T.C. BAŞBAKANLIK AİLE ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Eğitim - Kültür ve Araştırma Dergisi Yıl : 9 • Cilt: 3 • Sayı: 11
● Sahibi Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Adına Doç.Dr. Ayşen GÜRCAN ● Genel Yayın Yönetmeni Dr. Nesrin TÜRKARSLAN ●
Ocak - Şubat - Mart 2007
AİLE ve TOPLUM DERGİSİ YAYIN İLKELERİ 1. Aile ve Toplum Dergisi, Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından üç ayda bir yayınlanır. 2. Dergide telif ve tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme tartışma yazıları, Türkçe ya da bir yabancı dilde yer alır. 3. Dergi, "Hakemli" bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, konusu ile ilgili bir akademisyen ve Yayın Kurulu tarafından incelendikten sonra yayımlanabilir. Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir.
Genel Yayın Koordinatörü ve Yazı İşleri Müdürü Ahmet Rasim KALAYCI ● Yayın Kurulu Mesut TAŞÇI İrfan ÇAYBOYLU Dursun AYAN Sadık GÜNEŞ Ahmet Rasim KALAYCI ● Adres Meşrutiyet Caddesi No:19 06650 Kızılay-ANKARA Tel:(312) 419 29 79-(12Hat) Fax: (312) 419 29 70 www.aile.gov.tr ● Aile ve Toplum Dergisi’nde yayınlanan yazılardaki görüşler yazarına aittir. ● Aile ve Toplum Dergisi üç ayda bir yayınlanır. ● Baskı ve Tasarım MN TANITIM Tel: 0312 384 41 27
4. Gönderilen yazıların yayınlanma zorunluluğu yoktur. Dergiye gelen yazılar yayınlasın ya da yayınlanmasın geri gönderilmez. 5. Dergiye gönderilen yazıların Türkçe ve bir yabancı dilde (İngilizce, Fransızca, Almanca) 100-150 kelimelik özetleri çıkartılmalıdır. Yazı herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ise belirtilmelidir. 6. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. 7. Yazının kapak sayfasında, çalışmanın adı yazar/yazarların (Birden fazla yazar varsa sıralama yapılarak) adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurumlar belirtilmeli, Türkçe ve İngilizce özetler yer almalıdır. 8. Makalelerdeki dipnot ve kaynakçalar mutlaka genel kabul görmüş standartlara uygun olmalıdır. 9. Gönderilen yazıların dili açık ve anlaşılır olmalı, dilimizde karşılığı tam olarak olmayan ifadelerin Türkçe karşılığı parantez içinde verilmeli ve gönderilen yazılar yazım düzeni açısından aşağıdaki özellikleri taşımalıdır: – Yazılar, A4 boyutundaki beyaz kağıdın bir yüzüne, 1,5 satır aralıklı, 98 ve 2000 sürümleri tercih edilmelidir. Metin tek kopya olarak sunulmalıdır. Ayrıca metin diskete kaydedilmeli, disketin üzerinde kullanılan bilgisayar programı ve sürüm numarası belirtilmelidir. Yazı, Hakem Kurulu'nun bir değişiklik önerisi ile kabul edilmiş ise en son durumu içeren çalışma disketle birlikte teslim edilmeli, önlem olarak dosyanın bir kopyası da yazarda bulunmalıdır. – Satır sonlarında sözcükler kesinlikle hecelerine bölünmemelidir. – Çizimler bilgisayardan çıkarılmadı ise, beyaz aydınger kağıt üzerinde çini mürekkebi ile çizilmelidir. Çizimlerde fotokopi yöntemi kullanılmamalıdır. Fotoğraflar siyah/beyaz, net ve parlak fotoğraf kağıdına basılmış olmalıdır. Renkli fotoğraflar ve fotokopiye çekilmiş fotoğraflar kullanılmamalıdır. Ayrıca her bir şeklin metin içinde gireceği yer açık bir biçimde gösterilmelidir.
Danışma Kurulu Prof.Dr. Gönüİ AKÇAMETE ........................................ Prof.Dr. Belma AKŞİT................................................. Prof.Dr. Aliye Mavili AKTAŞ ....................................... Prof.Dr. Emine AKYÜZ ............................................... Prof.Dr. Zehra ARIKAN............................................... Prof.Dr. Çiğdem ARIKAN ........................................... Prof.Dr. Meziyet ARI................................................... Yrd.Doç.Dr. Metin ARSLAN ....................................... Prof Dr. İbrahim ARSLANOĞLU................................. Prof.Dr. Orhan AYDIN ................................................ Doç.Dr. Aylin GÖRGÜN BARAN ................................ Prof.Dr. Ayla BAYIK TEMEL ....................................... Prof.Dr. Latife BIYIKLI ................................................ Prof.Dr. Kamil Ufuk BİLGİN....................................,... Prof.Dr. Beyza BİLGİN ............................................... Prof.Dr. Işıl BULUT ..................................................... Doç.Dr. Esra BURCU ................................................. Prof.Dr. Saynur CANAT.............................................. Prof.Dr. Bülent ÇAPLI ................................................ Prof.Dr. Nilgün ÇELEBİ .............................................. Prof.Dr. İhsan DAĞ..................................................... Yrd.Doç.Dr. Emin Yaşar DEMİRCİ ............................. Doç.Dr. Nükhet DEMİRTAŞLI..................................... Prof.Dr. Beylü DİKEÇLİGİL......................................... Doç.Dr. Zait DİRİK...................................................... Prof.Dr. İsmail DOĞAN............................................... Prof.Dr. Yıldırım B.DOĞAN......................................... Doç.Dr. Veli DUYAN ................................................... Prof.Dr. Yıldız ECEVİT ................................................ Prof.Dr. Mehmet ECEVlT............................................ Prof.Dr. Nergiz GÜVEN .............................................. Prof.Dr. Ülker GÜRKAN ............................................, Prof.Dr. Mebeccel GÖNEN ........................................ Prof.Dr. Seniha HASİPEK ........................................... Prof.Dr. Nuran HORTAÇSU........................................ Prof.Dr. Olcay İMAMOĞLU ........................................ Prof.Dr. Tülin GÜNŞEN İÇLİ....................................... Doç.Dr. Sunay İL ........................................................ Prof.Dr. Zafer İLBARS ................................................ Prof.Dr. Ahmet KARAARSLAN ................................... Prof.Dr. Nuray KARANCI............................................ Doç.Dr. Velittîn KALINKARA ...................................... Doç.Dr. Mualla KAVUNCU ......................................... Prof.Dr. Kurtuluş KAYALI ........................................... Prof.Dr. Eser KERİMOĞLU......................................... Prof.Dr. Duyan MAĞDEN ........................................... Prof.Dr. Ahmet Yaşar OCAK ...................................... Prof.Dr. İlber ORTAYLI ............................................... Doç.Dr. Aslıhan ÖĞÜN BOYACIOĞLU ...................... Prof.Dr. Ferhunde ÖKTEM ......................................... Prof.Dr. Selahattin ÖĞÜLMÜŞ ................................... Prof.Dr. Işık SAYIL...................................................... Prof.Dr. Ahsen ŞİRİN.................................................. Prof.Dr. Günsel TERZİOGLU...................................... Prof.Dr. Mahmut TEZCAN.......................................... Prof.Dr. Gülay TOKSÖZ ............................................. Prof.Dr. Ergül TUNÇBİLEK ......................................... Prof.Dr. Sevda ULUĞTEKİN....................................... Prof.Dr. Hamza UYGUN ............................................. Prof.Dr. Serhat ÜNAL ................................................. Prof.Dr. Ayşe YALIN ...................................................
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Adnan Menderes Ü. Nazilli İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü Öğr. Üyesi A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Gazi Üniversitesi Tıp. Fak. Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Kırıkkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Ege Üniversitesi Hemşirelik Y.O. Halk Sağlığı Bl. Başkanı A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi TODAİE Öğretim Üyesi Emekli Ögretim Üyesi Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. Tıp Fakültesi Ergen Psikiyatrisi Bölüm Başkanı A.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi A.Ü. D.T.C.F. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Erciyes Üniversitesi Fen-Edb. Fak. Sosyoloji Bölümü Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi. A.Ü.Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Emekli Öğretim Üyesi Başkent Üniversitesi Hukuk Fak, Öğr. Üyesi H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. Ev Ekonomisi Y.O. Öğretim Üyesi Emekli Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Dekanı H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. D.T.C.F Sosyal Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Pamukkale Üniversitesi Denizli Meslek Yüksek Okulu Müdürü Emekli Öğretim Üyesi Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi A.Ü.Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölüm Başkanı H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Galatasaray Ünv. Hukuk Fak. Öğr. Üyesi H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Çocuk Ruh Sağlığı Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. Eğitim Bilimleri Fak. Psikolojik Dan. ve Rehberlik Bölümü Başkanı A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölümü Öğretim Üyesi Ege Ünv. Hemşirelik Y.O. Kadın Sağlığı ve Hast. Hem. A.D. H.Ü. Ev Ekonomisi Yüksek Okulu Bölüm Başkanı A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. İ.İ.B.F. Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi Niğde Üniversitesi Rektörü H.Ü. Tıp Fakültesi Dekanı A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Böl. Öğretim Üyesi
İçindekiler
Bir Aile İçi Şiddet Olgusu; Sır Tutma İlkesi ile Şiddeti İhbar Etme Yükümlülüğü Arasındaki Etik İkilem.................................................................................................................................7 Yrd. Doç. Dr. Yeter KİTİŞ - Öğr. Gör. Sema ŞANLIOĞLU BİLGİCİ Lise Öğrencilerinin Suç Davranışı Düzeylerinin Bazı Kişisel ve Ailesel Nitelikler Bakımından İncelenmesi ............................................................................................................................13 Öğr. Gör. Ayşen BALKAYA - Doç. Dr. Esra CEYHAN 15-49 Yaş Grubu Evli Kadınlarda Yaşam Kalitesi...................................................................29 Öğr. Gör. Saliha ALTIPARMAK - Prof. Dr. Erhan ESER Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeğinin (EÖİDÖ) Geliştirilmesi: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması ...........................................................................................35 Yrd. Doç. Dr. Melek KALKAN - Öğr. Gör. Saynur Nevres KAYA Kadının Çalışmasının Ailenin Yaşam Kalitesine Etkisinin İncelenmesi ...................................41 Dr. Fatma ARPACI - Prof. Dr. Ali Fuat ERSOY Sosyal Bilimler Lisesi Örneğinde Ortaöğretim: Eğitim Programlarında Farklılaşmanın Sonuçları ................................................................................................................................51 Songül BOYBEYİ - Mehmet BOYBEYİ Finansal Refah: Finansal Yönetim Sürecinden Duyulan Tatmin, Finansal Davranışlar İle Öz-saygı Arasındaki İlişkinin İncelenmesi ....................................................................................................57 Prof. Dr. Emine GÖNEN - Doç. Dr. Emine ÖZMETE Medya ve Toplumsal Cinsiyet Algısı İçin Eleştirel Bir Perspektif ...........................................71 Arş. Gör. Murat ALTUN Gazetelerde Meme Sağlığı ile İlgili Haberlerin İncelenmesi ...................................................77 Arş. Gör. Esma ÖZŞAKER - Arş. Gör. Yelda Candan DÖNMEZ Arş. Gör. Arzu Özcan İLÇE- Prof. Dr. Alev DIRAMALI Sokaktakiler, Yazılı Basın ve Damgalama...............................................................................83 Dr. Servet AKER - Prof. Dr. Cihad DÜNDAR - Prof. Dr. Yıldız PEKŞEN Kırım Kongo Kanamalı Ateşinden Korunma...........................................................................91 Arş. Gör. Şükran ÖZKAHRAMAN Boşanmanın Çocuklar Üzerine Olumsuz Etkileri ve Bunlarla Başetme Yolları ......................99 Dr. Nesrin TÜRKARSLAN
Bir Aile ‹çi fiiddet Olgusu; S›r Tutma ‹lkesi ile fiiddeti ‹hbar Etme Yükümlülü¤ü Aras›ndaki Etik ‹kilem • Yrd. Doç. Dr. Yeter KİTİŞ* • Öğr. Gör. Sema ŞANLIOĞLU BİLGİCİ**
Özet
Abstract
Aile içi şiddet en yaygın şiddet türü olup, sıklıkla erişkin erkek tarafından kadın ve çocuğa uygulanmaktadır. Aile içi şiddet davranışı çoğu zaman gizli kalmakta ve sosyal öğrenme yolu ile kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Şiddete maruz kalan bireyler sıklıkla sağlık çalışanlarına başvurmaktadır. Birinci basamak sağlık hizmeti sunan kurumlardaki hemşire ve ebeler hem kadın olmaları, hem de bölgelerindeki ailelerin sosyal özelliklerini tanıma şansına sahip olmaları nedeni ile şiddeti önleme konusunda ailelere yardım etmek için uygun konumdadır. Ancak ne yazık ki sağlık hizmetlerini yalnız hastalık tedavisi olarak görme yaklaşımı birinci basamak sağlık hizmetleri sunması gereken kurumlar için de geçerli görünmektedir. Bu kurumlarda aileleri şiddetten koruyan, güçlendiren, riskli aileleri izleyen bir sağlık bakım hizmeti uygulanmadığı bilinmektedir. Diğer yandan Yeni Türk Ceza Kanunu (TCK) 280. madde ile sağlık personeline suç ve suç belirtilerine tanık olduğunda durumu adli makamlara bildirme yükümlülüğü getirilmiştir. Bu yükümlülük mesleki etik ilkelerden olan sır saklama yükümlülüğü ile çelişmektedir. Bu makalede bir örnek olgu bağlamında Yeni TCK 280. maddeye göre sağlık personelinin şiddeti ihbar etme yükümlülüğü ile mesleki etik ilkelerden biri olan sır saklama yükümlülüğü yarattığı ikilem ortaya konulmakta ve ilgili taraflarca tartışılması beklenmektedir.
A Case of Domestic Violence: The Ethical Dilemma Between Maintaining Confidentiality and Responsibility to Report Violence
Anahtar Kelimeler: Aile içi şiddet, TCK 280, Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri, Mesleki Etik.
Key words: domestic violence, Turkish Penal Code 280, primary health care services, professional ethics.
The most common type of domestic violence is directed by adult males against women and children. Most of the time the violent behavior is kept hidden within the family and a social learning method is passed down from generation to generation. Individuals exposed to violence often go to health care workers. Because nurses and midwives in primary health care facilities are both female and have the opportunity of know the social characteristics of families in the region, they are in an ideal position to help families protect themselves against violence. However, unfortunately, the institutions who are required to offer primary health care services have the approach that health care services is only treating illnesses. In these facilities it is known that health care services for protecting families against violence, and for strengthening and monitoring families at risk are not provided. On the other hand, the 280th article of the New Turkish Penal Code (TPC) gives the responsibility for health care personnel to report to legal authorities when they witness violence and the signs of violence. This responsibility is in conflict with one of the principles of professional ethics, responsibility to maintain confidentiality. This article will present a case study related to the dilemma for health care personnel created by the 280th article of the New TPC to report violence and the responsibility to maintain confidentiality which is one of the ethical principles of the profession, and it is expected that there will be a discussion by the different sides of the issue.
* Gazi Üniversitesi, Hemşirelik Yüksekokulu. ** Kastamonu Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu. Dergimize yayınlanmak üzere makalesini gönderdikten bir süre sonra vefat ettiğini öğrendiğimiz merhumeye Allah’tan rahmet, ailesine ve bilim camiasına başsağlığı diliyoruz.
Ocak-Şubat-Mart 2007
7
Giriş Dünyada ve ülkemizde yaşanmakta olan değişim süreci teknolojik ve ekonomik şartlarla sınırlı olmayıp sosyal ve kültürel alanları da etkilemektedir. Bu değişimden en fazla etkilenen kurumların başında aile kurumu gelmektedir. Aile, bireylerini koruyan, sevgi ve güven duygusu veren ve onları topluma hazırlayan vazgeçilmez bir kurumdur. Ailenin temel fonksiyonlarını yerine getirememesi ya da parçalanması durumunda toplumda da ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte aile bazen bireylerin şiddet gördüğü, bedensel ve ruhsal olarak zedelendiği bir ortam da olabilmektedir. Aile içi şiddet tüm toplumları ve toplumların tüm katmanlarını etkileyen yaralayıcı ve yaygın bir problemdir.1,2,3 Aile içi şiddet; aile üyelerinden biri tarafından aynı ailedeki diğer üye ya da üyelerine yönelik, bireylerin yaşamını, fiziksel veya psikolojik bütünlüğünü ve bağımsızlığını tehdit eden, kişiliğine veya kişilik gelişimine ciddi boyutlarda zarar veren eylem veya ihmal olarak tanımlanmaktadır.4,5,6,7 Şiddetin nedenlerine bakıldığında istismar uygulayan bireylerin özgeçmişlerinde genellikle yaşanmış şiddet olguları bulunduğu görülmektedir. Şiddete neden olan bireylere ilişkin faktörler; – Evlilik içi tatminin düşük olması, – Bireylerin agresif hareketler sergilemesi, – İdeolojik, ırk ve din farklılıkları, – Bir eşin özellikle kadının mesleğinin diğerinden daha iyi olması, daha fazla gelirinin olması, – İletişim kurma yoksunluğu (özellikle çocuk ve yaşlılarda), – Evliliğe duyulan aşırı bağımlılık ve her tür güçsüzlük olabilmektedir. Ayrıca ekonomik stres, iş stresi, işsizlik, sosyal izolasyon gibi çevresel stres faktörleri de aile içi şiddette rol oynamaktadır. Erkek egemen evlilikler aile içi şiddete daha açık bir ortamdır. Eşitlikçi evliliklerde ise şiddete daha az rastlanmaktadır.7,8 Aile içi şiddet büyük bir oranla kadın ve çocuklara yöneliktir ve bu şiddeti gerçekleştiren kişi de erkektir. Şiddete uğrayan kadınların değerlerini, kararlarını kaybettikleri, ben duygusunun zayıfladığı, kimlik kaybına uğradıkları ve çeşitli sağlık sorunlarının sıklığının arttığı belirtilmektedir.9
8 Ocak-Şubat-Mart 2007
Aile içi şiddetin çocuklar üzerinde pek çok olumsuz etkisi vardır. Şiddete uğrayan çocuk, fiziksel travma, ihmal, her türlü kötü amaçlar için kullanılma ve ebeveynlerden birini ya da her ikisini kaybetme riski ile karşılaşmaktadır. Ayrıca şiddete uğrayan çocukta düşmanca tavırlar, korku, anksiyete, içe kapanma, depresyon, zayıf sosyal ilişkiler, düşük benlik saygısı, düşük okul başarısı, problem çözme becerisinde yetersizlik, cinsiyetçi ayrımcılığa yönelik tutumlar gelişmektedir.10,11 Birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi ülkemizde de özellikle son yıllarda ailenin korunması ve geliştirilmesi amacı ile çeşitli araştırmalar yürütülmekte ve ailelere destek olacak kurumlar açılmaktadır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı Aile Danışma Merkezleri ve Toplum Merkezleri bu amaçla kurulmuştur. Aile Danışma merkezleri, ailelerin ekonomik, toplumsal, kültürel ve psikolojik sorunlarla baş edebilmeleri için korunması, desteklenmesi ve güçlendirilmesi amacını gütmektedir. Toplum Merkezleri de hızlı toplumsal değişme, kentleşme ve göçün yarattığı sorunlar doğrultusunda, bireylerin, grupların, ailelerin ve toplumun sorunlarla baş edebilmeleri için kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve gönüllüler ile işbirliği ve eşgüdüm içinde koruyucu, eğitici ve rehabilite edici hizmetleri sunmaktadır.12,13 Mesleki etik ilkeler açısından bakıldığında; sağlık personelinin, ailenin mahremi olarak görülen şiddeti saptayabilmek için güven ilişkisi kurması ve bu sırrı saklayarak şiddete uğrayan bireylere gerekli müdahale ve yardımı yapabilmesi beklenirken yasal açıdan durum farklıdır.14 5237 sayılı Yeni Madde 280’ in 1. bendinde, “görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” denilmektedir.15 Bu madde ile sağlık personeli aile içi şiddet olgusunu ihbar etme ile ailenin güvenini kazanarak mesleki yükümlülüklerini yerine getirmek arasında da ikilem yaşamaya başlamıştır. Böylece aile içi şiddetin varlığına dair ailelerden bilgi almak yeterince zor iken, bu durumu ihbar etme yükümlülüğü ile sağlık personeli bilgi almakta daha zor duruma düşmüştür. Bu makalenin amacı, aile içi şiddet olgusunda sağlık personelinin mesleki etik sorumluluğu ile yasalar kar-
şısındaki durumunu irdelemek ve örnek bir olgu bağlamında konunun ilgili taraflarca tartışılmasını sağlamaktır. Olgu Sunumu Olgudaki aile, sağlık ocağı bölgesinde yürütülen Halk Sağlığı Hemşireliği uygulaması sırasında kendilerinden (uygulamanın amacı, içeriği ve süresi hakkında bilgilendirildikten sonra) sözel olur alınarak ev ziyareti ile izlenen ailelerden biridir. 26 yaşında evli ve iki çocuk annesi N. K. görücü usulü ile 4 yıl önce Y.K. ile evlenmiştir. Genel olarak içe kapanık, sessiz, sinirli olarak tanımladığı Y.K’nin akşamları eve geldiğinde genellikle gergin olduğunu, televizyon izleyerek zaman geçirdiğini, 4 yaşındaki oğulları A.K’nin en ufak ses çıkarmasına tahammül edemediğini ve sıklıkla oğlu A.K’ye fiziksel şiddet uyguladığını ifade etmektedir. Anne (N.K), eşi ile sohbet ortamı oluşturmakta sıkıntı yaşadığını, kendisini uyarmaktan çekindiğini ve oğlu A.K’nin bir yaşındaki erkek kardeşine karşı şiddet uyguladığını ve gündüz yaramazlık yaparak kendisini çaresiz bıraktığını ifade etmektedir. Anne temel sorun olarak şiddete maruz kalan çocuğunun bu durumdan olumsuz etkilenmesi ve büyük oğlunun küçük oğluna karşı şiddet uygulamasını dile getirmekte ve bu durumu nasıl düzeltebileceği konusunda yardım istemektedir. Anne, gönüllü bir kuruluşa eğitim amaçlı devam ederlerken 4 yaşındaki oğlunun davranışları dikkati çekmiş ve annenin durumu anlatması ile kurumdakiler baba ile görüşerek bu konuda uyarıda bulunmuşlardır. Bu olaydan sonra herhangi bir düzelme olmadığı gibi baba, anneyi bu tür girişimlerde bulunmaması konusunda sert şekilde uyarmıştır (bu uyarının içeriği tam olarak anlatılmamıştır). Başvurabileceği kurumları bilmeyen ve herhangi bir hizmet talebinde bulunmayan anne kendisine gelen stajyer hemşirelik öğrencilerini kabul eder. Ev ziyaretleri sırasında annenin ifadeleri ile tespit edilen bu durum karşısında öğrenci hemşire, Anne N.K’nin eşi ile görüşmeyi, sorunun nedenini öğrenmeyi ve danışmanlık yapmayı önermesine rağmen anne bu durumdan çekinir. N.K. sorunu bu şekilde çözemeyeceklerini ve daha önce olduğu gibi eşinin öfkesinin artmasından korktuğunu ifade ederek ve eşi ile konuşulmasını reddetmiştir. Eşi ile iletişim kurmaya çalışması önerisine karşı da yetersizlik ve çaresizlik hissettiğini belirtmiştir. Öğrenci hemşire-öğretim elemanından danışmanlık ala-
rak - aileyi psikolojik danışmanlık hizmetlerine yönlendirmiş, anneyi yasal hakları ve başvurabileceği kurumlar hakkında bilgilendirmiştir. Ancak 2 ay süren staj uygulaması öğretim dönemi bittiğinden, ailenin sorunu çözüme ulaştırılamadan sona ermiştir. Tartışma Bu örnek olguda anne, eşini çocuğuna şiddet uygulayan, ilgisiz, kendisiyle barışık olmayan, başkaları tarafından uyarılmaktan hoşlanmayan, içine kapanık ve kendisi ile konuşulduğunda (uyarıldığında) şiddeti artıran bir birey olarak tanımlamıştır. Anne kendisinden çok 4 yaşındaki çocuğunun bundan nasıl etkilendiği ile ilgilenmekte, şiddetten etkilenen çocuğunun da küçük kardeşine şiddet uygulamasından endişe etmekte olduğunu ifade etmekte ve kendisinin fiziksel şiddete uğrayıp uğramadığı hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir. Ayrıca, anne olayın çözümsüz olduğunu, babayla konuşmanın yarar getirmeyeceğini ve şiddetini artırması yönünde körükleyici olabileceğini ifade etmekte ve kendisinin de çözüm aramakta yetersiz olduğunu belirtmektedir. Annenin tek girişimi, sağlık personeli ile sorununu paylaşarak rahatlamak, içinden çıkamadığı bu duruma, sırrını da açığa çıkarmadan bir çözüm bulmalarını beklemektir. Ancak annenin eşi ile açık açık konuşma veya birlikte bir psikologa yönlenme gibi çözümleyici girişimlerde etkin rol almaktaki çekingenliği sağlık personelini zor durumda bırakmaktadır. – Bu olguda: kadının ve çocukların sürekli ve düzenli olarak şiddete uğraması nedeni ile açıkça insan hakları ihlali söz konusudur. Ayrıca şiddetle birlikte beden mülkiyetinin de hiçe sayıldığını görmekteyiz. Bunun yanı sıra anne, çocuğu için okul öncesi çocuk ve annelerine eğitim veren gönüllü bir kuruluşa başvurmuştur. Bu kuruluştaki sosyal hizmet uzmanının önerileri doğrultusunda, çocuğu ile etkili iletişim kurarak sorunu aşmaya çalışan anne, başka herhangi bir sağlık hizmeti ya da adli hizmet talebinde bulunmamıştır. Hizmetin eğitim amacı ile yapılması ve ailenin sırrını öğrendikten sonra, çözüm arama girişimleri başarı ile sonuçlandırılamadan, uygulamanın bitmesi nedeni ile ziyaretlerin sonlandırılması ve bu hizmetin Birinci Basamak Sağlık Hizmeti veren personel tarafından devam ettirilememesi de bu olgunun ayrı bir boyutudur. 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi ya-
Ocak-Şubat-Mart 2007
9
sasına göre sağlık ocakları kendilerine bağlı olan nüfusun koruyucu ve tedavi edici hizmetlerini bir arada yürüten temel sağlık kuruluşlarıdır.16 Bu hizmet kapsamında koruyucu ruh sağlığı hizmetleri de yer almaktadır. Ancak sağlık ocaklarının pek çoğunda olduğu gibi olgunun yaşandığı bölgedeki sağlık ocağında da bu hizmeti yürütecek nitelikte (psikolog, sosyal hizmet uzmanı, halk sağlığı hemşiresini de içeren) sağlık ekibi olmadığı gibi, ailelerin izlenmesine yönelik çalışmaların da yapılmadığı bilinmektedir. Bu bağlamda önemli bir sağlık hizmeti açığı söz konusudur. Esasen yasalarda hak olarak görülen “sağlığın korunması” bağlamında da bir ihlal yaşanmaktadır.16,17 Bir diğer ortaya çıkan durum ise, sağlık personeli olarak Yeni TCK’deki 280. maddeye göre “suçu ihbar etme” yükümlülüğümüzle, mesleki etik ilkelerden biri olan “hasta sırrını saklama” yükümlülüğümüz arasında ikilemde bırakılmamızdır. Bu olguda yasanın emrettiği yükümlülükle olayın ihbar edilmesi sonucunda neler yaşanabileceğine bakacak olursak; – Öncelikle bireyle sağlık personeli arasındaki güven ilişkisi zedelenecek, sır saklama yükümlülüğü ile birlikte bireyin mahremiyeti ihlal edilerek etik dışı davranılmış olacaktır, – Bildirim sonucunda annenin ve çocuğun daha çok şiddete maruz kalmasına neden olunabilecektir, – Sağlık personeline olan güvenin kaybı ile birlikte aile kısıtlı da olsa yararlandığı sağlık personelinden yardım almaktan tamamen kaçınacak ve sorunları ile baş başa kalabilecektir,
zülmemiştir. Aksine annenin ve çocuğun daha fazla zarar görmesine neden olmuş ve çözüm arama girişimleri sekteye uğramıştır. – Burada kadın ve çocuklar şiddetin çeşitli türlerine maruz kalarak (fiziksel ve psikolojik) mülkiyet hakkı ve insan hakları ihlal edilmektedir. – Birinci basamak sağlık hizmetlerini yürütecek yeterli ve deneyimli personel olmadığından hizmetin sürekliliği sağlanamamaktadır, verilen sağlık hizmeti kesintiye uğramaktadır. Aile içi şiddet insan hakları ihlalidir ve şiddete uğrayan kişiler adli kurumlardan önce sağlık kuruluşlarına başvurma eğiliminde olduklarından, sağlık personeli, ailenin mahremiyeti olarak görülen şiddeti saptayabilmek için güven ilişkisi kurmalı ve bu sırrı saklayarak şiddete uğrayan bireylere gerekli girişim ve yardımı yapabilmelidir.14 Bu nedenle, sağlık personeli ve birinci basamak sağlık kurumları çok farklı bir önem kazanmaktadır. Bu aşamada sağlık personelinin bu görevini yerine getirmesinde bir engel olarak TCK. 280.in ihbar yükümlülüğü karşımıza çıkmakta ve ihbarcı durumuna getirdiği sağlık personelinin, ailelerle güven ilişkisi kurması olasılığını azaltmaktadır. Ayrıca, aileleri desteklemek üzere oluşturulan sosyal kurumların hizmetlerinin kalitesi de oldukça önemlidir. Ancak aileleri risk yaklaşımı ile izleyen ve gerekli durumlarda değişik hizmet gruplarını harekete geçiren birinci basamak sağlık hizmetleri kanımızca yeterli değildir.
– Stajyer öğrencilerin ve bu bağlamda bölgede görev yapan sağlık personelinin aileler tarafından eve kabulü zorlaşabilecektir,
Ele alınan olgu bağlamında ülkemizde ailelere yönelik koruyucu hizmetlerin sunumunda önemli bir eksiklik olduğu görülmektedir. Olgu öncelikle sağlık ve sosyal hizmet gereksinimi olan bir aile olarak algılanmalı ve ele alınmalıdır. Bu gerçekten hareketle:
– Babanın ihbar edilmesi halinde anne ve çocukların ekonomik ve sosyal yetersizlik, toplumdan dışlanma ve damgalanma gibi sorunlarla karşı karşıya kalması söz konusu olabilecektir,
– Toplumumuzun en temel birimi olan aileyi kurulma aşamasından itibaren tüm kriz dönemlerinde yakından izleyen, nitelikli bir koruyucu sağlık hizmeti ekibi oluşturulması,
– Sağlık personeli etkin bir sağlık hizmeti sunamazken bu yasayla ihbarcı konumuna da düşebilecektir.
– Ailelerin aile danışma merkezlerini kullanmaya yönlendirilmesi,
Bu olguda özetle; – Eğitim kurumundaki sosyal hizmet uzmanı aileye iyi bir danışmanlık hizmeti verememiş, sorunun kestirme çözümü olarak gördüğü Y.K ile konuşma ve uyarma girişimi sonucunda ailenin sorunu çö-
10 Ocak-Şubat-Mart 2007
– Ailede şiddete uğrayan ve şiddet uygulayan kişiler için özel yardım programları düzenlenmesi, psikolojik danışma veya psikoterapi yardımı veren merkezler oluşturulması, – Evlilik öncesi evlilik danışmanlığı hizmetlerinin uygun bir biçimde kurumsallaşması,
– Ailelere çocuk eğitimi ve çocuk yetiştirme ile ilgili yöntemlerin verildiği Ana-Baba Okulu Programlarının yaygınlaştırılması önerilebilir.
Diğer yandan Yeni TCK’nin 280. maddesi ile getirilen suçu ya da suç delillerini ihbar yükümlülüğü, sağlık personelinin sır saklama ve bireyin mahremiyetine özen gösterme gibi mesleki etik ilkelerinin önüne geçirilmiş ve bu yolla etik sorunlar hukuksal platforma taşınmıştır. Bu bağlamda sağlık çalışanı mesleğine karşı etik sorumluluğu ile yasalar karşısındaki sorumluluğu arasında ikilemde kalmaktadır. Şahinoğlu ve Büken yasanın ilgili maddesi gereği sağlık personelinin suç ya da kanıtlarını ihbar etmeleri durumunda sağlık hizmeti alan bireylerin bu hizmetleri almak hakkını kullanmaktan kaçınabileceklerini ve dolaylı olarak bu durumun bireylerin sağlık bakımına ulaşma hakkını engelleyebileceğini belirtmektedirler.18 Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı olarak ailelere destek amacı ile kurulan kurumların işlevleri ancak kendilerine başvuranlarla sınırlı kalmaktadır. Bireylerin başvurduğu aşama genellikle şiddetin kronikleştiği ve çözümün zorlaştığı aşama olmaktadır. Sağlık hizmetlerinin eksikliği nedeni ile aile içi sorunlar ya da şiddet olgusunun çözümü hukuksal alana bırakılmıştır. Bu bağlamda, koruyucu sağlık hizmetlerinin ve çalışan personelin niteliği iyileştirilmedikçe ve aileleri risk durumlarına göre yakından izlenip koruyucu önlemler alınmadıkça, bakımda karşılaşılan eksiklikler her zaman yasalarla giderilmeye çalışılacaktır. Bu durumda sağlık personeli etik ikilemleri artarak yaşayacaktır. Burada, şu temel soruya yanıt aramak, hukuk ve etik alanında çalışan profesyonellerin temel sorunsallarından biri olmalıdır: “Sağlık personeli şiddeti doğuran nedenleri ele alarak çözüm bulmaya mı çalışmalı? Yoksa yasada belirtildiği gibi suçu ihbar etmeyi mi seçmelidir?” Bu çelişkiye bir çözüm getirilmediği takdirde sağlık çalışanları ya suçlu ya da meslek etiğine aykırı davranmak durumunda kalacaklardır. Kaynaklar 1. Crime in England and Wales, Home Office, www.homeoffice.gov.uk/rds/pdfs2/hosb103.pdf et. 05.07.2006.
2. Australian Institute of Criminology, www.aic.gov.au/institute/anreport/1998/ - 8k et. 05.07.2006. 3. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, http://www.kssgm.gov.tr/belgeler/pekin5.html.2001. et.05.07.2006 4. Aile İçi Şiddet. http://www.ttb.org.tr/eweb/adli/6.html. et. 23.06.2006 5. Aile İçi Şiddet. http://www20.uludag.edu.tr/~nazan/ders5.html.23.06.2006 6. Tümay E. Aile içi Şiddet. http://www.bsm.gov.tr/bugep/siddet.asp?sira=1. et. 23.06.2006 7. Aksoy, G. Çetin, MA. İnanıcı, O. Polat, MŞ. Sözen, FY. Aile İçi Şiddet. http://www.ttb.org.tr/eweb/adli/6.html. et. 26.07.2006 8. Şiddet ve Kadın. http://www.kesk.org.tr/kesk.asp?sayfa=kadinyazi&id=30. et. 23.06.2006 9. Haziran 2000 Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belgesi www.die.gov.tr/tkba/pekin+5.doc. et. 05.07.2006 10. Children and Domestic Violence: A Bulletin For Professionals Author(s): Child Welfare Information Gateway Year Published: 2003 11. Spears L. Building Bridges Between Domestic Violence Organizations and Child Protective Services. A Policy and Practice. http://www.vawnet.org/NRCDVPublications/BCSDV/Papers/BCS7_cps.pdf revised. et. 24.06.2006 12. T. C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu http://www.shcek.gov.tr/portal/dosyalar/hizmetler/aile/aile_danisma.asp. et. 25.0.2006 13. T.C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu http://www.shcek.gov.tr/portal/dosyalar/hizmetler/aile/top_merk.asp et. 26.06.2006 14. Gelegen D, Şahinoğlu S, Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet: Sormaya Başlamak, Uluslararası Birleşik Biyoetik Kongresi, Kongre Kitabı. Şanlıurfa 2005; 119-120. 15. Türk Ceza Kanunu, Kanun Metinleri Dizisi 2, Seçkin Yayınevi, Ankara, Ekim 2005; 152 16. Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun http://www.hukuki.net/kanun/224.14.text.asp. et. 27.07.2006 17. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi. www.unhchr.ch/udhr/lang/trk.htm - 21k .et.05.07.2006 18. Şahinoğlu S, Büken NÖ, Türk Ceza Kanunu Madde 280’nin Tıp Etiği açısından İncelenmesi, Uluslararası Birleşik Biyoetik Kongresi. Kongre Kitabı, Şanlıurfa, 2005; 168-169.
Ocak-Şubat-Mart 2007
11
Lise Ö¤rencilerinin Suç Davran›fl› Düzeylerinin Baz› Kiflisel ve Ailesel Nitelikler Bak›m›ndan ‹ncelenmesi* • Öğr. Gör. Ayşen BALKAYA** • Doç. Dr. Esra CEYHAN***
Özet Bu araştırmada, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeylerinin kişisel ve ailesel özellikler açısından farklılık gösterip göstermediği incelenmiştir. Araştırma 1454 lise öğrencisi ile gerçekleştirilmiştir. Lise öğrencilerinin suç davranışı düzeylerine ilişkin veriler, “Suç Davranışı Ölçeği” (Kaner, 2001a) ile kişiselailesel özelliklerine ilişkin veriler ise araştırmacılar tarafından hazırlanan “Kişisel Bilgi Formu” ile elde edilmiştir. Verilerin analizinde, parametrik olmayan testlerden Mann-Whitney U ve Kruskal Wallis Testi’nden yararlanılmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre; suç davranışı ile cinsiyet, yaş, öğrenim görülen okul türü, serbest zaman etkinliklerine katılma durumu, anne-babanın öğrenim durumu, anne babanın çocuk yetiştirme tutumları, aile ortamında kendini mutlu hissetme durumu ve ailenin arkadaşları onaylama durumu arasında önemli ilişkiler elde edilmiştir. Suç davranışı ile sosyo-ekonomik düzey ve anne babanın birliktelik durumu arasında ise önemli bir ilişki bulunmamıştır. Anahtar sözcükler: Suç davranışı, lise öğrencisi.
Abstract In this research it was investigated whether juvenile delinquency levels differ according to some personal and familial characteristics. Juvenile delinquency data was collected by means of “Delinquency Scale” (Kaner, 2001a). Data related to participants’ personal and parental characteristics was collected by the “Personal Inquiry Form” prepared by the researchers. Mann-Whitney U Test and Kruskal Wallis Test, non parametric data analysis techniques, were utilized for data analysis. Results indicated that there is a significant relationship between delinquency and gender, age, school type, attendance to free time activities, parents’ academic background, parents’ child rearing attitudes, feeling happy in family context and parental approval of friends. No significant relationship was found between delinquency and Socio Economic Status and parental togetherness. Key words: Juvenile Delinquency, high school student.
**Öğretim Görevlisi, Anadolu Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü. ***Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü. *Bu araştırma, Doç.Dr. Esra Ceyhan danışmanlığında Ayşen Balkaya tarafından gerçekleştirilen ve Anadolu Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonunca kabul edilen AÜAF 040556 nolu Proje kapsamında desteklenen “Lise Öğrencilerinin Kimlik Duygusu Kazanım Düzeylerinin Bazı Kişisel, Sosyal ve Ailesel Nitelikler ile Suç Davranışı Düzeyi Bakımından İncelenmesi” adlı yüksek lisans tezi kapsamında toplanan ama tezde kullanılmayan veriler ile gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda bu araştırma, 13-15 Eylül 2006 tarihlerinde Muğla Üniversitesi tarafından düzenlenen XV. Eğitim Bilimleri Kongresinde sözel bildiri olarak sunulmuştur.
Ocak-Şubat-Mart 2007
13
1. GİRİŞ Ergenlik döneminde kimlik gelişiminin önemli bir bölümü tamamlanır. Bu dönemde ergen amacını, beklentisini, duygularını, düşüncelerini, inançlarını, tutum ve davranışlarını belirlemeye çalışır. Ergen; kim olduğu, ne olacağı, ne yapacağı, kimlere ve nelere inanacağı, sorunlar karşısında nasıl davranacağı sorularına yanıt arar, kendini bulmaya, diğerlerinden farklılığını ortaya koymaya çalışır. Bu süreçte gençler biraz daha cesur, coşkulu, heyecanlı oldukları ve macera arayışında oldukları için kimlik araştırması sırasında pek çok riske açıktırlar ve suç kabul edilecek davranışlar gösterebilmektedirler (Yörükoğlu, 1989). Ergenlik döneminde ortaya çıkan suça yönelik davranışlar, kökenleri toplumsal ve bireysel sorunlara dayanan, tek bir yöntemle kolayca anlaşılamayan oldukça karmaşık bir konudur (Kozacıoğlu ve Ekberzade, 1995). Suç oranı her toplumda ve tarihin her döneminde genç insanlarda tepe noktasına ulaşır. Ergenlerin suça olan yatkınlıkları ergenlik döneminin ebeveyn kontrolünün azalmasına rağmen yetişkin rollerinin davranışları sınırlamadığı bir dönem olmasından kaynaklanıyor olabilir (Hoffman,1988). Aynı zamanda ergenlik döneminde gelişim alanlarında meydana gelen değişiklikler, çeşitli duygusal tedirginliklere, kaygılara neden olabilir. Kimi ergen gelişim alanlarındaki değişimin ve çevrenin beklentilerinin yarattığı zorlanmaya dayanamayarak kendi kişilik yapısını parçalamaya götüren sağlıksız çözüm yollarına yönelebilmekte ve çeşitli ruhsal bozukluklar ortaya çıkabilmektedir. Bu bozukluklar çocukluk döneminde başlamış ve ergenlikte devam ediyor olabileceği gibi ilk kez ergenlik döneminde de başlayabilir. Ergenlik döneminde genç; şizofreni, depresyon ve intihar, anoreksiya nevroza gibi psikiyatrik bozukluklar yaşayabileceği gibi, öz-güven kaybı, tahripçilik, okuldan ya da evden kaçma, ilaç, uyuşturucu kullanma, sigara, internet bağımlılığı gibi sorunlar yaşayabilmekte, saldırgan ve suça yönelik davranışlar sergileyebilmektedir (Çuhadaroğlu, 2004; Ekşi, 2003; Kılıççı, 2003; Morris, 1996; Türküm, 2000). Ergenliğin ilk yıllarında kimlik arayışının verdiği huzursuzluk ve bağımsızlık gereksinimi ergenin yetişkin otoritesine direnmesine neden olabilir (Kılıççı, 2003). Kendini kanıtlama çabaları, deneyimsizlik, davranışlarının sonuçlarını kestirememe, davranışlarının sonucunda bir çıkar umma (Millstein ve diğ., 1992), he-
14 Ocak-Şubat-Mart 2007
yecan arayışı (Arnett, 1996) da bazı yıkıcı davranışları göstermelerine neden olabilir. Ayrıca bu dönemde kimlik arayışı içinde olan ergen akran gruplarına körü körüne güvenebilir ve anti sosyal davranışlar gösterebilir (Senemoğlu, 2002). Aynı zamanda akran baskısı nedeniyle de risk alabilirler. Ergenlerin suç davranışları göstermelerindeki etkenlerden biri de Elkind tarafından ortaya atılan ergenlerin yaşadığı benmerkezcilik olabilir. Ergenler, “bana bir şey olmaz” düşüncesiyle hareket ettikleri için suça yönelik davranışlar gösterip, yaşamlarını tehlikeye sokacak davranışlara daha kolay ve sıklıkla başvurabilirler (Türküm, 2001). Aynı zamanda, bilişsel ve sosyal gelişim tamamlanmadan fiziksel olgunluğa erişildiği için bazı ergenler, cinsel davranışlarının uzun vadedeki sonuçlarını tahmin etmeksizin güçlü cinsel istekler geliştirebilmektedirler. Bu nedenle, ergenler cinsel açıdan risk oluşturabilecek eylemlere de girebilmektedirler (Uba ve Huang, 1999). Ergenler, suç davranışlarını anne-baba otoritesinden bağımsızlık kazanmak ve hayatının kontrolünü eline almak için bir araç olarak da kullanılabilmektedirler. Aynı zamanda suç davranışları akranlarla dayanışmayı da ifade edebilmektedir (Jesor, 1987). Suç davranışları, ergenin kimlik seçeneklerini keşfetme, yetersizlik duygularıyla başa çıkma, kişisel özerklik hissini oluşturma ve/veya diğer psiko-sosyal ihtiyaçlarını karşılamanın bir aracı da olabilir. Ergenin keşfetmekte olduğu fikirler ve aktiviteler risk, meydan okuma ve hatta tehlike içeren alanlara doğru yayılabilir (Bradley ve Matsukis, 2000). Ergenlerde suç davranışı ile ilgili en çok araştırma konusu olan kişisel nitelikler yaş, cinsiyet ve sosyo ekonomik durumdur. Yapılan araştırmalarda cinsiyetin, yaşın ve sosyo-ekonomik düzeyin suç davranışı ile ilişkili olduğu görülmüştür (Başar, 1992; Kıran, 2002; Özen ve diğ., 2005; Sipahioğlu, 2002; Şenses, 1990; Türkeri, 1995; Yılmaz, 2000). Suç işleyen ergenlerin kişilik özellikleri açısından incelendiği araştırmalarda ise aleksitimi düzeylerinin yüksek olduğu (Zimmermann, 2006) ve öfkenin türü ile öfke kontrolünün işlenen suçla ilişkili olduğu (Türkçapar, 2002) sonucuna da ulaşılmıştır. Suç işleyen ergenlerin sosyal uyum düzeylerinin düşük (Ünal, 1993), stres (Basut, 2004), psikopatolojik belirtilerinin yüksek (Kaya, 1993), yaşam doyumlarının düşük (Nalbant, 1993) olduğu görülmüştür. Davranış
problemlerinin ve serbest zamanların etkili değerlendirilmemesinin tekrar suç işlemeyi (residivizm) yordadığı (Cottle, Lee ve Heılbrun, 2002) ve suç davranışı ile madde kullanımının ilişkili olduğu (Kıran, 2002) görülmüştür. Ayrıca suç davranışı düzeyi ile kimlik gelişimi arasında negatif bir ilişki olduğu görülmüştür (Balkaya, 2006; Bradley ve Matsukis, 2000). Suç davranışı ile ilgili yapılan çalışmalarda ailenin niteliksel ve işlevsel özellikleri de araştırılmıştır. Ailenin niteliksel özelliklerinden anne babanın eğitim düzeyi (Kazel, 2001; Özen ve diğ., 2005; Şenses, 1990; Yılmaz, 2000), baba mesleği (Kazel, 2001), kardeş sayısı, ailedeki birey sayısı (Şenses, 1990; Türkeri, 1995) ile suç davranışının ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ailenin işlevsel özellikleri açısından ise suç davranışının görüldüğü çocukların ailelerinde ilişkilerin zayıf olduğu, parçalanmış ailelerden geldikleri ya da ailede problem, şiddet yaşandığı, alkol kullanan (Cottle, Lee ve Heılbrun, 2002; Yılmaz, 2000; Zimmermann, 2006) ya da sabıkalı bireyin olduğu (Özen ve diğ., 2005; Türkeri; 1995; Yılmaz, 2000) saptanmıştır. Doğrudan kontrolün (Ardelt ve Day, 2002; Kaner, 1996; Özen ve diğ., 2005) ve desteğin (Ardelt ve Day, 2002; Juang ve Silbereisen, 1999; Sim, 2000) az olduğu ailelerde suç davranışının yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca aile içi uyumsuzluk (Arnett ve BaleJansen; 1993), anne baba tutumu (Başar, 1992; Sipahioğlu, 2002; Şenses, 1990), çocuğun maddi ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmaması (Keklikkıran, 1999), duygusal istismar (Kırımsoy, 2003) da suç davranışı ile ilişkilidir. Suç davranışı ile ilişkisi araştırılan bir diğer faktör ise arkadaş ilişkileridir. Akran baskısı (Kıran, 2002), sapkın arkadaşlara sahip olma (Ardelt ve Day, 2002; Cottle, Lee ve Heılbrun, 2002; Kıran, 2002) ve arkadaş ilişkilerinin zayıf olması (Delikara, 2000) ile suç davranışı arasındaki ilişkilerin anlamlı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Suç davranışı ile okulla ilgili değişkenler de araştırılmıştır. Okul başarısızlığı (Feimi, 1998), okul uyumsuzluğu (Miner ve Munns, 2005), okuldan ayrılma (Özen ve diğ., 2005) ve okuldan kaçma (Özen ve diğ., 2005; Türkeri, 1995) suç davranışı ile ilişkili bulunmuştur. Ergenlerde suç davranışını anlayabilmek için hem ergenlerin kişisel özelliklerinin, hem de içinde yetiştik-
leri ailesel özelliklerin belirlenmesi önemlidir. Ergenlerde suç davranışı ile ilişkili faktörlerin belirlenmesi yoluyla suç davranışı ortaya çıkmadan önce çeşitli tedbirler alınabilir, ergenlerin suça yönelmelerini önleyecek hizmetler sunulabilir. Bu amaçla bu araştırmada ergenlerin suç davranışları bazı kişisel (cinsiyet, yaş, öğrenim görülen okul türü, sosyo-ekonomik düzey, serbest zaman etkinliklerine katılma durumu) ve ailesel değişkenler (anne-babanın öğrenim durumu, anne babanın birliktelik durumu, anne babanın çocuk yetiştirme tutumları, aile ortamında kendini mutlu hissetme durumu ve ailenin arkadaşları onaylama durumu) açısından incelenmiştir. 2. YÖNTEM Araştırma, ilişkisel bir yöntemle gerçekleştirilmiş olup, aşağıda çalışma grubu, veri toplama araçları, verilerin toplanması ve çözümlenmesi açıklanmaktadır. 2.1. Çalışma Grubu Araştırmanın çalışma evrenini, Eskişehir ilinde bulunan devlet liselerinde öğrenim görmekte olan lise öğrencileri oluşturmaktadır. 2004-2005 yılı kayıtlarına göre; Eskişehir il merkezinde, 34 devlet lisesine devam eden 27900 öğrenci bulunmaktadır. Araştırma örneklemi, Eskişehir il merkezindeki devlet liselerinden değişik okul türlerini temsil edecek şekilde, küme örnekleme yoluyla rastlantısal seçilmiştir. Örneklem, 3’ü genel, 2’si anadolu, 1’i fen ve 5’i meslek lisesi olmak üzere 11 lisenin öğrencilerinden oluşturulmuştur. Araştırma kapsamına alınan 11 lisede 9431 öğrenci bulunmaktadır. Bu liselerin her sınıf düzeyinden şubeler rasgele belirlenerek, bu sınıflarda bulunan 1497 öğrenciden veriler elde edilmiştir. Anketleri yönergeye uygun cevaplandırmayan 43 öğrencinin anketleri değerlendirme dışı bırakılmıştır. Böylece toplam 1454 lise öğrencisinin verileri üzerinde istatistiksel işlemler yapılmıştır. Bu sayı, Eskişehir ilindeki resmi liselerde öğrenim gören öğrencilerin % 5,2’sini oluşturmaktadır. 2.2. Veri Toplama Araçları Suç Davranışı Ölçeği: Araştırmada öğrencilerin suç davranışlarını incelemek için Suç Davranışı Ölçeği (SDÖ) (Kaner ,2001a) kullanılmıştır. Ölçek 38 maddeden oluşmaktadır. Bireylerden, maddelerde yer alan davranışları gösterme sıklıklarını “4-5 kez ya da daha
Ocak-Şubat-Mart 2007
15
fazla, 3-4 kez, 1-2 kez, Hiçbir zaman” şeklinde belirtmeleri istenmektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puan 152, en düşük puan ise 38’dir. Ölçekten yüksek puan almak, istenmeyen davranışların çokluğunu göstermektedir (Kaner, 2001b). Ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmaları Kaner (2001a) tarafından gerçekleştirilmiştir. Hırsızlık, statü suçu, tahripçilik, saldırganlık ile ilgili olan 62 maddelik ölçeğin ilk hali 15-18 yaşlarında 896 öğrenciye uygulanmıştır. Yapı geçerliliği kapsamında, ölçeğin temel boyutlarını ve faktör yapısını belirlemek amacıyla Temel Bileşenler Analizi yapılmış özdeğerleri 1’in üzerinde olan ve varyansın %60.5’ini açıklayan 11 faktör bulunmuştur. Tekrarlanan dik döndürmeler sonucunda 9 faktörde toplanan 38 maddelik ölçek oluşturulmuştur. Tüm korelâsyonlar .000 düzeyinde önemli bulunmuştur. En yüksek korelâsyonlar alt testler ile tüm test arasındadır. Bu durum, ölçeğin tek boyutluluğunu destekleyen bir bulgudur (Kaner ,2001a). Ölçeğin güvenirliğini test etmek için madde analizine dayalı iç tutarlıklık yöntemi kullanılmıştır. İç tutarlılık için Cronbach Alfa katsayısı hesaplanmıştır. En yüksek Alfa değeri .93 ile ölçeğin tümünden elde edilmiş, alt ölçekler için bu değerler .85 ile .72 arasında değişmektedir. Spearman-Brown formülü ile hesaplanan testi yarılama güvenirlik katsayısı, yine en yüksek değeri tüm test için .89 alınmıştır. Alt ölçekler için bu katsayı, .84-.75 arasında değişmektedir. Elde edilen sonuçlar ölçeğin güvenir olduğunu göstermektedir (Kaner, 2001a).
rine katılma durumu, anne-babanın öğrenim durumu, anne babanın birliktelik durumu, anne babanın çocuk yetiştirme tutumları, aile ortamında kendini mutlu hissetme durumu ve ailenin arkadaşlarını onaylama durumlarına ilişkin çeşitli sorular bulunmaktadır. 2.3. Verilerin Toplanması ve Çözümlemesi Araştırmanın verileri, araştırmacı tarafından 20042005 öğretim yılında elde edilmiştir. Verilerin çözümlemesi, SPSS paket programı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada incelenen bağımsız değişken düzeylerindeki (gruplarındaki) frekansların ve dağılımların normal olup olmadığı normal dağılım grafikleri ve testleri (Kolmogorov-Smirnov statistic with a Lilliefors significance level) ile incelendiğinde, parametrik testlerden t testi yerine parametrik olmayan testlerden Mann-Whitney U Testi’nin ve tek yönlü varyans analizi yerine Kruskal Vallis analizinin kullanılmasının daha uygun olacağı (Alpar, 1998; Büyüköztürk, 2002) belirlenmiştir. Kruskal Vallis analizi sonuçlarının önemli bulunduğu durumlarda ise farkın kaynağını belirlemek için Mann-Whitney U Testi ile ikili karşılaştırmalar yapılmıştır (Büyüköztürk, 2002). Araştırmada, bağımsız değişken gruplarındaki frekanslar nedeniyle (grupların birindeki veya her ikisindeki frekansın 20’den fazla olması durumu) MannWhitney U Testi’nin test istatistiği olarak z değeri dikkate alınmıştır (Alpar,1998). Araştırmada önem düzeyi ise .05 olarak kabul edilmiştir. 3. BULGULAR
Kişisel Bilgi Formu Araştırmanın bağımsız değişkenlerine ilişkin veri toplamak amacıyla, lise öğrencilerinin kişisel ve ailesel niteliklerine ilişkin bilgileri ortaya koyacak bir kişisel bilgi formu hazırlanmıştır. Kişisel Bilgi Formunda lise öğrencilerinin cinsiyet, yaş, öğrenim görülen okul türü, sosyo-ekonomik düzey, serbest zaman etkinlikle-
Araştırmada incelenen değişkenlerle ilişkili bulgular aşağıda sunulmuştur. 3.1. Suç Davranışı Düzeyinin Betimlenmesi: Lise öğrencilerinin suç davranışı düzeylerinin nasıl olduğunu belirlemek amacıyla yapılan betimleyici istatistikler Tablo 1’de gösterilmiştir.
Tablo 1. Lise Öğrencilerinin Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Betimleyici İstatistikler n
X
s
En Düşük Puan
En Yüksek Puan
1454
54.02
14.88
38
152
Tablo 1’de görüldüğü gibi, lise öğrencilerinin suç davranışı ortalaması 54.02 ve standart sapması 14.88’dir. Ölçekten elde edilen en düşük puan 38 ve
16 Ocak-Şubat-Mart 2007
en yüksek puan 152 olup, dağılımın genişliği 114’dür. Bu genişlik, ölçekten alınabilecek puanlara ilişkin genişliğin (38-152) tamamını kapsamaktadır. Veri gru-
bunun dağılımı dikkate alındığında, ortalamanın düşük olduğu görülmektedir.
rinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını be-
3.2. Cinsiyete Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin cinsiyetlerine göre suç davranışı düzeyle-
zeyleri Mann-Whitney U Testi ile karşılaştırılmış ve
lirlemek amacıyla, kız ve erkeklerin suç davranışı dübuna ilişkin bulgular Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2. Lise Öğrencilerin Cinsiyetlerine Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular Mann-Whitney U Testi Sonuçları Cinsiyet
n
X
s
Sıralama Ort.
Sıralama Top.
U Değeri
z
Kız
730
49.78
10.85
597.05
429275.52
170435.50
11.56*
Erkek
719
58.22
17.03
851.03
621249.52
*p<.0001 Tablo 2’de görüldüğü gibi, kızlar ile erkeklerin suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup olmadığının (Mann-Whitney U Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen z değeri önemlidir (z=11.56, p<.0001). Bu sonuç, erkek lise öğrencilerinin suç davranışı düzeylerinin kızlardan daha yüksek olduğunu göstermektedir. 3.3 Yaşa Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğren-
cilerinin yaşlarına göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri Kruskal Wallis Testi ile karşılaştırılmış ve buna ilişkin bulgular Tablo 3’de verilmiştir. Analiz sonuçlarının önemli çıkması durumunda farkın kaynağını bulmak için ikili karşılaştırmalar Mann Whitney U testi kullanılarak belirlenmiştir.
Tablo 3. Lise Öğrencilerin Yaşlarına Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular İkili Karşılaştırma Kruskal Wallis Testi Sonuçları Yaş
n
X
s
Sıra Ortalaması
15
426
50.23
12.16
597.80
16
461
53.07
13.60
710.39
17
395
57.96
16.40
846.63
18
167
57.19
17.92
802. 08
Sonuçları
X2
(Mann Whitney U Testi)
79.06*
16>15 17>15 18>15 17>16 18>16
*p<.0001*p<.0001 Tablo 3’de görüldüğü gibi, yaşa göre suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen X2 değeri önemlidir (X2=79.06, p<.0001). Gruplar arası bu farkın kaynağını belirlemek üzere uygulanan Mann Whitney U Testi sonucunda 15 yaşındakilerin suç davranışları 16, 17 ve 18 yaşındakilerden , 16 yaşındakilerin 17 ve 18 yaşındakilerden önemli derecede yüksektir. Bu sonuç 15
yaştan 18 yaşa gidildikçe suç davranışının arttığı şeklinde açıklanabilir. 3.4 Algılanan Sosyo-Ekonomik Duruma Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin algıladıkları sosyo-ekonomik durumlarına göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri (Kruskal Wallis Testi ile) karşılaştırılmış ve buna ilişkin bulgular Tablo 4’de verilmiştir.
Ocak-Şubat-Mart 2007
17
Tablo 4. Lise Öğrencilerin Algıladıkları Sosyo Ekonomik Düzeye Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular Algılanan Sosyo
Kruskal Wallis Testi Sonuçları X2
Ekonomik Durum
n
X
s
Sıra Ortalaması
Düşük
125
53.82
14.73
710.74
Orta
866
53.61
14.25
714.83
1.38
Yüksek
454
55.00
16.12
741.97
(Önemsiz)
Tablo 4’de görüldüğü gibi, sosyo-ekonomik duruma göre suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen X2 değeri önemli değildir (X2=1.38, p>0.05). Bu sonuç, lise öğrencilerinin sosyo ekonomik düzey algılamalaına göre suç davranışlarının önemli bir biçimde farklılaşmadığını göstermektedir.
3.5 Öğrenim Gördükleri Okul Türüne Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin öğrenim gördükleri okul türüne göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri (Kruskal Wallis Testi ile) karşılaştırılmıştır. Analiz sonuçlarının önemli çıkması durumunda farkın kaynağını bulmak için ikili karşılaştırmalar Mann Whitney U testi kullanılarak belirlenmiştir.
Tablo 5. Lise Öğrencilerin Öğrenim Gördükleri Okul Türüne Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular Öğrenim Gördükleri Okul Türü
Kruskal Wallis Testi Sonuçları Sıra Ort. X2
n
X
s
Genel Lise
443
53.15
15.89
678.63
Anadolu-Fen Lisesi
635
53.60
14.19
710.50
Meslek Lisesi
376
55.75
14.70
813.79
İkili Karşılaştırma Sonuçları (Mann Whitney U Testi) Meslek Lisesi>Genel Lise
22.95*
Meslek Lisesi>An.-Fen Lisesi
*p<.0001 Tablo 5’de görüldüğü gibi lise öğrencilerinin öğrenim gördükleri okul türüne göre suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen X2 değeri önemlidir (X2=22.95, p<.0001). Gruplar arası bu farkın kaynağını belirlemek üzere uygulanan test sonucunda meslek lisesi öğrencilerinin suç davranışı hem genel lise hem de anadolu-fen lisesi öğrencilerinden önemli derecede yüksek çıkmıştır. 3.6 Serbest Zaman Etkinliklerine Katılma Durumuna
18 Ocak-Şubat-Mart 2007
Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin serbest zaman etkinliklerine katılma durumlarına göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri (Kruskal Wallis Testi ile) karşılaştırılmış ve buna ilişkin bulgular Tablo 6’de verilmiştir. Analiz sonuçlarının önemli çıkması durumunda farkın kaynağını bulmak için ikili karşılaştırmalar Mann Whitney U testi kullanılarak belirlenmiştir.
Tablo 6. Lise Öğrencilerin Serbest Zaman Etkinliklerine Katılma Durumuna Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular
Serbest Zaman Etkin. Katılma Durumu
n
X
S
Kruskal Wallis Testi Sonuçları Sıra Ortalaması X2
Aktif olarak katılma
190
57.09
17.73
797.27
İzleyici olarak katılma
525
51.81
13.40
663.99
Hem aktif hem iz. olarak katılma
510
54.45
14.15
749.12
Katılmama
219
55.28
16.55
738.52
İkili Karşılaştırma Sonuçları (Mann Whitney U Testi) Aktif>İzleyici
18.39*
Katılmıyor>İzleyici Aktif-İzl.>İzleyici
P<.0001 Tablo 6’da görüldüğü gibi lise öğrencilerinin serbest
3.7 Annenin Öğrenim Durumuna Göre Suç Davranışı
zaman etkinliklerine katılma durumuna göre suç dav-
Düzeyleri: Lise öğrencilerinin annelerinin öğrenim
ranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup ol-
durumuna göre suç davranışı düzeylerinin önemli
madığının test edilmesi sonucunda elde edilen X2
düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek ama-
değeri önemlidir
(X2=18.39,
p<.0001). Gruplar arası
cıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri
bu farkın kaynağını belirlemek üzere uygulanan test
(Kruskal Wallis Testi ile) karşılaştırılmış ve buna ilişkin
sonucunda serbest zaman etkinliklerine izleyici ola-
bulgular Tablo 7’de verilmiştir. Analiz sonuçlarının
rak katılanların suç davranışı puanları aktif, aktif/izle-
önemli çıkması durumunda farkın kaynağını bulmak
yici olarak katılanlardan ve katılmayanlardan önemli
için ikili karşılaştırmalar (Mann Whitney U testi) kulla-
derecede düşük olduğu görülmüştür.
nılarak belirlenmiştir.
Tablo 7. Lise Öğrencilerin Annelerinin Öğrenim Durumuna Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular
Annenin Öğrenim Durumu
Kruskal Wallis Testi Sonuçları Sıra Ortalaması X2
n
X
S
Okur yazar değil
43
49.12
12.82
545.14
Okur-İlk
809
52.65
13.81
678.50
Ortaokul
190
54.15
15.34
770.93
Lise
245
56.31
15.17
799.17
Üniversite
156
58.96
18.24
872.79
45.45*
İkili Karşılaştırma Sonuçları (Mann Whitney U Testi) Okur yazar> Okur yazar değil Ortaokul>Okur yazar değil Lise>Okur yazar değil Üniversite>Okur yazar değil Lise>İlkokul Üniversite>İlkokul Üniversite>Ortaokul
P<.0001 Anneleri lisans üstü eğitim alanların 8 kişi olması nedeniyle bu grup (Kruskal Wallis) analize dahil edilmemiştir. Tablo 7’de görüldüğü gibi lise öğrencilerinin annelerinin öğrenim durumuna göre suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen X2 değeri önemlidir (X2=45.45, p<.0001). Gruplar arası bu farkın kaynağını belirlemek üzere uygulanan (Mann Whitney U) test sonucunda anneleri okur yazar, ortaokul mezunu, lise ve üniversite
mezunu olanlar anneleri okur yazar olmayanlardan, anneleri lise ve üniversite mezunu olanlar anneleri ilkokul mezunu olanlardan, anneleri üniversite mezunu olanlar anneleri ortaokul mezunu olanlardan suç davranışı ölçeğinden önemli derecede yüksek puan almışlardır. Bir başka deyişle annelerinin öğrenim durumu yükseldikçe lise öğrencilerinin suç davranışlarının artma eğiliminde olduğu söylenebilir. 3.8. Babanın Öğrenim Durumuna Göre Suç Davranı-
Ocak-Şubat-Mart 2007
19
şı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin babalarının öğrenim durumuna göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri (Kruskal Wallis Testi ile) karşılaştırılmış ve buna ilişkin
bulgular Tablo 8’de verilmiştir. Analiz sonuçlarının önemli çıkması durumunda farkın kaynağını bulmak için ikili karşılaştırmalar (Mann Whitney U testi kullanılarak) yapılmıştır.
Tablo 8. Lise Öğrencilerin Babalarının Öğrenim Durumuna Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular
Babanın Öğrenim Durumu
Kruskal Wallis Testi Sonuçları Sıra Ortalaması X2
n
X
S
Okur-İlk
414
52.03
13.16
662.59
Ortaokul
300
52.94
13.93
689.74
Lise
407
54.92
15.65
745.06
Üniversite
293
55.26
14.69
781.89
Lisansüstü
30
66.10
24.86
990.83
29.99*
İkili Karşılaştırma Sonuçları (Mann Whitney U Testi) Lise>İlkokul Üniversite>İlkokul Lisansüstü>İlkokul Üniversite>Ortaokul Lisansüstü>Ortaokul Lisansüstü >Lise Lisansüstü >Üniversite
P<.0001 Babaları okur-yazar olmayanların 4 kişi olması nedeniyle bu grup (Kruskal Wallis) analize dahil edilmemiştir. Tablo 8’de görüldüğü gibi lise öğrencilerinin babalarının öğrenim durumuna göre suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen X2 değeri önemlidir (X2=29.99, p<.0001). Gruplar arası bu farkın kaynağını belirlemek üzere uygulanan (Mann Whitney U) test sonucunda babaları lise, üniversite ve lisansüstü mezunu olan öğrenciler babası ilkokul mezunu olanlardan, babaları üniversite ve lisansüstü mezunu olanlar babaları ortaokul mezunu olanlardan, babaları lisansüstü mezunu olanlar babaları lise ve üniversite mezunu olan öğrencilerden suç davranışı ölçeğinden önemli
derecede yüksek puan almışlardır Başka bir deyişle babalarının öğrenim durumu yükseldikçe lise öğrencilerinin suç davranışlarının artma eğiliminde olduğu söylenebilir. 3.9 Anne-Babanın Birliktelik Durumuna Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin anne-babalarının birliktelik durumuna göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri (Kruskal Wallis Testi ile) karşılaştırılmış ve buna ilişkin bulgular Tablo 9’da verilmiştir. Analiz sonuçlarının önemli çıkması durumunda farkın kaynağını bulmak için ikili karşılaştırmalar (Mann Whitney U testi) yapılarak belirlenmiştir.
Tablo 9. Lise Öğrencilerin Anne-Babalarının Birliktelik Durumuna Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular Anne-Babanın Birliktelik Durumu
Kruskal Wallis Testi Sonuçları Sıra Ortalaması X2
n
X
S
1359
53.89
14.82
717.71
4.63
Boşanmış
43
58.72
17.29
852.98
(Önemsiz)
Baba Hayatta Değil
39
53.79
15.09
690.03
Birlikte yaşıyor
Annesi hayatta olmayan öğrencilerin 8, hem annesi hem babası hayatta olmayan öğrencilerin sayılarının 4 olması nedeniyle bu gruplar (Kruskal Wallis) analize dahil edilmemiştir. Tablo 9’da görüldüğü gibi lise öğrencilerinin anne-babalarının birliktelik durumuna göre suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir
20 Ocak-Şubat-Mart 2007
farklılık olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen X2 değeri önemli değildir (X2=4.63, p>0.05). Bu sonuç, lise öğrencilerinin anne babalarının birliktelik durumlarına göre suç davranışlarının önemli bir biçimde farklılaşmadığını göstermektedir.
3.10 Algılanan Anne Tutumuna Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin annelerinin çocuk yetiştirme tutumuna ilişkin algılarına göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç dav-
ranışı düzeyleri (Kruskal Wallis Testi ile) karşılaştırılmış ve buna ilişkin bulgular Tablo 10’da verilmiştir. Analiz sonuçlarının önemli çıkması durumunda farkın kaynağını bulmak için ikili karşılaştırmalar (Mann Whitney U testi) yapılmıştır.
Tablo 10. Lise Öğrencilerin Algıladıkları Anne Tutumuna Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular
Annenin Çocuk Yetiştirme Tutumu Otoriter İlgisiz Demokratik
n
X
S
173
57.68
17.65
İkili Karşılaştırma Kruskal Wallis Testi Sonuçları Sonuçları (Mann Whitney U Testi) Sıra Ortalaması X2 788.50
41
58.73
19.95
844.71
1212
53.41
14.23
698.36
11.55*
İlgisiz>Otoriter Otoriter>Demokratik İlgisiz>Demokratik
P<.0001 Tablo 10’da görüldüğü gibi lise öğrencilerinin annelerinin çocuk yetiştirme tutumuna ilişkin algılarına göre suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen X2 değeri önemlidir (X2=11.55, p<.0001). Gruplar arası bu farkın kaynağını belirlemek üzere uygulanan (Mann Whitney U) test sonucunda tüm gruplar arasındaki farklar anlamlı çıkmıştır. Annelerini demokratik olarak algılayan öğrencilerin suç davranışları, annelerini otoriter ve ilgisiz olarak algılayan öğrencilerden önemli derecede düşük çıkmıştır. Ayrıca annelerini otoriter olarak algılayan öğrencilerin suç davranışları annelerini ilgisiz
olarak algılayan öğrencilerden önemli derecede düşük çıkmıştır. 3.11. Algılanan Baba Tutumuna Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin babalarının çocuk yetiştirme tutumuna ilişkin algılarına göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri Kruskal Wallis Testi ile karşılaştırılmış ve buna ilişkin bulgular Tablo11’de verilmiştir. Analiz sonuçlarının önemli çıkması durumunda farkın kaynağını bulmak için ikili karşılaştırmalar (Mann Whitney U testi yapılmıştır.
Tablo 11. Lise Öğrencilerin Algıladıkları Baba Tutumuna Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular
Babanın Çocuk Yetiştirme Tutumu
İkili Karşılaştırma Kruskal Wallis Testi Sonuçları Sonuçları (Mann Whitney U Testi) Sıra Ortalaması X2
n
X
S
Otoriter
237
57.61
17.17
803.96
İlgisiz
90
62.67
19.62
921.32
1081
52.62
13.58
664.64
Demokratik
50.22*
Otoriter>Demokratik İlgisiz>Demokratik
P<.0001 Tablo 11’de görüldüğü gibi lise öğrencilerinin babalarının çocuk yetiştirme tutumuna ilişkin algılarına göre suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen X2 değeri önemlidir (X2=50.22, p<.0001). Gruplar arası bu farkın kaynağını belirlemek üzere uygulanan (Mann Whitney U) test sonucunda babalarını demokratik olarak algılayan öğrencilerin suç davranışları, babalarını otoriter ve il-
gisiz olarak algılayan öğrencilerden önemli derecede düşük çıkmıştır. 3.12. Aile Ortamında Kendini Mutlu Hissetme Durumuna Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin aile ortamında kendini mutlu hissetme durumuna göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri (Kruskal Wallis
Ocak-Şubat-Mart 2007
21
Testi ile) karşılaştırılmış ve buna ilişkin bulgular Tablo 12’de verilmiştir. Analiz sonuçlarının önemli çıkması
durumunda farkın kaynağını bulmak için ikili karşılaştırmalar (Mann Whitney U testi) yapılmıştır.
Tablo 12. Lise Öğrencilerin Aile Ortamında Kendini Mutlu Hissetme Durumuna Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular Aile Ortamında Kendini Mutlu Hissetme Durumu
İkili Karşılaştırma Kruskal Wallis Testi Sonuçları Sonuçları (Mann Whitney U Testi) Sıra Ortalaması X2
n
X
S
Hiçbir zaman
30
65.40
26.37
930.80
Ara sıra
296
58.72
17.52
849.24
Sık sık
471
54.56
13.22
770.34
Her zaman
644
50.76
12.77
616.20
83.31*
Hiç>Sık sık Hiç>Her zaman Ara sıra>Sık sık Ara sıra>Her zaman Sık sık>Her zaman
P<.0001 Tablo 12’de görüldüğü gibi lise öğrencilerinin aile ortamında kendini mutlu hissetme durumuna göre suç davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilmesi sonucunda elde edilen X2 değeri önemlidir (X2=83.31, p<.0001). Gruplar arası bu farkın kaynağını belirlemek üzere uygulanan (Mann Whitney U) test sonucunda kendilerini ailelerinde hiçbir zaman mutlu hissetmeyenlerin kendilerini sık sık ve her zaman mutlu hissedenlerden, kendilerini ara sıra mutlu hissedenlerin kendilerini sık sık ve her zaman mutlu hissedenlerden, kendilerini sık sık mutlu hissedenlerin kendilerini her zaman mutlu hissedenlerden suç dav-
ranışı ölçeğinden önemli derecede yüksek puan aldıkları görülmüştür. 3.13. Ailelerinin Arkadaşlarını Onaylama Durumuna Göre Suç Davranışı Düzeyleri: Lise öğrencilerinin ailelerinin arkadaşlarını onaylama durumuna göre suç davranışı düzeylerinin önemli düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla, lise öğrencilerinin suç davranışı düzeyleri (Kruskal Wallis Testi ile) karşılaştırılmış ve buna ilişkin bulgular Tablo 13’de verilmiştir. Analiz sonuçlarının önemli çıkması durumunda farkın kaynağını bulmak için ikili karşılaştırmalar (Mann Whitney U testi kullanılarak) yapılmıştır.
Tablo 13. Lise Öğrencilerin Ailelerinin Arkadaşlarını Onaylama Durumuna Göre Suç Davranışı Düzeylerine İlişkin Bulgular Ailelerinin Arkadaşlarını Onaylama Durumu
İkili Karşılaştırma Kruskal Wallis Testi Sonuçları Sonuçları (Mann Whitney U Testi) Sıra Ortalaması X2
n
X
S
Hepsini onaylıyor
680
51.84
13.50
662.47
Bir kaçını onaylıyor
661
54.76
14.37
756.30
Çoğunu onaylıyor
81
61.96
19.00
939.95
Hiçbirini onaylamıyor
25
64.24
26.89
843.88
42.44*
Birkaç>Hepsi Çoğu>Hepsi Hiçbiri>Hepsi Çoğu>Birkaç
P<.0001 Tablo 13’de görüldüğü gibi lise öğrencilerinin ailele-
nı belirlemek üzere uygulanan (Mann Whitney U) test
rinin arkadaşlarını onaylama durumuna göre suç
sonucunda aileleri tüm arkadaşlarını onaylayanların
davranışı sıralamaları arasında önemli bir farklılık
suç davranışı ölçeği puanları aileleri birkaç arkadaşı-
olup olmadığının (Kruskal Wallis Testi ile) test edilme-
nı ve çoğu arkadaşını onaylayanların ve aileleri hiçbir
X2
değeri önemlidir
arkadaşını onaylamayanların suç davranışı düzeyle-
(X2=42.44, p<.0001). Gruplar arası bu farkın kaynağı-
rinden önemli derecede düşüktür. Ayrıca aileleri bir-
si sonucunda elde edilen
22 Ocak-Şubat-Mart 2007
kaç arkadaşını onaylayanların suç davranışı ölçeği puanları aileleri çoğu arkadaşını onaylayanlardan önemli derecede düşüktür. 4. TARTIŞMA VE SONUÇ Araştırmada lise öğrencilerinin suç davranışı düzeylerinin düşük olduğu bulunmuştur. Aynı zamanda suç davranışı ile cinsiyet, yaş, öğrenim görülen okul türü, serbest zaman etkinliklerine katılma durumu, annebabanın öğrenim durumu, anne babanın çocuk yetiştirme tutumu, aile ortamında kendini mutlu hissetme durumu ve ailenin arkadaşları onaylama durumu arasında önemli ilişkiler elde edilirken sosyo-ekonomik düzey ve anne babanın birliktelik durumu arasında ise önemli bir ilişki bulunmamıştır. Araştırmada lise öğrencilerinin suç davranışı ölçeğinden elde ettikleri puanların ortalaması x=54.2 olarak bulunmuştur. Ölçme aracından elde edilebilen en düşük ve en yüksek değerler (38-152) dikkate alındığında lise öğrencilerinin suç davranışı düzeylerinin düşük olduğu ifade edilebilir. Bu bulgu aynı ölçme aracı ile yapılan bir başka araştırmada elde edilen bulgu ile(x=47.3) benzerlik göstermektedir (Kaner, 2001b). Lise öğrencilerinin suç davranışı düzeylerinin düşük olması, araştırmanın okul ortamında gerçekleştirilmiş olmasından ve kendi algılarına dayalı bir ölçme yapılmış olmasından kaynaklanabilir. Araştırmada erkek lise öğrencilerinin suç davranışı düzeylerinin kızlardan daha yüksek olduğu bulunmuştur. İlgili literatür incelendiğinde, erkeklerin suç davranışının yüksek olduğu yönündeki araştırma bulguları (Bayar, 1999; Kaner, 1996; Kıran, 2002; Özen ve diğ., 2005; Seber ve diğ. 2001; Sipahioğlu, 2002; Şenses, 1990; Yılmaz, 2000) bu araştırmanın bulguları ile tutarlılık göstermektedir. Toplumumuzda kız ve erkeklerin cinsiyet rolleri ve yetiştirilme biçimleri arasındaki farklılık suç davranışlarında farklılık yaratmış olabilir. Ayrıca ergenlik döneminde erkeklerin üzerindeki aile baskısı azalırken, kızların üzerindeki baskı ve kontrolün artması da suç davranışı düzeylerini farklılaştırmış olabilir. Araştırmada lise öğrencilerinin yaşları arttıkça suç davranışının da arttığı görülmüştür. Bu bulgu Bayar (1999), Delikara (2000), Kaner (1996), Kıran (2002), Özen ve diğ. (2005), Şenses (1990), Yılmaz (2000) nin bulguları ile tutarlılık göstermektedir. Yaşla birlik-
te ergenlerin sahip olduğu özgürlükler artmakla birlikte anne babanın doğrudan kontrolünün azalması ve aile etkisinin azalıp, akran etkisinin artması (Kaner, 2001b) suç davranışlarının artmasına neden olmuş olabilir. Araştırmada lise öğrencilerinin sosyo ekonomik durumlarına göre suç davranışlarının önemli ölçüde farklılaşmadığı görülmüştür. Bu sonuç, çocukların işledikleri suç ile sosyo ekonomik durum arasındaki ilişkinin önemli olmadığı bulgusu (Başar, 1992) ile tutarlılık göstermektedir. Bununla birlikte araştırmada elde edilen bu sonuç, ergenlerin suç davranışında düşük sosyo-ekonomik düzeyin önemli olduğuna ilişkin bulgular (Kıran, 2002; Özen ve diğ., 2005; Sipahioğlu, 2002; Şenses, 1990; Türkeri, 1995; Yılmaz, 2000) ile tutarlılık göstermemektedir. Ergenlik dönemindeki suç davranışlarının ortaya çıkmasında ergenlerin gelişim özelliklerinin sosyo-ekonomik düzey farklılıklarını ortadan kaldırmış olabileceği ifade edilebilir. Araştırmada meslek lisesi öğrencilerinin suç davranışlarının hem genel lise hem de anadolu-fen lisesi öğrencilerinden önemli derecede yüksek olduğu bulunmuştur. Bu durum, devam edilen okulun özelliklerinin öğrencilerin kişisel yeterlilik algısını, kendine güvenini, başarı motivasyonlarını, ailenin ergene verdiği değeri ve dolayısıyla suç davranışını etkileyebilme potansiyelinden kaynaklanmış olabilir. Meslek lisesine devam eden öğrencilerin içinde bulundukları sosyo kültürel çevrenin özellikleri, ders başarılarının genelde düşük olması, kız öğrencilerin azlığı, geleceğe ilişkin umutlarının az olması gibi faktörler suç davranışlarını arttırmış olabilir. Araştırmada serbest zaman etkinliklerine izleyici olarak katılanların suç davranışı puanlarının aktif, aktif/izleyici olarak katılanlardan ve katılmayanlardan önemli derecede düşük olduğu görülmüştür. Serbest zaman etkinliklerine aktif olarak katılmanın gençlerde alkol kullanımını arttırdığı yönündeki araştırma bulgusu da (Cottle, Lee ve Heılbrun, 2002) bu araştırma bulgularını destekler niteliktedir. Ergenin serbest zaman etkinliklerine aktif olarak katılması ergenin çevresini genişlettiği, aile kontrolünden uzak olduğu zamanları arttırdığı ve akran etkisine daha açık hale getirdiği için suç davranışını arttırmış olabilir. Ayrıca serbest zaman etkinliklerinin denetimsiz olarak sürdürülmesi de suç davranışlarını arttıran bir faktör ola-
Ocak-Şubat-Mart 2007
23
bilir. Diğer taraftan serbest zaman etkinliklerine katılmaması ergenin var olan enerjisini uygun etkinliklerde ifade edememesine ve böylece saldırgan ve suça yönelik davranışlar sergilemesine neden olabilir. Sonuçta serbest zaman etkinliklerine izleyici olarak katılmak, aktif olarak katılma ile katılmama durumlarının ortaya çıkarabileceği olumsuzlukları ortadan kaldırarak ergenlerde suç davranışlarının azalmasına yol açmış olabilir. Araştırmada lise öğrencilerinin annelerinin ve babalarının öğrenim durumu yükseldikçe lise öğrencilerinin suç davranışlarının artma eğiliminde olduğu görülmüştür. Bu sonuç düşük eğitim düzeyindeki anne babaya sahip ergenlerin daha az risk aldıkları bulgusu (Kazel, 2001) ile tutarlılık göstermektedir. Bununla birlikte araştırmadan elde edilen bu sonuç, düşük anne baba eğitim düzeyinin suç davranışını arttırdığını ortaya koyan araştırma bulguları ile (Basut, 2004; Başar, 1992; Keklikkıran, 1999; Özen ve diğ., 2005; Şenses, 1990; Türkeri, 1995; Yılmaz, 2000) tutarlılık göstermemektedir. Anne babanın eğitim durumunun yükselmesi anne babaların daha çok kendilerine yönelmelerine ve çocuk üzerindeki destek ve kontrollerinin azalmasına ve böylece suç davranışının artmasına yol açmış olabilir. Zira doğrudan kontrol (Ardelt ve Day, 2002; Kaner, 1996; Özen ve diğ., 2005) ve desteğin (Juang ve Silbereisen, 1999; Sim, 2000) az olduğu ailelerde suç davranışının yüksek olduğu görülmüştür. Araştırmada lise öğrencilerinin anne babalarının birliktelik durumlarına göre suç davranışlarının önemli bir biçimde farklılaşmadığı görülmüştür. Araştırmanın bu bulgusu parçalanmış aile ile suç davranışı arasında ilişki olduğu (Türkeri, 1995; Yılmaz, 2000; Zimmermann, 2006) bulguları ile tutarlılık göstermemektedir. Ergenlerin suç davranışına yönlenmelerinde anne babanın birlikte veya ayrı yaşamalarından çok anne babanın ergene yönelik davranışlarının daha önemli olduğu söylenebilir. Araştırmada anne-babalarının tutumunu demokratik olarak algılayan öğrencilerin suç davranışları annelerinin tutumunu otoriter ve ilgisiz olarak algılayan öğrencilerden önemli derecede düşük bulunmuştur. Ayrıca annelerini otoriter olarak algılayan öğrencilerin suç davranışı puanları da annelerini ilgisiz olarak algılayanlardan daha düşüktür. Bu bulgular anne babanın demokratik tutumunun suç davranışını azalttı-
24 Ocak-Şubat-Mart 2007
ğı yönündeki (Başar, 1992; Sipahioğlu, 2002; Şenses, 1990) bulgular ile tutarlılık göstermektedir. Demokratik tutumda; paylaşıma dayalı, hoşgörülü, destekleyici davranışların, saygı, takdir, sevgi ve kabulün ön planda olabileceği dikkate alındığında bu olumlu yaklaşımlar ergenlerin suç davranışını azaltmış olabilir. Baskıcı, ilgisiz aile tutumları bireyin kendisini yalnız, eksik ve güçsüz hissetmesine yol açarak ergenlerin suç davranışlarını arttırabilir. Ayrıca annelerinin tutumlarını otoriter algılayan öğrencilerin suç davranışı düzeylerinin ilgisiz olarak algılayanlara göre düşük olması, olumsuz yaklaşımlarla da olsa annenin ergenle ilgilendiğini gösteren tutum içinde olmasının suç davranışını azalttığı şeklinde yorumlanabilir. Araştırmada lise öğrencilerinin kendilerini ailelerinde mutlu hissetme sıklıkları arttıkça suç davranışı düzeylerinin düştüğü bulunmuştur. Araştırmanın bu bulgusu, suç davranışının görüldüğü ergenlerin ailelerinde ilişkilerin zayıf olduğu (Yılmaz, 2000; Zimmermann, 2006), aile içi uyum arttıkça risk alma davranışlarının ortaya çıkma sıklığının azaldığı (Bayar, 1999) bulguları ile tutarlılık göstermektedir. Bu bulgu, ailenin yapısal özellikleri kadar ailenin işlevsel özelliklerinin de suç davranışında önemli olduğunu göstermektedir. Ergenlerin aile ortamında sevgi, ait olma, onaylanma ve kabul edilme gereksinimlerini karşıladıkları ve duygusal destek alabildikleri oranda suç davranışlarına daha az yöneldikleri ifade edilebilir. Aynı zamanda ergenin ailede kendini değerli hissetmesi, kendini ortaya koymasına fırsat verilmesi, dinlenilmesi, ilgilenilmesi de suç davranışını azaltmış olabilir (İnanç, Bilgin ve Atıcı, 2004). Anne babaları tarafından sevgi, onay ve kabul gören gençlerin benlik saygısı da yükselebilir. Ergenin düşüncesine saygı duyulmadığı ve görüşlerinin alınmadığı aile ortamı ise ergenin yaşadığı stresi, benlik ve kimlik gelişimini olumsuz şekilde etkileyerek suç davranışlarının artmasını sağlayabilir. Araştırmada ailelerinin onayladıkları arkadaş sayısının ergenlerin suç davranışı düzeylerinde önemli olduğu görülmüştür. Ailenin onaylamadığı arkadaşların sapkın arkadaşlar olabileceği düşünülürse aileler tarafından onaylanmayan akranlar, ergene model olarak suç davranışlarına yöneltmiş olabilir. Akran baskısının suç davranışında önemli olduğu bulgusunun da(Kıran, 2002) bu durumu desteklediği belirtilebilir. Ergenlere bu dönemdeki sorunlarını sağlıklı bir bi-
çimde aşabilmeleri için psikolojik danışmanlar tarafından bireysel ve grupla yapılacak çalışmalarla psikolojik destek sağlanmalıdır. Suç davranışları açısından daha büyük bir risk taşıdıkları düşünülen ergenler ile cinsiyet, yaş, öğrenim görülen okul türü gibi kişisel değişkenlerin olumsuz etkisinin en aza indirgenebilmesi için önleme çalışmaları yapılabilir. Suç davranışını önleyebilmek için öğrencilerin sosyal becerilerini, problem çözme ve iletişim becerilerini, öfke kontrolünü geliştirici çalışmalar düzenlenebilir. Suçun önlenmesinde aile katılımının sağlanması da çok önemli olduğundan, aileler ergenlik döneminin özellikleri ve sorunları, suç davranışı ile ilişkili olabilecek faktörler konusunda bilgilendirilebilir. Öğretmen, öğrenci ve aile işbirliğini geliştiren çalışmalar arttırılabilir. Öğrencilerin suç davranışında arkadaş ilişkileri ve serbest zamanı değerlendirme biçimi de çok önemli olduğundan okullarda resim, spor, müzik, tiyatro gibi etkinlikler aracılığıyla öğrencilerin olumlu arkadaş ilişkileri geliştirmesi sağlanabilir. Yetişkin kontrolünde gerçekleştirilecek bu etkinlikler ergenlerin enerjilerini yararlı bir şekilde kullanmalarını sağlayabilir. Bu etkinlikleri gerçekleştiren yetişkinler ergenlere olumlu bir rol modeli olabilir. Bu araştırma bulgularının zenginleştirilmesi ve geliştirilmesi açısından suç davranışı farklı değişkenlerle, farklı gruplarda incelenebilir. Ayrıca suç davranışı incelenirken akranlardan, öğretmenlerden ve ailelerden bilgi alınabilir.
KAYNAKÇA Alpar, Reha. (1998). İstatistik ve Spor Bilimleri, Bağırgan Yayımevi: Ankara. Ardelt, Monica ve Laurie Day. “Parents, Siblings, and Pers: Close Social Relationships and Adolescent Deviance”, Journal of Early Adolescence, 22-3: 310349,2002. Arnett Jeffrey ve Lene Bale Jansen. “Culturel Bases of Risk Behaviour: Danish Adolescents”, Child Development. 64: 1842–1855, 1993. Arnett, J. J. “Sensation Seeking, Agressiveness, and Adolescent Reckless Behaviour”, Personality and Individual Differences, 6: 693-702, 1996. Balkaya, Ayşen. “Lise Öğrencilerinin Kimlik Duygusu Kazanım Düzeylerinin Bazı Kişisel-Sosyal ve Ailesel Nitelikler İle Suç Davranışı Düzeyi Bakımından İncelenmesi.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Eski-
şehir: Anadolu Üniversitesi Eğitin Bilimleri Enstitüsü, 2006. Basut, Ebru. “Suça Yönelen ve Yönelmeyen Ergenlerin Stres Stresle Başa Çıkma ve Kişilik Örüntüleri Yönünden İncelenmesi.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2004. Başar, Figen. “Ankara Kalaba Çocuk Islahevi’nde 15–18 Yaş Grubu Ergenlerin Suça Yönelmelerinde Ailenin Etkisi Üzerine Karşılaştırmalı Bir Araştırma.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 1992. Bayar, Nalan. “Ergenlerde Risk Alma Davranışı: İçtepisellik, Aile Yapısı ve Demografik Değişkenler Açısından Gelişimsel Bir İnceleme.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999. Bradley, Graham ve Paul Matsukis. “Identity Status and Youth Recklessness”, Youth Studies Australia. 19, 4: 48–53, 2000. Büyüköztürk, Şener. Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı : İstatistik, Araştırma Deseni, SPSS Uygulamaları Ve Yorum. 1. bs. Ankara: PeGem A Yayıncılık, 2002. Cottle, Cındy C., Rıa J. Lee ve Kırk Heılbrun. The Predıctıon Of Crımınal Recıdıvısm In Juvenıles A MetaAnalysis. Crımınal Justıce And Behavıor, 28, 3: 367394, 2001. Çuhadaroğlu, Füsun Çetin ve diğerleri. Ergen ve Ruhsal Sorunları. Durum Saptama Çalışması. Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi Raporları, Sayı: 4, 2004. Delikara, İpek Ertokuş. “Ergenlerin Akran İlişkileri İle Suç Kabul Edilen Davranışlar Arasındaki İlişkinin İncelenmesi.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000. Ekşi, Aysel. Beş Kıtada Gençlerin Sorunları. 13. Ulusal Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları kongresinde sunulmuş bildiri. Ankara, 2003. Feimi, Seini. “Ankara`da Kalaba Lisesi Öğrencilerinin Okul Başarısı İle Sapmış Davranış Arasındaki İlişkinin Sosyolojik Açıdan İncelenmesi”. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998. Hoffman, Lois. Developmental Psychology Today 5th ed. New York: McGraw-Hill, 1988. İnanç, Banu Yazgan, Mehmet Bilgin ve Meral Kılıç Atıcı. Gelişim Psikolojisi. Çocuk ve Ergen Gelişimi. Adana: Nobel Kitabevi, 2004. Jesor, Richard. “Problem-Behaviour Teory, Psychosocigal
Ocak-Şubat-Mart 2007
25
Development and Adolescent Problem Drinking”, British Journal of Addiction, 82: 331-342, 1987. Juang P. Linda ve Rainer K. Silbereisen. “Supportive Parenting and Adolescent Adjustment Across Time in Former East and West Germany”, Journal of Adolescence. 22: 719–736, 1999. Kaner, Sema. “Anababa Denetimi İle Ergenlerin Suç Kabul Edilen Davranışları Arasındaki İlişki”. Yayımlanmamış Araştırma Raporu. Ankara: Ankara Üniversitesi, 1996. Kaner, Sema. “Suç Davranışı Ölçeği Geliştirme Çalışması”. 1. Ulusal Çocuk ve Suç: nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu. Ankara: 79-9, 2001,a. Kaner, Sema. “Anababa Denetimi İle Ergenlerin Suç Kabul Edilen Davranışları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi.” 1. Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu. Ankara: 229-255 2001,b. Kaya,Melek. “13-18 Yaşları Arasındaki Suç İşlemiş Ergenlerdeki Psikopatolojik Belirtilerin Araştırılması” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 1993.
on. New Jersey: Prentice Hall, 1996. Miner, Michael H. ve Munns, Rosemary. Isolation and Normlessness: Attitudinal Comparisons of Nondelinquents. International Journal of Offender Therapy & Comparative Criminology; 49: 5, 491-504, 2005, Nalbant, Aygül. “15-22 yaşları arasında bulunan islahevindeki, Gözetim altındaki ve suç işlememiş gençlerin Benlik saygısı ve yaşam doyumu düzeylerinin karşılaştırılması” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 1993. Özen, Şakir ve diğerleri. Juvenile Delinquency in a developing country: A province example in Turkey .İnternational Journal of Law&Psychiatry 28: 4, 430-441. 2005 Seber ve diğerleri. “Çocuk Suçluluğunda Sosyodemografik Özellikler.” 1. Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu. Ankara: 2001. 353-369 Senemoğlu, Nuray. Gelişim Öğrenme ve Öğretim : Kuramdan Uygulamaya. Ankara: Gazi Kitabevi, 2002.
Kazel, Yıldız. “Erinlik Grubu Öğrencilerinin Risk Almaya Yönelik Davranışı Ve Öğretmenlerinin Algılaması.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Kocaeli Üniversitesi.Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.
Sim, Hee-og. “Relationship of Daily Hassles and Social Support to Depression and Antisocial Behavior Among Early Adolescents”, Journal of Youth & Adolescence. 29, 6: 647–661, 2000.
Keklikkıran, Mehmet. “Türkiye’de Çocuk Suçluluğu.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999.
Sipahioğlu, Şeyma. “Ana Baba Tutumları ile Gençlerdeki Duygusal ve Davranışsal Bozukluklar Arasındaki İlişki” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2002.
Kılıççı, Yadigar. “6-15 Yaş Öğrencilerinin Gelişimsel Güçleri ve Kişilik Gelişimini Kolaylaştırma.” İlköğretimde Rehberlik. Editör: Yıldız Kuzgun. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2003 Kıran, Binnaz. “Akran Baskı Düzeyi Farklı Olan Öğrencilerin Risk Alma, Sigara İçme Davranışı ve Okul Başarılarının İncelenmesi.” Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2002. Kırımsoy, Emrah. “Suç İşlemiş ve Suç İşlememiş Ergenlerin Algıladıkları Duygusal İstismar ve Benlik Saygılarının Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi”. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003. Kozacıoğlu, Gülsen ve Hülya Ekberzade. Bireyden Topluma Ruh Sağlığı. Editör: Gül Çörüş. Alfa Yayınları, 1995. Millstein, Susan G. ve diğerleri. “Health-Risk Behaviors and Health Concerns Among Young Adolescents” Pediatrics. 89, 3: 422-428, 1992. Morris, Charles G. Understanding Psychology. Third Editi-
26 Ocak-Şubat-Mart 2007
Şenses, Vildan. “Tokat İli Merkez ve İlçe Orta Dereceli Okul Öğrencilerinin Disipline Aykırı Davranışlarda Bulunma Nedenlerinin Araştırılması” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1990. Türkçapar, Mehmet H. “Anti Sosyal Kişilik Bozukluğunda Suç ve Şiddet Eylemlerine Göre Sosyal ve Psikolojik Özellikler.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002. Türkeri, Sedat. “Çocuk İslahevleri ve Çocuk Cezaevlerindeki Çocukların Suç İşleme Nedenleri Açısından İncelenmesi”. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,1995. Türküm, Sibel. “Ergenlik Döneminde Gelişim”. Çocuk Gelişimi ve Psikolojisi. Editör: Esra Ceyhan. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 698, 2000.
Türküm, Sibel. “Bilişsel Gelişim”. Gelişim ve Öğrenme. Editör: Gürhan Can: Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 712, 2001. Uba, Laura ve Karen Huang. Psychology. New York : Longman, 1999. Ünal, Mehmet. “Suçlu ve Suçlu Olmayan Çocukların Uyum Durumları ve Kişilik Özelliklerinin Karşılaştırılması.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, 1993.
Yılmaz, Türkan. “Ergenlerde Risk Alma Davranışlarının İncelenmesi.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000. Yörükoğlu, Atalay. Gençlik Çağı: Ruh Sağlığı ve Sorunları. 6. Basım. İstanbul: Özgür Yayın Dağıtım, 1989. Zimmermann, Gregoire. Delinquency an maile adolescents: the role of alexlthymia and family structure journal of adolescence 29,3: 321-332, 2006
Ocak-Şubat-Mart 2007
27
15-49 Yafl Grubu Evli Kad›nlarda Yaflam Kalitesi
• Öğr. Gör. Saliha ALTIPARMAK* • Prof. Dr. Erhan ESER**
Özet Araştırmanın amacı, 15-49 yaş grubu evli kadınların sosyo-demografik özellikleri ve yaşam kaliteleri arasında bir ilişki olup olmadığını saptamak, kadınlarda yaşam kalitesini etkileyen faktörleri ortaya koymaktır. Tanımlayıcı tipteki araştırma Haziran-Temmuz 1999 tarihleri arasında yapılmıştır. Küme örnekleme yöntemi ile araştırmaya 300 kadın alınmıştır. Toplanan veriler SPSS 10.0 paket programında değerlendirilmiştir. İstatistiksel analizlerde yüzde ve ortalama, Student T-Test analizi uygulanmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre yaşam kalitesi yaş, eğitim, gelir ve hastalık durumundan etkilenmektedir. Anahtar Sözcükler: Yaşam kalitesi, 15-49 yaş grubu evli kadın.
Abstract The Quality of Life in 15-49 years old who one married women The aim of the study to determine the relationship between sociodemographics characteristics and the life quality in the 15-49 years old who one married women, moreover to investigate effective factors on their life quality. This descriptive study of dated June-July 1999, has been done in Manisa/Salihli who 15-49 ages marriage women (n=300). Cluster sampling is used and 300 women included to the study. Data was analyzed using the SPSS 10.0 statistical program.The evaluation of data percentage, mean, Student T-Test were used in the statistical analyses. According to the findings of the Study the factors that effect the quality of life were age, education, income, duration of illness. Key Words: Quality of life , 15-49 ages married women.
*Celal Bayar Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu. **Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı.
Ocak-Şubat-Mart 2007
29
GİRİŞ: Günümüzde sağlığın ölçümünde kullanılan geleneksel göstergelerin (hastalık, ölüm, beklenen yaşam umudu vb.) bireylerin sağlıklılık düzeyini tanımlamadaki yetersizliği nedeniyle konuya yaşam kalitesi ile açıklık getirilmeye çalışılmaktadır. Yaşam kalitesi “bireylerin içinde yaşadıkları kültür ve değerler sistemindeki kendi yaşam algıları”dır. Yaşam kalitesi, kişisel sağlık durumundan öte, kişisel iyilik halini de içine alan daha geniş bir kavramdır. Mendola ve Pelligrini yaşam kalitesini “bireyin algıladığı bedensel kapasite sınırları içinde başardığı tatmin edici sosyal durum” olarak tanımlarken (1,2), DSÖ yaşam kalitesini “bireylerin içinde yaşadıkları kültür ve değerler sistemindeki kendi yaşam algıları” şeklinde tanımlamıştır. Basitçe yaşam kalitesi, belirli yaşam koşullarında bireysel tatmini etkileyen rahatsızlıkların bedensel, ruhsal ve sosyal etkilerine günlük yaşamda verilen bireysel yanıt olarak ifade edilebilir. Bu nedenle yaşam kalitesi ölçümü sağlık düzeyi ile ilgili ölçütlerden daha geniş kapsam ve kavrayışa sahiptir (1, 2, 3). Bu araştırmanın amacı 15-49 yaş grubu evli kadınların sosyo-demografik özellikleri ve yaşam kaliteleri arasında bir ilişki olup olmadığını saptamak, kadınlarda yaşam kalitesini etkileyen faktörleri ortaya koymaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Araştırma tanımlayıcı tiptedir. Araştırmanın evrenini, Manisa ili Salihli ilçesi “2 Nolu Merkez Sağlık Ocağı” bölgesindeki 15-49 yaş grubu evli kadınların tümü oluşturmuştur. Örneklem seçiminde DSÖ’nün 30 küme örneklem tekniğinden yararlanılarak, desen etkisi üç alınarak hesaplanmış ve 300 hane üzerinden yürütülmüştür. Buna göre; her kümede 10 haneye gidilmiştir. Kümeler sağlık ocağına bağlı mahallelerin, sağlık ocağı yıl ortası nüfus içindeki ağırlığına göre sağlık ocağındaki “15-49 yaş kadın izlem fişi” kullanılarak sistematik örnekleme yöntemi ile belirlenmiştir. Araştırmada veriler Haziran-Temmuz 1999 tarihleri arasında iki ayrı form ile toplanmıştır. Verilerin toplanmasında üç soru formu kullanılmıştır. Birinci form yaş, eğitim, gelir, aile türü, çalışma durumu ve doğurganlıkla ilgili sosyo-demografik özellikleri sorgulayan soru formudur. İkinci form WHOQOL BREEF (TR)
30 Ocak-Şubat-Mart 2007
(Türkler için DSÖ Yaşam kalitesi kısa formu)dur. WHOQOL-BREEF, biri genel algılanan yaşam kalitesi, diğeri algılanan sağlık durumunun sorgulandığı iki soruyla birlikte toplam 26 soruyu kapsamaktadır. Türkçe geçerlilik güvenirlik çalışması Eser ve ark. tarafından yapılmış ve çalışmaları sırasında bir ulusal soru eklenmesiyle oluşan WHOQOL-BREEF-TR 27 sorudan oluşmaktadır (4). Soruların son 15 gün dikkate alınarak yanıtlanması istenmiştir. İlk iki genel soru dışındaki sorular kullanılarak bedensel, psikolojik, sosyal, çevre ve ulusal çevre alan puanları hesaplanmaktadır. WHOQOL-BREEF uygulandıktan sonra 020 puan üzerinden hesaplanan fizik, psikolojik, sosyal, çevre ve ulusal çevre alan puanlarında, puan yükseldikçe yaşam kalitesi yükselmektedir (4). Verilerin toplanmasında yüz yüze görüşme tekniği kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 10.0 ile Student T-Test ile analiz edilmiştir. BULGULAR: Kadınların % 14.7’si 15-24 yaş grubu, %30.3’ü 2534 yaş grubunu, %41.3’ü 35-44 yaş grubunu, %13.7’si 45-49 yaş grubunu oluşturmaktadır. Kadınların evlilik yılı dağılımı 14.13±8.54, gebelik sayı dağılımı 3.11±1.97, isteyerek düşük dağılımı 0.53±0.6 ve kendiliğinden düşük dağılımı 0.33±0.7’dir. Kadınların %66.3’ünün 3 ve altı gebeliği, %76.3’ünün en az bir kendiliğinden, %34.7’sinin en az bir isteyerek düşüğü vardır. Kadınların %21.7’si kocasından şiddet gördüğünü ifade etmiştir. Kadınların %82.3’ünün bir kronik hastalığı, %98.3’ünün bir bulaşıcı hastalığı %99’unun bir sakatlığı yoktur (Tablo 1). Tablo 2’de araştırmaya alınan kadınların bazı sosyodemografik özellikleri ile yaşam kalitesi alan puanlarını karşılaştırılması görülmektedir. Buna göre: 44 yaş ve altının yaşam kalitesi bedensel, ruhsal, sosyal ve çevresel alan puanları 45 yaş ve üstü yaş grubuna göre daha yüksektir. İlk öğretim ve altı eğitimi olanların yaşam kalitesi bedensel, ruhsal, sosyal ve çevresel alan puanları lise ve üstüne göre daha düşüktür. Sosyal güvencesi olan kadınlarla sosyal güvencesi olmayan kadınlara göre bedensel ve çevresel alan puanları daha yüksektir. Koca eğitimi lise ve üstü olan kadınların, koca eğitimi ilk öğretim ve altı olan kadınlara göre yaşam kalitesi çevresel alan puanı daha yüksektir. Kocasından şiddet görmediğini ifade eden kadınların kocasından şiddet gördüğünü ifade
Tablo 1. Kadınların Bazı Sosyo-Demoğrafik Özellikleri Özellik
Sayı
%
15-24
44
14,7
25-34
91
30,3
35-44
124
41,3
45-49
41
13,7
İlköğretim ve altı
238
79.3
İlköğretim üzeri
62
20.7
Evli
288
96,0
Dul
7
2,3
Boşanmış
5
1,7
10 yıl ve altı
101
33,7
10 yıl üzeri
189
63,3
Yaş
Eğitim
Medeni durum
Evlilik süresi
Evlilik süresi dağılımı
14,13±8,54
Aile türü Çekirdek aile
256
85,3
44
14,7
94
31,3
206
68,7
İlköğretim ve altı
209
69,6
İlköğretim üzeri
91
30,4
Gelir gideri karşılıyor
157
52,3
Gelir giderden az
121
40,3
22
7,3
300
100,0
Geniş aile Kadının çalışması Çalışan kadın Çalışmayan kadın Koca eğitimi
Kendi ifadelerine göre gelir
Gelir giderden fazla Toplam
eden kadınlara göre yaşam kalitesi bedensel, ruhsal, sosyal ve çevresel alan puanları daha yüksektir. TARTIŞMA: Kadınların bedensel, ruhsal, sosyal ve çevresel alan puanları incelendiğinde sırası ile alan puan ortalamaları 14.54, 13.91, 15.31 ve 13.49 bulunmuştur. Dün-
yanın değişik kentlerinde 15 merkezde yapılan Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi (WHOQOL global) araştırma sonuçlarına göre kadınlarda yaşam kalitesi bedensel, ruhsal, sosyal ve çevresel alan puan ortalamaları sırası ile 13.4, 14.0, 14.1, 13.5 olarak bulunmuştur (3). Ülkemizde Altıparmak ve ark. tarafından gebe kadınlarda yapılan bir çalışmada alan puanları sırasıyla 12.03, 13.61, 13.95, 13.07 bulunmuştur (5). Sonuçlar literatür çalışmaları ile uyumludur. Araştırmada 44 yaş ve altı yaş grubundaki kadınların yaşam kalitesi bedensel, ruhsal, sosyal ve çevresel alan puanları ile 45 yaş ve üstü yaş grubu kadınların yaşam kalitesi alan puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Bu fark 44 yaş ve altındaki kadınlarda, yaşam kalitesinin tüm alanlarda daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Dünyanın değişik kesimlerinde yapılan çalışmaların sonuçları da bulgularımızı destekler niteliktedir. Lerner ve ark. tarafından yapılan çalışmada da 45 yaşın üzerindeki kadınlarda, 44 ve altı yaş grubu kadınlara göre yaşam kalitesi puanlarının daha düşük olduğu görülmüştür. Hatta kendini bulunduğu yaştan daha yaşlı hissedenlerin dahi yaşam kalitesi puanları diğerlerine göre düşüktür (6). Bu durum bireyin yaşı arttıkça kendisini bedensel ve ruhsal yönden daha yorgun hissetmesi, hastalıkların yaşlanma ile artıyor olması ve diğer psiko-sosyal faktörlerin etkili olmasından kaynaklanabilir. Çalışmamızda 15-49 yaş grubu kadınların tümünde eğitim düzeyi yüksek olan kadınların ilk öğretim ve altı eğitim görmüş kadınlara göre bedensel, ruhsal, sosyal ve çevresel alan puanları yüksek bulunmuştur. Dünya Eğitim Raporu’na göre, gençlerin önceki eğitimlerinin sonraki eğitimlerini olumlu etkilediği ve yaşam kalitesini yükselttiği belirtilmektedir (3). Diğer taraftan çeşitli araştırmalarda eğitim düzeyinin yaşam kalitesi üzerindeki olumlu etkisi gösterilmiştir (7,8,9,10,11). Çalışmamızda yer alan kadınların eşlerinin eğitim durumları yaşam kalitesi puanlarını etkilemektedir. Koca eğitimi lise ve üstü olan kadınların çevresel alan puanları koca eğitimi ilk öğretim ve altı olanlara göre daha yüksek bulunmuştur. Dünyanın ve Türkiye’nin değişik bölgelerinde yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlar da eğitimin yaşam kalitesini yükselttiğini göstermiştir (7,8,9,10,11,12). Eğitimli eşlerin birbirlerini sosyal, ekonomik ve çevresel anlamda ve sağ-
Ocak-Şubat-Mart 2007
31
Tablo 2. Bazı Özellikler ile Yaşam Kalitesi Alan Puanlarının Karşılaştırılması
ÖZELLİK YAŞ 44 yaş ve altı 45 yaş üstü İst. analiz * EĞİTİM İlköğretim ve altı İlköğretim üstü İst. analiz* SOSYAL GÜVENCE Yok Var İst Analiz* KADININ ÇALIŞMASI Çalışan Kadın Çalışmayan Kadın İst analiz* KRONİK HASTALIK Var Yok İst Analiz* KOCA EĞİTİM İlköğretim ve altı İlköğretim üstü İst. analiz* GELİR Gelir Gideri Karşılıyor Gelir Gideri Karşılamıyor İst Analiz* EŞ TARAFINDAN ŞİDDET Şiddet gören Şiddet Görmeyen İst Analiz* EŞİ TARAFINDAN ÇOCUĞA ŞİDDET Çocuğu şiddet gören Çocuğu şiddet görmeyen İst Analiz* GEBELİK SAYISI 3 ve altı 4 ve üzeri İst Analiz* *Stundent T-Test
32 Ocak-Şubat-Mart 2007
BEDENSEL ALAN
RUHSAL ALAN
SOSYAL ALAN
ÇEVRESEL ALAN
259 41
14,9±2,1 13,3±2,73 p<0,05
14,0±2,1 12,7±2,5 p<0,05
15,7±2,7 13,8±2,9 p<0,05
13,5±2,5 12,2±2,3 p<0,05
238 62
14,3±2,3 15,2±2,1 p<0,05
13,6±2,2 14,7±2,1 p<0,05
15,0±3,0 16,2±2,3 p<0,05
13,0±2,4 14,7±2,3 p<0,05
76 224
13,8±2,3 14,7±2,3 p<0,05
13,3±2,3 14,0±2,2 p<0,05
14,9±3,2 15,4±2,8 p>0,05
12,4±2,6 13,8±2,3 p<0,05
82 218
13,71±2,85 13,65±2,89 P>0,05
13,48±2,06 13,49±2,84 P>0,05
13,66±2,58 13,60±2,48 P>0,05
13,68±2,10 14,56±1,91 P<0,05
53 247
13,3±2,4 14,8±2,2 P<0,05
12,8±2,3 14,0±2,1 P<0,05
14,5±3,2 15,4±2,8 P<0,05
13,0±2,4 13,5±2,5 P<0,05
209 84
14,2±2,4 15,2±1,9 P<0,05
13,7±2,2 14,3±2,2 P<0,05
15,2±3,0 15,6±2,7 P>0,05
13,1±2,5 14,3±2,2 P<0,05
178
14,9±2,2 13,9±2,4
14,1±2,1 13,5±2,3
15,7±2,7 14,7±3,1
14,3±2,2 12,2±2,3
P<0,05
P<0,05
P<0,05
P<0,05
53 235
12,9±2,4 14,8±2,2 P<0,05
12,9±2,4 14,1±2,1 P<0,05
13,7±2,6 15,7±2,8 P<0,05
12,1±2,3 13,8±2,4 P<0,05
56 215
14,0±2,4 14,6±2,3 P>0,05
13,2±2,4 14,0±2,2 P<0,05
14,3±3,0 15,6±2,8 P<0,05
12,4±2,6 13,7±2,3 P<0,05
14,7±2,3 14,0±2,2 P<0,05
14,0±2,2 13,5±2,2 P>0,05
15,4±3,0 15,1±2,8 P>0,05
13,5±2,5 13,2±2,3 P>0,05
N
121
199 101
lık alanında daha çok ve daha bilinçli olarak destekledikleri düşünüldüğünde elde edilen sonuçların beklendik nitelikte olduğu söylenebilir. Çalışmamızda gelir düzeyi ile ilgili göstergeler olumlu hale geldikçe yaşam kalitesinin de yükseldiği gözlenmiştir. Bu ilişki diğer çalışmalarda da gösterilmiştir (4,5,6). Çalışmamızda kocasından şiddet görmediğini ifade eden kadınların şiddet gördüğünü ifade edenlere göre bütün alan puanlarının daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bu bulgu literatür ile uyumludur (13,14,15). SONUÇLAR: Eğitim düzeyi yüksek olan, kentsel bölgede yaşayan ve gelir düzeyi yüksek olan ailelere mensup kadınların yaşam kaliteleri daha yüksektir. Bütün bunlara sosyo-ekonomik düzey göstergeleri olan eş eğitimi, sosyal güvence de eklendiğinde bu çalışmanın temel sonucu kadınlarda yaşam kalitesi düzeyinin yüksek sosyo-ekonomik düzeyden olumlu yönde etkilendiğidir. KAYNAKLAR: 1. Orley J., Kuyken W. Quality of Life Assessment: International Perspectives. Proceedings of The Jointmeeting Organized by the WHO and the Foundation IPSEN in Paris, ss: 41-57, 1993. 2. Bowling A., Measuring Health, A review of Quality of Life Measurement. Open University Press. ss: 1-23, 1993. 3. The WHOQOL Group. What Quality of Life. World Health Forum. 17:354-356, 1996.
5. Altıparmak S, Yanıkkerem E., Karadeniz G, “Gebelerde sosyodemoğrafik Özellikler, Gebelik Sorunları İle Yaşam Kalitesi İlişkisi”, Klinik Bilimler&Doktor, 2004. 6. Lerner D.J., Levine S. Malspeis S. Et al. Job Strain and Health-Related Quality of Life in a National Sample. Am J Public Health. 84:1580-1585, 1994 7. Manisa Nufus Sağlık Araştırması 1999. Celal Bayar Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilimdalı. Emek Mat. Manisa, Ss: 99-116, 2001 8. Manisa Huzurevinde Yapılan Yaşam Kalitesi Araştırması Yayınlanmamış araştırma Veri Sonuçları, Manisa, 2001. 9. Manisa Hastanelerinde Yatan Hastaların Yaşam Kalitelerinin Araştırılması, Yayınlanmamış Araştırma Veri Sonuçları. Manisa, 2000. 10. Loscocco K.A., Spitze G. Working Coditions, Social Support, and the Well-Being of Famela and Male Factors. Journal of Health and Social Behavior, 31:313327, 1990 11. Leung K.F., Tay M. , Chang T.B.L. Hong Kong Çin Versiyonu Denemesi. Wordt health organization Quality of Life Measure , Abreviated Version WHOQOL- Breef Hong Kong Hosbital Fasthority 1997. 12. Martin, C., Juarez, F., The Impact of Womens Education on Fertility in Latin America: Sarching for Explanationss, 1995 (21), No: 2, June 1995. 13. American Medical Association, Council on Scientific Affairs, Violence Against Women: Relevance for Medical Practitioners. JAMA, 267: 3184-3189, 1992. 14. Çiçekoğlu, M., Saçaklıoğlu F., Kadına Yönelik Şiddet. IV. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi 15. Wathen CN., MacMillan, İnterventions for Violence Against Women: Scientific Reviev, JAMA Feb ; 289 : 589-600, 2003.
4. Eser E, Fidaner H, Fidaner C, Elbi H, Göker E: WHOQOL-100 ve WHOQOL-BREEF’in Psikometrik Özellikleri. 3P Dergisi, 7: 23-40, 1999.
Ocak-Şubat-Mart 2007
33
Evlilik Öncesi ‹liflkileri De¤erlendirme Ölçe¤inin (EÖ‹DÖ) Gelifltirilmesi: Geçerlik ve Güvenirlik Çal›flmas› • Yrd.Doç.Dr. Melek KALKAN* • Öğr.Gör. Saynur Nevres KAYA**
Özet Amaç: Bu araştırmanın amacı Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeğini (EÖİDÖ) geliştirmek, psikometrik özelliklerini incelemektir. Yöntem: Katılımcıların 101’i kız, 102’si erkektir; yaş ortalamaları 22.95’tir. Ölçeğin geçerliği için yapı ve ölçüt geçerliği kullanılmıştır. EÖİDÖ’nin ölçüt geçerliğini sınamak için İlişkilerde Mutluluk Ölçeği ile korelasyonuna bakılmıştır. Ölçeğin güvenirliğine ise iç tutarlılık ve test-tekrar test yöntemleriyle bakılmıştır. Bulgular: İç tutarlılığı saptamak amacıyla hesaplanan Cronbach Alfa katsayısı .86’dır. Testtekrar test güvenirlik katsayısı .72 (p<.01) olarak hesaplanmıştır. Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeği ve İlişkilerde Mutluluk Ölçeği arasındaki korelasyon .48 (p<.01) değerindedir. Yapılan faktör analizi sonucunda envanterin toplam varyansın %42.99’unu açıklayan beş faktörden oluştuğu görülmüştür. Sonuç: Evlilik öncesi ilişkileri değerlendirmede ölçeğin psikometrik özelliklerinin doyurucu olduğu ve ölçeğin geçerli ve güvenilir olarak kullanılabileceği görülmektedir. Anahtar Sözcükler: Evlilik öncesi ilişki, evlilik öncesi ilişkileri değerlendirme ölçeği, geçerlik, güvenirlik.
Abstract The Development of Premarital Relationship Assesment Scale: Studies of Validity and Reliability Objective: The present study aimed to develop the Premarital Relationship Assesment Scale (PRAS) and to evaluate the psychometric properties of the scale. Method: A total of 101 female and 102 male students participated in the study. The mean age of the participants is 22.95. For validity, construct validity and criteration validity were utilized. The criteration validity is assessed by examining the correlation of the PRAS with İlişkilerde Mutluluk Ölçeği. The reliability of the PRAS was assessed by Cronbach’s Alpha and test-re test reliability statistics. Results: The Cronbach Alpha coefficient regarding the internal consistency as .86. Computed test-retest reliability coefficient was .72 (p<.01). The Premarital Relationship Assesment Scale correlated .48 (p<.01) with İlişkilerde Mutluk Ölçeği. The factor analysis showed that there were five factors explaining 42.997% of total variance of the scale. Conclusion: The psychometric properties of the PRAS is found to be satisfactory and could be used to assess premarital relationship. Key Words: Premarital relationship, premarital relationship assesment scale, validity, reliability.
* Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı. **Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü.
Ocak-Şubat-Mart 2007
35
Başkalarıyla bir arada yaşamaya programlanmış olan insanın, ilk toplumsallaşma davranışı olarak görülen evlilik, ilkel toplumlarda fiziksel hayatı sürdürmenin pratik bir sebebi olarak görülürken, daha sonra güvenlik ve aşk kavramları da buna eklenmiş; biyolojik, sosyal ve psikolojik ihtiyaçları gerçekleştirme isteği kişiyi evliliğe götüren etmenler olarak görülmüştür (Woody ve Woody, 1973). Evliliğe bir alternatif olarak birlikte yaşamanın geçmişe göre daha sıklıkla görüldüğü günümüzde, kadın ve erkek evliliğe hazırlık olarak birlikte yaşamayı seçmektedirler. Pek çok insan, birlikte yaşamanın evliliğe hazırlayışıyla ilgili olumlu yaklaşımlar içinde olsa da, araştırmalar birlikte yaşamanın etkili bir hazırlık sağlamadığını göstermektedir. Evliliğe oldukça hızlı ve hazırlıksız giren genç bireyler, uzun dönemli ilişki istemelerine rağmen, evlilik güçlükleri ve sorunlarıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Uzun dönemli ilişkiler kurmak ve sürdürmek, ilişkiye hazır olmayı ve ilişki konusunda beceri sahibi olmayı gerektirmektedir. Bu durum, araştırmacıların ve psikolojik yardım mesleklerinde çalışanların dikkatini konuya yöneltmelerini sağlayarak, evliliğe hazırlık programlarının ve önleyici yaklaşımların önemini ortaya çıkarmıştır (Ridley ve Sladeczek, 1992; Duncan ve Box, 1996; Martin, Martin ve Martin, 2001). Evli çiftlere ve ailelere yardım etmede eş terapisi, evlilik ve aile terapisi gibi terapötik müdahaleler popülerliğini sürdürürken, evlilik öncesi eğitim ve hazırlık programlarına odaklaşan çok az çaba bulunmaktadır. Oysa ki ergenler, evlilik konusunda toplumdaki en büyük risk grubunu oluşturmaktadır (Martin, Specter, Martin ve Martin, 2003). Erken yaşlarda, evliliğe hazırlıksız olarak giren bireyler, evlilikle ilgili gerçek dışı beklentiler içindedirler. Bu beklentilerin karşılanmamasından kaynaklanan hayal kırıklıkları ve küskünlükler, çatışmalara ve mutsuzluğa sebep olmaktadır (Martin, Martin ve Martin, 2001). Çatışma, tüm yakın kişilerarası ilişkilerin doğasında vardır. İlişkilerdeki duygusal yakınlık arttıkça, evlilik öncesi flört döneminde çatışmanın derecesi de artmaktadır. Evlilik öncesi görülen çatışma ve olumsuz etkileşim, evlilik sonrası çatışmaların habercisidir (Long, Cate, Fehsenfeld ve Williams, 1996). İşte bu çatışmaları ve bunlardan kaynaklanabilecek boşanmaların önlenmesi, daha doyum verici ve kalıcı evliliklerin sağlanması, evlilik öncesi ilişkileri geliştirmeye yönelik eği-
36 Ocak-Şubat-Mart 2007
timlerin ve programların gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır (Stahmann, 2000). Araştırmalar da göstermektedir ki, evlilik stresini azaltmada ve başarılı evlilikler kurmada önleyici ve hazırlayıcı programlar etkili olmaktadır (Markman, Floyd, Stanley ve Storaasli, 1988; Markman, Renick, Floyd, Stanley ve Clements, 1993). Evliliğe hazırlık programlarının pek çok olumlu etkisi görülmekle birlikte, iki temel faydadan söz edilebilir. Birincisi, evliliğin ilk yıllarında evlilik kalitesinde görülen düşüşü azaltması beklenirken; ikinci olarak danışman ve evliliğe hazırlanan çiftler arasında kurulan terapötik ilişki, çiftlerin evlilik sonrasında ortaya çıkan sorunlar karşısında yardım alma eğilimini artırmaktadır. Ayrıca, evlilik öncesinde terapötik yardım konusunda bilgi sahibi olan çift, evliliklerinde ortaya çıkan tehlike sinyallerine karşı farkındalıklarını artırmaktadır. Bu bireyler oluşan bu tehlikelerle başa çıkmak için ihtiyaç duyulan profesyonel destekleri almaya daha çok isteklidirler (Schumm, Silliman ve Bell, 2000). İlgili literatüre bakıldığında, evlilik hazırlık programlarının Batıda yaygın olarak kullanıldığı, lise ve üniversitelerde eğitimlerinin verildiği görülmektedir. Bu programlar, evlilik ve ilişki hakkında bilgi ve beceri (iletişim, aile özgeçmişi, problem çözme, karar verme, aile bütçesini hazırlama, evlilikten beklentiler, inançlar ve değerler gibi) kazandırmayı amaçlayacak şekilde yapılandırılmışlardır (Stahmann, 2000; Valiente, Belanger ve Estrada, 2002). Ülkemizde ise evlilik danışması ve terapisinin yanı sıra, önleyici ve ilişki geliştirme yaklaşımlarının son yıllarda popülerlik kazanmaya başladığı görülmekle birlikte, evliliğe hazırlık eğitimlerinin henüz yaygınlaşmadığı bilinmektedir (Aydemir-Sevim, 1996; Kalkan, 2002). İstanbul Üniversitesinin yaygın eğitim çerçevesinde, bir uygulama etkinliği olarak hayata geçirdiği “Evlilik Okulu” projesinde, evliliğe aday gençlerin evlilik ilişkileri ve evlilik yaşamıyla ilgili farkındalık ve bilinç düzeyinin artırılması amaçlanmaktadır. Ayrıca Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün “Aile Okulu” çalışmaları ve ailenin eğitimine yönelik çabaları da aileleri bilinçlendirmeyi hedeflemektedir. Çiftlerin evliliklerinde uyumsuzluğa ve boşanmaya sebep olabilecek risk faktörlerini önceden kestirmelerine yönelik önleyici bir yaklaşım sunan evliliğe hazırlık programlarının etkiliğini değerlendirmek, aynı
zamanda bireylerin evliliklerine ve mevcut partnerlerine ilişkin algılarını ortaya koymak, bunların ölçülmesini gerektirmektedir. İlgili literatüre bakıldığında, bireylerin evlilik öncesi ilişkilerini değerlendirmelerini ölçmek amacıyla geliştirilmiş çeşitli ölçme araçları bulunmaktadır. Bu çabaların Batıdaki örnekleri olan, Bienvenu (1975) tarafından geliştirilen “Premarital Communication Inventory”, Holman, Larson ve Harmer (1994) tarafından geliştirilen “Preparation for Marriage Questionnaire”, Williams, Jurich ve Denton (1995)’a ait “Facilitating Open Couple Communication, Understanding and Study” bunlardan bazılarıdır. Ülkemizde, bireylerin evlilik öncesi ilişkilerini farklı boyutlarda (iletişim, arkadaş ilişkileri, aile ilişkileri, cinsel uyum ve dini değerler) değerlendirmelerine yönelik bir ölçme aracına duyulan gereksinimden hareketle yürütülen bu çalışmanın amacı, bireylerin evlilik öncesi romantik ilişkilerini değerlendirişlerini ortaya koyan geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmek ve bunun psikometrik özelliklerine ilişkin bilgileri saptamaktır. YÖNTEM Örneklem Araştırma, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde öğrenim gören öğrenciler arasından seçkisiz seçim yöntemi ile belirlenmiştir. Araştırmanın örneklemini 101’i kız ve 102’si erkek olmak üzere toplam 203 katılımcı oluşturmaktadır. Katılımcıların yaş ortalaması 22.95, romantik ilişki yaşama süre ortalamaları ise 14.68 aydır. Veri Toplama Araçları İlişkilerde Mutluluk Ölçeği Evlilik öncesi yakın ilişkileri genel olarak değerlendirmeyi ve ilişkilerdeki mutluluk düzeyini belirlemeyi amaçlayan ölçek Kışlak-Tutarel (2002) tarafından Türkçeye uyarlanmıştır. Ölçek, sevgi, mutluluk, genel doyum, ilişkinin istikrarı, sorunların ciddiyeti ve ilişkiye bağlılık düzeyi ile ilgili algıları ölçmektedir.
Yedi aralıklı likert tipi ölçeğin geçerliğini belirlemek için ölçüt geçerliği kullanılmıştır. Evlilikte Uyum Ölçeği ile arasındaki korelasyonun .69 olduğu görülmüştür. Güvenirliğini belirlemek için iç tutarlık, test tekrar test ve iki yarım test güvenirlik katsayıları hesaplanmıştır. Buna göre, ölçeğin iç tutarlık katsayısı .80, test tekrar test güvenirlik katsayısı .86 ve iki yarım test güvenirlik katsayısı ise .80 bulunmuştur. Verilerin Analizi Bu araştırmada ölçeğin madde analizi madde-toplam puan korelasyonları hesaplanarak yapılmış; yapı geçerliği ise temel bileşenler faktör çözümlemesi ve varimax döndürülmüş faktör çözümlemesi kullanılarak incelenmiştir. Ölçüt geçerliği için Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeği ile İlişkilerde Mutluluk Ölçeği puanları arasındaki korelasyon katsayısı hesaplanmıştır. Güvenirlik çalışmalarında ise iç tutarlık katsayıları için Cronbach Alpha formülü kullanılmış; test-tekrar test güvenirliği için ise iki uygulama puanları arasındaki ilişki Pearson korelasyon katsayısı formülü kullanılarak hesaplanmıştır. Bu işlemler, veriler araştırmacılar tarafından toplandıktan sonra SPSS’de değerlendirilmiştir. Verilerin analizi araştırmacılar tarafından yapılmış; gerek duyulduğunda alanda uzman kişilerden yardım alınmıştır. Ölçeğin Geliştirilmesiyle İlgili Çalışmalar Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeği, araştırmacılar tarafından konu ile ilgili literatürün ve çeşitli ölçme araçlarının taranması yoluyla hazırlanmıştır. Literatürün öngördüğü şekilde yüz altı maddelik bir soru havuzu oluşturulmuş ve bununla ilgili olarak, psikolojik danışma ve rehberlik alanındaki iki uzmanın görüşlerine başvurulmuş, onların eleştiri ve önerileri doğrultusunda bazı maddelerde dil ve içerik açısından değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerden sonra ölçek, romantik ilişki yaşayan, evli olmayan bireylere uygulanmıştır. Madde test korelasyonunda, korelasyon katsayısı .30’un altında kalan maddeler elenerek ölçek otuz dört maddeye indirilmiştir. Otuz dört maddelik ölçeğin madde test korelasyon katsayıları Tablo 1’de gösterilmiştir.
Ocak-Şubat-Mart 2007
37
Tablo 1. EÖİDÖ Madde Test Korelasyon Katsayıları Madde No
R
Madde No
R
1
.32
18
.30
2
.46
19
.30
3
.50
20
.43
4
.40
21
.46
5
.32
22
.30
6
.45
23
.39
7
.32
24
.37
8
.30
25
.30
9
.31
26
.38
10
.30
27
.37
11
.46
28
.35
12
.38
29
.40
13
.30
30
.30
14
.36
31
.33
15
.34
32
.34
16
.33
33
.30
17
.31
34
.30
Ölçeğin madde-test korelasyonları .30 ile .46 arasında değişmektedir. Bir maddenin testin tümünün ölçtüğü özelliği ölçüp ölçmediğinin bir göstergesi olan madde-test korelasyonunda, bir maddenin, testin tümü ile tutarlılığının göstergesi olabilecek en düşük değer .20 olarak verilmektedir (Aiken, 1994). Buna göre, bu araştırmada elde edilen korelasyon katsayıları madde analizi için kabul edilebilir düzeydedir. Otuz dört maddelik ölçek 1 ile 5 arasında derecelendirilerek, geçerlik ve güvenirlik çalışması için tekrar uygulanmıştır. Test-tekrar test güvenirliği için ölçeğin son şeklinin uygulanması, üç hafta ara ile 64 kişilik bir grupta tekrarlanmıştır. Beş’li likert tipi olan ölçekte, cevaplayıcıların görüşlerini (1) Hiç katılmıyorum, (2) Katılmıyorum, (3) Kararsızım, (4) Katılıyorum, (5) Tamamen katılıyorum şeklinde derecelemeleri istenmektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puan 170, en düşük puan ise 34’dür. Ölçekten alınan toplam puanların yüksekliği, bireyin mevcut ilişkisine yönelik mutluluk düzeyinin yüksekliğini ve ilişkisine yönelik olumlu düşüncelerinin fazlalığını göstermektedir.
38 Ocak-Şubat-Mart 2007
BULGULAR Bu bölümde Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeğinin geçerlik ve güvenirlik çalışmalarına ilişkin bulgulara yer verilmiştir. Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeğinin Geçerliğine İlişkin Bulgular EÖİDÖ’nin geçerliğini sınamada, yapı geçerliği ve benzer ölçekler geçerliği kullanılmıştır. Ölçeğin faktör yapısını inceleyebilmek ve alt boyutlarını belirleyebilmek amacıyla varimax dik döndürme tekniği ile birlikte uygulanan Temel Bileşenler Analizi sonucuna göre, varyansın %42.99’unu açıklayan beş faktör belirlenmiştir. Faktör analizinde faktör yüklerinin .30 ve üzerinde olması kabul edilebilir bulunmaktadır. Maddelerin bulundukları faktördeki yük değerleriyle, diğer faktörlerdeki yük değerleri arasındaki farkın ise en az .10 olmasına dikkat edilir (Büyüköztürk, 2002). Bu çalışmada da bu değerler dikkate alınmıştır. EÖİDÖ’nin beş faktörünün açıkladıkları varyans miktarları ve öz değerleri Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2. EÖİDÖ Faktörlerinin Açıkladıkları Varyans Oranları ve Öz Değerleri Faktör 1 Faktör 2 Faktör 3 Faktör 4 Faktör 5 Açıklanan Açıklanan Açıklanan Açıklanan Açıklanan Varyans Varyans Varyans Varyans Varyans %9.65
%8.69
%8.43
%8.25
%7.96
Öz değeri Öz değeri Öz değeri Öz değeri Öz değeri 6.482
2.563
2.134
1.767
1.670
Tablo 2’de görüldüğü gibi, EÖİDÖ’nin beş faktörünün açıkladıkları toplam varyans %42.99’dur. Bu varyansın, %9.65’i birinci faktörden kaynaklanmakta olup 7 maddeden oluşmaktadır. Bu faktör “dini değerler” olarak isimlendirilmiştir. İkinci faktör toplam varyansın %8.69’unu açıklayan 7 maddeden oluşmaktadır ve “iletişim” olarak isimlendirilmiştir. 8 maddeden oluşan üçüncü faktör toplam varyansın %8.43’ünü açıklamaktadır ve “arkadaş ilişkileri” olarak isimlendirilmiştir. “Aile ilişkileri” olarak isimlendirilen dördüncü faktör toplam varyansın %8.25’ini açıklayan 6 maddeden ve “cinsel uyum” olarak isimlendirilen beşinci faktör ise toplam varyansın %7.96’sını açıklayan 6 maddeden oluşmaktadır. Bu maddelerin beş faktöre dağılımı ve faktör yükleri Tablo 3’de verilmiştir.
Tablo 3. EÖİDÖ’nin Faktör Analizi Sonuçları Madde No. Faktör 1 Faktör 2 Faktör 3 Faktör 4 Faktör 5 1 ,602 2 ,646 3 ,633 4 ,755 5 ,637 6 ,431 7 .391 8 ,361 9 ,339 10 ,589 11 .413 12 ,607 13 ,566 14 ,747 15 ,681 16 ,669 17 ,433 18 ,453 19 ,624 20 ,667 21 .363 22 ,552 23 ,648 24 ,743 25 ,507 26 ,421 27 ,501 28 ,643 29 ,733 30 ,559 31 ,307 32 ,701 33 ,427 34 ,655
Tablo 3’de görüldüğü üzere, EÖİDÖ’nin faktör yükleri .33 ile .75 arasında dağılım göstermektedir. Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeği’nin geçerliğini sınamak için ölçüt geçerliği de kullanılmıştır. Bulgular, Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeği ve İlişkilerde Mutluluk Ölçeğinden alınan puanlar arasındaki korelasyon katsayısının .48 (p<.01) olduğunu göstermektedir.
nirlik katsayısı hesaplanarak incelenmiştir. Otuz dört maddelik ölçeğin bütününe ilişkin iç tutarlık katsayısı (Cronbach Alpha) .86 bulunmuştur. Alt ölçekler için ise sırasıyla Cronbach Alpha katsayıları .77, .75, .70, .73 ve .68 olarak hesaplanmıştır. Ayrıca 64 kişinin Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeğinden aldıkları puanlar üzerinde test-tekrar test güvenirliği hesaplanmıştır. Ölçek üç hafta arayla tekrar uygulanmış ve iki uygulamadan elde edilen puanlar için Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon katsayısının hesaplanması sonucu elde edilen test-tekrar test güvenirlik katsayısı .72 (p<.01) ’dür. SONUÇ VE ÖNERİLER Bu çalışmada, bireylerin evlilik öncesi ilişkilerini değerlendirmelerini belirlemeye yönelik bir ölçme aracı geliştirilmiştir. Otuz dört maddeden oluşan Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeği (EÖİDÖ)’nin geçerlik çalışmasında yapı geçerliği ve ölçüt geçerliği kullanılmıştır. Ölçeğin yapı geçerliğini belirlemek amacıyla yapılan faktör analizi sonuçları, varyansın %42.99’unu açıklayan beş faktör olduğunu ortaya koymuştur. Bu faktörler, dini değerler, iletişim, arkadaş ilişkileri, aile ilişkileri ve cinsel uyum olarak isimlendirilmiştir. Ölçüt geçerliği için, EÖİDÖ’nin İlişkilerde Mutluluk Ölçeği (İMÖ) ile korelasyonuna bakılmıştır. Bulgular, EÖİDÖ ve İMÖ’den alınan puanlar arasındaki korelasyonun .48 (p<.01) olduğunu göstermektedir. Bulunan bu değer, ölçeğin geçerliğine katkı sağlamaktadır. Ölçeğin güvenirlik çalışmasında iç tutarlılık ve testtekrar test yöntemleri kullanılmıştır. EÖİDÖ’nin bütününe ilişkin iç tutarlık katsayısı (Cronbach Alpha) .86 bulunurken, alt ölçekler için ise sırasıyla .77, .75, .70, .73 ve .68 olarak hesaplanmıştır. Ölçeğin test-tekrar test güvenirlik katsayısı ise .72 bulunmuştur. Bulunan bu değerler, EÖİDÖ’nin güvenirliği için yeterli sayılabilecek düzeydedir.
Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeğinin Güvenirliğine İlişkin Bulgular
EÖİDÖ’nin, evliliğe hazırlık programlarında ve evlilik eğitimlerinde, çiftlerin mevcut ilişkilerini dini değerlerdeki, arkadaş ve aile ilişkilerindeki, iletişim ve cinsellikteki uyumları açısından değerlendirmelerinde, mevcut ve olası sorunları belirlemede ve gerekli önlemleri almada kullanılması önerilebilir.
Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeğinin güvenirliği iç tutarlık katsayısı ve test-tekrar test güve-
Genel olarak, Evlilik Öncesi İlişkileri Değerlendirme Ölçeğinin, romantik ilişki yaşayan bireylerin, sahip ol-
Ocak-Şubat-Mart 2007
39
dukları ilişkilerine yönelik algılarını değerlendirmede kullanılabilecek yeterlikte psikometrik özelliklere sahip geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu söylenebilir.
KAYNAKLAR Aiken, L.R. (1994). Psychological testing and assessment. Boston: Allyn and Bacon. Aktaran: Ayvaşık, H.B. (2000). Kaygı duyarlığı indeksi: geçerlik ve güvenirlik çalışması. Türk Psikoloji Dergisi, 15(46), 43-57. Aydemir-Sevim, S. (1996). Ttransaksiyonel analize dayalı bir eğitim programının evli çiftlerin ego durumları ve evlilik yaşamlarına ilişkin bazı değişkenlere etkisi. Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi. Bienvenu, M.J. (1975). A measurement of premarital communication. The Family Coordinator, January, 6568.
Markman, H. J., Renick, M. J., Floyd, F. J., Stanley, S. M., ve Clements, M. (1993).Preventing marital distress through communication and conflict managementtraining: A 4- and 5-year follow-up. Journal of Consulting and Clinical Psychology,61, 70–77. Martin, P.D., Martin, M. ve Martin, D. (2001). Adolescent premarital sexual activity, cohabitation, and attitudes toward marriage. Adolescence, 36, 143, 601609. Martin, P.D., Specter, G., Martin, M. ve Martin, D. (2003). Expressed attitudes of adolescents toward marriage and family life. Adolescence, 38, 150, 359-367. Long, E.C.J., Cate, R.M., Fehsenfeld, D.A. ve Williams, K.M. (1996). A longitudinal assessment of a measure of premarital sexual conflict. Family Relations, 45, 302-308. Ridley, C.A. ve Sladeczek, I.E. (1992). Premarital relationship enhancement: its effects on needs to relate to others. Family Relations, 41, 2, 148-153. Schumm, W.R., Silliman, B. ve Bell, D.B. (2000). Perceived Premarital Counseling
Büyüköztürk, Ş. (2002). Sosyal bilimler için veri analizi elkitabı.. Ankara: Pegema Yayıncılık.
Outcomes Among Recently Married Army personnel. Journal of Sex and Marital Therapy, 26, 177-186.
Duncan, S. F. ve Box, G. (1996). Racial and gender effects on perceptions of marriage preparation programs among college-educated young adults. Family Relations, 45,1,80-90.
Stahmann, R.F. (2000). Premarital counselling: a focus for family therapy. Journal of Family Therapy, 22, 104116.
Holman, T.B., Larson, J.H. ve Harmer, S.L. (1994). The development and predictive validity of a new premarital assessment instrument: The preparation for marriage questionnaire. Family Relations, 43, 4652. Kalkan, M. (2002). Evlilik ilişkisini geliştirme programının, programa katılan eşlerin evlilik uyumu üzerindeki etkisi. Ondokuzmayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Markman, H. J., Floyd, F. J., Stanley, S. M., ve Storaasli, R. D. (1988). Prevention ofmarital distress: A longitudinal investigation. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 56, 210–217.
40 Ocak-Şubat-Mart 2007
Tutarel-Kışlak, Ş. (2002). İlişkilerde mutluluk ölçeği (İMÖ): güvenirlik ve geçerlik çalışması. Kriz Dergisi, 10, 1, 37-43. Valiente, C.E., Belanger, C.J. ve Estrada, A.U. (2002). Helpful and harmful expectations of premarital interventions. Journal of Sex and Marital Therapy, 28, 7177. Williams, L.M., Jurich, J ve Denton, W. (1995). Predicting marital success after five years: Assessing the predictive validity of FOCCUS. Journal of Marital and Family Therapy, 12, 141-154. Woody, R.H. ve Woody, J.D. (1973). Sexual, Marital and Familial Relations, Bannerstone House, Illinois, U.S.A, 1973.
Kad›n›n Çal›flmas›n›n Ailenin Yaflam Kalitesine Etkisinin ‹ncelenmesi • Dr. Fatma ARPACI* • Prof. Dr. Ali Fuat ERSOY*
Özet Bu araştırma kadının çalışmasının ailenin yaşam kalitesine olan etkisini incelemek amacı ile gönüllü 180 kadın üzerinde yürütülmüştür. Kadınların % 56.7’sinin ailesinde ev işleri için her zaman iş bölümü yapılırken, bu iş bölümünün en fazla alışveriş yapma (% 83.7) faaliyetinde olduğu, karar vermeyi gerektiren durumlarda ise kadınların % 49,0’unun ailesinde ortak karar verildiği belirlenmiştir. Çalışan kadınların aile harcamaları içinde gıda harcamaları (% 32.5) en başta gelmekte iken, bunu konut (% 19.6), giyim (% 17.7) ve eğitim (% 12.4) harcamaları izlemektedir. Kadının eğitim durumunun ev işlerinde iş bölümü yapılmasını (p<0.05) ve kadının çalışma nedenlerini etkilediği saptanmıştır (p<0.01). Anahtar Kelimeler: Evli çalışan kadın, aile, yaşam kalitesi.
Abstract A Study Into The Effect of Working of Woman on The Quality of Family This research was carried out to study the effect of working of woman on the life quality of family over 180 volunteer women. It was determined that there was a division of labor of 56.7 % of women at home, mostly at shopping (83.7 %), but that a common decision was taken when necessary at 49.0 % of the families. Of the family expenditure, food (32.5 %) was foremost at family, and then came housing (19.6 %), clothing (17.7 %) and education (12.4 %) respectively. It was also found that division of labor at home affected the education status of woman (p<0.05) and that the reason why woman work affected the education status of woman (p<0.01). Key Words: Married working woman, family, life quality.
*Gazi Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, Aile Ekonomisi ve Beslenme Eğitimi Bölümü, Aile Ekonomisi Eğitimi Anabilim Dalı.
Ocak-Şubat-Mart 2007
41
1. Giriş Çalışma en genel anlamda üretim ve yeniden üretim faaliyetlerinin tümünü içeren bir kavramdır. Bu geniş tanımıyla kavram, bir toplumda her yaştaki bireylerin her mekânda ve her türlü üretim ilişkisi içinde kendilerinin ve başkalarının yaşamının devamı için kullanım değeri ve değişim değeri olan mal ve hizmet üretme süreçlerini anlatır. Çalışma ve çalışmanın anlamına kadınlar açısından bakacak olursak; ücretli çalışma ve bunun sonucunda elde edilen gelir, kadınların özgüvenlerinin artışını sağlayarak, başkalarına bağımlı olma durumlarını azaltarak onları güçlendirmekte, işsiz kadınlar için ise öncelikle üretkenlik ve para kazanma ikinci olarak da ekonomik özgürlük ve aileye katkı anlamına gelmektedir (Demirel vd., 1999). Kadınların çalışma yaşamına girişlerinin özel nedenlerine bakıldığında nedenlerin daha çok ekonomik ve psikolojik nitelikte olduğu görülmektedir. Bu ekonomik ve psikolojik nedenler aile bütçesine ikinci bir gelir sağlama gerekliliği, ekonomik bağımsızlık kazanma arzusu, işgücü piyasasındaki değişmeler, ülke kalkınmasına katkıda bulunma arzusu, kültür düzeyinin artması ve daha iyi şartlarda yaşamayı isteme, aldığı eğitim, bilgi, beceri ve uzmanlıkların değerlendirme vb. isteklerdir (Koray, 1991). Günümüzde pek çok aile yaşam standardını belirli bir düzeyde koruyabilmek için kadının gelir getiren bir işte çalışmasına bağımlı hale gelmiştir (Seyler vd. 1995). Kadının ücretli bir işte tüm gün çalışması geleneksel aile formundan farklı bir aile yapısını gösterir (Pina ve Bengtson 1993). Kadının ücretli bir işte çalışması onun enerjisinin ve zamanının önemli bir bölümünü alacağı için ailede ev işlerini kimin, ne zaman yapacağı konusunda bir düzenleme yapılması gerekir (Gross ve Crandall 1963). Ailenin varlığını sürdürebilmesi için ev ile ilgili işlerin yapılması gerekmektedir (Sweetser 1984). Düzenli ve mutlu bir aile yaşamının sürdürülmesinde önemli rol oynayan ev işlerinin gerçekleştirilmesinde de temel sorumluluk kadına ait olmakta ve kadınların çoğunluğu ev işlerine bağımlı olmaktadır. Dolayısıyla, kadın ev dışında para getiren bir işte çalışsa da, diğer mesleği olan ev kadınlığını sürdürmektedir (Terzioğlu 1988). Öte yandan erkeğin tek başına aile gereksinimlerini karşılamada yetersiz kalması ve ekonomik zorunluluklar da kadının bir işte çalışmasını gerektirmektedir (Kluwer vd. 1996).
42 Ocak-Şubat-Mart 2007
Yaşam kalitesi yaşamı tüm yönleriyle değerlendirmeyi amaçlayan geniş kapsamlı bir kavramdır. Bu nedenle hemen hemen her bilimsel disiplinin, her yaşam pratiğinin, toplumdaki her faaliyetin ilgi alanına girmektedir. Yaşam kalitesinin tanımlanmasında yaşanan sorunlardan bir kısmı bu alanda çalışan kişilerin farklı açılardan yaklaşımlarından doğmaktadır. Örneğin sosyal bilimler alanında çalışanlar daha çok psikolojik ve sosyal iyilik hali üzerinde dururken; tıp bilimi biyolojik, psikolojik ve klinik sonuçlar açısından değerlendirme yapmaktadır (Tekeli vd., 2004). Yaşam kalitesinin yükseltilmesi toplum psikolojisinin temel amaçlarından biridir. Yaşam kalitesi hem objektif hem de sübjektif boyutları olan birey ve çevre arasındaki ilişkilerin kalitesidir. Yaşam kalitesi insanların ekonomik, sosyal, psikolojik vb. yönlerden refah düzeylerinin artması şeklinde tanımlanabilir. Dünya Sağlık Örgütü ise yaşam kalitesini, bireylerin kültürel bağlamları içindeki yaşamlarını ve yaşamlarındaki değer sistemlerini ve hedeflerini standartları ve ilgilerini algılamaları olarak tanımlamaktadır. Fiziksel sağlık, psikolojik durum, bağımsızlık düzeyi, sosyal ilişkiler, çevresel özellikler ve spiritual (maneviyat veya manevi boyutla ilgili endişeler) özellikler olmak üzere tanım altı alanı içermektedir. Yaşam kalitesi öznel bir kavram olduğu için bireyin kendisi tarafından değerlendirilmelidir. Ayrıca bireyin yaşamını etkileyen boyutlardan her biri değerlendirmede yer almalıdır (Seed and Lloyd, 1997; McGregor and Goldsmith, 1998; Goldsmith, 2000; Fayers and Machin, 2001.) Birey başına düşen gıda üretimi, dengeli beslenme, konut ve sağlık hizmetleri gibi temel ihtiyaçların karşılanmasından duyulan tatmin yaşam kalitesinin belirleyicileridir. Materyal kaynaklar (yaşam düzeyi), bireyler arası ilişkiler (sevgi ve dayanışma), toplumsal ilişkiler (bir sosyal gruba ait olmak) gibi ihtiyaçlardan duyulan tatmin düzeyi ile birlikte yaşam kalitesi de yükselmektedir. Yaşam kalitesi kavramı “sahip olma” gibi artan materyalist eğilimler nedeniyle özellikle gelir, servet, varlık ve ev sahibi olma gibi materyal kaynakları ve tüketim harcamalarını belirlemek amacıyla da kullanılmaktadır. Son yıllarda ise yaşam kalitesi ekonomik amaçlara ulaşma düzeyinde duyulan tatmin ve refah duygusu ile bütünleşmiş bir kavram olarak irdelenmektedir (Özmete, 1998). Diğer bir deyişle yaşam kalitesi; birey ya da ailenin muntazam elde ettiği mal ve hizmetlerden oluşur ve hali hazırda sa-
hip olunan mal ve hizmetlerden duyulan tatmini ve bu mal ve hizmetlere karşı davranış ve kullanış şekillerini kapsar. Yaşanılan ev, düzenli tatil ve seyahat yapma imkânı, yatırımlar, tasarruflar, sigorta için aylık tahsis edilen para miktarı vb. yaşam kalitesini belirler. Yaşam kalitesini yükseltmek gelirin sınırsız sayılan ihtiyaçların mümkün olan en yüksek düzeyde tatminini sağlayacak şekilde kullanılmasına bağlıdır. Bu nedenle “gelirin kullanılması” deyimi, gelirin cari tüketim diğer bir ifadeyle harcamalar için olduğu kadar tasarruf ve yatırım için kullanımını kapsar (Aydıner, 2001). Ailenin yaşam kalitesini etkileyen kaynaklardan biri olan gelir, yaşamla ilgili istek ve ihtiyaçları karşılamada kullanılan bir materyal kaynaktır. Ancak, ailede gelirin kullanım biçimi aile yaşantısının temel elementlerindendir. Günümüz ailesi yeni ihtiyaçları, yeni koşulları, yeni fırsatları karşılamak için devamlı değişime uğramaktadır. Bu nedenle gelirin kullanımının bu gün ve gelecek için planlanarak, tüketim ve tasarruf arasında başarılı bir denge kurulması, yaşam kalitesinin yükseltilmesi için elzemdir (Terzioğlu, 1988). Evli kadınların işgücüne girmesi kadının çalıştığı ailelerin mali kaynaklarını büyük ölçüde geliştirdiği gibi ailenin ekonomik faaliyetlerinde dolayısıyla gelirin kullanım biçiminde değişiklikler meydana getirmiştir. Gelir miktarı, gelirin nasıl kullanılacağını tayin eden en önemli faktördür. Aile, toplam mevcut gelirini tümünü tüketim ihtiyaçlarını karşılamak için kullanabilir ya da bir kısmını yaşam düzeyini yükseltmek için biriktirebilir (Aydıner, 2001). Ailede yapılan başlıca harcamalar; gıda, giyim, sağlık, ulaşım, ev eşyası, konut, kültür, eğlence, eğitim ve kişisel bakım grupları altında toplanabilir (Üstünel, 2000; Çopur, 2003). Kadının çalıştığı ailelerin toplam gelirinin fazla olması bu har-
camaları daha kolay karşılamasını mümkün kılmaktadır. Bu araştırma, kadının çalışmasının ailenin yaşam kalitesine olan etkisini incelemek amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür. 2. Yöntem Araştırma, evli kadınların yoğun olarak çalışıyor olmaları nedeniyle Gazi Üniversitesi Hastanesi’nde çalışan 133 ve Fatih Üniversitesi Hastanesi’nde çalışan 47 olmak üzere, çalışmaya katılmaya gönüllü evli bayan sağlık personeli arasından seçilen toplam 180 kadın üzerinde yürütülmüştür. Araştırmanın yapılabilmesi için gerekli izinler alındıktan sonra araştırmacı tarafından 1 Şubat–30 Mart 2006 tarihleri arasında anket formu görüşmeyi kabul eden evli kadınlara uygulanmıştır. Elde edilen veriler SPSS 11.0 (for Windows) paket yazılımından yararlanılarak analiz edilmiştir. Kadınların aile üyelerine ilişkin özellikler ve kadının çalışmasının ailenin yaşam kalitesine etkisine ilişkin sorularını içeren bölümlerden oluşan görüşme formundan elde edilen verilerin sayı ve yüzdelik değerleri verilmiştir. Kadınların aile üyelerine ilişkin özelliklerden kadının yaşı, evlilik süresi, çalışma süresi, ailenin aylık ortalama gelir miktarı ve kadının eşinin yaşı değişkenlerinin aritmetik ortalamaları alınmıştır. Kadının eğitim durumu ile ailede ev işleri için iş bölümü yapılması, kadının çalışma nedeni, kadının çalışmasının ailede huzursuzluk yaratması, kadının çalışmasının aileye olumlu etkileri ve kadının çalışmasının aileye olumsuz etkileri değişkenleri arasındaki farklılık ve kadının çalışma süresi ile ev işlerine ücretli yardım alınması ve ailede tasarruf yapılması değişkenleri arasındaki farklılık kay-kare (χ2) analizi ile test edilmiştir.
Ocak-Şubat-Mart 2007
43
3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Kadınların Aile Üyelerine İlişkin Özellikler Çizelge 1. Aile Üyelerine İlişkin Özellikler Kadının yaşı
Ailenin çocuk sahibi olma durumu Sayı
%
Sayı
%
- 26
36
20.0
Var
135
75.0
27-32
74
41.2
Yok
45
25.0
33-38
44
24.4
39 +
26
14.4
Kadının eğitim durumu Orta dereceli okul
Ailenin çocuk sayısı 19
10.6
1
74
54.8
134
74.4
2
54
40.0
27
15.0
3
7
5.2
116
64.4
0-6 yaş
91
67.4
Teknisyen
25
13.9
İlköğretim
44
32.6
Doktor
23
12.8
Tıbbi sekreter
16
8.9
Yüksekokul Lisansüstü eğitim Kadının mesleği Hemşire
Çocukların yaş durumu
Kadının evlilik süresi (yıl)
Çocuk bakımının nasıl sağlandığı
-5
76
42.2
Kendi ya da eşinin ailesi
85
63.0
6-10
65
36.1
Kreş
32
23.7
11-15
25
13.9
Bakıcı
18
13.3
16 + TOPLAM
14
7.8
180
100.0
Kadının çalışma süresi (yıl)
TOPLAM
135 100.0
Ailenin aylık ortalama gelir miktarı (YTL)
-5
37
20.6
6-10
78
43.3
11-15
30
16.7
16 +
35
19.4
Kadının eşinin yaşı
- 1750
28
15.6
1751-2250
58
37.8
2251-2750
37
20.6
2751 +
47
26.0
100
55.6
Konut durumu
- 26
56
31.1
Ev sahibi
27-32
57
31.7
Kiracı
66
36.6
33-38
36
20.0
Lojman
14
7.8
39 +
31
17.2
Kadının eşinin eğitim durumu Orta dereceli okul Yüksekokul Lisansüstü eğitim TOPLAM
44 Ocak-Şubat-Mart 2007
Otomobil durumu 30
16.6
Var
122
67.8
109
60.6
Yok
58
32.2
41
22.8
180
100.0
TOPLAM
180 100.0
Araştırma kapsamına alınan kadınların % 20.0’si 26 ve daha küçük yaşta iken, % 41.2’si 27-32 yaşlarındadır. Kadınların yaşları 22 ile 45 arasında değişmekte olup, ortalama yaş 31.62± 5.68’tir. Yarıdan çoğu (% 74.4) yüksekokul mezunu olan kadınların % 64.4.’ü hemşire, % 13.9’u teknisyen, % 12.8’i doktor ve % 8.9’u da tıbbi sekreterdir. Kadınların % 42.2’si 5 yıl ve daha kısa süreden beri evli iken, sadece % 7.8’i 16 yıl ya da daha uzun süreden beri evlidir. Kadınların evlilik süresi 1-21 yıl arasında değişmekte olup, ortalama evlilik süresi 7.24±5.07 yıldır. Çalışma süresi 6-10 yıl arasında olanlar % 43.3 oranında olup, % 19.4’ü 16 yıl ve daha uzun süreden beri çalışmaktadır. Kadınların çalışma süresi 1-23 yıl arasında değişmekte olup, ortalama çalışma süresi 9.78±5.43 yıldır. Araştırmaya alınan kadınlardan % 62.8’inin eşi 32 yaşında ya da daha küçük yaştadır. Kadınların eşlerinin yaşları 25 ile 49 arasında değiş-
mekte olup, ortalama yaş 34.33± 5.68’dir. Kadınların % 60.6’sının eşi yüksekokul mezunudur ve % 75.0’ı çocuk sahibidir. Çocuk sahibi ailelerin (n=135) % 54.8’inin 1 ve % 40.0’ının 2 çocuğu vardır. Çocukların % 67.2’si 0-6 yaş döneminde iken, geriye kalanlar (% 32.6) ilköğretim çağı çocuklarıdır. Kadınların ücretli işte çalışması nedeniyle % 63.0’ünün kendi ya da eşinin ailesi çocuklara bakarken, % 13.3’ünün çocukları bakıcı tarafından bakılmaktadır. Kadınların % 26.0’sının ailesinin aylık ortalama geliri 2751 YTL ya da daha çoktur ve ailelerinin aylık ortalama gelir miktarı 1000-5200 YTL arasında değişmekte olup, ortalama olarak 2452.77±845.30 YTL’dir. Kadınların % 55.6’sının ailesi ev sahibidir ve % 67.8’i otomobil sahibidir (Çizelge 1).
3.2. Kadının Çalışmasının Ailenin Yaşam Kalitesine Etkisi
Çizelge 2. Kadının Eğitim Durumuna Göre Ailede Ev İşleri İçin İş Bölümü Yapılmasına İlişkin Dağılım Eğitim durumu
Ev işleri için iş bölümü Her zaman
Bazen
Hiçbir zaman
TOPLAM
Orta dereceli okul
Sayı %
12 63.2
6 31.5
1 5.3
19 100.0
Yüksekokul
Sayı %
69 51.5
60 44.8
5 3.7
134 100.0
Lisansüstü eğitim
Sayı %
21 77.8
4 14.8
2 7.4
27 100.0
TOPLAM
Sayı %
102 56.7
70 38.9
8 4.4
180 100.0
χ2 =9.09 sd=4 p<0.05 Çizelge 2’de görüldüğü gibi orta dereceli okul mezunu kadınların % 63.2’sinin, yüksekokul mezunu kadınların % 51.5’inin ve lisans üstü eğitim almış kadınların % 77.8’inin ailesinde ev işleri için her zaman iş bölümü yapılmaktadır. Kadının eğitim durumu ile ailede ev işleri için iş bölümü yapılması arasındaki fark istatiksel olarak önemli bulunmuştur (χ2 (4)=9.09, p<0.05). Karahan ve Bener (2005) ev işlerinde % 52.3 oranında iş bölümü yapıldığını bulmuşlardır. Bu bulgu araştırma bulgusunu desteklemektedir. Aile yaşantısının devamlılığı için aile üyeleri arasında iş bölümü yapılması gerekmektedir.
Kadının çalışmasına bağlı olarak iş bölümü yapılan faaliyetler incelendiğinde; en çok alışveriş yapma (% 83.7) faaliyetinde iş bölümü yapıldığı, bunu sofra kurma ve kaldırma, bütçe yapma yemek hazırlama ve ev temizliği yapmanın izlediği görülmektedir (sıra ile % 73.3, % 63.3, % 51.2, % 44.8). Kadınların % 63.4’ünün ailesinde çocuğun ödevlerine yardım etme konusunda iş bölümü yapılmamaktadır. Bulaşık yıkama, ütü yapma ve giysi dolaplarının düzenlenmesi faaliyetlerin de de iş bölümü yapılmamaktadır (sıra ile % 65.7, % 66.9 ve % 82.2) (Çizelge 3).
Ocak-Şubat-Mart 2007
45
Çizelge 3. İş Bölümü Yapılan Faaliyetler
(n=172)
İş bölümü yapılan faaliyetler
İş bölümü yapılan Sayı % 144 83.7 126 73.3 114 63.3 88 51.2 77 44.8 63 36.6 59 34.3 57 33.1 31 18.0
Alışveriş yapma Sofra kurma kaldırma Bütçe yapma Yemek hazırlama Ev temizliği yapma Çocuğun ödevlerine yardım etme Bulaşık yıkama Ütü yapma Giysi dolaplarının düzenlenmesi
Çizelge 4’de görüldüğü gibi 5 yıl ve daha kısa süreden beri çalışan kadınların sadece % 5.4’ünün ailesinde ev işlerine her zaman ücretli yardım alınmakta iken, 6-10 yıldan beri çalışanların % 26.9’unun ailesinde bazen, 11-15 yıl çalışanların % 30.0’unun ailesinde her zaman, 16 yıl ve daha uzun süre çalışanların ise % 31.4’ünün ailesinde bazen ev işlerine ücretli yardım alınmaktadır. Kadının çalışma süresi ile ev işlerine ücretli yardım alınması arasında önemli bir
İş bölümü yapılmayan Sayı % 28 16.3 46 26.7 58 33.7 84 48.8 95 55.2 109 63.4 113 65.7 115 66.9 141 82.2
farklılık bulunmamıştır (χ2 (6)=8.22, p>0.05). Ev işlerine ücretli yardım alan ailelerin (n=80) % 13.8’i haftada bir, %12.4’ü on beş günde bir, % 43.8’i ayda bir ve 30.0’u da ayda birden daha geç sürede bir ev işlerine ücretli yardım almaktadır. Karahan ve Bener (2005)’in yaptığı araştırmada ise ücretli yardım alanların oranı % 21.7 olarak bulunmuştur. Ücretli yardım alanların % 43.8’i ayda bir kez ücretli yardım aldıklarını belirmişlerdir.
Çizelge 4. Kadının Çalışma Süresine Göre Ailede Ev İşlerine Ücretli Yardım Alınmasına İlişkin Dağılım Çalışma süresi (yıl)
Ev işlerine ücretli yardım alınması Her zaman
-5
Sayı
6-10
2
13
22
37
35.1
59.5
100.0
Sayı
12
21
45
78
15.4
26.9
57.7
100.0
9
6
15
30
30.0
20.0
50.0
100.0
% Sayı % TOPLAM
Sayı %
χ2 =8.22
sd=6
TOPLAM
5.4
Sayı
16 +
Hiçbir zaman
% % 11-15
Bazen
6
11
18
35
17.2
31.4
51.4
100.0
29
51
100
180
16.1
28.3
55.6
100.0
p>0.05
Karar vermeyi gerektiren durumlarda kadınların % 49,0’unun ailesinde ortak karar verildiği, % 24,5’inde karar önemli ise ortak karar verildiği, % 13,7’sinde evde ve işte ayrı karar verildiği, % 8.7’sinde erkeğin karar verdiği ve % 4.1’inde de kadının karar verdiği
46 Ocak-Şubat-Mart 2007
belirlenmiştir. Çavdaroğlu (1996)’na göre, ortak karar verdiklerini belirtenler % 42.8 oranı ile ilk sırada yer almaktadır. Gönüllü (1994) tarafından yapılan araştırmada ise % 80.6 oranı ile eşlerin birlikte karar alma seçeneği ilk sıradadır.
Kadınların yarıdan çoğunun ailesinde boş zamanı değerlendirme ve tatil (% 80.5), ev ve arsa satın alma (% 75.6), tasarrufları değerlendirme (% 73.9) ve çocuklarla ilgili kararlarda (% 67.8) ortak karar verilmekte iken, ailelerin % 46.7’sinde yiyecek alışverişi ve 41.1’inde de giyecek alışverişi için ortak karar verilmektedir (Çizelge 5). Bayraktar (1989) tarafından
yapılan araştırmada çalışan kadınların % 55.1’inin çalıştıkları için aile gelirinin kullanılmasında, % 71.7’sinin ise tasarruf kararlarının alınmasında söz sahibi oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Çopur (2003)’a göre ailelerde gelirin nerelere, nasıl harcanacağına kadın ve erkeğin birlikte karar vermesi % 67.7 oranı ile ilk sırada yer almaktadır.
Çizelge 5. Ailede Ortak Karar Verilen Faaliyetler (n=180) Faaliyetler
Ortak Karar Verme Evet Sayı 145 136 133 122 84 74
Boş zamanı değerlendirme ve tatil Ev, arsa satın alma Tasarrufları değerlendirme Çocuklarla ilgili kararlar Yiyecek alışverişi Giyecek alışverişi
Araştırmaya alınan kadınların aile harcamaları içindeki harcama payları incelendiğinde gıda harcamalarının (% 32.5) en başta geldiği görülmektedir. Bunu konut, giyim, eğitim ve ulaşım izlemektedir (sıra ile % 19.6, % 17.7, % 12.4 ve % 8.2). Ailelerde kültür ve eğlence için yapılan harcama oranı % 3.5 iken, kişisel bakım % 2.1, sağlık % 2.0 ve ev eşyası için harcama oranı % 2.0’dir (Çizelge 6). Aydıner (2001)’in yaptığı çalışmada ailelerde gıda grubuna ilişkin harcamaların gelir içinde en yüksek payı aldığını belirten aileler önde gelmekte, bunu konut ve eğitim grubuna ilişkin harcamaları belirtenler izlemektedir. Çizelge 6. Aile Harcamaları İçindeki Harcama Payı Dağılımı (n=180) Aile harcamaları Gıda Konut Giyim Eğitim Ulaşım Kültür ve eğlence Kişisel bakım Sağlık Ev eşyası TOPLAM
Sayı 176 106 96 68 44 19 11 10 10 540
% 32.5 19.6 17.7 12.4 8.2 3.5 2.1 2.0 2.0 100.0
Hayır % 80.6 75.6 73.9 67.8 46.7 41.1
Sayı 35 44 47 58 96 106
% 19.4 24.4 26.1 32.2 53.3 58.9
DİE tarafından yapılan 1987 yılı Hane Halkı Gelir ve Tüketim Harcamaları anketi sonuçlarına göre, gıda grubuna yapılan harcamaların gelir içinde en yüksek payı aldığı, bunu konut, giyim ve eş eşyası grubuna ilişkin harcamaların izlediği bulunmuştur (DİE, 1990). Atalay vd. (1992) tarafından yapılan araştırmada gıdanın tüm gelir gruplarında en önemli harcama grubunu oluşturduğu bulunmuştur. Çizelge 7’de de görüldüğü gibi araştırmaya alınan kadınların büyük çoğunluğunun (% 90.0) ailesinde her zaman ya da bazen tasarruf yapılmaktadır. Kadının çalışma süresi ile tasarruf yapılması arasında istatistiksel olarak önemli bir farklılık saptanmamıştır (c2 (6)=11.00, p>0.05). Aydıner (2001)’in yaptığı çalışmaya göre, ailelerin % 49.6’sı tasarruf yapmaktadır. Kadınların % 33.3’ünün ailesi ev satın almak için tasarruf yapmakta iken, % 24.7’si acil durumlar için tasarruf yapmakta, % 14.8’i çocukların eğitimi, % 12.4’ü araba satın alma, % 10.5’i ev eşyası satın alma ve % 4.3’ü de tatil için tasarruf yapmaktadır. Aydıner (2001)’e göre, ailelerin % 29.8’i ev satın alma, % 28.4’ü gelecek için, % 25.4’ü çocukların eğitimi için tasarruf yapmaktadırlar.
Ocak-Şubat-Mart 2007
47
Çizelge 7. Ailelerin Tasarruf Yapma Durumları ve Tasarruf Yapma Amaçları Ailelerin tasarruf yapma durumları Her zaman Bazen Hiçbir zaman TOPLAM Ailelerin tasarruf yapma amaçları Ev satın alma Acil durumlar Çocukların eğitimi Araba satın alma Ev eşyası satın alma Tatil TOPLAM
Sayı 74 88 18 180
% 41.1 48.9 10.0 100.0
54 40 24 20 17 7 162
33.3 24.7 14.8 12.4 10.5 4.3 100.0
Araştırmaya alınan kadınların %25.0’i ekonomik zorunluluk nedeni ile ücretli işte çalışmaktadır. Aldığı eğitimi değerlendirmek (%23.9) ve ekonomik bağımsızlık (%23.3) için çalışanlar ise birbirine oldukça yakın oranlardadır. Kadının eğitim durumu ile çalışma nedeni arasında istatistiksel olarak önemli farklılık saptanmıştır (χ2 (8)=44.46, p<0.01). Kılınç (2004)’ın yapmış olduğu araştırmaya göre kadının çalışmasının en önemli nedenleri arasında ekonomik nedenler gelmektedir ve bireylerin % 58.3’ü kadının çalışmasının en önemli nedenini aile bütçesine katkıda bulunmak ya da ekonomik zorunluluk şeklinde belirtmişlerdir. İlkkaracan (1998) tarafından yapılan araştırmada da kadınların çalışmak istemesinin nedenleri arasında ilk sırada %37.4 oranı ile ekonomik özgürlük/kendi gelirinin olması gelmektedir. İkinci sırada ise %31.8 oranı ile aile bütçesine katkıda bulunmak gelmektedir. Özbay (1991) evli kadınların %60’ının geçinebilmek için çalıştıklarını belirtmiştir. Kadınların çoğunluğunun (% 73.9) ailesinde kadının çalışması ailede hiçbir zaman huzursuzluk yaratmamaktadır. Kadının eğitim durumu ile kadının çalışmasının ailede huzursuzluk yaratması arasında önemli farklılık bulunmamaktadır (χ2 (4)=4.02, p>0.05). Kılınç (2004)’ın erkekler üzerinde yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre, erkeklerin %51.7’si eşlerinin çalış-
48 Ocak-Şubat-Mart 2007
masının hiçbir zaman ailede problem yaratmadığı görüşünde olduğunu bulmuştur. Bu bulgu araştırma bulgusunu desteklemektedir. Kadının çalışmasının aileye olumlu etkilerini kadınların %53.3’ü aile bütçesine katkıda bulunma, %33.9’u erkeğin ekonomik yükünün azalması ve %22.8’i de aile birliğini güçlendirme olarak ifade etmişlerdir. Kadının eğitim durumu ile kadının çalışmasının aileye olumlu etkileri arasında önemli farklılık bulunmamıştır (χ2 (4)=5.06, p>0.05). Atalay (1992)’a göre kadının çalışmasının aileye olumlu etkileri olarak aile bütçesine katkısı olur tespiti %79.5 oranı ile ilk sırada gelmektedir. Gönüllü (1994) tarafından lise ve üniversite mezunu kadınlar üzerine yapılan araştırmada ise kadının çalışmasının aileye olumlu etkileri olarak aile bütçesine katkısı olur tespiti % 97.7 oranı ile lise mezunlarında, % 98.8 oranı ile de üniversite mezunlarında ilk sırada yer almaktadır. Kılınç (2004) erkeklerin eşlerinin/kadınların çalışmasının ev ve aile yaşamına en olumlu etkisini, “aile bütçesine katkıda bulunur”, eşi çalışmayanlarda %71.7, eşi çalışanlarda ise %59.5 oranı ile ilk sırada belirlemiştir. Kadının çalışmasının aileye olumsuz etkilerini kadınların %44.4’ü aile bireylerine yeterince zaman ayıramama, %28.4’ü kendine yeterince zaman ayıramama ve %27.2’si de çok yorulma ve bunu eve yansıtma olarak ifade etmişlerdir (Çizelge 8). Kadının eğitim durumu ile kadının çalışmasının aileye olumsuz etkileri arasında önemli farklılık bulunmamıştır (χ2 (4)=5.16, p>0.05). Bayraktar (1989) kadının çalışmasının aileye olumsuz etkisini kadınların çocukları ve eşleri ile yeterince ilgilenememeleri olarak belirtmiştir. Atalay (1992)’a göre, kadının çalışmasının aileye olumsuz etkileri arasında ilk sırada % 76.8 oranı ile “kadın gereğinden fazla yorulur, yıpranır” yer almaktadır. Kılınç (2004), erkeklerin/kadınların çalışmasının ev ve aile yaşamına en olumsuz etkisini çocuklarına daha az zaman ayırma (% 38.1) olarak saptamıştır. Bayraktar (1989) ise kadının çalışması halinde ailenin bundan olumsuz etkilenmediği, kadının iş yaşamındaki başarısını ailenin yaşam kalitesini artıracağını tespit etmiştir.
Çizelge 8. Kadının Çalışma Nedenleri, Kadının Çalışmasının Ailede Huzursuzluk Yaratması, Kadının Çalışmasının Aileye Olumlu ve Olumsuz Etkileri Kadının çalışma nedenleri Sayı % Ekonomik zorunluluk 45 25.0 Aldığı eğitimi değerlendirme isteği 43 23.9 Ekonomik bağımsızlık 42 23.3 Daha iyi şartlarda yaşama isteği 32 17.8 Geleceği garanti altına alma 18 10.0 Kadının çalışmasının ailede huzursuzluk yaratması Her zaman 3 1.7 Bazen 44 24.4 Hiçbir zaman 133 73.9 TOPLAM
Kadının çalışmasının aileye olumlu etkileri Sayı Aile bütçesine katkıda bulunma 96 Erkeğin ekonomik yükünün azalması 43 Aile birliğini güçlendirme 41
% 53.3 23.9 22.8
Kadının çalışmasının aileye olumsuz etkileri Aile bireylerine yeterince zaman 80 44.4 ayıramama Kendine yeterince zaman ayıramama 51 28.4 Çok yorulma ve bunu eve yansıtma 49 27.2 180 100.0 TOPLAM 180 100.0
4. Sonuç ve Öneriler Kadının çalışmasının ailenin yaşam kalitesine olan etkisini incelemek amacı ile yürütülen bu araştırmadan elde edilen sonuçlara göre; kadınların ailesinde ev işleri için iş bölümü yapıldığı ve kadının çalışmasına bağlı olarak en çok alışveriş yapma faaliyetinde iş bölümü yapıldığı, bunu sofra kurma ve kaldırma, bütçe yapma, yemek hazırlama ve ev temizliği yapmanın izlediği görülmektedir. Kadınların yarıdan çoğunun ailesinde ev işlerine ücretli yardım alınmaktadır. Karar vermeyi gerektiren durumlarda kadınların yaklaşık yarısının ailesinde ortak karar verildiği ve boş zamanı ve değerlendirme ve tatil, ev ve arsa satın alma, tasarrufları değerlendirme ve çocuklarla ilgili kararlarda daha çok ortak karar verildiği anlaşılmaktadır. Kadınların aile harcamaları içinde gıda harcamaları en başta gelmekte, bunu konut, giyim, eğitim ve ulaşım harcamaları izlemektedir. Kadınların ailesinde her zaman ya da bazen tasarruf yapılmaktadır ve daha çok ev satın almak için, acil durumlar için ve çocukların eğitimi için tasarruf yapılmaktadır. Kadınlar en çok ekonomik zorunluluk nedeni ile ücretli işte çalışmakta iken, aldığı eğitimi değerlendirmek ve ekonomik bağımsızlık için çalışanlar birbirine yakın oranlardadır. Çoğunluğunun ailesinde kadının çalışması ailede hiçbir zaman huzursuzluk yaratmamaktadır. Kadının çalışmasının aileye olumlu etkileri kadının aile bütçesine katkıda bulunması, erkeğin ekonomik yükünün azalması ve aile birliğini
güçlendirme olarak belirlenmiştir. Kadının çalışmasının aileye olumsuz etkileri ise aile bireylerine yeterince zaman ayıramama, kendine yeterince zaman ayıramama ile çok yorulma ve bunu eve yansıtma olarak bulunmuştur. Elde edilen bu sonuçlara göre; • Kadınların ailenin yaşam kalitesine katkı sağlamak için çalışmalarından kaynaklanan sorunları azaltmak ve onları çalışmaya teşvik etmek için çocuk bakımında kreş, gündüz bakımevi vb. sosyal destek hizmetlerinin yaygınlaştırılması, çocuk bakım sorumluluğunun devlet ve aile arasında eşit paylaştırılması için gereken düzenlemelerin yapılması, • Ailelerde iş bölümünün yapılması ve ev işlerini daha kolay ve kısa zamanda yapmaları için gerekli bilgi ve yöntemleri kapsayan konularda hem kadına hem de eşine bilgi verilerek kadının çalıştığı ailelerde ücretli yardımcı ihtiyacının azaltılması, • Ailelerin harcamalar konusunda, özellikle ihtiyaçlarda önceliklerin belirlenmesine yönelik tutum ve davranışlarını iyileştirecek eğitimin verilmesi, • Gelirin etkin kullanımı için bütçe yapma ve gelirin artırılması konusunda bilgiler içeren eğitim programlarının ev ekonomistlerince hazırlanarak örgün ve yaygın eğitim yoluyla ailelerin kendi kendilerine daha yeterli duruma gelmelerine yardımcı olunması, • Ailelerin ev sahibi olmalarını sağlamaya yönelik olarak, devlet ve özel teşebbüslerinin desteklen-
Ocak-Şubat-Mart 2007
49
mesi ve bu yolla ailelerin gelirini farklı yatırım ve tasarruf alanlarında kullanmalarının sağlanması, • Kadınların örgün eğitim çalışmalarıyla bilinçlendirilmeleri sağlanarak kadının statüsünün yükseltilmesi, iş yaşamına katılımının artırılmasının sağlanması ile ailenin yaşam kalitesinin yükseleceği konusunda bilinçlendirilmesi, • Kadınların olduğu gibi erkeklerin/ eşlerin örgün ve yaygın eğitim yolu ile eğitilerek ailenin yaşam kalitesinin yükseleceği konusunda bilinçlendirilmesi önerilebilir. Kaynaklar Atalay, B., Kontaş, Y.M., Beyazıt, S., ve Madenoğlu, K. 1992. Türk Aile Yapısı Araştırması. DPT. Yayın No:2313. Ankara. Aydıner, A. 2001. Kadının Çalıştığı ve Çalışmadığı Ailelerin Ekonomik Faaliyetlerinin İncelenmesi. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Ev Ekonomisi Anabilim Dalı. Ankara. Bayraktar, M. 1989. Çalışan Kadınların Yaşam Biçimlerine İlişkin Görüşleri. A.Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları No: 1134. Bilimsel Araştırma ve İncelemeler No: 622. Ankara.
Tezi). Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara. Gross, I.H. and Crandall, E.W. 1963. Management for Modern Families. Second Edition. Meredith Publishing Company. New York. İlkkaracan, İ. 1998. Kentli Kadınlar ve Çalışma Yaşamı. Türkiye İş Bankası IMKB Tarih Vakfı. İstanbul. Karahan, A., Bener Ö. 2005. Bolu SSK Hastanesi’nde çalışan evli hemşirelerin ev ortamında yaşadıkları sorunlar. Aile ve Toplum Dergisi. 2 (8): 114-120. Kılınç, V.S. 2004. Erkeklerin Kadınların Çalışmalarının Ev ve Aile Yaşamına Etkileri Konusunda Görüşleri. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Ev İdaresi ve Aile Ekonomisi Programı. Ankara. Kluwer, E.S., Heesink, J.A.M. and Vliert, E.V. 1996. Marital conflict about the division of household labor and paid work. Journal of Marriage and the Family, 58: 958 – 969. Koray, M. 1991.Çalışma Yaşamı Penceresinden Kadın Gerçekleri. İzmir. McGregor, S.L.T. and Goldsmith, E.B. 1998. Expanding our understanding of quality of life, standart of living, and well-being. Journal of Family and Consumer Sciences. 90(2):2-6. Seed, P., and Lloyd, G. 1997. Quality of Life. Jessica Kingsley Publishers Ltd. London.
Çavdaroğlu F. 1996. Kadın Girişimciliği. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İşletme Anabilim Dalı. Ankara.
Seyler, D.L., Monroe, P.A. and Garand, J.C. 1995. Balancing work and family. Journal of Family Issues, 16 ( 2 ). 170 – 193.
Çopur, Z. 2003. Ailede gelirin kullanımına ilişkin karşılaşılan problemlerin incelenmesi. Aile ve Toplum Dergisi. 2(6):8-12.
Sweetser, D.A. 1984. Love and work: ıntergenerational household composition in the U.S. in 1900. Journal of Marriage and the Family, 46 ( 2 ): 289 – 293.
Demirel, A., vd. 1999. Çalışmaya Hazır İşgücü Olarak Kentli Kadın ve Değişimi. TC Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü. Cem Ofset Matbaa. Ankara.
Pina, D.L. and Bengtson, V.L. 1993. The division of household labor and wives’ happiness: Ideology, employment, and perceptions of support. Journal of Marriage and the Family, 55: 901 – 912.
DİE, 1990. DİE 1987 Hanehalkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi Sonuçları. Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası. Ankara.
Tekeli, İ., Güler, Ç., Vaizoğlu, S., Algan, N., ve Dündar, K. 2004. Yaşam kalitesi göstergeleri. Türkiye için bir veri sistemi önerisi. Türkiye Bilimler Akademisi Raporları. Sayı 6. Tübitak Matbaası. Ankara.
Fayers, P.M., and Mchin, D. 2001. Quality of Life. Assesment, Analysis and Interpretation. John Wiley&Sons, Ltd. New York. Goldsmith, E.B. 2000. Resource Management for Individuals and Families. Second Edition. Wadsworth. Thomson learning. Canada. Gönüllü, M. 1994. Sivas’ta Kamuda Çalışan Farklı Eğitim Düzeyindeki Evli Memur Kadınların Sosyo-ekonomik Konumları Aile İçi İlişkileri ve Aile İçi İlişkilerindeki Değişme Eğilimleri. (Yayınlanmamış Doktora
50 Ocak-Şubat-Mart 2007
Terzioğlu, G. 1988. Kadınların evle ilgili günlük faaliyetlerinin değerlendirilmesi. Ev Ekonomisi Dergisi, 4: 10 – 18. Özbay, F. 1991. Türkiye’de Kadın ve Çocuk Emeği. Toplum ve Bilim. 151-180, Ankara. Özmete, E. 1998. Ailede değişen değerler ve yaşam kalitesi. III. Aile Şurası Bildirileri. Ankara. Üstünel, B. 2000. Ekonominin Temelleri. Globus Dünya Basımevi. İstanbul.
Sosyal Bilimler Lisesi Örne¤inde Ortaö¤retim: E¤itim Programlar›nda Farkl›laflman›n Sonuçlar› • Songül BOYBEYİ* • Mehmet BOYBEYİ**
Özet “Üretim için eğitim” 1960’lı ve 1970’li yıllarda yaygın hale gelmiştir. “İlla ki üretimde kullanılamayacak bir takım bilgi ‘gereksiz’ olarak algılanmış ve okul programlarında yer alınmasına karşı çıkılmıştır. Bu uygulama okullarda fen kollarının ya da bilimlerinin ‘iyi’(!) öğrencileri alması ve geriye kalan öğrencilerin sosyal sınıflara gönderilmesi şeklinde bir pratik bulmuştur. Bilindiği gibi, Fen liseleri sayısal alanda başarılı öğrencileri çekmekte ve bu liseler başarılarıyla bugün ülkemizin en gözde okulları arasındadır. Oysa bilimin verileri bugün insan zekasının tek bir yönle belirlenemeyeceğini, ‘çok yönlü zeka’ ile açıklanabileceğine işaret etmektedir. Matematik eğitiminde de bu nokta dikkate alınmalıdır. Sezi, sezgi ve tasarım gücü olmadan matematiği ve geometriyi kavramak güçtür. Klasik filoloji ve kültür tarihi öğreniminin hukuk, botanik, zooloji, tıp, eczacılık, mühendislik gibi alanların genel eğitimine doğrudan fayda sağladığı bilinmektedir. Ayrıca öğrencinin eleştiri ve sentez gücünü geliştirdiği kabul edilmektedir. 1940’lı yıllardan itibaren sosyal alanlarda başarılı öğrencilerin gidebileceği bir lise ihtiyacı dile getirilmişti. Ancak Sosyal Bilimler Lisesi olarak 2003-2004 öğretim yılında proje Ankara ve İstanbul’da uygulamaya geçirilebilmiştir. Bu liseler edebiyat ve sosyal bilimler alanlarında, öğrencileri yüksek öğretime hazırlamaktadır. Okul hazırlık sınıfından sonra, dört yıldır. Yatılı ve karma liselerdir. Söz konusu bu çalışma, çeşitli lise programlarından yola çıkılarak, ayrışmanın orta öğretim eğitim ve öğretimine olan etkileri üzerinde değerlendirmeler yapmaktadır. Anahtar Kelimeler: Ortaöğretim.
Eğitim,
Sosyal
Bilimler,
Abstract Secondary Education in the Case of Social Sciences High School: The Consequences of Differentiation in Education Programs “Education for Production” became a widespread slogan in the 1960s and 1970s. Information that could not be utilized in production is perceived to be redundant and its existence in school curriculum is opposed. This has been reflected in practice in that “good” students have been directed to science branches in high schools where as the rest are directed to social branches. Science High Schools draw students who are good in math and physics and these schools with their successes are favorite schools in our country. Yet, the scientific findings indicate that the human mind cannot be determined unidirectional and that multi-dimensional brainpower should be fostered in education. This point should also be taken into consideration in science courses. Senses, intuition and designing capabilities are important in math and physics education as well. It is known that courses in such fields as classical philology, cultural or science history among others contribute to education in such courses as law, botanic, zoology, medicine, pharmacy, engineering etc. Besides, it is widely recognized that such courses greatly improve the reasoning and critical thinking capacities of students. It had been pointed out since the 1940s that there was a need for a high school in which students good at social sciences could attend. Such a high school called “Social Sciences High School” was established in 2003-2004 in Ankara and İstanbul. These schools prepare those students good at literature and social sciences for university education and it takes four years after one year prep class for students to graduate. They accept male and female students and provide accommodation for them. This study analyses the consequences of differentiation in education programs on secondary education based on the numerous high school programs used in practice in Turkey. Key Words: Education, social science, high school.
*Süleyman Demirel Üniversitesi, Sürekli Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi, Isparta. **Eryaman Lisesi, Felsefe Öğretmeni, Ankara.
Ocak-Şubat-Mart 2007
51
GİRİŞ 1960-1970’li yıllarda “üretim için eğitim” çizgisinde gelişmiş bir sloganın sosyal bilimlerin aleyhine,1 hanesine yazıldığı, “illa ki üretimde kullanılamayacak bir takım bilginin” ‘gereksiz’ olarak algılandığı ve okul programlarında yer alınmasına karşı çıkıldığı anlayışı kök bulmaya başlamıştır. Günümüze kadar gelen yaygın anlayışta, bu uygulama okullarda fen kollarının yada bilimlerinin ‘iyi’(!) öğrencileri alması ve geriye kalan öğrencilerin sosyal sınıflara gönderilmesi şeklinde bir pratik bulmuştur. Aslında sosyal bilimlere ‘iyi olmayan’(!) öğrenciler gönderilmekle, bu bilimlere ve bu bilimlerle uğraşanlara açıkçası ‘ikinci sınıf’ muamelesi yapılmaktadır. Bilindiği gibi Fen liselerinde sayısal alanda başarılı öğrenciler eğitimöğretim görmektedir ve bu liseler başarılarıyla bugün ülkemizdeki en gözde okulları arasındadır. Oysa bilimin verileri bugün insan zekasının tek bir yönle belirlenemeyeceğini, ‘çok yönlü zeka’ ile açıklanabileceğini söylemektedir. Hatta fen ve matematik derslerine bile bu gözle bakmamız gerektiğini söylüyorlar. Sezi, sezgi ve tasarım gücümüz olmadan matematiği veya geometriyi kavrayabilir miyiz?2 Klasik filoloji öğreniminin dilbilgisi, hukuk, botanik, zooloji, tıp ve eczacılık, arkeoloji, tarih gibi alanların eğitimine Osmanlı tarihi ve Türkoloji içinde doğrudan fayda sağladığı ve öğrencinin muhakeme gücünü geliştirdiği üzerinde durulmaktadır.3 SOSYAL BİLİMLER LİSESİ 1940’li yıllardan itibaren sosyal alanlarda başarılı öğrencilerin gidebileceği bir lise programı kültür ve eğitim çevrelerince zaman içerisinde dile getirilmiş, ancak ‘Sosyal Bilimler Lisesi’ olarak 2003-2004 yılında proje uygulamaya geçirilebilmiştir. Edebiyat ve sosyal bilimler alanlarında, öğrencileri yüksek öğretime hazırlamak üzere hazırlık sınıfından sonra dört yıllık öğrenim veren yatılı ve karma liseler olarak oluşturulmuştur. İlk ikisi Ankara ve İstanbul’da açılmıştır. Sosyal Bilimler Lisesinin kuruluş amaçları MEB tarafından şu şekilde belirlenmiştir. a) Edebiyat ve sosyal bilimler alanlarında ihtiyaç duyulan üstün nitelikli bilim adamlarının yetiştirilme-
sine kaynaklık etmek, b) Edebiyat ve sosyal bilimler alanlarında ilgi ve yetenekleri üst düzeyde olan öğrencileri bu alanlarda yüksek öğretime hazırlamak, c) Öğrencilerin bilimsel, kültürel ve teknolojik gelişmeleri izleyebilecek düzeyde yabancı dil öğrenmelerini sağlamak, d) Öğrencilerde geçmiş nesiller ile çağdaşları arasında ortak duyguların uyanmasını sağlamak, e) Türk sanat ve kültür birikimini anlayıp yorumlayabilen, yeni bilgi ve projeler üretebilen bireyler yetiştirmek, f) Toplumun ekonomik ve kültürel kalkınmasına bilinçli bir şekilde katkıda bulunmak, g) Öğrencileri edebiyat ve sosyal bilimler alanlarında araştırmaya yöneltecek ve gelişmelere ilgilerini uyandıracak ortam ve şartları hazırlamak, Sosyal Bilimler Lisesi’nin üniversite hocalarından oluşmuş bir bilim danışma kurulu vardır ve İlköğretim 8. sınıftan not ortalaması en az 4 olma koşulu ile beraber LGS-OKS sınavıyla öğrenci almaktadır. Öğrenciler Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Coğrafya, Sanat Tarihi ve Felsefe derslerinin en az birinden proje ve seminerlerini bilim danışma kurulu üyelerinin gözetiminde hazırlayarak not ortalaması en az 3;5 ile mezun olurlar. Sosyal bilimler lisesinin ders programı şöyledir: Hazırlık sınıfında Türkçe, İngilizce ve ikinci bir yabancı dil ile beden eğitimi ; 9, sınıfta Türk Dili ve Edebiyatı, Sosyal bilimler, fen bilimleri, İngilizce, ikinci yabancı dil, matematik, Din bilgisi , 10. sınıfta Türk Dili ve Edebiyatı, sosyal bilimler, fen bilimleri, İngilizce , ikinci yabancı dil, Osmanlı Türkçe’si, din bilgisi, matematik ; 11. sınıfta Türk Dili ve Edebiyatı, din bilgisi, sosyal bilimler, İngilizce, bilgi kuramı, Osmanlı Türkçe’si , diksiyon ve hitabet; 12. sınıfta Türk dili ve edebiyatı, Milli güvenlik bilgisi, sosyal bilimler, İngilizce, bilgi kuramı, Osmanlı Türkçe’si, diksiyon ve hitabet dersleri mevcuttur. Hazırlıkta 7, 9. sınıfta 6, 10. sınıfta 5, 11. sınıfta 15, 12. sınıfta 15 saat seçmeli ders alınabilir. Bu dersler; bilgi teknolojisi, demokrasi ve insan hakları, insan ilişkileri, güzel sanatlar, bil-
1 Ayşe Erzan, “Yaşama Ufku ve Bilim” Günce, Sayı. 31. TÜBA. 2 İnci San, V. Türk Kültürü Kongresi Bildirileri Eğitim Cilt, IV, s. 132. 3 Dursun Ayan, “Beşeri Bilimler...” s.126’da Suat Sinanoğlu’ndan aktarmaktadır.
52 Ocak-Şubat-Mart 2007
gisayar, bilimsel araştırma teknikleri, hızlı okuma teknikleri, halk bilim, yakınçağ ve 20. yüzyıl tarihi, psikoloji, ekonomi, işletme, ikinci yabancı dil, küreselleşen toplumda iletişim teknolojisidir. Dersler 7 ana ve 11 seçmeli derse göre ayarlanmıştır. Haftalık saatleri 38’dir. Bu okullarda çalışacak öğretmenler sınavla seçilirler ve yayın yapmış, KPDS sınavında başarılı olmuş, master ve doktora yapmış olanlar ile hizmet içi özel kurslardan geçmiş olanlar tercihli olarak atanırlar.4 SOSYAL BİLİMLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ İLE İLGİLİ BAZI NOKTALAR Sosyal Bilimler Lisesinin programı Antik Yunan’daki üçlü sınıflamaya5 uygun olarak yapılandırılmış ve uluslar arası bakalorya programına da uygundur. Bu tip liselerin başka ülkelerde de benzerleri olup, diğer bir amacının da siyaset ve bürokrasiye kültürlü, devleti ve demokrasiyi iyi tanıyan ona işlerlik kazandıracak olan elamanlar yetiştirmek olduğu söylenebilir. Bizim eğitim tarihimiz üzerinde önemli çalışmaları bulunan Hilmi Ziya Ülken aynı sorunların varlığına çok önceleri dikkati çekmiştir. Ona göre beşeri veya insan bilimlerinin problemleri ayrı liseler teşekkül edilmeden de çözümlenebilir. Eğer kaliteyi sayı çokluğuna kurban etmez isek, milletler arası anlayışa uygun, insanlığın teknik ve kültür evrimini açıklayabilen bir insan bilimleri öğrenimi verebilirsek sorun çözümlenebilir. Öğretim tek tip insan yetiştirmeyi değil, gerçeğin çeşitliliğine uygun, iş ve düşünce hayatının farklılaşmasına cevap veren çok tipte insan yetiştirmeyi hedef edinmelidir. Eğitim bir manada sübjektif olmakla beraber memleketler ve ideolojiler için ortak esaslara sahiptir. Dolayısıyla liselerde verilen bilgi ve kültür bütünlüğü liseye başlarken edebiyat-fen kollarına ayrılmayı lüzumsuz kılmış olacaktır. Her lise bitiren çağdaş medeniyetin gerektirdiği bütün tabiat ve insan bilimleri bilgisi ve çağdaş kültür eğitimi ile yetişmiş olmalıdır. Bir mühendisin, bir makinecinin
insan bilimlerine, yahut bir filozofun ve hukukçunun tabiat bilimlerine ait bilgiye aynı derecede muhtaç olmadığı söylenemez. Ayrışmalar lisenin son iki sınıfında yapılabilir.6 Eğer Ülken’in söylediği gibi yapabilirsek o zaman ayrı ayrı liselere gerek kalmayabilir ve bu durum bir çözüm önerisi olarak düşünülebilir. Eğer sosyal bilimler olarak tanımlanan alanlar bilimin kendi doğasının getirdiği kuşkuları ve öznelliği içinde barındırarak bir tür sınıf mücadelesi ve ideoloji- iktidar ilişkilerinin içine zorunlu olarak giriyorsa, çalışma alanını daraltmaktadır diye düşünebiliriz. Aslında daralan alanın diyalektik olarak da yeni açılımları ortaya çıkmış olacaktır. Tersi bir nesnel durumun ideal olarak gerçekleşmesi ise, hep istenen bir durum olarak kalmaya mahkum olacaktır (ki bunun ne kadar olabileceği tartışılır). Aslında bu söylediğimiz ilişkiler ve bağlar zaman zaman fen bilimlerinin de başına gelmiyor değil. Bunun örneklerinden birini büyük bir deprem felaketi ile karşılaştığımız zaman deprem ile ilgili birbirinden farklı ve çelişkili açıklamalarda gördük. İkincisini ilaç pazarlarını genişletmek ve kar marjlarını artırmak için ilaçlar üzerinde çalışan şirketlerin, firmaların yapılan mücadelelerdeki yanlış bilgilendirme ile insan hayatını hiçe sayma, savaşlarda kullanılan teknolojinin fizik-kimya bilimlerinin öngördüğü bilim dalları içinde yer alması biçiminde insanoğlunu yaşamaktadır. Özellikle biyoloji bilimlerinin sağlık tedbirlerinden gelen gücünü, fizik kimya bilimlerinin mühendislik ve onun üzerindeki teknolojiden gelen gücü kuşkusuz yaptığı etki bakımından çok fazladır. Herhalde fen bilimlerinin iktidar- ekonomi ilişkileri uğruna vereceği zararlar okuma-yazmanın bütünden parçaya mı yoksa parçadan bütüne mi doğru olacağı yolundaki pedagoji ve psikoloji bilimindeki verilerin farklılığının yahut kamuoyu araştırmalarının tutmayan sonuçlarının vereceği zarardan daha az değildir.7 Ama bütün bunlara rağmen fen bilimlerinin bilgisinin sarsılmazlığına olan inanç daha bir yüksek olasılık olarak karşımıza
4 MEB verileri, 23.10. 2000 tarih ve 389 sayılı Talim Terbiye Kurulu kararı, Dursun Ayan, “Beşeri....” ile karşılaştırabilirsiniz. . “Bir ‘Beşeri Bilimler Lisesi Önerisi’ Düşünen Siyaset, Lotus yayınevi, Temmuz 2003. sayı:18,s.130-131. 5 Orta Çağ da Skolastik(scholasticus, schola=okul demektir) teolojinin yedi özgür sanatı(septem artes liberales)nın şu bilimleri veya sanatları kapsadığı görülür. Üçlü grup(Trivium):Gramer, retorik, diyalektik. Dörtlü grup(Quadrium): Aritmetik, geometri, müzik ve astronomi.(Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, s.127) 6 Hilmi Ziya Ülken, Eğitim Felsefesi, İstanbul ikinci baskı 2001, s. 318-319. 7 Biz de okuma-yazmayı eski usulde öğrenenlerden biri olarak bu örneği verdik.
Ocak-Şubat-Mart 2007
53
çıkmaktadır. Özellikle de hem bilim hem de bilimlerin yöntemi olan Matematik için kesinlikten söz edilir. Acaba matematikteki usavurmanın esası nedir? Genel olarak sanıldığı gibi, bu usavurma gerçekten bir tümdengelim midir? Derinleştirilmiş bir inceleme bize gösterecektir ki durum hiç de böyle değildir ve matematiksel usavurmada belli bir ölçü dahilinde, tümevarımın da payı vardır. Mekanik veya fizikte tümevarımın durumu daha da netleşmektedir. Biraz daha düşününce, matematikte varsayımın, aksiyomların ve postülaların tuttuğu yer fark edilir ve görülür ki matematikçi ondan vazgeçmediği gibi, deneyci de onsuz yapamaz. Halbuki insanların bir çoğu için fiziğin matematiğin kavramlarını öğrenen liseliler için bilimsel bir kesinlik vardır. Oysa, durum sosyal bilimler için yoktur.8 Liselerde Sosyal bilimleri ve onun eğitimini yeniden düşünürken, TÜBA’nın sosyal bilimler çalışma raporundan bazı tespitlere yer vermek yerinde olacaktır. Sosyal bilimler topluma ne kadar güven vermektedir? Güvensizlik hüküm sürüyor ise, bunun nedenleri veya nedeni ne olabilir? Acaba sosyal bilimlerin ileriyi kestiriminde yetersiz olması mı? Bazı sosyal bilimcilerimizin yeterli bilimsel donanıma sahip olmaması mı? Bazı sosyal bilimcilerimizin medyatik olma hevesleri mi? Ticari araştırmalar bilimsel araştırmalara tercih mi ediliyor? Bu durumda sosyal bilimler için yeni bir etik sisteme gereksinim mi vardır?9 Ancak bütün bu sorunlara ve soruların bir kısmına veya tamamına olumsuz yanıtlar versek de sosyal bilimlerden vazgeçmeliyiz gibi bir sonuç ortaya çıkmamalıdır. Tersine bu bilimlerin uygulama süreci sürekli olarak dışarıdan gelen ve gelecek olan müdahalelere açık olsa da, -doğrudan piyasaların, siyasetin veya ideolojilerin müdahalesi de olabilir- karşı mü-
dahaleler geliştirme yolu da yine öznel bir tavır olarak seçilebilir.10 Toplumların gelişmişlik durumları ne olursa olsun, siyaset-ideoloji ve bilim ilişkisi her zaman var olagelmiştir. Devletlerin veya iktidarların resmi ideolojileri kadar tersine muhalefet veya karşıt ilişkilerinde bilimleri ve onun üzerinde yürütülecek eğitimi bir o kadar denetim altında tutma, ve abluka altına alma girişimleri kaçınılmaz olarak tarihsel süreçte hep var olmuştur ve bugün de olmaya devam edecektir.11 SONUÇ Bugün geldiğimiz noktada, çeşitlenen ortaöğretim kurumları, hemen her gün sorunlarıyla ülke gündemini, eğitimcileri, aileleri ve çocukları içinden çıkılmaz sorunlarla baş başa bırakmaktadır. Burada hepsini sayamayacağımız kadar çok çeşitlenen bu kurumlardan bazılarının genel isimleri şöyledir: a) Genel Liseler b) Çok Programlı Liseler c) Anadolu Liseleri d) Fen Liseleri e) Sosyal Bilimler Liseleri f) Endüstri Meslek ve Teknik Liseler g) Kız Meslek ve Teknik Liseler h) Sağlık Meslek Liseleri i) İmam-Hatip Liseleri j) Güzel Sanatlar Liseleri k) Maliye Meslek Liseleri l) Ticaret ve Turizm Liseleri m) Anadolu Öğretmen Liseleri
8 Henri Poincare, Bilim ve Varsayım(Science et Hypothese), Çev: Fethi Yücel; MEB yayını İstanbul 1986, s.III-V. 9 Metin Heper, TÜBA Sosyal Bilimler Öngörü Çalışması, 25 Şubat 2005. 10 Yapılacak müdahale önerilerini Ferda Keskin”İnsan Bilimlerinin Bir Telosu Var Mı” Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek adlı çalışmada şu şekilde geliştirmiştir:” 1) insan bilimleri nesneleştirici olmaktan vaz geçmeli, nesnesi olan insanı kendisinin kurduğunu görmeli 2) yansıtmalı(reflektif) olmalı, yani eleştirisi kendi üzerine de yansımalı. Bu şu demek: insan bilimleri kendi ortaya çıkışları ve uygulamalarının bilinçli bir açıklamasının içermeli, 3) dolayısıyla “doğru” söylemler olarak tanınma ve kabul edilme sürecinde etkin olan mekanizmaları açıklamalı, 4) ve bu mekanizmalara müdahale ederek toplumsal eylem alanına nasıl müdahale edebileceğini, yani daha iyi bir yaşam kurulmasına nasıl katkıda bulunabileceği üzerine düşünmelidir. Ancak burada söz konusu olan daha iyi yaşamın insan bilimlerinin özüne ait bir nihai erek değil, siyasal bir seçim olduğunun da bilincinde olarak” s. 241-242. 11 Bugün resmi ideolojinin yanında yer almayan bilgilerin farklı ama yine başkaca ideolojiler tarafından yaratıldığını düşünebiliriz.bu duruma örnek olarak tarih çalışmalarını verebiliriz. Bazı çalışmalar resmi tarih olarak adlandırılırken bazıları da onun dışında ki söylemlere yaslanmıştır.
54 Ocak-Şubat-Mart 2007
n) Adalet Meslek Liseleri o) Meteoroloji Liseleri p) Tapu Kadastro Meslek Liseleri q) ……. Şimdi bu kadar çok program ve çeşitlilik varken, ortaöğretim programlarını daha da çeşitlendirmek bize ne kazandıracaktır? Ailelerin ve gençlerin bu programlar arasından seçim yaparken bilinçli davranması, bilgi sahibi olması ideal olarak da mümkün görünmemektedir ve çok zordur. Sonunda ortaöğretimi bitiren her genç üniversiteye gitme hayalini kuruyor. Bunun mümkün olmadığı da ülkemiz koşulları içinde ayrıca bilinen bir gerçekliktir. Her yıl bu nedenle Ö.S.S. ve O.K.S. sınavları sonunda travmaya uğramış gençler ve ailelerle karşılaşıyoruz. Harcanan paralar ve zaman da ülkemiz kaynaklarını tüketmektedir. Ayrıca gençlerin eğitim sisteminin dışında kalması da söz konusu olamayacağından programların çeşitliliği ve durumu bizi bir kez daha düşünmeye sevk edecektir. 2006 O.K.S. sonuçlarına göre 798 bin 307 adayın sınavı geçerli sayılmış, bunlardan 46 bin 733’ü sıfır almış, 30 bin öğrencinin de puanı çok düşük olduğundan değerlendirmeye alınmamıştır.12 Peki bu çocuklar hangi ortaöğretim kurumlarına gidebilecektir? Yukarıda bazılarını saydığımız ortaöğretim kurumlarından OKS puanıyla alanların dışındakilere kayıt olacaklardır. Sonra ne olacak? Bu çalışmada ülkemizde birkaç yıllık geçmişi olan
Sosyal Bilimler Lisesi örneğinde, bu kurumların ayrıştırılması mı yoksa birleştirilmesi mi gerektiği sorusu üzerinde durmaya çalıştık. Eğer programlar ayrıştırılacaksa bu kadar çok ayrıştırma yapılmalı mıdır? Bu sınıflama üç-dört başlık altında olamaz mı?13 Yoksa fen ve sosyal bilimler için ayrı ayrı liseler mi teşekkül etmeli? Meslek liseleri birleştirilip, aynı okulda ayrı kollara ayrıştırılamaz mı? Yine konuya bakarken, felsefe olarak arka planında sosyal bilimler ve ona yasladığımız bir lise ile ilgili olarak şu soruların da bakışımıza yeni açılımlar kazandıracağını düşünüyoruz: 1) Orta öğretim eğitiminde ayrıştırmaya mı yoksa birleştirmeye mi yönlenmeliyiz? 2) Eğitimde beklenen hedef davranışları tutturmada başarısız oluyor isek, arka planda yapılanlar üzerinde tekrar düşünmemiz gerekmez mi? 3) Sosyal Bilimler Lisesi, Fen Liseleri karşısında adını aldığı bilimlerin savunma ihtiyacının bir ürünü olarak mı çıkmaktadır?(Tıpkı savunma tarihi gibi) 4) Sosyal Bilimler ile ilgili yukarıda değinilen önyargılar nedeniyle mi böyle bir lisenin varlığı ortaya çıkmıştır? 5) Sosyal Bilimler Lisesi bu bilim dalında çalışanların bir başarısı mı yoksa bu bilimlere olan toplumsal güvensizliğin bir tepkisi olarak mı ortaya çıkmıştır? 6) Orta öğretim programlarının çokluğu karşısında aileleri ve gençleri yeterince bilgilendirecek çalış-
12 www. meb.gov.tr, 2006 OKS sonuçları 13 Örneğin genel liseler(son iki sınıfında fen-edebiyat olarak), meslek liseleri, güzel sanatlar ve dil liseleri gibi.
Ocak-Şubat-Mart 2007
55
Finansal Refah: Finansal Yönetim Sürecinden Duyulan Tatmin, Finansal Davran›fllar ‹le Öz-sayg› Aras›ndaki ‹liflkinin ‹ncelenmesi • Prof. Dr. Emine GÖNEN* • Doç. Dr. Emine ÖZMETE*
Özet Bu araştırma bireylerin finansal yönetim ve finansal durumlarından duydukları tatmin, finansal davranışlar, kredi ve risk yönetimi süreçleri ile öz-saygı düzeylerini belirlemek; finansal yönetim sürecinden duyulan tatmin, finansal davranışlar ile öz-saygı arasındaki ilişkiyi ortaya koyabilmek amacı ile planlanmış ve yürütülmüştür. Araştırma sonucunda bireylerin yaşam düzeyi, tasarruf edebilme, borçları ödeyebilme, varlık düzeyi gibi finansal yönetim sürecine ilişkin bir çok konudan duydukları tatminin çok yüksek olmadığı belirlenmiştir. Ayrıca öz-saygı düzeyi ile finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin, finansal davranışlar arasında anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Finansal yönetim, finansal davranışlar, finansal refah, öz-saygı.
Abstract This study has been planned and carried out in order to determine satisfaction of financial management and financial situation, financial behaviours, credit and risk management, selfesteem and, relationship between satisfaction of financial management and financial situation, financial behaviours and self-esteem.In the result of research; ıt has been determined that the satisfied of some topics related to financial management such as,living level, saving, debt payment, wealth level are not high.It is find to there are positive relationship between satisfaction of financial management and financial situation, financial behaviours and selfesteem. Key Words: Financial management, financial behaviour, financial well-being, self-esteem.
*Ankara Üniversitesi, Ev Ekonomisi Yüksekokulu, Aile ve Tüketici Bilimleri Bölümü.
Ocak-Şubat-Mart 2007
57
1. Giriş Finansal yönetim, finansal amaçlara ulaşmak için uzun vadeli finansal planlar geliştirme ve uygulama sürecidir. Finansal yönetim süreci, bireylerin finansal faaliyetler ile ilgili değerlerini gözden geçirmeleri ile başlar. Bu değerler, finansal amaçlar ve kararlar için destek ve esas oluşturur. Finansal amaçlar değerlere uygun olmalı ve açıkça belirlenmelidir. Finansal amaçların belirlenmesi, finansal açıdan nerede olunduğu ve gelecekte nerede olunmak istendiğini görebilmek için önemlidir. Finansal yönetim, genel ekonomi hakkında güvenilir ve bilinçli tahminler yapılmasını gerektirir. Bu doğru tahminler aileler ya da bireylere finansal olanaklar sağlayabilir. Ayrıca finansal yönetim, akılcı ve tutarlı ekonomik faaliyet planlarının önceden yapılmasını, finansal amaçlara ulaşabilmek için mevcut kaynakların dikkate alınmasını içerir(Gönen ve Özgen 2001). Finansal yönetim sürecinde bireylerin ekonomik durumlarını iyi bir şekilde değerlendirebilmeleri ve yönlendirebilmeleri; yaşamda bazı sorumluluk ve zorluklar ile başarılı bir mücadeleye olanak sağlayarak, yaşamdan duyulan tatmini arttırmaktadır. Finansal davranışlar gelir, tasarruf ve borçlanma olanakları ile tüketim eğilimi ve kalıplarının oluşmasında belirleyici olmaktadır. Yaşam kalitesinin yükselmesi için paranın bugün ve gelecek için planlanması, tüketim ve tasarruf arasında başarılı bir dengenin kurulması kaçınılmazdır (O’Neill 2002). Bireylerin çoğu finansal yönetim sürecinde deneme yanılma yolu ile finansal davranış modeli geliştirirler. Bunun yanı sıra finansal davranışların ve tüketim eğilimlerinin sosyal öğrenme teorisine(sosyalizasyon) göre çocukluk ve gençlik döneminde ailede kazanıldığı ve öğrenilmiş davranışlar olduğu belirtilmektedir. Çocuklukta kazanılan bu deneyimler gençlik ve yetişkinlikteki finansal davranış modellerini de belirlemektedir. Hira (1997), çocuklar ya da gençlerin paraya ilişkin değerlerini ailelerinden dolaylı ya da doğrudan aldıkları mesajlar ile öğrendiklerini, finansal inanç ve tutumların gelişmesinde anne-babaların, gençlik döneminde ise arkadaşların ve yaşadıkları deneyimlerin etkili olduğunu, çocuklukta ya da gençlik döneminde öğrenilmiş bu davranışların, gelecekte tasarruf ve ya-
58 Ocak-Şubat-Mart 2007
tırım, kredi, risk ve para yönetimi gibi finansal davranışları şekillendirdiğini belirtmektedir. Başarılı bir finansal yönetim süreci ve ekonomik açıdan geleceği güvence altına alma; bireysel istek ve ihtiyaçları belirleme, kaynakların tahsisi, tasarrufların yatırıma dönüştürülmesi işlemlerini içermektedir. Tasarruf, bireylerin geliri ile harcamaları arasında gelirden yana olan fark olarak tanımlanmaktadır. Gelirlerinin tümünü tüketmeyen ailelerin bir süre sonra yaşam standardını iyileştirebilecekleri bir gerçektir. Finansal yönetim sürecinde kısa ve uzun vadeli finansal amaçlara göre tasarruf yapılarak elde edilen birikim, mevcut ekonomik kaynaklara eklendiğinde büyük birikimleri oluşturabilmektedir. Yatırım ise bireylerin tüketimlerini azaltarak tasarruf yolu ile varlıklarını arttırmaları olarak tanımlanmaktadır (Morgan ve Duncan 1980, Davis ve Schumm 1987). Bir tüketim birimi olan ailenin tasarruf ve yatırım yapabilme durumu refah düzeyi ile yakından ilişkilidir. Aileler ekonomik kaynaklarını etkili bir şekilde yöneterek yaşam kalitesi ve yaşam standardını yükseltebilirler. Bu süreç kaynakların tasarruf ve yatırımlar için değerlendirilmesini, tasarruf planlarının güçlendirilmesini, ailelerde başarılı finansal yönetime ilişkin motivasyon oluşturulmasını, profesyonel ekonomi danışmanlarının önerilerinin dikkate alınmasını içermektedir. Ekonomistler, bireylerin; -Beklenmedik olaylara karşı hazırlıklı olmak, -Daha büyük yatırımlar için riske karşı korunmak, -Gelirin azalacağı durumlarda kullanabilmek ve -Bağımsızlık, güç duygusundan hoşlanıldığı için tasarruf ettiklerini açıklamaktadırlar (Moven 1987). Finansal yönetimin önemli boyutlarından biri de kredi ve kredi kartı kullanımıdır. Bireylerin daha sonra gerçekleşebilecek isteklerini bugün elde edebilme arzusu kredi kartının bilinçsiz kullanımına neden olabilmektedir. Ekonomik amaçlarını karıştıran bu bireylerin iflas etme düzeyi gün geçtikçe artmaktadır (Gönen ve Özgen 2001). Kredi kartı, geliri sınırlı bireylerin arzu ettikleri tüketim ürünlerine erişmelerini kolaylaştıran bir araçtır. “Şimdi al, sonra öde” düşüncesi ile kredi kartı tüketiciler arasında çoğunlukla tercih edilmektedir. Bireylerin beklentilerinin ve isteklerinin çok artması, düşünce ve fikirler gibi subjektif nesnelerden çok objektif olan tüketim ürünlerine yönelmiş
olmaları bunun nedenleri olarak açıklanabilir (Makela, Punjavat ve Olson 1993,Sangsutiseree ve Lown 1994). Sangsutiseree ve Lown(1994) Tayland’da kredi kartı sahiplerinin kredi kartı kavramı hakkında bilgi sahibi olmadıklarını, kredi kartlarını seçerken grup normlarından ve toplumdan etkilendiklerini, kredi kartı almak için başvurduklarında bilinçli seçim yapabilmek için yeterli bilgiye sahip olmadıklarını belirlemişlerdir. Finansal yönetime ilişkin bazı araştırmalarda bireylerin kişilik özelliklerinin, kendileri ile ilgili algılarının ve düşüncelerinin finansal davranış ve tutumları etkilediği açıklanmaktadır. Bireyin kendi ile ilgili düşüncelerinin diğer bir deyişle öz-saygının inanç ve davranışları yönlendirdiği, bu nedenle de finansal kararlarda etkili olduğu belirtilmektedir (Hira ve Mugenda 1999). Öz-saygı bireyin tatmin olma düzeyi, ilgileri, inançları, değerleri, kararları ve kendini kabullenme gibi duygu ve düşünceleri içermektedir. Öz-saygı, birey için öz-güveni yansıtan önemli bir değer olarak kabul edilmektedir (Rosenberg 1965). Bireylerin finansal durumlarından tatmin olabilmeleri için yüksek gelire sahip olmaları gerektiği, finansal durumdan duyulan tatminin daha çok öz-saygı gibi psikolojik faktörler ile ilişkili olduğu, öz-saygı ile yaşam tatmini arasında anlamlı bir ilişki bulunduğu, finansal yönetimden duyulan tatminin yaşam tatmininin önemli bir belirleyicisi olduğu yapılan araştırmalar ile ortaya konulmuştur. Beek(1988) para ile öz-saygı arasındaki ilişkiyi belirlemek amacı ile yürüttüğü araştırmada, paranın bireyler için güç, başarı, saygı ve refah anlamına geldiğini ve parayı kendilerini geliştiren ve varlık sahibi yapan bir araç olarak algıladıklarını saptamıştır. Bu araştırma bireylerin finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duydukları tatmin, finansal davranışlar, kredi ve risk yönetimi süreçleri ile öz-saygı düzeylerini belirlemek; finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin, finansal davranışlar ile öz-saygı arasındaki ilişkiyi ortaya koyabilmek amacı ile planlanmış ve yürütülmüştür. 2. Materyal ve yöntem Araştırma materyalini Ankara’da Devlet Üniversitelerinde (Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi) çalışan ve üniversitenin bilgi işlem merkezine bir e-
posta adresi alarak kayıtlı olan akademik personel oluşturmaktadır. Üniversite Rektörlüklerinden alınan resmi izin doğrultusunda araştırma verilerinin elde edilmesi için hazırlanan anket formu bilgi işlem merkezleri tarafından kayıtlı akademik personele e-posta yolu ile gönderilmiş, geriye dönen 273 anket değerlendirmeye alınmıştır. Anket formu konu ile ilgili kaynaklardan ve daha önce yapılmış bazı araştırmalardan yararlanılarak üç bölüm halinde oluşturulmuştur. Birinci bölüm, araştırma kapsamına alınan bireyleri tanıtıcı bilgileri ortaya koymayı amaçlayan soruları içermektedir. İkinci bölümde finansal yönetim başlığı altında bireylerin finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duydukları tatmin, finansal davranışları 5 düzeyli Likert tipi ölçekler (5.Kesinlikle katılıyorum, 4.Katılıyorum, 3.Kararsızım, 2.Katılmıyorum, 1.Kesinlikle katılmıyorum) ile irdelenmiştir. Ayrıca bu bölümde kredi ve risk yönetimine ilişkin davranışları belirlemeye yönelik sorular bulunmaktadır. Üçüncü bölümde, bireylerin öz-saygı düzeylerini belirlemek amacı ile 5.Kesinlikle katılıyorum, 4.Katılıyorum, 3.Kararsızım, 2.Katılmıyorum, 1.Kesinlikle katılmıyorum şeklinde beş düzeyli Likert tipi bir skala kullanılmıştır. Microsoft word 2001 versiyonunda hazırlanan anket formu ASP(Active Surver Page) programına aktarılmış, anket sonuna “gönder” seçeneği eklenmiştir. Anket formu bir servis sağlayıcıdan alınan bilgi yeri ve adresinden (http://www......) Ocak-Kasım 2005 tarihleri arasında yayınlanmış, anketler deneklere bu adres linki verilerek gönderilmiştir. Anket internet ortamında her soru için mevcut seçeneklerden biri tıklanarak doldurulduktan sonra “gönder “seçeneği ile sonuçların belirtilen internet adresine geri dönmesi sağlanmıştır. Elde edilen veriler Microsoft Excel programına aktarılarak, internet ortamından alınmış ve SPSS 13.0 Paket yazılım programından yararlanılarak oluşturulan veri tabanında toplanmıştır. Geriye dönen 273 anket değerlendirmeye alınmış, anket formunun güvenirliğini ortaya koyabilmek için iç tutarlılık katsayısı olan Cronbach Alpha hesaplanmıştır. Her ölçek için bulunan Cronbach Alpha değeri aşağıda gösterilmiştir:
Ocak-Şubat-Mart 2007
59
Ölçek
Cronbach Alpha Değeri
Finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin
0.91
Finansal davranışlar
0.80
Öz-saygı
0.78
Elde edilen bu değerlere göre araştırmada kullanılan ölçeklerin güvenirliğinin yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Araştırma kapsamına alınan bireylerin cinsiyeti, yaşı, evlilik durumu, ailedeki birey sayısı, eğitim düzeyi ile kredi ve risk yönetimi süreçlerine ilişkin davranışların frekans dağılımları incelenmiştir. Bireylerin finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duydukları tatmin, finansal davranışlar ile öz-saygı düzeylerinin cinsiyete ve yaş değişkenlerine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediği t-testi kullanılarak incelenmiştir. Ayrıca finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duydukları tatmin, finansal davranışlar ile öz-saygı arasındaki ilişki pearson korelasyon analizi ile araştırılmıştır. 3. Bulgular 3.1. Bireyleri tanıtıcı bilgiler Araştırma kapsamına alınan bireylerin yarısından fazlası kadın (%53.0), yarısına yakını erkektir(%47.0). Yaşları 23-69 arasında değişmekte olup, ortalama 37.13±0.57 yaşındadırlar. 35 ve daha küçük yaş grubunda olan bireylerin oranı %52.0’dır. Bireylerin çoğu bekardır(%70.7). Ailelerindeki birey sayısı 1-7 arasında değişmekte olup, ortalama birey sayısı 3.09 ±0.06 dır. Bireyler çoğunlukla yüksekokul ya da fakülte mezunudur (%73.6).Yüksek lisans (%22.3) ya da doktora mezunu olanların oranı ise daha düşüktür. 3.2. Finansal yönetim Bu bölüm; “finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin”, “finansal davranışlar”, “kredi yönetimi”, “risk yönetimi”, “öz- saygı”, “finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin, finansal davranışlar ile öz-saygı arasındaki ilişki” başlıkları altında incelenmiş elde edilen bulgular cinsiyet ve yaş değişkenlerine göre yorumlanmıştır.
60 Ocak-Şubat-Mart 2007
3.2.1.Finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin Araştırma kapsamına alınan bireyler finansal yönetim sürecinde, en çok borçlarını geri ödeyebilme durumlarından (%42.1), yaşam düzeylerinden (%41.8) ve acil harcamaları karşılayabilme yeteneklerinden (%41.0) tatmin duymaktadırlar. Gerçekte bu finansal konulardan duyulan tatmin düzeyinin oransal açıdan çok yüksek olmadığı da anlaşılmaktadır. Bireylerin %35.9’u tasarruf edebilme düzeylerini çok tatmin edici olarak değerlendirmektedirler. Bireylerin yaklaşık üçte biri doğru finansal kararlar verebilme (%33.3) ve borçsuz kalabilme yeteneklerini (%31.9), para ile ilgili konularda tartışabilme isteklerini (%30.0) tatmin edici bulmaktadırlar. Varlıklarının düzeyini hiç tatmin edici değil şeklinde değerlendirenlerin oranı ise %46.52’dir. Ayrıca para yönetimine ilişkin uygulamalar (%39.9), tasarruf edebilme düzeyi (%38.5), yaşam düzeyi (%35.5) hiç tatmin edici bulunmayan konular arasındadır. Bireyler uzun vadeli ekonomik amaçlara ulaşabilme durumlarını da (%36.6) tatmin edici bulmamaktadırlar (Çizelge 1). Cinsiyet değişkenine göre, finansal yönetim sürecinde kadınlar yaşam düzeylerini erkeklere kıyasla daha tatmin edici bulmaktadırlar (p<0.05). Finansal yönetime ilişkin diğer konulardan duyulan tatmin düzeyi cinsiyet değişkenine göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık göstermemektedir (p>0.05). Ayrıca yaş değişkeninin de finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmini etkilemediği belirlenmiştir (p>0.05) (Çizelge 2). Bu araştırmanın bulgularından farklı olarak, Hira (1987) Amerika Birleşik Devletleri’nde ailelerin yaşam düzeyinden (%86), borçları geri ödeyebilme durumundan (%87) ve para ile ilgili konuları tartışabilme isteğinden (%87) tatmin duyduklarını belirlemiştir. Ancak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ailelerin tasarruf yapabilme düzeyi (%35) ve acil harcamaları karşılayabilme durumlarından (%34) duydukları tatmin bu araştırmada elde edilen sonuçlara benzer olarak düşük orandadır.
Çizelge 1. Bireylerin Finansal Yönetim Süreci ve Finansal Durumlarından Duydukları Tatmin (N: 273) Finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin
Çok tatmin edici
Tatmin edici Sayı %
Kararsızım
Tatmin Hiç tatmin edici değil edici değil
Sayı
%
Sayı %
Sayı
%
Sayı %
1.Para yönetimine ilişkin uygulamalar
28
10.3
85 31.1
48
17.5
3
1.1
109 39.9
2.Yaşam düzeyi
23
8.4
114 41.8
31
11.4
8
2.9
97 35.5
3.Tasarruf edebilme düzeyi
98
35.9
51 18.7
17
6.2
2
0.7
105 38.5
4.Borçsuz kalabilme yeteneği
63
23.1
87 31.9
24
8.8
18
6.6
81 29.7
5.Borçları geri ödeyebilme
16
5.9
115 42.1
35
12.8
39 14.3
68 24.9
6.Varlık düzeyi
59
21.6
63 23.1
23
8.4
1
0.4
127 46.5
7.Para ile ilgili konuları tartışabilme isteği
30
11.0
82 30.0
72
26.4
8
2.9
81 29.7
8.Acil harcamaları karşılayabilme yeteneği
23
8.4
112 41.0
32
11.7
12
4.4
94 34.4
9.Doğru finansal kararlar alabilme yeteneği
28
10.3
91 33.3
68
24.9
10
3.7
76 27.6
10.Uzun vadeli ekonomik amaçlara ulaşabilme 48
17.6
62 22.7
52
19.0 100 36.6
11
4.0
Çizelge 2. Finansal Yönetim Süreci ve Finansal Durumdan Duyulan Tatminin Cinsiyet ve Yaşa Göre t-Testi Sonuçları Finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin 1.Para yönetimine ilişkin uygulamalar
Cinsiyet N X Kadın 143 2.71
S 1.00
2.Yaşam düzeyi
Erkek Kadın
130 2.76 143 3.02
1.08 1.06
3.Tasarruf edebilme düzeyi
Erkek Kadın
130 2.89 143 2.05
1.15 1.10
4.Borçsuz kalabilme yeteneği
Erkek Kadın
130 2.16 143 2.73
1.11 1.32
5.Borçları geri ödeyebilme
Erkek Kadın
130 2.66 143 3.44
1.29 1.16
6.Varlık düzeyi
Erkek Kadın
130 3.25 143 2.36
1.15 1.06
7.Para ile ilgili konuları tartışabilme isteği
Erkek Kadın
130 2.33 143 2.92
1.07 1.03
8.Acil harcamaları karşılayabilme yeteneği
Erkek Kadın
130 2.75 143 3.13
1.08 1.10
9.Doğru finansal kararlar alabilme yeteneği
Erkek Kadın
130 2.85 143 2.93
1.13 1.10
10.Uzun vadeli ekonomik amaçlara ulaşabilme
Erkek Kadın
130 2.91 143 2.55
1.06 1.16
Erkek
130 2.65
1.10
t
Yaş ≤35
N 141
X S 2.79 1.054
36≤ ≤35
132 141
2.67 1.039 2.96 1.098
36≤ ≤35
132 141
2.94 2.09
1.12 1.09
36≤ ≤35
132 141
2.11 2.61
1.12 1.36
36≤ ≤35
132 141
2.78 3.37
1.24 1.18
36≤ ≤35
132 141
3.31 2.26
1.15 1.08
36≤ ≤35
132 141
2.43 2.88
1.05 1.06
36≤ ≤35
132 141
2.80 3.10
1.06 1.14
36≤ ≤35
132 141
2.86 2.96
1.10 1.06
36≤ ≤35
132 141
2.88 2.60
1.09 1.16
36≤
132
2.58
1.11
3.073
0.069
3.144*
1.102
0.505
0.134
0.033
1.599
0.092
0.166
0.005
0.158
0.815
0.333
0.683
0.299
0.001
1.063
0.142 Sd; 270
t
0.510
* p<0.05
Ocak-Şubat-Mart 2007
61
3.2.2. Finansal davranışlar Finansal davranışlara ilişkin olarak, bireylerin yarısından biraz fazlası uzun ve kısa vadeli finansal amaçlarını belirleyebilmekte(%55.3), alışveriş yaparken kredi olanaklarını ve finansal hizmetleri karşılaştırmakta(%53.8), finansal açıdan kontrol edilmesi gereken çok fazla konu olduğunu düşünmektedirler(%50.2). Bireylerin sabit olmayan harcamalar için ne kadar harcayacağını bilme(%46.2), ekonomik durumu kontrol edebilme (%45.4) ve bir bütçe ya da harcama planı izleme gibi(%45.4) finansal davranışları gerçekleştirme düzeyi birbirine yakındır. Bireylerin “harcamalarımı kaydetme sistemim iyidir”(%40.7), “ani alışverişler yaparım, doğru olduğunu düşündüğüm ürünleri satın alırım”(%38.8), “kredi kartı harcamalarını dengede tutarım”(%38.1) tutum cümlelerine kesinlikle katılma düzeyleri çok yüksek değildir. Bu nedenle bireylerin çoğunluğunun faturalarını zamanında ödeyemedikleri(%62.3),her ay kredi kartı harcamalarının tamamı için ödeme yapamadıkları(%60.4), hatta yaklaşık yarısının(%50.9) her ay kredi kartına minumumdan fazla ödeme için para ayıramadıkları anlaşılmaktadır. Diğer yandan bireylerin yaklaşık yarısı (% 50.9) tasarruf yapmanın sıkıcı olduğunu düşünmekte ve günlük yaşamayı tercih etmektedirler. Bir aydan daha fazla süre ile bütçelerinin dengesiz olduğu fikrine katılanların oranı %39.9’dur. Ayrıca acil ve beklenmeyen durumlar için para ayıranların(%36.3), ekonomik durumlarını değiştirmek için gerekli değişiklikleri yapabilenlerin(%35.2), aylık harcamalarını karşılayabilmek için yeterli paraya sahip olduğunu düşünenlerin(%35.2), uzun vadeli amaçlara ulaşabilmek için her hafta ya da her ay düzenli olarak tasarruf yapanların (%24.9,%37.0) oranı düşüktür. Bireylerin %34.1’i emeklilik dönemi için
62 Ocak-Şubat-Mart 2007
para ayırma fikrine katılmakta, %25.6’sı ise bu konuda karasız olduklarını belirtmektedirler (Çizelge 3). Cinsiyet değişkenine göre, kadınların ekonomik durumlarını geliştirmek için gerekli değişiklikleri erkeklere kıyasla daha çok gerçekleştirebildikleri (p<0.05), erkeklerin ise kadınlara kıyasla faturalarını zamanında ödeyebildikleri (p<0.001) belirlenmiştir. Yaş değişkenine göre; 35 ve daha küçük yaş grubundaki bireylerin, 36 ve daha büyük yaş grubundaki bireylere oranla uzun vadeli amaçlara ulaşabilmek için her hafta ya da her ay düzenli olarak tasarruf yaptıkları (p<0.05), bir bütçe ya da harcama planı izledikleri(p<0.001), kredi kartı harcamalarını dengede tutabildikleri (p<0.05), finansal açıdan kontrol edilmesi gereken çok fazla konu olduğunu düşündükleri (p<0.05) belirlenmiştir (Çizelge 4). Çopur ve Şafak’ın (2003) yaptıkları araştırmada ailelerin %59.5’inin her zaman harcama planı yaptıkları, öğrenim düzeyi arttıkça harcama planı yaptığını belirtenlerin oranının azaldığı, ayrıca ailelerin ekonomik konularda bazen kayıt tuttukları (%40.3) belirlenmiştir. Godwin ve Carroll (1986) ise eşlerin başarılı kaynak yönetimi için bütçe yaptıklarını, tasarruf için para ayırabildiklerini, bütçe yapmanın ve tasarruf etmenin önemine inandıklarını saptamışlardır. O’Neill, Bristow ve Brennan (1999) da bireylerin faturalarını zamanında ödeyebildiklerini (%65.7), harcama planı yaptıklarını(%49.0), finansal amaçlar oluşturabildiklerini (%47.4) belirlemişlerdir. Buna karşın aile ile ilgili harcamaları azaltmakta (%39.1) ve uzun vadeli amaçlar için para tasarrufu yapmakta (% 34.7) zorlandıkları da saptanmıştır.
Çizelge 3. Bireylerin Finansal Davranışları (N: 273) Kesinlikle katılıyorum
Kesinlikle Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum katılmıyorum
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
1. Ekonomik durumumu kontrol ettiğimi düşünüyorum.
124
45.4
56
20.5
12
4.4
29
10.6
52
19.0
2. Düzenli olarak tasarruf yapmak sıkıcıdır, günlük yaşamayı tercih ederim.
43
15.8
139
50.9
56
20.5
29
10.6
6
2.2
3. Uzun ve kısa vadeli finansal amaçlarım vardır (konut, otomobil sahibi olma, emeklilik vb.).
151
55.3
28
10.3
13
4.8
10
3.7
71
26.0
4. Uzun vadeli amaçlara ulaşabilmek için her hafta ya da her ay düzenli olarak tasarruf yaparım.
68
24.9
101
37.0
47
17.2
37
13.6
20
7.3
5. Aylık harcamalarımı karşılayabilmek için yeterli paraya sahibim.
96
35.2
80
29.3
39
14.3
33
12.1
25
9.2
6. Sabit olmayan harcamalar için ne kadar harcayabileceğimi bilirim.
126
46.2
45
16.5
14
5.1
61
22.3
27
9.9
7. Bir bütçe ya da harcama planı izlerim.
124
45.4
66
24.2
11
4.0
37
13.6
35
12.8
8. Bir aydan fazla süre ile bütçem dengesiz olabiliyor.
76
27.8
109
39.9
26
9.5
40
14.7
22
8.1
9. Harcamalarımı kaydetme sistemim iyidir.
111
4 0.7
68
24.9
19
7.0
42
15.4
33
12.1
10. Alışveriş yaparken kredi olanaklarını ve finansal hizmetleri karşılaştırırım.
147
53.8
36
13.2
12
4.4
22
8.1
56
20.5
11. Her ay kredi kartına minumumdan daha fazla ödeme yaparım.
86
31.5
20
7.3
19
7.0
9
3.3
139 50.9
12. Ekonomik durumumu geliştirmek için gerekli olan değişiklikleri yapabilirim.
96
35.2
72
6.4
11
4.0
30
11.0 103 37.7
13. Her ay kredi kartı harcamalarımın tamamını öderim.
56
20.5
19
7.0
23
8.4
10
3.7
14. Kredi kartı harcamalarını dengede tutarım.
104
38.1
25
9.2
11
4.0
30
11.0 103 37.7
15. Faturalarımı zamanında öderim.
82
30.0
8
2.9
4
1.5
9
3.3
170 62.3
16. Ani alışverişler yaparım, doğru olduğunu düşündüğüm ürünü satın alırım.
106
38.8
53
19.4
20
7.3
37
13.6
57
20.9
17. Finansal açıdan kontrol edilmesi gereken çok fazla konu olduğunu düşünüyorum.
137
50.2
28
10.3
5
1.8
27
9.9
76
27.8
18. Acil ve beklenmeyen harcamalar için para ayırırım.
99
36.3
60
22.0
23
8.4
43
15.8
48
17.6
19. Emeklilik dönemi için para ayırırım.
48
17.6
93
34.1
70
25.6
41
15.0
21
7.7
Bireylerin finansal davranışları
165 60.4
Ocak-Şubat-Mart 2007
63
Çizelge 4. Finansal Davranışların Cinsiyet ve Yaşa Göre t-Testi Sonuçları Bireylerin finansal davranışları 1. Ekonomik durumumu kontrol ettiğimi düşünüyorum.
Cinsiyet N Kadın 143
X S 3.52 1.10
Erkek Kadın
130 143
3.58 1.17 2.21 1.03
Erkek Kadın
130 143
2.37 1.03 3.91 1.03
Erkek Kadın
130 143
3.85 1.07 2.69 1.18
Erkek Kadın
130 143
2.68 1.27 2.94 1.21
Erkek Kadın
130 143
2.98 1.30 3.41 1.06
Erkek Kadın
130 143
3.39 1.00 3.46 1.12
Erkek Kadın
130 143
3.33 1.07 2.87 1.16
Erkek Kadın
130 143
2.81 1.16 3.39 1.12
Erkek Kadın
130 143
3.12 1.19 3.75 1.08
Erkek Kadın
130 143
3.70 1.04 4.08 1.25
Erkek Kadın
130 143
4.15 1.15 3.23 1.15
Erkek Kadın
130 143
3.30 1.05 4.25 1.21
14. Kredi kartı harcamalarını dengede tutarım.
Erkek Kadın
130 143
4.12 1.33 4.04 1.12
15. Faturalarımı zamanında öderim.
Erkek Kadın
130 143
3.90 1.07 4.62 0.70
Erkek Kadın
130 143
4.34 0.91 3.54 1.20
Erkek Kadın
130 143
3.41 1.23 4.06 0.92
Erkek Kadın
130 143
3.76 1.01 2.53 1.24
Erkek
130
2.43 1.26
2. Düzenli olarak tasarruf yapmak sıkıcıdır, günlük yaşamayı tercih ederim. 3. Uzun ve kısa vadeli finansal amaçlarım vardır (konut, otomobil sahibi olma, emeklilik vb.). 4. Uzun vadeli amaçlara ulaşabilmek için her hafta ya da her ay düzenli olarak tasarruf yaparım. 5. Aylık harcamalarımı karşılayabilmek için yeterli paraya sahibim. 6. Sabit olmayan harcamalar için ne kadar harcayabileceğimi bilirim. 7. Bir bütçe ya da harcama planı izlerim.
t
Yaş ≤35
N 141
X 3.57
S 1.16
36≤ ≤35
132 141
3.52 2.24
1.12 1.02
36≤ ≤35
132 141
2.33 3.94
1.03 1.08
36≤ ≤35
132 141
3.80 2.74
1.03 1.31
36≤ ≤35
132 141
2.61 2.90
1.13 1.28
36≤ ≤35
132 141
3.02 3.35
1.22 1.08
36≤ ≤35
132 141
3.44 3.25
0.98 1.20
36≤ ≤35
132 141
3.54 2.72
0.97 1.20
36≤ ≤35
132 141
2.98 3.22
1.11 1.21
36≤ ≤35
132 141
3.30 3.70
1.10 1.12
36≤ ≤35
132 141
3.76 4.14
1.00 1.21
36≤ ≤35
132 141
4.10 3.31
1.20 1.12
36≤ ≤35
132 141
3.23 4.11
1.09 1.35
36≤ ≤35
132 141
4.24 3.84
1.20 1.18
36≤ ≤35
132 141
4.10 4.46
0.99 0.89
36≤ ≤35
132 141
4.52 3.55
0.73 1.27
6≤ ≤35
132 141
3.38 3.89
1.16 1.03
36≤ ≤35
132 141
3.95 2.31
0.91 1.26
36≤
132
2.65
1.23
0.441
0.031
0.573
0.229
0.113
0.738
0.974
8.025*
1.298
1.317
0.268
1.067
0.482 8. Bir aydan fazla süre ile bütçem dengesiz olabiliyor. 9. Harcamalarımı kaydetme sistemim iyidir.
15.324**
0.484
1.912
1.299 10. Alışveriş yaparken kredi olanaklarını ve finansal hizmetleri karşılaştırırım. 11. Her ay kredi kartına minumumdan daha fazla ödeme yaparım. 12. Ekonomik durumumu geliştirmek için gerekli olan değişiklikleri yapabilirim. 13. Her ay kredi kartı harcamalarımın tamamını öderim.
2.289
0.412
2.389
1.539
0.017
3.116*
0.178
0.019
2.380
0.488
6.518*
7.094** 16. Ani alışverişler yaparım, doğru olduğunu düşündüğüm ürünü satın alırım. 17. Finansal açıdan kontrol edilmesi gereken çok fazla konu olduğunu düşünüyorum. 18. Emeklilik dönemi için para ayırırım.
1.926
0.895
0.540
2.473
3.400*
0.113 Sd: 270
* P< 0.05 ** p<0.01
64 Ocak-Şubat-Mart 2007
t
0.001
3.2.3. Kredi yönetimi Araştırma kapsamına alınan bireylerin yaklaşık tamamının kredi kartı bulunmaktadır(%98.2).Yalnızca beş kişi(%1.8) kredi kartı olmadığını belirtmiştir. Kredi kartı olan bireylerin % 42.1’inin iki, %31.5’inin ise bir kredi kartı olduğu belirlenmiştir. Bireylerin çoğunluğu(%72.5) aynı zamanda birden fazla kredi kartı kullanmanın rahat olmadığını düşünmektedirler. Bireylerin çoğunluğu (%84.2) kredi kartından yaptıkları harcamalar için zamanında düzenli olarak geri ödeme yapabildiklerini belirtmektedirler. Araştırma verilerinin toplandığı tarihte (Ocak-Kasım 2005) bireylerin çoğunluğunun otomobil(%85.7) ve konut (%88.6) kre-
disi ödemesi bulunmadığı saptanmıştır(Çizelge 5). Sangsutieree ve Lown (1994) Tayland’da bireylerin büyük çoğunluğunun (%88.7)aylık faturalarını kredi kartı ile ödediklerini, kredi kartını uygun olduğu ve taksit olanağı sağladığı için kullandıklarını, kredi kartı kullanımına ilişkin bilgilerinin orta düzeyde olduğunu bulmuşlardır. Hira (1987) ise ailelerin bir bölümünün otomobil kredisi (%42) ve kredi kartı ödemesi (% 33.0)olduğunu, nakit para olmadığında satın alma işleminin kolay olması nedeni ile kredi kartı kullanmayı tercih ettiklerini(%51.0),kredi kartını hem temel, hem de lüks ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıklarını (%51.0) ve ailelerin kullandıkları ortalama kredi kartı sayısının üç olduğunu saptamıştır.
Çizelge 5. Bireylerin Kredi Yönetimine İlişkin Davranışları Kredi yönetimi
Evet
Hayır Sayı
Sayı
%
1. Kredi kartınız var mı?
268
98.2
5
1.8
2.Aynı zamanda bütün kredi kartlarını kullanmanın rahat olduğunu düşünüyor musunuz?
75
27.5
198
72.5
3.Kredi kartından yaptığınız harcamaların tamamını zamanında düzenli olarak geri ödeyebiliyor musunuz?
230
84.2
43
15.8
4. Şu anda otomobil kredisi ödemeniz var mı?
39
84.2
234
85.7
5. Şu anda konut kredisi ödemeniz var mı?
31
11.4
242
88.6
3.2.4.Risk yönetimi Araştırma kapsamına alınan bireylerin risk yönetimi süreçleri incelendiğinde; büyük çoğunluğunun özel sağlık (%97.1) ve yaşam sigortasının (%85.0), çocuklarının özel sağlık (%95.2) ve yaşam sigortasının (%92.3), eşlerinin özel sağlık(%94.9) ve yaşam (%89.7) sigortasının olmadığı görülmektedir. Ülke koşullarında çalışan her bireyin SSK, bağkur ve
%
emekli sandığı gibi resmi risk güvencesi olduğu bilinmektedir. Bu nedenle bireylerin risk yönetimi için özel sağlık ya da yaşam sigortasına yeterince kaynak ayırmadıkları ya da buna tahsis edebilecekleri yeterli ekonomik kaynağa sahip olmadıkları düşünülebilir. Hira (1987)Amerika Birleşik Devletleri’nde ailelerin büyük çoğunluğunun otomobil, sağlık, yaşam ve konut sigortası olduğunu bulmuştur.
Çizelge 6. Bireylerin Risk Yönetimine İlişkin Davranışları Risk yönetimi Sayı
Evet %
Hayır Sayı
1. Genel sağlık sigortanız var mı?
8
2.9
265
97.1
2. Özel yaşam sigortanız var mı?
41
15.0
232
85.0
3. Eşinizin özel yaşam sigortası var mı?
28
10.3
24.5
89.7
4. Çocuk/ çocuklarınızın özel yaşam sigortası var mı?
14
5.1
259
94.9
5.Çocuk/ çocuklarınızın özel yaşam sigortası var mı?
21
7.7
252
92.3
6.Çocuk/ çocuklarınızın özel sağlık sigortası var mı?
13
4.8
260
95.2
%
Ocak-Şubat-Mart 2007
65
3.3.Öz-saygı Öz-saygı, bireyin kendine, yaptıklarına ve yapabileceklerine inanmasıdır. Bireyin kendisi hakkında neler duyumsadığı ve iyi yapabildiği şeylerin olduğunu bilmesidir. Öz-saygı, bireyin güvenli bir gruba (aile) ait olduğunu bilmesi ve geleceğe güven duymasıdır (Watkins 1988).Öz-saygı bireylerin inanç, davranış ve tutumları açısından belirleyici bir güç olabilir. Bu nedenle bireyin kendisine ilişkin algıları finansal tercihleri ve davranışlarını da ortaya koymaktadır. Günümüze değin yapılan bazı araştırmalarda (Beek 1988, Hira ve Mugenda 1999) öz-saygı ile finansal davranışlar ve tutumlar, para yönetimine ilişkin uygulamalar arasındaki ilişki irdelenmeye çalışılmıştır. Bu araştırmada da finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin, finansal davranışlar ile öz-saygı arasındaki ilişkiyi ortaya koyabilmek için bireylerin öz-saygı düzeylerinin incelenmesine ihtiyaç duyulmuştur. Araştırma kapsamına alınan bireylerin %60.4’ü birçok iyi özellikleri olduğunu düşünmekte, ancak %59.0’u “birey olarak değerli olduğumu hissediyorum, en azından diğerleri ile eşit düzeydeyim” fikrine kesinlik-
le katılmamaktadırlar. “Bazı şeyleri yapabilme yeteneğine çoğu insan kadar sahibim” fikrine bireylerin yarısından fazlası(%53.8) kesinlikle katılmamakta, %40.3’ü ise kesinlikle katılmaktadırlar. Bireylerin yaklaşık yarısının “genellikle başarısız bir birey olduğumu hissetme eğilimindeyim(-)” fikrine kesinlikle katılmadıkları, buna karşın %33.7’sinin kesinlikle katılıyorum yanıtını verdikleri belirlenmiştir. Bireylerin yarısına yakını(%50.2) “zaman zaman yararsız olduğumu düşünüyorum(-)” fikrine kesinlikle katılmamakta, %47.6’sı genel olarak kendilerinden memnun olduklarını belirtmektedirler. “Kendim hakkında olumlu tutumlara sahibim” fikrine kesinlikle katılan ve kesinlikle katılmayanların oranı yaklaşık aynıdır(%45.4,%45.1). “Kendime daha fazla saygım olsaydı(-)” fikrine bireylerin %45.4’ü kesinlikle katılmamaktadırlar. “Zaman zaman hiç mükemmel olmadığımı düşünüyorum (-)” fikrine bireylerin %38.8’inin kesinlikle katılmadıkları, %28.9’unun ise kesinlikle katıldıkları belirlenmiştir. “Kendimle gurur duyacak çok fazla şeyim olduğunu düşünmüyorum(-)” fikrine ise kesinlikle katılanlar %29.3, kesinlikle katılmayanlar %34.4 oranındadır (Çizelge 7).
Çizelge 7.Bireylerin Öz-Saygılarına İlişkin Algıları Kesinlikle katılıyorum
Kesinlikle Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum katılmıyorum
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
1. Birey olarak değerli olduğumu hissediyorum, 77 en azından diğerleri ile eşit düzeydeyim.
28.2
16
5.9
2
0.70
17
6.2
2. Birçok iyi özelliklerim olduğunu düşünüyorum.
165
60.4
96 35.2
-
-
12
4.4
3. Genellikle başarısız bir birey olduğumu hissetme eğilimindeyim. (-)
92
33.7
14
5.1
5
1.8
23
8.4
193 50.9
4. Bazı şeyleri yapabilme yeteneğine diğer insanlar kadar sahibim.
110
40.3
5
1.8
5
1.8
6
2.2
147 53.8
5. Kendimle gurur duyacak çok fazla şeyim olduğunu düşünmüyorum. (-)
80
29.3
39 14.3
43
15.8
17
6.2
94 34.4
6. Kendim hakkında olumlu tutumlara sahibim. 124
45.4
6
2.2
3
1.1
17
6.2
123 45.1
7. Genel olarak kendimden memnunum.
130
47.6
12
4.4
1
0.4
19
7.0
111 40.7
8. Kendime daha fazla saygım olsaydı.(-)
80
29.3
30 11.0
10
3.7
29 10.6
124 45.4
9. Zaman zaman yararsız olduğumu düşünüyorum. (-)
75
27.5
35 12.8
7
2.6
19
7.0
137 50.2
10.Zaman zaman hiç mükemmel olmadığımı düşünüyorum. (-)
79
28.9
41 15.0
14
5.1
33 12.1
106 38.8
Öz-saygı
66 Ocak-Şubat-Mart 2007
Sayı %
Sayı
%
161 59.0 -
-
Cinsiyet değişkenine göre, kadınların birey olarak değerli olduğunu hissetme (p<0.01), birçok iyi özellikleri olduğunu düşünme (p<0.01) ve kendine saygı duyma (p<0.01) konularında erkeklere kıyasla daha yüksek puanlara sahip oldukları, bunun da istatistiksel açıdan anlamlı olduğu bulunmuştur.
me((p<0.01), kendine saygı duyma (p<0.01), yararlı bir birey olduğunu düşünme (p<0.01), mükemmel olduğunu düşünme (p<0.01) gibi konularda daha yüksek puana sahiptirler. Ortalamalar arasındaki bu farklılık istatistiksel açıdan da anlamlı bulunmuştur(Çizelge 8).
Yaş değişkenine göre, 35 ve daha küçük yaş grubunda olanların, birey olarak değerli olduğunu hissetme (p<0.05),bazı şeyleri yapabilme yeteneğine sahip olma(p<0.05) konularında 36 ve daha büyük yaş grubundaki bireylere kıyasla daha yüksek puana sahip oldukları saptanmıştır. 36 ve daha büyük yaş grubunda olanlar ise başarılı bir birey olduğunu hisset-
3.4. Finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin, finansal davranışlar ile öz-saygı arasındaki ilişki Bu bölümde finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin, finansal davranışlar ile özsaygı arasındaki ilişkinin belirlenmesi için pearson korelasyon analizi sonuçları yorumlanmıştır.
Çizelge 8.Öz-saygıya İlişkin Algıların Cinsiyet ve Yaşa Göre t-Testi Sonuçları Öz-saygı
Cinsiyet
N
X
S
1. Birey olarak değerli olduğumu hissediyorum, en azından diğerleri ile eşit düzeydeyim.
Kadın
143
4.56
0.73
Erkek
130
4.20
1.02
Kadın
143
4.11
1.35
2. Birçok iyi özelliklerim olduğunu düşünüyorum. 3.Genellikle başarısız bir birey olduğumu hissetme eğilimindeyim. (-) 4. Bazı şeyleri yapabilme yeteneğine diğer insanlar kadar sahibim.
N
X
S
141
4.47
0.78
36≤
132
4.30
1.00
≤35
141
3.91
1.41
Erkek
130
3.57
1.45
36≤
132
3.80
1.44
Kadın
143
4.35
0.86
≤35
141
4.18
1.07
36≤
132
4.36
0.77
≤35
141
4.53
0.65
36≤
132
4.31
0.90
≤35
141
3.45
1.45
36≤
132
3.60
1.50
≤35
141
4.32
0.76
36≤
132
4.30
0.79
≤35
141
4.26
0.76
36≤
132
4.22
082
≤35
141
3.00
1.29
36≤
132
4.14
0.97
≤35
141
3.95
1.22
36≤
132
3.98
1.18
≤35
141
3.66
1.28
36≤
132
3.98
1.18
1.361
1.976 Erkek
130
4.17
1.02
Kadın
143
4.52
0.72
8.056**
1.346 4.32
0.84
5.Kendimle gurur duyacak çok fazla şeyim Kadın olduğunu düşünmüyorum. (-) Erkek
143
3.73
1.50
Kadın
4.008*
0.091 130
3.32
1.40
143
4.41
0.83
0.045
0.008 Erkek
130
4.20
0.71
Kadın
143
4.38
0.69
0.072
0.02 8. Kendime daha fazla saygım olsaydı. (-)
Erkek
130
4.08
0.86
Kadın
143
4.27
0.95
0.072
16.467** 9.Zaman zaman yararsız olduğumu düşünüyorum. (-) 10. Zaman zaman hiç mükemmel olmadığımı düşünüyorum. (-)
Erkek
130
3.75
1.28
Kadın
143
4.22
1.11
130
3.97
1.17
Kadın
143
3.93
1.23
* P< 0.05
3.695*
1.019 Erkek
Sd: 270
15.760**
0.236 Erkek
130
3.70
1.24
t 6.495*
13.567**
130
7. Genel olarak kendimden memnunum.
Yaş ≤35
12.348**
Erkek
6. Kendim hakkında olumlu tutumlara sahibim.
t
4.978*
** p<0.01
Bireylerin öz-saygı düzeyleri yükseldikçe, finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duydukları tatminin arttığı (p<0.001), finansal yönetime ilişkin daha
olumlu davranışları benimsedikleri(p<0.001) istatistiksel analiz sonuçları ile belirlenmiştir. Bu bulgu; kişisel gelişim kapsamında değerlendirilen ve çocuk-
Ocak-Şubat-Mart 2007
67
luktan başlayarak aile ve yakın çevrenin etkisi ile kazanılan öz-saygının finansal yönetim süreci, finansal durumdan duyulan tatmin ve finansal davranışlar üzerinde etkili olduğunu açıklamaktadır (Çizelge 9). Hira ve Mugenda (1999) bu araştırmanın bulgularına benzer olarak, öz-saygı düzeyi yüksek olan bireylerin finansal durumlarından daha çok tatmin duyduk-
larını, gelecekteki finansal durumları açısından iyimser olduklarını belirlemişlerdir. Beek (1988) para ile öz-saygı arasındaki ilişkiyi belirlemek amacı ile yaptığı çalışmada, paranın bireyler için güç, başarı, saygı ve refah anlamına geldiğini ve parayı kendilerini geliştiren, varlıklarını artıran bir araç olarak gördüklerini bulmuştur.
Çizelge 9. Finansal Yönetim Süreci ve Finansal Durumdan Duyulan Tatmin, Finansal Davranışlar ile Öz-saygı Arasındaki İlişki Öz-saygı
Finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin
finansal davranışlar
Öz-saygı
0.285**
0.322**
P
0.000
0.000
N
273
273
** P <0.001 Sonuç ve öneriler Bireylerin finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duydukları tatmin, finansal davranışlar, kredi ve risk yönetimi süreçleri ile öz-saygı düzeylerini belirlemek; finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin, finansal davranışlar ile öz-saygı arasındaki ilişkiyi ortaya koyabilmek amacı ile planlanan ve yürütülen bu araştırmada; finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duyulan tatmin ile finansal davranışlara ilişkin birçok konuda değerlendirmelerin cinsiyet ve yaş değişkenlerine göre farklılık göstermediği bulunmuştur. Bireylerin öz-saygı düzeyleri yükseldikçe, finansal yönetim süreci ve finansal durumdan duydukları tatminin arttığı, finansal yönetime ilişkin daha olumlu davranışları benimsedikleri belirlenmiştir. Öz-saygı düzeyinin finansal yönetime ilişkin uygulamaları etkilediği açıktır. Öz-saygının geliştirildiği ve finansal davranışların benimsendiği en önemli yer ailedir. Finansal yönetime ilişkin uygulamalar aile ortamında bireye kazandırılır ve nesilden nesile aktarılan öğrenilmiş davranışlar olarak süregelir. Çocuklukta ya da gençlik döneminde öğrenilmiş bu davranışlar, gelecekte tasarruf ve yatırım, kredi, risk ve para yönetimi gibi finansal davranışları şekillendirmektedir. Bu nedenle anne ve babaların bireylerin kendi becerilerini geliştirebilecekleri, yetenekleri, kaynaklarını en iyi şekilde kullanabilecekleri ve açık iletişimin sağlanabildiği bir aile ortamı oluşturmaları gereklidir.
68 Ocak-Şubat-Mart 2007
Bu açıdan anne babaların bilinç ve bilgi düzeylerini arttırabilecek uygulanabilir eğitim programlarının düzenlenmesi hem anne babaların kendileri hem de çocukları için yararlı olabilir. Kaynaklar 1.Beek,R.W. 1988.Processing and extended self.Journal of Consumer Research.15:139-162. 2.Çopur,Z., Şafak, Ş. 2003. Ailede gelirin kullanımına ilişkin karşılaşılan problemlerin İncelenmesi.Aile ve Toplum.5(2):7-13. 3.Davis,E.P.,Schumm, W.R. 1987.Savings behaviour and satisfaction with savings:Acomparision of low-and high income groups.Home Economics Research Journal.15(4):247-387. 4.Godwin, D.D., Carroll,D.D.1986.Financial management and behaviour of husband and wives. Journal of Consumer Studies and Home Economics.10(1):7796. 5.Gönen E.,Özgen Ö.2001.Aile Ekonomisi.Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayın No:1517.Ankara. 6.Hira,K.T.1987 Satisfaction with Money management:Practices among dual-earner households.Journal of Home Economics.Summer. 7.Hira, K.T. 1997.Financial attitudes, beliefs and behiviours:differences by age.Journal of Consumer Studies and Home Economics.21:271-290. 8.Hira, K.T.,Mugenda O.M. 1999.The relationship between self-worth and financial beliefs, behaviour, and satisfaction.Journal of Family and Consumer Sciences.91(4):76-82.
9.Makela,C.,Punjavat,T.,Olson,G.1993.Consumers’ credit cards and international students.Journal of Consumer Studies and Home Economics.17:173-186.
13.O’Neill,B. 2002.Twelve key components of financial wellness.Family and Consumer Sciences. 94(4):5358.
10.Morgan,J.N.,Duncan,G.J.1980. The Economics of Personal Choice.John Wiley& Sons,Canada.
14.Rosenberg,M. 1965.Society and the Adolescent SelfImage.Princeton,New Jersey University Press.
11.Moven,J.C. 1987.Consumer Behaviour. Mac Millian Pub.Comp. New York.
15.Sangsutiseree,W.,Lown J.M.1994.Credit card use and knowledge in Thailand.Journal of Consumer Studies and Home Economics.18:355-365.
12.O’Neill,B.,Bristow, B.,Brennan, P. 1999.Changing financial behaviour:Implications for family and consumer sciences professionals.Journal of Family and Consumer Sciences.91(4):43-48.
16.Watkins, D. 1988.Components of self-esteem of children from deprived cross- cultural background.Social Behaviour and Personality.16(1):31-34.
Ocak-Şubat-Mart 2007
69
Medya ve Toplumsal Cinsiyet Alg›s› ‹çin Elefltirel Bir Perspektif
• Arş. Gör. Murat ALTUN*
Özet Bu metin, temelde Türk medyasında kadın kimliğinin inşa edilmesinde kullanılan mekanizmaları incelemektedir. Fakat, yayın boyunca toplumsal cinsiyet verili bir kimlik unsuru olarak değil, sosyal ve kültürel ilişkiler içerisinde üretilen ve bu ilişkileri yeniden üreten bir yapı olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda, RTÜK yayın kuralları ile görsel ve yazılı basından yayın ilkeleri incelenerek kadın kimliğinin inşasında cinsel imgelerin ne derece kullanıldığı tartışılmaktadır. Yine de, bu süreçte işleyen mekanizma sanılanın aksine kadın imgesini metalaşmanın sonucu değil, aksine eril iktidarsızlığının semptomu ve onun arzu-nesnesi olarak kavramsallaştırmaktadır. Böylece, görsel eleştiri bağlamında feminist kuram için de yeni bir perspektif imkanı sağlanabilir. Anahtar Kelimeler: Medya, toplumsal cinsiyet, görsel cinsiyet algısı, radikal feminizm.
Abstract This article fundamentally strives to scrutinize the mechanisms adopted during the processes of woman identity construction in Turkish media channels. Yet, throughout the text gender is not considered as a given, but rather as a construction formed out from social and cultural interrelations which simultaneously reproduces them in reciprocity. In this respect, examining RTÜK broadcasting rules and principles embraced by visual and published media, the degree of how woman images utilized are discussed. But nevertheless, the mechanism working during this process is not conceptualized as the result of woman images’ commodification, but as the symptom of masculine impotence and its desire-object. Thus, a new perspective might also be acquired in terms of feminist theory within the framework of visual analysis. Key words: Media, gender, visual sexual perception, radical feminizm.
* Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi.
Ocak-Şubat-Mart 2007
71
Cinsiyetin sadece biyolojik, dolayısıyla verili bir farklılık olduğu yönündeki hakim inanışın olumsuzlanması feminist mücadelenin ve onun özünde yer alan cinsiyet ayrımcılığının bertaraf edilmesinin temel kalkış noktalarından biri olagelmiştir. Bu niteliksel gelişmenin Batı dünyasında toplumsal hareketler içindeki ayrışma ile 1960’lar ve 1970’lerde, gelişmekte olan ülkelerde ise bu tarihlerdeki ulusal-sol çizgideki hareketlerle ve takip eden yıllardaki artık kendi adına ortaya çıkan feminist dalgayla gerçekleştiğini iddia etmek mümkündür. Bu çağdaş literatür kadınlık durumunun ve kadın olma halinin verili bir biyolojik gerçeklik olmadığını, aksine sosyal ve kültürel bir kurgu olduğu yönündeki eleştirilerini keskince sıralamıştır.1 Kabaca özetlemek gerekirse, kimliğin kurulmasında ya da ona atfedilen anlamlarda temel kabul edilen “farklılığın” algılanması ne bir doğal duruma ne de biyolojik bir temele dayanmaktadır. Tam tersine bu anlamlar evrensel bir kabulden ziyade tarihsel olarak inşa edilen sosyal ve kültürel süreçlerin bir sonucudur. Ki, Joan Scott bunu radikal bir önerme ile “erkek” ve “kadın”ın boş ve fazlalık barındıran kategoriler olduğunu iddia etmektedir: boş çünkü sonlu ya da aşkın anlamları yoktur; fazlalık barındıran çünkü sabitlenmiş gibi gözükseler de hala alternatif, inkar edilmiş ya da bastırılmış tanımları barındırabilirler.2 Nitekim bu iki cinsel kimliğin evrensel anlamda yoklukları – ki bu tarihsel olarak varolabildiklerini iddia etmek demektir – onların siyaseten kullanabilirliklerini, yani iktidar söylemleri için kategorize edilebilirliklerini ve yeniden kurulabilirliklerini ima etmektedir. Yeniden Scott’ı takip etmeye devam edersek, bu durum toplumsal cinsiyetin iktidar ilişkilerinin ortaya konulmasında en önemli yol olduğu gerçekliğine varmaktadır: İktidarın kurulmasında toplumsal cinsiyet başat bir role sahiptir çünkü toplumsal cinsiyete dair göndermeler iktidarın dağılımını tahsis eder, ki bu aynı zamanda maddi ve sembolik kaynaklar üzerinde kontrol ya da bunlara ulaşma demektir.3 Böylece temel olan kadınlık durumunun güç ve iktidar ilişkile-
ri bağlamında dışlanması ve bastırılmasından ziyade bir toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin sürekli yeniden inşa edilmesidir. Bu noktada görsel medya ve medyada yer alan kadın imgesinin kurgulanış biçimleri, hem bu iktidarın dağılımına hem de bu hiyerarşinin gerek gündelik hayatta gerekse siyasa oluşturmada bilinçaltındaki ayrımcı cinsiyet rollerinin kurgulanmasını teşvik etmektedir. Bu çalışma da ilk önce RTÜK’ün cinsiyet ayrımcılığına karşı önlemleri olup olmadığını, varsa bunların etki ve boyutlarını tartışmayı; ikinci olarak da basılı ile görsel medyada kurgulanan kadın imgesini, buradan hareketle de – görsel – metalara değişim değeriyle beraber atfedilen bir “kadın değeri”nin varlığını ileri sürmeyi amaçlamaktadır. 1983 yılında, “milli siyasete uygun ilkeleri tespit etmek, görev esaslarının gözetim, denetim ve uygulanmasını yapmak amacıyla”4 kurulan Radyo Televizyon Yüksek Kurulu (RYÜK), 1969’tan 1994’te kadar sadece devlet tekelinde olan televizyon ve radyo yayınlarını denetleyen ve yayın akışına dair hükümleri ve kuralları yürüten bir yapı olarak işlev görmekten ziyade, TRT program içeriklerine müdahale yetisine sahip bir kurumdu. Basit bir tespitle kırılma noktasının, yani yayın ilke ve kurallarının yürütülmesinin esas anlamda 1991’de fiilen, 1993’ten sonra da yasayla yayına başlayan özel televizyon kanallarıyla gerçekleştiğini ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Bu tarihler arasında yasal bir zemini olmadan yayın yapan özel radyoların ve hepsinin kapatılmasından sonra başlayan sivil tepki dalgasını belirtmeden geçmemek gerekmektedir. Sivil yayıncılığın bu şekilde sancılı bir süreçle Türkiye’nin gündelik hayatına girmesi sadece iletişim kanallarının çoğalması değil, RYÜK denetiminde tekel olan televizyon yayıncılığının toplumsal cinsiyet anlayışının da ciddi anlamda farklılaşması demekti. Özel televizyon yayıncılığına kadar TRT yayınlarında kadın kimliği cumhuriyet ideolojisini taşıyacak, önce-
1 Toplumsal cinsiyetin sosyal ve kültürel bir kurgu olduğu yönünde çarpıcı argümanlar için; bkz, Judith Butler, Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity (London: Routledge, 1990). ve Judith Lorber, Paradoxes of Gender (New York: Yale University, 1994), s. 13-37. 2 Joan Wallach Scott, Gender and the Politics of the History (New York: Columbia University, 1988), s. 49. 3 Aktaran “Final Report of Activities of the Group Specialists on Mainstreaming,” Gender Mainstreaming (Strasbourg: Council of Europe, 1998) içinde. 4 Ulusal Mevzuat (RTÜK, 2005 2006]); http://www.rtuk.gov.tr adresinden ulaşılabilir.
72 Ocak-Şubat-Mart 2007
likle anne ve aile unsurudur. Bu niteliğinin oluşturulması için hazırlanan programlardaki kadın görüntüleri, Nilüfer Timisi’nin de ifadesiyle “anne, eş ve Cumhuriyet’e bağlı modern Türk kadınına aittir.”5 Vatandaşlık söylemine göre biçimlenmiş ve onu biçimlendiren bu kadınlık kurgusunun özel yayıncılıkla beraber kökten bir dönüşüme uğraması bilindiği gibi patriarşik nitelilikler içeren modernist/milliyetçi vatandaşlık söyleminin kurgularının adeta içini boşalttı. 1980’lerde, bilhassa artık feminist boyutu iyice güçlenen kadın hareketinin de yadsınamaz etkisiyle bu modernist/milliyetçi kadın söyleminin etkisi ciddi anlamda sarsıldı; fakat daha özgürleştirici bir kadınlık hala görünürde yoktu. Burada özel televizyonları başka bir formatla önceleyen özel basılı medyanın toplumsal cinsiyete dair yarattığı yeni imgelem(ler)in gücü göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Bahsi geçen modernist/milliyetçi söylemin özel alanı, yani evi kendisine yer biçen kadınsallık basılı medyada daha sık görünür hale geldi. Nurdan Gürbilek’in hatırlatmasıyla sadece görüldüğü kadarıyla var olan bir gösteriye dönüşen cinsiyet görüngüleri dahil, eskiden bastırılan kimlik fazlalıkları artık arzı endam edebilmekteydiler.6 Daha da çarpıcı olan RYÜK’ün önceki işlevine benzer bir işleyişi bu yeni medya biçimine işletmeye çalışmasıydı. 1994’de özel televizyon ve radyo yayıncılığının tamamen yeni ve yasal bir zemin kazanmasıyla, Kurul’un tabiriyle “... teknolojik gelişmeler ve iletişim alanına giren yeni girişimcilerle, özel radyo ve televizyonların yurt içine yönelik yayınları 1990’lı yıllarda bu alanın yeniden düzenlenmesini zorunlu hale getirmiştir.”7 Bu nedenle 1994 yılında, 3984 sayılı kanunla yayıncılık üzerindeki devlet tekeli kaldırılmış ve Yüksek Kurul yerine yetki ve sorumlulukları genişletilmiş bağımsız kamu kuruluşu Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) kurulmuştur. Fakat daha önce de belirtildiği gibi RTÜK’ün, RYÜK’ün kendine biçtiği milli siyasete uygun yayın anlayışını “genel ahlak, Türk toplum ve aile yapısı” adına adeta replike ederek
sürdürmesi 1990’lı yılların televizyon yayınlarının kapatılması ile hatırlanır hale gelmesine vesile olmuştur. Bu sansürcülük boyutunu aşamayan yayın kontrolü ilkesi de 2002 yılındaki 4756 sayılı yasa değişikliği ile sağlanabilmiştir. Medyada yeni toplumsal cinsiyet algılanışına yönelik dikkate alınması elzem bir içerik barındıran bu değişiklikle, yayın durdurmadan evvel başka yaptırım biçimleri öngörülmekteydi. Her hangi bir yayının ceza alması ve bunu tekrarlaması durumunda kanal kapatılmasından ziyade RTÜK tarafından hazırlanan/hazırlatılan programların yayınlanması yaptırımını içeren bu yasaya göre: “yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına Üst Kurulca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlakî gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Türk dilinin güzel kullanımı ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanır”8 (vurgu benim) bendi kanunla uygulanır hale getiriliyordu. Burada, modernist/milliyetçi söylemin cinsiyet körü perspektifi zaten aşikarken, cinsiyeti (seks) yeni kodlarla tüketilebilir bir hale getiren 1980 yayıncılığının cinsiyet ayrımcı zihniyeti, “kadın hakları”nın bir ceza müeyyidesi konusu haline getirilmesiyle adeta tersten olumlanmaktadır. 4756 kanunla değişik 3984 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun”da yer alan yayın ilkeleri başlığı altındaki 4. maddenin d bendi uyarınca “İnsanların dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması” gibi açık uçlu olmayan kesin buyruklu hükme rağmen, uygulamalar bir yana bu bend ile çelişen hükümler barındıran maddeler de mevcuttur. Örneğin, 2005 tarihli 5378/37 yasa ile değişik “Kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi”9 (vurgu benim) bendi ilk bakışta yayıncılıkta cinsiyet ayrımcılığının önüne geçme kaygısıyla yasaya eklenmiş etkisi barındırsa
5 Nilüfer Timisi, Medyada Cinsiyetçilik (Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, 1996), s. 30. 6 Nurdan Gürbilek, Vitrinde Yaşamak (İstanbul: Metis, 2001). 7 Ulusal Mevzuat. 8 Ibid. 9 3984 Sayılı Radyo Ve Televizyonların Kuruluş Ve Yayınları Hakkında Kanun (2005 2006]); http://www.rtuk.gov.tr adresinden ulaşılabilir.
Ocak-Şubat-Mart 2007
73
da; kadın kimliğinin ancak “güçsüzlük, çoçukluk ve özürlülük gibi,” en otoriter metin olan yasalarda muhtaçlık ve tam akli ehliyete sahip olmama gibi tanımlarla beraber okunan kelimelerle beraber anılması, bilinçaltı düzeyinde toplumsal cinsiyete dair basmakalıp fikirlerin medya tarafından yeniden üretilmesine dolaylı bir katkıdır. Farklı bir çelişkili durum da “Özel hayatın gizliliğine saygılı olunması” maddesinde de bulunmaktadır. Türk iletişim yaşamında 1980 ile başlayan değişimle özel hayatın – tabi özelden kasıt cinsel arzu ile kuşatılmış haberler yaratma becerisini de kapsamaktadır – kamusalda yer alması ve bununla ciddi bir iletişimtüketicisi yaratılmasına rağmen, yasasının özel hayatın bu niteliğini göz ardı etmesi, “ailenin korunması” vurgusu olarak özel hayatın korunması, yasanın ruhuna adeta sinmiş gözükmektedir. Ki, Judith Williamson’ın fotoğraf’a – bir noktaya kadar görsel ürüne – dair yaptığı uyarıyla, yani özele ait olan fotoğrafın, görsel malzemenin seyirci ile konu arasındaki yakınlık ve özdeşleşmeyi garanti edebilme de resmi (formel) bir basın fotoğrafından çok daha başarılı olduğu savıyla10 okunması durumunda, bu maddenin, cinsiyet imgesinin medyada yer alış formuna ve onun yol açtığı ayrımcılığa dair pek de bir şey söylemediği aşikar olacaktır. Fotoğrafın ve görselin bu güçlü etkisine geçmeden önce, X Medya Grubu* yayınlarının basın ilkelerine kısa da olsa değinmekte fayda var. Ana-akım, hakim medya yayınları ve grupları içerisinde X Grubunun kanun metinleri detaycılığına ve benzeşikliğini barındıran tek yayıncılık ilkelerine sahip grup olduğu kolaylıkla söylenebilir. “Kurumsal Yönetim ve Yayın İlkeleri” başlığı altında yer alan “Yayınlarda hiç kimse ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi veya ilişkisi, dini inançları, fiziki kusurları veya yaşı nedeniyle aşağılanamaz ve kınanamaz” maddesi yukarıda RTÜK yasası gibi çelişkili bir yapı arz etmektedir.11 Bu çelişkinin ilk bo-
yutu ilkelerin müteakip “. . . genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı yayın yapamaz” maddesinde yer alan muhafazakar nitelik, bir önceki maddedeki “cinsiyeti. . . ilişkisi” bağlamında erkek kimlikle beraber anıldığında var olan bir kimliği, kadınlığı kollama belirtisi taşımaktadır. Keza, RTÜK yasasının 4. maddesinin (t) bendinde yer alan “yayınların müstehcen olmaması”12 ilkesi de aynı X Grubu’nun birbirleriyle çelişen ilgili ilkellerinde olduğu gibi toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa karşı değil, “ancak aile içinde ya da ilişki anında erkek varlığıyla var olan” tutucu bir savunuya yöneliktir. Şaşırtıcı olmayacak biçimde RTÜK’e gelen yayın şikayetleri içerinde cinsellik ve erotizmin yüksek oranı, kadına yönelik ayrımcı ya da kadın imgesinin istismarına yönelik tepki olarak değil de, bahsedilen tutucu cinsiyet ayrımcılığı eksenindedir; zira diğer yüksek şikayet konuları da “ahlaka aykırı hareket ve davranış,” “genel ahlaka aykırılık,” “toplumun manevi değerlerine aykırılık,” başlıkları altında sınıflandırılmaktadır.13 Bu noktada şikayet almada bu konuların bu kadar çok yer tutması bu programların bir şekilde yüksek oranda izlendiği gerçeğini de ortaya koymaktadır. Çarpıcı nokta, arzu nesnesi ve özdeşleşebilinecek bir nesne olarak yeniden kurulan kadın imgesinin hem bu kadar talep görmesi hem de “aile içinde uysal anne-kadın” imgesini tahrip ettiği için de aynı tüketici-izleyiciden tepki görmesi tam da ideolojinin çelişkili yapısını arz etmektedir. Ki bu X Medya Grubu örneklerinde görüleceği gibi çelişkinin diğer boyutunu ortaya koymaktadır. Her ne kadar yayın ilkelerindeki cinsiyet ayrımcılığının muhafazakar veçheler barındırdığını ortaya koymuş olsak da, uygulamada X Grubuna ait A, B, kısmen C ve farklı bir boyutuyla D gazeteleri de bir arzu-nesnesi kadın imgesi yaratarak satış miktarlarını ve müşteri ilgisini yukarda tutmaya çalışmaktadır. Hatırlanması gereken bu yeni, modernist/milliyetçi olmayan fakat erotik ve tutuculuğu çarpık bir şekilde
10 Judith Williamson, “Famliy, Education, Photography (1986),” Culture/Power/History: A Reader in Contemporary Social Theory, ed. Geoff Eley Nicholas B. Dirks, and Sherry B. Ortner (Princeton, New Jersey: Princeton University, 1994) içinde, s. 243. 11 Kurumsal Yönetim Ve Yayın İlkeleri (2004 2006]); http://www.dmc.com.tr adresinden ulaşılabilir. * Medya Gruplarının adlarını zikretmeme gayesi ile metin boyunca X, Y, Z gibi harfler kullanılacaktır. 12 3984 Sayılı Radyo Ve Televizyonların Kuruluş Ve Yayınları Hakkında Kanun. 13 2002 Yılında Radyo Ve Televizyon Yayınlarına İlişkin Şikayetlerin http://www.rtuk.gov.tr adresinden ulaşılabilir.
74 Ocak-Şubat-Mart 2007
Konulara
Göre Dağılımı (2003 2006]);
birleştirdiği ölçüde ticari anlamda “başarılı” sayılabilecek kadın imgesinde, özdeşlenilenin arzulanan-kadın görseli değil, arzu-duyan kadının haz anı olduğudur. Böylece arzu-duyan kadın hem metalaşarak libidinal etki yaratmakta hem de bu “kendi arzusunu kendi eline alma haliyle” tekinsiz bir arzunun nedeni ve tutucu bir kıskançlığın vesilesi olmaktadır. Bilhassa A’nın suç haberleri sayfasında “ünlü tecavüz mağdurlarının” en şuh halleriyle arzu endam etmeleri, hem onların bu durumdan keyif aldıklarını hem de başlarına gelenleri hak ettikleri gibi bir algı yaratmaktadır. Ki bu fotoğrafın ve görselin sanılanın aksine bir etki yarattığının açık ifadesidir. Benzer bir çarpıcı örneği de, izlerini X Grubu’nun T, Y Grubu’nun K ve C Grubu’nun H dergilerinin satış artırma politikalarında arayan İrfan Aktan’ın yazısında görmek mümkündür.14 Bu üç dergi içerik ya da kapaktaki haber başlığıyla alakası olmayan kısmen çıplak ya da bahsettiğimiz arzu-eden nesne kadın imgesi kullanarak satışlarını ortalama yirmi binli rakamlara çıkarmayı başarmışlardır; ki haftalık dergisinin editörü bu durumu “. . . H’nin amacı öncelikle. . . 20 binlik satışlar. Ve bunun için çok kaliteli haberler yapmak yetmez” ifadesiyle açıklamaktadır.15 Böylece, aslında hakim iletişimin tüketime yönelik bir meta yaratma olduğunu ayan beyan ortaya koyan bu kendindemüstehcen ifade kadın imgesini kullanarak erotikleştirilen ürünü pazarlamanın olmazsa olmazı olduğunu da ifşa etmektedir. Bu durum tam da iletişim kanallarıyla erotize edilerek pazarlanabilir/tüketilebilir hale gelen kadın imgesinin, yani “kadın değerinin,” aslında erotiksizleştiğini ifade eden Alain Touraine’in eleştirisiyle örtüşmektedir; yani, buradaki vurgu kadın öznelliği üzerinden kurulma anlamında kişiliğin ve kimliğin iletişim-metası tarafından çalındığı hissidir.16 Bu şekilde medyada arzu-eden kadın şekli ya da Türk medya kanallarında sıklıkla karşılanıldığı şekliyle şiddetin maktulü “mağdur şey,” toplumsal cinsiyetin yarısına atfedilen zayıflık ve ikincillik halini çarpıtmaktadır. Bu ideolojik konumlanım içinde artan oranda iletişim sektöründe istihdam edilen kadın çalışan-
lar da dahil edildiğinde durumun ehemmiyeti ortaya çıkmaktadır. Bu da ana-akım hakim medyanın terbiye edilmesi yönünde reformizm kadar, bağımsız feminist medya kanallarının ortaya çıkmasının ve çoğalmasının medyadaki her türlü cinsiyetçi unsurların azaltılması için şarttır.
Bibliografya 2003. 2002 Yılında Radyo ve Televizyon Yayınlarına İlişkin Şikayetlerin Konulara Göre Dağılımı. http://www.rtuk.gov.tr . (giriş 2006). 2005. 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş Ve Yayınları Hakkında Kanun. http://www.rtuk.gov.tr. (giriş 2006). “Final Report of Activities of the Group Specialists on Mainstreaming.” Gender Mainstreaming. Strasbourg: Council of Europe, 1998 içinde. 2004.
Kurumsal Yönetim Ve Yayın http://www.dmc.com.tr. (giriş 2006).
İlkeleri.
2005. Ulusal Mevzuat. RTÜK, http://www.rtuk.gov.tr. (giriş 2006). Aktan, İrfan. “Üç Büyük Dergiden Örneklerle Medyanın Kadına Bakışı: Memenizi Gösterin Sinyorita, Yoksa Küserim.” Express, no. 59 (Mart 2006). Butler, Judith. Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity. London: Routledge, 1990. Gürbilek, Nurdan. Vitrinde Yaşamak. İstanbul: Metis, 2001. Lorber, Judith. Paradoxes of Gender. New York: Yale University, 1994. Scott, Joan Wallach. Gender and the Politics of the History. New York: Columbia University, 1988. Timisi, Nilüfer. Medyada Cinsiyetçilik. Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, 1996. Touraine, Alain. “Dersimiz Sosyal Biyoloji, Konumuz Erotiksizleştirme.” Express, no. 59 (Mart 2006). Williamson, Judith. “Famliy, Education, Photography (1986).” Culture/Power/History: A Reader in Contemporary Social Theory, derleyenler Geoff Eley Nicholas B. Dirks, ve Sherry B. Ortner. Princeton, New Jersey: Princeton University, 1994 içinde.
14 İrfan Aktan, “Üç Büyük Dergiden Örneklerle Medyanın Kadına Bakışı: Memenizi Gösterin Sinyorita, Yoksa Küserim,” Express, no. 59 (Mart 2006). 15 Ibid. 16 Alain Touraine, “Dersimiz Sosyal Biyoloji, Konumuz Erotiksizleştirme,” Express, no. 59 (Mart 2006)
Ocak-Şubat-Mart 2007
75
Gazetelerde Meme Sa¤l›¤› ile ‹lgili Haberlerin ‹ncelenmesi
• Araş. Gör. Esma ÖZŞAKER • Araş. Gör. Arzu Özcan İLÇE
• Araş. Gör. Yelda Candan DÖNMEZ • Prof. Dr. Alev DIRAMALI
Özet Toplumların sağlık konusunda bilgi kaynaklarından biri yazılı basındır. Yazılı kitle iletişim araçlarından olan günlük gazeteler toplumların sağlık konularında bilgilendirilmelerinde en önemli kaynaklardan biridir. Gazetelerde yer alan meme sağlığı ile ilgili haberler konusunda bir ön bilgi elde etmek için planlanan bu araştırmanın amacı, meme sağlığı ile ilgili haber kaynaklarını ve konularını saptamak, haber içeriklerini bilimsel yönden değerlendirmek ve topluma kazanımlarını incelemektir. Araştırma kapsamına 2004 yılında online olarak yayınlanan ve tirajı (net satış) en yüksek olan gazetelerde meme sağlığı ile ilgili yer alan haberler alınmıştır. Araştırmanın sonucunda; 166 haber incelenmiş olup, meme ile ilgili haberlerin % 43.4’ünün gazetenin sağlık köşesinde yer aldığı, gazetelerde yer alan meme ile ilgili haberlerin % 32.5’inin muhabir veya ajanslar, % 30.7’sinin uzman doktor kaynaklı olduğu, basında yer alan meme ile ilgili haberlerin % 47.6’sının bilime uygun olduğu, haberlerin % 79.5’inin toplumu bilgilendirici nitelikte olduğu görülmektedir. Araştırmanın sonucunda, yazılı kitle iletişim araçlarından olan gazetelerde meme ile ilgili haberlere yeterince yer verilmediği, çok az haberin kaynağının sağlık personeli olduğu belirlenmiştir.
Abstract Examination of Information About Breast Health in Newspapers One of the sources for health information in the community is the written press. The daily newspapers, one of the tools of mass communication media, are the most important source for informing the public about health subject. The purpose of this research, which was planned for obtaining the foremost information on the subject of news about breast cancer in newspapers, was to establish the topics and sources for news about breast cancer, to evaluate the content of news from a scientific viewpoint, and to examine the benefits for the public. Newspapers that had the highest net sales and were available online in 2004 and had news about breast health were included in the research. At the conclusion of the research 166 news items were examined, 43.4% were in the newspaper’s health corner, 32.5% of the news articles about breast health in the newspapers were written by correspondents or agents, 30.7% were from specialist physicians, 47.6% of the news about breast health was appropriate information, and 79.5% had the quality of informing the public. The results of the research were that sufficient space had not been devoted to breast health in the mass communication print media, and that very little news was reported by health care personnel.
* Ege Üniversitesi, Hemşirelik Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı.
Ocak-Şubat-Mart 2007
77
GİRİŞ Kitle iletişim araçlarının, sağlığı ilgilendiren, “kültürlenme” süreci ile yakından ilişkisi vardır. Bu sürece katkısı olan araçlar içerisinde gazeteler, diğer kitle iletişim araçlarına oranla okuruna seslenmekte daha avantajlı özellik göstermektedir. Özel baskı ve bölümlerle her türlü okura hitap edebilecekleri için tercih nedeni olabilirler. Gazetelerde verilen alan haberlerinin/ sağlıkla ilgili haberlerin, verildiği şekilde birey tarafından yorumlanmaksızın geçerli bilgi olarak algılanması olasılığı vardır (1, 3, 4) Ülkemizde TC Sağlık Bakanlığı 1997 Sağlık İstatistiklerine göre kadınlar arasında meme kanseri 1995 ’te % 23,5 ile ilk sırada yer almaktadır. Meme kanserinden korunma ve erken tanı hakkında toplumun bilgilendirilmesi gerekmektedir. Toplumda daha hızlı ve daha çok kişiye ulaşan gazetelere bu konu ile ilgili önemli rol düşmektedir. Meme sağlığı ile ilgili haberlerin gazetelerde etkili ve yeterli sunuluşu ile yanlış ve yetersiz sunuluşu halkın bu konuyu algılamalarını doğru ya da yanlış doğrultularda etkileyebilmektedir (2, 5). Örneğin kanserli hastaların kendi kendine bakım, temeline dayanan tamamlayıcı ve alternatif tedavilerle ilgili bilgiyi çoğunlukla medyadan aldığı bildirilmektedir (7). Bu görüşten yola çıkarak gazetelerde yer alan meme sağlığı ile ilgili haberler konusunda bir ön bilgi elde etmek için planlanan bu araştırmanın amaçları şunlardır;
3. Meme sağlığı ile ilgili haberlerin gazetelerin daha çok hangi sayfalarında (sağlık köşesi, magazin, köşe yazısı, röportaj vb.) yayımlandıklarını saptamak
GEREÇ VE YÖNTEM Tanımlayıcı türde olan bu çalışma kapsamında 01 Ocak- 31 Aralık 2004 tarihleri arasında online olarak yayınlanan ve tirajı(net satış) en yüksek olan on gazetede meme sağlığı ile ilgili haberlerin incelenmesi planlanmıştır. Tirajı en yüksek on gazete sırası ile Posta, Hürriyet, Zaman, Sabah, Takvim, Milliyet, Fanatik, Akşam, Vatan ve Fotomaç gazeteleri bulunmuştur. Bu gazetelerin internet adreslerinden arşivlerine ulaşılarak “meme” anahtar kelimesi ile meme sağlığı ile ilgili haberler alınması planlanmıştır. Ancak Posta gazetesinin web sayfası olmadığından, Hürriyet gazetesinin 2004 arşivine ulaşılamadığından ve Akşam gazetesinin online arama arşivine ulaşılamadığından ve Fanatik, Fotomaç gazetelerinde de meme sağlığı konusunu içeren haberler yer almadığından bu gazeteler çalışma kapsamına alınmayıp geriye kalan beş gazetenin arşivi taranmıştır. Araştırmanın evrenini de (12x30x5) 1800 gazete oluşturmuştur. Tarama işleminin sonunda meme sözcüğünü içeren meme sağlığıyla ilgili 166 makale incelenmiştir.
1. Gazetelerde yer alan toplumun sağlık problemleri ve özellikle meme sağlığı ile ilgili konulara dikkat çekmek,
Veri toplamada haber metninin analizini yapmak için, araştırmacılar tarafından geliştirilen ve 9 sorudan oluşan bir içerik çözümleme yönergesi kullanılmıştır. Bu yönergede gazetenin adı, haberin tipi, anlatımında duygu tonu, kaynağı, içeriği, topluma kazanımı ve fotoğraf bulunma durumu, konuyla uygunluğu ve ele alınan konular incelenmiştir.
2. Meme sağlığı ile ilgili haber kaynaklarını ve konularını saptamak, haber içeriklerini bilimsel yönden değerlendirmek ve topluma kazanımlarını incelemek,
Verilerin değerlendirilmesinde, yönergenin uygulanması sonucu her haber kodlanmaya tabi tutulmuş; veriler sayı, yüzdelik ve Ki- kare istatistikleri kullanılarak SPSS 11.0 programında değerlendirmiştir.
78 Ocak-Şubat-Mart 2007
BULGULAR VE TARTIŞMA Tablo 1. Gazetelerde Yer Alan Meme Sağlığı İle İlgili Haberlerin Genel Özellikleri Gazete Adı Sabah Takvim Zaman Milliyet Vatan Haberin Tipi Magazin, Kültür Sanat Sağlık Köşesi Röportaj Köşe Yazısı / Makale Diğer(Kadın Belirsiz) Haberin Duygu Tonu Yansız Olumlu Olumsuz Karışık Haberin Kaynağı Uzman Doktor Diğer Sağlık Personeli Ajanslar / Muhabirler Belirsiz Yabancı Kaynak Hasta Kanserle Savaşım Derneği Haberin İçeriği Bilime Uygun Doğru Ama Yetersiz Abartılı/Sansasyonel Değerlendirilemiyor Bilimsel Değil Topluma Kazanımı Toplumu Bilgilendirici Toplumu Yanıltıcı Belirsiz Fotoğraf Var Yok Fotoğrafın Konuyla İlgisi Var Yok Konular Meme Kanseri Meme Rekonstrüksiyon Ameliyatları Protezler Meme Kanserinden Korunma / Beslenme Sosyal Destek
Sayı 108 15 11 17 15 Sayı 24 72 17 49 4 Sayı 84 56 12 14 Sayı 52 11 54 37 10 2 Sayı 79 50 23 11 3 Sayı 132 2 32 Sayı 132 34 Sayı 82 50 Sayı 68 21 8 61 8
Yüzde 65,1 9,0 6,6 10,2 9,0 Yüzde 14,5 43,4 10,2 29,5 2,4 Yüzde 50,6 33,7 7,2 8,4 Yüzde 31,3 6,6 32,5 22,3 6,0 1,2 Yüzde 47,6 30,1 13,9 6,6 1,8 Yüzde 79,5 1,2 19,3 Yüzde 79,5 20,5 Yüzde 62,1 37,9 Yüzde 41,0 12,7 4,8 36,7 4,8
Çalışma kapsamında meme sağlığı ile ilgili 166 haber incelenmiştir. Bu haberlerin % 65,1’i Sabah gazetesinde, % 9,0’ı Takvim gazetesinde, % 6,6’sı Zaman gazetesinde, %10,2’si Milliyet gazetesinde ve % 9,0’ı Vatan gazetesinde yer almıştır. Meme sağlığı ile ilgili haberleri, haber tipine göre incelediğimizde, % 43,4’ü sağlık köşesi, % 29,5’i köşe yazısı, % 14,5’i magazin, kültür-sanat % 10,2’si röportaj, % 2,4’ü ise diğer haber tipindedir. Buna karşın üreme sağlığı ile ilgili yapılan araştırmada haberlerin % 45.9 magazin ağırlıklı olduğu, sadece % 17.8’inin sağlık köşesinde yer aldığı belirtilmiştir. Basın ve Sağlık Haberleri konulu başka bir çalışmada da haberlerin % 52’sinin magazin ağırlıklı olduğu belirtilmiştir (4). İncelenen haberlerin % 50,6’sı yansız, % 33,7’si olumlu duygu tonunda yazılmıştır. Bunun yanı sıra haberlerin % 7,2’si olumsuz (hayatta kalım süresi, memenin kaybedilmesi..vb.) duygu tonunda yazılırken, % 8,4’ü karışık duygu tonunda yazılmıştır. Medyada çeşitli kanser türlerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada meme kanseri ile ilgili haberlerin % 92.0’ının erken tanı ile tedavisinin mümkün olduğu ve okuyucuya pozitif mesaj verdiği bulunmuştur. Akciğer kanseri ile ilgili yapılan çalışmada ise haberlerin % 67.0’ının okuyucuya negatif mesaj (sigara ile ilişkisi, düşük hayatta kalma oranı...vb.) verdiği belirtilmiştir (6). Gazetelerde yer alan meme ile ilgili haberlerin % 37,9’u uzman doktor ve diğer sağlık personeli tarafından, % 32.5’inin muhabirler tarafından hazırlandığı bulunmuştur. Üreme sağlığı ile ilgili yapılan çalışmada ise % 30.6’sının uzman doktor ve diğer sağlık personeli tarafından hazırlandığı buna karşın çoğunluğunun (% 51.6) ajanslar/ muhabir kaynaklı olduğu belirtilmiştir (4) . Benzer şekilde sağlıkla ilgili haberlerin incelendiği bir çalışmada da haberlerin yalnızca % 25.6’sının uzman doktor ve diğer sağlık personeli tarafından hazırlandığı daha çok haber kaynağının belirsiz olduğu belirtilmiştir (1). Haberleri içerik yönünden incelendiğinde % 47.6’sının bilime uygun (uzman kişi tarafından, epidemiyoloji, risk faktörleri, tanı ve tedavi ve kaynak belirtilerek hazırlananlar), % 30.1’inin bilime uygunluğu açısından yetersiz olduğu, % 13.9’unun sansasyonel/abartılı olduğu bulunmuştur. Sağlıkla ilgili haber-
Ocak-Şubat-Mart 2007
79
lerin incelendiği bir çalışmada da haberlerin yarıdan çoğu (% 53.9) bilime uygun, % 22.7’sinin doğru ama yetersiz olduğu ve % 17.8’inin abartılı olduğu belirtilmiştir(1).
özellikte olduğu, belirtilmiştir.
Araştırmamızda haberlerin çoğunluğunun (% 79.5) toplumu bilgilendirici özellikte olduğu ve gazeteler arası fark olmadığı (X2: 12.3 SD: P>0.05) saptanmıştır. Üreme sağlığı ile ilgili yapılan çalışmada da yine çoğunluğunun (% 76.4) toplumu bilgilendirici
Araştırmamızda haberlerin % 41.0’ında meme kanseri, % 36.7’sinde meme kanserinden korunma, %12.7’sinde meme rekonstrüksiyon ameliyatları, % 4.8’ sinde protezler ve % 4.8’sinde sosyal destek konuları ele alınmıştır.
Çalışmanın sonuçlarına göre haberlerin % 79,5’inin fotoğraflı olduğu ve fotoğraflardan % 62,1’inin konuyla ilgili olduğu saptanmıştır.
Tablo 2: Gazetelere Göre Haberlerin Genel Özellikleri Sabah Sayı % Haberin Kaynağı Uzman Doktor Diğ. Sağlık Personeli Ajanslar/ Muhabirler Belirsiz Yabancı Hasta Dernekler Haberin İçeriği Bilime Uygun Yetersiz Abartılı Değerlendirilemiyor Bilimsel Değil Haberin Konusu Meme Kanseri Korunma Rekonstrüksiyon Protez/ Silikon Sosyal Destek Haberin Tipi Magazin Sağlık Köşesi Röportaj Köşe Yazısı Diğer Haberin Duygu Tonu Yansız Olumlu Olumsuz Karışık Haberin Kazanımı Toplumu Bilgilendirici Toplumu Yanıltıcı Belirsiz
Milliyet Sayı %
Takvim Sayı %
Vatan Sayı %
Zaman Sayı %
30 10 33 29 6 0
27.8 9.3 30.6 26.9 5.6 0.0
8 1 3 5 0 0
47.1 5.9 17.6 29.4 0.0 0.0
6 0 9 0 0 0
40.0 0.0 60.0 0.0 0.0 0.0
3 0 4 3 4 1
20.0 0.0 26.7 20.0 26.7 6.7
5 0 5 0 0 1
45.5 0.0 45.5 0.0 0.0 9.1
51 35 15 7 0
47.5 32.4 13.9 6.5 0.0
12 4 0 1 0
70.6 23.5 0.0 5.9 0.0
3 10 1 1 0
20.0 66.7 6.7 6.7 0.0
7 0 7 0 1
46.7 0.0 46.7 0.0 6.7
6 1 0 2 0
54.5 9.1 0.0 18.2 0.0
53 26 21 2 6
49.1 24.1 19.4 1.9 5.6
3 14 0 0 0
17.6 82.4 0.0 0.0 0.0
6 8 0 1 0
40.0 53.3 0.0 6.7 0.0
4 4 0 5 2
26.7 26.7 0.0 33.3 13.3
2 9 0 0 0
18.2 81.8 0.0 0.0 0.0
5 49 11 42 1
4.6 45.4 10.2 38.9 0.9
0 19 1 0 0
0.0 94.1 5.9 0.0 0.0
13 1 0 1 0
86.7 6.7 0.0 6.7 0.0
4 6 4 1 0
26.7 40.0 26.7 6.7 0.0
2 0 1 5 3
18.2 0.0 9.1 45.5 27.3
45 45 11 7
41.7 41.7 10.2 6.5
10 5 0 2
58.8 29.4 0.0 11.8
11 4 0 0
73.3 26.7 0.0 0.0
12 0 0 3
80.0 0.0 0.0 20.0
6 2 1 2
54.5 18.2 9.1 18.2
84 1 23
77.8 0.9 21.3
14 0 3
82.4 0.0 17.6
14 0 1
93.3 0.0 6.7
10 0 5
66.7 0.0 33.3
10 1 0
90.9 9.1 0.0
80 Ocak-Şubat-Mart 2007
Haberin Kaynağı Haberin Türü Haberin Konusu Haberin Duygu Tonu Haberin İçeriği Haberin Kazanımı
: : : : : :
X2: 44 X2: 135.7 X2: 72.5 X2: 33.6 X2: 57.7 X2: 12.3
Gazetelere göre haberin kaynağı tablo 2’de incelediğinde anlamlı fark (X2: 44 SD:20 P<0.05) olduğu; Milliyet gazetesinde % 53.0, Zaman gazetesinde % 45.5, Takvim gazetesinde % 40.0, Sabah gazetesinde % 37.1, Vatan gazetesinde % 20.0 oranında uzman doktor ve diğer sağlık personeli tarafından hazırlandığı saptanmıştır. Gazetelere göre haberin konusu tablo 2’de incelendiğinde anlamlı fark (X2: 72.5 SD:16 P<0.05) olduğu; Milliyet (% 82.4), Zaman (% 81.8) ve Takvim (% 53.3) gazetelerinde daha çok meme kanserinden korunma, Sabah gazetesinde (% 49.2) daha çok meme kanseri ve Vatan gazetesinde (% 33.3) ise daha çok protez/silikon konusunda haberlerin yer aldığı görülmüştür. Gazetelere göre haberin tipi tablo 2’de incelendiğinde anlamlı fark (X2: SD:16 P<0.05) olduğu; Milliyet (% 94.2), Sabah (% 45.4), Vatan (% 40.0) gazetelerinde meme ile ilgili haberlerin daha çok sağlık köşesinde yer aldığı; Takvim (% 86.7) gazetesinde magazin ve Zaman (% 45.5) gazetesinde ise haberlerin köşe yazısı tipinde hazırlandığı görülmüştür. Gazetelerde yer alan meme ile ilgili haberlerin kaynağı ile bilimsel içeriği karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı fark olduğu saptanmıştır (X2: 51.5 SD: 20 P<0.005). Uzman doktor (% 67,3), diğer sağlık personeli (% 54,5) ve belirsiz yabancı kaynak (% 9,5) tarafından hazırlanan haberlerin bilime uygun olduğu, ajanslar veya muhabirler tarafından hazırlanan haberlerin (% 38,9) yetersiz olduğu ve hastalarla röportaj yapılarak hazırlanan haberlerin ise abartılı olarak hazırlandığı görülmüştür. Gazetelerde yer alan haberlerin kaynağı ile haberin konusu arasındaki ilişkiye baktığımızda gruplar arasında istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı fark (X2: 84.0 SD: 20 P<0.005) olduğu saptanmıştır. Uzman doktorların daha çok (% 50) meme kanserinden korunma konusunda, diğer sağlık personeli (% 63,6)
SD: SD: SD: SD: SD: SD:
20 16 16 16 16 8
P < 0.0 P <0.05 P <0.05 P <0.05 P <0.05 P >0.05
ve ajans/muhabirlerin (% 55,6) daha çok meme kanseri konusunda bilgi verdikleri ve hastalarla yapılan haberlerin ise daha çok protezler ve sosyal destek içerikli haberler olduğu görülmüştür. Gazetelerde yer alan haberlerin kaynağı ile haber tipleri arasındaki ilişkiye baktığımızda gruplar arasında istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı fark (X2: 100.7 SD: 20 P<0.005) olduğu saptanmıştır. Uzman doktor (% 53,8) ve belirsiz yabancı kaynak (% 67,6) haberleri daha çok sağlık köşesinde yer alırken, hasta haberleri (% 80) daha çok röportaj, ajans muhabir haberleri ise magazin veya köşe yazısı olarak yer almıştır.
SONUÇ VE ÖNERİLER İncelenen haberlerin yarıya yakınının sağlık köşesinde yer aldığı ve bilime uygun olduğu, yarısının yansız olduğu, üçte birinin uzman doktor ve sağlık personeli tarafından hazırlandığı, büyük çoğunluğunun toplumu bilgilendirici nitelikte ve meme kanserinden korunma ile ilgili haberlerin yetersiz olduğu saptanmıştır. Gazetelerde uzman doktor ve sağlık personeli tarafından hazırlanan haberlerin az olduğu buna karşın daha çok bilime uygun olduğu, meme kanserinden korunma konusu daha çok ele aldığı saptanmıştır. Toplumun bilinçlenmesinde önemli rolleri olan gazetelerin etkili ve yararlı olabilmeleri ile ilgili olarak şunlar önerilebilir: • Gazetelerin meme sağlığı ile ilgili haberlere daha çok yer vermeleri, • Gazetelerin meme ile ilgili haber kaynağı olarak konunun uzmanlarına daha çok yer vermeleri; çünkü mesaj konunun uzmanı tarafından verildiğinde hem doğru haber verilecektir, hem de bireyi etkileme düzeyi daha yüksek olacaktır.
Ocak-Şubat-Mart 2007
81
• Meme sağlığı, meme hastalıklarından korunma ile ilgili konulara daha fazla yer verilmesi • Sağlıkla ilgili haberlerde yayınlanmış araştırma sonuçlarına yer verilmesi, Bu yayınlarda: – Konunun epidemiyolojisi, konu hakkında bilinenler – Araştırmanın amacı – Ne yapıldığı, kimlere uygulandığı – Bütün riskleri – Sonuçları ve hasta ve toplum açısından sonuçların net olup olmadığı – Sonuçların tek başına yeterli olup olmadığı ve daha fazla araştırmaya ihtiyaç olup olmadığı konularına yer verilmesi, • Bu konuda daha ayrıntılı bilgi elde etmek için, tüm gazeteleri kapsayacak ve daha uzun süreli izlemin olduğu kapsamlı bir araştırma yapılması yararlı olacağı önerilmektedir.
82 Ocak-Şubat-Mart 2007
KAYNAKLAR 1. Pehlivan E., Genç M., Karaoğlu L., “Günlük gazetelerdeki sağlıkla ilgili haberlerin incelenmesi” IV. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi, 12-16 Eylül 1994, Didim, Bildiri Kitabı, 167-170 2. Cengiz M., Özsoy S.A., “Türkiye’de yayınlanan Tirajı en yüksek 6 gazetede hemşire ve hemşirelik le ilgili haberlerin incelenmesi”, Ege üniversitesi hemşirelik yüksekokulu mezuniyet tezi, İzmir, 2005 3. Bayık A., Türkistanlı E., Özsoy S., ve ark. “ Net Satışı (Tirajı) En Yüksek Dört Gzetedeki AIDS ile ilgili haberlerin Geriye Dönük (1997) İncelenmesi” IV. Ulusal AIDS ve V. Ulusal CİGH Sempozyumu, İzmir 1998. 4. Kavlak Ü.O., Saydam K.B., Demir Ü., “Gazetelerde Üreme Sağlığı” Sağlık ve Toplum, Yıl: 10, Sayı: 2, Nisan- Haziran 2000. 5. Crossing S., Lockwood S., Manaswicz R., “ Medics, media and mass confusion” Lancet, vol 363, February 7, 2004. 6. Blum D., Boerckel W., “ Survey of UK Lung Cancer media coverage 1999-2000 and 2003- 2004” Patient Advocacy, July 4, 2005. 7. Algıer L.A., Hanoğlu Z., Özden G., Kara F., “The Use of Complementary and Alternative (non- convenrional) Medicine in Cancer Patients in Turkey” Oncology Nursing, 9, 138-146, 2005
Sokaktakiler, Yaz›l› Bas›n ve Damgalama*
• Dr. Servet AKER** • Prof. Dr. Cihad DÜNDAR*** • Prof. Dr. Yıldız PEKŞEN***
Özet Bu çalışmada; ülke genelinde günlük yayınlanan gazetelerde, sokak çocukları ve sokakta çalışan çocuklar ile ilgili haberlerin değerlendirilmesi ve gazetelerin bu çocuklara yönelik tavırlarının saptanması amaçlanmıştır. Çalışma kapsamında, 19 Mayıs Üniversitesi Merkez Kütüphanesi ve Ankara Milli Kütüphane’de, 18 gazetenin Kasım 2004’e ait bir aylık nüshaları ekleriyle birlikte araştırmacılar tarafından taranmıştır. Gazetelerde, sokaktakilerle ilgili %83.7’si haber nitelikli, toplam 167 yazı saptanmıştır. Haber nitelikli yazılar içinde, adli haberlerin oranı %40.3’dür. Sokaktakilerin en sık madde bağımlılığı (%44.3) ile tanımlandığı, güneydoğudan göçün (%18.0) en sık neden olarak gösterildiği görülmektedir. Yazıların %24.0’ünde soruna çözüm bulunması gerektiği ifade edilmekte, sokaktakilerin hedef gösterilmemesi gerektiği ise ancak %0.6 yazıda kendine yer bulmaktadır. Yazılı basının; sokaktakileri etiketlemeden, gerçekçi çözüm önerilerinin tartışmalarına sayfalarını açarak, toplum desteğinin sağlanmasına ve çözüm yollarının aydınlatılmasına yardımcı olması gerektiği düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: Sokak çocukları, sokakta çalışan çocuklar, yazılı basın, gazete, damgalama
Abstract Street and Working Children, Written Press and Stigmatisation This study, aimed to evaluate the news’ about street and working children in daily newspapers around the country and determine the newspapers mode towards street and working children. In this study, 18 daily newspapers belonging to November 2004 at 19 Mayıs University Library and Ankara National Library were searched for the news’ about street and working children, and their mode towards the street and working children was tried to be determined. Of the 167 texts, 83.7% were in news characters and 40.3% were judicial news. It was seen that, street and working children were most frequently described as substance user (44.3%) and the most frequently reason was migration from the southeast of the country (48.0%). While, it was mentioned that a solution is needed for street and working children, only in 6.0% of them stressed that street children should not be seen an a target in the society. It’s thought that written press should open their pages to discuss the realistic solutions for street and working children and try to attract the public attention on this subject without labelling the children. Key Words: Street children, street working children, written press, newspapers, stigmatisation
** Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD. Uzmanlık Öğrencisi. *** Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD. Öğretim Üyesi. * IV. Ulusal Sokakta Çalıştırılan ve Yaşayan Çocuklar Sempozyumu’nda ( 16-17 Mayıs 2005 - Kırıkkale) Poster Bildiri Olarak Sunulmuştur.
Ocak-Şubat-Mart 2007
83
Giriş Sokak çocukları ile ilgili çalışmalarda, gerçek sokak çocuklarıyla, sokakta çalışan, gece olduğunda ailesinin yanına dönen çocukların ayrımını yapabilmek ve bir tanıma oturtabilmek her zaman kolay değildir. 1980’li yılların başında sokak çocukları, “gerçek evleri ailelerinin yanı olmaktan çok sokak olan, sorumlu yetişkinlerden herhangi bir koruma, denetleme ve yönlendirme almayan çocuklar” olarak tanımlanmıştır. UNICEF 1980’li yılların sonuna doğru deneyimlerinden yararlanarak “sokaktaki çocuklar” ve “sokağın çocukları” şeklinde bir ayrıma gitmiştir1. Sokaktaki çocuklar, ailesinden giderek daha az destek alan, ailenin geçim sorumluluğunu sokaklarda, pazarlarda çalışarak paylaşmak zorunda kalan çocuklardır. Bu çocuklar için, yaşadıkları evler, oyun, kültürel faaliyet ve günlük yaşam mekanları olmaktan çıkmıştır. Sokaklar bu çocukların günlük faaliyetlerde bulundukları mekanlara dönüşmüş olsa da, çoğu akşam evlerine dönmektedirler. Aile ilişkileri bir yandan bozuluyor olsa da, hala kesin olarak evlerine bağlıdırlar ve yaşamı hala ailelerinin bakış açısından görmeye devam ederler1. Sokağın çocukları, günlük geçimlerinin mücadelesini, ailelerinden hiçbir destek almaksızın, yalnız başlarına veren daha küçük bir gruptur. Evle olan bağlantıları kopmuştur, tümüyle ailesizdirler1. “Sokak çocukları”, “sokaktaki” ve “sokağın” derken anlatılmak istenen her zaman açık değildir. Ülkelere, bölgelere, kültürel yapıya hatta kişilere göre bu sözcüklere yüklenen anlamlar farklılıklar taşıyabilmektedir1. Bu çalışmada, “sokaktakiler” sözcüğü hem sokaktaki çocukları, hem de sokağın çocuklarını kapsayacak bir anlayışı tanımlamak için kullanılmıştır. 1980’li yıllarda, yapılan ilk araştırmalar, dünyada 80 ila 100 milyon sokak çocuğu bulunduğunu öne sürmektedir. Sokak çocukları normal çocuk nüfusun, Meksiko City’de %9’unu, Bangladeş’te %7’sini oluşturmaktadır. UNICEF raporuna göre, yine, tüm dünyada, ailesiyle bağlarını koparmış ve bir barınağa gereksinim duyan çocukların tüm dünya çocuk nüfusuna oranı, % 5 ilâ 10 arasındadır. Kalabalık nüfusuyla Hindistan’da sorun, kültürel faktörlerin de etkisiyle geniş boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Afrika’da so-
84 Ocak-Şubat-Mart 2007
kak çocukları sorunu yeni başlamasına rağmen, çocuk sayısının da hızla arttığı görülmektedir. Endüstrileşmiş ülkelerde de durum pek farklı değildir2. Ülkemizde yaşanan ekonomik ve kültürel değişim, pek çok sorunla birlikte, sokakta yaşayan ve çalışan çocuk sorununun da gündeme gelmesine neden olmuştur. Ülkemizde de, sokak çocukları, sokakta çalışan, sokakta yaşayan, dilenen ve madde bağımlısı olan çocuklar olarak alt gruplar oluşturmaktadır. Zamanla gruplar arasında geçişler ve kesişmeler görülmektedir. Ülkemizde, sokakta yaşayan veya çalıştırılan çocukların 2003 yılı Haziran ayı sonu itibariyle, toplam 23 872 olduğu belirtilmektedir3. Ancak bu sayı sadece kolluk kuvvetleri kayıtlarına geçmiş vakaları kapsamaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün; çocuk nüfusunun genel nüfusa oranı, gecekondularda yaşayan çocuk sayıları, büyük kentlerin gecekondularında yaşayan çocuk sayıları gibi veriler göz önüne alındığında, İstanbul’da 625 000 çocuğun, sokak çocuğu olma riskiyle karşı karşıya olduğundan bahsedilmektedir3. Sorun, dünyanın hemen her yerinde benzerlik göstermektedir. Gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde farklı nedenlerle çocuklar sokaklarda yaşamakta ya da çalışmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde sayının azalması sosyal kurumların katkısına, bu konuda hizmet veren kurumların artmasına ve katkısına bağlanmaktadır. Damgalama, sözcük olarak “yara, iz, işaret” anlamına gelmekle birlikte, daha çok “kara leke” anlamında kullanılmaktadır. Damga, bir kişi ya da grup için utanılması gereken bir durumun varlığı ya da normal dışı olarak, kabul edilemezliğin belirtisi olarak değerlendirilmektedir. Damgalama ile, damgalanan kişi ya da grubun farklı olduğu vurgulanır ve bu farklılık nedeniyle de damgalı kişilere bir çok olumsuz özellik atfedilir. Önce damgalanan ve ardından tüm olumsuzlukların atfedildiği bu kişiler daha sonra toplumdan uzaklaştırılır, yalıtılır, yok edilmek için çaba gösterilir ya da yok olması için kendi haline bırakılır. Damgalamanın amacı ve sonucu ayırmak ve dışlamaktır. Damgalama, etiketleme ile başlamakta, ayrımcılık ve dışlama ile sonlanmaktadır. Etiketleme olduğunda, etiketlenen kişinin kimliği ve özellikleri artık çok da önemli değildir. Toplum, etiketlenen bireyi
gerçek kimliği ve gerçek davranışlarından bağımsız olarak algılar ve tutumlarını buna göre düzenler4. Becker’a göre, toplumsal gruplar, oluşturdukları kurallara uymayanları dışarıdakiler olarak etiketler ve sapmayı yaratırlar. Gruplara ait kurallar, grup için uygun olan davranışı tanımlamaktadır ve bu kurallara uyulmaması bu kişiyi dışarıdaki yapmaya yetmektedir. Gruplara ait kurallar oluşturulurken, güce sahip olan kişilerin kararları belirleyicidir, ancak yine de kurallar grupla birlikte oluşturulur. Sonuçta sapma, kişilerin eylemlerinin bir niteliği değil, kuralların ve yaptırımların uygulanmasının sonucudur. Etiketin başarıyla uygulandığı kişi de sapmış olarak tanımlanır5. Damgalama kuramının Sosyolojideki öncüsü Goffman ise; damgayı “sahip olunan nitelikler ve toplumda kabul edilmiş değerler arasındaki özel bir ilişki biçimi” olarak tanımlamaktadır. Bu ilişki biçimi negatiftir ve toplumdaki kabul edilmiş değerlerle sahip olunan nitelikler uyuşmadığı zaman, damga ortaya çıkmaktadır6. Goffman; damgalanan bireye daha az değer verildiğini, bu etiketi taşıyan insanların daha az istenebilir olduğunu ve neredeyse insan gibi algılanmadığını ifade etmiştir7. Goffman, günlük söylemlerimizde bile özgün anlamından farklılaşmayan, sakat insan, gayri meşru çocuk, deli adam gibi damgalama sözcüklerini kullandığımızı belirtir. Bireylerin günlük söylemlerine dikkat ettiğimizde, genellikle kendisinin farklı ve güçlü olduğunu belirtmek istediğinde karşısındaki kişileri şu ya da bu şekilde etiketlediklerini ve onları ötekileştirdikleri görülebilmektedir. Goffman’a göre damga, güç gibi ilişkisel bir fenomendir. Damga, toplumlar ya da sosyal gruplar, cezalandırılması gerektiği konusunda fikir birliği ettikleri hoşnutsuzlukları başarılı bir biçimde ussallaştırıldıklarında ortaya çıkmaktadır. Bu tür bir ussallaştırma ya da etik gerekçeler, damgalanmış bireylerin tehlikeliliğini ve bayağılığını göstermek için kullanılan bir ideoloji ya da damga teorisidir6. Medya, belirli araçlar yardımı ile karşımıza bir dünya ve bu dünyaya ait imgeler ve görüntüler sunar. Dördüncü güç olarak anılan kitle iletişim araçları, güçlü bir ikna ve yönlendirme etkisine sahiptir. Bir anlamda dünyayı nasıl algılayacağımızı söyleyerek bizi yönlendirir, belli tutum ve davranış örüntülerinin yerleşiminde önemli rol oynar, bazen de tek belirleyici olabilir. Bu açıdan bakıldığında medyada verilen haberlerin dengeli, normal ve tarafsız olması beklenir.
Bu çalışmada; ülke genelinde, günlük yayınlanan gazetelerde yer alan, sokaktakiler ile ilgili haberlerinin değerlendirilmesi ve günlük gazetelerin sokaktakilere yönelik tavırlarının saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu çalışma, 19 Mayıs Üniversitesi Merkez Kütüphanesi ve Ankara Milli Kütüphane’de gerçekleştirilmiştir. Çalışma kapsamında, 18 gazetenin Kasım 2004’e ait bir aylık nüshaları ekleriyle birlikte araştırmacılar tarafından taranmıştır. Taranan gazeteler Posta, Hürriyet, Zaman, Sabah, Takvim, Vatan, Milliyet, Akşam, Türkiye, Gözcü, Yeni Şafak, Dünden Bugüne Tercüman, Star, Vakit, Cumhuriyet, Radikal, Milli Gazete ve Birgün gazetesidir. Türkiye’de günlük yayın yapan, spor gazeteleri ve özel amaçlı yayın yapanlar hariç, 30 gazete bulunmaktadır ve çalışmanın yapıldığı ay itibariyle bu gazetelerin toplam tirajı 4.060.000 /gün civarındadır. Çalışma kapsamına alınan gazetelerin toplam tirajı ise 3.675.000 /gün (%90.5)’dür8. İçinde sokak çocuğu, sokakta çalışan çocuk, sokaktakiler geçen haberler değerlendirmeye alınmıştır. Çocuk istismarı, çocuk hakları, aile içi çocuk şiddeti gibi konulardaki haberler, içinde yukarda belirtilen tanımlamalar yoksa çalışmaya dahil edilmemiştir. Yazıların değerlendirilmesi sonunda elde edilen veriler, içerik analizi tekniği ile, kategorize edilerek analiz edilmiştir. Bulgular: Bir aylık nüshaları taranan 18 günlük gazetede, sokaktakilerle ilgili 1’i karikatür, 166’sı haber, köşe yazısı ve uzman yazısı niteliğinde toplam 167 yazı saptanmıştır. Yazıların gazetelere göre dağılımı Tablo 1’de sunulmuştur. Çalışmanın yapıldığı ay içinde, en çok haber Posta ve Türkiye (%9.0) gazetelerinde yayınlanmıştır. Tüm yazıların 139 (%83.7)’u haber niteliklidir. Haber nitelikli yazılar içinde, adli haberlerin diğerlerine göre fazlalığı (%40.3) dikkat çekmektedir (Tablo 2). Tüm yazılar incelendiğinde; 23 (%13.8) yazıda sokaktakilere karşı işlenmiş ya da işlenebilecek suçlardan bahsedildiği, diğerlerinde ise sokaktakilerin işlediği ya da işleyebileceği suçlara yer verildiği görülmektedir. Sözü edilen 23 yazının, sadece 3
Ocak-Şubat-Mart 2007
85
Tablo 1. Sokaktakiler Hakkında Çıkan Yazıların Gazetelere Göre Dağılımı
Gazeteler* Posta Hürriyet Zaman Sabah Takvim Milliyet Vatan Akşam Türkiye Gözcü D.B. Tercüman Yeni Şafak Star Vakit Cumhuriyet**** Radikal Birgün Milli Gazete TOPLAM
Haber Sayı %** 12 80.0 9 90.0 7 87.5 10 76.9 3 60.0 4 80.0 – – 9 100.0 14 93.3 7 100.0 11 84.6 11 78.5 8 100.0 5 83.3 8 100.0 9 69.3 6 66.6 6 100.0 139 83.7
Yazılar Köşe Yazısı Say %** 3 20.0 1 10.0 1 22.5 3 23.1 2 40.0 1 20.0 2 100.0 – – 1 16.7 – – 2 15.4 2 14.2 – – – – – – 1 7.7 2 22.2 – – 21 12.7
Uzman Sayı – – – – – – – – – – – 1 – 1 – 3 1 – 6
Yazısı %** – – – – – – – – – – – 6.3 – 16.7 – 23.0 11.1 – 3.6
TOPLAM Sayı %*** 15 9.0 10 6.0 8 4.8 13 7.8 5 3.0 5 3.0 2 1.2 9 5.4 15 9.0 7 4.2 13 7.8 14 8.4 9 5.4 6 3.6 8 4.8 13 7.8 9 5.4 6 3.6 166 100.0
* Gazeteler günlük tirajlarına göre sıralanmıştır. ** Yüzdeler satır yüzdesidir. *** Yüzdeler sütun yüzdesidir **** 1 adet karikatür yayınlanmıştır.
Tablo 2. Sokaktakiler Hakkında Çıkan Haberlerin Dağılımı Haberin Niteliği / İçeriği
Sayı
%
Adli Haber
56
40.3
Bireysel veya Kurumsal Beyan
28
20.1
Rapor - Araştırma Sonuçları Sunumu
23
16.5
Yardım veya Faaliyet Haberi
18
13.0
Dernek – Proje - Komisyon Tanıtımı
14
10.1
139
100.0
TOPLAM
86 Ocak-Şubat-Mart 2007
25
20
Sayı
15
10
5
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 Günler Grafik 1. Sokaktakiler Hakkında Çıkan Yazıların Günlük Dağılımı (%13.1)’ünde başkalarının sokaktakilere karşı işlemiş olduğu ya da işlenebileceği suçlardan bahsedilmekte, diğer 20 (%86.9) yazıda ise sokaktakilerin birbirlerine karşı olan eylemlerinden bahsedilmektedir. Sokaktakilere karşı işlenen veya işlenebilecek suçlar, organ ticareti, cinsel taciz ve cinsel istismar biçiminde yansıtılmaktadır. Tüm yazıların günlük dağılımına bakıldığında aylık seyrin iki yerde yükseliş yaptığı görülmektedir (Grafik 1). İlk yükseliş sansasyonel bir kapkaç olayının ardından olmakta, ikinci yükseliş ise Ramazan Bayramı’nın 3. gününe rastlamaktadır.
Yazılar yayınlandıkları sayfa numarasına göre gruplandırıldığında 26 (%15.6) yazının 1. sayfada yer aldığı ve bunların 13 (%50.0)’ünün adli haber niteliğinde olduğu görülmektedir (Grafik 2). Yazılarda yer alan ifadeler incelendiğinde sokaktakilerin en sık madde bağımlılığı (%44.3) ile ifade edildiği, güneydoğudan göçün (%18.0) en sık neden olarak gösterildiği görülmektedir (Tablo3). Yazıların %24.0’ünde soruna çözüm bulunması gerektiği ifade edilmekte, sokaktakilerin hedef gösterilmemesi gerektiği ise ancak % 0.6 yazıda kendine yer bulmaktadır. 15.6% Birinci Sayfa
21.5% 2.-3. Sayfa
60.5% Diğer Sayfalar 0.6 Gazete Eki
1.8 Arka Sayfa
Grafik 2. Sokaktakiler Hakkında Çıkan Yazıların Sayfalara Göre Dağılımı
Ocak-Şubat-Mart 2007
87
Yazılarda; sokaktakilerin şehir dışına çıkartılıp belirli kamplarda tutularak rehabilite edilmesi ve Güneydoğudan gelen kamyon ve otobüslerde arama yapılarak reşit olmayan, yanında yeterince parası bulunmayanların geri gönderilmesi şeklinde iki çözüm önerisi öne çıkmaktadır. Her iki öneri de İstanbul’daki sokak çocuklarına yönelik olup ülke genelindeki sokak çocukları ya da sokakta çalışan çocuklar hakkında bir öneri bulunmamaktadır. Tartışma ve Sonuçlar: Çalışma sonunda; çok satan 18 günlük gazetede sokaktakiler hakkında 167 yazı yayınlandığı, bunların %3.6’sının konunun uzmanlarınca yazılmış yazı olduğu, %83.7’sinin haber nitelikli yazı olduğu görülmektedir. Haber yazılarının %40.3’ü adli haberlerden oluşmaktadır. Bu durum, medya açısından kötü haberin haber değerinin daha fazla olduğu, damgalanma olasılığı yüksek olan grupların daha çok şiddet içeren kötü haberlerle gündeme geldiği yönündeki bilgi ile uyumludur9-10. Haberlerin niteliklerine bakıldığında çoğunun mükerrer haber olduğu görülmektedir. Aynı haberin değişik gazetelerde farklı şekillerde yer alması dikkat çekicidir. Gazeteler bir olayın içindeki olguları öne çıkarıp, kendi hikaye etme tarzı içinde aktarmaktadır. Aynı haber farklı gazetelerde gazetenin siyasi çizgisi, sokaktakilere bakışı ve okuyucu profiline göre çok önemli farklılıklar göstermektedir. Bilginin aktarımı, haberin verilip verilmeyeceği, nasıl verileceği medya sorumluları ile ilişkili görünmektedir. Bu noktada haberin nasıl verileceği, vurgulanacak olgular konusunda titiz bir seçim gerekmektedir. Gazetelerde, sokaktakilere karşı işlenmiş ya da işlenebilecek suçlardan yeterince bahsedilmemekte, sokaktakilerin işlediği ya da işleyebileceği suçlara yer verilmektedir. Yazılı basının sokaktakilere ilgisi ancak çocuklar diğer vatandaşları tehdit ettiğinde önem kazanmakta, bu çocuklara karşı işlenebilecek suçlar göz ardı edilmektedir. Yazıların günlük dağılımına bakıldığında, iki yerde günlük haber sayısının yükseliş gösterdiği dikkat çekmektedir. Ayın 9’unda olan yükseliş, daha öncesinde ilgi çekici (sansasyonel) bir kapkaç olayı olması nedeniyle anlaşılır bir durumdur. İkinci yükselişin nedeni, bayram nedeniyle sokaktakilere karşı duyarlılığın artması olabileceği gibi gazetelerin bayramda
88 Ocak-Şubat-Mart 2007
haber bulmaktaki sıkıntısından da kaynaklanıyor olabilir. Gazetelerdeki yazıların %15.6’sı ilk sayfada yer almış olup bunların %50.0’si adli haberdir. Bu durum medya açısından kötü haberin, haber değerinin daha fazla olduğu yönündeki bilgi ile uyumlu olmakla birlikte, gazetelerin soruna bakışı anlamında kaygı vericidir. Sokaktakiler hakkında kullanılan ifadelere bakıldığında madde kullanan, gasp yapan, çeteleşen, suç makinesi haline gelen bir gruptan söz edilmektedir. Bu durum saptaması belirli ölçüde haklı kabul edilebilir olmakla birlikte damgalayıcı özellikler taşımaktadır ve konu sokaktakiler olduğunda haberin nasıl verileceği, üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. Medyanın, sokak çocuklarını gruplar halinde suçlu, uyuşturucu bağımlısı ya da AIDS taşıyıcısı ilan edip damgalama eğilimi içinde olduğu belirtilmekte ve bu durumun çocukların halkla olan ilişkilerinin daha kötü olmasına neden olduğu ifade edilmektedir1. Ayrıca; toplumlarda sokak çocuklarına karşı damgalayıcı tavır sık görülmektedir1. Glauser, toplumun genel olarak sokak çocuklarını “geceyi sokakta herhangi bir yerde geçiren, geç saatlere kadar uyumayan, az uyuyan, terkedilmiş, evsiz, serseri, hırsız ya da çocuk suçlu” olarak gördüğünü belirtmektedir11. Çoğu yetişkin onları yok saymaktadır ve/veya toplumsal bir bela olarak görmektedir. Sokak çocukları için, “hırsızlık yaparlar, kontrol edilemez şekilde yıkıcıdırlar, ahlaki değerleri yoktur, uyuşturucu bağımlısıdırlar, sevgi gibi bir duygu hissetme yeteneklerinin tümünü kaybetmişlerdir, fahişe olmaktan başka şansları yoktur” şeklindeki görüşler toplumlarda yaygın görüşlerdir. Bu görüşlerin bir kısmı, sokaktaki kimi çocuklar için, bazı zamanlarda geçerlidir. Bazıları ise doğru değildir ya da doğruluğu gösterilememiştir, ancak bu ifadelerin hepsi, sokak çocuklarına şu ya da bu şekilde atfedilmiştir1. Buscombe’ye göre, damgalanan grup ile daha önce doğrudan deneyimi olmamış kişiler için medya, kavramlar ve imgeler oluşması için bir kaynaktır12. Crisp, damgalama ile ilgili yaptığı bir çalışmada, toplumdaki ruhsal hastalığı olanlar saldırgan olur şeklindeki inancın daha çok medyada çıkan saldırganlık ve şiddet içerikli haberlerden kaynaklandığını göstermiştir13. Medyanın bu kapsamda, sokaktakilere karşı tavrı,
Tablo 3. Sokaktakiler Hakkında Çıkan Yazılarda; Sokaktakilerle Birlikte Anılan Tanımlamaların, Sorunun Nedenleri ve Çözüm Yolları İle İlgili İfadelerin Dağılımı. Birlikte Anılan Tanımlamalar Madde bağımlısı (Tinerci vb.) Kapkaç Gasp Yaralama Çeteleşme Bıçaklama Hırsızlık Suça Karışma Oranları Yüksek Suç Makinesi Haline Geldiler Şiddet Cinayet Saldırı veya Saldırganlık Gözü Dönmüş Spordaki Şiddetin Nedeni Sokak Çocukları Tecavüz Fuhuş Kaybedecek Birşeyleri Yok Sorunun Nedenleri Göç (Güneydoğudan) Yoksulluk, Fakirlik veya Ekonomik Sıkıntı Eğitimsizlik Parçalanmış Aile Çarpık Kentleşme İşsizlik Aile içi Şiddet Nüfus Artışı Aile İhmali SHÇEK Sokak Çocuğu Üretiyor Toplumsal Şiddet Çözüm Yolları Çözüm Bulunmalı veya Sorun Çözülmeli Yardım Edilmeli Sorun Ancak Tüm Boyutlarıyla Birlikte Çözümlenebilir Görmezden Geliniyor Çözüm Yollarında Bürokratik Sıkıntı Var Suçlu Çocuk Yok Suça İtilmiş Çocuk Var Sokak Çocukları Hedef Gösterilmemeli Sokak Çocukları İle İlgili Kayıtlar Yetersiz Kamplarda Rehabilitasyon İstanbul’a Girişlerin Engellenmesi TOPLAM * Yüzdeler, gazetelerde çıkan toplam yazılar üzerinden verilmiştir.
Sayı
%*
74 53 47 18 18 19 12 8 7 4 4 3 1 1 1 1 1
44.3 31.7 28.1 10.8 10.8 11.3 7.2 4.8 4.2 2.4 2.4 1.8 0.6 0.6 0.6 0.6 0.6
30 24 11 10 8 7 6 4 1 1 1
18.0 14.4 6.6 6.0 4.8 4.2 3.6 2.4 0.6 0.6 0.6
40 5 1 1 1 1 1 1 1 1 167
24.0 3.0 0.6 0.6 0.6 0.6 0.6 0.6 0.6 0.6 100.0
Ocak-Şubat-Mart 2007
89
toplumun sokaktakileri algılamasında önemli rol oynamaktadır. Toplum medyada gördükleri ya da okuduklarına her zaman inanmaya hazırdır14. Medyanın, sokaktakileri etiketlemesi ve sonrasında damgalama yoluna gitmesi, sorunun çözümünde toplum desteğinin oluşturulmasında yetersizliklere zemin hazırlayabilir. Toplumun sokak çocuklarına ilişkin bakışı, medyanın damgalama konusundaki tavrı göz önüne alındığında; medya araçları, sokak çocuklarına karşı damgalayıcı tutumların oluşmasında katkı sağlayan bir unsur gibi durmaktadır. Toplumsal gelişimin sağlanmasında; gazetelerin gücünün bilgilendirme rolü ile sınırlı kalmasının ötesinde öğretici rolünün de dikkate alınması gereklidir. Paykel ve arkadaşları yaptıkları bir çalışmada, kitle iletişim araçlarının yaygın olarak kullanımının tutumların olumlu yönde değişmesinde yararlı olduğu sonucuna varmışlardır15. Gazeteler gerçekçi, uygulanabilir, insanca çözüm yollarının tartışılabildiği bir platform olmalıdır ancak gazeteler henüz bu konumdan oldukça uzaktır. Sokaktakiler için yapılabileceklerin toplum desteği sağlanmadan hedefe ulaşması mümkün gibi görünmemektedir. Medya aracılığıyla tutumları değiştirmek çok da kolay değildir. Medyanın bu konuda ancak uzun vadede etkili olacağı düşünülmektedir16. Yazılı basının; sokaktakileri etiketlemeden, gerçekçi çözüm önerilerinin tartışmalarına sayfalarını açarak, toplum desteğinin sağlanmasına ve çözüm yollarının aydınlatılmasına yardımcı olması gerektiği ve bunda da etkin olabileceği düşünülmektedir.
Kaynaklar: 1. Ennew J., Sokak Çocukları ve Çalışan Çocuklar, Planlama İçin Bir Rehber, UNICEF, Tisamat Basım Sanayii, Ankara 2003. 2. Street Children: A Growing Urban Tragedy Report for the Independent Commission On International Humanitarian Issues. Weidenfeld and Nicolson, London 1986. 3. TBMM Çocukları Sokağa Düşüren Nedenlerle Sokak Çocuklarının Sorunlarının Araştırılarak Alınması Ge-
90 Ocak-Şubat-Mart 2007
reken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu, 9.11.2004 Tarihli Komisyon Çalışma Tutanakları, www.tbmm.gov.tr/komisyon/ sokak_cocuklari_kom/ (30.03.2005) 4. Taşkın O.E., Damgalama, Ayrımcılık ve Ruhsal Hastalık, 3P Dergisi, Eylül 2004, 12 (Ek Sayı 39): 5-12. 5. Bakacak A.G., Modern Dönemde Becker ve Goffman’ın Yaklaşımlarında Etiketlenmiş Suçlu Anlayışı ve Günümüzdeki Yansımaları Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi - Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2002. 6. Goffman E., Stigma: Notes On The Management Of Spoiled İdentity / Erving Goffman, Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall, 1963. 7. Kocabaşoğlu N., Aliustaoğlu S, Sitigmatizasyon, Yeni Symposium 2003; 41(4):190-192. 8. Gazetelerin Ortalama Tiraj Raporu, http://www.dorduncuncukuvvetmedya.com/ article. php?sid=3591 (01.05.2005) 9. Akarcalı S., Terör ve Medyanın Sorumluluğu, Ankara Üniversitesi Haberler, Mart-Nisan 1994: 22-24. 10. Corrigan PW., Watson A.C., Gracia G., Slopen N., Rasinski K., Hall L.L., Newspaper Stories As Measures Of Structural Stigma. Psychiatr Serv. 2005 May; 56(5): 551-556. 11. Glauser B., Street Children: Deconstructing A Construct. İn Constructing And Reconstructing Childhood: Contemporary İssues İn The Sociological Study Of Childhood, Edited By A, Prout And A. James. London: The Falmer Press. 1990. 140-141. 12. Bryne P., Psychiatric Stigma: Past, Passing And To Come. J.R. Soc. Med. 1997; 90: 618-621. 13. Crisp A.H., Gelder M.G., Rix S., Meltzer H.I., Rowlands O.F., Stigmatisation Of People With Mentall İllness. Brit J Psychiatry 2000;177: 4-7. 14. Wahl O.F., Mass Media İmages Of Mental İllness: A Review Of The Literature. J Commununity Psychol 1992; 20: 351. 15. Paykel E.S., Hart D., Priest R.G., Changes İn Public Attitudes To Depression During The Defeat Depression Campaign. Br J Psychiatry 1998; 173: 519-522. 16. Paykel E.S., Tylee A., Wright A., The Defeat Depression Campaign: Psychiatry İn The Public. Am J Psychiatry 1997, 154: 59-65.
K›r›m Kongo Kanamal› Ateflinden Korunma
• Arş. Gör. Şükran ÖZKAHRAMAN*
Özet Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), eski Sovyetler Birliğinde ilk kez 1944’te Kırımda 200’ün üzerinde kişiyi etkileyen büyük bir salgın esnasında tanımlandı. KKKA hastalığının etkeni olan KKKA virüsü, Bunyaviridae ailesinin Nairovirus grubuna ait bir RNA virüsüdür. KKKA keneyle bulaşan bir hastalıktır ayrıca insandan insana enfekte vücut sıvılarına temasla geçiş olabilmektedir. KKKA virüsü hayvanlarda yaygın bir coğrafik dağılım göstermesine rağmen nadiren insan hastalığı olarak tanımlanmaktadır. Hastalık için tarım çalışanları ve hayvancılık ile uğraşanlar ile endemik bölgelerde görev yapan sağlık personeli yüksek risklidir. KKKA Afrika, Orta Doğu, Avrupa ve Batı Asya’yı içine alan dünyanın birçok bölgesinde görülen bir halk sağlığı sorunudur. Anahtar sözcükler: Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, korunma.
Abstract Prevent From Crimean-Congo Hemorrhagic Fever Crimean-Congo Hemorrhagic Fever (CCHF) was first clinically described in 1944 in Crimea of the former Soviet Union during a large outbreak of over 200 cases. CCHF virus is a RNA virus, the agent of CCHF,which is a member of the Nairovirus genus of the family Bunyaviridae. CCHF is a tickborne disease that may also be transmitted through person-to-person transmission by exposure to infected body fluids. Despite its wide geographic distribution in animals, CCHF virus is rarely associated with recognized human diseases. Agricultural workers, animal raisers and healthcare personnel working in endemic regions are at high risk for the disease. CCHF is a public health problem in many regions of the world, including Africa, Middle East, Europe and Western Asia. Keywords: Crimean-Congo Hemorrhagic Fever, prevention.
*Ege Üniversitesi, Hemşirelik Yüksekokulu, Halk Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı.
Ocak-Şubat-Mart 2007
91
GİRİŞ Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) viral hemorajik ateş sendromları arasında yer alan zoonoz karakterli bir enfeksiyondur. Hayvanlarda insanlara göre daha yaygın olmakla birlikte sporadik olgular ya da salgınlar halinde insanlarda da görülebilmektedir (Bozkurt ve Memikoğlu 2005) KKKA virüsünün neden olduğu hemorajik ateş hastalığı ilk kez II.Dünya savaşı yıllarında, 1944 ve 1945 yılı yaz aylarında Batı Kırım steplerinde eski Sovyetler Birliği askerleri arasında görülmüş ve 200’den fazla kişiyi etkilemiştir. Kongo’da 1956 yılında görülen hastalığın 1969 yılında Kırım Kanamalı Ateşi ile aynı olduğunun farkına varılması ile hastalık bu tarihten itibaren bugünkü bilinen ismiyle anılmaya başlanmıştır. Hemorajik ateş hastalığı, Kırım yarım adasında 1944’te ve 1945’te hastalığın yayılımından sonra Asya’da fark edilerek dikkatleri üzerine çekmiştir. KKKA’nin 12. yüzyılın başlarında Güney Doğu Rusya’dan elde edilen raporlarda eski bir hastalık olduğu düşünülmektedir (Hoogstraal 1979, Simpson 1978,Casals 1969,Whitehouse 2004,Wirtz ve Niedrig 2002,Naini ve Moghtaderi 2006). Bu derlemede önemli bir halk sağlığı sorunu olan KKKA hastalığının virüsü, tanı ve tedavisi, özellikle de sağlık personelinin korunması ve bu hastalığın etkeni olan kenelerden korunmak için toplumun alacağı önlemlerin gündeme getirilmesi amaçlanmıştır. KKKA virüsü, Bunyaviridae ailesine bağlı Nairovirus cinsi olup Afrika, Asya, ve Avrupa’nın çoğu bölgelerinde geniş bir coğrafik alana yayılmış keneyle bulaşan hastalıklara sebep olan önemli bir insan patojenidir. Olgunlaşmamış keneler, küçük omurgalılarla beslenirken virüs bulaşır ve birkez enfekte olunduğunda onların gelişimi boyunca enfekte kalırlar ve olgunlaştıklarında çiftlik hayvanları gibi büyük hayvanlara enfeksiyonu taşırlar. Virüs insanlara kenelerin hylomma cinsinin önceki hali olan ixoid kenelerin ısırması ile, enfekte insanların kan ve sekresyonlarına temasla ya da enfekte çiftlik hayvanlarının kesilmesi sırasında hayvana ait kan ve dokulara temas yolu ile bulaşmaktadır (Flick ve Whitehouse 2005,Nabeth ve Cheikh 2004,Todorov ve Kovacheva 2001,Williams ve Al-Busaidy 2000,Capua 1998,Izadi ve Naieni 2004,Fisher-Hoch ve McCormick 1992, Chapman ve Wilson 1991,Smego ve Sarwari 2004, Whitehouse 2004, Wilson ve LeGuenna).
92 Ocak-Şubat-Mart 2007
KKKA virüsünün epidemisi öncelikle Doğu Avrupa, Afrika ve Asya’dan rapor edilmiştir. Başlıca taşınma kaynakları olarak kene ısırması, enfekte hayvanlara işlerinden dolayı maruz kalma gibi durumlarla hastalardan nazokomiyal temas görülmektedir. Nazokomiyal enfeksiyonla bulaşmada hastaların kanı ya da kanla bulaşmış eşyalarına direkt/doğrudan temas olduğunda oluşmaktadır. Enfekte hayvanların (özellikle inek ve koyunların) kanına temas edildiğinde ciddi ölümcül enfeksiyonlara neden olduğu vurgulanmıştır. Hastalık son zamanlarda Çin, Umman, Senegal, Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Gine Cumhuriyeti, Afrika, Nijerya, Sudan, İran, Arnavutluk, Rusya, Irak, Dubai, Zaire, Türkiye, Kenya, Bulgaristan gibi çeşitli ülkelerden bildirilmiştir. KKKA virüsü Irak, Güney Afrika, Birleşik Arap Emirlikleri ve Pakistan’dan nazokomiyal enfeksiyon olarak rapor edilmiştir. KKKA temasla mortalite oranı %15-%100 arasında bildirilmiştir (Karti ve Odabaşı 2004, Tavana ve Sadegh 2002,Capua 1998, Ergönül ve Çelikbas 2004, El-Azazy ve Scrimgeour 1997, Burt ve Swanepoel 1997, Khan ve Maupin 1997). KKKA virüsü hayvanlarda yaygın coğrafi dağılımlar göstermesine rağmen nadiren insan hastalığı olarak tanımlanmıştır (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/entrez/query.fcgi?db=pubmed&cmd=Search&itool=pubmed_Abstract&term=%22Jaureguiberry+S%22%5BAuthor%5D). KKKA virüsü, omurgalılar arasında sadece insanlarda şiddetli ve ölümcül enfeksiyon oluşturmaktadır. İnsanlarda belirtili enfeksiyonun belirtisiz enfeksiyona oranı bilinmemekle birlikte yaklaşık 1/5 olarak tahmin edilmektedir (Jauréguiberry ve Tattevin 2005,Goldfarb ve Chumakov 1980). Hyalomma türü keneler için konak olan sığır ve koyun gibi hayvanlarda virüs, belirtisiz enfeksiyon ve bir hafta kadar süren geçici viremi oluşturmasına rağmen insanlarda bu süreç yoktur, doğrudan hastalığa neden olmaktadır. Hayvanlar enfeksiyondan yaklaşık bir hafta sonra viremiktir fakat sadece orta derece bir ateş görülür bu da sıklıkla gözden kaçabilir. İnfekte keneler arasında trans-sadial ve trans-ovariyal geçiş olduğu bilinmektedir. Bir bölgede virüsün bulaşması başlıca vektör kenelerin yoğunluğu ve vektörleri infekte edecek olan konağın bolluğu gibi faktörlerden etkilenmektedir (Zeller ve Cornet 1992, Hoogstraal 1979, Nabeth ve Cheikh 2004).
KKKA virüsü ile enfekte insanların dokuları, vücut sekresyonları, çıkartıları, kan ve semen virüs içermektedir. Hastalığın klinik sürecinde enfeksiyon riskinin arttığını öne süren kanıtlar çok fazladır. Enfekte insanlarla temasta bulunanlar ya da hastalığın akut döneminde ve kuluçka periyodu esnasında yakın temas kuranlarda ikincil enfeksiyon riski de çok yüksektir. KKKA yaygın ekimoz ve kanama ile karekterize akut bir hastalıktır ve olguların ölümcüllüğü %8 ila %80 arasında değişmektedir (CDC 1995, Williams ve Al-Busaidy 2000).
lam 17 olgu belirlenmiştir. Yine 2003 yılında 133 olgu ve 6 ölüm saptanmış olup, bu olguların 84’ü Tokat ve Sivas bölgesindedir. 2004 yılında belirlenen 249 olgu ve 13 ölümün, 92’si yine bu bölgedendir. 2005 yılında ise, 150 olgunun 100’ü bu bölgeden saptanmıştır. Tokat ve Sivas illeri KKKA hastalığının merkezini oluşturmaktadır.
Hastalığın mevsimsel özellik göstermekle birlikte genel olarak Haziran – Eylül ayları arasında ortaya çıktığı bildirilmektedir. Hastalığın prevalansı özellikle yazın başı baharın sonlarına doğru olup, yaz döneminde görülme sıklığı %41,7 ve bahar döneminde ise %32,9’dur. (Simpson 1978,Naini ve Moghtaderi 2006).
RİSK GRUPLARI
Türkiye’de yaklaşık 850 çeşit kene türü bulunmaktadır ve bunlardan 30 kadarı bu hastalığı bulaştırmaktadır. Türkiye’de ilk kez özellikle İç Anadolu bölgesinde 2002-2003 yıllarında Tokat, Sivas ve Yozgat illerinden olgular bildirilmiştir. 2002-2003 yılları ilkbahar ve yaz aylarında İç Anadolu bölgesi ve Karadeniz bölgesinden Ankara’ya tedavi amacıyla gelen 35 KKKA olgusu bulunmaktadır. Son zamanlarda KKKA Türkiye’nin orta, kuzey ve doğu Anadolu bölgelerinde bahar ve yaz mevsimlerinde büyük salgınlar görülmüştür. Ülkemizde olguların çoğu kırsal alanda yaşayan ve çiftlik hayvanlarıyla temasta bulunanlardır. Erzurum ilinde KKKA incelendiğinde, öncelikle şehrin kuzey bölgeleri nemli iklim olduğu için diğer bölgelerden daha çok kene hareket olasılığı düşünülmelidir. Bu bölge ve şehirler çok bitki yetişen Çoruh nehri çevresine yerleşmiştir. Kenelerin gelişimi içinde bitkilerin bulunduğu çevreler uygun ortamlardır. Benzer salgınlar Orta Anadolu’da Kelkit nehri çevresine yerleşmiş Tokat, Yozgat, Amasya, Sivas gibi şehirlerde gözlenmiştir (http://www.medimagazin.com.tr/haber_38518.html,Ergonul ve Celikbas 2004,Hoogstraal 1979,Karti ve Odabaşı 2004, Bakir ve Ugurlu 2005,CDC 1988, http://entomology.ucdavis.edu/fculty/rbkmsey/tickbio.html, Gozalan ve Akin 2004). Türkiye’de 2002-2006 yılları arasında KKKA ile ilgili 736 olgu saptanmıştır. Türkiye genelinde 2002 yılında 15’i Tokat ve Sivas bölgesinden olmak üzere top-
(http://www.ntvmsnbc.com/news/377663.asp,http:/ /www.medimagazin.com.tr/haber_38518.html, www.ism.gov.tr/indir/KIRIMKONGO.ppt)
KKKA’inde özellikle Hylomma cinsi kenelerin ısırması ya da enfekte hayvanlarla doğrudan temas kuran insanlar, başlıca risk faktörü olarak düşünülmektedir. Hastalık özellikle çobanlar, tarımla uğraşanlar ve çiftlik hayvanlarının derisine sürekli dokunanlar, veterinerler, kasaplar, ve işi gereği diğer hayvan ürünleri yaparken biraz fazla hayvanlarla temas edenler arasında görülmektedir; bu yüzden bu meslekler KKKA’nin endemik olduğu alanlarda bu enfeksiyonun yayılımı açısından yüksek risk oluşturmaktadır. Kısa bir zaman için bile olsa çiftlik hayvanlarının bakımı üstlenen kişi/kişilerde bulaşma olasılığı artmaktadır (Flick ve Whitehouse 2005, Swanepoel ve Shepherd 1985, Izadi ve Naieni 2004). KKKA hastalığının özellikle hemorajik periyodundaki hastaların taşınması esnasında sağlık personeline nazokomiyal enfeksiyon bulaşabilmektedir (Whitehouse 2004). Bu nedenle sağlık personeli bu hastalık için önemli bir risk grubunu oluşturmaktadır. Hastayla karşılaştıkları andan itibaren bakım verdikleri süreç içinde hastalığın kendilerine bulaşmaması için sağlık personelinin eldiven maske vb. kişisel koruyucu önlemler almaları gerekmektedir. KKKA’lı bireyler üzerinde yapılan çalışmalara göre, olguların aşağı yukarı yarısında kene ısırığı, keneyle fiziksel temas ve çiftlik hayvanlarıyla temas kurma, mevsimsel göç esnasında sokakta yaşama durumu mevcuttur ve bu durumlar risk faktörü olarak belirlenmiştir. Çalışmalarda genellikle erkeklerin çalışma koşullarından dolayı bu hastalığa daha fazla yakalandığı bulunmuştur. Yukarıda sayılan işlerde çalışanların büyük bir çoğunluğunu erkekler oluşturduğu için cinsiyet önemli bir risk faktörü olarak rol oynamaktadır Güney Afrika’da ise hastalık temasla oluştuğunda
Ocak-Şubat-Mart 2007
93
riskin yedi kat arttığı bildirilmiştir (CDC 1988, FisherHoch ve McCormick 1992, Chapman ve Wilson 1991, Izadi ve Naieni 2005). KKKA VİRÜSÜNÜN KULUÇKA SÜRESİ ve HASTALIĞIN BELİRTİLERİ KKKA’nin inkübasyon süresi, kene ısırığından sonra 2-12 gün arasında değişmekte ve en fazla 13 gün olabilmektedir. İyileşme 9-10. günlerde olmakla birlikte bazen dört hafta yada daha uzun sürede olabilir. Ölüm daha çok hastalığın ikinci haftasında (5-14 gün) görülebilmekte ve bu oran yaklaşık %8-80’leri bulabilmektedir (Elaldı 2004,Nabeth ve Cheikh 2004,Bozkurt ve Memikoğlu 2005). İnkübasyon periyodundan üç ile yedi (3-7) gün sonra hastalarda; aniden artan ateş, titreme, miyalji, baş ağrısı, bel ağrısı, artralji, karın ağrısı, kusma, bulantı, diyare gibi gastrointestinal rahatsızlıklar, boğaz ağrısı, konjektivit, sarılık, fotofobi, duygusal değişim ve ruhsal değişimler, şok, peteşi ile birlikte trombositopeni, lökopeni ve kanama (burun kanaması gibi) ile hemorajik bir durum ortaya çıkar. (Todorov ve Kovacheva 2001,Flick ve Whitehouse 2005). KKKA’NİN TANI VE TEDAVİSİ KKKA’nin tanısı epidemiyolojik çalışmalar ve klinik sunumlara temellidir. Tanı referans bir laboratuar tarafından ELISA testi kullanılarak Ig G ya da IgM titrelerine bakılarak bir artış olup olmadığı ile doğrulanabilir (http:/www.who.int/inf-fs/en/fact208Htm/). Erken tanı sağlık çalışanlarının uyguladığı terapotik girişimlere ve korunma önlemleri kullanılarak karantina uygulayıp uygulamama durumuna gerekli zaman sağlar. KKKA virüsü için antikorları taramada çeşitli metodlar kullanılabilir fakat IgM’yi ELISA belirler ve yine virüse karşı oluşan antikorları hızlı ve duyarlı taranmasını sağlar. Ciddi yada ölümcül olgularda erken tanı ve sağaltım nazokomiyal bulaşmanın insidansını azaltmaya da yardımcı olur ve kritik bir durumda sağlık personeline zaman kazandırabilir (Naini ve Moghtaderi 2006). KKKA’nin sağaltımını antiviral ve destek tedavisi oluşturmaktadır. Virüse karşı antiviral ilaçlardan ribavirin oral veya parenteral olarak kullanılabilmektedir. Bunun yanısıra yoğun kan kaybında kanın yerine geçen poliglutin, plazma gibi ürünler önerilmekte ve
94 Ocak-Şubat-Mart 2007
aminocaproid asitin intravenöz enjeksiyonları da ayrıca gerekmektedir. Hastanın ağzında oluşmuş kanlı kabukları temizlerken tekrarlanan enfeksiyonlardan korunmak için dişler düzenli olarak fırçalanmalı ve acıyan dudaklara vazelin sürülmelidir. (Bozkurt ve Memikoğlu 2005, Whitehouse 2004). Ribavirinin etkinliği konusunda KKKA’li hastalar üzerinde gerçekleştirilen çalışmalarda ise oral ya da intravenöz ribavirin uygulamalarının, KKKA virüsü enfeksiyonlarını sağaltmak için etkili olduğu yayınlanmıştır. İran’da gerçekleştirilen büyük kohort çalışmasında, KKKA virüsü doğrulanmış hastalar arasında %80 oranında oral ribavirinin etkin olduğu görülmüştür. Diğer çalışmalarda KKKA’li hastaların sağaltımında kullanılan ribavirinin etkinliği %75-%89 oranlarında bulunmuştur. KKKA hastaların sağaltımından tam olarak sonuç alabilmek için, özenli bir hasta bakımı gerekmektedir. Kan transfüzyonu bazı olgularda zorunludur. Reçete edilen ribavirin gibi antiviral ilaçlar saptanan olguların büyük bir kısmında yarar sağlayabilmiştir. Olguların ölüm oranı %20-%35 arasında bildirilmektedir fakat KKKA’nin mortalite ve morbiditesinin azalmasında destekleyici tedavinin etkinliği yüksektir. (Whitehouse 2004,Naini ve Moghtaderi 2006,Burt ve Spencer 1996,Chinikar 2002,http:/www.who.int/inf-fs/en/fact208Htm/,Williams ve Al-Busaidy 2000). SAĞLIK PERSONELİNİN KKKA’İNDEN KORUNMASI Sağlık personeline bulaşan hemorajik ateş virüsleri; Ebola, Marburg, Lassa, Machupo, KKKA virüsleridir. Hastanede sağlık personeline nazokomiyal bulaşma ve evde yaşayanlara geçiş çoğunlukla enfekte vücut sıvıları yada kanla temas sonucu gerçekleşmektedir. Bazı çalışmalarda bulaşma enjektörlerin yeniden kullanılması yada kaza ile iğne batması ile sonuçlanmıştır. (CIDRAP 2006,Fisher-Hoch ve Tomori 1995, Guimard 1999). Ülkemiz de KKKA’li bir hastaya bakım veren bir hemşirenin hastaya kullandığı bir enjektörün iğnesinin kolunu çizmesi ile nazokomiyal bulaşma gerçekleşmiş ve ölümle sonuçlanmıştır ( h t t p : / / w w w . h a b e r 7 . c o m / h a b e r. p h p ? h a ber_id=171190) İnsandan insana havayoluyla geçiş nadir olarak görülmektedir, fakat hemorajik ateş virüslerinin hava yoluyla geçme olasılığını da sağlık personeli göz ardı etmemelidir.
SAĞLIK PERSONELİNİN KKKA’İNDE KORUNMADA KULLANMASI GEREKEN ARAÇLAR VE DEZENFEKTAN SOLÜSYONLAR Hemorajik ateşli hastalıklar arasında insandan insana salgınlar sadece Ebola, Marburg, Lassa ve KKKA virüslerinde görülmektedir. Sağlık personeli KKKA’inden korunmak için sıvı geçirmeyen tek kullanımlık tulumlar, maskeler, koruyucu eldivenler, yine sıvı geçirmeyen dayanıklı ve kaymayan tek kullanımlık lastik ayakkabılar kullanmalıdır (Wirtz ve Niedrig 2002). Gelişmiş ülkelerdeki uzmanlar KKKA’li hastalara bakım veren sağlık personelini hastalıktan koruma amacıyla hastaların odalarındaki havayı temizlemek için respiratörler ve negatif basınçlı izolasyon odaları gibi pahalı yaklaşımları önermektedirler. (FisherHoch ve Price 1985). Bu tür öneriler dünya’da gelişmemiş bir çok ülke için mümkün değildir. KKKA’li bir hastaya bakım verirken kullanılan araçları dezenfekte etmede günlük hazırlanmış çamaşır suyu çözeltileri, gulateraldehid (%2), sabun, deterjan ve su kullanılabilir. Antiseptik olarak klorhekzidin veya iyot bileşikleri, ellerin dekontaminasyonunda ise klorhekzidinli %70’lik izopropil alkol kullanılabilir. Klor içeriği %5 olan hazır çamaşır suyundan 1/10 yada 1/100’lik çözeltiler günlük olarak hazırlanıp kullanılmalıdır. Hastaların taşınması için kullanılan araçlara bulaşan hastaya ait vücut sıvıları, idrar, dışkının dezenfeksiyonunda 1/10’luk çamaşır suyu kullanılmalıdır. Yüzeylerin, tıbbi malzemelerin, hastaya ait malzemelerin ve tekrar kullanılabilen malzemelerin dezenfeksiyonunda 1/100’lük çamaşır suyu kullanılır. Sabunlar ve deterjanlardan ayrıca bu virüsleri inaktive etmek için bolca yararlanılmalıdır. Hastaya ait elbiselerin ve battaniyelerin de hipoklorit solüsyonu gibi dezenfektanlarla yıkanması gerekir. Hastanın bakımında yararlanılan, kullanılıp atılmayan laboratuar araçları, endoskop gibi ekipmanlar dekontaminasyon sıvıları (örneğin; glueraldehit yada hipoklorit) ile mutlaka temizlenmeli ve otaklav da sterilize edilmelidir (CDC 1995). Hastane yönetimi tarafından nazokomiyal enfeksiyon riskine karşı, hastalarla teması söz konusu olabilecek sağlık personelinin korunması amacıyla evrensel önlemlere ait malzeme ve ekipmanın sağlanması ve bunun sürekliliği açısından gerekli girişimin yapılması ve bu konuda hastaya bakım veren hemşirele-
rin de son gelişmeler konusunda bilgili olması sağlanmalıdır. KENEDEN KORUNMADA TOPLUMUN ALACAĞI ÖNLEMLER Kenelerden korunmak için halkın alması gereken kişisel ve toplumsal önlemler şunlardır; – Kene riski olan yerlerde bulunulduğunda, vücudu tamamen örtecek giysiler giyilmelidir. Kenelerin vücuda girebileceği olası açıklıkların kapatılması önemlidir. (Pantolon paçalarının çorap içine konulması, çizme giyilmesi vb.) – Kenelerin bulunduğu alanlara gidilirken (örn:piknik) vücudun açıkta kalan bölümlerine ve elbiselere cilde sürülebilen böcek kovucu maddelerin (repellent) uygulanmalı, korunmak için eve gelindiğinde vücut kene yönünden kontrol edilmeli, kene varsa bir cımbızla, kenenin deriye yapıştığı yerden tutulup sağa sola oynatılarak çivi çıkarır gibi çıkarılmalıdır. Kene vücuttan ne kadar kısa sürede çıkarılırsa hastalık riski de o kadar azalmaktadır. -Vücuttan kenenin uzaklaştırması uygun yöntemlerle doğru uygulandığı durumda kolay ve risksiz yapılabilecek bir işlemdir. – Vücut üzerindeki keneler öldürülmemeli ve patlatılmamalıdır. – Keneleri vücuttan uzaklaştırmak amacıyla üzerlerine sigara basmak veya kolonya ve gazyağı dökmek gibi yöntemlere başvurulmamalıdır. Çünkü bu kimyasallar, kenelerin kusmasına neden olabildiğinden kusmuktaki virüsler kenelerin kan emmek için ısırdığı yerden vücuda girerler. – İnsanların veya hayvanların kanlarına korunmasız temas edilmemelidir. – Kene sayısının azaltılmasına yönelik önlemler arasında ilaçlama çalışmaları yer almalıdır. Çiftlik hayvanlarına yönelik kene savaşıyla hayvan barınaklarının ilaçlanması uygun olmakla birlikte, geniş çevre ilaçlamaları faydalı bulunmamaktadır. – Hayvanlarda kene kontrolü için çiftçi eğitimi, risk haritalarının oluşturulması, yaban yaşam özellikleri (yağışlar, avcılık, tavşan ve kuş popülasyonunda değişim ne durumda) gözlemlenmelid i r ( w w w. i s m . g o v. t r / i n d i r / K I R I M K O N GO.ppt,http://www.turkei.net/Saglik/3311.html).
Ocak-Şubat-Mart 2007
95
KKKA’ne özellikle kırsal bölgelerde çok rastlandığı için toplumun korunmasında Halk sağlığı hemşiresinin önemli rolü vardır. Halk sağlığı hemşiresi hastalık hakkında toplumu bilinçlendirmeli, hastaların yada şüphelilerin izolasyonu ve hastayla teması olanların korunması konusunda titiz davranmalıdır. Sağlık ocağına gelen keneyle teması bulunan hastalara gerekli ilk girişim yapıldıktan sonra, sağaltımın başlatılması ve kan incelemelerinin yapılması amacıyla hastaneye uygun koşullarda sevki sağlanmalıdır. Hastaların taşınması konusunda da gerekli uluslararası önlemlerin alınması konusunda gerekenler yapılmalıdır, hastalar konusunda İl Sağlık Müdürlüğüne bilgi verilmesi ve İl Sağlık Müdürlüklerine yapılacak bildirimlerde titiz davranılmalı ve devamlı iletişimde bulunulmalıdır. Halk Sağlığı hemşiresi, KKKA’lı hastaya ilk girişimlerde bulunurken eldiven giymeli, maske, gözlük takmalı ve el yıkama gibi koruyucu önlemleri almalıdır. KKKA konusunda sağlık ocaklarında birinci basamak çalışanlarının eğitimi ve enfeksiyon kontrolü için bir ekip oluşturulmalıdır. Hastalığın görüldüğü yaz ve bahar aylarında risk gruplarının hastalık yönünden izlemlerinin yapılması gerekmektedir. Sonuç olarak; KKKA’nin etkeni olan keneler büyük ve küçük omurgalılarda ciddi hastalık semptomları oluşturmaktadır. Keneler virüsün çoğalmasında, taşınmasında ve bu hastalığın kan ve diğer organlara temasla insanlara bulaştırmaları nedeniyle önemli bir basamak oluşturduğundan yaşamsal öneme sahiptirler. Bu hastalığın kötü sonuçlar doğurmaması açısından topluma, risk gruplarına yönelik eğitimler yaygınlaştırılmalı ve hastalığın epidemiyolojisinin geliştirilmesine yönelik ileride yapılacak olan araştırmalarda prevelans ve insidans çalışmalarının yapılması önerilmektedir. KAYNAKLAR 1-Bakir M,Ugurlu M,Dokuzoguz B,et al,Turkish CCHF Study Group. Crimean-Congo Hemorrhagic Fever outbreak in Middle Anatolia;a multicenter study of clinical features and outcome measures,J Med Microbial 2005;54:385-9. 2-Bozkurt G.Y,Memikoğlu K.O,Azap A ve ark, Kırım Kongo kanamalı ateşi: Olgu sunumu, Ankara Üniversitesi Tıp Fakülfesi Mecmuası,2005;58:193-196. 3-Burt FJ, Spencer DC, Leman PA, et al. Investigation of tick-borne viruses as pathogens of humans in South Africa and evidence of Dugbe virus infection in
96 Ocak-Şubat-Mart 2007
a patient with prolonged thrombocytopenia. Epidemiol Infect. 1996; 116: 353 – 61. 4-Burt FJ, Swanepoel R, Shieh WJ, et al. Immunohistochemical and in situ localization of Crimean-Congo hemorrhagic fever (CCHF) virus in human tissues and implications for CCHF pathogenesis. Arch Pathol Lab Med. 1997. 121: 839–846. 5-Capua I, Crimean Congo Hemorrhagic fever in ostriches:A public health risk for countries of the European Union?Avian pathology,1998;27:117-20. 6-Casals J., 1969, Antigenic similarity between the virus causing Crimean Hemorrhagic Fever, Soc. Exp.Biol.Med.131:233-236. 7-CDC. Update: Management of patients with suspected viral hemorrhagic fever - United States. MMWR 1995;44:475-79. 8-CDC.Management of patients with suspected viral hemorrhagic fever, MMWR 1988;37:1-16. 9-CDC.Update:Outbreak of Ebola Viral Hemorrhagic feverZaire,MMWR 1995;44(25):468-469. 10-Chapman L.E, Wilson ML, Hall DB,et al,Risk factors for Crimean Congo Hemorrhagic fever rural Northern Senegal J.Infect.Dis.1991,164:686-692. 11-Chinikar S. The specific serological investigation of suspected human and animals to have CrimeanCongo hemorrhagic fever in various parts of Iran using ELISA. Hakim. 2002; 4: 294-300. 12-CIDRAP:Viral Hemorrhagic Fever (VHF): Current, comprehensive information on pathogenesis, microbiology, epidemiology, diagnosis, treatment, and prophylaxis Last updated May 2, 2006. 13-Elaldı N, Kırım Kongo hemorajik ateş epidemiyolojisi,C.Ü. Tıp Fakültesi Dergisi,2004,26(4):185-190. 14-El-Azazy OM, Scrimgeour EM. Crimean-Congo haemorrhagic fever virus infection in the western province of Saudi Arabia. Trans R Soc Trop Med Hyg 1997. 91: 275–278. 15-Ergonul O, Celikbas A,Dokuzoguz B et al, Characteristic of patients with Crimean-Congo Hemorrhagic Fever in a recent outbreak in Turkey and impact of oral ribavirin therapy.CID 2004;39:284-7. 16-Fisher-Hoch SP, McCormick JB, Swanepoel R, et al. Risk of human infections with Crimean Congo Hemorrhagic fever in a South African rural community. Am J Trop Med Hyg,1992;47:337-45. 17-Fisher-Hoch SP, Price ME, Craven RB, Price FM, Forthall DN, Sasso DR, Scott SM, McCormick JB. Safe intensive-care management of a severe case of Lassa fever with simple barrier nursing techniques. 1985.Lancet 2: 1227–1229.
18-Fisher-Hoch SP, Tomori O, et al. Review of cases of nosocomial Lassa fever in Nigeria: the high price of poor medical practice. BMJ 1995;311(7009):857-9.
33-Nabeth P,D,Cheikh,B Lo, et all, Crimean Congo Hemorrhagic Fever, Mauritania Emerging infectious disseases 2004,Vol:10,No:12,2143-49.
19-Flick R, Whitehouse CA. Crimean-Congo hemorrhagic fever virus. Curr Mol Med. 2005;5(8):753-60.
34-Naini R.A, Moghtaderi A, Koohpayeh HR et all, Crimean Congo Hemorrhagic Fever ın southheasth of Iran, Journal of infection, 2006,52,378-382.
20-Goldfarb LG,Chumakov MP,Myskin AA,et al.An epidemiological model of Crimean-Congo Hemorrhagic Fever. Am J Trop.Med Hyg,1980;92:260-4.
35-Simpson DIH Viral Hemorrhagic Fever of man Bull Wld Hltl Org 1978;56:819-32.
21-Gozalan A,Akin L,Rolain JM,et al.Epidemiological evaluation of a possible outbreak in and near by Tokat province.Mikrobiyol Bul2004;38:33-44.
36-Smego RA,Sarwari A.R, ,Siddiqui A.R 2004 Crimean Congo Hemorrhagic fever control limitations in a resource poor country.Clin.İnfect.Dis.38:1731-35.
22-Guimard Y, Bwaka MA, Colebunders R, et al. Organization of patient care during the Ebola hemorrhagic fever epidemic in Kikwit, Democratic Republic of the Congo. 1995. J Infect Dis 1999 Feb:179(Suppl 1): S268-S273.
37-Swanepoel R,Shepherd AJ,Leman PA,et al, Acommon source outbrek of Crimean-Congo hemorrhagic fever on a diary farm,S Afr. Med. J,1985;68:635-7.
23-Hoogstraal H. The Epidemiology of tick-borne Crimean-Congo Hemorrhagic Fever in Asia Europa and Africa J. Med. Entomol 1979;15:307, 417.
38-Tavana AM,Sadegh C,Mazaheri V,The seroepidemiological aspects of Crimean-Congo Hemorrhagic Fever in three health workers:a report from Iran, Arch Iranian Med 2002; 5 (4):255 – 258.
24-http://entomology.ucdavis.edu/fculty/rbkmsey/tickbio.html, Haziran 2006.
39-Todorov S,Kovacheva T, Veleheva D, et all, Congo Crimean Hemorrhagic Fever-prophlaxis and treatment,Contemporary Medicine,2001;42:54,-60
25-http://www.medimagazin.com.tr/haber_38518.html. Haziran 2006.
40-Whitehouse C.A. 2004 Crimean-Congo Hemorrhagic Fever. Antivir. Res. 64:145.
26-http://www.ntvmsnbc.com/news/377663.asp) 22 Haziran 2006.
41-Williams RJ, Al-Busaidy S, Mehta FR, et al, Crimean Congo Hemorrhagic Fever: a Seroepidemiological and Tick Survey in the Sultanete of Oman.Trop med.int.health,2000:5;96-106.
27-http://www.turkei.net/Saglik/3311.html 29 Haziran 2006. 28-http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=171190, Temmuz 2006. 29-Izadi S, Naieni K.H, Madjdzadeh S.R, et al,CrimeanCongo hemorrhagic fever in Sistan and Baluchestan Province of Iran, a case-control study on epidemiological characteristics.Int J Infect Dis. 2004;8:299-306. 30-Jauréguiberry S, Tattevin P,Tarantola A, Imported Crimean-Congo Hemorrhagic Fever,Journal of Clinical Microbiology,2005;Vol. 43: No. 9,4905-4907 31-Karti SS,Odabaşı Z,Korten V,et al, Crimean-Congo Hemorrhagic Fever in Turkey,Emerging infectious disease,2004,Vol:10,No:8,1379-84. 321-Khan AS, Maupin GO, Rollin PE, et al, 1997. An outbreak of Crimean-Congo hemorrhagic fever in the United Arab Emirates, 1994–1995. Am J Trop Med Hyg 57: 519-525.
42-Wilson ML, LeGuenna B, Guillaud M, et al, Crimean Congo Hemorrhagic fever viral antibody in Senegal: environmental, Trop.med.hyg,1990,43:557566. 43-Wirtz A,Niedrig M,Fock R, Management of patients in Germany with suspected viral haemorrhagic fever and other potentially lethal contagious infections, Euro Surveill 2002;7(3):36-42 44-World Health Organization. Fact sheet No, 208. 2001. Avalable at: http:/www.who.int/inffs/en/fact208Htm/. 45-www.ism.gov.tr/indir/KIRIMKONGO.ppt Haziran 2006 46-Zeller HG,Cornet JP,Diop A,et al, Crimean-Congo Hemorrhagic Fever in ticks (acari:Ixoididae) and ruminants:field observations of an epizoitic in Bandia,Senegal(1989-1992) J Med Entemol 1997;34:511-6.
Ocak-Şubat-Mart 2007
97
Boflanman›n Çocuklar Üzerine Olumsuz Etkileri ve Bunlarla Bafletme Yollar›
• Dr. Nesrin TÜRKARSLAN*
Özet Boşanma, günümüz toplumlarında sıkça yaşanılan toplumsal bir olaydır. Çocuklu eşlerin evlilik birliğini sona erdirmeleri, ailede en fazla çocukları etkilemektedir. Yapılan araştırmalar, çocukların problemli bir aile ortamında yaşamayı anne-babalarının boşanmasına tercih ettiklerini göstermektedir. Eşlerin boşanması kaçınılmaz ise, çocuklarının bu durumdan en az zararla çıkmalarını sağlamak için ebeveynlerin bilinçli ve birlikte hareket etmeleri gerekmektedir. Boşanma öncesinde konu basit bir dille onlara anlatılmalı ve duruma alışmaları sağlanmalıdır. Ebeveynlerinin boşanmasından birçok çocuk kendini sorumlu hissetmektedir. Bundan başka korku, üzüntü, gerileme, okul başarısında düşme, ebeveynlerini barıştırma arzusu, yalnızlık, reddetme, uyku sorunları gibi birtakım olumsuz duygular da çocuklarda sıkça rastlanılan sorunlar arasındadır. Onların bu duygularıyla baş etmede her iki ebeveynin de desteğine ihtiyaçları vardır. Boşanma ile birlikte çocukların yaşayabileceği problemlerin üstesinden gelmek için ailelerin uygulaması gereken kurallar vardır. Bu kurallara uyulması halinde bile çocukların olumsuz etkilenmesi önlenemeyebilir. Bazen de çok dikkatsiz davranılır ama çocuklar fazla etkilenmez. Bunun iki sebebi vardır; birincisi her çocuk her olaydan aynı oranda etkilenmez, ikincisi olayın etkileri eşit olsa bile tepkiler ve tepkinin zamanı farklı olabilir. Anahtar kelime: Boşanma ve çocuk.
Abstract The Negative Impacts of Divorce on Children and the Ways to Cope with Them Divorce is a societal event being lived frequently in modern societies. The ending of the marriage institution by married partners having children impacts the children to a great extent. The research studeis show that the children prefer living in a problematic family atmosphere to divorcing of their parents. If the divorce of the married partners is inevitable, in this case, the partners should behave logically and consciously against their children in order not to damage them seriously. They should explain the situation to their children in a simple language before the divorce and help them get accustomed to this serious event gradually. A lot of children feel that they are responsible for their parents’ divorce. Besides, they frequently have negative feelings such as fear, sorrow, refusing, decreasing level in school success, desire for having their parents make peace between them, loneliness, sleeping problems etc. To cope with these problems and feelings, they need help from their both parents. There are rules for divorced partners to solve the problems which may be lived by the children after divorce. Even the parents obey these rules, it is possible that the children will be influenced in any case. Sometimes, the divorced parents behave unconsciously and inattentively and the childern do not get affected seriously. There are two reasons for this: one of them is that every child does not get influenced by every event at the same rate and the other is that even the influences of the event are equal, the reactions and the response time may be different. Key word: Divorce and child.
*Uzman, Başbakanlık, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü.
Ocak-Şubat-Mart 2007
99
İnsanoğlunun yeryüzünde ortaya çıkışından günümüze değin milyonlarca yıl geçtiği ve insanlar milyonlarca yıldan beri yaşam sorunlarının üstesinden gelmek için çaba gösterdikleri halde, bugünkü anlamda, karı-koca ve anne-baba olma gereğini MÖ 2000 yılında anlayabilmişlerdir. Karı- koca olarak birlikte olma, bir araya gelme davranışına “evlenme” ve kurulan bu ilişkiye de, “evlilik” adı verilmiştir. Evlilik, tarihsel süreç içinde 4000 yıllık yeni bir toplumsal kurumdur. Doğada olmayan, insanın kurduğu bir kültür kurumudur. Her kültür olayı gibi zamanla değişen, yeni biçimler alabilen, kadın ile erkeğin birlikteliği ile gerçekleşen, toplumsal sistemin en küçük birimini meydana getiren bu yapının, insanın kurduğu her yapıda olabileceği gibi, zamanla aksayan, düzeltilmesi gereken yönleri olabilecektir. Evlilik, bütün zorluklarına rağmen, devam etmesi toplum sağlığı bakımından gerekli olan ve çağın değişimiyle, değişebileceği kabul edilen temel toplum birimidir. “İki ayrı insan” tarafından oluşturulan aile, bunun doğal sonucu olarak, çatışma ve uyumsuzluk potansiyelini de beraberinde taşır. Farklı ortamlarda yetişmiş, değişik kişiliklere sahip iki ayrı insanın, uzun yıllar boyunca hep uyumlu olmalarını beklemek, fazla iyimser bir beklentidir ve hayatın zorluklarına karşı bir liman olarak düşünülen ailenin bazen kendisi bir fırtınalı denize dönüşüp, sorun çözmeye değil sorun üretmeye başlayabilir. Bu durumda eşlerin birlikteliklerini sona erdirme kararı alarak boşanmaları günümüzde giderek artan sayılarda yaşanmaktadır. Ülkemizde boşanma yüzdesi diğer Batı ülkeleriyle karşılaştırıldığında oldukça düşük bir seviyede bulunmaktadır. Ancak yıllara göre bakıldığında da bir artış gözlenmektedir. Örneğin 1998’de boşanma sayısı 27.167 iken bu sayı 2000’de 34.864’ çıkmıştır. Evlilik süresine göre boşanma yüzdesi incelendiğinde, Türkiye’de boşanmaların yüzde 44.89’unun evliliğin ilk 5 yılı içinde meydana geldiği görülmektedir. Boşanmayla sonuçlanan evliliklerin ortalama süresi bilinmemektedir. Çocuk sayısına göre boşanma yüzdesi incelendiğinde, boşanmaların yüzde 43.85’inin çocuksuz ailelerde görülmesi, çocuk varlığının boşanmayı önleyen bir unsur olduğunu düşündürebilir. Ancak diğer taraftan da boşanmış çiftlerin yarısının çocuklu olması durumu söz konusudur. Bu istatistiksel verilere göre,
100 Ocak-Şubat-Mart 2007
boşanma, ciddi bir sosyal sorun olarak ilerleyen tarihlerde yetkilileri meşgul edeceğe benzemektedir. Boşanma ile ilgili düşündürücü gerçeklerin ve anne babası boşanmış çocukların, gelişimle ilgili ve psikolojik sorunlar yaşamak açısından, diğer çocuklardan daha fazla risk altında olduğuna dair artan verilerin ışığı altında, giderek daha fazla çift, aileyi dağıtmanın doğru olup olmayacağını sorgulamaktadır. Bazıları, en azından çocuklar büyüyüp evden ayrılana kadar, kişisel isteklerini bir kenara atıp evliliği sürdürmeyi düşünebilmektedir. Araştırma sonuçları göstermiştir ki; sadece çocukların iyiliği için bir arada kalmanın çok nadir işe yaradığıdır. Bazen, bir arada kalmak, çocuklara, anlaşamayan eşlerin boşanmasından daha çok zarar verebilmektedir. Araştırmalar, kasıtlı sessiz kalmalardan, sürekli bağrış çağırışlardan, fiziksel şiddet göstermeye kadar çeşitli anlaşmazlıklara şahit olmuş çocukların, boşanmış aile çocuklarından daha uyumsuz olduklarını ortaya koymaktadır. Kısacası, bazen sorunu çözmenin tek yolu evliliği sona erdirmek olabilir. Hukuksal bir kavram olarak ele alındığında boşanma, basit anlamda evlilik sözleşmesinin sona ermesidir. Ancak, ruhsal açıdan değerlendirildiğinde aile birliğinin bozulması, ailenin bölünmesine ya da bütünüyle dağılmasına yol açan ve bütün aile üyelerini hatta yakın çevredeki kişileri dahi sarsabilen karmaşık bir olgudur. Bu süreçten en çok etkilenenler çocuklardır. Kuşkusuz bir çocuk fiziksel ve psikolojik gelişimini en güzel şekilde ailesinin içinde tamamlar. Çocuk hem annenin hem de babanın ilgisine, sevgisine, şefkatine muhtaç bir varlıktır. Çocuğun ruhsal ve zihinsel açıdan sağlıklı olmasının başta gelen şartlarından birisi elbette ki kişiliğinin ideal bir aile tarafından kazandırılmasıdır. Boşanma, mevcut aile yapısını değiştiren en önemli etkenlerden bir tanesidir. Bu durum, normal gidişatın tersi veya değişik bir durumu olduğu için, aile içerisindeki bireylerin hepsini önemli ölçüde etkilemesi de kaçınılmazdır. Bu etkilenmede karşılıklı etkileşim içerisinde, çocuk- anne, çocuk-baba, anne-baba, çocuklar kendi aralarında ayrı ayrı etkilenmesi ve bunların ikişerli olarak birbirini etkileyip, yeni oluşuma ayak uydurmaya çalışması durumu söz konusudur. Boşanmanın en çok etkilediği kişiler ise şüphesiz çocuklardır. Hatta bu durum bazen o kadar ileri gider ki anne-babalar kendi sorunlarından veya stres
faktörlerinden dolayı, bu türlü bir hayat aşaması ve stres faktörü durumunda, çocukları hiç hesaba katılmaz veya en son akla gelir. Günümüzde evliliklerin sona ermesi sık rastlanır bir olay olduğu için, bir çok çocuk -çok küçük olanlar hariç- boşanma kelimesini bilmektedirler. Eğer ailede gerginlik ve mutsuzluk varsa çocukların birşeylerin yolunda gitmediğinin farkında olmaları büyük bir olasılıktır. Kavganın-özellikle fiziksel şiddet ve alkolizmbol olduğu ailelerde, çocuklar farkında olmadan, anne babalarının ruhsal durumlarını okumayı öğrenirler. Kızgın ya da mutsuz bir ebeveyne yaklaşmak için en doğru zamanı çeşitli ayrıntılardan yola çıkarak bulabilirler. Aynı şekilde ne zaman ortada olmamaları gerektiğini de bilirler. Boşanma hakkında az çok bir şeyler bilmek ve sürekli anne-babanın kavgasına tanık olmak bile birçok çocuğu anne babasının ayrılıyor ya da boşanıyor olduğu haberine hazırlamaz. Olay patladığı zaman ki bu çoğu kez anne ya da babanın evden ayrılması ile olur, bir çok çocuk gerçekten sarsılır. Eğer çocuk anne ve babasının kavgalarından uzak tutulmuşsa daha da büyük bir şok yaşar. İstismar eden biri bile olsa, bir ebeveynden ayrı olmak çocukları dehşete düşürür. Çocuğun aileyi terk etmiş olan ebeveyni özlemesi doğaldır. Ebeveynin ayrılmış olması çocukların bağlılık duygularını yok etmez.
Boşanma hiç kuşkusuz, çocukların başına gelebilecek en sarsıcı olaylardan birisi ve potansiyel olarak onların gelişmelerini ciddi bir biçimde etkileyecek bir dizi değişikliği de beraberinde getirmektedir. “Potansiyel bir durumdur, çünkü boşanmış bir ailenin bireyi olarak yaşamak kaçınılmaz olarak çocuklara zarar veren bir durum değildir. Önemli olan anne ve babanın evliliklerinin sona ermesini nasıl karşıladıkları, boşanmadan sonra hayatlarını ve ilişkilerini nasıl sürdükleri ve çocukları ile ilgilenmeye devam etmeleridir. Boşanmaya karar vermeden önce bu konuyu çok ciddi düşünmek gerekir. Çünkü bu durum mevcut ve ilerleyen dönemdeki etkilerinden dolayı gerçekten önemli bir olay ve karardır. Genelde boşanmadan önceki durum ile boşanma sonrası durumun her açıdan değerlendirilip sonuçları hesap edildikten sonra bu durumun daha ileri aşamaya götürülmesinde fayda vardır.
Elbette bütün etkiler için çocuğun yaşı, gelişim derecesi, o yaşa gelinceye kadar yaşadıkları, içinde bulunduğu kişilik durumu önem taşıyacaktır. Etkilenmenin biçimini, derecesini, çocukların buna karşılık olan tepkileri değiştirecektir.
Hemen hemen bütün boşanmalarda, kadın da erkek de duygusal bir çöküntü yaşarlar. Boşanmaya karar verene kadar uzanan süreçte çoğu kez kadın ve erkek birbirlerini karşılıklı olarak incitirler. Bu süreçte, her iki taraf da birbirlerini istenilmeyen taraf olarak algılarlar. Bu nedenle, kadın için de, erkek için de, boşanma olayı kişisel özgüvene ve saygıya indirilmiş bir darbedir. Evlilik, ne kadar kötü olursa olsun, boşanma gerçekleştikten sonra yaşanan boşluk üstesinden gelinmesi gereken önemli bir sorundur. Bunların yanı sıra, ortada bir de çocuklar varsa, bu kez, çocuk ya da çocukları kapsayan yeni bir düzen kurma zorunluluğu acil olarak ortaya çıkmaktadır.
Amato ve Keith (1991) boşanmış ailelerin çocuklarıyla ilgili yaptıkları araştırmada, boşanma sırasında çocuğun yaşının, çocuğun psikolojik ve sosyal uyumuna ve anne-baba ile ilişkileri üzerine en anlamlı etki eden faktör olduğunu saptamışlardır. Her çocuğun gelişim hızı aynı olmasa da, aynı yaş grubundaki çocuklar benzer özellikler taşımaktadır. Ailenin dağılması, aynı yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da bir çok değişik duygusal tepkiye yol açmaktadır. Çocukların bu duyguları, ileriki yaşamlarının çeşitli aşamalarında tekrar yaşayabilme olasılıkları da bulunmaktadır. Çocukların içinde bulundukları yaşa göre bazı duygular öne çıkarak yoğun yaşanabilirken, diğerleri geri planda kalıp ileriki yaşlarda etkisini gösterebilmektedir.
Bu zor süreçte ilk adım, çocuklara boşanmayı anlatmaktır. Bazı anne ve babalar çocuklara, boşanma niyetlerini haber vermeyi gereksiz bulurlar. Çocukların yaşının küçük olması bu davranışı pekiştirir. Oysa hiçbir kimse, sevsin ya da sevmesin, bir sabah uyandığında, sanki hiç yaşamamış gibi, ailesinden bir ebeveynin ortadan yok olmasını asla anlayamazlar. Hiçbir çocuk böylesine yıkıcı bir davranışla karşı karşıya bırakılmamalıdır. Böylesi düşüncesiz davranışlar, çocuğun reddedilmiş olma duygularını kuvvetlendirmenin yanı sıra onun olup bitene bir anlam verebilmek için olmadık şeyler uydurmalarına da yol açabilir. Çocuklara, boşanmaktan söz ederken dikkat edilecek en önemli nokta, onlara doğruyu söylemek olmalıdır. Çocuklar gerçeği bazen düşündüğümüzden
Ocak-Şubat-Mart 2007
101
daha güçlü karşılarlar. Eğer, bu konuda yalan söylenildiğini sezerlerse, hem olayı daha sağlıksız yaşarlar hem de anne ve babalarına olan güven duyguları zedelenir. Diğer taraftan boşanmaya yol açan gelişmeleri ve yaşanılan tatsız ayrıntıları anlatmanın hiçbir yararı yoktur. Boşanmaya karar vermiş ailelerin, kararın çocukları üzerindeki etkisinin neler olabileceğini düşünerek hareket etmeleri gerekir. Boşanmaya karar verdikten sonra veya mahkeme süreci başladıktan sonra, çocuğun yaşına göre, aile içerisinde az çok hissettiği bu farklı durumun, uygun bir dille, yaşına uygun bir şekilde anlatılması gerekir. Bu durumu genelde anne-babanın ikisinin birden çocuğa açıklaması uygundur. Yapılması gereken, çocuğa sevgi mesajları verildikten sonra, yani hem anne hem baba tarafından çok sevildiği ve durum ne olursa olsun bundan sonra da sevilmeye devam edileceği konusunda çocuğa güven verildikten sonra durum anlatılmaya başlanmalıdır. Bu durumun yani anne babanın artık hayatlarını ayrı yaşayarak devam ettirmelerinin, herkesin faydası için zorunluluk olduğu ve başka alternatif kalmadığı, yine çocuğun yaşına uygun bir şekilde anlatılmalıdır. Çocuğun kaygısını azaltmak için, yine sevgilerinin devam edeceğini ve çocuk hangi tarafta kalırsa kalsın diğer ebeveyni görebileceğinin ve irtibatın devam ettirileceğinin altı çizilmelidir. Çocuğun ilerleyen dönem içerisinde psikolojik durumu takip edilmeli, özellikle gizli depresyon ve kaygı durumları göz önüne alınmalıdır. Bu yeni durum çocuğun sosyal hayatında, bazı sorunlar oluşturabilir ve uyum güçlüğü denen bir tabloya zemin hazırlayabilir. Burada anne-babaların dikkat etmesi gereken en önemli nokta -ki ister ayrı ister beraber- çocuğa verilecek sevgi ve sağlanacak huzur ortamı, her türlü sıkıntı ile başetmek için gerekli olan en önemli araçtır. Altı çizilmesi gereken bir diğer nokta da şudur: Çocuğun bundan sonra, örneğin baba ayrıldıktan sonra annenin bu ayrılığı telafi etmek için çocuğa aşırı hoşgörü ile davranmasıdır. Bu durum çocukta değişik davranış problemlerinin gelişmesine zemin hazırlayabilir. Bu nedenle denge iyi korunmalı, bu türlü sınır problemleri yaşatılmamalıdır. Ayrıldıktan sonra, ebeveynler birbirlerinin aleyhinde konuşmamalı ve çocuğa eşi ile olan problemi yansıtılmamalıdır. Bu durum boşanma yaşamış ailelerde sık görülür ve çok önemli problemleri beraberinde
102 Ocak-Şubat-Mart 2007
getirebilir. Aynı zamanda çocuğun ayrı yaşadığı ebeveyni sık görmesi (önemli bir problem yoksa ) sağlanmalı ve çocuğun iletişimi devam ettirilmelidir. Çocuğun cinsiyetine göre örnek alabileceği karşı cinsten güvenilir bir akraba veya tanıdık kişiler, ayrılan ebeveyn yerine çocuğun bazı duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilir. Ör: Babadan ayrı bir çocuk ile dayısının biraz daha yakın ilişki içinde olması gibi. Çocuklara boşanmanın nasıl açıklanacağı onların aile hayatının bu dönemindeki değişikleri nasıl karşılayacaklarını belirleyecektir. Boşanmanın tek başına çocuklara fazla zarar vermeyeceği unutulmamalıdır. Çocukların iyiliği, ebeveynlerin nasıl davrandığına ve aldıkları kararlara bağlıdır. Onların alıştıkları aile birimini, denge ve düzenin hakim olduğu yeni bir ortamda yeniden oluşturulmasında yarar vardır. Boşanma olayının böyle açıklanması en doğru biçimdir. Ancak, eşlerin bir araya gelmesini engelleyecek şiddette olaylar yaşanıyorsa, o zaman bu konuşma anne ve baba tarafından ayrı ayrı yapılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken, eşlerin birbirleri ile ilgili olumsuz duygularını çocuklara aktarmamalarıdır. Ebeveynlerden birinin aileden ayrılmasının çocuklar üzerindeki etkisini en aza indirerek planlayan çiftlere, gerçek dünyada pek az rastlanmaktadır. Birçok ailede bir eş bazen diğer eşe bile haber vermeden aniden evi terketmektedir. Boşanma olayının, çocuklara anlatılması için en doğru zaman eşlerden birinin evden ayrılmasının gerçekleşeceği günden en az bir hafta önce olmalıdır. Çünkü, çocukların haberi duyduktan sonra kafalarını kurcalayan pek çok soruları ve dolayısıyla endişeleri olacaktır. Eğer, boşanma haberi eşlerden birinin tam evden ayrılacağı gün verilirse, çocukların duygularını açıklamak ve sorularına cevap bulmak için zamanları olmayacaktır. Bu nedenle, mümkün olduğu ölçüde normal bir aile düzeni içinde sürdürülecek bir hafta boyunca, çocuklar anne ve babalarına soru sorma fırsatı bulacaklardır. Boşanmadan önce çocukla yapılacak konuşmada ve sonrasında uygulanması gerekenler: 1. Çocuk sahibi ailelerin ister bir arada yaşarken ister herhangi bir nedenle parçalanma sonrası çocuklarının sağlıklı yetişebilmeleri için bilmeleri ve uygulamaları gereken iki özellik vardır. Birincisi
onları koşulsuz sevmek, ikincisi onlarda özgüven duygusunu geliştirmektir. Çocuklara boşanma sırasında söylenmesi gereken en önemli konulardan biri de ebeveynleri tarafından sevildikleridir. Onlara, eşler arasındaki sevginin, onların sevgisiyle ilgili olmadığı, ayrılmalarının anne ve baba olarak sorumluluk ve sevgilerinin yok olması anlamına gelmediği anlatılmalıdır. Onların, ebeveynlerinin kendisine duyduğu sevginin sonsuza kadar süreceğini bilmeye ihtiyaçları vardır. Bir çok araştırmacı (çocuktaki sevilme ve özgüven duyguları sağlanmışsa), boşanma öncesi ve sırasında çocuklar, yaşanılan olaya ortak edilip bilgilendirilmişse ve de ayrılıktan sonra her iki ebeveynle de sevgi ilişkileri devam ediyorsa boşanmanın çocuk üzerindeki etkisinin katlanılabilir derecede olacağını kaydetmektedirler. 2. Eğer mümkünse boşanma öncesi süreçte, uyumsuzluklar başladığında uygun dille çocuklar bundan haberdar edilmeli ve boşanma konusu haber verilmelidir. Bu konuşma imkanlar dahilinde anne-baba birlikte yapılmalıdır. Konuşma asla bir ebeveynin hakimiyeti altında sürmemelidir. Anne ve babalar ayrılmanın sorumluluğunu birlikte üstlenirlerse, uzun vadede çocukların yeni durumu kabullenmeleri daha kolay olmaktadır. 3. Boşanmanın, onların hatalarından kaynaklanmadığı, tamamen anne ile babanın beraberliklerini başarılı bir şekilde sürdüremeyişlerinden kaynaklandığı anlatılmalı ve anlamaları sağlanmalıdır. Ayrıca çocuklara, ayrılığı değiştirecek veya ailedeki problemleri çözüme kavuşturma yolunda yapabilecekleri hiçbir şey olmadığı da söylenmelidir. Eşlerin arasındaki anlaşmazlığın uzun süredir var olduğu durumlarda, çocuklar daha fazla gerginlik yaratabilir ve eşler arasındaki çoğu tartışma da bu yüzden çıkabilir. Bazı insanlar ailelerini sadece çocuk büyütme sorumluluğunu taşımaktan yoruldukları için terk ederler. Bu gibi durumlarda bile evliliğin sona ermesinden çocuklar sorumlu değil, bu, kişilerin uyumsuzluklarındandır. 4. Çocukların diğer ebeveynle ilişkisi desteklenmelidir. Çocukların her iki ebeveynle de ilişkiye ihtiyaçları vardır. Unutmamak gerekir ki bir kişi çok iyi bir evlilik partneri olmayabilirken mükemmel
bir ebeveyn olabilir. Onlara, hem annelerini hem de babalarını sevmelerinin doğru olduğu söylenmelidir. Çocuklar taraf tutmak zorunda olmadıklarını veya anne-babadan birini seçmek diğerini kaybetmek zorunda olmadıklarını bilmelidirler. 5. Ailenin hayatında neler değişeceği konusunda detaylar anlatılmalıdır. Nerede ve kiminle yaşayacağı, diğer ebeveyni ne zaman ve hangi aralıklarla göreceği, okul ayarlamaları gibi konularda soracağı sorulara cevap verilmelidir. 6. Çocuklara, her bir ebeveynin onların hayatlarının bir parçası olacağı söylenmelidir. Çocuklar annebaba programlamasını ve her birine nasıl ulaşacaklarını bilmelidirler. Çocuklara, her bir ebeveynle konuşmaya ihtiyaç duydukları zamanlarda, ebeveynlerinin de uygun oldukları takdirde her zaman temas kurabilecekleri konusunda güvence verilmelidir. Bununla birlikte diğer ebeveyn, çocuğun sorumluluğuna katılmak istemezse, bu durumda, çocuğa karşı dürüst olup onun gerçeği yanlış değerlendirmesine engel olunmalıdır. 7. Boşanma sonrasında çocukların yaşayacakları değişikler en asgaride tutulmalıdır. Boşanma sürecinde şehir veya ev değiştirme, bakıcı değiştirme, yeni bir evlilik vb. yaşam değişikliklerini ertelemek gerekmektedir. Yaşanması zorunlu bazı değişiklikler varsa, bunlara kademeli geçişler yapmaya gayret edilmelidir; çünkü, her değişim olumlu da olsa daha fazla çaba gerektirir ve çocuklar için hepsine birden uyum sağlamak güç olabilir. Aynı sebeple, boşanma sonrası, çocuk eşlerden hangisiyle kalacaksa, o ve çocuk ailenin boşanmadan önce yaşadığı mekanda yaşamaya devam etmelidir. Çocukların devam ettikleri okul, okuldaki arkadaş çevreleri, anne-babaları dışındaki diğer aile üyeleri, mahalle arkadaşları çocuklar için çok önemlidirler. Bu yakın çevrelerini değiştirip, onları yeni bir çevre içerisine götürmek, tıpkı bir bitkiyi, güneşine, ısısına, ışığına, suyuna alıştığı evdeki saksısından söküp uzaktaki gelişigüzel bir bahçeye ya da tarlaya dikmeye benzer. Bitki yaşar ancak yaşayıncaya kadar ne mücadeleler verir bilinmez. Bu kimi zaman görünüşüne yansır da fark edilir yeni yerine alışmakta güçlük çektiği, ki-
Ocak-Şubat-Mart 2007
103
mi zaman da hiç anlaşılmaz, taa ki birdenbire boynunu büktüğü ana kadar.
ebeveyn, çocuklarla görüşmek için belirlediği gün ve saatlere özen göstermeli, randevulara sadık kalmalı ve yapılan planlara uymalıdır. Çocuklara söz vermiş olmak için konuşulmamalıdır. Neler yapılabilecekse onların sözü verilmelidir. Aksi taktirde onların güven duyguları tamir edilemez ve bu ilerde çok çeşitli ilişki problemleri şeklinde tekrar tekrar çocuk tarafından yaşanabilir.
Ayrılan eşler aynı şehirde oturmaya devam edecekse eğer, çocukların velayetini alarak birlikte oturacak ebeveyn, boşanma öncesi oturulan evde ya da mümkünse aynı semtte oturmaya devam etmelidir. 8. Ailede yaşanan boşanma süreciyle ilgili meydana gelecek değişimler konusunda çocukların okulu ve öğretmenleri bilgilendirmeli, okulla temas kuracak sorumlu kişi, acil durumlarda kimlerin aranacağı, çocuğu okuldan kimin ve ne zaman alacağı konusu aktarılmalıdır. 9. Çocukların ne söyledikleri dinlenmeli ve hayatlarında boşanmayla ilgili konularda yaşadıkları duyguların güvenle sağlıklı bir ortamda dile getirmeleri için yüreklendirilmelidir. Çocukların duygularını ifade edebilmek için uygun biçimlerde model olunmalıdır. Duyguların çocuklarla karşılıklı olarak ifade edebilmek paylaşabilmek için sağlıklı yöntemler geliştirilmelidir. Boşanmanın onu bir süre mutsuz, sinirli, hırçın yapabileceğini, bu tür duygularını saklamaması, paylaşması gerektiği böylece de öfkesini, üzüntüsünü, mutsuzluğunu uygun şekillerde dışa vurarak rahatlamasının tüm ailenin ve özellikle kendi psikolojik sağlığı için ne kadar önemli olduğu vurgulanmalıdır. 10. Eşler kendi ailelerini de bir araya getirerek (babaanne, hala, dayı vb.) birlikte bir toplantı yapmalı ve çocukla ilgili alınan kararlardan diğer aile üyelerinin de bilgi sahibi kılınması sağlanmalıdır. Böylece, herkese çocuk için işbirliğinin kaçınılmaz olduğu hatırlatılmış olur. Böylece, çocuğun bu durumdan çok etkilenebileceğinin ve bu konuda herkesten duyarlılık beklendiğinin altı çizilir ve kararlarda herkesin katkısı olduğundan kurallar daha az çiğnenir. 11. Boşanan eşler çocuklarına gelecekle ilgili tutarlı bir yapı sunmalıdırlar. Tutarlı söz ve davranışlar ve sevgi vererek onların yeniden güven duygusu oluşturmalarına imkan verilmelidir. Çünkü boşanma sırasında çocuklarda ilk etkilenen güven duygusudur. Çocuklar ebeveynlerinin boşanmasıyla kimsesiz kalacaklarından korkarlar. “Birbirlerini terk ettikleri gibi beni de mi terk edecekler” acaba diye düşünürler. Bu nedenle evden ayrılan
104 Ocak-Şubat-Mart 2007
12. Boşanmış eşler, çocukları ile birlikte her iki ebeveyn bir arada ya da ayrı, değişik faaliyetler ve ailenin özel günlerinde ve her zaman aile fikrini yaşatacak biçimde davranmaları gerekir. Bunun için bir bayram gününde eşlerin çocuklarını da yanlarına alarak onunla eğlence yerine gitmeleri ve ona özel bir gün geçirtmeleri, çocuğun değerli aile anılarını çoğaltmaları, çocuklarının psikososyal gelişimi için yararlı olacaktır. Ancak burada tehlike çocuğun tekrar bir araya gelebilecekleri ümidinin beslenmesidir. Eğer böyle bir durum yoksa, o zaman çocuğa bu yalın bir dille anlatılmalıdır ki çocuk yıkılacak hayaller kurarak üzülmemelidirler. 13. Eşler boşanmanın çocukları için olduğu kadar kendileri için de zor olduğunu unutmamalı ve boşanmayı bir son değil, bir başlangıç olarak kabul etmelidirler. Öfke, yalnızlık duygusu, depresyon, kaygı gibi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir, bunlar doğaldır, gerekirse profesyonel yardım almaktan çekinmemek gerekir. Kendilerini ne kadar çabuk toparlarlarsa çocuklarına da o kadar çok yararlı olabilirler. Unutmamak gerekir ki, çocuklar yeni karşılaştıkları her durumun ne denli tehdit edici olup olmadığını anlamak için genellikle yetişkinlerin tepkilerine bakarlar. Sürekli ağlayan bir anne çocuğa durumun kötü olduğu, neşeli ve çabalayan bir anne ise her şeyin yolunda gittiği izlenimini verecektir. Boşanmayı çocuk açısından problem haline getirmemek için asla yapılmaması gerekenler: 1.
Eşler, çocukları kesinlikle birbirlerine karşı kullanmamalıdır. Çocuk hiçbir şekilde taraf tutmak ve yargıda bulunmak için kullanılmamalıdır. Yeni düzenlemelerle ilgili kararlar verilirken çocukların görüşleri alınmalı ama onlar karar verme sorumluluğu altında bırakılmamalıdır.
2.
Çocuk, boşanmış bir anne-babanın çocuğu olmayı çevresine karşı bir silah gibi kullanmamalıdır. Her konuda gereksiz tavizler vererek çocuğun boşanmadan alacağı yaralar yalnızca artırılır, azaltılmaz. Her gün çikolata yemesine izin vererek çocuğunuzun boşanma olayından daha az etkilenmesini sağlamaz, sadece çikolataya daha çok alışması sağlanır.
3.
Çocukla ilgili her konuda eşler birbirleriyle çelişen davranışlarda bulunmamaya gayret göstermeli, ortak bir yol izlenmelidir. Babanın evinde izin verilen bir şeye, annenin evinde yasak konulmamalıdır.
4.
Çocuk anne-babasının yerine kimseyi koymak istemez, buna saygı duymak gerekir. Boşanma sonrası eşlerden biri yeni bir ilişki yaşıyorsa çocuğun bunu boşanmayı kabullenene kadar bilmemesi gerekir.
5. Diğer ebeveyn çocukların önünde hiçbir zaman eleştirilmemelidir. Çocuklar kendilerini yarım anne yarım baba olarak görürler. Dolayısıyla diğer ebeveyne saldırıldığı zaman çocuk bu saldırıdan olumsuz etkilenir. Bu kural üvey ebeveynler için de geçerlidir. 6.
Çocuklar asla haber getirip götüren kişi olarak kullanılmamalıdır. Bu ilişkilere zarar verebileceği gibi çocuğun kişilik gelişimini de olumsuz etkiler.
7.
Çocuk boşanmanın detayları hakkında bilgi bombardımanına tutulmamalıdır. Mahkeme kararları, velayet, nafaka, mali konular, ebeveynler arasındaki özel konular hakkındaki bilgi ile aklı karıştırılmamalıdır. Bu onun için gereksiz bir yüktür.
8.
Eski eşin çocuğa karşı yanlış davranışlarından yararlanmaya kalkarak, ilişkilerini olumsuzlamamalıdır. Bunun yerine durum çocuk açısından düzeltilmeye çalışılmalıdır.
9.
Çocukların, ebeveynin en iyi dostları en güvendikleri arkadaşları olmasına izin verilmemelidir, çünkü ebeveynlerinin duygusal refahlarından çocuklar sorumlu değildirler.
10. Çocuğa maddi destek verilemiyorsa da ziyaretler kesilmemelidir. 11. Çocuğun sevgisi asla satın alınmamalıdır.
Boşanma Sonrasında Çocuklarda Görülen Tepkiler:
Ortak
Suçluluk: Anne-babası boşanan çocuklarda ortaya çıkan ilk duygu suçluluktur. “Ben olmasam annem babam boşanmazdı, benim yüzümden ayrıldılar” gibi kendini suçlayıcı duygular içine giren çocuklar, eğer bunun aksine ikna edilmezlerse büyüyünce de çok büyük duygusal sorunlar yaşayabilirler. Ailelerin, bunu engellemek için, ‘aldıkları kararın çocuklarından kaynaklanmadığını, kendi aralarında çözümleyemeyecek bir sorunları olduğunu ve bir arada yaşayamayacaklarını anladıkları için ayrı yaşamalarının daha uygun olacağına karar verdiklerini’ açıklamaları gereklidir. Korku: Çocukların tümü, anne-babalarının ayrılmasından sonra korkuya kapılırlar. Okul öncesi yaştaki çocukların korkusu, birlikte yaşadıkları ebeveynin de onları da birgün terk edebileceği ve yatacak-yiyecek yer bulamamaktan ve giden ebeveynin onları sevmeyeceğinden korkarlar. Daha büyük yaştaki çocuklar da terkedilme korkusu yaşarlar ancak onlarınki daha çok boşanmanın hayatlarını nasıl etkileyeceği ile ilgilidir. Öfke: Çocuklar, ebeveynlerinin boşanmasına tepkiyi, yaşlarına cinsiyetlerine, karakterlerine göre değişik şekillerde gösterirler. Özellikle erkek çocuklar öfkelerini, sık sık kavga ederek okulda öğretmenlerine karşı gelerek, anne- babalarına bağırarak, kırıp dökerek ortaya koyarlar. Diğer taraftan öfke, onların boşanma olayını kabul etmeye başladıklarının bir belirtisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Öfkeyi görmezden gelmeyip, kabul edilebilir düzeyde, açığa vurmalarına izin vermek gereklidir. Bu, onların ebeveynleri tarafından dinlenilmesine hazır olunduğu mesajını verecektir. Öfkelerini içine kapanarak gösteren çocuklara ise konuşmaları, içini dökmeleri için cesaretlendirilmelidirler. Üzüntü: Ailenin dağılmasına çocukların en fazla gösterdikleri tepki, üzüntüdür. Ağlamak ve üzgün durmak, onların
Ocak-Şubat-Mart 2007
105
bu duygularının bir belirtisidir. Yalnız kalmayı istemek, az konuşmak, veya düşmanca davranmak, bu duygusunu yansıtan resimler çizmek (ağlayan yüzler, kırık kalp resimleri), sürekli hayal aleminde yaşamak, eski alışkanlıklarını terk etmek gibi davranışlar da bu üzüntünün bir yansımasıdır. Üzüntü duygusunu dışa yansıtmakta toplumsal olarak atfedilmiş değerlerden dolayı (erkekler ağlamaz, erkek adamsın sana yakışmıyor) erkek çocuklarına daha duyarlı yaklaşılmalıdır ve onunla konuşma yollarını bularak kendini ifade etmesine izin verilmelidir. Değişik faaliyetlere yöneltilerek, bu üzüntüsüyle baş başa kalması önlenmelidir. Barışma Arzusu: Ailesi boşanmış çocukların ortak yanlarından biri de, bir gün gelip anne-babalarının tekrar bir araya gelecekleri ümididir. Boşanma olayının üzerinden yıllar geçse, hatta ebeveynlerin her ikisi de evlense çocukların (hangi yaşta olurlarsa olsunlar) anne-babalarını bir arada görme, yeniden evlenmelerini arzu etme durumları hemen hemen değişmeden devam etmektedir. Burada ailelerin dikkatli olmaları gereken bir konu vardır. O da çocuklara, bir araya gelme şanslarının kesinlikle olmadığını zaman zaman hatırlatmaları ve onlara ümit vermemeleridir. Çünkü çocuklarla birlikte özel günlerde bir araya gelmeleri gibi durumlar onların bu ümitlerini besleyebilir ve yanlış düşünceler içerisine girerek ilerde hayal kırıklığı yaşamalarına sebep olabilir. Yemek Yeme İle İlgili Sorunlar: Daha çok kız çocuklarında rastlanılan bir sorundur. Son zamanlarda çok fazla yemek yiyip bunları geri çıkarmak ya da çok az yemek yiyerek ince kalmaya çalışmak (0 beden) davranışlarına özellikle genç kızlar arasında çok sık rastlanmaktadır. Bunun yanında çocuklar yeme ile ilgili çok fazla sorunlar da geliştirebilmektedir: Çok fazla yemek, odalarında yemek biriktirmek, sadece bir iki çeşit yemek yemek gibi. Bu durumlarda aileler mutlaka çocukla ilgilenmeli ve nedenlerini araştırmalıdır. Basında da izlediğimiz gibi yeme problemleri her ne nedenle olursa olsun, ölümle biten sonuçlar şeklinde bile karşımıza çıkabilmektedir.
106 Ocak-Şubat-Mart 2007
Uyku sorunları: Ailesi boşanma sürecinde olan ya da boşanmış çocuklar, korku ve üzüntülerine bağlı olarak uyku problemleri yaşayabilirler. Kendi yataklarında yatmama, uyumak istememe, kabus görerek uyanma gibi birtakım problemler yaşarlar. Uyku bilinmeyen bir karanlığa dalmaktır ve çocuklar bunu terk edilme ve kaybetmek duygularıyla özdeşleştirirler. Bir gün uyandıklarında anne ya da babasından birinin bir daha dönmemek üzere evden ayrıldığı gerçeği ile karşı karşıya kalan bir çocuk doğal olarak böyle bir problem yaşayabilir. Hatta bu problem ciddi boyutlarda sorunlar da yaratabilir. Uyku problemleri, sevgi ile yaklaşan ve kararlı davranan bir ebeveyn sayesinde, birkaç ay içinde normale dönebilmektedir. Gece yatmadan önce onlarla kaliteli zaman geçirme konusuna dikkat edilir ve birlikte ona unutamayacağı çocukluk anıları olarak kalacak aktiviteler içerisine girilirse hem onların gelişmesinde hem de dönemin sorunlarının ortadan kalkmasında yardımcı olunur. Yalnızlık: Çocuklar, evden arılan ebeveynle araları iyi olmasa bile onun yokluğunu hissederler. Aile tüm bireyleriyle bir bütünlüktür ve çocuklar da bunun böylece sürüp gideceğini düşünürler. Aileden birinin sürekli olarak ayrılıp gitmesi onlarda müthiş bir boşluk hissi uyandırır. Ayrıca sadece evden giden ebeveynin yaşattığı yalnızlık yanında başka yalnızlıklarla da yüz yüze kalır. Evde birlikte kalan ebeveyn, artı işler yapmak zorunda kalacağı için kendisine ayıracağı zaman da sınırlı olacağından, çocuklar daha fazla tek başına kalabilirler. Küçük çocuklar hayali arkadaşlar yaratarak kendilerini oyalayabilirler. Ancak yaşça büyük olanlar, ebeveynleri eve gelinceye kadar sıkılırlar, yalnızlık hissederler ve kendilerini idare etmek, korkuları ile baş başa kalmak gibi durumlarla yüz yüze kalırlar. Dolayısıyla içinde bulundukları duruma üzülmek ve aileyi tekrar bir araya getirmek hayalleri kurmak için fazlasıyla zaman bulurlar. Böyle durumlarda aileler, çocuklarının farklı faaliyet ve uğraşlar içerisine girmesini sağlayarak, yalnız geçirdikleri zamanlarını kendilerini geliştirmek ve tanımak için kullanmalarını sağlamalıdırlar.
Reddetme:
Okul Sorunları:
Çocuklar anne-babalarını hep bir arada görmek isterler. Daha önce de değinildiği gibi aile içerisinde her ne olumsuzluk yaşanırsa yaşansın çocuklar için ebeveynlerinin bir arada yaşaması daha önemlidir. Ailelerinin ayrılma istekleri onlara çok ters gelir ve anlamaları imkansız bir durumdur. Daha erken yaşlardaki çocuklar anne-babalarının birbirini istememeleri durumunu kendisinin de istenmediği şeklinde yorumlayabilmektedir. Dolayısıyla kendini değersiz, istenmeyen kişi olarak algılayabilmektedir. Bu nedenle eşler mümkün olduğunca birlikte açıklama yaparken “bizim ayrılmamız senden de ayrılacağımız anlamına gelmiyor. Seninle her zaman ilgileneceğiz ve seveceğiz. Bundan şüphen olmasın” diye belirtmelidirler.
Ailesinde ayrılık yaşayan çocukların okulda başarısızlık yaşamaları ve saldırgan davranışlar sergilemeleri çok rastlanılan doğal tepkilerdir. Böyle bir dönemde, yapılması gereken davranışlar konusunda da ele alındığı gibi, ailelerin okul ve öğretmenlerle sıkı ilişki içerisinde olması ve düzenli olarak çocuğun durumunu takip etmesi problemlerin en az yaşanmasına ve çözümüne yardımcı olacaktır.
Gerileme: Birçok çocuk anne babasının boşanmasına , gelişimlerini tamamladıkları bir aşamaya geri dönerek tepki göstermektedir. Gösterilen tipik gerileme davranışları, parmak emme, yatağa işeme, anne-babaya vurma, onlara tutku ile bağlanma, değişik konularda tutturmalar, eskiden sevilen bir oyuncağa yeniden dönme ve bağlanmadır. Bu davranışlar kısa vadede normal sayılabilir, ancak devam etmesi durumunda üzerinde durulması gerekli problemlerdir. Bu tür davranışlar, çocuklara zor durumlardan kaçarak rahatlama ve kontrolü elinde bulundurma, zihinsel olarak emin ve rahatlatıcı bir yere sığınma imkanı vermektedir. Çocukların bu davranışları karşısında sabırlı olunmalı ve ceza verilmemelidir. Çünkü bu dönemlerinde en son bekledikleri şey cezadır. Onların ailelerinden o dönemde bekledikleri şey, sevgi, destek ve anlayıştır. Çocukların problemler karşısında rahatlamaya ihtiyaçları olacaktır. Bu şekilde davranarak henüz duygularını kontrol edemedikleri unutulmamalıdır.
Fiziksel Sorunlar: Ailede yaşanan sıkıntılara bağlı olarak çocukların fiziki birtakım preblemler yaşamasına sık rastlanmaktadır. Yaşadıkları strese bağlı olarak mide, baş göğüs ağrıları ve kramplar gibi fiziksel sorunlar yaşayarak tepkilerini ortaya koyabilirler. Bu ağrılar psikolojik temelli olabilir. Ancak aileler tarafından mutlaka ciddiye alınmalıdır. Bu ağrıların çoğu gerçek ve doktor tedavisi ile geçecek türden olmaktadır. Bu dönemlerde sık hastalanmalarının sebepleri arasında aşırı üzüntü ile bağışıklık sistemlerinin zayıflaması da yer almaktadır. SONUÇ Anne-babalarının boşanması çocuklar açısından asla arzu edilmeyen bir durumdur. Aileleri boşanan çocuklar mutlaka bir gün onların bir araya geleceği hayali ile yaşarlar. Bir boşanma ne kadar sorunsuz gerçekleşirse gerçekleşsin çocuklar açısından olumsuz sonuçlar doğurabilir. Ebeveynlerinin boşanmasına çocuklar değişik tepkiler verirler. Üzüntü, yalnızlık, gerileme, reddetme, uyku problemleri, okul başarısızlığı gibi. Fakat boşanan çiftlerin bu tepkilerin çocuklarda kalıcı problemlere dönüşmemesi için (okulda şiddet, evden kaçma, internet bağımlılığı, okulu terk, suçluluk gibi) birlikte ve bilinçli hareket etmeleri gerekmektedir. Boşanma kaçınılmazsa, boşanmadan sonra çocuklarda meydana gelebilecek olumsuz davranışları önceden görmek ve mümkün olduğunca sevgi ile ve kararlı davranak düzeltmek, düzeltilemezse uzman kişilerden yardım alınması gereklidir.
Ocak-Şubat-Mart 2007
107
Tablo 1: Boşanma Sonrasında Sevilen Ebeveynin Kaybına Çocukları Gösterdiği Tepkiler Sevilen Ebeveynin Kaybına Tepkiler Disforik Tepkiler
Bebeklik
Diğer Ebeveyne Tepkiler
Acı ve umutsuzluk
Kendini rahatlatma
Kederli, ağlayan yasta, apati
Parmak emme, Yapışkanlık oyuncaklarına sarılma Masturbasyon
Okul öncesi Ağlama (fakat azalmış), üzüntü, çekilme Orta Çocukluk
Ağlama, üzüntü
Ergenlik
Gözü yaşlılık, üzüntü, bitkinlik
Yapışkanlık, bakım görme arzusu
Kızgınlık
Huzursuzluk
Ayrılık kaygısı
Ayrımsız öfke
Ajitasyon
Ayrılık kaygısı
Oyunlarda kızgınlık ve öfkenin dışa vurması
Ajitasyon
İtaatsizlik, okuldan kaçma suç işleme
Huzursuzluk, okul başarısında azalma
Asilik, kavgacılık, kabalık, ilaç kötüye kullanımı, içki kullanma, evden kaçma, seksüel aktlar
Huzursuzluk, okul başarısında azalma
Yapışkanlık, Okul fobisi mızmızlanma, bebeksi konuşma, bağımsızlık
KAYNAKLAR ARIKAN, Çiğdem, Halkın Boşanmaya İlişkin Tutumları Araştırması, T.C. Başbakanlık Aile ve Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Ankara 1996. ATAKAN, Semiha Arsoy, “Boşanma Sürecinde Yanan Evreler”, Aile Yazıları 4, T.C. Başbakanlık Aile ve Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991. Elissa P. BENEDEK, Catherine F. BROWN, Boşanma ve Çocuğunuz: Çocuğunuzun Boşanmanızla baş etmesine Nasıl Yardımcı Olursunuz? Çev: Serap Katlan, HYB Yayıncılık, Ankara 1997. SALK, Lee, Çocuğun Duygusal Sorunları, Çev: Erzem Onur, 7. Basım, Remzi Kitabevi, Ankara 1998.
108 Ocak-Şubat-Mart 2007
Kayıp korkusu
Bağımlılık
Dışa Vuran Tepkiler
Okul fobisi
ŞENOL, Selâhattin, Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı, HYB Yayıncılık Ankara 2006. T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu. 2001 Yılı Aile Raporu, Ankara 2002. YAVUZER, Haluk, Resimleriyle Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul 1992. YÖRÜKOĞLU, Atalay, Çocuk Ruh Sağlığı, 17. Baskı, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul 1992. WALCZAK,Yvette, Sheila Burns, Boşanma ve Çocuk Üzerine Etkileri, Özgür Yayınları Eğitim Serisi. COOLLANGE, Christiane, Boşanma Salgını, Çev: Sevim Atken,, İkinci Basım, Ankara 1997.