Motoseyyah Dergi Ocak 2017 (Sayı 4)

Page 1

OCAK 2017 SAYI:4

Kadın Gezginler ALPER YAPICIOĞLU Kendini Arayan Bir Gezginin Notları GÜLER PINARBAŞI 1 Çift 2 Teker ERDEM AYLI Amerika’ya Gitmek İçin Nedenlerim Var! NİLAY HAKYAOĞLU Kamp İREM ÇETİN Türkiye’de Kadın Motosiklet Sürücüleri SERDAR DÖNER

/motoseyyahdergi.com

RÖPORTAJ BETÜL GÜLEÇ

www.motoseyyahdergi.com


MOTOSEYYAH DERGİ Ocak-Şubat 2017 Sayı:4 Genel Yayın Yönetmeni Alper Yapıcıoğlu alperyapicioglu.msdergi@gmail.com Editör İrem Çetin Katkıda Bulunanlar Şule Nur Özkul Eren Tunalı Serdar Döner Erdem Aylı Güler Pınarbaşı Nilay Kahyaoğlu Betül Güleç G. Melis Korkmaz Tasarım Alper Yapıcıoğlu Reklam ve Pazarlama Birimi Şule Nur Özkul reklam.msdergi@gmail.com Yönetim Yeri Akpınar Mahallesi 850. Cadde 6/9 Çankaya/ANKARA Tel: (530) 418 8475 Yayın Türü Yerel E-Dergi Süreli

Her hakkı saklıdır. Yazıların sorumlulukları yazarlara aittir. İki ayda bir çıkar. Bu dergide yer alan yazı, fotoğraf ve çizimlerin elektronik ortamlar da dahil olmak üzere bir kısmının yada tamamının yayınlanması ve çoğaltılması izne tabidir. Bu dergi, Basın Meslek İlkelerine uymaya söz vermiştir.

1


MotoSeyyah Hakkında Öncelikle dergimiz ve dergimizi yayına hazırlayan ekipten bahsetmek istiyorum. MotoSeyyah Dergi’yi 2015 yılının sonuna doğru deneme sayısı olarak çıkarmaya karar verdik ve Ekim ayında deneme sayımızı yayınladık. Yeterli ilgi olursa, insanlar bu dergiyi gerçekten isterse yayına devam edecektik ve yeterli ilgiyi görünce yayına devam etme kararı aldık. İkinci sayımız, ardından üçüncü sayımız geldi. Okuyucularımızdan gelen görüşler ışığında dergimizi geliştirdik. Zamanla hem içerik olarak hem de tasarım olarak yenilikler yaptık. Ancak üçüncü sayımızı çıkardığımız zamanlar ülkemizde terör olaylarının ciddi anlamda artması, yaşadığımız şehirlerde her ay bombalar patlaması, insanlarımızın yaşamlarını yitirmeleri üzerine ticari bir kaygı içerisinde olmadığımız dergimizde önce bir sayılık daha sonra süresiz olarak ara verme kararı aldık. Ancak gerek internet sitemiz gerek sosyal medya hesaplarımıza mesajlar gelmeye başladı. Yayına devam etmemizi isteyen, bizlere yayınlanması için yazılarını gönderen arkadaşlarımız oldu. Bizler de ekip olarak dergimizi profesyonel olarak yayın hayatına döndürmeye karar verdik. Bu okuduğunuz sayı ile 2017 yılına başlayıp, iki ayda bir çıkan gezi ve motosiklet dergimizi tekrar hayata döndürüyoruz. Biraz da dergimizin yayına hazırlanması evresinden bahsetmek istiyorum. Dergimiz için emek harcayan künyede adı geçen bütün arkadaşlarımız bu dergi dışında başka işlerde çalışan insanlar. Akşam mesai bitimi evlerimize gittiğimizde birkaç saatimizi MotoSeyyah Dergi’ye ayırarak yayın hayatımızı sürdürüyoruz ve sürdürmeye devam edeceğiz. Siz okuyucularımıza, bizlere destek veren firmalara ve dergimizin yayına hazırlanmasında emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim. Alper Yapıcıoğlu

2


KADIN GEZGÄ°NLER

3


geçecekken fikrimi değiştiriyorlar ve bir gün de Akbük’te kamp yapmaya karar veriyorum. Onlar da Olimpos’a gitmek için yola çıkıyorlar. Orada görüşürüz diye sözleşiyoruz ve ayrılıyoruz.

Kadın Gezginler Motosikletimle şehir şehir gezmeye başladığım 2009 yılından beri karşılaşıyorum kadınlarla. Bazen bir gözlemecide mola verdiğimde, bazen yol kenarında bana gülerek otostop çekerken, bazen hava alanında kendileri kadar ağırlıkta sırt çantaları ile çıkıyorlar karşıma.

Bunlar sadece iki örnek. Yıllar içinde birçok kadın gezginle yollarda tanıştım. Başlarda şaşırıyordum. Bazen kendim gitmeye çekindiğim yollara onların gidebildiklerini gördüm. Onların cesareti ve azmi kendi yaşadığımız coğrafyayı karış karış gezme konusunda bana da cesaret verdi. Artık onları görünce hiç şaşırmıyorum. Aksine mutlu oluyorum.

Motosiklet kullanan kadın gezginleri kasklarını çıkarana kadar fark etmiyorum çoğu zaman. Bir gün Uludağ-Çanakkale arasında bir dağ yolunda kenara çekmiş; manzara, sessizlik ve termosumdan içtiğim kahvemin tadını çıkarırken tanıdık bir ses duyuyorum. Tanıdık gelen ses kendi motorumun sesi ile neredeyse aynı derken köşeyi sarı renk ikinci nesil bir Versys dönüyor. Beni gördükten sonra hiç tereddüt etmeden motorumun arkasına park ediyor. Ben de yavaş yavaş karşılama selamı vermek için yürümeye başlıyorum. Kaskı çıkardığında sarı uzun saçlar omuzlara düşünce yüzümde nedensiz bir şaşkınlık oluyor ve bu şaşkınlığıma gülümseyerek karşılık veriyor. Kahvemi paylaşıyorum ve yaklaşık 10 dakika sohbet ediyoruz. Klasik yolda karşılaşan motorcu muhabbeti nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun şeklinde devam ediyor. Kısa sohbetin ardından bana teşekkür ediyor, Versys’una atlıyor ve tekrar yola düşüyor. Hemen ardından çıkmama rağmen onu yakalayamıyorum. Belli ki benden usta bir motorcu.

Ülkelerin gelişmişlik göstergeleri arasında birçok şey sayılıyor ancak yıllar içinde benim edindiğim gözlemler sonucu en önemli gelişmişlik faktörlerinden biride kadın gezginler. Bir ülkenin yollarında tek başına cesaret edip yollara düşmüş kadın gezginler varsa ve güven içinde seyahatlerini sonlandırabiliyorlarsa o ülke gelişmiş bir ülkedir. Bu özellikle son zamanlarda yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde bizler için çok önemli bir faktör. Bu ortamı canımız pahasına korumamız gerekiyor. MotoSeyyah Dergi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek için bu sayısını kadın gezginlere ayırdı ve bundan sonra da bu konu üzerine daha özenle yaklaşacak. Yeni yılınızı kutlar, bol gezmeli güzel bir yıl dilerim. Keyifli okumalar…

Yine aynı turun devamında Muğla’dan Akyaka’ya geçiyorum. Akyaka’nın girişinde 3 kız, 1 erkeği otostop çekerken görüyorum. Yanlarından geçerken birbirimize selam veriyoruz. Akyaka’ya girip çadırımı kurduktan sonra kamp ocağımda yemeğimi pişiriyorum. Karnımı doyurduktan sonra çay içerken Kamprail grubunda yoldaki otostopçu grubun postunu görüp yanlarına gidiyorum. Bütün akşamı beraber geçiriyoruz. Sabah herkes çantasından bir şeyler çıkarıyor ve beraber kahvaltı yapıyoruz. Normalde Köyceğiz’e

Alper Yapıcıoğlu MS Dergi Genel Yayın Yönetmeni

4


İÇİNDEKİLER

1 7

Kadın Gezginler ALPER YAPICIOĞLU

17

Mantar Pano

9

Editörden...

11

Kendini Arayan Bir Gezginin Notları

25

İREM ÇETİN

GÜLER PINARBAŞI

5

1 Çift 2 Teker ERDEM AYLI

Türkiye’de Kadın Motosiklet Sürücüleri SERDAR DÖNER


29 35

Röportaj

37

BETÜL GÜLEÇ

41

Sinema

6

Gizem’in Ailesi Adalet Arıyor! Alper Yapıcıoğlu (Özel Haber)

Amerika’ya Gitmek İçin Nedenlerim Var! NİLAY KAHYAOĞLU


MANTAR Motosiklete Her türlü olumlu-olumsuz hava, yol ve trafik şartları altında tehlikelerden uzak sürüş becerileri ve yetenekleri ile birlikte motosiklet teknik bilgileride gelişmiş sürücüler kazandırmayı amaç edindik. SDR Güvenli Motosiklet Sürüş Kursu

RED BURGER HOUSE Üniversite Caddesi 110/B İsmet İnönü Caddesi 62/D (546) 733 3030

Bizim amacımız en güzel hikayelerimizi film haline dönüştürüp sinemamıza renk katmak… Bizim amacımız bir hikayeyi en kısa yoldan insanlara anlatmak… Bizim amacımız sizi en güzel şekilde tanıtmak… Size özel ve özgün… Kendimizi tanıtma şeklimiz ne kadar standart dışı olursa o kadar akılda kalmaz mıyız? Standart kötü değildir… Zaten iyi olduğu için standart olmuştur. Ancak özgünlük her zaman etkileyici, akılda kalıcı ve daha güzeldir. Bir ürününüz var ise onun bir hikayesi vardır. Bir firma sahibiyseniz o firmanın bir hikayesi vardır. Biz klasik bir şekilde sizi anlatmayız, biz bir hikaye ile sizi anlatırız, size ait olan, firmanıza veya ürününüze ait olan veya tamamen size özel olan. Biz sizi ilk akla gelecek şekilde anlatmayız, muhteşem bir filmin fragmanı gibi anlatırız. Sizi sizin hikayeniz ile anlatırız… Dar Kapının arkasında muhteşem bir öykü olacaktır. Kapıyı çalın…

7


R PANO Motosikletler için koruma demirleri üretimi yaparak can ve mal güvenliğinizi sağlayan İRF markası, aynı zamanda kaliteden ve fiyat ekonomisinden taviz vermeden, yurt dışına bağımlılığımızı en asgari düzeye indirgeyip yurt ekonomisine de fayda sağlamayı amaçlamaktadır. Motosikletlerde özellikle koruma demiri bir süs aksesuarı olmamakla birlikte, sürücünün önce güvenliğini, sonra motosikletinin hasar düzeyini minimum seviyeye düşüren önemli parçalardan biridir; çünkü düşmemiş motosiklet sürücüsü yoktur! 25 yıllık motosiklet ve teknik tecrübemizi kullanarak kaliteyi, uygun fiyat politikasını, bol ürün ve model çeşidini siz değerli müşterilerimizle paylaşmayı ve bu alanda kendimizi daha da geliştirmeyi hedefliyoruz. Başladığımız bu zorlu yolculukta İRF Motor koruma demirleri her geçen gün daha da gelişmektedir. Motosiklet kullanıcısı gözüyle konuya yaklaşarak ürünlerimizi üretmekteyiz, her geçen gün, ürün gamına yeni ürünlerimiz eklenmektedir. Bu alanda iddialıyız, çünkü bizim için değerlisiniz.

8


İREM ÇETİN Editörden....

Canım okuyucu, dergimizin bu sayısında konu ‘Kadın Gezginler’ olunca benim de edecek bir iki kelamım oluyor hâliyle, belki de daha fazlası. Gündelik hayatın pratiklerinde ataerkinin ve cinsiyetçiliğin çokça hissedildiği ülkemizde kadın olarak bir şeyler yapmak, ‘erkeğe özgü görülen’ alanlarda varlığımızı sürdürmek birazcık zor olabiliyor. Peki bu engel mi? Tabii ki hayır. Biz kadın kimliğimizi de yanımıza alarak hayatın her alanında var olmaya devam ediyoruz, sistem ve erk elverdikçe… Bu sayı hazırlanırken ben de çokça gezdim, motosiklet artçılığıma devam ettim ama en önemlisi ilk otostobumu yaptım ve devamı geldi. İlk olarak Ankara-Antalya arası gidiş dönüş otostobumda aldığım keyif ve yeniden inşa ettiğim özgüvenimle şimdi yollar çekiyor içim…

Karşılaştığım “Kadın başına otostopla mı gideceksin?”, “Çok tehlikeli değil mi?”, “Ya bir şey olursa, deli misin al biletini git.” tepkilerine rağmen yola düştüm ve düşmeye de devam edeceğim, o aşıyı aldık bir kere. İyi ki de düşmüşüm, yollar gerçekten harika insanlarla dolu! Gerek kamp için, gerek tatil için düştüğüm yollarda çektiğim otostoplarda otuz küsur araca binip onlarca insanla tanıştım, birçok hikâye topladım, anılar heybemi hep daha iyileriyle doldurdum. Bu otostop maceralarımda tıra da, minibüse de, jandarma aracına da bindim; belki asla sahip olamayacağım lüks araçlara da… Hepsinden önemlisi de insanlara yeniden güvenmeyi öğrendim, hâlâ iyi yürekli insanların var olduğunu gördüm ve kendimi daha iyi tanımaya başladım.

9


Sessiz sakin, muhteşem deniziyle Adrasan’da Balıkçılar Koyu’nda, Olympos Antik Kenti’nde yaptığım kamplarda harikulade insanlar tanıdım. Anladım ki doğada insan, o özlenen ‘insanlık’ kavramlarını iliklerine kadar hissedebiliyor. Şehrin keşmekeşinden kaçan, binaların, trafiğin, yapay insanların içinden gelen ve doğada tüm doğallığıyla, iyi niyetiyle karşımda duran her insan benim dünyaya olan inancımı tazeledi. Abant’a gidip hayatıma bir daha çıkarmak istemediğim birkaç insan kattım, kamp ateşini paylaşmanın, sadece kamp ateşini paylaşmak anlamına gelmediğini öğrendim. Tam yaprak renklerinin döndüğü zamanda Yedigöller’e giderek harika manzaraları beynime kazıdım, insanların çıkar ilişkisi olmadan yardım için nasıl seferber olduklarını gördüm, yeni insanlarla, yeni duygularla tanıştım. Hep daha iyisi oldu, hep ruhuma iyi geldi bu yaptıklarım. Kendime sürekli bir şeyler kattım, eşik noktalarımı keşfettim ve geleceğe dair planlarımı farklı doğrultuda oluşturma fikirlerine kapıldım. Bu sayımızda yer alan her kadın gibi kendi varlığımın inceliklerinin farkına vardım…

Demem o ki sevgili okur, yollar da doğa da her şeyden güzel. Kendini mi bulmak istiyorsun, doğaya doğru yola çık! Bunalımlardan bunalımlara mı sürükleniyorsun, doğaya doğru yola çık! Her şey yapay geliyor ve her şeyden bıkıyor musun, o zaman kesinlikle doğaya doğru yola çık! Yollarda buluşup doğaya kavuşmak dileğiyle…

10


Kendini Arayan Bir Gezginin NotlarI...

11


Güler Pınarbaşı

Gezginliğin bir sanat olduğunu anladığımda yaşım büyümüştü. Belki küçükken de anlamıştım, sonradan unuttum bilemiyorum…

Çektiğimiz zahmete bakılırsa bence cehennem daha güzeldi. Sonra gezilerim yine ailemle devam etti. Erken evlenenlerdenim. Sevdik, evlendik işte. Bu kez kendi çekirdek ailemle gezmelerimiz başladı. Hayaller Paris, gerçekler Anadolu. Birinin işinde çalışıyor ve ailenden ayrı bir şehirde yaşıyorsan tatil ve gezi demek onları görmeye ayırdığın zaman demek oluyor. Mersin’de yaşıyorduk; Karaman’a gelip benim ailemi görüyorduk, Ankara’ya gidip eşimin ailesini. Sonra aynı güzergâhtan tekrar evimize dönüyorduk. Tatillerde hep yollardaydık, o zamanlar sürece değil sonuca odaklı olduğumdan ailelerimizi görmeyi sevsem de tatil içeriğimiz değişmişti. Tatil demek, görmediğin yerlere gitmekten ziyade, hep aynı yere gidip; yaşadıkların, konuştukların, paylaştıklarındı.

Hatırladığım ilk gezişler, ailemle yaptığım hafta sonu piknikleridir. Birkaç aile toplanıp giderdik; amcalar, halalar, kuzenler… Kimin hangi binek aracı varsa onunla. Mobiletten motora, üç tekerlekli (treeporter) arabadan kamyona kadar her araca cümbür cemaat bindiğimizi hatırlıyorum. Yaşadığımız şehrin köylerine götürürdü babam. Karamanlıyız biz, her hafta sonu bir köy... Köyler birbirine benzese de aslında benzemediğini yıllar sonra, aynı köylere tekrar gittiğimde anladım. Her birinde ayrı bir tat, her birinin ayrı bir dokusu varmış meğer. Biraz daha kendimi bildiğimde gezdiğim yerlerde başka şeyler fark ettim. Örneğin Mersin-Karaman yolu üzerindeki Narlıkuyu’da Cennet Cehennem diye bir yer vardı. Ben daha yedi yaşlarındayım. Gittik, sordular: “Önce hangisine gitmek istersiniz?”, ben cehennemi merak etsem de aile büyükleri “Cennet” dedi. Yerin kaç kat dibine indik tüm aile. Dört yaş küçük kardeşim çok korkmuştu da ben hiç korkmamıştım. Meraklıydım, ölmeden önce cenneti görecektim. Merdivenlerden indik, indik, indik bir kilise gördük en dibinde. Herkes “Ouvv… Vaauuvvv!” derken bana bir şey ifade etmedi açıkçası. Sonra tekrar çıktık aynı zorlu merdiven yolunu. Ardından cehennemi de gördük. Bir demir korkulukla güvenceye alınmış derin bir çukurdu cehennem dedikleri. Hiç anlatılanlar gibi değildi. Her yeri yemyeşil, havadar güzel bir yerdi. Hayvanlar otluyordu, keyifleri yerinde görünüyordu.

Aklıma Paulo Coelho’nun Simyacı romanının başında okuduğum hikâye geldi: Adamın biri zenginlik ve mutluluğu aramak için yola çıkar. Derler ki:“Şu yamacın arkasında muhteşem bir malikâne var. Oranın sahibine git. Büyük tüccardır, ona sor. Orada ikisini de bulabilirsin.”. Adamımız gider, malikâne sahibini bulur ve sorar: “Mutluluk ve zenginlik nedir?”.Ev sahibinin bir işi vardır,“İki saat sonra görüşelim.” der. “Sen de bu arada malikâneyi gez. Yalnız bunu şöyle yapmalısın…” der ve eline bir kaşık verir, içinde de zeytinyağı; “Bu kaşıktaki zeytinyağı ile birlikte, yağı dökmeden gezeceksin”. Adam gezmeye başlar; malikânedeki mobilyalar, tablolar, halılar, objeler, bahçedeki çiçekler, ağaçlar o kadar güzel ve 12


“Bana iyi geliyordu bu tatiller. Kuş gibi hafifleyip dönüyordum hayata. Malikâneyi ziyarete giden o misafir gibi dikkatim o kadar ayrışmıştı ki içim-dışım böylece birlenmiş oldu. Geçmiş takıntılarım, pişmanlıklarım bitti, gelecek kaygılarım da. Anın daha çok tadını çıkarmaya başlamıştım. Böyle bir süre daha devam etti tatil anlayışım.” görkemlidir ki her gördüğüne hayran kalır. Süre bitip ev sahibine aradığı bilgi hakkında soru sormaya gittiğinde ev sahibi önce kaşığı sorar. Adam gördüğü güzelliklere öyle dalmıştır ki kaşığı unutmuş, zeytinyağını da dökmüştür. Ev sahibi bu zeytinyağının çok kıymetli olduğunu, kendisine iki saat daha süre verdiğini ve bu kez de malikânenin görmediği tarafını işaret ederek dolaşmasını ister. Mahcup olan misafir bu kez daha dikkatli ve elinde kaşıkla dolaşmaya başlar. Yine mobilyalar, halılar, tablolar, görkemli bahçe derken süre biter geri döner. Ev sahibi sorar: “Eee, nasıl buldun?”. Misafir kaşıktaki zeytinyağını dökmemek için kaşığa odaklandığından çok yeri görmemiş, sadece süreyi geçirmiştir. Ev sahibi der ki: “İşte mutluluk ve zenginlik hem kaşıktaki zeytinyağını dökmemek hem de etrafını görüp keyfini çıkartabilmektir.”. Bu hikâyeyi okuduğumda gezi anlayışımı yeniden sorguladım. Bu sırada da boşanmıştım ve gezilerim tek başıma olmaya başladı. Tatile gidiyordum, dinlenmek için ama ne girdiğim deniz ne güneş ne de bedenimden geçen hava bana rahatlık, huzur, keyif veriyordu. Kafamda geçmişe dair bir sürü takıntı, pişmanlık, korku, gelecek kaygıları vb. duygular…

Ve kendimi kişisel gelişim konuları içinde buldum. Önce araştırmacı, yayıncı derken 3. Göz adındaki dergimiz çıkmaya başladı. Ardından eğitmen danışman olarak hayat devam etti. Bu kez öyle bir hayat yaratmıştım ki her anım tatil olanağı ile doldu. Ülkemizin en güzel yerlerine gidiyor, doğanın içinde inzivaya çekiliyorduk. Örneğin Marmaris’te 10 gün Vipassana Meditasyonu yapıyorduk. Vipassana, olanı olduğu gibi görmek demektir. Günlük yaşamı olduğu gibi deneyimlemeye ve fark etmeye dayalı bir meditasyon şeklidir. Oturarak, yürüyerek, yerken, dişini fırçalarken vb. güne dair tüm yaşamsal işler esnasında yapılabilir. İçinden geçen düşünceleri fark edip etiketler sonra serbest bırakırsın. Hayatını iyice yavaşlatırsın. Bu sana dibine kadar farkındalığını yaşama fırsatı verir. İçinde ve dışında olan her şeyi beş duyunla yaşadığından altıncı duyun (üçüncü göz) otomatik olarak açılır. Yaşamına bilerek ya da bilmeyerek doldurduğun gereksiz her şeyi saptarsın ve atarsın zihninden. Bana iyi geliyordu bu tatiller. Kuş gibi hafifleyip dönüyordum hayata. Malikâneyi ziyarete giden o misafir gibi dikkatim o kadar ayrışmıştı ki içim dışım böylece birlenmiş oldu. Geçmiş takıntılarım, pişmanlıklarım bitti, gelecek kaygılarım da. Anın daha çok tadını çıkarmaya başlamıştım. Böyle bir süre daha devam etti tatil anlayışım. 13


Sonra Interrail Türkiye grubuyla tanıştım. Yaş ortalaması 25 olan bir topluluk. Sosyal medya gruplarından takip ediyorum. Otostop yapıyorlar, buldukları her araçla ve her şekilde dünyayı geziyorlar, her yerde kalabiliyorlar, her ortama ayak uyduruyorlar. İçim kıpır kıpır. Yapmadığım, yapamadığım daha ne çok şey var! Otostop, çadır kampı, motorla gitmek, bisikletle gezmek... Ölmeden önce kesin yapmalıyım hepsini.

pek sayılmaz, yola çıkacaksın, elini bak şöyle kaldıracaksın.”. Sanırım yapamam! Yapar mıyım, yapamaz mıyım diye düşünürken kendimi üstümle başımla, hiç kamp malzemem yokken Kapadokya’da buluyorum. Dağlardan insan akıyor, yüzlerce genç, güneşi batırıyoruz birlikte. Ateş yakıyorlar, şarkılar eşliğinde gece ilerliyor. Harika bir dolunay eşlik ediyor geceye. Her yerde müzik var. İnsan sesleri, ateş başında müzik, doğanın doğallığı sarıyor etrafımızı… Gecenin ilerleyen saatlerinde yardımsever arkadaşların bu çömez tatilciye desteğiyle bir çadır ve uyku tulumu ayarlanıyor bana da. Kısmetliyim de…

İlk eylemim şöyle oldu: Kapadokya’ya gidilecekmiş. Çok istiyorum ama önemli bir aile olayım da var. Yakınlarımdan birinin doğumuna eşlik etmeliyim. Allah’ın takdiri bu ya ikisi de aynı zamanda oluyor! Konya’ya otobüsle gittim. Hayırlısı ile doğum oldu, kızımız geldi. Hayat normale döndü. Yazışmaları izlerken “Ahh ben de, ben de!” diye düşünürken yazıvermişim... El cevap geldi: “Kop gel abla!”. Koptum gittim vallahi. “Gel abla!” diyen kişiyi de tanımıyorum. Bana göre bu bir otostop olmalı; ilk otostobum. Yoldan öğrencileri, gezginleri toplaya toplaya gidiyoruz. Anlattığımda diyorlar ki: “Bu otostop

Hayatımda ilk defa çadırda ve uyku tulumunda uyumaya çalışıyorum. Mevsim bahar, aylardan Nisan, günlerden sonları... Hava buz, buzzz, buzzzzzzz! Nefesimle bedenimi ısıtmaya çalışırken, uyumayan ruhum, susmayan zihnimle bir türlü olmayan sabah! Saat beş civarında “Ne işim var burada?” derken dışarıdan duyulan bir ses… 14


Tabii bu hoş duygular alışkanlık yapıyor. Geçen bir ay sonrası bir duyuru daha görüyorum Interrail Türkiye grubunda. Üşümem de geçmiş hem. Sülüklü Göl’de kamp varmış. Niyet edip evrene salıyorum. Kiminle gideceğim, yine üşüyecek miyim ve bu kez otostop yapmayı becerebilecek miyim? “Kalkınnnnn! Bu manzarayı kaçırmayın!” Çadırın penceresini açıp baktığımda, gökyüzünde süzülen balonları gördüğümde, unuttuğum her tür rahatsızlığın farkındayım. Ve içime yayılan hoş bir duygunun... Tabii bu hoş duygular alışkanlık yapıyor. Geçen bir ay sonrası bir duyuru daha görüyorum Interrail Türkiye grubunda. Üşümem de geçmiş hem. Sülüklü Göl’de kamp varmış. Niyet edip evrene salıyorum. Kiminle gideceğim, yine üşüyecek miyim ve bu kez otostop yapmayı becerebilecek miyim? Mevsim yaz, aylardan Temmuz, günlerden sonu. Kimseyi bulamamışım gidecek. O sırada bir arkadaş beni kahveye davet ediyor. Diyorum ki; “Bugün yapmak istediğim tek bir şey var o da Sülüklü Göl’e gidip kamp atmak.”, “E, hadi o zaman.” diyor. İnanamıyorum. Hem de motorla gidecekmişiz. Daha çok seviniyorum. Uzun zaman oldu motora binmeyeli. 17 yaşımdayken motosikletle hava attığım günler geliyor aklıma. Atlardım mobiletime, tek çıkardım yola, bir kafile şeklinde dönerdik geri!

gönderiyor ve soruyorum. “Motor yarışlarına katılıyorum, iyiyimdir, korkma!” diyor. Yolda ikimiz de üşüyoruz. Motoru durdurup sırt çantamızdaki her şeyi giyiyoruz. Sülüklü Göl’e çıkan 9 km. toprak yolda kaysak da, ben yürüyerek mi gelsem desem de sonunda gidiyoruz kamp alanına ve keyifle kampımızı yapıyoruz. Ve böylece bir çentik daha atıyorum yapmak isteyip de yapamadıklarıma… Şimdi motor istiyorum. Adım adım böyle büyümez mi hayaller? Alacağım, öğreneceğim, süreceğim. Ve ben de vereceğim bir poz! Pozum çok net bir şekilde aklımda. Olur inşallah, olsun inşallah…

“Hadi o zaman!” diyorum. ‘Artçı’ deniyormuş bana. Motorun arkasında oturan ‘eşlikçi’ anlamına geliyormuş. Motorla İstanbul’da bile dolaşmayan ben, bu arkadaşla birlikte İstanbul’dan Bolu’ya gidiyoruz. O beni düşürmeden götürme derdinde ben ise pek havalıyım yine. Nedense motor bana havalı olmak hissi veriyor. Bu, yolculuğun her anlamda havadar olmasından sanırım. Yolda bir ara ne cesur olduğum geliyor aklıma. Şehrin dışına çıkarken sormadım, acaba iyi sürenlerden miydi kendisi? Korku gelse de bir ara hemen zihnimden

Küçük yaşta cenneti ve cehennemi görmüş biri olarak dünya için küçük ama benim için büyük bir deneyimdir bu. Ve ardından ilk motor deneyimim gelir. Artçı olarak! Yine çok üşürüm, iyi ki hayallerim vardır ısıtan. Şimdi okuduğum ve araştırdığım konudur: “Bu motorlardan hangisi benim olmalı?” İşte böyle böyle başlar meraklar, yavaş yavaş ilerler hayat… 15


/3gozdergisi

16


Road 2 Mostar Bölüm 4 Kollarım sonuna kadar açık, altımda yeşim gibi akan Mostar nehrine bakıyorum. Tam otuz metre. Her katın yaklaşık 3 metre olduğunu hesaba katarsak birazdan 10. kattan aşağı atlayacağım. Adrenalin her nefesimle vücudumun daha da hızlı titremesine sebep oluyor, loblarımı tutamıyorum. Tamam eşini taa buralara kadar motorun üzerinde getirdin de ne galeyana geliyorsun da bütün sosyal medyada duyuruyorsun yarın köprüden atlayacağım diye?

Rüzgar Hissi... 17


Bir gün öncesi, balayı turumuz olan İzmir Mostar rotamızın son günüde Avrupai şehir Karadağ'ın en uğrak lokasyonlarından Kotor'da kahvaltımızı yapalım demiştik. Aşırı yüklü motorumu şirin bir kafenin önünde uygun bir şekilde dengelemişim, kask ve eldivenlerimi tam çıkarmıştım ki mekândan "Oraya koma." diyen ve en ifrit olduğum "o" adamlardan biri çıktı. Mekân sahibi herhalde. Koyduğum yer de makul ama değerli dostlar çok sinir oluyorum. Sırf birazcık yetkisi var diye benim motorumu nereye koyacağımı düşünen bu insanları her seferinde büyük sabır göstererek ve bazen de hoşgörüyle geçiştirsem de genelinde bir katilin zihninden geçecek türden düşünceler geçiyor içimden. Öyle mi diyorum. Öyle diyor. İyi diyorum, giyiyorum kaskı eldiveni tekrar. Bindiriyorum Cemre'yi ve çalıştırıyorum motorumu. Mekânın sahibinin ve huzur arayan müşterilerin kulaklarına 13 bin devire kadar ulaşan, yüksek desibelli Kawasaki motoru orkestrası sunuyorum. Yavaş yavaş gitmeceli ama bol devirli. Aferin oğluma.

Hard Rock bütün heybetiyle yerde yatıyor. Düştüğümüzü gören bütün İtalyan sülale abarey abarey diye arabalarından iniyorlar. Erkekler motorun etrafını sarıyor, hemen kaldırmak için yardım ediyorlar sağ olsunlar. Elimle işaret edip "Stop stop" diyorum. Hepsi gözlerimin içine bakıyor. "Foto yaa" diyorum, adam "Foto?", "Foto, yes" diyorum. Etrafına bakıp "Foto elpadro stupidito!" diyor. Elpadro ne demek hala bilmiyorum ama fotoyla stupidito'yu çıkarıyorum bir yerden. Fotoğraf çekilip motoru güç bela asfalta kaldırdıktan sonra sülalenin en yaşlı teyzesi Cemre'nin yanaklarını okşayıp. "Bella! Bella! Lento lento..." diyor. Anam gibi. Yavaş yavaş gidin diyor. Bosna-Hersek sınırına geçerken her zamanki gibi onlarca arabanın arasından sıra beklemeden aldılar bizi. Motosikletli gezginler oldukça kanıksanmış herhalde, sınırlarda önceliğimiz var gibi bir şey. Yaya muamelesi bile gördük bazı yerlerde. Kimisinde motordan inmeden hatta birinde kaskımı bile çıkarmadan sınırdan geçtik. İlerideki benzinlikte benzin fiyatını duyduğumda haykırmamak için zor tutuyorum kendimi. 0.9 Euro. 2 TL 70 Kuruş!

Kotor sanki bir göl gibi görünse de aslında bol girintili çıkıntılı bir körfez. Çok huzur dolu. Kıyısında bir iskelede peynir, bacon ve baldan oluşan kahvaltımızı yaparken Cemre'nin balına arı giriyor. Yemem arı değdi ona diye sızlanmaya başlıyor. Bal nasıl yapılır aşkım diye soruyorum, "Balparmak fabrikasında :)" diye cevaplıyor. Güle eğlene Kotor dağını tırmanmaya başlıyoruz. İyice tepeye geldiğimizde manzaraya hayran kalıp bir tane fotoğraf çektirmek istiyoruz. Ama motorun üzerinde. Manzarada bütün ailesiyle fotoğraf çekilen turuncu tişörtlü, beyaz saçlı beyefendiden fotoğrafımızı çekmesini rica ediyoruz. Bütün açıya girebilmek için asfalttan çıkıp toprağa biraz giriyorum. Öbür taraf aşağıya doğru uçurum. Güç bela harika bir fotoğraf çekildikten sonra ince ince asfalta çıkayım derken ön tekerimin altında bir taş kayıyor. 400 kiloyu geçen motorum diyor ki "Abi düşüyoruz." Bunu duyan ben de motor ağır ağır yatarken eşime iletiyorum. İkimiz de kendimizi ayaklarımızın üzerine atabiliyoruz fakat

Savaş atlatmış bir ülke, girer girmez terk edilmiş evler, eski asfaltlar ve insanların enerjisi onca şeyi size anlatıyor sanki. Geniş platoyu tepeden gören ve terk edilmiş olduğuna kanaat getirdiğim iki katlı bir evin avlusunda bir şeyler atıştırırken Cece'ye işaret parmağımla ilerideki yağmur bulutlarını gösteriyorum. Yarım saat kırk beş dakika burada yağmurun geçmesini bekleyelim desem de hayatında yağmurda motorun üzerinde bulunmamış eşim "Yazın ne olacak ya, serinleriz işte." diyerek yola koyulmakta ısrar ediyor. Durmam bak diyorum, durma diyor.

18


19


“Vizörümün içinde etrafımdaki insan kalabalığında kimi bıçaklayacağımı düşünüyorum.” Şimdiye kadarki deneyimlerimden öğrendiğim yağmurda motor sürme esasları; - Uzun süreli fırtına bulutları, bölgesel yağmur bulutları, altından yağmur indirdiği belli olan bulutlar, nispeten yüksekte ilerleyen zararsız bulutlar öngörülü bir şekilde takip edilir. Böylece çeşidine göre ya altında bir süre yol alıp geçmeye ya da alttaki maddeyi uygulamaya karar verebilirsiniz. - Islanmış ceket, pantolon, spor ayakkabı rüzgârla birlikte sürekli vücut ısınızı düşürüp sizi hipotermi sınırına getireceğinden (tecrübe ile sabittir) full takım yağmurluk seti (ceket, pantolon, ayakkabı) ya da benim tercihim olan tulum, uygun bir yerde giyilir. (Tulum giymesi çok daha meşakkatlidir.) - Aşırı dengeli bir şekilde, milim milim, yavaş yavaş gaz verilir ya da yavaşlanır. - Mümkün mertebe fren yapılmaz. Debriyaj ile boşa alınmaz. - Olabildiğince az yatarak virajlara girilir. - Ani hareketlerden kaçınılır, serin kanlı olunur. Derin sulara girildiğinde bile motorun mukavemeti orta devirde olağan şekilde sağlanır. - Öncesinde işlevli bir buğu önleyici alınır. Eğer yok ise aralarda hafif aralama ile buğu çıkartılır veya bazen görüşün çok kısıtlandığı anlarda tam açık olarak ilerlenir. Yoğun yağmurda ilerlerken birazcık ıslanan Cece biraz üşümüş olacak ki geçtiğimiz kafeyi işaret ediyor. Güç bela

dönüp onu karanlık ve puslu havası olan meyhanenin önünde indiriyorum. Hemen yanındaki tamirhanenin önüne motorumu dengeleyip, "Selamın Aleyküm!" diyerek mekana giriyorum da nasıl tırsıyorum anlatamam. Fakat benim aşırı cesur sırılsıklam olmuş eşim çoktan biralarımızı söylemiş ve gezi günlüğüne bir şeyler karalamaya başlamış bile. İyi cesaret valla. Ben kendim olsam giremezdim öyle bir yere. Tekinsiz tekinsiz adamların arasında iki tane bisiklet gözüme çarpıyor. Bizim gibi oraya sığınan 2 tane sarışın İsviçreli genç 2 haftadır yolda olduklarını söylüyorlar. Biraz etrafı videoya alıp vedalaşıp yola devam ediyoruz. Çok geçmeden Mostar Nehri başlıyor. Oldukça uzun bir nehir. 50 km öncesinden kesişiyoruz neredeyse. İçimde varış noktasına ulaşmamız nedeniyle oluşan mutluluk ve nedense biraz burukluk var. Neredeyse 8 gündür yol alıyoruz ve en sonunda o sarı tabelayı gözlerimizin önünde görüyoruz. "Mostar" Tabelanı üzerinde birçok rider etiketi görüyorum. Yeterince fotoğraf çektikten sonra sabırsızlanıp köprüye doğru yollanıyoruz. Daha önce Mostar'ı minik bir kasaba

20

olarak düşlerdim fakat burası bildiğin büyükşehir. Köprü ise şehrin "Old Town" diye geçen mahallesinde. Eşim ve ben çok heyecanlıyız hemen görmek istiyoruz. Şehrin içerisinde biraz ilerledikten sonra caddeden sokağa girmemle inanılmaz bir kalabalık bana doğru geliyor. Binlerce kişilik insan selinin arasında motorumu koyacak bir yere doğru ilerlemeye çalışıyorum. Tam iki motorun arkasına koyuyorum ki şapkalı ve görevli olduğunu söyleyen bir adam gelip motoru çıkarmamı istiyor. 8 gündür yoldayız, inanılmaz açız ve gene o adamlardan biri. Yüksek sesle tartışmaya başlıyorum, adamlar da çoğalmaya başlıyor. Birisi kaskımın vizörünü indirip beni kafamdan itiyor. Bunun üzerine elim belimde asılı olan çakıya gidiyor. “Vizörümün içinde etrafımdaki insan kalabalığında kimi bıçaklayacağımı düşünüyorum.” Bağırışmalar iyice yükselmiş olacak ki hemen karşıdaki restoranda çalışan biri önlerine koyabileceğimi işaret ediyor. Sabır çekip alıyorum motoru oraya çekiyorum. Bize mekân değil insan lazım, kocaman bir hoş geldiniz ile karşılıyorlar. Mekâna girip ayıptır söylemesi


Cemre Eskişehir Anadolu Üniversitesi Mimarlık bölümünden mezun olup 6 sene eski Osmanlı, Rum ve benzeri yapıları ilk günkü hâline getiren bir restorasyon firmasında çalıştıktan sonra yüksek lisansa başlamıştı. Şu sıra kendi firması ‘Restorizm Mimarlık’ emin adımlarla ilerliyor. Bu yüzden balayına nereye gideceğiz dediğinde aklıma restorasyonun en güzel örneği olan Mostar gelmişti. “Seni Mostar'a götüreceğim.” 21


“….yarın köprüden atlayacağım.”

şöyle güzel bir et ziyafeti çekiyoruz. İnanılmaz uygun fiyatlara hem de. Bununla kalmayıp bu yardımsever insanlar bize köprünün hemen dibindeki Villa Marshall otelinde, geceliği 50 Euro'ya odamızı tutmamıza yardım ediyorlar. Yüklü bir bahşiş bırakıp otele geçiyoruz. İnanılmaz şirin bir oda. Motoru avlunun içerisine koymamıza bile müsaade ediyorlar. Otel müşterilerine Marshall barda kişi başı 2’şer bira ücretsiz olduğunu söylüyorlar. Biz de balayında olduğumuzu söyleyince kişi başı 5’er biraya dönüveriyor bir anda iş. Öpüp başımıza koyuyoruz.

atlarlardı. Köprü, 1993 yılında Boşnak – Hırvat savaşında Hırvat güçleri tarafından bombalanarak yıkıldı. 1997 yılında ilk restorasyon çalışmaları başlamış ve 2003 yılında restorasyonu tamamlanmış. 2005 yılında da Dünya Miras Listesi'ne eklenmiş. Şahsen Türkiye’nin hiçbir sokağında kendimi bu denli Osmanlı atmosferi içerisinde hissetmemiştim.

Tabii ki Cemre'ye, onu Mostar Köprüsü'ne götüreceğimi söylediğimde aklımda nicedir hayalini kurduğum ilk uzun soluklu motor gezisi vardı. Ama oraya vardığımda Muğla Akyaka’da büyümüş ve çocukluğunda sabahtan akşama kadar metrelerce yüksekteki kayalardan atlayıp durmuş biri olarak köprüden atlama fikri belirdi. Ve bu fikri Facebook’taki sayfamızdan da ilan ettim.

Zaman kaybetmeden köprüye doğru kelimenin tam anlamıyla koşuşturuyoruz. Etraf inanılmaz kalabalık. Sonradan Red Bull Diving Competition (Yüksek Atlama şampiyonası)’nın bitişine denk geldiğimizi anlıyoruz. Köprü gözlerimizin önünde belirdiğinde Cemre'ye bakıyorum. Senelerce yüksek lisans konusu olarak çalıştığı bu yeri karşısında bulan gözlerinin içi mutluluk dolu. Her yeri fotoğraflıyor ve bana bildiği her şeyi büyük bir heyecanla anlatıyor.

“….yarın köprüden atlayacağım.”

Cemre Eskişehir Anadolu Üniversitesi Mimarlık bölümünden mezun olup 6 sene eski Osmanlı, Rum ve benzeri yapıları ilk günkü hâline getiren bir restorasyon firmasında çalıştıktan sonra yüksek lisansa başlamıştı. Şu sıra kendi firması ‘Restorizm Mimarlık’ emin adımlarla ilerliyor. Bu yüzden balayına nereye gideceğiz dediğinde aklıma restorasyonun en güzel örneği olan Mostar gelmişti.

Sabah gök gürültüsü seslerine uyandım. Cece benden önce uyanmış, çoktan internetten araştırmalara başlamıştı. Profesyonel atlayıcıların oluşturduğu Diver’s Club diye bir dernek 35 Euro karşılığında size 3 aşamalı bir eğitim verip, yüzme kıyafeti ve atlayış sırasında gözetim sağlıyorlarmış. Üstelik sertifika da veriyorlarmış. Hâlbuki ben bir gün öncesinde barda tanıştığım çocukla bedavaya halledecektim o işi. E hadi dedik işin ehli adamlardır, verelim parasını. Bir şeyin mesleği varsa parasını vereceksin arkadaş, ben bunu bilir bunu söylerim de yağmur da yağmaya başladı. Etrafta kasvetli bir hava, yusuf hat safhada. Kahvaltımızı servis eden sarışın hanıma atlayacağımı söylediğimizde gözleri açılıyor, “Very dangerous!” diyor. Sarhoş bir Türk’ün gece atlayıp öldüğünü anlatıyor. Bildiğiniz kurbanlık koyun gibi hissediyorum.

“Seni Mostar'a götüreceğim.” Mostar’ın kısa Tarihi: Mostar Köprüsü 1566 yılında Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından inşa edildi. İnşasından sonra şehre ismini veren bu köprü aynı zamanda şehri zenginleştirmiş. Geleneğe göre şehrin erkekleri, nişanlılarına cesaretlerini ispatlamak için düğün öncesinde kışın 27 metre yazın ise 30 metre yüksekliği bulan köprüden

22


23


“Atladım, ve cesaretimi biricik karıma ispat ettim.”

Kahvaltıdan sonra meleye meleye köprünün batı ayağındaki kuledeki Diver’s Club’a gidiyoruz. Yağmurdan olacak ki mekânda hiç diver (atlayıcı) yok. Arıyorlar ve sonradan “Champion” lakabını taktığım ince atletik ve uzun boylu, maksimum 20 yaşındaki genç geliyor. Selam sabahtan sonra “Come on!” diyor. La ne hadisi. Dur bir soluklanalım. Mayomu giyeyim geleyim diyorum, burada var diyor. Biraz daha meliyorum ve otele gidip mayo şortumu giyip geri geliyoruz. Bizi hemen eğitimimi vereceği 2 tramplene götürüyor. İlk olarak şoka girmemem için sığ bir yerde ıslatıyor beni. Birincisi 5 metre olan platformda sık sık, suya girerken “Hold your balls.” diye tembihliyor. Çivileme ama şekil olarak hiç alışık olmadığım bir atlama tarzı. İlk balıklama atlıyorum, wow diyor. Sonra dediği gibi atlıyorum. 2. platformda ise (15 metre) adrenalini hissetmeye başlıyorum. Teknik olarak atlayışı ilk kollarım açık olarak başlatıp, suya girmeye yakın topları tutup, kaslarımın hepsini kaya gibi sertleştirip, burnumla ciğerlerimdeki bütün havayı vermem gerek. “Break the river or it will break you.” diye ekliyor şampiyon.

yukarı kaldırıyor, düşünme fazla Erdem deyip minicik bir adım atıyorum. İlk milisaniyelerde resmen havada dengemi sağlamak için çırpınıyorum. Düşüş bitmiyor gibi geliyor, kollarımı göğüs etrafımda toparlayıp bütün havayı ciğerlerimden verip suyu tekmeliyorum. O an için zihnimde kalan nehrin tekmeleyen ayaklarımın altında büküldüğü ve hemen ardından suyun içinde baloncukların içerisinde gördüğüm güneş ışığı. “Ölmedim.” diyorum kendi kendime ve bu yeterli oluyor. Su yüzeyine doğru kulaç atıyorum ve dışarıya çıktığımda herkes alkışlıyor. Arenanın ortasındaki Maksimus gibi hissediyorum. Kenardaki kayanın üzerindeki Şampiyonun elini tutarken “My back” diyorum. Kaç tane fıtığım varsa hepsi deli gibi ağrıyor. Kayanın üzerinde doğruluyor ve coşkulu kalabalığı selamlarken gür bir sesle; “I Jumped, and I proved my courage to my lovely wife!” “Atladım, ve cesaretimi biricik karıma ispat ettim.” diye bağırıyor fıtıklı Maksimus.

“Nehri kır, yoksa nehir seni kırar.”

Yukarı, Diver's Club kulesine girdiğimizde belim beni öldürürcesine ağrıyor. Bunu söylediğim Şampiyon ise, gayet profesyonel bir şekilde, tedavimi uygulamak için benden ellerimi ensemin arkasında birleştirmemi istiyor. Ve Allah ne verdiyse beni kütürdetiyor. Bu yenilikçi tedavi karşısında oldukça şaşırmıyor değilim. Şansımıza belediye başkanının elinden o gün oradan atlayan tek kişi olarak sertifikamızı alıyor, biraz muhabbetten sonra otele gidip bir saat boyunca Cece’ye omurlarımı ovduruyorum.

3 atlayıştan sonra koştura koştura dar sokaklardan köprüye doğru çıkıyoruz. Cemre nehir seviyesine iniyor elinde oksijen maskesi olan şampiyonla. Ben yukarıda Diver’s Club'da bizi karşılayan kızla kalıyorum. Hafiften yağmur çiseliyor ve beni gören kalabalık fotoğraf makineleriyle etrafıma diziliyor.Köprünün üzerine çıkarken o demiri ne kadar sıkı tuttuğumu hatırlıyorum. Kalp atışlarım yavaştan hızlanmaya başlıyor. Kollarımı yavaş yavaş açıyorum. Aşağı bakmadan edemiyorum. Giderek artan adrenalin vücudumun her yerini titretiyor. Arkadan bir Türk’ün “Ehe bak titriyor, atlayamayacak!” cümlesine elimle sus yapıyorum. Hayatta kalma içgüdülerim ufacık bir adımı attırmıyor. Kafamı

Devam edecek... P.S. Atlayış videosunu Facebook sayfamızdan izleyebilirsiniz.

24


TÜRKİYE’DE KADIN MOTOSİKLET SÜRÜCÜLERİ Serdar DÖNER

Bu ülkede kadınlara göre motosiklet güvenlik ekipmanları dahi satılmazken erkekler için olan kask, mont, pantolon, çizme gibi ekipmanları giymek durumunda kaldılar. 25


Motosikletin ve bisikletin toplumumuzda kız çocuklarının ve kadınların kullanmasına yönelik bir araç olmadığı algısı; dini açıklamalar ve dar aile görüşleri, toplumun kız çocuklarına bakış açısı, kollama içgüdüsü, erken yaş evlilikleri gibi sebeplerle kendiliğinden yerleşiverdi. Zaten ergenlik dönemine giren kız çocuklarının sokakta oynamaları, kendi başlarına yaya olarak bile gezmeleri imkânsız durumlardı. Batıl ve gerici düşüncelerle sarmalanmış Türk toplumu kız çocuklarını ilkokula gönderdikten sonra ortaokul vb. eğitim kurumlarına gitmesini dahi kabul edilmez bulurdu. Durum böyleyken bisiklet selesine oturan kız çocuklarının bekâretinin bozulacağını düşünenlerin sayısı yadsınamaz boyuttaydı. Bugün bile içinde yaşadığımız zamanda bile bu şekilde düşünenlerin olduğunu bilenler bilir. Bisikletle henüz tanışamamış kadınların motosiklet sürmelerini kim bekleyebilir ki? Köylerden göçler sonucu kent ve şehir kültürü, şehirli bilinci sancılarla bir şekilde yürütülmeye çalışılsa da kırsal yaşamı kente taşımaktan öteye geçilemedi. Bu sefer de kalabalık nüfuslu şehirlerde kadınlar üzerinde başka tehlikeler belirmeye başladı. Uzun lafın kısası kadınlar bu ülkede hiçbir zaman tam bir özgürlük içinde yaşayamadı ve hâlen de korkular, baskılar devam etmekte hepimizin malumu… “Çalışma hayatının ve sosyal hayatın içinde ben de varım!” diyebilen kadınlar toplumu şekillendirmeye başladı. İlk el attıkları araç ise otomobil oldu. Kapalı mekânda seyir etmesi, kapılarının içeriden kilitlenmesi vb. şeyler kadın sürücüleri daha güvenli buldukları otomobile yönlendirdi. Erkek sürücüler tarafından otomobil kullanımlarında garip ve haksız şekilde peşin hükümlere varıldı. Her yıl erkek sürücüler tarafından binlerce aptallık sayılabilecek trafik kazaları gelişirken; bir kadın sürücünün karıştığı en küçük maddi hasarlı kazada bile ‘Kadın sürücü’ başlıkları, söylemleri suçlama 26


Bugün ülkemizde kadınlar, motosiklette ben de varım demekte ve gün geçtikçe motosikletli kadınlar çoğalmakta. olarak basında ve halk arasında yer aldı. Hâlen kadın sürücüler toplumda acemi olarak yaftalanmış durumda, algılar peşin hükümler değişmedi. Kadınların motosiklete olan ilgisinin, şehir kültürünün ileri seviyeye geldiği kentlerde daha çok olduğunu görüyoruz. Motosikletin hobi amaçlı kullanımının yaygınlaşması ile motosiklet grubu, kulüp oluşumları da paralel artışlar gösterince kadınlar da bu mecrada yerini almaya başladı. Kendi başlarından seyahate çekinen –haksız da sayılmayankadın sürücüler, grup sürüşleri etkinliklerini daha çok tercih edip güvenilir ve bilindik arkadaşları ile motosiklet kullanımına yöneldiler. Motosiklet kaza ve yaralanmalarından çok daha fazla etkilenen kadın sürücüler güvenli motosiklet sürüş kurslarında her gün daha fazla yer almaya başladılar. Kim ne derse desin, kadınlar eğitime çok daha heveslidir. İşlerini gerçek hayattaki gibi sağlama almak isterler. Her işte çok daha fazla başarı gösterdikleri gibi her türlü çalışmalarında titiz ve güvenilir olmak genetik kodlarına işlemiştir.

Bu ülkede kadınlara göre motosiklet güvenlik ekipmanları dahi satılmazken erkekler için olan kask, mont, pantolon, çizme gibi ekipmanları giymek durumunda kaldılar. Ancak artık yemezler! Kadınlar bu konuda da çok bilinçlendiler ve kadınlara yönelik motosiklet kılık kıyafeti satan firmalar gün geçtikçe çoğalmaya başladı. Velhasıl kadın eli değmeyen hiçbir iş tam manası ile gelişim gösteremez, ciddiyet kazanamaz. Motosiklet kullanımı ile alakalı sıkıntılar kadınlar tarafından ortaya çıkan problemler değil, tam aksine erkeklerden kaynaklı düşünsel gelişim eksikliği kaynaklıdır. Bugün ülkemizde kadınlar, motosiklette ben de varım demekte ve gün geçtikçe motosikletli kadınlar çoğalmakta. Çok şükür bugün yurt dışı seyahatlere imzalarını atmaktalar. Artçılıktan sürücülüğe adım atanların özellikle son iki yıldır hızla artmasıyla kask altından görünen atkuyruğu saçlar rüzgârda savrulur hâle geldi. Biraz da bir motosiklet eğitmeni olarak sahadaki kadın kursiyerlerimden edindiğim izlenimleri ve onların endişelerinden bahsetmek isterim. Eğitmen olarak 20’den

27


Kadın kursiyerlerin %90’ı scooter kullanmanın daha kolay olduğu önyargıları ile gelirler, aslında bu algı çok yanlıştır. Scooterlar, vitesli motosikletlerle aynı tehlikelere maruz kalırken kullanım zorluğu daha fazla olan araçlardır. Tek korkuları debriyaj-gaz-fren–vites kombinasyonunu sağlamadaki endişeleri; kalkış esnasında motosikletin, vitese takıp gaz çevirdikleri andan itibaren fırlayıp gideceğini hatta ters döneceğini düşünüyorlar. Hâlbuki tam da bunu scooter yapar! Neyse, kadın kursiyerler 1 saatlik bir çalışma sonunda motoru stop ettirmeden kullanmak, vites değiştirmek, motosikleti yavaşlatmak vb. pek çok beceriyi anında kazanırlar ve söylenenlere harfiyen uyarlar. Aldıkları eğitimden sonra, artık giderken durabildiği ve motoru tekrar kaldırabildiği seviyeye geldiğinde aldığı zevk ve mutluluğu hissettikten sonraki hâli anlatılmaz yaşanır. Gerisi güvenli motosiklet sürüş tekniklerine geçmemiz çok kolay hâl alır ve gün sonunda mükemmel şekilde motosiklet sürüş ve hâkimiyeti kazanırlar. Şu an kadın sürücü sayımız yeterli mi? Bu kültürde kadın sürücülerin, motosiklet sürücülerinin üçte biri kadarı olmaları en büyük hayalim; ancak sanırım bu duruma gelmek için toplumun algısında değişiklik olması ve önyargıların ortadan kalkması için 25 yıla ihtiyaç var gibi. Umarım hayalimi daha erken görebilirim… KADINLAR MOTOSİKLETE BİNİN ÇÜNKÜ SİZLERE GERÇEKTEN ÇOK YAKIŞIYOR…

28


BETÜL GÜLEÇ

RÖPORTAJI 29


Yalnız Seyyah Betül Güleç “Merakım korkumdan güçlü!” diyerek dünyanın tehlikeli bölgelerinden birçoğuna tek başına giden Betül ile Bodrum’da karşılaştık. Bizimle güzel anılarını paylaşması için bundan daha güzel bir fırsat bulamayacağımızı düşünüp hemen röportaj teklif ettik ve Betül de tatiline kısa bir ara verip bizimle anılarını paylaştı. Yaklaşık 3 saatlik sohbetimizin önemli kısımlarını düzenleyerek sizlere aktarmaya çalışacağım. Hadi başlayalım. - Açıkçası başta bizim en çok ilgimizi çeken çok zorlu coğrafyalarda ve ortamlardaki fotoğraflarında hep gülümsemen. Etrafındaki insanların ya da ortamların kasvetine inat gülümsemen bizi kendi dertlerimiz ve sıkıntılarımızı sorgulamamıza neden oldu. Bizimki de dert mi? İnsanlar ne zorlu koşullarda bile gülümsemeyi biliyorlar diye düşündük. Oradaki zorlu koşulları ve hayatları görmene rağmen bu gülümsemeni nasıl koruyorsun? - Aslında ağladığım zamanlar da oluyordu. Mesela Irak’taki mülteci kampında kalırken beni ağlatan gelişmeler de oldu. (İleride mülteci kampı ile ilgili soru ve cevaplar olacak)

30


- Eğer mülteci kampından bahsedeceksek şöyle başlayalım: Mülteci kampına nasıl kabul edildiniz? Bu konuda yaşadığınız sıkıntılar nelerdi? - İzin vermediler. Kaçtım ve içeri kaçak olarak girdim. Yezidi kampına girebilmem için izin vermediler. Erbil’den bir arkadaşımın tanıdığı varmış. Onu arattırdım. Birçok kanaldan denememe rağmen gerekli izini vermediler. Hemen çıkacağım diyerek girdim, bir hafta kadar içeride kaldım. Ayrılırken o kadar ağladım ki bunu burada anlatacak kelime bulamıyorum. Yanlarında kaldığım aile beni çok etkiledi. Ayrılırken insan düşünüyor, bu insanlarla bir daha nasıl iletişime geçeceğim diye. Ancak cidden bunun bir yolu yok. Telefon yok, internet yok sadece çadırlarının kapısında bir numara var. Ayrılırken sarıldık vedalaştık ve çadırlarının numarasını aldım. O kadar yoğun bir andı ki kendimi tutamayıp uzun süre ağlamıştım. 31


- Gittiğiniz yerde tanıştığınız insanlar sizin iletişim bilgilerinizi alıyor mu? Orada tanışıp daha sonra görüştüğünüz, konuştuğunuz insanlar oldu mu? - Gittiğim yerlerde tanıştığım insanların zaten çoğunun telefonu olmuyor. Pek görüşme şansımız olmuyor. Ama Pakistan’daki arkadaşlarımla daha sonra buluştum. Malezya’ya gitmek istediğimi söylediğimde biz de gelelim dediler ve Pakistanlı üç erkek arkadaşımla beraber Malezya’ya gidip orada 10 gün tatil yaptık. Bunun dışında sonradan görüştüklerim olmadı. Bunun en büyük sebebi gittiğim yerlerdeki tanıştığım insanların telefonunun ya da internetinin olmaması. - Seyahatlerinizi nasıl finanse ediyorsunuz? - Kendim finanse ediyorum. Genelde seyahatlerimden sonra parasız kalıyorum. :) Onu pek anlatmasam da en son sadece dönebilecek kadar param kalıyor ve döndükten sonra kredi kartları ile bir süre idare etmem gerekiyor.

32


- Bütün bunları nasıl göze alıyorsunuz? Ölmekten ya da başınıza gelecek diğer kötü şeylerden korkmuyor musunuz? - Ölümden korkmuyorum ancak kaçırılmaktan korkuyorum. Bu beni cidden korkutuyor. Yani bütün hayatım boyunca birisinin kölesi olmak, işkence görmek bunlar beni korkutuyor. - Gittiğiniz yerlerde bu tip kaçırılmalar, işkenceler oluyor mu? Gitmeden önce bunu araştırdınız mı? - Evet, maalesef oluyor. Mesela Afganistan’da insanlar buhar oluyor. Gidenlerin bir kısmı kaçırılabiliyor. Orada Taliban ve halk iç içe. Taliban’dan sıyrılmış bir alan yok. Mesela diyebilirsin ki Kabil daha güvenli ama öyle bir şey yok. Taliban her yerde ve halkın içinde. Orada devlet güçlü değil ancak Taliban çok güçlü. Bir devlet otoritesi yok, başınıza her an her şey gelebilir. - Gitmeye karar verdikten sonra vazgeçtiğiniz yerler oldu mu? - Evet oldu. TRT1’de yayınlanan Kırılma Noktası programının sunucusu savaş muhabiri bir arkadaşıma Bağdat’a gitmek için kararlı bir şekilde biletimi aldığımı söylediğimde, “Betül bunu yaparsan aptalın tekisin.” dedi bana. “Çünkü orada bir hükümet yok, artık bunu yaparsan kesin öleceksin demek.” dedi. Ben daha önce Bağdat’a gitmemiştim. Süleymaniye, Musul gibi kentlere gittim. Bağdat ve civarı daha tehlikeli. Arkadaşımın sözlerinden sonra o bileti geri verdim. Zaten alıp geri - Bizler de daha önce motorla o coğrafyalarda gezi planları yapmıştık ancak daha önce giden arkadaşlarımızın bize anlattıkları bizi kısa sürede vazgeçirmişti. Bunlardan en önemlisi bir motorcunun gezi sırasında durdurulup kafasının kesilmesi olayıydı. Sizin gezileriniz sırasında bu tip olaylarla karşılaştığınız oldu mu? - Kabil’de benim gitmemden iki gün önce yedi kişinin pazarda kafasını kesmişler. Afganistan’da Peştunlar, Hazaralar, Özbekler ve Türkmenler var. Peştunlar en güçlüleri. Hazaralar ise Şii ve o coğrafyada Şii olanlar sürekli dışlanıyor ya da öldürülüyor. Afganistan’daki en çok çile çeken halk Hazaralar diyebiliriz. Ben gitmeden hemen öncede insanların orada kafalarını kesmişler.

33


-Gittiğiniz o coğrafyalarda suç olup da cezası bu tip vahşi eylemler olan durumlar var mı? Tanık olduğunuz ya da öğrendiğiniz bu tip şeyler neler? - Pakistan’da, Afganistan’da laspami diye bir suç var; kutsallara küfür anlamına geliyor. Yani sen İslam dini ile ilgili bir şeyler söylersen ölüm cezasına çarptırılıyorsun. Genelde en çok suçlanan şey de Kuran sayfalarını yakmak. Bu suçun gerçekçiliği oldukça tartışılır. Yani atıyorum ben inanmasam bile neden Kuran’ın sayfalarını yakayım? Bu suçlar genelde insanların birbirlerine iftira attığı suçlar oluyor. Bir kadın cami çıkışında hamile kalmak için kadınları kandıracak şeyler satan bir mollaya “Sen bunlarla neden kadınları kandırıyorsun?” diye sorunca Molla da bağırmaya başlıyor: “Dinimize küfür etti.” diye. Sonra yavaş yavaş taşlamalar başlıyor. Yani bir iftiraya bakıyor suçlanmanız ve cezalandırılmanız. - İnternet’te yaptığınız paylaşımların başka insanlara örnek olmasını ya da bu tip coğrafyalara gezi düzenlemeleri için örnek olmasını ister misiniz? - Hayır istemem. Hatta bundan korkuyorum. İnternette yazmayı bu sebepten bıraktım. Çünkü ben de sizden etkilendim Afganistan’a gideceğim diyen insanlar olmaya başladı ve açıkçası gitmelerini istemiyorum. Buna benim sebep olmamı istemiyorum; çünkü çok tehlikeli bir coğrafya. Başlarına bir şey gelirse çok üzülürüm. - Biz hala bunu neden göze aldığınızı açıkçası anlayamadık. Böyle zor coğrafyalara tek başına seyahatler düzenlemek çok riskli. Bunu bize tekrar anlatmak, açıklamak ister misiniz? Eminiz okuyucularımızın da kafasındaki birçok soru işaretine cevap olacaktır. - Gittikten sonra hayata bakışım çok değişti, sonraki gezilerim için kendimi durduramadım. Motive edici bir özelliği var. Hayatın o kadar başka cephelerini görüyorsun ki, bunu Paris’e gitmekle yapamazsın. Hiçbir Avrupa ülkesi ya da Amerika bunu sana sağlayamaz. Bunu NTV’de de anlatmıştım. Bir gezimin dönüşünde evime geldiğimde telefonumu şarja takınca gözlerim doldu. Çünkü geldiğim yerde elektrik yoktu ve sadece 20 gün aslında hiçbir şey değil. Ama eve gelince çok duygulandım. Su, yemek, elektrik, bunlar kıyaslandığında çok büyük imkânlar. Ama bir süre sonra hemen eski hâline dönüyorsun. İnsanın, konfor alanından dışarı çıkması çok zor bir şey; ancak geri döndüğünde çok kısa sürede rahat hayata tekrar adapte oluyor.

Devam edecek....

34


m S İ n e m a

HACKSAW RIDGE Alper Yapıcıoğlu Bu filmin verdiği en önemli mesaj, insan hayatının en önemli değer olduğudur. İster savaşta, ister barışta... Savaş Vadisi (Hacksaw Ridge) Mel Gibson tarafından yönetilen bir savaş filmi. Olaylar II. Dünya Savaşı sırasında geçiyor. Ama sadece bir savaş filmi değil. Filmde savaşın şanı şöhretinden çok insan hayatlarına etkileri ve milletlerin birbirini öldürmesinin anlamsızlığı var. İnsanlık tarihinin en büyük savaşı olan II. Dünya Savaşı’nın başlama sebeplerinden en büyüğünün kendisinden önceki dünya savaşı olan I. Dünya Savaşı olduğu gibi; Desmond T. Doss’unda savaşa vicdani retçi olarak katılmasının en büyük sebebi I. Dünya Savaşına katılan babası William Thomas Doss’dur. Desmond’un babası savaşın Fransa Cephesi’nde bütün arkadaşlarını kaybetmiştir. Kendisi hayatta kalmış olsada savaş bitip geri döndükten sonra hayatı eskisi gibi olmamıştır. Savaş William Thomas Doss’u çocuklarına ve eşine sürekli şiddet 35

uygulayan, nevrotik bir kişiye dönüştürmüştür. Babalarından gördükleri şiddeti normalleştirip birbirlerine uyguladıkları birde kardeşi vardır Desmond’un. Birgün kavga ederken Desmond, ayarı biraz kaçırıp kardeşinin kafasına yerden aldığı tuğla ile vurup onu bayıltmıştır. Bu olayda kardeşini neredeyse öldürecek olması onu çok etkilemiş, şiddettin aslında o kadar da normal birşey olmadığını anlamasını sağlamıştır. Yine bir gün babası annesini döverken buna dayanamayan Desmond odasından çıkar ve babasının elinde annesine doğrultulmuş bir silah olduğunu görür. Refleks olarak babasının üzerine atlayan Desmond babasının elinden silahı almaya çalışırken silah ateş alır. Kurşun kimseye isabet etmesede silahın sesi herkesi sarsmıştır. Babasının elinden aldığı silahı tekrar babasına çeviren Desmond o an babasını silahtan çıkan kurşunla değil, kendi içinde öldürdüğünü savaş sırasında siper içinde bir


arkadaşına anlatacaktır. Amerika Birleşik Devletler,‘nin II. Dünya Savaşı’na girmesinin ardından Desmond T. Doss’da birçok Amerikalı gibi orduya katılmaya gönüllü olur. Ancak dindar bir Hristiyan ve pasifist olan Doss, savaşta insan öldürmeyi ve herhangi bir şekilde silah kullanmayı reddetmektedir. Onun yerine savaş alanında yaralıları kurtararak hizmet etmek istemektedir. Bu tavrı önce komutanları, daha sonra asker arkadaşları arasında ilk başta çok sert tepkiyle karşılanır. Askeri mahkemeye bile çıkan Desmond’u babasının savaş zamanı beraber savaştığı bir yüzbaşının mektubu kurtaracaktır.

m S İ n e m a

ABD Başkanı Harry Truman tarafından Onur Madalyası’na layık görülmüş bir vicdani retçinin öyküsünü sinemaya aktaran Savaş Vadisi filmini yöneten Mel Gibson film için “Uzun süre sonra yaptığım en iyi iş.” diyor.

36


Gizem’in Ailesi Adalet Arıyor! 11 Ekim Salı günü motosiklet tutkunlarını olduğu kadar pek çok insanı derinden etkileyen, oldukça acı bir haber aldık. Bursa’da özel bir okulda sınıf öğretmenliği yapan 25 yaşındaki Gizem Kıvılcım, Bilecik yakınlarında motosikletiyle yaptığı kazada yaşamını yitirdi. Bilecik’in Bozüyük ilçesindeki bir arkadaşının düğününden dönerken motosikletiyle Bilecik’in merkeze bağlı Sütlük Köyü yol ayrımında, karşı yönden gelen 45 yaşındaki Sami Kurt yönetimindeki otomobille çarpışan Gizem Kıvılcım yaşamını yitirdi. Bu haber herkesi olduğu gibi kadın gezginlere ve motosiklet sürücülerine özel bir sayı hazırladığımız dönemde bizleri de çok üzdü. Keşke dergimizde Gizem’in adı bu haberle değil de onunla yaptığımız güzel bir röportajla geçseydi… Kazadan sonra Jandarma Trafik ekipleri olay yerine 40 dakikada ulaştılar ve kaza raporunu tuttular. Ancak Gizem’in ailesinin kaza raporu tutulurken hatalar yapıldığı ve hukuken çok yanlış sonuçlar doğuracak şekilde düzenlendiği yönünde iddiaları mevcut. Biz de bu iddialar üzerine gerekli görüşmeleri yaptık ve adaletin yerini bulması amacıyla bu yazıyı hazırladık. Kazadan sonra Gizem’in ailesinden erkek kardeşi ve dayısı ile görüştük. İlk önce sosyal medyadan sesini duyurmaya çalışan erkek kardeş Burak Kıvılcım ile konuştuk. Burak 20 yaşında, Erciyes Üniversitesi Japon Dili ve Edebiyatı 2. Sınıf öğrencisi. Burak, iddiası olan ablasına yapılan bu haksızlığı elinden geldiğince duyurmak ve bu haksızlığın giderilmesi için yaptıkları başvurunun sonuca ulaşması için uğraşmakta. Bu çabasına ortak olmak amacıyla konuştuğumuz Burak olayı şöyle anlatıyor: “Olay günü ablamın viraja hızlı girip karşı şeride geçerek kazaya sebebiyet verdiği için asli kusurlu ilan edildiğini jandarmanın tuttuğu rapordan öğrendik. Olay yerini ve motoru incelediğimizde kazanın rapordaki gibi olmadığını, ablamın kendi şeridinde giderken karşıdan gelen aracın sola virajda içten girerek ablama çarptığı izlenimini edindik. Yoldaki kaza izleri bunu gösteriyordu.” Aile bunu gördükten sonra motosiklet ileri sürüş kursu hocaları olan Serdar Döner ve Taner Yavuz ile iletişime geçiyor ve olay yerini bir de hocalarımız inceliyor. Serdar Döner ve Taner Yavuz’un görüşlerine daha ileride değineceğiz. Burak konuşmamızın devamında, olayın 500 metre gerisinde ablasının en fazla 50-60 km/h hızla gittiğini gören tanıklarının olduğundan ve savcılığa sunulan kask kamerası incelendiğinde de kaza anının görüntülerinin olabileceğinden bahsediyor; tabii ki aile kask kamerasının kaza anında açık olup olmadığını bilmiyor. Ancak olayın aydınlatılmasında hayati öneme sahip bu delilin ısrarla incelenmesini talep ediyorlar. Konuşmamızın devamında Burak, tanıyamayanlar için ablasını anlatıyor: “Ablam trafik kurallarına sonuna kadar uyan, motosiklet koruyucu ekipmanlarından kamerasına kadar her şeyin tam kurallara göre yapılmasını önemseyen birisiydi. Ayrıca ablam büyük bir hayvan severdi ve çocukları da çok severdi. Kendisi bir öğretmen; herkese örnek olabilecek, insanlara sevgi ve saygıyla yaklaşan, dünya görüşü geniş bir insandı. Ablam böyle bir haksızlığa uğramış birini görse adalet yerini bulana kadar elinden geleni yapar, sonuna kadar uğraşırdı. Bizler de onun için adalet yerini bulana kadar uğraşlarımıza devam edeceğiz.” ve ekliyor: “Bu vesile ile de gördük ki motordaşlar birbirlerine çok bağlılar. Birçok motorcu arkadaşı geldi ve bizlerle acımızı paylaştılar, adalet için her şeyi yapabileceklerini gösterdiler. Sizin aracılığınız ile hem size hem de bütün motosiklet camiasına teşekkür ederiz.” Burak hem bütün içtenliğiyle bize içine dökerek hem de ablası için adımlar atılmasını dileyerek desteklerini esirgemeyen herkese teşekkür ediyor.

37


Aile, motosiklet ileri sürüş kursu hocalarından Serdar Döner ve Taner Yavuz’un görüşlerinden de yararlanarak avukatları aracılığı ile bazı taleplerde bulunuyor. Biz de MotoSeyyah dergi olarak savcılık dosyasında da yer alan bu talepleri ve taleplerin nedenlerini sizlere sunuyoruz: - Bazı kaza tespit tutanaklarında 8/8 oranında kusur dağılımı yapılmakta ise de, söz konusu trafik ekiplerinin "mahkemece bilirkişi tayin edilmedikçe" kusur dağılımı yönünde bir yetkilerinin olmayacağından, bu kusur bölümünün "yok sayılması" gerekir. - Kazanın meydana geldiği yolda "yol şerit çizgisi" bulunmamaktadır. Kazanın meydana geldiği bu yol, Karayolları Genel Müdürlüğünün ilgili şubesinin bakmakla sorumlu olduğu yol olduğu halde, tutulan tutanakta Karayollarına hiçbir sorumluluk atfedilmemiştir. Bu mümkün değildir ve kabul edilemez. - Rapor kazanın, iki aracın kafa kafaya tabir edilen şekilde çarpıştığı yönünde olsa da; aracın hasarlı bölgelerine bakıldığında kaza anında motosikletin araca sol ön taraftan çarptığı gözükmektedir. Ayrıca kaza tespit tutanağında, çarpışmanın olduğu yer olarak Gizem’in bedeninin kazadan sonra savrulduğu yer olarak belirtilmesi kazanın oluş biçimini çok yanlış bir şekilde göstermektedir. Kazada hayatını kaybeden şahsın motorlu olduğu, karşıdan gelen şahsın ise binek araç ile geldiği düşünülürse motorun daha hafif olduğu ve savrulabileceği, korumasız olduğu fırlayabileceği hususu atlanarak tespit tutanağı tutulmuştur. Hayatını kaybeden şahsın (Gizem’in) son olarak düştüğü noktanın, kazanın olduğu nokta olması imkânsızdır. 38


- Tutanakta ve şüpheli şahısların anlatımlarında motorun çarpışmadan sonra 10 metre kadar geriye gittiği ve durduğu belirtilmiştir. Bir motor ile bir aracın sol taraftan çarpışması sonucunda motorun geriye doğru nizami bir şekilde gitmesi mümkün değildir. - Tutanakta yer alan bu "asılsız" ve "fizik kurallarına aykırı" beyanlar tümüyle geçersizdir. Yeni bir keşif yapılarak raporun düzeltilmesi gerekmektedir. - Tutanaktaki krokide bulunan 19.6 metre fren izi olay mahallinde bulunmamaktadır. Karşıdan gelip motora çarpan araç hiç fren yapmamıştır. Olay yerine daha sonra kaza yapan aracı kaldırmak için gelen çekici operatörlerinin, fren izinin bu esnada arabayı çekiciye koyarken yapıldığına dair beyanları mevcuttur. Şüpheli şahsın daha sonra verdiği ifadesinde de fren izi sorulduğunda "yarım metre" şeklinde cevap verdiği görülmektedir ancak; olay yerinde yarım metre dahi fren izi bulunmamaktadır. - Olay mahallinin tekrar incelenmesi ve alanında uzman bilirkişilerce değerlendirilmesi sonucunda görülecektir ki; ölen şahsın düştüğü yerin asıl çarpışma noktası olmadığı, yolda yer alan ve krokide belirtilen, asfaltın kazındığı yerlerin motosikletin alt tarafında bulunan motorunun yere çarpması sonucu oluştuğu açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca herhangi bir firen izi olmadığı ve karşıdan gelen aracın yavaşlamadığı aşikârdır. - Şüpheli şahıs, o yöreyi bilen biridir. Hasandere Köyü Muhtarının yaptırdığı inşaatlarda çalışmaktadır. Bu zamana kadar bu yörede 5-6 bina yapmıştır. Bu sebeple bu muhiti ve bu yolları iyi bilmektedir. Bildiklerine rağmen yol şerit çizgilerinin olmadığı bir bölgede dikkatli sürüş yapmaması, bu hızda bir kazaya karışması şüpheli şahsın "ne olursa olsun" düşüncesiyle hareket ettiği manasına gelir. Bu da işlenmiş olan suçun farkında olarak (?) işlendiğini göstermektedir. Ayrıca şüpheli sahsın hızlı ve acele hareket etmesi durumu, yapmış olduğu işin etkisinden kaynaklanabileceği ihtimalini de mevcut kılıyor - Ayrıca şüphelinin olası kast ile bu suçu işlediği, şüpheye yer bırakmayacak bir biçimde suçu işlediğinin sabit olması sebebiyle "tutuklanması" gerekmektedir. Şüphelinin raporda yer alan ‘tamamen kusursuzdur’ ifadesine göre serbest bırakıldığı açık bir şekilde görülmektedir. Ancak tutanaklarda kusur oranının tespit edilemeyeceği de bir gerçektir. Yukarıda arz ve izah edilen nedenlerden dolayı nihai talepler aşağıdaki gibidir; 1. Dosya kapsamında şüpheli olarak gözüken Sami Kurt’un TUTUKLANMASINI, savcılık aksi kanaatte ise şüpheli hakkında kaçmasını önlemek amacıyla adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasını, 2. Olaya müdahil olan ve adli makamları yanıltmaya çalışan, kendi görev yeri olmamasına rağmen müdahale eden Erkut Akmanlar’ın dosya kapsamında ifadesi alınmak üzere çağrılmasını, 3. Olaya müdahil olan Yediemin çekici operatörü Ramazan Altay’ın dosya kapsamında ifadesi alınmak üzere çağrılmasını, 4. Ayrıca Jandarma Genel Komutanlığında görevli olan iki tane sivil astsubayın olay yerine ilk giden kişiler olduğu; olay yerine ilk olarak ulaşan şahısların kim olduğunun sorulmasını,

39


5. Somut olaya ilişkin bir motor eğitmeni olan uzman bilirkişi, bir trafik veya karayolları mühendisi ve bir de hukukçu bilirkişisi aracılığıyla olay mahallinde delillerin kaybolma ihtimali göz önünde bulundurularak ivedilikle keşif ve inceleme yapılmasını, Savcılık makamından saygılarımızla vekâleten arz ve talep ederiz. Görüldüğü üzere ailenin iddiaları çok ciddi ve kesinlikle ele alınması gereken cinsten. Umuyoruz ki savcılık makamı ailenin bu olaydaki şüphelerini tamamen yok edecek şekilde delilleri inceler ve bu delillere göre gereken kararı kısa sürede alır. Biz de MotoSeyyah ekibi olarak bu konunun sonuna kadar takipçisi olacak, Gizem’in ailesine elimizden gelen desteği vereceğiz. Ekibimizi ayakta tutan siz okuyucularımızdan da aynı hassasiyeti bekler, güvenli sürüşler dileriz.

40


NİLAY KAHYAOĞLU

Amerika'ya Gitmek İçin Nedenlerim Var! ‘Amerika beni hiç meraklandırmıyor.’ lafını bu aralar çok sık duyar oldum. Gitmeden bir yeri yargılamak (olumlu ya da olumsuz) beni gerçekten rahatsız ediyor. Şayet ‘Amerika’ya gitmek için ölüyorum, bu hayattaki tek amacım.’ deseydiniz de aynı tepkiyi verirdim. Fakat bu yargılamaları yapanların çoğunun Kanada, Avustralya, Amerika ülkelerinden hiçbirine gitmediğini görünce işin aslını anlıyorum. Her ne kadar Afrika’ya Asya’ya gidin diye ısrarlı olsam da, gelişmiş birinci dünya ülkelerini görmeden hiçbirinin değeri kalmıyor. Çünkü herhangi bir şeyi karşılaştırmanın tek yolu, tam tersini deneyimlemekten geçiyor. Para içinde yaşayan birinin, 10 liranın hesabını yapan kişinin tutumluluğunu anlayamayacağı gibi, zaruri ihtiyaçlar dışında hiçbir şeye para harcamayan biri, paranın yaşattığı keyif duygusunu da asla öğrenemeyecektir. Bu karşılaştırmada kazanan yoktur. İki taraf da yapamadıkları yüzünden kaybetmektedir. Ortaokul çağımda İkinci Bahar dizisiyle başlayan Amerika hayallerim, çok yakın bir arkadaşımın oraya taşınması ile gelişti; alıp başımı gitmek istediğim bir tarihte de benim için Amerika’dan başka bir seçenek kalmamıştı. Ben gitmeden önce, şu an sinir olacağım tiplemeler gibi yatıp kalkıp Amerika’yı düşünüyordum. Her şeyi bırakıp Amerika’da dil eğitimine giderken, farkındalığımın, bakış açımın bu kadar artacağını bilmiyordum. Yalnız kaldım, adapte oldum, dil öğrendim, çevremi genişlettim, bir sene boyunca tek başıma gezebildiğim her yeri gezdim. Öyle şehir içinde de değil, Amerika’nın birçok eyaletini gördüm, Amerikalılarla yaşadım. Şimdi Amerika’nın olumlu ve olumsuz yönleri nedir, neden gitmeli, neden gitmemeli inceleyelim. 1) Özgürlük Eğer ülkeler arasında reklam oscarı verilseydi, kesinlikle o oscar Amerika’ya giderdi. Kendi özgürlüğünü, kendi imkânlarını, hayat standartlarını bu kadar ballandıran başka bir ülke daha görmedim. Bir Amerikalı arkadaşım, Amerika’daki evsizlerin bile kendi istekleri ile sokakta olduklarını, ülkenin onlara yatacak yer vermesine rağmen, onların sokakları tercih ettiğini söylemişti. Ne dersiniz? Tam tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı hikâyesi... Gitmeden istediğim tek şey, sokaklarında huzurla dolaşabileceğim, eşitsizlikleri sorgulamayacağım, kıyafetlerime göre yargılanmayacağım bir yerde olmaktı. Gidince tam tersi ile karşılaştım. Kapitalizmin ortasında, her gün yeni bir kıyafet almaya teşvik edilen bir neslin, adeta marka karşılaştırma savaşları yaşayarak nasıl mahvolduğuna tanık oldum.

41


Evet, Amerika çok özgür bir ülke. Size seçenekler sunuyor, bu çok yaygın bir psikolojik uygulama. Size kendi belirlediği seçenekler arasında seçim yaptırıp kendinizi özgür hissetmenizi sağlıyor. Hadi söyleyin; Prada mı, Channel mi? Maybelline mi, Dior mu? Five Guys mı, Mc Donalds mı? 2) Alışveriş Nerede kalmıştık? Kapitalizm diyorduk, tüm dünyada akım hâline gelen markalar diyorduk. Bunların en ucuz olduğu yer neresi? Tabii ki menşei ülke, Amerika. Sırf bunun için Amerika’ya geliyorsanız benim için cicişlerden farkınız yok tabii.:) Önce gezin görün, sonra gitmeden bir de alışveriş merkezlerine uğrayın bir zahmet. Canım cicişlerim benim, sizi de seviyorum… :) 3) Sanat Bilmiyorum dünyanın başka bir yerinde bu kadar sanatla iç içe olabileceğiniz yerler var mı? Ben görmedim. Herkesin gitmek için yanıp tutuştuğu, dünyanın en iyi dans, oyunculuk, müzik eğitimleri burada veriliyor. Adım başı kendi yaptığı sanatı satmak için yüreklendirilen insanlar mevcut. Tren yolculuğunuz bile sessiz geçmiyor, mutlaka kalbinizi yaran bir kemanist bir köşede çalıyor, dans gösterisi gününüzü güzelleştiriyor... Her müzenin ücretsiz olduğu bir gün var. Dünyaca ünlü müzisyenler, mutlaka ücretsiz konserler veriyor, yıllık sanat sergileri yapılıyor. Dilenciler bile “Neden yalan söyleyeyim, bira alacağım” yazılı pankartlar taşıyıp kendi sanatlarını icra ediyor. Ya da müzikaller. Bana Broadway’de müzikale gitmemiş biri, ruhani huzurdan bahsetmesin. Sokak sanatı desen, Ankara kedisi misali ilkokul birinci sınıf düzeyini çoktan aşmış. 4) Sinema Her şeyi bir kenara bırakırsak, Amerika’nın dünyada hâkim olduğu en iyi şey benim için sinema. Eğer Hollywood olmasaydı, bakış açımı bu kadar geliştirecek hiçbir filmi izleyememiş olurdum. Kelebek etkisi, 21 gram, The Truman Show, The Martian... Söyleyin bana aranızda kim, Sex and the City’yi, Pretty Woman’ı, Godfather’ı izleyip New York’a; Hangover’ı izleyip Vegas’a; Sweet November’ı izleyip San Francisco’ya, Dexter’i, Miami Vice’i izleyip Miami’ye gitmek istemez ki? 5) Eğlence Eğlence sizin hayatınızda ne kadar yer kaplıyor bilmiyorum ama benim için o oran hayli yüksek ve Amerika bu işte bir dünya markası. İngiliz kültürünün devamı olarak pub ve bar kültürünün yanında, gece kulüpleri, teras barlar, konserler, havuz partileri, ev partileri, happy hourlar saymakla bitmez. Bana göre zamanını en iyi şekilde geçirdiğin her şey eğlenmeye dâhil. Yani sahilde gün doğumu yogalarına katılmak, en güzel yemekleri yiyebileceğiniz restoranlarda laflamak, dalış yapmak, uçaktan atlamak da buna dâhil... Siz isimlendirin, Amerika yapsın...


6) Deneyim Amerika büyük bir ülke olduğu için gittiğiniz her şehirde farklı bir kültürle, farklı coğrafik yapıyla karşılaşmak da seyahati deneyime çeviren ayrı bir etmen. Mesela New York’ta dünyanın ekonomik kararlarının alındığı gökdelenler arasından geçip huzurlu parklarda soluklanmak, Miami’de okyanus ve salsaya doymak, San Francisco’da yokuşlardan sıkılıp tramvaya binmek, Los Angeles’ta ünlülerle karşılaşmak, tarihi Route 66’da ülkenin en batısından en doğusuna araç kullanmak, Pennslvanya’da elektrik kullanmayan amişlerle yemek yemek, Boston’da beyzbol maçı izlemek, dünyayı değiştirmiş profesörlerin gittiği kütüphanelerde kitap okumak çok ayrı deneyimler. 7) Doğal Güzellikler Amerika doğal güzelliklerine sahip çıkıp koruyabilen en güzel ülkelerden. Grand Kanyon, çöller, Niagara Şelalesi, Monarch Butterfly Reserve, Everglades, Denali Milli Parkı, Ölü Vadi ve milyonlarcası... Hepsi birbirinden özel muhteşem yerler… 8) Tarih Her ne kadar Amerika’nın tarihi yok bıdı bıdı desek de ben yaklaşık üç yüz yıllık bir tarihi de yeterli bulanlardanım. Amerika; Benjamin Franklin, Thomas Edison, Martin Luther King, Bill Gates, Elvis Presley, Steve Jobs, Walt Disney, Muhammed Ali, Frank Sinatra, Louis Armstrong, John Lennon’ı görmüş bir ülke. Şimdi bir düşünün bu isimler olmasaydı hayatımız aynı olur muydu? 9) Gelişmişlik “Abi adamlar yıllar öncesinden bunu bile düşünmüş!” demekten kendinizi alamayacağınız bir yer Amerika. Her yaşanılası yerde olduğu gibi vatandaşların hayatta kalmak için uğraşmadığı, ülkenin vatandaşların her ihtiyacını gözeterek çalıştığı yerlerden. En küçük örnek, uzun yolda araba kullanırken otoban çıkışlarının çok ayrı numaralandırıldığını görürsünüz. Arada kalan rakam boşlukları, ileriki yıllarda aradaki bölgeye kurulabilecek olası yerleşimleri gözeterek bırakılmıştır. 10) Çok Kültürlülük Dünyada her milletten ırka kapılarını açıp, hoşgörü gösterebilen, herkese aynı yaşamsal hakları verebilen çok fazla ülke bulunmuyor. Amerika bu ülkelerden biri. Gittiğiniz her şehirde dünya mutfağı bulmanın yanında, yeni kültürleri başka yere gitmeden öğrenebilmek de bu işin en güzel tarafı...

www.farawayfromthehome.com


Ön Çamurluk Uzatıcı

Zincir Muhafazalı Arka Çamurluk

Radyatör Koruma

Çanta Taşıyıcı


red

vespa 45


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.