Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
ÇAĞDAŞ BİLİM FELSEFESİNDE PSİKANALİZ ÜZERİNE BAZI YAKLAŞIMLAR Özet Psikanalizin bilim olarak kortumu, son zamanlarda sorgulanmaktadır. Bu çalışmanın amacı, psikanalizin bilimsel konumunu araştıran yaklaşımlardan bazılarım göstermeye çalışmaktır. Bu çalışmada, felsefenin, bilimin, bilim felsefesinin, bilginin ve bilimsel bilginin anlamları da ele alınacaktır. Anahtar sözcükler
Felsefe, bilim, bilim felsefesi, bilgi, dıştabırakıcı
tümevanmcılık, yanlışlama, sayımsal tümevarımcılık, Summary Recently the status of psychonalysis as selence has been called into question. The aim of this study is to show some approachs; approachs may be acepted as a search to find out a scientifıc status far psychoanalysis. in this study, the meaning of philosophy and of selence and of selence philosophy and ofknowledge and of scientifıc knowledge \vill be explained. Key words: Philosophy, selence, philosophy of science, knowledge, eliminative inductivism.falsiflcationism, enumarative induetivism. Bu çalışmada, Bilim Felsefesi açısından psikanalizin bilim olarak konumu ve bazı çağdaş filozofların psikanalize yaklaşımları betimlenecektir. Bunlar yapılırken de doğal olarak, kuramın sorunları, açıklanan görüşler çerçevesinde felsefi açıdan tartışılacaktır. Bilim felsefesi Konuya "Bilim Felsefesi"ni açıklamakla başlamak, birazdan sunulacak görüşlere ışık tutması açısından ve konunun kolay anlaşılmasını sağlamak
14
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
amacıyla uygun olacaktır. Bilim Felsefesi nedir? sorusu bilim ve felsefenin ayrı ayrı açıklanmasıyla anlam bulacaktır. Felsefe "Philosophia" kelimesinden gelir. Kelime, özünde "philo" sevgi ve "sophia" bilgelik, bilgeliği sevmek anlamındadır. Bilgelik (sofos), ister ilahi, isterse beşeri olsun bütün şeylerin özünü bilmektir. Felsefe (philosophia) eleştirel bir tutumla, ister "ilahi", isterse "beşeri" olsun bütün şeylerin kökünü bilmeye çalışmak ve bu bilgiye göre davranmaya çabalamaktır. Bilge kişi (filozof), var olan herşeyin bilgisini eleştirel bir tutumla edinmeye çabalarken, bilimin, dinin, sanatın olduğu kadar evrenin her köşesi ve insan üzerindeki kendi gözlemlerinin, denemelerinin, düşüncelerinin, sezgilerinin sonuçlarını, genel kavramlar altında toplamaya, onlan genel kavram yuvalarına oturtmaya, sınıflamaya, sıralamaya, anlamlandırmaya çalışır. Onun bütün bu çabaları gerçeklik, bilgi ve değer gibi üç merkezde toplanır. Böylece felsefenin üç ana öğesi gerçeklik (ontologi) bilgi (epistemelogi) ve değer (ethik) belirlenmiş olur. Felsefe organik, tutarlı yapılı bir bilgi değildir. Bu, gerçeklik, bilgi ve değer konularının ya hepsini ya da bir parçasını, ya birini ya da birinin bir parçasını analiz yoluyla ele almayı mümkün kılar. Sonuçta, felsefe kavramı her ne kadar anlamından kaydırılarak kullanıldığında, herhangi bir konu üzerinde düşünceler anlamına gelse de -hocanın felsefesi, doktorun felsefesi, öğrencinin felsefesi, politikacının felsefesi, kadının felsefesi, vs. -asıl felsefe disiplinleri gerçeklik, bilgi ve değer alanlarında ortaya çıkan görüşler üzerinde düşünmeye başlanıldığında ortaya çıkmış olur. Bunlar, bu üç ana alana bağlı olarak yapılan Bilim Felsefesi, Matematik Felsefesi, Sosyal Felsefeler, Hukuk, Ahlâk, Din, Sanat Felsefeleri vs.'dir. Bu özel alanlarda uğraşmak felsefenin özünü değiştirmez. Örneğin bilimin, varlığı (gerçekliği), bilimsel bilginin nereden geldiği, böyle bir bilgiyi elde etmenin mümkün olup olmadığı ve doğruluğu; bilgisi edinilmiş varlığın, bilimin karşısında nasıl davranmak gerektiği üzerinde düşünmeye başlanıldığında da "Bilim Felsefesi" yapılmış olur. Bilimin varlığının, diğer bir deyişle bir varlık alanı olarak bilimin, bilgisi üzerindeki tartışmalar, "Böyle bir bilgi var mıdır varsa doğru mudur?"
15
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
Nereden gelir?" "Böyle bir bilgiyi kim bilir?" "Böyle bir bilginin insan varlığı için geçerliliği nedir?" "Bu bilgiyi elde etmenin bir yöntemi var mıdır?" gibi çok sayıda sorunun yanıtlanmasını gerektirir. Bilim ve felsefe arasındaki ilişki, her ikisinin de insanın kendisi için ortaya koyduğu ürünü olması, her ikisinin de amacının insanı iyiye, güzele, doğruya, genel geçer kurallara götürmek olmasıdır. Aralarındaki tek fark, felsefenin konulara genel açılardan yaklaşırken bilimin özel açılardan yaklaşmasıdır. Sonuç olarak farklılık, her iki alanm bilgisi ve bu bilgilerin elde edilişi noktasıdır. Bir varlık alanı olarak bilimin bilgisinin yani bilimsel bilginin özelliğini belirlemek, önce bilginin ne olduğunu belirlemekle mümkündür. Filozoflar, bilginin ne olduğunu belirlemede felsefeden, bilimden ve psikolojiden yararlanmışlardır. Bir felsefi alan olarak bilim felsefesi de bilimsel bilginin ne olduğuna yanıt verirken felsefi görüşleri kullanır. Bilgi, bilme, İngiliz görgülcüleri ve mantıkçı görgülcüler: Felsefenin bilgi kuramı dalı (epistemelogi), bilginin bir bilme ve öğrenme psikolojisi olmadığı üzerine temellenmiştir. Bilgi ve bilme farklı şeylerdir. Bilgi bir bilme eylemi, bilgi edinme sürece değildir. O, bir üründür. Platon; Ziyafet, Faidon ve Devlet Diyalogları kitaplarında, gerçeklerin duyuları aşması gerektiğini dile getirmiştir. Ona göre bilginin konusu varlıktır. Tam anlamıyla var olan tam anlamıyla bilinir, hiç bir şekilde varolmayan ise hiç bilinmez. Hiç bir şeyi düşünmek, düşünmemektir1. "- Bilen bir şeyi mi bilir, yoksa, hiç bir şeyi mi? - Herhangi bir şeyi. - Bu herhangi bir şey var olan bir şey midir, var olmayan bir şey midir? - Var olan bir şeydir, gerçekten, eğer o var olmasaydı, nasıl bilinebilirdi?1" Husserl'e göre "genel olarak tüm bilinç durumları, varlığı ne olursa ol2
sun bir şeyin bilincidir . Descartes'in "Realite Objectivite" dediği şey de budur Düşüncenin düşündüğü şey, var olan şeydir yani idea'dır. Ama idea'nm
16
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
gerçekliği nedir? İşte bu soru birazdan ele alacağımız psikanalizin bilimsel konumuyla ilgili temel tartışmaların çıktığı nokta, diğer bir deyişle fırtınanın koptuğu noktadır. Bir şeyin varlığının bilgisi üzerine yani idea'nın gerçekliği üzerine tartışmaların modern felsefe ile özellikle İngiliz görgülcüleri (empirisist) denilen Francis Bacon, John Locke ve David Hume ile başladığı söylenir3. Bunlardan David Hume'a göre, doğrudan doğruya
bildiklerimiz
idea'lardır. Evrensel dediğimiz yasalar ise, durmadan değişen yenilenen izlenimler (impressions)'dır. Onların düşünen insanın dışında herhangi bir gerçek varlıkları yoktur. Çağnsımlar ve idealar doğrudan bilgi oluşturamazlar. Çağrışımların zihnimizde birleştiği bir idea varsa bu anlamlıdır. Anlam, kendisini dilde ifade eder. Bu, önerme (proposition)'dir. Önermeler deneylerle sınırlıdır. Zihnimizin bu izlenimleri birleştirme ve ayırma yeteneği doğuştandır4. Zihnimiz boş bir levhadır (tabularasa). Doğuştan boş olan zihin, deneme yaptıkça üstünde çizgiler belirir (çağnsımlar idealarla birleşir). İzlenimler güçlendikçe algı doğar. Duyumlar (izlenimler) ve duyumların birleştirilmesi ve aynlmasıyla kurulan bu önermeler konu, yüklem ve bağlantı olmak üzere üç bileşenden oluşurlar. Yüklemi konusundan daha çok bilgi veren önermelerin hepsi, denemeden ve duyumdan gelir. Yüklemi konusuna eşdeğer önermeler, yeni bir bilgi vermezler, aynı bilgiyi verirler. Bunlar, "analitik" ya da "totolojik" önermelerdir. Matematikteki tanımlar, bunlara en güzel örneklerdir. Bir kısım önermeler de yalnız konu ve bağlantılardan oluşmuşlardır, yüklemleri yoktur. Yüklem yerine boşluk bulunan bu tür önermeler dinin ve metafiziğin önermeleridir. Hume önermeleri anlamlı veya anlamlı olmayan gibi iki kategoride ele alır. Anlamlı önermeler doğru ya da yanlış olabilen önermelerdir. Totolojik önermeler dışındaki önermeler, ancak ve ancak bağlantıları duyumun ve algının bağlantılanna uyuyorsa doğrudurlar. Bir önermenin doğru ya da yanlış olması için duyu verilerine bağlanması gerekmektedir. Hume'a göre, insan zihninde "matter of fact" (duyum ve denemelerden gelen bilgiler) ve "relations of ideas" (genel kavramlar) bulunur. Onlar, zihnimizin alışkan-
17
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
lıklarından başka bir şey değildir. "Su ateş üzerinde kaynar" önermesi, "Ateş suyun kaynamasının nedenidir'1 gibi bir sonucu vermez. Çünkü ateş ve kaynama ardarda gelen iki olaydır. Biz bu iki oiayı birleştiririz ve ateşi suyun kaynamasının nedeni sayarız. Doğadaki her olay, birbirinden bağımsızdır. Bağlantı kuran, anlam veren insandır. Hume'un bu görüşleri bilimi derinden sarsmış ve çağdaş filozoflar arasında pek çok yandaş bulmuştur4. Psikanalizin bilimsel konumunu tartışırken Hume'un görüşlerinden başka, kendisinden sonra mantıkçı görgülcüler (logical emprisists) adı verilen izleyicilerin görüşlerine de kısaca değinmemiz gerekmektedir. Konunun başında "bilgi" ile "bilme"nin birbirlerinden çok farklı kavramlar olduklarını belirtmiştik. Hangi kutupta yer alırsa alsın felsefi gelenekte bilgi, "önermedir". Duyu verilerine bağlanabilen her şey, yaşantılar, düşünceler, inançlar birer bilgi savıdır. Bir bilgi savının bilgi haline dönüşebilmesi için gerçeklik ile birleşerek haklılaştırılması gerekmektedir. Gerçeklik ile birleşmeyen önermeler, haklı gösterilemeyeceğinden bilgi olamazlar. Bir bilgi savı, bir kez gerçekliği ile birleştiğinde onun genel yasa olarak kabul edilmesi (genelleştirilmesi) mümkündür. Örneğin bir insanın ölümlü olduğunu görmek, tüm insanların ölümlü olduğunu ileri sürebilmek için yeterlidir. Ancak "Tüm insanlar ölümlüdür" diyebilmek için tüm insanların tek tek ölümlü olduklarım göstermek gerekir. Yani Lakatos'un saptadığı gibi bir doğrunun belirlenmesi sırasında tümevarım ve tümdengelim süreçleri hep içice ve yanyana gider5. Bir başka örnek alalım. "Tüm kuzgunlar siyahtır" diyebilmek için bir kuzgunun siyah olması yeterlidir. Mantıksal bağlamda, "Tüm kuzgunlar siyahtır" önermesi, "siyah olmayan ve kuzgun olmayan" her şeyle doğrulanmaktadır. Diğer bir deyişle, kırmızı bir kalem, mavi bir eşarp "bütün kuzgunlar siyahtır"ı sağlamlaştırır. Eğer bir kuzgun gözlemlenir ve 4
siyah olmadığı belirlenirse önerme, "Hiç bir kuzgun siyah değildir"e döner . Bilgi savının bilgiye dönüşümünde tümevarım ve tümdengelimin içice, yanyana olmasını zorunlu kılan bu açmaz, (paradox) halen aşılamamıştır. "Tüm kuzgunlar siyahtır" gibi bir önermenin kabulü "ya tüm kuzgunlar
18
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Sinıurg
siyah değilse?" gibi bir soruyu ve bu soruyla birlikte şüpheyi de beraberinde getirir (Buradaki şüphe, "kuşku" ile aynı anlamda değildir. Kuşkuda olayın sonucunun olumsuz olacağına ilişkin bir psikolojik beklenti sözkonusudur. Ancak "şüphe" eden kişi olayın sonucunun ne olacağı hakkında önyargıya sahip değildir). Bir bilginin genel geçer evrensel bir yasa olabilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Diğer bir deyişle, bilgi savının haklılaşması (justification) için zaman gereklidir. Kısa süreli doğrulamalar, bilgilerimizi haklı çıkarmaya yetmeyebilir. Bunun için uzun süreli doğrulamalara yani bekleyip önermeyi haklı çıkaracak diğer kanıtlara ihtiyaç vardır. Ama ne kadar bekleyelim ki görüşlerimiz artık bir daha hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde haklı gösterilsin? Bu zaman1 dilimi ile sonsuz arasındadır. Yani bilgilerimden sürekli şüpne etmeliyim. Hiçbir şey kesin doğru değildir6. .' Asıl konumuz olan, psikanalizin bilim olarak konumunu saptayabilmek için böyle bir giriş yaptıktan sonra, şimdi, bu bilgiler ışığında, mantıkçı görgülcü filozofların psikanalizi nasıl değerlendirdiklerini ele alabiliriz. Mantıkçı görgülcüfllozoflartn psikanalize bakışları Mantıkçı görgülcülük içerisinde iki temel görüş psikanalizin bilimsel yap sim ele alır. Bunlardan ilkine göre, psikanalizin bilimsel bir yapısı olam; z. Bu görüşe göre, sentetik (empirical) olmayan hiç bir önerme, kesin anlarra sahip olamaz. Bir önermenin doğruluğu, onun gerçek dünya ile bağlantısı (uzantısı) varsa mümkündür. Önermelerin doğruluğu veya yanlışlığı, bizim ne bildiğimize değil de önermenin gerçek dünya ile bağlantısıyla mümkündür. Durum böyle olunca önermeler yalnızca görüneni yansıtmak zorundadır. Diğer bir deyişle, ancak "A kişisi T zamanında P yerinde X olayını gözlemledi" gibi saptamalar yapılabilir. A kişinin gözlemlediği bu olayın önünde ve arkasında başka bir gerçeklik yoktur. Sonuçta, doğa bilimlerinin /önermeleri dışında bilimsel önerme olamaz. Tarski'nin öncülüğünü yaptığı bu 7
görüş "dar görgülcülük" (strict empiricism) adıyla da anılır . Dikkatin yoğunlaştırılması gerektiği nokta "Bir psikanalitik ortamda biz hangi kuralları kabul etmeliyiz?" sorusuna verilecek yanıttır. Gerçekte psi-
19
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
kanaliz ve psikanalitik ortamlar, birer toplumsal etkinliklerdir. Bunların yöntemleri doğa bilimlerini gözlemlemede kullanılan yöntemlerden farklıdır. Çünkü psikanaliz, insan davranışlarını içeren bir ortamda oluşan ilişkiler bütünüdür. Bunun anlamı, doğa bilimleri yöntemlerinin psikanalizde geçerli olmadığıdır. Psikanalitik ortamların "gerçek dünya" (actual world)ları yine kendileridir. Tarski ve yandaşları, yalnızca psikanalizi değil sosyal bilimleri de reddederler. Onlara göre, sosyal bilimlerde kullanılan semantik kavramlar, psikolojide, sosyolojide ve pratikte bütün sosyal bilimlerde, kendi alanlarını açıklamada kullanılan kavramlar olup doğa bilimlerinde bu açıklamaların bir geçerliliği yoktur. Bu yüzden psikanalizin ve psikanalitik görüşlerin kuramsal açıklamaları, son derece geçersiz, basit hiç bir görgül bağlantısı olmayan açıklamalardır. Az veya çok kabul edilmezler7. Mantıkçı görgülciilerin içindeki ikinci görüşün sahipleri Nagel, Pap, Danto ve Hospers'dir. Bu görüşe kısaca "dıştabırakıcı fümevarımcıhk" (e iminative inductivism) adı verilir. Bunlar psikanalizi tutarlı bir kuram olaral kabul ederler. Dıştabırakıcı tümevarımcılara göre: 1. Psikanalizdeki kuramsal kavramlar, düzenli kavramlardır; kurandan önce gelirler ve keşfe yararlar. 2. Psikanaliz, içindeki görgülcü
inançlara ters düşen kavramlar
yüzünden reddedilemez. Çünkü bir kuram, açıklama ve öngörüde ontolo iden bağımsız olmayı taahhüt eder. 3. Kabul edilmiş örneklerle gösterilen psikanalitik hipotezlerin kimliği vardır ve sonuçta gerekli koşulları sağlamaktadır.
\
Burada anlatılmak istenen psikanalizin ya da psikanalitik kuramların tamamını kabul etmek zorunda olmadığımız, yalnızca kuramsal kavramlar ile gözlemden elde edilen kavramların yardımcı tanımlamalarla birbirlerine bağlamamızın yeterli olacağıdır. Yani, kuramın her bir parçası, bir bütün gibi sınanmalı ve öndeyi (prediction) olarak kabul edilmelidir. Fakat dıştabırakuk tümevanmcıların bu görüşleri, özellikle etik bakımından eleştirilmektedir. ı Bunu bir örnekle açıklayalım: Bütün insanlar için kuramsal düzeyde geçerli, \ nörotik bir yapı belirlenmiş olsun; bu kuramsal düzeydeki nörotik yapıya \
20
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
uyan özellikler gösteren bir bireyde aynı zamanda bir cinsel işlev bozukluğu da belirlenirse; "Nörotik yapısı olan bütün bireyler, aynı zamanda bir cinsel işlev bozukluğuna da sahiptir" gibi bir önermeye sahip oluruz. Ancak, böyle bir önermeyi sınamak mümkün değildir. Yani dıştabırakıcı tümevarımcıların görüşleri benimsenirse, sınanması mümkün olmayan bir hipotezden dolayı, tüm nörotiklerin cinsel işlev bozukluğu olduğunu varsaymak gibi etik bir sorunla karşılaşırız7. Kari Popper'in psikanalize bakıp Psikanaliz üzerinde oldukça etkili fikirler öne süren Sir Kari Popper, getirdiği "yanlışlama" (falsificaüon) yöntemiyle günümüz bilim felsefesinde önemli bir yer tutar. Yanlışlama, tıpkı haklı gösterme gibi bir sınama yöntemidir. Diğer bir deyişle, hipotezin veya bir kuramın sınanması demek, onu yanlışlayıcı ölçütlerin bulunması ve en az bir yanlışlayıcı ölçüüe yanlışlanan kuramın reddedilmesi demektir. Halbuki haklı gösterme yöntemiyle yapılan sınamada (justification) bir kuram, sürekli doğru gösterilmeye çalışılır. Bunun için mantıksal bağlamlar ve duruma özgü hipotezler kullanılır. Popper'a göre, psikanaliz, herhangi bir görgül kanıtla yanlışlanabilecek ölçütler bulunmadığından ancak sahte bir bilimsel kuram (Pseudo-scientific theory)'dır. Popper'in üzerinde konuştuğu tek konu, bilimdir. O, yalnızca bir şeyin bilim olup olmama ölçütlerini belirlemeye çalışır. Yoksa "Ne biliyorsam yanlışlanana kadar doğrudur" gibi bir önermenin savunucusu değildir. Yanlışlayıcı ölçütler bilimde iki problemden kurtulmak ve bilimle bilim olmayanın sınırlarını belirlemek için düzenlenir. Bu problemlerden ilki, kuramın yeterince tammlanamayan verilerden oluşmasıdır. Herhangi bir veri grubu, herhangi bir kuramdan çıkarımla, herhangi bir kuram ile desteklemeyle ya da herhangi bir kuram yardımıyla açıklanarak elde edilebilir. Ancak bir kuram ya da hipotez kendisine zıt ya da alternatif hipotezler olmadan düşünülemez. İkinci problem ise temel gözlem verilerinin genel kurallarla, mantıksal
21
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
yolla, sonuçlandırılmasıdır. Herhangi bir kimsenin cümleler grubu bir kuram gibi genelleştirilemez. Bilimsel bir kuram için ayrıca tümevarım gerekli değildir. Çünkü tümevarımda, kuramın ileriye doğru işlemesini sağlayan zıtlıklar yoktur ve nelerin yanlış olabileceği kuram dışında tutulduğundan yanhşlanamazlar. Popper'a göre "bilim" bilim adammca yapılan bir iştir. Popper'in bilim adamı kavramı, onun en az yanlışlama'sı kadar önemlidir. Çünkü yanlışlama, bilim adamının etkinlikleri ile yapılabilir. Bilim adamı, cesur tahminler (bold-conjecture) yaparak dünya hakkında doğru ifadeler kurmak ister. Bilimde, dünya hakkında anlamsız hiç bir tahmin kabul edilemediği gibi böyle bir tahmin, kanıtlarla da gösterilemez. Bilimde, bir hipotez eğer seçeneklerinden yoksun ve akılcı değilse kesin olarak yanlışlanamaz. Bir bilim adamının görevinin en önemli bölümü bir hipotezi öngörü, içerik ve bakış açısı ile uygun diğer hipotezlerle birleştirmek, diğer hipotezlerden aynmak ve ciddi seçenekler bulmaktır. Popper'a göre psikanalitik hipotezler, bir başka hipoteze zıt olmadan üretilmektedir. Psikanalist, zayıf hipotezler çevresinde dolaşarak, ideoloji, mitoloji ve politik ağırlıklı raporlar üretir; bilim yapmaz; gerçek dünyada nelerin doğru olduğunu göremez; bir psikanalitik hipotezi ciddi biçimde smayamaz. Psikanaliz, kuram olarak yanlışlanamazhğı yüzünden sistematik hatalara neden olur. Sonuçta, Popper Psikanalizi iki yolla reddetmektedir. Bunlar, l.a. Psikanaliz, ilkesel olarak yanlışlanamaz. Yine ilkesel düzeyde psikanalitik kurama alternatif hipotezler üretemez. Kanıtları farklılık yapmaz. Kuramdan çıkarılacak öngörüler kesin biçimde sınanamazlar. b. Bir yanlışlayıcı gözlemlenende hiç değişiklik olmadığı halde psikanalizdeki hipotezlerin aynı zamanda kendisiyle zıt hipotezleri de doğru kıldığını göre-bilir. Bu nedenle hiç bir hipotez, gözlemle yanlışlanamaz. Sonuçta yanlış-lanamayan kuram, kuram olarak kabul edilse de yaıdışlayıcı ölçütlerin olmaması nedeniyle bilimsel değildir. 2. Bilimsel olmayan bir kuram ile uğraşanlar bilim adamı sayıla-
22
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simuıg
atayacaklarından psikanalistler de nitelik olarak, bilim adamı değildir7. AdolfGrünbaum'un psikanalize bakışı Psikanaliz üzerindeki bir başka yordama da Adolf Grünbaum'dan gelir. Grünbaum'a göre, psikanalitik hipotezler ve psikanaliz, doğrulanmasına ve yanlışlanınasına rağmen psikanalitik ortamlarda (situation) test edilemezler. Grünbaum'un bu görüşü, oldukça ilginçtir. Diğer bir deyişle, psikanalitik hipotezler bilimsel yapıya sahiptirler ama test edilme yerleri psikanalitik ortamlar, terapi ortamları değildir. Grünbaum'un savları şu şekilde sıralanabilir: a) Freud ve diğer psikanalistler, hipotezlerini klinik kanıtlara dayanan tutarlı savlarla (tally argument) temellendirmişlerdir. Ancak bu tutarlı savlar, zaman içinde tamamıyla terk edilmişlerdir. b) Psikanalitik ortamlarda elde edilen veriler (analiz edilenin raporları), psikanalistin kuramsal öndeyileri, hastaya ilişkin kişiliğinden kaynaklanan önyargıları gibi nedenlerle kaçmılmaksızm bozulmuştur. c) Genel doğru, bu tek bir hasta ile ilgili bile olsa, psikanalizle bulunamaz. d) Psikanalitik terapinin doğruları, klinik örnekler ne kadar etkili olursa olsun, öyküsel doğrudurlar. Bu doğrular, gerçek dünyanın doğrularına bağlanamaz, buna da gerek yoktur. Bunlar, yalnızca, bir grup verilere bağlanabilir7. Sonuçta psikanaliz, Freud'un mantıksal temelleri bulmak için çabalamasına rağmen Freud'un haklı göstermeye çalıştığı büyük çatlakları olan bir kuramdır8. Grünbaum, bu görüşlerinde yalnız değildir. Morris N. Eagle çağdaş Freudian yaklaşımları etyolojik bakımdan oldukça mantıklı bulduğu halde 9
görgül bakımdan kanıtlanamaz, dolayısıyla tutarsız olarak nitelenmektedir . Marshaü Edelson'un psikanalize bakışı Edelson, meslekten bir bilim felsefecisi olmayıp bilim felsefesinden Freud'a ve kuramına yönelik eleştirileri karşılamaya çalışan bir psikanalisttir.
23
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
Psikanalize bilim felsefesinde olumlu bir yer bulmak için Edelson, öncelikle Popper'a yönelir. Popper'in savlarını reddeder. Edelson'a göre, bir bilim adamının gerçekliğe ilişkin görüşleri daima bir olasılık içermektedir. Bir psikanalist, bir bilim adamı gibi davranır. O, yolunu çizer ve hastanın savunduğu isteklerini düşüncelerini ve durumunu anlamaya çalışır.. O, gerçeğin görünenin arkasında olduğunu; bu gerçeğin psikanalitik ortama ve hastanın isteklerini, düşüncelerini ve durumunu bilmeyerek ortaya koyduğu çağrışımlarına bağlı olarak ortaya çıkacağını bilir. Onun iyileştirme çalışması, bir araştırma etkinliğidir. Edelson'a göre klinik araştırmalarda ve sosyal bilimlerde çift karakterli konumlar ve yardımcı tahminler, kanıtlama sürecinde çok işe yararlar. Ona göre, psikanalitik kuramların yanlışlanabilirlik ölçütlerine sahip olması gerekmez. Bunlar sosyal bilim olarak kabul edilmelidirler. Zaten doğası gereği psikanaliz bilim nesnesi olarak bireysel varlıkları yani insanı seçmiştir ve bireysel varlık olarak insanın yanlışlanabilirlik ölçütlerine uyması beklenemez.7. Edelson'un ikinci itirazı, Grünbaum'a yöneliktir. Onu yorumla genel kuramları birbirine karıştırmakla suçlar. Edelson'a göre, Grünbaum'un görüşleri dıştabırakıcı tümevarımcılık ile temellenmiştir. Dıştabırakıcı tümevarımcılıkta asıl olarak hangi kanıt bir hipotezi bilimsel olarak destekler sorununa yanıt arandığından, temelde Popper'in yanlışlamacılığıyla aralarında bir fark yoktur. Diğer bir deyişle dıştabırakıcı tümevarımcılık ve yanlışlamacılık, aynı bilim anlayışını temsil etmelerine rağmen farklı sorular sormaktadırlar. Bilindiği gibi Grünbaurn, psikanalitik hipotezleri, tutarlı savlan nedeniyle bilimsel olarak kabul etmekte ancak bu hipotezlerin psikanalitik ortamda smanamayacak olduklarım ileri sürmektedir. Ona göre klinik gözlemlere, psikanalistin öndeyileri ve önyargıları karıştığından psikanalitik ortamlardaki klinik gözlemi, bilimsellik açısından yeterli bulmak doğru değildir. Edelson'a göre klinik gözlemler, yeterlidir. Çünkü psikanalitik ortamlar gerçekte deneysel ortamlardır. Edelson için psikanalitik yorumlar hipotezlerdir. Bu yorumlar, hastanın pek çok gerçek görünüşünü açıklamaktadırlar. Diğer bir deyişle, Psikanalitik yorumlar, gerçekte bir hastanın konu olduğu
24
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
hipotezlerdir. Edelson'a göre, Grünbaum'un tutarlı savları (tally argument) da hipotezlerdir. Peki ne yapmak gerekir ki Freud'a bir yer bulalım, Freud'a bilimsel bir temel kazandıralım? Edelson bu konuda, pek çok çağdaş bilim felsefecisi gibi, bir model önerir. Onun modeli, sayımsal tümevarmıcıhk (enumarative inrductivism) adını alır. Sayımsal tümevanmcıhğa göre, her bir hipotez, kendi genel kuramının şemsiyesi altında incelenmelidir; gözlemle elde edilen her bir olumlu örnek, kendisini doğrular. Bu her bir psikanalitik ortamın kendi kendisini doğrulaması demektir. Bir psikanalitik ortamın doğrusu bir başka ortam için doğru olacak gibi genel kural yoktur. Buna Edelson, "tek denekli araştırma" (single subject research) adını verir. Bir kuramsal öngörü ancak ve ancak kendi genel kuramının şemsiyesi altında değerlendirildiğinde sonuçlanır. Eğer genel kuramına uyuyorsa kabul edilir, uymuyorsa reddedilir. Psikanaliz bir imgelem bilimi (science of imagination) dir ve tüm insan davranışlarım ve kapasitelerini içermektedir. Yani bütün psikanalitik kuramlar Freud şemsiyesi altında incelenebilir7. Sonuç Buraya kadar bilim felsefesi açısından psikanalizin bilimsel konumunun çeşitli akım ve filozoflarca nasıl görüldüğü açıklanmaya çalışıldı. Ancak bazı sorular hala açıkta durmaktadır. Gerçekte bir Freud öncesi ve Freud sonrası dönemden bahsedilir. Psikanaliz bir döneme adını vermiş ve tıpkı birleşik kaplar kuramı gibi mekanik olarak izah edilebilmesine rağmen pek çok eleştiri almıştır. Bu eleştirileri yapanların buna haklan var mıdır? Bilimde kuramlar gelip giderler. Bu böyleyse; - Kuramlar nasıl oluşur? - Kuramların gerçekliği nedir? - Hangi kuramlar doğruyu verir? - Her doğru kabul edilen kuram, aslında gerçek dünya (actual world) lanna uygun mudur?
25
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Simurg
İlerleme, göreceli bir kavramdır. Nasıl ilerlediğimizi bilmeyiz. Ancak ilerlediğimizi umud ederiz. Belki de yerimizde sayıp dururken ilerledik sanırız. Ancak bilimde sonuç teknoloji ile elde edilir. Cilalı taş devrinden uzay çağma ulaşan süreç, ilerlediğimizi göstermektedir; göstermektedir de bu nasıl oluşmuştur? İşte açıkta duran en önemli soru budur. Bilim adamı da bir insandır. Ama insan makina mıdır? Gözlem yapsın, deney yapsın, hipotezler üretsin, bu ürettiği hipotezleri sürekli denesin, bunları dille ifade etsin ama kendisini sürekli "bir bağımlı değişken" gibi bunların dışında tutsun. Bu mümkün müdür? Diğer bir deyişle gözlemlerimiz ve deneylerimiz, şu ötemizde bulunan gerçekliği anlamaya yeter mi? Eğer yetmiyorsa gerçekliği yok demeye hakkımız var mıdır? Bilim ilerliyorsa bu birikici nitelikte (kümülatif) bir ilerleme midir, yoksa devrimsel (revolutionary) bir ilerlemeden mi söz edilir? Pek çok bilim felsefesi kitabının giriş bölümünün "çağımızın ikinci yarısında bilim felsefesinde başlayan tartışmalar" veya buna benzer bir cümleyle başladığı görülür. Bunun anlamı Thomas S. Kuhn'un "The Structure of Scientific
Revolutions" (Bilimsel Devrimlerin Yapısı) isimli kitabının
hatırlatılmasıdır. 1962 yılında yayımladığı bu kitabıyla Kuhn, bilimde ilerlemenin pozitivistlerin savunduğu gibi birikici nitelikte olmadığını tam tersine devrimsel bir yapı taşıdığını vurgulamaktadır. Bilimde ilerleme "atlamalarla", "sıçramalarla" ve en önemlisi anahtar kavramların (key conceppt) değişme1
siyle kendisini göstermektedir ". Kuhn'un bu görüşleri, bilim ve felsefe çevrelerinde hala büyük tartışmalara neden olmakta, bilimin niteliği ve ilerlemesi ile ilgili sorunlara henüz kesin yanıtlar verilememektedir. Bu makalede Freud'un psikanalitik kuramının bilimsel niteliğinin bilim felsefesi açısından nasıl değerlendirildiği kısmi örneklerle gösterilmeye çalışıldı. Burada aktarılanlar Freud'un psikanalitik kuramının bilimsel konumuyla ilgili tartışmaların çok az bir bölümünü oluşturmaktadır. Tartışmalann böylesine yoğun olmasına rağmen çözümsüz bir noktada bulunulmasının nedeni, doğrudan doğruya Freud'un kuramının kendisinden kaynaklandığı kadar
26
Mersin Üniversitesi Bilimsel Toplantı Topluluğu
Sinıurg
bilim felsefesindeki bakışların çeşitliliğinden de kaynaklanmaktadır. Önemli olan kesin bir karara varılarak Freud'un psikanalitik kuramının bilimsel konumuyla ilgili tartışmalara bir son verilmesi değil, tam tersine, tartışmaların daha da yoğunlaşünlmasıyla, Freud'a ve psikanalize insanın anlaşılmasında sağladıkları katkılardan dolayı hak ettikleri yerin verilmesidir. Kaynaklar 1- Platon. Devlet. Eyüpoğlu S, Cimgöz MA Çev. 7. Baskı. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1972. 2- Husserl Edmund, Cartesian Meditations. 1977. 3- Gökberk M. Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1990. 4- Brown, IH. Theory Perception and Commintment. Chicago: 1977, 15-19. 5- Hacking I. Lakatos's Philosophy of Science in "Science in" Scientific Revolutions", Haking I. ed. Cocibrd: 1981-, 128-130. 6- Bonjour L. The Structure of Empirical Knowledge, Harward 1985, 3-17. 7- Edelson M. Hypothesis and Evidence in Psychoanalysis, Chicago 1981. 8- Orünbaum Adolf. The Foundations of Psychoanalysis, 1984,174-176. 9- Eagle Morris N. Physics, Philosophy, and Psychoanalysis, 31-38. 10- Shapere D. Scientific Revolutions, in "Paradigm and Revolutions", 1980, 27-28. Metin Coşar ODTÜ Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi, Ankara
* Bu yazı daha önce Psikiyatri, Psikoloji ve Psikofarmakoloji Dergisi'nin 1993; 1. (3.) sayısında yayımlanmıştır.
27