istedi önce ve ardından projede yer almayı kabul etti. Perdesiz bass kullanmayı hiç düşünmüyordum ama beni ikna etti. Perdeli, perdesiz ve slide basslarda kendisinin imzası var. Tüm bass kayıtları Colin Edwin tarafından Londra’da kendi stüdyosunda gerçekleşti. Beklentilerimin ötesinde çok güzel bir iş çıkardığını düşünüyorum. Ayrıca içten ve egosu olmayan müthiş biri.

EP nin kayıt & prodüksiyon işlemleri nerede kimlerle yapıldı? Çalışmanın gayet temiz ve dengeli bir soundu var. Soundu dikkate değer bulmanız beni özellikle mutlu etti, zira dengeli ve aynı zamanda karakteristik bir sound yakalamak epey emek istedi. Çalışmalarda beste kadar soundun da özgün olması gerektiğini düşünenlerdenim, özellikle müzik(!) endüstrisinin kopya çöplüğüne dönüştürdüğü günümüz müzik dünyasında, karakteristik ve dengeli bir soundun değer verilmesi gereken bir olgu olduğunu düşünüyorum. Kayıt, düzenleme ve mix işlemleri kendi stüdyomda (A Sound Fiction) benim tarafımdan gerçekleşti. Sadece basslar Londra’da Porcupine Tree basçısı Colin Edwin’in kendi stüdyosunda, kendisi tarafından kaydedildi. EPnin mastering işlemi ise The Pineapple Thief ’ten tanıdığımız Steve Kitch tarafından gerçekleştirildi.

“Yabancı” ismini görünce aklıma Albert Camus geldi direk. Yabancılaşma üzerine pek çok edebi eser vardır ancak okuduklarım arasında Camus ‘un Yabancısı açık ara en iddialı olanı. EP nin isminin Camus ‘a bir gönderme durumu var mı? Yoksa tesadüfi bir durum mu? Camus’a gönderme var fakat bu benim bilinçle yaptığım bir durum değil. EPnin ismi şarkıları yazmaya başladığımda aklıma gelmişti. Camus’u düşünerek koymadım ama Camus’un düşündüklerini daha okumadığım zamanlar gözlemlemiştim bir nebze. Büyük yakınlık var diyebilirim. Bu güzel sorudan dolayı da ayrıca teşekkür ederim.

Yabancı şimdilik sanırım sadece dijital platformlarda. Peki cd olarak basmayı düşünüyor musun? İlerleyen zamanlarda cd düşünmemekle birlikte, gelen tepkilere göre plak için çalışmalar yapılabilir. Bunlar tamamen dinleyici kitlesinin durumuna bağlı, zira ülkenin durumu göz önüne alınıp 0 maddi beklenti ile yola çıkılmış bir proje Outdll. Dileyene EPnin yüksek kaliteli hallerini ücretsiz de veriyoruz. Out.dll şuan bir gruptan ziyade tek kişilik bir proje. İlerleyen süreçte bir gruba dönüşme ihtimali var mı? Evet, yeni üretimlerde yetenekli isimler olacak kuşkusuz fakat güzel ülkemizde bu tarzda müzikler için oluşumu bir arada tutmak çok zor. Çünkü aç kalmak gibi dertleriniz varken motivasyonu korumak zor bir olay. Ama ihtimal her zaman var, bunu isterim. Peki progressive rock gibi yaratım-üretim süreci görece zor olan ve pek çok ince bileşen içeren bir tarzı tek başına icra etmek zor değil mi? Beste ve yaratım süreçlerinden biraz bahseder misin? Ufak denilebilecek yaşlarda şarkı yazmaya ve prodüksiyona merak sardım. Pek çok tiyatro, kısa film, belgesel, reklam müziği yazdım/ prodüksiyonunu gerçekleştirdim. Bunların bana kattığı altyapıya rağmen fazlasıyla, cidden fazlasıyla zorlandım ama hayalim olduğu için yılmadım sanırım. Beste yazım süreçleri çok dengesiz ilerledi. Şöyle ki EPde bulunan yazmaya başladığım ilk besteyi en son bitirdim. En son yazmaya başladığım beste ise ilk biten oldu. Olaylar çok rastgele gelişiyor sanki şarkı yazmaya başladığımda, başladığımı bile anlamıyorum bazen. Sonra yerli yerine oturuyor ruh halim, her şey gözümde beliriyor. Sadece içimde/aklımda ne his varsa, kendime göre en doğru şekilde anlatma çabası içinde oluyorum. Beste yazarken tek dikkat ettiğim konu şu: Sanatta, şeklin özün önüne geçmesine katlanamıyorum(insanda da). Örnek vermek gerekirse gitarlarda yıllarca çalıştığım pek çok tekniği kullanmadım, çünkü anlatmak istediklerimde bunlara gerek yoktu. Sırf ‘’Oha soloya bak adam ne yardırıyor’’ dedirtmek için o tekniği kullanmak vb şeyler, çağımızın müziğe toy bakış açısı sadece. Bence her şey yerin-

16

EP nin masteringi de The Pinneapple Thief den tanıdığımız Steve Kitch. Önce Colin Edwin sonra da Steve. Sence de bu biraz fazla olmuyor mu:) ? Haha olmuyor :) Bu bir iş sonuçta, Steve aynı zamanda Mastering Mühendisi ve sadece mastering üzerine bir stüdyosu var. Çok temiz bir iş çıkardı kendisi de. Yabancılarla çalışmak bizimkilerle çalışmaktan çok daha kolay. Dürüstlük, disiplin, sözlerin tutulması ve tam bir profesyonellik içinde işlerini yaptılar. İnsan imrenmiyor değil. Maalesef bizim piyasada müzisyenler birbirlerinin kuyusunu kazma peşinde devasa cahil egolarıyla..

Şarkı sözlerine gelirsek isimle müsemma olarak yabancılaşma , uyumsuzluk , sistem eleştirisi var. Ama bunun yanı sıra hayaller ve umutlar da var. Sözler gerçekten başarılı. Bu sözleri yazmaya seni iten etmenlerden ve esinlerinden bahseder misin? Ayrıca yeni çalışmalardaki lirikal kosept de bu minvalde mi olacak yoksa başka konuları irdeleme durumu da olacak mı? Sözlerin bu kadar başarılı bulunmasını beklemiyordum açıkçası. Türkçe bu tarz pek örnek olmadığı için insanlara garip geleceğini düşünmüştüm. Ama ısrarla Türkçe olmasını istememin sebebi bir anlamda bu algıyı kırmaya ufak da olsa katkı sağlamaktı. Sözler, geçirdiğim zor bir dönemden fazlasıyla beslendi ama onun haricinde esin kaynağım sadece yaşadığımız hayat. Herkesin gördüğü ama dile getirmekten kaçındığı temel sorunlarımız hakkında yazmaya çalıştım. Konulara bodoslama girmek istedim. Hiç uzatmadan, içimdeki bıkkınlığı da umudu da göstermek istedim ki dinleyenler yalnız olmadıklarının net bir şekilde farkına varsınlar. Besteleri de o ruh halinde/kafa yapısında yazmıştım; yalnız olmadığımızı paylaşma çabası içerisinde. Yeni çalışmalar yeni ruh hallerinden beslenecek. Bu sebeple bambaşka tarzlarda vokal yapıları/sözleri olabilir. Yabancı daki son parça olan Minik Fare blues rock formuyla diğer parçalardan epey farklı. Gerek tarz gerekse sözler açısından ciddi bir Yavuz Çetin etkisi sezdim. (Ki diğer şarkıların sözlerinde de bu etkiyi sezmedim değil ?? ) Bana mı öyle geliyor yoksa sence de böyle bir durum var mı? Sonuçta Yavuz Çetin çok büyük bir efsane. Seni ve müziğini etkiledi mi? Yavuz Çetin. Öyle bir adam ki bu soruyu cevaplarken durdum bir düşündüm, yeri bende çok büyük. Son anda EPye koymaya karar verdiğim bu beste eskilerden yazdığım birkaç riff üzerine şekillendi. Yavuz Çetin’in mi bu filan diye geyiği dönerdi haha. Solo tarzı Yavuz Çet i n’d e n oldukça farklı olsa da onun etkilerinin görülmesi çok hoş. Bu konsept dışı besteyi Bonus Track olarak eklememde o geyiklerin etkisi var. Tespit harika :)


Etkilenim demişken, sana ilham veren müzisyenler, gruplar hangileri? Kimleri “sonsuza kadar dinlesem bıkmam” dersin? Sürekli çok farklı müzikler dinliyorum o yüzden bu soru cevaplaması biraz zor bir soru. O kadar çok iyi müzisyen ve grup/topluluk var ki hangi birini yazsam :) Liste hazırlıyorum ara ara o ay dinlediklerim hakkında, merak eden arkadaşlar oradan takip edebilir. Listeyi Outdll medyalarında da bulabilirler ilerleyen zamanlarda. Malum Nemrud , Türkiye’nin progresif rock ta dışa açılan kapısı. Ama onun dışında bu türde yurtdışına ihraç ettiğimiz pek grubumuz yok. Hatta progrock çalan grup sayısı bile çok az. Bunun sebebi ney sence? Müzisyenlerin tercihleri mi? Yeterli müzikal yetkinliğin olmaması mı? Türün yeterince ilgi çekici olmaması mı? (Gerçi sorsan herkes Pink Floyd , Camel falan dinliyor ama:) ) Bu konuda söyleyeceklerim biraz sert olabilir ancak gerçekleri kabullenirsek bilinçlenebiliriz diye düşünenlerdenim. Maalesef ülkemizde müzik dinleme adabı yok, tıpkı tiyatro izleme adabının olmadığı gibi... Bu da kendi müzik zevklerimizin gelişmesini engelliyor, bu yüzden kalitesizlik standartlaşıyor. Kaliteli bir şeyler yapmak isteyenlerin vay haline. Yani sırf progrocka özgün bir durum değil. Resmin bütünü böyle maalesef. Müzik dinleme adabı demişken, başka bir eylem yapmadan sadece ama sadece müzik dinlemeye ne kadar vakit ayırıyoruz? Sorsak hepimiz müzik dinliyoruz ama.. Açıkçası kendi zevklerimiz yok, sadece birileri güzel dedi diye güzel, kötü dedi diye kötü buluyoruz. Ait olma içgüdüsüyle tiki kokoş popçu oluyoruz, siyah giyinip arabesk rockçı oluyoruz, biraz jazz dinleyip elit elit jazz hakkında konuşuyoruz. O kadar şekle giriyoruz ki özü kaybediyoruz... Eskiden bizim toplumun dinleyici kitlesini radikal dincilere benzetirdim. Ben şuyum şöyle giyinmeliyim, şöyle konuşmalıyım, şunu dinlemeli şunu ise asla dinlememeliyim. Sözüm tabi ki çoğunluk için, ama az bir çoğunluk olmadığını da söylemem gerekiyor. Neyse ki yeni nesil daha umut verici.. Gerçek sanatçı açken, sesini duyuramazken, soytarılar yüceltilip ünlenmekte ve soytarılık gelir/gurur kapısı haline getirilmekte. Yani ortam bu kadar kötüyken, progrock gibi görece fazla emek isteyen bir türü gerek yazmak gerekse icra etmek cidden hasta işi. Neyse ki kendimle dalga geçmeyi seven biriyim. Sona gelirken, Ep henüz çok yeni ama bundan sonraki planlar ne? Albüm fikri,girişimi ya da firmalarla görüşme durumları var mı? Seneye bu zamanlar çıkarmayı planladığım bir albüm fikri var. Sponsorluk teklifleri değerlendiriliyor. Prodüksiyon açısından sponsor ihtiyacı yok ama Outdll yeni bir proje ve ilerleyen zamanlarda reklam, tanıtım için anlaşmalar olabilir. Yine de en tatlısı böyle kulaktan kulağa yayılması olacaktır tabi ki:) Dergimde yer almayı kabul ettiğin için teşekkür ederim. Son sözlerinle bitirelim röportajı. İnce düşünülmüş sorularınız için de ben teşekkür ederim. Yaşadığımız dönem bizi bir şey olmaya itiyor ve biz bir şey olma peşindeyken kendimiz olmayı göz ardı ediyoruz. Başkalarının değer yargılarını, ahlak kavramlarını, müzik zevklerini ya da her ne ise kendi doğrumuz gibi kabul ediyoruz. İşte bu şekilde ölmeye başlıyoruz. Kendimiz olduğumuz sürece yaşarız, üretiriz, okuruz, dinleriz. Gerisi boş bence.

KISA KISA

Metalperver adlı siteyi birçoğunuz biliyorsunuzdur sanırım. Hani “Bağırmalı müzik için doğru adres” mottolu güzel site. Bilmiyorsanız da yakın takibe almanızı tavsiye ederim. Muhteviyatında kritikler, çalma listeleri , makaleler vb. alt başlıklar bulunmakta. Ancak işin asıl güzel yönü tüm kritikler ve diğerleri o kadar güzel bir anlatımla ifade edilmiş ki insanın güzel bir edebiyat eseriymiş gibi okudukça okuyası geliyor. Tabi tek mevzu kelimelerin ve cümlelerin yazılar içerisine güzel konuşlandırılması değil. Albüm kritiklerinin sağlam bir altyapı eşliğinde ve geniş bir düşünce düzleminde ele alınması da siteyi benim için zevkle takip edilebilir hale getiriyor. Aslında dijital ekrandan uzun uzadıya bir şeyler okumayı pek sevmiyorum. Ama Metalperver kesinlikle bu klasmanın dışında benim için. Özellikle yerli çalışmalara sıklıkla yer vermeleri de son derece olumlu. İçeriğin son zamanlarda artan bir hızda gelişmesi de sevindirici bir durum. Bir Cannibal Corpse sever olarak Kasım ayı başında çıkacağı duyurulan yeni albüm için fazlasıyla heyecanlandım. Albüm “Red Before Black” adında olacak ve 12 parça içerecekmiş. A Skeletal Domain albümünü fazlasıyla sevmiş biri olarak bu albümün onun daha üst düzeyi olması durumunda nasıl bir şeyle karşılaşacağımızı tahayyül edemiyorum . Bu arada albüm kapağı ise diğerlerinden farklı bir kapak olmuş. Cannibal için fazla sade:). Neyse albümü bekleyelim.. Eskiden dinlediğimiz gruplara ulaşmak çok zordu. Bu ulaşılamazlık da grupları gözümüzde haddinden fazla büyütürdü. Simdi ise en kralının bile instada fotolarını beğenip dayısıymış gibi “Oo yeğen bizsiz Amarigaya gitmişsin. Öyle olsun bakalım. Anan gile selam söyle.” minvalinde yorumlar yapabiliyoruz. Hangi durum daha iyi bilmiyorum. Ancak bazen youtube da ya da instagramda grup ve sanatçı paylaşımlarının altında o denli acayip şeyler okuyorum ki, sanırım gruplara ve müziğe zor ulaştığımız zamanlar daha iyiymiş diyorum. Zira biz kantarın topuzunu anında kaçırıveren bir toplum olduğumuzdan mütevellit böylesi acayip durumlar yaşanıyor :) Bazı şeyler hiç değişmiyor. Şimdi de eskisi gibi e-maille röportaj yapıyorum ve gruba soruları yolladıktan sonra heyecanlı süreç başlıyor. Her e-mail bildiriminde telefona yapışıyorum. Acaba cevaplar mı geldi diye. 2000lerin başında önceki sayıları çıkarırken de böyleydi. Tabi o zaman cep telefonum ericson a1018 di ve evimde internet olmadığı için her gün büyük bir heyecanla internet kafeye koşardım :) Hele ki II. sayı için Opeth ‘den mail geldiği günkü sevincimi hiç unutmam :) Opeth bu boru mu :) Ve yıllar sonra benzer şekilde heyecanlanmak gerçekten çok güzel. Ama umarım dergi satmayınca yaşayacağım hayal kırıklığı da aynı olmaz :) [Bu kısım kaybedenler kulübünden arak gibi oldu :) ] Kasetten müzik dinlemeyi ve kaset nostaljisini seven biri olarak özellikle son bir yılda kasede geri dönüş trendinin artması ve bu geri dönüşün de kaset fiyatlarını patlatmasını keder içerisinde izlemekteyim. Geçen yıllarda x fiyata alınan kasetler bir yılda 3x-4x fiyata ulaştı maalesef. Bundaki en önemli faktör tabi ki araba piyasasındaki gibi almalı satmalı sitelerdeki simsarlar. Euro-Dolar kurundaki patlama akabinde mümkün mertebe plak almayı bırakmıştım. Artık kaset almayı da bırakacağım sanırım. Paypal’ın iptali sebebiyle müzikseverlerin ikinci el ürünlerde tamamen iç piyasaya yönelmesi ne yazık ki gözünü para hırsı bürümüş bu heriflere yaradı. Yazık.. Son zamanlarda nette yine güzel bir metal blogu keşfettim. ZeroSixExtreme adlı bu güzel oluşum isminden de anlaşılabileceği gibi Ankara menşeili. Yanılmıyorsam Carnophage grubundan tanıdığımız Oral’ın hazırladığı bir blog sitesi. Ancak iletişime geçmediğim için tam da emin değilim :) . İçeriğinde ise pek güzel röportajlar ve gayet özenle yazılmış pek çok kritiğin yanı sıra Top10 kısmı var. Bu kısımda Death Metal tarihinin en iyi vokalisteri, Death Metal tarihinin en ökküz davulcuları, Death Metal tarihinin en iyi live albümleri gibi güzel listeler var. Röportajlara baktığımızda ise Suicide, Engulfed, The Sarcophagus, Cenotaph, Pitch Black Process, El Topo gibi röportajlar mevcut. Hepsi de güzel ve özenli röportajlar. Özellikle yerli gruplara desteği ve Death Metal ağırlıklı içeriğiyle samimi ve güzel bir blog. Ben çok severek tükettim içeriği. Göz atmakta fayda var. https://zerosixextreme.wordpress.com/ “Okuma oranı bu kadar azken niçin fanzin çıkartıyorum?” sorusunu sorup duruyorum kendime. Zira bu sayıyı hazırlamak için çok fazla zaman ve emek harcadım. Ve bu sorunun cevabını kendime veremiyorum. Ama ben okuyorum. Her halde okuyan bi 100-150 kişi de bulunur , paylaşırız ederiz diye umuyorum :) Tabi akıllara Vizontele’deki “- kütüphane bu herkes yardımcı olur böyle bir şeye - tabi canııım, koşarlar “ repliği de gelmiyor değil :)

17


BLACK METAL BELGESELLERI

Norveç Black Metali tüm dünyaca marka olmuş sansasyonel, son derece gizemli ve ilgi çekici bir mefhumdur. Zira işin içerisinde cinayetler, yakılan kiliseler, halen kullanılan semboller gibi çok zengin bir takım durumlar var. Ve hem Norveç Black Metalinin ortaya çıktığı yıllar hem de ortaya çıkaranlar çok ilgi çekici bir cazibeye sahip. Özellikle Mayhem-Burzum orijininde bu konular üzerine kitaplar yazılmaması, filmler/belgeseller yapılmaması da mümkün değildi. Bu sayıda Norveç Black Metal Kültü üzerine yapılmış belgesellerden birkaçına yer vermeyi düşündüm. Dolayısıyla da halen izlemeyen ya da izleyip unutanlar varsa “bunlar da var” diyebileceğim bir köşe oldu.

ONCE UPON A TIME IN NORWAY (Bir Black Metal Gıybeti) Yapım yılı: 2007 Malum, pek çoğumuz için black metal, Norveç’le özdeşleşmiş bir tarzdır. Hem işin -hemen hemenmucidi olmaları hem geçmişteki sansasyonel vakalar hem de metrekareye düşen -işi hakkıyla yapan- grup sayısının fazlalığı kafalarda black metal=Norveç eşitliğinin kurulmasındaki ana etkenler olarak karşımıza çıkar. 2007 yapımı bu belgesel film de Norveç Black Metali hakkında. Ancak mevzunun teknik ve müzikal yanından ziyade 90ların başındaki sansasyonel Euronymus-Varg mevzularına odaklanan, Mayhem’in kuruluşu ve o dönemdeki küçük Norveç piyasasından nasıl bir efsane doğduğu üzerine , o zaman ki Mayhem elemanlarının “ulan gençmişik, malmışık” minvalinde mevzuya yaklaştıkları ve hep bir ağızdan “hadi Euronymus gömelim” ana temalı bir yapım. Ama sağlam bir yapım. Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu belgeseli muadili pek çok belgeselden bir adım öne çıkaran yanı kurgusunun çok düzenli olması, konu konu ve neredeyse kronolojik olarak ilerlemesi. Bu sebeple kafada soru işareti kalmadan bir saatlik süreyi harika biçimde tamamlıyorsunuz. Ve sonu aydınlanma oluyor :). Ki hazırlayan elemanlar belgeselciliği temel kurallarıyla işleterek iyi bir işe imza atmışlar. Belgesel tamamen röportajlar üzerinden ilerliyor ki bu bağlamda “starring” şahsiyetleri: Kjetil Manheim, Necrobutcher, Billy Nordheim(Messiah), Anders Odden, Einar Engelstad, Nocturno Culto, Terje Vik Schei gibi dönemi ve Mayhem’i bizzat yaşamış ve yaratmış kişiler. Ha tabi bir de (garibim) her metal belgeseli castının olmazsa olmazı (Ex) Asane Kilisesi rahibi Rolf Rasmussen’i ve o ağlamaklı ses tonunu da unutmamak lazım :). Belgesel, gül cemalini belgesel boyunca hiç görmediğimiz ancak gıyabında süper şekilde atılıp tutulan Varg Vikernes’in “Adım Varg Vikernes ve Burzum’da çalıyorum. Öldürdüğüm adam beni öldürmeyi planlıyordu. Bu yüzden ben de o beni öldürmeden onu öldürdüm. Denedi ama başaramadı. Belli ki öldü heh heh heh..” şeklinde bir Varg latifesiyle başlıyor. Akabinde 13 epizodda az önce bahsettiğim kişiler o kısmın konusuyla ilgili fikirlerini beyan ediyorlar ki bu epizot başlıkları mevzuya gerçekten hakim kişiler tarafından oluşturup sıralanmış . Bu çok net belli oluyor. Ayrıca çok iyi ve net bir çerçeve çizilip bu çerçeve doğrultusunda kopukluğa ya da dağınıklığa mahal vermeden konu işletilmiş. I.Mayhem, II.Satan And Politics, III.Underground, IV.Dead, V.Euronymous, VI.Helvette-Hell, VII.Soldiers, VIII.Black Metal Police, IX.Terror, X.Murder, XI.Psychosis Of Youth, XII.Judas, XIII.After The Storm şeklinde sıralanmış başlıklar son derece açıklayıcı ve olayların gidişatını en basit yoldan ; Mayhem’in kuruluşundan Helvette’ye, yakılan kiliselerden sorunlu herif Dead’e, Euronymous’un yükselişinden Norveç piyasasında Tyler Durden’lığa terfi edip akabinde Varg tarafından öldürülmesine kadar pek çok konu ve süreç birinci ağızlardan aydınlatılıyor. Aslında anlatılanlar kadarıyla Euronymous her ne kadar sürekli bir arayış içerisinde olan, bulamayan, labirentin içerisinde kaybolmuş biri gibi olsa da (ki öyleymiş) özüne baktığında bir yandan Hitler-Aryan vs. hayranlığı içerisinde olup bir yandan Afrika’da ölen çocuklara üzülen, bir kayıt şirketi kurup gelirin %90’ını gruba verip %10’unu kendine almakla ilgili hayaller kuran bir idealistmiş. Ancak dönemin ve durumun getirisi olan rockstarlığın kanına girmesinden mütevellit özünden farklı olarak sürekli farklı arayışlara yönelen hep deneyen ve hep yanılan bir adam portresi çiziliyor belgeselde Euronymous için. Neyse röportajlarda konuşan gerek Mayhem’in kurucuları gerekse dönemin black metal piyasasında söz sahibi olan diğerlerinin en büyük ortak noktası Varg’dan hoşlanmamaları ve Euronymous ile fikir çatışmasında oldukları. Aslında tüm belgeselden çıkan sonuç da bu. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum. Ki izlediğim ve okuduğum diğer kaynaklarda da hemen hemen (olayların anlatıcılılarının aynı olduğundan mıdır bilemem:) ) aynı sonuç açığa çıkıyordu. Sonuç: Su testisi ve su yolu :). Bu arada belgeselde epizodlar arasında çalan müzik de Deathcrush’ın açılış introsu “Silvester Anfang”. -Durum bir grup müzisyen olmaktan, terör ağına üye olmaya değişmişti. (Anders Odden) -(Kilise yakma durumlarıyla ilgili olarak) Bu çok itici bir projeydi. Yanmış bir kilise her zaman devletin fonlarıyla yeniden yapılırdı. (Ander Odden) -17-19 yaşındakiler, aynı fikirlere sahip kişilerle birlikteyken ölümsüz olduklarını sanırlar. (Terje) -Death metal çalmak daha kolay. Düşünmenize gerek yok. İnsanlar müzikten başka bir şeye inanmanızı beklemiyorlar. (Nocturno Culto) - Yürekten ne düşünüyordu bilmiyorum.Ama Komünist fikirlerden etkilenmişti. Sanırım Arnavutluk gibi baskı altındaki bir ülkenin lideri olma hayalini kuruyordu. “Daha

18

iyisini bilmezseniz,mutlu olursunuz” görüşünün olduğu bir ülke. Sınırları kapat, basını kontrol altına al... (Necrobutcher) -(Dead hakkında) Onunla tanıştığımda çok kızmıştım. “Otostopçunun Galaksi Rehberi”ndeki Marwin gibiydi. “Her şey berbat”. Ama bu bir davranış biçimi değildi, ciddi sorunları vardı. (Kjetil Manheim) - O günlerde Death Metal Oslo’da pek klas değildi. Boktan Green Carnation grubundan kimseyi tanıyıp tanımadığımızı soruyorlardı. Onları tanıdığımızı söylemek zorunda kaldık. Biz olduğumuzu söyleyemedik. (Terje) -Kilise yakmak sembolik bir teori olarak başladı. Hakkında konuştuğumuz bir şeydi. Birinin bunu yapacağını hiç düşünmedik. Birisi arayıp da bizim için kilise yaktığını söylediğinde...Şok olduk... (Kjetil Manheim) UNTIL LIGHT TAKES US Yapım yılı:2008 90lar ağrılıklı Norveç Black Metali fenomenini konu edinmiş bir diğer yapım ise “Until Light Takes Us”. Bu belgesel de yine kişilerle röportajlar üzerinden ilerlemesine rağmen başrolde Fenriz Reyiz var. Onun günlük yaşamından kesitlerle belgesel kurgulanmış. Dolayısıyla en çok konuşan o. Ancak işin şaşırtıcı yanı Varg Vikernes’in de çok ayrıntılı mevzularla ve uzun süreli olarak belgesele dahil olmuş olması. Ki buna Euronymous’u nasıl öldürdüğünün ayrıntılı anlatımı da dahil. Evet son yıllardaki sosyal medyadaki fikir beyanlarına alışkınız amma yıl 2008. Herif içerde. Ve belgeselin büyük kısmı onun üzerinden işlemiş. İlk izlediğim zamanlarda bir hayli ilginç bulmuştum bu durumu. Bu ikilinin yanı sıra Hellhammer, Abbath, Demonaz, Garm, Frost, Ressam Bjorne Melgaard gibi pek çok ismi de belgeselde görmek mümkün. Dediğim gibi belgesel Fenriz’in günlük yaşamı üzerinden yürüyor. Trende, sanat galerisinde,ikinci el pazarında, öğrenci evinden hallice olan kendi evinde, orada burada her yerde Fenriz var belgeselde. Her yere de yürüyor. Arkasından da kamera. Ancak belgeseli çeken arkadaşlar kamerayı bir gimbal ya da stabilizerla sabitlemedikleri için Fenriz’in peşinde sürekli başımız dönerek dolaşıyoruz :). Ancak kameranın sabit olduğu zamanlardaki görüntü yönetmenliği de fena değil. Bunun yanı sıra belgeselin kurgusunu beğenmedim. Karışık ilerliyor ve bir türlü tam bir bütünlüğe sahip olamıyor. En azından “Once Upon A Time In Norway” kadar değil. Fakat genel olarak diğeri kadar Mayhem, kilise yangınları ve cinayet odaklı bakış açısından ziyade perspektifi daha geniş tutulmuş. Buradaki sıkıntı da konuyu esaslı biçimde ele alacak kadar iyi bir kurguya sahip olmadığından dolayı mevzuyu tam toparlayamamışlar. Kesik kesik, bölük bölük, oradan oraya zıplamalar çok fazla. Bir diğer sıkıntı da Fenriz’in mevzuya bir türlü giremiyor oluşu :). Çoğu zaman konuşmaya başladıktan birkaç dakika sonra neyden bahsettiğini anlıyorsunuz. Ama Varg çok net. Fikirlerine katılıp katılmama mevzusu değil ama kendini çok iyi ifade ettiği kesin. Belgesel aslında birçok şeye değinmek istemiş. Ama sanki hepsinden az az. İşin açıkçası biraz yüzeysel buldum diyebilirim. Bu az az değinmeler de birbiriyle kesişmek yerine birbirine teğet geçince ortaya çok da başarılı bir sonuç çıkmamış. Yani Norveç Black Metalinin felsefi kökeni, ideolojisi, sansasyonel yönleri falan az buçuk verilmiş ama en önemli şey olan müzikal yönü ya da Norveç’teki sosyolojik etkileri veyahut çekildiği dönemdeki güncel black metal sahnesi ve bu sahnenin 90lar akabinde nasıl gelişip değiştiği konularına fazla girilmemiş. Bu da bir çok konunun havada kalması anlamına geliyor ki belgeselin yeterince başarılı olamamasının temel sebeplerinden biri de bu. Bir diğer durum da “Fenriz’in güncel yaşamı” durumu kurgu içerisine tam olarak yedirilemediğinden dolayı birbirinden kopuk ilerleyen durumlar ortaya çıkmış. Belgeselin içinde iki farklı belgesel var gibi. Peki hiç mi güzel bir şeyler yok? O kadar mı kötü? Hayır. O kadar da değil. En azından iyi kötü çekilmiş olması bile son derece olumlu. Fenriz’in g.tünün peşi sıra Norveç sokaklarında ve dağında bayırında yürümek de güzel :). Burzum, Mayhem, Darkthore, Gorgoroth vs. ağırlıklı arkada çalan playlist güzel. Munch vurguları güzel. Vikernes’in Dead’in ölümünden bahsederken “Dead, dead in the bad.. heh” şeklindeki Varg latifesi güzel olmasa bile komik :). En sonunda Fenriz’in bir dükkanı gösterip burası Helvette’ydi demesi ise hüzünlü... - Bana göre müzik daha destansı , daha hikaye anlatır şekilde olmalı. (Varg Vikernes) - Mayhemi benim algılayışım s*kik bir sihir gibiydi. Hala Deathcrush albümünü dinlerim. Kesinlikle benim en favori Mayhem albümüm. (Fenriz) - Tipik Black Metal rifini Euronymous icat etti. Daha çok Bathory den türetilmişti. Ama yeni bir çeşit çalış şekliydi. Daha önce hiç ya-

pılmamıştı. Ve kimse tarafından stile edilmemişti. (Fenriz) -Ve bence Edvard Munch’ün bu duygusal öğelerinin bağlantılı olduğu tek bir şey varsa o da Nordic Black Metaldir. (Bjorne Melgaard) - Kiliseleri yakanları gerçekten şeytani güçleri yaymak isteyen satanistler sandılar. Ve hapisten çıktığımda bu konuda yapabileceğim bir şey kalmamıştı.Bunun satanistlikle alakası olmadığını söyledim Ve onlar söylediğim hiçbir şeyi dikkate almadılar. Aarseth hiçbir zaman satanist değildi. Kimse değildi. Ama bu sadece şeytanlaştırma hareketiydi. Bizim satanist olmamızı istiyorlardı. (Varg Vikernes) - Ama yalan denizinde doğruyu bulmak imkansız. Sadece nereye, ne zaman ve nasıl bakacağınızı biliyorsanız kolay. (Varg Vikernes)

TRUE NORWEGIAN BLACK METAL Yapım Yılı: 2007 Bu belgesel de Norveç Black Metaline 90ların ikinci yarısı ve 2000 ler , Gorgoroth ve özellikle de Gaahl üzerinden yaklaşan bir belgesel. Üç belgesel içerisinde biraz zayıf halka durumunda. Ancak yine izlenmesi gereken bir çalışma olduğunu da belirtmek lazım. Norveç BM deyince her ne kadar akla doksanların sansasyonları ve grupları gelse de 90ların ikinci yarısı ve 2000 lerin sansasyonel grubu Gorgoroth, değişik adamı da Gaahl kesinlikle. Bu bağlamda başlangıç fikri olarak hiç de fena fikir olmadığını belirtmek lazım. Belgesel, BM in aşırı özet tarihçesi ve cennet vatan Bergen’in görüntüleriyle başlıyor. Akabinde ağırlıklı olarak Gorgoroth elemanlarının röportajlarıyla devam edip ( ki o kadrodan günümüzde sadece Infernus halen grupta) sonra Gaahl’ın taşra hayatına geçiş yapıyor. Malum Gaahl biraz değişik bir herif. Gerek iletişmenin kolay olmadığı bir adam olması [Satan :) ] gerekse enteresan sabıkaları dolayısıyla belgesel ekibinin taşrada Gaahl ile yalnız kalmaları tırsmalarına yol açıp belgeselin bir kısmının konusunu oluşturuyor. Özellikle Gaahl’ın bunları dağ başında bir yere çıkarması kısımlar falan çok kötü. Ulan öküz, Norveç gibi soğuk yerde yüksek rakımlı taşraya spor ayakkabı ve ince hırkalarla gidip orada da g*tün donuyorsa zaten hıyarın önde gideni bir herifsin. Seni çekeceğin belgeseli kim.... Neyse.. Mevzu bu minvalde gidiyor. Ancak Gaahl’ın atalarının dedelerinin yaşadığı yerde yaşayıp da black metalle uğraşmayan adamı zaten döverler. Ambiyans, manzaralar olağanüstü. Ancak belgesel ekibinin bu durumdan ziyade s*çma, güvenlik ve ısın[ama] ma sorunlarına kafayı takmış olmaları mevzudan ziyadesiyle uzak oldukları fikrini doğuruyor. Ki belgeselin yeterince başarılı ol[a] mamasının sebebi de elemanların black metalden ziyade Gaahl’ın sansasyonel kişiliğine odaklanmış olmaları. Aslında Gaahl gibi ikonik bir adamın özel yanlarını ve [nispeten] naif iç yüzünü göstermesi bakımından başarılı olsa da prodüksiyon ekibinin çapsızlığı ve gevşekliği yüzünden bence belgesel ulaşabileceği potansiyel başarıyı ıskalamış. Bu arada belgesel boyunca Norveç’in karlı dağları , tepeleri eşliğinde Warduna’yı dinliyoruz. Ki enfes bir seçim olmuş. Aralarda hasbelkader Gorgoroth’da dinlediğimiz oluyor:) . Olaylı Polonya konseri falan... Ama çok az. Bir diğer ilginç nokta da Gaahl ‘ın çok iyi bir ressam oluşu. Belgeselde bu tip ilginç durumlar var. Belgeselin başlarında gruptan “Eski usül sansasyonel black metal” grubu olarak bahsedilmesi ya da “Medya için kullanışlı malzeme sağlıyorlar” görüşü çok tanıdık geldi bana. Zira şöyle açıklayacak olursam 90lardan beri oralardan iletişime geçtiğim insanlarla mevzu ne zaman BM’e gelse Gorgoroth ve Gaahl ile ilgili ciddi bir rahatsızlıkla karşılaşırdım. Gorgoroth’u dinlediğim ilk günden bu yana müziklerini sevsem ve saygı duysam da imaj ve ideolojik olarak karşı tarafın kör gözüne parmak sokuyor olmaları beni de hep irite etmişti (son yılları hariç). Yani müzik dışındaki bu durumları bana fazlasıyla BM poserlığı gibi gelirdi (kişisel görüşümdür. ki halen Gaahl zamanı için aynı şeyi düşünürüm). Bu belgesel de görüşümü destekler şekilde. Ancak son yıllarda grubun müzikalitesine daha fazla önem verip sansasyonel durumları kenara koyduğu da bir gerçek. Fakat son çalışmaları için de müzikal yönü son derece güzel olsa da çok yersiz ve saçma kritikler okudum. Yani kısaca anladığım şu: ne yapıyorsan yap, sansasyonelsen bir şekilde tutunabiliyorsun. Sansasyonlardan ve gıybetten uzaksan da yaptığına değer verilmiyor. “Instinctus Bestialis” albümü bunun en net kanıtı. Neyse toparlayacak olursak zaten belgeselin güncelliği yok. 10 yıl önce çekilmiş ki belgeselden bir kaç ay sonra Gaahl gruptan ayrıldı. Ancak nostalji yapmak ve BM in en tavizsiz gruplarının biyografisinin küçük bir kısmına zoom yapmak adına güzel bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz.Belgeseli çeken elemanlar derslerine biraz daha çalışıp işle biraz daha alakalı olsalarmış daha güzel bir şeyler çıkarmış. Ancak bu hali de gayet izlenebilir.


Cytotoxin Almanya’dan bir tech death grubu. Son albümleri Gammageddon Temmuz sonunda çıktı ve tür adına acayip klas bir albüm. Henüz dinlemediyseniz muhakkak dinleyin zira grupta potansiyel çok sağlam. Cevaplar grubun davulcusu Stocki’den.

Son albümünüz bir harika. Albüm çok yeni ama ilk tepkiler nasıl? Ve bu albümden beklentileriniz neler? Albüm tüm hazırlık sürecinden çok memnun olduğumuzu ve albüm için geribildirimlerin çok iyi olduğunu söylemeliyim. Fanlarımız bu albümün öncekinden daha uzun ve daha çok yönlü olduğunu söyleyip memnuniyet duyuyorlar. Ve albüme olan ilgi, yayınlanma tarihinden sonraki bir aydan uzun bir süre boyunca hala artıyor. Bu da bize gaz veriyor ve yeni şarkıları canlı şovlarda çalmak için daha da hırslandırıyor. Unique Leader ile işler nasıl? Son iki albüm Unique dan çıktı. Size yeterince yatırım yapıyorlar mı? Evet şu anda her şeyden memnun olduğumuzu ve bizimle gerçekten sağlıklı bir şekilde çalıştıklarını söyleyebiliriz. 30 Eylül’de başlayarak Gutting Europe V turnesine çıkmamıza yardım ettiler ve onlarla gelecekte çok daha fazla tur planlıyoruz.

Amerikalı grup Khazaddum, Orta Dünya temalı çok sağlam bir death metal grubu. İlk albümleri “Plagues Upon Arda” yakın zaman önce çıktı. Müzikleri death metal severleri memnun edebilecek potansiyelde. man da öyle olacak. Sadece Tolkien. Bu eşsiz mitolojiden sonsuz sayıda esin kaynağı buluyorum. Lirikal olarak yapmaya çalıştığım şey ise, bu harika masalların kendi bakış açımdan tekrar anlatmak.

Müziğiniz gerçekten çok teknik.Özellikle gitar riffleriniz ve davullar.. Beste aşamalarınızdan biraz bahseder misin? Bestelerde yük gitaristlerin omzunda mı? :) Şarkılarımızı çok klasik şekilde yazdığımızı söyleyebilirim. Jason ve Fonzo’nun yazdığı gitar riffleri ile başlayıp ve sonra onları bir araya getirip üzerine davulları ekliyoruz. Bir şarkının ana hatları zaten kesinleştikten sonra yapısı bundan sonra pek değişmez. Sonrasında basçımız parçaya kendi partisyonlarını ekler. Sonunda en son şey şarkı sözleri oluyor. Grimo, bunun için iyi bir bir fikir veya motivasyona sahipken onları yazıyor ve bir ön üretim aşamasından sonra müziğe uygun doğru şarkı sözlerini oluşturuyoruz. Ölçüler geliştikçe-değiştikçe bazen şarkı sözlerini uydurmak için daha önce olduğundan biraz daha basit hale getirebiliyoruz. Bu şekilde cool soundumuzu oluşturup artık dinleyici vurmak için hazır hale geliyoruz. Ekim ayında bir Avrupa turunuz var. Carnophage de bu turda. Ve biliyorsun ki Carnophage benim ülkemden. Daha önce “Berlin Death Fest” de birlikte çalmıştınız. Onlar hakkında ne düşünüyorsun? Müzikleri gerçekten harika değil mi? Evet kesinlikle çok iyi bir soundları var. Onlarla ve diğer tüm gruplarla tur için sabırsızlanıyoruz. Şu ana kadar pek çok farklı grupla çaldık ve her bir yüzü hatırlamak bazen zor olabiliyor :). Ancak, diğer gruplarla neredeyse her zaman iyi deneyimler yaşadığımızı söyleyebilirim ve yıllar boyunca çok şey öğrendik. Almanya’dan dinlediğim efsanevi Necrophagist ile birlikte en tek teknik gruplardan birisiniz. Daha fazla tanınmayı hak etmenize rağmen yeterince meşhur da değilsiniz. Sence bunun sebebi ney? Öncelikle güzel sözlerin için sana teşekkür ederim. Gerçekten Necrophagist ile karşılaştırılabileceğimizi söyleyemeyiz. Bizden çok daha yüksek bir seviyede müzik yapıyorlardı ve bana sorarsan şimdiye kadar başka hiçbir tech death grubu onların seviyesine ulaşamadı. Fakat elbette ki bazı insanların bu iki grup arasındaki paralellikleri fark ettiklerini duymak istiyoruz. Daha ünlü hale gelmek tabii ki bir grubu canlı tutmak için önemli ve müziğimizi daha ilginç ve değişken hale getirmek için sürekli çalışıyoruz. Bunun mücadelesini vermek gerçekten güç zira günümüzde çok sayıda iyi grup var ve akılda kalıcı olmak için müziğin yan ısıra tüm sosyal medyayı ve özellikle youtube’u çok iyi kullanmak gerekiyor. Cytotoxin’in son beş yıl içinde sürekli olarak büyümesinden dolayı mutluyuz ve halen gidebileceğimiz çok fazla mesafe olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden gelecek ne getirir göreceğiz. Genel konseptiniz Çernobil üzerine. Hem grup logonuz hem de albüm isim logoları kiril alfabesine benziyor. Ayrıca “Dead Zone Outpost” gibi kısımlardaki konuşmalar Rus aksanıyla aksettirilmiş. Grupta gerçekten o kötü süreci yaşayan Rus ya da Ukraynalı var mı? Yoksa tüm bunlar Çernobil Death Metal imajının parçaları mı? Basçımız V.T. Kazakistanlı ve parçalar içerisinde bahsettiğin kısımları seslendiren kişi de o. Çok küçükken Almanya’ya geldi. Bu sebeple de olayla ilgili kötü anıları olduğunu sanmıyorum. Konsept olarak Çernobil meselesini ele aldık çünkü dolaylı olarak bu gezegendeki herkes gibi muhtemelen o durumdan etkileniyoruz. Ayrıca zehirli ve kirli bir sound için uygun bir konu bulmaya çalıştık. Dolayısıyla Çernobil’in felaketinin grubumuz için iyi bir konu olduğunu düşündük. Yıllar geçtikçe ve her albümle birlikte konuyu daha da ciddiye aldık ve insanların dikkatini bu konuya çekmek istiyoruz çünkü hâlâ önemli bir konu ve çok uzun bir süre gündemde olacak.

Konserler ve festivaller grubun tanıtımı için gerçekten çok önemli. Avrupa’da da harika metal fest ler var. Senin müzisyen ya da dinleyici olarak favori festivallerin hangileri? Neurotic Death Fest, Obscene Extreme, Bristol Death Fest, Stonehenge gibi birçok büyük festivalde çaldık. Liste çok uzun. Ayrıca Brutal Assault veya Hellfest gibi daha büyük festivallerde çalmayı hedefliyoruz. Dinleyici olarak ise, geçmişte pek çok festivale iştirak edemedik, çünkü turdayken zaten çok sayıda canlı şov deneyimliyoruz.

Selam Luka. Umarım Amerika’da hayat sen ve grubun için iyi gidiyordur.. Selamlar. Hayat şu anda Khazaddum için hayli güzel. Yakın zamanda piyasaya çıkan “Plagues Upon Arda” albümümüz için hem eleştirmenlerden hem de fanlardan çok iyi tepkiler alıyoruz. Ayrıca, bu Ekimde güneye ve batı kıyısına doğru gideceğimiz birkaç haftalık bir tura hazırlanıyoruz.. İlk çalışmanız In Dwarven Halls da tazınız Nile’a bir hayli benziyordu. Ancak Plagues Upon Arda da tarzınız biraz daha kendi karakterini kazanmış(halen biraz benzerlik olsa da :) ). Bu durum hakkında sen ne düşünüyorsun? Ayrıca müziğinizin Nile’a benzetilmesi seni rahatsız ediyor mu? Nile, 1998 yılından bu yana her zaman sevdiğim bir gruptu. Kesinlikle müziğimizde bu inanılmaz yıkıcı Amerikan ölüm metalinin bazı etkileri var. Özellikle de “In Dwarven Halls” da gamlardan bazılarının benzerliği gibi. Ancak yeni kaydımızda Khazaddum’un kendine özgü ve benzersiz soundunu daha da vurguladığımızı düşünüyorum. Aynı cümlede ismimizin anılacağı kesinlikle çok kötü gruplar varken, bu albümde kendi ses ve yönümüze sahip olduğumuzu hissediyorken yine de Nile ile anılmaktan rahatsız değiliz. Albümdeki orkestrasyonlu bölümleri çok beğendim gerçekten. Müziğinizin fantastik yönünü arttırmış ve zenginleştirmiş. Bu kısımları sanırım Trae Titus yazdı. Konserlerde de orkestasyonlu kısımları kullanıyor musunuz? Albümün konseptini oluşturduğumuzda, orkestrasyonun bir dereceye kadar dahil edilmesini planladık. Bunun anlatacağımız hikayenin epik yönünü daha iyi tasvir etmesini sağlayacağını düşündük. Böylece, şarkı sözleri tamamlandıktan ve temalar ile sözler oturtulduktan sonra, Spencer ve Trae ile No Passenger Studio’da kayıta girmeye karar verdik. Trae’ye aradığımız şeyin donelerini verdik . Hangi kaynaklardan ilham alacağını öğrendi ve vizyonumuzu gerçekleştirmemize yardımcı olan muhteşem bir iş çıkardı. Senfonik kısımların tümü dijital olarak yaratıldı. Bence bu kısımların soundumuza katkısı mükemmel oldu ve evet onları konserlerimizde backing trackler olarak da kullanıyoruz. Plagues Upon Arda’nın kayıt ve prodüksiyon kalitesi In Dwarven Hall’dan çok daha iyi. Bize iki çalışmanın prodüksiyonlarındaki farktan bahseder misin? “In Dwarven Halls” bir kayıt projesi olarak doğmuştu. Ancak çalışmalar sonunda grubun müziğinin rehearsal çalınamayacak kadar iyi olduğuna karar verdik. EP Belle City Sound’da kaydedildi. Önceki cevapta belirttiğim gibi, “Plagues Upon Arda” ile farklı bir yöne gitmeye karar verdik ve bu çalışma için kayıt, miksaj, mastering ve orkestrasyon ihtiyaçları için No Passenger Studio’yu seçtik. Sonuçlardan oldukça memnunuz ve doğru kararı verdiğimizi düşünüyoruz.

Sözleriniz genellikle nükleer felaketlerle ilgili. Onun için soruyorum. Son dönemdeki ABD ve Kuzey kore gerilimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu iki gerizekalı dünyayı bir nükleer felaketin içine atabilirler mi? Bence bu dünyada bir sürü sorun var ve hepsi birbirine bağlı bir takım sebeplerle oluşuyor. Çoğunluğu da finansal veya bölgesel çıkarlarla ilgili. Bu çatışmalarda neler olacağını söylemek zor. Elbette, bu gezegende daha da fazla savaş olmayacağını umuyoruz, zira bunlardan yeterince var zaten. Ayrıca herhangi bir ülkenin gerçekten bir nükleer savaş başlatmaya gerçekten ilgi duyduğunu da sanmıyorum. Ya da öyle ümit ediyorum.

Her iki çalışmanız da DIY çalışmalar. Grubun finansmanı ve albümün dağıtımıyla ilgili sorunları nasıl aştınız? Ve bir firmayla anlaşmak işinizi daha da kolaylaştırmaz mıydı? Bu tür bir müziği DIY şeklinde yapmak ve kaydetmek için çok çalışmak ve paradan tasarruf etmek gerekiyor. Müziğimizi destekleyecek ve benimseyecek şirketlere kapımız açık.

Teşekkür ederim. Eklemek istediğin son sözlerinle bitirelim. Adamım, röportaj için teşekkürler ve bunu okuyan herkese: “iyi müziği desteklemeye devam edin!” Lütfen www.cytotoxin.de web sayfamızı ve facebook sayfamıza göz atın. Hepinizi yakında görmeyi umuyoruz! Cheers!!

Sözleri sen yazıyorsun. Sanırım Tolkien’in orta dünya hikayelerine bağlı kalarak kendi hikayelerini üretiyorsun. Yanılıyor muyum? Khazaddum, kendisini tematik olarak J.R.R’nin harika çalışmaları etrafında merkezleyen bir grup ve her za

Diğer orta dünya temalı grupları dinliyor musun? Summoning ya da Blind Guardian gibi.. Tolkien neredeyse baştan beri metalle bağlantılıydı. Kesinlikle dinliyorum ve bu mitolojiden direkt veya dolaylı ilham almış çok sayıda grubun tadını çıkarıyorum. Aslında adını sayabileceğim çok grup var, ancak listenin en başında sözünü ettiğin grupların hayranıyım ve ayrıca Gogoroth’un. Ama tabi ekstradan Isengard, Amon Amarth ve diğerleri de var. Plagues Upon Arda’da kapak çizimi ve iç çizimler gerçekten harika. Kosta çok iyi iş çıkarmış. Sen ne düşünüyorsun? Ayrıca Kosta sanırım akraban :) Kapak çizimleri bedavaya mı geldi :) Teşekkürler! Kosta benim kardeşim. Kapağın çizimini o yaptı ve eski dostumuz Matt Zeilinger tarafından da dijital olarak renklendirildi. Albüm kitapçığının her sayfasında orijinal bir resim var. İç sayfaların tamamı için Kosta ve ben sanatımızı konuşturduk. Bu arada logonuza bayıldım Gerçekten harika. Onu kim çizdi? Logo için ilk tasarımı ben yaptım. Arkadaşım Melissa Christoffersen bu tasarımı aldı ve ayrıntılarla daha rafine bir hale getirdi. Albümdeki basçımız Tony Cannizzaro da dijital olarak renklendirmesini yaptı. Logomuz aslında bir işbirliği ürünü. Ben yüzüklerin efendisi film serisini çok seviyorum. (tabi kitapları kadar değil :) ). Peter Jackson harika iş çıkarmıştı. Ancak Hobbit serisi de bence çok kötüydü. Sen ne düşünüyorsun Hobbit serisi hakkında? Özellikle senaryolardaki sapmalar çok kötüydü. Kitaplar müziğimizin ana ilham kaynağı. Ancak şahsen Jackson’ın Tolkien dünyasıyla olan çalışmalarını seviyorum. Metinlerden kesinlikle keskin bir sapma var. Ancak her zaman sinematik bir uyarlamada durum böyledir. Bence genel olarak, belirgin farklılıklara rağmen Tolkien’in çalışmalarının ruhunu yakalamakta çok iyi bir iş çıkardı. Peki diğer grupların olan Prezir ve Promethean Prallax ‘da işler nasıl gidiyor? Prezir’in EPsi hoşuma gitti. Şarkılar güzel ancak iyi bir re-amping ve daha iyi bir masteringe ihtiyacı var gibi. Sen ne dersin? Promethean Parallax ile tek bir EP yayınladık ve o grup için çok iyi geri dönüşler aldık. Prezir’de çok iyi gidiyor. Death / thrash etkili anti-religion bir black metal grubu biliyorsun. Geçen Haziran’da çıkan “Contempt “ EP’mizde davullar dışında her şeyi kendimiz kaydettik. Tür göz önüne alındığında, kayıt için daha bir underground 90lar tarzı sound arıyorduk. Bugünlerde pek fazla kişinin favorisi olmadığını biliyorum, ancak sanırım aradığımız hissi bu kayıtla yakaladık. Son haftalarda Amerika’da başlayan nazi / anti-nazi çatışmaları için ne düşünüyorsun? Khazaddum, bu tip endişeleri olmayan apolitik bir grup. Orta Dünya’da üçüncü çağın başında elfler ve insanlar arasındaki siyasi ittifakın parçalanması hakkında bir soru sorarsan konuyla ilgili daha derinlemesine bir konuşma yapabilirim. Tamam Luka.. Benden bu kadar. Son sözlerinle bitirelim röportajı.. Khazaddum’la ilgilendiğin için teşekkür ederiz. Yeni başlıyoruz ve önümüzdeki yıllarda bizden çok daha fazla şey duyacağınıza inanıyoruz. Grupla ilgili haberlere göz atmak, çevrimiçi müzik akışını dinlemek, CD’leri sipariş etmek veya yeni müzik videolarımızı izlemek istiyorsanız, aşağıdaki bağlantıları takip edin. Hails from the “Halls of Khazaddum”! https://www.facebook.com/Khazaddumband/ https://khazaddumband.bandcamp.com/ https://www.youtube.com/channel/UC2jfXi-j7mIjtysRSKyx9Vg

19


In The Woods, 90ların ortasından beri dinlediğim ve hastası olduğum bir gruptu. Metal tarihinin en özel albümlerinden biri olan Omnio başta olmak üzere yaptıkları üç albümü de çok severek dinlerdim. Ancak grup 2000 yılına gelindiğinde dağıldı. Sessiz sedasız geçen yıllar akabinde grubun gitaristi olan Oddvar’ın 2013’teki vefatı ardından grup 2015 ‘te tekrar toplandı ve 2016’da dördüncü full-length olan “Pure” yayınladı. Şahsi kanaatim olarak “Pure” u ilk çıktığından beri severek dinlediğimi söyleyebilirim. Gruba en son giren ve sorularımı yanıtlayan James Fogarty grupta hem beste, hem vokal, hem gitar hem de klavyeler bakımından ağır bir yük taşıyor. Ancak gerçekten çok iyi ve yaratıcı bir müzisyen olan James, özellikle Andersle birlikte In The Woods’u eski görkemli günlerine kavuşturmaya çok yakın. “Pure” dinlemediyseniz ve “in the woods, omniodan sonra öldü abi yeaa” diyorsanız ön yargılarınızdan kurtulup albümü dinleyin. Zira eski günlere göz kırpan, yeniliklerle dolu ve James’in, Jan Kenneth Transeth’i aratmak bir yana neredeyse ondan çok daha iyi bir performans ortaya koyduğu güzel bir albüm. Bense “Pure” u geçen yıl yalayıp yutmuştum. Yeni albümü bekliyorum, gözlerim kapalı :)

Yaklaşık 15 yıldan sonra geri döndünüz. 90lardan beri grubu takip eden bir fan olarak buna gerçekten çok sevindim. Peki bu geri dönüşten bahseder misin? “In The Woods” u mu özlediniz? Ya da fanlar mı tekrar birleşmenizi istediler? Asıl sebep neydi? Pek çok insanın bunun olacağını düşündüğünü sanmıyorum. Bu kesinlikle In The Woods’un 2. bölümü... Asıl sebep ise Oddvar öldükten sonra Anders’in grubu diriltmek istemesiydi. Aslında bu hepimiz için beklenmedik bir sonuçtu; Anders, Carpathian Forest ile çalışmayı bitirdi, ikizler 15 yıldır hiçbir şey yapmadı, bense sadece klavyeleri çalmak isteyen bir hayrandım. Sonra Jan K Transeth’in tekrar birleşmeyle ilgisini olmadığı ortaya çıktı, bu yüzden vokalleri de ben yapmak zorunda kaldım. Sanırım belki de burada sınırlı bir zamana sahip olduğumuzun farkına vardık, bu yüzden elimizden geleni yapıyoruz ve yapmalıyız.

Peki fanların “Pure” albümüne yaklaşımı nasıl oldu? Açıkçası ben onca yıl sonra bu kadar iyi bir albümle döneceğinizi tahmin etmiyordum. Beklediğiniz tepkileri aldınız mı? İzlenimlerim pozitif olduğu yönünde. “P u r e” ile ilgili 100 kritik okuduy s am bu n l a rdan en fazla beş tanesi negatifti . Bu benim açımdan harika, çünkü albüme çok şey kat mıştım gerçekten. (Gitarlar, Vokaller, Klavyeler). İkizler çok temel riffleri yazmış olsalar da, çoğunlukla ben ve Anders albümü çıkabilecek bir şeye dönüştürmek zorunda kaldık. “In The Woods” eski bir grup. Şu an var olan eski fanlarınızın sayısı da çok fazla (benim gibi). “Pure” albümü bu fanları tekrar bir araya toplamanın yanı sıra gruba genç ve yeni fanlar da kazandırdı mı? Genel olarak, insanların grubun içinde kimin çaldığını umursamadığı hissine kapıldım. Bildikleri şarkıları çaldığınız sürece ve ITW’yi kuran müzikle benzerliğe sahip yeni müziklerle devam ediyorsanız, o zaman gerçekten önemli olan şey bu dinleyiciler için. Oluşturduğumuz şeyle ilgili herhangi bir kuralımız da yok, ancak müziğimiz çoğunlukla , Doom-Death (the peaceville 3), 90’lı yılların başındaki Black Metal, Maiden, Sabbath ve Hawkwind ve Floyd gibi prog müzikler gibi dinlediğimiz müziklerle aynı kaynaktan geliyor. Sen ve Anders pek çok farklı grupta çalıyorsunuz. Bu grupların bir kısmını bilmiyorum. Türk dinleyicilere çaldığınız gruplar içerisinde özellikle tavsiye edebileceklerin var mı?

20

Biraz daha Black Metal tarzında bazı müzik dinlemek isteyen dinleyiciler, Old Forest’in “Dagian” albümünü deneyebilirler2015’te çıkan güzel bir albümdür/brş). Önümüzdeki birkaç ay içinde yeni bir albüm daha kaydedeceğiz (ama asıl önceliğimiz olan yeni In The Woods albümünü bitirdikten sonra). Ayrıca geçen yıl çıkan Svartelder’in ilk albümüne Anders davulda ben de klavyelerde katkıda bulunmuştuk. O da iyidir. Peki James.. Gruba son giren eleman sensin. Diğerleri zaten 1991 den beri orijinal kadroda. “In The Woods” da olmak nasıl? Gruba giriyorsun ve bir anda çok önemli bir rol üstleniyorsun. Ayrıca Jan Kennneth ‘den vokalleri devralıp harika bir iş çıkarıyorsun. Tüm bu uyum süreci senin için zor oldu mu? In The Woods’a katılmak, şarkı yazmak ve kaydetmek benim için ilginç bir deneyim oldu zira özellikle 90’lı yılların sonlarında grubun büyük bir hayranıydım. Gruba yeni giren biri olarak bu kadar büyük bir rol üstlenmek zorunda kalmam özellikle garip bir durumdu, fakat zaten kendi kendime müzik yapmaya (enstrümanları çalıp, şarkı yazmaya ve düzenlemelerini yapmaya) alışkın olduğum için bunu pek umursamıyorum. Aslında In The Woods soundunu devam ettiren temel unsur, Anders’in düzenlemeleri ve davul tarzı. Önümüzdeki haftalarda bir sonraki albümü kaydetmeye başlıyoruz ve ki umarım bunu da yakın zamanda dinlersiniz. Sözlere baktığımda, felsefe, şiir ve bilimin iç içe geçtiği, içe dönük ve astral bir yaklaşım görüyorum. Evreni içimizde hissetmek ya da kendi zihinsel evrenimizi yaşamak gibi. Ve bu koskoca evren içindeki yalnızlık ve uyumsuzluğu da hissettim. Sözleri yazarken nelerden etkileniyorsunuz ve genel bakış açınız nedir? Pure’deki şarkı sözleri için bu oldukça iyi bir açıklama. Bence evrene karşı uyumsuzluk duyguları insanların yaratıcı olmasını sağlıyor - ya da en azından bana. Bazı sözleri yazmak biraz zaman aldı, ancak bazılarını da çok çabuk yazmıştım. Ancak bunlar zaten hep düşündüğüm şeyler, bu yüzden bu konularla uğraşırken kendimi kolay biçimde ifade edebiliyorum. Oddvar A:M’nin kaybı geçekten çok üzücü. Albüm de zaten ona ithaf edilmiş. Peki grubun bir araya gelmesinin Oddvar’ın kaybıyla bir bağlantısı var mı? Yoksa daha önce onun da böyle bir fikri var mıydı? Oddvar ile hiç tanışamadım malesef - ve bu benim için utanç verici bir durum. Sanırım Anders, cenazeden sonra bir araya geldiğinde ikizlere In The Woods olarak müzik yapmak üzere yeniden bir araya gelip gelmeyeceklerini sordu. Jan hiç ilgilenmedi. İkizler başlangıçta ilgilendi, ancak sanırım bu kadar uzun süre müzik yapmadıkları için zorlandıklarını düşünüyorum ve bunca yıl sonra geri dönmek gerçekten zor bir şey. Bıçağınızı sivriltmezseniz, körelir. Muhtemelen bildiğin gibi, artık canlı çalmıyorlar. Bütün bu seyahat işlerinden hoşlanmıyorlar ve genellikle grup ortamını kendileri için çok stresli buluyor gibiler. (Bu arada bilmeyenler için durumu ben de açıklayayım. İkizler -Christian ve Cristopher- , sadece stüdyo aşamasına katkı sağlıyorlar ve konserlere çıkmıyorlar. Onların yerine konserlere Corey, Bernt ve Alex isimli üç konuk müzisyen çıkıyor / brş) Şu an yaptığınız müziğin ve tüm “Omnio” sonrasının, “Omnio” nun etkisinden kurtulamadığını düşünüyor musunuz hiç? Yani insanların kafalarında “In The Woods” eşittir “Omnio” tarzı bir düşünce var. Pek çok dinleyicinin ilk kıstası da “Omnio”. Sizin de böyle bir kıstasınız var mı? Yoksa “Omnio” sadece geçmişin güzel bir parçası mı? Genel olarak In The Woods’un daha “metal” yönlerine kesinlikle daha fazla ilgi duydulduğunu düşünüyorum. Omnio harika bir albümdü, ancak o grup 1997 yılında kaldı ve o albümde bir sürü de konuk müzisyen bulunuyordu. Artık o grup değiliz ve o grupmuş gibi davranmanın da bir manası yok. İnsanlar ‘Omnio’ gibi bir şey duymak istiyorsa, CD ler var. Açıp dinleyebilirler. Ayrıca son yıllarda Prog Metal sahnesi çok popüler gibi gözüküyor ve bu türü çalan pek çok da grup var. Yaratabileceğimiz bir çok müzik tipi var. Ancak daha önce yaptıklarınızı yeniden yaratmaya çalışmaya başlarsanız , bir parodi haline dönüşürsünüz. Ve biz bununla ilgilenmiyoruz. Peki yeni çalışmalarınız nasıl gidiyor? Sizden yeni bir şeyler dinlemek için çok bekleyecek miyiz? 10 yeni parça yazdık ve çok yakında kaydetmeye başlıyoruz - önümüzdeki bir iki hafta içinde!- Eski In The Woods etkileri kesinlikle var (bu kaçınılmaz!), hatta bu belki de grubun köklerine dönüş albümü bile olabilir. Canlı şovlarda çalmayı çok seviyoruz ve bazı şarkılar kulaklıklarda iyi çalıyor olsa da, canlı olarak pek işe yaramıyor - bu yüzden gerçekten iyi tınladığını düşündüğümüz tarzda şarkılar oluşturmaya çalıştık. Onları dinlemek için sabırsızlanıyorum! Bildiğiniz gibi ben Türkiye’denim. İlerleyen zamanlarda Türk müzikseverlerin sizi burada canlı izleme şansı olacak mı? Burada “In The Woods” u seven çok fazla müziksever var. Birkaç şovda çalmak için Türkiye’ye gelmek gerçekten çok güzel olur. Bakalım böyle bir şey yapabilecek miyiz? Daha fazla soruyla sizi sıkmak istemiyorum :) Röportaj için çok teşekkür ederim. Benim için büyük bir onur. Türkiye’deki dinleyicilerinize son olarak ne söylemek istersiniz? Röportaj ve destek için çok teşekkürler! Umarım yakında size için bir sonraki albüm için güzel haberler verebiliriz!


EP çıkalı bir yıl kadar oldu. Bu süreçteki yeni çalışmalar ve yeni şarkılardan bahseder misin? Axxen Conners dan ne zaman yeni bir şeyler dinleyebileceğiz? Selamlar öncelikli olarak derginin 12 sene sonra çıkan ilk sayısında bize yer verdiğin için çok teşekkürler. Evet Ep çıkalı 1 sene oldu 2016 Ağustos ayında yayımlamıştık. Aslında ilk Ep şarkıları dahil 10 şarkılık LP çıkartmayı planlıyorduk hatta Sliptrick Records’dan olumlu yanıt gelmişti fakat Croc ve Ben (serpent) iş anlamında yoğun bir dönem geçirdik özellikle croc çok yoğun, o yüzden 7 şarkı beste/kayıt yetişemeyecek gibi gözüktü. Single/klip şeklinde ya da 2-3 şarkılık independent release yapmayı düşünüyoruz. 2017 aralıkta single çıkar ama diğer şarkılar 2018 gibi gözüküyor.

barındıran tiz scream vokalli bir şarkı oldu ona hafif progresif dokunuşlar yaptık. Onun dışında özellikle yeni klip şarkımız “An Absence Illuminated with Blood moon” (ismini ilk defa sana söylemiş olduk : ) ). O şarkıda daha çok brutal vokaller-hızlı blast beatler-sweep sololar var. Diğer şarkılarımız biraz daha mid tempo- progresif şarkılar oldu. . İlk Ep’de besteleme dağılımı %80 Croc, %20 Serpent diyebiliriz. Bu yeni çalışmada %50-%50 oldu bu durum ve bu sefer daha farklı şeyler çıktı. Yani yeni çalışmamızda baya farklı ve bol çeşit, ama kendi tarzımızda şarkılar olacak diyebiliriz.

Senin sıkı bir metal dinleyicisi olduğunu biliyorum. Son dönem dinlediğin , beğendiğin özellikle yerli gruplar hangileri? Teşekkür ederim elimden geldiğince yerli/yabancı Nowhere Escape To Sins i iki kişi kaydettiniz grupları takip ediyorum ama şu sıralar, yabancı olasanırım. Sonrasında da eleman arayışları vardı. rak Cattle Decapitation, Rings of Saturn, Nordjevel Bu arayışlar başarılı oldu mu yoksa halen iki kişi (Bu arada buradan söyleyeyim. Bu sayıda Nordjevel misiniz? röpotajı da olacaktı. Benden soru istediler. GönderEvet EP’yi iki kişi kaydettik sadece “Behind the dim. Ancak geri dönmediler :)/barış), Ghost, Dying Walls” şarkısında bir arkadaşımız klavyeleri çaldı fetus son albümlerini, yerli olarak ise özellikle CenoAntalya’dan bir dergi çıkartıpta Axxen Conners ile röportaj (Brook). Açıkcası çok gitarcı denedik, ama çeşitli netaph ve Sarcophagus’un son albümlerini dinliyorum. denler ile bu arayışımıza verdik. Şuanda klavyeci ve yapmamak sanırım büyük eşşeklik olurdu.Zira Antalya’nın, ülkenin Buna ek olarak şuanda dağılmış olsada Nettlethrodavulcumuz live için bulunmakta . Axxen Conners ne ep ve albümünü gün aşırı dinlerim ve Seth.ect, metal piyasasına verdiği çok nadir gruplardan biri Axxen Coniki kişilik bir grup ve bu şekilde devam edeceğiz. ners. Ayrıca sanırım bu sayının en güzel röportajlarından biri Chopstick Suicide dağılsalarda halen dinlediğim gruplar arasındadır. bu oldu. Zira grubun samimi cevapları, müzikleri kadar güzel Özellikle yabancı grupların artık Türkiye’ye pek konsere gelmemeleri üzerine iç piyasada yerli olunca ortaya son derece okunası bir röportaj çıktı. Okuyun ba- Bu arada youtube da Review Broow adından bir gruplara ciddi bir yönelim var gibi. Bu rüzgardan kalım o zaman. Ve dinlemediyseniz Axxen Conners’ı vakit kaybet- kanalın var ve burada nintendo oyunları , figür meden dinleyin. gördüğüm kadarıyla Axxen Conners pek faydaincelemeleri tarzı videolar yayınlıyorsun. İstersen lanamıyor. Çünkü konsere çıkmıyorsunuz. Hadi biraz kanalı tanıtıp reklamını yapabilirsin.. Ben mera açılarına, panlardan zoomlara herşey çok güzel. İçerisindeAntalya’da konser zaten olmuyor. Peki İstanbul, de böylece o videoları tam olarak anlayabilirim :) Ankara ya da İzmir’deki konser ya da festivallere niçin katılmı- ki geyik unsurlar da cabası tabi :) (videoları izleyince kendimi çok cahil hissediyorum :) Klipleri benim (serpent) dövmelerimi yapan aynı zamanda kardeşim Serpent : Croc ve ben aynı zamanda video oyunları ile baya ilgileniyorsunuz? Kadro problemleri yüzünden mi? Aslında Antalya’da lansman konseri yapmak istedik hatta Akdeniz kadar sevdiğim dostlarımız Ozan & Onur soyulmaz kardeşler çekti. yoruz. Videolarımızda da bu etkiyi görebilirsiniz zelda-street fighter vs Üniversitesinde açık hava rock fest’de çalma durumumuz oldu ama Kurgu, montaj, artwork logo tasarım vs.. herşeyde bize destek oldular. t-shirtleri –gameboylar gibi : ). Benim özellikle hatırı sayılır figür ve kadroyu tamamlayamadık. Açıkcası sahnede hem show hem de şarkı- Sadece 2. Klipte İzmirden bir arkadaşımız (Emre Akgün) bize destek oyun/oyun konsolu kolleksiyonum var. En sevdiğim oyunlar genelde larımızı Ep’deki gibi birebir sound/performans olarak çalmak istiyoruz oldu. İlk klip biraz spontan oldu 2. klip için plan program yaptık. Ge- nintendo oyunları, Türkiye ‘de nintendo ile ilgili çok içerik üreten yok bunu bizimle gerçekleştirebilecek arkadaşları Antalya’da bulamadık. yik unsurlarına gelecek olursak bir Croc ile hiçbir zaman o cool –sert bende bunlarla ilgili bildiklerimi ve deneyimlerimi paylaşmaya çalışıİzmirden eski bir arkadaşımız gitar olarak yardımcı olacaktı ama oda metalci olamadık :) birlikte olunca zaten full geyik çeviriyoruz : ) klip- yorum. :) sevenler varsa beklerim. aradaki mesafeden dolayı askıda kaldı. Bizde full konsantre bir şekilde lerde doğal olarak öyle oldu , hatta çekimlerde gülmekten karnımız bestelere odaklanalım diye karar aldık. Live show u ileride bir şekilde ağrılar girdiği anlarda oldu. Yeni klipte biraz Gore biraz da hafif ko- Gruba geri dönecek olursak Epyi şirketlere gönderme şansınız medi unsurlu bir şeyler planladık. İstediğimiz gibi olursa cidden dehşet oldu mu? Geri dönüşler nasıl? yapacağız ama ne zaman bilemiyoruz şuanda. olacak: ) Genelde mail olarak gönderdik, fiziksel olarak isteyenlere ne yazıkBu arada 3 yıldır Antalya’dayım. Ama burada metalle uğraşan çok ki zamansızlıktan dolayı gönderemedik. En olumlu dönüş Sliptrick Creator Became Absolute, Metal Monks ta 258bin izlenmeye ulaşfazla grup yok. Hatta dinleyici kitlesi bile sınırlı. Antalya neden Records’dan oldu fakat oda zamansızlıktan gerçekleşemedi. Bir süre mış. Bu hakikaten iyi bir sayı. Var mı gruba faydası? Ve şuraya böyle? Eskiden burada 2000lerin başında falan metal konserleri independent devam edeceğiz. bağlamak istiyorum. Youtube daki tıklanma oranıyla grubun olurdu diye hatırlıyorum. dinleyici sayısının artması arasında pozitif bir korelasyon var Biz doğma büyüme Antalya’lıyız. Biz gençken Antalya’da Sebastiİlk single ınız Creator Become Absolute da çok kötü bir trampet an-Angel Skull gibi harika gruplar vardı. Sebastian demosunu dinledin mı? Yoksa “yutup mutup yalan, albüm yapıp konsere çıkacaksın” soundu vardı. Halen dana o single ı bu sebeple dinleyemiyorum. durumları mı? mi, bilmiyorum ama efsane bir demo idi, (Criminal Decision. Bilmem Ancak EP de iş tamamen değişmiş. Ep nin genel sound karakteri mi.. döneminin güzel işlerinden biriydi/barış) dönemlerde walkma- Evet ya metal monks çok acaip tesadüf oldu, bize mail atmışlar vi- oldukça iyi ve tüm sesler çok dengeli geliyor. Biraz prodüksiyondeonuzu beğendik kanalımıza eklemek istiyoruz, tamam ise şu formu nimden çıkartmazdım. Angel Skull ı canlı dinleme şansım olmuştu dan bahseder misin? müthiş çalıyorlardı. Hatta Croc’un büyük kuzeni zamanında Angel doldurun diye yazmışlar. Mail junk mail klasörüne düşmüş ve aylar İlk single zamanı hem ekipmanlarımız hem de bilgimiz biraz daha az sonra cevap döndük tamam diye formu da doldurduk, neyse sonra ce- idi. Evimizde ucuz ekipmanlarla kayıt alıp mix/mastering işini bir taskull’da vokalistlik yapmışlığı var. O dönemlerde Witchtrap – Ascraeus gibi gruplar burada konserler ver- vap gelmedi unuttuk bizde sonra bir gün facebook sayfasına bir girdim nıdığımıza yaptırmıştık. Daha sonra elimizdeki raw kayıt ile başka biri mişti. Bu bahsettiğim dönemler aslında 90lar. Ama o dönem Antal- mesajlar gelmiş takipciler artmış ( daha Ep yoktu o dönem) dedim ne ile çalışmaya /çalıştık ama aramızda problemler oldu ve bizde lanet ya’lı metal müzisyenleri ya şehiri terk etti ya da müziğe devam etmek oluyor ? : ) işte bu site videoyu koymuş baya 4-5 gün olmuş ve ciddi olsun deyip elimizde mevcut olan hali ile şarkıyı yayımladık. Parlak isteyenler piyasada Pop/rock çalarak hayatlarnı devam ettirme yoluna tepkiler gelmiş , beğenenler gelmiş facebook sayfasına beğenmeyeler soundu çok sevmiyoruz aslında o singleda trampet hariç kafamızdagitti. Antalya’da böyle bir kültür hep oldu tanıdığım deli canavar gi- abanmış youtube commentler bölümüne :). Aslında youtube insan- ki raw-progresif arası kaliteyi yakaladık gibi oldu : ). Single’dan EP’ye tarcılar var müzikten para kazanmak istedikleri için mecburiyetten lara ulaşmak için çok önemli ama albüm yapıp konserlere çıkmakta kadar olan sürede besteleri tamamlarken bir yandan ev stüdyomuzu piyasada rock/pop çalmaya başladılar. Rock derken yanlış anlaşılma bunu geliştirmek için önemli ve gerekli hareketler. Hiç canlı çalmamış revize ettik, bir yandan da mix/mastering konusunda anlaşabileceolması Türkçe ağlak rock’tan bahsediyorum. : ) 2000-2006 arası Antal- ama youtube-spotify dan yürümüş iyi metal grupları da var hiç klibi ğimiz birilerini aradık. Eski Black Omen, şuanda Truck vokalisti olan ya’da çok bulunmadım. Ama bildiğim kadarı ile konserler oldu ama videosu olmayan sadece canlı performans ve albüm ile uçanlar da var. Karahan’ın sayesinde Ünsal Özata(Cenotaph, Decaying Purity, Burial mekan / sound durumu yeterli olmadığı için hep kötü ses sistemi ile İkiside etkili kullanmak günümüzde çok önemli diye düşünüyorum. Invocation...) ile tanıştık. Tüm prodüksiyon kendisine ait. Creator BeÖncelikli olarak yeni kayıtlar sonrasında live kadroyu tamamlayıp came Absolute gitarları ve vokallerini yeni ekipmanlarımız ile baştan geçti diye biliyorum. Bu sorunun cevabını kendi adıma yanıtlamak istiyorum, biz 1997 bizde bu yolda ilerlemeyi hedefliyoruz. kayıt ettik, kayıt sürecinde de Ünsal bize uzaktan (Ankara) yardımcı yılında Croc ile Undertaker ( sonradan SoulTrap oldu) adında death oldu. Daha sonra mix/mastering aşamasında sürekli iletişim halinEp ile birlikte yayınladığınız son parça (yanılmıyorsam tabi) olan grubumuz vardı o dönem konser vermek için gündüzleri rap party deydik, isteklerimize 1 kere bile itiraz etmedi ve sonuçtan çok memnu“Behind The Walls..” gerek riff karakteri ve kompozisyon farklılıakşamları pavyonumsu bir yeri ayarlamıştık. Twin pedalsız davul nuz. Bence bu çok önemli yani okadar şarkı beste yapıyorsun hayaller ğı gerekse barındırdığı progresif klavyelerle diğerlerinden daha kiraladık, patlak anfi vs bu şekilde 2-3 grup birlikte o konserde çalkuruyorsun ve sonra mix/mastering yapan arkadaş “bu böyle olacak, farklı çizgide. Bu çizginin son bestelerde ulaştığı nokta ney? Tarmıştık. Genelde konserler öyle geçerdi ve az birazda kitle vardı. Birlikte başka olmaz, bu sound iyi, tamam hadi bitti! İstedikleriniz olmaz, ben zınızda gözle görülür bir farklılık oldu mu? Gerçi “The Fog” un çaldığımız gruplar genelde müziği bıraktı ya da piyasa çalgıcısı oldu. kaç albüm yaptım benden iyi mi bileceksiniz?” şeklinde sana dönüş yateaserından anladığımız kadarıyla sorumun cevabı evet ama :) Bir Arada karşılaşıyoruz Axxen Conners’dan dolayı şaşırıyorlar halen napıyor yani tam bir kabus. İlk single dönemi buna benzer şeyler yaşadık de senden dinleyelim :) sıl çalıyorsunuz, metal mi dinliyorsunuz abi ? vs gibi cümleler kurabive gerçekten sıkıcı bir durum! Aslında Ep’ d eki 3 şarkıda birbirinden farklı ama aynı zamanda da liyorlar. İmkansızlıklar hep vardı ama belki de Antalya’da bu durum kendi tarzımızı yansıtıyor. Hepsinde ayrı bir tad olmasını istedik ve daha fazlaydı . Herkes mücadeleden vazgeçti. Ya da işte metalcilik Malum gerek metal basını gerekse pek çok kişi tanım kolaylığınergen işi kafası ile bu tarzı bıraktı, bilemiyorum bizim bu şehirden çok sanırım olmuş : ) Ep biter bitmez ilk giriştiğimiz iş The Fog idi, daha dan ötürü grupların müziğini etiketlemeyi çok sever. Ancak sizin çok melodik , mid tempo nakaratı olan ama bolca tarama ve blast beat beklentimiz yok içimize sinecek işler yapıp insanlara sunuyoruz. Somüziğinizi genel olarak etiketlemekte zorlanıyorum. Ki baktınuçta para kazanmıyoruz işimizde gücümüzdeyiz ama metal müziği ğım, okuduğum pek çok kaynağın tamamına yakınında da farklı seviyoruz ve besteleri insanlara sunmaktan acaip mutluyuz. 45 derecetür isimleri ya da etkilenimler var. Ha tabi illa bir etiket olsun dede gidip maskelerle klip çekiyoruz pişik mişik olarak : ) ciddi anlamda miyorum ama sen nasıl tanımlandırıyorsun ve isimlendiriyorsun bu ruha sahipsen her engeli aşarsın, fake bir adamsan bırakırsın : ) Axxen Conners ın müziğini? Aynen her sitede farklı bir tabir oldu müziğimiz için. Biz oturup beste EP den iki şarkının klibi var. Üçüncünün boynu bükük. Var mı yaptığımızda şöyle şöyle olsun demiyoruz, ben diyorum şöyle bir riff onun için de bir klip projesi? Zira müziğiniz kadar klipleriniz de var bak Croc’da buna şunu ekleyelim diyor bir yandan vokaller geliyor dikkat çekti? Denizin soğuk sularından gelen raketli ve baltalı yaaklıma, bir yandan davulları yazıyoruz falan derken şarkı şekilleniyor. banilerin yeni maceralarını merak ediyorum şahsen :) Croc sonra bunları birleştirip temiz bir şekilde gitar kayıtlarını alıyor Denizin soğuk suları mı : ) hahaha süpersin. 3.şarkı bizim yaptığımız ve şarkı son halini alıyor. Croc’un gitar çalış tarzı progresif tarafa daha en yoğun şarkı oldu. Hem besteleme hem de kayıt süreci sancılı oldu yatkın ve o yüzden genele baya bir etkisi var bu durumun. Bundan ama istediğimiz sonucu aldık . O şarkı ile ilgili ( Cursed Messiah for dolayı bizde sayfalarımızda tarzımızı progresif death metal olarak Doomed Society) genelde çok karmaşık ve dinlemesi zor şarkı olmuş yazıyoruz. gibi yorumlar aldık, belki o sebeple ona klip düşünmedik. Belki guitar playthrough yapabiliriz ona gerçektenden boynu bükük kaldı haklısın Benim sorularım bu kadar. Son sözlerinle bitirelim röportajı.. :) Yeni şarkımıza klip gelecek ama onuda herşey yolunda giderse kısa Çok teşekkürler gerçekten keyifli bir röportaj oldu. Yeni çalışmalarımıfilm tadında birşey gibi yapmayı planlıyoruz. zı yayımlamak için bizlerde çok heyecanlıyız. 12 sene sonra ilk sayısı çıkan böyle bir derginin ilk sayısında yer almak gerçekten çok gurur Klipleri kimle nasıl çektiniz? Ya siz bu işi biliyorsunuz ya da bilen verici . birilerinden sağlam destek gelmiş. Zira drone çekimlerinden kaKendine iyi bak \m/ \m/

21


PAINKILLERS ABHORRENT DECIMATION - Ther Pardoner - Prosthetic Records (2017) Abhorrent Decimation, Londralı bir death metal grubu ve “The Pardoner” grubun ikinci albümü. Çaldıkları stil itibarıyla içine zor girilen aşırı komplike bir durumları yok. Alternate pickingin dibine vuran yer yer ilginç melodili death metal rifflerinin yanısıra groovy rifler ve arperj taramaların ilginç bir kombinasyonuyla parçaları kompoze ediyorlar. Bu da müziğine temposunun sürekli değişmesi anlamına geliyor ki zaten çok hız sınırlarını zorlayan bir grup değiller. Parça başları ve sonlarında gerek clean gitarlar gerekse klavye ve yaylılarla yaratılan atmosfer kısımları parçaları birbirine bağlamak için kullanılmış ki zaten albüm de lirikal olarak konsept bir albüm.Tek bir hikayeyi bölümler halinde anlatıyor. İngiliz şair Geoffrey Caucher’in “The Pardoner” isimli eserinden esinlenerek tüm albüm konsepti yaratılmış. Dini, şahsi çıkarları için kullanan birinin hikayesi anlatılıyor(bize ne kadar uzak bir durum değil mi:) ). Müziğe dönersek az önce bahsettiğim farklı riff kombinasyonları , aralarda giren minnoş solo gitar melodileri özellikle iyi müzisyenlikle birleşince parçaların akıcılığını ve müziğin dinlenebilirliğini bir hayli yükseltiyor. Davulların bol varyasyonlu partisyonları, müziğin genel seyri üzerinde çok etkili. Grup gerçekten iyi bir davulcuya sahip. Vesselam, elli dakikalık bu güzel death metal albümünde bizi olağanüstü orijinal şeyler beklemese de son derece güzel müzik, türün fanları için fazlasıyla yeterli olacaktır. Albümle aynı ismi taşıyan 10 dakikalık son parça ve “Conspire” kendini biraz daha öne çıkaran parçalar. Bu arada grup ciddi bir yükseliş trendi içerisinde. Avrupa’da çok büyük festivallerde büyük isimlerle çalıyorlar. Yakında isimlerini çok daha sık duyabiliriz.. [8/10] ABOMNIUM - A Hollow Path - UKEM Records (2017) Abomnium, Sapient adlı Hollandalı bir elemanın tek kişilik projesi. 2011 yılından beri sahalarda ve bu 4. albümü. 2014 te çıkan “Solace for The Comdemned” albümünü dinlediğimde beğenmiştim ama aman aman da bayılmamıştım doğrusu. Nasıldı peki diyecek olursak? Hızı değişken , yer yer melodik ve yer yerse agresif black metalin karışımı olan bir müzik vardı. Parçaların genel yapısı ve sound çok süper olmasa da yine dinlenebilir özellikteydi. Ancak dediğim gibi fark yaratacak potansiyeli zorlamıyordu pek. Fakat bu son albüm çok farklı. Müzik daha groovy özelliklere sahip death/black metale evrilmiş. Yine harika melodiler var ve tempo değişkenlik gösteriyor. Ancak taşlar yerine çok iyi oturmuş bu albümde. Dinlerken insanın yüzünde bir tebessüm oluşturup küçük bir uww çekmesini sağlayan türler arası çok iyi zıplayışlar var. Thrash-Black-Death hatta aralarda funeral doom, hepsinden bir şeyler duymak mümkün. Ve şarkılar içerisindeki bağlantılar o kadar dozunda ayarlanmış ki bütünsel olarak tam bir harman hissiyatı yaratıyor. Şarkıların genel trafikleri ve temposu da sıkıcılıktan ve tek düzelikten uzak, yer yer melodilerle süslenmiş yer yer akıllı dur kalklarla dinleyiciyi kendisine bağlamayı başarıyor. Ayrıca özellikle gitar tonları albümün prodüksiyonu da öncekilere göre çok daha iyi. Her şey duyulması gerektiği kadar duyulabilecek sadelikte. Ki prodüksiyonda bu sadeliği tutturmak ciddi meseledir. 42 dakikalık bu güzellikte clean bölümleri ve güzel melodileriyle “Ignis Fatuus” dikkati çekerken albümün ağır topu sonda gizi. “A Hollow Path” gerçekten çok güzel parça. [8 /10] ACROSOME - Narrator And Remains - Dusktone Records (2017) Metal müzik, Black Sabbath ile keşfedildiği 70lerden beri mütemadiyen bir evrim içerisinde. Sürekli birbirini doğuran türler, farklı etkileşimler, oradan buradan rol kapmaya çalışan gruplar falan derken iş bizim gibi müziği etiketleme derdinde olan dergi yazarları için bazen keşmekeşe dönüşebiliyor :). Her ne kadar geleneksel ve old school gruplar işimizi kolaylaştırsa da pek çok grup farklı etkilenimlerle mevcut türleri esnetip yeni ufuklara doğru yol açıyorlar. Post-Black Metal de mevcut esnetmelerin son yıllarda en sık karşılaşılanlarından bir tanesi ve bu yoldan giden o kadar çok grup var ki artık post black metal, klasik black metalin progresif-avantgarde kanadını oluşturan bir alt tür olmaktan ziyade kendi kuralları ve kalıpları olan bir ana türe dönüştü neredeyse. İşte bu yoldan giden gruplardan biri de Acrosome. Aslında grup dediğime bakmayın zira tek kişilik bir proje. Tabi black metal dediysek Ankara menşeili olduğunu anlamışsınızdır :). Önceki iki çalışmasında geleneksel BM e biraz daha yakın olup bunu depresif şekilde ifade eden Acrosome, bu albümde rotasını daha deneysel daha progresif sulara çevirmiş ki iyi ki de böyle yapmış. Son zamanlarda memleketten dinlediğim en iyi çalışmalardan biri olan “Narrator And Remains”, yer yer agresif yer yer bunalım-depresif duygu yoğunluğunu notalarla enfes biçimde ifade eden bir çalışma. Söylediğim gibi klasik black metalin yanı sıra çok farklı riff tipleri, çok farklı vokaller, alışılmadık atraksiyonlarıyla Acrosome, dinleyici için enfes bir duyum deneyimi yaşatıyor. Son derece hızlı bir girişle başlangıcı yapan “First Step On To The World” parça içerisindeki değişken yapısıyla yaklaşık beşinci dakikada klavyelerle farklılığa başlayıp ıslıkla bitiyor. Islık kullanılan kaç black metal şarkısı duydunuz? Benim cevabım sıfır.. Ama bu şarkıdaki ıslıklı son kısım çok abartmayayım ama hayatımda duyduğum en ilginç şeylerden biri. Sonrası gerek hızlı gerekse daha düşük tempolu olarak devam eden müzik, bazı parçalarda tam bir dinginlik havasına erişip akabinde tam bir hayvanlığa evriliyor. Dolayısıyla 36 dakikalık kısa süresiyle “Narrator and Remains” ne zaman nereden neyin çıkacağı belli olmayan sürprizli bir çalışma olarak ilk kez dinleyenin aklını başından alıyor. Yer yer bol taramalı blastbeatli hızlı kısımlar yer yer clean gitarlı klavyeli kısımlarla enfes bir uyum içerisinde. İlk üç parçada bunu dibine kadar hissederken dördüncü parça olan “Sight” ta frene basıyoruz ve psychedelic black metalin kıyılarında tatlış tatlış yüzerken “In The Wake Of Foot Traces” ile çirkinlikler diyarından tekrar geçip sonran bir önceki parça olan “Accomodate” ile depresif bir yolculuğun ardından 2 dakikalık bir enstrümantal olan “Terra Amata” ile çok enteresan biçimde albüme noktayı koyuyoruz. Peki... Albüm bitti. Dimağımızda kalan ne? Kesinlikle yaratıcı ve güzel müzik. Tek kişinin elinden çıkmış olmasına rağmen bu derece hoş bir yaratıcılık durumu her albümde denk gelen bir durum değil kesinlikle. Acrosome’un bu albümünde pek çok farklı ruh haline hitap eden bir durum var. Agresiflik, hız, depresiflik vs. Bu duygu çeşitliliği de müzikal bütünlüğe sirayet edip çok farklı ve güzel bir albüm yaratılmasına sebebiyet vermiş. Her seferinde ilk kez dinliyormuş gibi hissettiğim enfes bir albüm bu. Kesinlikle dinlemenizi öneririm. Ben müthiş keyif aldım albümden. [8,5/10]

22

AL-NAMROOD - Enkar - Shaytan Productions (2017) Al-Namrood Suudi Arabistanlı bir black metal grubu. Grubun müziği folklorik arap müziği ve az buçuk oldschhol thrash metal etkilenimli. Aslında bir gruba benzet deseniz (ki demeyin lütfen :) ) benzetebileceğim pek bir grup yok. Melechesh derseniz belki çok çok az.. O da folklorik etkilerin benzeşiminden dolayı olur. Al-Namrood çok daha farklı, daha primitif bir sound ve prodüksiyonla müziğini icra ediyor. Dolayısıyla farklı metal basını kaynaklarındaki Melechesh benzetimini çok da ciddiye almamak lazım. Al-Namrood dediğim gibi çok daha farklı bir stile sahip ve tanımlamakta zorlandığım biraz ilkelce ama son derece hoş (yoruma göre değişir) bir tarza sahip. Normal şartlarda her ne kadar ortadoğu çakması Orhan Gencebay ya da Müslüm Gürses’in primitif arabeskine hayran olsam da etnik arap müziklerinin o kadar da hastası değilim. Seikh Al Tuni, Anouar Brahem ya da Natacha Atlas gibi herkesin bildiği müzisyenler dışında da oryantal ortadoğu müziğini çok da bilmem ve pek de dinlemek için tercih etmem. Ancak Al-Namrood müziğinde arap müziği ve ortadoğu etnisitesini %100 kullanmış ve ben bunu çok sevdim :). Gerek vurmalılar, gerek üflemeliler gerekse ud ya da kanun gibi o kültüre dair ne varsa arap müziği çerçevesinde (batı müziği çerçevesinde değil) kullanılmış (tabi muhtemelen dijital olarak simüle edilmiş desek daha doğru olur). Yani etnik müziklerini metal içine sokmak yerine metali etnik müziklerine adapte etmişler. Sonuç bence çok orjinal ve güzel müzik. Ancak benimle aynı fikirde olacak çok kişi olmayacağını da biliyorum :). Riffler-vokaller tamamen oryantal kalıplar üzerine kurulu. Değişik de bir vokal stilleri var zaten. Bağıra bağıra küfür ediyormuşçasına bir hissiyat var :). Şarkılar komple arapça. Arapçanın metal müzikteki fonetik yönünün bu kadar hoş-değişik- olabileceği hiç aklıma gelmezdi. Gitar riffleri ve bazı melodiler batı müziğindeki yarım ses ve tam ses kalıplarına uymayan mikrotonal farklılıkları da barındırıyor ki bu da usüllerin (makam) arap müziği çerçevesi içerisinde seyretmesine sebebiyet vermiş. İşte bu sebeple de grup, metal müziği kendi müzikleri içerisinde kullanmış. Olağanüstü güzel besteler ve müzikalite yok belki ama farklı olduğu kesin. Neyse.. Kayıtlar Suudi Arabistan’da, mastering ise İsveç’te yapılmış.. Grubun dünya görüşünü yansıtan kapak resmi ise çok çarpıcı. Metal içerisinde farklı tadlara açık olanlara kesinlikle tavsiyemdir. [7.5/10] ANALEPSY - Atrocities From Beyond - Rising Nemesis Records (2017) Röportajda pek çok şey var. Bu yüzden pek de uzatmayacağım. Analepsy Portekiz, Lizbon’dan bir brutal death metal grubu. Müziklerindeki Slamming etki çok yoğun. Özellikle bu tip gruplarda yoğun olarak karşılaşılan parçaların ayrıt ediciliklerinin düşük olması durumu Analepsy için çok da geçerli değil. Zira her ne kadar groovy rifflerin dibine vursalar da akıllıca besteler ve düzenlemelerle grup kendini türdaşlarından bir adım öne çıkartıyor. İlk albüm olmasına rağmen özellikle sağlam besteler ve çok iyi prodüksiyonuyla albüm bu bakımdan da takdiri hak ediyor. Albümün çok dengeli ve net bir duyumu var. Kimin ne çaldığı, nasıl çaldığı son derece belli. Kaotik, karambol bir sound yok. Grupta öyle olağanüstü teknik vs. durumlar yok. Ancak tüm elemanlar üzerine düşeni fazlasıyla yaptığı için müzisyenliği de çok iyi albümün. 10 parça ve 30 dakika. Brutal Slam Death Metal sevenler kesinlikle ıskalamasın. Grubun ismini yakın zamanda daha sıklıkla duyacağız gibi. [8/10] ANIMALS KILLING PEOPLE - Eat Your Murder - Sevared Recors (2017) Adından da anlaşılabileceği gibi hayvan haklarını kendisine şiar edinmiş New Yorklu grubumuz, brutal death/grind tarzında müziğini icra ediyor. Grubun müziği bazen ne çaldığı anlaşılmayan grind ile yer yer slam tarafına kayan ultra brutal death metalin güzel bir karışımı. Özellikle davulun trampet tonu ve partisyonları “tatatatanın ustasıyım, grindın hastasıyım” diye barım barım bağırıyor. Vokal ise ultra guttural , derinden gelen hayvani bir tarzda. Çok iyi gerçekten. Tarzından parçalara , genel felsefesinden müzisyenliğine kadar ziyadesiyle sevdiğim bir çalışma oldu. Tek sorun bence süresi. Kırk dakika böylesi hızlı, kakafonik ve brutal bir çalışma için biraz çok gibi geldi bana. Bir seferde dinleyip bitiremiyorum ben bu albümü :) 13 parça var ve başlarındaki samplelar olmazsa olmazlardan malum. Türün fanlarını memnun edebilecek bir çalışma. [7/10] AXXEN CONNERS - Nowhere To Escape Sins - Self Released EP(2016) Daha ilk duyduğum andan beri hastası olduğum hem müzikal olarak hem de mizahi olarak (kliplerden) çok beğendiğim ve sıklıkla dinlediğim bir grup var sırada. Antalyalı Axxen Conners. Çıkış parçası olan Creator Become Absolute parçasını ilk dinlediğimde “oha lan süpermiş” dedim. Memleketten dinlediğim hiç bir grubun müziğine benzemeyen türleri, parçaların teknik yapısı, groove ve melodik etmenleri bir araya getiriş biçimleri gerçekten çok çok iyiydi. Sonrasında ikinci parça sonra ep derken ohaların da sayısı arttı haliyle :). Aslında grup tarz olarak bir tür etiketi koymayı zorlaştıran bir müzikaliteye sahip. Ancak progresif etkili extrem metal desek nasıl olur bilemedim. Zaten herkes öyle diyor:). Riff yapısı olarak teknik potansiyeli yüksek, değişken bir tarzları var. Baslar ile birlikte davulun da rifflere son derece uyumlu ve efektif kullanımı müzikal zenginliği katmerleyen etmenler. EP yi oluşturan 3 parçanın kronolojik yayınlanma sırasına göre baktığımızda da ilginç bir gerçekleşe karşılaşıyoruz. Parçalarda teknik, progresif yönlerle birlikte klavyeler de artış gösteriyor. Bu da bana grubun tam kıvamını bulmaya yakın olduğunu ama ufak arayışlarla da müziklerinin cazibesini arttırma peşinde oldukları fikrini uyandırdı. Klavyelerin müziğe adaptasyonu o kadar güzel oturmuş ki extrem metalin içinde klavyenin pompiş progresif etkisi, yüze beklenmeyen anda çarpan ufak tatlı bir meltem esintisi gibi hissettiriyor. Creator Become Absolute single olarak yayınlandığında sevmediğim tek şey trampet sounduydu. Müzik içerisinde çok iğreti duruyordu o ses. Neyse ki bu çalışmada grup bunu fark etmiş olacak ki müziğin içinde çok iyi tınlayan çok daha farklı bir trampet soundu kullanmışlar. Güzel de olmuş. Genel olarak prodüksiyona bakıldığında ise her şeyin profesyonelce yapıldığı tüm enstrümanların ve vokallerin tam tadında duyulduğu bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz. İlk çıkış çalışması için harika bir EP. Şu şöyle olaymış bu böyle olaymış diyebileceğim en ufak bir kısım yok. Bundan sonraki çalışmaları merak ediyorum. Gerçi yeni şarkı olan “The Fog” un teaser ı (youtube kanallarından izlenebilir) umut verici ama fikir yürütmek için çok kısa. 12 dakikalık bu EPyi mutlaka dinlemenizi salık verir , grubun yeni çalışmaları için g.tü kollamamız gerektiğini de hatırlatırım :). [8.5/10]


ATLAS PAIN - What The Oak Left - Scarlet Records (2017) Atlas Pain, röportajda da okuyabileceğiniz gibi İtalya’dan bir grup. Çaldıkları tür için sinematik pagan metal diyorlar. Peki nedir efenim olayın aslı derseniz aslında tam tarzları power metalin enerjisi, folk metalin melodikliği, swedish death metalin sertliği bol orkestrasyon ve korolar ile harmanlanıp sanki bir soundtrack gibiymişçesine sunumu. Müzikleri gerçekten çok iyi. Grubun ilk albümü olmasına rağmen hem besteler hem de düzenlemeler çok olgun. Melodiler ve atmosfer insanı sürekli olarak fantastik bir filmin içerisindeymiş gibi hissettiriyor. Ki Samuel ile röportajdan önce sinematik pagan metal tanımını hiç duymamış olmama rağmen o hissiyata kapılmıştım. Yer yer brutal vokallerle hızlı giden müzik bir anda düz vokalli pagan tarzına dönebiliyor ya da çok farklı bir atmosferle sizi bambaşka alemlerde hissettirebiliyor. Klavyeler ve envai çeşit sanal enstrümanla yaratılan bu atmosfer tam anlamıyla müziğin alamet-i farikası. Yer yer gitarların önüne geçip müziği ve melodileri sürüklerken yer yer de tek başına vokallerle birlikte tüm duyum kaynağını oluşturuyor. Albümde 10 şarkı var ve toplam süre 51 dakika. “Bloodstained Sun” ve onbir dakikalık enstrümantal “White Overcast Line” benim favorilerim. Dinlemesi yormayan ve sıkmayan, melodik , güzel müzik. Tavsiye ederim. [8/10] CENOTAPH - Perverse Dehumanized Dysfunctions- Hammer Müzik(2017) Küçükken şaşırdığımızda ya da acayip birseyle karşılaştığımızda “oha” diye tepki verirdik (ki halen veririz:). Ancak şaşkınlık düzeyi yükseldikçe tepki kelimesi de modifiye olur “oharrra” olurdu. R sayısı arttıkça da beğeni ya da şaşkınlık seviyesi artardı. İşte Cenotaph’ın bu son albümü de bol R li bir oharrrrrayı hakediyor :). Aslında Ceno cephesinde çok fazla değişen bir şey yok. Yine brutalite, teknik ve hızın sınırlarında , alışılageldiği gibi üst düzey bir albüm. Batu’nun enstruman gibi kullandığı ultra brutali bildiğimiz gibi. Ancak gitarlarda slam ve groove tarzın biraz artmış olduğunu gözlemlemekle birlikte artık Cenotaph in alamet-i farikası haline gelmiş pickharmonic li enfes riflerle bezeli bir albüm olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Gitarların yanı sıra session müzisyen Anton Zhikharev’de enfes bir bass gitar işçiliğine imza atmış ki basslar da akıllara ziyan. Vesselam yedi yıl sonra gelen bu güzelliğin tadını çıkarma zamanı. Zaten bi yedi yılda da ancak sindiririz bunu :). 8 parça. 30 dakika. Antagony of... daha düsük temposu ve farklı yapısıyla dikkat çekse de Rancid Gluttonous .. ve Perverse .... benim favorilerim. Tek kelimeyle enfes... [9/10] CONDOR - Unstoppable Power - High Roller Records (2017) Müziğinden imajına buram buram leş 80ler sonu olan Condor, Norveçli bir thrash/black grubu. Unstoppable Power grubun ikinci full-length albümü ve son derece başarılı. Hızlı , yer yer melodik ve son derece akılda kalıcı gitar riffleri müziği sürükleyen en önemli unsurken bass gitarın ekstra bir atraksiyonu olmaksızın altyapıyı doldurmuş. Vokaller son derece yırtıcı thrash vokalleri ve az buçuk tatlı bir reverb ile gayet seksenler agresifliğini yakalamış. Zaten davul tonlaması ve genel miksaj itibarıyla da eskinin çiğ , kaotik thrash/black havası verilmeye çalışılmış ve bunda da son derece başarılı olmuşlar. Parçaların başarılı, hızlı ve akılda kalıcı yapısı genel soundla birleşince ortaya çok leziz bir albüm çıkmış. Tüm parçaları çok beğensem de “you can’t escape the fire” , “unstoppable power” ve özellikle “83 days of radiation”, “horrifier” kişisel favorilerim. 8 parça , 36 dakika. Mutlaka deneyin. Grup ziyadesiyle potansiyelli. Bu yıl dinlediğim en iyi albümlerden biri. [9/10] CYTOTOXIN - Gammageddon-Unique Leader Records (2017) Alamanya ve teknik death metal deyince aklınıza ilk hangi grup gelir efenim? Evet Necrophagist.. Benim de öyle. Peki ikinci olarak hangi grup gelir desem? Bi durursunuz, bi düşünürsünüz. Gözler yukarı kayar, kafayı hafiften kaşımaya başlarsınız. Ya ikinci grubu bilmiyorsunuzdur. Ya da seçemiyorsunuzdur. İşte bu bağlamda sıradaki grubumuz, “Cytotoxin geldi, dertler bitti” mottosuyla tanıtabileceğim bir grup. Zira arkadaşlar Almanya’dan ve hayvanat gibi teknik brutal death metal icra ediyorlar. Gammageddon grubun üçüncü albümü ve işin teknik boyutunu ziyadesiyle abartmış bir çalışma. Özellikle gitarlarda shredler, sweepler havalarda uçuşurken arkalarında onlara kafa tutan enfes bir davulcuyla teknik death metal zevkini tavana vurduran bir grup Cytotoxin. Solo gitar tadındaki riffler, zengin ailenin sürekli makas atan ferrari sahibi ergenyusu gibi varyasyon ve hız delisi şekilde ilerlerken aralara serpiştirilen groove riffler ve melodik sololar işin çeşnisi olup asıl tadı veren unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Parçaların matematiği üzerinde çok durulduğu, çok kafa patlatıldığı o kadar belli ki bu derece teknik ve analitik müziğin bu kadar akışkan ve zihin-kulak yorgunluğu olmaksızın kolay dinlenebilir olması insanı hayrete düşürüyor. Az grup tutturabiliyor bence bu tadı. Bu arada grubun müzikal konsepti radyasyon-nükleer vs üzerine. Aralardaki samplelar, konuşmalar vs.. bana fazlasıyla Çernobil’i anımsattı ve dinlediğimin Alman bir gruptan ziyade Rus ya da Ukraynalı bir grup olduğu gibi bir hissiyata kapıldım albüm boyunca. Grupta eksik olan tek yön bence bas gitar. Aslında kötü falan değil. Bilakis gitarların hızına ayak uydurabilen iyi bir basçıları var fakat bu tip müzikte aranan özgün partisyonları yaratma konusunda ben pek beğenmedim. Gitarları birebir takipten ziyade müziğin virtüözitesine uygun farklı partisyonlarla gitar-davul köprüsünü kumasını beklerdim (hele ki fretless ile) fakat öyle bir durum yok. 39 dakikalık albümde 10 parça var ve söylediğim gibi kesinlikle teknik brutal death metalin en egzotik zevklerini tattıracak (oha) potansiyele sahip. Dinlemekte fayda var. (bu arada ilk ve son parçalarda gitar, solo işini hız konusunda o kadar abartıyor ki müzik bir anda 80lerin atari oyunu müziklerine dönüyor:) Dinlemekte fayda var ifadesini değiştirip “kesin dinleyin lan” şeklinde deklare etmek istiyorum izninizle :) ) [8,5/10] DIABOLIZER - Apocalypse - EP - Third Eye Temple (2016) Kadıköy’ün bağrından çıkan Diabolizer, yine son dönem Kadıköylü ektremist yoldaşları gibi insanın suratına suratına vurma konusunda elini hiç korkak alıştırmamış bir grup. Malumunuz grup Old School Death Metal sularında seyretmesine rağmen modernize etkilerle ve soundla müziğini icra ediyor. Hızı bir dakika bile düşmeyen yüksek tempo ve growl-scream çift vokal, grubun alamet-i farikası gibi. Özellikle çift vokal müzik için tam bir devinim sağlıyor. Diabolizer’in müziğinde öyle çok fazla katman katman progresif gitar partisyonları yaratalım, şöyle bi farklılık yapalım da müzikal zenginlik olsun kafası yok. Son zamanların popüler ve kullanılmaktan vıcıklaşmış kavramıyla “taktik maktik yok yok.. bam bam bam” mottosu grubun müziğini iyi biçimde tanımlıyor. Son derece hızlı ve keskin, akılda kalıcı riffer, blast-beat den ödün vermeyen davullar, böğürtüler-çığlıklar , Diabolizer’in ölüm metaline ne kadar kafalama daldığını gösteriyor. Ancak grubun riff stili için girift ibaresini de kullanmak gerek. Elemanlar çok iyi riff yazıyor ancak bunları bir arada kompoze etme biçimleri daha da iyi. Bu durum kopukluktan çok uzak bir bütünsellik oluşturuyor şarkılarda. Ara ara duyulan sololar ve dive-bomblar da enfes bir tad yaratıyor onu da ekleyeyim. EP de 7 parça var. 5 tanesi yeni kayıt. İkisi ise 2012 de çıkmış olan “Shadows Of Impending Decimation” dan şarkılar. Özellikle yeni şarkı-

ların davul tonlaması ve miksajı enfes ve çok tadında duyuluyor. Genel olarak kayıt-prodüksiyon da gayet güzel. Sadece gitar tonlarını az buçuk mekanik ve tiz karakterli buldum. Bana da öyle gelmiş olabilir ve tamamen zevk meselesi tabi. Ama az biraz daha bir organik-sıcak ton daha mı iyi olurdu acaba diye de düşündüm. Ayrıca önceki şarkılar daha melodik yeniler ise daha hızlı ve tavizsiz. Neyse.. Apocalypse, harika bir çalışma. Halen dinlemeyen death metal severler varsa şiddetle tavsiye ediyorum. Ve kessinlikle büyük merakla albümü bekliyorum. [8/10] DISHEARTEN - Portal Of Anatolia - Anonim Yapım (2017) Son zamanlarda çıkan ve sayısı giderek artan güzel çalışmalardan biri de Portal Of Anatolia. Dishearten’ın ilk albümü ve genel tarz olarak kendileri avantgarde black diyorlarsa da ben melodik black metal diyeceğim. Ancak albüm isminden de anlaşılabileceği gibi black metalin biraz da Anadolu hali gibi denilebilir. Gerek albümün isminden yollu gerekse lansman tanıtımlarının etkisiyle daha folklorik bir şeyler bekliyordum ancak bu etki çok baskın bir karaktere sahip değil. Peki nasıl bir durum var? Öncelikle grup bazı parçalarında kabak kemane kullanmış ki gerek düzenlemelerde parçaların içerisine yerleştirilme şekli gerekse miksajda müziğe çok iyi yedirilmesinden dolayı eğreti bir reklam gerecinden ziyade müziğin güzel bir parçası olduğu anlaşılabiliyor. Diğer bir folklorik etki ise albümle aynı isimli parçanın Anadolu topraklarından iki eserle süslenmiş olması. Bunlardan biri “Yine Bir Gülnihal” adlı eserin ara melodisi. Çok zekice bir şekilde geçiş melodisi olarak kullanılmış. Diğeri ise bir Ege türküsü olan “Ah bir ataş ver”. Piyanolu , kabak kemaneli, bendirli olarak bayaa bayaa parça içinde düz vokalle söylenmiş türkü. İlk dinlediğimde pek sevmemiştim ama sonra hoşuma gitti. Bunun dışında bu musikili türkülü kısımların çok iyi bir düzenlemeyle şarkıdan bağımsız kısımlarmış gibi değil de şarkının bizzat kendisiymiş gibi duyulması sağlanmış. Diğer parçalara gelirsek genel olarak klavye destekli güzel melodik black metal parçaları olduğunu görüyoruz. Enstrüman hakimiyeti, beste yapıları, düzenlemeler son derece güzel. Ara ara giren piyanolar ve kabak kemane müziği zenginleştiren etmenler. Ayrıca screamden ziyade brutale yakın bir vokal stilinin kullanılması ve düz vokallerle de desteklenmesi son derece olumlu. Albüm 52 dakikalık süreye sahip. 10 parça var. İlk ve son parçalar enstrümantal. Genel olarak baktığımızda çeşitli etnik enstrümanlarla zenginleştirilmiş ve klavyelerle destekli leziz bir melodik black metal albümü diyebiliriz. Folklorik etkilerin cılkı çıkmamış ve dozunda bırakılmış. Bu arada digipack şeklinde sunuluyor ve gerek kapak gerekse dizayn son derece hoş. Ben zevkle dinliyorum. Çok güzel albüm. [8/10] DYING FETUS -Wrong One To Fuck With - Realpse Records (2017) Death metal kralları beş yılın ardından geri döndü. Hem de bomba gibi bir albümle. Sanırım death metal dinleyen pek çok kişinin ilk beşinde olan gruplardan biridir Dying Fetus. Bu albüme değin her biri birbirini aşan yedi albüm yapmış olmaları ve dandik bir albüm yapma olasılıklarının düşük olmasından mütevellit de yüz yıl hiç albüm yapmasalar da yüz birinci yılda enfes bir albümle geri döneceklerine inancı tam olan geniş bir fan kitlesine sahipler. Onlar da bunun farkında ki beş yılın ardından gerek içeriğiyle gerek de süresiyle besleyiciliği ve vitamini bol bir albümle geri döndüler. Bu albümü öncekilerden farklı kılan ilk etmen süresi. Önceki albümlerinin ortalama süresini yaklaşık yirmi dakika aşan bu albüm(54dk) öyle kolay lokma olmadığını ve bir kaç aylık dinlemede bile kolay tüketilemeyeceğini bağırıyor. Bir diğer farklı etmense artık grubun riff stilinin biraz daha değişmiş-gelişmiş olması ve daha da teknik sulara yelken açmaları. Sweep , hatta ve hatta shred rifflerin miktarının ve teknik dozunun bir kaç tık artması göze (kulağa) batıyor. Ve tabi ki bu tip rifflerin slam-groove rifflerle olağanüstü zekice harmanlanması klasik Dying Fetus soundunun oluşmasını hatta ortalamanın aşılmasını sağlamış. Bu arada tabi ki Dying Fetus ta 10. yılını dolduran Trey Williams’in da hakkini fazla fazla vermek gerek. Davulda varyasyon, hız ve tekniğin ne anlama geldiğini dosta düşmana göstermiş. Vesselam albüm yılın en sağlam metal albümlerinden biri. Üzerine ne desek boş. Uzun zaman boyunca sanki ilk kez dinleniyormuş hissiyatı yaratacak çok ama çok zengin bir müzikaliteye sahip albüm. Tadını çıkaralım. [9,5/10 ] ZIFIR - Kingdom Of Nothingness - Duplicate Records (2017) Zifir, çok taze çıkan üçüncü full-length albümü ile karşımızda. Öncelikle şunu söylemeliyim ki albüm gerçekten çok iyi. 2011 de çıkan “Protest Against Humanity” i de sevmiştim ancak bu çok daha olgun, ayakları yere daha iyi basan ve çok daha karanlık bir albüm. Genel olarak diğer çalışmalar gibi temposu değişken, sağlam black metal olduğunu söyleyebiliriz ama gerek beste yapıları gerekse prodüksiyonu çok daha iyi. Albümde yaratılan herşeyin daha karanlık bir sound için yaratıldığı çok belli. Bu bağlamda Onur’un bas baritona yakın tiyatral düz vokallerini önceki albümlerden biraz daha fazla kullanması albümün soğukluğunu arttırıp bazı yerlerde insanı ürperten kısımlar oluşmasını sağlamış. Özellikle geri plana itilen koro tipi, melodik yapıdan uzak düz vokaller müziğin atmosferik yönünü arttırıcı unsurlar olarak karşımıza çıkıyor ki bunu genellikle klavyeyle yapar pek çok grup. Ancak burada direk vokal. Bu bağlamda grubun müziğindeki sağlam kalesi vokaller. Onur gerek düz vokalleriyle gerekse screamleriyle müziğin en önemli dinamiği (Hele ki “As Weak As Your God” daki vokaller). Bir diğer önemli nokta da tabi gitarlar. Türün ve müziğin gereklerini fazlasıyla karışlayan tipte, çok fazla melodik olmayıp black metalin karanlığı içinden geliyorlar. Klasik black metal tarama rifflerinin yanısıra arpej tip riffler özellikle müziğin temposunun düştüğü yerlerde devreye giriyor ki bu iki riff tipi albüm boyunca sürekli paslaşarak tempoyu aşağı-yukarı bir hayli değiştiriyorlar. Ayrıca tempoyu etkileyen bir önemli etken de davulun blastbeat, düz ritm geçişleri, ki davullar da müziğin devinimi üzerinde son derece etkili. Genel prodüksiyon içerisinde bir hayli derine gömülmeleri ise müziğin karanlık atmosferinin daha da belirginleşmesini sağlamış. Zaten genel sound da çok açık ya da duvar gibi flat bir duyum vaadetmiyor. Derinlerden gelen vokallerden gitarlara, genel soundun içine gömülmüş davullara kadar herşey karanlık ve çiğ bir bütünün parçaları. Öyle ki bir çok yerde gitar ve genel soundun çiğliği 90lar kuzey black metaline selam çakarken (“A State Of Chaos” ya da “Echoes From Nowhere” de olduğu gibi) yukarıda bahsettiğim atmosferik ve ürpertici kısımlar da sanki bir ayin ya da ritüelin içerisindeymişçesine bir hava yaratıyor (“Common Insanity”, ”Abet”, “The Ascension”) . Bu arada kapak çalışması da gerçekten inanılmaz başarılı. Müzikteki o bahsettiğim ritüelimsi hava ile acayip uygun. Niyeyse “Common Insanity” parçası ile kapağı direk özdeşleştirdim. Parçayı dinlediğinizde içerisinde sizi bekleyenleri görünce ne demek istediğimi anlarsınız :). Sona gelirsek albüm 44 dakika ve 12 şarkı var. Değişken temposu, karanlık atmosferi ve kaliteli beste yapısıyla dinlenebilirliği çok yüksek bir albüm. Albümü mutlaka edinin (Plak olarak da basılıyor). Zira memlekette son yıllarda black metal adına yapılmış en üst düzey işlerden biri. [8.5/10]

23


ENGULFED - Engulfed In Obscurity - HellTrasher Productions (2017) Kadıköy cehennemi son yıllarda Türkiye ve Dünya metal piyasasına çok iyi gruplar verdi. Çıkan grupların neredeyse hiç karavana atış yapmamış olması ve üst üste enfes eserler dinlememizden mütevellit şüphelerimin artması üzerine yaptığım araştırmalar sonucunda Kadıköy belediyesinin havaya ve suya hayvanlık arttırıcı kimyasal salınımı yaptığı bilgisine ulaştım. Her ne kadar twitterdan tatlış tatlış twitler atıp da insanların gözünü boyuyorlarsa da inanmayın arkadaşlar. Neyse daha fazla saçmalamadan keseyim geyiği. Engulfed’i dinlemeyeniniz kalmamıştır herhalde. Old School death metalin en leş ve en insanlık dışı halini kulaklarımızın ve beynimizin içine içine iteleyen enfes bir grup olduklarını da söylememe gerek yok herhalde. Genelde orta temponun biraz üzerinde(tabi death metal standarlarında), yer yer ise yüksek tempo müziğiyle ve 90ların bağrından kopup gelmiş riffleriyle müziklerini icra ettiklerini de biliyorsunuz sanırım. Grubun müziğinin en önemli yönü kesinlikle riff yapısı. Dediğim gibi old school özellikte, yer yer melodilerle kan rengiyle soslandırılmış rifflerin en önemli özelliği çift gitar varyasyonlarını çok iyi biçimde gerçekleştiriyor oluşları. Sağ ve sol kanallardan birbirinin içine geçmiş çok karmaşık ve kaotik olmayan ama giriftlikten de ödün vermeyen, birbiriyle uyumunu bozmayan enfes riffler duyuyoruz. Ki bu da grubun parçaları geliştirmek için ne kadar emek verdiğinin en önemli kanıtı. Engulfed elemanları işi sıkı tutup gerçekten çok iyi riffler üretip bunları harika şekilde çeşitlendirip, birbirine bağlayıp 1 saniyesi bile sırıtmayan şahane düzenlemelerle parçalarını oluşturmuşlar. Bu bağlamda albüme ismini veren parçayı tek geçtiğimi de belirtmek isterim. Dediğim gibi grubun müziği 90ların leş death metalini sonuna kadar yaşatıyor ve “olum yıl olmuş 2017 siz hala old school death met......” demeye yeltenenlerin ağızlarının üzerine daha cümleyi bitirmeden fırıncı küreğiyle vuruyor. Ha hep övdük biraz da sövsek mi? Evet. Grubun gitar ve bas soundu son derece leş ve dominant bir tarzda. Özellikle distortionların o vintage lamba sıcaklığını iliklerinizde hissediyorsunuz. Gitarları büyük keyif alarak dinledim. Ancak prodüksiyonda davul biraz ezilmiş gibi geldi bana. Aberrant gibi ahtapot bir davulcunun her vuruşunu, her nüansını dinlemek büyük bir zevk. Ancak ataklarını bazı yerlerde duymak için kendinizi zorlamanız gerekiyor. Hatta düz ritmlerde bile duymakta zorlanılan yerler var. Ki iyi duyum tabi ki müzik dinlenilen komponentlerin kalitesiyle de alakalı kuşkusuz. Ancak hatırı sayılır bir sistemle ve üstüne özellikle iyi bir referans kulaklıkla defalarca dinlemiş olmama rağmen davulların ses yüksekliğini biraz düşük buldum. Ha tabi bu prodüksiyonu yapana ve grubun tercihine bağlı bir durumdur. Vader - Litany nin açılışındaki gibi çok baskın bass karakterli techno gibi davullar da bir tercihtir (ki albüme de bayılırım), St. Anger’daki ebesinin ...ından tınlayan trampetler de. Ancak davulların genel sound içerisinde ezilip geride kalması bana tercihten ziyade hata gibi geliyor. Ki bu albümde de “paldır küldür davul duysam ne güzel olurdu lan” dediğim çok oldu. Ama tabi prodüksiyon konusunda bir amatör olarak gözlemlerim bunlar. Belki de yanılıyorumdur. Neyse. Müzikte bu kadar bahsettik bir de kapaktan bahsedelim.. Nick Keller abimizin çizdiği kapak hayatımda gördüğüm en iyi kapak çalışmalarından biri ki death metal albüm kapakları özellikle ilgi alanımdır. Kişisel zevktir, genellikle sıcak renklerin hakim olduğu resim ve fotoğraflara ilgim daha fazla olur ki bu albümde de aynen durum bu. Sıcak renklerle koyulukların uyumu ve resmin genel kompozisyonu o kadar iyi ki insanın saatlerce resmi izleyesi geliyor. Bu bağlamda da grubu kapak tercihlerinden dolayı kutlamak isterim :). Sona geldiğimizde, albüm 50 dakika civarı bir toplam süreye sahip ve 9 parça var. Bunlardan birincisi ve sonuncusu enstrumantal giriş-çıkış parçaları. Bunun dışındakiler de ortalamanın üzerinde sürelere sahip olmalarına rağmen en ufak bir sıkılma belirtisine yol açmayan son derece kalite parçalar. Albümü genel olarak çok beğendim. Ha “yok 90ların müziğini kopyalamışlar” , “yok yeni bişey üretmemişler” bik bik bik diyen dallamaları sallamamak ve akabinde memleketten böyle bir grubu dinlemenin zevkine varmak gerek. Umarım yeni albüm için arayı çok açmazlar. [8,5/10] FIBROBLASTOM - Timeless Expanding Of Particular Formations - EP Fibroblastom, Ankara’dan Slamming Brutal Death Metal grubu. Etliye, sütlüye ve teknik hadiselere fazlaca girmeyen grup slam/groove tarzının sınırlarından neredeyse hiç çıkmaksızın müziğini icra ediyor. Bu bağlamda rifflerde ve müziklerinde ayırd edici çok fazla unsur bulunmuyor. Her ne kadar şarkılar güzel olsa da beste yapılarının, düzenlemelerin ve gitar varyasyonlarının biraz daha gelişmesi icabeder diye düşünüyorum. Vokal , ultra brutal tarzda müziğe gayet uyumlu. EP de biri intro olmak üzere 8 parça var. Sözler genelde nebulalar, solucan delikleri, galaksiler gibi astro hadiselerle alakalı. Ki kapak da bu konseptin bütünleyicisi. EP, karton kapaklı şık bir sunuma sahip. Genel olarak güzel bir çalışma. Benim hoşuma gitti. Ama grubun kesinlikle gelişmeye , kendini tam olarak bulmaya ve daha iyi ifade etmeye ihtiyacı var. Bundan sonrasında çok daha iyi çalışmalar duyarız umarım gruptan. [6/10] GOD DETHRONED -The World Ablaze - Metal Blade (2017) Küsüp küsüp barışan liseli sevgiler gibi bir dağılıp bir birleşen grubumuz God Dethroned onuncu şaheseriyle karşımızda. Albüm, “Passiondale” ve “Under the Sign Of The Iron Cross” albümlerinin devamı olarak I. Dünya Savaşı serisinin son halkası. Böylece seri tamamlanmış oldu. Ya da devam mı eder? Bilmiyorum. Son şarkının sözlerine bakınca bitmiş gibi geldi bana :) Blackened Death metalin yılmaz neferleri bir dahaki albüme kadar bakalım kaç kez dağıldıklarını açıklayacaklar. Sanırım 3.5 üstü oynamak makul :). Neyse efenim geyik bir yana Bolt Thrower’ın ortamdan çekilmesiyle öksüz kaldığını düşündüğümüz cenk alanları bu albümle God Dethroned’a kalmış gibi görünüyor. Zira albüm müzikal olarak gerçekten çok başarılı. Türdeşlerine oranla biraz daha melodik takılmayı seven God Dethroned bu albümde de bu özelliğini ayyuka çıkararak inanılmaz melodiler eşliğinde müziğini icra ediyor. Riffleri de acayip melodiler üzerine kuruyorlar ki albümün introdan sonraki açılış şarkısı olan “Annihilation Crusade” de parçasının omurga riffini dinleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Tüm albüm boyunca inanılmaz bir melodi yoğunluğu ve müzikal ziyafet devam ederken sertlikten taviz vermeyen ziyadesiyle sert bölümler de parçalara yedirilmiş. Albüm, önceki iki albümdeki gibi bir intro parçayla başlıyor. Ardından dokuz parça ve 41 dakikalık süresiyle bir dakikası bile sıkmayan enfes bir death metal ziyafeti olarak kulaklardaki ve belleklerdeki yerini alıyor. [Çıktığından bu yana bilmem kaçıncı kez albümü dinler ve bu kritiği yazarken oğlumun yanıma gelip Barış Manço aç demesiyle Blackened death Metalin en efsanevi şarkısı olan “Acıh da bağa Vir” paçası ile kritiği yazmaya devam ediyorum :) ] Bu arada konseptin I. Dünya Savaşı ile ilgili olduğunu söylemiştim. Sözler de genelde savaş alanındaki askerlerin psikolojisini yansıtan , savaş taktiklerini anlatan ya da 1900lerin ilk çeyreğindeki siyasal ortamla ilgili tarih derslerinden hallice sözler olduğunu söylemek lazım. Geçen albümlerde kendilerini siyasal tartışmaların odağına sürükleyecek ya da zor durumda bırakacak herhangi bir durum pek yoktu

24

ki bil hassa ve pek çok kişinin alınabileceği ya da sinirlenebileceği bir konu olduğundan dolayı denge iyi ayarlanmıştı sanki. Bunda da öyle. Arada bir koklatsalar da [“Annihilation Crusade” ya da “Escape Across The Ice(The White Army)”] ayaklar gazdan hemen çekilmiş ve pek ileri gitmemişler. Sonuç olarak albüm çok iyi hacılar. Her zaman çıkmaz böylesi. Halen dinlemediyseniz mutlaka dinleyin. 2017 nin metal adına en büyük güzelliklerinden biri. [9/10] HYPERDONTIA - Abhorrence Veil - Demo (2017) Kadıköy menşeili pek çok death metal grubundan tanıdığımız Malik ve Mustafa’nın biri Polonyalı biri de Danimarkalı iki elemanı da yanlarına alıp kurdukları bir grup Hyperdontia. Abhorrence Veil grubun ilk çalışması. Bestelerinden, kaydına, flayerlarından, davul tonlarına kadar her şey 90ların karanlık ölüm metali. Kesinlikle komplike bir müzik değil. Karmaşadan uzak düzenlemeler sade ama son derece etkili balyoz gibi riffler, bol reverblü davul ve gitarlar grubun tarzını açıklamak için az da olsa yeterli olur sanırım. Çift gitarın genelde birbirini takipleyip aynı düzlemde türün-konseptin kurallarına göre gittikleri, bas gitarın son derece baskın olduğu, vokallerin ölümüne brutallikten taviz vermediği bir çalışma olduğunu da eklemek gerek. Genel sounda baktığımızda çok kurcalanmamış ham bir materyal bu demo. Bu hamlık da zaten grubun elde etmek istediği oldschool tarzın temel yaratıcısı. Demo normalde 7” plak olarak basıldı ve 2 şarkı vardı. Ancak ben bandcampten dinliyorum ve 3. bir bonus şarkı da eklenmiş demoya. Toplam süre 12 dakika. “Internal Incineration” benim açık ara favorim. Çok iyi parça gerçekten. Engulfed ya da Decaying gibi havalı olmaktan ziyade, çok daha mütevazi bir tarzı var Hyperdontia’nın. Gitmek istediği yere en kısa yoldan giden, anlatmak istediğini de en düz şekilde anlatan bir tarz bu. Samimiyeti ve güzelliği de buradan geliyor sanırım. Old School Death Metal sevenlerin ıskalamaması gereken çok sıkı bir çalışma. [7.5/10] KHAZADDUM - Plagues Upon Arda - Self Released (2017) Death metal sever misiniz? Peki ya Yüzüklerin Efendisi? Şimdi her ikisi bir pakette. Ve sadece 10$a :). Girişten de anlayabileceğiniz üzere Khazaddum Orta Dünya temalı , Milwaukee’den kuduz gibi bir death metal grubu. Ben her iki bileşeni de çok sevdiğimden dolayı CD, playera girdiğinde zaten grup kritiğe 1-0 önde başladı. Ancak death metalin iyi çalınmış hali, ortalamanın üzerindeki teknik dozajı, brutalitesi, güzel melodileri ve sağlam parçalarıyla grup kısa sürede farkı arttırdı :). “Plagues Upon Arda”, grubun ikinci çalışması. Röportajda da bahsettiği gibi ilki bir EPydi. Tarz olarak Nile’a fena halde benziyordu. Ancak bu çalışmada bu benzerlik azalmış. Ha, halen benziyor mu evet. Ama zaten death metal dinleyen biri de herhalde grubu bir başka gruba benziyor diye dinlememezlik etmez. Yani etmese iyi olur.. (tamam sen et o zaman arkadaş.. ben sorun etmiyorum :) ). Riff tipleri , işlenişleri ve geçişleri son derece zevkli bir duyum yaratırken (orijinal değil ama güzel) özellikle Pete Kissane’nin davulları grubun müziğinin hız ve brutalite hissiyatının kat be kat artmasını sağlıyor. Bir dakika bile durmayan davullar çok iyi bir teknik ve hızla çalınmış ki takdir etmemek mümkün değil. Müziğin önüne geçmeden müziği arkadan destekleyen koro vokalli senfonik kısımlar Orta Dünya’nın fantastik atmosferinin yansıtılması bakımından çok olumlu bir eklenti olmuş. Genel olarak brutal, hızlı, vahşi biçimde seyreden müzik, yer yer melodik ve senfonik kısımlarla desteklenip güzel bir denge oluşması sağlanmış. Ben çok beğendim. Brutalci fantastik arkadaşlar da severler. “Lord Of Isengard”, “Legion Of The White Hand” ve melodik yapısıyla “Shelob The Great” dikkate değer şarkılar. Grubun bu albümü herhangi bir şirketten değil grubun kendisi tarafından dağıtılıyor. Bandcampten albümü ücretsiz dinleyebileceğiniz gibi 10$ karşılığında edinebilirsiniz de. Ama en güzeli fiziksel materyaldir. Benden söylemesi :) [8/10] KING WOMAN - Created in the Image of Suffering - Relapse(2017) King Woman Amerikadan bir grup. Grubun kurucusu ve frontwoman kişisi Kristina Esfandiari isimli bir abla. Grubun tarzı için biraz doom biraz shoegaze , hafif stoner ve bolca Kristina diyebiliriz. Zira aslında grubun müzikal sitili Kristina’nın değişik vokal stilinde yatıyor. Onu gruptan çıkarıp kıllı bi herifi koyarsak grubun müzikal olarak hiçbir ayırt ediciliği olmaz. Kristina’nın vokalleri grubun alamet-i farikası durumunda. Farklı bir ses rengi var ve sesini çok değişik şekilde kullanıyor. Alışılageldik kadın vokallere özgü o melodik-ahenkli, bülbül gibi şakıyan bir tarzı yok. Daha soğuk, dramatik daha atonal bir tarzı var. Özellikle konserlerde daha da belirginleşiyor bu. Kayıtlarda pek coşmamış. Konserler fena :) Gördüğüm kadarıyla seveni kadar sevmeyeni de var. Hatta nefret edeni. Ben sevenler tarafındayım. Biraz shoegaze etkili olduğundan mütevellit gitarın da iyi iş yaptığını söyleyebilirim. Malum bol efektli ama hoş partisyonları var. Yine de biraz rifflerle öne çıksaymış da diyor insan. Ara ara giren yaylılar ya da sitar benzeri efektler kulakta hoş bir seda bırakıyor. Lirikal yöne baktığımızda elemanlar bir hayli bunalımlar , travmatik durumlar falan içerisindeler. Albümün sonuna doğru “ööf yetee gari len, guşlu böcekli şaakılaa isteyom ben” diyecek oluyorsunuz ki albüm bitiyor. Zira 39 dakika. Tam tadında bitiyor. Düşük tempo bir noktadan sonra bayabiliyor(funeral doom hariç :) ). “Deny”, “Hierophant” , “Manna” hoşuma giden parçalar oldu. Türden hoşlanan arkadaşlar bir denesin derim. [7/10] LICH KING - The Omniclasm (2017) 2006 dan beri ortalarda olan ve 11. yılında 6. albümünü yayınlayan Lich King i pek çoğunuz biliyorsunuzdur zaten. Retro thrash ile haşır neşir olup crossover sınırlarında gezindikleri de malumunuz. Punk vari rifflerle bezeli keskin gitarlar ve her daim duyulan kütür kütür bas gitar, soundun doyurucu yönünü vurgulayıp dinlenebiliteyi ve hız hissiyatını ziyadesiyle arttırıyor. Civilization hariç albüm boyunca hızını ve temposunu pek de düşürmeyen grup özellikle değişken ve varyasyonlara açık riff yapısıyla sıkıcılığın önüne geçip nasıl geçtiğini anlamadığınız bir 42 dakika vaadediyor. Ancak 7.27 lik süresiyle inceden stoner/doom tadındaki “Civilization” ise The Omniclasm’ın en farklı şarkısı. Düşük tempo, hafif sololar, tatlış melodiler ve 70lerin klavyeleriyle albümün ortasında bambaşka bir dünya yaratmış. Çok enteresan bir deneme ve benim ziyadesiyle hoşuma gitti. Ama umarım deneme olarak kalır zira Lich King sağlam bir thrash grubu. Onlarıda stoner ın ağır sularında kaybetmeyiz umarım :) . Neyse.. Albüm, önceki albümlerin açtığı yoldan , gösterdiği hedeften , grubu başarıya götüren müzikal formüller fazla esnetilmeden Lich King sınırları içerisinde ziyadesiyle başarılı bir düzeyde. Lirikler yine zekice yazılmış laf sokmalar (hiciv sanatı) üzerine şekillenmiş ki bazılarına katılsam da bazen saçmaladıklarını düşünüyorum. Vesselam ben severek dinliyorum. Lich Kingle tanışmanız eskiye dayanıyorsa zaten dinlemişsinizdir. Hiç dinlemediyseniz de , retro thrash ve crossover seviyorsanız tam size göre. Bu arada grubun alamet-i farikalarından biri olan vokal Tom Martin’in albüm çıktıktan sonra gruptan ayrıldığını da belirteyim. [8/10]


NOUMENA - Myrrys - Haunted Zoo Prod (2017) İyi müzik yapan grupları ikiye ayırıyorum. Bazısı dinlediğin ilk dakikadan itibaren uww dedirtip kendisine bağlayan gruplar, bazısı ise dinledikçe güzelliği keşfedilen gruplar. Bunlara çok sayıda örnek verebiliriz ancak uzatmadan konuya gireyim Noumena, kaliteli müziği ve akılda kalıcı parçalarıyla kesinlikle ilk grupta yer alan bir grup. Grubu dinlediğim ilk dakikadan beri (ki 5 albümleri var ve ben son albümde keşfettim) hep açayım da bi daha dinleyeyim durumundayım. Noumena, Fin diyarından bir melodik death metal grubu olarak lanse ediliyor. Müzikleri yer yer melodik deathin hızı ve coşkusunu taşımasına rağmen bazen de yavaşlayıp ve duygusallaşıp melodik doom/death kanadına geçip rakip kaleye o bölgeden yükleniyor. Bu bağlamda melodik death kadar melodik doom tanımını da hak ediyor müzikleri. Tabi bu değişken tempo içerisinde değişmeyen tek şey dinlediğiniz ilk andan beri beyninize kazınan harika melodiler. Grubun üç vokalisti var. Biri brutal vokal diğeri kadın vokal üçüncüsü ise sadece 3 parçada giren hardcore vari tam tanımlayamadığım bir vokal tipi :) . Tüm parçalar yer yer sadece biri ya da genellikle ikisinin veya üçünün paslaşarak götürdükleri parçalar. Brutal vokalleri, erken dönem Amorphis vokallerine benzettim. Ki zaten müziğin melodik yapısı da Amorphis’i andırmıyor değil. Teknik, taktik kasmaktan ziyade yaptığı müziğin duygusal yönüne ve samimiyetine odaklanan grup, parçaların sistemini de çok zora koşmadan tek gitar melodi tek gitar ritm şeklinde ilerletiyor. Bas ve davulda da yine sade , görev adamlığı şeklinde bir durum söz konusu. Hal böyle olunca bu sadeliğin içinden çok başarılı bestelerle samimiyet dozu yüksek ve çok başarılı bir albüm çıkmış. Albümdeki tüm şarkılar fince. Fincenin bu tip müziklerde kadın vokale çok yakışan değişik fonetik yapısı, işin egzotik yönünü daha da arttırıp “ne didi acaba? sövdü mü nitti?” kaygısı yaratmaksızın dimağın müzik merkezinde hoş bir tat bırakıyor. Zira vokaller o kadar güzel ki kötü bir şey söylemiyordur kesin:). Ayrıca bu hoş tat gitar, Bas, davul triosuna yer yer akustik gitarlar yer yerse vokalist hanım ablanın çaldığı piyanoların eşliğiyle daha da zirve yapıyor. Oh ne güzel de oluyor :). Özellikle kadın vokalin zirve yapıp akustik gitarların tüm parça boyunca diğer gitarlara eşlik ettiği “Murhehuone” en beğendiğim parça oldu. Ayrıca üçüncü parça olan “Kirouksen Kantaja” ve görece yavaş temposuyla on dakikalık son parça olan “Syvalla Vedessa” da çok güzel parçalar. Bol melodili, kadın vokalin brutalle birlikte götürdüğü, müziğin çok hızlanmadığı ve dinlerken yüzde anlamsız bir tebessüm oluşturan duygusal metalleri seviyorsanız işte bu albüm o albüm:). [8/10] OHOL YEG - Ölü Orman - Self Released (2017) Son günlerde sık dinlediğim albümlerden birinde sıra. Bilmiyorum daha önce duydunuz mu ya da dinlediniz mi ama Ohol Yeg, Ankara’dan [Cosmic Funeral’dan da tanıdığımız] Sazakan’ın tek kişilik projesi. Tür ise Black Metal. Hem de en çiğ, en primitif ve en samimi haliyle. İlk albüm olan Humanize’i dinlediğimde çok beğenmiştim. Zira albümü dinlediğimde sanki biri bana “al abi bu grup 90ların ilk yarısından Norveçli bir gruptu. Albümü kaydettiler ama bi türlü basamadılar.. bu kıyağımı da unutma” demişçesine bir hissiyata kapıldım. Gerek şarkıların genel çiğliği, gerek akciğerlerin en ücra köşelerindeki alveollerden gelen yırtıcı screamler, gerekse prodüksiyondaki o 90lar havasını koklatan amatör kayıt ziyadesiyle dikkatimi çekmişti. Bir yıl sonra ise Sazakan ikinci albüm “Ölü Orman” ile karşımızda. Samimiyet ve güzel parçalar itibarıyla durum bu albümde de aynı. Ayrıca halen daha çok da steril bir sound olmadığı için (sanırım ev kaydı) kulağımda çok iyi bir etki bıraktı. Ha ev kaydı falan dediysem falsolu dandik bir kayıt gelmesin aklınıza. Gayet güzel ve temiz bir kaydı var albümün. Her şey son derece güzel duyuluyor. Sadece profesyonel olarak miksaj ve mastering ile bolcana filtrelenmediği için daha ham bir ses var. Ha başka tarzdaki başka bir grup için aynı şeyleri söyleyemeyiz belki ama Ohol Yeg’in müziğine çok iyi gittiği kesin. Öncekine göre gitar tonları biraz değişmiş. Artık tiz karakterli daha mekanik gitar soundundan ziyade daha bas-mid karakterli ve daha sıcak daha organik bir gitar soundu duyuyoruz bu albümde. Ayrıca gitar partisyonlarının daha da gelişip hem riff tipi hem de ana omurgayı daha iyi organize etmeleri bakımından da bir gelişimden söz edebiliriz. Tarz olarak mid tempo ile yüksek tempo arasında , ana hatlarıyla melodik etkilere fazla yanaşmayan parçalar son derece karanlık ve soğuk bir etkiye sahip. Güzel tipik BM riffleri, önceki kadar çok dur kalk yapmayan sıkı düzenlemelerle ve bazı yerlerdeki çift gitarın efektif kullanımıyla müziğin ana hatlarını belirliyor. Davullar da gayet iyi çalınmış (ya da yazılmış). Gereksiz atraksiyonlar yok. Ama yapması gereken yerlerde de varyasyonlarını yapıp müziğin seyrini değiştirebiliyor. Bazı parçalarda çok ön palana çıkmadan giren klavyeler de müziğin karanlık atmosferinin artmasını sağlamış. Albümde dokuz parça var ve toplam süre 40 dakika. Bunlardan birincisi ve sonuncusu intro-outro olarak klavye enstrümantalleri. Düş, Ölü Orman ve Boşluk Türkçe parçalar. Evet artık ekstrem metalde Türkçe, olağanüstü bir orijinalite durumu oluşturmasa da iyi sözler yazılıp iyi partisyonlarla seslendirildiğinde de tadından yenmiyor. Aynen burada olduğu gibi. Özellikle albümde en beğendiğim parça olan “Boşluk”’u dinlediğinizde ne demek istediğimi sanırım daha iyi anlarsınız. İngilizce sözlerde yazanın da okuyanın da ana dili ya da süper biçimde hakim olduğu bir dil değilse şiirsellik genellikle hak getire durumunda oluyor. Ancak ana dilde metal hakikaten çok şiirsel ve iyi sonuçlar doğurabiliyor. Örneğin “Boşluk” şarkısındaki: Saklanacak bir yer yoksa eğer / Gömül topraklara / O, perdeler güçsüz benliğini / Karartıların içinde gibi. Şiirsel ve etkili. Ayrıca diğer parçalarda pek girmeyen clean gitarlar ve melodik-duygusal sololarıyla “Düş” de gayet güzel bir parça. Vesselam toparlayacak olursak ne yapmak istediğini çok iyi bilen ve bunu becerebilecek istidada sahip ellerden çıktığı her haliyle belli olan bu güzel Black Metal albümünü kesinlikle dinlemenizi öneririm. Zira gerek sağlam müzikalitesi , gerek karanlık atmosferi gerekse samimiyeti ile dinleyiciyi saran bir albüm Ölü Orman. Gerçekten çok başarılı. [8/10] OPEN THE NILE - Levity - EP (2017) Open The Nile Amerikadan progresif death metal çalan bir grup. Bu ikinci Ep leri ve henüz bir albümleri yok ancak yüksek müzikal potasiyelleri olan bir grup. Müziklerinde metalcore etkisi görülse de genelde prog death yolu daha baskın. Brutal vokallerin yanı sıra sık sık giren ve ilginç-güzel partisyonlara sahip clean vokaller son derece başarılı. Parçalar içinde sık sık duyulan klavyeler de gayet leziz ve yer yer progrock-psychedelic etkiler bile yaratıyor. Clean gitarlar ve yaylı orkestrasyon bölümler de müziğin ekstra zenginlik kaynakları. Ep beş parçadan oluşuyor ve toplam süre 20 dakika civarı. “Levity” ve “Walls Of Sina” diğerlerinden biraz daha öne çıkan parçalar. Tek negatif yön bu türde önde duyulmak istenen bas gitarların az biraz geride kalmış olması. Bunun dışında negatif bir yön göremedim. Ki bu da bir tercih tabi. Farklı bir prog death deneyimi için tavsiye ederim. Ben beğendim. [7.5/10]

OUT.DLL - Yabancı -EP-Self Released (2017) Out.dll izmirli bir progresif rock grubu(ya da projesi). E grubun hem izmirli hem de progresif rock çalıyor olması, anında nazar-ı dikkatimi celbetti (pozitif ayrımcılık :) ). Vakit kaybetmeden dinlemeye başladım ve dinlediğim şey ziyadesiyle hoşuma gitti. Grup , modernize soundlu ve türkçe sözlü progrock çalıyor. Müzikte ilk dikkatimi çeken şey bas gitar oldu. Bas gitarın türün gereği olduğu üzere altyapıya çok iyi biçimde hakim olduğunu söyleyebilirim. Hatta fazla fazlası bile var. Bu bağlamda “basçı kimmiş len” diye künyeye baktığımızda bizi büyük bir sürpriz bekliyor. Bas gitarist Porcipine Tree basçısı Colin Edwin. Konuk müzisyen olarak ep de yer almış. Gerçi olağanüstü işler yapmamış olsa da gayet hoş bir tad katmış çalışmaya. Bunun dışındaki tüm enstrümanlar ve yazmasa da sanırım yaratım-üretim süreci, tek bir kişinin (Yiğit Akdokur) elinden çıkmış. Müziğin diğer kısımlarına bakacak olursak, şarkıları fazlasıyla beğendiğimi söyleyebilirim. Söylediğim gibi klasik progrock tan ziyade modern stilde bir çalışma bu. Akustik ve clean gitarların yanı sıra yeryer gaini ziyadesiyle artan overdrive gitarlar da müzikte kendisine yer bulmuş. Müziğin bir diğer sürükleyici etmenleri olan klavyeler ve elektronik etmenler de çok güzel biçimde kompoze edilmiş. Böyle olunca da ortaya son derece lezzetli bir çalışma çıkmış. Müziğin genelde dingin giden ama yer yer de agresifleşen hali içinde vokaller de son derece uyumlu ve bütünün en güzel parçalarından biri. Yiğit’in ses rengi ve kesinlikle detonasyona düşmeyen tekniği gerçekten çok başarılı. Bu arada sözlere de değinmeden geçemeyeceğim, çalışmanın adından da belli olabileceği gibi yabancılaşma , uyumsuzluk gibi konular üzerine. Sözleri çok beğendiğimi de söylemek isterim. Çalışmada ikisi enstrümantal olmak üzere beş parça var. Tarz dışı gibi görünen son parça olan Minik Fare biraz daha blues-rock a meylediyor. Parçaların hepsi son derece güzel ve hepsini beğendim ammaa fretless bass altyapısıyla “yorulsan da” yı bir tık daha fazla sevdim sanırım :) . EP nin prodüksiyonu da harika. Müziğin tüm bileşenleri kulağa son derece dengeli geliyor. Mastering, The Pinneapple Thief ten tanıdığımız Steve Kitch tarafından yapılmış. Son olarak, progrock seviyorsanız kesinlikle ıskalamamanız gereken bir çalışma. Türkiye’den böylesi güzellikleri dinliyor olmanın keyfi paha biçilmez. [7.5/10] PSYCHOTIC - EP - Self Released (2017) Retro thrash hareketi 2000lerin ikinci yarısında dünya genelinde müthiş bir dirilişle yükselişe geçse de malum bizim memlekette pek yaprak kıpırdamadı. Uzun zamandır ulan bizde de o kadar iyi gruplar varken neden 80ler thrash çalan bu kadar az adam var ki derken son derece tesadüfi biçimde Psychotic ile karşılaştım. Stüdyo deep e bir kaç grubun cdsini almaya gittiğimde Ali Özdemir’in bunu da bir dene demesi üzerine grupla tanıştım. Sonrası iş röportaja kadar gitti malum :) . Peki nedir Psychotic ile olayımız? Psychotic, kendi besteleriyle çatır çatır retro thrash çalan bir grup. Parçaların genel yapısı, lirikal konsept ve hatta grup imajı tamamen 80lerden kalma. Buraya kadar herşey çok güzel. Ancak şarkılar çalmaya başadığında iş daha da güzelleşiyor. Riffler gerçekten çok iyi ve biraraya getirilme durumları da hiç kopukluğa girmeden çok iyi ayarlanmış. Tek gitar olmasına rağmen bas gitarın aktif rolü ve efektif partisyonları altyapıyı çok iyi doldurmuş. Ayrıca davullar da bestelerin enerjisinin dinleyiciye geçmesinde önemli etken. Ancak ep hücum kayıt olduğundan mütevellit gitar, soloya geçtiğinde soundda büyük boşluk oluşuyor ki kanal kayıt yapıldığında bu sorun da aşılır. Bu arada sololar demişken her parçada karşımıza çıkan yer yer melodik yer yer hız sınırlarını zorlayan soların müziğe harika bir zenginlik kazandırdığını da beliteyim. Grubun müziğinin en sevdiğim yönlerinden biri ise vokalleri. Partisyonlar ve stil olarak son derece enerjik ve gaz. Bu bağlamda müziği sürükleyen ana etmenlerdenden biri kesinlikle vokaller. Feci şekilde nakaratlara eşlik etme hissiyatı yaratıyor :) . EP de 5 parça var. 3 ü eski 2 si yeni kayıtlardan oluşuyor ve farklı kayıtlar olduğu bir hayli belli. Zaten röportajda da okuyabileceğiniz gibi hücum kayıt. Ama samimi bir konser hissiyatı yaratmasından mıdır nedir ben kaydın bu halini pek bir sevdim :) . 80ler thrash ve özellikle de Slayer seviyorsanız kessinlikle tavsiye ederim. [7.5/10] REPLACIRE - Do Not Deaviate - Seasons Of Mist(2017) Replacire, Amerikalı bir teknik death metal grubu. Albüm, grubun ikinci çalışması. Müziklerini Avrupalı türdaşları gibi melodiler üzerinden yürütmektense daha atipik rifflerle ritm üzerinden yürütüyorlar. Bu da aralardaki melodik kısımlarla bileştiğinde Meshuggah tarzı bir etkiden Dying Fetus’a kadar geniş bir etki yaratıyor. Olağanüstü yaratıcı ve teknik riffleri yok belki ama bir araya gelip kompoze edilmeleri çok başarılı ve müziğin teknik yönünü oluşturan temel etken de bu. Çok inişli çıkışlı, fazlasıyla değişken müzik bu durumu gitarlar kadar davullara da borçlu. Keza davulcu arkadaş gerçekten çok yaratıcı ve enstrümanına fazlasıyla hakim. Ayrıca grubun bir önemli özelliği de müziğinin içerisinde yer yer kısa geçişler olarak yer yerse parçaların önemli kısımlarını oluşturan clean gitarlı ya da sadece sololardan oluşan progresif kısımları sıklıkla kullanması. Ayrıca bu kısımlar da dahil olmak üzere pek çok yerde çok iyi clean vokaller var. Ki zaten grubun vokalisti de bu sayıda röportajı bulunan Wilderun’un vokalisti olan Ewan. O Mikael tarzı vokaliyle yine harika işler çıkarmış. Albüm 38 dakikalık bir süreye sahip ve 11 parçadan oluşuyor. Tam ortadaki 6. parça olan “Reprise” 1.12 lik bir piyano enstrümantali. Muhtemelen de “Abi ilk 5 parçada kafa s*ktik. Bi 5 parça daha s*kecez. Arada bi dinlenin” şeklinde bir kafayla oraya eklendiğini düşünüyorum :) . Dinamik, teknik, avant-garde death metal nasıl olur diyorsanız Replacire’i bir deneyin derim. Çok çok başarılı. [8/10] SAMSARA- When The Soul Leaves The Body - Slovak Metal Army(2017) “Can bedende çıkınca” adlı çalışmasıyla sıradaki grubumuz Slovakya’dan. Albümün duygusal ismine bakıldığında tür de az çok tahmin edilebiliyordur. Doom evet. Atmosferik Funeral Doom Death tam olarak tarzları. Malum tempo ziyadesiyle düşük. Genellikle bir gitar melodi, bir gitar power chord ya da riff formülüyle gidiyorlar. Türün en klasik ve güzel formülü. Tabi yer yer çift gitar oktavdan melodi de gittiği oluyor. (Sanal enstrumanlarla çalınmış) Keman , piyano, klavye gibi enstrümanlar da yine türün olmazsa olmazlarından ve Samsara’nın da vazgeçilmezlerinden. Genellikle gitarların yer yerse kemanların sürüklediği melodiler son derece güzel. Brutal vokal albümün neredeyse tamamında var. Ancak arada giren düz ve fısıltı vokaller de yine müziğin grisinin farklı tonları olarak çalışmaya renk katıyor. Ona keza clean gitarlar da arada kendini gösterip müziğin seyrini güzelleştiriyorlar. Albümün tam ortasındaki 1:45 lik “It’s Close” zaten sadece clean gitarlar, fısıltı vokaller ve çok sinir bozucu kıkırdamalardan oluşuyor. Bu parça dışında geriye kalan beş parçanın en kısası dokuz dakika civarı. Toplam süre de 55 dakika. Ondört dakikalık “Between Two Worlds” albümün dikkat çeken parçası. . Funeral Doom Death seven biri olarak albüm benim hoşuma gitti. Gece balkona çık, ışığı kapat, birayı çıpslat şeklindeki ritüllerin fon müziği olabilecek bir çalışma. Tecrübeyle sabit. [7,5/10]

25


SILENCE AND AGONY - Prologue Of Grief - Self ReleasedEP (2017) Ankara deyince aklıma gelenler: Hanım köylü olduğumdan mütevellit memleketim, askerliğim , behzat ç, ve black metal. Tabi derginin konsepti gereği şu an sadece sonuncusundan bahsedeceğim :). Girişten anlayabileceğiniz üzere Silence And Agony Ankara’dan bir black metal grubu. Prologue Of Grief, geleneksel black ile post-black karışımı tarzıyla grubun ilk çalışması. Toplam 13 dakikalık çalışmada iki parça var. Post black metali, türün gitar kalıplarını zorlamadan ve farklı etkilenimlere çok fazla girmeden düz yoldan çalıyorlar. Yani klavye, cleanler, düz vokaller falan pek yok. Her iki beste de gayet güzel. Yani başlangıç için güzel besteler. Kayıt profesyonel dokunuşlar olmaksızın %100 amatör ev kaydı. Gayet dinlenebilir ve güzel bir kayıt. İlk parça başındaki clean kısımlardaki hıss dışında kulağa gelen çok fazla sıkıntı yok gibi. Davul, ev kaydına göre iyi mikslenmiş. Baslar da (ki bence ev kaydında en zoru bu) gayet dengeli. Değişken temposu ve daha varyasyonal yapısıyla “The Urban Gaze” ilkine göre kesinlikle daha dikkat çekici bir parça. İlk aşama için sınıfı geçen bir çalışma bu bence. Mükemmel gitar partisyonları, düzenlemeler ya da orijinalite olmasa da gayet hoş (ki bunlarda kimin umurunda). Ha gelişmeye ihtiyaç var mı? Evet. Kesinlikle var. Ki gelişecektir de. Ancak desteğe de ihtiyaç var. Grubu bandcamp ten dinleyebilir ve destek olabilirsiniz. Grupta potansiyel var. Umarım bundan sonrası daha iyi olacaktır. [7/10] SUICIDE - DEAFMUTE - MK2 Productions (2016) Ankaralı death metal babaları uzun süre sonra (12 yıl) Deafmute ile geri döndü. Metal dinlemeye başladığımdan beri (ki 90ların ilk yarısına tekabül eder) bildiğim, adı Ankara’yla özdeşleşmiş bir gruptur Suicide. Ancak üretkenlik açısından yaklaşırsak grubun isminin büyüklüğüyle ters orantılı bir durum söz konusu. Yani tabi şartlar vs. ama 1989 dan bu zamana henüz ikinci albümlerini çıkarmış olmalarına gerçekten kızıyorum. Zira albümlerin her ikisi de birbirinden iyiyken , bu kadar sağlam müzik yapıyorken bu kadar uzun aralar verip dinleyiciyi müzikten mahrum bırakmak bu serzenişlerimin temelini oluşturuyor.Neyse.. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Suicide bildiğimiz o eski Suicide değil. 2004 te çıkan “One Of Your Neighbours” ile bu albüm arasında tarz-müzi[kalite] olarak ciddi fark var. O zamanın daha death/thrash Suicide’ının yerine çok daha farklı parça ve riff yapılarına sahip daha komplike daha hızlı ve karanlık bir Suicide var. Özellikle o albümde şunu hissetmiştim; albüm çok kolay hatmedilen ve hazmedilen bir albümdü. Evet çok güzel bir albümdü. Çok gazdı. Karmaşık ve zor olmayan da bir tarzı vardı. Ayrıca melodik gitar partlarının hiç de azımsanmayacak ağırlıklarından mütevellit de kolay dinlenebilirlik ve akılda kalıcılık durumu mevzu bahis oluyordu. Ancak 2009 da çıkan single olan “Bone Collector City” ile değişimin ilk sinyalleri gelmişti. Sound daha da yoğunlaşmış, gitar riffleri artık daha katmanlı, daha katı ve oturaklı hale gelip davulların müzik içerisindeki rolü daha da belirginleşmişti. Ayrıca gitar soundu da bir hayli değişiklik göstermişti ki işte son albümde bu değişikliklerin hepsi ikiyle çarpılmış :). Genel sound artık çok daha hızlı, kaotik ve karanlık. Öncesindeki gibi kolay anlaşılırlığın ötesinde, hazmetmek için zaman ve emek isteyen bir albüm Deafmute. Albüm hızlı, gaz ve az biraz melodik yapılı “Blasphemous Armies” ile mükemmel bir şekilde açılıyor. Akabinde gelen 11 parça beyinlere çivi gibi çakılan yapıda. Özellikle albüme ismini veren parça olan “Deafmute” albümün en dikkat çekici parçası. Katmanlı gitar altyapısı ve akılda kalıcı vokal partistonlarıyla bağıra bağıra söyleme isteği uyandıran bir parça. Onun yanı sıra “Farah”, “Bone Collector City”, “Syria” ve inişli çıkışlı yapısıyla Gürdal’ın da “ben buradayım lan” dediği “War Zone” benim dikkatimi daha çok çeken parçalar. Albümde odaklanılması gereken bir başka unsur da davullar. Goremaster’ın yıllar sonra gruba dönmesi ve grubun müzikal stilinin daha da yoğunlaşması ile davullar daha da etkin bir role bürünmüş. Her ne kadar Çağlar’ın davulculuğu ve gruba getirilerini çok beğensem de Goremaster’ın işin rengini çok daha olumlu yönde değiştirmiş olduğunu söyleyebilirim. Hem çalım stili, hem partisyonları hem de prodüksiyon içerisinde davulun yoğunluğu albüme müthiş bir ivme kazandırıyor. Müziğin temposunun pek de düşmemesinden mütevellit blastbeatler, çiftkrosoğulları havalarda uçuşup beynimize beynimize aduketleri çakıyor. Albümde ah ulan dediğim tek şey gitar tonları oldu. Evet %100 biliyorum ki işin çok ehli adamları tarafından bizzat bilerek isteyerek, ince ince ayarlanarak , üzerinde düşünülerek yaratılmış bir sound bu ancak biraz genel havayı boğduğunu söylemek isterim. Ki daha karanlık albüm atmosferi oluşturulması bakımından da amaca hizmet ediyor. Ancak kişisel tercih olarak daha açık gitar tonlarını sevdiğimden dolayı riffleri daha da iyi özümsemek adına farklı tonlarla gitarları duymak isterdim. Ama şu da var ki dediğim gibi albümün genel kapalı ve karanlık havasına da çok iyi uydukları kesin. Neyse çok uzattım. Deafmute, babaların bize yıllar sonra yaptığı bir güzellik. Grubun tarihine, tecrübesine, yeteneğine kesinlikle yakışır cinsten çok iyi bir albüm. Mutlaka dinlenmeli, hatmedilmeli ve albüm arşivlerin baş köşesinde yer almalı. [8,5/10] TÎR - Mountains - Elegy Records / Dead Generation Records (2017) Black Metalinizi nasıl seversiniz? Ciğerden ciğerden screamli? Tarama gitarların ve hızın tavan yaptığı şekilde? Ya da ölümüne blastbeatli? Hepsi de kulağa son derece hoş geliyor değil mi? Peki ya bunların hiçbiri olmadan black metal dinlemek ister misiniz? O nasıl olacak derseniz, sizi Tîr ile tanıştırayım. Tîr, Oytun Bektaş’ın tek kişilik projesi. Türü ise dungeon synth. Teknik ve müzikal olarak değilse bile hissiyat, içerik ve felsefe olarak black metal orijinli bir çalışma olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Türe yabancı olanlar için açıklayacak olursam Tîr in müziğinde elektro gitar, bass, davul veya vokal gibi müzikal bileşenler yok. Sadece klavye ile icra edilen bir tarz. Tabi müzik içerisinde klavyelerin yanı sıra karanlık atmosferi sağlayan yaylılar, koro vokaller gibi etkenler de mevcut. Aslında daha basit şekilde şunu da söyleyebilirim. Burzum’un Daudi Baldrs’ını dinlediyseniz benzer tarzda. Eskiden sevmezdim dungeon ya da dark ambient falan ama yaşlandığımızdan mıdır nedir artık pek bir hoşuma gidiyor (ki eskiden daha mesafeli durduğum black metale son yıllarda fazlasıyla yakınlaşmış olmam da bir etken sanırım) . Bu bağlamda Mountains dan da gayet hoşlandım. 8 şarkının yer aldığı albümde her parça dinleyeni farklı hissiyatlara sürükleyip farklı yolculuklara çıkarıyor. Örneğin albümün belki de en hüzünlü şarkısı olan “Forest of Gloom” da 80lerindeki çocukluğumun hüzünlü ve yağmurlu günlerinde camın ardından yeniden dışarıya baktım. Veya son parça olan “Mountains” da üniversite yıllarıma gittim. Tırmanış ekibiyle zirveye çıktığımda yukarıdan manzaraya bakıp walkmande Summoning

26

dinlerdim hep. O hissiyatı yaşadım neredeyse 20 yıl sonra. Yani albüm, dinleyeni uzaklara götüren güzel bir çalışma. Her ruh halinde dinlenebilecek bir albüm değil ama modu tutturduğunuzda enfes bir etkisi var. Ülkemizde bu tarzda çıkan ilk çalışma. Kaset ya da cd formatlarında kesinlikle arşivde bulunması gerekir.[7.5/10] TREES OF ETERNITY - Hour Of The Nightingale-Svart Records (2016) 90ların kadın vokalli doom metalini çok özlüyorum lan. O dinginlik , o sakinlik , o kadife gibi sesler , o güzel şarkılar beyaz atlara binip gittiler maselef derken Trees Of Eternity ile karşılaştım ki onunkinin daha hüzünlü bir gidiş olduğunu öğrenip daha da hüzne boğuldum. Trees Of Eternity, Swallow Of The Sun dan tanıdığımız Raivio’nun güzel sesli Aleah hanımefendiyle ortaya çıkardığı tamamen kadın vokalli doom-gothic grubu. Hour Of The Nightingale de ilk albümleri. Brutale girmeden, müziği klavyelerle boğmadan sade yaylı orkestrasyonlarıyla desteklenmiş harika bir albüm. Özellikle Aleah’ın enfes ve dingin sesiyle hayat verdiği 10 şarkıdan oluşuyor. Güzel melodilerin ve arpejli clean gitarların beslediği akıcılık genellikle ritm gitarlar üzerinden Aleah’ın meleksi vokalleri üzerinden şekilleniyor. Ve dinlenilen mekana ölümcül bir hüzün dalgası yayılmasına sebebiyet veriyor. Dinleyici açısından buraya kadar herşey iyi. Ancak işin asıl trajik yanı olağanüstü güzel sesli Aleah’ın albümün çıktığını göremeden kanserden hayatını kaybetmesi. Bunu bilerek de albümü dinlemek müziğin hüznünü misli misli arttırıyor. Gerçekten çok üzücü. Böylesi bir güzelliğin genç yaşta kainatın derinliklerinde kaybolması ve o güzel sesin yeni şarkılara hayat veremeyecek olması insanı üzüyor gerçekten. Albüm 62 dakika. 10 şarkı var ama tadında, tekrara düşmeyen ve fazla uzun olmayan şarkılar. Albüm tam bitecekken son şarkıda Nick Holmes’un o efsane sesiyle karşılaşmak da büyük sürpriz bu arada. Eğer siz de 90ların Theater Of Tragedy sini, The Gathering ini ya da The 3rd And The Mortal ını özlüyorsanız, ışığı kapatıp şarabınızı yudumlayarak Trees Of Eternity ile zamanda yolculuğa çıkabilirsiniz. [8,5/10] WILDERNESSKING - Mystical Future - Les Acteurs de l’ombre Productions (2016) Güney Afrika’dan kaç grup biliyorsunuz? Wildernessking’e kadar benim cevabım sıfırdı. Şimdi de “bir” gerçi çok fazla fark yok :). Ancak oradan Wildernessking ile karşılaştığıma ziyadesiyle sevindim. Zira albümü yaklaşık bir yıldır çevirip çevirip dinliyorum. Peki nedir kara Afrika’nın beyaz çocuklarının olayı? Genel olarak depresif progresif black metalle haşır neşirler diyebiliriz. Ancak sadece bu tanımla bırakmayıp işin içerisine yer yer atmosferik doom kattıklarını da söylemek lazım. Genel olarak zaten müziklerinde ses duvarını aşalım, deli gibi ekstrem takılalımdan ziyade daha yavaş , daha depresif ve melodik bir hava hakim. Bu sebeple black metal tabanlı olmasına rağmen müziklerinin de iklimleri gibi sıcak olduğunu söyleyebilirim. Dediğim gibi grup çok ekstrem sularda yüzmüyor. Genelde hızlı kısımları da hepten pas geçmeden , orta hatta düşük tempo ortalamasıyla giden müzik sürekli olarak değişken bir seyir içerisinde. Gerek riffler, gerek melodiler gerekse tempo sürekli bir değişim içerisinde. Bu da uzun parçaların bile sıkmadan bitmesi anlamına geliyor ki son parça 13 dakika. O kadar yani. Bu bağlamda parça trafikleri, düzenlemeler, riff üzerinden ya da melodik gitarlar üzerinden giden kısımların dengesi hepsi çok başarılı şekilde müziğe adapte edilmiş. Gitarların yaratıcı partisyonlarının yanı sıra davulun berbat tonlanmış ama harika çalınmış olduğunu da söylemek gerek. Müziğin değişken nabzı davulla birlikte başarıya ulaşıyor. Gerek çiftkros ağırlıklı çalım stili gerekse inanılmaz ataklar ve varyasyonlarla Wildernessking müziğinin es geçilmemesi gereken en önemli kısımlarından biri davul kesinlikle. Davulun negatif yönüne gelecek olursak özellikle trampet sesinin çok kötü olduğunu söylemek gerek. Miksajda çok önde. Gıcık bir reverb durumu da var. Çok fazla tınlıyor. Bu da özellikle kafaya taktıktan sonra kulağın sürekli onunla meşgul olması anlamına geliyor ki bu kötü. Albümde beş şarkı var. Bunlardan üçüncüsü neredeyse tamamen clean ve akustik gitar enstrümantali olan “To Transcend”. Çok başarılı bir parça. Diğer parçalardan “I will go to your tomb” hızlı ve melodik yapısıyla dikkat çekiyor. Genel olarak yavaş tempoda başlayıp ardından hızlanıp sonra tekrar yavaşlayan, kadın vokallerin de harika şekilde renklendirdiği 13 dakikalık son parça olan “If You Leave” de yine çok başarılı bir şarkı. Albümde 5 şarkı var toplam süre 43 dakika civarı. Progresif black metalin atmosferik ve depresif halini seviyorsanız albümü çok beğenirsiniz. [8,5/10] WRATH OF ECHOES - A Fading Bloodline - EP(2017) - PRC Music İnsan yaş aldıkça geçmişe dair pek çok şeyi özlüyor. Eskiden babam geçmişine dair bir şeyler anlattığında “niye sürekli eskide ki” derdim. Şimdi ben aynı kafadayım. Zaman geçtikçe değişimler ne kadar olumlu ya da güzel olursa olsun hep geçmişe dair bir özlem oluyor. Müzikal alanda ise bunu en çok yaşadığım alan doom metal. Eskiden sıkı bir doom metal dinleyicisiydim. Anathema, My Dying, Orphanage, The 3rd And The Mortal, Paradigma, S.S.O.G.E., Dissolving Of Prodigy, Novembre vs.. vs.. O kadar çok grup vardı ki. Bu grupların çok azı halen var ve daha da azı halen doom metal yapıyorlar. Hatta yeni jenerasyondan da çok güzel doom grupları var ama o eskinin tadını almak biraz zor oluyor diye düşünüyordum ki imdadıma Wrath Of Echoes yetişti (nihayet girdim kritiğe :) ). WOF, biraz 90ların kurallarıyla oynayan klavyeli melodik doom/death grubu. Müzikleri yeni ufuklar ve inanılmaz bir orijinalite vaat etmiyor ancak tür adına gayet başarılı diyebilirim. Müzik genelde melodik solo gitar üzerinden akıyor. Ritm gitarda My Dying tarzı bir durum yok. Bu sebeple gitarlarda wow diyebilecek heavy riffler de yok. Ama tarz meselesi tabi. Grubun vokali aynı zamanda klavyecisi ve klavye noktasında da ağır basan durumlar var. Klavyeler yer yer atmosferik etkili arka plan dolgusu olarak iş yapabildiği gibi piyano vs. olarak ön plana çıktığı da oluyor. Hatta müzikte kendine sık sık güzel biçimde yer bulan çello ve yaylı partisyonları da klavyenin işi. Malum artık o kadar gerçekçi yazılımlar var ki gerçeğe çok yakın sesler alınabiliyor. Vokal genelde brutal. Az biraz da düz vokal duyabiliyoruz ama gerek ses rengi gerekse vokal partisyonlarından kaynaklı harika bir durumu yok. Günü kurtarıyor. Yeter :) . Clean gitarlı bölümlerde ise genellikle hafif kirli soundlu cleanler kullanılmış. Bazı yerlerde çello ile kombinasyonları çok hoşuma gitti. Parçalara bakarsak beş parça var ve toplam süre 27 dakika civarı. Beşi de ziyadesiyle güzel çalışmalar. Dediğim gibi olağanüstü orijinallik vaat etmiyor ama kendi türü içerisinde dinlenebilitesi yüksek bir çalışma. Bu arada Kanada’lı grubun ilk çalışması bu. Umarım yakın zamanda albüm de gelir. Doom/Death sevenler bir denesin derim. [7.5/10]




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.