yaza sıkışan aylarla yarışıyorum hangimiz daha kış.. nekrofili alphaville dinliyor ve hüzünlü birer aforizma gibi yayılıyor geceleri şehre travestiler ruja gerek yok onlar,dudaklarını hayatın hayalarına sürdüler. tercümesi zor izahların anlam azaltma dersindeyim bugün biriyle sevişsem, yarın cenazesindeyim.
K.iskender
- İSİM ÜZERİNE Hepimiz bize dayatıldığı,ölçüde toplumsal bir travmanın içindeyiz bu günlerde. Uyulması ahlak açısından gerekli ve geçerli olan duvarlar örüyor ve içinde sıkışıp kalıyoruz. Peki gerçekten ahlak nedir ?
Ahlaklı insan kimdir?
“Ahlak yapmak istemediklerimizi topluma rağmen yapmamaya direnmek” değilmidir sizce de? Oysa ahlak bugün doğru haklı bir merci olarak anne, baba, gelenek, iktidar yaptırımıyla tanrı konumundadır ve en az onun kadar bilinemezdir. Yine pek çok kavram gibi gövdelerimizin altına itilip içi boşaltılıp kendisine yabancılaşmış traş edilmiş bir gençliğe sunuluyor. Aldatmanın,çalmanın,öldürmenin ahlak dışı eylemler arasından çıkarılıp sevmeye sevişmeye bir kadın ağrısa dönüşüyor. Bizlerde amoralin düzensiz ve profesyonel olmayan yazarları olarak kişinin kendi ahlaki değerlerini oluşturabilme ve bu değerlere özgürce uyabilme bilincini uyandırmak ve parmak aralarımıza sıkışan kalemlerimize ses vermektir. Çünkü bu yanıbaşımızda sürdürülen bir direniştir. Çünkü bu ruhumuzun derinliklerinde son şarkıyla son gülüşle özgürlüğün sevdası ile bir sesleniş bir serzeniştir. Karalamadefteri
Her şey, Her şey mi ? Her şey,herkesin elinde duyarsızlaşır ve anlamsızlaşır iken,sıradan bir gün on dokuz-yirmi iki arası ; Sokaktaki adam,sırtında iki tekerlekli arabası,çöpümde para kazanırken. Yanından geçmem pek normal,orda yokmuşcasına. Kapımı kitlemeli belki de bir hırsız, kim bilir belki de bir katil. Korkmalı ondan,kıyafetlerinden,pislenmiş yüzünden. Sıradan birgün sekiz-on arası ; Bir kadın bir elinde beyaz bir kağıdı göğsünün üstünde, diğer elinde nefes almayı,burnunu ve ağzını kaplamış bez parçasıyla öğrenmiş bir kız çocuğu. Pek sessizler ve ürkekler. Her şeyi başarmışcasına o anda yanlarından geçenler,pek gürültülü ve cesurlar. Herkes o kadar doğal ki her şeyi yaşamakla pek mutlu,inanmışcasına. Bir sohbet : Buna karşılık,bozuk bir düzen acılar,kayıplar ve kazanımlara karşı sadece sağ duyu. Ne faydası var ki yok olana yada doğacak olana...Eğlenmeye devam mutsuz ve eylemsiz geçen bir günün ardından. Sohbetin sonu,fotoğraflar çok gülünç. İki yüz küsür gün sonu sabaha karşı ; son nefes ve bir kadının korkunç çığlığı. Neden böyle oldu ki ; ikiz yüz küsür gün öncesi su toprakla birleşir,buğdaylar toplanır beyaz tozlara dönüşür. Beyaz tozlar,ateş ile şekillenir. Bunu gören biri onu almaya giderken toz ve dumanlar arasında yere yığılır. Her şey normal ki, bir B.E daha düştüğü yerde kalır. Ne kadar isteksiz o kadar eğlenceli, ne kadar umursamaz o kadar eğlenceli. İnsanlar geleneksel yaşantılarıyla pek normal. Bu bir yaşam ve her şey çok sıradan. Ciddi tavırlarla bir grup insan,inanmışlar sosyal anlamda,hızlı ve sevgi dolular. Ciddi tavırlarla bir grup insan inanmışlar ; ama kör bir zamanda dolu dolu pek bir tüketiciler. Her şey olduğundan daha yüzeysel iken bunların ağzından ‘’ dünya bizimle değişmez ‘’ iyinin ve kötünün ötesinde,kötünün iyisine şükredercesine pek gülünçler. Ve onlarla değişmez. Elimde tv kumandası,kanallarda cumartesi,ellerde fotoğraflar görünür. Tekrardan umarım,onlarla değişmez. Kabasakal
Theodoros Angelopoulos’a dair… Theodoros Angelopoulos 1935'te Atina'da doğmuş Yunanlı bir yonetmendir. Angelopoulos, 2.Dunya Savaşı'na tanıklık etmiş ve ulkesinde yaşanan ic karışıklardan etkilenerek buyumuştur. Angelopoulos 40 yıla yakın bir zamandır surdurduğu sinema kariyerinde imzasını attığı bircok yapıtla bugun dunya sinemasının en buyuk yonetmenleri arasında yer alıyor. Angelopoulos savaştan etkilendiği zamanları şoyle anlatıyor: '' Cok erken yaşlarda yazmaya başladım. Yakın tarihin gurultulu ve duygusal olayların ben de catlaklar yarattığı bir donemde 1940 yılında savaşın sirenleri, Alman işgal ordusunun terk edilmiş Atina'ya girişi, ilk sesler, ilk goruntuler... Sonra 1944 yılında ic savaş, kıyımlar... Babamın olume mahkum edilişi... Boş bir alanda binlerce olunun arasında babamı ararken annemin bana tutunan titreyen elleri... Cok uzun zaman sonra, cok uzaklardan ondan bir haber almamız... Yağmurlu bir gunde eve donuşu. İlk oykuler, goruntuyu arayan kelimelerle ilk temas... O zamanlar pek farkında değildim. Nedense uzun zaman sonra anladım ilk senaryoda bu kelimeleri kullanınca. Kelimeler şoyle dokuluvermişti: ''Yağmur yağıyor...'' Bizim zamanımızda Homeros ve eski trajedilerin şiirleri okul mufredatında bir hayli yer alırdı. Eski mitolojiler ustumuze cokerdi, biz de onların uzerine cokerdik. Anılarla dolu topraklarda yaşıyoruz, eski taşların ve kırık heykellerin uzerinde. Butun cağdaş Yunan sanatı bu ortak varoluşun izini taşıyor. İzlemiş olduğum yolun, almış olduğum derslerin, duşuncelerimin butun bunlardan ilham almaması imkansızdı.'' Angelopoulos, Fransa'daki sosyalist ve ozgurlukcu fikirlerden etkilenmiştir. Klasik sinema dilinden uzaklaşarak modern sinemanın onunu acar ve soyut, izlenimci, surrealist calışmalar ortaya koyar. Sovyetlerin cokuşuyle ağır bir siyasal duş kırıklığı yaşar. Bu yuzden guncel ve siyasal olaylar daha az yer tutmaya başlar filmlerinde. Siyasal yozlaşmanın vardığı boyuttan duyduğu rahatsızlıkla tamamen ice donuk, kişisel arayış ve bunalımları olan karakterler uzerinde dunyayı anlatmayı secti. Kitera'ya Yolculuk ile Sonsuzluk ve Bir Gun filmleri bunun en iyi ornekleridir. Yolculuk teması Angelopoulos filmlerinin pek coğunda onemli bir yer tutar. Ancak burada amacsız değil amaclı bir yolculuk soz konusudur. Bir babanın aranması, bir kokenin aranması ve yitirilmiş zamanın aranması gibi. Onun filmlerini anlayabilmek icin Yunanistan'la birlikte Balkan tarihini ve Yunan mitolojisini bilmek gerekir. Genel olarak filmlerinde Sovyetler'in dağılışı, Balkanlar'da yaşanan
parcalanmanın meydana getirdiği karamsarlıkla, sığınmacılık, goc, sınır,oteki olmak konuları işlenir. Leyleğin Geciken Adımı, Puslu Manzaralar; Kumpanya, Arıcı filmleri bunlara ornek verilebilir. Ve bu filmler tumuyle yolda gecer. Filmlerinde hava hep kapalı, bulutlu ve yağmurludur.Karakterlerle ilgili hakikati seyirciye yansıtırken uzun suren geniş acılı cekimlerle sahnelere derinlik kazandırır. Bunu yaparken izleyiciye duşunme fırsatı verir. Angelopoulos filmlerinde bir butunluk oluşturmaya calışır. Bu nedenle hicbirini klasikleşmiş ''Son'' sozcuğuyle bitirmez. Sonunda ki bitiş cumlesi bir sonra ki filmin başlangıcını oluşturur. O, kendi yuzyılının kişisel değerlendirmesini yapacağı filmin hikayesini ortaya cıkarmaya başlayınca 5 - 6 saat surecek bu filmi izlenebilirlik acısından fazla uzun olduğunu duşunduğu icin uclemeye donuşturmeye karar verir. Bu filmler birbirine bağlıdır. Hayatımız uzerine tozunu serpeleyen, yaşanmış ve yaşanmakta olan her şeyin uzerine coken zamanda sınırlarda oteden ve beride gecen bir yol hikayesi olarak tasarlamıştır bu uclemeyi. Gecmişin dunun değil, bugunun parcası olduğunu, hatıraların gecmişe değil bugune ait olduğunu hikaye etmişti bu uclemede. Bu iclemenin ilk filmi ''Ağlayan Cayır'' dır. 1919 yılından 2. Dunya Savaşı'na kadar olan donemi, Yunanistan'da yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmeleri aktarmıştır. Daha sonra bu uclemenin ikinci filmi olan ''Zamanın Tozu'' nu cekmeye başlamıştır. ''Ağlayan Cayır'' dan devraldığı sozu 2. Dunya Savaşı donemiyle devam ettiriyor. Beethoven'ın 9. Senfonisi calarken Branderbura kapısında 20. yuzyıla veda eder. Zamanın Tozu: ''Hicbir şey sona ermedi, ermezde. Hicbir şey asla sona ermez... Zamanın altında donuklaşan hikayemi gecmişten almaya geldim.'' Uclemenin son filmi olan '' Başka Deniz'' de 21. yuzyıl ile yuzleşerek değer yargılarının yitişine, etik olanın cokuşunu, buyuk sermaye ile sanatın, kulturun arasındaki catışmayı, yozlaşmayı, surgunleri, sığınmacıları anlatmaktadır. Angelopoulos'un filmlerinin bir diğer belirgin ozelliği muzikle kurduğu ilişkidir. Muzikler filmin gorselliğiyle bir butun oluşturur. Eleni Karaindrou, onun bircok filmine muzikleriyle eşlik eder. Angelopoulos, 20-26 Eylul 2010 tarihleri arasında gercekleştirilen 17. Altın Koza Film Festivali'nin onur konuğu olarak Adana'ya gelmiş ve odul
torenine katılmıştı. Angelopoulos,Turkiye'ye geldikten 2 yıl sonra son filmi olan ''Başka Deniz'' i cekerken bir motosikletin ona carpması sonucu hayatını kaybetmiştir. Angelopoulos, yuzyılın son ceyreğine Andrei Tarkovsky ve Krzysztof Kieślowski gibi damgasını vuran yonetmenlerden biri olmuştur Persona
Duble Karakterinin Diyalog görünümlü Monoloğu · Çok kötü şeyler yaptım. · Yalan söylüyorum gibi mi geliyor sana ? · Bana da… · Yaşamayı çok mu seviyorsun birader? · Öyleyse bunun cezasına da hazır olmalısın. Çünkü yaşamayı çok sevmek suçtur. · Peki suç dediğin ne? Birinin gerçekten suçlu olduğunu nerden anlıyorsun? Suçu gördüğünde o suçluya ceza kesme kudretini kendinde nasıl buluyorsun? O cezayı keserken suçlu olmayı nasıl göze alıyorsun? · Vicdanından dolayı mı ? Peki, senin vicdanın var mı ? Benim vardı. Çünkü doğru nedir,yanlış nedir ayırt etmeye çalışıyordum,vicdanımı dinliyordum ama sonra…kafam karıştı. · Çünkü yaşadığın doğru hayatı korumak adına o yaptığın yanlışın doğruluğuna kendini bir defa inandırdın mı artık vicdanınla ilgili bir problemin kalmaz! Çünkü dersin ki; yaşıyorum işte,bundan iyi ne var! · Bazen yaşamı,başkalarının hayatına kast edecek kadar çok sevdiğini fark edersin. Sana hiç oldu mu? Bana oldu… · İşte o an, yani bir başkasının atan kalbine gözünü diktiğin o an aslında son nefesini verdiğin andır. · Sen yaşadığın sürece bunu bilirsin.Yaşadığın her saniye o anı düşünmen,pişman olman,vicdan azabı çekmen gerekir ama çekemezsin. · Çünkü artık bir vicdanın yoktur! Şubat dizisi, çift kişilikli duble karakteri repliği.
Hayatın Özdüşünümü ‘’Self-reflection’’ tercümesi olan bu kavram,öze dönüşü(öz yansıması) ifade etmektedir. Kavram bir anlamda kendine dönen düşünce yani kendini sorgulayabilen,kendi edimini yorumlayabilen düşünce anlamına gelmektedir.
Bir filmi izlediğiniz zaman –filmi sevip,sevmemeniz önemli değil- onu tüm gerçekliğiyle kabul edersiniz ve psikolojik olarak,o ekranın dışındaki hayatı yok sayarsınız. Film,gerçeği yansıtsa bile yapısı gereği aslında bir kurgudan ibarettir. Seyir halindeyken,onun bir film olduğunu unutursunuz ve kendinize bir gerçeklik yaratırsınız. Her şey çok normal gelir size. Ancak ya filmi izlerken onun bir film olduğunun farkına varırsanız ? İşte o an,her şey çok saçma ve anlamsız gelmez mi ? İnsanoğlu doğası gereği,kendine bir gerçeklik yaratma mahkumiyeti içerisindedir. Okul,arkadaşlık,ilişkiler,para kazanma vb. durumlardan uyandığımız her anda bir amaç arayışıyla karşı karşıya kalırız. Sadece entellektüel bir arayış olarak değil,bu halin içinde gerçekten zorunlu olarak var olduğumuz durumdan bahsediyorum.Bunun devamında doğal olarak,hayatın özdüşünüm gönderimi ; Neden yaşıyorum ? Var olma amacım nedir ? olacaktır. Kişi –kaçınılmaz olarak- ‘’değer farkı’’ gözetip-gözetmeksizin kendisine bir anlam ve gerçeklik yaratmak zorunda kalacaktır. Bu kimisi için bilgelik olacak, kimisi için sanat,kimisi içinse Aşk olacaktır (ilahi,mecazi veya cismani… ). Hayatın ‘’ekranının’’ dışarısına gözünüzü çevirmeye cesaret edemezsiniz. Çünkü bu cesaret,kaçınılmaz olarak bir anlamsızlığı da beraberinde getirecektir. Anlamsızlık,intihara gebedir. Eğer kendinize bir gerçeklik yaratamazsanız,yaşayamazsınız. Gerçeklik ve anlam ise her zaman ulaşılması zor,varılması ise bir ömür süresi ile yetişilemeyecek bir şey olmak durumundadır(insan=ouroboros). Ancak biliriz ki, benlikle ulaşılamayan bir şey henüz var olmamıştır ve henüz var olmayan bir şey,an’ın içerisinde yoktur. konuşmaçizgisi
Neden değişmiyorsun? Eğer birimiz bu soruyu sorarsa fakat sadece sözel olarak değil veya entellektüel bir eğlence olarak değil. Ciddi ve radikal bir şekilde bu soruyu sorduğunda,cevabın nedir ? Neden insanlar binlerce yıldır hep aynı şekilde yaşıyor ? Şuan beni okuyan kişi,sen neden değişmedin? Eğer değişmezsen bunun neler doğurabileceğini biliyorsun. Milliyetçi,kabileci,bir şirket gibi,yalıtılmış,izole edilmiş,global bir ilişkisi olmayan insan. Savaşan,savaşan,savaşan! Birbirimizi yok edişimizin kitabını yazmak için. Ya gerçekten ciddi değilsin,ya da çok yüzeysel bir hayat yaşamak istiyorsun ve bu seni geçici olarak tatmin ediyor. Ya da gerçekten umrunda değil.Her zaman anlık zevkler,anlık hazlar peşindesin. Çocukların öldürülmüş umrunda değil.Eğer gerçekten umrunda olsaydı bunu önlemeye çalışırdın. Biyolojik ve psikolojik olarak koşullanmışsın ve eğer sen bu koşullanmada bir özgürlük görebiliyorsan,o halde öyle devam et. Eğer şimdi ben kendimi radikal bir biçimde değiştirebilirsem.Bu ilerde insanlığın gerikalanının bilincini de muhakkak etkiler. Ve şimdi tekrar soruyorum,neden değişmiyorsun ? Neyi koruyorsun? Jiddu Krishnamurti