Aile ve toplum 5 sayi

Page 1


AİLE ve TOPLUM DERGİSİ YAYIN İLKELERİ Aile ve Toplum Dergisi, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından üç ayda bir yayınlanır. 2. Dergide telif ve tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme ve tartışma yazıları Türkçe ya da bir yabancı dilde yer alır. 3. Dergi, "Hakemli" bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, konusu ile ilgili bir akademisyen ve Yayın Kurulu tarafından incelendikten sonra yayınlanabilir. Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir. 4. Gönderilen yazıların yayınlanma zorunluluğu yoktur. Dergiye gelen yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın geri gönderilmez. 5. Dergiye gönderilen yazıların Türkçe ve bir yabancı dilde (İngilizce, Fransızca, Almanca) 100-150 kelimelik özetleri çıkartılmalıdır. Yazı herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ise belirtilmelidir, 6. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. 7. Dergide yayınlanacak her yazının yazarına telif ücreti ödenir. 8. Yazının kapak sayfasında, çalışmanın adı yazar/yazarların (birden fazla yazar varsa sıralama yapılarak) adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurumlar belirtilmeli, Türkçe ve İngilizce özetler yer almalıdır. 9. Makalelerdeki dipnot ve kaynakçalar mutlaka genel kabul görmüş standartlara uygun olmalıdır. 10. Gönderilen yazıların dili açık ve anlaşılır olmalı, dilimizde karşılığı tam olarak olmayan ifadelerin Türkçe karşılığı parantez içinde verilmeli ve gönderilen yazılar yazım düzeni açısından aşağıdaki özellikleri taşımalıdır: - Yazılar, A4 boyutundaki beyaz kağıdın bir yüzüne, 1,5 satır aralıklı, bütün kenarlardan 3'er cm. boşluk bırakılarak ve arial 11 punto kullanılarak yazılmalıdır. - Dergiye gönderilen metin PC ile yazılmalı, Microsoft Word'un Ofis 98 ve 2000 sürümleri tercih edilmelidir. Metin tek kopya olarak sunulmalıdır. Ayrıca metin diskete kaydedilmeli, disketin üzerinde kullanılan bilgisayar programı ve sürüm numarası belirtilmelidir. Yazı, Hakem Kurulu'nun bir değişiklik önerisiyle kabul edilmişse en son durumu içeren çalışma disketle birlikte teslim edilmeli, önlem olarak dosyanın bir kopyası da yazarda bulunmalıdır. - Satır sonlarında sözcükler kesinlikle hecelerine bölünmemelidir. - Çizimler bilgisayardan çıkarılmadı ise, beyaz aydınger kağıt üzerinde çini mürekkebi ile çizilmelidir. Çizimlerde fotokopi yöntemi kullanılmamalıdır. Fotoğraflar siyah/beyaz, net ve parlak fotoğraf kağıdına basılmış olmalıdır, Renkli fotoğraflar ve fotokopiye çekilmiş fotoğraflar kullanılmamalıdır. Ayrıca, her bir şeklin metin içinde gireceği yer açık bir biçimde gösterilmelidir. 1.

Sahibi Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Adına Muammer Uğur BAYBURTLUOĞLU

Yazı İşleri Müdürü İrfan ÇAYBOYLU Yayın Kurulu M. Uğur BAYBURTLUOĞLU Prof. Dr. Rüveyde BAYRAKTAR Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı DOĞAN Doç. Dr. İbrahim GILGA Filiz KAVACIKLI Erdal BOZKURT Dr. Aysel GÜNİNDİ ERSÖZ Adres Meşrutiyet Caddesi No: 1 9 06650 Kızılay-ANKARA Tel :(312)419 29 79-(l 2 Hat) Fax (312)419 29 70 Aile ve Toplum Dergisi'nde yayınlanan yazılardaki görüşler yazarına aittir. Aile ve Toplum Dergisi üç ayda bir yayımlanır. Grafik & Baskı Ata Ofset Matbaacılık (0312)312 42 41 -ANKARA


Prof. Dr. Belma AKŞİT

Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Emine AKYÜZ Prof. Dr. Zehra ARIKAN Doç. Dr. Çiğdem ARIKAN Prof. Dr. Meziyet ARI Prof. Dr. Orhan AYDIN Prof, Dr. Ayla BAYIK Prof. Dr. Rüveyde BAYRAKTAR Prof. Dr. Müberra BABAOCUL Doç. Dr. Aylin GÖRGÜN BARAN Prof. Dr. Beyza BİLGİN Prof. Dr. Latife BIYIKLI Prof. Dr. Işıl BULUT Doç. Dr. İbrahim CILGA Prof. Dr. Saynur CANAT Prof. Dr. Bülent ÇAPLI Doç. Dr. Oya ÇİTCİ Doç. Dr. İhsan DAĞ Prof. Dr. Yıldırım B. DOĞAN Yrd. Doç. Dr. Veli DUYAN Prof. Dr. Yıldız ECEVİT Doç. Dr. Mehmet ECEVİT Prof. Dr. Birsen GÖKÇE Prof. Dr. Nergiz GÜVEN Prof. Dr. Ülker GÜRKAN Prof. Dr. Mübeccel GÖNEN Prof. Dr. Talat HALMAN Prof. Dr. Seniha HASİPEK Prof. Dr. Nuran HORTAÇSU Prof. Dr. Olcay İMAMOGLU Yrd. Doç. Dr. Sunay İL Prof. Dr. Tülin İÇLİ Prof. Dr. Zafer İLBARS Prof. Dr. Nuray KARANCl Doç. Dr. Velittin KALINKARA Yrd. Doç. Dr. Kasım KARATAŞ Prof. Dr. Eser KERİMOĞLU Prof. Dr. Duyan MAĞDEN Prof. Dr. Ahmet Yaşar OCAK Prof. Dr. İlber ORTAYLI Prof. Dr. Ferhunde ÖKTEM Prof. Dr. Nilgün SARP Prof. Dr. Işık SAYIL Prof. Dr. İlhan TOMANBAY Prof. Dr. Günsel TERZİOĞLU Doç. Dr. Gülay TOKSÖZ Prof. Dr. Ergül TUNÇBİLEK Prof. Dr. Sevda ULUĞTEKİN Prof. Dr. Hamza UYGUN Prof. Dr. Serhat ÜNAL

A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Gazi Üniversitesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Ege Üniversitesi Hemşirelik Y.O. Halk Sağlığı Bl. Başkanı H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Ev Ekonomisi Yüksek Okulu Müdürü H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretimi Üyesi A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi A.Ü. Tıp Fakültesi Ergen Psikiyatrisi Bölüm Başkanı A.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi TODAİE Öğretim Üyesi H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölüm Öğretim Üyesi A.Ü. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Bilkent Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı A.Ü. Ev Ekonomisi Y.O. Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. D.T.C.F. Sosyal Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi P.Ü. Denizli Meslek Yüksek Okulu Müdürü H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölüm Başkanı H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Tarih Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Çocuk Ruh Sağlığı Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. Sağlık Eğitimi Fak Sağlık Yönetimi Dekanı A.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.Ö. Öğretim Üyesi H.Ü. Ev Ekonomisi Yüksek Okulu Bölüm Başkanı A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi H.Ü. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Tıp Fak. Enfeksiyon Has. Öğretim Üyesi A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Böl. E. Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Ayşe YALIN


Menopoza İlişkin Yaklaşımların ve Kültürlerarası Çalışmaların Gözden Geçirilmesi Prof. Dr. Rüveyde BAYRAKTAR - Dr. Zehra UÇANOK. ..................................................................... 5 Hepatit-B İnfeksiyonu ve Koruyucu Önlemler Prof. Dr. Ayfer KARADAKOVAN................................................................................................... 13 Ankara İlinde 1997-2000 Yılları Arasında Kamu Sektörünün Sağladığı Aile Planlaması Yöntemlerinin "Couple Year Protection" (CYP) Değeri Ortak Analizi Dr. Aydan BİRİ - Dr. jale ÖZTÛRK - Dr. Işıl MARAL....................................................................... 21 Çoğulcu Demokratik Toplum İçin Aile Eğitimi Projesi Prof, Dr. Sevda ULUĞTEKİN - Doç, Dr. İbrahim OLCA - Yrd. Doç. Dr. Sunay İL..............................29 Empati ve Demografik Değişkenlerin Evlilik Uyumu İle İlişkisi Şennur TUTAREL - KIŞLAK - Fazlı ÇABUKÇA .................................................................................35 Dünyada Yaygın Bir Sorun: Yaşlı İstismarı ve ihlali Aynur UYSAL.. .............................................................................................................................43 Aile Mahkemeleri Tasarısı Üzerine Bir Değerlendirme Doç. Dr. İbrahim CILGA ................................................................................................................51 Popüler Kültür Ürünlerinden Müzik Videolarının Gençler Üzerindeki Olumsuz Etkileri Dr. Aysel Günindi - ERSÖZ...........................................................................................................61 Bir Kurum Hekimliği'nin Tanıtımı ve İdeal Hekim Hasta İlişkisinin Uygulanması Sonucunda Hastanelere Sevk Edilen Hastaların Sayısındaki Değişim Yrd. Doç. Dr. Sencer OZAN TOKER ...............................................................................................69 Akraba Evliliğinin Kültür Birikiminde ve Toplum Hayatındaki Bazı Görünümleri: Dil, Din ve Tıp Dr. Dursun AYAN - Rahlme BEDER-ŞEN - Semra YURTKURAN - Gülsen ÜNAL..............................77


Menopoza İlişkin Yaklaşımların Ve Kültürlerarası Çalışmaların Gözden Geçirilmesi Prof. Dr. Rüveyde BAYRAKTAR • Dr. Zehra UÇANOK

Özet Bu yazıda, menopoza ilişkin temel yaklaşımlar, hem Türkiye'de hem de farklı kültürlerde yapılan çalışmalar kısaca gözden geçirilmiştir. Menopoz, biyolojik ve tıbbi anlamda son adet kanaması olarak tanımlanmakta, klimakterik terimi ise menopoz öncesi, menopoz ve menopoz sonrası dönemi içeren tüm sürece karşılık olarak kullanılmaktadır, Menopoza ilişkin yapılan ilk çalışmalar genellikle yoğun şikayetleri nedeniyle hastanelerin jinekoloji ve psikiyatri kliniklerine başvuran kadınlar üzerinde yapılmış ve bu çalışmalardan elde edilen bulgular menopoz dönemindeki tüm kadınlara genellenmiştir. Ancak daha sonraları hastane kliniklerine parelel olarak alanda yapılan çalışmalar sonucu menopoz yaşantısının evrenselliği reddedilmiş, bunun yerine menopoz yaşantısının anlaşılmasında sosyokültürel bağlamın önemi üzerinde durulmuştur. Farklı kültürlerde yapılan çalışmalar hem kültürün kendi içinde hem de farklı kültürlerde menopozun yaşanması açısından büyük farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. Doğu ve Batı kültürlerindeki kadınları karşılaştıran çalışmalar, Doğudaki kadınların menopozu doğal bir süreç olarak gördüklerini ve Batıdaki yaşıtlarına göre yaşamın bu dönemini daha olumlu değerlendirdiklerini göstermiştir. Bu çalışmalardan yola çıkarak menopoza ilişkin belirtilerin fiziksel değişmeler, kültürel etkiler ve bireysel algıların bir kombinasyonu olduğu sonucuna varılmıştır. Türkiye'de yapılan görgül çalışmalar da bu bağlamda tartışılmıştır. Anahtar Sözcükler: Orta yaş dönemi, klimakterik, menopoza ilişkin belirtiler, psikolojik ve sosyal faktörler, kültürel etkiler (*)

Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bö

Abstract The present article aims to review the majör approaches and empirical studies on menopausal symptoms and variables re/ated to these symptoms in Turkey and cross-cuituraİİy. Menopause is a medlcai term indicating the absence of menstrual bleeding for one year, but the term climacteric İs used for the entire processes including premenopause, perimenopause and postme nopause. Early studies of the menopausal transition focused on patient populations that came to the attention of health çare professionals because of problems reiated to menopause. This focus produced a bias showing more negative results than would occur in the general population. More recently population-based studies ha ve been published and the results of these studies began focusing more on the dispute regarding the universality of menopausal experience in women and the role of the socio-cu/tural context A number of studies ha ve shown that menopausal experi ence varies across cultures. Research findings comparing women from Eastern and Western societies suggest that Eastern women conceptualize menopause as a natural developmentai processes and view this period more positive/y than their Western counterparts. Studies ha ve also shown that the re were large differences in the menopausal experience within the same culture. İt was concluded that the combination of variables such as physical changes, cultural influences and individual perceptions are very important in determining the so cal/ed menopausal symptoms. Empirical studies conducted in Turkey are discussed within the framework of these latter studies focusing on the psychological, demographic and socio-cultural variables on the appearance of menopausal symptoms. Key Words: Middle age, climacteric, menopausal symptoms, psychological and social factors, cultural effects


Menapoza İlişkin Yaklaşımların ve Kültürlerarası çalışmaların Gözden Geçirilmesi Tanım ve Sınıflama

Biyolojik ve tıbbi anlamda, son adet kanaması olarak tanımlanan menopoz, orta yaş dönemini yaşayan tüm kadınlar için evrensel bir olaydır. Anılan olay, yaşamın üretkenlik (doğurganlık) kısmının sona erdiğine işaret eden bir parametredir. Menopoz, geniş bir yaş ranjını içeren (35-65 yaş) ve klimakterik olarak tanımlanan dönem içinde yaşanmaktadır. Yaş dönümü ya da klimakterik terimi, orta yaşta hem kadınlarda hem de erkeklerde ortaya çıkan hormonal, fiziksel ve duygusal değişmelerin geniş bir bileşimine karşılık olarak kullanılmaktadır. Anılan dönemde hormon düzeylerinde meydana gelen değişmeler sonucunda 45 ile 55 yaş arasındaki kadınlar, adet kanamasının sona ermesi ile doğurganlığın bitmesi anlamına gelen "menopoz" a (perimenopoz) girmektedirler. Menopoz döneminde, kandaki östrojen düzeyi düşmekte ve buna bağlı olarak da FSH (follicule stimulating hormone) ve LH (luteinizing hormone) düzeyi artmaktadır. Menopoza giriş yaşı 45 ile 55 yaşları arasında değişmekle birlikte, genellikle 50 yaş civarıdır. Amerika Birleşik Devletleri'nde ortalama menopoz yaşı 51 olarak belirtilirken, Japonya'da menopozun 50 yaş civarında yaşandığı bildirilmiştir (Kono, 1990). Benzer şekilde, ülkemizde de menopozun 45-50 yaşları arasında başladığı belirtilmektedir (Aksoy, 1988; Batıoğlu, 1990). Bu doğrultuda hem kentte (Temiz ve Bayraktar 1999) hem de kırsal kesimde yapılan bir çalışmada (Alıtkan ve Bayraktar, 1999) menopoza girme yaşının ortalama olarak 48 olduğu görülmüştür. Kadınlar menopoza ilişkin değişimleri 35 yaşından itibaren yaşamaya başlamakta ve bu durum 50 yaşına kadar devam etmektedir. Menopozdan önceki yıllara menopoz öncesi dönem (premenopoz), menopozdan sonraki yıllara ise menopoz sonrası dönem (postmenopoz) adı verilmektedir. Anılan değişimleri doğal olarak yaşamanın yanısıra, bazı kadınlar sağlık nedenlerinden dolayı (örneğin yumurtalık kistleri, tümörleri, rahim miyomları gibi) cerrahi yolla menopoza girmektedirler (Patterson ve Lynch, 1988).

Menopoz döneminde, kadınlarda somatik, psikosomatik ve psikolojik birtakım belirtilerin ortaya çıktığı öne sürülmekte ve yaygın olarak ifade edilen bu belirtiler iki grupta toplanmaktadır. Sıcak basması, gece terlemesi, uykusuzluk, sinirlilik hali, konsantrasyon kaybı, unutkanlık, idrar yolu şikayetleri gibi ilk gruba giren belirtiler, bu dönemde kadını huzursuz edebilmekte, ancak tek başına ciddi sağlık sorunlarına neden olmamaktadır. Buna karşılık, osteoporoz adı verilen kemik yoğunluğunun kaybı ve kalp-damar hastalıkları gibi başlangıçta belirti vermeyen, ancak yıllar ilerledikçe ortaya çıkan ikinci gruba ait belirtiler ise ciddi sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Menopoz sonrasında yaşanan fiziksel şikayetlerin giderilmesi için yaygın olarak östrojen ve progesteron içeren hormon tedavisi (hormon replacement therapy) uygulanmaktadır. Anılan tedavi, menopoz döneminde kanda belirli bir düzeyin altına inen östrojen hormonunun yerine konulmasını içermektedir (Hunter, 1990). Tarihsel İnceleme Tarihsel olarak incelendiğinde, menopoza ilişkin yaklaşımların zaman içinde değişikliğe uğradığı görülmektedir. Ondokuzuncu yüzyılda, orta yaş dönemindeki kadınların yaygın olarak depresyon ve kaygıyı ifade eden "involüsyonel melankoli" yi (invo/utİonal melancholia) yaşadığı görüşü kabul edilmekteydi. Yirminci yüzyılın başlarında da depresyon, gerginlik, çabuk sinirlenme ve kişilikteki değişmeler, menopozun başlangıcına işaret eden belirtiler olarak değerlendirilerek menopoz döneminde ortaya çıkan kişilik bozuklukları ve nevrotik belirtiler menopozun bir sonucu olarak kabul edilmiştir. "Menopoz sendromu" terimi orta yaş dönemindeki kadınlarda meydana gelen tüm duygusal problemleri ifade etmekteydi. Menopozun pek çok kadını "deli" ettiği düşüncesi zamanla çoğu kültürde kabul edilen bir kalıpyargı haline gelmiş ve


sözü edilen psikolojik belirtiler kadınların orta yaş dönemlerinde beklenen bir durum olmuştur (Ballinger, 1990). 1950'li yıllara gelindiğinde, menopozun kadının ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkisi olduğu ve kadınların büyük çoğunluğunun bu dönemde depresyon yaşadığı görüşü oldukça yaygındı. Özellikle, yoğun şikayetleri nedeniyle hastanelerin jinekoloji ve psikiyatri kliniklerine başvuran kadınlar üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilen bulgular, menopoz döneminde olan tüm kadınlara genellenmekteydi. Bu dönemde geleneksel biyolojik-tıbbi (biomedical) yaklaşım, menopozu kadının zihinsel, duygusal ve fiziksel sağlığı üzerinde olumsuz doğurguları olan östrojen eksikliği hastalığı olarak ele almaktaydı (Palmlund, 1997). Ancak, 1970'li yıllarda ve 19801i yılların başında hastane kliniklerine paralel olarak alanda daha kontrollü bir şekilde yapılan çalışmalar, sözü edilen görüş ile çelişkili bulguların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Genellikle enlemesine-kesitsel yöntemle yapılan bu çalışmalardan elde edilen bulgular, sadece vazomotor belirtilerin (sıcak basması ve gece terlemeleri gibi) ve vajinal kuruluğun menopozla doğrudan ilişkili olduğunu açık biçimde ortaya koymuştur. Buna karşılık duygusal problemler ile menopoz arasındaki ilişki sözü edilen araştırma bulgularına göre belirsizdir. Bu nedenle orta yaş dönemindeki kadının tüm sıkıntılarını menopoza bağlı hormon değişmelerine yüklemenin hatalı olacağı belirtilmiştir (Hunter, 1993). 1 980'li yıllara gelindiğinde, başta Kuzey Amerika ve Avrupa olmak üzere geniş örneklem gruplarının kullanıldığı boylamsal araştırmalar yapılmıştır. Sözü edilen alan araştırmaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, menopozun orta yaş dönemindeki kadının sağlığında vazomotor belirtiler ve vajinal kuruluk dışında bir değişikliğe neden olmadığını, daha önceki araştırma bulguları ile belirlenen vazomotor belirti sıklığının ise %70 yerine, %50 ile 60 arasında değiştiğini ortaya koymuştur. Söz konusu belirtilerin en önemli yordayıcılarmın cerrahi yolla menopoza girme ve sigara içme alışkanlığının olduğu, diğer etkenlerin daha fazla ve daha ayrıntılı araştırılmaya gereksi-

nimi olduğu ifade edilmiştir (Hunter, 1993). Ayrıca araştırma bulguları, menopoz döneminde ortaya çıktığı öne sürülen tüm belirtilerin hormon düzeyindeki değişmelerden kaynaklanmadığını, orta yaş döneminde yaşanan sosyal ve psikolojik değişmelerin de bu dönemdeki belirtilerle ilgili olabileceğini açıkça ortaya koymuştur (örn., Greene ve Cooke, 1980; Polit ve LaRacco, 1980; Hunter, 1990; Holte ve Mikkelsen, 1991; Avis ve McKinlay, 1991; Koster ve Davîdsen, 1993; Mittchell ve Woods, 1996; Coope, 1996). Özet olarak, bu doğrultuda yapılan çalışmalar sonucu menopoz yaşantısının evrenselliği reddedilmiş, bunun yerine sosyokültürel bağlamın kadının menopozu algılamasında ve yaşamasında nasıl bir rol oynadığını incelemenin önemi üzerinde durulmuştur (Beyene, 1986; Lock, 1 994; Kaufert, 1 996). Psikolojik, Sosyal ve Kültürel Faktörlerin Önemi Menopoz, en basit şekliyle adet kanamasının sona ermesi olarak tanımlanmakla beraber, menopoz yaşantısının anlaşılabilmesi için, biyolojik faktörlerin olduğu kadar psikolojik, sosyal ve kültürel faktörlerin de dikkate alınması gerekmektedir. Farklı kültürlerde menopoza girmenin etkisinin değerlendirildiği bir yazıda (Robinson, 1996), hem kültürün kendi içinde hem de farklı kültürlerde menopozun yaşanması açısından büyük farklılıklar olduğu ve menopoza ilişkin belirtilerin fiziksel değişmeler, kültürel etkiler ve bireysel algıların bir kombinasyonu olduğu sonucuna varılmıştır. Pek çok kültürde cinsellik, kadının toplumdaki rolleri, cinsiyete özgü stres ve yaşlanma gibi konular menopozun fiziksel ve sembolik anlamı ile oldukça yakından ilgilidir. Doğu ve Batı kültürlerindeki kadınları karşılaştıran çalışmalar, Doğudaki kadınların menopozu doğal bir süreç olarak gördüklerini ve batıdaki yaşıtlarına göre yaşamın bu dönemini daha olumlu değerlendirdiklerini göstermiştir (Lock, 1986; 1991; 1994; Lock ve ark., 1988; Bowles, 1990; Adler ve ark., 2000) . Elde edilen bu farka ilişkin çok sayıda açıklama getirildiyse de bu


fark henüz çok iyi anlaşılamamıştır. İleri yaşlarda kadının sosyal statüsü ile menopozu yaşaması arasındaki bağ, bu kültürel farka getirilen açıklamalardan yalnızca birisidir. Sosyal statünün yaşla birlikte arttığı toplumlarda ya da kültürlerde kadınların klimakterik döneme ilişkin olumsuz belirtileri daha az yaşadıkları görülmüştür. Bunun yanısıra, menopoza ilişkin kültürlerarasi çalışmalar Avrupalı ve Kuzey Amerikalı kadınların menopoza ilişkin daha fazla şikayetleri olduğunu ve bu nedenle sağlık kuruluşlarına daha çok başvurduklarını ortaya koymaktadır (örn., Tang, 1994; Boulet ve ark., 1994; Avis ve McKinlay, 1995). Ayrıca, beyaz, orta sınıftan gelen ve Avrupa kökenli Amerikalı kadınların diğerlerine göre özellikle hormon tedavisini içeren tedaviye daha fazla başvurdukları ve genel olarak Batılı kadınların Batılı olmayanlara göre daha fazla hormon kullandıkları görülmektedir. Ancak kültürlerarası karşılaştırmaları içeren ve son on yılda ağırlık kazanan bu çalışmaların genellikle bazı özel gruplarla Kuzey Amerikalıların menopoz yaşantısını karşılaştırdığı ve Amerikada yapılan pek çok çalışmanın da sadece orta sınıf beyaz Avrupa kökenli Amerikalı kadınların menopoz yaşantılarına dayalı olduğu öne sürülmektedir. Buna karşılık, Amerika'da menopoz ve orta yaş dönemi yaşantılarını ırk, etnik köken, eğitim düzeyi, mesleki statü, kültür veya sosyoekonomik statüye göre karşılaştıran çalışmaların oldukça az sayıda olduğu belirtilmektedir (Adler ve ark., 2000) Daha önce de belirtildiği gibi menopoz, evrensel biyolojik bir olgu olmakla birlikte, orta yaş dönemindeki kadının yaşamında meydana gelen pek çok değişiklikle iç içe yaşanmaktadır. Bilindiği gibi, orta yaş dönemi pek çok birey için yaşamın yeniden gözden geçirildiği bir dönemdir. Bu nedenle, bu dönemde ortaya çıktığı öne sürülen belirtilerde yaşın, menopoza girmenin ve meydana gelen sosyal ve psikolojik değişikliklerin ayrı ayrı katkısını belirlemek oldukça güçtür. Bu noktada, menopozu, ülkemizde orta yaş dönemi ve ilgili diğer değişkenler çerçevesinde irdeleyen ve genellikle bu bakış açısıyla yürütülen araştırmalardan bir kısmı izleyen bölümde kısaca özetlenmiştir.

Türkiye’de Yapılan Araştırmalar

Konuyla ilgili yazılı kaynaklar incelendiğinde, depresyon ve menopoz arasındaki ilişkinin incelendiği çok sayıda çalışmaya rastlanmaktadır. Bu eğilimin nedeni, menopozun kadının ruh sağlığı üzerinde büyük ölçüde olumsuz etkisi olduğu ve kadınların büyük çoğunluğunun bu dönemde depresyon yaşadığı görüşünün yaygın olmasındadır. Son yıllarda bu konuda yapılan bir çalışmada, ayakta depresyon tedavisi gören kadınlarda 40 yaşından sonra depresyonun başlama sıklığının erkeklerden anlamlı olarak farklı olmadığı görülmüştür. Elde edilen bu bulgu, yanlış inançların aksine kadınların menopoz döneminde depresyon geçirme olasılıklarının erkeklerden daha fazla olmadığını göstermektedir (Benazzi, 2000). Bunun yanısıra, menopoz öncesi, menopoz sonrası ve cerrahi yolla menopoza girmiş üç farklı grubu içeren bir çalışmada depresif belirtiler açısından gruplar arasında herhangi bir farklılık elde edilmemiştir (Barensten, 2001). Bu doğrultuda, ülkemizde yapılan bir çalışmada, Beck Depresyon Envanteri kullanılarak menopoz öncesi ve menopoz sonrası dönemdeki kadınlarda depresyon sıklığı incelenmiştir. Araştırmanın örneklemi Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalına başvuran 45-50 yaş grubu ve 50 yaş üstündeki kadınlar oluşturmuştur. Menopoz öncesi dönemdeki kadınların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının menopoz sonrası dönemdeki kadınlara göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca cerrahi müdahele gören menopoz sonrası dönemdeki kadınlarda şiddetli depresyon düzeyinin (% 53) aynı dönemdeki doğal menopozlu kadınlara (% 4) göre daha yüksek olduğu görülmüştür (İçmeli ve Yılmaz, 1992). Benzer şekilde yapılan bir başka çalışmada menopoza girmiş kadınların Beck Depresyon Ölçeği'nden aldıkları puanlar, hormon tedavisi ve eğitim düzeyleri açısından incelenmiştir. Eğitim düzeyi düşük kadınların Beck Depresyon Ölçeği'nden aldıkları puanların yüksek olduğu ve eğitim düzeyi yükseldikçe depresyon puanlarının azaldığı görülmüştür.


Hormon tedavisi alan grubun tedavi öncesi ve sonrasındaki puanları arasında anlamlı bir fark bulunmuş; hormon tedavisi sonucunda menopoz döneminde ortaya çıkan depresif duygu durumundaki belirtilerin azaldığı veya tamamen ortadan kalktığı görülmüştür. Elde edilen bu sonuç çerçevesinde araştırmacılar, eğitim düzeyi yükseldikçe psikolojik belirtilerle baş etme becerisinin artabileceğini ve hormon tedavisinin depresif belirtilerin azalmasına katkıda bulunabileceğini bildirmişlerdir (Bulgurlu, Bayraktar ve Şen, 1993), Uçanok ve Bayraktar (1995) tarafından yapılan bir başka çalışmada ise, "klimakterik" ya da "orta yaş dönemini" temsil eden 40-65 yaşları arasındaki kadınlarda depresyon İle yaşam olayları, sosyal destek, menopoza girme ve bazı sosyodemografik değişkenlerin ilişkisi incelenmiştir. Araştırmanın bulguları, depresyon puanlarının yordanmasında anlamlı katkıları olan değişkenlerin sırasıyla eşten alınan sosyal destek ve çocuk sayısı olduğunu göstermiştir. Depresyon ve genel belirti düzeyi ile yaşam olayları arasındaki ilişkinin incelendiği araştırmalarda, sosyal destek gibi stresin zarar verici etkisini azaltabilecek bir ara değişken üzerinde durulmuştur (Cohen ve Wills, 1985; Brown ve Harris, 1978). Anılan çalışmalarda evlilik ve diğer yakınlardan alınan sosyal destek arasında bir ayırımdan söz edilmektedir. Eş önemli bir sırdaş olarak gözükmekte, anne-baba, akraba veya arkadaşla olan sırdaşlığın eşin verdiği desteği karşılamakta yeterli olmadığı belirtilmektedir. Araştırmanın örneklemi sınırlı olduğu için genelleme yapmak oldukça güç olmakla birlikte, araştırmada Batı örnekleminde yapılan çalışmaların bulgularına paralel olarak, arkadaştan ve akrabadan çok, eşten alınan sosyal desteğin önemli olduğu söylenebilir. Bunun yanısıra, çocuk sayısı ile depresyon puanları arasında elde edilen pozitif yöndeki ilişki, orta yaş dönemindeki kadının çok sayıda çocuğun farklı türden ihtiyaçlarını karşılamak durumunda kalmasının depresif belirtileri arttırıcı bir rolü olabileceğini düşündürmektedir. Evlilikteki uyum düzeyi ile menopoza ilişkin belirtiler arasındaki ilişkiyi irdeleyen çalışmalarda, menopoz dönemindeki kadınların bu döneme iliş-

kin şikayetleri ile başetmede, evliliklerinin ve eşleriyle olan ilişkilerinin oldukça önemli bir rol oynadığı gösterilmiştir (Montero ve ark. 1990; Koster ve Davidsen, 1993). Bu doğrultuda yapılan bir çalışmada, evli olmayan kadınların evli olanlara göre depresyon düzeylerinin daha yüksek olduğu, ancak evlilikleri iyi gitmeyen kadınların depresif duygu durumlarının daha kötü olduğu görülmüştür. Bunun yanısıra, evlilikten alınan doyum ile menopoza ilişkin belirtiler arasında olumsuz yönde ilişki elde edilmiştir (Kurpius ve arkadaşları, 2001). Ülkemizde yapılan bir çalışmada (Uçanok ve Bayraktar, 1996 a) yaşları 35 ile 65 arasında olan kadınlarda yaş, eğitim düzeyi, çalışma durumu, medeni hal, yaşam olayları ve evlilikte uyum düzeyinin bu dönemdeki genel belirti düzeyini yordamaya olan katkıları belirlenmeye çalışılmıştır. Bulgular, genel belirti düzeyini yordamaya anlamlı katkısı olan değişkenlerin sırasıyla, evlilikte uyum düzeyi, eğitim düzeyi ve yaşam olayları olduğunu göstermiştir. Kağıtçıbaşı'nın (1981) kültürlerarası bir proje kapsamında 8 ülkeyi içeren çalışmasında, Türk kadınlarının % 62'sînin "eşe yakın olmayı" birinci veya ikinci sırada bir değer olarak seçtikleri dikkate alındığında, Türk toplumunda da evlilik ilişkisinin niteliğinin ve eşten alınan sosyal desteğin klimakterik döneme ilişkin şikayetler ile baş etmede oldukça önemli rolü olduğu ileri sürülebilir. Eğitim düzeyinin ve yaşam olaylarının genel belirti düzeyini yordamada anlamlı katkısının olması bu konuda yapılan diğer çalışmaların bulguları ile tutarlık göstermektedir (Polit ve LaRacco, 1980; Bulgurlu ve ark., 1993; Uçanok ve Bayraktar, 1996b). Ülkemizde bu doğrultuda yapılan bir başka çalışmada 29-60 yaş arasındaki kadınlarda menopoza ilişkin belirtiler ve tutumlar hem gelişimsel olarak incelenmiş, hem de menopoz açısından kritik olan 45-54 yaşları arasındaki dönemin kendi içindeki değişimleri ayrıntılı olarak irdelenmiştir. Belirlenen amaç çerçevesinde araştırmada, 29-34 yaş arası genç yetişkin grubu, 39-44 yaş arası menopoz öncesi grubu, 45-54 yaş arası menopoz grubu ve 55-60 yaş arası menopoz sonrası grubu olmak üzere dört farklı yaş grubu kullanılmıştır.


Ayrıca araştırmada 45-54 yaş grubunu henüz menopoza girmemiş, menopoza girmiş ve menopozda olup kliniğe başvurmuş olmak üzere üç ayrı alt grup oluşturmuştur. Anılan çalışmanın bulguları, kadınların menopoza ilişkin toplam belirti puanlarında yaşa göre bir farklılaşma olduğunu, 55-60 yaş grubunun belirtiler açısından en yoğun grup olduğunu ve eğitim düzeyi yükseldikçe toplam belirti puanının düştüğünü ortaya koymuştur. Ayrica, 45-54 yaşları arasındaki menopozda olup kliniğe başvuran grubun toplam belirti puanının anlamlı olarak daha yüksek olduğu görülmüştür. Menopoza ilişkin tutumlar açısından da sonuçlar, yaş ilerledikçe ve eğitim düzeyi yükseldikçe menopoza ilişkin tutumların daha olumlu hale geldiğini göstermiştir. Araştırmada yaşama bakış açısı (iyimserlik) ile menopoza ilişkin tutumlar arasında pozitif yönde bir ilişki bulunmuştur. Elde edilen bu sonuç, menopoza ilişkin tutumların oluşmasında kalıp yargıların ve menopoz yaşantısının olduğu kadar bireylerin kişilik Özelliklerinin de önemli bir faktör olabileceğini ortaya koymuştur. Ayrıca çalışmada, menopoza ilişkin belirtiler ile yaşama bakış açısı arasında ters yönde bir ilişki olduğu, iyimserlik arttıkça toplam belirti puanında düşme olduğu görülmüştür (Uçanok ve Bayraktar, 1996b). Ayrıca ülkemizde kentsel ve kırsal alanlarda yaşayan kadınlar üzerinde de çalışmalar yapılmıştır. Temiz ve Bayraktar (1999) tarafından 35-64 yaşları arasındaki Türk kadınlarının menopoza ilişkin belirtilerini daha ayrıntılı olarak incelemek amacıyla yapılan çalışmada ise, bu amaca yönelik olarak Türk toplumuna özgü yeni bir ölçek geliştirilmiş, güvenirliği ve geçerliği saptanmıştır. Araştırmanın örneklemini kentte yaşayan, en az ilkokul mezunu farklı eğitim düzeyindeki kadınlar oluşturmuş; 34-44 yaş arası menopoz öncesi dönemi, 45-54 yaş menopoz dönemini ve 55-64 yaş arası da menopoz sonrası dönemi temsil etmiştir. Menopoz grubunda (45-54 yaş) hem alandan hem de menopoza girip bu şikayetleri nedeniyle kliniğe başvuran kadınlar yer almıştır. Araştırmada Türk kültürüne özgü olarak geliştirilen Belirti Tarama Listesi maddelerinin üç faktör (psikolojik, somatik ve psikosomatik) altında toplandığı görülmüştür.

Yaşa göre toplam belirtilere bakıldığında, en yüksek ortalamanın menopoz öncesi ve menopoz sonrası gruba ait olduğu görülmektedir. Boyutlar açısından ayrı ayrı incelendiğinde, psikolojik belirtilerin en yoğun olduğu dönem menopoz öncesi dönem, somatik belirtilerin ise en yoğun yaşandığı dönemin menopoz dönemi olduğu dikkati çekmektedir. Bunun yanısıra eğitim düzeyi yükseldikçe menopoza ilişkin toplam belirtilerde, somatik ve psikosomatik belirtilerde azalma olduğu görülmüştür. Psikolojik belirtilerde ise eğitim düzeyine göre bir farklılık gözlenmezken, psikosomatik belirtilerde de yaşa göre bir farklılık elde edilmemiştir. Ayrıca araştırmada yaş ve eğitim düzeyinin yanısıra, 45-54 yaş grubunda medeni durumun da toplam belirtileri, psikolojik ve somatik belirtileri yordamaya anlamlı katkısı olduğu görülmüştür. Araştırmanın örnekleminde bekar, boşanmış ya da eşini kaybetmiş kadınların yeterince temsil edilememesi, medeni durumun daha sonraki çalışmalarda ayrıntılı olarak ele alınması gereğini ortaya koymaktadır. Menopoz dönemini temsil eden 4554 yaş grubuna ilişkin daha ayrıntılı bulgular, menopoz kliniğine başvuran kadınların hem genel şikayetlerinin daha fazla olduğunu hem de psikolojik, somatik ve psikosomatik belirtilerinin daha fazla olduğunu göstermiştir. Ayrıca bu yaş grubunda yapılan analizler eğitim düzeyi yükseldikçe hem genel belirtilerde hem de psikolojik, somatik ve psikosomatik belirtilerde azalma olduğunu ortaya koymuştur. Bunun yanısıra medeni durumun söz konusu belirtileri yordamada anlamlı katkısı olduğu görülmüştür. Bu konuda Alıtkan ve Bayraktar (1999) tarafından yapılan paralel bir çalışmada ise, yaşları 3564 arasında olan, kırsal kesimde yaşayan ve okuma yazması olmayan kadınlarda menopoza ilişkin belirtiler ve tutumlar incelenmiştir. Araştırmacıların bu örneklem grubu üzerinde geliştirdiği belirti tarama listesine verilen cevaplar üzerinden yapılan faktör analizi sonuçları vazomotor, somatik ve psikolojik olmak üzere üç faktör ortaya koymuştur. Çalışmada, aynı yaş döneminde olup kentte yaşayan kadınlar üzerinde yapılan çalışmadan farklı olarak vazomotor belirtiler ilk sırada ve ayrı bir


faktör olarak ortaya çıkmıştır. Psikolojik belirtileri içeren faktör ise son sırada yer almıştır. Yaş gruplarına göre bakıldığında, hem genel belirti düzeyinin hem de vazomotor ve psikolojik belirtilerin menopoz dönemi olarak tanımlanan 45-54 yaş döneminde yoğunlaştığı, somatik belirtilerin ise hem menopoz (45-54) hem de menopoz sonrası (55-64) dönemde yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak araştırmada menopoza ilişkin belirtiler ile tutumlar arasında anlamlı bir ilişki bulunmamış, bunun yanısıra menopoza ilişkin tutumlarda yaşa göre de herhangi bir değişme gözlenmemiştir. Sonuç Özet olarak, ülkemizde henüz çok yeni olan araştırmalar, Batı örnekleminde ve diğer farklı kültürlerde yapılan çalışmaların sonuçları ile birlikte değerlendirildiğinde, menopozun yaşanmasında bireysel ve kültürel düzeyde önemli farklılıklar olduğu görülmektedir. Türk örneklemleri üzerinde yapılan ve bu yazıda kısaca özetlenmeye çalışılan çalışmalarda, 45-54 yaş ranjını içeren menopoz döneminde genel olarak belirtilerin yoğunlaştığı, menopoza girme ile vazomotor belirtiler arasında güçlü bir ilişki olduğu, ancak söz konusu nedensellik ilişkisinin psikolojik şikayetler ya da deperesif belirtiler açısından daha ayrıntılı araştırılmaya ihtiyacı olduğu görülmektedir. Ayrıca, yaş, eğitim düzeyi, medeni hal gibi sosyodemografik değişkenlerin yanısıra yaşam olayları, sosyal destek, yaşama bakış açısı gibi değişkenlerin bu dönemdeki belirtileri incelemede oldukça önemli rolü olduğu izlenmektedir. Bunun yanısıra, kentte ve kırsal kesimde yapılan paralel çalışmalardan elde edilen sonuçlar, menopoz yaşantısının anlaşılması açısından her kültürün kendi içinde de sosyoekonomik düzey farklılıkları gösterebileceği görüşüne önemli ölçüde destek sağlamaktadır. Ülkemizde ileride bu konuda yapılacak olan çalışmalarda, hem kentte hem de kırsal kesimde geliştirilen ve geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu saptanan Belirti Tarama Listesinin kullanılmasının ve söz konusu döneme ilişkin belirtilerle ilişkili olabi-

lecek çok sayıda değişkenin birarada ele alınmasının yararlı olacağı düşünülmektedir. Ancak bu tür çalışmalarla, klimakterik dönem boyunca meydana gelen sosyal, psikolojik ve biyolojik değişiklikler ve orta yaş dönemindeki kadının gelişim süreci tam olarak anlaşılabilir. Kaynaklar Âdler, S. R., Fosket, j. R., Kagavva-Sİnger, M., McGravv, S. A., Wong-Kim, E., Goid, E. ve Sternfeld, B. (2000). Conceptualizing menopause and midlîfe: Chinese American and Chinese women in the US. Maturitas, 35, 11-23. Aksoy, M., Palaz, E. ve Semerci, E. (1989). Menopozun kadında vücut ağırlığı, beslenme alışkanlığı, fizyolojik ve psikolojik durumlarına etkisi. Sağlık Dergisi, 61 (1), 51-59. Alıtkan, C. ve Bayraktar, R. (1999). Menopoza ilişkin belirti tarama listesinin kırsal kesim için geçerlik ve güvenirlik çalışması. Yayınlanmamış makale. Ankara. Avis, N. E., ve McKinlay, S.M. (1991). A Longitudinal analysis of women's attitudes toward menopause: Results from Massachusetts Women's Health Study, Maturitas, 13, 6579. Avis, N. E., ve McKinlay, S.M. (1995). The Massachusetts Women's Health Study: An Epidemiologic investigation of the menopause. Journal of American Medicine and Women's Association, 50, 45-63. Bailinger, C. B. (1990). Psychiatric aspects of the menopause. British Journal of Psychiatry, 156, 773-787. Barentsen, R., van de Weijer, P. H.M., van Gend, S. ve Foekema, H. (2001). Climacteric symptoms in a representative Dutch population sample as measured wîth the Greene Climacteric Scale. Maturitas, 38, 1 23-1 28. Batıoğlu, S., Songül, S., Keleş, G. ve Durmuş, Z. (1990). Ortalama menopoz yaşı. Dr. Z.T.B. Kadın Hastanesi Kadın Doğum Dergisi, 2, 19-22. Bayraktar, R. (2000). The role of women's education in middle adulthood. The 4th Women's Conference for Peace in the Middle East Women and Culture of Peace, May 1 7-20, Athens, Greece Bayraktar, R. ve Uçanok, Z. (1999). Orta yaş gelişimi çerçevesinde menopozun değerlendirilmesi. R. Okyayüz (Ed.) Sağlık Psikolojisi (pp. 189-199). Türk Psikologlar Derneği Yayınları, Ankara. Benazzi, F. (2000). Female depression before and after menopause. Pyschotherapy and Psychosomatics, 69, 280283. Beyene, Y. (1986). Cultural significance and physiological manifestations of menopause: A Biocultural analysis. Culture, Medicine and Psychiatry, 1 0 , 4 7 - 7 1 . Brown, G. W., & Harris, T. (1978). Social origins of depression: A Study of psychiatric disorder in women. Tavistock, Landon.


Boulet, M. J. Oddens, B. J., Lehert, P., Vemer, H. M. ve Visser A. (1994). Climacteric and menopause in seven South-East Asian countries. Maturitas, 19, 1 57-1 76. Bulgurlu, H., Bayraktar. R., & Şen, B. (1993). The relationship of educational level and socio-economic factors to th menapousal complaints in a Turkish sample. 7 International Congress on Menopouse, Stockholm, Sweden, June 20-24, Abstract Book, 22. Cohen, S., & Wills, A. (1985). Stress, social support and the buffering hypothesis. Psychological Bulletin, 98, 310357. Coope, J. (1996). Hormonal and non-hormonal interventions for menopausal symptoms. Maturitas, 23, 159-168. Greene, J. G. ve Cooke, D. J. (1980). Life stress and symptoms at the climacterium. British Journal of Psychiatry, 136, 486491. Holte, A. ve Mikkelsen, A. (1991). Psychosocial determinants of climacteric complaints. Maturitas, 13, 205-215. Hunter, M. S. (1990). Somatic experience of the menopause: A Prospective study. Psychosomatic Medicine, 52, 357-367. İçmeli, C. ve Yılmaz, T. (1992). Premenopozal ve postmenopozal dönemdeki kadınlarda depresyon sıklığının saptanmasında Beck Envanteri. VII. Ulusal Psikoloji Kongresi Bilimsel Çalışmaları (Ed. Bayraktar ve Dağ pp.101-111) VII. Ulusal Psikoloji Kongresi Düzenleme Kurulu ve Türk Psikologlar Derneği Yayını, Ankara, 1992 Hunter, M. S. (1993). Predictors of menopausal symptoms: Psychosocial aspects. Baillieres-Clinical Endocrinology and Metabolism, 7(1), 33-45. Kağıtçıbaşı, Ç. (1981). Early childhood education and intervention. UNESCO: Child, Family, Community. Kaufert, P.A (1996). The social and cultural context of menopause. Maturitas, 23, 169-180. Kono, S., Sunawagay, Y., Higa, H. ve Sunawagay, H. (1990). Age of menopause in Japanese women. Maturitas, 12 (1), 43-49. Koster, A. ve Davidsen, M. (1993). Climacteric complaints and their relation to menopausal development: A retrospective analysis. Maturitas, 17, 155-166. Kurpius, S.E.R., Nicpon, M. F. ve Maresh, S. E. (2001). Mood, marriage and menopause. Journal of Counseling Psychology, 48 (1), 77-84. Japanese experience Lock, M. (1986). Ambiguities of aging perceptions of menopause. and. Culture, Medicine Psychiatry, 10(1), 23-46. Lock, M. (1991). Contested meanings of menopause. The Lancet, 337, 1270-1272.

Lock, M. (1994). Menopause in cultural context. Experimental Cerontology, 29, 307-317. Lock, M., Kaufert, P. ve Gilbert, P. (1988). Cultural construction of the menopausal syndrome: The Japanese case. Maturitas, 10, 317-332. Matthews, K. A. (1990). Myths and realities of the menopause. Psychosomatic Medicine, 54, 1-9. Mitchell, E. S. ve Woods, N. F. (1996). Symptom experiences of midlife women: Observations from the Seattle Midlife Women's Health Study, Maturitas, 25, 1-10. Montero, I., Ruiz, I. ve Hernandez, I. (1993). Social functioning as a significant factor in women's help-seeking behavior during the climacteric period. Social Psychiatry Epidemiology, 28, 178-183. Palmlund, I. (1997). The social construction of menopasue as risk. Journal of Psychosomatic Obstetric and Gynaecology, 1 8, 87-94. Patterson, M. M., & Lynch, A.Q. (1988). Menopause: Salient issues for counselors. Journal of Counseling and Development, 67, 1 85-1 88. Polit, D. F. ve Laracco, S. A.(1980). Social and psychological correlates of menopausal symptoms. Psychosomatic Medicine, 42 (3), 335-345. Robinson, G. (1996). Cross-cultural perspectives on menopause. Journal of Nervous Mental Disorder, 1 84 (8), 453-458. Tang, G. W. (1994). The climacteric of Chinese factory workers. Maturitas, 19, 177-182. Temiz, N. ve Bayraktar, R. (1999). Menopoza ilişkin belirti tarama listesinin geliştirilmesi: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. Yayınlanmamış makale. Uçanok, Z., & Bayraktar, R. (1995). Orta yaş dönemindeki kadınlarda demografik özelliklerin, menopozun, yaşam olaylarının ve sosyal desteğin depresyonla ilişkisinin incelenmesi. Yayınlanmamış makale. Uçanok, Z., & Bayraktar, R. (1996a). Klimakterik dönemdeki kadınlarda demografik özelliklerin, menopozun, yaşam olavlarının ve evlilikteki uyum düzeyinin menopoza ilişkin belirtilerle ilişkisinin incelenmesi. Yayınlanmamış makale. Uçanok, Z., & Bayraktar, R. (1996b). Farklı yaş gruplarındaki kadınlarda menopoza ilişkin belirtilerin, tutumların ve yaşama bakış açısının incelenmesi. 3P Dergisi: Psikoloji, Psikiyatri, Psikofarmokoloji, 4(1), 11-20.


Hepatit-B İnfeksiyonu Ve Koruyucu Önlemler Prof Dr. Ayfer KARADAKOVAN

ÖZET Hepatit-B İnfeksiyonu dünyada yaygın olarak görülmektedir. Görülme sıklığı nüfus yoğunluğunun fazla olduğu ve kötü hijyen koşulları olan bölgelerde daha fazladır. İnfeksiyonun en önemli kaynağı taşıyıcılar ve hastalığın akut evresindeki bireylerdir. İnfekte bireyin serumuyla temas infeksiyon geçişinin en önemli yoludur. Virüs aynı zamanda tükürük, meni gibi diğer vücut salgıları yoluyla da bulaşır. Taşıyıcı ya da hasta bireylerin kanı ile yakın teması olan sağlık çalışanları Hepatit-B için yüksek risk grubundadırlar. Sağlık kuruluşlarının bir çoğunda hepatit bulaşını en aza indirmek için özellikle tek kullanımlık iğne ucu ve enjektörler kullanılmaktadır. Tek kullanımlık olmayan gereçler, bulaşmayı önlemek için mutlaka steril edilerek kullanılmalıdır. Sağlık çalışanlarının tümü Hastalık Kontrol Merkezinin önerdiği üniversal önlemlere uymalıdırlar. Anahtar sözcükler: Hepatit-B, Üniversal önlemler.

Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilimdalı Öğretim Üyesi e-mail: ayferkaradakovan@turk.net

SUMMARY Hepatitis B is found wor/dwide, even in remote areas. its incidence increases in areas of high population density and poor hygine. The majör sources of this infection are carriers and clients with the acute process. Contact with the serum of an infected client is the majör mode of transmission. The virüs also may be transmitted by other body fluids, such as saliva and semen. Health care workers are at high risk for hepatitis B because of theire close contact with the blood of carriers. Many health care facilities use disposable eguipment, especially needles and syringes, to reduce hepatitis transmission. Nondisposible equipment must be sterilized to prevent virüs transmission. All health care workers, of course, follow the Centers for Disease Control universal precautions. Keywords: Hepatitis B, Üniversal precautions.


Çalışma yaşamı ile insan sağlığı arasındaki ilişkiler, yüzyıllardan beri bilinmektedir. Sağlık alanında çalışanlar, çalışma ortamında hastalardan ve fizik çevreden bulaşabilecek bir çok infeksiyon hastalığı açısından risk altındadırlar. (5,13), Eğitimlerinin 1/3'nü bu alanlarda uygulama yaparak geçiren hemşirelik öğrencileri için de infeksiyon riski oldukça ciddi bir sorundur. Dünyada ve ülkemizde halen önemli bir infeksiyon hastalığı olan hepatit-B virisü (HBV) ile infekte kişilerin sayısı hızla artmaktadır (8). Bugün tüm dünyada nüfusun yaklaşık % 5'inde HBV taşıyıcılığının sözkonusu olduğu varsayılmakta ve tüm dünyadaki HBV taşıyıcılarının sayısının 350 milyon civarında olduğu kabul edilmektedir. Gelişmiş batı ülkelerinde taşıyıcılık sıklığı % 1 den düşük, gelişmekte olan bazı ülkelerde (örneğin Güneydoğu Asya'da) % 20'den fazladır (2). A.B.D.'de her yıl 140.000 yeni hepatit infeksiyonu bildirilmektedir (8). Fransa'da nüfusun binde beşi, dünyada 250milyon kişi HBV kaynağıdır (1). Dünyada yaklaşık iki milyardan fazla kişinin HBV ile infekte olduğu, her yıl 1-2 milyon kişinin direkt olarak HBV infeksiyonu ve komplikasyonlarına bağlı olarak yaşamını yitirdiği bildirilmektedir (2, 7, 11). HBV dünyadaki primer hepaatosellüer karsinam (PHK) olgularının % 80'inden sorumlu olup, HBV taşıyıcılarında PHK rastlanma sıklığının sağlıklı kişilere göre 200-400 kat fazla olduğu gösterilmiştir. Bu bulgulara dayanarak Dünya Sağlık Örgütü (WH0) tarafından HBV, sigaradan sonra ikinci önemli kanserojen olarak kabul edilmektedir (2). T.C Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre 1996 ve 1997 yıllarında HBV infeksiyonu morbidite hızları yüzbinde 3.9 ve 6.9 (22), taşıyıcılık oranı % 5 - 8 (11) ve % 4 - 14 (2) olarak bildirilmiştir. Türkiye'de HBV infeksiyonu seroprevalansının (HbsAg ve antiHBs pozitifliği) % 25-60 arasında olduğu bildirilmektedir (11). Ülkemizde HBV infeksiyon zincirinin önemli bir halkasını sağlık personeli oluşturmaktadır. Bu oranlar ülkemizde sağlık personeli açısından tehlikenin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Yapılan bir çok araştırma ve gözlemlerde, hemşirelik öğrencilerinin ve hemşirelerin hastaya bakım verirken infekte kişi ve taşıyıcılardan HBV aldıkları saptanmıştır. Sağlık personelinde HBV infeksiyonu sıklığı, diğer mesleklere göre 3-6 kat daha fazladır.

DünyaSağlık Örgütü (WH0) hastalığın endemik olarak bulunduğu ülkemiz gibi bölgelerde çalışan sağlık personelinde, hastanede çalışılan her yıl başına HBV infeksiyonuna yakalanma riskini % 0.6 - 1.4 olarak belirlemiştir. Taşıyıcılık sıklığının % 0.5 olduğu A.B.D.'de her yıl görülen 300.000 yeni HBV infeksiyonunun 12.000'i sağlık personelinde ortaya çıkmaktadır ( 2 ). Hastane personelinde HbsAg pozitiflik oranı saptamak amacıyla Kölan'ın yaptığı çalışmada bu oran % 6.6, Batur ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada %10.8 olarak bulunmuştur (3, 4). Solak ve Abamor'un sağlık çalışanları ile ilgili yaptıkları çalışmada sağlık çalışanlarının % 3'ü hepatit B taşıyıcısı olduğunu, % 0.3'ü kronik hepatit B hastası olduğunu bildirmişlerdir (1 7). A.B.D.'de Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC)'nin kayıtlarına göre her yıl 5.100 sağlık çalışanı HBV ile infekte olmakta, bunların 250' si hastanede yatarak tedavi edilmekte, 250 civarında sağlık personeli HBV infeksiyonu ve buna bağlı komplikasyonlar nedeniyle yaşamlarını yitirmektedir (2,14,16). HBV infeksiyonunun sağlık personeline bulaşması açısından günlük uygulamada en sık karşılaşılan yollar; hastalar için kullanılan iğnelerin ele batması, kanla kontamine kesici aletlerle yaralanma gibi perkütan temas veya infekte kan ya da vücut sıvılarının mukozalara sıçramasıdır. Kan yoluyla bulaşan hastalıklar açısından bulaştırma riski taşıyan vücut sıvıları ; kan .genital sekresyonlar, plevra, perikard, periton, serebrospinal, sinovyal ve amnion sıvılarıdır. Buna karşın feçes, idrar, ter, tükrük, balgam, burun sekresyonları ve kusma materyeli gözle görülür miktarda kan içermedikleri takdirde bulaştırma riski yaşımazlar. Hepatit B bulaşması açısından infekte tükrüğün mukozal teması ile hastalığın bulaşma olasılığının çok düşük de olsa, varlığı kabul edilmektedir (2). Sağlık personelinde HbsAg ve HbeAg pozitif kan ile perkütan temas sonrası infeksiyon riski %20-40 olarak bildirilmektedir (11,18,19,20,21). Hepatit B gelişen sağlık personelinin yaklaşık %50 kadarı perkütan bîr hasar tanımlamaktadır (21). A.B.D'de Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) tarafından sağlık personelinin

kan

yoluyla

bula şan

tüm

infeksiyonlardan korunmasına yönelik "Üniversal Önlemler"adıyla bilinen bir klavuz hazırlanmıştır. Bu klavuzda yer alan önlemler HIV, HBV ve kan


yoluyla bulaşan diğer viral infeksiyonlardan ko-

kullanıma uygun ve kolay ulaşılabilir yerlerde

runmak için uygulanacak ortak önlemlerdir. Bu önlemler ana hatlarıyla aşağıda özetlenmiştir (2,

bulundurulmalıdır. 5)

15).

Yapılan tıbbi bir işlem sırasında kan veya diğer vücut sıvılarının sıçrama olasılığı söz konu suysa (örneğin kemik iliği aspirasyonu, lomber ponksiyon yapılması gibi) ağız, burun ve göz

A) Genel Önlemler: 1)

leri korumak amacı ile maske ve gözlük takıl-

Öykü ve fizik muayene ile HIV, HBV ve kanla

malı, diğer vücut yüzeylerine bulaşmayı önle mek için koruyucu önlük giyilmelidir.

bulaşan diğer patojenlerle infekte hastaları ayırdetme

olanağı

bulunmadığından

tüm

hastaların kan ve diğer vücut sıvıları potansi

6)

yel olarak infekte kabul edilerek gerekli ön

rekt temastan ve hastalarla ilişkili aletlere do

lemler alınmalıdır. 2)

Aşağıdaki işlemler sırasında mutlak surette eldiven giyilmeli, işlem bittikten veya hasta ile temastan sonra eldiven değiştirilmeli ve eldi venler çıkarıldıktan hemen sonra eller yıkan malıdır : a)

Her hastanın kan ya da diğer vücut sıvı ları veya bunlarla kontamine yüzeylerle temas riski olduğunda,

b)

Her hastanın mukoza veya sağlam ol mayan derisiyle temas riski olduğunda,

c)

Kan alma, damara girme veya benzeri bir inravasküler işlem sırasında,

3)

Eğer eller veya diğer cilt yüzeyleri hastanın kan ya da diğer vücut sıvılarıyla kontamine olursa derhal su ve sabunla yıkanmalıdır.

Eksüdatif deri lezyonları olan sağlık personeli, bu lezyonlar iyileşinceye kadar hastalarla di kunmaktan kaçınmalıdır.

7)

Acil koşullarda ağız ağıza resüstasyon ihti malini minimale indirmek amacıyla ağızlık, ambu v.b. ventilasyon aletleri resisütasyon gerekebilecek yerlerde hazır bulundurulmalı dır.

8)

Beden fonksiyonlarını kontrol edebilen HIV ve/veya HBV infeksiyonlu hastaların rutin ba kımı sırasında eldiven ya da koruyucu önlük giyilmesine gerek yoktur.

9)

Gebe sağlık personeline HIV ve/veya HBV bu laşma riski, gebe olmayanlardan daha fazla değildir. Ancak her iki virüsün de perinatal dönemde bebeğe de geçme riski olduğundan, gebe personelin önerilen önlemlere özel bir dikkatle uyması sağlanmalıdır.

10) Diyare, pulmoner tüberküloz tanısı veya şüp

İğne batmasını önlemek için "disposible" iğ

hesi olması gibi özel izolasyon önlemleri ge

neler kullanıldıktan sonra plastik kılıfları tek-

rektiren haller dışında HIV/HBV infeksiyonlu

rar takılmamalı, iğneler enjektörden çıkartıl-

hastaların ayrı özel odalarda bulundurulmala rına gerek yoktur. HIV ve diğer infeksiyonları

mamalı, eğilip bükülmemelidir. Kullanılmış iğne, enjektör, bisturi ucu ve diğer kesici aletler imha edilmek üzere delinmeye dirençli sağlam kutulara konulmalıdır. Bu kutular servis içinde

olan hastalar diğer bir immunosupresif has tayla aynı odada tutulmamalıdır.


B) İnvaziv işlemler önlemler:

malıdır. Materyalin yerleştirilmesi sırasın-

sırasında alınacak

da kutunun dışına ve laboratuvar kağıdına bulaşma olmamasına dikkat edilmelidir.

İnvaziv işlem CDC tarafından şu şekilde tanımlanmaktadır: a)

2)

çalışan tüm personel mutlaka eldiven

Ameliyathane, acil servis, poliklinik veya muayenehane koşullarında doku, kavite

giymeli ve işlem bittikten sonra eldivenler

ya da organlarda cerrahi müdahale veya

sırasında mukozalara sıvıların temas et

majör travmatik yaralanmaların tamiri,

me riski varsa, gözlük ve maske takıl malıdır.

b)

Kardiak kateterizasyon ve anjiografi,

c)

Vajinal veya sezeryanla doğum ya da ka

çıkartılarak eller yıkanmalıdır. Çalışma

namanın oluşabileceği diğer obstetrik iş

Sıvılarla çalışıken ağız pipeti yerine mut laka mekanik pipetler tercih edilmelidir.

lemlerdir.

Labaratuvarda yeme ve içmeye izin veril

3)

memelidir.

Yukarıda belirtilen genel önlemlere ek olarak invaziv bir işlem sırasında aşağıdaki kurallara da uyulması gereklidir: 1)

İğne ve enjektörler ancak başka alternatif olmadığında kullanılmalı, mutlak kulla nılmaları

cerrahi maskeler takılmalıdır. İşlem sıra

önlemek için önerilen kurallara uyulmalı

sında kan, diğer vücut sıvıları veya kemik parçacıklarının sıçrama olasılığı varsa

dır.

nılan gözlükler yeterli olup, ayrıca özel tipteki gözlüklere gerek yoktur.) ve ko ruyucu önlükler giyilmelidir.

3)

4)

Tüm invaziv işlemler sırasında eldiven ve

maskeye ek olarak gözlük (günlük kulla

2)

Laboratuvarda hastadan alınan materyalle

Doğum yaptıran veya yardımcı olan sağlık personeli plesantayı veya kan ve amniotik sıvı temizleninceye kadar, bebeği tutar ken ve göbek kordonunun kesilmesi sı rasında eldiven giymelidir. İşlem sırasında eldiven yırtılır veya iğne batması ya da bir başka kaza olursa, el diven çıkartılarak süratle bir yenisi giyil meli ve kazaya yol açan alet steril saha dan uzaklaştırılmalıdır.

C) Laboratuvarlarda alınacak önlemler: Tüm hastalara ait kan ve vücut sıvıları infekte kabul edilerek, tanımlanan genel önlemlere ek olarak aşağıdaki kurallara da uyulmalıdır: 1) Bütün kan ve diğer vücut sıvıları örnekleri taşınma sıramda akma ve sızmayı engelleyecek sağlam, kapaklı kutulara konul-

gerekiyorsa,

iğne

batmasını

D) Çevresel önlemler: 1) Sterilizasyon ve dezenfeksiyon : Kontamine materyal eğer tekrar kullanılacaksa, üzerindeki gözle görülür kirler mekanik olarak temizlendikten sonra 121 °C de 1 5 dakika buhar otoklavda veya etilen oksitle gaz otaklavmda sterilize edilebilir. Bronskop, gastrokop ve diğer optik cihazlar etilen oksit ile sterilize veya % 2'lik glutaraldehitte 45 dakika tutularak yüksek düzeyde dezenfekte edilebilirler.

2) Çevre temizliği : Duvar, yer döşemesi ya da diğer yüzeylerden hasta veya sağlık personeline infeksiyon bulaşması söz konusu değildir. Bu nedenle adı geçen bölgelerin dezenfeksiyon veya sterilizasyonuna gerek yoktur, rutin temizlik yeterlidir. Temizleme yöntemleri, işlemin uygulanacağı hastane bölgesi, yer ve kirlilik derecesine göre değişir. Hasta masaları ve hasta odalarının zemini gibi horizantal yüzeyler kirlendiğinde ya da hasta taburcu olduğunda dü-


zenli olarak temizlenmelidir. Duvar, perde ve gü-

i- İlk 24 - 72 saat içinde 0.06 ml/kg Hepatit B

neşliklerin sadece kirlendiğinde temizlenmesi yeterlidir. Temizlik sırasında fırçalama ile mikroorga-

Hiperimmunglobulin

nizmaların fiziksel olarak ortamdan uzaklaştırıl-

yolla yapılmalı,

ması önemlidir. Hasta bakımının yapıldığı yerlerde infekte materyalle kontaminasyon halinde önce görülebilir materyel silinmeli takiben 1/10 dilue çamaşır suyu gibi bir sıvı germisitle dekontamine edilmelidir. Aynı olayın laboratuvar içinde olması halinde önce kontamine bölgeye sıvı germisit dökülüp, temizlenmelidir. Sonra üzerine yeniden sıvı germisit dökülmelidir. Tüm bu işlemler sırasında mutlaka eldiven giyilmesi gereklidir.

3) Çamaşırhane ve mutfaklarda alınacak önlemler : Hastanelerin normal çamaşır ve bulaşık yıkama işlemleri hastaların kullandığı tepsi, tabak, çarşaf v.b. eşyaların yeterli dekontaminasyonunu sağlar. Tüm kirlenmiş örtü ve çarşaflar hasta başında silkelenmeden ve ayrılmadan torbalanmalıdır. Bu eşyaların gidecekleri yere nakli mutlaka torba içinde yapılmalıdır. Eğer 70 °C nin üzerinde sıcak su kullanılıyorsa, çarşafları en az 71 °C de 25 dakika su ve deterjanla yıkamak yeterlidir. 70 °C nin altındaki sıcaklıklar için uygun kimyasal germisitler kullanılmalıdır. Hasta kanı ve/veya diğer vücut sıvılarıyla parenteral veya mukoza yoluyla temas eden sağlık personelinin alması gereken önlemler: Yaralanma sonrası temas bölgesi su ve sabunla veya uygun bir antiseptikle yıkanmalıdır. Mukoza temaslarında bol suyla temas bölgesinin yıkanması yeterlidir. Temas bölgesi sıkma, emme, kanatmaya çalışma v.b. yöntemlerle kesinlikle travmatize edilmemelidir. Normal yara bakımı dışında ek bir önleme gerek yoktur. a) HBV taşıyan (HbsAg pozitif) bir hastanın kan veya diğer vücut sıvılarıyla iğne batması mukoz membranlara sıçrama veya sağlam olmayan deriye bulaşma yoluyla temas eden anti-HBs veya antiHBc antikoru negatif sağlık personeline :

(HBIg)

intramüsküler

ii- Eş zamanlı olarak hepatit B aşısı deltoid adale içine yapılmalı ve takiben 1 ay ve 6 ay sonra aynı dozda tekrarlanarak HBV na karşı aktif bağışıklık sağlanması amaçlanmalıdır. Aşı uygulaması 0, 1, 2 ve 1 2. Ay şeklinde de yapılabilir. Bu şekilde immünizasyon ile antikor gelişmesinin daha hızlı olabileceği öne sürülmüştür.

Aşı

ve

hiperimmunglobulin

birarada yapıldıklarında farklı vücut bölgelerine uygulanmalıdır. b) Kan veya vücut sıvısıyls temas edilen hasta nın ve/veya temas eden sağlık personelinin serolojik durumları bilinmiyorsa : i-Hemen yukarıda belirlenen şekilde aktif immünizasyon şemasına (aşı uygulaması) başlanmalı, ii- İlk 48 - 72 saat içinde serojolik veriler elde edilebiliyorsa, sonuçlar elde edildiğinde hastanın HBs Ag' ni ( + ), buna karşın yaralanan sağlık personeli taşıyıcı veya bağışık değilse 0.06 ml/kg Hepatit B Hiperimmunglobulin (HBIg) intramüsküler yolla yapılmalıdır. c) Anti HBs ve/veya anti HBc antikoru pozitif olan ya da HBs antijeni pozitif sağlık perso neline temas sonrası aşı ya da HBIg uygu lanmasına gerek yoktur. d) Aşılanmayı takiben anti HBs antikoru pozitif hale gelen kişilere rapel aşı yapılıp yapılma ması konusu tartışılmalıdır. Sağlık personeli dışındaki gruplarda yapılan çalışmalarda üç doz aşı sonrası 10 mlU/ml'nin üzerinde an tikor gelişen kişilerde aşının etkinliğinin en az dokuz yıl süreyle devam ettiği gösteril miştir. Özellikle hasta kanı ve diğer vücut sıvılarıyla iş ortamında yoğun teması olan sağlık personeline bu sürenin sonunda veya antikor titresinin 10 mlU/ml'nin altına düş tüğünde tek doz rapel aşı yapılabilir.


e) HCV antikoru taşıyan bir kişinin kanıyla te mas eden sağlık personeline yukarıda tanımlanan lokal bakım önlemleri dışında, yaralanmayı takiben ve 6 - 9 ay sonra serolojik olarak HCV'ye karşı antikor araştı rılması önerilmelidir. Daha önceden korun ma amacıyla önerilen polivalan Ig uygula masının yararsız olduğu anlaşıldığından ya pılmasına gerek yoktur (6). f) HIV taşıyıcısı olan bir hastanın kanı ile temas sonrası, yukarıda sayılan yıkama ve normal yara bakım işlemi yapılmalıdır. Bu tür bir yaralanmaya maruz kalan sağlık personelinin anti-HIV antikoru taşıyıp taşımadığı hemen serolojik olarak belirlenmelidir. Bu ilk test yaralanma nedeniyle bulaşma olup olmadı ğını değil , o kişinin daha önceden infekte olup olmadığını ortaya çıkartacaktır. Aynı test yaralanmadan 6 hafta, 12 hafta ve 6 ay sonra tekrarlanmalıdır. 6 Ay sonunda da ne gatif bulunan testin bir daha yeni bir yara lanma olmadıkça tekrarına gerek yoktur. Ya pılan kısıtlı vaka içeren çalışmalarda temas sonrası profilaksinin HIV bulaşını engellediği gösterilmiştir. HBV veya HIV ile infekte sağlık personelinin alması gereken önlemler: a) İnfekte personel üniversal önlemlere kesin likle uymalıdır. b) Eksudatif lezyonu olanlar hasta ve hastada kullanılacak aletlerle direkt temas etmemeli dir. c) İnvaziv işlemleri uygulayan her sağlık perso neli kendi HIV ve HBV serolojisini, eğer

ürünleri ve vücut sıvıları ile bulaşan HBV, HCV, HIV ve diğer infeksiyon hastalıklarından korunması olasıdır. HBV infeksiyonundan korunmada en etkili yöntem ise uygun biçimde aşılanmaktır. Hepatit-B aşılama ile korunmanın olası olduğu bir infeksiyon hastalığıdır. WHO, 1997 yılında bütün ülkelerde evrensel bir aşılama stratejisinin yeni doğanlar için başlatılmasını önermiştir (1, 2, 7,11). A.B.D, Almanya, Fransa ve İspanya'nın da dahil olduğu gelişmiş ülkelerin % 80'inde Hepatit-B aşısı ulusal aşılama programına alınmıştır (1). Türkiye'de 1998 yılında yenidoğan rutin aşılama programına alınması kabul edilmiştir. Ancak pratik uygulamaya yönelik planlama çalışmaları henüz tamamlanmadığından etkin ve yaygın bir program başlamamıştır (10). Hepatit-B aşısı yeni doğanlarda rutin aşı takvimi içine alınmıştır. Ancak zorunlu aşılama programı dışında kalan sağlık personeli Hepatit-B aşısının öncelikle uygulanması gereken grupta yer almaktadır (9,10,11,12,20,21). Eğitimleri gereği hastane ve diğer sağlık kuruluşlarında uygulama yapan hemşirelik öğrencileri de aşının öncelikle uygulanması gereken grupta yer almalıdır. Ancak aşılama veya doğal infeksiyon geçirme sonucu HBV'na karşı bağışık hale gelmiş sağlık personelinin de diğer k an yoluyla bula şan v ir üs infeksiyonlarından korunmak amacıyla yukarıda belirtilen "Üniversal Önlemler" e uyması gerekir (2). Gelecekte ülkemizin sağlık alanında önemli görevler alacak hemşirelik öğrencilerinde hepatit infeksiyonu görülme sıklığının, bu infeksiyondan korunmak için serolojik inceleme ve aşılama yaptırma durumlarının ve bu konudaki bilgilerinin incelenmesi amacıyla bir çalışma planlanmıştır.

HbsAg pozitif ise HbeAg taşıyıp taşımadığını Kaynakça

bilmelidir. d) HIV ve/veya HBV ( HbeAg taşıyanlar dahil ) ile infekte personelin bu koşullara uymak koşuluyla çalışmasının engellenmesine gerek yoktur. Yukarıda özetlenen infeksiyon kontrol önlemlerinin uygulanması ile sağlık personelinin kan, kan

Ajjan

N.

Bağışıklama

(Çev.Ed.

Fikri

Ali

Türkay)

Pasteur Merieux Connaught. 61-66, 1 27-1 30. 1.

Akova M. "Sağlık Personeline Kan Yoluyla Bulaşan Viral Infeksiyonlar". Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 1.


Ulusal Kongresi Kitabı (26-28 Kasım 1999 Ankara) 3.

workers and blood borne pathogens". Nursing 96 May, 32, 1996. 15.

6.

Kaynaklı Patojenlerden Korunması Yaklaşımı". Sağlık

Bayık A. "Hastane İnfeksiyonları ve Epidemiyolojisi"

Çalışanlarının Sağlığı 1 .Ulusal Kongresi Kitabı (26-

Ege Üniv.Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 3:3, 59-

28 Kasım 1999 Ankara) Genel-İş Matbaası Ankara, 1999, 135,

Bilir N, "Sağlık Personelinin Sağlığı Çerçeve Bildiri"

în health çare vvorkers Part I." Annals of İnternal Medicine Cilt:! 25, 1996, 826-834. Çeviri Deniz

İzmir, 1991, 323-332.

Yılmaz. "Sağlık Personelinin Mesleki Edinsel Hasta

Çakmak A, Özkahraman Ş, Şen S ve ark. "Sağlık

lıkları 1. Bölüm Literatür 25, 273-279, 1 997.

Sağlık

Çalışanlarının

Sağlığı

11.

ma Yöntemlerine Yaklaşımı". Sağlık Çalışanlarının

İş Matbaası, Ankara, 1 999, 1 65.

Sağlığı 1.Ulusal Kongresi Kitaabı (26-28 Kasım

Celements CJ, Kane M, Hu DJ, Kim-Farley R.

1 999 Ankara) Genel-İş Matbaası Ankara, 1 999, 1 76. 18.

Şahin N. "Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar: Dünyada

disease". World Health Forum 11:2, , 165-168,

ve Türkiye'deki Durum". Sağlık ve Toplum. 8: 3-4,

1990.

61-67, 1998.

Editorial notes. Hepatitis by the numbers. Nursing

19.

Uysal Ü, Ellidokuz H, Bengü N, Abacıoğlu H, Bahar

97. 27:6,. 61,1997.

H. "Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Hemşireleri

Erefe İ, Bahar Z. "Viral Hepatit A ve B İnfeksiyonlari

nin Hepatit B Yönünden İncelenmesi" AİDS Dergisi

Epidemiyolojisi Ege Üniv. Hemşirelik Yüksekokulu

5: 9, 38-41, 1997. 20.

Vlanenti MW. İnfection Control and The Pregnant

Erensoy S. "Viral Hepatitler". Hekim ve Yaşam. Ekim

Health Care Worker (Edit Vicki Brinsko) The Nursing

11-14 ,1998.

Clinics of North America WB Saunders Company 28: 3, 1993, Philadelphia, 679.

Girgin N. Çocuklarda B Hepatiti (Ed. Alphan Cura, Raşit Vural Yağcı Çocukluk Çağında Hepatit). Meta Kools M.A. "Güncel Testler ve Tedavi. Hepatitis A, B, C, D ve E" Sendrom 4:8, 45-48, 1 992. 13.

Mamıkoğlu

L.

Sağlık

Personeline

Bulaşabilecek

İnfeksiyonlar ve Korunma Önerileri". ANKEM Dergisi 11:2, 197-201, 1997.

21.

Yılmaz G. "Sağlık Kuruluşlarında Kan ile Bulaşan İnfeksiyonların Önlenmesi"

Basım 1999 İzmir. 19-34. 1 2.

Solak S, Abamor MY. "Sağlık Çalışanlarının Hepatit B İnfeksiyonu Kontrollerine ve Bu Hastalıktan Korun

Kongresi Kitabı (26-28 Kasım 1999 Ankara) Genel-

Dergisi 2:1, , 44-59, 1986. 10.

17.

1.Ulusal

"Hepatitis B vaccine joins the fight against pandemic

9.

Sepkovvİtz K.A. "Occupationally acquired infections

Ankara) Doğruluk Matbaacılık San. Ve Tic. Ltd.Ştİ.

ranışları"

8.

16.

2.Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi Kitabı (4-7 Nisan 1988

Çalışanlarının Hepatit B ile ilgili Bilgi Tutum ve Dav

7.

Özvarış ŞB. "Sağlık Kuruluşlarında Çalışanların Kan

Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 3:3, 19-27, 1987.

77, 1987. 5.

Newman L. "Answers to questions about health care

Batur Y, Erefe İ. "Sağlıklı Adolesan Kız Öğrencilerde Viral Hepatit Etmenleri ile Karşılaşma." Ege Üniv.

4.

14.

Genel-İş Matbaası, Ankara, 199, 48-54.

Aktüel Tıp Dergisi.

1:6,

479-481,1996.


Ankara İlinden Seçilen Sağlık Ocağı Ve AnaÇocuk Sağlığı Ve Aile Planlaması (Açsap) Bölgelerindeki 1 5-49 Yaş Grubu Kadınların Sahip Oldukları Çocuk Sayısına Göre Kullandıkları Aile Planlaması Yöntemleri • Dr.Aydan BİRİ*,

• Dr.Jale ÖZTÜRK**,

• Dr.Mustafa N. İLHAN***,

Özet Amaç: Bu çalışmada, Ankara İlinden seçilen sağlık ocağı ve AÇSAP bölgelerindeki 1 5-49 Yaş Kadın İzlem Formlarının değerlendirilmesiyle, kadınların sahip oldukları çocuk sayılarına göre, kullandıkları aile planlaması yöntemlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışmanın verileri 2000 yılına ait 15-49 Yaş Kadın İzlem Formlarından elde edilmiştir. Araştırmada Ankara iline bağlı Yenimahalle 1 Nolu AÇSAP (13415 form), Polatlı AÇSAP (9535 form), Saray Sağlık Ocağı (1298 form), Uyanış Sağlık Ocağı (584 form), 9 Nolu Sağlık Ocağı (3028 form) değerlendirmeye alınmıştır. Formlardan kadınların sahip oldukları çocuk sayıları ve kullandıkları aile planlaması yöntemleri belirlenmiştir. İstatistiksel değerlendirmelerde ki-kare önemlilik testi uygulanmış ve Epi-info versiyon 6.0 istatistik paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Modern yöntemlerin kullanımı %52.4, etkisiz yöntemlerin kullanımı ise %12.6'dır. İncelenenlerin %4.2'si yöntem kullanmamaktadır. Modern yöntemlerden en çok RİA (%42.8), ikinci ve üçüncü sırada ise kondom (%17.0) ve hap (%12.1) kullanılmaktadır. Bekar olanların hiçbiri yöntem kullanmamaktadır. Kadınların sahip oldukları çocuk sayısına yöntem kullanma durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Bu çalışma ile saptanmış olan, aile planlaması yöntemi kullanma sıklığı sahip olunan çocuk sayısına göre kullanılan aile planlaması yöntemleri 1998 Türkiye, Nüfus Sağlık Araştırması sonuçlarına göre Türkiye için saptanmış olan sonuçlara oldukça benzerdir. Ancak modern yöntemler Türkiye için saptanmış sonuçlara göre daha fazla kullanılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Aile planlaması, 1 5-49 yaş kadın, modern yöntem, geleneksel yöntem.

Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum, ***Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara **Ankara İl Sağlık Müdürlüğü (AÇSAP Şb. Md.), Ankara

• Dr.lşıl MARAL***

Summary With Regard To Their Number Of Children, The Family Planning Methods Using By Women Between Age 15-49 Living İn Selected Primary Health Care Service And Mother And Child Health Care-Family Planning Center Areas İn Ankara Objective: The aim of this study was to determine the family planning methods that, with regard to their number of children, use the women between age 15-49, living in selected Primary Health Çare Center and Mother and Child Health Care-Family Planning Center areas in Ankara. For this study, the follow-up special document forms of women between age 15-49 of the selected areas were investigated. Method: The data of this study were obtained from the year 2000 records of the follow-up special document forms ofwomen betıveen age 15-49. Yenimahalle No 1 Mother and Child Health Care-Family Planning Center (13415 forms), Polatlı Mother and Child Health Care-Family Planning Center (9535 forms), Saray Primary Health Çare Center (1298 forms), Uyaniş Primary Health Çare Center (584), No 9 Primary Health Çare Center (3028 forms) were included to this study. The number of children that each woman ha ve, and, the family planning methods that they use were determined from these forms. İn s tat istical evaluations, Epi-lnfo version 0.6 statistical packet program was used and Chi Sguare test was applicated. Results: The use of modern methods was 52.4%, the use of ineffective methods was 12.6%. The 4.2% of the investigated women were not us İng any methods. Among the modern methods IUD was the most commonly used method (42.8%), in the second and third rank were condom (17.0%) and o rai contraceptives (12.1%). No ne of the single women were using any contraceptive methods. There was a statistically significant diffe rence between the status of using any contraceptive methods of the women with regard to their number of children (p<0.05). Conclusion: The freguency of using any family planning methods, the methods using with regard to the number of children that the women ha ve, determined with this study, were quite simi/ar to the results that 1998 Türk is h Demographic Health Survey was determined for Turkey. Otherwise, modern methods were using more than the results determined for Turkey. Key Words: Family planning, women betıveen age 1549, modern method, traditional method


Giriş ve Amaç Aşırı doğurganlık, ana ve çocuk sağlığını olumsuz yönde etkilemekte, gelişmekte olan ülkelerde sosyal ve ekonomik alanlarda pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. Türkiye'deki ana-çocuk sağlığı göstergeleri ve yüksek olan nüfus artış hızı, aile planlaması hizmetlerine, diğer sağlık hizmetleri arasında öncelik vermeyi gerektirmektedir (1). Türkiye'de aile planlaması konusunda yaklaşık 35 yıldır, riskli gebelikleri önleyerek, kadın ve çocuk sağlığını korumayı amaçlayan, ailelere gerekli bilgi ve hizmeti sunarak doğurganlıkları ile ilgili özgürce ve bilinçli seçim yapmalarını sağlayan politikalar izlenmektedir. (2) Türkiye'de Ana çocuk sağlığı hizmetlerinin değerlendirilmesinde birinci basamak sağlık kuruluşlarında 15-49 yaş kadın izlem formları kullanılmaktadır. Bu formlarda kadınların doğurganlık özellikleri, son gebeliğe ilişkin bilgiler, aile planlaması yöntemi kullanılıp kullanılmadığı, bağışıklama bilgileri gibi bilgiler yer almaktadır. Bu çalışmada, Ankara ilinden seçilen sağlık ocağı ve AÇSAP bölgelerindeki 1 5-49 Yaş Kadın İzlem Formlarının değerlendirilmesiyle, kadınların sahip oldukları çocuk sayılarına göre, kullandıkları aile planlaması yöntemlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem Bu çalışmanın verileri 2000 yılına ait 15-49 Yaş Kadın İzlem Formlarından elde edilmiştir. Araştırmada kayıtları düzenli ve güvenilir olan Ankara iline bağlı Yenimahalle 1 Nolu AÇSAP (13415 form), Polatlı AÇSAP (9535 form), Saray Sağlık Ocağı (1298 form), Uyanış Sağlık Ocağı (584 form), 9 Nolu Sağlık Ocağı (3028 form) değerlendirmeye alınmıştır. Formlardan kadınların sahip oldukları çocuk sayıları ve kullandıkları aile planlaması yöntemleri belirlenmiştir. İstatistiksel değerlendirmelerde ki-kare önemlilik testi uygulanmış ve Epi-info versiyon 6.0 istatistik paket programı kullanılmıştır Sonuçlar Araştırmada toplam 27860 adet 15-49 Yaş Kadın İzlem Formu değerlendirilmiştir. Tablo 1 'de incelenenlerin yerleşim yerleri ve sahip oldukları çocuk sayılarına göre aile planlaması yöntemi kullanma durumları verilmiştir.


Tablo 1:

15-49 Yaş Kadınların Yerleşim Yerleri ve Sahip Oldukları Çocuk Sayılarına Göre, Kullandıkları Aile Planlaması Yöntemlerinin

Dağılımı, Ankara, 2000. AÇSAP Merkezleri/Sağlık Ocakları

Çocuk Sayısı Kullanılan Yöntemler Bekar

Çocuksuz

Saray Sağlık

Uyanış Sağlık

9 Nolu Sağlık

Toplam

Nolu AÇSAP

Polatlı AÇSAP

Ocağı

Ocağı

Yüzde*

Yüzde*

Yüzde*

Yüzde*

Ocağı Yüzde*

Yüzde**

Modern Yöntemler

_

_

_

_

_

_

Hap

-

-

-

-

-

-

Kondom

-

-

-

-

_

RİA

_

-

-

-

Tüp Ligasyonu

_

_

-

-

-

-

Vazektomi

-

-

-

-

-

-

1 Aylık Depo Enjeksiyon

-

_

-

-

-

3 Aylık Depo Enjeksiyon

-

-

_

-

-

-

Etkisiz Yöntemler

_

_

_

_

_

Yöntem Kullanmayanlar

100.0

100.0

100.0

_

_

100.0

Toplam

100.0

100.0

100.0

_

_

100.0

Modern Yöntemler

32.3

25.5

_

23.3

62.1

29.6

-

6.4

-

3.3

18.2

3.8

32.3

19.1

_

20.0

28.8

24.6

RİA

-

-

-

-

12.1

0.7

Tüp Ligasyonu

-

-

-

_

-

-

Vazektomi

-

-

-

_

Hap Kondom

Yenimahalle 1

1 Aylık Depo Enjeksiyon 3 Aylık Depo Enjeksiyon Etkisiz Yöntemler Yöntem Kullanmayanlar

-

_

-

3.0

-

-

-

-

-

0.5 -

30.4

44.4

2.4

_

1.5

32.1

37.3

30.1

97.6

76.7

36.4

38.3

100.0

100.0

100.0

100.0

100.0

100.0

Modern Yöntemler

59.3

78.8

58.2

64.7

87.5

72.0

Hap

18.1

16.6

5.5

19.2

6.4

14.3

Kondom

10.3

22.5

25.4

20.2

33.4

20.7

RİA

27.4

39.2

26.9

19.7

45.3

34.8

_

_

-

-

0.1

-

_

-

-

-

-

4.6

1.0

1.9

Toplam

1 Çocuklu

Tüp Ligasyonu Vazektomi 1 Aylık Depo Enjeksiyon 3 Aylık Depo Enjeksiyon Etkisiz Yöntemler Yöntem Kullanmayanlar

3.5

0.5

_

_

0.4

1.0

1.3

0.3

25.6

17.6

14.9

10.0

9.5

18.1

2 Çocuklu

15.1

3.6

26.9

25.3

3.0

9.9

Toplam

100.0

100.0

100.0

100.0

100.0

100.0

Modern Yöntemler

77.6

61.5

92.8

73.5

79.9

90.3

Hap

8.5

12.2

7.8

25.1

8.6

10.1

Kondom

18.8

18.0

19.3

22.6

25.9

20.2

RİA

28.5

61.5

43.3

25.7

52.7

43.6

2.0

0.3

2.0

0.5

0.3

1.1

_

0.1

-

-

_

0.0

1 Aylık Depo Enjeksiyon

2.6

0.7

-

4.5

1.9

1.8

3 Aylık Depo Enjeksiyon

1.1

_

1.1

1.5

0.9

0.8

32.4

5.8

15.9

6.0

4.0

17.2

Tüp Ligasyonu Vazektomi

Etkisiz Yöntemler Yöntem Kullanmayanlar Toplam

6.1

1.4

10.6

14.1

5.7

5.2

100.0

100.0

100.0

100.0

100.0

100.0


3 Çocuklu

Modern Yöntemler

60.1

90.3

77.0

85.9

91.2

Hap

8.0

18.7

5.4

25.1

3.8

12.1

16.6 25.9

12.4 56.8

19.1 47.9

23.9 23.9

31.6 52.8

17.0 42.8

Tüp Ligasyonu Vazektomi

6.7 -

1.8 0.1

3.9 -

1.1 -

0.7 -

3.8 0.0

1 Aylık Depo Enjeksiyon 3 Aylık Depo Enjeksiyon

2.3 0.6

0.5 -

0.7

6.5 5.4

0.9 1.4

1.3 0.6

Etkisiz Yöntemler Yöntem Kullanmayanlar

36.1 3.8

5.4 4.3

14,4 8,6

7.6 6.5

5.4 3.4

18.2 4.2

Kondom RİA

Toplam 4 Çocuklu

5 Çocuklu

5'ten Daha Fazla Çocuklu

Tüm İncelenenler

77.6

100,0

100.0

100.0

100.0

100.0

100.0

Modern Yöntemler Hap Kondom RİA Tüp Ligasyonu

82.1 16.7 22.4 31.5 7.1

79.9 15.5 13.5 41.9 7.1

77.9 9.5 63.2 5.2

100.0 39.1 30.4 -

91.5 4.6 40.0 45.4 1.5

82.0 14.3 20.2 37.8 6.5

Vazektomi 1 Aylık Depo Enjeksiyon

3.4

0.2 1.5

-

4.4 8.7

-

0.1 2.4

3 Aylık Depo Enjeksiyon Etkisiz Yöntemler

1.0 12.6

0.2 17.0

14.7

17.4 -

0.8

0.7 13.2

Yöntem Kullanmayanlar Toplam Modern Yöntemler Hap

5.3 100.0 86.3 15.8

3.1 100.0 85.8 13.4

7.4 100.0 71.0 _

_ 100.0 100.0 25.0

7.7 100.0 89.0 8.3

4.8 100.0 86.0 14.3

Kondom RİA

29.5 35.5

6.5 46.3

9.7 51.6

62.5 12.5

30.6 47.3

20.0 40.5

Tüp Ligasyonu Vazektomi 1 Aylık Depo Enjeksiyon 3 Aylık Depo Enjeksiyon Etkisiz Yöntemler

1.1 4.4 12.5

18.2 0.4 0.8 0.2 9.4

9.7 19.3

_

2.8 5.5

8.2 0.2 2.7 0.1 11.0

Yöntem Kullanmayanlar Toplam Modern Yöntemler

1.2 100.0 78.8

4.8 100.0 75.9

9.7 100.0 29.4

100.0 100.0

5.5 100.0 86.6

3.0 100.0 77.1

Hap Kondom RİA

18.9 36.3 15.4

10.9 8.6 5.2

5.8 23.6

100.0 -

13.3 13.3 46.6

16.2 28.5 13.7

Tüp Ligasyonu Vazektomi

8.2 _

48.3 0.6

-

-

-

17.8 0.1

1 Aylık Depo Enjeksiyon 3 Aylık Depo Enjeksiyon

-

2.3

-

-

6.7 6.7

0.1 0.7

Etkisiz Yöntemler Yöntem Kullanmayanlar

20.8 0.4

15.5 8.6

29.4 41.2

_ _

6.7 6.7

19.3 3.6

Toplam Modern Yöntemler Hap

100.0 40.7 7.4

100.0 56.4 10.2

100.0 52.3 4.1

100.0 71.0 19.7

100.0 88.9 7.0

100.0 52.4 8.4

Kondom RİA Tüp Ligasyonu

12.6 16.5 2.2

10.8 32.1 2.7

14.0 31.8 1.9

22.8 20.5 0.3

30.2 48.9 0.4

14.2 26.1 2.1

Vazektomi 1 Aylık Depo Enjeksiyon

1.6

0.1 0.4

-

0.2 5.1

1.3

0.0 1.2

3 Aylık Depo Enjeksiyon Etkisiz Yöntemler Yöntem Kullanmayanlar

0.4 17.3 42.0

0.1 8.5 35.1

0.5 11.6 36.1

2.4 6.7 22.3

1.1 6.0 5.1

0.4 12.6 35.0

Toplam

100.0

100.0

100.0

100.0

100.0

100.0

Yüzdeler kolon yüzdesidir. *Her bir Yerleşim Yeri ve Çocuk Sayısı grubu üzerinden yüzde hesaplanmıştır. **Her bir Çocuk Sayısı grubu için tüm yerleşim yerleri üzerinden yüzde hesaplanmıştır.


Yenimahalle 1 Nolu AÇSAP, Polatlı AÇSAP, Saray Sağlık Ocağı, Uyanış Sağlık Ocağı ve 9 Nolu Sağlık Ocağında modern yöntemlerin kullanımı sırasıyla %52.4, etkisiz yöntemlerin kullanımı ise %12.6'dır. İncelenenlerin %4.2'si yöntem kullanmamaktadır. Modern yöntemlerden en çok RİA (%42.8), ikinci ve üçüncü sırada ise kondom (%17.0) ve hap (%12.1) kullanılmaktadır, Bekar olanların hiçbiri yöntem kullanmamaktadır. Çocuksuz olanlar içinde yöntem kullanmayanlar en fazladır (%38.3). Bu grupta etkisiz yöntemler %32.1 sıklıkta kullanılmaktadır. Modern yöntemler ise %29.6 sıklıkta kullanılmakta; en fazla kondom tercih edilmektedir (%24.6). Bir ve daha fazla sayıda çocuğu olanlar arasında ise modern yöntem kullananlar en fazladır. 1, 2, 3, 4, 5 ve 5'den fazla çocuğu olanların modern yöntemleri kullanımı sırasıyla %72.0, %77.6, %77.6, %82.0, %86.0 ve %77.1 'dir. Bir ile 5 arasında çocuğa sahip olanlar modern yöntemlerden en fazla RİA'ı kullanmaktadır (sırasıyla %34.8, %43.6, %42.8, %37.8, %40.5). 5'den fazla çocuğu olanlar ise en fazla kondom kullanmaktadır (%28.5). Bekar olanlar değerlendirme dışı tutularak, kadınların sahip oldukları çocuk sayısına yöntem kullanma durumları arasında istatistiksel değerlendirme yapıldığında; sahip olunan çocuk sayısı grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0.05). Fark çocuksuz olan gruptan kaynaklanmaktadır. Bu grupta aile planlaması yöntemleri daha az kullanılmaktadır. Tartışma Modern yöntemlerin kullanımı %52,4, etkisiz yöntemlerin kullanımı ise %12.6'dır. İncelenenlerin %35.0'i yöntem kullanmamaktadır. Tüm Türkiye'den örnek alınarak yapılan Türkiye Nüfus Sağlık Araştırmasında ise incelenen kadınların %37.7'si modern yöntem, %25.5'i geleneksel yöntem kullanmaktadır. Yöntem kullanma-

yanlar %36.1 sıklıktadır (3). TNSA 98'de belirlenen aile planlaması kullanım sıklığı ile araştırmamızın sonuçları oldukça benzerdir. Ancak, modern yöntemlerin kullanımı araştırmamızda daha fazla sıklıktadır. 1995 yılında Malatya-Yeşilyurt'da yapılan bir araştırmada incelenenlerin %43.2'si modern yöntemlerle korunurken, %22.2'sînin geleneksel yöntemlerle korunduğu, %34.6'sının ise korunmadığı belirlenmiştir (4). Bu araştırmanın sonuçları da araştırmamızla oldukça benzerdir. Araştırmamızda en çok kullanılan aile planlaması yönteminin geleneksel yöntemler olduğu belirlenmiştir. En çok kullanılan modern aile planlaması yöntemi ise RİA, ikinci ve üçüncü sırada ise kondom ve haptır. TNSA98'de de çok kullanılan modern yöntem RİA olmasına karşın, geleneksel yöntemlerin toplamı araştırmamızla benzer şekilde RİA'dan fazladır (3) (Araştırmamızda %26.1, TNSA 98'de %19.8 sıklıkta RİA kullanılmaktadır. Geleneksel yöntemler ise sırasıyla %1 2.6 ve %25.5 sıklıkta kullanılmaktadır). 1999 yılında Edirne-Keşan'da, yapılan bir araştırmada da en çok kullanılan aile planlaması yönteminin RİA olduğu belirlenmiştir (5). İstan bul'da ve Gemlik'te yapılan araştırmalarda ise in celenen kadınların en fazla geri çekme yöntemini, 2. sırada ise RİA'ı kullandıkları belirlenmiştir (6,7). Ankara-Gölbaşı'nda 1988 yılında yapılan bir araş tırmada da aynı şekilde aile planlaması yöntemi olarak en çok geri çekme, 2.sırada da RİA kullanıl dığı saptanmıştır (8). Antalya'da 2000 yılında hastaneye başvuran hastalar arasında yapılan bir araştırmada en çok tercih edilen modern aile planlaması yönteminin RİA (%54.4) olduğu, ikinci sırada da kondomun (%31.0) yer aldığı (9); sahada yapılan bir başka araştırmada ise kadınların %50.0'sinin modern, %28.0'inin de geleneksel aile planlaması yöntemi kullandığı belirlenmiştir (10). Bu bulgular araştırmamızın sonuçlarıyla da uyumludur. 2000 yılında Van'da yapılan bir araştırmada ise aile planlaması yöntemlerinden en çok geri


çekme yönteminin, ikinci sırada da RİA'ın kullanıldığı belirlenmiştir (11).

çocuk istenmemesinden hem de gebelik aralıklarını açma isteğinden kaynaklanmış olabilir.

Kayseri'de 1998 yılında yapılan bir araştırmada incelenen kadınların %54.8'inin modern, %6.7'sinin geleneksel yöntemleri kullandıkları, en çok RİA ve ikinci sırada da kondomu kullandıkları belirlenmiştir (1 2).

Bu çalışma ile saptanmış olan, aile planlaması yöntemi kullanma sıklığı sahip olunan çocuk sayısına göre kullanılan aile planlaması yöntemleri 1 998 Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması sonuçlarına göre Türkiye için saptanmış olan sonuçlara oldukça benzerdir. Ancak modern yöntemler Türkiye için saptanmış sonuçlara göre daha fazla kullanılmaktadır.

2000 yılında Çankırı'da yapılan bir araştırmada ise en çok geleneksel yöntemlerin kullanıldığı, modern yöntemlerden de RİA ve kondomun en fazla kullanıldığı belirlenmiştir (1 3). 2000 yılında Elazığ'da sahada yapılan bir çalışmada kadınların %38.2'sinin modern, %40.9'unun geleneksel yöntemleri kullandığı, modern yöntemler içinde de en çok RİA ve ikinci sırada da kondomun kullanıldığı belirlenmiştir (14). Türkiye genelinde yapılan çalışmalarla araştırmanın sonuçları benzerdir. Kadınlar ilk sırada geleneksel/etkisiz yöntemleri, ikinci sırada ise RİA'ı kullanmaktadır. Ankara-Gölbaşı'nda 1988 yılında yapılan bir araştırmada incelenenlerden %49.3'ünün modern yöntem, %50.7'sinin geleneksel yöntem kullandığı belirlenmiştir (8). 2000 yılında Ankara'da yapılan bir çalışmada da en çok kullanılan aile planlaması yönteminin modern yöntemlerden RİA, ikinci sırada ise geleneksel yöntemler olduğu belirlenmiştir (1 5). Aynı ilde yapılan iki ayrı araştırmada (bizim araştırmamız ve 2000 yılında yapılan araştırma); 10 yıl öncesine göre modern yöntemlerin kullanım durumunun artması aile planlaması hizmetlerinde başarılı olunduğunu düşündürmektedir. Araştırmada incelenen merkezlerde yaşayan kadınlardan 1 ve üzerinde yaşayan çocuğu olanların aile planlaması yöntemi kullanımı anlamlı derecede artmaktadır. TNSA 98'de Türkiye genelinde 0-1 sayıda çocuğa sahip kadınlar daha az korunmaktadır (3). 1993 yılında İstanbul'da yapılan bir araştırmada (6) ve Erzurum-Pasinler'de yapılan başka bir araştırmada ise iki ve üzerinde çocuğa sahip olan kadınların aile planlaması yöntemi kullanma durumlarının önemli derecede arttığı belirlenmiştir (17). Yaşayan çocuk sayısı arttıkça korunmaya olan istek de artmaktadır. Bu hem fazla

Kaynaklar Özvarış ŞB. Üreme Sağlığı/Aile Planlaması. İç: Biçer S. Bulut A. Çalı Ş. Durmuşoğlu F. Gürol F. Harmancı HG. Ortaylı N. Özek B. Özvarış ŞB. Özyurda F. Tomruk DG. Urman B. Yıldırım A. (Yayın krl). Aile Planlamasında Temel Bilgiler. İstanbul: İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, 1 997:1-1 5. Akın A. Özvarış ŞB. Ana Sağlığı ve 2.

Aile Planlaması. İç:Bertan M. Güler Ç. (Editörler). Halk Sağlığı Temel Bilgiler. Ankara: Halk Sağlığı Vakfı, 1 997: 11 7-1 56. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Türkiye

3. Nüfus ve Sağlık Araştırması 1998. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Macro International Inc., Ankara, 1999, 45-65 Genç M. Güneş M. Şahin M. Karaoğlu L. Pehlivan E. Yeşilyurt. Malatya Merkezindeki 1 5-49 Yaş Grubu Evli Kadınların 4. Aile Planlamasına İlişkin Bilgi Düzeylerinin ve Uygulamalarının İncelenmesi. V. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Bildiri Kitabı 1996:49-54. Yorulmaz F. Dağdeviren N. Şahin EM. Keşan İlçesi Ana Çocuk Sağlığı Dispanserinin 1987-1999 Aile Planlaması Çalışmalarının Değerlendirilmesi.

VI. Ulusal Halk

Sağlığı Günleri Bildiri Özet Kitabı 1999: 147.

Yardımcı E.

6. Sabuncu H. Yardımcı O. Baysal B. Onat I. İstanbul Üniversitesi İstanbul

Tıp

Fakültesi

Kadın

Hastalıkları

Polikliniğine

Başvuran 15-49 Yaş Grubunda Evli Kadınların Bildikleri ve Kullandıkları Kontraseptif Yöntemler; Kullanımı Etkileyen Faktörler. IV. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Bildiri Kitabı 1994: 77-80. Okan N. Kentsel Alanda Evli Kadınların Aile Planlaması Yöntemleri Kullanma Eğilimleri ve Sonuçları. Halk Sağlığı Günleri I Bildiri Özetleri 1989: 56-57. 8.

Ayçan S. Arıtürk MO. Özaltın S. Bumin Ç. Gölbaşı Merkez Sağlık Ocağında 15-49 Yaş Grubu Evli Kadınların Aile Plan-


laması Hakkındaki Bilgi ve Tutumları ile İlgili Araştırma.

1 3. Gün İ. Öztürk A. Öztürk Y. Evaluation of Fertility and Using

Halk Sağlığı Günleri I Bildiri Özetleri 1989: 58-59. 9.

rek Yapılan Düşüklerin Kontraseptif Seçimine Etkisi. I. U-

10.

Güngör Y. Güngör L Açık Y. Elazığ Yenimahalle Eğitim ve Araştırma Sağlık Ocağı Bölgesinde Sunulan Ana Çocuk

Kongresi Abstrakt Kitabı 2001:1

Sağlığı ve Aile Planlaması Hizmetlerinin Değerlendirilmesi.

Dönmez L. Aydın Ö. Bulur HB. Antalya 10 No'lu Sağlık Ocağı

1. Ulusal Ana-Çocuk Sağlığı Kongresi. 2001:245 15.

İlhan MN. Yıldırım A. Maral I. Comparison of The Preferred

15-49 Yaş Kadın Formlarının Güvenilirliği. I. Uluslararası ve

Contraceptive Methods and The Causes of Not Using

II. Ulusal Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresi

Contraceptive Methods Between Semi-Urban and Urban

Abstrakt Kitabı 2001:120

Women Of Reproductive Age. International Public Health

Şahin G. Şahin HA. Zeteroğlu Ş, Tuncel H. Van Yöresinde

Congress Abstracts 2000:27.

Kullanılan Aile Planlaması Yöntemleri. I. Uluslararası ve II.

12.

Public Health Congress Abstracts 2000:35. 14.

luslararası ve II. Ulusal Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması

Bölgesinde Aile Planlaması Yöntem Kullanma Durumu ve

11.

Family Planning Methods in Çankırı Province. International

Akdeniz M. Çocuk Sayısı, Öğrenim Durumu, Yaş ve İsteye

16.

Güraksın A. Pasinler Eğitim ve Araştırma Bölgesinde 1 5-49

Ulusal Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresi Abstrakt

Yaş Grubu Evli Kadınların Gebeliği Önleyici Yöntem Kullan

Kitabı 2001:81

ma Durumları ve Etkileyen Faktörler. III. Halk Sağlığı Günleri

Şahinöz T. Şahinöz S. Ceyhan O. Öztürk Y. 15-49 Yaş Evli

Kongre Kitabı 1993: 341-345.

Kadınların Aile Planlaması Kullanma Durumlarını Etkileyen Faktörler. I. Uluslararası ve II. Ulusal Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresi Abstrakt Kitabı 2001:1 56


Çoğulcu Demokratik Toplum İçin Aile Eğitimi Projesi • Prof. Dr. Sevda ULUĞTEKİN * 0 Doç. Dr. İbrahim CILGA *

Özet: Türkiye'de demokratik toplumun gelişmesinde aile temel kurumlardan biridir. Bu projenin a- maçı, gecekondu bölgelerinde yaşayan göç etmiş aile üyelerini, yurttaşlık bilinci kazanarak yerel yönetimlerin karar mekanizmalarına katılımını sağlamak için desteklemektir.

H.Ü. Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi

Yrd. Doç. Dr. Sunay İL

Abstract: Famjly js seen as the basjc lnstitutlon in tne process of development of a democratic society in Turkey The aim of thjs proJect js to support members of the migrated families, living now in gecekondu areas, to gain a citizenship consciousness in order to participate in decision making process of local governments.


Ekonomik ve sosyal gelişme, bir arada, çağdaş demokratik topluma ulaşmanın temel koşuludur. Bu açıdan, günümüz Türkiye'sinde ekonomik gelişme kadar sosyal gelişme de göz ardı edilmemesi gereken bîr konudur.

reysel düşünceye saygı ve hoşgörü bulunur. Demokrasi ortamında birey, hak ve sorumluluklarının bilincinde olmalıdır. Sorumluluk bilinci, vatandaşlık ve kentlilik bilinci gelişmiş insanların bulunduğu bir kent ortamında yaşamak, katılımcı ve paylaşımcı bir demokrasi kültürünün de sürekli beslenmesini ve yeni boyutlar kazanmasını sağlar.

Sosyal gelişme, kentleşme sürecinde kentlileşmenin önemini gündeme getirmiştir. Başka bir deyişle sosyal gelişme ile çoğulcu demokratik yapıya uygun kentlileşme arasında olumlu bir bağlantı vardır.

Toplumda her düzeydeki hak ve sorumluluklarının bilincinde olan insanlara sahip olmak için yapılacak en önemli iş, insana yatırım, yani eğitimdir. Eğitimin ilk ve temel kaynağı ise bireyin içinde yaşadığı ailesidir.

Çoğulcu demokratik yapıya uygun kentlileşmenin temelinde "etkileşimci kültürel çoğulculuk" kavramı yatmaktadır (Tekeli,1996). Etkileşimci kültürel çoğulculuk, kentlileşme sürecindeki insanların kendilerinden her yönden farklı olanlarla karşılıklı bir ilişki içine girerek, ortak bir yaşamın "asgari müşterekleri" ni yeniden üretmeleri anlamına gelmektedir. Böyle bir deneyim, toplumsal yaşamı zenginleştirirken katılımcılığı pekiştirir, farklılıklara hoşgörü ile bakmayı öğretir ve sonuçta yaşam kalitesini etkiler. Çünkü yaşam kalitesi, nesnel boyutta insanların ekonomik, sosyal ve kültürel yaşam koşullarını geliştirirken, öznel boyutta onların bilgi, bilinç ve doyum düzeylerini yükseltmeyi amaçlar (Cılga, 1994). Değişimi içeren bu süreç, aynı zamanda vatandaşlık ve kentlilik bilincinin gelişmesi için uygun bir ortam yaratarak, demokratik ve barışçıl bir toplum oluşmasına katkı sağlar.

Yaşam döngüsü içinde katılım, dayanışma, hak ve sorumluluk gibi kavramların ilk "denendiği" grup olan aile, bireyin sosyalizasyonunda -hâlâçok önemli bir kurumdur. Ailenin demokratikleşme düzeyi gerek aile içi ilişkileri, gerekse ailenin toplumdaki diğer kişi, grup ve kurumlarla olan ilişkilerinin niteliğini belirler. Başka bir deyişle, kent ortamında etkileşimci kültürel çoğulculuk modeli, ailelerin demokratikleşme düzeyi ile de yakından bağlantılıdır.

Etkileşimci kültürel çoğulculuğun karşıtı "kültürel izolasyon" modelidir (Tekeli, 1996). Bu modelde insanlar sadece kendileri gibi olanları kabul eder, diğerlerini dışlar ve "öteki" leştirir. Bunun sonucunda toplumda kamplaşma ve çatışmalar ortaya çıkar. Ayrıca bireysel ve grupsal düzeyde yabancılaşma, kimlik bunalımı, kendini gerçekleştirememe gibi olumsuzluklar yaşanırken, geleneksel kalıplara sıkı sıkıya sarılma ve antidemokratik etkinliklere yönelme de görülebilir. Kent ortamında etkileşimci kültürel çoğulculuğun özümlenebilmesi, demokrasi kültürünün gelişmesine bağlıdır. Demokrasinin temelinde bi-

Bugün, Türkiye'de kentle bütünleşme sürecini zorlayan gecekondu yörelerindeki insanların, daha çok kültürel izolasyon modeline uygun olarak yaşadıkları bir gerçektir. Çoğunluğu, sadece kendi yerleştikleri mekân hakkında bilgi sahibi olup, kentin sosyokültürel zenginliğinden yararlanmadan ve ona katkı vermeden kentten kopuk yaşamaktadır. "Kentli" olma yolunda bir "değişme" süreci içine tam olarak girememişlerdir ve bu ailelerde demokratikleşme çok sınırlıdır. Çocuk ve gençlerin sosyalizasyonunda geleneksel değer ve inançlar geçerliliğini sürdürmektedir. Bu durum, bir bütün olarak kültürel izolasyonun bireysel ve grupsal düzeydeki olumsuz sonuçlarının ortaya çıkmasına ve kent ortamlarında demokratik ve barışçıl bir yaşamın gelişememesine neden olmaktadır. Göç eden ailelerin kentle bütünleşme süreçlerinin demokratik olarak yönlendirilmesi ve onlara etkileşimci kültürel çoğulculuğun gerektirdiği bir bilincin kazandırılması, tam bu noktada yaşamsal bir önem kazanmaktadır. Çoğulcu Demokratik Toplum İçin Aile Eğitimi Projesi işte bu gerekçeyle


oluşturulmuştur. Proje, kentleşme sürecindeki ailelerle çalışarak, vatandaşlık eğitimi çerçevesinde ailenin iç ve dış ilişkilerini güçlendirmeyi ve onları demokratik çoğulcu kent toplumunun "etkili aktörleri" haline getirerek yaşam kalitelerini yükseltmeyi amaçlamaktadır.

c)

Göç, kentleşme, kentin tarihi, mimari ve

sosyal dokusu ile çok kültürlülük hakkında bilgi lendirmek, d) Kent ortamındaki demokratik değer, tutum ve davranışlar konusunda bilinçlendirmek, e) Çok kültürlü yaşamda gerekli olan empati, iletişim ve sorun çözme becerilerini kazandırmak,

Projenin Amaç ve Hedefleri Projenin temel amacı, kentlileşme sürecindeki gecekondu ailelerinde demokrasi bilincini geliştirerek demokrasi kültürünü hayata geçirmelerini sağlamaktır. Aile içi ve aile dışı ilişkilerin demokratik değerler bağlamında yeniden örgütlenerek, ailelerin demokratik bir yapıya kavuşması ve yerel yönetimlerin karar mekanizmalarını etkilemesi projenin alt amaçlarını oluşturmaktadır. Projenin alt amaçlarını gerçekleştirmeye ilişkin

f) Kentlilik bilinci çerçevesinde, ailelerin ken di arasındaki ve kentsel örgütlerle olan etkileşimini güçlendirmek, g) Ailelerin örgütlenme ve "mahalle, yurttaş inisiyatifleri" oluşturma çabalarını desteklemek, h) Ailelerin örgütlü bir güç olarak yerel yönetimlerin karar mekanizmalarına katılımını sağlamak. Projenin İçeriği ve Nitelikleri

hedefler ise aşağıda belirtilmektedir. 1) Aile

içi

ilişkilerin

demokratik

değerler

bağlamında yeniden örgütlenmesini gerçekleştir mek üzere söz konusu hedefler şunlardır: a) Aile üyeleri arasında duyarlılık geliştirmek, b) Aileye kendi yaşam koşullan ve ilişkilerinin niteliği konusunda bilinç kazandırmak, c) Sağlıklı aile içi ilişkiler konusunda bilgilen dirmek, d) Aile içi ilişkilerde demokratik değer, tutum ve davranışlar hakkında bilinçlendirmek, e) Empati, iletişim ve sorun çözme konusun da beceri kazandırmak,

Proje, çoğulcu demokrasi kültürünün yaşama geçirilmesi için yerel düzeyde insan unsurunu öne çıkarmayı ve insanın değer, tutum ve davranışlarında bir değişme yaratmayı amaçlamaktadır. Projenin genel politikası insanca gelişme ve bunun için göç eden ailelerin yaşam kalitesini yükseltmektir. Gerçekleştirilecek

değişme,

çoğulcu

demokrasi

kültürünün yapısal koşullarını düzenlemeyi, yurttaş bağlılığını geliştirmeyi, çok aktörlü yönlendirme ile demokrasiyi yaşanabilir kılmayı sağlayacaktır. Proje, amaç ve hedefleri doğrultusunda dört aşamada planlanmış olup, içerik ve nitelik buna göre belirlenmiştir.

f) Demokratik anlayışa dayalı yeni etkileşim biçimlerinin aile içi ilişkilere yansımasını sağlamak. 2) Aile dışı ilişkilerin demokratik değerler bağlamında yeniden örgütlenmesi ve ailelerin yerel yönetimlerin karar mekanizmalarını etkilemesini gerçekleştirmek üzere söz konusu hedefler şunlar dır: a) Aileler arasında duyarlılık geliştirmek, b) Onlara göç ve bulundukları çevre / kent / toplum sorunları hakkında bilinç kazandırmak,

Birinci Aşama: Ön Hazırlık Çalışmaları 1) Projenin uygulanacağı yerleşim yerinin belirlenmesi (il, ilçe ve mahalle bazında kentlileşme sürecinde belli bir aşama kaydetmiş gecekondu bölgeleri) 2) Projenin uygulanacağı mekanla ilgili durum analizinin yapılması (yörenin sosyal, ekonomik ve demografik özellikleri ile toplum kaynaklarının sistematik araştırma ve katılarak gözlem yoluyla saptanması)


3) Proje hakkında yöre halkının katılımının sağlanması (bir sosyal aksiyon süreci gerçekleştir mek için duyarlılık geliştirme, bilgilendirme ve bilinç kazandırma çalışmaları) 4) Projeye katılmak isteyen öncü ailelerin saptanması ve bir sonraki aşamaya yönlendirilmesi.

İkinci Aşama: Eğitim Çalışmaları 1) Aile hayatı eğitimi (aile üyelerinin rol ve sorumlulukları; aile ve yasal boyut; aktif anababalık ve çocuk yetiştirme yöntemleri; sorun çözme bilinci ve dayanışmanın geliştirilmesi) 2) Çok kültürlü yaşam eğitimi (kentsel ya şamda çok kültürlülük ve empatik yaklaşım; ço ğulcu kent yönetimi ve örgütsel yapılar) 3) Halk katılımı ve toplum örgütlenmesi eği timi (katılımın önemi ve yararları; sorun çözmeye yönelik proje geliştirme ve uygulama bilgisi; ör gütlenme süreci, ilke ve modelleri) 4) Kentlilik ve vatandaşlık bilinci geliştir meye yönelik hak ve sorumluluklar eğitimi (te mel hak ve özgürlükler; sosyal, ekonomik, siyasal katılım ve örgütlenme hakları; anayasa ve ilgili mevzuat)

Üçüncü Aşama: Örgütlenme Çalışmaları 1) Öncü ailelerin örgütlenme modelleri üze rinde çalışmaları ve mahalle inisiyatif grupları oluşturmaları, 2) Mahallenin değişik sorun alanlarına ilişkin olarak inisiyatif grupların proje çalışmalarında bu lunmaları, 3) Çalışmalara dayanak olacak örgütsel yapı nın oluşturulması için inisiyatif grupların "mahalle evlerini gerçekleşmesi, 4) Mahalle evleri aracılığı ile halkın yerel yö netimlerin karar mekanizmalarına katılımlarının sağlanması.

Dördüncü Aşama: Değerlendirme Çalışmaları Projenin etkili ve verimli olmasını sağlamak üzere her aşamada ara değerlendirmeler ve genel değerlendirme yapılacaktır. Ara değerlendirmeler, öncü ailelerin, ulaşabildikleri aile popülasyonu, somut olarak çözümlenen sorunlar, projelerde sağlanan gelişme düzeyleri, yaşanılan sorunlar (direnç ve çatışma durumları) v.b. gibi ölçütleri dikkate alarak, kendi kendilerine yapacakları değerlendirmelerdir. Genel değerlendirmeler, proje yönteminde yer alan birimlerin katılımıyla, çeşitli değerlendirme teknikleri kullanılarak çalışmaların bütününün değerlendirilmesidir.

Projenin Nitelikleri 1) Projede katılım olgusu temeldir. 2) Projede insan merkezli (aktif öğrenme) eğitim yaklaşımı benimsenmiştir (İl, 1 992; 1 995). Bu nedenle, yukarıda açıklanan eğitim çalışmalarının içeriği katılımcıların görüşleriyle son şeklini ala caktır. 3) Projede aile bir bütün olarak ele alınmak tadır. Ailenin tüm üyelerinin eşit koşullarda ve birlikte çalışmalara katılımı sağlanacaktır. 4) Projede "aileden aileye", "hemşehriden hemşehriye" ve "eski kentliden yeni kentliye" gibi etkileşim süreçlerinden yararlanılmaktadır. 5) Projede yerel yönetimlerin yeni sorumlu luklar alması ve bu doğrultuda işlevsellik kazan ması beklenmektedir. Projenin Yöntem ve Teknikleri Amaç ve hedefleri doğrultusunda, projenin yöntemi şu özelliklere sahiptir : 1) İlgilenilen toplumu bir bütün olarak ele al mak, 2) Sosyolojik nitelikleri ve işlevleri gereği aile üzerinde odaklaşmak,


3) Birey-aile-mahalle-kent sistematik ortaya koymak,

bağlamında

bir

4) Toplumla çalışma teknikleri, örgütlenme teknikleri, insan merkezli aktif öğrenme teknikleri ve değerlendirme tekniklerinden yararlanarak bir sosyal aksiyon oluşturmak. Projede kullanılacak teknikler iletişim kurma, sorun çözme, empati, kendi kendini yönlendirme, inisiyatif ve yaratıcılığı kullanma, değişik düzeylerde kendini ifade etme ve gerçekleştirme yollarını içermektedir. Projenin her aşamasında birbirini tamamlayan ve işlevsel olan tekniklerin uygulanmasında ev ziyaretleri, kent gezileri, eğitim toplantıları, grup katılımıyla yapılan çalışmalar ile resim, şiir, öykü, el işi, film, tiyatro, müzik, halk oyunları, konferans, panel ve seminer etkinliklerinden yararlanılacaktır. Katılımcıların proje hazırlamaları ve uygulamaları özellikle önem verilen bir etkinlik olacaktır.

lışmalarının üç ayda bitirileceği bu proje, sonuç olarak iki yıl altı aylık bir süreyi kapsamaktadır. Proje, mahalle evlerindeki yurttaş inisiyatif gruplarınca kalıcı bir yapıya dönüşecek biçimde yönlendirilecektir. Kaynakça CILGA, İbrahim. Gençlik ve Yaşam Niteliği. Ankara: T.C. Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Yay. 1994. İL, Sunay. "Aktif öğrenme Yaklaşımına İlişkin Gözlemler". H.Ü. Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Dergisi. Cilt 10, Sayı 1-23 : Sayfa. 11-26, 1992. İL, Sunay. "Aktif Öğrenme:Eğitimde Öğrenci Özerkliği/Yaratıcı Düşünme ve Yaşam Boyu Öğrenme Motivasyonu". 1. Sistem Mühendisliği ve Savunma Uygulamaları Sempozyumu, Bildiriler II. Ankara: Kültür Sitesi Yay. 1 995. TEKELİ, İlhan. "Türkiye'de Çoğulculuk Arayışları ve Kent Yönetimi Üzerine". Kentte Birlikte Yaşamak Üstüne. Ed. Ferzan Bayramoğlu Yıldırım. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve

Proje Yönetimi ve Süreci Projeden sorumlu kuruluş belediyedir. Proje "Belediye Başkanlığına bağlı olarak, "Sağlık ve Sosyal Hizmetler Dairesi" veya "Kültür Dairesi" içinde, değişik mesleklerin yer aldığı bir "proje yürütme ekibi" tarafından yönlendirilecektir. Ekip, ilgili sivil toplum kuruluşları, üniversiteden ve belediyeden katılacak olan yönetici, sosyolog, mimar, ekonomist, sosyal hizmet uzmanı ve eğitimcilerden oluşacaktır. Proje belediye tarafından finanse edilecektir. Bunun yanında halkın kaynak yaratma gücü harekete geçirilecektir. İlgili çalışmalar doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarının finansal katılımı sağlanacaktır. Proje bütçesi, uygulama sürecinin aşamalarına göre proje yürütme ekibi tarafından hazırlanacaktır. Proje zaman yönünden uzun vadelidir. Projenin yürütme ekibi üç içerisinde oluşturulacaktır. Ön hazırlık çalışmaları altı ay, eğitim çalışmaları bir yıl içerisinde tamamlanacak; örgütlenme çalışmaları ise altı aylık bir süre alacaktır. Değerlendirme ça-

Demokrasi Akademisi ( WALD ) Yay. 1 996, s.l3-26.


Empati ve Demografik Değişkenlerin Evlilik Uyumu ile İlişkisi • ŞennurTUTAREL-KIŞLAK*

• Fazlı ÇABUKÇA

Özet Bu çalışmanın amacı, demografik değişkenler ile empatinin evlilik uyumunu yordamadaki katkılarını araştırmak ve cinsiyete bağlı olarak empati puanları arasında fark olup olmadığını belirlemektir. Bu nedenle 150 evli kişiye (75 kadın, 75 erkek) Empatik Eğilim Ölçeği (EEÖ) ve Evlilikte Uyum Ölçeği (EUÖ) uygulanmıştır. Yapılan hiyerarşik regresyon analizi sonuçlarına göre, evlilik uyumunu yordayan anlamlı değişkenin empati olduğu belirlenmiştir. Bu durumda empati ile ilişkinin niteliği birbiriyle olumlu olarak bağlantılı görünmektedir. Empati puanlarının cinsiyete bağlı olarak değişmediği de belirlenmiştir. Elde edilen bulgular, diğer araştırma bulguları çerçevesinde tartışılmıştır. Anahtar kelimeler: Evlilik uyumu, empati, demografik değişkenler

Summary The Relationship among Demographic Variables and Marital

Empathy, Adjustment

The purpose of this study was to investigate demographic variables and empathy in predicting marital adjustment and to examine the difference between men and women in terms of empathy scores. Empathic Tendency Scale and Marital Adjustment Test were administered to 150 married peop/e (75 women and 75 men). Hierarchical regression analysis indicated that empathy significantly predicted the marital adjustment, so empathy and relationship guaiity are positively associated. İn addition, t test result yielded that empathy scores were not significantly different in terms of gender. The findings were discussed in the context of literatüre. Key words: Marital demographic variables

adjustment,

empathy,

(*) Y. Doç. Dr., A.Ü. Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi, Psikoloji Bölümü (**) Bu makale danışmanlığını Y.Doç.Dr.Şennur Tutarel-Kışlak'ın yaptığı, Fazlı Çabukça'nın (2000) yürüttüğü lisans tez verilerine dayanmaktadır.


Empati, bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun düşüncelerini doğru olarak anlama, duygularını hissetme ve bu durumu ona anlatma sürecidir. Bugün üzerinde uzlaşılan bu tanım, Rogers'ın 70'li yıllarda ulaştığı empati tanımıdır (Dökmen, 1999). Diğer bir ifade ile empati, bir başkasının ayakkabılarını giyebilmek ve onlarla hissetmektir, ancak o kişiyle birlikte üzülmek yani sempati duymak değildir. Empati içgörüyü içerir; birisine empati duyabilirseniz, o insanın niye öyle davrandığını daha iyi anlayabilirsiniz. Empati otomatik bir tepki değildir, zihinsel ve duygusaldır. Diğer bir insanı anlamak için sabır ve gerçekten istemek gerekmektedir (Donahue, 1 997). Empatinin varlığının tutum ve davranışlar üzerinde yararlı, yokluğunun ise olumsuz etkileri vardır. Empatinin yardım davranışını arttırdığı da belirlenmiştir (Batson ve ark., 1997; Dökmen, 1994). Stephan ve Finlay'e (1999) göre, empati olumlu sosyal davranışa yol açarken, empatinin yokluğu antisosyal davranışlara neden olmaktadır. Empatik anlayış her zaman kişilerarası alan içinde oluşur. Kişilerarası etkileşim her iki yönde bilgi ve duyguların akışını içerir, bu da karşılıklı geribildirim süreçlerini güçlendirip, anlayışı arttırır (Starcevic ve Piontek 1997). Shamasundar'a (1999) göre, empati bireyin diğerini anlamasına yardım eder. İki empatik birey dili fazla kullanmadan, birbirini kolayca ve etkili bir şekilde anlayabilir. Empati karşılıklı olarak, diğerinin duygu durumuna açık olmaya hazır oluş ve kişilerarası ilişkideki 'çok yakın olma' (intimacy) ile bağlantılıdır. Rampage'ye (1994) göre, çok yakın olma; eşler arası eşitlik, karşılıklı yaşantılara empati kurma, anlam ve eylem işbirliğini istemeye dayalıdır. Sosyal açıdan çok yakın ilişki adını alan söz konusu ilişki, kısmen terapi ilişkisini de anlamlı ve yararlı kılmaktadır (Shamasundar, 1999). Giblin'e (1996) göre ise, empati evlilik ve aile terapisinin kalbinde yer alır, kısaca etkili terapi için empati çok önemlidir. Giblin'in (1996) aktardığına göre Mc Carthy (1992) empatiyi duyuş, biliş, imge, beceriye dayalı, yaşama karşı tutum veya eğilim gibi farklı öğelere ayırmaktadır. Pitchers'a (1999) göre, empati biliş-

sel ve duyuşsal öğeleri içermekte ve davranışsal tepki ile ifade edilmektedir. Bilişsel empati, zihinsel olarak diğer kişinin bakış açısıyla bakma (perspective), onun rolünü alma ya da diğerinin yerinde kendini imgeleme anlamını taşır (Giblin, 1996; Gladstein, 1983). Duyuşsal (affective) empati, diğer kişinin duygusuna aynı duygu ile karşılık vermektir (Gladstein, 1983). Pitchers (1994) empatiyi, 'bilişsel olarak diğerinin bakış açısını algılayıp, içindeki duyuşsal uyarılmayı tanımak ve bu algılarla artan güdülenme üzerine merhametli (compassionate) davranışsal tepkileri oluşturmaktır' şeklinde özetlemiştir. Davranışsal tepki vermenin iki yolu vardır. Bunlar; yüzümüzü, bedenimizi kullanmak ve sözlü olarak karşımızdakini anladığımızı ifade etmektir (Dökmen, 1999). Miller'a (2000) göre, zihinsel anlayıştan merhametli eyleme geçiş, ne çok az ne de çok fazla olmayıp, uygun dozda olmalıdır. Evlilik uyumu ve olaylara eşin bakış açısıyla bakma arası ilişkiyi inceleyen araştırmalar vardır. Franzoi ve arkadaşları (1985) eşlerle çalışmış ve olaylara eşin bakış açısıyla bakmanın evlilikte yaşanan gerilimi azaltmada yardımcı olduğunu görmüşlerdir. Davis ve Oathout (1987), 264 romantik çift ile çalışmış ve olaylara eşin bakış açısıyla bakmanın eş doyumunu etkileyen çeşitli davranışların güçlü yordayıcısı olduğunu ortaya koymuşlardır. Long ve Andrews (1990) ise, bu durumun evlilik uyumunu anlamlı olarak yordadığını belirlemişlerdir. Ayrıca, evli kadınlar, hem kocaları hem de kendileri tarafından daha iyi rol alıcı olarak algılanmışlardır. Karlsberg ve Karlsberg (1 994) yaptıkları araştırmada, yakın ilişki ve duygulanım arasındaki bağın karşılıklı empati ile arttığını ve bunun duygusal açılımı başlattığını gözlemişlerdir. Olumsuz duyuşsal ifadenin, özellikle evlilik öncesi ilişkilerde yaşanan doyumla negatif yönde ilişkili olduğu da Smith ve arkadaşları (1990) tarafından belirlenmiştir. Uzunöz'e (1988) göre, çeşitli ileti düzeyleri arasındaki tutarsızlıklar arttıkça, kişilerarası ilişkilerde sorunların çıkması kaçınılmaz hale gelmektedir.


USA Today Magazine (April,2000), empatinin insanların bağışlama ve unutmasına yardımcı olduğuna ilişkin sonuçlar elde eden çalışmalara yer vermiştir. Makalede, doyumun yüksek olduğu evliliklerde, karşılıklı olarak incinme durumunda, özrün ardından, kırıcı olan eşin bağışlandığı ve bağışlamayı sağlayan şeyin ise empati olduğu vurgulanmaktadır. Everett'e (1998) göre, kîşilerarası bağışlama bağlamındaki bağışlama süreçleri empati, alçakgönüllülük ve bağlanma- çiftler arasında da vuku bulmaktadır. Stephan ve Finlay'a (1999) göre, empati eğitimle arttırılabilir. Long ve Angera (1999), romantik ilişki yaşayan 48 çifte on saatlik empati eğitimi vermişler ve altıncı ayın sonunda empatideki olumlu değişimin, ilişkiden alınan doyumla olan pozitif ilişkisini ortaya koymuşlardır. Son yıllarda empati araştırmalarının sayısı azalmıştır. Duan ve Hill'in (1996) eleştirisine göre, bu durumun altında yatan neden, Gladstein'ın (1983) yayınladığı derlemede, empatinin terapötik işlevine yer verip diğer faktörlere dayanan çalışmaları desteklememesi yatmaktadır; ayrıca ilgili derlemede gelecekte yapılacak çalışmalara başarılı öneriler getirilememiştir. Duan ve Hill yeni empati çalışmalarına ihtiyaç olduğuna, örneğin kültürün empatik deneyimler üzerindeki rolünün ihmal edilmiş bir alan olduğuna değinmişlerdir. Empati için durum böyleyken, literatürde evlilik doyumu üzerine pek çok çalışmaya rastlanmaktadır (Bkz. Bradbury ve ark., 2000). Ülkemizdeki çalışmalar incelendiğinde ayrı ayrı evlilik uyumu (örn. Tutarel-Kışlak, 1997; Yıldırım, 1992; A.Binici, 2000; Fışıloğlu, 1992; Yılmaz, 2001) ve empati (örn. Dökmen, 1987; 1988; 1990; Pişkin, 1989; Ataşalar, 1996; Aydın, 1996; Alver, 1998; Eroğlu, 1995; Akçalı, 1991) üzerine yapılan çeşitli çalışmalara rastlanmaktadır. Ceyhan (1993) ise, ana-babaların empatik eğilim düzeylerini araştırmış ve annelerin empatik eğilim düzeylerini daha yüksek bulmuştur. Bayram ve arkadaşları (1995) çalışmalarında, erkekler ve kadınlar arasında empati düzeyi açısından fark olup olmadığını araştırmış ve cinsiyet açısından anlamlı bir fark elde

edememişlerdir. Eşlerle çalışan Zubaroğlu (1996), çocuklu eşlerin iletişim biçimleri ve çatışmaları üzerine yaptığı araştırmasında çatışmayı çözen eşlerin, iletişimlerinde eşlerinin bakış açısını göz önünde bulundurabildiklerini belirlemiştir. Bu araştırmanın amacı, eşlerin evlilik uyum düzeyini, empatik eğilim düzeyi ile yaş, cinsiyet, ev işini üstlenme, evlilik yılı, çocuk sayısı, iş, eğitim gibi demografik değişkenler açısından incelemektir. Ayrıca, cinsiyete bağlı olarak empati eğilim düzeyleri arasında fark olup olmadığı da araştırılmıştır. Türk kültüründen elde edilecek bulguları literatürde yer alan bulgularla karşılaştırmak hedeflenmiştir. Yöntem

Denekler Araştırmaya 75 evli kadın ve 75 evli erkekten oluşan toplam 150 denek gönüllü olarak katılmıştır. Denekler Ankara ve İzmir'de yaşamakta olup, seçkisiz olarak değişik SED'den, eğitim düzeyinden ve yaşlardan seçilmeye çalışılmışlardır. Deneklerin %49.3'ü ilköğretim ve lise mezunu, % 50.7'si üniversite mezunudur. Deneklerin %48.7'si ev işlerini çok, %40.7'si biraz, %10.7'si ise hiç üstlenmemektedir. %75.3'ü bir işte çalışmakta olup, %24.7'si çalışmamaktadır. Ortalama aylık gelirleri 465 milyondur. Deneklerin yaş, çocuk sayısı ve evlilik yılı ile ilgili ranj ve ortalamaları Tablo 1'de gösterilmiştir. Tablo 1 Deneklerin Bazı Demografik Değişkenlerinin Ranj ve Ortalamaları Demografik Özellikler

Ranj

Ortalama

Yaş Çocuk sayısı Evlilik yılı

17-65 17 1-42

38 2 14

Veri Toplama Araçları


Araştırmada veri toplama amacıyla Kişisel Bilgi Formu, Empatik Eğilim Ölçeği (EEÖ) ve Evlilikte Uyum Ölçeği'nden (EUÖ) yararlanılmıştır. 1.Empatik Eğilim Ölçeği (EEÖ). EEÖ Dökmen (1988) tarafından kişilerin günlük yaşamlarındaki empati kurma potansiyallerini ölçmek amacıyla hazırlanmıştır. Dökmen Ölçeği, kendisinin Aşamalı Empatik Sıralama Modeli'nin kuramsal temelinden geliştirmiştir. EEÖ likert tipi bir ölçek olup 5 basamaklı dereceleme sistemiyle 20 maddeden oluşmaktadır (tamamen aykırı (1) oldukça aykırı (2) kararsızım (3) oldukça uygun (4) tamamen uygun (5)). Maddelerin yaklaşık yarısı kişilerin evet deme eğilimlerini ortadan kaldırmak için negatif olarak yazılmıştır. Bireylerin her bir madde için işaretlediği sayı kişinin o maddeye ilişkin puanını oluşturmaktadır. Puanlar yükseldikçe empatik eğilim düzeyi artmakta, puanlar düştükçe empatik eğilim düzeyi azalmaktadır. Ölçek, 70 kişilik bir öğrenci grubuna üç hafta ara ile uygulanmış, her iki ölçümden elde edilen puanlar arasındaki korelasyon katsayısı .82 (testtekrar test güvenirlik katsayısı) bulunmuştur. Ölçeğin tek ve çift maddelerinden alınan toplam puanlar arasındaki güvenirlik katsayısı ise .68 (iki yarım test güvenirliği) olarak elde edilmiştir. Dökmen, 24 kişilik üniversite öğrenci grubuna ölçüt bağımlı geçerlik korelasyon katsayısını belirlemek amacıyla, EEÖ ile Edwards Kişisel Tercih Envanteri'nin 'Duyguları Anlama' adlı alt ölçeğini uygulamış ve toplam puanlar arasındaki korelasyon katsayısını .68 olarak belirlemiştir. 2.Evlilikte Uyum Ölçeği (EUÖ). Locke ve Wallace (1959) tarafından geliştirilen EUÖ 15 maddelik bir ölçektir. Hunt'ın (1978) ve Freeston ile Plechaty'nin (1997) puanlama sistemleri doğrultusunda, ölçeğin geçerlik ve güvenirliği TutarelKışlak (1999) tarafından yapılmıştır. EUÖ bir genel uyum sorusu, olası anlaşma alanlarını ölçen sekiz soru ile çatışma çözme, bağlılık ve iletişimi ölçen altı soruyu içermektedir. EUÖ'nin iç tutarlık güvenirliği .90, iki yarım test güvenirliği .84, test-tekrar

test güvenirliği .57'dir. Ölçüt bağımlı geçerlik korelasyon katsayısı ise -.54'dür. Ölçekte puanlar uyumsuzluktan uyumluluğa doğru artmaktadır.

İşlem Uygulamada Kişisel Bilgi Formu, EEÖ ve EUÖ bir zarfa konmuş ve doldurulduktan sonra kapatılarak araştırıcılara geri iletilmiştir. Deneklerden isim alınmamış, eş olan deneklerin yanıtlarını birbirlerine göstermemeleri ve bu konuda tartışmamaları gerektiği yönergede vurgulanarak, doğru bilgi alma olasılığı arttırılmaya çalışılmıştır. Bulgular Araştırmada öncelikle örneklemi oluşturan evli kadın ve erkeklerin, cinsiyet açısından EEÖ toplam puanları arasında fark olup olmadığı araştırılmış ve kadınların toplam puanları (x=75) ile erkeklerin toplam puanları (x=72) arasında anlamlı fark elde edilememiştir (t=l .65, p>.05). Araştırmanın amacı doğrultusunda yaş, cinsiyet, ev işini üstlenme, evlilik yılı, çocuk sayısı, çalışıp çalışmama, eğitim ve empatik eğilim düzeyinin evlilik uyumunu yordamada anlamlı katkılarının olup olmadığını incelemek amacıyla elde edilen verilere hiyerarşik regresyon analizi uygulanmıştır. Hiyerarşik regresyon analizi yapılırken ilk aşamada demografik değişkenler, ardından araştırmada temel değişken olan empati eğilim düzeyi girilmiştir. Demografik değişkenler ile empatik eğilim düzeyinden hangisinin evlilik uyumunun daha iyi yordayıcısı olduğu araştırılmış ve elde edilen değerler Tablo 2'de gösterilmiştir. Tablo 2'de görüldüğü gibi, empati evlilik uyumunu anlamlı olarak yordayan değişken olarak belirlenmiştir.


Tablo 2 Evlilik Uyumu Puanlarına İlişkin Hiyerarşik Regresyon Analizi Sonuçları Analiz

Yordayıcı

aşaması

R

R2

Beta

F

t

.20

.04

.17

.87

1.19

değişken

1

Yaş Cinsiyet

2

.02

.19

Ev işi

-.04

-.38

Evlilik yılı

-.27

-1.72

Çocuk sayısı

.09

1.02

İş

.13

1.45

Eğitim

.01

.07

Empatik eğilim

.51

.26

.48

6.18*

6.45*

*p<.01

Tartışma Bu araştırmada, eşlerin evlilik uyumlarının yaş, cinsiyet, ev işlerini üstlenme, evlilik yılı, çocuk sayısı, iş ve eğitim düzeyleri gibi demografik değişkenler ile empati düzeyinin evlilik uyumunu yordayıp yordamadığını ortaya koymak amaçlanmıştır. Ayrıca, cinsiyete bağlı olarak empati eğilim puanları arasında fark olup olmadığı incelenmiştir. Söz konusu nedenle yapılan t testi sonucunda, evli kadın ve erkeklerin empatik eğilim düzeyleri arasında fark olmadığı belirlenmiştir. Elde edilen bu bulgu, annelerin empatik eğilimini daha yüksek bulan Ceyhan'ın (1993) bulgularını desteklememektedir. Ancak söz konusu bulgu, Bayram ve arkadaşları (1995) ile Riehl-Emde ve Willi'nin (1999) bulgularıyla örtüşmektedir. Riehl-Emde ve Willi'nin vurguladığı gibi, empatik eğilim düzeyleri arasındaki fark cinsiyete özgü olmak yerine daha çok çiftlere ya da evliliğe özgü olabilir. Araştırmada ele alınan demografik değişkenlerin evlilik uyumunu yordamadığı belirlenmiştir. Kısaca, eşlerin evlilik uyumlarının evlilik yılı, çocuk sayısı gibi değişkenlerle bağlantılı olmadığı anlaşılmaktadır. Evlilik uyumunun çocuk sayısına bağlı

olarak değişmediğine işaret eden başka çalışmalar da mevcutur. (Hoffman ve Levant, 1985; Fışıloğlu, 1992). Bu durumda evlilik uyumu, ana baba rolü ya da karı koca rolünün çocuk sayısıyla farklılaşmadığı ve birbirlerinden ayrı işledikleri söylenebilir. Diğer demografik değişkenler için de durum aynıdır. Analizin ikinci aşamasında yer alan araştırmanın temel değişkeni empati düzeyinin, evlilik uyumunu yordadığı belirlenmiştir. Simpson ve arkadaşlarının (1995) aktardığına göre, empatik anlayış ve ilişkinin niteliğinin olumlu olarak bağlantılı olduğuna dair kanıtların yanısıra (Kahn, 1970; Noller ve Ruzzene, 1991; Ruzzene, 1990), tersi kanıtlar da (Floyd, 1988; Gottman, 1979; Kowalik ve Gotlib,1987; Sillars ve ark., 1984) mevcuttur. Sillars ve arkadaşlarına (1984) göre, eşler arasındaki tartışma odağı, ilişkiyi daha az tehdit eden, daha az çatışmaya yol açan bir konuysa aradaki ilişki olumlu, ancak yüzleşilmesi gerekenler çok önemli, çatışmalı, tehdit edici konular ise aradaki ilişki olumsuz olmaktadır. Bu durumda araştırmamızın bulguları, empati ve evlilik uyumu ilişkisi arasındaki bağın olumlu yönde olduğuna işaret eden bulguları desteklemektedir. Empatik anlayış ben-merkezcilikten uzak davranış anlamına da gelir (Akt. Dökmen, 1999).


Bencil güdü yükleme boyutunun evlilik uyumu üzerindeki rolü Tutarel-Kışlak (1997) tarafından belirlenmiştir. Eşin bencil yönleri davranışlarına ne kadar az yansırsa -ki buna ne kadar empatik anlayışı yüksekse de denebilir- evlilik uyumu da buna bağlı olarak artmaktadır. Franzoi ve arkadaşlarının (1985), Davis ve Oathout (1987) ile Long ve Andrews'in (1990) ileri sürdüğü gibi olaylara eşin bakış açısıyla bakabilme yani empati kurma evlilik uyumunu anlamlı olarak yordamaktadır. Karlsberg ve Karlsberg'in (1994) belirttiği gibi empati duygusal açılımı başlatmakta ve incinme durumunda da empati devreye girerek bağışlama süreçlerini harekete geçirip (Everett, 1998), doyumun yüksek kalmasını sağlamakta olabilir. Zubaroğlu'nun (1996) çalışması ve araştırma bulgusu, Türk Ailesinde de empatinin çatışmayı çözdüğüne ve evlilik uyumunu arttırdığına işaret etmektedir. Genel olarak empati olumlu sosyal davranışlara ve tutum değişimlerine yol açmaktadır ve empati eğitimle arttırılabilir (Stephan ve Finlay, 1999). Long ve Angera (1999) çiftlere verilen empati eğitiminden altı ay kadar sonra eşini daha empatik olarak algılayan eşlerin, ilişkilerinden aldıkları doyumun da arttığını belirlemişlerdir. Giblin'in (1996) belirttiği gibi, etkili bir evlilik terapisi için empatinin önemi büyüktür. Eşlerin karşılıklı olarak empati kurmalarını sağlamaya çalışmak eş terapilerinin önemli bir basamağıdır (Soylu ve ark., 1999). Araştırma bulgularına göre, yakın ilişki bağlamındaki empati ve uyumsuz eşlere verilecek empati eğitimi evlilik doyumunun, uyumunun artmasında önemli görünmektedir. Kaynaklar Akçalı, F.Ö. (1991). Kaygı seviyesinin empatik beceriye etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul:Marmara Üniversitesi. Alver, B. (1998). Bireylerin uyum düzeyleri ile empatik becerileri arasındaki ilişkiler. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi. Ataşalar, J. (1996). Üniversite öğrencilerinin empatik eğilim düzeylerine cinsiyet ve yaşlarına göre kendini açma davra-

nışları. Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Aydın, A. (1996). Empatik becerinin çeşitli değişkenler açısından incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi. Azizoğlu-Binici, S. (2000). Psikolojik yardım için başvuruda bulu nan ve bulunmayan evli çiftlerin evlilik ilişkilerini değer lendirmelerinin karşılaştırılması. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi. Batson, C.D., Sager, K,, Garst, E., Kang, M., Rubchinsky, K. And Dawson, K.(1997). Is empathy-induced helping due to selfother merging? Journal of Personality and Social Psychology, 73, 495-509. Bayram, C, Şimşek, E. U., Dilbaz, N. (1995). Üç farklı meslek grubunda empatik beceri düzeylerinin karşılaştırılması. Kriz Dergisi, 3(1-2), 205-207. Bradbury.T.N., Fincham, F.D. and Beach, S.R.H. (2000). Research on the nature and determinants of marital satisfaction: A decade in Review. Journal of Marriage and the Family, 62, 964-980. Ceyhan, A.A. (1993). Ana-babaların empatik eğilim düzeylerinin bazı değişkenler açısından incelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi. Davis, M.H. and Oathout, H.A. (1987). Maintenance of satisfaction in romantic relationships: Empathy and relationai competence. Journal of Personality and Social Psychology, 53(2), 397-410. Donahue, M.C. (1997). Empathy: Putting yourself in another person's shoes. CurrentHealth, 2, 24(3), 22-25. Dökmen, Ü.(1987). Empati kurma becerisi ile sosyometrik statü arasındaki ilişki, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 20, 183-207. Dökmen, Ü.(1988). Empatinin yeni bir modele dayanılarak ölçülmesi ve psikodrama ile geliştirilmesi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,21(1 -2), 155-190. Dökmen, Ü.(1990). Yeni bir empati modeli ve empatik becerinin iki farklı yaklaşımla ölçülmesi. Psikoloji Dergisi, 7(24), 42-50. Dökmen, Ü. (1999). Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati. İst: Sistem Yay. Duan, C. and Hill, C. E. (1996). The current state of empathy research. Journal of Counseling Psychology, 43(3), 261274. Eroğlu, N. (1995). Empatik eğilim düzeyleri farklı annelerin çocuklarının uyum ve başarı düzeyleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Everett, L. (1998). An empathy-humility-commitment model of forgiveness applied within family dyads. Journal of Family Therapy, 20(l),59-77. Fışıloğlu, H.(1992). Lisans üstü öğrencilerinin evlilik uyumu. Psikoloji Dergisi, 7 (28), 16-23. Franzoi, S.L, Davis, M.H. and Young, R. D.(1985).The effects of private self-consciousness and perspective taking on satisfaction in close reiationships. Journal of Personality and Social Psychology, 48(6), 1 584-1 594.


Freeston, M.H., Plechaty, M. (1997). Reconsideration of the Locke-Wallace Marital Adjustment Test: Is it stili relevant for the 1990's?Psychological Reports, 81, 419-434. Giblin, P. (1996). Empathy: The essence of marriage and family therapy? Family Journal, 4(3), 229-236. Cladstein (1983). Understanding empathy: Integrating counseling, developmental, and social psychology perspectives. Journal of Counseling Psychology, 30, 467-482. Haley, J. (1988/ İletişim. Psikolojik Sorunlar ve Psikoterapi (Çev.A.Uzunöz). Ankara: Çark Kitabevi Yay. Hoffman, SR and Levant, RF. (1985). A comparison of childfree and child-anticipated marriage couples. Family Relations, 34(2),1 97-203. Hunt, R.A. (1978). The effect of item vveighting on the LockeWallace Marital Adjustment Scale. Journal of Marriage and the Family, 40, 249-256. Karlsberg, J.A. and Karlsberg, R.C. (1994). The affectionate bond: the goal of couple-centered therapy. The Journal of Humanistic Psychology, 34(1), 132-142. Locke, H.J., VVallace, K.M. (1959). Short marital adjustment and predietion tests: Their reliability and validity. Marriage and Family Living, 21,251-255. Long, E. and Andrevvs, D. (1990).Perspective taking as a predictor of marital adjustment. Journal of Personality and Social Psychology, 59,1 26-1 31. Long, E.CJ. and Angera, J. (1999). Understanding the one you love: A longitudinal assessment of an empathy training program for couples in romantic relationships. Family Relations,48(3), 235-243. Miller, H. M. (2000). A dose of empathy. Reading Teacher, 54 (4), 380-382. Pişkin, (1989). Empatik kaygı ve çatışma eğilimi arasındaki ilişki. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 22(2), 775-784. Pithers, W.D. (1994). Process evaluation of a group therapy component designed to enhance sex offenders' empathy for sexual abuse survivors. Behavior, Research and Therapy, 32, 565-570. Pithers, W.D. (1999). Empathy. Journal of Interpersonal Violence, 14(3), 257-285.

Rampage, C. (1994). Povver, gender and marital intimacy. Journal of Family Therapy, 1 6, 1 25-1 37. Riehl-Emde, A. and Willi, J. (1999). 'Is his marriage also her 1 marriage? -An old question in a new light. System Familie, 12(3), 132-138. Sillars, A.L; Pike, G.R.; Jones, T.S. and Murphy, M.A. (1984). Communication and understanding in marriage. Human Communication Research,} 0, 31 7-350. Simpson, JA, lekes, W and Blackstone, T (1995). When the head proteets the heart: Empathic Accuracy in dating relationships. Journal of Personality and Social Psychology, 69(4),629-641. Smith, D.A., Vivian D. And O'Leary, K.D. (1990). Longitudinal predietion of marital discord from premarital expressions of affect. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 58(6), 790-799. Soylu, M.L., Uğuz, Ş. ve Levent, B.A. (1999). Davranışçı sistemik eş terapileri: Vaka sunumu. 3P {Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji) Dergisi, 7(4), 290-297. Starcevic, V. and Piontek, CM. (1997). Empathic understanding revisited: Conceptualisation, controversies, and limitations. American Journal of Psychotherapy, 51(3), 317-328. Stephan, W. C. and Finlay, K. (1999). The role of empathy in improving intergroup relations. Journal of Social Issues, 55(4), 729-747. Tutarel-Kışlak, Ş. (1997). Evlilik uyumu ile nedensellik ve sorumluluk yüklemeleri arasındaki İlişkiler. Türk Psikoloji Dergisi, 12(40), 55-65. Tutarel-Kışlak, Ş. (1999). Evlilik Uyum Ölçeğinin güvenirlik ve geçerlik çalışması. 3P (Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji) Dergisi, 7(1), 50-57. USA Today Magazine (2000). Empathy helps people forgive and forget, 128(2659), 15-17. Yıldırım, İ. (1992). Evli bireylerin uyum düzeylerini etkileyen bazı etmenler. Yayınlanmamış Doktora Tezi Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Yılmaz, A. (2001). Eşler arasındaki uyum, anne-baba tutumu ve benlik algısı arasındaki ilişkilerin gelişimsel olarak incelenmesi. Türk Psikoloji Dergisi, 16(47), 1-24. Zubaroğlu, S. (1996). Türkiye'de çocuklu eşler arasında iletişim biçimleri ve iletişim çatışmalarının çözümlenmesi. IX. Ulusal Psikoloji Kongresi.


Dünyada Yaygın Bir Sorun:

Yaşlı İstismarı Ve İhmali

O Aynur UYSAL*

Özet Sağlık çalışanlarının çoğunluğu çocuk İstismarına karşı uzun zamandan beri duyarlı olurken, yaşlıların istismarı ancak 1970'li yıllarda toplumun dikkatini çekmiş ve ancak 1981 yılında devlet düzenleyicileri yaşlı istismarının sonuçlarına yönelmiştir. İstismar ve ihmal tüm ırklarda ve dini sınıflarda tanımlanmakta ve tüm sosyo-ekonomik düzeylerde görülmektedir. Yaklaşık olarak yaşlıların %3-4'ünün; travma, tıbbi problemlere dikkat edilmemesi, kötü hijyen veya su kaybı, uygun olmayan ev koşulları, incinme, sözel istismar, ekonomik istismar, zorla eve hapsedilme veya aile üyeleri, komşular, yabancılar ya da yaşlıya bakım veren görevliler tarafından yapılan diğer zarar şekilleri "Yaşlı İstismar ve İhmali " şemsiyesi altında toplanan "Yaşlıya Yönelik Kötü Muamele" kurbanı olduğu tahmin edilmektedir. Anahtar Kelimeler: Yaşlı istismar ve ihmali, yaşlı istismar ve ihmal belirtileri, yaşlı istismarını önleme

Summary A Wor/d-Wıde Problem: Elder Abuse And Neglect While most medical caregivers have long be en sensitivized to the need for violence against child abuse, it has only been since the 19 70s t hat abuse of elder citizens has en tere d the public's awareness, and not un ti I 1981 was the attention of government regulators turned to the issue of elder abuse. Abuse and neglect cross ali socio-economic strata and have been identified in ali races and religious denominations. Estimates suggest that approximately 3% t o 4% of the elder ar e victims of "elder mistreatment" the broad um bre I la ter m that includes: trauma, unattended medical problems, poor hygiene or dehydration, substandard housing, battering, verbal abuse, financial abuse, forced confinement or other types ofharm that can occur at the hands offamily, neighbours, strangers or professional caregivers. Key Words: Elder abuse and neglect, indicators of elder abuse and neglect, elder abuse prevention

'Araştırma Görevlisi, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Halk Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı, Bornova/İzmi


Yaşlılık, önüne geçilmesi mümkün olmayan biyolojik, kronolojik ve sosyal yönleri ve sorunları olan bir süreçtir. Yaşlılık, fizyolojik bir olay olarak ele alınıp, fiziksel ve ruhsal güçlerin bir daha yerine gelemeyecek şekilde kaybedilmesi, organizmanın iç ve dış etmenler arasında denge kurma potansiyelinin azalması, kişinin fiziksel ve ruhsal yönden gerilemesi şeklinde tanımlanabilir (Bilginer ve ark.1996). Beklenen yaşam süresinin uzaması ve doğurganlığın azalması gibi nedenlerle yaşlı nüfus tüm dünyada hem sayısal olarak hem de toplam nüfus içindeki payı yönünden artmaktadır. Örneğin 1970'de dünyada 60 yaş ve üzerindeki yaklaşık 291 milyon kişi toplam nüfusun %8'ini oluştururken, aynı grup 2000 yılında 585 milyon kişiye ulaşacak ve toplam nüfus içinde %9'luk paya sahip olacaktır (Dönmez ve ark. 1996). Türkiye'de de benzer bir durum söz konusudur. 65 yaş ve üzeri nüfus genel nüfusun %.2'sini oluştururken 1990'da %4.0'a yükselmiştir, bu oranın 2010 yılında %6.1 'e, 2020 yılında %7.7'ye ulaşacağı tahmin edilmektedir (Vançelik 1 997, DİE ve DPT 1 994). Yaşlı nüfustaki bu artış nedeniyle gün geçtikçe yaşlılıkla ilgili sorunlarla daha sık karşılaşılması da kaçınılmazdır. Yaşlı insanların çağımızda en büyük sorunları; parasal güvence yokluğu ve yalnızlık olmaktadır. Eski dönemlerde, geleneksel geniş aile sistemi yürürlükteyken, ailelerin yaşlı kişileri genç kuşakların bakımı ve beraberliği içinde bu güvenceyi yaşarlardı. Değişen toplum yapısıyla aileler küçüldükçe ve ailenin genç kuşakları kendi çekirdek ailelerini kurup, ana-baba kuşağından uzaklaştıkça, yaşlılık dönemi önemli bir psikososyal sorun haline gelmiştir. Yaşanılan ülkenin ekonomik düzenine bağlı olarak hayatın giderek pahalılaştığı durumlarda ve emeklilik ya da ailede para sağlayan kişinin ölümüyle gelirin azalması ile yaşlılar kendi geçimlerini sağlamada zorlanırlar. Yaşlılık dönemi bireylerin statü kaybettiği, bağımlılık ve kaza riskinin arttığı, fiziksel yetenekle-

rinin azaldığı bir dönemdir. Ayrıca yine bedenin dış ve iç gerilimlere karşı direncinin azaldığı, pek çok süreğen hastalığın yaşandığı bir dönemdir (Koptagel 1984; Bayık ve ark. 2000). Yaşlılık döneminde görülen tüm bu sosyal ve bedensel değişimlerle birlikte son günlerde dünya boyutunda tartışılan ve ABD'de 20 kişiden birini inciten bir durum olan yaşlı istismarı ve ihmali konusu gündeme gelmiştir (http:// www. ncemsf. org/pulse archive/ a5-2-2.htm). 2.Yaşlı İstismarı ve İhmali Sağlık çalışanlarının çoğunluğu çocuk istismarına karşı uzun zamandan beri duyarlı olurken, yaşlıların istismarı ancak 1970'li yıllarda toplumun dikkatini çekmiş ve devlet düzenleyicilerinin bu konu ile ilgilenmesinin ilk örneği Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) görülmektedir. ABD'nde yaşlı istismarı, 1978 yılında kapalı kapılar ardından çıkıp, aile içi şiddet konusu kapsamında ulusal düzeyde duyurulmuş ve 1979 yılında özel yaşlı istismarı yasası oluşturulmuştur (http:// www. ncemsf, org/pulse/ archive/ a5-2-2.htm; Wolf, 2000). Yaşlı istismarı konusundaki çalışmalar daha çok Kuzey Amerika ve İngiltere gibi yaşlı nüfusu fazla olan ülkelerde toplanmaktadır. Bu ülkelerdeki araştırmalar da yalnızca son 1 5 yıldan beri gerçekleştirilmektedir. Bazı kişiler yaşlı istismarının, geleneksel aile yapı ve değerlerinin yitirilmesinin bir ürünü olarak batı kültürüne özgü olduğunu düşünebilirler. Aslında yaşlı istismarı, tarih boyunca dünya çapında her kültürde varlığını sürdürmüştür. Bazı geri kalmış ülkelerde yaşam süresinin kısa olması ve bundan dolayı da yaşlı nüfusunun az olması nedeniyle yaşlı istismarı da ender olarak görülmektedir. Ancak her ülke, yaşlı nüfusu az da olsa, yaşlıların kolayca incitildiğine ilişkin olguları rapor etmektedir (http://www.cyberbeach.net/). Genel olarak yaşlı istismarı, yaşlı bireyin sağlık veya iyilik halini tehdit eden veya zarar veren herhangi bir davranıştır. İstismar bedensel, psikolojik veya ekonomik olabilir, aynı zamanda ihmale de


dönüşebilir (Edelman and Mandle 1990; Cyphers, 1999; http://ut1 2.librarv.utoronto.ca/www/aqinq/onpea. htm). ABD'de yaşlı istismarına ait ilk istatistiklerin toplandığı 1987 yılından 1994 yılına kadar yaşlı istismar ve ihmali vakalarının %206 arttığı saptan mıştır (117.000'den 241.000'e çıkmıştır). Yaşlılara yönelik kötü muamele tiplerine baktığımızda: %58.5 ihmal; %15.7 fiziksel istismar; 9612.3 eko nomik istismar; %7.3 duygusal istismar; %5.1 diğer; %6 bilinmiyor ve %5 cinsel istismar yer almaktadır. İstismarı uygulayan kişilerin %52'si kadın, %48'i de erkektir. Yine kurbanların çoğunluğu da kadınlardır (%62.1) ( http:// www. nvc. org/ stats/ elderly. htm). Her yıl 25 Kanadalı'dan birinin istismar veya ihmal kurbanı olduğu bildirilmektedir ve bildirilen olgulardan ekonomik istismar yaşlı istismarının en yaygın şekli olarak görülmekte ve olguların %40'ını oluşturmaktadır. %38 oranında utandırma, taciz ve sosyal ayırım şeklinde görülen duygusal istismar ve %23 oranında da fiziksel istismar yer almaktadır (Nahmiash, 1998; http://www.wwlia.orq/elderabuse.html). İngiltere'de 65 yaş üstü yaşlıların %5'inden fazlasının ailesinden birisi ya da yakın akrabası tarafından sözel; %2'sinin fiziksel; %2'sinin de ekonomik olarak kötü muamele gördüğü saptamıştır (Wolf, 2000). Yaşlı istismarı üç temel grupta incelenmektedir: Ailesel, kurumsal ve kendi kendini ihmal. Ailesel yaşlı istismarı, yaşlı bireye kendi evinde veya bir bakıcının evinde kötü muamelede bulunulmasıdır. Kurumsal istismar, yaşlı kişilerin yaşamlarını sürdürmeleri için oluşturulmuş yerlerde, yaşlı bireye kötü muamelede bulunulmasıdır. Örneğin, huzur evleri, yaşlı bakım evleri gibi. Kendi kendini ihmal, yaşlı bireyin sağlık veya güvenliğini tehdit eder bir şekilde, tek başına yaşama davranışını belirtir ( http://www.cyberbeach.net/; Cyphers, 1999).Yaşlı istismarı ve ihmali genel olarak 6 şekilde görülmektedir (http://www.oactrees.org/elder: Cyphers, 1999; Wolf, 2000): - Fiziksel istismar - Ekonomik istismar

- İhmal - Kendi kendini ihmal - Duygusal istismar - Terk etme 2.1. Fiziksel İstismar Yaşlı bireye bakan veya yaşlının güvendiği bir konumda olan birisi tarafından yaşlıya kasıtlı olarak ağrı, acı verici her tür bedensel uygulama fiziksel istismar olarak kabul edilir. Fiziksel istismar; doğrudan vurma ve cinsel saldırıyla sınırlandırılamaz, açıklanamayan fiziksel gerileme ve uzun süre su veya yemekten yoksun bırakılmayı da içerir.

2.2. Ekonomik İstismar Güvendiği bir konumda olan birisi tarafından yaşlı bireyin para veya malının kötüye kullanılması veya çalınması ekonomik istismar olarak kabul edilir.

2.3. İhmal Yiyecek veya günlük hizmetlerde bakım sorumluluğunu yerine getirmede yetersizliktir. İhmal aşağıdaki durumları içerir ama bunlarla da sınırlandırılamaz: -

Yaşlının bedensel temizliği veya giyinmesi ne yardım etmede yetersizlik

-

Yaşlının bedensel ve ruhsal sağlık gereksi nimlerini sağlamada yetersizlik (bu yaşlının tedaviyi reddettiği durumları içermez)

-

Yaşlıyı sağlık ve güvenlik zararlarından korumada yetersizlik

2.4. Kendi Kendini İhmal Yaşlının kendi kendine dikkat ve özeni sağlamada yetersiz olmasıdır.

2.5. Duygusal İstismar Yaşlının güvendiği konumda olan birisi tarafından kasıtlı olarak ruhsal açıdan acı verme psikolojik/duygusal istismar olarak kabul edilir. Örneğin: sözel saldırılar, tehdit etme, utandırma, kendi yaşıtından ayırma.


2.6. Terk Etme Yaşlının, bakım ve nezaretinde ona eşlik eden herhangi bir birey tarafından isteyerek terk edilmesidir (http://www.oactrees.org/elder). 3. Yaşlı İhmali ve İstismarının Saptanması Aşağıdaki belirtiler istismar ve ihmalin kesin belirtileri değildir ama istismar ve ihmali tanılamada yararlı ipuçları olabilir.

3.1.İhmalin Olası Belirtileri -

-

3.4. Ekonomik İstismarın Olası Belirtileri -

-

Hassas cilt veya kötü cilt hijyeni

- Hastalıkla ilişkisi olmayan vücutta su kaybı ve/veya beslenme bozukluğu -

Kilo kaybı

-

Kirli giysi veya yatak

3.2.Fiziksel İstismarın Olası Belirtileri -

Kesiler, küçük yara bereler

-

Çürük, sopa veya kamçı izleri, lekeler

-

Öyküyle uyumlu olmayan herhangi bir yara

-

Üzerinde durulmamış herhangi bir yara (bazen yaralar, normalde giysiyle örtülü olan bölgelerde saklanmıştır).

-

Saçın olmaması ve/veya saçlı deride kana ma

-

Yanıklar: Sigara, kostik, asit, ip veya zincir sürtmesi nedeniyle olabilir.

3.3.Psikolojik/Duygusal İstismarın Olası Belirtileri

Depresyon İnkar (red) Sıkıntı

-

-

-

Banka hesaplarında olağan dışı veya bek lenmedik değişiklik Çeklerde yaşlı kişinin imzasına benzeme yen imzalar, yaşı birey imza atamadığında çeklerin imzalanması Birey karar veremeyecek durumda oldu ğunda onun yerine başka birisinin iş görme yetkisinin verilmesi veya yeni değişimler ya da vasiyetin düzenlenmesi Yaşlı kişinin bakımına aşırı miktarda para harcanılmasına bakım veren kişinin olağan dışı ilgisi Çok sayıda ödenmemiş faturalar, gecikmiş kira Yeterli ekonomik gücü olmasına karşın kişisel eşyalarının (TV, uygun giysiler) ye tersiz olması Kendisine ait tablo, gümüş veya mücevhe rin kaybolması Bakım veren kişinin bütün kontrole tek başına sahip olması nedeniyle, aileden ve arkadaşlardan kasıtlı ayırma

3.5.Bakıcı Tarafından Yapılan İhmalin Olası Belirtileri -

Kir, dışkı/idrar kokusu veya yaşlının yaşa mındaki diğer sağlık ve güvenlik zararları Deride kızarıklıklar, yaralar Yaşlının uygunsuz giyinmesi Yaşlıda beslenme bozukluğu veya vücutta su kaybı Yaşlının tedavisinin yapılmaması

-

Çaresizlik

-

Açıkça konuşmada kararsızlık, duraksama

-

İnanılmaz öyküler

-

Bilinç bulanıklığı veya uyum bozukluğu

-

Öfke

3.6.Kendi Kendini İhmalin Olası Belirtileri

-

Korku

-

-

Çekingenlik

-

Kişisel parasal durumunu yönetmede ye tersizlik: Biriktirmek, aşırı tüketmek, para sını kaptırmak veya faturaları ödeyememe.


-

Kişisel bakım, alış-veriş, yemek hazırlama, ev işlerini içeren günlük yaşam etkinlikleri ni düzenlemede yetersizlik

-

İntihar girişimleri, dolanıp durma, tıbbi te daviyi reddetme, ayırım, madde bağımlılığı

4. Yaşlılar Neden İstismar Ediliyor

-

Yetersiz tuvalet alışkanlığı

-

Deride kızarıklıklar, yaralar, gaita/ idrar kokusu, uygunsuz giyim, beslenme bo zukluğu, vücutta su kaybı vb.

Yaşlı istismarıyla çalışan araştırmacılar, yaşlı istismarıyla ilgili birkaç faktör saptamıştır:

-

Düşünsel işlevlerde değişiklik: Bilinç bula nıklığı, uygunsuz veya hiç yanıt vermeme, yer ve zamana uyum sağlayamama, bilinç kaybı, tutarsızlık

-

Ciddi hastalıklar için tıbbi şevkleri yerine getirmeme

- Bakıcının uygun olmayan savunması (http://www.oactrees.org/elder).

-

Yaşam süresinin uzaması, bakıcılara so rumluluk yükler, bu da yaşlının istismarına yol açabilir. Bu durum özellikle bakıcının banyo ve tuvaletini yaptırma gibi yaşlının bedensel gereksinimlerini gerçekleştirmek zorunda olduğu durumlarda daha geçerli dir.

-

Uzun zamandır işsiz olma gibi ekonomik problemler, bakıcının yaşadığı gerilimi art tırabilir ve ekonomik istismar ihtimali ar tar. Bunun yanı sıra, genelde daha az kay nak demek olan ekonomik yetersizlik, ak rabaları, yaşlı bireyin bakımına yardım et meye yöneltebilir.

-

Yaşlılık konumunun daha düşük olduğu kültürel değişimler ve bunun sonucunda gençlerden daha az saygı görme istismar olasılığını arttırabilir.

-

Madde bağımlılığı veya akıl/ruhsal bozuk luklar gibi problemler, yaşlıların ihmal edilmesine ve bazen istismarına neden ola bilir. Toplumsal olarak ayırıma tutulmuş yaşlıla rın sayısında artma; ki bu da daha fazla yaşlının yalnız ve istismara açık olmasına yol açar.

3.7.Bakıcı Tarafından Yapılan İstismarın Olası Belirtileri -

Yaşlıya bakıcısı (şüpheli istismarcı) olmak sızın başkalarını görme veya onlarla kendi başlarına konuşma sorumluluğu verilme mesi

-

Değişen tutumlar veya yaşlıya karşı kız gınlık ya da açık bir şekilde yardım etmeme

-

Aile üyelerinin veya bakıcısının yaşlıdan utanması (Örn: İstemli olarak altına kaçırıyor diye yaşlıyı suçlama)

-

Bakıcısı tarafından yaşlıya yönelik saldırgan davranışlar (tehdit, hakaret, taciz vb.)

-

Yaşlı ile ilgilenen kişilerin eski istismar öy küleri

-

Alkol veya ilaç problemleri

-

Bakıcı tarafından gösterisi

-

Flört gibi uygun olmayan cinsel ilişki be lirtileri

-

Bakıcı tarafından ailenin toplumsal ayırımı, ailedeki diğer yaşlı kişilerle etkinlikleri sı nırlama veya soyutlama

-

gerçek olmayan sevgi

Yaşlının bakım planını uygulamada hizmeti planlayan kişiye uymada, bakıcının isteksiz olması

-

-

Yaşlı kadınlar daha çok istismar edilmek tedir, çünkü kadın nüfusu erkeklerden da ha fazladır. Bunun yanı sıra, kadınlar eko nomik olarak diğerlerine daha çok ba ğımlıdır.

-

Ev koşullarının iyi olmaması istismara kat kıda bulunabilir.

-

Ailede şiddet öyküsünün olması, şiddetin gerilime bir yanıt olarak kullanıldığı anla mına gelebilir.


-

Kurumlarda yaşayan yaşlılar, güçsüz ve incinebilir olabilirler ve personel düşük ücretli, yetersiz ve aşırı çalışıyor olabilir. Bu faktörler yaşlı istismarını oluşturabilecek bir ortam yaratır (http://www.cyberbeach.net/).

5. Hangi Durumlarda Uğrama İhtimali Artar

Yaşlıların

İstismara

Araştırmalar bazı yaşlı gruplarının diğerlerine göre daha fazla istismara uğradıklarını göstermiş ve bazılarının da belirli tip istismar türlerine daha fazla uğradıklarını saptamıştır. Örneğin, fiziksel ve psikolojik istismar kurbanları büyük olasılıkla evli veya çocuklarından biriyle yaşar. Ekonomik istismar kurbanları çoğunlukla boşanmıştır ve yalnız yaşarlar. İhmal edilen yaşlılarda da boşanmış olma eğilimi vardır. Eğer bir yaşlının sağlığı kötü, toplumsal olarak ayrılmış ya da çok az toplumsal desteği varsa, istismarın tüm şekillerinden zarar görme ihtimali artar (http://www. cyberbeach. net/). 6. İstismarcılar Kimlerdir İstismarcıları kesin olarak tanımlayan özellikler yoktur. Ancak akıl sağlığı, duygusal veya madde bağımlılığı problemleri olan aile üyelerinin yaşlıyı istismar etme ihtimali daha fazladır. Yaşlıya duygusal veya ekonomik olarak bağımlı olan akrabalar veya bakıcılar da istismar riskini arttırabilir. Yaşlı bir bireye bakma gerilimi bazen istismar ya da ihmale yol açabilir, özellikle de istismara katkıda bulunan diğer etkenler de varsa. Bunların yanı sıra, bir aile içi şiddet öyküsü, yaşlı istismarı ile sonuçlanabilir. Örneğin bazı olgularda, çocukluğunda kötü muamele gören yetişkinler sonunda ailelerini istismar etmektedir (Browne 1993). Ancak tüm istismarlar yaşlının yetişkin çocuğu tarafından gerçekleştirilmez. Bazen yaşlı istismarı birlikteliğin bir devamı olarak eş

insidansı yaşla birlikte düşmesine rağmen, eşler dövmeyi 60 yaşına kadar sürdürürler. Aslında araştırmalar, rapor edilen yaşlı istismarı olgularının yarısından çoğunun eşler tarafından gerçekleştirildiğini göstermiştir. Genç çiftlerdeki eş istismarıyla ilgili risk etkenlerinin çoğu yaşlı çiftlerde de görülür. Bunlar; mal, işsizlik, alkol veya madde kullanma, problemleri şiddet kullanarak çözme tutumlarıdır (http://www.cyberbeach.net/). 7. Kurumlarda Hangi Çeşit Yaşlı İstismarı Olmaktadır istismarı şeklinde de gerçekleşir. Eş istismarı

Bildirilen edilen davranışların büyük bir bölümü fiziksel istismardır. Kurumlarda belirtilen diğer yaşlı istismarı tipleri cinsel istismar, ekonomik istismar veya çalışanların iş düzeni içindeki uygunsuz davranışlarıdır. Örneğin, bandajı keskin bir aletle kesme gibi. Bazen hasta istismarı onarılmaz zararlara da neden olabilmektedir. İstismar, kurumda kalan yaşlıyı taciz etme veya ilaç ve yatıştırıcılarla kontrol etmeyi içeren şekillerde gizli olabilmektedir. Kurumda kalan yaşlının kişisel seçimlerini (banyo veya yemek yeme zamanlarına, ne giyeceğine saygı) sınırlama da bir istismar olabilir (http://www.cyberbeach.net/). 8.Bu Konuda Ne Yapılabilir Yaşlılar, yaşlı istismarının ne olduğunu anlamaya gereksinim duyarlar ve temel hakları konusunda bilgilendirilmelidirler (istismar riskine karşı korunma bilgisi gibi). Personelin yaşlı istismarı konusunda eğitilmesi, özellikle de genelde zararlı olduğu pek bilinmeyen gizli istismar konusunda yararlı olabilir. Personelin yaşlı istismarının bir suç olduğunu ve suçluların cezalandırabileceğini bilmesi gerekir. Bunun yanı sıra, çalışanlar yaşlı bakımı konusunda çatışmalarla karşılaştıklarında neler yapacakları konusunda eğitilmelidir, böylece zor durumlara şiddetle yanıt verme azaltılabilir. Kurumda


kalan yaşlılar kurumun işlemlerine (duş almaya zorlama gibi) itiraz ettiği zaman -duş için başka zaman belirleme- personel, değişik seçenekler araştırmalıdır (http://www.cyberbeach.net/). Sonuç

hizmet ilanlarını, toplumda kullanılmak üzere uygun eğitim araç ve gereçlerini içeren yaşlı istismarını önlemeye yönelik eğitim kampanyalarını oluşturulabilir (http://www. aoa. dhhs. gov/ factsheets/ abuse.html, http: / / ut12. library. utoronto. ca/ www/ aging/ onpea.htm). Kaynaklar

Birçok yaşlının incindiği bir durum olan yaşlı istismarı ve ihmali olguları kesinlikle rapor edilmelidir. Genellikle yaşlılar, istismar veya ihmale uğradıklarını bildirmezler. Çünkü bunu söylerlerse; tekrar şiddete maruz kalacaklarını, aile üyeleriyle bağlarının kopacağını ve yakınmanın verdiği suçluluk duygusuyla başedemeyeceklerini düşünürler. Ayrıca, bu durumu bildirmeleri halinde aileden ayrılıp sosyal bir kuruma gedeceklerinden ve polisin bu durumu yeterince önemli bulamayacağından korkarlar. Oysa yaşlı istismarı çok önemli bir konudur ve bildirimi yapılmalı ve durdurulmalıdır. Bundan dolayı olay yaşlı istismarını içerdiğinde "başka insanların evinde ne olduğu" herkesin sorumluluğu olmalıdır. Bildirimlerin yanı sıra, yaşlı istismarı önlenebilir bir durumdur ve yaşlılar incitilmeden önce bunu hazırlayan koşullar düzeltilebilir. Örneğin, yaşlı istismarı daha çok aşırı gerilim altındaki ailelerde olmaktadır, bu gerilimli durumun giderilmesiyle yaşlının istismar edilmesi önlenecektir ( http:// www. wwlia. org/ elderabuse. html). Yaşlı istismarını önleme etkinlikleri 4 alanda toplanabilir: Mesleki Eğitim: Yaşlı bakımında çalışan personel için beceri oluşturma çalışmaları; özel meslek gruplarını tanıtmak için çalışmalar düzenlenmesi; yaşlanma ve yaşlı istismarı konusunda yasaları güçlendirme; yaşlı istismarı konusunda tüm hizmet üreticilerine açık ülke çapında konferanslar; eğitim rehberleri, videolar ve diğer araç ve gereçler geliştirilebilir. Ülke Hizmet Sistemleri ve Hizmeti Sunanların İşbirliği: Yaşlı istismarının bildiriminin yapılabileceği bir telefon hattı oluşturma; bölgesel disiplinler arası ekipler ve güçbirliği oluşturma bu kapsamda gerçekleştirilebilir. Toplum Eğitimi: İlköğretim programlan için yaşlı istismarını önleme ders programları geliştirilebilir; Radyo ve televizyon aracılığıyla, toplum

1. 2.

3.

4. 5. 6. 7.

8.

9. 10. 11. 12. 13. 14.

15. 16.

17.

Administration on Aging, Elder Abuse Prevention. http:// www. aoa. dhhs. gov/ factsheets/ abuse.html Bayık A ve ark. (2000). Physical and psycosocial health Problems of Elderly Residents Living in Nursing Home. International Public Health Congress "Health 21 in Action" October 8-12, İstanbul. Bilginer B ve ark. (1996). Adana Huzurevi ve Yeni Baraj Sağlık Ocağı Bölgesindeki 65 Yaş ve Üzeri Yaşlının Demog rafik Özellikleri. V. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Bildiri Kita bı, İstanbul, 168-169. Browne K (1993). Violance in The Family and Its Links To Child Abuse. Bailliere's Clinical Pediatrics. 1:1,1 49-1 64. Cyphers, G.C. (1999). Elder Abuse and Neglect. Policy & Practice Human Services, 57:3, 25-31. Devlet İstatistik Enstitüsü ve DPT (1994). Türkiye'nin Nüfus Projeksiyonları. Dönmez L ve ark. (1 996). Antalya Kent Merkezindeki Yaşlı ların Sağlık Sorunları ve Günlük Yaşam Aktiviteleri. V.Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Bildiri Kitabı. İstanbul. 645-647. Edelman L.C., Mandle LC (1990). Health Promotion throughout The Lifespan. Second Edition, The C.V. Mosby Company. 543-546. Elder Abuse and Crime Against The Elderly. http:// www. nvc. org/ stats/ elderly.htm Elder Abuse and Neglect, Recognizing Elder Abuse http:// www. oactrees. org/ elder/ Elder Abuse vvithin the Family. http.//www.cvberbeach.net/~seac/eldfam.htm http://www.ncemsf.org/pulse/archive/a5-2-2.htm Koptagel G. (1984). Tıpsal Psikoloji: Tıpta Davranış Bilimle ri, Beta Basım Dağıtım. 2.Baskı. İstanbul. 370-372. Nahmiash D. (1998). Summary of Preventing, Reducing and Stopping The Abuse and Neglect of Older Adults in Canadian Communities. http:// wwwnfh. hwc. ca/ publicat/ execssumm/ nahmiash.htm Storm W.A., Elder Abuse EMS on the Front Lines, http:// www. wwlia. org/ elderabuse.html The Ontario Network For The Prevention of Elder Abuse. http:// ut12. library. utoronto. ca/ www / aging/ onpea.htm Vançelik S. (1997). Yaşlılık Sorunları ve Bu dönemde Veril mesi Gerekli Olan Hizmetler. Toplum Hekimliği Bülteni. 18(1-2). 9-11,

1 8. Wolf, R.S. (2000). The Nature and Scope of Elder Abuse. Generations, 24:2, 7-13.


Aile Mahkemeleri Tasarısı Üzerine Bir Değerlendirme • Doç. Dr. İbrahim CILCA*

Özet " Aile Mahkemesi" ; Türkiye'de yeni bir adımdır. Türk Medeni Kanununa bağlı olarak gelişen bir uzmanlık mahkemesidir. Aile mahkemeleri yasası, evlilik ve aile hukuku açısından gerekli yasal bir gelişmedir. Bu yazıda, aile mahkemesinin yapısı, mahkemenin politikası ve stratejisi tartışılmıştır. Öngörülen yasa; evliliği, aileyi, ve çocukları çatışma ve aile sorunları karşısında korumaktadır. Bu çalışma; toplumsal durumun güçlüklerini, aile politikalarının anlamını, yasal düzenlemenin geliştirilmesi için bazı ipuçlarını sergileme denemesidir. Bu çalışma başka çalışmalarla devam ettirilmelidir. Anahtar Kelime: Aile Mahkemesi

Zusammenfassung " Das Familiengericht " ist der neuliche schritt in der Türkei. Es ist e i ne Abtei/ung be i m Amtgericht hinsichtlicht des Rechtszugs unterscheidet es sich von dem Türkische Bürger/iche Gesetzbuch. Das Familien gerichtgesetz ist für Ene und Famiiienrechts auf die Notvendigkeit einer gesetziichen Weiterentwick lung. in dem Art/kel wurde Struktur des Familiengerichts, Gerichtpolitik und Strategie diskutiert. Dieser Arbeit ist es ein Zeitdokument, das in einer schwierigen gesellschhafttiche Situation und Bedeutung der Familienpolitik auf zuzeigen versucht und auf die Notvendigkeit einer gesetziichen Weiterentwicklung der Familienhilfe hinweist. Dieser Arbeit soll folgend mit anderem Arbeit dauern. Schüsslwort: Das Familiengericht.

(*)

Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi


(Kağıtçıbaşı; 1994; 53)

Türk Medeni Kanununda yapılan değişikliklerin bütünlüğü içinde Aile Mahkemelerinin kurulması girişimi önemli bir adımdır. Türk Hukuk Devriminin temel taşlarından olan Medeni Kanun değişikliği demokratik aile oluşumunu ve gelişimini güçlendirmiştir. Toplumun temeli olan ailenin tüm süreçlerinde yaşanılabilecek olumsuz olayların, çatışma ve sorunlarının bir uzmanlık mahkemesinde ele alınması ve koruyucu, önleyici ve geliştirici yaklaşımlarla karar alınmasını sağlanması ileri bir düzenlemedir. Aileye sorun odaklı yaklaşım ve belirli aile sorunlarını çözmek için hüküm verme mekanizması olarak aile mahkemesi Türk Adalet Sistemi açısından olumlu bir gelişmedir. Aile Hukuku Açısından Yaşanılan Sorunlar ve Aile Mahkemesine Duyulan Gereksinme Toplumsal değişme sürecinde; toplumsal yaşamın çağdaşlaşması doğrultusunda nitelik ve nicelik kazanması, ailenin pozitif hukuk kuralları ile tanımlanmış süreçler ve işlemlerle oluşması, gelişmesi ve süreklilik kazanması ile olanaklıdır. Geleneksel yaşam formları ve ilişkiler dinamiği, kendine özgü adet, gelenek ve yaklaşımlarla bireyin özgürleşmesini ve demokratik aile yapılarının oluşumunu engellemektedir. Geleneksel aile modeli; karşılıklı bağımlılığı üreten yaşam koşullarında kırsal yaşam kültürünü ve düşük refah düzeyini üreten aile yapılarına dayanmaktadır. Geleneksel yapı ve yaşam kalıplarının ortaya çıkardığı aile sisteminin içerdiği sosyalleşme değerleri; gruba bağlılık, aba-babaya duygusal ve maddi yatırımı, karşılıklı bağımlılık değerlerini, çocuğa faydacı bakışı ve cinsiyet ayrımcılığını üretmektedir. Aile içi etkileşim dinamiği; baskıcı ve kontrolcü çocuk yetiştirmeyi, çocuğun ebeveynlere itaatini ve bağımlılık yaklaşımını, karşılıklı bağımlılığı içermektedir.

Geleneksel aile modeli; aile bireylerinin özgürleşmesini sağlayacak, ailede demokratikleşmeyi gerçekleştirecek dinamiklerden yoksundur. Geleneksel aile yapılarında yaşanılan sorunların çözümü için üretilen yaklaşımlar ise; mutsuzluğu, otoriter tutum ve davranışları, ihmal ve istismarları ortaya çıkarmaktadır. Medeni kanunla tanımlanan süreçler ve işlemler gerçekleşememektedir. Normların uygulamaya dönüştürülmesinde zorluklar doğmaktadır. Ailenin demokratikleşmesinde; bireysellik ve sosyallik önemlidir. Aile kompozisyonu içinde bireysel düzeyde, bireyler arası etkileşim düzeylerinde, aileye ilişkin organizasyonlar düzeyinde, karar ve yönlendirme düzeylerinde ve toplumla işlevsel ilişkiler kurma ve bütünleşme düzeylerinde gerçekleşen işleyişler önemlidir. Ailede mülkiyet ve karar yapısı ile karar, koordinasyon ve motivasyon yapılarının birliği demokratik ilke ve standartlara göre işlemektedir (Erkan, 1994; 104-107). Medeni Kanun; aile hukuku alanında, demokratik toplum düzeninin ve demokratik aile yaşamının gelişmesine temel olacak düzenlemeler yapmıştır. Aile Mahkemesi Türk ailesinin tam bir yapı değiştirmesi sürecini destekleyecek mekanizma olarak sistemi tamamlayıcı bir öğe olacaktır. Aile hukuku açısından evliliğin gerçekleşmesi ve ailenin oluşumunda temel sorunlar bulunmaktadır. Erkek ve kadın aile kurmak, evlenmek niyetlerini açıklar, yetkili makam bu niyetin gerçekleşme koşullarını saptar ve erkekle kadının birleşmesine hukuksallık kazandırır. Toplumumuzda Medeni Kanunla düzenlenen bu mekanizmaya karşılık, Müslüman Osmanlı ailesinde egemen olan geleneksel evlilik formları sürdürülmektedir. Evliliğin hiçbir yetkili makamın müdahale etmediği özel akit ile kurulması, dini nikah, sadece tarafları ilgilendiren bir akit türü olarak sayılması düşüncesi, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi, evliliğin erkeğin tek taraflı beyanı ile sona ermesi, müt' a ve sığa usulü denilen belli süreli geçici evlenmelerinin yapılması gibi durumlar günümüzde de sürmekte-


dir. Bu durumun sonucu olarak, hukuken evli olmadıkları halde kendilerini evli sayan ve yakın çevrelerince de evli sayılan, çok sayıda çiftin ve sayıları yüz binlere ulaşan evlilik dışı çocuğun sorunları ortaya çıkmıştır (Fişek, 1 984; 6-7). Erken evlenme, Medeni Kanunun saptadığı yaş sınırlarının altında evlenme hukuken gerçekleşmeyeceği için imam nikahı yoluyla evlenme önemli bir eğilimdir. Aralarında evlenme akdi olmaksızın evlenme ve evlendirme davranışı karşısında yasal evlenmenin yararının ve öneminin anlatılması gereklidir. (Fişek, 1984; 8-9) (Özgen, 1984; 27-32). Evlilik dışı birleşmeler ve bundan doğan çocuklar gerçeği çocukların kişisel hakları, korunma ve yetiştirilmeleri açısından önemli bir sorun alanı oluşturmaktadır. Akraba evliliği ve akrabalık nedeniyle yasada getirilen evlenme engeli uygulamaları önem kazanmaktadır. (Fişek, 1984; 11) Kadın kaçırma konusunda; yaş, şiddet, tehdit veya hile ile kaçırma, alıkoyma eylemleri günümüzde önemli bir sorundur (Özgen, 1984; 39-61). Medeni Kanunla getirilen, evli eşler arasındaki eşitlikçi yaklaşımın aile yaşamında uygulanamaması, hukuki eşitliğin gerçekleştirilmesi gereği açısından önemlidir. Aile içi yaşam sürecinde; eşler arasında ve anne-baba ile çocuklar arasında her yönden yapıcı, geliştirici bir diyalogun gerçekleştirilmesi günümüzde en önemli sorunlar arasında yer almaktadır. Aile içi ilişkilerde ortaya çıkan anlaşmazlıklar, kavgalar, baskı ve şiddet uygulamaları aile bireylerinin kişisel güvenliklerini, kişi haklarını olumsuz etkilemektedir. Duygusal, fiziksel, cinsel, ekonomik istismar olayları hukuki açıdan birer dava konusuna yoğun olarak dönüşmektedir. (Aktaş, 1997) (Aile Araştırma Kurumu, 1 995) Boşanma süreci; aile birliğinin parçalanması, eşlerin ve çocukların hakları açısından önemli bir sorun alanıdır. Zina, cana kast, kötü muamele, terk, ayrı yaşama ve şiddetli geçimsizlik gibi nedenlerle aileler boşanma davaları açmaktadır. Dava öncesi, süreci ve sonrası; ailelerin bütünlüğünün korunması, ayrılık halinde ise tarafların hak ve

çıkarlarının korunması önemli bir ekonomik, sosyal, psikolojik ve hukuki destek mekanizmasını gerektirmektedir (Arıkan, 1 996). Aile içinde anne ve babalarca çocuğun ihmal ve istismar edilmesi, insanlık dışı kötü muamelenin yapılması, çocuğun aile içinde yaşama, yetişme ve korunma olanaklarının fiilen kalmaması, çocuğun hakları bakımından önemli bir güvensizliktir. Çocuk Hakları Sözleşmesi ilke ve standartlarına göre, çocuğun geçici veya alternatif bakım ortamlarına yerleştirilmesi gereksinimi günümüzde yaygın bir sorun alanı olarak gözlenmektedir. (Cılga, 2001; 69-73) Korunma kapsamına alınan çocukların bakım kurumlarında yeniden ihmal ve istismara uğramaları günümüzde gözlemlenmektedir. Kurumsal istismarın önlenmesi, sorumluların yargılanması ve mağdurun korunması konusunda uzmanlık kazanmış destek mekanizmaların gereğini ortaya çıkarmaktadır. (Cılga, 1989; 261-278). Türk aile yapısı üzerine yapılan araştırmalar, aile mahkemesinin gerekliliğini ve işlevselliğini hangi alanlara ve sorunlara yönlendireceğini sergilemektedir. Türkiye'de yaşanılan yapısal dönüşümler ve ekonomik kriz süreci; her yönden sağlıklı, olumlu ve gelişmeye açık ailelerin önemini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. (Cılga, 2001), (DPT, 1989), (Aile Araştırma Kurumu, 1 994). Kadınlara karşı her türlü Ayrımcılığın önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi; kadınlara karşı ayrımcılığın, hak eşitliği ve insan şeref ve haysiyetine saygı ilkelerini ihlal ettiğini, kadınların erkeklerle eşit olarak ülkelerinin siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatlarına katılmalarını engellediğini, toplumun ve ailenin refahının artmasına engel oluşturduğunu ve kadınların ülkeleri ve insanlık hizmetinde kullanabilecekleri olanakları geliştirmelerini zorlaştırdığını belirtmektedir. Toplum ve aile içinde kadının haklarının korunması, günümüzde önemli bir gereksinimdir (Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, 1993; 7-8). Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Medeni Kanun yanında "eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden


birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi halinde Sulh Hukuk Hakimliğinin re' sen kusurlu eşe yönelik olarak önlemler almasını düzenlemiştir. Bu yasanın uygulanmasında Aile Mahkemesi önemli bir işlevi yerine getirecektir (4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, 1 998, mad.l). Öngörülen Aile Mahkemelerinin yapısı

Genel Gerekçe: 1.

Anayasanın 41. Maddesi gereğince toplumun temelini oluşturan ailenin korunması için ge rekli önlemlerin alınması ihtiyacı her geçen gün artmaktadır.

2.

Toplumda sosyal barış ve adaletin sağlanma sında, demokratik haklara saygılı, sağlıklı, topluma yararlı bireylerin yetiştirilmesinde ai lenin önemi inkar edilemez bir gerçektir.

3.

Ailenin korunması görevi Devlete aittir.

4.

Günümüzde bir çok sahada olduğu gibi, sos yal yapıdaki baş döndürücü gelişmeler ve karmaşıklık, eşlerin ve çocukların sorunlarının artmasına ve olumsuzluklar yaşamalarına ne den olabilmektedir. Bu sorunların çözümünde, yargı alanına giren konular bakımından da bir takım yenilikler getirilmesi zorunluluğu bu lunmaktadır.

5.

Bir çok ülkenin iç hukukunda aile mahkeme lerine ilişkin düzenlemelerin yer aldığı, örne ğin Kanada ve Almanya' da aile mahkemeleri nin bulunduğu bilinmektedir.

6.

Türkiye' de yürürlükte olan mevzuat hüküm lerine göre, aileye ilişkin dava ve işler halen genel mahkemelerde görülmektedir.

7.

Genel mahkemeler, aileye ilişkin davaların yanı sıra diğer hukuk davalarına da bakmak durumundadırlar.

8.

Aile ile ilgili uyuşmazlıkların çözümünde ge reksinme duyulan psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı mahkeme bünyesinde bulunma maktadır. Bu durum, mevcut mahkemelerin,

aile hukukundan doğan dava ve işlerin çözümlenmesinde kendilerinden beklenen işlevi yerine getirmesine engel olmaktadır. 9.

Türk Medeni Kanununun özellikle aile huku kuna ilişkin hükümlerinden beklenen amacın gerçekleşmesi bakımından da aile mahkeme lerinin kurulması bir gereksinim haline gel miştir,

10. Öngörülen aile mahkemeleri; yapısında psi kolog, pedagog ve sosyal çalışmacıları içere cek, aile hukukundan doğan dava ve işleri ta raflar arasındaki karşılıklı saygı, sevgi ve hoş görünün korunması ilkesini gözeterek, gerek tiğinde uzmanlardan da yararlanarak, eşlerin ve çocukların karşı karşıya oldukları sorunların sulh yoluyla çözümünü sağlamaya çalışacaktır. 11. Aile Mahkemeleri, yargılama görevinin yanında toplumun temel taşı olan ailenin korunmasına yönelik koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler alması gibi önemli işlevleri de yerine getire cektir. Yaklaşım Aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek üzere; bir uzmanlık alanı olarak, kuruluş, görev ve yargılama usulleri düzenlenmiş; kuruluşuna özgü belli esasları olan; atanacak hakim, psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıda, diğer niteliklerinin yanında aile hukuku ve aile sorunları alanında lisansüstü eğitim yapma koşulu aranan; görev alanına giren konularda yetişkinler ve küçükler hakkında koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler alan; diğer kanunlar yanında Türk Medeni Kanunu hükümlerini temel alan ve ilgili yasalarla belirlenen usul hükümlerine göre uygulamalar yapan bir mahkemenin kurulması ana yaklaşımdır. Yeni mahkemenin kurulmasında bütüncü, sistemci, disiplinler arası bir yaklaşım benimsenmiştir. Aile konusunda makro ve mikro ele alış düzeylerinin bütünlüğü öne çıkarken, toplum, aile ve aile bireyleri birbirini tamamlayan odaklar olarak düşünülmüştür. Yetişkinler yanında küçükler kate-


gorisinin oluşturulması, aile, nüfus kompozisyonuna aynı önemin verildiğini göstermektedir. Eğitici, koruyucu ve sosyal önlemler açısından aileye ilişkin dava ve işlemlere bakış Türk adalet sisteminin gelişmesi yönünden çağdaş hukuk yaklaşımlarına uygunluk taşımaktadır. Türk Medeni Kanununda son dönem sağlanan gelişmeleri tamamlayan bir öge olarak Aile Mahkemelerinin düşünülmesi, aile hukuku uygulamaları açısından önemli bîr boyuttur. Aile sistemine yaklaşımda; içinde oluştuğu toplumdan ve diğer ülkelerdeki gelişimlerden yola çıkılarak bakılması, Aile sisteminin içerdiği sorunların birbirinden soyutlanamayacağının kabul edilmesi, Aile sorunlarının birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunun bilinmesi, -Aile sorunlarını, yaşayan taraflardan birine getirilen çözümün bir değeri için bulunan çözümle doğrudan ve sıkıca ilişkili olduğunun anlaşılması, Aile yapısının ve sorunlarının neden-sonuç ilişkisi içinde ele alınması, Ailenin bir öğesinin diğer öğelerle birlikte düşünüldüğünde hak ve çıkarlar yönünden işlevsel bir anlam taşıyacağının kavranılması, Aile sisteminin birbiriyle etkileşimli bütünlerden oluşmuş, çevresiyle etkileşimli bir bütünlük olarak görülmesi önem kazanmaktadır. Politika ve Starateji Aile ile ilgili dava ve işlerde, aile hukuku ve aile sorunları konularında uzmanlaşmış nitelikli elemanlardan oluşan; karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörünün korunması ilkesini gözeten; eşlerin ve çocukların yaşadıkları sorunların barışçıl yollarla çözümü, koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler alan bir mahkemenin kurulması ana politika ve stratejidir. Uzmanlık Mahkemesi olarak öngörülen Aile Mahkemelerinin; Türkiye çapında, tüm iller ve nüfusu yüz bini aşan ilçelerde, iki yıl içerisinde, yeni elemanların istihdamını sağlayarak kurulması ve yaygınlaştırılması bir diğer stratejidir. Aile Mahkemelerinin kuruluşunun genel politika ve stratejileri gerçekçi ve geçerlidir.

Süreçler ve İşlemler

Uygulama; Yetişkinler hakkında kararlar: 1. Evlilik birliğinden doğan yükümlülükler konusunda eşleri uyarmak ve gerektiğinde uzlaştırmaya karar vermek, 2. Ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan mali yüküm lülüklerin yerine getirilmesine ilişkin ge rekli önlemleri almaya karar vermek, 3. Resmi veya özel sağlık kurumlarına, huzur evlerine veya benzeri yerlere yerleştirmeye karar vermek, 4. Bir meslek edinme kursuna veya uygun görülecek bir eğitim kurumuna vermeye karar vermek.

Küçükler hakkında kararlar: 5. Bakım ve gözetime yönelik nafaka yüküm lülüğü konusunda gerekli önlemleri almaya karar vermek, 6. Bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunan veya manen terk edilmiş halde kalan küçüğü, ana ve babadan alarak bir aile yanına, resmi ya da özel bir sağlık ku rumuna veya eğitimi güç çocuklara mahsus bir kuruma yerleştirmek, 7. Çocuk mallarının yönetimi ve korunmasına ilişkin önlemleri almaya karar vermek, 8. Genel ve katma bütçeli idareler, mahalli idareler, kamu iktisadi teşebbüsleri ve ban kalar tarafından kurulmuş teşekkül, mü essese ve işletmelere veya benzeri işyerle rine, yahut meslek sahibi birisinin yanına yerleştirmeye karar vermek.

Çalışma yoluna ilişkin: 9. Alınan kararların takip ve yerine getirilme sinde psikolog, pedagog ve sosyal çalış macılardan biri veya birkaçını görevlendir mek,


1 0.

Mahkemeye gelen dava ve işlerde esasa girmeden önce; a) b)

c)

Eşlerin ve çocukların karşı karşıya oldukları sorunları tespit etmek, Sorunların barış yoluyla çözümünü, gerektiğinde uzmanlardan da yarar lanarak teşvik etmek, Barış sağlanamadığı takdirde yargı lamaya devam ederek esas hakkında karar vermek,

11. Mahkemede görevli uzmanlarca davanın esasına girilmeden önce veya davanın görülmesi sırasında ; a)

Mahkemece istenilen konular hak kında taraflar arasındaki uyuşmazlık nedenlerine ilişkin araştırma ve in celeme yapmak ve sonucunu bildir mek,

b)

Mahkemenin gerekli gördüğü haller de duruşmada hazır bulunmak,

c)

İstenilen konularda ilgili çalışmalar yapmak ve görüş bildirmek.

Kararlara karşı denetim: 12. Aile Mahkemesi kanunu uygulamasında; vesayet makamı olarak aile mahkeme since verilen kararlara karşı Türk Medeni Kanununun 397. maddesinde belirtilen denetim görevi varsa bir sonraki numaralı aile mahkemesince, yoksa o yerdeki As liye Hukuk Mahkemesince, asliye mah kemesi derecesinde başka mahkeme yoksa en yakın yerdeki aile mahkemesi veya 2. Maddenin ikinci fıkrasına göre görevlendirilen asliye hukuk mahkeme since yerine getirilir, 13. Özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu konuda hüküm bulunmayan konularda 4721 sayılı Türk Medeni Kanu nunun aile hukukuna ilişkin usul hü kümleri ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Mu hakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır,

14. Mahkemede görevli uzmanlar, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda düzenlenen, hakimin reddi sebeplerine göre reddedilebilir, Değerlendirme ve Öneriler Aile

mahkemesi

uygulamalarında

düşünülen süreçlerin ve işlemlerin etkililik ve verimlilik zorunludur.

yönünden

güçlendirilmesi

1. Uyarı ve Uzlaştırma Mekanizması nın Güçlendirilmesi Eşlerin evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri konusunda eşlerin uyarılması ve gerektiğinde uzlaştırılmaları birliği koruma yönünden önemli bir düşüncedir. Fiilen gerçekleştirilen bu mekanizma uygulamada etkisiz kalmaktadır. Koruyucu ve önleyici yaklaşım açısından doğru olan bu çabanın hakim, uzmanlar ve eşler arasında nasıl işleyeceği açıklanmalı, hakim bu işleme karar vererek uzmanları aileye yönlendirmelidir. Uyarı ve uzlaştırma mekanizması karardan sonra uzmanların mesleki çalışmalarıyla gelişen bir uygulama süreci olarak düşünülmelidir. Evli, yetişkin eşlerin evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri konusunda bilgilendirilmesi, değer, tutum ve davranış değişikliğine yönelmeleri uzmanların mesleki çabası ile süreç içinde gerçekleşebilir. Bu sürece ilişkin işlem basamakları hakim-uzmanlar ve eşler arasındaki diyalogu temel alarak geliştirilmelidir. Uzmanların uyarı ve uzlaştırma kararını koruyucu ve önleyici bir yaklaşımla ele almaları, etkili bir konuma getirilmeleri gereklidir.

2. Aile üyelerini kurumlara yerleştir me mekanizmasının güçlendiril mesi Yetişkinlerin ve çocukların korunması, bakım, gözetim ve yetiştirilmeleri için öngörülen işlemler, ailenin çeşitli nedenlerle parçalanması veya dağılması açısından önemlidir. Aile bireylerinin; özel


sağlık kurumlarına, huzur evlerine yerleştirilmesi, bir meslek edinme ya da eğitim kursuna verilmesi, mahkeme ile ilgili kuruluşlar arasında etkili ve verimli bir diyalogun oluşturulmasını gerektirmektedir. Bu diyalog; mahkemece alınacak kararın uygulanabilir bir hukuki dayanağa kavuşturulması ile olanaklıdır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, İş Kur, Milli Eğitim Bakanlığı ve Yerel Yönetimler yasalarında yeni düzenlemeler yapılması gerekir. İlgili kurumların yasalarında yapılacak madde düzenlemeleri ile Aile Mahkemesinin yerleştirme kararlarına uygulama desteği sağlanmalıdır.

3. Küçüklerin korunması için aile dışında alternatif bakım sağlanması mekanizmasının güçlendirilmesi Yürürlükteki mevzuata göre; tasarıda öngörülen, küçüklerin korunma kapsamın alınması kararlarının işleyişi kolay olacak gibi görünmektedir. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu mevzuatı bu yönden Aile Mahkemesine önemli bir destek sağlamaktadır. Fakat, koruma sisteminin işleyişi, Çocuk Hakları Sözleşmesinde öngörülen standartlara göre işlememektedir. Çocuk için aile ortamında bakımın sağlanması temel yaklaşımdır. Küçüklerin ihmal ve istismar nedenlerine bağlı olarak geçici sürelerde alternatif bakım ortamına alınması, bu arada ailenin bütünlüğünün sağlanması, anne ve babanın eğitimi, aile ortamının düzeltilmesi hizmetlerin geliştirilmesi gereklidir. Aile Mahkemesinin küçükler için öngördüğü koruma mekanizması bu yönden yeni ilke ve standartlara göre geliştirilmelidir. Öngörülen önlem var olan mevzuat çerçevesinde eksik, yetersiz ve sağlıksız olarak işlemektedir. Çocukların korunması konusunda ilgili yasalarda yeni zihniyetlerle düzenleme yapılmalı, Aile Mahkemesinin koruma kapsamına alınan çocuklarla ilgili karar süreçlerini yeni bir strateji ile işletmesi sağlanmalıdır.

4. Ailenin, yetişkinlerin ve küçüklerin ekonomik haklarının korunması olanaklarına işlerlik kazandırılması Ailenin ekonomik varlığının korunması, evlilik birliğinden doğan mali yükümlülüklerin yerine getirilmesi, bakım ve gözetime yönelik nafaka yükümlülüğü ve çocuk mallarının yönetimi ve korunması Türk Medeni Kanununun ilgili maddelerinde düzenlenmiştir. Aile Mahkemesi uygulamalarının bir yönetmenlikle ele alınarak süreçlerin ve işlem basamaklarının tanımlanması, ilgili taraflar ve yasal mekanizmaların ayrıntılı bir biçimde tanımlanması gereklidir. Ailenin ve aile bireylerinin ekonomik yönden korunması düşüncesi sadece aile birliğinin bozulması durumuna ilişkin olarak ele alınmıştır. Sosyal ve ekonomik süreçlere bağlı olarak yoksul ailelerin durumu, ailenin ekonomik varlığının güçlendirilmesi, aile yardımlarının ve hizmetlerinin sağlanması yönünden de mutlaka ele alınmalıdır. Türkiye' de yoksullaşan ve ekonomik yönden varlıksızlaşan ailelerin güçlendirilmesi için "aile hizmetleri" ve "aile yardımları" ayrıca düzenlenmelidir. Aile Mahkemeleri Kanun Tasarısı bu yönden var olan düzen içinde işlerlik kazandırılacak bir zihniyetle ele alınmıştır. Aile ve çocuk alanındaki diğer hizmetleri geliştirici ve yeni bir sistemleştirme düşüncesini tam anlamıyla sağlayamamıştır.

5. Aile Mahkemesinin örgütsel yapısı nın güçlendirilmesi Mahkemenin oluşturulmasında genel kadro ve birimleşme düzeninin temel alındığı görülmektedir. Yazı İşleri Müdürlüğü ve Hakimlik birimleri temel alınmıştır. Öngörüde yer alan uzmanlar grubunun (psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı) çalışma yolları karar süreçleri içinde açıklanmış, fakat, bir birimleşme öngörüsü getirilememiştir. Uzmanlık Mahkemesi niteliklerinin öne çıkarıldığı Aile Mahkemelerinde yeni uzmanlar grubunun mahkeme içerisinde bir birim olarak organizasyonları gereklidir. Aynı eksiklik Çocuk Mahkemelerinde de getirilmiştir. Uzmanlık Mahkemesinin kuruluşu


"Aile Yöneltme Birimi" adı altında düzenlenmeye olanak sağlayacak bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Yasada birim adı yer almalı, birimin ve uzmanların görev ve sorumlulukları yönetmenlikle düzenlenmelidir. Uzmanlık Mahkemesinin kuruluşunun güçlendirilmesi; Mahkemenin görevlerine getirilen yeni çerçevede, yargılama sürecine eklenen destek ve yardımların birimleşmesi ile olanaklıdır. "Aile Hizmetleri" çerçevesinde, birimdeki uzmanların mesleki ve bilimsel yönlendirmeleri kararlardaki etkililiği ve verimliliği arttıracaktır.

6. Aile Mahkemelerinde Nitelikli Ele man görevlendirilmesi Yasa tasarısında yer alan madde düzenlemelerinde; Hakimlerin ve Uzmanların nitelikleri olarak gerçekleştirilen düzenlemeler olumludur. Uzmanlık mahkemesinin elemanlarında yaş, evli ve çocuk sahibi olma aile hukuku ve aile sorunları alanlarında lisans üstü eğitim koşulları gerçekçi ve geçerlidir. Görevlerinde uzmanlaşmış elemanların istihdamı Aile Mahkemelerindeki uygulamaların düzeyini yükseltecektir. Tasarıda öngörülen "aile hukuku" ve "aile sorunları" alanlarında lisansüstü programların açılması önemli bir gereksinme olarak belirmektedir. Hukuk Fakültelerinde, Sosyal Hizmetler Yüksekokulunda, psikolog ve pedagog yetiştiren bölümlerde yeni programların düzenlenmesi gereklidir.

7. Aile Mahkemesi Uzmanlarının Ça lışmaları, Çalışma Usulleri ve Yak laşımları Yasa tasarısında (mad.5, mad.6, mad.7); uzmanlık mahkemesinde gerçekleşecek özgün süreçler tanımlanmıştır. Yargılama süreci öncesinde, yargılama sürecinde ve yargılama sonrasında olmak üzere çeşitli süreçler ve işlemler öngörülmüştür. Aile Mahkemesine gelen dava ve işlerle ilgili olarak esasa girmeden önce uzmanlarca geliştirilecek çalışmalar; a) Eşlerin ve çocukların sorunlarını belirlemek, b) sorunların barışçıl yollarla çözümünü

sağlamak c) Anlaşma sağlanamadığı aşamada yargılamaya devam ederek esas hakkında karar vermek şeklinde belirlenmiştir. Esas öncesi sayılan işler, uzmanların konumunu ve önemini arttırmaktadır. İnceleme ve çözümün öne çıktığı süreçler Uzmanlık Mahkemesinin karar süreçlerinde öncelik kazanmaktadır. Nitelikli elemanlardan oluşacak görevlilerin ekip çalışması ilkeleriyle hareket etmesi önemlidir. Davanın esasına girilmeden önce veya davanın görülmesi sırasında; a) mahkemece istenilecek konularda araştırma, inceleme yapmak ve sonucu bildirmek, b) uyuşmazlık nedenlerine ilişkin araştırma, inceleme yapmak ve sonucunu bildirmek görevleri, uzmanların çalışmalarını karar süreçlerine temel almayı ve ekip çalışması yaklaşımını güçlendirmektedir. Mahkemece gerekli görüldüğü hallerde duruşmada hazır bulunmak görevi uzmanların duruşma sürecine katılımlarının önemini ortaya çıkarmaktadır. Bu, bilirkişiliğin ötesinde önemli bir işlevsellik getirmektedir. Alınan kararların takip ve yerine getirilmesinde uzmanların görevlendirilmesi, mahkeme kararlarının uygulamaya dönüştürme gücünü arttırmaktadır. Yargılama sonrası görevlerin boyutu; uzmanların birimleşmesini ve işbölümünün organizasyonunu gerektirmektedir. Kararların takibi ve yerine getirilmesi sürecinde; yetişkinler ve küçükler hizmetin hedef kitlesini oluştururken, işbirliği yapacak kurum ve kuruluşları da gündeme getirmektedir. Aile Mahkemelerinde kararların takibi ve yerine getirilmesinde, bağlantılı çalışma yaklaşımı önem kazanmaktadır. Uzman elemanla verimi arttırmak için diğer kurumları ortak çalışmaya sevk eden, ilgili yasalara gönderme yapan madde düzenlemeleri ele alınmalıdır.

8. Ailenin Bütünlüğü ve Sürekliliğini Sağlama Anlayışının Güçlendirilmesi Yasa tasarısında koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler "yetişkinler" ve "küçükler" kategorisinde


düzenlenmiştir. Eğitici hizmetler, sadece meslek eğitimi ve çocukların eğitiminde söz konusudur. Çeşitli sorunlar ve uyuşmazlıklarla Aile Mahkemelerine başvuranların "Aile" odağı içinde ele alınması boyutu eksik kalmıştır. Öncelikle "Ailenin Korunması ve Sürekliliğinin Sağlanması İçin Alınacak Önlemler" bölümü eklenerek, yapılacak çalışmalar belirtilmelidir. Uzmanlara, esasa girilmeden Önce verilen araştırma ve inceleme yapmak görevi, uyarı ve uzlaştırma görevini güçlendirici yeni çalışmalarla desteklenmelidir. Aile Mahkemesinin önem kazanan bu işlevi yasa tasarısında güçsüz kalmıştır. Madde 6) 1-a da sayılan uyarı ve uzlaştırma yaklaşımı ve ilkeleri ile yöntem ve teknikleri yönünden birimin oluşturulması ve görevleri bir yönetmenlikle ele alınmalıdır.

nedenle, yasanın uygulamaya dönük yeni yaklaşımını güçlendirici önlemler ele alınmalı ve yeni madde düzenlemelerine yer verilmelidir. Kaynaklar Aile Araştırma Kurumu, 1995, Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları, Ankara. Aile Araştırma Kurumu, 1998, III. Aile Şurası, Ankara. Aktaş Mavili , Aliye, 1997, Aile İçi Şiddet ve Önleme Yolları, Songür Eğitim Hizm. Yayıncılık, Ankara. Arıkan Çiğdem, 1996, Halkın Boşanmaya ilişkin Tutumları Araştırması, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Bilim Serisi: 96, Ankara Beyazova, Ufuk, Şahin, Figen, 2001, Çocuğun Şiddetten Korunma Hakkı, Milli Eğitim Dergisi, s. 151, s. 90-94 Cılga, İbrahim, 2001, Demokrasi, İnsan Haklan Kültürü ve Çocuk Hakları, Milli Eğitim Dergisi, Ankara, s. 151, s. 69-73

9. Aile Mahkemelerinin Görevlerinin Güçlendirilmesi Uzmanlık Mahkemesinin ana dayanağı Türk Medeni Kanunudur. Bunun yanında Ailenin Korunmasına Dair Kanun da, getirdiği düzenleme ile önemlidir. Tasarı bu dayanaklar kapsamındadır. Aile Mahkemelerinin görevleri Medeni Kanunda yer alan konulardaki dava ve işleri görmekle ilgilidir. Evlenme, nişanlanma, evlenme ehliyeti ve engelleri, evlenme başvurusu ve töreni, batıl olan evlenmeler, boşanma, evliliğin genel hükümleri, eşler arasındaki mal rejimi, soy bağının kurulması, evlat edinme, velayet, çocuk malları, aile-ev düzeni, aile malları, vesayet düzeni, vesayet organları, vesayeti gerektiren haller, vesayetin yürütülmesi, vesayetin sona ermesi ve kanunla verilen diğer görev alanları Aile Mahkemesinin görev konularını içermektedir. Görevler yönünden çok yönlü olup, Türk Medeni Kanunundaki tüm boyutları kapsamaktadır. Uzmanlık Mahkemesi olarak Aile Mahkemesi yeni yasanın uygulanmasını güçlendirici bir etki yapacaktır. Türk Medeni Kanununun getirdiği hükümler yanında, kanunla verilen diğer görevlerde geniş bir görev alanı oluşturulmaktadır, Aile Mahkemeleri düzenlemesi bu açıdan kendine özgü yeni süreç ve işlemleri getirmektedir. Bu

Cılga, İbrahim, 1991, Toplumun Koruması Altındaki Çocukların İhmali ve İstismarı, Çocuk İstismarı ve İhmali, Çocukların Kötü Muameleden Korunması I. Ulusal Kongresi, Ankara. Devlet Bakanlığı, 1998, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ve Uygulaması, Ankara. DPT, 1989, Türk Aile Yapısı Araştırması, VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı Ö.İ.K. Raporu, Ankara. Erkan, Hüsnü,1994, Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara. Fişek, Hicri, 1984, Sunuş, Türkiye' de Ailenin Değişimi, Yasal Açıdan İncelemeler, Türk Sosyal Bilimler Derneği, Ankara. İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi, 2001, Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, İstanbul. Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı, 1993, Kadına Yönelik Uluslararası Sözleşme ve Kararlar, Ankara. Kağıtçıbaşı, Çiğdem, 1995, Aileye Yaklaşımda Bir Kuramsal Çerçeve ve Aile Değişim Modeli, Aile Kurultayı, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara. Özgen, Eralp, 1984, Erken Evlenme, Başlık, Kadın Kaçırma, Türkiye' de Ailenin Değişimi Yasal Açıdan İncelemeler, Türk Sosyal Bilimler Derneği Yay. Ankara. T.B.M.M, 2001, Adalet Bakanlığı' nca Hazırlanan Türk Medeni Kanunu Tasarı ve Gerekçesi, Ankara.


Popüler Kültür Ürünlerinden Müzik Videolarının Gençler Üzerindeki Olumsuz Etkileri • Dr. Aysel GÜNİNDİ-ERSÖZ*

Özet Kitle iletişim araçları içinde en çok televizyon kullanılmakta, dolayısıyla da insanları en çok televizyon etkisi altına almaktadır. Kitle iletişim araçları konusunda çalışanların üzerinde hemfikir olduğu konu, bu araçların insanlar üzerinde mutlak bir etkisi olduğu yönündedir. Yapılan araştırmalar bu etkinin çoğu zaman olumsuz yönde olduğunu göstermiştir. Popüler kültür ürünlerinden müzik videoları hedef kitle olarak gençleri almakta ve gençlerin tüketim kalıplarından, duygusal ilişkilerine kadar olan yaşam pratikleri üzerinde olumsuz etki yapmaktadır. Müzik videoları mesajları çoğu zaman şiddet, saldırganlık öğeleri içerirken, toplumsal cinsiyet rolleri de yeniden üretilmektedir. Hatta daha da ileri gidilerek, intihar olgusu dahi tanımlanarak müzik videolarında işlenebilmektedir. Müzik videolarının bu olumsuz etkilerine de çoğu zaman magazinsel yaklaşılmakta, uzun dönemli etkileri ise, tamamen görmezden gelinmektedir. Bu çalışma, masum birer eğlence aracı olarak görülen müzik televizyonlarının, dolayısıyla müzik videolarının gençler üzerindeki olumsuz etkilerine ilgili çevrelerin dikkatini çekmek ve bu konuda yapılacak araştırmalar için öneride bulunmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Anahtar Kelimeler; müzik videolarının etkileri, popüler kültür, müzik videolarının mesajları

(*)

Summary Probably the television is the most widely used mass-medîa and the more influential in people 's life. The researcher studying mass media agree that mass media has an unconditional impact. M o re över, the research facts ha ve shown the negative direction ofthis impact. The music videos which are products of popular culture a/m at young people as the target popula t/on and ha ve influence on the/r life practices varying form the/r preferences for consumption to the/r emotional relationships. The messages of the music videos often include v/olence and aggressiveness and at the gender roles are redefin/ng. More dramatically, the suicide event can be a scenic top/c. People handle these negative impacts of music videos like a magazine events. The purpose of this study is to review the research es that revealed the negative influence s of the music videos which seem to be an innocent entertainment ways and thus draw attention of corresponding bodies to the negative effects of music videos on the young people and propose suggestions for the research studies to be done. Key Words; impacts of the music videos, popular culture, messages of music videos

Sosyolog, Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Daire Başkan Vekil


Kitle iletişim araçlarının özellikle de televizyonun insan üzerindeki etkisi hiç kimse tarafından yadsınamaz. Televizyon bugün Türkiye'de 16 ulusal yayın kanalı ile evlerimizin tamamında baş köşedeki yerini almıştır ve yine insanların çoğunluğu tarafından daha çok boş zamanları değerlendirme aracı olarak kullanılmaktadır. Bu kadar yakın ve sık temas edilen bir aracın insanları etkilemesi, bu etkinin olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabileceği konusunda tüm bilim çevreleri konsensüs içerisindedir. Kitle iletişim araçlarının etkileri konusunda olumlu ya da olumsuz görüş bildirenlerin üzerinde birleştiği nokta ise, bu araçların kesin bir etkisinin olduğu yönündedir. Televizyon, günümüz insanın düşünceleri, değer yargıları ile tutum ve davranışlarının temel belirleyicilerinden birisi olmuştur. Televizyon aynı zamanda bir toplumsallaşma aracıdır ve aile kurumunun yapması gereken bir çok fonksiyonu yerine getirmektedir. Yapılan çalışmalar, televizyonun en çok çocuk ve gençleri etkilediği, bu etkinin çoğu zaman da olumsuz olduğunu göstermiştir. Dış dünyanın gerçeklerini, televizyon aracılığı ile sunulan gerçekler ile kavramlaştıran çocuklar ve gençler kaçınılmaz olarak bu etkiyi olumsuz yönde yaşamaktadırlar. Araştırmalar, çocukların ve gençlerin özellikle şiddet, saldırganlık, cinsellik ve pornografik yayınlardan olumsuz etkilendiğini ortaya koymaktadır(Sherman ve Dominick 1986, Bulgu 1995, Yalın 1998). Yine, yapılan çalışmalardan elde edilen bulgulara göre, müzik televizyonları ve müzik videoları gençleri hedef kitle olarak almakta, gençlerin tüketim kalıplarından başlayıp, duygusal ilişkilerine kadar olan yaşam deneyimleri üzerinde etki yapmaktadır(Batmaz ve Aksoy 1995, Odabaşı 1999). Gençler, özellikle cinsel mesajlara karşı çok duyarlı oldukları için, televizyonda izledikleri sembolik çevrenin sunduğu mesajların, onların gerçek dünyadaki cinsel davranışlarının sıklığı ve yapısını etkilediği ileri sürülmektedir.

İlk müzik kanalının yayına başlamasına paralel olarak, müzik videoları ile ilgili yapılan araştırmalar da artış göstermeye başlamıştır. Müzik videoları ile ilgili yapılan çalışmalar ele alındığında, bu ürünlerin üç temel açıdan araştırıldığı görülmektedir. 1. Müzik televizyonlarının, dolayısıyla müzik videolarının genç izleyicilerin davranışları üzerindeki etkilerini inceleyen çalışmalar, 2. Müzik videolarının popüler kültür ve müzik endüstrisi üzerindeki etkilerini ortaya koymaya çalışan çalışmalar, 3. Müzik videolarının cinsel, etnik ve şiddete dayalı görsel imgelerinin içerik çözümle mesi yöntemi ile incelendiği çalışmalar, Bu çalışmada; Kitle iletişim modellerine tarihsel bir perspektiften bakıldıktan sonra, televizyonun bilgilendirme ve öğretme işlevi inkar edilmeden bir yana bırakılarak, popüler kültür ürünlerinden müzik videolarının içeriği, özellikle de çocuklar ve gençler üzerindeki olumsuz etkileri ortaya konmaya çalışılacaktır. Çalışma da; Fleur'un Kültürel Normlar Modeli esas alınarak, müzik videolarında yer alan saldırganlık, şiddet, cinsellik ve pornografik unsurlar ile erkek egemen bakış açılarının sıkça vurgulandığı bunun da çocuk ve gençleri olumsuz etkilediği veya var olan tutum ve değer yargılarını pekiştirici etkisi olduğu konusu tartışılmaya çalışılacaktır. Kitle İletişim Modelleri İlk dönem kitle iletişim modellerine bakıldığında, mesajın alıcıyı etkilemek amacında olduğu daha baştan kabul edilir ve buradan iletişimin ikna etmeye yönelik bir süreç olduğu sonucuna varılır (Mc Quail ve Windahl 1997:25). Kitle iletişimi ile ilgili kuramlara tarihsel perspektiften bakıldığında, Frankfurt Okulu temsilcilerinin düşünceleri ilk basamağı oluşturur. Frankfurt Okulu düşünürleri; kitle iletişim araçlarının toplum üzerindeki etkisini bir şırınganın aşı şırınga lamasına benzetmişlerdir. Bu yaklaşımda; medyanın içeriği, sanki dinleyicinin-izleyicinin-okuyucunun damarlarına enjekte


edilen bir ilaç gibi düşünülmekte ve izleyicinin önceden tahmin edilen şekilde tepki göstereceği varsayılmaktadır. Bu düşüncenin arkasında iki temel düşünce bulunmaktadır (Mc Quail ve Windahl 1997:60-61). 1. Modern toplumun, sosyal bağlantılarından fazla etkilenmeden kendi şahsi menfaatlarına göre hareket eden, kısmen atomize bireylerden oluşmuş, kümelerden meydana geldiği tasavvur ediliyordu. 2. Kitle iletişim araçlarının, güçlü kamu veya özel (reklamcılar, siyasi partiler v.b.) kuru luşların maksatlarına göre davranışları et kilediği tasavvur ediliyordu . Frankfurt Okulu'na eleştirel bir yaklaşım olarak ortaya çıkan Etki Araştırmacıları; kitle iletişim araçlarının etkisinin bu ölçüde "anında" ve "tepkisel" olmadığını ispata yönelerek, kitle iletişim araçlarını kullananların pasif birer alıcı olmadığını, insanlar arası iletişimin bu etkilenme sürecinde insan davranışlarında belirleyici rolü bulunduğunu ve kitle iletişim araçlarının mesajı ile etkisi arasında doğrudan bir bağlantı kurulamayacağını ileri sürmüşlerdir. Her ne kadar Etki kuramcıları aynı ya da benzer mesajların, alıcı tarafından farklı biçimlerde alımlanabileceği ve algılanabileceği saptamasından hareket etseler de, yaklaşımların önemli özelliği şüphesiz "alıcı'nın" edilgen bir konuma sahip olduğunu kabul etmesi bir başka deyişle alıcıyı bir "edimci" (aktör) olarak konumlandırmasıdır. Kullanım ve Tatmin Modeli, kitle iletişim izleyicilerinin herhangi bir yayını birbirlerinden çok farklı şekilde yorumlayabileceğini ve yapımcının hiç planlamadığı sonuçları kendisi için çıkartabileceğini savunmuştur (Batmaz ve Aksoy 1995:19). Bu modele göre, insanlar kitle iletişim araçlarını ihtiyaçlarını gidermek için kullanırlar. Fleur'un Kültürel Normlar Modelinde, kitle iletişim araçları sadece bireyler üzerinde doğrudan etkide bulunmaz. Aynı zamanda kültürü, bilgi birikimini, bir toplumun norm ve değer yargılarını da etkiler. İzleyicilere kendi davranış biçimlerini belirlerken kullanabilecekleri bir dizi imaj, düşünce ve

değerlendirmeler sunar (Mc Quail ve Windahl 1997:115). Örneğin kişisel cinsel davranış alanında kitle iletişim sık sık ve çoğu kez amaçsız olarak neyin normal, neyin onaylanmış veya onaylanmamış olduğu konusunda görüş sağlar. Bu görüş böylelikle bireyler tarafından neyin normal veya doğru olduğuna ilişkin kendi kavramlarıyla birleştirilir. Etkiler genelde gönderenler tarafından amaçlanır; bunlar kısa süreli etkilerdir. Bireyin tutumsal, enformatif veya davranışsal, değişimleri ile ilgilidirler; göreceli olarak izleyiciye doğrudan ulaşırlar ( Mc Quail ve Windahl 1 997:1 16). Popüler Kültür ve Müzik Videoları (Klipler) Popüler Kültürün sözlük anlamı; bir toplumda yaygın biçimde paylaşılan, inançlar, pratikler ve nesnelerdir. Daha politik tanımıyla kitlelerin ya da bağımlı sınıfların kültürünü dile getirmekte kullanılan bir deyimdir (Mutlu 1995:279). Marshall (1998:591) ise, bazen kitle kültürü olarak da adlandırılan popüler kültürün, daha yaygın ve herkes için erişilebilir bir içeriğe sahip olduğunu ve esas işinin eğlence olduğunu vurgular. Popüler kültür ile ilgili farklı disiplinler tarafından yapılan tanımların ortak özelliği, popüler kültürün "halka ait" ve "yaygın" olma özelliklerini taşımasıdır. Yaygın olma özelliği ile popüler kültür, geniş anlamda bir gündelik yaşamın kültürü olarak tanımlanır. Belirli bir yaşam tarzının, ideolojik olarak yeniden üretilmesinin ön koşullarını sağlayan popüler kültür, böylece gündelik ideolojinin yaygınlaşma ve onaylanma ortamını da yaratmaktadır. Popüler olarak görünen veya sunulan, gerçekte dünyaya belli bir açıdan bakmanın ürünüdür ve halkı belli kurallara, görüşlere katılmayı teşvik etmektedir. Popüler kültür ürünlerinin hem başlı başına bir "sanayi" tarafından üretiliyor olması, hem de genç kuşaklar tarafından en kolay ulaşılan kültür ürünü kategorilerini oluşturması nedeniyle, bir


toplumun kültürel pratikleri açısından ayrıcalıklı yere sahiptirler. Toplumda egemen olan zihniyet ve değerlerin yaygınlaştırılması ya da yeniden üretilmesinde, dolaylı gibi gözüken, ancak bir o kadar da elverişli zemin oluştururlar. Popüler kültür ürünleri kültürel yeniden üretim bağlamında taşıdıkları mesajlar ve mesajların "etkileri" açısından önemlidirler (Eyüpoğlu ve Tanrıöver 2000:9). Popüler kültür ürünlerini seyreder, tartışır, hayaller kurarız. Sevdiğimiz artistlerin tükettiklerini tüketmeye çalışır; onların giydikleri, onların kullandıkları ev dekorları, mobilyaları, güzellik malzemelerini kullanır; üzüntüleri, sevinçleri ve eğlence biçimlerine özenir ve taklit ederiz. Böylece popüler kültür izleyicisi olarak, kendi sömürümüzü kendi arzumuzla devam ettiririz (Alemdar ve Erdoğan 1994:19). Kısacası, popüler kültür yaygın olan tanımında kullanıldığı gibi bir gündelik yaşam kültürü olur ve yediğimizden-giydiğimize, düşündüğümüzden-yaptığımıza kadar tüm yaşamımızı etkisi altına alır. Popüler Kültür ürünlerinden popüler müziğin özelliği, kişiyi yorucu tekrarında yakalaması ve etkisinin fiziksel olmasıdır. Tempo insanı ağlatıp içine dokunaklılık verir, gençleri dans ettiren, zıplatan şey müziğin durmadan tekrar eden vuruşları dinleyiciyi denetler. Kitle halinde üretilen müzik egemen ideolojiyi yayar. Bu müziğin üretim tekniği, bu müziğin statükoyla ortaklığını tasdik eder. Ticari müzik kişinin kapitalizm altındaki yaşama uymasını kolaylaştırır (Alemdar ve Erdoğan 1994:53).

Oysa, Türk televizyon dünyasında en fazla vurgulanan olgu şiddet (%62) ve suç'tur (%48). Sözlü ve fiziksel cinsellik % 59, (heteroseksüel ilişki %58 , sevgi sözleri ve görüntüleri % 35.9), ölüm % 33.3, alkol % 31.7 oranlarındadır. Kısmi çıplaklık %18.6 olurken; tam çıplaklık %4.5 olarak gerçekleşmektedir (Batmaz ve Aksoy 1995:86). Nitekim yapılan bir çalışmada; her gün bir süre televizyon izlediğini söyleyen 362 çocuktan % 20.7'si şiddete başvuran kahramandan rahatsız olurken, % 42'si hiç rahatsız olmadığını belirtmektedir (Bulgu 1995:176). Yine başka bir çalışmada; yayınlardaki şiddetten rahatsız olduğunu söyleyenlerin oranı %4.4 dür (Batmaz ve Aksoy:l 995:66). Şiddet içerikli yayınlardan bu kadar az rahatsız olunması bile, ciddi çalışmalar yapılması gerektiğinin ip uçlarını vermektedir. Kitle iletişim araçları mesajlarında, toplumun geleneksel kadın-erkek cinsel rol kalıplarının sürmesine de aracılık etmektedir. Kadın hoş ve anne (şampuan reklamı); erkek canlı, enerjik ve güçlü (araba reklamı) olarak belli stereotipleri pekiştirici işlev görmektedir. Kadınların araba reklamlarında yer alması ise çoğu zaman cinsel obje olarak kullanılması ile mümkün olabilmektedir.

Popüler kültür ürünlerinden yerli diziler ise, izleyicilerin kendilerine hem yakın buldukları, hem de yer yer özlem, gıpta ya da özenme duygularını harekete geçiren karakter ve öykülere yer vermektedir. (Eyüpoğlu ve Tanrıöver 2000:97).

Süregelen toplumsal roller ve cinsiyetçi bakış açıları, beğenilen reklamları bile cinsiyet temelinde ayrıştırmaktadır. Erkekleri güç, enerji ve etkenlik bağlamında ön plana çıkaran araba ve coca-cola reklamlarını erkekler; kadınları güzellik, masumluk ve cazibeleri ile sergileyen şampuan ve blue-jeans reklamlarını ise, kızlar daha cazip bulmaktadırlar (Bulgu 1995:249). Bu, kitle iletişim araçlarının, popüler kültür ürünleri aracılığıyla, hakim kültürel değerleri sürdürmeye yönelik işlevi üstlendiğinin açık bir kanıtıdır.

Televizyonlardaki karakterlerin çocuklar ve gençler tarafından taklit edildiği, model alındığı bilinmektedir. Özenilen bu kahramanların çoğunun şiddet kullanan kişiler olması olağandır. Çünkü, çocukların ve gençlerin bellekleri, televizyonda verilen mesajların doğruluğu ya da yanlışlığını ayırt edebilecek durumda değildir.

İlk müzik kanalı olan MTV 1981 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde yayına başlamıştır. Türkiye'nin ilk müzik kanalı ise, 1994 yılında yayına başlayan Kral TV dir. Bunu, 1995 yılında Number One ve diğerleri izlemiştir. Müzik videoları (klipler); popüler şarkıların tanıtılması amacıyla, müzik endüstrisi tarafından


üretilen ve bir şarkının söz dahil, müzikal unsurlarını görselleştiren bir formdur (Çelikcan 1996:60). Müzik videoları; içerisinde belli bir ideolojik görüşü barındıran güçlü görsellikleri ile izleyiciye yorum şansı veren, pembe dizi benzeri içerikleriyle tekrar tekrar izlenme şansı yaratırlar. Tekrar tekrar izlenme olasılığı da etkiyi artırmaktadır. Ayrıca, objeler o kadar hızlı geçer ki vücudun hangi bölümünün kullanıldığı anlaşılamaz ve yorum izleyiciye bırakılır. Müzik videolarının üretilmesi de başlı başına bir endüstri haline gelmiştir. Her gün saatlerce süren müzik yayınları, şarkıların kısa sürede eskimesine, yeni şarkı ve müzik videolarının üretilmesine yol açmaktadır. Müzik videoları; hangi mankenlerin nasıl rol alacağına ilişkin günler öncesinden başlayan ve seyircileri sabırsız bir bekleyişe yönelten reklam amaçlı yayınları, dudaklarımızı uçuklatan, telaffuz ederken zorlandığımız rakamlara mal olan bütçeleri ile müzik endüstrisine katkıda bulunmaktadır. Televizyonlar da kullanılan müzik videoları ise, hem kesintisiz yapılan yayınları masrafsız doldurmanın bir aracı, hem de genç izleyicileri ekran başına çekmenin bir yoludur. Ekran başına çekilen gençte kendisine yönelik yoğun bir ürün reklamı ile karşı karşıya kalmaktadır. Müzik videolarının tekrar tekrar yayınlanmasının nedeni şarkıyı ve şarkıcıyı tüketicilere benimsetmek ve ürünü satın almaya yöneltmektir.

vizyonunu seyrettiği görülmüştür. Gençlerin %62'si bilgilenme ve öğrenme, % 1 5'i zaman geçirmek, % 11 'i okul ve aile ile ilgili sorunlarından kaçmak ve % 8'i sosyal iletişim için MTV'yi seyrettiğini söylemiştir. Bilgilenme ve öğrenme için MTV seyreden gençlerin öğrenmeden kastettikleri şarkıcılar, şarkılar, tarzlar, yaşam stilleri, moda v.s, hakkındaki bilgileri almaktır. Bu çalışma, her ne kadar müzik televizyonlarının masum birer eğlence aracı olarak görüldüğüne bir kanıt olarak değerlendirse de, müzik videoları şarkıları, şarkıcıları ve onların sunduğu imajları yaymaya ve satmaya devam etmektedir. Alemdar ve Erdoğan (1994:52-53), özellikle 1980'lerin sonlarından beri video müziğinin yaygınlaşmasıyla birlikte imajlarda da saldırgan, şiddet kullanan vahşiliğin görüldüğünü, sakin, gerilimsiz, mutlu, anlayış, barış, dayanışma, sevgi, incelik, türü mesajları müzik videolarında bulmanın zor olduğunu, diğer yandan grup halinde, uyumlu, vahşi ve fasişt generaller gibi giysilere bürünmüş, sert hareketlerle dolu imajların müzik videolarına egemen olduğunu belirtirler. Şiddet içeren ürünlerin gösterilmesi kadar önemli bir diğer olgu da şiddetin sürekli seyredilerek olağanlaştırılmasıdır. Müzik videolarında şiddet ve saldırgan davranışlara oldukça fazla yer verilmektedir. Oysa araştırmacılar, bu tür şiddet içeren yayınların toplumda şiddet davranışlarının artmasına ve şiddetin olağanlaştırılmasına yol açtığına işaret etmektedirler.

Amerika Birleşik Devletlerinin Kaliforniya eyaletindeki bir okulda yapılan ve gençlerin neden MTV televizyonunu seyrettiğini araştıran bir çalışmada, gençlerin MTV televizyonunu seyretmesinin üç temel nedeni olduğu görülmüştür. Birincisi; gençler MTV televizyonunu bir eğlence aracı olarak algılamakta ve eğlenmek için seyretmektedirler. İkincisi; müzik ve görüntünün aynı anda olması genç izleyicilerin dikkatini çekmektedir. Üçüncüsü ise; şarkıların görsel yorumlanması nedeniyle, hakkında görsel bir fikir sahibi de olunan müziğin daha kolay anlaşılmasıdır ( Sun ve Lull 1986:124).

Amerika Birleşik Devletlerinde gerçekleştirilen ve müzik videolarındaki şiddet ve saldırganlığın araştırıldığı bir çalışmada, 166 müzik videosunun %56'sında şiddet içeren davranışlar bulunmuştur. Bu çalışmadaki saldırganların %73.3'ü erkek, %26.7'si kadın dır. Buna karşın kadın mağdurların oranı % 76.8, erkek mağdurların oranı ise, %23 dür. Müzik videolarının %3'ünde şiddet davranışı ölümle sonuçlanırken, video başına 2.86 oranında şiddet içeren görüntü bulunmuştur (Sherman ve Dominick 1986: 86-87).

Sun ve Lull (1986: 119), tarafından yapılan araştırmaya katılan gençlerin %80'nin MTV tele-

Bulgu tarafından (1995: 125) yapılan çalışmada, araştırmaya katılan çocukların % 23,6'sı "en


çok hangi tür programların kahramanlarına özenirsiniz ?" sorusuna en çok korku, şiddet ve gerilim türü filmlerin kahramanlarına özendiğini söylemiştir. Diğer popüler kültür ürünleri gibi müzik videolarının da ideolojiden ve ideolojik yeniden üretim sürecinden bağımsız olduğu düşünülemez. Müzik videoları, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretilmesinde de büyük role sahiptir. Müzik videoları yoluyla sunulan sembolik dünya, erkek egemen bir dünyadır. Bu ürünlerde, kadına dair geleneksel beklentilerin altı tekrar tekrar çizilmektedir. Bu ürünlerde kadın, daha çok eş ve anne rolleri içinde veya geleneksel olarak kadına uygun görülen rol, davranış ve eylemler içinde, çoğu zaman da kadın, cinselliğin nesnesi olarak sunulmaktadır. Böylece, Müzik videoları aracılığıyla kadın hakkındaki içkin değer ve inançlar onaylanmakta ve sürüp gitmesi sağlanmaktadır. MTV'de yayınlanan müzik videolarındaki duygu içeren davranış ve eylemleri tespite yönelik çalışmada; erkek karakterlerin kadınlardan daha maceracı, saldırgan, otoriter, aldatıcı ve sert oldukları; buna karşın kadınların hassas, bağımlı, ürkek ve bakıp koruyucu konumda gösterildikleri ve kadınların üçte birinin açık saçık giysiler giydikleri saptanmıştır (Seidman 1994:254). MTV televizyonunda yayınlanan müzik videoları ile ilgili bir başka çalışmada; Müzik videolarının % 75.9'unda cinsellik öğeleri bulunmuştur. Bunların %50'si flört etmek ve üstü kapalı dokunma, %20'si açıkça dokunma (okşamak, sıvazlamak), %10 sarmaş-dolaş olmak ya da kucaklamak, %13'ünde öpüşmek bulunmaktadır. Cinselliğin %70'i karşı cinsle, %26.4'ü aynı cinsle, %3'ü ise diğer geleneksel olmayan davranış biçimleri içinde görülmüştür (Sherman ve Dominick 1986:88-89 ). Kral TV'de yayınlanan müzik videolarıyla ilgili bir içerik çözümlemesi çalışmasında; 42 ana ve yan karakterden 32'sinin cinsel obje olarak kullanıldığı, kadın karakterlerin tamamına yakınının güzel, şık, bakımlı ve ideal vücut ölçülerinde olduğu görülmüştür. Yine aynı çalışmada şiddet, saldırganlık ve

pornografik unsurlara müzik videolarında yer verildiği görülmüştür (Günindi-Ersöz 2000:7-8). Aynı çalışmada, ana ve yan karakterlerin yaşadığı evler, bulundukları mekanlar, kullandıkları araç ve gereçlerin oldukça zengin görünümlü olduğu, bunun da alt sosyo- ekonomik düzeydeki insanlar için oldukça olumsuz algılanabileceği vurgulanmıştır. (Günindi-Ersöz 2000:7-8). Genel değerlendirme ve Sonuç Yapılan çalışmalar, insanların çoğunluğunun günde ortalama 4 saatten fazla televizyon seyrettiğini göstermiştir ( Batmaz ve Aksoy 1995, Bulgu 1995, Yalın 1998). Yine yapılan çalışmalarda televizyon izleyicilerinin çoğunluğunun televizyonu eğlence amaçlı veya boş zaman değerlendirme etkinliği olarak kullandığı görülmüştür. Bu kadar sık ve uzun süreli temas edilen bir aracın insanları etkilememesi, özellikle de çocukları ve gençleri etkilememesi düşünülemez. Hangi maksatla üretilirse üretilsin, popüler kültür ürünleri, toplum üzerinde olumlu olduğu kadar olumsuz etkiler de yaratmaktadır. Medya kuruluşlarının ticari kuruluşlar olması ve reyting endişesi düşünüldüğünde, bu etkinin yönünün olumsuz olduğunu kabul etmek gerekir. Yetişkinler olumsuz etkileri azaltabilirken ne yazık ki çocukların ve gençlerin bunu başarması zor olmaktadır. Ayrıca, kitle iletişim araçları sürekli aynı tür mesajlar ileterek, çocuk ve gençlere bilinçli seçme şansı da tanımamaktadırlar. Bu dönemin özelliği gereği, gerçeklik algısı televizyon tarafından sunulan üzerinden oluşmaktadır. Gerçek ile televizyon tarafından sürekli yenilenen mesajlar o yaş grubundaki gençler için oldukça kafa karıştırıcıdır. Böylece çocuklar ve gençler simgesel dünya ile gerçek dünya arasında ilişki kurmakta zorlanmakta, gerçekleri simgesel dünyada sunulan ile özdeşleştirmektedirler. Televizyon aracılığıyla iletilen masajların çoğunluğu; şiddet, saldırganlık, pornografi ve erotik mesajlar içermektedir. Yapılan araştırmalar, günde


ortalama 4-5 saat televizyon izleyen bir insanın, ortalama 40-50 şiddet mesajı ile karşılaşacağını göstermektedir (Yalın 1998:10). Bu mesajlar aracılığıyla toplumsal yaşamda şiddet olağanlaştırılırken, yine erkek egemen popüler kültür ürünleri, kadını geleneksel rolleri olan aile, ev işleri ve çocuk bakım görevlerini yaparken göstermekte, bir taraftan da geleneksel değer yargı ve tutumların devam etmesi sağlanmakta veya var olan değer yargıları pekiştirilmektedir. Her ne kadar gençler müzik videolarını müzik ve kısa film seyretmenin bir biçimi olarak görse de ( Sun ve Lull 1986:124), bu ürünlerde yaratılan simgesel dünya, gerçek dünyanın algılanışını etkilemektedir. "Bu Akşam Ölürüm" şarkısını ve müzik videosunu izledikten sonra intihar eden gençlerimiz halen hafızaiarımızdaki yerini korumaktadır. Yine, son günlerde herkesin söylediği "Depresyondayım" şarkısını kaç gencin dinleyip bunalıma girdiğini gazetelerden takip ediyoruz. Diğer yandan saldırganlık, şiddet, pornografi ve erotizm mesajlarının uzun süreli etkileri ise henüz uyuyan aslan durumundadır. Televizyon; çağdaş dünyada şiddetin nedeni olmasa da, pekala, şiddet davranışlarına katkıda bulunan bir etmendir. Tanımlayarak, boyutlarını büyütmektedir, vurgulayarak, abartmaktadır; tekrar tekrar göstererek özendirmektedir ( Yalın 1998:9). Diğer taraftan, erkek egemen bir dünya sunarak, kadın hakkında geleneksel yargı ve tutumları pekiştirmekte ve sürüp gitmesine neden olmaktadır. Yine müzik videolarının verdiği mesajlar, gençleri tüketime yöneltmektedir. Blue jeans, cep telefonu, kaset ve CD, spor ve güzellik malzemelerinin reklamlarının en çok müzik televizyonlarında yayınlanması da bir tesadüf değildir. Bu tür reklamlar gençlerin tüketim kalıpları üzerinde oldukça etkili olmakta, gençler bir taraftan marka tutkunu haline getirilirken, diğer taraftan fazla tüketime yönlendirilmektedir. Sonuç olarak; konu, multidisipliner bir yaklaşımla ele alınıp değerlendirildiğinde şöyle bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Psikiyatrist, psikolog, sosyal çalışmacılar ve çocuk gelişimciler çocukların ve gençlerin mesajlardan daha fazla etkileneceğini,

kitle iletişim araçlarının gerçeklik duygusu vererek gerçeğin algılanışını etkileyeceğini; sosyologlar kitle iletişim araçlarının çocuğun sosyalleşmesinde önemli bir yeri olduğunu, iletişimciler ve popüler kültür alanında çalışanlar ise bu ürünlerin mesajlarının egemen ideolojiyi yayma aracı olduğunu ve mesajlarının seyirci üzerinde mutlak etkisi olduğunu söylemektedirler. Farklı disiplinler tarafından yapılan çalışmaların ortak özelliği ise popüler kültür ürünlerinin şiddet, saldırganlık, erotizm ve pornografik unsurlar içerdiği ve bunların da etkilerinin kaçınılmaz olduğunu söylemeleridir. Müzik videolarının çocuklar ve gençler üzerindeki etkilerinin ortaya konulabilmesi ve mesajların çözümlenebilmesi amacıyla nicel ve nitel araştırmalar yapılması gerekmektedir. Çocuğun sosyalleşmesinden birinci derecede sorumlu olan ailelerin, çocukları ile birlikte televizyon seyretmesi, bu doğrultu da başta aileler ve gençler olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin bilinçlendirilip, bilgilendirilmesi gerekmektedir. Öğretmen, sosyal çalışmacı, psikolog ve gençlere hizmet sunan diğer meslek elemanlarına yönelik hizmet içi eğitim programlarında konunun vurgulanması, Radyo Televizyon Üst Kurulu'nun müzik televizyonlarını da denetlemesi akla gelebilen kısa vadeli çözüm önerileridir. Uzun vadede ise, ders kitaplarından cinsiyetçi kalıp yargıların çıkarılması, İletişim Fakültelerinin eğitim programlarında bu tür mesajların olumsuz yönlerine de yer verilmesi, kitle iletişim araçlarından şiddet, pornografik ve saldırganlık içeren mesajların ayıklanması amacıyla kitle iletişim araçları ile ilgili kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve toplumun tüm ilgili tarafları arasında koordinasyon ve eşgüdüm sağlanması yararlı olacaktır.


ODABAŞI.Y., 1999, Tüketim Kültürü Yetinen Toplumun

Kaynakça

Tüketen Topluma Dönüşümü, İstanbul.Sistem Ya-

ALEMDAR.K. ve ERDOĞAN,İ. 1994, Popüler Kültür ve İletişim, Ankara:Ümit Yayıncılık

yıncılık OSKAY.Ü., 1992, İletişim ABC'si, İstanbul: Simavi Yayınları

BATMAZ, V. ve AKSOY.A. 1995, Türkiye'de Televizyon ve Aile Ankara: Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları

ÖZBEK.M., 1994, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski İstanbu:İletişim Yayınları SEIDMAN.S., 1994, Müzik Videolarında Cinsiyet Rol Stereo

BOTTOMORE.T., 1989, Frankfurt Okulu (Eleştirel Kuram),

Tipleşmesine İlişkin Bir Araştırma, Çeviren.Mine

Çeviren: Ahmet Çiğdem, İstanbul Ara Yayıncılık

Gencel İletişim Gazi Üniversitesi, Sayı:1 -2,249-257

BULGU, N., 1995, Kitle İletişim Araçlarının Toplumsal Yapıya Olumsuz Etkileri ve Sapma Davranışları, H.Ü:Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara ÇELİKCAN.P., 1996

Müziği

Seyretmek,

Popüler

Müzik-Medya İlişkileri Açısından Müzik Videosu ve Müzik Televizyonu, Ankara:Yansıma Yayınları ERSÖZ-GÜNİNDİ, A., 2000, Popüler Kültür Ürünlerinden Müzik Videolarının Mesajlarına İlişkin Sosyolojik Bir İçerik Çözümlemesi, Eskişehir: Yayımlanmamış 3.Ulusal Sosyolojisi Kongresi Bildirisi ESİN.Ç., 1998, Bir Popüler Kültür Ürünü Olarak Müzik Videoları ve Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Yeniden Üretilmesi 4.Ulusal Kadın Çalışmaları Toplantısı "Kadın Sorunlarının Çözümüne Doğru Yöntem, Strateji ve Politikaları", İzmir:E.Ü.Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve Ege Kadın Araştırmaları Derneği yayınları KOZANOĞLU.C, 1992, Pop Çağı Ateşi, İstanbul.İletişim Yayınları MARSHALL.G., 1998, Sosyoloji Sözlüğü, Çevirenler Osman AKINBAY; Derya KÖMÜRCÜ, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları MCQUAIL,D. ve WİNDAHL,S., 1997, Kitle İletişim Modelleri, Çeviren:Konca Yumlu, Ankara:İmge Kitabevi MUTLU, E., 1995, İletişim Sözlüğü, Ankara:Ark Yayınevi Genişletilmiş ikinci Basım

SHERMAN, B.L. ve DOMINICK JOSEPH, Violence and Sex in Music Videos:TV and Rock'n Roll, Journal of Communication Vol.36.N.l SLATER.P., 1989, Frankfurt Okulu Kökeni ve Önemi Çeviren:Ahmet Özden, İstanbul:BFS Yayınları SUN, S. ve Lull, J., 1989, The Adolescent Audience for Music Videos and Why They Watch Journal of Communication Vol.36. TANRIÖVER,H. ve EYÜPOĞLU,A, 2000, Popüler Kültür Ürünlerinde Kadın İstihdamını Etkileyebilecek Öğeler, Ankara:Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları UĞURA, 1991, Yeni Teknoloji Videoclip Sanat Keşfedilmemiş Kıta, İstanbul İletişim Yayınları WOLTON,D., 1992, Televizyon ve Yaşam Biçimleridir Kimlik, Değişim ve Meşrulaştırma Faktörü (Der): Jean Marie Charon Medya Dünyası, Çeviren:Oya Tatlıpınar, Ankara:şim Yayınları YALINA, 1998, Televizyondaki Şiddet ve Müstehcenliğin Çocuk ve Aile Üzerindeki Etkisi, Ankara:Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı yayınları


Bir Kurum Hekimliğinin Tanıtımı ve İdeal Hekim Hasta İlişkisinin Uygulanması Sonucunda Hastanelere Sevk Edilen Hastaların Sayısındaki Değişim Yrd.Doç.Dr. Sencer Ozan TOKER

Özet Bu araştırmada, Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerine önemli katkılarda bulunan bir Kurum Hekimliği tanıtılmış, ve bu sağlık kuruluşunda sağlanan ideal hekim - hasta ilişkisinin hastanelere sevk edilen hasta sayısına olan etkisi ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu araştırma, tanımlayıcı tipte bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği isimli Kurum Hekimliği Polikliniği'ne başvuran hastaların tümü oluşturmuştur. Emniyet Başhekimliği'nin her türlü fiziki imkanlarında ve teknik yapısında 1993, 1994 ve 1995 yıllarında herhangibir değişiklik olmamıştır. 1994 ve 1995 yıllarında belirlenen bir protokol çerçevesinde ideal düzeyde hekim - hasta ilişkisi kurularak hizmetler yürütülmüştür. 1993 yılında bu uygulama yapılmamıştır. Bu araştırmada oluşan verilerin istatistiksel analizleri sırasında ise " Bağımsız Gruplarda İki Yüzde Arasındaki Farkın Önemlilik Testi" uygulanmıştır. Kurum Hekimliklerinin de verdikleri sağlık hizmet leri çağdaş düzeyde olmalıdır. Bu kurumlarda, tek başına ideal bir hekim - hasta ilişkisinin uygulanması bile, bi rinci basamaktan ikinci basamağa (hastanelere) sevk olan hastaların sayısını azaltmaktadır. Emniyet Başhekimiiği'nde de bu azalma istatistiksel olarak anlamlı bir şekil de gözlenmiştir. Çalışmayı yaptığımız bu kurumda, 1994 yılındaki hasta sevk oranı, 1993 yılına göre % 5,5 azal mıştır ( t = 1 5,27 ) ( p < 0,01 ). 1 995 yılında da hasta sevk oranı yine 1993 yılına göre % 5,0 azalmıştır (t = 15,15 ) ( p < 0,01 ). Her iki sevk oranındaki azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Kurum hekimliği, sağlık hizmetleri, hekim - hasta ilişkisi.

(*)

Ege Üniversitesi, Ödemiş Sağlık Yüksekokulu Öğretim Üyesi

Summary Introduction of an Occupational Health Center and the change at the number of patients who are sent to Hospitals af ter the applîcation of İdeal Doctor - Pat/en t Relationship This study has been designed to introduce an Occupational Health Center which have been giving support to Primary Health Services. And also, it was designed to find out the effect of ideal doctor - patient relationship to the number of the patients who have been sent to hospitals (Secondary Health Units). This research has been designed as a descriptive study. Data were collected from ali of the patients who had come to the policlinics of İzmir Security Department Health Center in 1993, 1994 and 1995. İn these years, the re have been no change at the technical and physical conditions of this health center. İn 1994 and 1995, health service s were given by means of an ideal doctor - patient relationship which had been designed by the help of a spesific protocol. İn 1993, routine health services were given without ideal doctorpatient relationship. Statistical analyses of this study were made by us İng "T test". Health services given by the occupational health units should be at the comtemporary level. Even alone, application of ideal doctor - patient relationship at these units, will reduce the number of patients who are sent to secondary health units (hospitals). This fa et has been proved by means of this study which has been designed and performed at Health Center of İzmir Security Department. İn 1994 and 1995 the re have been statistically significant reduetions at the number of patients who have been sent to hospitals when compared with 1993. İn 1994, the reduetion was 5.5 percent (965.5) when compared with 1993 (t = 15,27) (p < 0,01). İn 1995, the reduetion was 5.0 percent ( % 5.0 ) when compared with 1993 (t = 15,15) (p < 0,01). Key Words: Occupational health, health services, doctor - patient relationship.


Giriş ve Genel Bilgiler Günümüzde sağlık kavramının tanımlanması, çağdaş anlayışlara uygun şekilde şöyle yapılmaktadır; Sağlık, yalnızca hastalık veya sakatlığın bulunmaması demek olmayıp, fiziksel, mental ( ruhsal moral) ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir (1). Sağlığın çağdaş tarifine uygun olarak, bireysel bazdan başlayıp toplumsal düzeye ulaşan sağlık hizmetlerinin, başarılı ve etkili bir şekilde verilmesi gereklidir. Bu kapsamda Sağlık Hizmetleri kavramını da açıklamak gereklidir. Sağlık Hizmetleri dediğimizde, genel olarak sağlığın korunması ve hastalıkların tedavisi için yapılan çalışmaları anlarız. Günümüz tıp anlayışına göre Sağlık Hizmetleri aşağıdaki biçimde sınıflandırılabilmektedir (1) (2): 1) Koruyucu Hekimlik hizmetleri a) Çevreye Yönelik Hizmetler: b) Kişiye Yönelik Hizmetler: - Bağışıklama ve ilaçla koruma - Beslenmeyi düzenleme - Hastalıkların erken tanı ve tedavisi - Aşırı doğurganlığın kontrolü - Kişisel hijyen - Sağlık eğitimi 2) Tedavi Hizmetleri a) Kendi kendine bakım: Hastanın ev ilaçları veya eczaneden alınan ilaçlarla kendisi veya yakınları tarafından tedavisi. b) Birinci basamak tedavi hizmeti: Hastanın ilk başvurduğu hekim veya diğer sağlık personeli tarafından evde ve ayakta bakımı. c) İkinci basamak tedavi hizmeti: Bölge veya Devlet Hastaneleri gibi kurumlarda verilen tedavi hizmetleri. d) Üçüncü basamak tedavi hizmeti: Yüksek hekimlik teknolojisinin kullanıldığı merkezlerde verilen tedavi hizmetleri.

3 ) R e h a b i l i t a s y o n H i z m e t l e r i ( 2 ) Bu bilgilerin ışığında, kurum hekimliğinin hem koruyucu hem de tedavi edici sağlık hizmetlerinin bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. Yatay sağlık örgütlenmesi modeline uyum sağlayan ( bir nevi sağlık ocağı gibi çalışabilen ) kurum hekimliklerinin, toplumsal bazda daha başarılı sağlık hizmetleri sunabileceği inkar edilemez bîr gerçektir. Kurum hekimliği hizmetleri kapsamında genelde şu hizmetler sunulabilir: 1) Bağışıklama; Sağlık Bakanlığı kurumları ile koordinasyon kurularak uygulanabilir. 2) Genel sağlık, beslenme, aile planlaması, çeşitli hastalıkların anlatılması, sağlığın korunması ve benzeri konularda sağlık eğitimi çalışmalarının yapılması. 3) Hastalıkların erken tanı ve tedavisi. 4) Kuruma başvuran hasta olsun veya olmasın her bireyle iyi bir iletişim kurmak, onların sağlık sorunlarını çözmeye çalışmak, kişi lere sağlık danışmanlığı hizmeti sunmak. 5) Tanı ve tedavide bazı pratik, uygulanması kolay tetkik yöntemlerinin kullanılması. 1961 yılından beri hizmet vermekte olan İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği, yukarıda sayılan hizmetlerin beşinci maddede yazılı olanların dışında ilk dördünü, başvuran emniyet çalışanlarına, onların bakmakla yükümlü oldukları kişilere, ve emeklilerine sunmaktadır. Biri başhekim olmak üzere toplam üç hekim, iki hemşire, bir idari memur, bir hizmetli ve bir şoförden oluşan kadroyla ilgili sağlık hizmetleri sunulmaktadır. Emniyet Başhekimliği, İzmir Emniyet Müdürlüğü'nün Konak'taki Merkez Hizmet Binası'nın zemin katında bulunmaktadır (3). Başhekimlik ünitesinin yakınında tüm Ege Bölgesi emniyet mensuplarına hizmet veren Bölge Polis Polikliniği isimli bir polis dispanserinin mevcudiyeti, ve burada tetkik imkanlarının bulunması sebebiyle, Başhekimlik bünyesinde verilen sağlık hizmetlerinde çeşitli tetkik yöntemlerinin kullanılmasına gerek görülmemiştir.


Ayrıca, Emniyet Başhekimliğinin ikinci basamak sağlık kurumlarına sevk oranı da oldukça yüksek seyretmektedir. Bu sevk oranının yüksekliğinin en önemli sebebi Emniyet mensupları, onların yakınları ve emeklilerinin sayılarının çok fazla olması ( İzmir İli dahilinde yaklaşık seksen bin kişi ) ve bu kişilerinin önemli bir kısmının İzmir periferine doğru dağınık bir şekilde yerleşik bulunmalarıdır. Bu kişilerin İzmir'in tam merkezi olan Konak'taki Emniyet Başhekimliği'ne gelmeleri bazen güç olmakta ve böylece kendilerine daha yakın konumda olan diğer sağlık kurumlarına ( semt polikliniklerine, devlet ve üniversite hastanelerine vb... ) başvurmaları söz konusu olmaktadır. Bu durumda mecburi olarak bazı şevklerin kurum hekiminin insiyatifi dışında, tanı ve tedavi başladıktan sonra sadece yasal formalitelerin yerine getirilmesi açısından yapılması gerekmektedir. Bu tür sevk oranlarının her yıl başvuran tüm hastaların yaklaşık yüzde otuzu ( % 30'u ) kadar olduğu geçmiş yıllardaki çalışma raporlarından izlenmektedir. Tüm yukarıda sayılan görevlerin yanısıra, Emniyet Başhekimliği tarafından bazı durumlarda, yasal olarak zorunlu görevler kapsamında olmamasına rağmen, tamamen bir insanlık görevi olarak, Emniyet Müdürlüğü Binası'nda geçici süreyle gözlem altına alınmış bireylere de tanı ve tedavi hizmeti verilebilmektedir. Hapishanelerde ve/veya gözlem altındaki kişilerde belirli halk sağlığı sorunları ve hastalıklar görülebilmektedir; örneğin: çeşitli enfeksiyonlar ( solunum yolları enfeksiyonları, enteritler vb. ), travmaya ve şiddete bağlı patolojiler, tüberküloz, HIV / AİDS, hepatitler, ruhsal bozukluklar, intihar girişimleri vb. Bu tür hastalık ve rahatsızlıklar özellikle gözlem süresi ve hapishanede kalış süresinin artmasına paralel olarak daha sık görülmektedirler. Bu grupların tıbbi bakım talepleri de daha özel bir sağlık hizmeti verilmesini gerektirmektedir (4). Türkiye'mizde ise özellikle gözlem altındaki kişilere verilebilecek sağlık hizmetlerinde bir belirsizlik, karışıklık söz konusudur. Daha çok da sempatik ikmal yoluyla hastalara yardımcı olunmaya çalışılmaktadır.

Gereç ve Yöntem Bu araştırma, tanımlayıcı tipte bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında İzmir Emniyet Başhekimliği isimli Kurum Hekimliği Polikliniği'ne başvuran hastaların tümü oluşturmuştur. Emniyet Başhekimliği'nin her türlü fiziki imkanlarında ve teknik yapısında 1 993, 1 994 ve 1 995 yıllarında herhangibir değişiklik olmamıştır. Bu yıllar arasında hizmet açısından tek bir faktör ön plana çıkarılmış, ve sadece bu faktörün etkisiyle hastaneye sevk edilen hastaların sayısının azalıp azalmayacağı incelenmiştir. Bu faktör, ideal bir hekim - hasta ilişkisinin oluşturulup uygulanmasıdır. Bu yöntem 1993 yılında uygulanmamış, 1994 ve 1995 yıllarında ise uygulanmıştır. Başhekimlik bünyesinde uygulanan " İdeal Hekim - Hasta İlişkisi " modelinin kapsamında yapılanlar şu şekilde gerçekleşmiştir: 1) Hastanın verdiği anamnez çok dikkatli ve detaylı bir şekilde alınmıştır. 2) Hastanın sağlığıyla ilgili çeşitli endişeleri ve korkuları giderilmeye çalışılmıştır. 3) Hastaya yeterli zaman ayrılmıştır ( ortalama 15 - 20 dakika). 4) Hastaya sıcak davranmak gereği ihmal edilmemiştir. ( Örneğin; hasta öncelikle ra hatça oturtulmuş, kendisine ismi ile hitap edilmiş, güleryüz gösterilmiş, hastaya karşı duyarlı bir yaklaşım sağlanmıştır. ) 5) Anamnez alınırken ve muayenenin her aşamasında hastayla konuşulmuş, gereken açıklayıcı bilgiler verilmiş, hastanın soruları yanıtsız bırakılmamıştır. 6) İleri tetkik ve tedavi gerektiren, birinci ba samak kapsamında tanı ve teşhise gidile meyen durumlarda, durum hastaya açıkça söylenmiş, " Öncelikle Hastaya Zarar Ver meme " prensibi ön plana alınmıştır. 7) Tedavi ve benzeri sağlık uygulamalarının yapılması gereken durumlarda hastadan tıbbi kurallara uygun olacak şekilde bizzat yardımı ve katkısı istenmiştir.


8) Mümkün olduğunca en uygun, en ucuz şekilde reçete düzenlenmiş, gereksiz tanı ve tedavi yöntemlerinden uzak durulmaya çalışılmıştır (5,6,7) Yukarıda belirtilen sekiz maddeyle, uygulanmış olan ideal hekim - hasta ilişkisi modelinin ana hatları ortaya konmuştur. Bu modelin geliştirilmesi ve uygulanması sürecinde, halk sağlığı uzmanı olan yazar, Bölge Polis Polikliniğinde sözleşmeli olarak çalışan bir psikiyatri uzmanı ve Ege Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışan bir sosyolog tarafından oluşan bir eğitici ekip kurulmuştur. Bu ekip Başhekimlik doktorlarına ideal hekim - hasta ilişkisi hakkındaki teorik bilgileri, 1993 yılının Aralık ayının ikinci haftasında vermiştir. Hafta içinde mesai saatlerinden sonra (saat 17:00 ila 19:00 arasında), üç gün boyunca, ikişer saatlik üç ayrı seansta ilgili eğitim verilmiştir. Ayrıca haftasonu tatiline denk gelen bir Cumartesi günü, Başhekimlik personeli (doktorlar, hemşireler, memur ve hizmetli) İzmir'deki Polisevi toplantı salonunda konuyla ilgili toplantıya çağrılmışlardır. Bu toplantıda hekim dışı personele, uygulanacak olan ideal hekim - hasta ilişkisi konusunda bazı bilgiler, Başhekimimiz ve Yazar tarafından aktarılmıştır. İdeal hekim - hasta ilişkisinin oluşturulması sürecinde sağlık kurumunda çalışan hekim dışı tüm çalışanların da önemli rolleri olduğu gerçeği bir kez daha ortaya konmuş ve ilgili kişiler olumlu yönde motive edilmişlerdir. Hekimlerin konuyla ilgili eğitim süreçlerinde, eğitici ekip kendi uzmanlık alanları çerçevesinde gerekli teorik bilgileri aktarmışlardır. Eğitim sırasında sözlü aktarımlar yapılırken konuyla ilgili saydamlardan ve slaytlardan yararlanılmıştır. Yapılan sözlü sunumların birer örneği yazılı olarak da katılımcılara verilmiştir. Hemşire arkadaşların yardımıyla role playing tarzında hekim - hasta ilişkileri hakkında olumlu ve olumsuz senaryoları içeren beşer dakikalık canlandırmalar gerçekleştirilmiştir. Her eğitim seansının sonunda yarım saatlik soru ve tartışma bölümü ayrılmıştır.

Cumartesi günü tüm personelin mevcut olduğu toplantıda, ideal hekim - hasta ilişkisi modeli konusunda yapılan eğitimin genel değerlendirmesi sözlü olarak yapılmıştır. Söz konusu eğitim katılımcılar tarafından çok ilginç ve başarılı bulunmuştur. Yapılan bu çalışma sırasında, eğitim alan Başhekimimiz 30 yıllık, diğer hekim arkadaşımızdan biri 15 ve diğeri ise 17 yıllık hekimlerdir. Hem eğitici hem de eğitim alan konumunda olan yazar ise 5 yıllık hekimdir. Verilen bu eğitim gerek içeriği gerekse kullanılan yeni eğitim teknikleri sebebiyle tüm katılımcıların azami düzeyde ilgisini çekmiştir. Bu eğitim süreci sonunda, İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'nde uygulanmaya başlanan "İdeal Hekim - Hasta İlişkisi" Modeli tüm Başhekimlik personeli tarafından benimsenmiş ve 1994 ila 1995 yıllarında hiçbir taviz verilmeden uygulanmıştır. Bu araştırmada oluşan verilerin istatistiksel analizleri sırasında ise " Bağımsız Gruplarda İki Yüzde Arasındaki Farkın Önemlilik Testi ( T testi ) " uygulanmıştır (8 ) Bulgular İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993 yılında toplam 37169, 1994 yılında toplam 34904 ve 1995 yılında ise toplam 45205 hasta başvurusu olmuştur. 1 993, 1 994 ve 1 995 yıllarında yapılan tüm hasta başvuruları değerlendirildiğinde değişik sonuçlar elde edilmiştir. Bu sonuçlara göre her üç yılda da en çok hasta başvurusu Emniyet Kadrosunda fiilen çalışanlar tarafından olmuştur. Bunları çalışanların yakınları ve emniyet emeklileri izlemiştir ( Tablo 1 ). Yapılan hasta başvurularının çoğunluğu erkekler tarafından yapılmıştır ( Tablo 2). Yine her üç yılda yapılan tüm hasta başvuruları değerlendirildiğinde, en çok 35 - 44 yaş grubunda, en az ise 65 ve üstü yaş grubunda hasta başvuruları olduğu anlaşılmıştır ( Tablo 3 ).


Tablo 1. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993, 1994 ve 1 995 yıllarında yapılan hasta başvurularının hastaların çalışma durumlarına göre dağılımı 1993 Yılı Sayı Fiilen çalışanlar

Yüzde (* )

1994 Yılı Sayı

Yüzde ( * )

1995 Yılı Sayı

Yüzde ( * )

22673

61

20942

60

28479

63

Emniyet emeklileri

5947

16

5236

15

6781

15

Çalışanların yakınları

8549

23

8726

25

9945

22

37169

100

34904

100

45205

100

Toplam hasta başvurusu

( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler.

Tablo 2. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993, 1994 ve 1995 yıllarında yapılan hasta başvurularının hastaların cinsiyetlerine göre dağılımı 1993 Yılı

1994 Yılı Sayı

1995 Yılı

Sayı

Yüzde ( * )

Yüzde ( *)

Sayı

Yüzde ( * )

Kadın

13381

36

13613

39

18534

41

Erkek

23788

64

21291

61

26671

59

Toplam hasta başvurusu

37169

100

34904

100

45205

100

( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler. Tablo 3. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993, 1994 ve 1995 yıllarında yapılan hasta başvurularının hastaların yaş gruplarına göre dağılımı 1993 Yılı Sayı

1994 Yılı Yüzde ( * )

Sayı

1995 Yılı Yüzde ( * )

Sayı

Yüzde (*)

1 5 - 24 yaş arası

6691

18

5934

17

6781

1 5

2 5 - 3 4 yaş arası

7805

21

7679

22

9041

20

3 5 - 4 4 yaş arası

10036

27

8726

25

12205

27

45 - 54 yaş arası

5575

15

4887

14

7685

17

55 - 64 yaş arası

3717

10

4188

12

4973

11

65 yaş ve üstü

3345

9

3490

10

4520

10

34904

100

45205

100

Toplam hasta başvurusu

37169

100

( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler. Not: Emniyet Başhekimliğine 1 5 yaşın altındaki hastaların başvurusu kabul edilmemektedir. Bu hastalara Bölge Polis Polikliniği'ndeki Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanları hizmet vermektedir.


edilmiş, 1 2329 tanesi ise ( % 35,3 ) sevk edilmiştir ( Tablo 4). 1995 yılındaki toplam hasta başvurusu 45205 olmuş, bu başvurulardan 29032 tanesi ( % 64,2 ) kurumda tedavi edilmiş, 16173 tanesi ise ( % 35,8 ) ise sevk edilmiştir ( Tablo 5).

İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne, 1993 yılında 37169 hasta başvurusu olmuş, baş vuruların 22013 tanesi ( % 59,2 ) bizzat kurumda tedavi edilmiş, 1 5 1 5 6 tanesi ( % 40,8 ) ise ikinci basamağa ( hastaneye ) sevk edilmiştir ( Tablo 4). 1994 yılında, 34904 hasta başvurusu olmuş, baş vuruların 22575 tanesi ( % 64,7 ) kurumda tedavi

Tablo 4. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993 ve 1994 yıllarında yapılan hasta başvurularının tedavi edilen ve sevk edilen hastalara göre dağılımı 1993 Yılı Sayı

Yüzde ( * )

1994

Yılı

Sayı

Yüzde ( * )

Tedavi edilen hastalar

22013

59,2

22575

64,7

Sevk edilen hastalar

15156

40,8

12329

35,3

Toplam hasta başvurusu

37169

100,0

34904

100,0

( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler. ( t = 15,27 )

( p < 0,01 )

Tablo 5. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993 ve 1995 yıllarında yapılan hasta başvurularının tedavi edilen ve sevkedilen hastalara göre dağılımı 1993 Yılı Sayı

Yüzde (*)

1995

Yılı

Sayı

Yüzde ( * )

Tedavi edilen hastalar

22013

59,2

29032

64,2

Sevk edilen hastalar

15156

40,8

16173

35,8

Toplam hasta başvurusu

37169

100,0

45205

100,0

( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler. ( t = 15,15 )

( p < 0,01 )

1 994 yılında hasta sevk oranı 1 993 yılına göre % 5,5 azalmıştır ( t = 1 5,27 ) ( p < 0,01 ). 1 995 yılında da sevk oranı yine 1993 yılına göre % 5,0 azalmıştır ( t = 1 5,1 5 ) ( p < 0,01 ). Her iki sevk oranındaki azalma istatistiksel olarak anlamlıdır. 1995 yılında, 1994 yılına göre görülen sevk oranındaki % 0,5'lik artış istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır ( t = 1,48 ) ( p > 0,05 ). Oysa,

1995 yılında 1994 yılına göre tedavisini Kurum Hekimliği'nde yaptırmak isteyen ve sevk istemeyen hastaların başvuru sayısında oldukça fazla bir artış olmuştur. Bu sayı 1994 yılında 22575 iken, 1995 yılında ise 29032 olmuştur. Uygulanan ideal Hekim - Hasta İlişkisi modelinin bu artışta rolü olduğu ifade edilebilir ( Tablo 4) ( Tablo 5) ( Tablo 6).


Tablo 6. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1994 ve 1995 yıllarında yapılan hasta başvurularının tedavi edilen ve sevk edilen hastalara göre dağılımı 1994 Yılı

1995

Yılı

Sayı

Yüzde ( *)

Sayı

Yüzde ( * )

Tedavi edilen hastalar

22575

64,7

29032

64,2

Sevk edilen hastalar

12329

35,3

16173

35,8

Toplam hasta başvurusu

34904

100,0

45205

100,0

( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler. ( t=

1,48 )

( p > 0,05

Tartışma ve Sonuç

zmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği isimli Kurum Hekimliği'nde, İdeal hekim - hasta ilişkisinin uygulanmadığı 1993 yılı ile uygulandığı 1994 ve 1995 yılları karşılaştırıldığında, 1994 yılında 1993'e göre; ve ayrıca, 1995 yılında 1993'e göre, ikinci basamağa (hastaneye) olan hasta şevklerinin oranlarında istatistiksel olarak anlamlı azalmalar görülmüştür (Tablo 4) (Tablo 5). 1995 yılında ise, 1994 yılına göre, sevk oranında görülen çok az artış, istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (Tablo 6). 1993 yılında, ideal hekim - hasta ilişkisi modeli uygulanmadan önce, hekim başına günde ortalama 22 hastaya tanı ve tedavi hizmeti verilirken; 1994 yılında hekim - hasta İlişkisinin ideal şartlarda uygulandığı dönemde, hekim başına günde ortalama yine 22 hastaya hizmet verilmiş olmasına rağmen, hastaneye sevk oranında anlamlı bir azalma olmuştur. Yine aynı modelin uygulandığı 1995 yılında ise hekim başına günde ortalama 29 hastaya hizmet verilmiş olmasına rağmen, hastaneye sevk oranında 1994 yılına göre anlamlı bir artış olmamıştır. Hasta - hekim ilişkileri daha iyiye gittikçe ve ideal şartlara ulaştıkça, birinci basmak sağlık kurumu gibi çalışmakta olan Emniyet Başhekimliği'nden, ikinci basamak sağlık kurumlarına yapılan şevklerde anlamlı azalmalar saptanmıştır.

Böylece, hastalar daha süratle, zaman kaybı olmaksızın, daha az mali kaynak harcanarak ve daha az iş gücü kaybıyla tedavi edilebilmiştir. Ayrıca, ikinci basamak sağlık kuruluşlarının ( hastanelerin ) iş yüklerinin azalmasına yardımcı olunmuştur. Hastalığın teşhis ve tedavisindeki başarıda, ideal şartlarda oluşturulan hekim - hasta ilişkilerinin çok önemli bir rolü olduğu Dünya'daki çeşitli araştırmaların sonucunda anlaşılmıştır. Diabet, hipertansiyon, kalp hastalıkları ve benzeri birçok kronik hastalıklarla, psikosomatik ve psikiyatrik hastalıkların tedavilerinde ideal bir hekim - hasta ilişkisinin kurulmasının, sonraki tedavi sürecini olumlu yönde etkilediği günümüzde bilimsel olarak kanıtlanmıştır. İdeal şartlarda, hekim tıbbi bilgisini kullanarak hastasına yardımcı olurken, hasta da aktif olarak kendi tedavisine katılmalıdır. Hem hekimin hem de hastanın karşılıklı olarak birbirlerini olumlu yönde etkilemeleri ve iletişim kurmaları çok önemlidir. Fakat ideal bir hekim - hasta ilişkisinin kurulması sürecinde karşılıklı saygıdan da ödün verilmemelidir, ciddiyetten uzaklaşılmamalıdır ( 5, 6 ). İşte bu şartlar çerçevesinde geliştirilen ideal hekim - hasta ilişkileri özellikle birinci basamaktan ikinci basamağa olan sevklerde anlamlı azalmalar sağlamaktadır. Bu durum hem ülkemiz hem de diğer ülkelerde yapılan çeşitli çalışmalarda ortaya konmuştur. Hastaların tedavilerinin birinci basamak sağlık kurumlarında gerçekleşmesi sürecinde, sevk oranlarının da azalmasıyla, ikinci basamağı


oluşturan sağlık kurumlarının ( hastanelerin ) iş yükü azalmakta, sağlık sektörü açısından verimlilik artmakta, genelde sağlık hizmetlerinde belli oranda bir maliyet azalması sağlanmakta ve hastalar açısından zaman kayıpları asgari düzeylere inmektedir (5,9,10).

Kaynaklar

Sağlığın çağdaş tarifine uygun olarak bireysel bazdan başlayıp toplumsal düzeye ulaşan sağlık hizmetlerinin, başarılı ve etkili bir şekilde verilmesi gereklidir. Bu aşamada Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri'nin sunumunda, Sağlık Evleri, Sağlık Ocakları ve benzerlerinin yanısıra, iyi çalışan Kurum Hekimlikleri ile İşçi Sağlığı Merkezleri'ne de önemli görevler düşmektedir. Kurum Hekimliği'nin, Birinci Basamaktaki önemini inkar etmeden, bu hekimliklerin işlevlerini çağdaş düzeye getirmek gereklidir. Bu aşamada, bu kurumlarda ideal hekim - hasta ilişkisininin uygulanmasının bile tek başına bu kurumların işlevlerini arttırdığı ve hastanelere sevk olan hastaların sayısını azalttığı bu çalışmamızla bir kez daha ortaya konmuştur.

1. Velicangil S. Koruyucu ve Sosyal Tıp. İstanbul: Filiz Kitabevi;

Kurum hekimliği bazında verilen sağlık hizmetlerinde, iyi bir hekim - hasta ilişkisinin kurulmasıyla, ikinci basamağı oluşturan sağlık kurumlarının ( hastanelerin ) yükünde anlamlı düzeyde bir azalma söz konusu olacaktır. Bu durum da, halkımıza sağlık hizmetlerinin sunumu aşamasında çok olumlu gelişmelere ve iyileşmelere sebep olacaktır.

8. Saunders BD, Trapp RG. Basic and Clinical Biostatistics.

1980: 1. 2. Fişek NH: Halk Sağlığı'na Giriş. Ankara: Hacettepe Üniversitesi - Dünya Sağlık Örgütü Hizmet Araştırma ve Araştırıcı Yetiştirme Merkezi Yayını, No:2; 1983: 4-6. 3. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliğinin 1993 - 1994 ve 1994 - 1995 yılları karşılaştırmalı çalışma ve genel değerlendirme raporları. 4. Weisbuch JB. Prison Health. İn: Last JM., Wallace RB (eds). Public Health & Preventive Medicine. Connecticut, U.S.A.: Appleton & Lange Publication; 1 992: 11 60. 5. Speedling EJ, Rose DN. Building an effective doctor - patient relationship;

from

patient

satisfaction

to

patient

participation. Soc Sci Med, 1985; 21 ( 2 ): 11 5 - 20. 6. Toker SO. Hekimler ve hastalar arası iletişim - etkileşim. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Dergisi, 1994; 4 ( 3 ): 8 - 9. 7. Tuckett D. An Introduction to Medicai Sociology. London: Tavistock Publications; 1986: 190. Connecticut, U.S.A.: Appleton & Lange Publication; 1990. 9. Güler Ç. Sağlıkta iletişim. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Dergisi 1992; 2: 21-4. 10. Kasapoğlu A. Hekim hasta ilişkisi ve uygulama davranışı. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Dergisi 1991; 1: 23-6.


Akraba Evliliğinin Kültür Birikiminde Ve Toplum Hayatındaki Bazı Görünümleri : Dil, Din Ve Tıp • Dr. Dursun AYAN (Uzman) • Rahime BEDER-ŞEN (Uzman) • Semra YURTKURAN (Uzman) Gülsen ÜNAL (İstatistikçi)

Özet Akraba evliliği olgusu tıp alanındaki çalışmalar ile bir sorun olarak kendinî gösterse de, aslında kökleri tarihîn erken dönemlerine gitmektedir. Dil, din ve gündelik hayat pratiklerinin kültürel geri planında akraba, akrabalık, kanbağı ve evlilik kavramları hem birlikte hem de ayrı ayrı olarak vardır. Bu makalede akraba evliliği kavramı, bu olgunun çağcıl önemi açısından, bazı görünümleri ile ele alınmıştır. Ayrıca okuyucu ve araştırmacılar için küçük bir kaynakça verilmiştir.

Summary Some Appearances of Consanguineous Marriage at Cultural Accumulation and Societal Life: Language, Religion and Medicine. Hovvever, consanguinity have shovvn itself as a problem with in studies at medicine, as a matter in fact, its roots have been going to early period of history. Kin, kinship, consanguinity and family concepts have been in cultural backgraund of language, religion and everyday life practices as a unity and also with combination of each others. İn this article consangeneous marriage concept studied with its some appareances because of its importance in modern age. And a brief bibliographical list is given for readers and researchers.

Bu yazı Aile Araştırma Kurumu Başkanlığınca yapılan Akraba Evliliğinin Kültürel Nedenleri-Ankara Örneği adlı çalışmanın birinci kısmına dayanmaktadır. Söz konusu çalışmanı danışmanlığını Prof. Dr. Ergül Tunçbilek yapmıştır. Konuyu tamamlayıcı olması bak ımından bkz. Ayan, D., R. Beder-Şen, G. Ünal, S. Yurtkuran"Ankara'da Akraba Evliliği", Aile ve Toplum, cilt. 1, sayı. 4, (s. 7-25). Yazının bütünlüğü için yukarıda belirtilen çalışmadaki bazı bilgiler tekrarlanmıştır.


maktadır.2 Ancak hısım kavramına ayrıca deyinmek gerekir. Konu Akraba evliliği, olgusu, tıp bilimlerindeki çalışmaların ilerlemesiyle birlikte, toplumun gündeminde daha çok ilgilenilen bir konudur. Akraba evliliği, aslında, kökleri tarihte olan olgu olduğu için kültürel hayattaki görünümleri dilde, edebiyatta, halk biliminde oldukça yaygındır. Beşerî bilimlerin konuları, yapıları nedeniyle, diğer bilimlerin ve teknolojilerin konularıyla ortak alanlar oluşturabilmekte, yeni disiplinler ortaya çıkmaktadır. Akraba evliliği bağlamında da durum böyle bir görünüm sergilemekte, tıp sosyolojisi, tıp antropolojisi gibi alanlar şekillenmektedir. Tıp bilimleri, akraba evliliğinin sakıncalarına deyinse de, Türkiye'de ve diğer bazı kültürlerde akraba evliliğinin uzunca bir süre daha geçerli olacağını hesaba katmak gerekir. Akraba evliliği doğrudan "akraba", "aile" olguları ile ilgilidir, bu konulardaki tanımlar, yaklaşım biçimleri dil dünyası zenginliği ile bilimsel akıl yürütmelere ve açıklamalara olanak vermektir. Bu yazıda akraba evliliği ile ilgili belli başlı kavramlara, tıp sosyolojisi için çağrıştırdıklarına deyinilecek ve okuyucu için küçük bir kaynakça verilecektir. Kavramlar 2.1- Akraba Türk kültürüne akraba sözcüğü Arapça karîb (tür. yakın) sözcüğünün çoğul şekli olan akribâ'dan gelmektedir. Türkçe ses uyumundan dolayı akraba şeklini almıştır. Arapça' da kurb sözü yakınlık anlamına gelmektedir.1 Türk kültürü içinde kullanılarak bir kavram haline gelen akraba sözcüğü, aynı zamanda antropoloji, sosyoloji, etnoloji gibi disiplinlerin önem verdiği konu olmuştur. Akraba kelimesi genel olarak, "kan ve evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım" olarak tanımlan-

Eyüboğlu, İsmet Zeki, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, (ikinci baskı), Soysal yay., İstanbul, 1991.

Akrabadan başka Arapça'dan Türkçe'ye geçen ve oldukça fazla kullanılan diğer bir kavram da hısımdır. Hısımlık, yakınlık, evlilik bağı ile olan yakınlık, soydaşlık, aralarında yakınlık bulunan kimseler anlamındadır Anadolu'nun bazı bölgelerinde akraba ve hısım aynı anlamda kullanılsa bile kan bağı olanlara akraba; aralarında kan bağı olmayanların evlilikleriyle oluşan, evlenen çocukların yakınlarına hısım dendiği bilinmektedir.3 Bazı akraba evliliklerinden dolayı taraflar biri birilerine "hem hısımız, hem akrabayız" demektedir. Bu ayrım evlilik öncesi ve sonrasında ailelerin birbirlerine göre konumlarına işaret eden ayırımdır. Türkçe'nin erken dönemlerinde bu kavramı yakın, yağu:k sözcükleri karşılamış görünmektedir. Aynı zamanda yakın; akraba için, zaman için ve yer için kullanılmaktadır. "Yekke yakın kelse / biligke yakın / özke yakın" bunlara birkaç örnek olarak verilmektedir.4 (Clauson, 1972). Yakınlık da bu sözden türemiştir. Türkçede başka kavram ve terimler de kullanılmıştır: bunlardan soy ve sop sözcüklerini içeren bir kavram olarak oguş aile ve akrabalığa işaret etmektedir. Türkçenin erken dönemlerini dikkate alan birinci el sözlüklerde (Kaşgarlı Mahmud, Divan'ü Lügat'it Türk) ve Türkçe etimoloji çalışanlarda (J. Nemeth, A.V. Gabain, A. Caferoğlu, G. Clauson) oymak (Moğolca ayimak ve urug da hatırlanabilir) kabile, boy, soy, akraba, nesil, aile olarak karşılanmaktadır.5

2

TDK, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu yay., (dokuzuncu baskı), Ankara 3 Türk Dil Kurumu'nun yayınladığı Derleme Sözlüğü ve Tarama Sözlüğü bu kavramların farklı yörelerde kullanılmasını göstermektedir. 4 Clauson, Gerard, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford, At Clarendon Press, Oxford, 1 972. 5 Donuk, Abdülkadir "Çeşitli Topluluklarda ve Eski Türklerde Aile", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı:33, Mart 1980-1981, (s.147-168) ayrıca, in Dikeçligil, B. - A. Çiğdem, (ed), "Türk Ailesi", Aile Yazılan, cilt: I, Aile Araştırma Kurumu yay., Ankara 1991, (s. 287 - 301). Eröz, Mehmet, Türk Ailesi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1977. ayrıca in Dikeçligil, B. - A. Çiğdem, (ed) , "Türk Ailesi", Aile Yazıları, cilt: I, Aile Araştırma Kurumu yay., Ankara 1991, (s. 225247).


Batı dillerinde akraba karşılığı kullanılan kavramlardan birisi olan relative (İng)/ relatif (fr) kavramı bu dillere Geç Dönem Latince'deki relatus/relativus sözcüğünden geçmiş. Bir yere, bir şeye dayanmak anlamındadır. Yakınlık, ilişki anlamında da kullanılan relation (İng) da örneğin Orta dönem İngilizce ve Fransızca'ya Latince'den relatio'dan gelmektedir.6 İngilizce'de kullanılan ve köken olarak Orta Dönem İngilizce'ye (kin / kiu / kuu) ve AngloSaksonca'ya (cyuu / cyu / kin / kind) dayanan kin sözcüğü de aile, akraba, halk, doğumla veya evlilikle birbirine bağlı olanlar anlamındadır.7 Yakın ve akraba kavramları gündelik hayatta oldukça geniş bir kullanım alanına sahiptir. Uzaktan akraba, yakın akraba, akrabayı talukat, yakınım, soyum-sopum, amcam-dayıcam gibi belirlemelerin hepsi geniş anlamda sosyolojik ve antropolojik birliğe işaret etmektedir. Akraba kavramının incelenmesi sosyal bilimlerin tümü için önemli bir araştırma konusu olmuş, bu kavramın farklı kültürlerde tarif edici ve tasnif edici özelliklerinden hareket ile aile ve evlilik olgularına/kurumlarına çeşitli yaklaşımlar sağlanmıştır.8

2.2- Akraba Evliliği Akraba kavramının bu geniş kullanımı yanında genetik biliminde (consanguineous marriage) ve kültür bilimlerinde kullanılan akraba evliliği (kin marriage (İng)/ Verwandtenheire (alm)/ kavramı da vardır ki bu özel bir kullanımdır. Gündelik dilde kullanılan "akrabadan evlenmek" durumu her koşulda kültür bilimleri ve genetik bilimleri açısından "akraba evliliği" sayılmamaktadır. Bilimsel anlamda ve bu çalışmada kullanılan anlamıyla akraba evliliği / consanguineous marriage (İng):" Çeşitli evlilik bağlarıyla akraba olan kimselerin; özellikle yeğenlerin (kardeş çocuklarının) birbirleri arasındaki 6

evlilik..." 9( yakın akraba evliliği veya birinci dereceden akraba evliliği kastedilmektedir. Bu tanımına kardeş torunlarının evlilikleri uzak akraba evliliği veya ikinci derece akraba evliliği de eklenince tanım birinci ve ikinci dereceden akrabaların evliliklerini kapsamaktadır. Akraba evliliği kavramının yukarıda belirtilen sınıflamasından başka bir de paralel yeğen evliliği (parallel-cousin marriage) ve çapraz yeğen evliliği (cross-cousin marriage) sınıflaması vardır. Amca kızı-Amca oğlu ve Teyze Oğlu-Teyze Kızı arasındaki evlilikler paralel, Dayı Oğlu-Hala Kızı ve Hala Oğlu-Dayı Kızı arasındaki evlilikler çapraz yeğen evlilikleridir.10 Akraba evliliği kavramının batı dillerindeki bilimsel karşılığı olan consanguineous sözcüğü, Latince kan anlamına gelen sanguis ve ortak anlamına gelen con sözcüklerinden yapılmıştır. Bu kavramsal belirlemenin, örneğin İngilizce'deki akraba, halk birliği, aile anlamına gelen "kin" sözcüğü ile değil de doğrudan kana dayanan bir sözcükle karşılanması bu kültürlerde de akraba kavramının geniş anlamından kaynaklanmaktadır.

2.3-Aile Akrabalık ile yakından ilgili iki kavram olarak evlilik ve aile kavramlarına ve/ya olgularına bu çalışmada fazlaca deyinilmeyecektir. Bazı kuramcılara göre evlilik ve aile kurumları, daha geniş olan akrabalık sisteminin birer parçası ve görüntüsüdürler. Sistemin anahtarı, akrabalık sözcüklerinde saklıdır. Akrabalık sözcüklerini bir yana bırakarak evlilik ve aileyi incelemek, olanak dışı değilse de zordur. Buna karşılık akrabalık sistemi, çözümlenince, evlilik ve aile sistemleri çok kolaylıkla açıklanabilmektedir.11 9

Sedat Veyis Örnek, Etnoloji Sözlüğü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi yay., Ankara, 1971.

TO

Webster's Webster's New Twentieth Century Dictionary, Unabridged Second Edition.

7

Webster's

8

Ali Rıza Balaman, Akrabalık, Evlilik ve Türleri, Karınca Matbaacılık yay., İzmir 1982; Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984.

11

(Winick, Winick, Charles, Dictionary of Anthropology, Green Wood Press, Connecticut,1969; Örnek, yage; Ergül Tunçbilek, "Türkiye'de Akraba Evlilikleri", Katkı, 6 / (2), 1985, (s. 129136); A. Hanaoğlu- E. Tunçbilek, "Akraba Evlilikleri, SosyoDemografik Özellikleri ve Çocuk Ölümlerine Etkileri", Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 1997, (s.139-1 53). Balaman, yage, Güvenç, yage; Sayın, Aile Sosyolojisi, Ege Üniversitesi yayınları, İzmir, 1990.


Aile ile ilgili tanımlarda ön plâna çıkan belli başlı unsurlar; cinsel ilişki; bu ilişkinin biyolojik, sosyolojik, dinî, hukukî/kanunî /meşruiyeti; bu ilişkiden doğan ve geçen kan bağı ile bağlı kuşaklar; bu kuşaklar ve aile üyeleri arasındaki toplumsal ilişkilerde süreklilik ve bunun gereği olan toplumsallaşma ve meşrulaştırma süreçleri. Bunlara ek olarak ailenin kurulmasına öncülük eden ve ailenin sürekliliği sırasında etkili olan evlilik süreçleri de aile kavramının tanımında dikkate alınmalıdır. "Bu bağlamda aile tanımları yapılırken aileyi oluşturan temel unsurlar dikkate alınmıştır. Aile, kuşak ilişkilerine göre ana, baba ve çocuktan meydana gelen bir gruptur (Winch, 1965). Eşlerin cinsel ilişkisine dayalı, çocuk sahibi olma ve bu çocukları yetiştirme özellikleri gösteren bir gruptur (MaclverPage, 1965). Aile en az iki neslin bir arada bulunduğu, kan bağı ile karakterize edilen küçük bir sosyal örgüttür (Sumner-Keller, 1966). Aile ana, baba, çocuklar ve tarafların kan akrabalarından (aile biçiminin gereğine göre) meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir birliktir".12 "Güvenç (1972) toplumun evrimini ailenin evrimine bağlayan evrim teorilerinin bugün geçerliliğini tümüyle yitirmiş olduğunu, akrabalık sistemlerinin modern toplumlar içerisindeki yeri ve önemi üzerinde yapılmış sosyolojik araştırmaların, belki de bu teorinin tersinin daha da doğru olabileceğini gösterdiğini belirtir. Buradan giderek ailenin topluma değil, toplumun aileye ve akrabalık sistemlerine biçim verdiği söylenebilir. Yine aynı şekilde toplum akraba evliliklerinin de yapılıp yapılmamasında etkilidir".13

12

Önal Sayın, Aile Sosyolojisi, Ege Üniversitesi yay., İzmir 1990; ve Birsen Gökçe," Aile ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme", Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, cilt:8, sayı:l-2, (s.46-77), ayrıca aynı yazı için bkz. Aile Yazılan, I, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yay., Ankara, 1991, (s.205223). İtalik olarak gösterilen kaynaklar yukarıda verilen eserlerde belirtilmiştir. 13 Rahime Beder-Şen, Evliliğin Kuruluşuna İlişkin Özelliklerin Doğurganlık İle İlişkisi, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1998,

3.Akraba Evliliği İle Kurulan Aile Akraba evliliği yoluyla kurulan aile olgusunun birincil belirleyicisi eşler ve onların ataları arasında kan bağının olmasıdır (kardeş çocukları, kardeş torunları). Sosyolojik ve antropolojik yönden "akrabadan evlenmek" gündelik dil kullanımında geniş aile olgusunu ve geniş aile tipini hatırlatır durumda olabilmektedir. Bir ölçüye kadar bazı yörelerde devam eden, boy, sülale, aşiret ve kabileye bağlığı da çağrıştırmaktadır. Akrabadan evlenenlerin kardeş çocuğu ve kardeş torunu olanları dışındaki uzaktan akrabalar birinci ve ikinci dereceden "akraba evliliği" kapsamına girse de bunlar arasında kanbağının olması önemlidir. Eski zamanlardan beri oldukça işlevsel olan atalar ruhu, grup dayanışması, aileler birliği gibi dinî, tarihî, mitolojik ve beşerî fenomenlerin kendini sürekli kıldığı önemli kültür dinamikleri hem işlevselliklerinden hem de psikolojik etkilerinden dolayı yaşayagelmektedir. Akraba evliliğinin geleneksel, töresel ve örfî nitelikli kültürel boyutları da vardır. Ailelerin içlerine yabancı sokmak istememeleri, akrabalık ruhunun, dayanışmasının dışarıdan birinin etkisi ile bozulacağı inancı, üretim ve mülkiyet potansiyelinin akraba dışı insanlar tarafından parçalanmaması, geleneksel otoriteye uyum ve bu yolla maddî, manevî birikimlerin varlığının ve geleceğinin güvence altına alınması akraba evliliği olgusunun temel kurumlaşma dayanakları olarak dikkate alınabilir. 4. Beşeri Bilimlerinden Tıp Bilimlerine Akraba Evliliği

Genetik, biyoloji, veterinerlik ve diğer tıp bilimlerinin kaydettiği gelişmeler sonucu, belirli bir oranda hastalıklı çocukların doğumuna neden olmasıyla, akraba evliliği kültür bilimlerinde olduğu kadar genetik ve tıp sosyolojisinin de konusu olmuştur.14 Ancak konunun bu şekilde gündeme 14

Akraba Evliliğinin Kültürel Nedenleri - Ankara Örneğinde, % 7 kadardır. Bkz. D. Ayan, Beder-Şen, G. Ünal, S. Yurtkuran, yage. Ayrıca bkz. Attila Hancıoğlu, - Ergül Tunçbilek, "Akraba


gelmesi akraba evliliği ile hastalıklı çocuk doğumları arasında bazen de aşırıya giden bir ilişki olduğu kanısı uyandırmaktadır. Bir yanda, doğumdan itibaren görülen tüm rahatsızlıkların, (oluşum/şekil bozuklukları, genetik rahatsızlıklar gibi) nedeni, böyle olmasa da bir slogan gibi kolayca, akraba evliliğine bağlanabilirken diğer yanda bazı rahatsızlıklar doğrudan akraba evliliğinden kaynaklansa da bu durum bazı ailelerce ve kesimlerce kabullenilmemektedir. Bu iki kanaatin yerli yersiz veya eksik bilgi ve spekülasyonlardan dolayı yaygınlık kazanması toplumun bu konuda sağlıklı bilgi sahibi olmasını engellemektedir. Akraba evliliği konusunda halkın bilgilendirilmesi bir tür yetişkin eğitimi olarak da düşünülmelidir. Akraba evliliği ile ilgili çeşitli araştırmalarda, ulaşılan ailelerden alınan bilgiler bir rahatsızlık durumu ortaya koyuyorsa, konunun tıp sosyolojisinden uzak olmadığını düşünmek gerekmektedir. Kültür bilimleri açısından yapılan çalışmalar hangi düzeyde olur isi olsun, akraba evliliği olgusu, daha çok rahatsızlıkları olan çocukların doğumu ile akraba evliliği arasında bir ilişki kurulması nedeniyle tıbbî bakımdan halkın daha çok dikkatini çekmiştir. Böylece hem bilginin kaynağı ve niteliği (epistemoloji) açısından hem de konuya yaklaşım (yöntem) açısından disiplinler arası yaklaşımın zorunluluğu su yüzüne çıkmıştır. Aile sosyolojisi ile tıp sosyolojisinin ayrıştığı ama birbirinden de kopuk olmadığı bir kavşağa gelinmektedir. 1 - Akraba evliliğini etkileyen nedenler ve bunun kurumlaşma süreçleri, 2- Akraba evliliğinin sonucu olarak muhte melen ortaya çıkan rahatsızlıklar ve tıp bilimlerinin tanı ve sağaltım (teşhis ve te davi) süreçleri. 3- Disiplinler arası yaklaşım açısından ise tıb bî bir olguya sosyolojik yaklaşım ve/ya sosyolojik bir olgunun muhtemel tıbbî so nuçları.

Evlilikleri, Sosyo-Demografik Özellikleri ve Çocuk Ölümleri Üzerine Etkileri", Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 1998/41,(s. 139-153).

Son yıllarda tıp sosyolojisi alanındaki çalışmalar dikkati çekmekte yeni yeni konular gündeme gelmektedir. Bazı çalışmalarda tıp sosyolojisi bir organizasyon sosyolojisi gibi düşünülse de, tıpkültür bağlamı hak ettiği yeri almalıdır. Akraba evliliği konusu da bu açıdan bakılması gereken konulardan birisi olma durumundadır. 5.Ensest/Fücur İnsanlık tarihi, aile içi evlenme geleneği olan ensesti/fücürü önemli ölçüde geride bırakmıştır. Ancak bu çağda bazı kabilelerde gelenek olarak görülmektedir. Dünya genelinde de hemen hemen hukuken yasaktır. Bir suç ve sapma davranışı olarak çağcıl (modern) toplumlarda örneklerine rastlansa da, konunun niteliği bakımından nesnel bilgiye ulaşılması güçtür. Akraba evliliğinin tarihîne ilişkin birincil kaynaklar bu makalenin konusu olarak doğrudan incelenmemiş, Çok kısa olarak ikinci elden bazı incelemelere itibar edilmiştir. Kabile dışından, aile dışından evlilik (exogami), aile tarihî açısından önemli bir olgudur. Ancak, tarihîn bazı dönemlerinde kültürlerin akraba evliliğine imkan vermiş olması mümkün görünmektedir. Buna ilişkin bilgiler çok net olmamakla beraber, bazı çalışmalarda, akraba evliliğinin bugün için hemen hemen resmen uygulanmayan şekli olan ensest/fücür örneklerine deyinilmektedir. Özellikle, Eski Mısır'da Firavun sülalelerinde görülen baba-kız, anne-oğul, kız kardeş-erkek kardeş evlilikleri dikkat çekici örneklerdir, ıs Böyle bir ensest evliliğin nedeni olarak, hanedana dışarıdan girecek kimselerin saltanatı yıkmasını önlemek gösterilmektedir. Bugünkü Peru'nun eski sakinleri olan İnkaların da akraba evliliği yaptığına deyinilmektedir.16 Eski dönemlerdeki bütün kültürleri kapsayacak genel bir yargıda bulunmak mümkün değildir. Çünkü bugün için birbiriyle çelişir görünen farklı bilgilere rastlanmaktadır. 15 Anthony Smith, İnsan, Yapısı ve Yaşamı, (çev. Erzen OnurNida Tektaş), Remzi Kitabevi, (ikinci baskı), İstanbul, 1979. 16 yage.


"Akraba evlilikleri, tarihîn çok eski devirlerinden beri yapılagelmektedir ve bu tip evlilikler için toplumların çok değişik değer yargıları vardır. Etnografik araştırmalar hısımlıkla ilgili evlenme engelleri konusunda ilginç verileri kapsamaktadır. Totem sisteminde akrabalıkları pek uzak olsa bile bir erkeğin annesinin totemine mensup kadınlarla evlenmesi yasak olduğu halde, Meksika'nın Sierra Madre bölgesinde baba kız evlenmeleri oldukça sık ve büyük çoğunlukla ekonomik nedenlerle yapılmakta idi. Aynı kabileden bir kızla evlenmeyi büyük bir dehşetle karşılayan Khondlar tehlikeyi önlemek için kız çocuklarını öldürürlerdi. Veddahlar ise erkeğin ablasıyla evlenmesini suç saydıkları halde, kendisinden küçük kız kardeşi ile evlenmesini hoşgörürlerdi. Güney Avustralya kabilelerinde bir erkeğin annesi, kız kardeşi, birinci ve ikinci dereceden kuzenleri ile cinsel ilişkisi yasak olduğu halde, Java'daki Kalonglar arasında ana-oğul evlenmelerinin uğur getirdiğine inanılırdı. Bali'nin soylu ailelerinde ise farklı cinsten ikiz kardeşlerin ana rahminde birleştiği sanıldığından, evlenmeleri mümkündü. Doğu Afrika'daki Teita ahalisi de kendi anne ve kız kardeşleri ile tamamen ekonomik nedenlerle evleniyorlardı. Eski Mısır ve İnkalarda soyun asaletinin devamı için kardeş-kardeş evlilikleri sık yapılırdı. Mısır'da bu o derece abartılmıştı ki prenseslerin asil kanı tahtın varislerinden başkalarına geçirmeleri kesinlikle yasaktı. II.Ramses'in kendi kızı ile evlendiğini gösteren kanıtlar vardır. Tarihîn zekası ile tanıdığı Kleopatra da bir baba-kız evlenmesinden doğmuştu." 17 Semavî dinlerin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla ensest/ fücur evlilik ayetler ile (Tevrat: Leviler Suresi ve Ku'ran: Nisa Suresi) yasaklanmıştır. Ancak akraba evliliğine ilişkin bir yasak yoktur. "Çeşitli dinlerde akraba evlilikleri ile ilgili kurallar getirilmiştir. Çağcıl devletlerin medenî hukuklarını geniş ölçüde etkilemiş bulunan iki büyük din Müslümanlık ve Hıristiyanlık, evlenme engelleri arasında yakın hısımlığa büyük önem verirler. Ortodoks Kilisesi hukuku prensip olarak yedinci dereceye kadar kan hısımları arasında evlenmeye izin ver7

Ergül Tunçbilek, "Türkiye'de Akraba Evlilikleri".

mez. Katoliklerde ikinci derece kuzen evlilikleri özel bir izne bağlıdır." 18 6.Akraba Evliliğinin Tarihi Görünümlerinden Bazı Örnekler Bu yazının içeriği, semavî olmayan dinlere mensup kültürlerin erken dönemlerinde akraba evliliğinin olup olmadığına ilişkin bir yargıda bulunacak verilere sahip değildir. Ancak Japon Medenî Yasası'nın akraba evliliğini yasaklaması, daha önceleri bu tür evliliklerin olduğuna ve bazı sakıncalarının görüldüğüne işaret etmesi bakımından anlamlıdır. İbn Haldun'un toplumsal tarih niteliğindeki Mukaddime adlı eserinde19 el-asabiye bağı20 önemle vurgulanmaktadır. Bu kavramın akraba evliliğini kapsaması normaldir. İbn Haldun kent hayatının (ümran) ilerleyen dönemlerinde "elasabiye"nin dayanışma ruhunun zayıfladığını ve uygarlıkların çöktüğünü belirtmektedir. İslâm düşünürü olarak, onun kültür çevresi 14-15. yüzyıl Endülüs ve Kuzey Afrikadır. Ancak belirlemeleri bakımından dünya genelinde beşerî bilimler açısından kabul gören bir ünü vardır. Konu geçmiş ile bugünü bağlayacak daha ayrıntılı çalışmalara muhtaçtır. Güncel verilerde Arap kültüründe akraba evliliğinin yüksek olduğu bilinmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Hz Muhammed'in amcasının oğlu Hz.Ali ile kızı Hz. Fâtimâ'nın21 akraba evliliği yapmış olmalarının bir sünnet-i seniyye teşkil edip etmediği de dikkate değer bir yön olarak akılda tutulmalıdır. Türk kültürünün İslâm öncesi döneminin akraba evliliği açısından farklı coğrafyalarda ve farklı 18

Tunçbilek, yage.

19 İbn Haldun'unun Mukaddime adlı eseri Cumhuriyet döneminde Türkçeye Kadiri Ugan (Milli Eğitim Bakanlığı yayını), Turan Dursun (Onur yayınevi) ve Süleyman Uludağ (Dergah yayınevi) tarafından ayrı ayrı üç kez çevrildi ve yayınlandı. Mukaddime ve İbn Haldun üzerine ayrıca pek çok çalışma da yayınlanmıştır. 20 Kavramın karşılı olarak çeşitli çeviriler şöyledir: kabile ruhu/ dayanışma ruhu/ group solidarity/ group feeling. 21 Kandemir, M. Yaşar,"Fatıma" maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, cilt: 12, (s.219-223).


kültür ortamları ile etkileşimde nasıl bir durum gösterdiğinin ayrıntılı olarak tespit edilmesi başlı başına bir konudur. Türk kültür tarihi ile ilgili çalışmalarda bir kabile ve boy anlayışının geçerli olduğu bilinmektedir.22 Örneğin kavimden devlete geçişte İbn Haldun'un ifadesiyle "el-asabiye" benzer bir duygusunun önemini inkar etmek mümkün değildir. Kut (kutsallık), küç (yönetim gücü) ve ülük (toplumsal düzeyde üretim ve paylaşım süreçleri) Türk tarihinin toplumsal yapı ve yönetim anlayışının belli başlı göstergeleri olarak belirtilmektedir. Uruk /boy/ güçlü olmalıdır. Ancak akraba evliliğinin bugünkü anlamda geçerli olup olmadığının ortaya konulması başlı başına bir çalışma olarak düşünülmelidir. Mete Hanı'ın amcasının kızıyla evlenmesi bir örnek olarak verilebilir. İslâmiyet öncesi Türk tarihinin genel olarak Arap kültür çevresinden farklılıklar gösterdiği bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak İslâmiyet'in kabulüyle bu iki kültür çevresi önemli düzeyde bir etkileşime girmiş, hemen hemen Türk tarihinin İslâmî dönemi inceleme ve araştırmalarda ön koşuna çıkmıştır. İslâmiyet'in kabulünden sonra da geniş bir coğrafyada akraba evliliğinin incelenmesi ilgilenilmeye değer bir konu olmalıdır. Türk Dünyası'nın yayıldığı geniş coğrafyadaki kültürel etkileşimlerin ve uzun yıllarını egemenliği altında geçirdiği yönetim, ideoloji ve dünya görüşünün akraba evliliği yapma anlayışını nasıl etkilediği konusu da dikkate değerdir. Hem Türk coğrafyasında hem İslâm coğrafyasında bugün kendinî gösteren akraba evliliği olgusunun değişik çalışmalar ile ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulması dünya genelinde bu konunun anlaşılmasında önemli bir yer edecektir. Güncel araştırma verileri, özellikle Anadolu'da, dikkate değer oranda akraba evliliğine işaret etmektedir.23 İlk bakışta Doğu Anadolu ve Güney 22

Ziya Gökalp'in çalışmaları akla gelebilir. Bahaeddin Ögel'in Türk Kültür Tarihine Giriş adlı dokuz ciltlik çalışması, Sencer Divitçioğlu'nun antropolojik tarih yaklaşımı belirtilmelidir: Divitçioğlu, Kök-Türkler, Ada yayıncılık, İstanbul ve S. Divitçioğlu, Oğuzdan Selçuklu 'ya, Eren yayıncılık, İstanbul. Bu konudaki geniş kaynakçaya burada girilmemiştir,

23

Hancıoğlu, Attila - Ergül Tunçbilek, "Akraba Evlilikleri, SosyoDemografik Özellikleri ve Çocuk Ölümleri Üzerine Etkileri", Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 1998/41, (s,l 39-1 53).

Doğu Anadolu bölgelerindeki evlilik oranının yüksekliği, kentleşme, eğitim ve refah düzeyinin düşük olması ile açıklanabilse de Anadolu'nun geneliyle karşılaştırıldığında bu oran yüksekliğinin daha çok kültürel nedenli olduğu izlenimi doğmaktadır Anadolu Türk kültürünün İslâm öncesi döneminin akraba evliliği açısından farklı coğrafyalarda ve farklı kültür ortamları ile etkileşimde nasıl bir durum gösterdiğinin ayrıntılı olarak tespit edilmesi başlı başına bir konudur. 7.Günümüz Toplumlarında Akraba Evliliğine İlişkin Notlar Akraba evliliği ana ve baba yönünde iki ana gelişme şekli göstermektedir. Ancak yaygın olarak baba soyu gelişmesi (amca oğlu-amca kızı ve amca oğlu-hala kızı) etkilidir. Kentleşmenin gittikçe artması ana yönünde gelişen akraba evliliği örneği verebilmektedir.24 "Akraba evliliğinin en fazla rastlanan biçimi olan amca kızı-amca oğlu evliliğine ilişkin olarak araştırma sonuçlarına dayalı farklı görüşler bulunmaktadır. Barth (1954) amca kızı evliliğinin, soy sop dayanışmasını (solidarity) sağlayıcı bir rol oynamakta olduğu görüşündedir. Rosenfeld (1958) amca kızı evliliğinin mal-mülkün akrabalık grubu içinde kalmasını sağladığını savunmaktadır. Murphy ve Kasdan (1959)'a göre amca kızı evliliği babasoyunun doğal bölünme sürecinin engellemektedir. Patai (1959)'ye göre amca kızı evliliği babayani mirası kendi içinde muhafaza etmekte,savunma gücünü kuvvetlendirmekte,hane halkı yapısının kararlılığını(stability) sağlamakta ve eşlerin statülerinin eşitliğini pekiştirmektedir. Yine Cuisenier (1962) için amca kızı evliliği eş seçimindeki seçenekler dizisinde alternatiflerle simgelenen yapının en önemli ifadesidir. Khuri (1970) amca kızı evliliğinin uyumlu aile ilişkilerine katkıda bulunduğunu belirtmektedir. Hilal (1970)'e göre amca kızı evliliği içinde kadın eş olarak güvence (namus açısından) altındadır. Pastner'e (1979) göre de 24

Bu durum yukarıda belirtilen Ankara çalışmasında görülmektedir. Toplumsal değişme kuramları açısından dikkate değerdir. Bkz. D.Ayan, R. Beder-Şen, C. Ünal, S. Yurtkuran, yage.


evlilik örüntüleri ile üretim tarzı ve siyasi yol arasındaki ilişki iki farklı evlilik stratejisini ortaya çıkarır. Bunlardan birincisi siyasi görevlerin ve toprak sahipliğinin yararına olan evlilik yatırımı babayanındaki akrabaların dağılımını engellemektedir. İkincisinde de akrabalık organizasyonunda iki yandanlığı ve kardeş birliğinin önemini yansıtmaktadır.25 Batı toplumlarında akraba evliliğinin bisikletin ve otomobilin icadıyla azaldığı belirtilirken, akraba evliliğinin azalmasında en önemli etken kent nüfusunun ister istemez ortaya koyduğu tesadüfi nüfus yapısıdır. Sanayi toplumunun ve buna bağlı olarak kentleşmenin değişik bölgelerden insanları bir araya getirmesi akraba evliliklerinin azalmasına neden olarak gösterilmektedir. Örneğin ABD'nin karışık ve hareket halindeki halkı onbinde sekiz (0.008) kardeş çocuğu evliliği ile yeni akıma iyi bir örnektir. Bu tür evliliklere Utah eyaletinde 1870'te 961, 1890'da %0.25, 1910'da %0.1 oranında rastlanmaktaydı. Günümüzde ise yok gibidir. Fransa'da Loire-et-Cher'de bu oranlar 1918'de %6, 1932'de 963 ve 1952'de %1 idi. 26 Anthony Smith bazı ülkelerde kardeş çocuğu ile evlenme oranlarını şöyle vermektedir: İspanya

% 4.6

Japonya (Nagasaki)

% 5.0

Japonya (Tarımsal Bölge)

% 7.0

İsviçre (Alp Köyleri)

% 11.0

Hindistan (Bombay'da Parsi Etnik Grubunda) 96 12.0 Brezilya (Köyleri)

% 19.5

Fiji Adaları

% 29.7

Yukarıdaki tablodan anlaşıldığı kadarıyla, akraba evliliği oranları köylerden kente, doğudan batıya geldikçe azalmaktadır.27

8. Türkiye’de Belirlemeler

Akraba evliliklerinin oranı endüstrileşmiş Batı toplumlarında çok düşük olmasına rağmen, Türkiye akraba evliliğinin yüksek olduğu ülkeler (bazı Asya ülkeleri ve İslâm ülkeleri) arasındadır. Tercihli amca kızı evliliği Orta-Doğu ülkeleri ile birlikte Türkiye'de de görülmektedir. Türkiye'de akraba evliliklerinde başı kardeş çocukları evliliği çekmektedir.28 Türkiye'de akraba evliliklerine ilişkin ülke çapındaki veriler, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından 1968'den bu yana beş yıllık aralarla düzenli olarak yapılan demografik araştırmalardan elde edilmektedir. 1968 Türkiye'de Aile Yapısı ve Nüfus Sorunları Araştırması sonuçlarına göre Türkiye'de evli çiftlerin yaklaşık olarak üçte birinin (9629) birbirleriyle yakın akraba oldukları görülmektedir. Atalay'ın (1981) çalışmasında geniş ailede akraba evlilikleri oranı yadsınmayacak kadar yüksektir. Çekirdek ailelerde evli çiftlerin yüzde 17'si birbirleriyle akraba iken, geniş ailede bu oran yüzde 83'e çıkmaktadır. Kocası amcasının oğlu olanların yüzde 79.6'sı, kocası dayısının, halasının, teyzesinin oğlu olanların yüzde 84.6'sı geniş ailede yaşamaktadır. Çekirdek ailede yaşayanlardan ise, kocası amcasının oğlu olanlar yüzde 20, halasının, dayısının, teyzesinin oğlu olanlar ise yüzde 15 oranındadır. Birinci derecede yakın kan akrabaları ile evlenme, geniş ailede yaşayanlarda en fazla görülmesine karşın, uzak kan akrabaları ile evlenme de en fazla çekirdek ailede yaşayanlarda görülmektedir. Çekirdek ailelerde kocası ile çeşitli derecelerde akraba olanların oranı, geniş aileye oranla oldukça düşüktür. Geniş aile biçiminde akraba evliliği oldukça pekişmiştir. Geniş ailede akraba evliliklerinin yüksek olması, toprağın miras yolu ile bölünmesini önlemek veya aynı nedenle birleştirilmesini sağlamak, ailedeki bütünlüğü korumak,

25 Serpil Altuntek, 1993). Altuntek, Serpil, Van Yöresinde Akraba Evliliği, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993. 26

Smith, yage.

27

Smith, yage.

Akraba Evliliği Hakkında Bazı

28

Beder-Şen, yage,


asillik ve rençberlik özelliklerini pekiştirmek gibi nedenlere bağlanabilir.29

yöresel/kültürel geleneklerin önemli bir yer tuttuğuna işaret etmektedir. 33

Şaylı30 çeşitli gruplarda yaptığı araştırmalar sonucunda akraba evliliği sıklığının %24-33 oranları arasında değiştiğini bulmuştur. Başaran'ın Diyarbakır'da yaptığı çalışmalarda, merkezde %34 oranında olan akraba evliliği sıklığı, köylerde %40'a çıkmaktadır. Kalyoncu, Silivri'nin Fener köyünde akraba evliliği sıklığını %1, Rize'nin Maden köyünde %47 olarak bulmuştur. Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde ard arda doğan 10.000 yeni doğanda yapılan bir çalışmada da akraba evliliği sıklığı %2] olarak bulunmuştur.31

Geleneksel yapı ve toprağa bağımlılık, kan yakını evliliklerin sayısını arttırmıştır. Eğitim ve yaşam düzeyi yükseldikçe akraba evliliklerinin sıklığında da azalmalar gözlenmektedir. Sosyo-ekonomik gelişme, şehirleşme, endüstrileşme ve eğitim düzeyinin yükselmesi ile ailenin kuruluşundaki birçok gelenekler ortadan kalktıkça akraba evliliği sıklığında azalmalar görüleceği kuşkusuzdur.34

Periyodik olarak yapılan nüfus ve sağlık araştırmalarına göre oldukça hızlı ekonomik, sosyal ve demografik değişmelerin yaşandığı Türkiye'de akraba evliliğinin yaygınlığı devam etmektedir. Akraba evliliği hem kadın hem de erkeğin eğitim düzeylerinin yüksek olduğu, Türkiye'nin gelişmiş yörelerinde yetişen ve bu yörelerde yaşayan ve kent kökenli gruplar arasında düşük düzeylere inmekte, ancak geri kalan nüfus gruplarında yaygın bir uygulama olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye'de doğurgan yaştaki her dört kadından birinin eşiyle akraba olması, bu kadınların önemli bir bölümünün de başlık parası alınan, imam nikahı kıyılan, geniş aile içinde yaşayan ve evliliği ailesi tarafından kararlaştırılan kadınlar olması, Türkiye'de yalnızca akraba evliliği bakımından değil, evliliğin kuruluşuna ilişkin diğer özellikler bakımından da gelenekleri sürdüren ve belki de toplumsal modernleşme ile büyük oranda uyum sorunları yaşayan büyük bir kitlenin varlığına işaret etmektedir.32 Gerek (anadil île yaklaşık olarak belirlenen) etnik köken, gerekse bireylerin yetiştiği yörelere göre akraba evliliği oranlarında önemli farklılıklar bulunması, akraba evliliklerinin nedenleri arasında

9. Semavi Din Metinlerinde Evlenmeleri Uygun Görülmeyenler Yeryüzünde pek çok dinîn varlığından sözetmek mümkündür. Dinler bazı özelliklerine göre belirli öbeklere ayrılmaktadır. Önemli din öbeklerinden birisi Semavî Dinler, İbrahimî Dinler, Kitabî Dinler veya Tek Tanrılı Dinler olarak adlandıran ve Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıktan oluşan din öbeğidir. Semavî dinler dışındaki tüm dinlerin evlilik ve akraba anlayışlarının bir dökümünü yapabilmek hemen hemen güçtür. Ancak, uzun yıllardan beri akrabalık ve evlilik konusunda çalışan araştırmacıların bir kısmı inceledikleri ilkel toplumlar yoluyla bazı Doğacı (Naturist) ve Ruhçu (Spritualist) din anlayışlarının telakkilerini yansıtmışlardır. Budizm, Brahmancılık, Şintoizm, Hinduizm gibi semavî olmayan daha gelişmiş dinlerin de toplumsal hayatı düzenleyen kurallarının olduğu kesindir. İngiltere'de yapılan akraba evliliği ile ilgili bazı çalışmaların Hindistan örneklemi kullanması bu bölgedeki dinlere mensup aileler arasında da akraba evliliğinin görülmesinin bir işaretidir. Japonya'da medeni kanunun akraba evliliğini yasaklaması daha önce bu ülkede yaşayan dinlere mensup ailelerin akraba evliliği yaptığına işaret etmektedir.

29 Beder-Şen, yage. 30Şaylı, Bekir Sıtkı,"Anadolonun Genetik Yapısı Üzerine Çalışmalaninfertil Evliliklerde Belirlenebilen İnfertilite Sebepleri", Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 8, (I), 1 / 3 , 1 991, (s,75-91). 31 Tunçbiİek, yage. 32 Beder-Şen, yage.

33 Attila Hancıoğlu, - Ergül Tunçbiİek, "Akraba Evlilikleri, SosyoDemografik Özellikleri ve Çocuk Ölümleri Üzerine Etkileri", Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 1998/41, (s. 1 39-1 53). 34

Beder-Şen, yage.


Türkiye nüfusunun hemen hemen tamamı Semavî dinlerden İslâm dinîne mensuptur. Genel nüfusa oranları az olsa da Müslümanlık dışında kalan nüfusun Musevi ve Hıristiyan olan kesimi de Semavî din anlayışındadır. Tarihîn eski zamanlarından beri kültürün oluşumunda etkili olan bu dinlerin akraba evliliğine ilişkin emirleri doğrudan akraba evliliği kavramından hareketle değildir. Bu dinlerin evlilikte birinci derecede üzerinde durdukları konu kimler ile evlilik yapılmayacağını belirtmek şeklindedir. Yani, bu dinler evlenilmesi günah olan yakın akrabaları belirtmektedir. Yapılması yasaklanan ensest/fücür olacak ilişkinin sınırlarını belirtmektedir. Uzun zamandan beri dünyanın değişik yörelerinde yapılan akrabalık ve evlilik araştırmaları da, bir iki örnek dışında, çok genel olarak ve önemli ölçüde ensestin/fücürün kabul görmediğini göstermektedir.35 Semavî dinlerin de evlilik yapmayı ve cinsel ilişkide bulunmayı yasakladığı akrabalar, tüm dünyada ensestin/fücürün kapsamını hemen hemen belirlemiştir. Kuran'ı Kerim'de36 "() Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu edepsizliktir, (Allah'ın) hısm(ı)dır ve iğrenç bir yoldur. Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız- eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." Bu ayetten anlaşılan şu ki kardeş çocuklarının ve kardeş torunlarının evliliği olarak kavramlaştırılan birinci dereceden ve ikinci dereceden akraba evliliği İslâm dinînce yasaklanmamıştır. Hatta, Hz. Muhammed'in kızı olan Hz. Fatimâ Hz. 35 Güvenç Bozkurt, İnsan ve Kültür. 36

Kuran-/ Kerim, Maide Suresi: 22 ve 23. Ayetler. Bkz. Kur'anKerim, Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali, (Prof. Dr. Süleyman Ateş), Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul.

Muhammed'in amcasının oğlu olan dördüncü halife Hz. Ali ile evlenmiştir. Hz. Muhammed'in sünnetlerini uygulamada ve Ehl-i Beyt'e saygı göstermede çaba sarf eden İslâm Dünyası'nın akraba evliliği konusunda böyle bir bilinçle hareket ettiği düşünülebilir. Akraba Evliliğinin Kültürel Nedenleri-Ankara Örneği çalışmasında anket uygulanan kişilerin bir kısmı akraba evliliği ile din arasında bir bağıntı kursa da tamamen dinî bir nedenle akraba evliliği yapılmadığı dikkat çekmektedir. Belki ileride yapılacak bir çalışmada böyle bir hipotezden hareket edilebilir. Bu çalışmada akraba evliliğine İslâm dinînin bakışı konusunda araştırma kapsamındaki kadınların ve erkeklerin yarıdan fazlasının (%5 5 ve %60) görüşü akraba evliliğinin din tarafından desteklendiği yönündedir. İslâmiyet öncesi Semavî dinlerden olan Musevilik/Yahudilik'te de bu dine inananların evlilik konusunda kendilerine yasaklanan kimseler vardır. 37 Bu kimseler hemen hemen Kuran-ı Kerim'deki evlenilmesi yasak kimseler listesiyle, süt anne ve süt kardeşler ayrı tutulur ise aynıdır. Kitab-ı Mukaddes'in Eski Ahit (Tevrat) kısmı Levililer Suresinde şu ayetler yer almaktadır: " 6Sizden hiç biri kendi yakın akrabasından birine onun çıplaklığını açmak için yaklaşmayacaktır; Ben Rab'ım 7-Kendi babanın çıplaklığını, ve ananın çıplaklığını açmayacaksın, senin anandır; onun çıplaklığını açmayacaksın. 8-Babanın karısının çıplaklığını açmayacaksın; o senin babanın çıplaklığıdır. 9-Kendi kız kardeşinin, babanın kızının, yahut ananın kızının çıplaklığını, evde doğmuş olsun yahut dışarıda doğmuş olsun, onların çıplaklığını açmayacaksın. 10-Senin oğlunun kızının, yahut kendi kızının kızının çıplaklığını, onların çıplaklığını açmayacaksın; çünkü onların çıplaklığı seninkidir. 11- Babanın karısının kızının çıplaklığını, babandan olan senin kız kardeşindir, onun çıplaklığını açmayacaksın. 12-Babanın kız kardeşinin çıplaklığını açmayacaksın; o senin babanın yakın akrabasıdır. 13-Ananın kız kardeşinin çıplaklığını açmayacaksın; çünkü senin ananın yakın akrabası37

Hristiyanlık için de Tevrat'taki bu kural geçerlidir.


dır. 14-Babanın kardeşinin çıplaklığını açmayacaksın, onun karısına yaklaşmayacaksın, senin yengendir. 15-Kendi gelininin çıplaklığını açmayacaksın; oğlunun karışıdır; onun çıplaklığını açmayacaksın. 16-Kardeşinin karısının çıplaklığını açmayacaksın; o kardeşinin çıplaklığıdır. 17-Bir kadınla onun kızının çıplaklığını açmayacaksın: onun oğlunun kızını yahut kızının kızını, onun çıplaklığını açmak için almayacaksın; onlar yakın akrabadır; alçaklıktır. 18-Bir kadını kendi kardeşi üzerine, onu kıskandırmak, o hayatta iken kendi yanında çıplaklığını açmak için almayacaksın."38 Museviler arasında da akraba evliliği yapıldığının en önemli ve eski iki kanıtı, gene Tevrat'ta belirtilen, Hz. İsak'ın, amcasının kızı ile39 ve onun oğlu olan Hz. Yakub'un ise dayısının kızları ile evlenmeleridir.40 Akraba evliliğinin Yahudiler arasında yaygın olarak yapıldığına ilişkin bir bilgiye ulaşılmamıştır. Ancak İsrail'deki Müslüman ve Hıristiyan Arap nüfusun akraba evliliği yapma eğilimi çeşitli nedenlerden dolayı oldukça yüksektir. 10.Sonuç ve Değerlendirme Din, mitoloji ve tarih konularında yazılan eserlerden akraba evliliği olgusunun tarihin erken dönemlerinden beri görüldüğü anlaşılmaktadır. Akraba evliliğinin sosyolojik/antropolojik nedenleri vardır. Ensest/fücür de ilginç bir akraba evliliği türü olarak tarihin farklı dönemlerinde ve çeşitli toplumlarda izlenmiştir. Zamanımızda hemen hemen dünya genelinde yasaklanmış olan ensest/fücür olgusunun ortadan kalkmasında semavî dinlerin birinci derecede etkisi olmuştur. Türk kültürünün uzunu bir tarih dönemden beri içinde olduğu Müslümanlıkta ve diğer semavî dinlerde akraba evliliği yasaklanmamıştır. Toplumsal değişme süreçlerinde özellikle kentlerin ortaya çıkması ve ulaşım araçlarının insan hayatına girmesi 38 Kitab-ı Mukaddes, Levililer: 18/6-18. Bkz. Kitab-ı Mukaddes,

Eski ve Yeni Ahit, (Tevrat ve İncil) Kitab-ı Mukaddes Şirketi yay., 1991, İstanbul. 39 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin; 24/ 47-49. 40 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin: 29/1 3-20.

ile akraba evliliklerinde bir azalma olmuştur. Bu gün akraba evliliğinin gündemde olmasındaki önemli neden, bu tür evliliklerde doğan çocukların bazı genetik rahatsızlıkları taşımalarıyla ortaya çıkan tıbbî bir durumdur. Bir yanda kültür konuları üzerine yapılan çalışmalar devam ederken diğer yanda biyoloji, fizyoloji, kimya, genetik gibi temel tıp bilimlerinde kaydedilen gelişmeler kalıtsal olarak kan bağı akrabalıklarının evlilikler yoluyla sürmesinin sonuçlarına disiplinler arası yaklaşımı getirmiştir. Arkasında yüzlerce yıllık kültür birikimlerinin olduğu akraba evliliği, böylelikle, tıp sosyolojisi konusu olarak da ele alınabilecektir. 11.Kaynakça Akraba evliliği konusunun hem beşerî bilimlerde hem de tıp bilimlerinde ele alınıp incelenmesi bir ölçüye kadar sosyoloji /antropoloji ile tıp sosyolojisinin, halk sağlığının konularını biri birine yaklaştırmaktadır. Bu aslında beşerî gerçekliğin farklı yönlerine bakan bilim dallarının zorunlu bir buluşmasıdır. Yazının bu kısmındaki kaynakça hem metnin hazırlanmasında baş vurulan kaynakları içermekte hem de ulaşılabildiğince farklı disiplinlerde yapılan çalışmaları göstermektedir. Bu kısım tamamlanmış bir akraba evliliği kaynakçaısı olarak düşünülmemelidir. Belki ileride yapılacak bir kaynakça çalışması için ilk okumalar olarak düşünülmesi daha iyidir. İnternet olanaklarının arttığı dönemin başında olunmasına rağmen bazı kaynaklara bu yolla ulaşılabileceği düşüncesiyle kaynakçanın internet dökümü burada verilmemiştir.


*Abu-Zahra, N., "Family and Kinship in a Tunisian Peasant Community" in J.G. Peristiany, (ed), Mediterranean Family Structures, Cambridge University Press, 1976, (s. 157-171). *Altuntek, Serpil, Van Yöresinde Akraba Evliliği, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993. *Altuntek, Serpil,"Van -Saray İlçesinde Evlilik Geleneği, Normlar, Yaptırımlar", Anadolu Folkloru, 2 (14), 4/6, 1992, (s.565567). *Arsan, Cevdet, "Zorla Evlendirme ve Nevroz," Sağlık Hastanesi Dergisi, 2,(4/5),7/10, 1989. *Balaman, Ali Rıza, Akrabalık, Evlilik ve Türleri, Karınca Matbacılık yay., İzmir 1982. *Başaran,N., "Anadolu'nun Genetik Yapısı Üzerine Çalışmalar III, Diyarbakır ve Çevresinde Yaşayan İnsanlar Arasındaki Kan Yakını Evlenmeler ve Bunların Mediko-sosyal Yönü", A. Ü. Diyarbakır Tıp Fakültesi Dergisi, 1973 / 2. *Bayık, Ayla,"Bornova Eğitim ve Araştırma Bölgesi Naldöken Sağlık Ocağı Bölgesinde Akraba Evliliklerinin Yaygınlığı", Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, cilt: 9, sayı: 2, 1993. *Beder-Şen, Rahime, Evliliğin Kuruluşuna İlişkin Özelliklerin Doğurganlık İle ilişkisi, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara, 1998. *Bittles, A.H., "Consanguinity: A Mojor Variable in Studies on North African Reproductive Behavior, Morbidity and Mortality", Proceedings of the Demographic and Health Surveys World Conference, Washington D.C., IRD/Macro International Inc., 1991, (s.321-341). *Bittles,H.AIan, Emprical Estimates of the Global Prevalance of Consanguineous Marriage" in Contemporary Society, Stanford Univesity, 1998. *Cebeci, Lütfullah, Kuran'ın Hükümlerindeki Hikmet: Yakın Akraba Evliliği ve Genetik, İstişare yay., Kayseri, 1990. *Clauson, Gerard, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford, At Clarendon Press, Oxford, 1972. *Divitçioğlu, Sencer, Kök-Türkler, Ada yayıncılık, İstanbul *Divitçioğlu, Sencer, Oğuzdan Selçuklu'ya. Eren yayıncılık, İstanbul, 2001. *Cresswell, Robert, "Lineage Endogamy Among Maronite Moutaineers," in J.G. Peristiany, (ed), Mediterranean Family Structure, Cambridge University, Press, 1976, (s.101-114). *Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, "Kan Yakını Evliliklerinin Diyarbakır Toplumundaki Sıklığı ve Bazı Etkileri Üzerine Araştırmalar", Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 12, (3/4), 1985, s. 149-160.

*Donuk, Abdülkadir, "Çeşitli Topluluklarda ve Eski Türklerde Aile", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı:33, Mart 1980-1981, (s.147-168) ayrıca, in Dikeçligil, B. - A. Çiğdem, (ed), "Türk Ailesi", Aile Yazıları, cilt: I, Aile Araştırma Kurumu yay., Ankara 1 991, (s. 287 - 301). *Düzcan, Füsun, Sivas Populasyonunda Akraba Evliliği Sıklığı ve Aileler Üzerindeki Tıbbi Etkileri, Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, (doktora tezi), Sivas, 1994. *Eliböyük, Zehra, Hacettepe Üniversitesi Çocuk Hastanesi Genetik Ünitesine Başvuran Hastalarda Akraba Evliliği ve Tıbbi Sonuçların İncelenmesi, Ankara, 1989. *Erdal, Rengin-Osman Saka, "Fertility Survey in Semi -Urban" Açta ReproductivaTurcica, 7, (3/4), 1/4, 1986, ( s.53-65). *Erder, Türköz, (ed), Türkiye'de Ailenin Değişimi, Toplumbilimsel İncelemeler, Türk Sosyal Bilimler Derneği yay, Ankara 1 984. *Erkul, Ali, "Sivas Merkez Köylerinde Aile Yapısı", Cumhuriyet Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi, (17) 1994/12, s. 17-49. *Eröz, Mehmet,Türk Ailesi , Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1977. ayrıca in Dikeçligil, B. - A. Çiğdem, (ed) , "Türk Ailesi", Aile Yazıları, cilt: I, Aile Araştırma Kurumu yay., Ankara 1991, (s. 225-247). *Eyüboğlu, İsmet Zeki, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, (ikinci baskı), Soysal yay.,İstanbul, 1 991. *Genç, Reşat, "Onbirinci Yüzyılda Türklerde Evlenme", Türk Yurdu, 10 /40, 1990/12, (s.12-93). *Gökçe, Birsen," Aile ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme", Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, cilt:8, sayı: 1 -2, (s.4677), ayrıca aynı yazı için bkz. Aile Yazıları, I, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yay., Ankara, 1 991, (s.205-223). *Gönüllü, Müzeyyen, "Akraba Evliliği ve Sakıncaları", Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (17), 1994 / 12, (s.89-103). *Görgünay, Neriman, "Savak Aşiretlerinde Evlenme Âdeti", Türk Kültürü, 24, (276), 1 988/4, (s.l 8-27). *Göyüç, Nejat. "XI Yüzyılda Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Yönetim ve Nüfus," Türk Kültürü, 32 (370), 1994/2, ( s.7786). *Güvenç Bozkurt, İnsan ve Kültür, (geliştirilmiş dördüncü basım) Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984. *Hacettepe University, Institute of Population Studies, 1988 Turkish Population and Health Survey, Hacettepe Ünv. Yay., Ankara, 1989. *Hacettepe University, Institute of Population Studies, 1983 Turkish Population and Health Survey, Hacettepe Üniversitesi yay., Ankara, 1 987. *Hancıoğlu, Attila - Ergül Tunçbilek, "Akraba Evlilikleri, SosyoDemografik Özellikleri ve Çocuk Ölümleri Üzerine Etkileri", Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 1998/41, (s.l39153).


*lşıl, Bulut, "Adolesan Evlilikleri," Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Dergisi, 3/(1-2), 1/5, 1985, (s. 5365). *İlbars, Zafer, "Köy Kültürünün Özellikleri ve Sorunları", Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, (6), 1990/1, (s.225231). *İzgi, Özkan, İslamiyet'ten önceki Türklerde Kadın, Türk Kültür araştırmaları Enstitüsü yay., Ankara 1975. Journal of Biosocial Science» United Kingdom. *Kalyoncu, C,Akraba Evlilikleri ve Doğuştan Kusurlar, (uzmanlık tezi), Edirne Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Kürsüsü, Edirne 1976. *Kandemir, M. Yaşar,"Fatıma" maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, cilt: 12, (s.219-223). *Khuri, F., "Parallel Cousin Marriage Reconsidered", Man, vol.5, no: 4. *Kitab-ı Mukaddes, Kitab-ı Mukaddes: Eski ve Yeni Ahit, (Tevrat ve İncil) Kitab-ı Mukaddes Şirketi yay., 1991, İstanbul.

Family Structures, Cambridge Universİty Press, 1976, (s. 115-136). *Rosenfeld, Henry, "From Peasant to Wage Labor and Residual Peasantry: The Transformation of An Arab Village" in Robert A. Manners, (ed), Process and Pattern, Aidine Publication Com., Chicago, 1964. *Rosenfeld, Henry, "The Contradictions Between Property, Kinship and Power as Reflected in the Marriage System of an Arab Village" in J.G, Peristiany, (ed), Contributions to Mediterranean Sociology, Mounton, 1968, Paris. *Rosenfe!d, Henry, " An Analaysis of Marriage and Mariage Statistics for a Moslem and Arab Village", International Archives of Ethnography, vol. 68, 1 957, (s. 32-62). *Say, Burhan - E. Tunçbilek - S. Balcı - Z. Yalçın, Türk Halkında Çeşitli Konjenital Malformasyonların Görülme Sıklığı, Hacettepe Üniversitesi yay., no: c.12, Ankara, 197. *Sayın, Önal, Aile Sosyolojisi, Ege Üniversitesi yay., İzmir 1990.

*Kur'an- Kerim, Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali, (Prof. Dr. Süleyman Ateş), Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul.

*Seddon, David, "Aspects of Kinship and Family Structure Among the Ulad Stut of Zaio Rural Commune, Nador Province, Morocco", in Peristiany, J.G., (ed), Mediterranean Family Structures, Cambridge Universİty Press, 1976, (s.1-26).

*Kuran, Ercüment, "Türk Ailesinin Tarihî Gelişimi", Türk Yurdu, 10/40, 1990/12, s. 54-55.

*Sevinç, Necdet, Eski Türklerde Kadın ve Aile, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yay., İstanbul 1987 .

*Küçük, Abdurrahman,"Dinlerde Evlilik Anlayışına Genel Bir Bakış," Türk Yurdu, 10/40, 1990/12, (s. 57-61).

*Smith, Anthony.İnsan, Yapısı ve Yaşamı, (çev. Erzen Onur-Nida Tektaş), Remzi Kitabevi, (ikinci baskı), İstanbul, 1979.

*Oto, Remzi, "Zihinsel Özürlü Çocukların Aileleri", Dicle Tıp Dergisi, 19 (1/2), 1992, (s.117-125).

*Süngü, Selma, Sivas Yöresinde Akraba Evliliği Yapan ve Yapmayan Çiftlerde Dermatoglifik Benzerlikler, Cumhuriyet Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, (yüksek lisans tezi), Sivas 1984.

*Oy, Aydın, "Atasözü" maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, cilt: 4, İstanbul, 1992, (s. 44-46). *Ögel Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş (dokuz cilt) farklı tarihlerde baskıları yapılmıştır, Kültür Bakanlığı yay. Ankara. *Örnek, Sedat Veyis, Etnoloji Sözlüğü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi yay., Ankara, 1971. *Özbay, Ferhunde, "Demografi ve Halk Sağlığı", Çalışma Ortamı, (5), 11.1992, s. 49-51. *Özder, Mustafa Adil, Halk Biliminde Düğün, Evlilik, Akrabalık Terimleri Sözlüğü, Ziya Gökalp Derneği yay., Ankara, 1981. *Peristiany, jean G."lnroduction", İn Peristiany, J.G, (ed), Mediterranean Family Structures, Cambrİdge Universİty Press, 1976,(s.l-26). *Peristiany, jean G,, (ed), Contributîons to Mediterranean Sociology, Mouton Paris, 1968. *Peristiany, Jean G., (ed), Mediterranean Family Structures, Gambridge Universİty Press, 1976. *Peters, Emrys Lloyd" Aspects of a Affinity in a Lebanese Maronite Village", in Peristiany, J.G., (ed), Mediterranean Family Structures, Cambridge Universİty Press, 1976, (s.27-79). *Rosenfe!d, Henry, " Social and Economic Factors İn Explanation of the Increased Rate of Patrilinear Endogamy in the Arab Village in Israel" in Peristiany, J.G., (ed), Mediterranean

*Şaylı, Bekir Sıtkı,"Anadolonun Genetik Yapısı Üzerine Çalışmalarinfertil Evliliklerde Belirlenebilen İnfertilite Sebepleri", Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 8, (I), 1/3,1991,(5.75-91). *Şerifoğlu, Yusuf, "Ailede Birlik," Güneyde Kültür, 5,(49),1993/3, (s.28-29). *Tan, M., "Toplumsal Tarihsel ve Hukuksal Yönleri ile Bir Evlenme Engeli Olarak Hısımlık", Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi Dergisi, s:7, 159, 1975. *Tezcan, Mahmut.Türk Kültüründe Başlık Parası Geleneği, Kültür Bakanlığı yay,, Ankara, 1998. *Timur, Serim.Türkiye'de Aile Yapısı, Hacettepe Üniversitesi yay., D.15, Ankara,1972. *Tunçbİlek, E.- M. Ulusoy, "Consanguinity in Turkey in 1988, Nüfusbilim Dergisi, 1989, cilt:! 1, (s.35-46). *Tunçbilek, Ergül.'Türkiye'de Akraba Evlilikleri", Katkı, 6 / (2), 1985, (s. 129-136), *Tunçbilek,Ergül - E.Koç, "Consanguineous Marriage in Turkey and its Impact on Fertility and Mortality", Ann. Humain Genetics, 1994/58, (s.321-329). *Türk Yurdu , Aile Özel Sayısı,10/40,1990/1 2.


*Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, "Bursa'da Yerleşen Göçmenler Arasında Akraba Evliliği Sıklığı" Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, I9,(2),I992, (s.147-153). *Ulusoy,Mahir - Ergül Tunçbilek, "Türkiye'de Akraba Evlilikleri ve Çocuk Ölümlerine Etkileri", Nüfusbilim Dergisi, cilt:9,l987. *Uzun, Mustafa, Elazığ ve Çevresi Geleneksel Kültüründe Evlenme, Fırat Üniversitesi, (yüksek lisans tezi), 1992.

*Wilson, Chris- Tim Dyson, "Family Systems and Cultural Change: Perspectives from Past and Presem", in Elza Berquo-Peter Xenos,(ed), Family System and Cultural Change, Clarendon Press, Oxford,1992, (s.31-45). *Winick, Charles, Dictionary of Anthropology, Green Wood Press, Connecticut,1969.

*Ünalan, Turgay, "İdeal Evlenme ve Doğum Yaşları", Nüfusbilim Dergisi, 16/1994.

*Yıldız, Canan, Evlenme İle İlgili Adetlerimizin Halk Bilimi Açısından Tetkiki, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yüksek lisans tezi) 1996.

*Webster's Webster's New Twentieth Century Dictionary, Unabridged Second Edition.

*Yurtbaşı, Metin, A Dictionary of Turkish Proverbs, Turkish Daily News yay..(üçüncü baskı),Ankara, 1993.

*Whitaker, lan, "Familial Roles in the Extended Patrilineal Kin Group in Nortnern Albania", in J.G. Peristİany (ed), Mediterranean Family Structures, Cambridge University Press, 1976, (s.195-203).

*Yüksel, Şahika, "İnsestin Tanınması ve Değerlendirilmesi", Nöro Psikiyatri Arşivi, 30, (2), 1993/4, (s.352-357).


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.