Yıl 6 • Cilt 2 • Sayı 7
•
Nisan - Mayıs - Haziran 2004
T.C. BAŞBAKANLIK AİLE ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI Eğitim - Kültür ve Araştırma Dergisi
•
Sahibi
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Adına Nesrin AFŞAR ÇELİK
Genel Yayın Yönetmeni Bekir Sıtkı BAYOĞLU
Yazı işleri Müdürü İrfan ÇAYBOYLU Yayın Kurulu Mesut TAŞÇI İrfan ÇAYBOYLU Dursun AYAN Sadık GüNEŞ Ahmet Rasim KALAYCI
•. Adres Meşrutiyet Caddesi No: 19 06650 Kızılay-ANKARA Tel:(312)419 29 79-(12 Hat) Fax (312)41929 70 • Aile ve Toplum Dergisi'nde yayınlanan yazılardaki görüşler yazarına aittir. Aile ve Toplum Dergisi üç ayda bir yayınlanır.
Grafik Gözde Ajans: 0312. 231 15 77 Baskı Öztepe Matbaacılık San.Tic. Ltd.Şti. Tel :0312. 341 12 08 ANKARA
AİLE ve TOPLUM DERGİSİ YAYIN İLKELERİ 1. Aile ve Toplum Dergisi, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından üç ayda bir yayınlanır. 2. Dergide telif ve tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme ve tartışma yazıları Türkçe ya da bir yabancı dilde yer alır. 3. Dergi, "Hakemli" bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, konusu ile ilgili bir akademisyen ve Yayın Kurulu tarafından incelendikten sonra yayınla nabilir. Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir. 4. Gönderilen yazıların yayınlanma zorunluluğu yoktur. Dergiye gelen yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın geri gönderilmez. 5. Dergiye gönderilen yazıların Türkçe ve bir yabancı dilde (ingilizce, Fransızca, Almanca) 100-150 kelimelik özetleri çıkartılmalıdır, Yazı her hangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ise belirtilmelidir. 6. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. 7. Dergide yayınlanacak her yazının yazarına telif ücreti ödenir. 8. Yazının kapak sayfasında, çalışmanın adı yazar/yazarların (birden fazla yazar varsa sıralama yapılarak) adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurum lar belirtilmeli, Türkçe ve ingilizce özetler yer almalıdır, 9. Makalelerdeki dipnot ve kaynakçalar mutlaka genel kabul görmüş stan dartlara uygun olmalıdır. 10. Gönderilen yazıların dili açık ve anlaşılır olmalı, dilimizde karşılığı tam olarak olmayan ifadelerin Türkçe karşılığı parantez içinde verilmeli ve gönderilen yazılar yazım düzeni açısından aşağıdaki özellikleri taşı malıdır: - Yazılar, A4 boyutundaki beyaz kağıdın bir yüzüne, 1,5 satır aralıklı, bütün kenarlardan 3'er cm. boşluk bırakılarak ve arial II punto kul lanılarak yazılmalıdır. - Dergiye gönderilen metin PC ile yazılmalı, Microsoft Word'un Ofis 98 ve 2000 sürümleri tercih edilmelidir. Metin tek kopya olarak sunul malıdır. Ayrıca metin diskete kaydedilmeli, disketin üzerinde kul lanılan bilgisayar programı ve sürüm numarası belirtilmelidir. Yazı, Hakem Kurulu'nun bir değişiklik önerisiyle kabul edilmişse en son durumu içeren çalışma disketle birlikte teslim edilmeli, önlem olarak dosyanın bir kopyası da yazarda bulunmalıdır. - Satır sonlarında sözcükler kesinlikle hecelerine bölünmemelidir. - Çizimler bilgisayardan çıkarılmadı ise, beyaz aydınger kağıt üzerinde çini mürekkebi ile çizilmelidir. Çizimlerde fotokopi yöntemi kullanıl mamalıdır. Fotoğraflar siyah/beyaz, net ve parlak fotoğraf kağıdına basılmış olmalıdır. Renkli fotoğraflar ve fotokopiye çekilmiş fotoğraflar kullanılmamalıdır. Ayrıca, her bir şeklin metin içinde gireceği yer açık bir biçimde gösterilmelidir.
Danışma Kurulu Prof. Dr. Belma AKŞİT ...................................Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emine AKYÜZ ................................A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zehra ARIKAN .................................Gazi Üniversitesi Tıp. Fak. Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çiğdem ARIKAN ............................H.Ü. Sosyal Hizmetler YO. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meziyet ARI .....................................H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan AYDIN...................................H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayla BAYIK ......................................Ege Üniversitesi Hemşirelik YO. Halk Sağlığı Bl. Başkanı Prof. Dr. Rüveyde BAYRAKTAR.....................H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Müberra BABAOĞUL ....................H.Ü. Ev Ekonomisi Yüksek Okulu Müdürü Doç. Dr. Esra BURCU ..................................H.Ü. Sosyoloiji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aylin GÖRGÜN BARAN ................H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyza BiLGiN ................................ .A.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretimi Üyesi Prof. Dr. Latife BIYIKLI...................................A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işıl BULUT .......................................Başkent Üniversitesi Sağ. Bil. Fak. Sosyal Hizm. Bölüm Başk. Doç. Dr. İbrahim CILGA.................................H.Ü. Sosyal Hizmetler YO. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Saynur CANAT .............................A.Ü. Tıp Fakültesi Ergen Psikiyatrisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bülent ÇAPLI ...................................A.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilgün ÇELEBİ ..............................A.Ü. DTCF Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oya ÇİTCİ ........................................TODAİE Öğretim Üyesi Doç. Dr. İhsan DAG ........ . . . . ......................H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emin YAŞAR DEMİRCİ ..................Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beğlü DİKEÇLİGİL...........................H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yıldırım B. DOĞAN ........................ .A.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Veli DUYAN .....................................H.Ü. Sosyal Hizmetler YO. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yıldız ECEVİT ..................................O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç, Dr. Mehmet ECEVİT ............................ .O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Birsen GÖKÇE.................................Sosyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Nergiz GÜVEN.................................H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölüm Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ülker GÜRKAN ..............................Başkent Üniversitesi Hukuk Fak. Öğr. Üyesi Prof. Dr. Mübeccel GÖNEN............................H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Talat HALMAN .......................... . .Bilkent Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Seniha HASİPEK ......................... . .A.Ü. Ev Ekonomisi YO. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuran HORTAÇSU ........................O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Olcay İMAMOGLU ........................O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sunay İL....................................H.Ü. Sosyal Hizmetler YO. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tülin İÇLI .......................................Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zafer İLBARS...................................A.Ü. D.T.C.F. Sosyal Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuray KARANCI ............................O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Velittin KALINKARA . .....................Pamukkale Üniversitesi Denizli Meslek Yüksek Okulu Müdürü Yrd. Doç. Dr. Kasım KARATAŞ ...................H.Ü. Sosyal Hizmetler YO. Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mualla KAVUNCU ........................Gazi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Eser KERiMOGLU ...........................A.Ü, Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Duyan MAĞDEN......................... H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Yaşar OCAK....................... .H.Ü. Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. fiber ORTAYLI ................................. Galatasaray Ünv. Hukuk Fak. Öğr. Üyesi D o ç . D r . Â s l ı h a n Ö Ğ Ü N . . / . . . . . . . . ......... H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferhunde ÖKTEM ........................... H.Ü. Çocuk Ruh Sağlığı Bölümü Öğretim Üyesi Prof, Dr. Nilgün SARP....................................A.Ü. Sağlık Eğitimi Fak. Dekanı Prof. Dr. jşık SAYIL ........................................A.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan TOMANBAY . . . ....................H.Ü. Sosyal Hizmetler YO. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Günsel TERZİOĞLU ................ . . . .H.Ü. Ev Ekonomisi Yüksek Okulu Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mahmut TEZCAN ........................ .A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gülay TOKSÖZ ................................A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesf Prof. Dr. Ergül TUNÇBİLEK .......................... H.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof, Dr. Sevda ULUGTEKİN........................,H.Ü, Sosyal Hizmetler YO. Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Hamza UYGUN .......................... H.Ü. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Serhat ÜNAL ................................. .H.Ü, Tıp Fak. Dahiliye Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayşe YALIN..................................... A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Böl. E. Öğretim Üyesi
Sunuş Bilindiği üzere aile neslin devamı; çocukların bakımı ve yetiştirilmesi; yeni nesillere kültürel kimliğin, dini ve ahlaki değerlerin kazandırılması; tarihsel ve toplumsal bilincin aktarılması; sevgi ve hoşgörü esasına dayanan tutum ve değerlerin yerleştirilmesi gibi temel fonksiyonları üstlenen en temel sosyal kurumdur. Aile parçalanma, dağılma gibi nedenlerle varlığını sürdürememe tehlikesiyle karşı karşıya geldiğinde ya da temel fonksiyonlarını ifa edemeyecek kadar zayıfladığında bu ikame edilemez fonksiyonlarını yerine getiremediğinden toplumda ciddi sorunlar ortaya çıkmakta; ailedeki sorunlar arttıkça toplumda da sorunlar artmaktadır. Ailenin toplum hayatı için taşıdığı değere binaen Anayasamızın 41 inci maddesinde "Ailenin Korunması" başlığı altında "Aile Türk toplumunun temelidir" hükmüyle devletin aileye verdiği önem vurgulanmıştır. Anayasamız devleti aileyi korumak ve güçlendirmek için gereken tedbirleri almak ve teşkilatı kurmakla görevlendirmiştir. Anayasanın anılan maddesine istinaden 1989 yılında kurulan Aile Araştırma kurumu'nun kuruluş amacı: " Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının arttırılması için gerekli araştırmalar yapmak ve projeler geliştirmek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak, aile ile ilgili milli politikanın oluşmasına yardımcı olmaktır." şeklinde belirtilmiştir Kurumun görevleri yukarıda değinilen Anayasa maddelerinin devlete yüklediği görevlerin yerine getirilmesine yönelik, Türk ailesinin temel sorunları da dikkate alınarak yasa koyucu tarafından belirlenmiştir. Bu çerçevede hızla değişen toplumsal süreç içerisinde, devletin aileye yönelik politikalarının aile yapısının gerçekleri ve sorunları doğrultusunda çözüm üretici, verimli ve etkin olabilmesi için, her şeyden önce Türk ailesinin çeşitli yönleriyle ilgili bilimsel verilere ihtiyaç duyulmaktadır. Aileyi bütün bireyleriyle bir bütün olarak ele alıp onu çeşitli yönlerden bilimsel yöntemlerle araştırıp inceleyerek sorunları ve çözüm önerilerini geliştirmek, bu veriler doğrultusunda uygulanan politikaların sonuçlarını tespit etmek, ilişkilerin gittikçe karmaşıklaştığı, hızlı değişim ve hareketliliğin olduğu çağımızda artık kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bilindiği gibi, "bilgi toplumu" kavramı çağımızda sanayileşmesini tamamlamış ülkelerin geldiği yeni bir aşamayı ifade etmek için kullanılmaktadır. Artık günümüzde bilimsel yöntemle elde edilen bilgi ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarla ilgili faaliyetlerin odağını oluşturmaktadır. Bu nedenle, devlet yönetiminde sosyal hayatla ilgili alanlarda geliştirilecek olan politikaların da bilimsel bilgi ihtiyacı bir lüks değil, zorunluluktur. Bu itibarla Aile Araştırma Kurumu, bu yöndeki diğer faaliyetleriyle birlikte, aile konusundaki bilimsel çalışmaları desteklemek, toplamak ve yine bu alanda çalışanların" bilgilerine sunmak üzere, çok sayıdaki kitap yayımının yanı sıra, altı yıldan beri 'Aile ve Toplum' dergisini de yayınlamaktadır. Akademik faaliyetler ile toplumsal gerçekliklerimiz arasında sağlam bir bağ kurduğuna ve olumlu bir et-kileşim sürecini gerçekleştirdiğine inandığımız 'Aile ve Toplum' dergisine katkı sağlayan makale sahiplerine, Danışma Kurulumuzun değerli üyelerine ve yayına hazırlayan Kurum çalışanlarına teşekkür ederim. Nesrin AFŞAR ÇELİK Aile Araştırma Kurumu Başkanı V.
İçindekiler •
Kadınların Eğitiminde Uzaktan Öğretimin Önemi ve Örnek Uygulama Yard. Doç. Dr. Emine DEMİRAY, Dr. Şensu CURABAY .................. ................9
•
Ailelerin Öznel Refah (Subjective Well-Being) Düzeylerine İlişkin Bir Değerlendirme Dr. Emine ÖZMETE.........................................................................................23
•
Aile Terapisinde Sosyal Hizmet Yaklaşımı Doç. Dr. Aliye Mavili AKTAŞ ...................................................................... . .33
•
Bir Grup Üniversite Öğrencisinin "Çağdaş Kadın" Üzerine Görüşleri Prof. Dr. Aylanur ATAKLI, Doç. Dr. Canan YERTUTAN, Sebahat EKİNCİ . . .43
•
Suça Yönelmiş Çocukların Tahliye Sonrası Topluma Kazandırılması Yasemin AYDOĞAN, Dündar AYDOĞAN .......................................................57
•
Kafelere Giden Öğrencilerin Sigara ve Alkol Alışkanlıkları ile Beslenme ve uyku Düzenleri Üzerine Bir Çalışma Nesimi KİŞİOĞLU, Mustafa ÖZTÜRK, Ersin UŞKUN, Malik DOĞAN, Reha DEMİREL ......................................................................65
•
Bitlis'te Yaşayan Ailelerin Sosyo - Demografik, sosyo-ekonomik Sosyo- Kültürel Özellikleri ile Toplumsal Hayatta Törenin Gücü Rahime BEDER ŞEN (Uzman), Semra DEMİRKAN (Uzman) . . .....................73
•
Tüketiyorum Öyle ise Var (mıy)ım Gösterimlik Tüketim ve Tüketici Kimliğinde Aile Dursun AYAN..................................................................................................81
•
Medyanın Aile Kurumu Açısından Eleştirel Okuması Biz Evleniyoruz Programı Örneği Fatma ÖZDOĞAN BELLİGÜÇÜK .................................................................91
•
Cumhuriyetin 80. Yılında Türk Ailesi Paneli İhsan ÇAPÇIOĞLU ......................................................................................95
Kadınların Eğitiminde Uzaktan Öğretiminin Önemi ve Örnek Uygulama Yard.Doç.Dr. Emine DEMIRAY*
özet Çalışmada öncelikle uzaktan öğretim, dünyada ve Türkiye'de kadının konumu, okuma-yazma oranları, eğitim durumları, eğitime olan talep ve bu talebi karşılamada uzaktan öğretime olan gereksinim üzerinde durulacaktır. Daha sonra, Türkiye'de şu an uygulanmakta olan Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi önlisans projelerinden Ev idaresi önlisans Programı değerlendirmeye alınacaktır. Bu programın değerlendirilmesi şu açılardan yapılacaktır. • Programa giriş koşulları, tercih nedenleri, • Programda okutulan dersler, içerikleri (basılı materyaller açısından), • Bu program için hazırlanan televizyon programları ve içerikleri, •Dersler bazında başarı durumu, kadın-erkek oranları, • Programdan mezun olan öğrenci sayısı, kadınerkek oranları, •Programdan mezun olanların aldıkları bilgileri günlük yaşamlarına geçirebilme durumları, •Programda okutulan derslerin içerik olarak hangi kadına yönelik olduğu kadının birey olarak kendini geliştirmesine katkısı olup olmadığı. Bu programa ait televizyon programlarının gündüz ve gece yayınlanması, öğrencileri dışında da izleniyor olması nedeniyle kadınlara yaygın eğitim hizmeti vermektedir. Anahtar Sözcükler: Uzaktan öğretim, Kadın, Kadın Eğitimi, Kadın Çalışmaları.
Anadolu üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, Eskişehir *
Yard.Doç.Dr. Şensu CURABAY*
Abstract The literacy rate of the women is lower than men nearly ali around of the world societies, in new Millennium. This rate difference is the same in Turkey too. When the literatüre browsed, it will be seen that one of the best w ay to reach women for be İng educate de them is distance education. First of ali, the position of women both in the world and Turkey, literacy rate, educational career, educational demand and neccessity of distance education to satisfy. This demand will be discussed in the study. Than, two-year Home Economy Pre-licence Programme of Anadolu University Öpen Education Faculty; will be evaluated from point ofview of the benefits to the Turkish women's social life. This programme will be evaluated according to; •Entrance conditions ofwomen, • Preference reasons to registration to the pro gramme, •Given lecture and their contents for printed materials, • Television programs and their contents which prepared for this programmes •Number of success rate of graduates, Number of sex graduates (male-female) rate, • The graduated students' application of the information which gained from programme to daily life, • The lecture which given in programme is fit (suitable) for which women and help of the women as an individual to develop themselves and socially benefits of the program. The television programs which belongs to this programme are broadcasted both night and day and viewed by many people instead of students therefore serve women in the name ofactive education. Key words: Distance Education, VVoman, Woman Education, woman Studies.
• Giriş Günümüzde yaşanan sanayileşme, hızlı nüfus artışı ve ekonomik sorunlar eğitim-öğretime olan talebi arttırmış, geleneksel eğitim-öğretimin yanında uzaktan öğretime de gereksinim duyulmuştur. Eğitimöğretime olan gereksinimi karşılayabilme ve eğitimöğretimde fırsat eşitliği sağlama amacı güden uzaktan öğretim; "Geleneksel öğretme-öğrenme yöntemlerinin sınırlılıkları nedeniyle sınıf içi etkinlikleri yürütme olanağının bulunmadığı durumlarda, eğitim etkinliklerini planlayanlar ve uygulayıcılar ile öğrenciler arası iletişim ve etkileşimin, özel olarak hazırlanmış öğretim üniteleri ve çeşitli ortamlar yoluyla belirli bir merkezden sağlandığı bir öğretim yöntemidir" (Alkan, 1981, s:59). Uzaktan öğretim çağdaş ve yeni eğitim teknolojilerinin bir boyutudur, Bu alandaki kavram ve uygulamalar, eğitim talebine olan bir dizi gereksinmelerin ve çeşitli iletişim teknolojisi ile eğitim teknolojisi alanlarındaki gelişmelerin sonucudur. Uzaktan öğretim uygulamalarının bazı kavramsal dayanakları vardır. Bunlar; yeni eğitim-öğretim olanağı yaratma, iş-eğitim bütünlüğünü sağlama, eğitim ve öğretimde demokratikleşme, yaşam boyu eğitim, bireysel olgulara dönüklük, kurumlardan etkili yararlanma, teknoloji-eğitim bütünleşmesi, birey ve toplum gereksinmelerine yönelme, üç boyutlu bütünleşmeyi esas alma (basılı malzeme, yayın, yüz-yüze öğretim), büyük kitlelere ulaşma, bireysel-kitlesel öğretim bütünlüğü, eğitim isteği, mali olanak dengesidir. Uzaktan öğretimin dayandığı başlıca varsayımlar ise; bireylerin farklı eğitim-öğretim olanakları gereksinimi içinde olması ve varolan uygulamaların bunu karşılayamaması, varolan uygulamalara yeni olanaklar eklenerek bireysel bağımsız öğrenme ile kitle eğitiminin sağlanması, yeni seçeneklerin geleneksel eğitim-öğretim uygulamalarının yetersizliğini giderici olması, yeni modellerin varolan eğitimin dışında kalan bireylere eğitim-öğretim olanağı sağlaması ve yeni seçeneklerin tüm bireylerin
eğitim-öğretimden eşit yararlanmalarını sağlaması gerekliliğidir. Bu kavram ve varsayımlar doğrultusunda gelişen uzaktan öğretim süreçlerinin özgün yönleri ise şöyle sıralanabilir; çok boyutluluk, disiplinler arası yaklaşım, ünite kredi sistemi, ekip çalışması, sistem yaklaşımı, öğretim ortamlarının hazırlanmasında kollektif çalışma, çoklu ortam ve yöntemleri işe koşma, çeşitli öğretim yöntemlerini uygulama, çeşitli basılı öğretim malzemeleri kullanma, yayın yoluyla öğretim ortamları kullanma ve grup izleme merkezlerini, yüz-yüze öğretim ortamlarını, öğrenme kaynakları merkezlerini kullanmadır (Alkan, 1998, s:2426). Uzaktan öğretimin olumlu ve olumsuz yönleri ise özet olarak şöyle sıralanabilir: Olumlu yönleri; • insanlara değişik eğitim-öğretim seçeneği sunmak, • Fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırma ya da en aza indirme, • Kitle eğitimini kolaylaştırma, • öğretmenlerin değişik kaynaklardan yetişmiş olması, araç-gereç yetersizliği v.b. nedenlerle eğitim programlarının uygulanmasında karşı karşıya kalınan standart düşüklüğünü yükseltme, standart bütünlüğü sağlama, • Eğitimde maliyeti düşürme, kaliteyi yükseltme, öğrenciye serbestlik sağlama, sınırları kaldırma, • Daha zengin bir eğitim ortamı sağlama, • Kendi kendine öğrenmeye katkı sağlama, • Bireye öğrenme sorumluluğu kazandırma, • İlk kaynaktan bilgi sağlama, • Çok sayıda bireyin uzmanlardan yararlanmasını sağlama, • Başarının aynı koşullarda belirlenmesini sağlama, • Belli bir zamanda ve belli bir kapalı alanda bulunma zorunluluğunu ortadan kaldırma, • Her türlü teknolojiden yararlanma olanağı sağlama. Olumsuz yönleri ise; • Yüz yüze öğretim ilişkilerinin kolay sağlanama ması, • Okul ortamındakine benzer sosyal etkileşime yer vermemesi,
• Çalışan öğrencilerin dinlenme zamanını alma, • iletişim teknolojisine bağımlı olması, • Yardımsız ve kendi kendine öğrenme alışkanlığı olmayan öğrencilere yeterince yardım sağlayamamasıdır. (Uluğ ve Kaya, 1997, s: 16-17) Uzaktan öğretim geleneksel öğretimden; öğrenim süreci boyunca öğrenci ve öğretmenin birbirlerinden ara sıra-sürekli olarak ayrı oluşu, öğrenme araçlarının planlanması, hazırlanması, öğrenci destek hizmetlerinin sağlanması ve organizasyonu, öğretmen ile öğrenciyi bir araya getirmede ve dersin içeriğini sunmada, çağdaş kitle iletişim araçlarından ve ortamlarından yararlanma, kitle iletişim teknolojisinden eğitim-öğretim amaçlı yararlanma yönleriyle farklılıklar taşımaktadır. (Kaya, 1998, s:234) Genel olarak geleneksel öğretim türlerinde yararlanılan eğitim-öğretim malzeme, araç ve gereçleri, uzaktan öğretimde de kullanılmaktadır, ilk uzaktan öğretim uygulamaları bilgi iletmede kullanılan kaynak, grafik gibi öğelerle desteklenmiş yazılı malzemelerden oluşmaktaydı. Günümüzde ise teknoloji ve eğitim teknolojisindeki gelişmeler izlenerek, uzaktan öğretimde yazılı malzemelerden bilgisayarlara doğru bir dizi araç ve gereçten yararlanılmaktadır (Hızal, 1983, s:30-31). Buna göre uzaktan öğretimde kullanılan malzeme, araç ve yöntemler; 1. Basılı malzemeler, 2. Görselişitsel araçlar, 3. Yüz-yüze öğretim, 4. Yeni iletişim teknolojileri şeklinde sınıflandırılabilir. öğretme ve öğrenme etkinliklerinin, özel olarak hazırlanmış ve belirli aralıklarla öğrenciye gönderilen basılı malzemelerle yürütülmesi, basılı malzemeler yoluyla öğretimdir. Basılı malzeme deyimi, kitap, not, yardımcı kaynak, öğrenciden yapması istenen alıştırmalar, ödevler, çeşitli grafik gereçler vb. içermektedir. Bu malzemeler ucuz olması, kullanım kolaylığı, her an yararlanmaya hazır bulunuşu gibi üstün özelliklere sahiptir (Gökdağ,1986, s:11). Basılı malzemeler temel öğrenme kaynağı olma, bilgi verme, bağımsız öğrenme yeteneğini geliştirme, inceleme yapma, soru yanıtlama, problem çözme,
problem çözmeye yöneltme gibi işlevleri yerine getirirler. Basılı malzemelerin yüz-yüze öğretimdeki temel olma özelliği, uzaktan öğretimde daha bir önem kazanmış ve sistemin başarısı büyük ölçüde basılı malzemelere dayandırılmıştır (Gökdağ, 1998, s:17). Uzaktan öğretimin temel eğitim-öğretim aracı olan basılı malzemeler, yüz-yüze öğretimde kullanılan basılı malzemelerden daha özenle hazırlanmalı, planlanma, yazma ve değerlendirme aşamalarına gereken önem verilmelidir. Uzaktan öğretimde basılı malzemeyi destekleyen ve görsel-işitsel araçlar olarak kabul edilen radyo ve televizyonun ise haber verme işlevinden sonra gelen en önemli işlevlerinden biri de eğitim-öğretimdir. Ulusal kalkınmalarını tamamlayamamış ülkelerde radyo ve televizyonun eğitim-öğretim aracı olarak kullanılmaları etkin eğitim-öğretim yöntemi olarak kabul edilmektedir (Aziz, 1981, s:52-53). Radyo ve televizyondan genel olarak eğitimde ve uzaktan öğretimde yararlanmanın nedeni bireylere götürülen eğitim-öğretim olanaklarını yaygınlaştırmak ve çeşitlendirmektir. Bir çok ülke eğitim-öğretim hizmetini götürmede coğrafi farklılık ve uzaklık sorunu ile karşı karşıya bulunmakta, bu uzaklık sorununu özellikle radyo ve televizyondan yararlanarak belirli ölçüde ortadan kaldırabilmektedir (Hızal, 1983, s:53). Yüz-yüze öğretim ise öğretim-öğrenme etkinliklerinin öğretmen ve öğrencilerle bir arada yürütülmesidir. Uzaktan öğretime yöneltilen eleştirilerin başında bu sistemlerin öğretmen-öğrenci ve öğrenci-öğrenci etkileşimine yeterince yer vermediği biçimindedir. Uzaktan öğretimde öğrencilere kendileri için güçlük doğuran konular hakkında açıklama yapılma olanaklarının sağlanması, öğretimin verimli olması açısından önem taşımaktadır. Yüz-yüze etkileşim olanağının sınırlı olması veya hiç bulunmaması uzaktan öğretim öğrencilerinin kendi kaderlerine terk edilmiş duygusuna kapılmalarına neden olmaktadır. Teknoloji ve eğitim teknolojisindeki gelişmelere karşın öğretme-öğrenme etkinliklerinde öğrenci ve
öğretmenlerin yüz-yüze gelmelerinin önemi yadsınmamaktadır. Ayrıca bu öğrenciler kendileri 'gibi uzaktan öğretim gören arkadaşlarını tanımak, birbirlerinin sorunlarını öğrenmek, deneyimlerinden yararlanmak istemektedirler (Hızal,1983, s:59-60). Uzaktan öğretimde kullanılan basılı malzemelere, görsel ve işitsel araçlara (radyo-televizyon-video) ek olarak teknolojideki gelişmelerin de etkisiyle uzaktan öğretimde yeni sistemler de kullanılmaya başlanmıştır. Bilgisayar (Internet, e-learning), etkileşimli görüntü (interactive video), uzaktan konferans verme (teleconferencing), görüntülü konferans (video conference), teletext ve viewdata bu sistemlerden başlıcalarıdır. Türkiye'deki Açıköğretim Sisteminin temelinde de öğrenciyi kendi kendine çalışarak öğrenmeye yönlendiren teknolojiler vardır. Bu teknolojiler yardımıyla oluşturulan temel unsurlar; ders kitapları, televizyon ve radyo programları, akademik danışmanlık hizmetleri, bilgisayar destekli eğitim hizmetleri, ölçme ve değerlendirme sistemi ve öğrenci hizmetleridir. Bu sistemde ana malzeme olan basılı malzemelerin yanında diğer önemli bir araç da destekleyici görev üstlenen radyo ve televizyondur. Radyo, sadece işitme duyusuna seslenmekle sınırlı bir eğitim-öğretim aracı olarak görülmekte, bu sınırlılığına karşın çok geniş bir etkinlik alanına sahip bulunmaktadır. Bu araç, insan sesini çok uzaklarda bulunan geniş kitlelere ulaştırmaktadır (Hızal, 1983, s:53). Bu özelliğinin yanında radyonun bir iletişim aracı olarak ucuzluğu, gün boyu yayın yapma ve transistorlu radyo ile bulunulan her mekanda iletiden yararlanma özelliği bulunmaktadır (Tekin ve diğerleri, 1987, s:18). Görüntü, ses ve harekete sahip olan televizyon ise değişik ve çok sayıda sunuş biçimine sahiptir. Televizyonda insan görüntüsünün konuyu sözel olarak anlatmasının yanı sıra, grafik anlatım, gerçekten aktarma ve konuyu yeniden dramatize etmek mümkündür. Televizyon eğitimde sadece bir araçtır. Uzaktan öğretim sistemleri içinde destek bilgi kaynağı olarak yer alır. Yapılan araştırmalar, televizyonun
bir konuda güdüleme yapmada, bir olguyu başlatmada, öğrenmeye dönüştürmek için yardımcı olmada, böylece ruhsal bir eksikliğin giderilip, öğrenmenin gerçekleşmesinde etkin olduğunu göstermiştir (Tamer, 1984, s:6). Uzaktan öğretim; dünyada ve ülkemizde eğitim olanağından yoksun kesimin, ağırlıklı olarak kadınlar olması nedeniyle ve uzaklık, zaman ve çoklu karar gibi sınırlılıkların üstesinden gelmesiyle eğitime daha çok kadın kazandırmanın bir yolu olarak görülmektedir, örgün eğitim olanağı bulamayan kadınlar, kendilerini geliştirmenin bir yolu olarak uzaktan eğitimi tercih etmektedir. Bu çalışmada; ülkemizde kadının konumu, eğitim durumu ve kadınların eğitime olan gereksinimleri üzerinde durulduktan sonra, kadınlara yönelik bir içerikle, uzaktan öğretim yöntemini kullanarak eğitim-öğretim veren Anadolu üniversitesi Açıköğretim Fakültesi "Ev idaresi önlisans" programının yapısı ve bu programa kayıtlı kadın öğrenci profili ele alınmıştır. Yeni bir bin yılda da halen tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadın sorunları diğer sorunlar arasında ilk sıralarda yer almaktadır, ülkemizde; medeni kanunda, kadın-erkek arasındaki ayrımcılık, kız çocuklarının erken yaşlarda istemedikleri kişilerle zorla evlendirilmesi, kadının medyatik şiddet, aile içi şiddet ve toplumsal şiddetle karşı karşıya kalması, her yıl tecavüz nedeniyle yüzlerce kadının psikolojik tedavi görmesi, 2000'li yıllarda bile halen namus cinayetlerine kurban gitmesi ve Cumhuriyetle birlikte kazanılan hakları büyük bir kadın çoğunluğunun, yaşama geçirememiş olması kadın sorununun hala büyük boyutlarda sürdüğünü göstermektedir. Bunun yanı sıra ülkemizdeki kadınlar açısından halen devam eden diğer olumsuzluklar ise şöyle sıralanabilir; TBMM'in deki 22. Dönem (3 Kasım 2002 Genel Seçimleri) milletvekilleri arasında kadın milletvekili oranı, %4.4'tür. 21. yüzyılda kabinemizde yalnız bir kadın bakan bulunmaktadır. Hiçbir kentimizde kadın vali yoktur. 100 kadından yalnız ikisi yüksek öğrenim görmektedir. Yönetim kadrolarında 100 erkeğe karşın üç kadın, iş veren konu-
mundaki 100 erkeğe karşılık iki kadın vardır, üst düzey yöneticilerin %3.7'si kadındır. 15-34 yaş arası kadın işsizlik oranı %82, kadın işgücünün sendikalaşma oranı %6'dır. Gelirin ancak %10'unu kadınlar paylaşmaktadır. Sosyal güvenlik kapsamındaki yurttaşların ancak %13.8'i kadındır. Her 100 kadından 75'i tarlada çalışırken, çalışanların %88'i ücretsiz işçi konumundadır. Anne olmak için yılda 2500 kadın yaşamını yitirmektedir. Kırsal kesim kadınının%75'i yaşamı boyunca doktor yüzü görmemekte ve cinsiyete dayalı ayrımcılık her alanda kendini göstermektedir. (Doster, 2000, s:89-92) Tüm bu sorunların çözümündeki en büyük etken eğitimdir. Eğitim, kadın-erkek herkes içindir. Günümüz Türk kadını; bilinçli, kişilikli, yaratıcı, üretici, kendine güvenen ve toplumda kendine yakışır bir statüye sahip olmak durumundadır. Kadın aynı zamanda geleceğin güvencesi olan çocukların da ilk eğitimcisidir. Günümüzde dünya ülkelerinin gelişmişlik düzeyi, o toplumlardaki kadınların eğitim seviyesiyle ölçülmektedir, ülkemizde insan hakları, sosyal
Türkiye'de Kadın Eğitimi, 1992, s:9-10) Buna bağlı olarak, ülkemizde kız çocuklarının okul öncesi eğitimi ile ilk, orta, teknik, mesleki ve yüksek öğretimden yararlanmasını engelleyen yasalar bulunmamaktadır. Ancak ülkenin kırsal-kentsel kesimleriyle, farklı coğrafi bölge ve kentlerin değişik gelişmişlik düzeyindeki kesimleri arasında, kadınlarla erkeklerin eğitimden yararlanmaları belirgin farklar göstermektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana temel eğitimin zorunlu olduğu ülkemizde, 2000 yılında kadın nüfusunun %19.4'ü, erkek nüfusunun %6.1'i okur-yazar değildir. 2000 yılı Devlet istatistik Enstitüsü verilerine göre ülkemizde okur-yazar olmayanların yıllara göre oranları Tablo 1'de yer almaktadır. 1997 yılından itibaren zorunlu eğitimin sekiz yıl olduğu ilk öğretimde kız-erkek okullaşma oranları; 1999-2000 öğretim yılında kızlarda %88.45, erkeklerde %99.89, orta öğretimde kızlarda %48.42, erkeklerde %65.21, yüksek öğrenimde ise kız öğrencilerde %17.42, erkek öğrencilerde %24.55'tir.
Tablo 1. Okur-Yazar Olmayanların Yıllara Göre Oranları (%)
YIL
KADIN
ERKEK
TOPLAM
1935
90.2 87.1 83.2 80.6 74.4 75.2 67.2 58.2 49.5
70.7 63.8 56.3 54.5 44.1 46.4 35.9 29.7 23.8
80.8 75.5 69.8 67.5 59.0 60.5 51.2 43.8 36.3
45.3 31.8 28.0 19.4
20.0 13.5 11.2 6.1
32.5 22.6 19.5 12.7
1940 1945 1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 2000
devlet yapısı ve demokrasi içinde eğitim sisteminin her alan ve kademesinde, kadınlarımızın eğitim olanaklarından cinsiyet farkı gözetmeksizin yararlandırılması, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'yla belirlenmiştir. Diğer taraftan eğitimde eşitlik ilkesi 1982 TC Anayasası'nın 10. ve 40. maddelerinde de yer almaktadır. (2000li Yıllar öncesinde
(http://www.die.gov.tr 20.01.2004) ülkemizde 1997 yılından itibaren ilköğretim sonrası eğitim "genel" ve "mesleki-teknik" olarak ikiye ayrılmaktadır. Kız öğrencilerin hem genel, hem de mesleki teknik okullardaki oranlarına bakıldığında, katılımın yıllar itibariyle arttığı gözlenmektedir. Kız öğrencilerin yüksek öğrenime katılımı da yıllar içinde
artış göstermiştir, ülkemizdeki yüksek öğrenimin bütün dallarına kız öğrencilerin katılımı vardır. Ancak bilim dallarına göre dağılıma bakıldığında eşitlikten uzak bir dağılım söz konusudur. 2001-2002 öğretim yılı verilerine göre kız ve erkek öğrencilerin yüksek öğrenim kurumlarına katılım sayıları; dil ve edebiyat 19.798 kadın, 12.669 erkek, matematik ve fen bilimleri 32.627 kadın, 40.567 erkek, uygulamalı sosyal bilimler 157.582 kadın, 188.222 erkek, teknik bilimler 29.786 kadın, 101.301 erkek, ziraat ve ormancılık 7.617 kadın, 18.187 erkek, sanat 6.835 kadın, 5.911 erkek, diğer eğitim kurumları 639 kadın, 7.015 erkektir. Sayılardan da anlaşıldığı gibi kız öğrenciler, geleneksel olarak "kadına uygun" diye düşünülen alanlarda yoğunlaşmalarına karşın, kadın alanı olarak düşünülmeyen teknik, matematik ve fen bilimleri alanlarında ise erkek öğrenci sayısında kız öğrenci sayısına göre büyük bir yoğunluk gözlenmektedir. (http://www.die.gov.tr 20.01.2004) ülkemizde kız çocuklarının iş gücünden daha fazla yararlanılması, erken evlilikler, okula geç başlama, kızların eğitimine ilişkin güdülenme eksikliği, eğitim maliyetinin yüksekliği, ataerkil değer yargıları ve bunlara bağlı olarak eğitimin geleceğe yönelik bir katkısı olmayacağı düşüncesi özellikle kız çocuklarının eğitimini olumsuz yönde etkilemektedir. (Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye'de Kadının Durumu, 1998, s:9) Türk kadını çok eski çağlardan beri erkeğiyle eşit sorumluluk taşımıştır. Sorumluluğun paylaşılmasında, ailede alınan kararlara katılımda, üretimin arttırılmasında ve kadının statüsünün yükselmesinde eğitim temel unsurdur. (2000'li Yıllar öncesinde Türkiye'de Kadın Eğitimi, 1992, s:83) Bu açıdan bakıldığında Türk kadınını doğrudan etkileyen en önemli değişim, 1924 yılında çıkarılan eğitimi tek sistem ve çatı altında toplayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kabulüdür. Böylece kadınlar en temel vatandaşlık hakkı olan eğitim görme hakkına kavuşmuştur. Türk milli eğitim sistemi "örgün eğitim" ve "yaygın eğitim" olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır, örgün eğitim sistemi içinde; okulöncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim (meslek, genel ve teknik liseler), özel eğitim ve yük-
seköğretim yer almaktadır. Yaygın eğitim sistemi içersinde ise; okuma-yazma, meslek, sosyal ve kültürel kurslar ile çıraklık eğitimi yer almaktadır. (Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye'de Kadının Durumu, 1998, s:5,14) Bunların yanı sıra 1982 yılından bu yana, Anadolu üniversitesi Açıköğretim Fakültesi tarafından yüksek öğrenim düzeyinde, her yaş gurubundan bireye uygulanan lisans, önlisans ve sertifika programları uzaktan öğretim yöntemiyle sürdürülmektedir. 1992 yılında ise Açıköğretim Fakültesi yapı ve işleyiş modelini örnek alan ve Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak orta öğretim düzey ve içeriğine yönelik eğitim veren Açıköğretim Lisesi uygulaması başlatılmıştır. (Demiray, 1999, s:7) ülkemizde 1980'li yıllardan itibaren kadın sorununa daha duyarlı ve bilinçli bir yaklaşım gözlenmektedir. 1981 tarihli "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın önlenmesi Uluslararası Sözleşmesini Türkiye 1986 yılında imzalamıştır. Sözleşme ile kadınların; meslek ve sanatla ilgili alanlara yönlendirilmesinde, eğitim kurumlarına girişte, genel ve mesleki eğitimde, ders programlarından, bina, araçgereç ve burs olanaklarından, spor ve beden eğitimi faaliyetlerinden erkeklerle eşit olarak yararlanmaları öngörülmüştür. Diğer yandan kız öğrencilerin okuldan ayrılma oranlarının düşürülmesi, kadınların ailenin sağlık ve refahını sağlamaya yardım edecek aile planlaması bilgisi dahil olmak üzere, özel eğitici bilgilere ulaşmalarının sağlanması da sözleşme hükümleri arasında yer almıştır. Bunun yanında ülkemizde 6. Beş Yıllık Kalkınma Planı ve uluslararası kararlar doğrultusunda, kadınlarımızı Türk toplumu içinde hak ettikleri çağdaş düzeye çıkarmak üzere, 1990 yılında 3670 sayılı kanunla "Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü" kurulmuştur. Kadının statüsünün korunması ve geliştirilmesi, sorunların çözümü için faaliyetlerde bulunan Genel Müdürlük, ilgili Devlet Bakanlığına bağlı olarak halen görevini sürdürmektedir. Kadın eğitimi konusunda Milli Eğitim Bakanlığı dışında ayrıca; Sağlık Bakanlığı, Tarım ve Köy işleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, gönüllü kuruluşlar ve üniversiteler de faaliyet göster-
mektedir. Mili Eğitim Bakanlığı Kız Teknik öğretim Genel Müdürlüğü ise kadınlarımızın mesleki-teknik eğitimine yönelik tüm yurt çapında örgün ve yaygın eğitim faaliyetlerini üstlenmektedir. (2000li Yıllar öncesinde Türkiye'de Kadın Eğitimi, 1992, s:85-86) ülkemizde, ilköğretimden sonra özellikle kızların örgün eğitim kurumlarına devam etme oranlarının düşük olması nedeniyle, yaygın eğitimin önemi artmaktadır. Yaygın eğitim büyük ölçüde yetişkinlere okuma-yazma öğretme ve gençlere bir meslek kazandırma niteliği taşımaktadır. 1928'de açılan Millet Mektepleri yaygın eğitim çalışmalarının ilk örneklerindendir. Kız Teknik öğretim bünyesindeki yaygın eğitim hizmetleri de 1928 yılından itibaren başlamıştır. Bu hizmet; Pratik Kız Sanat Okulları, Köy Kadınları Gezici Kursları, Kız Teknik öğretim Olgunlaşma Enstitüleri tarafından belli bir sistem içinde, en büyük yerleşim merkezinden başlayarak okullaşmanın mümkün olmadığı köylere kadar götürülmüştür. TC Hükümeti ile UNICEF arasında "iş Birliği Programları" çerçevesindeki projelerde de kadın eğitimiyle ilgili olarak; Kız Çocuklarının Eğitimi, Yetişkinlerin Okur-Yazarlığı, Kadınların Beceri ve Gelir Düzeylerinin Yükseltilmesi Projeleri başlatılmış bulunmaktadır. Ortaöğretim düzeyinde ise, Kız Teknik öğretim Genel Müdürlüğüne bağlı olarak; Kız Meslek Liseleri, Kız Teknik Liseleri, Anadolu Kız Meslek Liseleri ve Anadolu Kız Teknik Liseleri faaliyet göstermektedir. Bunlar, Türk Milli Eğitiminin genel amaç ve temel ilkeleri doğrultusunda, genç kızlarımızın çağın ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmelerine uygun olarak, ülke endüstrisine ve aile ekonomisine katkıda bulunacak şekilde, çeşitli yörelerin ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurarak, çağdaş bilim ve teknolojideki metotları bilen, yorumlayan, kullanan, geliştiren orta düzeyde meslek elemanı yetiştirmeyi amaçlayan okullardır. (2000'li Yıllar öncesinde Türkiye'de Kadın Eğitimi, 1992, s:28-30) ülkemizde yüksek eğitim düzeyinde ise kadınlara yönelik örgün eğitim veren; Çocuk Gelişimi ve Eğitimi, Ev Ekonomisi bölümleri ve Aile Ekonomisi ve Beslenme, Çocuk Gelişimi ve Okul öncesi Eğitimi,
Dekoratif ürünler, Giyim, Hazır Giyim, Kuaförlük ve Güzellik Bilgisi, Nakış, Trikotaj öğretmenliği bölümlerinin yanı sıra, Eskişehir Anadolu üniversitesi bünyesinde yer alan ve uzaktan öğretim yöntemiyle hizmet veren Açıköğretim Fakültesinde, 1982 yılından bu yana devam eden iktisat-işletme lisans programlarına ek olarak, 1992-1993 öğretim yılında Açıköğretim önlisans Programlarından biri olan "Ev İdaresi önlisans" programı başlatılmıştır. Program; ev, aile ve bireyin sahip olduğu kaynakların, amaca en uygun şekilde kullanma bilgi ve becerisini kazandırmayı amaçlamaktadır. ülkemizde kadının konumu, eğitim durumu, eğitime olan gereksinimleri ele alındıktan sonra, uzaktan öğretim yöntemiyle eğitim veren "Ev İdaresi önlisans" programı incelendiğinde şu veriler elde edilmiştir. Bu programa lise ve lise dengi okul mezunu olan, ÖSYM tarafından yapılan üniversite Seçme Smavı'nda 105 ve üzeri puan alan ve tercihini bu programa yapan, TC-KKTC vatandaşı olan kadınerkek, yaş sınırı olmaksızın herkes girebilmektedir. Uzaktan öğretim yöntemiyle öğrenim görülen bu programın süresi iki yıldır. Program, temelde basılı materyal ve televizyon-radyo programları destekli yürütülmektedir. Programdaki derslerle ilgili yüz yüze eğitim verilmemektedir, öğrenciler, ara sınav ve yıl sonu sınavı olmak üzere iki kez sınava girmektedir. Yıl sonu sınavında başarılı olamayanların üçüncü bir sınav olan bütünleme sınavlarına girme hakları vardır. Bir öğretim yılı içersinde, ara sınav Mart ayında, yıl sonu sınavı Haziran ayında, bütünleme sınavı ise Eylül ayında yapılmaktadır. Birinci sınıftaki derslerin en çok ikisinden başarısız olan . öğrenciler ikinci sınıfın derslerini alabilme hakkına sahiptir, ikinci sınıfta ise öğrenciler, tüm derslerden başarılı olduktan sonra mezun olabilmektedirler, öğrencilerin, yasa, yönetmelik ve fakülte yönetim kurulunca belirlenen harç ve bedelleri ödemiş ve her yıl kayıtlarını yenilemiş olmaları koşuluyla okula süresiz devam etme hakları vardır, öğrenciler fakülteye her yıl iki ödeme yapmakla yükümlüdür. Birinci ödeme; öğretim gideri (kitap, sınav hizmetleri, basılı malzemeler ve diğer hizmetler), ikinci ödeme; her yıl bakanlar
gece olmak üzere devletin eğitim kanalı olan TRT 4 kanalından yayınlanmaktadır. Televizyon programları basılı malzemelerde yer alan tüm üniteleri kapsamamakta, yalnız görsel ağırlıklı olması gereken konuları içermektedir. Televizyon ders programlarının yayın gün ve saati ile derslerin içeriklerini belirten yıllık yayın planı kitapçığı da kayıt anında öğrencilere
kurulu kararıyla belirlenen cari hizmet maliyetlerine öğrenci katkısıdır, öğretim gideri öğrencilerden bir kerede kayıt anında, cari hizmet maliyetlerine öğrenci katkısı ise iki taksit halinde alınır. öğrencilerin fakülte ile iletişimleri her ilde bulunan Açıköğretim Büroları aracılığı ile sağlanır. Kayıtları da yine, yaşamlarını sürdürdükleri illerde bulunan
Ev İdaresi önlisans Programına kayıtlı öğrenciler 1999-2000 öğretim yılında birinci sınıfta şu derslerden sorumludurlar: Dersler
Basılı Malzeme ünite Sayısı
TV Program Sayısı
Tüketici Davranışı ve Tüketici Bilinci
12
6
Beslenme İlkeleri Sağlık Bilgisi ve ilk Yardım
12 15
8 6
Görgü Kuralları ve Sofra Düzenlemesi
15
12
Ev Araçları
16
6
Yurttaşlık ve Çevre Bilgisi
15
7
Psikoloji
11
6
Yabancı Dil Almanca
25
25
Fransızca
12
27
İngilizce
30
30
1999-2000 öğretim yılında ikinci sınıfta sorumlu oldukları dersler ise şunlardır:
• Dersler
Basılı Malzeme ünite Sayısı
TV Program Sayısı
Aile Ekonomisi
11
7
Çocuk Bakımı ve Sağlığı Uygarlık Tarihi
18 10
7 9
Aile Yapısı Ev Yönetim Bilgileri
16 14
8 8
Değişen Teknoloji ve Aileve Etkisi
13
8
Türk Dili
15
10
Atatürk ilkeleri ve İnkılap Tarihi
30
20
Açıköğretim Büroları tarafından yapılır. Basılı malzemeler, öğrenciye kayıt anında bağlı bulundukları bürolarda verilir, Anadolu üniversitesinin organizasyonu ile gerçekleştirilen ve çoktan seçmeli test tekniği ile uygulanan sınavlara da yine yaşamlarını sürdürdükleri illerde girerler. Derslerin televizyon programları ise 24 haftalık yayın süresince diğer projelerin dersleriyle birlikte, haftanın belirli günlerinde, günde iki kez, gündüz ve
verilmektedir.
öğrenciler,
evlerinde
basılı
malzemeleri okuyarak ve televizyon programlarını izleyerek sınavlara hazırlanırlar. Ev idaresi önlisans Programında 1999-2000 öğretim yılında 6930 erkek öğrenciye karşın, 8691 kadın öğrenci kayıtlı bulunmaktadır. Programdan, ilk mezun verdiği 1994 yılından 2000 Haziran ayı da dahil olmak üzere, toplam 5.047 erkek öğrenci, 15.813 kadın öğrenci mezun olmuştur. (Anadolu üniversitesi Bilgisayar Araştırma Uygulama
Merkezi'nden alınan verilere göre) öğrencilerin başarı durumları incelendiğinde ise; birinci sınıftan ikinci sınıfa doğrudan geçen kadın öğrenci oranı %16.84 iken, erkek öğrenci oranının %12.22 olduğu görülmektedir. Doğrudan mezun olanlar açısından başarı durumu ise, kadınlarda %19.76, erkeklerde %19.14'tür. Birinci sınıftan ikinci sınıfa geçenlerde kadınların başarı oranı erkeklerden yüksek iken, mezun olan kadın ve erkeklerin başarı oranı hemen hemen birbirine eşittir. "Ev idaresi önlisans Programının genel yapısı ve öğrencilerin başarı durumları incelendikten sonra, programa kayıtlı kadın öğrenci profilini ve programın verimliliğini belirlemek amacıyla pilot çalışma olarak, evren kabul edilen Eskişehir ilinde yaşayan, 19992000 öğretim yılında Anadolu üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Ev idaresi önlisans Programına kayıtlı bulunan 100 kadın öğrenciden 70'ine yüz yüze görüşme tekniği ile 13 soruluk bir sormaca uygulanmıştır. Programın içerik olarak kadınlara yönelik olması nedeniyle, Eskişehir ilinde bulunan, bu programa kayıtlı erkek öğrenciler çalışma evreninin dışında bırakılmıştır. Programa kayıtlı kadın öğrencilere uygulanan sormacada, ilk olarak yaş durumları incelenmiştir. Sormaca sonucuna göre yaş frekans dağılımına ilişkin veriler Tablo 2'de görülmektedir. Tablo 2'ye göre programa kayıtlı kadın öğrencilerin, %45.71'i 25-34 yaş arası, %41.44'ü 35-49 yaş arasıdır. Denek öğrencilerin yaşları %87.15 oranıyla Tablo 2. Programa Kayıtlı Kadın öğrencilerin Yaşları Yaş 18-24 yaş 25-34 yaş 35-49 yaş 50-64 yaş 65+ Toplam
Sayı
Yüzde%
9 32 29 -
9
70
45.71 41.44 100
25-49 yaş arasında yoğunlaşmaktadır. Programa kayıtlı 50 ve daha ileri yaşlarda kadın öğrenci bulunmamaktadır. Bu durum kadınların büyük çoğunluğunun çalışıyor olması ve ülkemizde kamu kesiminde çalışan kesimin bu yaşlarda yoğunlaşması ile açıklanabilir.
Programa kayıtlı kadın öğrencilerin medeni durumları incelendiğinde ise Tablo 3'de de görüldüğü gibi, kadınların %67.14'ü evli, %32.86'sı ise bekardır. Sormacaya katılan kayıtlı kadın öğrencilerin ağırlıklı olarak evli olmaları, ülkemizdeki kadınların evdeki sorumluluklarının yoğunluğu ve bu sorumluluklarının ön planda olması nedeniyle, kendilerini geliştirmek isteyen kadınların örgün eğitim yerine, uzaktan öğretimi tercih ettiklerini göstermektedir. Bu sonuç, beklenen yönde bir sonuç olarak değerlendirilebilir. Tablo 3. Programa Kayıtlı Kadın öğrencilerin Medeni Durumu Medeni Durum
Sayı
Yüzde%
Evli Bekar Toplam
47 23 70
67.14 32.86 100
Tablo 4. Programa Kayıtlı Kadın öğrencilerin Sahip Oldukları Çocuk Sayısı Çocuk Sayısı Yok 1 çocuk 2 çocuk 3.Çocuk 4 çocuk + Toplam
Sayı
Yüzde% 22 34 14
70
31.42 48.57 20.01 100
Programa kayıtlı kadın öğrenciler arasında Tablo 4'e göre %31.42'sinin çocuğu bulunmazken, %48.57'si bir çocuk ve %20.01'i de iki çocuk sahibidir, üç ve daha fazla çocuğa sahip olan kadın öğrenci ise bulunmamaktadır. ülkemizde eğitim düzeyi ile doğurganlık arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Eğitim düzeyi düşük aileler genellikle çok sayıda çocuğa sahip olmakta, buna karşılık eğitim düzeyi yükseldikçe çocuk sayısı azalmaktadır. Nüfus ve aile sağlığı araştırmasına göre, okuma-yazma bilmeyen kadınların ortalama 5.1 çocuk, üniversite mezunu kadınların ise ortalama 1.4 çocuk doğurduğu saptanmıştır. (2000'li Yıllar öncesinde Türkiye'de Kadın Eğitimi, 1992,s:85) Bu
durum araştırma sonucunda programa kayıtlı kadın öğrencilerin %68.58'inin 1-2 çocuk sahibi olmalarıyla da doğru orantılıdır. Çünkü, programa kayıtlı kadın öğrenciler de uzaktah öğretim yöntemiyle yüksek öğrenim düzeyinde eğitim almaktadır. örgün eğitim kurumlarının yakınında gündüz saatli, çocuk bakımı hizmeti veren okul öncesi eğitim kurumlarının bulunmayışı, evli kadınların ve annelerin temel eğitim hizmetlerinden yararlanmalarını olumsuz yönde etkilemektedir. (2000'li Yıllar öncesinde Türkiye'de Kadın Eğitimi, 1992, s:33) Bu durumun, çalışan, evli ve çocuk sahibi kadınları uzaktan öğretim yöntemiyle eğitim almaya yönlendirdiği ileri sürülebilir.
meni, %14.28'inin bankacı, %11.42'sinin polis, %7.14'ünün serbest çalışan olduğu, %12.88'inin ise çalışmadığı görülmüştür, örneklem içersinde yer alan Eskişehir ilinde, bu programa kayıtlı kadın öğrencilerin toplam %87.12'si çalışmaktadır. Bu sonuçlar doğrultusunda %17.14'ünün şu an çalıştıkları alanın devamı olan bu programa devam ediyor olmaları, anlamlı bir sonuç olarak görülürken, diğer çalışan kesim olan %69.98'inin kendi çalıştıkları alan dışında bir program olmasına karşın, bu programa devam ediyor olmaları yüksek öğrenim görme, yüksek öğrenim diplomasına sahip olma ve genel kültür düzeylerini arttırma isteğiyle açıkla-nabilir. Programa kayıtlı kadın öğrencilerin kendilerine ait gelir durumlarına bakıldığında, Tablo 6'da da görüldüğü gibi, %12.88'inin kendilerine ait bir geliri Tablo 5. Programa Kayıtlı Kadın öğrencilerin bulunmamaktadır. Bu durum, şu anda herhangi bir Mesleki Dağılımları işte çalışmamaları ve ev kadını olmalarıyla açıklanMeslekler Savı Yüzde% abilir. Ayrıca %37.14'ünün 100-200 milyon TL kendiBankacı 10 14.28 lerine ait gelirlerinin bulunması bu öğrencilerin kamu Polis 8 11.42 Memur kuruluşlarında memur statüsünde çalışıyor olmalarıy26 37.14 Yaygın Eğitim la doğru orantılıdır, %25.70'inin 201-300 milyon TL öğretmeni (Dikiş, 12 17.14 kendilerine ait gelire sahip olmaları ise bu öğrencinakış, çocuk bakımı, vb lerin bankacı ve polis olmaları, bu görevlerdeki Serbest 5 çalışanların düz memur statüsündeki çalışanlara 7.14 Çalışmayan 9 12.88 oranla daha yüksek ücret almalarından kaynaklanToplam 70 100 maktadır. Bu sonuçlar, inceleme kapsamındaki "Ev idaresi önlisans"programma kayıtlı kadın öğrenciTablo 5'e göre programa kayıtlı kadın öğrencilerin lerin büyük çoğunluğunun düşük düzeyde bir ücretle mesleki dağılımları incelendiğinde ise, %37.14'ünün çalıştıklarını göstermektedir. kamu kuruluşlarında büro elemanı-sekreter Programa kayıtlı kadın öğrencilerin ailelerinin, düzeyinde memur, %17.14'ünün yaygın eğitim kurutoplam gelir durumlarına bakıldığında ise Tablo 7'de luşu olan halk eğitim merkezlerinde dikiş, nakış, %72.98'inin 201-500 milyon TL ye sahip oldukları beslenme, çocuk bakımı vb konularda kurs öğretTablo 6. Programa Kayıtlı Kadın öğrencilerin Kendilerine Ait Gelir Durumları Gelir Durumu
Gelirim Yok Asgari ücret 100-200 milyon TL 201-300 milyon TL 301-400 milyon TL 401-500 milyon TL 501 milyon TL + Toplam
Sayı
Yüzde% 9 12 26 18 5
12.88 17.14 37.14 25.70 7.14
—
—
—
—
70
100
Tablo 7. Programa Kayıtlı Kadın öğrencilerin Ailelerinin Toplam Gelir Durumu Gelir Durumu
Sayı
Yüzde%
—
Asgari ücret 100-200 milyon TL 201-300 milyon TL 301-400 milyon TL 401-500 milyon TL 501-600 milyon TL 601-700 milyon TL 701-800 milyon TL
3
— 11.42 17.14 35.71 20.13 5.80 2.90 4.35
801 milyon TL + Toplam
1
1.45
70
100
8 12 25 15 4
2
görülmüştür. Bu durum, ülkemizdeki yaşam standartları dikkate alındığında, programa kayıtlı kadın öğrencilerin ailelerinin orta gelir düzeyinde aileler olduğunu göstermektedir. Programa kayıtlı kadın öğrencilerin kendilerine ait gelirlerine oranla, ailelerinin sahip olduğu toplam gelirin daha yüksek olması, inceleme kapsamındaki kadın öğrencilerin %67.14'ünün evli olup, eşlerinin de çalışıyor olmasıyla açıklanabilir. İnceleme kapsamındaki programa kayıtlı kadın öğrencilere, uzaktan öğretim yöntemiyle eğitim veren "Ev İdaresi önlisans" programını tercih nedenleri sorulduğunda ise Tablo 8'de %62.69'unun "işimde terfi ve derece yükselmesi" yanıtını verdikleri görülmüştür, öğrencilerin büyük çoğunluğu kamu kuruluşlarında devlet memuru statüsünde çalışmaktadır. Bu programı tamamladıktan sonra, derece yükselmesiyle, aylık ücretlerinde dereceye bağlı olarak bir artış söz konusu olacağından, çalışanlar tarafından tercih nedeni olarak bu seçenek belirtilmiştir, öğren-
cilerin %67.14'ünün evli olması, %68.58'inin 1-2 çocuk sahibi olmaları, %62.84'ünün kamu kuruluşunda memur statüsünde çalışıyor olması nedeniyle, işlerinde derece yükselmesi ve bunun sonucunda ücret artışını gerçekleştirebilmesi için örgün yüksek öğretim kurumlarına devam etme şansları yoktur, öğrenciler bu koşullarından dolayı, derece artışını gerçekleştirebilmek için uzaktan öğretim yapan ve kadın olmaları nedeniyle kendilerine yakın hissettikleri iki yıllık "Ev idaresi önlisans" programını tercih ettiklerini belirtmişlerdir. Bu bölümü seçmede ikinci tercih olarak ise %17.14 ile "işimde daha iyi bir konuma gelme" seçeneği belirtilmiştir. Bu seçeneği tercih eden öğrenciler, Halk Eğitim Merkezlerinde, dikiş, nakış, beslenme, çocuk bakımı vb konularda öğretmenlik yapan kadınlardır. Bu öğrenciler programın içerik olarak kendi alanlarının bir devamı olması nedeniyle, kendilerini bu programla geliştirerek işlerinde daha iyi bir konuma gelmeyi hedeflemektedirler. "Yeni bir meslek edinme" ve "rast-
Tablo 8. Programa Kayıtlı Kadın öğrencilerin Tercih Nedenleri Tercih Nedeni
Sayı
Yüzde%
Diploma Alma İşimde Derece Yükselmesi Yeni Bir Meslek Edinme Genel Kültürümü Arttırma işimde Daha iyi Bir Konuma Gelme Kendimi Kanıtlama Rastlantısal Toplam
4
5.80 62.69 2.90 8.57 17.14
44 2 6 12 ___ 2 70
2.90 100
lantısal" seçeneğini tercih edenlerin oranı ise sadece %2.90'dır. Tablo 9. Ev İdaresi önlisans Programının Yeni Bir Meslek Alanı Açıp Açmaması Durumu Meslek Alanı Açıp Açmaması
Sayı
Yüzde%
Evet Açıyor Hayır Açmıyor
9
Toplam
70
12.85 87.15 100
61
Tablo 9'da da görüldüğü gibi programa kayıtlı kadın öğrencilerin %12.85'i "Ev idaresi önlisans" programının yeni bir meslek alanı açtığını savunurken, %87.15'i programın yeni bir meslek alanı açmadığını belirtmiştir. Bu sonuç, öğrencilerin %87.12'sinin çalışıyor ve bir meslek sahibi olmalarıyla doğru orantılıdır. Ayrıca, bu programın yeni bir meslek alanı açmadığının belirtilmesi, çalışanlar içinde %62.84'ünün kamu kuruluşunda memur statüsünde olmaları ve bu programı %62.69 oranında işlerinde terfi ve derece yükselmesi için seçmeleri ile de açıklanabilir. Bunların yanı sıra öğrenciler, programda yer alan derslerin içerikleri açısından ağırlıklı olarak ev kadınlarına yönelik olması nedeniyle de, programın yeni bir meslek alanı açmadığını düşünmektedirler. Günlük yaşamda en çok yararlandıkları dersler açısından bakıldığında ise; I. sırada: Sağlık Bilgisi ve ilk Yardım, Görgü Kuralları ve Sofra Düzenlemesi, II. sırada: Beslenme ilkeleri, Çocuk Bakımı ve Sağlığı, III. sırada: Ev Araçları olduğu görülmüştür. Programa kayıtlı kadın öğrencilerin en çok sevdikleri derslerin de, I. sırada: Çocuk Bakımı ve Sağlığı, Görgü Kuralları ve Sofra Düzenlemesi II. sırada: Sağlık Bilgisi ve İlk Yardım, Aile Ekonomisi III. sırada: Beslenme İlkeleri olduğu saptanmıştır. iş yaşamında hangi derslerin bilgilerinin yararlı
olduğunu düşünüyorsunuz sorusuna ise; I. sırada: Beslenme ilkeleri II. sırada: Çocuk Bakımı ve Sağlığı III. sırada: Tüketici Davranışı ve Tüketici Bilinci, yanıtını vermişlerdir. Bu programa kayıtlı kadın öğrencilerden yalnızca %17.14'ünün bu programın içeriğiyle mesleki bağlantısı olmasına karşın, diğer öğrenciler tarafından da dersler sevilerek takip edilmekte ve günlük yaşamda kullanılmaktadır. Bu sonuç da, kadın olmaları, ev işlerini ve çocuk bakımını ön planda tutmaları, bu alanda kendilerini geliştirmek istemeleriyle açıklanabilir, iş yaşamında yararlı görülen dersler açısından bakıldığında ise, çalışmayan dokuz öğrenci bu soruyu yanıtlamazken, yanıtlayanlar içinde %77.04'ü iş yaşamlarında derslerin yararlı olmadığını ve derslerle ilgili bilgileri kullanmadıklarını belirtmişlerdir, iş yaşamında derslerin yararlı olduğunu ve bilgilerini kullandıklarını belirtenlerin oranı ise %22.96'dır. Derslerin iş yaşamında yararlı olmadığını düşünenlerin, program alanı dışında mesleklerde çalışıyor olmaları, derslerin iş yaşamında yararlı olduğunu düşünenler ise, Halk Eğitim Merkezlerinde görevli, dikiş, nakış, beslenme, çocuk bakımı vb konularda kurs öğretmenliği yapan ve bu bölümlerin lise kısmından mezun olan kadınlar olması nedeniyle sonuçlar beklenen doğrultudadır. Tablo 10. Programın Kadının Birey Olarak Kendini Geliştirmesine Katkısı Olup Olmadığı Katkısı Olup Olmadığı Evet Katkısı Var Hayır Katkısı Yok Toplam
Sayı 10
Yüzde% 85.72 14.28
70
100
60
Sormacaya katılan kadın öğrencilerin, programın kadının birey olarak kendini geliştirmesine katkısı olup olmadığı konusunda ki görüşleri alındığında, Tablo 10'da da görüldüğü gibi %85.72'si programın kadının birey olarak kendini geliştirmesine katkısı olduğunu, %14.28'i ise katkısı olmadığını belirtmiştir.
%85.72 gibi büyük bir oranda kadın öğrencinin bu
kendilerini geliştirebilecekleri genel kültür dersleri de
programın kadının birey olarak kendini geliştirmeye
yer almaktadır. Bu dersler, Atatürk ilkeleri ve inkılap
katkısı olduğunu düşünmesi, program açısından
Tarihi, Yabancı Dil (ingilizce, Almanca, Fransızca),
olumlu bir sonuç gibi görünmektedir. Ancak, progra-
Türk Dili, Uygarlık Tarihi, Yurttaşlık ve Çevre Bilgisi,
ma bu olumlu bakış, öğrenciler tarafından "en çok
Psikolojidir. Bu dersler içerikleri açısından birey
sevilen" ve "günlük yaşamda bilgilerinin en çok kul-
olarak kadının gelişmesine, genel kültür düzeyinin
lanıldığı" derslerin içerikleri incelendiğinde, derslerin
artmasına ve kadını ev dışına taşımasına yardım
ev yaşamı ile sınırlı kadına yönelik olması nedeniyle
ederken, sormacaya katılan kadın öğrencilerden
çelişkili bir durum ortaya çıkarmaktadır. Sonuç olarak
hiçbiri bu dersleri "en çok sevilen ders", "günlük
halen ataerkil aile yapısı anlayışının pek çok ailede
yaşamda bilgilerinin en çok işe yaradığı ders", "iş
etkisini sürdürdüğü ülkemizde, kadınlarımızın kendi-
yaşamında bilgilerinden en çok yararlanılan dersler"
lerini birey olarak geliştirme görüşünden anladıkları
arasında belirtmemişlerdir. Sonuç olarak, çoğunluğun
şeyin; iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir ev kadını rolünü
farklı bir anlayışla bu programın, kadının birey olarak
başarılı olarak yürütmek olduğu anlaşılmaktadır.
gelişmesine katkı getirdiğini ifade etmeleri, bu pro-
Programın kendilerini birey olarak geliştirmeye katkı
gramın genel içeriği ile programa kayıtlı kadın öğren-
getirdikleri görüşünü de bu anlayışla desteklemekte-
ciler tarafından algılanışında bir çelişki olduğunu
dirler. Oysa, tercih edilen derslerin içerikleri, kadını,
göstermektedir. Tüm bunların sonunda da, ülkem-
aileyle, çocuk bakımı ve evle sınırlayan bilgilerden
izdeki kadınların hala kendilerini geleneksel kadın
oluşmaktadır, örneğin programda yer alan Beslenme
anlayışından soyutlayamadıkları ileri sürülebilir.
İlkeleri dersi; Yemek Planlama, Besinlerin işlenmesi ve Saklanması, Bebek ve Çocuk Beslenmesi, Görgü Kuralları ve Sofra Düzenlemesi dersi; Aile Sofrası Düzenleme, Konuk Ağırlama, Servis Yöntemleri, Ev Araçları dersi; Pişirme Araçları, Temizlik Araçları, ütüleme Araçları, Su Isıtıcıları, Aile Ekonomisi dersi; Aile
Gelirinin
Faaliyetlerine
Planlanması, ilişkin
Kriterler,
Ailenin Ailede
Ekonomik Yatırımın
Tablo 11. Programın İçerik Olarak İki Yıllık önlisans Olmasının Yeterli Olup Olmadığı Programın Süresi
Sayı
Yüzde%
iki Yıl Yeterli Dört Yıl Olmalı Sertifika Programı Olmalı
48 18 4 70
68.49 25.71 5.80 100
Toplam
önemi-Türleri, Çocuk Bakımı ve Sağlığı dersi; Yeni Doğan, Büyüme ve Gelişme, Çocukluk Çağı Aşılar,
Tablo 11'de ise programın içerik olarak iki yıllık
Çocukluk Çağı Bulaşıcı Hastalıklar, Çocuk Ruh
önlisans olmasının yeterli olup olmadığı sorusuna,
Sağlığı, Aile Yapısı dersi; Evlilikte Uyum ve
sormacaya katılan kadın öğrencilerin %68.49'u pro-
Dayanışma, Ailede iletişim ve Etkileşim, Ailede Sorun
gramın eğitim süresinin iki yıl olmasının yeterli
Çözme, Aile içi Şiddet, Değişen Teknoloji ve Aileye
olduğunu belirtirken, %25.71'i dört yıl, %5.80'i ise
Etkisi dersi; Değişen Teknolojinin Ailenin Ekonomik
sertifika programı olması gerektiğini belirtmiştir. Buna
Yapısına Olan Etkileri, Değişen Teknolojinin Ailenin
göre, öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun pro-
Toplum içinde Yüklendiği Rollere Olan Etkisi, Ev
gramın süresinden memnun olduğu ve bu süreyi
Yönetim Bilgileri dersi; Aile için Ev Seçme Taşıma ve
yeterli buldukları sonucu çıkarılabilir.
Döşeme, Evin ve Ev Eşyalarının Temizliği, Kişisel Bakım, Ev ve Giyim Eşyalarından Leke Çıkarma gibi
Çalışma değerlendirildiğinde, Anadolu üniversitesi
konulardan oluşmaktadır. Programda, örnek göster-
Açıköğretim Fakültesi Ev idaresi önlisans programına
ilen bu derslerin yanında, kadınların geleneksel rol-
kayıtlı kadın öğrencilerin, %87.15'nin 25-49 yaş
lerini pekiştirme dışında, gerçekten birey olarak
arası, %67.14'ünün evli, %87.12'sinin çalışıyor
olması, orta yaş, evli ve çalışan kadınların Açıköğretim sistemi ile eğitim veren bir bölümü tercih ettiklerini göstermektedir. Kadınların gelişiminde uzaktan öğretimin önemli bir işlevi vardır. Kadınların yer ve zaman sınırlılıkları, kaynak yetersizlikleri, evdeki sorumluluklarının erkeklere oranla fazlalığı nedeniyle Açıköğretim sistemiyle verilen eğitim, kadınlara evlerinde ulaşarak yardımcı olabilir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kadınlara yönelik eğitim programları yalnızca yüksek öğrenim düzeyinde değil, kadınlara meslek kazandırma ve çalışmaya özendirme, hakları konusunda bilinçlendirme, toplumda kendilerine güvenen, sosyal yaşamda başarılı, çağdaş bireyler olarak yetişmelerine büyük katkısı olacak yaygın eğitim türünde programların açılması da gereklidir. Toplumsal kalkınmamız için böyle bir hizmet zorunludur.
•
ALKAN, Cevat. Açık üniversite Uzaktan Eğitim Sistemlerinin Karşılaştırılmalı Olarak İncelenmesi, Ankara üniversitesi Yayınları, Ankara, 1981. "Uzaktan
Eğitimin
Yapı
ve
işleyiş
Boyutu", Uzaktan Eğitim, Uzaktan Eğitim Vakfı Yayını, S: 2 Kış, 1998. AZİZ, Aysel. Radyo ve Televizyona Giriş, Ankara üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No: 460, Ankara, 1981. Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye'de Kadının Durumu, TC. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Ankara, 1998. DEMiRAY, Uğur. Kuruluşunun 5. Yılında Açıköğretim Lisesi ile ilgili Çalışmalar Kaynakçası, MEB Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü, Ankara, 1999. DOSTER, Neşe. "Kadın ve Kimlik Kavgası", Sosyal Demokrat Değişim Dergisi, Sayı:16, 2000. GöKDAĞ, Dursun. Uzaktan öğretimde Basılı Materyaller (Açıköğretim Fakültesi Örneği), Anadolu üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 1986.
....................
2000'li Yıllar öncesinde Türkiye'de Kadın Eğitimi, Birinci Uluslararası Konseyi, Haziran 1992, TC. Milli Eğitim Bakanlığı Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü, Ankara, 1992. KAYA, Zeki. "Uzaktan Eğitimde Öğrenci Merkezlerine Yönelik Materyallerin Temel özellikleri", Türkiye ikinci Uluslararası Uzaktan Eğitim Sempozyumu (4-8 Mayıs 1998) Bildiri Kitabı, Uzaktan Eğitim Vakfı Yayını, Ankara, 1998. TAMER, Kezban. Televizyonun özellikleri ve Eğitim Televizyonu, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 1984. TEKİN, Cengiz, Uğur DEMİRAY, Murat BARKAN. Türkiye'de Uygulanan Uzaktan öğretim Sisteminde Video ile Eğitim Merkezi Proje Önerisi, Anadolu üniversitesi Eğitim Teknolojisi ve Yaygın Eğitim Vakfı Yayını, Eskişehir, 1987. ULUĞ, Feyzi, Zeki KAYA. Uzaktan Eğitim Yaklaşımıyla İlköğretim, Uzaktan Eğitim Vakfı Yayını, Ankara, 1997. http://www.die.gov.tr
Kaynaklar
..............
Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, No: 122, Ankara, 1983.
"Uzaktan Eğitimde Basılı Materyallerin işle
vi", Kocaeli Uzaktan Eğitim Semineri (4-6 Ekim 1997), Editör: Çetin Baytekin, Kocaeli Üniversitesi Basımevi, izmit, 1998. HIZAL, Alişan. Uzaktan öğretim Süreçleri ve Yazılı Gereçler Eğitim Teknolojisi Açısından Yaklaşım,
Aqnkara üniversitesi
Ailelerin öznel Refah (Subjective Well-Being) Düzeylerine İlişkin Bir Değerlendirme • Dr. Emine ÖZMETE*
özet Bu araştırma, ailelerin sübjektif refahlarına ilişkin bir değerlendirme yapabilmek amacı ile planlanmış/Tokat il merkezinde kamu sektöründe çalışan 116 evli kadın ve eşleri olmak üzere toplam 232 kişi üzerinde yürütülmüştür. Araştırma verilerinin toplanmasında karşılıklı görüşme tekniğinden yararlanılmıştır. Eşlerin öznel refahlarına ilişkin değerlendirmelerinin cinsiyete göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacı ile T-Testi ve Kaykare analizi uygulanmıştır. Araştırma sonuçları, erkeklerin yaşamlarını kadınlara göre daha ilgi çekici ve esnek bulduklarını ve yaşamlarında kendilerini yalnız hissetmediklerini, kadınların ise yaşamlarını erkeklere göre daha değerli bulduklarını ve eşlerin yaşamlarını iyi olarak değerlendirdiklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca eşlerin yaşamı dengelemeye ilişkin bazı görüşleri, cinsiyet değişkeni ile ilişkili bulunmuştur. Elde edilen bulgular ailelerin refah ve öznel refah düzeylerinin iyileştirilmesine yönelik uygulanabilir programların hazırlanması açısından yarar sağlayabilir. Anahtar Kelimeler : Refah, öznel refah (sübjektif refah)
Ankara ünv. Ev Ekonomisi Yüksek Okulu
Abstract This research has been planned with objective of evaluating the subjective well-being of families. 116 married women and their husbands who were amployed in public sector, in city of Tokat, were taken to form the subjects of the study and they ali together totaled 232 persons. Data were collected by using interview technique. İn order to determine differences ofwiwes and husbands evaluated on subjective well-being have been used T-Test and Chisquare Test according to sex variable.Results showed that men find it more interesting, relaxed and not lonely to life than women. Women find it more wortwhile to life than men.Husbands and wives evaluates their life good. İt find that some views of husbands and wives on life balance (affect balance) is related to sex variable. Findings can be useful prapere applied programme towards improving well-being and subjective well-being of families. Key words:Well-being, subjective well-being.
1.Giriş Günümüzde, gelişmekte olan toplumlarda; kentleşme, kalabalıklık, ekonomik büyüme ve yaşamın hızlı akışı ailelerin yaşam biçimlerine ilişkin kalıpları ve kararlarını değiştirmiştir (Goldsmith 2000). Bu değişim süreci; nüfus artışı, doğal kaynakların azalması, çevre kirliliği, sağlık ve eğitim hizmetlerinin yetersizliği, suç, intihar ve ailelerin parçalanması gibi sorunları da beraberinde getirmiştir (Abdel-Ghany 1977). Bu toplumsal sorunların üstesinden gelinebilmesi için; aile yaşamının iyileştirilmesine yönelik yaklaşımların belirlenmesi ve ailelerin sürdürülebilirliğine ilişkin kavramların açıklanması gerekmektedir. Birleşmiş Milletler 1994 Uluslararası Aile Yılı koordinatörü Henry Sokalski bu durumu; "...Toplumsal sorunların aileleri etkilediği düşünüldüğünde; aile kurumu ve aileyi destekleyen sistemler genel olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Birçok durumda aileler sorunları ile kendi uyum güçleri sayesinde başa çıkmaktadırlar. Ancak, aileler toplumsal destek yetersizliği, yoksulluk gibi sorunlar ile beraber; ailenin sürdürülebilirliğini sağlamaya çalışarak, diğer sorunlarını çözmeye çalışırlar..." şeklinde açıklamıştır (Goldsmith 2000). Bu noktada, Birleşmiş Milletler Sekreteryası 1994 Uluslararası Aile yılında; — -Ailelerin yaşam kalitesinin iyileştirilmesini, -Ailelerin kabul edilebilir yaşam standardına ulaşmaları için yeterli gelir sağlanmasını , -özellikle bireylerin ve ailelerin refahına ilişkin engellerin tanımlanması ve bunların ortadan kaldırılmasını hedef olarak belirlenmiştir (Mc Gregor ve Goldsmith 1998).
•
1.1. Refah ve öznel Refah (Subjective Well-Being) Kavramları Refah kavramlarına ilişkin farklı tanım ve yak-
laşımların belirlenmesi aile yaşamının geliştirilmesinde önemli bir güç kaynağı oluşturacaktır.
Refah en genel anlamı ile toplumdaki tüm bireylerin ekonomik güvenceye sahip olmaları, kendilerini değerli hissetmeleri, çevreleri ile iyi ilişkiler sürdürebilmeleri ve yaşamlarını etkileyebilecek kararlara katılabilmeleri olarak açıklanabilir (Goldsmith 2000). Refah, bireylerin materyal ve materyal olmayan kaynaklardan ve içinde yaşadıkları toplumsal sistemden duydukları tatmini ve mutluluğu ifade etmektedir (Rice ve Tucker 1986). Refah, istenen bir durum olup bireysel değerleri, duyguları, düşünceleri, ilişkileri ve yaşamak için gerekli tüm kaynaklarda görülen artışı da içermektedir (FAO 1990). Refah, bireysel olarak mutlu ve başarılı olabilmek için her olanağa kavuşma, yaşamda mutlu olma, diğer aile bireyleri ile bağlı ve yakın hissetme anlamına gelmektedir (Mc Gregor ve Goldsmith 1998). Refah kavramının genel olarak ekonomik refah, fiziksel refah, sosyal refah ve duygusal refah olmak üzere dört boyutu vardır: Ekonomik refah; bireyler ve ailelerin sahip oldukları ekonomik güvencenin ve yeterliliğin düzeyidir. Fiziksel refah; insan vücudunun korunarak sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesi ile ilişkilidir. Sosyal refah; ailede ve iş yaşamında bireylerarası ilişkilerdeki günlük etkileşimler ile örselenmiş olan ailenin, sosyal ihtiyaçları ile ilişkilidir. Duygusal refah; bireylerin kendilerine, diğer insanlara ve genel olarak yaşama ilişkin düşüncelerini ve değerlendirmelerini içermektedir. Refahın çevresel, politik ve manevi boyutları olduğu da belirtilmektedir. Çevresel refah ,çevre kalitesi ve doğal kaynakların sorumlu ve bilinçli kullanımı ile yakından ilişkilidir. Politik refah, bireyin ve ailenin güç duygusunu yansıtmakta, hükümetin politik faaliyetlerinden çok, moral ve etik özgürlük esasına dayanmaktadır. Manevi refah, sevgi, barış, umut, güven, tatmin, birlik ve topluluk olarak yaşama gibi duyguları içermektedir (McGregor ve Goldsmith 1998, Gönen ve Özmete 1999,Goldsmith 2000). Brown (1993) ise dört boyutta ele alınan refahı, iki genel kategori içinde irdelemektedir. Bunlar;
• Aile kaynaklarının verimli yönetimi ile ilişkili olan ekonomik ve fiziksel refah (nesnel refah), • Aile bireyleri arasındaki ilişkileri ve her aile üyesinin bireysel ve entelektüel gelişimini içeren sosyal ve psikolojik refah (öznel refah) tır. Toplumun sosyal ve ekonomik yapısını irdelemek, refah düzeyini belirlemek amacı ile 1970'li yıllardan bu yana gerçekleştirilen araştırmalarda, bebek ölümleri, göç, yaşam beklentisi, ekonomik büyüme, teknolojik gelişme ve teknolojinin yaygın kullanımı, üretim kapasitesinin gelişmesi gibi makro ve nesnel ölçümler yer almıştır. Yaşamın nesnel ve öznel koşulları arasındaki ilişkinin, bireylerin yaşam deneyimlerinin, yaşam koşullarına ilişkin algı, düşünce ve beklentilerinin belirlenmesi refah araştırmalarında ulaşılması gereken önemli bir noktadır. Çünkü, nesnel yaşam koşulları bireylere olumlu ve tatmin edici yaşam deneyimleri kazandırarak ,yaşamlarını öznel olarak değerlendirmelerini sağlamaktadır (Andrews ve Withey 1976, Campbell et al 1976). öznel refah, bireylerin; kendilerine, diğer insanlara ve genel olarak yaşama ilişkin düşüncelerini ve değerlendirmelerini içerir. Burada amaç, bireylerin yaşamdan duydukları tatmini, hoşnut olunan ve hoşnut olunmayan duygu deneyimlerini ortaya koymaktır. Diğer bir deyişle, yaşam tatmini, yaşamı niteleme, yaşamı değerlendirme, yaşamdaki hoş etkiler ve hoş olmayan etkilerin düzeyi öznel refahı oluşturmaktadır. Genel olarak yaşam tatmini; iş, aile, dostluk ve arkadaşlık gibi farklı yaşam alanlarından duyulan tatminin belirlenmesi ile açıklanabilmektedir. Hoş etki (pozitif etki) mutluluk, memnuniyet, dünyanın merkezinde olma, sevinç, neşe, sevgi, övünme gibi olumlu duyguları, hoş olmayan etki (negatif etki) ise, utanma, suçluluk, üzüntü, öfke, endişe, vesvese, yalnızlık ve depresif olma gibi olumsuz duyguları içermektedir (Campbell et al 1976,Moum 1981,Diener 2003 ,Diener ve Diener 2003). Yaşamdaki dengesizlik kararsizlığa,depresyona, umutsuzluğa ve fiziksel rahatsızlıklara yol açarak öznel refahın azalmasına neden olabilmektedir. Bireylerin ya da ailelerin zihinsel (mental)
statüsünü ifade eden öznel refah; hislerin, fikirlerin ,duyarlıkların, izlenimlerin, stabil ve stabil olmayan duyguların aile bireylerinin yaşamını nasıl etkilediği ile ilişkilidir (McGregor ve Goldsmith 2000). Toplumdaki her bireyin amaçları, değerleri ve ihtiyaçları farklı olduğu için, öznel refah düzeyleri de farklı olabilmektedir. Yapılan araştırmalarda; amaçlarına başarılı bir şekilde ulaşabilen ,değerlerini gerçekleştirebilen ve ihtiyaçlarını en üst düzeyde tatmin edebilen bireylerin, mutlu oldukları ve öznel refah düzeylerinin de yüksek olduğu belirlenmiştir (Diener 2003). Potansiyellerinin tamamını kullanarak, Maslow'un hiyerarşik olarak belirlediği ihtiyaçların en üst düzeyindeki "kendini gerçekleştirme" ihtiyacını karşılamış olan bireylerin öznel refah açısından da üst düzeye ulaştıkları açıklanmaktadır. Bu durumda, bireylerin yaşamın anlamını "öğrenme ve gelişme", "bireysel potansiyeli gerçekleştirme", "hoşnutluğu ve üzüntüyü dengeleyebilme", "kendinden hoşnut olma" ya da "mutlu olma" gibi kavramlar ile açıkladıkları ortaya konulmuştur (Heylighen 2003). Bu araştırma, eşlerin öznel refah düzeylerini belirlemek amacı ile planlanmış ve yürütülmüştür, öznel refah düzeyi; yaşamı niteleme, yaşamı değerlendirme, yaşamı dengeleme (olumlu etki - olumsuz etki) gibi belirleyiciler ele alınarak irdelenmiştir.
• 2. Materyal ve Yöntem Araştırma materyali; Tokat il merkezinde, kamu sektöründe çalışan kadınlar ve eşleri arasından seçilmiştir. Toplam 232 evli çalışan kadından % 50 örnekleme oranı ile örnek saptama yoluna gidilmiş,116 kadın ve eşleri araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırma verilerinin elde edilmesinde anket tekniği kullanılmış, anketler kadınlar ve eşlerine farklı ortamlarda karşılıklı görüşme yöntemi ile uygulanmıştır. Böylece kadınlar ve eşlerinin soruları yanıtlarken birbirlerini etkilemeden, sorulara daha gerçekçi yanıtlar vermelerine olanak sağlanmıştır. Araştırma verilerinin toplanmasında kullanılan anket formu konu ile ilgili kaynaklardan ve daha önce
yapılmış bazı araştırmalardan yararlanılarak iki temel bölüm halinde oluşturulmuştur: Birinci temel bölüm; araştırma kapsamına alınan kadınları ve eşlerini tanıtıcı bilgileri ortaya koymayı amaçlayan soruları içermektedir. ikinci temel bölümde ise, eşlerin öznel refah düzeylerini belirlemeyi amaçlayan soruların yer aldığı üç alt bölüm bulunmaktadır. Birinci alt bölümde, eşlerin yaşamlarına ilişkin nitelemeleri bir "anlamsal farklılık skalası" kullanılarak irdelenmiştir. Daha önce Campbell ve arkadaşları (1976) ile Moum (1981) tarafından kullanılan ve 1. çok, 2. biraz, 3. kararsızım, 4. biraz, 5. çok şeklinde 5 düzeyli bir ölçeğin yer aldığı bu anlamsal farklılık skalası ile kadınlar ve erkeklerin yaşamlarını birbirine zıt olumlu ve olumsuz sıfatlar ile nitelendirmeleri istenmiştir. ikinci alt bölümde, kadınlar ve erkeklerin yaşamlarının mükemmel olup olmadığına ilişkin değerlendirmelerini ortaya koymak amacı ile 6, mükemmel, 5. çok iyi, 4. iyi, 3.,pek iyi değil, 2, iyi değil, 1. kötü şeklinde hazırlanan 6 düzeyli bir ölçek kullanılmıştır. Bu alt bölüm, Campbell ve arkadaşları (1976), Andrews ve Withey (1976) ile Moum (1981)'un yaşam tatmini ve yaşam kalitesi araştırmalarında kullandıkları ölçek uyarlanarak, oluşturulmuştur. üçüncü alt bölümde, kadınlar ve erkekler için yaşamdaki olumlu ya da olumsuz deneyimleri içeren öğeleri ve yaşamdaki dengeyi ortaya koymayı amaçlayan 10 soru yer almaktadır. Daha önce yapılmış araştırmalarda pozitif (olumlu) etki-negatif (olumsuz) etki ya da hoş etki-hoş olmayan etki olarak ifade edilen bu soruların 5'\, yaşamdaki olumlu deneyimleri (Çizelge 3' de 1., 3., 5., 7. ve 9. sorular), 5'i de olumsuz deneyimleri (Çizelge 3' de 2., 4., 6., 8. ve 10. sorular) yansıtmaktadır (Campbell et al 1976, Moum 1981). Eşlerin yaşamlarını nitelemeleri ve yaşamlarını değerlendirilmelerinin cinsiyete göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediği t-testi ile araştırılmıştır. Eşlerin yaşamı dengelemeye ilişkin görüşlerinin cinsiyet değişkenine göre anlamlı bir
farklılık gösterip göstermediğini belirlemek için de kay-kare testi uygulanmıştır.
3. BULGULAR
3.1. Aileleri Tanıtıcı Bulgular Araştırma kapsamına alman ailelerin büyük çoğun luğu (% 94.00) çekirdek ailedir ve ortalama aile büyüklüğü 3 (3.5 0.129) olarak belirlenmiştir. Eşlerin evlilik süresi ortalama 10 (10.09 0.579) yıldır. Kadınların ortalama 33 (32.95 0.543) yaşında, % 60.34'ünün lise, % 32.76'sının yüksekokul ya da fakülte mezunu oldukları bulunmuştur. Erkeklerin ortalama yaşı 35 (35.47 0.556) dir ve yarısından fazlası (% 55.17) yüksekokul ya da fakülte mezunudur. Erkeklerin % 54.31 'inin memur olarak çalıştıkları saptanmıştır. Ailedeki çocuk sayısı 1-3 arasında değişmektedir. Çocukların ortalama yaşı 12 (12.00 0.840) dir.
3.2. öznel Refah Kadınlar ve erkeklerin öznel refah düzeylerine ilişkin değerlendirmeleri yaşamı niteleme, yaşamı değerlendirme ve yaşamı dengeleme başlıkları altında incelenmiş, elde edilen bulguların cinsiyete göre dağılımı verilmiştir.
3.2.1. Yaşamı niteleme Bu bölümde, eşler yaşamlarını "değerli-değersiz", "aktif-pasif", "kolay-zor", "mutlu-mutsuz", "ilgi çekicisıkıcı" gibi birbirine tamamen zıt sıfatlar ile nitelemektedirler (Çizelge 1). Eşler, yaşamlarını çok değerli (% 71.56), çok mutlu (% 66.81), çok anlamlı (% 62.07) ve çok rahat (% 58.62) olarak nitelemektedirler. Eşler yaşamlarını çok düzenli bulmakta (% 56.47) ve yaşamda kendilerini yalnız hissetmemektedirler (% 55.61) . Yaşamlarını biraz hoş (% 43.54) ve biraz eğlenceli (% 43.10) bulan eşlerin oranı yaklaşık aynıdır. Yaşamlarını biraz aktif (% 39.22), biraz esnek (% 37.07), biraz tatmin edici (% 37.07), biraz mükemmel
(% 36.64) olarak karakterize eden eşlerin oranı yük sek değildir. Bazı eşler ise yaşamlarını biraz tek düze (% 28.02), biraz zor (% 16.38), biraz sıkıcı (% 13.79) ve biraz hayal kırıklıkları ile dolu (% 10.34) olarak tanımlamışlardır. Erkekler yaşamlarını kadınlara göre daha ilgi çekici ve esnek olarak nitelemekte ve yaşamlarında kendilerini yalnız hissetmediklerini belirtmektedirler (P<0.05). Buna karşın kadınlar yaşamlarını erkeklere göre daha değerli bulmaktadırlar (P<0.05) (Çizelge 1).
3.2.2. Yaşamı değerlendirme
Eşlerin yaşamlarının mükemmel olup olmadığına ilişkin değerlendirmeleri Çizelge 2'de verilmiştir. Eşler yaşamlarını iyi olarak değerlendirmektedirler (% 51.29). Yaşamlarını çok iyi olarak değerlendiren eşlerin oranı % 24.14, mükemmel olarak değerlendirenlerin oranı ise % 16.81'dir. Kadınlar ve erkeklerin yaşamlarının mükemmel olup olmadığına ilişkin değerlendirmeleri, istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık göstermemektedir (p>0.05).
bakış açısı ile ele alınmıştır (Çizelge 3). Eşlerin çoğunlukla başarılı olduklarında kendilerini iyi (% 98.71) ve bazı şeylere karşı daha ilgili ve heye canlı hissettikleri (% 93.11), kendilerini sıkıntılı his setmedikleri (% 90.52), ancak uzun süre dinlen mediklerinde kendilerini huzursuz hissettikleri (% 83.19) belirlenmiştir. Eşler kendilerini dünyanın merkezinde hissetmemektedirler (% 82.33). Eşler, kendilerini yalnız ve insanlardan uzak hissetmemekte, (% 81.04) ve insanlar övgüde bulunduğunda kendileri ile gurur duymaktadırlar (% 70.69). Ayrıca eşlerin, çevrelerindeki bireylerin kendilerini eleştirmelerine kızmadıkları (% 68.53) ve kendilerini mutsuz ya da depresif hissetmedikleri (% 62.07) anlaşılmaktadır. Ancak eşlerin yarısı (% 50.43) işlerin yolunda gitmediğini düşünmektedirler. Eşlerin kendilerini yalnız ve insanlardan uzak hissetme (P<0.01), uzun süre dinlenmediklerinde kendilerini huzursuz hissetme (P<0.01), insanlar övgüde bulunduklarında kendileri ile gurur duyma (P<0.01), bazı şeylere karşı kendilerini daha ilgili ve heyecanlı hissetme (P<0.05), kendilerini depresif ya da mutsuz hissetme (P<0.01) durumları ve işlerin yolunda olup olmadığına ilişkin düşüncelerinin (P<0.05) cinsiyet değişkenine göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık gösterdiği belirlenmiştir (Çizelge 3).
3.2.3. Yaşamı dengeleme 4. SONUÇ VE TARTIŞMA Etki dengesi olarak da ifade edilen "yaşamı dengeleme" öznel refahın belirleyicilerinden biridir. Olumlu ya da olumsuz duygu, düşünce ve deneyimlerden oluşan etki dengesi bir anlamda yaşamdaki tatmini ve tatminsizliği ya da mutluluğu ve mutsuzluğu, zihinsel ve entelektüel durumu da ortaya koymaktadır (Campbell et al 1976, Moum 1981). Bu bölümde öznel refahın yaşamı dengeleme boyutunu betimlemek amacı ile olumlu ( 1., 3., 5., 7. ve 9. cümleler) ve olumsuz (2.,4.,6.,8.,10. Cümleler) duygu, düşünce ve deneyimler (etkiler) kullanılmıştır ve yaşam akışı içinde sıklıkla rastlanabilecek durumlara gösterilen tepkiler hem kadının hem de erkeğin
Eşlerin öznel refah düzeylerini belirlemek amacı ile planlanan ve yürütülen bu araştırmada; • Erkeklerin yaşamlarını kadınlara göre daha ilgi çekici ve esnek buldukları ve yaşamda kendilerini yalnız hissetmedikleri (P<0.05), • Kadınların ise yaşamlarını erkeklere göre daha değerli buldukları (P<0.05), • Eşlerin yaşamlarını iyi olarak değerlendirdikleri (% 51.29), • Eşlerin kendilerini yalnız ve insanlardan uzak hissetme, uzun süre dinlenmediklerinde kendilerini
Çizelge 3. Eşlerin yaşamı dengelemeye İlişkin görüşleri ve cinsiyete göre dağılımı Yaşamı dengeleme
Başarılı olduğunuzda kendinizi iyi hisseder misiniz? X2= 0.3377 Sd= 1 P>0.05
Kendinizi yalnız ve insanlardan uzak hisseder misiniz? X2= 9.0870 Sd= 1 P<0.01
Cinsiyet
%
Sayı
%
Kadın Erkek Toplam
115
99.14 98.28 98.71
1
0.86 1.76 1.29
116
100.00 100.00 100.00
Kadın
31
Erkek
13 44
26.73 11.21 18.96
103 188
73.27 88.79 81.04
116 232
100.00 100.00 100.00
66 49 115
56.90 42.24 49.57
50 67 117
43.10 57.76 50 43
116 116 232
100.00 100.00 100.00
38 35
32.76 30.17 31.47
78 81 159
67.24 69.83 68,53
116 116 232
100.00 100.00 100.00
15.52 19.83 17.67
98
84.48 80.17 82.33
116
93 191
100.00 100.00 100.00
Kadın Toplam
Kendinizi dünyanın merkezinde hisseder misiniz? X2= 0.7406 Sd= 1 P>0.05
Uzun süre dinlenmediğiniz de kendinizi huzursuz hisseder misiniz? X2= 8.9077 Sd= 1 P<0.01
insanlar övgüde bulunduğunda kendinizle gurur duyar mısınız? X2= 24.0488 Sd= 1 P<0.01
Kendinizi sıkıntılı hisseder misiniz? X2= 3.2138 Sd= 1 P>0.05
Bazı şeylere karşı kendinizi daha ilgili ve heyecanlı hisseder misiniz? X2= 4.2963 Sd= 1 P<0.05
Kendinizi depresif ya da mutsuz hisseder misiniz? X2= 10.5454 Sd= 1 P<0.01
Toplam
Sayı
Erkek
Çevrenizdeki bireylerin sizi eleştirmesine kızar mısınız? X2=0.1799 Sd= 1 P>0.Q5
Hayır %
Toplam İşlerin yolunda gittiği kanısında mısınız? X2= 4.9831 Sd= 1 P<0.05
Evet Sayı
Kadın Erkek Toplam
Kadın Erkek Toplam
Kadın Erkek Toplam
114 229
73 .
18 23 41
105 88 193
Kadın
99
Erkek
Toplam
65 164
Kadın Erkek Toplam
101 210
109
Kadın Erkek Toplam
112
Kadın Erkek Toplam
56
104 216
32 88
90.52 75.86 83.19
2 3
85
11 28 39
17
85.35 56.03 70.69
51 68
6.03 12.93 9.48
15 22
96.55 89.65 93.11
12 16
48.27 27.59 37.93
84 144
huzursuz hissetme, insanlar övgüde bulunduklarında kendileri ile gurur duyma, bazı şeylere karşı kendilerini daima ilgili ve heyecanlı hissetme, kendilerini depresif ya da mutsuz hissetme durumları ve işlerin yolunda olup olmadığına ilişkin düşüncelerinin cinsiyet değişkenine göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık gösterdiği (P<0.01, P<0.05) belirlenmiştir.
7
4
60
9.48 24.14 16.81
14.65 43.97 29.31
93.97 87.07 90.52
3.48 10.35 6.89
51.73 72.41 62.07
116 232
116
116 232
116 116 232
116 116 232
116 116 232
116 116 232
116 116 232
100.00 100.00 100.00
100.00 100.00 100.00
100.00 100.00 100.00
100.00 100.00 100.00
100.00 100.00 100.00
• Bu sonuçlara benzer olarak Moum (1981)'da, bireylerin kendilerini hiç yalnız hissetmediklerini (% 50), çok aktif (% 34), çok mutlu (% 32) olduklarını ve yaşamlarını çok tatmin edici (% 31) bulduklarını saptamıştır. Ancak yaşamlarını esnek değil (% 40) ve zor (% 24) olarak niteleyen bireylerin oranını yüksek olarak belirlemiştir. Aynı araştırmada, bireylerin
Çizelge 1. Eşlerin yaşamlarını nitelemeleri ve cinsiyete göre dağılımı Yaşamım; Değişiklik dolu Tatmin edici
İlgi çekici Yalnız değil
Düzenli
Değerli
Mutlu
Rahat
Anlamlı
Mükemmel
*p< 0.05
Cinsiyet Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam. Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam
Çok Sayı % 28 24.14 33 28.45 61 26.29 33 28.45 32 27.59 65 28.02 23 19.83 34 29.31 57 24.57 62 53.45 67 57.76 129 55.61 73 62.92 58 50.00 131 56.47 91 78.45 75 64.66 166 71.56 76 65.52 79 68.11 155 66.81 64 55.17 72 62.07 136 58.62 70 60.35 74 63.80 144 62.07 53 45.69 48 41.38 101 43.53
Biraz Sayı % 24 20.69 28 24.14. 52 22.41 39 33.62 47 .40.51 86 37.07 35 30.17 37 31.90 72 31.04 36 31.04 36 31.04 72 31.04 33 28.45 43 37.07 76 32.76 20 17.24 31 26.72 51 21.98 32 27.59 31 26.72 63 27.15 35 30.17 32 27.59 67 28.89 31 26.73 35 30.17 66 28.45 42 36.21 43 37.07 85 36.64
Kararsızım Sayı % 12 10.34 12 10.34 24 10.34 19 16.38 15 12.93 34 14.65 • 29 25.00 21 18.10 50 21.55 7 6.03 12 10.34 19 8.18 4 3.45 5 4.31 9 3.88 4 3.45 8 6.90 12 5.17 5 4.31 4 3.45 9 3.88 9 7.76 6 5.17 15 6.46 12 10.34 5 4.31 17 7.33 16 13.79 20 17.24 36 15.52
Biraz Sayı % 34 29.31 31 26.73 65 28.02 12 10.34 14 12.07 26 11.21 14 12.07 18 15.52 32 13.79 2 1.72 1 0.86 3 1.29 3 2.59 9 7.76 12 5.17 1 0.86 2 1.72 3 1.29 2 1.72 2 1.72 4 1.72 5 4.31 4 3.45 9 3.88 2 1.72 1 0.86 3 1.29 5 4.31 5 4.31 10 4.31
Çok Sayı % 18 15.52 12 10.34 30 12.94 13 11.21 8 6.90 21 9.05 15 12.93 6 5.17 21 9.05 9 7.76 _ 9 3.88 3 2.59 1 0.86 4 1.72 _ 1 0.86 1 0.44 3 2.59 2 1.72 5 2.15 1 0.86 1 0.86' 2 0.86 _ -
Toplam Sayı % 116 100.00 116 100.00 232 100.00 116 100.00 , 116 100.00 232 100.00 116 100.00 116 100.00 232 100.00 116 100.00 116 100.00 232 100.00 116 100.00 116 100.00 232 100.00 116 100.00 116 100.00 232 100.00 116 100.00 116 100.00 232 100.00 116 100.00 116 100.00 232 100.00 116 100.00 116 100.00 232 100.00 116 100.00 116 100.00 232 100.00
Yaşamım; Tek düze
Tatmin edici değil Sıkıcı Yalnız
Düzensiz
Değersiz
Mutsuz
Rahatsız
Anlamsız
Çekilmez
X 3.07 3.34 3.21 3.61 3.70 3.63 3.28 3.64 3.48 4.21 4.46 4.33 4.47 4.27 4.37 4.73 4.55 4.63 4.56 4.61 4.58 4.31 4.43 4.37 4.45 4.55 4.49 4.22 4.16 4.19
S
Sd
t
1.45 1.41
230 1.47
1.30 1.20
230- 0.52
1.27 1.20
230 2.24*
1.15 0.72
230 1.98*
0.89 0.93
230 1.66
0.56 0.70
230 2.16*
0.74 0.64
230 0.57
0.97 0.88
230 0.99
0.81 0.70
230 1.04
0.86 0.86
230 0.61
Çizelge 1. (Devam) Eşlerin yaşamlarını nitelemeleri ve cinsiyete göre dağılımı Yaşamım;
Esnek
Ödüllendirilmiş
Eğlenceli
Hoş (zevkli)
Aktif
Kolay
Cinsiyet
Çok Sayı
Biraz %
Sayı
Kararsızım %
Sayı
%
Biraz Sayı
Çok
%
Sayı
Toplam %
Sayı
Yaşamım;
%
X
Sd
Kadın
39 33.62
33 28.45
22 18.97
12
10.34
10
8.62 116
100.00
Erkek
39 33.62
53 45.69
19 13.79
4
3.45
4
3.45 116
100.00
3.68 1.28
Toplam
78 33.62
86 37.07
38 16.39
16
6.89
14
6.03 232
100.00
Kadın
37 31.90
34 29.31
28 24.14
12
10.34
5
4.31 116
100.00
Hayal
3.74 1.14
Erkek
28 24.14
31 26.72
37 31.90
12
10.34
8
6.90 116
100.00
kırıklıkları
3.51 1.17
Toplam
65 28.02
65 28.02
65 28.02
24
10.34
13
5.60 232
100.00
ile dolu
3.62
Kadın Erkek
36 31.03 26 22.41
46 39.66 54 46.56
24 20.69 26 22.41
6 8
5.17 6.90
4 2
3.45 116 1.72 116
100.00 100.00
Üzgün
3.90 1.01 3.81 0.92
Toplam
62 26.73
100 43.10
50 21.55
Kadın Erkek
41 35.34 32 27.59
49 42.24 52 44.83
• Toplam
73 31.47
Kadın Erkek Toplam
Esnek değil
4.03 0.97 3.85
14
6.03
6
2.59 232
100.00
3.85
14.66 23 19.83
6 9
5.17 7.76
3 -
2.59 116 - 116
100.00 100.00
4.03 0.97 3.92 0.89
43.54
40 17.24
15
6.46
3
1.29 232
100.00
41 35.35
43 37.07
16 13.79
10
8.62
6
5.17 116
100.00
3.89 1.14
42 36.21
48 41.38
14 12.07
10
8.62
2
1.72 116
100.00
4.02 1.00
83 35.78
91
30 12.93
20
8.62
8
3.45 232
100.00
3.95 3.37 1.40
101
39.22
■17
Kadın
33 28.45
26 22.42
21
18.10
21
18.10
15
12.93 116
100.00
Erkek
26 22.41
46 39.66
22 18.97
17
14.65
5
4.31 116
100.00
Toplam
59 25.43
72 31.03
43 18.54
38
16.38
20
8.62 232
100.00
Bezginlik verici
Pasif
Zor
230 2.38* j
230 1.53
230 0.68
230
0.85 i
3.97
3.63 1.11
230 0.92
230 1.56
3.50
*p< 0.05
Çizelge 2. Eşlerin yaşamlarını değerlendirmeleri ve cinsiyete göre dağılımı
Cinsiyet Yaşamım;
Mükemmel
Çok iyi
Sayı
Sayı
%
iyi %
Sayı
Pek iyi değil
iyi değil
%
Sayı
%
Sayı
89
6.90
Kadın
25
21.55
26 22.41
56
48.28
Erkek
14
12.07
30 25.86
63
54.31
17 7.76
Toplam
39
16.81
56 24.14
119
51.29
7.32
%
1 1
Kötü Sayı -
0.86
Toplam % -
X
S
Sayı
%
116
100.00
4.55
0.93
116
100.00
4.41
0.79
232
100.00
3.49
Sd
î
230
1.22
yaşamlarını çok iyi (% 50) ve iyi (% 38) olarak değerlendirdikleri de ortaya konulmuştur. • Moum (1981) bu araştırmada elde edilen bulgu ların aksine bireylerin % 63'ünün kendilerini dünyanın merkezinde hissettiklerini, % 58'inin ise işlerin yolunda gittiği kanısında olduklarını belir lemiştir. • Bu noktada, ailelerin yaşamdan duydukları tat minin artmasında ve öznel refah düzeylerinin yük selmesinde bazı düzenlemelere ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bunun için; • Ailelerin yaşamdan duydukları tatminin artması ve öznel refah düzeylerinin yükselmesi için aile yaşamı eğitimi aracılığı ile cinsiyete özgü geleneksel ve kültürel farklılıkların ortadan kaldırılması, • ülkedeki gelir dağılımı düzenlenerek, eğitim ve sağlık hizmetleri yaygınlaştırılarak toplumdaki her bireyin yüksek yaşam standardına sahip olmalarının sağlanması, böylece ailelerin nesnel yaşam koşullarının düzeltilmesi ve bu koşullardan duyulan tatminin artması önerilebilir. • Ayrıca bundan sonra yapılacak olan refah ve yaşam kalitesi ölçümlerinde öznel belirleyicilerin de dikkate alınması ,bireylerin, ailelerin ve toplumun refah düzeyinin belirlenmesi ve yükseltilmesi amacı ile planlanan projelerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesinde önemli bir adım olabilir.
Kaynaklar 1. Abdel-Ghany, M., 1977. Quality of life from the perspective of the elderly. Home Economics Research Journal. 6(1): 38-47. 2. Andrews, F.M., Withey, S.B., 1976. Social Indicators of WellBeing Americans' Perceptions of Life Quality. Plenum Press, New York. 3. Brown, M.M., 1993. Philosaphical Studies of Home Economics in the United States: Basic Ideas by Which Home Economists Understand Themselves. East Lansing, MI: Michigan State University, USA. 4. Campbell, A., Converse, P.E., Rodgers, W.L, 1976. The Quality of American Life: Perceptions, Evaluations and Satisfaction. Russell Sage Foundation, New York, USA.
5. Diener, E., 2003. Recent Findings on Subjective VVell-Being. On-Line Erişim:http://www.psych.uiuc.edu.
04.12.2003.
6. Diener, E., Diener, R.B., 2003. New Directions in Subjective VVell-Being Research: The Cutting Edge. On-Line Erişim:http:// www.s.psych.uiuc.edu.
04.12.2003.
7. FAO, 1990. Rural Households and Resource Allocation for Development: An Ecosystem Perspective. İn: Food and Agriculture Organization of the United Nations. Ed. By: L.E. Enberg. Rome. 8. Goldsmith, E.B., 2000. Resource Management for Individuals and Families. Wadsworth, Thomson Learning Inc., USA. 9. Gönen, E., özmete, E., 1999. Yaşam kalitesi, yaşam standardı ve refah kavramlarına yaklaşımlar. Verimlilik Dergisi: 4, Ankara. 10. Heylighen, F., 2003. What is the Meaning of Life? On-Line Erişim:http://www.pespmc1.vub.ac.be. 04.12.2003. 11. McGregor, S.L., Goldsmith, E.B., 1998. Expanding our understanding of quality of life, Standard of living and vvell-being. Journal of Family and Consumer Sciences. 90(2). 12. Moum, T, 1981. Quality of Life: Problems of Assessment and Measurement. Socio-Ekonomik Studies: 5, Unesco. 13. Rice, A.S., Tucker, S.M., 1986. Family Life Management. Mcmillan Pub. Comp., New York, USA.
Aile Terapisinde Sosyal Hizmet Yaklaşımı • Doç.Dr. Aliye Mavili AKTAŞ*
Özet Sosyal hizmetin amacı, herkesin yaşam niteliğinde karşılıklı olarak doyumlu ilişkiler geliştirmesini ve sürdürmesini sağlamaktır. Sosyal hizmet müdahalesi, sosyal hizmet uzmanının sistematik değişiklikler sağlayan eylemleridir. Çok sayıda müdahale modeli içinde tıbbi tedavi modeli sorgulanmakta yeni yaklaşım ve aile sistemi kavramlaştırmaları üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmada sosyal hizmet literatüründeki sistem kuramı ve iletişim kuramı ele alınacaktır. Anahtar sözcükler: Sosyal hizmet, sistem kuramı, iletişim kuramı.
Hacettepe ünv. Sosyal Hizmetler Yüksekokulu öğretim üyesi, Ankara.
Abstract Soclal Work Intervention İn Family Therapy System
The purpose of social work is to promote or restore a mutualyy beneficial interaction between the quality of life for everyone. Social work intervention is the activity of the worker in bringing about change in a systemic sense. The growing diversity of intervention modalities,many of which rejected the medical model (This model is entailed new w ay s of approaching to family system and new terminology. İn this study/ system theory and communication theory have been used in the social work literatüre. Key Words: Social work, system theory, communication theory.
Toplumun en temel kurumlarından birisi olan aile sistemi sosyal hizmetin müdahale odağında da önemli bir yer tutar. Günümüzde yaşanan ekonomik sorunlar, globalleşme sürecinin aile sistemine olumlu ve olumsuz yansımaları aileyi doğrudan etkilemektedir. Toplumdaki ihtiyaç sahiplerine destek olmak ve profesyonel hizmet vermekte sorumlu sosyal hizmet disiplini de, bu sisteme etkili müdahale yollarını geliştirme çabası içindedir. Müdahale kavramı sosyal hizmet literatüründe 1960lardan sonra girmeye başlamıştır. "Aile sistemine müdahale" ise çağdaş sosyal hizmet kavramlaştırmasının bir ürünüdür. Başlangıçta müdahale kavramıyla ilgili çok dar kapsamlı açıklamalar yapılmıştır. Bu dönemde müdahale teşhis sürecinde tedavi kavramının karşılığı olarak ele alınmıştır. Teşhis sosyal hizmet müdahale sürecinin bir parçasıdır ve müdahale, gereğini yerine getirmek üzere yapılanları ifade eden bir kavramdır (Johnson, 1995,3). Çağdaş sosyal hizmet uygulamalarında birçok önemli faktörün etkisiyle bu kavramda (müdahale) bazı önemli değişiklikler olmuştur. Çalışmanın daha sonraki bölümlerinde tartışılacak olan genel sistem kuramı ve iletişim kuramının aile terapisindeki yeri ele alınacaktır. Ancak bu kuramın öneminin ortaya çıkmasını sağlayan bu faktörleri burada ele almanın gerekli olduğu düşünülmüştür. 1. Teşhis ve tedavi, hastalıklarla ilgili tıp biliminde temel olan iki kavramdır. Ego psikolojisindeki başetme ve sosyal fonksiyon gibi yeni kavram-
laştırmalar teşhis ve tedavi odaklı kavramlaştırmanın sorgulanmasına neden olmuştur. 2. Sosyal hizmetin önemli müdahale yollarından olan, kişisel çalışma, grup çalışması ve toplumla çalışma uygulamaları arasında bazı benzerlikler olduğu görülmüştür. Toplum organizasyonu ve bazı grup çalışması uygulamalarının tedavi kavramı içine oturtulamayacağı ve bu nedenle de uygulamadaki benzerlikleri kapsayıcı farklı bir ter minolojiye ihtiyaç duyulmuştur.
3. Tıbbi modelin birçok değişik türünün ortaya çıkışı, uygulamada tedavi yaklaşımının sorgulanmasına hatta reddedilmesine neden olmuştur. Müdahale kavramı birçok yardım mesleğinde kullanılabilir. Sosyal hizmet bu kavramı kendi kullanımıyla uygulamasına uyarlamıştır. 4. Sosyal sistem teorisinin kullanımı genişlemiştir. Bir bireyi sosyal sistem içinde bir durum olarak ele alış sosyal sistemlere müdahale kavramlaştırmasıyla
birlikte ortaya çıkmıştır. Bu tarz ele alışta müdahale sistemik bir düşüncedir. Sosyal sistemler bakışında sistemler arasındaki ilişkiler ve herhangi bir alt sis temdeki değişikliğin diğer sistemlere etkisi ve alt sistemler arasındaki ilişkiler değişimin odağında yer alır. Bu doğrultuda aile bir sistem olarak içinde bulunduğu kültürel yapının, topluluğun bir alt sistemidir. Aile içindeki bireylerde, kendine has bütünlüğü ile sistemik bir yapıdır. 5. Çağdaş sosyal hizmet kuramında, müracaatçı sis temlerine yönelik daha saldırgan bir kavramlaştırma gelişmiştir. Bu bakış sosyal hizmet müdahalesi ni de etkilemiştir. 1960lı yıllar boyunca, sosyal hizmet sorun alanları, yeni durumlarla ilgilenmek durumunda kalmıştır. Bu süreçte müracaatçı sis temlerinin kendi içe bakış ve algılamalarında değişiklikle yaşamlarında değişiklik yapma yönünde ki müdahale yaklaşımı, daha radikal daha girişimci çevresel odağı ve sistemi göz önünde bulunduran yeni yaklaşımlarla yön değiştirmiştir (Johnson, 1995,84-87). Sosyal hizmet uygulamasındaki bu değişiklik yalnızca kavramsal bir değişiklik değil, herhangi bir durum içindeki bireye (ailesi içinde-aile toplumun içinde bir sistem) bakışla ilgili bir değişikliktir. Bu çerçevede sosyal hizmetin aileyle çalışmasında aile içindeki roller, ilişkiler ve etkileşimlerle odaklanma söz konusu olmuştur. Geleneksel müdahalede odak
ise, müracaatçının ilk yaşamındaki deneyimleri ve geçmişidir. Müracaatçı sistemi olarak aile içindeki bireyin ya da bütün ailenin içinde bulunduğu kültürel ve çevresel koşullarda bu uygulamada dikkate alınmıştır. Sosyal hizmet uzmanının bu tarz ele alış yeni bir bakış açısını gerektirmektedir. Bu çerçevede aile sistemi ayrı bir bütünlük olarak ele alınırken bu sistemin diğer sistemlerle (geniş a:!e ve akrabalık sistemi) ilişki ve etkileşimi de dikkate alınır. Bu yönüyle yeni bakış açısını çok boyutlu bir bakış açısı olarak
değerlendirmek mümkündür. Bu noktada sosyal hizmet aile sistemini içinde bulunduğu koşullar altında kontrol etmek hedefinden uzak bir disiplindir. Çünkü sosyal hizmetin değer sistemi, bütün müdahalelerinde yaşamın doğal akışını dikkate almak durumundadır. Sosyal hizmet aile sisteminin yaşam içindeki doğal sürecini anlayarak bu sürece katılır. Aile sistemi için-
deki bütün sistemlerle ilişkiye geçmek, onİarın kapasitelerini anlamak ve kendilerinde var olan kaynakları harekete geçirmek üzere işbirliği yapmak ve uygun değişiklikleri kendi özgür seçimleriyle yapmalarını desteklemek, kolaylaştırmak temel hedeftir. Bu tarz müdahalede iyileştirme olduğu kadar önlemenin de varlığı söz konusudur. Çağdaş sosyal hizmet yaklaşımında, birey, aile ve toplumun birbiriyle olan karşılıklı bağımlılık ilişkisi, daha kapsamlı ve çok boyutlu disiplinlerarası yaklaşım gerektirmiştir. Aile sistemiyle ilgili bu karşılıklı bağımlılık çevresel faktörlerden zaman içinde olup bitenlere değin kapsamlı ve yaygındır. Aile içindeki birey, sosyal rollerinin gereğini yerine getirip diğer sistemler ve bireyler üzerindeki etkileriyle ele alınır. Aile içindeki bir birey, bir rolün gereğini yerine getirirken (annelik, eşlik ...vb.), bütün eylemlerinin karşısındaki rol partnerinin (çocuğu ya da eşi) rolüyle uyumlu ya
Aile Bireylerinin Etkileşim Şeması Etkileşimler
da onu tamamlayıcı olmalıdır. Sosyal fonksiyonellikle ilgili sorunlar, rol kalıplarıyla ilgili uyumsuzluk durumlarında ortaya çıkar. Günümüzde sosyal hizmet yaklaşımı aileye hizmet vermenin doğasına bağlı olarak, bu sistemler arasındaki ilişkilere dayanır. Bu tarzda sistemler sağlayıcı misyonu için gereklidir. Böylece değişim sağlayıcı gerçekçi araçlarda bulabilir. Sosyal hizmet uzmanının gerçekçi araçlar bulması (değişim için) onun aileyle çalışırken tek bir sistemle değil, bu sistemle ilgili diğer bütün sistemler ve bunlar arasındaki ilişki ve etkileşime odaklaşmasıyla ilgilidir. Bu tarz bir profesyonel yardımla, arzu edilen değişiklik sistemin bütün parçaları arasındaki uyum ve fonksiyonellik sağlanarak gerçekleştirilebilir. Bu ilişkilerde güç, enerji, iletişim, motivasyon hatta dış çevreden bu sistemlerin her birisine aktarılanlar ve etkileşimler göz önünde bulundurulur.
Sosyal hizmet müdahalesinin bu iletişim sisteminin, bütün İhtiyaçlarını dikkate alması esastır. Sosyal hizmet uzmanı farklı kültür gruplarıyla ve aile sistemleriyle çalışırken bu kültürel ortamın aile sistemindeki bütün unsurlara ne yönden, nasıl etkilerde bulunduğunu dikkate alması söz konusudur. Çalışma yaptığımız bir ailede erkek çocukla annenin bağımlılık ilişkisini ve bu ilişkiyi eşiyle ilişkisinde güç elde etmek adına kullanılmasının tipik örneğini görmüştük (Aktaş, 1996,93). Bu çalışmada aile sistemini tanımlamada aşağıdaki şema kullanılmıştır. Şemadan da anlaşılacağı üzere bu aile sistemiyle çalışma, birçok sistemle ve aralarındaki iletişimle çalışmak anlamına geliyordu. Odaktaki anne ve erkek çocuk iletişimini değiştirirken, diğer iletişim sistemlerinin karşılıklı etkileşimi göz önünde bulundurulmuş. Annenin kızı ve eşiyle daha açık ve net iletişime geçmesi sağlanmıştır. Sosyal hizmet uzmanının aile sistemiyle ilgili değişim sağlama fonksiyonunda, kolaylaştırma, destekleme, güç verme aracılık yapma gibi roller
üstlenmesi söz konusudur. Sosyal hizmet uzmanının aileyle ilgili sistem yaklaşımına dayalı çalışması aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alınarak bu çerçevede iletişim kuramıyla ilgili kavramlaştırmalar üzerinde durulacaktır.
AiLE TERAPİSİ Aile Danışmasında Teorik Yaklaşımlar Aile danışması teorik bir modele dayalı olarak yürütülür. Danışma sürecinde danışman (psikiyatrist, sosyal hizmet uzmanı, psikolog v.b.) ailenin ne denli fonksiyonel olduğunu, nelerin yanlış gittiğini ve yanlış gidenlerin değişmesi için neler yapılabileceğini anlayıp tanımlamak durumundadır. Akmakta olan trafikte otomobil benzetmesine baktığımızda; bu otomobil belli bir yolda (tek yönlü ya da çift yönlü hız akışı ve yoğunluğu ile) kendi büyüklüğü, hızı ve fonksiyonelliği ile yoluna devam etmektedir. Tek başına arabayı anlatmak, çevre koşulları (hava gibi) ve yolun özellikleri göz önünde bulundurulmadan arabanın fonksiyonelliğinden bahsetmek oldukça yetersizdir. Aile danışmanları da ailenin fonksiyonelliğini onu oluşturan bireylerin fonksiyonelliğini tanımlayarak açıklayamazlar. Aile üyelerinin zeka düzeyleri, kişilik özellikleri, duygusal durumlarını göz önünde bulundurmak bile bütün olarak aile grubunun tedavi planı için yeterli değildir. Ancak hemen belirtmeliyim ki, aile içindeki üyelerin kişilik yapısı ve duygusal tonunu anlamak onların birbirlerine nasıl bağlandıklarını anlamak için oldukça önemlidir. Bireysel savunma mekanizmalarının anlaşılması ailede kullanılan savunma mekanizmalarının anlaşılmasını da sağlar. Ancak en yakın ve uzun süreli grup olarak aileyi anlamak içindeki bireylerden daha fazla bilgi birikimini ve uygulama becerisini gerektirir. Aileye yönelik birçok kuramsal yaklaşım olduğu sık sık belirtilmiştir. Burada belli başlıları biraz daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bu kuramsal modellerden en önemlisi "sistem kuramı"dır.
Sistem Kuramı Sistem düşüncesi aile tedavisinde bütünleştirici bir çerçeve getirmiştir. Sistem yaklaşımı aileyi çevresiyle ve birbirleriyle ilişki ve etkileşim içinde bulunan parçaların oluşturduğu dinamik bir bütün olarak ele alır. Aile de yer alan alt sistemlerin (anne-babaçocuklar...) bir işlevi, dolayısıyla bir amacı vardır ve her bir aile kendine özgü bir amaç etrafında şekillenmektedir. Aile, çevresinden çeşitli kaynaklar (girdi) alan açık bİr sistem olarak değerlendirilebilir. Çevresinden kendisine aktarılanlardan uygun olanları kabul eder, benimser, çevreye (dış sisteme, aktardıkları (çıktı) kültürel faaliyetlerle, sosyal ilişkileriyle) da dolaylı alarak kendisine yeniden dönebilir. Yani toplum içinde yaşayan aile, hem içindeki üyeleri, hem de dışındaki büyük sistemle karşılıklı bağlılıkları onu bir bütün olarak ayakta tutar. Bu ilişki dış sistemde meydana gelen değişikliklerin aile sistemine de yansımasına neden olur. Bu çerçevede aileyi kapalı bir sistem olarak değerlendirmek durumundadır. Gerçekte ailenin içinde bulunduğu toplumda açık bir sistemdir. Açık olmasının içinde yaşanılan dönemin getirdiği teknolojik gelişmeler (bilgisayar ve internet ağı) ve haberleşme sistemindeki yenilik (uydu sistemi) aradaki kapalılığı ortadan kaldırılmıştır. Toplumlar arasındaki karşılıklı etkileşim kültürler arasında da benzerlikler ve geçişler oluşturmaktadır. Gerçekte yaşayan bütün büyük sistemler alt sis:emlerden oluşmuştur. Toplumları oluşturan alt kültürler ve toplumsal kurumlardır. Kültür grupları da ailelerden (alt sistem) oluşur. Her bir aile de birey ve birey grupları olarak adlandırılan alt sistemlerden (anneoaba-çocuk) oluşur. Biraz daha ilerlersek her bir birey de fiziksel (kalp,damar,kas,sinir sistemi v.b.) ve psikolojik (id,ego,süperego) alt sistemlerden ve alt sistemlerde küçük sistemlerden oluşur. Toplumsal sistem ve alt sistemleri birbiriyle ilişkileri ve etkilenmeleriyle gelişme ve değişim sağlar (Aktaş, 2002,116). Sözgelimi toplumsal yapımızda kitle
iletişim kanallarımızdaki çok seslilik, aile içindeki bireylerin yaşam tarzını, umutlarını, beklentilerini etkilemektedir. Aile içindeki bireyler birbirleriyle iletişimlerinden ziyade televizyon kanallarından aktarılanları pasif olarak izlemek ve kültürlenme ile beslenmektedirler. Ailenin sosyalleştirme sorumluluğunu paylaşan kitle iletişim araçlarının olumlu katkıları (çocuklar ve yetişkinler için bilgi verici ve eğitici programlar) yanında olumsuz katkıları da bulunabilir, örneğin günümüzde gençlerin bir bölümü, arabesk, pop sanatçısı ya da futbolcu, mankenlik gibi önemli ve şöhretli meslekleri kendilerine uygun meslekler olarak idealize etmeye başlamışlardır. Kısa dönemde şöhret olma, para kazanma arzusu onların niteliklerini geliştirmeden, kendine ve yeteneklerine emek vermeden, beslemeden yaşamalarına neden olmaktadır. Gerçekte bu yapılanmanın ve yaşayış tarzının, bireyler, aileler ve toplumun geleceği için ciddi bir tehdit olduğunu düşünüyorum. Aile ilişkilerindeki olumlu ve olumsuz yaşantılarının paylaşılmaksızın, televizyon izleyerek geçiriliyormuş gibi yapılması da, keskin patlamalar ve yıkımlara neden olabilmektedir. Sistem yaklaşımı aile dinamiklerini bütün bu kapsamlı unsurları göz önünde bulundurur. Bu çerçevede yürütülen aile danışma hizmetinde ailenin fonksiyonelliğini sağlamak esastır. Aile danışmanları sistem yaklaşımından etkilenerek sistem düşüncesini benimsemişlerdir. Sistem düşüncesi, sistem yaklaşımından daha fonksiyonel bir mesleki yardım alanı oluşturur. Aile danışmanlarının göz önünde bulundurduğu temel noktalar şu şekilde özetlenebilir: a) Aileler (ve diğer sosyal gruplar) kendilerini oluşturan unsurların bütününün toplamından daha farklı bir yapılanma özelliği gösterirler. b)Aile sistemini ve alt sistemlerini ayakta tutan ve yönlendiren kurallar sistemi vardır. c) Her sistemin onun nasıl bir fonksiyona sahip olduğunu anlamada yardımcı olacak sınırları vardır.
d) Sınırlar bütünüyle geçirmez değil yarı geçirgen (semi-permeable) özelliğine sahiptir.
Yukarıdaki alt sistem ilişkisinde toplum (özellikle kayınvalide) erkek çocuk doğuran kadının statüsünü
e) Aile sistemleri göreceli olarak dengeli ve durağan
yükseltmiş gibi görünür. Erkek eşin ve ailesinin
bir yapı içindedirler. Ancak bu durağan yapısı
gözünde statüsü yükselen kadın, oğluyla kurduğu
onun gelişip değişmeyeceği anlamına gelmez.
ilişkiyi daha yakın, büyük oranda da bağımlılık
Gelişim ve değişim oldukça doğaldır ve değişime neden olan birçok sistem içi ve dışı faktör vardır. f) Sistemin parçaları arasındaki iletişim ve geri bildirim sistemin fonksiyonelliği için
oldukça
önemlidir.
tarzında sürdürür. Anne için erkek çocuk doğurmak bazı durumlarda evliliğin kurtarıcısı gibidir. Aile danışmanının anne-oğul arasındaki sınırları oldukça kalın, duygusal bağları kuvvetli alt sistemi anlaması
g) Aile içindeki bireylerin davranışlarının nedenlerini
kolay olsa da değişim sağlamada güçlükler yaşaması
bir nedensellik ilişkisi ile açıklamak yeterli değildir.
görülür. Bu şemanın daha sağlıklı boyutu aşağıdaki
h) Aile sisteminde, diğer açık sistemler gibi, çok sayı-
gibi değişmesi beklenir.
da farklı başlangıçlar benzer sonuçlar ortaya
Yukarıdaki şema eşler arasındaki iletişimin yoğun-
çıkarır. Aileler farklı başlangıçlarla benzer sonuçlar
luğu ve sağlamlığı, erkek evlatla mesafeyi ve iletişimi
(mutluluklar, sevinçler...vb.) yakalayabilirler. i) Aile
de benzer yoğunlukta oluşturabilir. Böylesi bir iletişim
sisteminde diğer açık sistemler gibi amacı
tarzında ana-baba çocuklarına benzer tarzda sınırlar
vardır.
koyar ve onun özerkliğinin gelişmesinde uyumlu tep-
j) Aile sistemi birçok alt sistemden (anne-babaçocuk-çocuklar) oluşmuştur. Bu parçalarıyla aile sistemi, büyük bir sistemin (toplum) parçası ya da alt kültür grubunun bir unsurudur. Aileyi oluşturan bireyler nasıl birçok alt sistemin (dolaşım,solunum, fiziksel yapısı vb.) bütünü ise aile sistemi de birçok alt sistemle ilişki içindedir. Aile, alt sistemlerinin bütününden etkilenen bir sistem olarak bütünü etkileyen bir sistem olma özelliği de gösterir. Bu
kiler verirler. Ana-oğul alt sisteminde ise ana oğlunun koruyucusu
gibidir.
Oğulsa
onun
kurtarıcısı
rolündedir. Anne-baba alt sisteminde ise denkler arasında (eşitler değil) konumu (evlat olarak) daha belirgin bir ana-baba, evlat ilişkisinden söz etmek mümkündür.
Sağlıklı Anne Baba ve Oğul İlişkisi
özellik (etkileme ve etkilenme) ailenin dinamik yapısıyla ilgilidir. Toplumsal yapının kadına ve erkeğe aktardıkları, kurulan çekirdek aileye büyük ölçüde yansır. Sözgelimi ailedeki alt sistem ilişkileri geleneksel kültür sıklıkla ana-oğul diyalogunun önemini, hem değer sisteminde hem de kadına verilen değerle vurgulanmaktadır. Bu ilişkiyi aşağıdaki gibi şematize edebiliriz. Geleneksel Anne Oğul İlişkisi
Şema 3 Aile içindeki alt sistemler arasında da belli sınırlar Şema 2
vardır. Ana-baba, çocuklar, ebeveynler gibi alt sis-
temlerin kendi içindeki sınırları doğaldır, önemli olan alt sistemler arasındaki karşılıklı olarak işleyen bir iletişim sisteminin varlığıdır. Bu sınırların varlığı annebabaya kendi meselelerini çocuklarını araya sokmadan ya da onlar üzerinden mesaj vermeden halledebilmelerini gerektirir. Ailenin içinde bulunduğu kültür ve toplumsal yapıdaki diğer alt sistemlerle iletişimi de o kadar tabidir, iletişimde karşılıklı ve geribildirimlerin rahat olarak, şiddete dönüşmeden verilebilmesi alt sistemlerin birbiriyle uyumunu ve tüm sisteme katkısını ifade eder. Bu çerçevede aile sistemine dışındaki alt sistemlerden ve kendi içindeki alt sistemlerden birtakım girdiler (destek çağrısı, yeni gelişmeler...vb.) olur. Aile sistemi bütün bu girdileri kendi içinde dikkate alır, gereken tepkileri vererek fonksiyonelliğini sürdürür. Süreç içinde bazı yeni yapılanmalar (kadın ev dışında da çalışmaya başlaması ya da kocanın ikinci işte çalışması ..vb.) rol dağılımları olur. Bu yeni yapılanma sürecinde aile kendi alt sistemin de rol dağılımlarında değişiklik yapabildiği gibi, dışardan da destek alabilir. Fonksiyonelliğini devam ettiren bir aile sistemi, hem kendi alt sistemleriyle hem de dışındaki alt sistemlerle, destek, bilgi aktarımı, paylaşım, değişim yönünde alışverişlerde bulunur. Ancak bu doğrultudaki alışverişler onun bütünlüğünü ve fonksiyonelliğini olumsuz yönde etkilemez. Bu alışverişi dairesel bir döngü olarak düşünmek mümkündür. Bu döngüyü aşağıdaki gibi ifade edebiliriz.
Aile sisteminin dışardan etkilenmesi doğaldır. Bu etkilenmelerin bazıları ailenin kendi iç sisteminde değişiklik yaratır. Bazen de değişiklik sadece bir alt sistemde görülür. Bu değişikliğin diğer alt sistemlere yansıması, aile yaşam döngüsü içinde kendini hissettirir. Bu noktada aile sistemini çok değişkenli bir alt sistemler işleyişi olarak düşünmek yanlış olmayacaktır. Bu alt sistemler bütününün kendi içindeki dengesi dışardan veya içerden etkilenmelerle değişebilir. Bazen bu ailesel etkileşime "dairesel nedensellikle diyebiliriz. Aile sistemine dairesel ya da döngüsel nedensellik içinde bakmak doğrusal nedensellik yaklaşımından oldukça farklı bir bakıştı. Bilindiği gibi A olursa B ortaya çıkar mantığı çoklu sistemlerle işleyen insan doğasına ve insanların oluşturduğu bu birlikteliğin yapısına uygun bir açıklama getirmemektedir. Sözgelimi ekonomik yoksulluk ya da kriz her aile fonksiyonunu etkiler. Ancak bu etkilenmelerin biçimi her ailede farklı farklıdır. Bu farklılık aile sisteminin kendi alt sistemleriyle ilgili farklılıktan kaynaklandığı gibi öğrendiği tepki verme biçimleriyle de ilgili olabilir, üstelik bu dış etkilenmeleri bütün aile sistemlerinde eş zamanlı olarak görmek her zaman mümkün değildir. Ekonomik krizler yoksul kesim ailelerinde işsizlik, hastalıklar, şiddet v.b. olumsuz olayların ortaya çıkmasını hızlandırırken üst sosyoekonomik düzey ailelerinde ise, boşanma bazen psikolojik rahatsızlıklar anksiyete v.b. tepkilere neden olabilir. Aile sistemlerin aynı dış çevreye farklı tepkiler vermeleri de onların kendi sistemlerinin özgünlüğüyle, referans sistemlerinin farklılığıyla ilişkili olabilir. Bu çerçevede sistem yaklaşımını benimseyen aile danışmanları aile sisteminin ve alt sistemlerinin işleyişini kavramakta oldukça esnek düşünmek ve değişken sonuçlarını göz önünde bulundurmak durumundadırlar.
İLETİŞİM TEORİSİ
Şema 4
Bu teoriyi temel alan aile danışmanları aile üyelerinin birbirleriyle iletişimi ve fonksiyonları üzer-
ine odaklaşmaktadırlar. Bu teorinin üç farklı boyutundan söz edilebilir (Foley, 19749. Bu yaklaşımda sistem yaklaşımının temel boyutları mevcuttur. Bu boyutlar; a) b) c)
İletişim ve algılama iletişim ve güç İletişim ve duygulanım
Foley'e (1974) göre bu üç boyut üzerinde odaklasan danışmanlar, bütün olarak sistem yaklaşımını benimsemektedirler. Ailenin analitik özgeçmişinden ziyade mevcut durumunda yukarıdaki boyutlar üzerinde konsantre olma dikkati çekmektedir.
a) iletişim ve Algılama Bu boyut aile içindeki ilişkilerde bazı temel varsayımlar üzerinden hareket eder. Bu temel varsayımlar şu şekilde özetlenebilir.
öncelikle aile içinde iletişimsizlik diye bir şey söz konusu olamaz. Buna göre sessiz oturan bir kişi bile iletişim de bulunuyordun Bu kişinin oturuşu, pozisyonu, yüz ifadesi ..vb. pozisyonları da bir iletişim içeriğidir. İletişimde sadece konuşmak değil konuşmanın tonu vurguları bile önemlidir. İletişimde, içerik dışında ilişki boyutu da önemlidir. Sözgelimi "rica etsem şu kapıyı kapatır mısın" ifadesi ile "sana kaç kez söyledim şu kapıyı kapat"!. Her iki ifadenin de içeriği aynıdır. Ancak söylerken kullanılan ifade biçimi ve vurgular hatta ses tonu oldukça farklıdır. Aynı cümle farklı söylenme tarzlarıyla farklı anlam kazanabilir. "Zannediyorum" sen hatalısın, zannediyorum sen hatalısın" cümlelerinde bu ilişki farklılığı görülebilir. Tarafların işaret ettiği odak. iletişimde tarafların farklı şeylere odaklanmaları ya da işaret etmeleri zaman zaman oldukça önemli çatışmalara sebep olabilir. Sözgelimi eve geç gelen
bir eşe sürekli olarak söylenen eşe, diğer eş sen sürekli olarak dırdır yaptığın için geliyorum diyebilir. Bu noktada eşlerin farklı vurgulamaları ve gerekçelerini iletişimde benzer noktalara getirmek oldukça zor olabilir. Simetrik ve tamamlayıcı etkileşim İki kişiye da gruplar arasındaki ilişki çeşitli derecelerde simetrik ve tamamlayıcıdır. Simetrik etkileşimde taraflar birbirine eşit uzaklıkta ve düzeydedir. Tamamlayıcı etkileşimde ise bir eşitsizlikten söz etmek mümkündür. Hasta, doktor, hizmetçi-patron ilişkisi bu türdendir. Kültürel ortamın tamamlayıcı ilişkisi teşvik edici unsurlar taşıması sıklıkla daha eşitlikçi ilişkilere geçişte engel olabilir. Aile içi ilişkilerde iletişim açık, maskeli, direkt ya da dolaylı olabilir. Ancak tarafların birbirinin iletişiminin farkında olması ve aldığı mesaj doğrultusunda mesaj vermesi beklenir. Tarafların mesajlara dilsiz, sağır ve körlük içinde mesaj vermesi iletişimin cevapsız kaldığını düşündürür. Gerçekte iletişim birçok paradoksları içerir. Tarafların bir ikilem ve çelişkilerin farkında olacağı bir algılama düzeyinde olması danışma sürecinde danışmanın ve tarafların anlaşma alanlarını genişletir.
b) iletişim ve Güç Foley (1974) tarafından iletişimdeki temel boyutlardan ikincisi iletişim ve güçtür. Güç bir kişinin iletişimde mesajı, diğer kişiye hamle yaparak, belirleyici tarzda ulaştırmasını ifade eder. Gerçek birlikte olan her grubun iletişiminde bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşi birlikte bulunan insanların bu birliktelik kompozisyonunda statülerinde farklılık olması doğaldır. Aile, birlikteliğinde taraflara böyle bir statü sağlar. Geleneksel toplumda ve kent toplumlarında aile birlikteliğinde tarafların bu statülerinin iletişimlerindeki sürekliliği ve işbirliği bozup bozmaması önemlidir. Aile sisteminin dış çevresindeki gelişme değişmelerle (insan hakları, eşitlik ...vb.) kendi içindeki gelişmeler (kadının istihdamı ve eğitim
düzeyinin yükselmesi) aile içindeki bireyler arasındaki güç ilişkilerini değiştirmeye başlamıştır. Ancak bu statü değişikliğinin tarafların iç dünyalarında ve davranışlarında daha adil ve tarafların içine sinen bir tarzda yürüdüğünü söylemek henüz mümkün değildir. En azından bir grup aile için mümkün olsa bile çoğunluk için mümkün değildir. Geleneksel toplumda halen kadının eğitim düzeyi düşüktür ve
b) Kendisiyle ilgili doğru algılamaya dayanan kararlar vermek. c) Diğerlerine ve çevreye, kendi seçimlerini, karar larını açılayabilmek, d) Bu kararların ve seçimlerinin sorumluluğunu üstlenmek, e) Kendi duygularının farkında olmak ve hissede bilmek,
istihdam da yer alması için 2-3 kuşak geçmesi gerekir.
f) Diğerleriyle açık ve doğrudan iletişim kurabilmek,
Diğer grupta da tarafların kendi içlerinde üstün yan-
g) Diğerlerinin ve kendisinin farklılıklarını görüp
larını daha objektif standartlarla kabul etmesi (erkeklik ya da kadınlık dışındaki standartlar) zaman alabilir. Bazı aile örneklerinde de kadının baskın ve güçlü
kabul etmek, h) Bu farklılıklarla ilgili değişiklikleri de tahdit altında kalmadan yapmaya istekli olmak.
olmasının sorunlarıyla da uğraşılabilir. Yukarıda belirtilen bütün bu özellikler bireylerin iç dünyalarıyla
c) iletişim ve Duygulanım
ilgilidir.
Aile
içinde
bireylerin iç
dünyalarıyla barışık, onlardaki değişikliği tolere edebilecek esneklikte, karşısındakileri de anlayıp onların
Aile tedavisinde iletişim boyutuyla ilgili bu boyut,
da benzer değişimi kendi içgörüleriyle yapabilecek
tarafların, sözlü sözsüz bütün iletişim tarzlarının ve
güçte olduğuna inanmaları oldukça önemlidir.
duygulanımlarının önemine işaret eder. Bu boyut aile
Danışma süreci bazen bu barışmayı ve büyümeyi
içi ilişkiler kadar tarafların davranışlarının altında
olgunlaşmayı sağlama süreci olarak da adlandırıla-
yatan psikodinamik süreçlerini kapsar. Bu alanla ilgili
bilir.
olarak tarafların kendilik imajlarının sağlıklı gelişmesi sonucunda doğru kişi seçebileceği, bu kişiyle de
SONUÇ
doğru ve yerinde iletişim tarzı geliştirebileceği üzerinde durulmaktadır (Winnicott, 1960). Bu doğrul-
Sosyal hizmet müdahaleleri içinde önemli bir yer
tuda, yanlış kendilik algısı ve bilgisinin evliliğin
tutan aile sistemi belli aşamalarda yürütülen planlı bir
başında tarafların yanlış seçim yapmalarına ve yanlış
değişim sürecidir. Aile terapisi ile ilgili donanımlı bir
savunma mekanizmalarıyla iletişime geçmelerine
uzmanın da zaman zaman süpervizyon alması
neden olduğu söylenmektedir. Evlilik tarafların duy-
kaçınılmazdır. Bu sürecin başlangıcında aile sistemi-
gusal ihtiyaçlarına da cevap vermesi beklenen bir bir-
nin içinde bulunduğu durumu, aile üyelerinin tanım-
likteliktir. Ancak kendilik imajı gelişmiş ve olgun bir
lanması ve güçlü yanlarının belirlendiği ön değer-
bireyin bu ihtiyaçlarında da gerçeklik ve doğruluk
lendirmeden sonra bu aileyle ilgili planlama yapılır.
vardır. Bu süreç bazen (olgunlaşma ve gelişme)
Planlama süreci ailenin probleminin önceliklerinin
tamamlanabilir. Ancak tarafların farkında ve bilinçli
belirlendiği, problemlerinin ihtiyaçlara çevrildiği,
oldukları bir süreç olarak yaşanması her zaman
ihtiyaçlara yönelik müdahalelerin değerlendirilerek
mümkün olmayabilir. Olgun bir kendilik imajındaki
amaçlar ve hedeflerin oluşturulduğu ve kontrat
bazı özellikleri şöyle maddeleştirebiliriz (Satir, 1967,
yapıldığı bir süreçtir. Uygulama aşamasında yapıl-
91):
ması gereken bütün müdahaleler aile sistemi ya da odak kişilerle yürütülür. Sonuçta müdahalenin değer-
a) Bireysel alanının bütün sorumluluğunu üstlenmek,
lendirilmesi yapılır. Mümkünse aile izlenir.
Sistem yaklaşımına dayalı olarak yürütülen bu müdahale de aile sistemi dışında birçok sistemden söz etmek mümkündür. Müracaatçı sistemi, Değişim ajanı sistemi, Hedef sistem ve Eylem sistemi (Pincus ve Minehan, 1973.89.90). Bu kavramlaştırmada eylem sistemi yukarıda ele alınan değişim sağlayacak süreci, hedef sistemi amaçlanan değişimi tanımlanır. Değişim ajanı sistemi ise çok disiplinli bir uzman grubu tanımlanır. Kendisi çoklu sistemlerden oluşan aileye çok disiplinli bir müdahalenin de olması söz konusudur. Ekip çalışması ve işbirliği doğrultusunda ailenin değişimi ve gelişimi yönünde sağlanacak bütün profesyonel yardımların birbirini tamamlaması ve desteklemesi beklenir. Tek bir kişiyle çalışma yapan profesyonelin işi ne denli zor ise aile sistemine profesyonel müdahalenin de zorlukları ve titizlik isteyen yanları vardır. Kendini tanıma sürecinden başarıya geçmiş bir uzmanın bu denli fazla sistemlerle çalışması da oldukça zahmetli bir süreçtir.
Kaynakça
Aktaş, A.(1996), Aile içi Şiddet ve önleme Yollan, Somgür Yay. Dağ. Ankara. A.Pincus and A. Minehan. (1973), Social Work Practice Model and Method. Hasça II. F.E.Peacock. Foley, V. (1974) An Introduction to Family Therapy. New York, Grune and Strattion. Johnson, L(1995), Social Work Practice. A Generalist Approach Allyn and Bacon A Paramount Communications Com.United States of America. Satir, V. (1967), Conjoint Family Therapy. Pab. Altos Science and Hogarth Behaviour Books. Winnicott,D. (1960), The Maturational Process and the Facilitating Environment London.
Bir Grup Üniversite öğrencisinin "Çağdaş Kadın" üzerine Görüşleri •
Prof. Dr. Aylanur ATAKLI'*
• Doç.Dr. Canan YERTUTAN**
özet Bu çalışmanın amacı üniversite öğrencilerinin "çağdaş kadın" konusundaki düşüncelerini belirlemektir, örneklem, Ankara ilindeki Hacettepe, Gazi ve Ankara üniversitelerinde okuyan 204 öğrenciden oluşmaktadır. Çalışmanın verileri anket ile toplanmıştır, öğrencilerin görüşleri ayrı ayrı gözden geçirildikten sonra bu görüşlerde ortak olan noktalar vurgulanmıştır. Anket sonuçlarından elde edilen verilere göre öneriler sunulmuştur. Anahtar Sözcükler: öğrenci, üniversite, kadın, çağdaş, Türkiye.
* **
•
Sebahat EKİNCİ***
Abstract The purpose of this study was to investigate conceptions ofstudents about modern woman. The sample includes 204 students form Hacettepe University, Gazi Universityand Ankara University in Ankara. Data of the study were collected through use of survey questionnaire. Ali written opinions were examined one-by-one and, then discussed under some common points. According to the results obtained, suggestions hav e been drawn up. Key Word$: Student, university, vvoman, modern, Turkey.
Hacettepe üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Tıbbı Dokümantasyon ve Sekreterlik Bölüm Başkanı. aatakli@hacettepe.edu.tr Hacettepe üniversitesi Ev Ekonomisi Yüksekokulu, cyertuta@hacettepe.edu.tr *** Arş. Gör. Hacettepe üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Tıbbı Dokümantasyon ve Sekreterlik Bölümü. sebahate@hacettepe.edu.tr
•
1.GÎRİŞ
Günümüz koşullarında aile yaşamını sürdürmek ve çocukları iyi yetiştirmek için kadın ya da erkek tüm gücüyle çalışmak zorundadır. Ancak gün boyu dışarıda çalışan ve çocuğuna baktırmak için türlü çarelere başvuran kadın, eve döner dönmez baş döndürücü hızla ev işlerine girişmekte, alışveriş, yemek, bulaşık, çocukların bakımı, dersleri, çamaşır eşin hoşnut edilmesi vb. yükleri omuzlamaktadır (Sayıan, 1998: 93). Kadınların yaptıkları işler genelde istatistiklere kaydedilmemekte, raporlarda yer almamakta ve bunun sonucunda, katkıları yeterince takdir edilmemektedir. Kadınlar tarafından yapılan işlerin ev ve aile ekonomisine katkısı göz ardı edilmekte, kadın ya da annenin yapması gereken işler olarak görülmektedir, ister sürekli, ister mevsimlik olsun, kırsal kesim kadınlarının pek çoğu evleri dışında da ücretsiz olarak çalışmakta ve bu nedenle nadir olarak resmi kayıtlara geçmektedir. Türkiye'de kadın işgücü birinci sırada tarım kesiminde yoğunlaşmaktadır, ikinci sırada eğitim sektörü, üçüncü sırada ise imalatsanayi sektörü gelmektedir. Kadınlar pek çok meslekte çalışmaktadırlar ama en düşük oranda yer aldıkları meslek, üst kademe (%0.8) yöneticiliktir (Coşkun, 1998:9-11) . ilk insan topluluklarından bu yana ekonomik hayata aktif bir şekilde katılan kadınların, ev dışında ücret karşılığı çalışmaları "Sanayi Devrimine" dayanmaktadır. Kadınların çalışma hayatına girişleri üzerinde en önemli etkiyi savaşlar yapmıştır. Hemen tüm ülkelerde o tarihe dek asli görevi ev işi olan kadınlar, cepheye giden erkeklerin yerini almak üzere işgücüne girmişlerdir. Savaş, özellikle hizmetler kesiminde kadınların sayısını büyük ölçüde artırmıştır (Tekeli, 1982:92). Yüksek öğrenim gören kadın sayısının artışı ile, uzmanlık gerektiren işlerde de kadınlar görevlendirilmeye başlanmıştır. Hayat şartlarının zorlaşması ve ekonomik zorlamalar, iş alan-
larında kadının başarısını ortaya koyması, değişen toplumda ailenin görevlerinin bazı sosyal kurumlara aktarılması (kreş, yuva, yaşlılar için huzurevleri) sonucunda iş hayatı içinde yer alan kadınların sayısında giderek artış olmuştur (Ersöz, 1999: 48). Ancak Türkiye'de kadınların işgücüne katılım oranları son derece düşüktür. Aynı zamanda bu katılımda, yıllara göre de sürekli bir azalma görülmektedir. 1955 yılında çalışma yaşındaki kadın nüfusunun % 77'si işgücüne dahilken, bu oran 1990'da %34.0'a, 1992'de %32.5'e ve 1995'te ise %30.7'ye gerilemiştir (Ersöz, 1999: 51). Kadınların çalışma yaşamına özgürce katılmaları; evli olup-olmamaya, çocuk sayısına, eğitim düzeyine, daha önce çalışma yaşamında yer almalarına, ailenin gelir düzeyine ve kentleşme derecesine göre değişmektedir (Arat, 1998: 347). Kentte kadının eğitim düzeyi yükseldikçe, işgücüne katılımı da yükselmekte, fakülte ve dengi okul mezunu kadınlarda işgücüne katılım oranı %71.1 'e ulaşmaktadır. Boşanmış kadınlarda işgücüne katılım oranı %42.8'e yükselirken, evli kadınlarda %12.8'e düşmektedir (Ersöz, 1999: 53).
KADINA İLİŞKİN KALİP YARGILAR Her toplumda var olan ve kültüre göre belirlenen kalıp yargılar, kişileri belirli beklentilere cevap verecek şekilde davranmaya yol açarak baskı oluşturmaktadır. Toplumsallaşma süreci bu temel üzerine kurulmuştur. Kadın, yaşadığı toplumsallaşma süreci boyunca, toplumsal cinsiyet rollerine ait kavramlaştırmaların (annelik, kadınlık, kendini eşine ve çocuklarına adama) etkisinde kalmaktadır Aile, okul, sosyal çevre ve kitle haberleşme araçları kişiye toplumsal cinsiyet rollerini aşılamaktadır. Ancak toplumsal cinsiyet rollerinin kazanıldığı en önemli yer ailedir. Kadın için eve bağlılık ve annelik, erkek için ev reisliği ve erkek olarak evin diğer üyelerinden sorumlu olma anlayışı, aile içinde kazanılmaktadır. Yaşam boyu bu roller kendilerine benimsetilip hatırlatılmak-
tadır (Ecevit 1985: 78). Ana babaların, doğacak çocuğun erkek olmasını tercih ettikleri bilinmektedir. Erkek çocuk, daha doğduğu anda kız çocuktan daha büyük bir coşkuyla karşılanmakta, erkek çocuk da, kendisinin kız çocuğa tercih edildiğini ve daha değerli sayıldığını sezinleyerek erkek rolünün daha önemli olduğu düşüncesini benimsemektedir (Adler, 1999: 15). Ailenin yapabileceği eğitim harcamaları kıt ise ve ailede erkek çocuk varsa kız ve erkek kardeşler arasında kabiliyete göre değil, çok defa cinsiyete göre ayrım yapılmakta ve erkek çocuk okutulmaktadır (Bilgiseven, 1998: 386). Toplumsallaşma sürecinde kız çocuklarına öğretilenler daha çok sosyal ve konuşma becerileri ile fiziksel çekicilik ve ev sorumluluğu gibi özelliklerdir. Erkek çocuklara öğretilenler ise, teknik beceri, otoriterlik ve fiziksel güce önem vermektir. Kadınlara toplumsallaşma sürecinde empoze edilen bu cinsiyetçi rol yaklaşımları, (eşanne-ev kadını üçlemi) kadının çalışma yaşamına girmesini ve ileriye yönelik beklenti geliştirmesini de olumsuz yönde etkilemektedir (Ersöz, 1999: 31-33). Cinsiyetçi rol yaklaşımları sonucunda kadın, hem iş hem de aile hayatının sorumluluklarını dengeleme çabası içerisinde büyük savaşlar vermektedir. Aile hayatı lehine denge bozulduğunda, iş hayatında ikinci sınıf olma durumunda kalırken, iş hayatına ağırlık verdiğinde ise, kendisinin de benimsediği geleneksel görevi olan "iyi anne" ve "iyi eş" olmaktan ödün vermekte, bu ise kadını ruhsal çöküntüye itmektedir (Pur, 1992:27). Bunun sonucunda kadınlar, geleneksel rollerini aksatmayacak işlere yönelmekte ya da her iki rolünü yerine getirirken daha fazla güç sarf etmek zorunda kalmaktadır. Gecekondulu aileler arasında gerçekleştirilen bir çalışmada; kadının en önemli görevi konusundaki tutumlar incelendiğinde, deneklerin % 76.6'sl ev işlerini yapmak olarak tanımlamışlardır. Aynı çalışmada, deneklerin %89.9'u "ailenin geçimini sağlamanın" erkeğin en önemli görevi olduğu konusunda görüş bildirmişlerdir (Acar 1993:217). Benzer bir çalışmada da, "çocuk bakımı ve yetiştirilmesinin kadının en önemli görevi olduğunu" düşünen kadın-
ların sayısının erkeklerden daha fazla olduğu saptanmıştır (Yurtkuran, 1994: 170). Ancak, eğitim düzeyinin yükselmesi ile ev içi işleri erkeğin paylaşması gerektiğini söyleyenlerin oranı da artmaktadır (Ersöz, 1999:41). Kadınların ev işlerinden büyük oranda sorumlu tutulması, ev işlerinin kadının asli görevi olduğu yönünde toplumsallaşmaları, kadınların bu rollerini içselleştirmeleri ile ilintilidir. Ev içi işlerde sorunluluk paylaşımında cinsiyetçi yaklaşım öne geçmekte, kadın ve erkeğin yaptığı ev içi faaliyetler farklılık göstermektedir. Temizlik, bulaşık, yemek, ütü vb ev içi işler daha çok kadının sorumluluğunda iken, bahçe bakımı, alış-veriş ve tamir işlerini erkekler daha fazla üstlenmektedir. Kadınlar, ev içi faaliyetlerde daha çok beceri gerektiren işleri yaparken, erkeklerin daha az beceri gerektiren işleri üstlenmeleri, erkeklerin daha beceriksiz olmalarından kaynaklanmamaktadır. Çünkü lokanta ve konaklama yerlerinde genelde erkeklerin hizmete alınması, onların da bu işleri çok iyi yapabildiklerini göstermektedir. Erkeklerin bu işleri evde yapmamasının kökeninde, geleneksel olarak bu işlerin kadınlara atfedilmiş olması ve erkeklerin kadın işi olarak bilinen işleri yapması durumunda, statüsünün ve prestijinin olumsuz etkileneceği yolundaki önyargı yatmaktadır. Nitekim ülkelerarası karşılaştırmalı bir çalışma, Avustralya, Kanada ve ABD'de, kadınların ev işleri için haftada ortalama harcadığı sürenin, erkeklerin aynı işler için harcadığı sürenin üç katı olduğunu göstermektedir. Bu oran çocuk bakım görevinde ise dört katına çıkmaktadır. Diğer ülkelerde bu oranlar kadın için daha yüksek olmaktadır (Ersöz, 1999: 1418).
ÇAĞDAŞ TOPLUM VE ÇAĞDAŞ KADIN Çağdaş olmak sadece aynı zaman diliminde yaşamak değil, buna ilaveten çağdaş düşünebilmek demektir. Çağdaş düşünme, doğru düşünme demektir. Doğru düşünmeyi engelleyen en önemli kuvvet de
geleneklerdir. Gelenek, yazılı olanlardan daha güçlü yasadır, insanın bu yasaya boyun eğmesi kültürel gelişme ile bağlantılıdır, insanın sorgulamadan, gelenek zoru ile bir sonuca ulaşması yöntem olarak doğru değildir. Çağdaş insanın olayları akıı süzgecinden geçirmesi, bunu yapabilmek için de özgür düşünceye sahip olması gerekir, insanı özgür düşünceye ulaştıran, eğitim ve kültürdür (Akgün, 1999: 1213).. Çağlar boyu kimi zaman yüceltilmiş, kimi zaman da aşağılanmış kadının erkekten ayrı ele alınıp alınmaması da bir düşünce ürünüdür. Doğa, insanı akıı denen en değerli verisi ile donatarak yeryüzünün diğer canlılarından ayırmıştır. Akıı, insana iyiyi, kötüyü, sevgiyi, gücü, hoşgörüyü öğretmiştir. Bu bakımdan insanları kadın-erkek ayrımı yapmaksızın bir arada ele almak gerekir. Bu iki cinsi ayrı kurallandırmak çağdaşlıkla çelişkilidir. Dolayısıyla, toplumların çağdaş düzeye erişebilmeleri, ancak kadına tanıdıkları eşitlikle gerçekleşmekte ve kadına eşitlik tanıyan toplumlar, çağdaş sayılmaktadırlar (Akgün, 1999: 12-13). Şaylan'ın (1998: 103) ifade ettiği gibi çağdaş kadını; aydın kafalı, bilgili, yaratıcı ve üretici, susup itaat etmek yerine konuşup tartışmayı, doğruları arayıp bulmayı ilke edinmiş, güçlü ve gücünün bilincinde olan kadındır. Bugün batı toplumlarında kadın, hemen hemen gerçek yerine oturmuş ve yasal açıdan kendini güvenceye almıştır. Buna karşın feminist hareket, her ülkenin iç yapısına, insanlarının özelliklerine ve değer yargılarına göre değişik bağlamlarda sürmektedir. Feminizmi, erkeklere karşı bir savaş olarak değil, kadınların bilinçlenip gelişmesi yolunda uğraş olarak almakta yarar vardır. Çünkü yaşam ancak, kadın ve erkeğin eşit konumlarda el ele, yaratıcı güçlerini değerlendirdiklerinde bir anlam ve bütünlük kazanmaktadır (Sayan, 1998: 9293). Türkiye Cumhuriyetinde kadının bazı haklarını elde etmesinde Atatürk'ün rolü büyüktür. Atatürk, Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce kadın hukukunda inkılap ihtiyacı konusundaki düşüncelerini şu sözleri ile açıklamıştır: "Bir toplum, cinsinden
yalnız birinin yeni gerekleri edinmesiyle yetinirse, o toplum yarıdan fazla kuvvetsizlik içinde kalır," Atatürk, kadınların her alanda erkeklerle eşit sosyal, siyasal ve hukuksal haklara sahip olmaları konusundaki tedbirleri almıştır. Ancak kadınların sosyal ve siyasal hakları aşamalı bir şekilde gerçekleşmiştir. 1924'te Tevhid-i Tedrisat kanunu (eğitim birliği kanunu) kabul edilmiştir. Siyasal ve sosyal yaşamda bilimin ve aklın önderliğine inanan Atatürk, eğitimin önemini vurgularken, toplumun bütün fertlerinin kadını, erkeği, çocuğu, köylüsü ve işçisiyle eğitilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Çünkü toplumun her bir parçasının ayrı bir fonksiyonu olduğuna, bu fonksiyonların mükemmel bir şekilde yerine getirilmesi ile sosyal bütünleşmenin ve kalkınmanın mümkün olacağına inanmıştır (içli, 1992: 67-72). Türkiye'de kadına yönelik düzenlemelerden bazıları aşağıda verilmiştir: 1926 yılında Türk Medeni Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanun ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırılmış, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanınmıştır. 1934'te kadınlara seçme seçilme hakkı verilmiştir. 1992 yılında kadının çalışmasını kocasının iznine bağlayan Medeni Kanun'un 159. maddesi Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. 1997'de içişleri Bakanlığınca nüfus cüzdanlarında medeni hal kısmında "evli/bekar/dul/boşanmış" gibi ifadelerin yerine sadece "evli" veya "bekar" ifadelerinin kullanılmasını düzenleyen genelge yayımlanmıştır (Başbakanlık, 2001). Eski Medeni Kanunu'nun 152. maddesinde yer alan "koca aile birliğinin reisidir" hükmü 2001 yılında kabul edilen yeni Medeni Kanunun'da kaldırılmıştır (Ekşioğlu, 2002: 47). Türkiye'de halen ev içi işlerin büyük çoğunluğu kadın tarafından yapılmakla beraber, ev içi sorumluluklarda erkekler de yer almaya başlamışlardır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda; katı cinsiyetçi rol yaklaşımlarda kırılmalar olduğu kentleşme, endüstrileşme ve göç gibi sosyal olguların bu değişimi hızlandırdığı görülmektedir (Ersöz, 1999: 36). Hızla gelişen ülkemizde, yaşamın her alanında
olduğu gibi çalışma yaşamında da, kadınların statüsü geleneksel çizgi dışına çıkmaya başlamıştır. Bu bağlamda kamu sektöründe giderek daha fazla kadın görev almakta (Coşkun, 1998: 811), çalışma hayatı içinde olmak, karşılaştıkları güçlüklere rağmen kadınların, k i ş i lik l e r in i sağlıklı ve dengeli bir yönde geliştirmelerine katkıda bulunmaktadır (Yavuz, 1996: 54). Türk kadının, çağdaş kadın düşüncesini ne derece yansıttığını görebilmek amacı ile bu alanda yapılmış bazı araştırmaların bulguları aşağıda verilmiştir: Beş büyük i l i (istanbul, Ankara, izmir, Samsun Adana) kapsayan bir araştırmanın sonuçlarına göre; toplumumuzda kadının statüsü ve saygınlığının giderek yükseldiği, e v l i l i k kurumunun güçlü bir kurum olduğu, kadının, ev dışında çalışmasının artık doğal bir olay olarak kabul edildiği saptanmıştır (Moroğlu, 1999:41). Kadınlar, erkeğin a i l e reisi olması, bakirelik, namus, saygı, başlık parası, kadın dövülmesi gibi konulara verilen önemin azaldığını bildirmektedirler Bir araştırmaya göre; kadınlar toplumda söz sahibi olabilmek için en çok eğitim ve bilginin (%34); daha sonra ekonomik olanakların (%27) ve k iş ilik özelliklerinin (%26) önemli olduğunu düşünmektedirler. Kadınlara göre, zekat yetenek (%5) ve koca/aile desteği (%4) toplumda söz sahibi olabilmek için fazla önemsenmeyen özellikler olarak görülmektedir (Ecevit, 1998:48-61). Bir çalışmada, çocukları sadece babanın cezalandıracağı düşüncesine erkeklerin ve kadınların büyük bir kısmının katılmadığı, çocukların terbiyesine ilişkin konularda eşitlikçi ve kentsel tutum gösterdikleri saptanmıştır (Yurtkuran, 1994: 169). Bir başka çalışmada; eğitim düzeyinin artmasıyla, bekar erkeklerin evli erkeklere göre ve eşi çalışan erkeklerin eşi çalışmayan erkeklere göre daha eşitlikçi cinsiyet rol tutumlarına sahip oldukları tespit edilmiştir (Evkuran, 1996: 1996). Çağımızda, kadının toplumda gerçek yerini alabilmesi için en az erkekler kadar eğitim görmesi ve ekonomik özgürlüğünü kazanması gerekmekle
beraber aşağıda görüleceği gibi bu oran yeterli değildir. 2000-2001 öğretim y ı l ı ön lisans ve lisansdüzeyindeki kız öğrenci sayısı: Okuyan %41.2, mezun %42.7'dir. Aynı öğretim y ı l ı lisans üstü kız öğrenci sayısı: Okuyan yüksek lisans %34.2, okuyan doktora %35.6, mezun yüksek lisans %39.6, mezun doktora %37.1'dir (Başbakanlık, 2001, 59). Kadın ailenin temelidir. Gerek çocukların yetiştirilmesinde, gerekse kültür unsurlarının nesilden nesile geçirilmesinde köprü görevi görmektedir. Cumhuriyet döneminde okuma yazma seferberliğiyle, giyim kuşamın çağdaşlaşmasıyla Türk kadını kendini geliştirmek için gereken ortamı bulmuştur. Ancak Cumhuriyetin i l k yıllarındaki yaygın coşku ve katılım, istenilen ivmeyi tam anlamıyla bulamamış, kadınlar pek çok yol kat etmekle birlikte Atatürk'ün arzu ettiği etkin konuma ve çağdaşlık düzeyine gelememişlerdir (Sayan, 1998: 102).
1.1. ÇALIŞMANIN AMACI Avrupa birliğine girme yolunda olan Türkiye'de, kadınların durumunu incelemek gerekmektedir. Çalışan ve ev hanımı kadınlar üzerinde pek çok araştırma yapılmış olmakla birlikte, literatür tarandığında, son yıllarda eğitimli kesim olan üniversite öğrencilerinin "çağdaş kadın" konusunda görüşlerini inceleyen bir çalışmanın bulunmadığı saptanmıştır, üniversite eğitimi almış kişilerin, çağdaş kadın üzerine görüşlerini incelemek, AB'ne girmeyi amaçlayan Türkiye için çok önemlidir. Bundan dolayı araştırmada aşağıdaki sorulara yanıt aranmıştır: 1. Kadın ve erkeklerde ideal evlenme yaşı ve şekli ne olmalıdır? 2. ideal çocuk sayısı ve ev içi işlerin, çocuğun cin siyeti ile ilişkisi ne olmalıdır? 3. Kadınlar için en uygun meslekler hangileridir? 4. Kadınların çalışma hayatına katılma gereksinimi ve kadına etkileri nedir? 5. Kadınların ev içi hakları nelerdir?
Tablo 2: Deneklerin Anketin İlk Altı Sorusuna Verdikleri Yanıtlar Kadın (n: 102)
Toplam (n:
204)
Sorular
Erkek (n: 102)
Yüzde (%) Evet
Hayır
Hayır
Evet
Hayır
Evet
Hayır
1.
98.0
1.9
100
2
84.3
13.7
86
14
91.1
7.8
186
16
2,
92. 1
7.8
94
8
74.5
24.5
76
25
83.3
16.1
170
33
33
Yüzde (%)
Frekans Evet
Yüzde (%) Frekans
Frekans
Evet
Hayır
Evet
Hayır
3.
74.5
25.4
76
26
67.6
32.2
69
71.0
28.9
145
59
4,
94.1
4.9
96
5
82.3
17.6
84
18
88.2
11.2
180
23
5.
90.1
7.8
92
8
38.2
61.7
39
63
64.2
34.8
131
71
6.
51.9
47.0
53
48
13.7
86.2
14
88
32.8
66.6
67
136
2. YÖNTEM 2.1. Materyal Ankara ilindeki üç devlet üniversitesinde (Hacettepe üniversitesi, Ankara üniversitesi, Gazi üniversitesi) eğitim gören bir grup öğrenciye 22 sorudan oluşan bir anket uygulanmıştır. Anket iki bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde altı soru bulunmaktadır ve bu sorulara öğrenciler evet/hayır şeklinde yanıt vermişlerdir, ikinci bölümde ise 16 soru vardır ve öğrenciler bu soruların seçeneklerinden sadece birini işaretleyerek yanıt vermişlerdir. Anket soruları Tablo 1 'de verilmiştir. Tablo 1: Çağdaş Kadın Konusunda öqrencilere Uyqulanan Test 1. Kadınların çalışmasını onaylıyor musunuz? 2. Sizce kadınların çalışmasının evliliğe olumlu etkisi var mı? 3. Kadının erkekten yüksek kariyere sahip olması evliliği etkiler mi? 4. Kadınlar siyasal yaşamda etkin görev almalı mıdır? 5. Evlenince kadının kendi soyadını kullanmasını doğru buluyor musunuz? 6. Kadınların akşamları sıkça dışarı çıkmalarını doğru buluyor musunuz? 7. Sizce kadın için ideal evlenme yaşı nedir? 8. Sizce erkek için ideal evlenme yaşı nedir? 9. Sizce kadın için en ideal meslek hangisidir? 10. Eşinizle nasıl evlenmeyi düşünüyorsunuz?
11.1. Soruya evet diyorsanız hangi durumlarda çalışmalı? 12. 2. Soruya evet diyorsanız en önemli etkisi hangisi? 13. Sizce ev kadınları mı, çalışan kadınlar mı toplumda daha saygın bir yere sahip? 14. Evde kadın hangi konularda söz sahibi olmalıdır? 15. Eş bir nedenle il dışına çıksa, kadının nerede kalması doğru olur? 16. Sizce ailede ideal çocuk sayısı ne olmalı? 17. Sadece bir çocuğunuz olsa hangi cinsiyette olmasını isterdiniz? 18. 3. Soruya evet diyorsanız en önemli etkisi hangi sidir? 19. Eşlerin sorumluluk paylaşımı konusunda ne düşünüyorsunuz? 20. Erkek çocuklara ev işleri ile ilgili eğitim verilmesi ni nasıl karşılıyorsunuz? 21. Kadınların boşan ması konusunda ne düşünüyorsunuz? 22. Kadına karşı şiddet konusunda ne düşünüyorsunuz?
2,2. Evren ve örneklem Araştırmanın evrenini 2002-2003 eğitim-öğretim yılında Ankara'daki 3 devlet üniversitesinin (Hacettepe üniversitesi, Ankara üniversitesi, Gazi üniversitesi) sosyal bilimler alanında eğitim gören son sınıf öğrencileri oluşturmaktadır. Anket bu üniversitelerde okuyan ve random yöntemi ile seçilen 102 kız, 102 erkek olmak üzere toplam 204 öğrenciye uygulanmıştır.
Tablo 3: Deneklerin çoktan Seçmeli Sorulara V;22) Verdikleri Yanıtların Yüzde ve Frekansları
Sorular
Kadın (n:102)
Şıklar
Erkek
Toplam
(n:102)
(n: 204)
Frekans Yüzde
Yüzde
Frekans Yüzde Frekans
7.a
16-20
0.9
1
4.9
5
2.9
6
b
21-24
19.6
20
39.2
40
29.4
60
25-29
71.5
73
51.9
53
61.7
126
30-34
7.8
8
2.9
3
5.3
11
-
0.9
1
0.4
1
c d e
8. a. b. c. d. e.
9. a. b c d
35 i
-
16-20 21-24 25-29 30-34 35 İ
-
0,9
1
0.4
1
14.7 62.7 19,6
15 64 20
9.3
57.8 36.2
4 59 37
60.2 27.9
19 123 57
1.9
2
1.9
2
1.9
4
Öğretmen
60.7
61
62.7
64
61.2
1?5
istediği herhangi bir iş
19.6
20
9.8
10
14.7
30
Doktor
5.8
6
1.9
2
3.9
8
0.9
2
3.9
Yönetici
1.9
2
-
-
e
Avukat
1.9
2
0.9
1
f.
Bankacı
1.9
2
-
-
g
İşletmeci
1.9
2
0.9
1
h
Ev kadını
0.9
1
8.8
9
4.9
10
Diğer
5.8
6
14.7
15
10.2
21
1.9
1.9
2 38 61
1.9
22.5 75.4
2 23 77
4 61 138
0.9 1.9 4.9 4.9 4.9
1 2 5 5 5,
81.3
83
14.6
18
16.6
17
17.1
35
4.9
5
7.8
8
6.3
13
69.6
71
44.1
45
56.8
116
4.9
5
6.8
7
5.8
12
10 a. b. c,
11 a. b. c. d. e f.
12 a.
Görücü usulü Kendim karar veririm Ailemin onayını alarak kendim seçerim Evlenmeden önce Anne oluncaya kadar Ev işlerinde yardımcısı varsa Ailenin ekonomik sıkıntısı varsa Eşi izin verirse
0.9
8.8
1 13 8 20 9
38.2
39
12.7 7.8
19.6
0.9 1.4
29.9 67.6 0.9 7.3 6.3
3 2 3
6.8
2 15 13 25 14
59.8
122
12.2
Her koşulda Aile içi kararlara daha fazla katılır
b
Çevresinde saygınlığı artar
c
Kendisini
d.
38.2 59.8
1.4
ekonomik
yönden
güvencede hisseder Eşinden ve çocuklarından saygı görür
13 a. Ev kadınları b. Çalışan kadınlar
_
c, Fark etmez 14 a. Gayrimenkul ve araba alımı b. Çocuklarla ilgili kararlarda c. Tasarrufla ilgili kararlarda
-
6.8
7
3.4
7
69.6
71
41.1
42
55,3
113
30.3
31
51.9
53
41.1
84
2.9
3
8.8
9
5.8
12
1.9
2
3.9
-
-
12.7
13
.
4
2.9
6
6.3
13
d. Hepsi 15 a. Kendi evinde
95.0
97
69.6
71
82.3
168
53.9
55
41.1
42
47.5
97
b.
Kendi ailesinin yanında
3.9
4
9.8
10
6.8
14
c.
Eşinin ailesinin yanında
1.9
2
8.8
9
5.3
11
40.1
41
39.2
40
39.7
81
10.7
11
9.8
10
10.2
21
74.5
76
60.7
62
67.6
138
11.7
12
23.5
24
17.6
36
2.9
3
4.9
5
3.9
8
17 a, Kız b. Erkek
21.5
22
12.7
13
17.1
35
16.6
17
28.4
29
22,5
46
c. Fark etmez 18 a. Erkek bundan hoşlanmaz b. Çevre kabul etmez
617
63
58.8
60
60.2
123
47.0
48
15.6
16
31.3
64
-
0.9
1
0.4
1
d.
Tercih kendisine bırakılmalı 16 a. 1 b. 2 c. 3 d.
41
c. Kadın kendisini üstün görebilir d. Hepsi
erkekten
19 a. Her iş ortak yapılmalı b. Ev işleri tamamen kadınlara aittir c. Kadın yapamayacak durumda olduğunda erkek yapmalı d. Erkeğin ve kadının yapacağı işler farklıdır 20 a. Kesinlikle karşıyım b. Erkek çocuğun yapabileceği işler öğretilebilir c. Bütün işler öğretilebilir 21 a. Gerektiğinde boşanabilir b. Boşanmamalıdır 22 a. Asla uygulanmamalı b.
Hak ettiyse düşünülebilir
6
32.3
33
19.1
39
22.5
5.8
23
15.6
16
19.1
39
68.6
70
44.1
45
56.3
115
0.9
1
0.9
1
0.9
2
10
19.6
20
14.7
20.5
21
35.2
36
0.9
1
8.8
9
46.0
47
61.7
63
53.9
110
52.9
54
29.4
30
41.1
84
99.0
101
86.2
88
92.6
189
-
11.7
12
5.8
12
98.0
100
81.3
83
89.7
183
1.9
2
18.6
19
10.2
21
9.8
-
2.3. Verilerin Toplanması Çoğaltılan anketler deneklere elden verilerek doldurmaları sağlanmıştır. Anketlerin değerlendirilmesinde yüzde (%) ve frekanslar (f) kullanılmıştır.
30
27.9
57
4.9
10
3. BULGULAR 3.1.
Kadınların
Çalışma
Hayatına
Katılma
Gereksinimi ve Çalışma Hayatının Kadına Etkileri
Tablo 2: Deneklerin Anketin ilk 6 Sorusuna Verdikleri Yanıtlar
Tablo 2'nin 1. maddesinde görüleceği gibi, kızların %98.1 'i, erkeklerin %84.3'ü "kadınların çalışmasını" onaylamışlardır. Ancak Tablo 3'ün 11. maddesinde
3.2 Kadın ve Erkeklerde ideal Evlenme Yaşı ve Şekli
görülebileceği gibi kızların %81.3'ü "kadınlar her koşulda çalışmalıdır" derken, bu oran erkeklerde %38.2'ye düşmüştür. Tablo 2'nin 2. maddesinden anlaşılacağı gibi, kızların %92.1 'i, erkeklerin %74.5'j "kadınların çalışmasının evliliği olumlu etkilediği" görüşündedirler. Tablo 3'ün 12. maddesine göre kızların %69.6'sl, erkeklerin %44.1'i çalışan kadınların "kendilerini ekonomik yönden güvencede hissedeceklerini" bildirmişlerdir. Aynı Tablonun 13. maddesine göre kızların %69.6'sl "çalışan kadınların toplumda daha saygın yere sahip oldukları" ifade ederken, erkeklerin
Tablo 3'ün 7. maddesinde görüleceği gibi, kızların %71,5'i, erkeklerin %51.9'u "kadınlar için ideal evlenme yaşının" 25-29 olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Aynı tablonun 8. maddesinde kızların %57.8'i, erkeklerin %62.7'si "erkeklerde ideal evlenme yaşının" ise 25-29 olması gerektiğini belirtmişlerdir. Tablo 3'ün 10. maddesinde belirtildiği gibi, deneklere "ne tür evlenme şeklini seçecekeri" soruduğunda kızların % 75.4'ü, erkeklerin % 59.8'i ailesinin onayını alarak eşini kendisi seçmek istediğini ifade etmişlerdir.
ise %51.9'u "fark etmez" yanıtını vermişlerdir. Tablo 2'nin 3. maddesine göre, "kadınların erkekten yüksek kariyere sahip olması" konusunun kızların
33. Ailede ideal Çocuk Sayısı ve Ev içi İşlerin, Çocuğun Cinsiyeti ile ilişkisi
%74.5'i, erkeklerin %67.6'sl evliliği etkilediği görüşündedirler. Tablo 3'ün 18. maddesinde görüleceği gibi, kızların %47'si "erkeklerin bundan hoşlanmayacağını" belirtirken, erkeklerin %32.3'ü böyle bir durumda "kadınların, kendisini erkekten üstün göreceğini" belirtmişlerdir. Tablo 2'nin 4. maddesinde görüleceği gibi, kızların 94.1 'i, erkeklerin 82.3'ü "kadınların siyasal yaşamda etkin görev almasından" yana olduklarını bildirmişlerdir. Tablo 2'nin 5. maddesinde görüldüğü gibi, kızların %90.1'i "evlendikten sonra kendi soyadlarını kullan-
Tablo 3'ün 16. maddesinden anlaşılacağı gibi, ailedeki "ideal çocuk sayısı" için kızların % 74.5'i, erkeklerin % 60.7"si iki çocuk olması gerektiği yönünde düşüncelerini belirtmişlerdir. Aynı tablonun 17. maddesinde kızların % 61.7"si, erkeklerin % 58.8'i "çocuğun cinsiyetinin" önemli olmadığını, ifade etmişlerdir. Tablo 3'ün 20. maddesinde görüleceği gibi, "erkek çocuklara ev işleriyle ilgili eğitim verilmesi" konusunda kızların %52.9'u "bütün işler öğretilebilir" derken, erklerin %61.7'si "erkek çocuğun yapabileceği işler öğretilebilir" fikrini benimsemişlerdir.
mak" isterken, erkeklerin %61.7'si bunu kabul etmediklerini bildirmişlerdir.
3.4. Kadınlar için ideal Meslekler
Tablo 2'nin 6. maddesinden anlaşılacağı gibi, "kadınların akşamları sıkça dışarı çıkmalarını" kızların %51.9'u uygun bulurken, erkeklerin %86.2'si uygun bulmamaktadır. 204 öğrenciden oluşan denek grubunun anketin ilk 6 sorusuna vermiş oldukları yanıtların yüzde ve frekansları Tablo 2'de verilmiştir.
Tablo 3'ün 9. maddesinden anlaşılacağı gibi, kızların %60.7'si, erkeklerin %62.7'si "öğretmenlik mesleğinin kadınlar için ideal olduğunu" ifade etmişlerdir.
3.5. Kadınların Ev içi Hakları Kızların %95'i, erkeklerin %69.6'sl "kadınların ev içi kararların" tümünde söz sahibi olmaları gerektiği görüşünü benimsemektedirler (Tablo 3'de, 14. madde). Tablo 3'ün 15. maddesine göre, kızların %53,9'u, erkeklerin %41.1 'i "eş bir nedenle il dışına çıktığında kadının kendi evlerinde kalmasının" doğru olacağı görüşündedirler. Tablo 3'ün 19. maddesinde görüleceği gibi, "eşlerin sorumluluk paylaşımı" konusunda kızların %68.6'sl, erkeklerin %44.1'i "her işin ortak yapılmasından" yana olduklarını belirtmişlerdir. Kızların %99'u, erkeklerin %86.2'si "kadınların gerektiğinde boşanabileceği" görüşünü paylaşmaktadırlar (Tablo 3'de, 21. madde). Aynı tablonun 22. maddesine göre, kızların %98'i, erkeklerin %81.3'ü "kadına karşı asla şiddet uygulanmamalı" görüşünde birleşmektedirler.
4. TARTIŞMA üniversite son sınıf öğrencileri ile yapılan bu araştırmada öğrenciler; kadın ve erkek için ideal evlenme yaşının 25-29 arasında olması gerektiğini belirtmişlerdir. Yılmaz'ın (2001: 45-64) lisedeki kız öğrenciler üzerinde yaptığı bir araştırmada kadınlar için ideal evlenme yaşının "22-25" olması gerektiği saptanmış, Ersöz'ün (1999: 72) yönetici kadınlar üzerinde yaptığı araştırmada kadınların ideal evlenme yaşının bizim bulgularımızla aynı olduğu görülmüştür. Yeni Türk Medeni Kanunu'nun 124. maddesi kadın ve erkek için evlenme yaşında eşitlik getirmektedir. Kadın ve erkekler 17 yaşını doldurmadıkça evlenememektedir. Eski Medeni Kanun'a göre, evlenebilmek için erkeklerin 17, kızların 15 yaşını doldurmaları gerekmekteydi. Kızların evlenme yaşının 17'ye yükseltilmesi olumlu bir gelişmedir (Ekşioğlu, 2002: 21). Yaptığımız çalışmada da öğrenciler, ideal evlenme yaşının kız ve erkeklerde 25-29
arası olması gerektiğini belirterek medeni kanundaki gibi eşitlikten yana olduklarını göstermişlerdir. Hem kız, hem erkek öğrenciler evliliklerine ailelerinin onayını alarak kendilerinin karar vereceklerini belirtmişler. Bu sonuç başka araştırmalarla da desteklenmektedir. Yönetici kadınların %94.1 'nin evliliklerini kendilerinin karar vererek gerçekleştirdikleri saptanmıştır (Ersöz, 1999: 71). Yapılan bir diğer araştırmada da, bizim bulgularımıza uygun olarak deneklerin %57.5'j eşlerini kendileri seçip, ailelerinin onayını alarak evlendiklerini bildirmişlerdir (Okur, 1996: 42). Anketimize göre görücü usulü ile evlenmek isteyenlerin oranı yalnızca % 1.9'dur. Bu oran gençlerin eşlerini bu yöntemle seçmek istemediklerini açıkça ortaya koymaktadır. Ailedeki ideal çocuk sayısının 2 olması konusunda kız ve erkekler aynı görüşü paylaşmaktadır. Yapılmış bir başka araştırmada, deneklerin çocuğunun tek çocuğu olduğu belirlenmiştir (Okur, 1996: 44). Bulgularımızda deneklerimizin % 60.2'si çocuğun cinsiyetinin önemli olmadığını bildirmekle beraber %22.5'i ise erkek çocuk tercih etmişlerdir. Kadınların eğitim düzeyleri artıkça, iş gücüne katılım oranları artmakla birlikte, iş piyasasında mesleklerin, "kadın işleri" ve "erkek işleri" olarak farklı toplumsal kabul görmesinden dolayı kadınlar, geleneksel kadın mesleklerinde yoğunlaşmaktadır (Coşkun, 1998: 8-11). Bizim çalışmamızda da kadınlar için en ideal mesleğin "öğretmenlik" olduğu konusunda öğrenciler fikir birliği (%61.2) içindedirler. Bir başka araştırmada, yönetici kadınlar da öğretmenliğin kadınlara en uygun meslek olduğunu düşünmektedirler (Ersöz, 1999: 73). Demir'in (1991: 104) yaptığı çalışmada da öğretmenlik mesleği kadınlara uygun meslek olarak görülmüş (%74.72), yöneticilik mesleğinin ise uygunluğu %0.23 oranında kabul edilmiştir. Bizim bulgularımızda, kadınlara en az uygun görülen meslek ise Tablo 3.'ün 9. maddesinde görüleceği gibi yöneticilik ve bankacılıktır. Bu iki mesleğin hiçbirini erkek öğrenciler kadınlara yaraşır bir meslek olarak kabul etmemişlerdir. Türkiye geneli
için, yaklaşık 1 milyon civarında şehirde çalışan kadın arasında yaklaşık 13 bin kadın yönetici vardır ve bunların çoğu alt ve orta kademe pozisyonlarındadır. 1984 yılında kamu ve özel sektör üst kademe yöneticilerinin %5.2'si kadın iken bu oran 1999'da sadece %5.3'e ulaşabilmiştir (Gemi, 2001: 11). öğrencilerin, aynı görüşü paylaştıkları diğer bir konu da "kadınların çalışmasıdır". Kızların %81.3'ü, kadınların her koşulda çalışması gerektiği görüşünü kabul ederken, erkeklerde bu oran %38.2'ye inmektedir. Yılmaz'ın (2001 :45-64) yaptığı araştırmada kız meslek ve imam hatip lisesi öğrencileri "eşim istemezse çalışmam" demişlerdir. Diğer bir çalışmada da ilkokul mezunu kadınların büyük bir çoğunluğu "kadın, eşinin isteğine bağlı olarak çalışmalıdır" görüşünü benimserken yüksek eğitim alan kadınlar bu görüşü kabul etmemişlerdir (Okur, 1996: 140). Benzer bir araştırmada da "erkeğin işi para kazanmak, kadının işi ise aileye bakmaktır" görüşünü kent ve kır doğumlu üniversite mezunu profesyonel meslek sahibi kadınların hiçbiri onaylamamışlardır (Nazlı, 1995: 98). Diğer bir araştırmada ise, "kadının öncelikli yeri neresidir?" sorusuna kadınların çoğunluğu "hem evi, hem işi" yanıtını vermişlerdir (Ersöz, 35). Benzer bir araştırmada da, "çalışma yaşamı kadının iyi bir eş ve anne olmasını engeller mi?" sorusuna çoğunluktan engellemez yanıtını alınmıştır (Demir, 1991:110). Çalışmamızın diğer bir sonucu da kız ve erkek öğrenciler, "kadının çalışmasının evliliği olumlu etkileyeceği" ve en önemli etkisinin de "çalışan kadının kendisini ekonomik yönden güvencede hissedeceği" konusunda fikir birliği içinde olmalarıdır. Diğer bir çalışmada ise "öğrenim durumuna göre çalışma nedeni" incelendiğinde lise mezunu kadınlar aile bütçesin katkı sağlamak için çalıştıklarını bildirirken, üniversite mezunu kadınlar mesleki doyum için çalıştıklarını bildirmişlerdir (Nazlı, 1995: 84). Başka araştırmalarda "ekonomik olanaklarınız iyi olsa çalışır mısınız?" sorusuna kadınların yarıdan fazlası evet demişlerdir (Koray, 1993: 90, Demir, 1991: 88). Araştırmamız bulgularına göre, kadınların toplum-
daki saygınlıklarında çalışıp çalışmamalarının etkisi olup olmadığı konusunda kız ve erkek öğrenciler farklı düşünmektedir. Kızlar, çalışan kadınların toplumda daha saygın yere sahip olduklarını ifade ederken; erkekler, ev kadınları ile çalışan kadınlar arasında toplumda daha saygın yere sahip olma konusunda fark olmadığını ifade etmişlerdir. "Kadınların, erkekten yüksek kariyere sahip olmasının evliliği etkilediği" konusunda kız ve erkek öğrenciler aynı görüşte olmalarına rağmen, kızların %47'si "erkeğin bundan hoşlanmayacağı"görüşünü benimserken, erkeklerin %32.3'ü "kadının kendisini erkekten üstün görebileceğini" savunmuşlardır. Türkiye'de kadınlar ve erkekler, erkeğin kariyerinin öncelik taşıdığına inanmaktadırlar. Geleneksel olarak erkekten beklenti para kazanması ve başarılı olmasıdır. Bu nedenle, kadının kariyeri önemli olarak algılanmamaktadır (Ersöz, 1999: 24-78). Demir'in (1991: 87) yaptığı çalışmada da bu görüşü doğrular nitelikte sonuç alınmıştır. "Daha fazla ücret ve ilerleme olanağı sağlayan fakat daha çok çalışma ve evden uzaklaşmayı gerektiren bir iş teklifini kabul eder misiniz?" sorusuna kadınların büyük bir çoğunluğu "hayır" yanıtını vermişlerdir. Kadınların kazançlarının kocalarından daha iyi olması kadınların kendilerini eş ve ebeveyn olarak olumsuz algılamalarına neden olmaktadır. Oysa, kocaların daha fazla para kazanması hem ev işlerinden kurtulmasına hem de eş ve ebeveyn olarak daha fazla değer kazanmasına neden olmaktadır (Ersöz, 1999: 2445). Kız ve erkek öğrencilerin büyük bir oranla aynı görüşte oldukları konulardan biri de "kadınların siyasal yaşamda etkin görevalmaları" konusudur. Liseli kız öğrenciler üzerinde yapılan bir başka çalışmada da, "siyasal yaşamda etkin görev alır mısınız?", sorusuna çoğunlukla "hayır" yanıtı verilmiştir (Yılmaz, 2001: 45-64). Anketimizin sonucuna göre öğrencilerin %88.2'si kadınların siyasal yaşamda görevalmalarını istemelerine rağmen pratikteki durum hiçte iç açıcı değildir. 1939'daki seçimlerde, 400 milletvekili arasında 15 kadın yer alırken, 1999'daki seçimlerde Meclise giren
550 milletvekillinden sadece 22'si kadındır. 2002'de yapılan seçimlerde ise, Meclis'e giren kadın milletvekili sayısı 24'dür. Bu sayı Meclis'te temsil edilen kadın sayısının yüzde 4'te kaldığını göstermektedir. Bir başka değişle Meclis'in yüzde 96'sını erkekler temsil etmektedir. Yerel yönetimlerde ise kadın oranı sadece binde 2'dir. "Kadınların evlendikten sonra kendi soyadlarını kullanmaları" konusunda kız ve erkek öğrenciler farklı düşünmektedirler. Kızların %90.1'i evlendikten sonra kendi soyadlarını kullanmak isterken, erkeklerin %61.7'si bunu kabul etmemektedir. 1997'de kadının evlendikten sonra eşinin soyadını alabileceği gibi kendi soyadını da kullanabilmesi Medeni Kanun'un 153. maddesinde yapılan değişiklikle sağlanmıştır (Başbakanlık, 2001). Ancak erkek öğrencilerin yalnızca %38.2'si kadınların evlendikten sonra kendi soyadlarını kullanmalarını onaylamaktadırlar. "Eş bir nedenle il dışına çıktığında kadının kendi evlerinde kalmasının" doğru olacağı görüşünü kızların %53.9'u, erkekler %41.1'i kabul etmişlerdir. Kız öğrencilerin yaklaşık yarısı "kadınların akşamları sıkça dışarı çıkmalarını" uygun bulurken, erkeklerin %86.2'si uygun bulmamaktadır. Genel olarak bakıldığında öğrencilerin %66.6'sl kadınların akşamları sıkça dışarı çıkmalarının doğru olmadığı görüşündedirler. Yurtkuran'ın (1994: 163) yaptığı bir araştırmada da "kız çocuk, gün batmadan evde olmalıdır" düşüncesine hem kadın hem de erkeklerin çoğunluğu, tamamen katıldıklarını bildirmişlerdir. Benzer bir çalışmada "gündüz ya da gece kimseden izin almadan istediğiniz yere gidebilir misiniz?" sorusuna kadınların %55.6'sl gündüz için evet derken, bu oran gece için %4.9'a inmektedir (ilk karcan, 1998: 62-67). Kızların %95'i, erkeklerin %69.6'sl "kadınların ev içi kararların tümünde söz sahibi olmaları gerektiği" görüşünü benimsemektedirler. Okur'un (1996: 79) yaptığı araştırmada da, bizim bulgularımıza uygun olarak "kadın evdeki kararların alınmasında erkekle eşit olarak söz sahibi olmalıdır" görüşüne kadınların %99.2'j "evet" yanıtını vermişlerdir. Başka bir araştır-
mada da, erkeklerin büyük bir kısmı (%68.4), kadınların ise yarısı (%54.4)" evde son sözü daima erkeğin söylemesi gerektiği" fikrine katıldıklarını belirtmişlerdir (Yurtkuran, 1994: 167). 1986 yılında üniversiteli gençler üzerinde yapılan bir çalışmada, "sizce ailede kadının yeri ne olmalıdır?" sorusuna gençlerden, "ailede kadın ve erkek eşit olarak tartışabilmeli; kararlar ve istekler eşit olarak geçerli olmalıdır" diyenlerin oranı %77.6 iken ailede söz sahibi erkek olmalı, ancak belli konularda kadının fikri alınmalı" diyenlerin oranı ise %6.6'dır (Ekşi, 1986: 106). Araştırmamızın diğer bir sonucu da "eşlerin sorumluluk paylaşımı" konusunda kız ve erkek öğrencilerin %56.3'ü "her işin ortak yapılmasından" yana olduklarını belirtmişlerdir. Erkek öğrenciler arasında "kadın yapamayacak durumda olduğunda erkek yapmalıdır" diyenlerin oranı %19.6'dır ki bu miktar küçümsenecek bir oran değildir. "Erkek çocuklara ev işleriyle ilgili eğitim verilmesi" konusunda kızların %52.9'u "bütün işler öğretilebilir" derken, erkeklerin %61.7'si "erkek çocuğun yapabileceği işler öğretilebilir" fikrini benimsemişlerdir. Türkiye'de DPT tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada; "erkeğin ev içi işlere ilgisi ne olmalıdır?" sorusuna evli erkeklerin %35.50'si ev içi işlere yardımcı olmalı, %31.70'i ev içi işlere katılmamalı, %21,4'ü kadın çalışıyorsa ev içi işlere yardımcı olmalı, %5.72'si ev içi işleri paylaşmalı, %5.38'i kadın çalışıyorsa ev içi işleri paylaşmalı cevabını vermiştir (Ersöz, 19). Kız ve erkek öğrencilerin yüksek oranda fikir birliği içinde olduğu konulardan bir diğeri "kadınların gerektiğinde boşanabileceği" ve "kadınlara asla şiddet uygulanmaması" görüşüdür. Deneklerimiz arasında kadınların boşanmasını onaylamayanların oranı %5.8'dir. ilginç olan bu oranın tamamının erkeklere ait olmasıdır. Yine erkek öğrencilerin %18.6'1 "kadınlara, hak ettiyse şiddet uygulanabilir" görüşünü benimsemektedirler. Yurtkuran'ın (1994: 172) yaptığı çalışmada da, "erkeğin eşini dövmesini onaylama"yı deneklerin çoğunluğunun onaylamadıkları görülmektedir. Ancak bir araştırmanın bulgularına göre (Ecevit, 1998: 45-46), erkekler sinirlendiklerinde çoğunlukla (%43) sert tepki göstermekte ya da eşlerini dövmekte-
dirler (%32). Pasif tepki gösteren erkeklerin oranı sadece % 16'dır. Erkekler arasında sinirlenilen konuyu, konuşup tartışarak sonuçlandıranların oranı % 1 'dir. Oysa insan Hakları Evrensel Bildirisinde "Herkesin yaşamak, özgürlük ve kişisel güvenlik hakkı vardır" (md.3) ve "hiç kimse işkence, kötü, insanlık dışı ya da aşağılayıcı işlem ve ceza görmemelidir" (md.5) denmektedir. Ancak kadınlar ve kızlar, cinsiyetleri yüzünden sistematik şekilde şiddet, işkence, cinsel istismar, cinsel taciz, açlık ve ekonomik yoksulluk öznesi olabilmektedir (Moroğlu, 1999: 60). Kadına şiddet sadece Türkiye'nin sorunu değil, dünyanın sorunudur, i.ü. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezinin 13 mayıs 1992 tarihli basın bildirisinde; Amerika Birleşik Devletieri'nde kadınların başta gelen yaralanma nedenlerinin dayak olduğu belirtilmektedir. Aynı bildiriye göre; her dört bin kadın eşleri tarafından dövülerek öldürülmektedir. Hindistan'da her on kadından sekizi şiddet kurbanıdır. Fransa'da şiddet kurbanlarının %55'i kadınlardır; Barbados'ta kötü beslenme ve bakımsızlık yüzünden 4 yaşından önce ölen kız çocukların sayısı erkek çocuklardan dört kat daha fazladır. Bu tür şiddet, her ülkede, tüm sosyal ve etnik gruplar arasında, belki de en yaygın olan insan Hakları ihlali olarak ortaya çıktığı halde, insan Hakları gündeminin dışında bırakılmaktadır (Moroğlu, 1999: 61).
Osmanlı döneminde, kadınların çalışmaya başladıkları ilk alan ebeliktir. Bunu 1872'de ilk kadın öğretmen, 1882'de ilk kadın okul yöneticisinin atanması izlemiş ve Cumhuriyet döneminde yapılan köklü değişiklikler kadınların kamu yönetiminde çalışma oranını artırmıştır (Ersöz, 1999: 55). 2001 yılında kabul edilen yeni Türk Medeni Kanunu'nun 192. Maddesine göre eşlerden her biri diğer eşten izin almadan istediği iş veya mesleği seçip çalışması serbest bırakılmıştır (Ekşioğlu, 2002: 54). Günümüze
dek, kadına ilişkin olumlu kararlar alınmakla beraber bugün, kadının içinde bulunduğu durum iç açıcı değildir. Kadınların çalışma hayatında aktif rol almaları zorunluluğunu göz ardı ederek, onlara yeterince eğitim vermemek, nüfusun yaklaşık yarısını oluşturan kadınların milli ekonomiye hiçbir katkı sağlamayacak şekilde ziyan edilmesi demektir. Kadını sadece "kadın" olarak, cinsiyeti açısından ele alıp, çocuk ve aileye bütün ömrüne veren temel karakter olarak düşünmek hatadır (Bigiseven, 1998: 1 3-14). Bulgularımıza genelolarak baktığımızda kız ve erkek öğrencilerin çağdaş kadın konusunda fikir birliği içinde oldukları görülmekle beraber, bazı erkek öğrenciler; kadının çalışmasını onaylamamakta (%13.7), kadının boşanmasını uygun bulmamakta (% 11. 7), kadına hak ettiyse şiddet uygulanabileceğini düşünmekte (% 18.6), siyasal yaşamda kadının yer almasını istememekte (%17.6), erkek çocuğu kız çocuğa tercih etmekte (%28.4) ve kadının evlendikten sonra kendi soyadını kullanmasını istememektedir (%61.7). Bu veriler bize daha aşmamız gereken sorunların olduğunu göstermektedir. Bu gün Türk kadını hemen hemen her türlü yasal hakka sahiptir. Sorun, gelenekler ve değer yargılarıdır ki bunların da zaman içinde yeniklerle bağlantılı olarak değişmesi gerekir. Kadına evde, işte, sokakta hakkettiği değerin verilmesi gerekir. Araştırmanın bulguları çağdaş kadın konusunda Türk gençliğinin görüşlerini ortaya koymaktadır. Yeni nesli yetiştirecek olan eğitimli Türk gençlerinin çağdaş kadın hakkında hem fikir olmaları AB'ye girme hazırlığı içinde olan Türkiye'yi olumlu etkileyecektir. Ayrıca sonuçlar gençlerin kendilerini değerlendirmelerine olanak sağlayacaktır. Araştırmamızın bulguları doğrultusunda aşağıdaki öneriler getirilmiştir: Kadın-erkek eşitliği, evde sorumluluk paylaşımı, erkek çocuğun da ev işleri yapması gerektiği vb. konuları insan ilişkileri dersi içerisinde ilk ve orta öğretimde verilmelidir. Kadına şiddeti ve kayınvalide-kayınpeder baskısını kınayan, halkın erkek çocuk isteğini sağlıklı çocuk isteğine dönüştürebilen, kadının evlendikten sonra kendi soyadını kul-
lanmasının doğal karşılanması gerektiğini vurgulayan TV programları hazırlanmalı ve akşam saatlerinde yayınlanmalıdır. Kadınların siyasal yaşamda etkin görev almaları teşvik edilmelidir.
istanbul, içli, T. (1992), "Atatürk ve Türk Kadını", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt İX, Sayı 35, Kasım, s. 67-72. ilkkarean, i. (1998), "Göç Kadının Ekonomik Konumu, Hareket özgürlüğü ve Aile içi Güç Dinamikleri", iktisat Dergisi, Mart, s. 62-67. Koray, Meryem (1993), Çalışma Yaşamında Kadın
Kaynaklar
Gerçekleri, Basısen Eğitim ve Kültür Yayınları, istanbuL.
Acar, Feride (1993), "Bireyler Arası ilişkiler ve Cinsiyet Rolleri",
Moroğlu, Nazan (1999), Kadınlarımızia Birlikte 10 Yıl, istanbul
Gecekondularda Aileler Arası Geleneksel Dayanışmanın Çağ-
üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi
daş Organizasyonlara Dönüşümü, Başbakanlık Kadın ve
ve Kadın Araştırmaları Derneği (1989-1999), istanbuL. Nazlı,
Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı, Ankara. Adler, Alfred (1999), Cinsiyetler Arasında işbirliği, (Çev. Seçkin Selvi), Payel Yayınevi, istanbuL. Akgün, S.K. (1999), "Türkiye'de Kadın ve Çağdaşlaşma", Türk Kamu işletmeleri Birliği Bülteni, Sayı 15, Mart, s. 12-13. Arat, Necla (1998), Aydınlanmanın Kadınları, Çınar Ofset Matbaacılık, Cumhuriyet Kitap Kulübü, istanbuL. Bilgiseven, Amiran Kurtkan (1998), Kadının ülke Ekonomisindeki Yeri, Genç Sosyologlar Derneği Yayınları: 3, istanbuL. Coşkun, Leyla (1998), "ülkemizde Kadının Durumu ve Çalışma Yaşamındaki Konumu", Toprak işveren Dergisi, s. 8-11 Demir, Gülseren (1991), Çalışan Kadınlarda Rol Çatışması, (Doktora Tezi), inönü üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Malatya. Ecevit, M. (1998), Aile Yapılan, ve Kadının Rolü Araştırması, (Yüksek Lisans Tezi), Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve Ortadoğu Teknik üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları, Ankara. Ecevit, Yıldız (1985), "üretim ve Yeniden üretim Sürecinde ücretli Kadın Emeği", Yapıt Toplumsal Araştırmalar Dergisi/ ŞubatMart, s.72-93. Ekşi, Aysel (1986), üniversiteli Gençler, İstanbul üniversitesi Yayınları, istanbuL. Eşkioğlu, Seylan (2002), Türk Medeni Kanunu, KADER, istanbuL. Ersöz, A. Günindi (1999), Cinsiyet Rollerine ilişkin Beklenti, Tutum, Davranışlar ve Eşler Arası Sorumluluk Paylaşımı, Kültür Bakanlığı Başvuru Eserleri, Ankara. Evkuran, M. (1996), Eğitim Düzeyi, Yaş, Meslek, Medeni Durum ve Eşin Çalışıp Çalişmama Durumuna Göre Erkeklerin Cinsiyet Rol Tutumlan, (Yüksek Lisans Tezi), T.C. Başkanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara. Gerni, Mine (2001), Yönetimde Kadınlar, Beta Basım Yayın A.Ş.,
A. (1995), Çalışan Evli Kadınlar İçin Normatif öncelik Sorunu, (Doktora Tezi), Ege üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, izmir. Okur, F. (1996), Üç Farklı Meslek Konumunda Çalışan Kadınların Ev
Yönetim
Biçimi
ve
Yönetimdeki
Etkinlik
ve
Sorumluluklarının İncelenmesi, (Yüksek Lisans Tezi), T.C. Başkanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara. Pur, Nejla (1992), "Türkiye Kadın işgücü ve Sorunları", Kadın ve Sosyo-Ekonomik Gelişme Konulu Konferans Tebliğleri, TC. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayını, s. 23-29. Saylan, Türkan (1998), Cumhuriyet'in Bireyi Olmak, Cumhuriyet Kitap Kulübü, istanbul. Yavuz, N. (1996), Çalışan ve Çalışmayan Kadınların Kendini Gerçekleştirme Düzeylerinin Karşılaştırılması (Yüksek Lisans Tezi), TC. Başkanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara. Yılmaz, B.O. (2001), "Kuşaklar Arası Karşılaştırma", Kadın Araştırmaları Dergisi, istanbul üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, Sayı 7, s. 45-64. TC. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, "Türkiye'de Kadın 2001 ",2001, Ankara. Tekeli, Şirin (1982), Kadınlar ve Siyasal Toplumsal Hayat, Birim Yayınları, istanbul. Yurtkuran, S. (1994), Kentleşme Sürecinde Aile İçi Rol/erin Değişimi Ankara'da Yaşayan Tilolular örneği, (Yüksek Lisans Tezi), TC. Başkanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara.
Suça Yönelmiş Çocukların Tahliye Sonrası Topluma Kazandırılması • Yasemin Aydoğan
• Dündar Aydoğan
özet Çocuğun bedensel, zihinsel ve psikolojik olarak yetişkinlerden farklı özellikler göstermesi suça yönelmiş çocuklara farklı yöntem ve uygulamalarla yaklaşılmasını gerektirmektedir. Çocuğun büyüme ve gelişme sürecine paralel bir şekilde düzenlenen bu yöntem ve uygulamaların yargılama sürecinde olduğu gibi sonrasında da devam ettirilmesi, çocukların topluma kazandırılması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle çalışmada özellikle farklı ülkelerdeki tahliye sonrası uygulamalar da dikkate alınarak, suça yönelmiş çocukların topluma kazandırılmasında bireylere, ailelere ve yetkili kurumlara düşen görev ve sorumluluklar konusunda öneriler sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Suça yönelmiş çocuklar, tahliye sonrası koruma.
Abstract The physical, intellectual and psychological differences of the children from the adults requires approaching to the juvenile offenders with different methods and implementations. Maintenance ofsuch methods and implementations organized in parallel with the development of the growth and development of the child bear a great importance for adapting those children to the society. İn this study, for this reason, some recommendations have been delivered/ taking the post-discharge implementations in different countries into the consideration, on the tasks and responsibilities of the individuals, families and pertinent authorities for adapting juvenile offenders to the society Key Words: Juvenile offenders, post-discharge protection.
* Ankara üniversitesi Ev Ekonomisi Yüksek Okulu Çocuk Gelişimi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi ** Yargıtay 11. Ceza Dairesi Tetkik Hakimi, Ankara.
•
Giriş
içinde yaşadığımız yüzyılın karmaşıklığı, toplumsal değerlerin sürekli ve hızlı değişimi, ahlak kurallar ın ın yarattığı karmaşa, düzensiz kentleşme, ekonomik bunalımlar suça yönelen çocukların sayısının artmasında etkili olmaktadır. Zamanla kazanılan olumsuz davranışların uygun ortam bulduğunda kendini göstermesi olarak nitelendirilen çocuk suçluluğunun yok edilmesinde, toplumlara büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir (Balo,1995:189). özkök (1996) yaptığı çalışmada, çocukları suça iten nedenleri araştırmış ve sonuçta bu çocukların % 80'inin işsiz olduğunu ve boş zamanlarını kahveye gitme, kumar oynama ve içki içme gibi kötü alışkanlıklarla geçirdiklerini belirlemiştir. Suç, her ne sebeple ortaya çıkarsa çıksın çocuğun bedensel, zihinsel ve psikolojik olarak yetişkinlerden farklı özellikler göstermesi, suça yönelmiş çocuklara farklı yöntem ve uygulamalarla yaklaşılmasını gerektirmektedir (Akt.ünal,1999:13). Çocuğun büyüme ve gelişme sürecine paralel bir şekilde düzenlenen bu yöntem ve uygulamaların yargılama süresinde olduğu gibi sonrasında da devam ettirilmesi, çocukların topluma kazandırılması açısından büyük önem taşımaktadır. Suça yönelmiş ya da itilmiş bir çocuğun üretken ve çevresine uyumlu bir birey olarak tekrar topluma kazandırılması zor ve masraflı bir iştir. Bu nedenle hem bireylerin hem de toplumun yararı için suçlulukla mücadelede asıl çabanın suçluluğun önlenmesi üzerinde odaklaşması gerekmektedir (Kepenekçi ve özcan,2001:275). Ancak, tüm uğraşılara rağmen yaşı gereği en önemli işi oyun ve eğitim olan çocuklar, çocuk parkında ya da herhangi bir spor aktivitesinde olmaları gerekirken, ıslahevlerinde ya da tutukevlerinde karşımıza çıkabilmektedirler. Suç olarak nitelendirilen bu olumsuz davranışların ortaya çıkış sürecinde hatta öncesinde yok edilmesi tüm toplumların ortak arzusu olmasına rağmen, suçu
ortaya çıkaran koşulların tamamıyla yok edilememesi tahliye sonrası çalışmaları önemli hale getirmektedir. ülkemizde yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da tahliye sonrası koruma ve yardım çalışmalarıyla ilgili ayrı bir mevzuat ve bu çalışmaları yürütecek resmi kurumlar bulunmamaktadır. Ancak, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü 1986 yılından beri bu konuda pilot proje yürütmektedir (A.B.,2001:41;A.B.,2002:77). Yürütülmekte olan bu çalışmalarda tahliye sonrasında ailelerinin yanına dönen çocuklara okula,işe yerleştirme ve karşılaştığı sorunları çözmede yardım desteği verilirken, çeşitli nedenlerden dolayı gidecek yeri olmayan çocuk ve gençler gönüllü bağışlarıyla kurulan ve giderleri karşılanan öğrenci evlerine alınarak akademik ve mesleki eğitimlerini burada sürdürmektedirler. Bu çocuk ve gençlerin kendilerini geliştirecek, eğitimlerine katkıda bulunacak kurslara ve yaz kamplarına katılmaları da sağlanmaktadır (Akt.Akyüz,2000:644). Son yıllarda çocukların temel hak ve özgürlüklerini korumaya yönelik uluslararası standartların uygulanmasına yönelik pek çok gelişme olmasına rağmen, bu çabalar genellikle yasal ve idari yapılanmanın dışında gerçekleştirilmektedir. Yargılamanın asıl amacının toplumun korunması olduğu dikkate alındığında ve çocukların suça yönelmelerindeki tekrarların oranları incelendiğinde, özellikle çocuklar için tahliye sonrasında verilecek yardım ve destek zorunlu hale gelmektedir. Bu zorunluluk, konuya ilişk in kaynaklarda aşağıda özetlenen pek çok gerekçeye dayandırılmıştır. • Çocukların cezalarının infazı nedeniyle toplum dan tamamen soyutlanarak normal hayata dönüş lerinde topluma uyumlarını beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir (A.B.,2001:46;A.B.,2002:77). • Çocukları suç işlemeye yönelten nedenler ve et kisi tahliye sonrasında daha da yoğunlaşır (özkök,1996:24). • İçinde bulundukları kritik gelişim dönemi nedeniyle kendilerini psikolojik yalnızlık içerisinde hisseden çocuklar, tahliye sonrasında gerçek yalnız lığa mahkum olurlar (ünal,1999:12).
Bu gerekçeler ışığında çocukların tahliye sonrası topluma kazandırılması konusunda çalışan kuruluşlar ve konu ile ilgili uzmanların çalışmaları incelendiğinde tümünün çocuklara verilecek destek konusunda aşağıdaki noktalarda birleştikleri görülmektedir (A.B.,2001:46;A.B.,2002:77;Şahin,2002). • Tahliye sonrası destek ve rehberlik hizmetleri devlet tarafından organize edilmelidir. • Tahliye sonrasında çocuklara sunulacak koruma ve yardım hizmetleri zorunlu olmalıdır. • Yargılama sürecinin her aşamasında olduğu gibi tahliye sonrasında da görev alacak tüm kurumlar arasında eşgüdüm ve işbirliği olmalıdır. • Çocuğa ve ailesine ekonomik destek (kalacak yer, iş vs.) sağlanmalıdır. • Çocuklara okul-meslek seçiminde ve eğitimin sürdürülmesinde uzman rehberlerin denetiminde eğitim desteği sağlanmalıdır. • Sağlıklı ve mutlu bir nesil yetiştirebilmek için bu çocuklara yaş ve gelişim özelliklerine uygun sağlık desteği verilmelidir. • Çocuklara oturduğu bölgede, zorunlu hallerde başka bir bölgede gerekli sosyal destek sağlanmalıdır. Konuya ilişkin yasal düzenlemeler henüz gerçekleşmemiş olsa da sunulan bu öneriler suça yönelmiş çocuklarla ilgili tüm kurum ve kuruluşların özverili çalışmaları sayesinde koşulların elverdiği ölçüde gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Ancak farklı ülkelerdeki uygulamalar dikkate alındığında yürütülen çabaların ve gelişmelerin henüz başlangıç aşamasında olduğu görülmektedir. Bu çalışmada hukuksal çerçevenin dışında çocuğun gelişim ilkeleri dikkate alınarak suça yönelmiş çocukların topluma kazandırılmasında, hedefe ulaşmayı sağlayabilecek faaliyetler çeşitli başlıklar altında ele alınmaya çalışılmıştır.
SUÇA YÖNELMİŞ ÇOCUKLARIN TOPLUMA KAZANDIRILMASINA YÖNELİK FAALİYETLER Geleceklerini güven altına almak isteyen toplumlar, hangi yaşta ve durumda olursa olsun tüm çocuklara sahip çıkarak iyi bir nesil yetiştirmek zorundadırlar (Balo,1995:189). Bu nedenle tahliye sonrası
yürütülen çalışmalar üzerinde titizlikle durulması ve çocuklar hakkında özenle kararlar alınması daha önemli hale gelmektedir. Tahliye Sonrası İçin Hazırlık Faaliyetleri
Hapis cezasının ya da özgürlüğü yok edici başka bir uygulamanın amacı ve gerekçesi, çocuğun toplumla yeniden bütünleşebilmesini sağlayarak toplumu suçtan korumaktır (Uluğtekin,1991:1) Bu amaca ancak, çocukların cezalarını çektiği süreçte ya da tahliye sonrasında onları yasalara uyan ve gereksinimlerini kendisi sağlayan bir birey haline getirmekle ulaşılabileceği bir gerçektir (Coyle,2002). Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde belirttiği gibi fiziksel ihtiyaçlarını giderememiş bir bireyin fizyolojik ihtiyaçlar basamağından güvenlik, ait olma ve sevgi, saygı, kendini gerçekleştirme basamaklarına çıkması mümkün değildir (Akt.Dökmen,1996:104; Altıntaş vd.,2003:7). Bu nedenle çocuğun tahliyeden en az altı ay önce geçimini sağlayacak iş ve işverenle tanıştırılması gerekmektedir. Pek çok ülkede bir gözetimci eşliğinde veya serbest olarak, çeşitli amaçlarla cezaevinden çıkabilme olanağı kabul edilmektedir. Hatta ingiltere'de tahliye öncesinde cezaevi üzerine kurulmuş küçük kulübelere nakledilen hükümlüler, burada tıpkı toplum içinde olduğu gibi kendi başlarına kalmaya ve böylece kurum personelinin denetiminden uzak, kontrolsüz yaşamaya alıştırılmaktadırlar (Şahin,2002). özellikle çocuklarda tahliye öncesinde yapılacak bu tür bir çalışma ile çocuklara sorumlu özgürlük bilinci aşılanarak topluma uyum sağlayan, karşısındakini anlayabilen, kendi kararlarını cesaretle alıp-uygulayabilen bağımsız bireyler yetiştirmek mümkün olacaktır. Çocukları tahliye öncesinde çalışmaya hazırlamak ve onlara sonraki dönemde kalacakları güvenli bir yer sağlamak maddi yardım sağlanmasından daha önemlidir. Tahliye sonrası kurumlar, çalışanları ve hizmetleriyle tahliye öncesinde tanışan çocukların özgür yaşamdaki adaptasyonunun daha kolay sağlanabileceği de bir gerçektir. Bu nedenle tahliye öncesi buluşmaların; kurum ziyaretleri, kurumlarda görev
alma ve düzenlenen eğitici ya da eğlendirici etkinliklere katılma şeklinde düzenlenebilmesi büyük önem taşımaktadır. Tahliye Sonrası Faaliyetler (Kurum Hizmetleri)
özellikle tahliye sonrasında çocuğun düzenli ve uygun bir çevre içine girmesinin sağlanması, çocuğun topluma kazandırılması açısından önemlidir. Eğer suça iten neden çevre ise, aynı ortama geri dönen çocuk, kısmen çözülmüş ya da hiç çözüm getirilmemiş sorunları ile tek başına kalacaktır (Şahin,2002). Bu nedenle tahliye sonrası normal yaşama geçiş sürecinde çocukların içinde bulundukları kritik gelişim dönemleri de dikkate alınarak, uygun yaşam koşullarının sağlanması ya da çocuğun tek başına bu şartları sağlayabilecek duruma getirilmesi gerekmektedir. Tahliye sonrası korumanın bir yıl süreyle zorunlu olduğu ingiltere örneği gibi ülkemizde de hem çocuklar hem de yetişkinler için bu şekilde zorunlu bir koruma süreci sağlanabilmelidir. Bu amaçla, her ilde suç istatistiklerindeki çocuk suçlu oranları dikkate alınarak, suça yönelen çocukların rehabilitasyonu ve topluma kazandırılması için profesyonel tarzda bir yaklaşım gösteren tahliye sonrası eğitim kurumlarının açılması büyük önem taşımaktadır. Pek çok ülkede örneği olan bu tür uygulamaların biri de Avusturya'da, tahliye sonrasında bireyleri geçici olarak barındıran ve kurumlara bağlı olan misafirhaneler şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Şahin,2002). ülkemizde de tahliye sonrası gidecek yeri olmayan çocuk ve gençlerin alınarak akademik ve mesleki eğitimlerini sürdürdükleri "Fatma üçer öğrenci Evi" gibi bağışlarla hayata geçirilebilecek kurumlar mümkün olduğu ölçüde her ilde açılmalı ve işleyişi dışında devlete bir yük getirmemesi için giderleri de yine gönüllü kişi ya da kurumlarca sağlanabilmelidir. Bu kurumların dışında çocuğun suç ve kişisel özellikleri dikkate alınarak koruyucu aile yanına yerleştirme olanakları da mümkün olmalı, bu çocukların toplumla bütünleşmesinde aileler etkin çabalar için teşvik edilmelidirler. Çocuğun özgür bir ortamda topluma uyum ve
rehabilitasyonunu sağlama amacını gerçekleştirmeye çalışacak bu kurumların, tahliye sonrasındaki çalışmaların yargılama sürecinin bir devamı olmadığını ve bu aşamadaki çalışmaların bireysel özgürlük esasına dayandığını gösterecek nitelikte düzenlenmesi önemlidir. Konuya ilişkin çalışmalar yürüten pek çok uzmanın görüşü de tahliye sonrasında yürütülecek çalışmaların adalet bakanlığı dışındaki bir kurum tarafından sağlanması şeklindedir. Bu nedenle, çocuk suçluluğunun temelini oluşturduğu düşünülen eğitim sorunları da göz önüne alındığında, çocukların sosyalleşme sürecine destek olacak bu kurumların yönetiminin bir eğitim kurumu tarafından üstlenilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Çalışmada anlaşılabilirliği açısından tahliye sonrası eğitim kurumu şeklinde adlandırılmış olan bu kurumların, toplum tarafından kolayca benimsenebilmesi ve hizmetin sunulacağı çocukların kuruma adaptasyonunun sağlanabilmesi için gençlik evi, gençlik misafirhanesi, gençlik yurdu gibi isimlerle adlandırılması daha uygun olacaktır. Ayrıca bu eğitim kurumlarında kadrolu olarak görev yapacak çocuk gelişim uzmanı, psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve diğer eğitim uzmanlarının dışında sadece kurumun güvenliğini sağlayacak görevliler bulunmasının da bu adaptasyon sürecinde önemli bir yeri vardır. Bu görevlilerin hiçbir şekilde çocuklarla iletişime girmeyerek, onlarda halen tutuklu olduğu hissini uyandıracak bir görev almaması gerekmektedir. Tahliye sonrası eğitim kurumu olarak adlandırılan misafirhanelerde kalış süresi, çocuğun yaşamını sağlıklı ve mutlu bir şekilde devam ettirebileceği koşullar sağlanmadıkça ya da çocuk kendini hazır hissetmedikçe sona erdirilmemeli, kurumun fiziksel kapasitesi elverdiği ölçüde bu süre uzatılabilmelidir. Bu kurumlar çocuklar için özgürlüğü yok edici ya da sınırlandırıcı bir nitelikte olmamalıdır. Elbette ki grupla yaşamda uyulması gereken, başkalarının haklarının çiğnenmesine izin vermeyecek kurallar burada da olacaktır. Hatta çocuklar çalıştıkları işlerden elde ettikleri paranın bir bölümünü buradaki masrafları ve sosyal aktiviteleri için kullanacaklardır.
Ancak bu kurumlar hiçbir zaman hazır ve kolay yaşamın sunulduğu mekanlar haline dönüşmemelidir. Kısaca her çocuğun sorumlu özgürlük anlayışı içinde buradaki yaşamı hak etmesi gerekmektedir. Çocukların çevrelerinde ve devam ettikleri eğitim kurumlarında etiketlenme gibi olumsuz davranışlara maruz kalarak, yaşam boyu cezalandırılmalarını önlemek için kurumların isimlerinde gösterilen titizliğin çocuklar içinde gösterilmesi şarttır. Bu nedenle yasal düzenlemelerin elverdiği ölçüde (zorunlu makamlar dışında) çocukların sabıkasız olarak kabul edilmesi ve özellikle eğitim kurumlarında bu çocuklara olan merak ve ilginin korunmaya muhtaç çocuklar gibi bir sınıflandırmayla giderilmeye çalışılması gerekmektedir. Tahliye sonrası eğitim kurumlarında, çevre özellikleri dikkate alınarak çocuk suçluluğunu ortadan kaldırmaya yönelik etkili plan, program ve stratejiler geliştirebilmek amacıyla, tahliye öncesi ve sonrasında çocuklarla ilgili gerçek verilerin toplanmasını ve analizini sağlayan, diğer yargı sürecindeki araştırma bürolarıyla eşgüdüm içerisinde çalışacak bir araştırma bürosu bulunmasının büyük yarar sağlayacağı düşünülmektedir. Çocukların gereksinimleri, sorunları ve bunların önceliklerinin belirlenmesi de bu bürolar tarafından yapılabilmeli ve sonuçlar uzman ekip tarafından değerlendirilebilmelidir. Kurumların Çocuk Gelişimi ve Eğitimiyle ilgili Faaliyetleri: Günümüzde tahliye sonrasında eğer çocuk isterse ya da bir problemle karşılaşırsa başvurması halinde sosyal, ekonomik ve psikolojik yardım alabilmektedir. 2002 yılında tahliye sonrası yapılan 452 başvurudan, 241'i için vakıflara yazı yazılmış, ancak 70'i için maddi yardım sağlanmış, 183 kişiden 123'ü işe yerleştirilmiştir (www.adalet.gov.tr/taal/ctegm.htm). Çoğunlukla ekonomik kaynaklı sebeplerden her geçen gün sayıları artan suça yönelmiş çocukların, tahliye sonrası içine girecekleri çevrenin önceki çevre şartlarlarıyla aynı, hatta daha da kötü olacağı bir gerçektir. Bu nedenle tahliye sonrasında çocuğun
başvurusu beklenmeden, mümkün olduğunca tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir duruma getirilmesi sağlanmalı ve tahliye sonrası eğitim kurumları aracılığıyla bu destek mecburi hale getirilebilmelidir. Çocuklara gelişimleri ve yetenekleri göz önüne alınarak, tahliye öncesi ve sonrası verilecek nitelikli mesleki eğitim, çocukların topluma faydalı, üretken, yaratıcı, geçimlerini kimseye muhtaç olmadan çalışarak kendi emekleriyle temin eden bireyler olmalarını sağlayacaktır. Tahliye öncesi ve sonrası çocukların karşılaşacağı duygusal sorunları aşabilmelerinde psikolojik destek önemlidir. Bu nedenle ister çocuk ister yetişkin olsun toplumun eski hükümlüye karşı olan tutum ve davranışlarının olumlu olması sağlanmalı, bunun öncelikle toplumun kendi yararına olacağı düşüncesiyle, sadece hükümlü değil toplumunda bu konuda eğitimi sağlanabilmelidir. Eğitim hizmetlerinin yapılandırılması, yürütülmesi ve değerlendirilmesinde kişisel rehberlik hizmetleri, eğitimin kendisi kadar önemlidir. Çocuğun, sürekli gelişim halinde olduğu varsayımından hareketle, fark lı gelişim aşamalarında gerekli gelişim görevlerinin başarılmasıyla ileriki dönemlere çocuğun daha iyi hazırlanabileceği muhakkaktır (Altıntaş vd.,2003:109). Bu nedenle çocuklara bireysel farklılıkları göz önünde bulundurularak, kişisel ve gelişimsel rehberlik hizmetlerinin sunulması gerekmektedir. Bu kurumlarda kaldıkları süre içerisinde yaşlarının elverdiği ölçüde örgün ve yaygın eğitim kurumlarından yararlanan çocuklara, bilişsel, sosyal ve duygusal becerilerini geliştirme, mesleki beceriler edinme fırsatlarının sunulması da büyük önem taşımaktadır. Ayrıca okul ve çalışma saatlerinin izin verdiği ölçüde planlı ve programlı boş zaman aktivitelerinin gerçekleştirilmesi, çocuk-aile, çocuk-arkadaş ve çocukokul/iş ilişkilerinin mümkün olduğunca desteklenmesi çocukların sosyal yaşama aktif bir şekilde katılabilmeleri için gereklidir (Lotz et al.,1985:385; Zulliger,2000).
Yapılan araştırmalar suç işleme ile empatik ilgi ve beceri arasında bir ilişki bulunduğunu göstermektedir. Chlopan ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada (1985) suç işlemiş kişilerin empatik ilgi ve becerilerinin suç işlememiş bireylere oranla daha düşük olduğu belirtilmiştir. Empati kurabilen bireylerin topluma daha kolay uyum sağlayabilecekleri, topluma uyum sağlayabildikleri için de empati kurma becerileri ve ilgilerinin daha gelişmiş olabileceği muhakkaktır (Akt.Dökmen,1996:150) Bu nedenle, tahliye öncesi ve sonrasındaki eğitim faaliyetlerine mutlaka iletişim becerileri ve empati eğitiminin de dahil edilmesi gerekmektedir. Her birey günlük yaşamında kendisi, ailesi, okulu, işi ile ilgili pek çok problemle karşı karşıya kalır ve bunlara kendi bilgi-becerileri doğrultusunda çözümler bulmaya çalışır (Goffin ve Tull,1985:29). Suça yönelmiş çocukların pek çoğunun problem çözme becerisi konusunda başarısız olmalarının içinde bulundukları duruma yol açtığı düşünülmektedir. Bazı ülkelerde bu çocuklara problem çözme becerilerine ilişkin eğitim verildiği bilinmektedir, örneğin ABD'de tahliye edilecek hükümlülere uzman bir sosyal çalışmacının idaresi altında ve küçük gruplar halinde, onları serbest yaşamda bekleyen problemler ile çözümlerinin tartışıldığı konferanslar verilmekte ve toplumsal yaşamdaki kuralları kapsayan filmler gösterilmektedir (Şahin,2002). ülkemizde de yaşamlarının erken döneminde herhangi bir nedenle kişisel ve sosyal problemlerini çözmede başarısızlığa uğramış çocukların, tahliye öncesi ve sonrasında genel problem çözme becerileri konusunda eğitilmeleri gerekmektedir. Bu sayede çocukların çevreye uyum sürecinde daha başarılı olabilecekleri düşünülmektedir. Toplumun çocuk hakları ve korunması konusunda bilgilendirilmesi kadar, çocukların kendi hakları konusunda bilgilendirilmeleri de özel bir önem taşımaktadır. Zira uygulamalardaki gerçek değişim, çocukların hak ve ödevlerini sahiplenmelerine olanak verecek bilgi ve bilinçle donatıldıkları zaman sağlanabilecektir (Akyüz,2000: 646). Bu nedenle çocuklara
erken yaşlardan itibaren hak ve ödevler konusunda yapılacak bilgilendirme çabalarının, tahliye sonrası sürdürülen eğitim faaliyetleri içerisinde de yerini alması gerekmektedir. Anne-baba-çocuk ilişkileri çocukların yeterli ya da yetersiz toplumsallaşmasında, dolayısıyla suçlu davranışın ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Bu ilişkilerde, anne babanın çocuğuna bakım ve eğitimini içeren davranışları ve çocuğun bu davranışlara ilişkin algısı toplumsallaşma sürecinde temel teşkil eder (Uluğtekin,1991:56; Onur,1997: 125;ünal, 1999:18). Suç işlemeyi alışkanlık haline getirdiği tespit edilen çocukların bu durumlarının aileleri tarafından bilindiği, hatta bazı aileler tarafından bu yönde teşvik edildikleri gözlenmektedir. Bu nedenle çocukların suça yönelmesinde önemli bir etken olan ailelerin, üniversitelerin çocuk gelişimi ya da ilgili diğer bölümlerince hazırlanacak ücretsiz ebeveyn eğitim programlarına katılımlarının sağlanması gerekmektedir, ülkemizde yaklaşık 20 yıldır üniversiteler ve bazı kuruluşların işbirliğiyle yapılan ve gün geçtikçe yaygınlaşan ebeveyn eğitim programlarının başarılı sonuçları da dikkate alındığında uygulanacak bu tür programlarla, özellikle tekrarlayan suçların önemli ölçüde azalacağı düşünülmektedir. Bu eğitim programları dışında çocuk ve ailesine bir kereye mahsus olmayan, düzenli aralıklarla ya da ihtiyaç duyulduğunda gerçekleştirilecek bireysel danışmanlık hizmetlerinin sunulması da büyük yarar sağlayacaktır. Sonuç olarak, çocukların eğitimsel ve sosyal ihmal nedeniyle ortaya çıkan yanlış davranışlarını düzeltmek, onların taşan ve tahrip edici bir hal alan enerjilerini olumlu yöne kanalize etmek, topluma sorumluluk sahibi bireyler olarak katılmalarını sağlamak hem çocukların hem de toplumun korunması açısından çok önemlidir. Bu çalışmada vurgulandığı gibi çocukların tahliye sonrasında yeniden aynı ortama dönmesi, onu suça teşvik eden koşullarla yeniden yüz yüze gelmesi, kişisel ve sosyal problemlerini çözmede, fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamada desteksiz bırakılması, çevresi ve ailesi tarafından dışlanması gibi durumlar çoğu kez çocuğun yeniden suç işle-
yerek ıslahevine ya da tutukevine dönmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu nedenle çocukların hazırlıksız olarak topluma dönmeleri engellenmeli ve her çocuğun sevgi, şefkat ve anlayış görme, yeterli beslenme ve parasız eğitim alma, oyun ve eğlence, yardım görmede öncelik tanınma, kendisini ilgilendiren konularda görüş bildirme haklarına sahip olduğu düşüncesi akıldan çıkarılmamalıdır.
10. Lotz,R.,Poole,E.D.,Regoli,R.. (1985). Juvenüe Delinquency and Juvenile Justice. Random House, lnc,New York. 11. Onur,B. (1997). Gelişim Psikolojisi Yetişkinlik-Yaşlılık-ölüm. imge Kitabevi Yayınları.4.Baskı, Mayıs. 12. özkök,P. (1996). Çocuk Suçluluğunun Nedenleri ve Alınması Gereken Tedbirler. Yayınlanmamış Bilim Uzmanlığı Tezi. Hacettepe üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara. 13. Şahin,C. (2002). Tahliye öncesi ve Sonrası Hükümlüye ve Eski Hükümlüye Yardım.15.Hukuk ihtisas Semineri.22-24 Mart,Ankara.www.feridunyenisey.com/1 5-hukuk-
Kaynaklar
cumhur.htm. 14. Uluğtekin,S.
1.
Adalet Bakanlığı. (2001). A.B.Ceza ve Tevkifevleri Genel
Yüksek Lisans Tezi. istanbul üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü,
Adalet Bakanlığı. (2002). A.B. Ceza ve Tevkifevleri Genel
Akyüz,E. (2000). Ulusal ve Uluslararası Hukukta Çocuğun
Yayınları:3395. Altıntaş,E. ve Diğerleri. (2003). Psikolojik Danışma ve Rehberlik (Ed.G.Can).Pegem A Yayıncılık, 3.Baskı,Şubat. Balo,Y.S. (1995). Suç Mağduru ve Suç Faili Olan Çocuklar Açısından Çocuk Suçluluğu ve Çocuk Mahkemeleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul. Coyle,A. (2002). Cezaevi Yönetimine İnsan Haklarını Göz önüne Alan Bir Yaklaşım. International Centre For Prison Studies, London,United Kingdom. Dökmen,ü. (1996). İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık:21,Geliştirilen Kitap!ar:3, Kasım. 8.
Goffin,S.A.,Tull,C.O. (1985). Problem Solving. Young Children, March:28-32.
9.
Kepenekçi,Y.K.,özcan,A.Y.
(2001).
Okullarda
Çocuk
Suçluluğunun önlenmesi, I.Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler ve önleme Çalışmaları Sempozyumu, 29-30Mart,Ankara,255277
İstanbul. 16. Zulliger,H. (2000). Suçlu Çocuklar ve Çocuk Mahkemeleri.
Haklarının ve Güvenliğinin Korunması. Milli Eğitim Bakanlığı
7.
Toplumsallaşma. Bizim Büro, Ankara.
Sözleşme ve Diğer Uluslararası Belgelerle Uyumlu Olarak
Kasım, Hakimevi, istanbul.
6.
Yeniden
Uyumsal Davranış özelliklerinin incelenmesi. Yayınlanmamış
Toplum Kuruluşlarının Kapasitelerini Artırma Etkinliği, 14-18
5.
ve
15. ünal,H.ö. (1999). Ailesi Göç Etmiş Tutuklu Çocukların
Müdürlüğünün Gözetimi Altındaki Çocuklarla Çalışan Sivil
4.
Çocuk
Hizmetlerin Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair
Raporu, 18-21 Ocak, Ürgüp.
3.
Hükümlü
Müdürlüğünün Gözetimi Altındaki Çocuklara İlişkin
Yeniden Yapılandırılmasına Yönelik Arama Konferansı
2.
(1991).
http//ilim2000.com/kitaplar. 17. www.adalet.gov.tr/taal/ctegm.htm.
Kafelere Giden öğrencilerin Sigara ve Alkol Alışkanlıkları ile Beslenme ve Uyku Düzenleri üzerine Bir Çalışma •
1
Dr. Nesimi KİŞİOĞLU '•
Dr. Mustafa OZTORK
1
1
Dr Ersin UŞKUN ' •
özet Bu çalışmada İsparta il Merkezinde kafelere giden öğrencilerin beslenme, uyku düzeni ile sigara ve alkollü içki alışkanlıklarının belirlenmesi ve kafelerde geçirilen sürenin beslenme, uyku düzeni, sigara ve alkol alışkanlığı ile okul başarısı üzerine etkisinin incelenmesi amaçlandı. Ekim 2001'de gerçekleştirilen kesitsel tipteki bu araştırmada üç gün süresince saat 15:00-19:00 arasında İsparta il merkezindeki kafelerde bulunan 144 öğrenciye anket uygulanmıştır. Araştırma grubunun yaş ortalaması 21.35 2.13'tü ve %59'u erkekti. Araştırma kapsamındaki öğrencilerin %63.2'si sigara, %53.5'i alkol kullanmakta idi. Çalışma grubunda öğün atlama alışkanlığı mevcuttu, öğrencilerin %16.7'si sabah kahvaltısı, %2.8'i öğlen yemeği yememekteydi ve %89.6'sı ara öğün almakta idi. Ara öğünde en çok tercih edilen yemek türü (%75.7) fast food ürünlerdi, öğrenciler günde ortalama 2.2 1.4 saat (min:1, max: 8 saat) kafede vakit geçirmekte idi. öğrencilerden sosyoekonomik durumu iyi olanlar, diğerlerine göre daha uzun süre kafe de kalmakta idi. Kafede daha fazla zaman geçirenlerin sigara ve alkol kullanma sıklığı diğerlerinden fazla idi. Kafede bulunma süresi öğrencilerin uyku ve beslenme düzenini etkilemekteydi. Çalışma grubunun tamamı kafelerin sağlıklarını olumsuz etkilediği konusunda hemfikirdi. Bu nedenle üniversite içinde öğrencilerin boş vakitlerinde kafelere gitmek yerine katılmayı tercih edecekleri daha çok aktivite düzenlenebilir düşüncesindeyiz. Anahtar kelimeler: kafe, sigara içimi, alkol alımı.
2
Dr. Malik DOĞAN , •
Reha Demirel
1
Abstract A study on smoking and alcohol abuse of the students of regular cafe attentance and their sleeping and eating behaviors. This study aimed to determine the smoking and alcohol abuse of students of regular cafe attentance and their sleeping and eating behavior in central town of İsparta province . The time of cafe attentance affecting these parameters (the smoking and alcohol abuse and sleeping and eating behavior) were determined. İn this cross-sectional study done in October 2001', the questionnaires applied to 144 students. Ali of the students were asked to participate of the questionnaire in cafes between 15:00 and 19:00pm for three days in İsparta province. Average student age was 21.35 2.13 and 59.0% was male. 63.2% of students were smoking and 53.5% of them used alcohol. The study group have the habit of missing meal. 16.7% of them miss breakfeast and 2.8% of them miss lunch. They prefer eating fast food between the meals. The time spent was 2.2 1.4 hour (min: min:1, max: 8 hours) in one day at cafe. The students which have high socioeconomic status were seen to spend more time in cafe than others. Smoking and alcohol abuse of the students spend more time in cafe were more than the others. The prolonged period of staying at cafe have greatly affected the sleeping and eating behaivors of students. Ali of the study group agreed about cafes have been negative effect on their health. For this reason it should be put in order more activities that the students prefer instead of cafes in their free times in university. Key words: cafe, smoking, alcohol abuse.
1 Araş. Gör. Dr. Süleyman Demirel üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD- İSPARTA 2 Yrd, Doç, Dr, Araştırma Görevlisi, * Bu çalışma 23-28 Eylül 2002'de Diyarbakır'da düzenlenen 8. Ulusal Halk Sağlığı Kongresinde poster bildiri olarak sunulmuştur.
•
GİRİŞ VE AMAÇLAR
Birey sosyo-kültürel çevresiyle bir bütünlük içerisindedir ve bu çevre kişinin davranış biçimini yönlendirici bir etki yapmaktadır. Bir grubun üyesi olma, bir meslek sahibi olma, geleceğe yön verme idealleri ve yeni bir çevreye uyum sağlama çabaları, pek çok kişide değişik sorunların ortaya çıkmasına yol açabilmektedir. Bireylerin sigara, alkollü içki ve kafe alışkanlıklarını belirleyen, sosyal ve psikolojik bazı faktörler söz konusudur. Bunlardan birisi olan sigara içimi genellikle bir sosyal çevrede başlamaktadır(1). Ailelerin sosyo-ekonomik düzeyleri, anne ve babanın alışkanlıkları, kişinin kişilik özellikleri, okul ortamı, arkadaş çevrelerinin alışkanlıkları bunlardan bazıları olarak sayılabilir, ülkemizde 15 yaş üzerinde sigara içme yüzdesi erkeklerde %60.0lara, kadınlarda %25.0'lere ulaşmakta, ortalama olarak toplumun %43.6'sı sigara kullanmaktadır. Gençlerde yapılan araştırmalar sigara kullanımının erkeklerde daha fazla olmak üzere %20-50 arasında değiştiğini göstermektedir. Genellikle sigaraya başlama yaşı 16 civarı olarak belirtilmekte ve sigara içenler arasında günlük sigara tüketiminin 9-10 adet arasında olduğu görülmektedir(2,3,4,5). Adolesan yaş grubu beslenme bozuklukları açısından yüksek risk taşımaktadır, özellikle gençlik çağında beslenmenin yeterli ve vücut gereksinimlerine uygun olması çok önemlidir(6,7).Günümüzde teknolojinin gelişmesi, hızlı kentleşme, kadının iş hayatına katılması, eğitim düzeyinin yükselmesi, batı tarzı yaşam biçimine değişim ile ülkemizde geleneksel beslenme alışkanlığı da değişmeye başlamıştır. Hızlı hazır yemek (fast food) sistemi de bu değişimdeki yerini almıştır. Eğitim düzeyi arttıkça özellikle genç erkek grubunda sigara içme sıklığının arttığı gözlenmektedir(8). Günümüz gençliğinin çokça vakit ayırdığı kafelerde sigara içimi (pasif veya aktif) fazladır. Ayrıca kafeler hem fast food tarzı beslenmeye yönlendirmesi, hem de bu tip alışkanlıkların kazanılmasında uygun ortamı sağlamaktadır. Bu ver-
ilerden hareketle bu araştırmada İsparta il Merkezinde kafelere giden öğrencilerin beslenme, uyku düzeni ile sigara ve alkollü içki alışkanlıklarının belirlenmesi ve kafelerde geçirilen sürenin beslenme, uyku düzeni, sigara ve alkol alışkanlığı ile okul başarısı üzerine etkisinin incelenmesi amaçlandı.
•
GEREÇ VE YÖNTEM
Kesitsel tipteki araştırma 15-18 Ekim-2001 tarihleri arasında İsparta il Merkezinde bulunan kafeler de (internet kafeler hariç) yapıldı. Araştırma süresince saat 15:00 ile 19:00 arasında kafede bulunan öğrencilere, sosyo-demografik özellikleri, beslenme ve uyku durumları, sigara ve alkollü içki alışkanlıkları ve ders başarı durumlarını içeren anket uygulandı. Anketler yüz yüze görüşme tekniği ile anketörlere konu hakkında eğitim yapıldıktan sonra uygulandı. Anketler önce on kişi üzerinde ön uygulamadan geçirildi gerekli düzeltmeler yapıldı. Araştırmanın bağımsız değişkenleri: yaş, cinsiyet, öğrenim tipi, ikamet edilen yer, anne eğitimi ve mesleği, baba eğitimi ve mesleği, ailenin ekonomik durumu, okulun öğrenim tipi (birinci, ikinci), sınıf olarak belirlendi. Bağımlı değişkenler ise: kafede geçirilen süre, uyku düzeni (akşam yatma saati, bir günde uykuya ayrılan süre), yemek düzeni (öğün atlama, tercih edilen yemek türü), alışkanlıklar (sigara içme, içilen sigara miktarı, alkol kullanma ve sıklığı), ders başarısı, derslere devam durumu, genel sağlık durumu (kendi değerlendirmesi ile) olarak belirlendi. Kafede geçirilen süre günde ortalama kaç saat kafede kalındığı sorusu ile tespit edildi. Haftada kaç kez kafeye gelirsiniz sorusu ile elde edilen kafeye gitme sıklığı ile günlük geçirilen saat birbiri ile çarpılarak haftalık kafeye gitme süresi hesaplandı. Dolayısıyla günlük kalma süresi az olsa bile bir haftada daha sık kafeye gidenlerin haftalık kafede geçirilen süreleri yüksek olabilmekteydi. Analizlerde karşılaştırmaları daha anlaşılır kılmak üzere, her iki sürenin grup ortalaması alındı ve bu ortalamalardan hareketle, günlük süre
için 4 saat, haftalık süre için 9 saat sınır kabul edilerek bu sınırın altı ve üstü olmak üzere öğrenciler gruplara ayrıldı. Araştırmanın yapıldığı gün ve saatlerde kafelerde bulunan 144 öğrenci araştırmaya katılarak sorularımızı cevapladı. Veriler bilgisayarda SPPS 9.0 programında değerlendirildi, istatistik analizde ki-kare, parametrik şartları sağlamayan ve grup sayıları 30'un altında olan değişkenlerin analizinde nonparametrik testlerden Mann Whitney U testi, Spearman korelasy-
on; parametrik şartları sağlayanlarda ise bağımsız iki grup ortalamaları t testi ve varyans analizi (ANOVA), pearson korelasyon ve lineer regresyon analizi testleri kullanıldı.
BULGULAR Araştırma grubunun bazı tanımlayıcı özellikleri Tablo 1'de görülmektedir. Grubun, %59.0'u erkek ve
Tablo 1. Araştırma Grubunun Bazı Tanımlayıcı özellikleri Kafede geçirilen süre
Hafta dasaat Ortala ma ±ss
Erkek
85
59.0
21.2
41.2
10.5±12.3
Kadın
59
41.0
6.8*
22.0*
6.0±7.0**
Aile yanında/akraba ile
20
13.9
5.0
25.0
6.9±7.3
Arkadaşları ile/yurtta
124
86.1
16.9
34.7
8.9±11.1
İlkokul altı
7
4.9
14.3
42.9
8.7±9.8
İlkokul+ortaokul
81
56.3
14.8
35.8
8.8±9.7
Lise
34
23.6
17.6
29.4
8.5±12.5
Üniversite
22
15.3
13.6
27.3
8.2±11.8
İlkokul altı
1
0.7
-
100.0
15.0±0.0
İlkokul+ortaokul1
39
27.1
17.9
48.7
11.2±12.5
Lise
50
34.7
16.0
34.0
9.0±10.7
>=4 saat/ gün (%)
>=9 saat/hafta (%)
%
Sayı
Özellikler
Cinsiyeti İkamet ettiği yer Anne eğitim durumu
Baba eğitim durumu
Üniversite
54
37.5
13.0
20.4**
6.3±9.0**
Anne mesleği
Ev hanımı/emekli
109
75.7
16.5
33.0
9.0±11.0
Baba mesleği
Çalışıyor Çalışmıyor/emekli
35 23
24.3 16.0
11.4 13.0
34.3 26.1
7.7±9.8 8.4+11.3 8.7H0.6
Çalışıyor
121
84.0
15.7
34.7
Ailenin ekonomik
Düşük
12
8.3
25.0
41.7
12.8±16.6
durumu
Orta
59
41.0
6.8
27.1
6.7±7.4
İyi
65
45.1
16.9
35.4
8.3±9.6
Çok iyi
8
5.6
50.0*
50.0
19.5±20.3**
Birinci öğretim
130
90.3
16.9
34.6
8.9111.1
İkinci öğretim
14
9.7
-
21.4
5.9±4.7
Bir
15
10.4
13.3
26.7
8,9±11.6
İki
50
34.7
12.0
26.0
7.7±9.0
Üç
37
25.7
8.1
35.1
6.4±7.3
Dört ve üstü
42
29.2
26.2
42.9
11.6±13,9
144
100.0
15.3
33.3
8,6±10.7
Öğretim tipi Sınıfı
Toplam
1 ilkokul mezunu baba yoktu. *p<0.05, **p<0.01
yaş ortalaması da 21.35 2.13 idi. Evde arkadaşları ile (%64) ya da yurtta kalanlar kalanlar %86.1 ile çoğunluğu oluşturmaktaydı. Ailelerinin ekonomik durumlarını iyi olarak tanımlayanlar grubun %45.1'ini, orta olarak tanımlayanlar %41.0'ini oluşturuyordu. Araştırma gurubunun %90.3'ü birinci öğretimde, çoğunluğu (%34.7) ikinci sınıfta okumakta idi. Araştırma grubunun sosyodemografik özelliklerinin kafede kalma süresine etkisi incelendiğinde;
te, erkek olmak independent t test, p<0.01), babanın eğitim durumunun düşük olması, ailenin ekonomik durumunun çok iyi olması bu süreyi arttırmakta idi. üniversite mezunu olan babaların çocuklarında bu süre ortaokul ve altında eğitim almış olanlardan azdı (independent t test, p<0.05). Araştırma grubu gün içinde ortalama 2.2 1.4 saat ve haftada 3.0 1.9 gün ve haftada 8.6 10.7 saat kafede bulunmakta idi. Günde 4 saat ve üstünde kafede bulunanlarla bulun-
Tablo 2. Araştırma Grubunun Kafede Kalma Süresinin Okul Başarı Durumuna ve Devamsızlığa Etkisi
88.5
72.7
93.8
70.8
7.6+10.0
20
13.9
11.5
27.3*
6.3
29.2***
14.8±12.7***
Evet
56
38.9
35.2
59.1
33.3
50.0
9.4±9.2
Hayır
88
61.1
64.8
40.9*
66.7
50.0*
8.1±11.5
Devamsızlık sınırını aşma
1
cinsiyet, babanın eğitim durumu, ailenin ekonomik durumu bir haftada kafede geçirilen süreyi etkilemek-
(n=122)(%)
<4saat/gün Kötü/çok kötü
±ss
86.1
İyi- orta
Ortalama
124
1
<9saat/hafta 1 (n=48)(%)
%
<9saat/hafta 1 (n=96)(%)
Sayı Okulda başarı durumu
Haftada saat
Kafede geçirilen süre <4saat/gün (n=22) 1 (%)
Özellikler
mayanlar karşılaştırıldığında; cinsiyet (X2= 5.58, p<0.05), ekonomik durum (eğimde kikare=11.76,
Tablo 3. Araştırma Grubunun Kafede Geçirdiği Sürenin Beslenme Düzenine Etkisi
Öğle
75.0
8.4±11.1
13.6
12.5
25.0*
10.0+8.7*
Tam/bazen düzenli
140
97.2
98.4
90.9
100.0
91.7
8.3±10.6
4
2.8
1.6
-
8.3*
19.0±11.6*
143
99.3
99.2
100.0
100.0
97.9
8.6+10.7
1
0.7
-
-
129
89.6
90.9
88.5
Tam/bazen düzenli
Tam/bazen düzenli
0.8
89.3
Hiçbir zaman
15
10.4
10.7
Toplam
144
100.0
100.0
1 Sütun yüzdesi, *p<0.05, **p<0.01
9.1
9.1
100.0
11.5 100,0
2.1
Ortala
87.5
17.2
a saat
86.4
16.7
Haftad
82.8
24
12.0+0.0
91.7
8.6+10.3
8.3
9.2+13.8
100.0
8.6±10.7
ma ±ss
<9saat/hafta 1 (n=48)(%)
83.3
Hiç yemeyen
Hiç yemeyen Araöğün
<9saat/hafta 1 (n=96)(%)
120
Hiç yemeyen Akşam
<4saat/gün (n=22) 1 (%)
Tam/bazen düzenli
1
(n=122)(%)
%
<4saat/gün
Sayı Sabah
Kafede geçirilen süre
1
Beslenme Düzeni
p<0.05) iki grupta farklıydı. Haftada 9 saat ve üstünde
Günde 4 saatten fazla ve haftada 9 saatten fazla
kafede bulunma sınır olarak alınıp ikili gruplar oluş-
kafede bulunanlar içinde devamsızlık sınırını aşanlar
turulduğunda da cinsiyet (X2= 5.74, p<0.05),
diğerlerinden çoktu (sırasıyla X2= 4.46, p<0.05 ve
babanın eğitim durumu (eğimde ki kare= 9.58,
X2=3.74, p<0.05) (Tablo 2). Araştırma grubunun (%32.6'sı her zaman düzenli
p<0.01) (Tablo 1). Derslerindeki başarı durumlarını da orta ve iyi
olmak üzere) %83.3'ü tam/bazen düzenli sabah kah-
olarak ifade edenler grubun %86.1'ini oluşturmaktay-
valtısı, %57.6'sı her zaman düzenli olmak üzere)
dı. Devamsızlık sınırını aşanlar %38.9 iken, bunların
%97.2'si tam/bazen düzenli öğle yemeği ve %75'i her zaman düzenli olmak üzere) %99.3'ü tam/bazen
%22.9'u devamsızlık nedenini keyfi olarak olduğunu
Tablo 4. Araştırma Grubunun Kafede Geçirdiği Sürenin öğünlerde Yemek Tercihlerine Etkisi
<9saat/hafta 1 (n=96)(%)
<9saat/hafta 1 (n=48)(%)
60
50,0
53.5
31.6
53.6
41.7
5.8+7.4
Ev
60
50.0
46.5
68.4
46.4
58.3
10.8+13.4*
64
45.7
45.8
45.0
40.6
56.8
9.0±10.1
76
54.3
54.2
55.0
59.4
43.2
7.8±11.0
36
25.2
24.0
31.8
15.6
44.7
11.4±9.9
107
74.8
76.0
68.2
84.4
55.3***
7.7±10,9
123
95.3
94.5
100.0
96.5
93.2
8.6+10.5
5.5
-
3.5
6.8
7.8±6.2
Sabah
(n=122)(%)
1
%
<4saat/gün
tercihleri
1
Fast food
Sayı
<4saat/gün (n=22) 1 (%)
Öğünler ve yemek
Ortalama ±ss
Kafede geçirilen süre
(n=120)
Öğle (n=140)
yemekleri Fast food Ev
Akşam
yemekleri Fast food
(n=143) Ev Ara
yemekleri Fast food
öğün(n=129) Ev
6
4.7
yemekleri 1 öğünü atlayanlar dışındaki sütun % si, ***p<0.001 ifade etmekte idi. Araştırma grubunun kafede
düzenli akşam yemeği yemekte olduğunu ifade etti.
geçirdikleri sürenin okuldaki başarı durumuna etkisi
Araştırma grubunun %21.51 günde iki öğün, %61.1 'i
incelendiğinde başarı durumunu kötü ve çok kötü
üç öğün, %17.4'ü ise üç öğünden fazla yemek
olarak değerlendirenlerin bir haftada kafede geçirdiği süre diğerlerinden fazla idi (Mann Whitney U testi, p<0.001). Günde 4 saatten fazla ve haftada 9 saatten fazla kafede bulunanlar içinde başarı durumunu kötü ve çok kötü olarak değerlendirenler çoğunlukta idi (sırasıyla X2= 3.89, p<0.05 ve X2=14.05, p<0.001).
yemekte idi. Haftada 9 saatten fazla kafede bulunanlar sabah ve öğlen öğünlerini daha çok atlamaktaydı (sırasıyla X=3.6, p<0.05, X=8.23, p<0.05) (Tablo 3). Kafede geçirilen süre öğrencilerin yemek tercihini de etkilemekte idi. özellikle haftada 9 saatten fazla kafede bulunanlar içinde akşam öğününde ev yemeği yiyebilenler daha azdı (X2=14.14,p<0.001)(Tablo 4).
Tablo 5. Araştırma Grubunun Kafede Bulunma Süresinin Sigara ve Alkollü İçki Alışkanlıkları üzerine Etkisi
içiyor
Ortalama ±ss
<9saat/hafta 1 (n=48)(%)
1
(n=122)(%)
91
63,2
59.0
86,4
53.1
83.3
10.9±12,5
53
36.8
41.0
13,6*
46.9
16.7***
4.7±4.4***
içiyor
67
46.5
47.5
86.4
42.7
75.0
11.3+12,1
içmiyor
77
53.5
52.5
13.6***
57.3
25.0***
5.6+7.8
Toplam
144
100.0
100.0
100.0
100.0
8.6±10.7
Bırakmış/ Hiç içmemiş Alkollü içki
<9saat/hafta 1 (n=96)(%)
1
%
<4saat/gün Sigara
<4saat/gün (n=22) 1 (%)
Kafede geçirilen süre
Sayı
Özellikler
100.0 ,
* p<0.05, ***p<0.001 Araştırma gurubunun %63.2'sinin sigara içmekte olduğu belirlendi, içilen sigara miktarının kafeye gittiği zaman arttığını söyleyenler %48.6 idi. Grubun %46.5 i alkollü içki kullandığını ifade etti. Günde 4 saatten fazla kalanların %86.4'ü, kalmayanların %,59.0 'u sigara içiyordu (X2s=5.92, p<0.05). Günde
2.53 1.56 saat/gün, 3.34 2.06 gün/hafta, p<0.001, bağımsız iki grup ort. t testi) (Tablo 5). Araştırmaya katılanların (%53.5'i gece saat 24:0001:59 arasında olmak üzere) %71.5'i gece saat 02',00'den önce yattığını belirtti. Kafeye gittiğinde %16.7'sinin yatma saati değişiyordu ve çoğunluğu
Tablo 6. Araştırma Grubunun Kafede Geçirilen Sürenin Uyku Düzenlerine Etkisi
103
715
75.4
50.0
02:00 ve sonra
41
28.5
24.6
Evet
81
56,3
59,0
Hayır
63
43.7
144
100.0
Toplam
Ortalama ±ss
<9saat/hafta 1 (n=48)(%)
1
Yeterli uyuyorum
02:00 den önce
(n=122)(%)
<4saat/gün Yatma saati
<9saat/hafta 1 (n=96)(%)
1
%
<4saat/gün (n=22) 1 (%)
Kafede geçirilen süre
Sayı
Özellikler
81.3
52.1
6.7±9.6
50.0*
18.8
47.9***
13.6±11.8**
40.9
65.6
37.5
6.7±9.5
41.0
59,1
34.4
62.5**
11,1±11.7*
100.0
100.0
100.0
100.0
8.6±10.7
"p<.05, p<.O0.01, ***p<0.001 4 saatten fazla kalanların %86.4 'ü, kalmayanların ise %47.5'i alkol kullanıyordu (X2=11.33, p<0.001). Haftada 9 saatten fazla kalanların %75'i, kalmayanların %42.7'si alkol kullanmaktaydı (X2=13.4, p<0.001). Sigara içenlerin ve alkol kullananların daha uzun süre kafeler de bulundukları belirlendi (sırasıyla
(%66.6) gece saat 02:00-03:00 arasında yatmakta idi. Kafeye gitmek yatma süresini ortalama 1.38 0.58 saat geciktirmekte idi. Günde uykuda geçirilen süre ise ortalama 7.71 1.16 saat idi. Araştırma grubunun % 56.3'ü uykusunu yeterince aldığını belirtti. Gece saat ikiden sonra yatanların ve uykusunu tam olarak
almadığını ifade edenlerin kafede kalma süreleri uzundu (independent t test, sırasıyla p<0.01 ve p<0.05) (Tablo 6). Kafede kalınan süre günde saat olarak, haftada gün olarak ve haftada saat olarak arttıkça kişilerin yatış saatinin geç saatlere kaymakta olduğu (spearman korelasyon, sırasıyla r= 0.209, p<0.05, r= 0.305, p<0.001 ve r=0.215, p<0.05) görüldü. Regresyon analizinde, bu üç değişkenden (günde saat olarak, haftada gün olarak ve haftada saat olarak cafede bulunma) yalnızca hafta içinde geçirilen gün sayısı ile yatma saati arasında anlamlı lineer ilişki mevcuttu ( p<0.001). Bu üç değişken (günde saat olarak, haftada gün olarak ve haftada saat olarak cafede bulunma) süreleri arttıkça günlük uyunan uyku miktarının azaldığı görüldü ancak bu ilişki istatistik açıdan anlamlı değildi. Düzenli spor yapanlar grubun %11.8'ini oluşturuyordu. Grubun çoğunluğu kendi sağlığını iyi olarak değerlendiriyordu (%63.2). Bildiği herhangi bir sağlık sorunu olan 21(%14.6) kişiydi ve bunların %38.2Vini sağlık sorunu solunum yolları ile ilgili olduğunu söyledi.
TARTIŞMA: Bu araştırmada sosyo demografik özelliklerden bazılarının öğrencilerin kafeye gitme ve orada bulunma durumlarını etkiledikleri görülmüştür. Erkekler, baba eğitimi düşük olanlar, ekonomik durumu iyi olanlar daha uzun süre kafede vakit geçirmektedir. Kafede geçirilen süre öğrencilerin günlük yaşamını, okul başarısını okula devam durumunu devam durumunu ve alışkanlıklarını etkilemektedir. Günlük yaşamda beslenme ve uyku düzeni etkilenenler arasındadır. Araştırmada ara öğün yiyenler çoktu ve ara öğünde daha çok fast food türü yiyecekler tercih edilmekte idi. inönü üniversitesinde 1648 öğrenci üzerinde yapılan araştırmada öğrencilerin %14.3'ü nün her gün en az bir porsiyon hamburger yada patates kızartması gibi fast food türü yiyecekler tüketmektedirler(9). Ege üniversitesi Tıp Fakültesinde
Dönem 4-5-6 öğrencisi olan 18-25 yaş arasındaki 200 kişiye yapılan ankette öğrencilerin %13'ü sabah, %19'u öğle öğününü genellikle atlamakta, % 8'i ise sabah öğününü hiç yememektedir (10). Bu araştırmada sabah öğününü atlayanlar daha çoktu. Araştırma grubunun tamamına kafede ulaşıldığından ve kafeye giden öğrencilerde öğün atlama ve fast food ağırlı beslenme daha çok beklendiğinden, çalışmadaki rakamların literatürdeki rakamlardan yüksek olması açıklanabilir. Derslerdeki başarı durumunu çok kötü olarak belirten öğrencilerin diğerlerinden daha çok ve uzun süre kafe de vakit geçirdikleri ortaya çıktı, ilginç olan noktalardan bir diğeri de öğlen yemeklerini düzensiz yiyen ve hiç yemeyenlerin gün içinde kafe de geçirdikleri sürenin daha fazla olduğuydu. Araştırma grubunda sigara içme sıklığı %63.2 bulunmuştur. Arjantinde üniversite öğrencileri arasında yapılan araştırmada sigara içme sıklığı %27,1 olarak saptanmıştır(11). Alkollü içki içme oranı ve sigara kullanma oranı erkeklerde bayanlara göre daha yüksektir (12,13). Manisa'da yapılan bir çalışmada eğitim düzeyi yüksek olan ve üst sosyal sınıfta olanlarda alkol içme sıklığının diğer gruplara göre daha sık olduğu görülmüştür(14). Bir çalışmaya göre alkol kullanımı başlıca dört nedene bağlanmıştır. Bunlar, alkol kullanmayı, zorlamalı durumlarla başa çıkmanın bir yolu olarak görmek, bir grubun üyesi olmaya duyulan ihtiyaç, kendini sosyal açıdan güvende hissetmenin bir aracı olarak görmek ve hoş duygular yaşamaktır (15), Kafelere giden öğrencilerin kafede kalma süreleri sigara ve alkol kullanma alışkanlıkları üzerinde etkiliydi. Bu durum kafeye gitmenin hem sigara ve alkol kullanmaya başlama hem de devam ettirme konusunda etkisi olabileceği düşüncemizi destekler niteliktedir. Sigara içenlerin ve alkol kullananların daha uzun süre kafeler de bulundukları belirlendi. Kafede bulundukları süre zarfında sigara tüketiminde de anlamlı bir artış olduğu görüldü. Yine kafeye devam eden öğrenciler kafelerin sağlıklarını kötü yönde etkiledikleri konusunda hemfikirlerdi, özellikle bazı öğrenci
arkadaşlarla yapılan görüşmelerde kafelerin havalandırmasının yetersiz olduğu konusunda ortak bir fikir oluştu. Tüm bu verilerden hareketle ülkemiz insanının geleceği olan gençlerin özellikle öğrencilik yıllarında vakit geçirme imkanı buldukları ve sağlıklarını, yaşam biçimlerini etkileyen, kötü alışkanlıklar kazanma ve devam ettirme potansiyeli olabilecek kafelerin açılış ruhsatının verilmesi ve denetlenmesindeki yaptırımların örneğin fizik mekanın sağlığa uygunluğu-pasif içiciliğin önlenmesi gibi hususlarda daha fazla hassasiyetin gösterilmesi gereklidir, öğrencilerin bu gibi yerlere gitmek yerine zamanı daha verimli ve sağlıklı ortamlarda geçirmeleri için çaba gösterilmelidir. Onlara kitap okuyabilecekleri, spor yapabilecekleri, başka kültürel faaliyetlerde bulunabilecekleri ortamlar sağlamak ve bu ortamların paylaşımını özendirmek gereklidir. Gençlere; sağlıklı beslenme, düzenli uyku ve sigara-alkollü içkilerin sağlığa etkileri konusunda eğitim çalışmalarının arttırılması da olumlu olur kanaatindeyiz.
5. öztürk Y, Aykut M.Ya Sigara Ya Sağlık. Erciyes üniv.Tıp Fak.Yayını. Kayseri 1992 s:3 6. Baysal ve ark.(Ed.).Diyet El Kitabı .Hatiboğlu yayınları , Yenilenmiş Dördüncü Baskı, Ankara, 2002. 7. Çiftçi N, Ceyhan O, öztürk Y, Erlerin Beslenme Durumu ve Bazı Sağlık Sorunlarının Saptanması III. Halk Sağlığı Günleri Kongre kitabı 1993:s.289. 8. Cesena GC, de Vito G, Ferrario M et al. Trends of Smoking Habits in Northern Italy (1986-1990) The WHO MONICA Project in Area Brianza,ltaly. Eur J Epidemiol 1995 ; 11(3): 251258 9. Karaoğlu L. Ve arkadaşları İnönü üniversitesi II. Sınıf öğrenci lerinin Diyet Alışkanlıkları. VIII. Halk Sağlığı Günleri Kongre Kitabı 2003: s.72 10. Aktekin M ve arkadaşları, Akdeniz Ün. öğrencilerinin Sosyal ve Psikolojik özelliklerinde Mevcut Durum ve Değişimin Saptanması, Akdeniz üniv. yayın no:75. Antalya-1999 11. Sağlık Bakanlığı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 1993.H.Ü Nüfus Etütleri Enstitüsü
ve Macro International Inc.Ankara
1994:s.5 12. Webb E, Ashton CH, Kelly P, Kamalı" F. Alcohol and drug use in UK universty students. Lancet 1996;348 (9032): 922-925
Kaynaklar
13.Valliant PM. Personaîity, Peer influence, And Use of Alcoholand Drugs by Tirst-Year University Students. Psychol
1. Emri S,Sigara Bırakma Yöntemleri,Hacettepe Tıp Dergisi 2002;33(1):10-18. 2. Sigara Alışkanlıkları ve Sigarayla Mücadele Kampanyası Kamuoyu Araştırması. PiAR Araştırma Ltd. Şti., Ocak 1988 3. Sezer E. WHO Tobacco Questionaire (1996-1997) Country: Turkey. Sigara için Sağlık Alarmı 1996; 3(1-2):59-69. 4. Aşut ö. Hekim ve Sigara. Türk Tabipler Birliği. I. Baskı Ankara 1993:48-50.
Rep 1995; 77(2):401-402 14. Celal Bayar üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D . Manisa Nüfus ve Sağlık Araştırması. Celal Bayar üniversitesi Araştırma Fonu Saymanlığı. Manisa 1999:s.135 15. Smith MJ, Abbey A, Scott RO. Reason for Drinking Alcohol: Their Relationship to Psychosocial Variables And Alcohol Consumption. International Journal of the Addictions 1993; 28(9): 881-908.
Bitlis'te Yaşayan Ailelerin Sosyo Demografik, Sosyo - Ekonomik Sosyo Kültürel özellikleri ile Toplumsal Hayatta Törenin Gücü Rahime BEDER ŞEN • GİRİŞ Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan 22 il (Adıyaman, Bingöl, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır, Erzurum, Erzincan, Hakkari, Kars, Malatya, Mardin, Muş, Siirt, Tunceli, Urfa, Van, Ağrı, Gaziantep, Maraş, İğdır, Şırnak, Batman) bir bütün halinde doğu bölgesini meydana getirmektedir. Bölge genellikle dağlık bir yapıya sahip olup, birbirine yakın sıra dağlar, yüksek ve geniş yaylalıklar, bunlar arasında dar alanlar teşkil eden ve yükseklikleri 1200-1950 metre arasında değişen ziraate pek elverişli olmayan (bazıları hariç) yüksek ovalardan oluşmaktadır. Bölgenin bazı platoları değil ama bazı ovaları bile ülkenin diğer yörelerindeki dağların tepelerinden daha yüksektir. Anadolu'nun kuzey ve güneyinden doğu batı doğrultusunda birbirine paralel uzanan dağlar Bingöl dolaylarında bir düğüm oluşturarak yeniden ayrılırlar. Bu dağlar arasında vadiler, yer yer geniş yayla ve ovalara dönüşmektedirler. Bitlis ili, Doğu Anadolu Bölgesinde Van Gölü batısında, deniz seviyesinden 1550 metre yükseklikte vadi içine kurulmuş ve beş bin yıllık tarihi, kültürü günümüze kadar taşımış medeniyetler şehridir. Adını Makedonya kralı Büyük iskender'in M.Ö. IV. yüzyılda şehirdeki kaleyi yaptırdığı komutanlardan Bedlis'ten alan ve tarih boyunca Pers, Asur, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin birleştiği Bitlis, tarihsel yapıların ağırlıkta olduğu bir vadi içinde kurulduğundan "Vadideki Güzel Şehir" diye de anılır.
* Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, Ankara.
Semra YURTKURAN
BİTLİS'İN SOSYO-DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ
Bitlis ili merkezi 1980'li yıllardan itibaren terör nedeniyle dışarıya yoğun göçler vermiştir. Bitlis'in yerlileri ve zenginleri Batı illerine doğru göç etmişlerdir, il merkezi bu dönemde köylerden gelen nüfusla beslenmiştir. 1990 yılında nüfusu 330.115 olan Bitlis'te şehir nüfusu 144.029, köy nüfusu 186.086'dır. Buna karşılık 2000 yılında şehir nüfusu artmış köy nüfusu ise farkedilecek ölçüde azalmıştır (Toplam nüfus 388.678, şehir nüfusu 220.402 köy nüfusu da 168.276'dır) (DiE, 2000). Bitlis'te gerek terör gerekse ekonomik nedenli göçe ilişkin en çarpıcı sonuç kır nüfusunun kent merkezine kendi kültürünü getirerek kenti köyleştirmesi ve kenti yoksullaştırmasıdır. Günümüzde Bitlis "köyleşen/köylüleşen kent" halini almıştır. "Köyleşen kent" ya da "anomik kent" konusu Türkiye'nin son çeyrek yüzyıllık geçmişinin günümüzde de süregiden önemli bir olgusunu oluşturmaktadır. Kırdan daha iyi ekonomik ve sosyal yaşantı edinmek için göçen aileler, kentin hazır olmayan alt yapısında beklentilerini gerçekleştirecek araçları bulamadıkları için anomik kentleşme ve kentlileşme döngüsüne girmektedirler. Ne tam köylü ne de tam kentli olabilen bu aileler, anomi ve yabancılaşma olasılığı ile karşı karşıya gelmektedirler (Bayhan, 1996). Bu anomi ve
yabancılaşmanın temelinde işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik güvensizlik ve tükenmişlik yatmaktadır.
düşme eğiliminde iken; kentsel büyüme oranı 1950'den 2000'e kadar sürekli artma eğilimindedir.
Tablo 1. Türkiye'de Nüfus Sayımlarına (1927 - 2000 yılları) Göre Kır ve Kent Nüfusu
Yıl 1927 1935 1940 1945 1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1997 2000
Kent nüfusu 24.22 23.53 24.39 24.94 25.04 28.79 31.92 34.42 38.45 41.81 43.91 53.03 59.01 65.03 70.60
Kır nüfusu 75.78 76.47 75.61 75.06 74.96 71.21 68.08 65.58 61.55 58.19 56.09 46.97 40.99 34.97 29.40
Kaynak: DİE, 2000
1950lerden sonra hızlanan kırdan kente akın günümüzde neredeyse kır nüfusunun şehir nüfusunun yansı kadar gerilemesine neden olmuştur (Tablo 1). Tablodan da görüleceği gibi 1927'de nüfusun yüzde 76'sı kırsal alanda yaşarken, 1950'de bu oran fazla değişmemekle birlikte (yüzde 75) daha sonra hızla düşmeye başlamıştır. 1960'ta nüfusun yüzde 68'i kırsal alanda yaşarken; bu oran 1970'te yüzde 61'e, 1980'de de yüzde 56'ya düşmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında kent nüfusunun üç katı olan kır nüfusu, 2000li yıllarda kent nüfusunun iki katı gerileyerek kentleşme sürecini hızlandırmıştır. 1927 ile 2000 yılları arasındaki göç sonucunda meydana gelen kentleşme süreci üç döneme ayrılabilir: 1927 ile 1945 yılları arasındaki birinci dönemde gerçekleşen değişim ne kadar durgun ise, 1945 ile 1980 yılları arasındaki ikinci ve 1980-2000 yılları arasındaki üçüncü dönemlerdeki değişim de o kadar hızlıdır. Kentsel büyüme oranı kırsal büyüme oranından daima yüksektir ve kırsal ve kentsel büyüme artışı arasındaki fark, özellikle 1950'den sonra daha da belirgindir. Kırsal büyüme oranı her zaman düşük ve
1980 sonrasını kapsayan üçüncü dönemin en belirgin özelliği ise, uygulanan sosyo-ekonomik politikalara paralel olarak, kırsal nüfusun çözülmesindeki hızlanma ve kentlerin yoğun bir göç akımına maruz kalmasıdır. Bu yoğun göç dalgasına bir de siyasi nedenli (terör) göç eklenmiştir, (içduygu, Sirkeci ve Aydıngün,1998). Bu bağlamda terör nedeniyle Bitlis'in il merkezine il kırsalından yoğun bir göç akımı yaşanmıştır, işsizlik ilin en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. 1950'lerde hızlanmaya başlayan kentleşme olgusu, büyük kentlerde yığılmalara neden olmakla birlikte 90'lı yıllarda yoğun bir biçimde etkisini gösteren terör olayları özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde kırın en yakın kente göçünü gündeme getirmiştir. Aile Araştırma Kurumu tarafından 1998'de yapılan "Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan Terör Nedeniyle Göç Eden Ailelerin Sorunları" araştırmasında da Ağrı, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Kars, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van'ın sadece kendi ilçe ve köylerinden göç alırken; Elazığ'ın büyük ölçüde Tunceli'den, Muş'un Bingöl'den; Batman'ın, Diyarbakır, Hakkari, Muş, Van ve Şırnak'tan göç aldığı saptanmıştır Sözkonusu iller göç literatürüne
son yıllarda giren terör nedeniyle göç ya da bilimsel tabiriyle zorunlu göçe de örnek olmaktadırlar. Nüfus hareketlerinin yoğun olarak yaşandığı bu illerde dengeli bir kentsel dağılımın oluşması engellenmiş, bu durum, önemli sosyal ve ekonomik yapı değişikliği sorunlarına ve hızla artan kentsel yatırım ihtiyaçlarına yol açmıştır, istihdam, altyapı ve toplumsal hizmet imkanlarının yetersizliği ve bölgedeki kentleşme süreci, diğer bölgelerden farklı olarak büyük ölçüde kent yoksulluğunun kır yoksulluğuna tercih edildiği bir göç olgusu olarak şekillenmiştir. Bu nedenlerle Bitlis ili kent merkezi de kır kültürünün etkisiyle köyleşmiş ve yoksulİaşmıştır. Bitlis'te kırdan kente göçlerin fazlalığı, kırsal kesimdeki sorunların mevcudiyetini göstermesi ve kentte varolan sorunları artırması bakımından önemli bir göstergedir. Bu göçler sonucunda Bitlis kent merkezinde marjinal iş kolları ile birlikte kahvehanelerde ve internet evlerinde vakit geçiren bir nüfus kitlesi oluşmuştur. Elektrik, su, kanalizasyon vb. altyapı hizmetleri yetersiz kalmıştır. Eğitim, sağlık, kültür, spor kurumları diğer idari ve sosyal kurum ihtiyaçlarının yanında, daha belirgin bir yetersizlik göstermiştir. 1970li yıllarda ilde sinema ve tiyatro salonları bulunurken (hatta haftanın üç günü salonlar kadınlara tahsis ediliyordu) günümüzde hizmet vermemektedir. Asayiş, trafik, otopark, kitle ulaşım sorunları çeşitlenmekte, büyük boyutlara ulaşmıştır, ilde Belediyecin üzerine düşen görevleri yeterince yerine getirmemesi, idareler arası koordinasyon bozukluğu hizmet verimini düşürmekte; bazen hizmetler sahipsiz kalmaktadır. Bu durum gelenekçi yapının sürdürülmesine, ildeki sermayenin diğer illere kaymasına ve oralarda yatırıma dönüştürülmesine, bir anlamda var olan statükonun korunmasına neden olmakta, giderek yenileşmeyi ve modernizasyonu önlemektedir, ilin geri kalmışlığı bireyler ve ailelerde devlete olan güvensizliğin artmasına, sahipsizlik duygusuna ve devletten beklentinin artması şeklinde bir anomik yapıya yol açmaktadır. BİTLİS İLİ'NIN SOSYO-EKONOMİK YAPISI Günümüzde Bitlisin ekonomik hayatı tarım ve
hayvancılıktan ibarettir. Sanayileşme yok denecek kadar azdır. Oldukça yüksek ve dağlık bir vadide kurulan Bitlis'te, iklimin de çok sert olması, bitki örtüsü açısından oldukça yoksul kalmasına neden olmuştur. Yüksekliğin fazla olduğu yörelerde ormanların oluşması mümkün olmamakta, daha az yüksek yöreler ise steplerle kaplı bulunmaktadır, ilin bir kısmı ekime elverişli değildir ve otlaklarla kaplıdır. Bölgede zirai faaliyet dönemi kısadır. Ancak güneyde Muş Ovası istikametinde, Batıda Karasu boyunca gidildikçe kış mevsimi daha az yaşanmaktadır. Van Gölüne kıyısı olan ilçelerin (Tatvan, Ahlat, Adilcevaz gibi) il merkezine göre sosyo-ekonomik açıdan daha gelişmiş oldukları görülmektedir. Bitlis'te de Doğu Anadolu Bölgesi'nde olduğu gibi toprak dağılımı ve mülkiyeti Türkiye'nin diğer bölgelerine göre farklılık arz etmektedir. Doğu Bölgesi genelinde çiftçi ailelerinin yüzde 40'a yakını topraksızdır. (Diğer bölgelerde bu oran yüzde 20-30 arasındadır). Geçmiş dönemlerde bölgede toprak reformu yapılmak istenmiş ancak başarılı olunamamıştır. Bölgede hakim olan aşiret yapısı ve feodal unsurlar (ağalık, şeyhlik gibi) bu durumun sebebi sayılabilir. Büyük toprak sahiplerinin tarımda makineleşmeye yönelmesi dengesizliği büsbütün arttırmış, işsiz kesimin ümitsizliği büyümüştür (Türkyılmaz, 1998). Bitlis ekonomik gelişmişlik sıralamasında 81 il arasında 72. sıradadır. 1990'lı yıllarda yaşanan terör olayları dışarıya göçü hızlandırarak, ildeki yatırımlar için büyük bir zaman kaybına yol açarak ili giderek yoksullaştırmıştır.
SOSYO-KÜLTÜREL YAPI VE AİLE 1 .Sosyo-Kültürel Yapıda Töre ve Fonksiyonları Doğu Anadolu bölgesinde olduğu gibi Bitlis'te de toplumsal yapı ve bu yapı içinde özel bir yeri olan aşiret sistemi sosyal, ekonomik ve kültürel olarak bireyin kişilik yapısını, karar verme süreçlerini, gelecekle ilgili beklentilerini ve aile yapısı ile ailelerin birbirleriyle ilişkilerini belirlemektedir.
Bitlis'in yoğun olarak kırsal alanında ve il merkezinde de gücünü gösteren bir aşiret sistemi ve töre anlayışına dayanan feodal yapı hakimdir. Seçimlerde oy kullanmada, aile ilişkilerinde (evlenme, kız kaçırma, aile planlaması, eğitim gibi) töre anlayışı geçerliliğini korumaktadır. Gençlerde eğitimin de etkisiyle az da olsa bu anlayış kırılmalara uğramaktadır. Törenin fonksiyonlarından en önemlisi "namus olgusu" karşısında edinilen tavırdır. Toplum tarafından kabul görmeyen kadın erkek ilişkileri konusunda "namus" kavramı ön plana çıkmaktadır. "Namus"a yüklenen anlam ve atfedilen değer ülkemizin her bölgesinde birbirine benzemektedir. Bu durum birçok ülkede de aynı şekilde değerlendirilmektedir. Namus olgusuna kadın merkezli bakılmaktadır. Yaşanan ilişki toplum tarafından "kabul edilemez bir hata" olarak görülmektedir. Böyle bir olayda toplum önce, erkeği evli olsa bile kadını ikinci eş olarak nikahına alması konusunda zorlamaktadır. Ayrıca erkeğin ailesinden bekar bir kız diğer aileden biriyle evlendirilerek (kısasa kısas) sorun çözümlenebilmektedir. Ancak sorunun bu yollarla çözümlenememesi halinde namusunu temizleme konusunda ilk olarak kadına sorumluluk yüklenmekte suçu işleyen erkeği ve kendisini öldürmesi beklenmektedir. Kadının bu sorumluluğu yerine getirememesi halinde toplumsal baskı ve tahrik ailenin erkeklerini kadını öldürmek suretiyle namusunu temizlemeye yönlendirmektedir. "Namus olgusu"na bakış açısı olarak kadınların çoğu kez erkeklere göre daha katı davrandıkları ve erkeği yönlendirdikleri bir gerçektir. Kadınlar "namus" eksenli "töre cinayeti"ni meşru görmektedirler. Bunun sebepleri arasında kadının eğitimsizliği ön plandadır. Ayrıca psikolojik olarak hemcinsinin namusunu sahiplenmesi de söz konusudur. Kadının eğitim yoluyla dış dünyaya açılması, kadının varlığını devam ettirebilmesi için geleneksele tutunma zorunluluğunu azaltmakta, hatta ortadan kaldırabilmektedir. Töre cinayetleri, kumalık, kan davası gibi feodal uygulamaların genelde bu sistem içinde yaşayan kadınların aktif desteği ile gerçekleştirildiği göz önüne alındığın-
da, alternatif imkanlar sunulan kadınların toplumun gelişmesine de katkıda bulunacağı kuşkusuzdur. Doğu bölgelerimizde toplumsal yapıda gelişme ve değişmeye kapalılık hakim olsa bile kimi ailelerin bakış açılarında giderek olumlu değişmeler görülebilmektedir. Cüldünya olayında kızın ailesi her türlü çareye başvurarak kızlarını kurtarmak istemişler. Ancak "töre"nin baskısına karşı koyamamışlardır. Kızın öldürülmesinde aşiretin ve kadınların ağır tahriki ve baskısı ön plandadır. Bu olayda aile "namusunu temizlemediği" için aşiret tarafından dışlanıp hakir görülmüştür. Değişimin ürettiği aile hoşgörüsü toplum tarafından reddedilmiştir, ölümle sonuçlanan olayda cenazenin teslim alınması ve karşılanmasında devlet mekanizmalarının (Jandarma Komutanlığı, Kaymakam gibi) tampon görevi üstlenmesi sonucunda cenaze sahiplenilmiştir. Devlet korkusu ile bu tür olayların azalıp giderek meşruiyetinin zayıflayacağı düşünülmektedir. Devletin kurumları aracılığıyla varlık göstermesi aşiret yapısının üzerinde değişmeye yönelik bazı açılımlar sağlayabilir. 2. Bitlis İli'nde Toplumsal Yapının Diğer özellikleri 1. Sosyal bir organizasyon olarak aşiret, gelenekçi bir toplumsal örgüye sahiptir. 2. Aşiret kapalı bir toplum biçimi olup, bu kültürel özelliklerini günümüzde de korumaktadır. Aile içi ve aile dışında dayanışmaya dayalı bağlılık esastır. Bunun bir görüntüsü ilde bir huzurevinin bulunmayışı ve ilde faaliyet gösteren çocuk yuvasındaki çocukların yüzde 90'a yakınının ebeveynlerden birinin ölümü nedeniyle buraya yerleştirilmesidir. Ayrıca ilde sokak çocuğu da bulunmamaktadır. 3. "Otoriteye bağlılık", "mutlak itaat", "doğuştan gelen statü", "biz duygusu"na dayanan ilişkiler yaşama biçimine hakim olan davranış biçim lerinden bazılarıdır. 4. Aşirete dayalı töre anlayışı namus olgusuna "töre suçu"na yol açacak kadar katı bakmaktadır. Çoğu
5.
6. 7.
8.
9.
olaylarda konular adliyeye intikal etmeden aşiret içinde çözümlenmektedir. Dini yapıyı örten bir geleneksel yapı mevcuttur. Namus olgusunun gündeme geldiği konularda "töre suçu" işlenmeden çözüm yollan aranmak tadır. Çözüme ulaşılmadığı durumlarda en son çare olarak ölüm kaçınılmaz olmaktadır. Tevekküle dayalı kadercilik hakimdir. il merkezi ve kırsalında kız çocuklarının okullaş ması erkek çocuklara göre daha düşük oranlar dadır, ilköğretimden ortaöğretime geçişte kızların aleyhine bir durum sözkonusudur. Kızların okula gönderilmesinde babaların kararı etkili olmak tadır. Kızın okula gönderilmemesi hem sosyo ekonomik hem de geleneksel yapıdan kaynaklan maktadır. Yoksullukla birlikte işgücü kaybına yol açması (tarlada kızın çalışamaması gibi), çok çocuklulukta eğitimde kız çocuğunun yerine erkek çocuğun tercih edilmesi gibi durumlara rastlanmaktadır. Devlet tarafından aileye imkan ların verilmesi (ekonomik vb.) ve güven duygusu nun sağlanmasının kız çocuklarının eğitime yön lendirilmesinde etkili olacağı savunulmaktadır. Aileyi, kız ve erkek bütün çocukları yetiştiren anne olduğu için kız çocuğunun eğitilmesi gelişmede çok önemli bir unsurdur. Genç kız ve kadınlar il ve ilçelerdeki Halk Eğitim Merkezi'nin açtığı kurslara ilgi göstermektedirler (Bilgisayar, halıcılık, trikotaj, giyim, nakış, okuma yazma ve sınava hazırlık kursları, halkoyunları gibi) (Ek 1). Bu kurslar özellikle genç kızlar arasın da büyük ilgi görmektedir. Kurslarda mesleki bilgi ve beceri yanında günlük hayata dair işlevsel bilgi (temizlik, evliliğe hazırlık, aile planlaması, yemek, iletişim, giyim, televizyon izleme alışkan lıkları gibi) de aktarılmaktadır. Yetkililer kursiyer lerde dönem sonunda büyük ölçüde davranış değişikliği saptadıklarını belirtmişlerdir. Bu merkezlerin il için hayati derecede önemli olduğu görülmektedir. Gençlerin değişime daha açık oldukları görülmüştür. Bu değişim gencin ailesiyle arasında kuşak çatışması yaşamasına neden olmaktadır.
10. Sosyo-kültürel yapı yüksek doğurganlığa eğilim lidir, ilde nüfus artış hızı yüksektir. Aileler 7-11 arası sayıda çocuğa sahiptir. Aile planlaması çalışmaları yeterince başarı kaydedilememektedir. Bunun altında ailelerin eğitimsizliği, devletin aile planlaması politikasını kendi aleyhlerinde bir uygulama olarak görmeleri yatmaktadır. 11. Yaşanan ekonomik sorunlar ve işsizlik genç nüfusun ilk evlenme yaşını yükseltmiştir. Ayrıca gençler fazla sayıda çocuğa sahip olmak iste memektedir. 12. Sağlık kurumlarının yetersiz olması (bazı alanlar da uzman doktorların bulunmayışı, 45 günlük görevlendirmeyle doktor tayini gibi) halkın ilçelere gitmesine neden olmaktadır. Bu durum can kaybına kadar gidebilmektedir. 13. ilde genç kız ve kadınların sorunlarına çözüm bulmak üzere bir dernek bulunmaktadır. Bu yıl faaliyet gösteren dernek kadınların eğitimi, istih damı, sorunları üzerinde çalışmalara başlamıştır. Dernek sayesinde il yararına önemli katkılar sağlanmıştır.
SONUÇ VE ÖNERİLER Yörede gerçekleşen ön çalışma sonucunda en önemli tespit, aile yapısına ilişkin her türlü konuyu derinlemesine ele alan kapsamlı araştırmalara ihtiyaç duyulduğu şeklindedir. Gözlemlerimiz sonucunda elde edilen sonuçlar yörenin sorunlarını yansıtmaktadır, üretim ilişkileri, işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, doğurganlık hızının yüksekliği büyük ölçüde aileyi etkilemektedir. Bu yapı töreyi ve geleneksel anlayışı beslemektedir. Yörede aşiret, feodal yapı ve töre üçgenine dayalı yapı çözülmedikçe birçok sorun devam edecektir. "Namus" merkezli töre suçlarının sürekliliği kaçınılmaz olacaktır. Bu konuda öncelikle kız çocuklarının eğitimine önem verilmesi gerekmektedir. Kadının okuma yazması ve giderek dış dünyaya açılması, kadının varlığını devam ettirebilmesi için geleneksele tutunma zorunluluğunu azaltacak, hatta ortadan kaldırabilecektir. Töre cinayetleri, kuma gibi feodal
uygulamaların genelde bu sistem içinde yaşayan kadınların aktif desteği ile gerçekleştirildiği göz önüne alındığında, alternatif imkanlar sunulan kadınların toplumun gelişmesine de katkıda bulunacağı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca devletin aileler üzerinde etkisini ve kontrolünü hissettirmesi de sağlanmalıdır. Kamu görevlilerinin yörenin gerçeklerini kabul etmekle birlikte törenin baskısı ve acımasızlığı karşısında taviz vermeyecek bir bakış açısının yerleştirilmesinde etkin olmaları gerekmektedir. Türk Ceza Kanunu'na Töre Cinayetlerine ilişkin bir hüküm konulduğu taktirde bu ölümlerin önlenebileceği düşünülmektedir. Töre ya da namus cinayetindeki "ağır tahrik" unsurunun kaldırılarak nitelikli adam öldürme suçu sayılması konusunda çalışılmalıdır. Terör, alt yapı sorunları (eğitim, istihdam, sağlık, ulaşım vb.) yörenin varlıklı ailelerinin büyük kentlere göçünü beraberinde getirmektedir. Kırdan gelen göçle birlikte hizmet yetersizliği ili yoksullaştırmaktadır. Bu yoksulluğun önüne geçilmesinde devletin yanında dışarıda yaşayan yerli ve varlıklı ailelerin yörelerine sahip çıkmaları da sağlanmalıdır. Eğitim, sağlık, istihdam gibi konular ailelerin yaşam kalitesini belirlemektedir. Yörede bu sorunların her biri diğerinin hem nedeni hem de sonucu olmaktadır. Bu konuda yörenin stratejik yapısına uygun acil önlemlerin belirlenmesi ve uygulanması gerekmektedir. Yörede yüksek doğurganlığa bağlı olarak hızlı nüfus artışı bir nüfus sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Aile planlaması konusunda erkek karşı çıkmakta ve buna erkeğin eğitimsizliği de eklenince doğurganlık hızı yüksek olmaktadır. Yörenin aşiret yapısına dayalı ekonomisi ve mülkiyet ilişkileri yeniden ele alınarak düzenlenmeli ve tarım arazileri üretim için yeterli birimler halinş getirilmelidir. Yörede tarım ve hayvancılık alanında üretime yönelik gerçekçi projeler uygulanmaya konulmalıdır. Hizmet yatırımlarının yörede istenen ölçüde gerçekleşmemesinin yanısıra üretime bağlı gelir konusunda da yöre içinde, kırsal ve kent kesimi yoksullaşma eğilimi göstermektedir. Bununla birlikte belirgin bir zengin yoksul ayrımı da vardır.
Yörenin eğitim durumuna okullaşma oranı açısından bakıldığında, bu oranın Türkiye ortalamasının altında olduğu görülmektedir. Kırsal alanda 6 ve daha yukarı yaşlardaki okur yazarlık oranı da Türkiye ortalamasının altındadır. Bu fark kadınlarda daha da büyümektedir. Kırsal alanda kız çocuklarının okula, özellikle yatılı bölge okuluna gönderilme eğilimi erkek çocuklarına göre daha düşüktür. Yöre insanının eğitim düzeyi yükseldiğinde ildeki göç eğilimi gerileyecektir. Bu amaçla yörede var olan çeşitli düzeydeki eğitim kurumları desteklenmeli, sayıca artırılmalı ve yeterli duruma getirilmelidir, özellikle kız çocuklarının eğitimi konusunda aileleri teşvik etmek için "kız çocuklarına özel eğitim yardımı" adı altında bir fon oluşturulmalıdır. Gerek ekonomik gerekse ulaşım güçlüğü nedeniyle ilköğretimde kız çocuklarını okutamayan aileler için Yatılı İl Bölge Okullarına işlerlik kazandırılmalıdır, ilköğretimden sonra kız çocuklarının okula devam ettirilmesi amacıyla Kız Meslek Liseleri, Sağlık Meslek Liseleri gibi karma dışı eğitim imkanları artırılmalıdır. Yörede bir öğretim yılı içinde yaklaşık dört öğretmen değişmesi gerçeğinden hareketle öğretmenlerin yörede daha uzun süre kalmasına yönelik projeler geliştirilmelidir. Yaygın eğitim gerek kırsal alanda gerekse kentte yetersizdir. Bunu arttırıcı birtakım önlemler alınmalıdır. Yaygın eğitim konusunda Halk Eğitim Merkezlerinin işlevlerini yerine getirebilecek imkan, araç, ve gereçlerle donatmak gerekmektedir. Yörede okuma yazma kurslarında erkek öğretmen olduğunda kadınlardan talep olmaması nedeniyle özellikle kadın öğretmenlerin görevlendirilmesi gerekmektedir. Beceri kurslarında kadın el emeğinin değerlendirilmesi amacıyla yörede ve yöre dışında Pazar oluşturulması ve bu görevin gerçekleşmesinde sivil toplum örgütlerinin yönlendirilmesi önemli bir husustur. öncelikle genç kız ve kadınlar ile genç erkeklerin toplumsal değişmedeki rolleri nedeniyle ilde bu kitlenin sorunlarını çözebilecek bir ÇATOM'inin oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Kırsal alandan il merkezine kayabilecek nüfusu ve ildeki büyük kentlere göç etme eğiliminde olan
memur ve işçileri yöreye bağlayacak istihdam imkanlarının geliştirilmesi gerekmektedir. Yöreye atanan kamu görevlileri (doktor, öğretmen gibi) için ilde yaşam çekici hale getirilmelidir (maddi imkanlar, konut, sosyal tesisler, kültürel etkinlikler -sinema, tiyatro gibi-). Bu görevlilere görev öncesi bölgeyi tanıtıcı uyum eğitimlerinin verilmesi niteliği artırıcı bir çalışma olacaktır. Kırsal alanda topraksızlık ve küçük topraklı oluş tarım gelirinin düşüklüğüne yol açmakta ve geçim zorluğu nedeniyle göç eğilimi gelişmektedir. Kent kesiminde yaşayanların beklentilerinin yörede gerçekleşmemesi sonucu daha iyi iş ve geçim imkanları sağlayacak merkezlere göç eğilimi doğmaktadır. Hizmet yatırımlarının yörede istenen ölçüde gerçekleşmemesinin yanısıra üretime bağlı gelir konusunda da yöre içinde, kırsal ve kent kesimi yoksullaşma eğilimi göstermektedir. Hayvan ve hayvan ürünleri pazarlamasının rasyonel biçimde yapılmayışı da parasal tarım gelirinin düşük olmasının bir nedenidir. Buraya kadar özetlenen sorunların gerektirdiği işlemlerin, konuyla ilgili uygulayıcı kuruluşlarla birlikte yapılacak çatışmalarla ayrıntılı olarak belirlenmesi gerekmektedir, özellikle üretken yatırımlar konusunda ve tarım işletmelerinin organizasyonunda il ve ilçe bazında gerekli saptamalar yapılarak uygun kararlara varmak imkanı bulunacaktır. Yörede orman alanlarının bulunmaması dikkat çekici bir sorundur. Halkın bilinçlendirilmesi sayesinde bu sorun ağaçlandırma projeleri ile çözümlenebilir. Avrupa Birliği'ne tam üyelikte Türkiye'nin önündeki en büyük güçlük, genelde kalkınma ve modernleşme sürecini tamamlamış bir ülke olmaktan ziyade, özelde bölgeler arası dengesizliktir. Yöresel gelişmeyi sağlamak amacıyla sanayi, ticaret, alt yapı ve kent kültürü yatırımlarına ağırlık verilmeli, yöre insanının ortalama gelir düzeyi ve hayat standardı yükseltilmelidir.
Kaynaklar 1. Bayhan, Vehbi, "Türkiye'de iç Göçler ve Anomik Kentleşme", II. Ulusal Sosyoloji Kongresi, 178-194. Ankara, 1996. 2. Bitlis İli Tanıtım Kitapçığı 3. Devlet istatistik Enstitüsü, Genel Nüfus Sayımı, Ankara, 2000. 4. içduygu, A. ve diğerleri, "Türkiye'de İç Göç ve iç Göçün içi Hareketine Etkisi", Türkiye'de iç Göç, Sorun Alanları ve Araştırma Yöntemleri Konferansı, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 207-241. Ankara,1998. 5. Şenyapılı, ö., Kentlileşen Köylüler, Milliyet Yayınları, 1979. 6. Türkyılmaz, A. ve diğerleri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan Terör Nedeniyle Göçeden Ailelerin Sorunları, Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1998). 7. UNICEF, Kız Çocuklarının Okullaşması İçin Yapabileceklerimiz Var, Ankara 2003.
Tüketiyorum öyle ise Var (mıy) ım Gösterimlik Tüketim ve Tüketici Kimliğinde Aile •
Dursun AYAN
özet
Abstract
Bu denemede bir kaç filozofun düşünceleri ile gündelik hayatın bazı uygulamaları arasında bir esinlenmenin sağlanmasına çalışılmıştır. Hegelci düşüncedeki aile, devlet ve Tanrı kavramları, aile pratiklerini anlamak açısından vurgulanmıştır. Ayrıca Descartes'ın "Düşünüyorum öyle ise varım" ilkesi ile gündelik dilde felsefi olmayan "Tüketiyorum öyle ise varım" kullanımı karşılaştırılmıştır. Bu metinde bilimsel bir kuram ve sayıltı üzerinde durulmamış sadece okuyucuya kendine birkaç soru sorması olanağı sunulmak istenmiştir. Anahtar Kelimeler : aile, gündelik hayat, pratik felsefe, sosyoloji, gösterimlik tüketim.
/ consume so (am) I am: Family in conspicuous consumption and consumer idendification.
Aile Araştırma Kurumu uzmanı, Sosyolog, Dr. Phil., Ankara
İn these essay we tried to inspire some connections between a few philosophers' ideas and some practice ofeveryday life. Family, state and the God concepts which were included within Hegelian thinking were emphasized for understanding of family practice. Also, Descartes's "I think so I am11 principle compared with "I consume so I am" analogical saying in non philosophical using. There is no scientific theory and assumption but it is whished only a few question opportunity ask themself for readers in this text. Key words: family; everyday life, practical philosophy, sociology, conspicuous consumption
Giriş Halk arasında felsefe ile gündelik hayatın bağları sanki kopuk da bu iki hayat ve/ya düşünce şekli başka başka dünyalarda gelişip sonra iş olsun diye entelektüel ortamlarda buluşuyorlarmış gibi bir izlenim vardır. Belki bu izlenim sistematik felsefelere karşı tavır geliştiren öznel felsefecilerde pratik felsefe, insan felsefesi gibi yeni akımlarla ve çocuklar için yazılan felsefe kitaplarıyla biraz kırılmaya uğrasa da toplum genelindeki matematik korkusundan beş beter bir korku felsefi düşünce için geçerlidir. Oysaki matematik ve felsefe hiç de hayattan kopuk değildir; onların kökeninde gündelik alelade başarılı iş ve düşünce yatmaktadır. Aile ve toplum hayatı küçük başarıların anlam kazanarak yükselebildiği ortamlardır. İdeal inanç kavramları ve görüngüler (fenomenler) de bu ortamın metafizik tabanını oluşturmaktadır. Maddî ve manevî hayatın felsefe dünyasındaki yansımaları materyalizm, pragmatizm, idealizm, rasyonalizm şeklinde kabaca toplanabilir. Aile, devlet ve tanrı idealizmin ve sistematik felsefenin ana konusu olurken bunların özel mülkiyeti destekleyerek sömürüye neden olan görüngüler olduğunu söyleyen materyalist ve anarşist düşünceler bunların varlığına karşı çıkmıştır. Bu bakımdan aile idealist Hegelyen felsefeler için önemli, materyalist felsefe için ortadan kaldırılması gereken bir kavramdır. Oysa gündelik hayatın örüntüsünde bu durumlar o kadar iç içedir ki zaman zaman ailenin ve devletin kurallarına karşı gelinmekte, tanrısal emirler ihlal edilmekte; zaman zaman da bu değerlere sıkı sıkı sarılan söylemler ve birliktelikler oluşturulmaktadır. Hatta maddenin insan üzerindeki egemenliğine, meta tapınımına karşı çıkan komünizm gibi materyalist bir anlayış, aileye özel mülkiyeti desteklediği için, zengin ailelerin diğer insanları sömürerek kapitalizme ve aristokrasiye neden oldukları için karşı çıkarken yüce değerler adına aileyi destekleyen idealizm bir yandan aile yoluyla materyalizme ve sömürüye yol aça-
bilmektedir. Ya da aşırı devletçi komünist yapılar bir yerde kendini tasfiye edebilmektedir. Bu bitimsiz bir tartışmalar hâlâ devam etmekte, zıtlıklarını özünde barındıran diyalektik yapı yeni oluşumlara gidebilmektedir. Diğer yanda insanı akıl ile, ruh ile açıklayan ama onda bedenin varlığını da inkar etmeyen Descartes Karteziyen felsefe denilen düşüncesinde ikili yapılar koymakta madde ve dış dünyayı da insan hayatını tamamlayan vazgeçilmezler şeklinde tasarlamaktadır. Onun çok bilinen "Düşünüyorum öyle ise varım" ifadesi bu tasarım içinde aklın/düşünce yetisinin insan ve doğayı anlamak için temel olduğuna işaret etmektedir. Yoksa "yürüyorum öyle ise varım", "okuyorum öyle ise varım", "gülüyorum öyle ise varım" gibi şeyler de söyleyebilirdi. Ama o bu gibi beşerî görüngülerin hepsini düşünmüş ve bunlarla bir açıklamaya gidilemeyeceğine karar vermiştir. Bu aslında Descartes'an idealizme ve akılcılığa giden düşünce yoludur. Descartes'in zamanında da kapitalizm, tüketim toplumu, göstermelik tüketim, reklam furyası, medya oligarşisi gibi kavramlar çok revaçta olsa idi, öyle anlaşılıyor ki önce "tüketiyorum öyle ise varım" diye aklından bir şeyler geçirip sonra bundan vazgeçecekti. Çünkü hiçbir beşerî görüngü, ona göre, insanın aslî niteliğinin üzerinde olamazdı. Zaten, kaldı ki insar aklı ve düşüncesi, de ona, göre insanın "haz ve zevk" düşkünlüğü ile zayıflayabilecek bir durumda idi. "insan aklı hata yapmaz, onu hataya düşüren hazdır" ifadesi onun gözden kaçan cümlelerindendir. Bu arada hazcı (hedonist) bir felsefe okulu da ilkçağ'dan beri varlığını hep sürdürmektedir. Descartes her ne kadar zaman, mekan ve düşünce düzeyi olarak bizlerden uzak bir adam gibi görünse de, o, bu günün görünür dünya hazlarına aşırı düşkün, tüketici insan tipindeki yabancılaşmayı bilmektedir. Tabii ki tüketmek zararlı değildir; zararlı olan tüketmeyi insanlığımızın kendisi sanarak diğer beşerî görüngüleri doğrudan ve/ya dolaylı olarak inkar etmek; fanatik tüketici olmaktır. Düşünce tarihinin diğer önemli idealist düşünürü
Hegel aileyi, devleti ve tanrıyı biri birinin desteğinde insanlık idealinin ayakları olarak hesaba katmaktadır. Maddeci (materyalist) sistematik ve varoluşçu deist, ateist öznel felsefelerin eleştirilerine, bu nedenle, yeterince muhatap olmuştur. Mutlaka felsefe eleştirel bir düşünce ile beslenerek çapaklarından arınabilecektir. Hegel'in Aristo, Platon ve diğer bazı ilkçağ ve Ortaçağ filozoflarından beri getirdiği idealist rasyonel anlayışın hiçbir eleştiriye uğramaması söz konusu değildir. Unutmamak gerekir ki aile, devlet ve tanrı bugün bile yirmibeş yüzyılı aşmış düşünce tarihinin en gündelik eleştiri konularıdır. Büyük düşünürlerin aslında hiç de gündelik hayatımızdan kopuk olmadıklarının bundan daha iyi bir işaretini vermek mümkün değildir. Ailenin ortadan kaldırılması, devlet ve tanrının birey ve kurumlar üzerindeki sultasını yıkmak gibi düşünceler anarşizm söylemlerinde yer alırken komünizm de aile ve tanrıya pek iyi gözle bakmamıştır, insanlık bu düşüncelerin bazı yanlarını zaman zaman benimsemiş, komünist devletlerde aile ve tanrıyı ortadan kaldırmayı denemiş, ancak son kertede uygulamalar bu kavramlara hakkını teslim etmiştir. Anarşizmin, komünizmin bu kurumlara karşı tavrı nettir ve kimseyi yanıltmamaktadır. Oysa ki liberalizm, kapitalizm, muhafazakarlık gibi düşünce gelenekleri, oraya çıktıkları zamanlarda, komünizm, anarşizm, materyalizm, devletçilik gibi piyasa sultalarına karşı koymakla sevimli bir görünüm çizerken ailede çözülmeler, tanrı inancının yerini gizli, gizli insana ve metaya tapınmanın alması ve devletin yerini uluslar arası kapitalizme dayalı piyasa ekonomilerine bırakması bu dönemlerde su yüzüne çıkmıştır. Rönesans, Sanayi Devrimi, Fransız ihtilali gibi olaylara yönletimde (referans) bulunan görüşler artık II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa düşüncesi, bilgi çağı, tüketim toplumu, emperyalizm, post modernizm gibi olgulara yönletimde bulunmaya başlamıştır. Türkiye de bu kavramlardan yeterince nasibini almıştır. Diğer taraftan düşünce tarihinin tahtından indiremediği "özgürlük" tartışmaları bu tahtda oldukça
uzun kalacağa benzemektedir. Bu kavram hemen hemen tüm düşünce öbeklerindeki çatlaklardan sızarak kendine bir akar bulmaktadır. Ancak pek çok felsefî konunun sulandırılması gibi "özgürlük" kavramı da büyüsünü sokağa taşımış "bireysel egoizmi", "keyfine düşkünlüğü" çağrıştırmaya başlamıştır, özgürlüğün bireyselciliğin soğuk doktirinine dönüşmesiyle toplumsal birimler temelinde değil birey temelinde hesaplar yapan ideolojiler, ekonomik sitemler, din ve düşünce anlayışları, söyleme dayalı içi boş yapay gerçeklikler dünyayı sarmaya başlamıştır. Namık Kemal'in özgürlüğün lafını sevmenin özgürlüğün kendisinden daha efsunlu olduğunu tespiti oldukça anlamlıdır. Bu genel gidişat artık söylemlerini sadece filozofların ağır, okunması zor kitaplarında değil, önce edebî eserlerde sonra gazete sayfalarında, ekran parıltılarında, radyo frekanslarında sundu. Felsefi düşünce de bunları kavramlaştırarak soyutlamalara dönüştürdü. Bir yandan da Klasik Avrupa düşüncesi sahneyi Pragmatist Amerikan düşüncelerine bıraktı. Okyanusu geçen kavramlar bu sefer Amerika'dan yeni deniz aşırı seferlere çıktı. Bu seferler sırasında belki de "özgürlük" ve "tüketim" bir şekilde evlendiler ve biri birileriyle anılmaya başladılar. Nerede ise "özgürlük" "felsefe"yi, "tüketmek" "üretme"yi unuttu. Veya böyle görünmesi gerekiyordu, çünkü yeni yerlerde kalacak yer bulmak için bu evlilik cüzdanı işe yarıyordu. Hazcı Avrupa düşünürlerine karşı eleştiriler nasıl gelişti ise Amerikan düşünce geleneğinde yetişen düşünürler içinden bazıları da tüketim ve meta fetişizmi için eleştirilerini ifadede gecikmediler. Bunlardan birisi konumuz açısından önemidir. Thorstein Veblen Aylak Sınıf Kuramı (The Theory of The Leisure Class) adlı ünlü yapıtında günümüz insanının, bugün tartışılan pek çok yanıyla birlikte, "gösterimlik tüketim" yanını ortaya koyduğunda XX. Yüzyılın eli kulağındaydı. Anadolu Türkçesiyle söylenirse, "Görmemişlik" ve/ya "Desinler" yeni bir olgu değildi, ama tüketim
olanağına sığınarak tüm varlıklarını yeni bir zümre
anlayışıyla "görmemişlik" şeklinde yansıtan insan tipi, kapitalizmin ve liberalizmin arayışlar dünyasında, bir tür "dönemsel ahlak" yaşatacak, bu durum Kant'ın "görev ahlakından" farklılaşacaktı. Descartesi'in "düşündüğü içen var" olan adamı "tükettiği için var" olacaktı. Buraya kadar genel hatlarıyla serimlenen düşüncelerin ve kavramların ağır felsefî havasından gündelik hayatın sosyolojisine dönerek konuyu ailetüketici kimlik-bireysel özgürlük görüngüleri içinde hafifletmeye çalışalım. Bunu yaparken de psikolojisosyoloji- ekonomi disiplinlerinin kesiştiği "reklam" olgusunun ve "aile durumlarının gözümüze ve aklımıza gelen izlenimlerinden bazılarını hatırlayalım, önce aileye bakalım: Vazgeçilmez Aileden Tercih edilebilir Aileye
Aile ve onu hazırlayan evlilik dönemi, biri birini tamamlayan iki olgu olarak, toplumsal hayat dinamiklerini olumlu ve olumsuz yönleriyle içinde barındırmakta; kültür ve uygarlık birikiminin, insanlık tarihinin belli başlı görünümlerini gündelik hayatın dokusu içinde ortaya koymaktadır. İnsanın toplumsallaşması, toplum ve devletin insan(cıl)laşması, Tanrı'nın metafizik âlemden ödünçlenerek dünyalık kaygılarımızla algılanması öncelikle aile minik evreninde gerçekleştirilebilmen bitimsiz çabalardır. Aile toplumsallığa müptela insanın vazgeçilmezi durumundadır. Her ne kadar bu minik evren bazen yıkılıp yeniden yapılsa da onu yıkmak isteyen veya ikame eden kurumlar ve kuruşlar bile aile simülasyonları olmanın ötesinde bir şey olamamaktadır. Bireylerin, öncelikle aile içinde sonra da toplum içinde oluşmaya başlayan kişilikleri, kişinin ve mensup olduğu toplumsal birimlerin, kendini tanrı, devlet ve aile algılarına karşı (göre) konumlandırmasında temellenmektedir. Beslenme, beden kültürü, cinsel ilişkinin meşruiyeti, din, siyaset, bireyler ve gruplar arası mücadele gelenekleri, ekonomi, eğitim gibi biri birini etkileyen yapılanmalar kişinin ideali ile dış dünyanın pratikleri arasındaki gerilimde, onun yeni ufuklara açılmasına, bazı durumlarda da açmazlara
girmesine ortam hazırlamaktadır. Aile ve birey boyutlu çıkışlar, kopuşlar, bağdaşma biçimleri ve arayışlar böyle ortaya çıkmaktadır. Aile içinde bireyin konumlanışına, aile içinden ve aile dışından şu ya da bu şekilde müdahalenin şekli ve niteliği bu bakımdan önemlidir. Bir görüşe göre, insan yavrusu erken doğmuştur; prematüredir. Bedensel yetenekleri bakımından, diğer canlı yavrularına oranla anaya ve aileye daha çok ve daha uzun süre bağlıdır. Doğuştan gelen bu toplumsallaşma zorunluluğu ileri dönemlerde kişinin bireysel özgürlük ve bağdaşma anlayışlarında, şu ya da bu şekilde, kendini ortaya koymaktadır. Olumlu kişilik oluşturmuş kimseler; kendilerine has bireyciliklerini ve saldırganlıklarını özgürlük sanan egoistler; şahsiyetlerini mensup oldukları farklı gruplara ezdirerek toplumcu olduğunu sanan aşağılık kompleksli kimseler; her türlü gücü diğerlerini ezmek için bir araya getiren sosyopatlar böylece ortaya çıkabilmektedir. insanın toplumsallık yazgısı, tek tek bireylerin toplum hayatında bir ruh erginliği gerçekleştirebilmeleri ölçüsünde geleceğe yansıyacak anlamlı değerler dizgesi ortaya koyabilecektir. Aile ve toplum hayatının hikmeti bireyi tarihe hazırlamasıdır. Zayıflayan Bağlar ve Kopuşlar
insanlık tarihinin ne zaman nasıl başladığına ilişkin tartışmalar bir yanda süre dursun, insanın bireysel kimliğinin ortaya çıkışı, dinî ve mitolojik metinlerden hareketle denebilir ki, cennetten kovulma ile başlamıştır. Ne olduğu tartışmalı ama yasaklandığı meyveyi şeytanın tanıtım ve teşvikiyle (reklam/represantasyon) yiyip örtünmek zorunda kalan ve böylece dünyaya kovalanan insan emre itaatsizliği ve yersiz tüketici kimliğini dünya taşımıştır. Dünyalık insanın yeryüzü hayatında da metafizik, felsefi ve toplumsal yüksek değerlerden kopuşlar ve/ya bağların gevşemesi devam etmiş; dünyadaki deneyimi arttıkça kendisini beğenmeye başlamış; yeni dünya düzenleri ile kendini insanlığın ve onu oluşturan kurumların önünde ve/ya üstünde tutan bir kimlik ve izlenim-etki (imaj) kazandırmaya doğru çaba sarf etmiştir.
Genel bir belirlemeyle, çok da iddialı olmamakla beraber, denebilir ki II. Dünya Savaşı sonrası birey, özellikle Avrupa ve Amerika geleneğinde, kendisini belirleyen son kurum olan aileden de kurtuluşun yolunu bulmuştur. Aile artık tanrı, din, kilise, devlet ve diğer toplumsal kurumlar gibi insanın kendini kendi yapmasını engelleyen bir kurum olarak bireyin önünden kaldırılmak istenmiştir. Aynı insan diğer insan(lar)ı da bu gözle görmüş sonra bu iğretilemeyi aile üyeleri için gerçekleştirmeye başlamıştır. Kendine has bir birey ve toplum paradigması olan doğu insanı ise, ilk bakışta daha mazbut bir etki yaratsa da mitolojik ve dinî metinlerden, masallarından anlaşıldığına göre onun da pek çok gazaba uğramasının altında kendini aşırı beğenmesi, tanrı ve toplumsal, değerlere karşı gelmesi, peygamberleri ciddiye almaması vardır. Tabii ki tek insanın önemini inkar etmek, onun kendini beğenmesi haline tamamen karşı çıkmak tarih ve sosyolojinin silinmesi demektir. Ancak, yabancılaşma açısından bakılırsa, insanın kendi mümkününü kendi zorunluluğuna tercih etmesi tehlikelidir. Yani, toplum ve kurumlar bir zorunluluktur; tek yaşamak bir anomik/patolojik mümkündür; kendi merkezli tek (yalnız) olma hali, kendi emeğiyle kendini sömürtmek bir yabancılaşmadır. Bunun örnekleri çoğaltılabilir. Fuerbach, Hegel, Marx, Gurvitch, Durkheim, Prens Sait Halim Paşa bunların üzerinde durmaktadır. örneğin, varoluşçuluğun (eksistansiyalizm), düşünsel kökenleri önceki zamanlara gitse de (Kierkegaard), bireyi kurumlar dışı bir tasarımlamaya alması, ona bu anlamda bir özgürlük alanı tanıması 1945 sonrası Avrupa merkezli felsefeleri, (Bergson, Sartre) sanat anlayışlarını, dünya görüşlerini, edebiyatı ve üretim-tüketim kalıplarını etkilemiştir. Reklam tasarımlarında liberalizm-kapitalizm en geniş etki alanına ulaşabilmiştir. Araba, ev gereksinimleri bile bir aşırı tüketim biçiminde şekillendirilmiştir. Avrapa ve Amerika'daki bu gelişim zaman farkıyla Türkiye'ye birinci aşamada 1960 lar, ileriki aşamada 1980 ler sonrası bir oluşumla yansıdı ve/ya taşındı. Tek kişilik imalat tasarımları, giyim kuşam ve beden
kültürünün kamusal alanda bireye, geleneklerle çatışma pahasına/daha gösterimlik bir yer ayırması; hatta mimarlıkta küçük evlerin itibar görmesi kendini gösterdiği gibi araba reklamlarında "aile arabasından bir "kişi"nin ve/ya "sevgili"nin arabasına giden bir sanatsal kurgu ön koşuna çıkarılmaya başladı. Bu konuda edebiyat ve sinema ile etkileşimler oldu. Ailenin kırsal kesimde buluştuğu yer olan "ocaklık" kentte soba ile yer değiştirdiyse de "kaloriferli evler" bireysel mekanların oluşumunda en etkili mimariyi gerçekleştirebildi. Her ne kadar ocaklık ve şömine, dış görünüşleri itibari ile, benzerlik gösterse de bu iki unsuru kullanan aile tipleri ve gelir düzeyleri arasında pek benzerlik bulmak mümkün görünmemektedir. Avrupa ve Sovyet kaynaklı düşünce hareketlerinin öğrenci olaylarıyla ideolojik bir görünümle yansıdığı (1968-1980) Türkiyesi daha entelektüel, eylemci, bu eklemlenmeden kaynaklanan bazen üzücü bir izlenim verirken 1980 sonrasında yansımalar gündelik hayatın ekonomik ve spekülatif davranış normlarının geniş halk tabanına inmiş kapitalist, liberalist ve üçüncü dereceden eksistansiyalist niteliklerini sergilemiştir. Tüketimin büyüsü nerede ise özgürlüğün büyüsüne karışmaya yüz tutmuştur. Özal dönemiyle "işini bilen memur tipi"nin hummalı bir şekilde olup olmadık lanse edilmesi ailesinin gelirine, belki de o zamana kadar devlet ve aile terbiyesinde meşru olmayan, ek girdiler sağlıyormuş izlenimi verdi. Aile içinde "birey egoizminin", toplum içinde "bizim aile egoizminin" tırnağı yer tutmaya başladı. Oysa ki "işini bilen memur" teolojik anlamda günahkar, devlet bakımından suçlu, aile açısından terbiye yoksunu olarak değerlendirilme riskini taşımaktadır. Buna rağmen memur tipi ve ailesi reklamlarda ara sıra yer alırken "gariban" kimliğinden pek kurtulamadığı gibi komedi programlarında açık gözlülük ile acizlik arasında gidip gelmeye mahkum edilmekteydi. Durum aslında işçi ailesi için de geçerliydi. Bu ezilen, tüketim sıkıntısı çeken "garibanlar" ve "özenenler" kategorisi yanında bir "zenginlik durumu" en azından "reklam draması" için gerekli olacaktı.
Bol kazanç kapısı gibi gösterilen serbest meslek sahipliğine itibar sürekli mitolojik bir zenginlik hayali gibi piyasaya sürüldü; nerede ise emeği ile devlet kapısında ve başka bir yerde "çalışan insan" ikinci koşuna düşürüldü. Reklamlarda "ortalama alış-veriş yapan insan" yerini "tüketen insan"a bırakırken tüketimi dolaylı destekleyen ve medyatik ortamda yeniden üreten dizi filmler de büyük bir destek sağladı. Demek gerekir ki bundan en büyük zararı "zengin olma" olgusu görmüş olmalıdır. Çünkü zenginlik de kendisine yabancılaşarak üretmekten çok alıp-satmanın kârı gibi tasarlanmış ve sunulmuştur. Yeni Bağlanışlar ve Yabancılaşmalar
insanın kendini tanıtmasındaki değişiklik anlayışı insana kendisini tanıtanlarca keşfedilip üzerine gidilince, bireysel düzeyde olup bittiği sanılan tüketim davranışlardaki psikolojik tonlamalar değişik sosyopsikolojik normları (Muzaffer Şerif), sosyoekonomik kurumlaşmaları ve sektörleri doğurdu. Belki de tanrının, ailenin ve toplumsal kurumların belirleyiciliğinden çıkarak kendini özgürce tasarladığını düşünen (düşük dereceden eksistansiyalist taklitler) insan, kendini, ikinci dereceden bir yaratmanın etkisiyle yeni bir belirlenişe, yeni oluşmuş toplumsal kurumların etki alanına götürmüş; özetle yabancılaşmaya yüz tutmuştur. Bu nedenle devlet kutsallığının bürokratik dayatmalara, dinî kutsalların parti hareketleriyle siyasal kutsallığa, bireysel özgürlük ve tüketim normlarının din dışı kutsallığa, meta ve insan tapınımına dönmeye başlaması sosyolojik bakımdan yeni açılımlara gebedir. örneğin, reklam tasarımı olarak oldukça başarılı olan "Ben özgürüm" başlıklı cep telefonu reklamı "felsefi anlamda özgürlük" kavramıyla bağdaşır olmasa da "teknolojik olanağa bağlı bireysel serbesti"yi ilginç bir kurguya sokabilmiştir. Bu yabancılaşma dönüşümünü, aslına bakılırsa, insanlık farklı zamanlarda farklı kurumlarda, farklı insan görüngülerinde yaşamıştır. Şimdi bireyselleşme
ve buna bağlı tüketim ve değer normlarında yaşanan bu durumun yerini yarin başka bir yabancılaşma şekli alabilir. Ancak aile özelinde düşünülür ise, örneğin 1980 sonrası batı toplumlarında görülen derlenip toparlanma çabalarının "uydurmaca özgürlükler" sonucu uzun yıllar boyunca oluşan çöküşlerin önüne kolayca geçemeyeceği izlenimi edinilmektedir. Kuramsal anlamda "birey olan Avrupalı-Avrupa topluluğu üyesi uluslar" ve "sistem felsefeleri-öznel felsefeler" diyalektik yapısı akla getirilebilir. Maneviyatın çözüldüğü "gerçek küçük aile"den siyasetin, cemaatleşmenin ve ekonominin güçlendiği "yapay büyük aile"ye yönelişi de ilginç çağırışımlar sağlayabilir. Türk aile hayatının sosyolojik bağlantıları batıdaki çözülme aşamalarını çağrıştırır işaretler vermektedir. Bunları karşı ulusal duyarlılık ve politikalar geliştirilmesi aile, demografya ve sosyomorfolojik yapının geleceği açısından önemlidir. Bir yanda; Türkiye toplumunda genel ekonomik sorunların kaynağı olan zihniyet yapıları ile kalıcı ve sürekli mücadelelerin uzun zaman alacağı, diğer yanda; üretici kültürel tonlamanın top yekûn bir yapı özelliğine dönüşmesi karşısındaki direncin gücü düşünülür ise, tek tek insanın ve ailelerin geçici anlayışlarla avutulmaları onların bireysel ve ekonomik özgürlük anlayışlarının su yüzüne çıkmasını geciktirecektir. Siyaseten güncel çözüm ve anlayışlarının ister istemez kendini göstermesi toplumsal ve ekonomik bağlamı güçlü gerçekliğin algılanmasını engellediği sürece aileden başlamak üzere tüm kurumlarda çözülmelere neden olacaktır. "Biz" Merkezli Zorunlu Tüketimden "Ben" Merkezli Gösterimlik Tüketime
Tüm insan yapıp etmeleri içinde tüketmek patolojik bir durum, toplumsal ve/ya bireysel bir sapma değildir. Gereksinimlerine göre tüketme yeteneği olmayanların, ürettiklerini tüketemeyenlerin üretim gücü zayıflayabildiği gibi toplumsal ve bireysel olarak kendini gerçekleştirmede sıkıntıları olacaktır. Tüketmek zorunluluktur. Nüktedan kimliğinden daha
öte filozof kimliği ile de tanınması gereken Nasrettin Hoca'nın "Ye kürküm ye" imâsı dış görünüşe çok önem verenlere bir eleştiri olsa da insanlığa genel karakterini veren maddî hayatı nesnel olarak ortaya koymaktadır. Asıl sorun tüketimin, ister aile için ister birey için yapılsın, bir davranış olarak diğer insan donanımlarının ve yapıp etmelerinin üzerinde bir nitelik kazanmasıdır. Son yıllarda Türkiye'de .de kendini gösteren farklılaşma, özellikle reklam kurgusunda, tüketimin belirgin bir şekilde bireysel olanın ön koşuna çıkarılmasıyla sunulmasıdır. Tabii ki bireyin ilk kopacağı veya bağlarını zayıflatacağı birim, reklam tekniği olarak da ideolojik kuram olarak da ailedir. Bir cep telefonu reklamında eşlerden birinin ailesini terk ederken pek çok şeyden vaz geçip telefon sistem kartını kendine saklaması ilginçtir. Aile ve devletle bağları zayıflatmak ilk bakışta insanın tarihî, düşünsel gelişimiyle ilgili olduğu gibi toplumsal yapının şekillenmesinde ve içerik kazanmasında etkili olan politik ve ekonomik insan algısıyla da mantıklı bir ilgisi vardır. Kapitalizmin, liberalizmin bu anlayış temelinde gelişmesi doğaldır. 1950 sonrası ekonomik politikalarda ve ekonomik sorunlara çözüm arayışlarında -özellikle 1990 sonrasıtüketimin pompalanmak istenmesinin ideolojik tabanı tüketimin hemen hemen her boyutta bir yaşama tarzı olarak, her ne şekilde olur ise olsun, önerilmesidir. Düşünüyorum öyle İse Varım -Tüketiyorum öyle İse Varım Descartes, "Düşünüyorum öyle ise varım" derken kendi felsefe sistemini buna göre kurmuştur. Konu felsefenin dışına taşınırsa: gündelik hayatın sohbetlere yansıyan kesimlerinde "Tüketiyorum öyle ise varım" düşüncesi önemli ölçüde dile gelmektedir. Bunu bir adım daha öteye taşınması, belki de çizgi ötesi olan ifade, "Benim dediğim gibi tüketiyorsun; öyle ise varsın" diye tüketim empozeleridir. Buna bir de "hemen şimdi" tüketin dayatması eklenirse durum tüketimin (tükettirenin) birey üzerindeki sultasına
dönüşmektedir. Bu baskıya karşı koyabilmek yetisi top yekûn kazanılması gereken ulusal ve beşerî bir uylaşımın (mutabakatın) insan bilincinde oluşmasıdır. Tüketim dayatmaları karşısında insan kendisini, tüketimi temelinde bir kurgulamaya almakta, başkasına da bunu doğrudan ve/ya dolaylı olarak önermektedir. "Siz hâlâ annenizin yağını mı kullanıyorsunuz?" denilirken reklamın aile üyesini göstergelemesi ve Türkiye gibi nüfusunun yarısı kırsal kesimde hayvanî yağ kullanan bir kültürde yapılması dikkate değerdir. Daha önceki zamandan "Atın, atın eskimiş çoraplarınızı atın; atamazsanız paspas yapın" sesine kulak verilirse; "atmak" ön koşunda, "paspas yapın" derken bir tasarruf ve üretim yadsınmamış görünse de bir alaycılık söz konusudur. Margarin ve deterjan reklamları ister istemez aile boyutludur. Buna rağmen bireysel tonlamalar vardır. Ailenin margarini artık annenin beden ölçülerini bozmayan, güzelliğine halel getirmeyen bir şeydir. Daha önceleri bir krem reklamı aileyi bütün üyeleriyle dikkate alırken son zamanlarda görülen bir reklamda krem küskün karı kocanın arasını düzelmeye adının tenini yumuşatarak vesile olmaktadır. Daha sonra bir krem reklamı işi siyasileri de kapsayan bir tartışmaya kadar vardırmıştır. Çünkü krem artık cilt ile ilgili bir dermatolojik tıbbî nitelikten çıkıp başka bir tüketim boyutu kazanmıştır. Bir devlet bankasında geçtiği üstü kapalı olarak belirtilen reklamda, bu banka personelinin özel sektör bankacılığına itibarı "teessüf ederim" sözüyle müdür tarafından eleştirilmektedir. Kendi gerçeğini değil başkasının gerçeği üzerinden düşünerek tüketen aile anlayışının durumu düşünülür ise; devlet olgusunun da aile gibi düşünüldüğünü çağrıştırmaktadır. Belki bu durumun özel bankalar ve özelleştirilen devlet banklarının yeniden devletleştirilmesi konusuyla bir ilgisi olabilir ki karma ekonomi ve profesyonellik bakımından anlamlıdır. Boşanıp (ayrılan) ama yeniden birleşen ailelerin durumu ile özelleşip yeniden devletleşen banka iğretilemesi çok âfâkî
görünmeyecektir. 1980 sonlarından 1999'a doğru özel sektörde çalışan insanların (aile üyelerinin) itibarı devlet memurluğuna oranla değişmiş ve bu durum reklamların ana oyuncu karakterini etkilediği gibi dizi filmlere de aksetmiştir. özellikle şampuan, banka, kredi kartı ve içecek reklamlarında kendini gösteren "çizgi ötesi bir dayatma" durumu daha vardır. Reklam tüketiciye "Varlığının anlamı ve önemi sadece tüketmekle olmaz; ancak ve ancak benim tükettiğimi benim istediğim gibi, istediğim miktarda, istediğim zamanda tüketirsen o zaman olabilir" demektedir. Bu durumun despotik olarak değerlendirilme tehlikesi yüksektir, çünkü tüketici bir toplumun, topluluğun veya ailenin üyesi olarak değil, yönlendirilecek başı boş ve parasının hesabını bilmeyen biri olarak hesaba katılmaktadır. Hatta insan yerine tüketim araçlarının ikamesi gibi durumlara şahit olmak mümkündür. Bir cep telefonu reklamında can-ı gönülden çalışan ve patronuna hizmette kusur etmeyen melek gibi bir sekreterin tüm çabalarına rağmen bir telefon kadar itibar görememesi, kurumlar bir yana, tamamen insan olgusunun değerini sıfır noktasına çekmektedir. Bazı araba reklamlarında böyle bir meta fetişizmi, kadının da senaryoya dramatik unsur olarak sokulmasıyla katmerli bir şekilde ekranlara yansıyabilmektedir. üretici ve Projeli İnsan Tipleri
Her zaman tüketici kimliğinin konforla, gösterişle, saygın tüketici tipiyle ön koşunda tutulması reklamın diline uygundur. Reklam konusunda Türkiye'nin hatırı sayılır bir başarı grafiğinin olmasındaki üretici, yaratıcı birikimi ve emeği inkar etmek mümkün değildir. Denebilir ki reklamcılar çok çalışarak, sıkıntı çekerek az çalışan, konforlu yaşamaya düşkün reklam filmi kahramanları, senaryoları yaratmaktadır. Arada bir de olsa, onların çalışkan, projeli, emektar kimlikleri reklamlara yansımaktadır. Ayrıca tembellik eğilimi bir toplumda genel karakteri gösterse de bunu kıracak çalışkanlar her zaman vardır.
Aileyi ve insanı üretici kimliğiyle tasarlayan reklamlar olarak; "su satan çocuk", müşterilerine daha kaliteli hizmet vermek için "proje geliştiren taksici" ve "çok çalışmam gerek" diyerek eve okuldan yorgun gelmesine rağmen çalışma ve üretme fikrinde ve niyetinde olan çocuk reklamı neredeyse insanın yüreğine su serpmektedir. Bunları tüketici kimliği dayatan reklamcılık geleneğinde önemli kırılmalar olarak değerlendirmek gerekir. Kalabalık Yalnızlık/ Bireyselciliğin Soğuk Doktrini
Bireyin ön koşuna alınarak tasarlandığı kurumların nispeten ikinci sıraya itildiği, tükettiği kadar adam olduğunu ve özgürleştiğini sanan insan tipinin yaygınlık kazanması batı dünyasında yıllar önce eleştiri gören "bireyselciliğin soğuk doktrini" olgusunu su yüzüne çıkmaktadır. Aile açısından bakılırsa; boşanmalar, evlilik oranında düşme, evlilik yaşının yükselmesi, kreş ve yaşlı yurtlarının çoğalması, komşuluk ve akrabalık ilişkilerinde zayıflama, hayırlı evlat tipinin değişmesi (bayramda şeker alıp çocuklarının gelmesini beyhude bekleyen yaşlı ana-baba reklamı akla gelebilir) son yirmi yıl içinde daha çok su yüzüne çıkmaktadır. Tesadüfi nüfus yapısının genel karakter olduğu kentlerde ve iş yerlerindeki artan arkadaşlık ilişkilerinin akraba ve hemşehri ilişkilerinden öne çıkması bireylerin tüketim kapasiteleriyle ya kendilerini göstererek orun (statü) kazanmalarına ya da fakirliklerinden dolayı geri koşuna çekilmesine neden olmaktadır. Çocukların isteklerini yerine getirmede boynu bükük ve mahcup ana- baba tipinin tüketememesi bile aslanda tüketimin yaygınlığına işaret etmektedir. Orada tüketemeyen anne-baba modeli "başkasının anne-babası"nm böyle olmadığına yönletimde bulunmaktadır ki felsefî anlamda "başkasının beni" konusuna deyinen Alman filozof Husserl'i akla getirmektedir. Kentleşme ile ortaya çıkan "yalnız kalabalıklar" kategorisi aslında aile içinde de yalnızlıkların bir işareti olarak düşünülebilir.
Cumhuriyet
Dönemi Türk İnsanının Maddi
Kimliğine İlişkin Bir Soyutlama
Cumhuriyetin kuruluşunda fakir ve dışarıya (Duyun-u Umumiye) Osmanlı'dan dolayı borçlu olan toplum/devlet bu durumundan kurtularak "fakir ama borçsuz" bir kimliğe erişebilmiştir. 1950 çok partili parlamenter sisteme dayalı dönem "fakir ama borçlanan" bir toplum ve devlet kimliğini başlatmıştır. "Borçlanmak fazilet ve beceridir" diyebilecek politikacılar tarafından takdim edilebilen Türk ekonomik zihniyeti 1980'den sonra ise toplum tipinde belirleyici sosyolojik/malî karakter olarak ilginç bir görünüm sergilemektedir. Artık "borçlu, fakir ve zengin taklidi yapmakta yetenekli" insan tipi ile bu insan tipinin siyasî ve ticarî yansımaları toplum aynasına düşemektedir. Borçlanmayı yetenek sayan anlayışın reklamlarda yansıması ise kredi kartı sloganlarında somutlaşmaktadır; "yumurtayı ve ekmeği taksitlendirin" ve "harcadıkça kazanın." Bunun tamamlayıcısı bir başka açıklama ise "yedikçe zayıflayın" sloganıdır. insanların, ailelerin, ekonomik ve toplumsal birimlerin ve devletin kendini malî ve ekonomik olarak tüketici kimlik ve oy toplayıcı politik kaygıyla gerçeklikten uzak sunumu "zayıf tarihsellik", "toplumsal yabancılaşma" ve "anomi" kavramlarını çağrıştıracaktır. Bu açıdan bakıldığında Fransız sosyolog ve toplum felsefecisi Emile Durkheim, ve dayanışma bağlarının çözülmesini, biraz da ibret olsun diye,
toplumların sonu gibi anlatan ünlü Klasik islâm Ortaçağ filozofu ibn Haldun akla gelmektedir. Değerlendirme
Buraya kadar yapabildiğimiz serimlemede her hangi bir bilimsel kuram, her hangi bir sayıltı, herhangi bir politik görüş ve araştırma sonucu verilmemiştir. Amaç, gündelik hayatın içindeki ailenin ve insanın pratikleri ile düşünce hayatının üstünde yer aldığı için toplumdan ve pratik sorunlardan azade imiş gibi varsayılan filozofların düşünceleri arasında bir gezinti yapabilmektir. Bu gezintide Kant, Hegel, Descartes, Durkheim, ibn Haldun, Veblen ve başka düşünürlerin kah ayak izlerine basmaya kah yanlarında kollarına girmeye çalıştık. Reklamcıların yaratıcı görüntüleri ve sloganları ile felsefi kavramların çeliştiğine göz atıp, politik gerçeklik ile, siyasal gerçeklik ile, tüketmenin gerçeği ile top yekûn insanın tepeden tırnağa var olmasının gerçeği arasında farklar olduğuna değinmek istedik. Bazen eleştirilerde dilimiz uzadı bazı fikirleri belirtmede fikirlerimiz kısa düştü. Belki bazı çağrışımların oluşmasını okuyucunun zihin ve esin zenginliğine bıraktık. Ama aile gerçeğini ve onun desteği olan kavramları ön koşuna çıkartmak gerekiyordu; bu bakımdan lafı dönüp dolaştırıp hep oraya getirerek usulü dairesinde biraz geleneksel davranmaya gayret ettik.
Medyanın Aile Kurumu Açısından Eleştirel Okuması Biz Evleniyoruz Programı örneği •
Fatma ÖZDOĞAN BELLİGÜÇÜK*
Günümüzde aile, hem şiddetle saldırıya uğramakta, hem de savunulmaktadır. Kadınları baskı altında tuttuğu, çocukları ezdiği, nevrozun yayılmasına meydan verdiği iddiaları ile kınanan aile kurumu; öte yandan ahlakın temellerini sağlamlaştırdığı, suçu önlediği, düzeni koruduğu ve uygarlığın sürüp gitmesini sağladığı için övülmektedir. Aile; sıkıcı, boğucu ve izinsiz zorla içeri girilmiş olan rnı yoksa müşfik, şefkatli ve içten olan mı ikilemini yaşamaktadır. Bugünden geleceğe uzanan bir çizgi üzerinde kültürel tüketimin çok yönlü etkilerinden söz etmek mümkündür. Kültürel tüketim, globalleşme sürecinde kültürel aynılaşma ve farklılaşmanın bir arada yaşandığı bir tarza dönüşmüştür. Her zaman çok anlamlılık içeren kültürel ürünler farklı izleyiciler tarafından farklı bir metin halinde tüketilmektedir. Kültürel ürünleri izleyenlerin farklılığı, tüketilen ürünün farklı metinler olarak algılanmasını ortaya çıkarmaktadır. Günümüz iletişim dünyasında yeni etkileşim tarzlarının oluşumunda yeni stratejiler belirlenmektedir. Yeni etkileşim tarzları toplumu dönüştürecek ve sosyal değişime ivme kazandıracaktır. Bu toplumsal dönüşüm sürecinde geliştirilen stratejilerin toplumu hangi yöne doğru sürüklediğinin bilincinde olunmalıdır. Planlı bir değişime mi yoksa plansız bir savrulmaya mı zemin hazırlandığının vurgusu son
Aile Araştırma Uzmanı
derece önemlidir. Geleceğin toplumunu yaratırken daha istikrarlı ve daha eşitlikçi bir yapıya dönüştürmek amacıyla kültürel ürünlerin kimi ne biçimde ve ne yönde etki altında bırakabileceğinin bilgisine sahip olunmalıdır. Topluma tüketilmek üzere kültürel ürünleri sunanlar son derece önemli bir sorumluluk altındadırlar. Toplumun şekillendirilmesinde birincil görev ve sorumluluğu üstlenmiş olan medyanın, bu sorumluluk bilincini taşıdığına inanılmaktadır. Bilim adamları, geleceğin toplumunda, bireyin tecrit olması, sosyal anomi ve insanlık özelliklerinin kaybolması gibi negatif semptomların ortaya çıkabileceği üzerinde durmaktadır. Sonuçları iyi kurgulanmamış stratejilerin, toplumsal dönüşüm sürecinde son derece önemli problemleri beraberinde getireceği ifade edilmektedir. Eğer kültürel ürünler yeni etkileşim tarzlarının ortaya çıkmasında belirli bir rol oynuyor iseler, bu ürünlerin neden, nasıl ve ne amaçla toplumda tüketildiğine dikkat etmek gerekmektedir. Kültürel ürünler; aile üyeleri arasında organik ilişkilerin güçlenmesine, bireysel haklara ve değerlere saygı gösterilmesine, makul bir rol paylaşımının yapılmasına ve sorunların demokratik bir şekilde çözümlenmesine zemin hazırlayan yeni bir aile kültürünün oluşturulmasına katkıda bulunmalıdır. Epistemolojik miyopluk tehlikesi yaşamamak için günlük yaşama dikkatlice bakarak yabancı gelenek-
lerin ve uygulamaların berrak bir görüntüsü elde edilmelidir. Kültürel ürünler bu çerçevede mutlaka dikkatli bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Mutlu son ideolojisi yaratmak için öncelikle bu mutlu sonun hazırlayıcılarına dikkat çevirmek gerekir. Mutlu son için gerekenler ve mutlu son için gerekli ilkeler ne olmalıdır sorusuna hassasiyetle üzerinde durulmuş bir çerçeveden cevap bulma çabasında olunmalıdır. Bilginin karşılığında para veren yarışmalar yayınlanmaktadır. Bu yarışmalar bilgi toplumu dediğimiz toplumu yaratmada kendi üzerlerine düşen görevi yerine getirmektedir. Fakat mutluluk, sevgi, sadakat ve benzeri duyguların yeşerdiği ve büyüdüğü aile kurumunun para karşılığı yapılandırılması ve ödülü para olan bir birlikteliğin adının aile olması kültürel yapımızda son derece önemli yaralar açabilir, son derece önemli kültürel erozyonlara sebep olabilir. Hayatın gerçeği gibi sunulan kurgulanmış bir "gerçek hayat" Türk halkının karşısına çıkarılmaktadır. Bu kurgulanmış, kuralları belli, yarışma moduyla birlikte sunulan bu senaryo halkın temel toplumsal yapısını zedeleme yönünde çıktılara dönüşebilir. Temel geleneksel norm ve değerlerimizin altını çizen, model aile imajını vurgulayan bir senaryo ile izleyici ye kurgulanmış bir Türk ailesi modeli aktaran dizilerin toplumsal değişimde olumlu katkıları olacaktır. Bunların her biri senaryo olduğu ilan edilerek yayınlanmaktadır. Gerçek hayattan alınmış ama kurgusu yapılan, senaryosu olan yapımlar olduğu için de hiçbir rahatsızlığa yol açmamaktadır. Bu yarışmada olan gençlerin değerli bir hayat kurma mücadelesi mi? içinde oldukları yada kurmaca bir hayatın aktör-
leri mi? oldukları üzerinde durulmalıdır. Bir başka dikkat çekilmesi gereken nokta ise, aile yapımızın kurulma şekline son derece ters düşen bir noktada duran bir yarışma formatından söz edilebilir. Türk ailesinin kurulma aşamaları, ailelerle ve akrabalarla olan ilişkiler, evlilik kurulmasında yaşanan söz, nişan ve benzeri uygulamaların formata zorla enjekte edilmiş dokusu son derece hassas dengeleri zedeleyecek gibi görünmektedir.
Ailenin sosyal dokusu içinde filizlenen bireylerin, en temel eğilim ve kişilikleri 0-6 yaş arasında oluşmaktadır. Bu bilimsel gerçeklikten yola çıkarak, evlerin elektronik pencerelerinden koruyucu hiçbir filtreden geçmemiş bir veri bombardımanı yapılması geleceğin üreticisi konumunda olan ailenin ne kadar ciddi tehdit altında ve korunmasız olduğu savını gündeme getirmektedir. Televizyon, hayata ilişkin verileri kendi formatında yeniden montajlayarak ve yeniden kurarak kitlelere ileten bir teknolojidir. Bireylerin, kendilerini korumaları ve gerçekten özgür iradeleriyle davranmalarını sağlayacak bir özgürlük kültürünün inşaasında sorumluluk alanlarından birinin adı iletişim araçlardır, iiletişim özgürlüğünü, iletişimin öteki ucunda bulunan aileler yani alıcı kitle açısından irdelemek, iletişim özgürlüğünün yalnızca göndericilerce değil aynı zamanda alıcılar açısından da önemli olduğu gerçeğini vurgulamak gerekmektedir. Türk ailesinin kendini içinde bulduğu bu iletişim patlamasından nasıl ve ne yönde etkilendiği üzerinde durulması gereken öncelikli bir konudur. Bu patlama orta ve uzun vadede ülkenin hem ekonomik hem de kültürel envanterine yapacağı etkiler henüz kestirilememektedir. Bu öngörünün tek anahtarı şu anda ne yönde bir ileti veriyorsanız ileride çıktınızın aynı yönde olacağı gerçeğidir. Eğer ailenin gereksinimleri ni ve değerlerini doğru iletirseniz, sağlıklı bir ailenin oluşumuna katkı sağlarsınız. Eğer ailenin gereksinim ve değerlerini yanlış okumayla birlikte alıcıya sunarsanız, uzun vadede sağlıksız ilişkiler yumağı ile birlikte oluşmuş hastalıklı bir topluma sahip olursunuz. Aile kurumunun devamını, bireylerin sağlıklı gelişimini, toplumun uyumlu ve sorumlu bireylerden oluşması gerektiği gerçeğini işleyen programlar toplumsal sorumluluklarını yerine getiriyorlar demektir. Bir kültür taşıyıcısı olarak medya, ulaştığı insanlara bir yaşam biçimi sunmakla birlikte, bilinç altına kimi doğruları dikte etmektedir. Alıcıların, yani kültürel ürünü tüketen ailelerin, vatandaşların hak ve özgürlükleri açısından programların eleştirisi yapılmamak-
tadır, iletiyi alan tüketici kitlenin haklarından söz edilmesi için öncelikle alıcı kitlenin yayınlanan programın varlığından memnun olup olmadığı alıcılara hemen hemen hiç sorulmamaktadır. Reyting kaygısı izleyicilerin memnunluk kaygısına dönüştürülmemektedir. Avrupa'da şu anda üç önemli sorun alanının altı çizilmektedir. Uyuşturucu, şiddet ve aile değerlerindeki aşınma. Evlilik dışı doğan çocuklar, çocuk yaşta hamilelikler, tek ebeveynli çocuklar, hızla artan boşanmalar, alkol ve uyuşturucu alışkanlıklarının artması, şiddetin her alana yayılması gibi sonuçlar sosyal bir depremin öncülleri olarak görünmektedir. 1994 yılında Dünya Aile Yılı kutlanmıştır. l0.yılını yaşadığımız aile yılında ailenin öne çıkarılmasının nedeni sosyal çöküşün önüne geçmektir. Evlilik oranlarındaki düşüş, boşanmalar, evlilik dışı beraberlikten doğan çocuklar ve tek ebeveynli hanelerin batı toplumlarında meydana getirdiği problemler, bizim toplumumuzda aile gerçeğinin önemine daha da dikkat çekmemiz gerektiğini ortaya koymaktadır. Medyanın eleştirel bir okumasının gerçekleştir-
ilmesi ile tüketimin bir ünitesi olan ve aynı zamanda geleceğin üreticisi olan ailenin, medyada belirleyici
konumdan çok belirlenen konumda olduğu görülmektedir. Aile, kültürel değerleri muhafaza ve nakletmede geleceğin üreticisi olan en önemli sosyal kurumlardan biri olma özelliğini halen sürdürmektedir. Ailenin temel ilke ve değerleri; hakkaniyet, dürüstlük, sabır, onura saygı, kişisel bütünlük, tutarlı olma, sorumluluk alma ve hizmet etme, gelişime önem verme, koşulsuz sevgi, yardımlaşma ve yüreklendirme olarak sayılabilir. Bu değerlerin hakimiyeti ailelerimizde zayıfladığı anda batı toplumlarının yaşamış olduğu sorunlarla karşı karşıya kalmamız söz konusudur. Bu değerlerin hakimiyetinin sağlayıcısı ve aktarıcısı bir kurum olarak medya, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Çünkü uzun vadede yine aynı toplumda iyi ve kötü birlikte paylaşılacaktır. Sağlıklı kurulan ilişkiler sağlıklı toplumlara götürecektir. Sağlıksız bir ileti ise bizleri hastalıklı bir toplumla yüzleşmeye doğru sürükleyecektir. Sağlıklı ve işlevsel aileleri gelecek günlere taşımak ve yaşatmak için herkes bugünden sorumluluklarını yerine getirmelidir. Mutlu sonlan izlemek istiyorsak bugünün mutlu senar-yolarını sorumluluk bilinciyle yazmamız gerekiyor.
"Cumhuriyetin 80. Yılında Türk Ailesi" Paneli #
İhsan ÇAPCIOĞLU
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığının düzenlediği "Cumhuriyetin 80. Yılında Türk Ailesi" konulu panel 22 Ekim 2003 tarihinde Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğü Toplantı Salonunda yapıldı. Panelin açılış konuşmasını Aile Araştırma Kurumu Başkan Vekili Nesrin Afşar Çelik yaptı. Çelik konuşmasında, tarih boyunca ailenin toplumsal değişmenin hem nesnesi hem de öznesi olduğunu vurgulayarak, ailenin bu pozisyonunun bütün toplumların tarihinde ona başat bir kurum olma özelliği kazandırdığını ifade etti. Bu bağlamda Mustafa Kemal Atatürk'ün "içtimai Hayatın Temeli Aile Hayatıdır" sözünü hatırlatan Çelik, Atatürk'ün aileyi milli kültürümüzün temel unsuru olarak gördüğünü ve onun kurduğu Cumhuriyetin getirdiği çağdaş ilkelere göre şekillenen modern Türk Ailesinin Anayasanın 41. maddesi (Aile Türk Toplumun Temelidir) ile güvence altına alındığını belirtti. Vekalet ettiği Aile Araştırma Kurumu hakkında da bilgiler veren Nesrin Afşar Çelik, Aile Araştırma Kurumu'nun "aile ile ilgili milli politikalar üretmek" amacıyla Başbakanlığa bağlı bir birim olarak 1989 yılında kurulduğunu ve o tarihten günümüze kadar düzenlediği üç aile şûrası, pek çok konferans ve panelin yanı sıra, yirmi ayrı araştırma projesi, yüzü aşkın kitap, dergi, yüzlerce broşür ve matbu metinleri kamuoyunun istifadesine sunarak kamu yayıncılığı konusunda farklı bir hizmet alanı oluşturduğunu kaydetti. Ayrıca Çelik, kurumun aile alanında geniş bir veri tabanı oluşturmayı hedefleyerek ülkemizde aileyi kuşatan sorunlara yönelik çözümler sunduğunu ve böylece aile merkezli politikaların üretilmesine ciddi katkılar sağladığını belirtti. Panelin davetlileri arasında yer alan kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı Güldal Akşit, ekonomik birlikteliklerin siyasi birlikteliklerle güçlendirildiği günümüz dünyasında son yıllarda giderek hız kazanan küreselleşme sürecinin bütün kurumlar gibi aile kurumunu da derinden etkilediğini ve 1950İerden itibaren köyden kente göç hareketlerinin hız-
landırdığı sanayileşme ve kentleşme olgusunun ortaya çıkardığı şartların aile yapımız üzerindeki etkilerin temel belirleyicileri olduğunu ifade etti. Akşit, son yıllarda bu iki olgunun etkisinin özellikle iktisadi ve sosyal şartlar üzerinde görüldüğünü ve eğitimi sürdürememe, yetersiz beslenme, mesken ve sağlık sorunu gibi problemlerin ailenin yaşam kalitesini düşürerek özellikle gençler arasında suça yönelme ve madde kullanımının artmasına yol açtığını belirtti. Bu tür sorunlar karşısında aileyi korumak için çeşitli sistemler geliştirildiğini sözlerine ekleyen devlet bakanı Akşit, bakanlık olarak küresel pazarlama ve reklam endüstrisi karşısında çaresiz kalan ailelerin parçalanmasını önlemek amacıyla sosyal destek projeleri hazırladıklarını ve Dünya Bankası ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu tarafından ortaklaşa yürütülen 500 milyon dolarlık Sosyal Riski Azaltma Projesi çerçevesinde Dünya Bankası'ndan finansal destek sözü aldıklarını ifade etti. Panelin başkanı ve aynı zamanda ilk konuşmacısı sıfatıyla söz alan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kadir Arıcı'nın konu başlığı "Sosyal Riskler Karşısında Ailenin Önemi" idi, "Türk ailesi son otuz yıldır yaşadığımız değişimler karşısında sanki yeni bir istiklal Savaşı veriyor" diyerek sözlerine başlayan Arıcı, aileyi tehdit eden sosyal riskleri hastalık, sağlık ve yaşlılık gibi fizyolojik riskler ve ölüm, işsizlik, konut, evlenme, çocuk sahibi olma gibi sosyoekonomik riskler olmak üzere iki gruba ayırdı. Toplumu sürekli tehdit altında tutan bu risklerle mücadelenin insanlık tarihi kadar eski olduğunu vurgulayan Arıcı, modern sosyal güvenlik sisteminin geleneksel güvenlik anlayışından farklı olduğunu, bugün artık risk ortaya çıkmadan gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik bir güvenlik sisteminin geliştirildiğini, oysa geleneksel güvenlik anlayışının ancak risk ortaya çıktığında aileye el uzattığını ifade etti. Türk toplumu gibi güçlü aile bağlarına sahip toplumlarda sosyal riskler karşısında ailenin korunmasının gerekliliği üzerinde de duran Prof. Dr. Kadir Arıcı,
günümüzde sadece aileyi değil, aynı zamanda akraba ve yakınları da kapsayan bir sosyal güvenlik sisteminin câri olduğunu sözlerine ekledi. "Sosyal riskler karşısında aileye gerekli destek mutlaka verilmelidir" diyen Arıcı, bu desteğin sistemli bir devlet politikası haline getirilmesi gerektiğini belirtti. Ailenin öncelikle geleneksel değerleri ve kültürü gelecek kuşaklara aktarma konusunda gereken özeni göstermesi gerektiğini sık sık vurgulayan Prof. Arıcı, bu konuda devletin aileye destek sağlayabileceğini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sosyal yardım için ihtiyaç duyulan yeterli kaynağa sahip olduğunu, ancak asıl problemin bu kaynağın nasıl kullanılacağı konusunda yaşandığını kaydetti. Yoksullukla mücadelenin devletin öncelikli görevi olduğuna dikkat çeken Arıcı, "devlet yoksullukla mücadele etmek istiyorsa çok iyi işleyen sosyal yardım ve destek birimleri kurmak zorundadır. Aileyi koruma konusunda sosyal yardım ve destek sağlama, artık devletin başlıca görevleri arasına girmelidir. Devlet ülke çapında yardıma muhtaç aileleri tespit etmeli ve bu ailelere çağdaş usullerle yardım götürmelidir. Böylece gerçekten ihtiyacı olan, fakat bunu dile getirmeye çekinen ailelere yardım edilmiş ve medyada izlediğimiz çağdışı yardım görüntülerinin önüne geçilmiş olur" dedi. Prof. Arıcı bildirisini, "geleceğin güçlü Türk devletinin temelinde güçlü Türk ailesi yer alacaktır" diyerek noktaladı. Panelin ikinci bildirisi Orta Doğu Teknik üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Olcay imamoğlu tarafından sunuldu, imamoğlu konuşmasına, panel duyurusunda "Aile içi İletişim Sorunları" olarak belirlenen bildiri başlığını, hazırlık sürecinde konunun sınırlandırılmasına duyulan ihtiyaçtan dolayı, "Aile Ortamında Benlik Kurguları ve iletişim Yönelimleri" olarak değiştirdiğini belirterek başladı. İmamoğlu devamla şunları söyledi: "iletişim yönelimlerinin kaynağında belirli zihniyet örüntüleri yatar. Çoğu zaman dış dünyayı (realiteyi) olduğu gibi algıladığımızı zannederiz. Oysa biz gerçeği içinde bulunduğumuz zihinsel koşullara göre algılarız. İnsan olarak temel sorunlarımızdan birisi, anlamlandırma sorunudur. Yaşamla ilgili çeşitli anlamlar geliştirmek zorundayız. Bunu yapabilmek için ise, içinde bulunduğumuz kültürel ortamın bize sunduğu malzemeden yararlanırız. Kültür, en genel tanımıyla, anlam örüntüleri üzerine kurulur. Anlam örüntüleri çeşitli zihniyet örüntüleri ile ilişkilidir. Bireyin ve toplumun sahip olduğu zihniyet örüntüleri ise, nasıl bir hayat
yaşadığımızı belirler. Bir süre sonra dünyayı kendi penceremizden görmeye başlarız". Bu noktada kültüre uygun benlik gelişiminin bireyin sosyalleşme sürecinde elde ettiği kazanımlardan olduğuna işaret eden imamoğlu, aile, okul, arkadaş çevresi, medya ve diğer çevresel etkilerin bireyin benlik sistemi üzerinde belirleyici rol oynadığını ifade etti. Prof. Dr. Olcay imamoğlu'na göre, ben nasıl biriyim?, nasıl birisi olabilirim? ve nasıl olmalıyım? gibi benlik sistemimizin bize yönelttiği sorular, bireyi kuşatan kültürel sistem içinde insan nasıl olmalı? sorusunda ifadesini bulmakta ve böylece kültüre uygun benlik gelişim süreci başlamış olmaktadır, imamoğlu, bu bildiriyi hazırlarken ulaşmak istediği nihai amacın 'batı kültürüyle doğu kültürünün farklı birey tanımlarından hareketle çağdaş Türk toplumunun nasıl bir aile modeline sahip olduğunu tespit etmek ve Batıdaki aile modeliyle karşılaştırmalar yaparak Türk toplumunun aile yapısını tanımlayacak bir model ortaya çıkarmak' olduğunu vurguladı. Batı kültüründe 'birey olmak' çok önemli görüldüğü halde, özellikle 1970lerden sonra bireyci benlik anlayışının sorgulanmaya başlandığını ve bu konuda toplumsal cinsiyetle ilgili araştırmaların etkili olduğunu kaydeden imamoğlu, batının benlik modelinin bütün toplumlar için geçerli bir model olmadığının zamanla anlaşıldığına dikkat çekti, ülkemizdeki benlik anlayışının da batının benlik tanımına uymadığının altını çizen Olcay imamoğlu, "Türk insanının benlik anlayış» hem bağımlı hem de ilişkili olma yönünde değişme gösteriyor" dedi. 'Bağımsız bir kişiliğe sahip olma' ile 'ilişkili (bağımlı) bir kişiliğe sahip olma' arasında literatürde varsayıldığı gibi birbirine karşıt bir ilişkinin olmadığını belirten imamoğlu, bağımsız olma (ayrışma) ve bağımlı olma (bütünleşme) ilişkisinden hareketle Türk toplum yapısını yansıttığını düşündüğü bir aile modeli ("Dengeli AyrışmaBütünleşme Modeli") geliştirdiğini sözlerine ekledi. Prof. imamoğlu'na göre, bireyci batı toplumlarında 'kişi gelişimini içsel dayanaklı olarak sürdürmelidir' deniyor. Kollektif doğu toplumlarında ise, 'birey dışsal dayanaklı olmalıdır' anlayışı hakim. Batı toplumları bireye dış ortama karşı daha mesafeli olması gerektiğini, doğu toplumları ise, mesafesizliği, dışa yakınlığı öğütlemektedir. Batı kültürü insanın düşünsel ve fiziksel ayrışmasını (kendileşme) önemsediği halde, doğu kültürü düşünsel ve zihinsel bütünleşmeye önem vermektedir. Son dönem Türk toplumunun aile yapısında her iki eğilimi (ayrışma-bütünleşme) de
yansıtan yönlerin bulunduğunu kaydeden imamoğlu, "Dengeli Ayrışma-Bütünleşme Modeli'nin" ön gördüğü insan tipinin Türk insanını karakterize ettiğini söyledi ve bu konuda örnekler vererek konuşmasını tamamladı. Hacettepe üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Günsel Terzioğlu, "Aile ve Ekonomi" başlıklı bildirisinde, günümüz Türk toplumunda ailenin sosyo-ekonomik yapısı ile ilgili bilgiler verdi. Sosyal yapı kadar sosyo-ekonomik yapının da temel kurumlarından birinin aile olduğuna dikkat çeken Terzioğlu, sosyo-ekonomik yapı değişimlerine bağlı olarak bugün ailenin; enflasyon, kredi bulunabilirliği, yatırım fırsatları ve gelir durumu gibi ekonomik faaliyetlerden etkilendiğini belirtti. Ailenin başlıca ekonomik faaliyetlerini gelir, harcama, tasarrufyatırım ve borçlanma olmak üzere dört maddede toplayan Terzioğlu, "II. Dünya Savaşandan önce ailenin gelirini sadece erkekler sağlıyordu. Savaş sonrası siyasi, sosyal ve iktisadi alanlardaki hızlı değişimlerin bir sonucu olarak kadınlar da işgücüne katılmaya başladı. Ancak, kadınların işgücüne katılım oranlarında son yıllarda düşüş görülmektedir. Oysa işgücüne katılan kadın ailenin ekonomik durumuna ciddi katkılar sağlamaktadır" dedi. Bugün Türkiye'de hane halklarının % 43'ünün 'yoksul' olduğunu kaydeden Terzioğlu, ailenin gelir politikasına en az eğitim kadar önem verilmesi gerektiğini, zira ailenin gelir durumunun toplumun tüketim alışkanlıkları üzerinde doğrudan etkili olduğunu kaydetti. Aile giderleri içinde ilk iki sırayı konut ve gıda harcamalarının aldığını belirten Terzioğlu, son yıllarda konut harcamalarının gıda harcamalarının önüne geçtiğini; eğitimin en son sırada yer aldığını, bununla birlikte alkollü içecek harcamalarının eğitime yapılan harcamaların üç katına yaklaştığını ifade etti. Ailenin, yaşam kalitesinin temel belirleyicileri olan fiziksel ve ruhsal gereksinimleri karşılamakta zorlandığını sıkça vurgulayan Terzioğlu, tasarruf eğilimi ve hacminin giderek düştüğünü, Devlet istatistik Enstitüsü verilerine göre hane halklarının sadece % 16'smın tasarruf yapabildiğini ve tasarruf adı altında yapılan yatırımların ekonomik açıdan yatırım olarak kabul edilmeyen altın ve döviz gibi alanlarda yoğunlaştığını belirtti, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamında ailelerin çeşitli borçlanma yolları aramaya başladığını kaydeden Prof, Terzioğlu, "hane halklarının çoğu biriken borçlarını ödeyebilmek için borçlanmaktadır. Akraba ve yakınlardan yeterli
desteği sağlayamayan aileler, tüketici kredisi ve kredi kartları aracılığıyla bankalara borçlanmaktadır. Banka kredileri satın alma arzusunu ve gücünün üzerinde borçlanma eğilimini arttırmaktadır. Nakit para taşıma yerine harcama kolaylığı sağlamak için geliştirilen kredi kartları ödeme güçlüğü çeken ailenin ekonomik durumunu daha da kötüleştirmektedir" dedi. Aile değerlerinin topluma aşılanması için politikalar geliştirilmesinin önemi üzerinde de duran Terzioğlu, ailelerin eğitimsizlik yüzünden medyanın oluşturmaya çalıştığı imajlardan etkilendiğini ve 19801erden bu tarafa üretilen sosyo-ekonomik politikaların aile değerlerinde yozlaşmalara yol açtığını sözlerine ekledi. Terzioğlu bildirisinin sonunda şu önerilerde bulundu: Devlet, istihdam, gelir dağılımı, yatırım fırsatları ve borçlanma gibi konularda politikalarını yeniden gözden geçirmeli ve sosyo-ekonomik açıdan aileye destek olmalıdır. Ayrıca, ailelerin ekonomik ve sosyal değişimlere uyum sağlamaları ve bu değişimlerle mücadele edebilmeleri için toplumdaki makro ekonomik eğilimleri anlama; para ve zaman gibi ekonomik kaynakların idaresi, enflasyonla mücadele gibi konularda bilgilendirilmesi amacıyla örgün ve yaygın eğitimin kapsamı genişletilmelidir. Panelin dördüncü konuşmacısı Halkla ilişkiler Uzmanı İkbal Gürpınar'dı."Medya ve Aile" başlıklı bildirisinde, bireylerin ve toplumların mutluluğu için etik, eğitim ve ekonominin gerekliliği üzerinde duran Gürpınar, ekonominin son zamanlarda etik ve eğitimin önüne geçtiğine dikkat çekerek medyadan konu ile ilgili örnekler verdi. Medyadaki bazı programların aileyi ekonomik anlamda lüks tüketime ve toplumsal değerler alanında ahlaki dejenerasyona sürüklediğine de işaret eden Gürpınar, özetle şunları söyledi: "Medyada izlediğimiz, fakat beğenmediğimiz ve onaylamadığımız programlar karşısında tepkimizi demokratik yollardan mutlaka dile getirmeliyiz. Medyanın bize sunduğu her şeyi olduğu gibi kabul etmemeliyiz. Çünkü bugün medyada izlediğimiz bazı programlar, Türk toplumunun ahlaki değerleri üzerinde son derece zararlı sonuçlar doğuruyor. Bu alandaki denetimsizliğin önüne geçilmezse pek çok ailevi ve toplumsal değerlerimizi kaybedebiliriz". Panelin son konuşmacısı Türkiye Göç Araştırmaları Ağı Koordinatörü Dr. Serim Timur, "Sosyo-Kültürel Değişim Süreci ve Aile" başlıklı bir bildiri sundu. 196O'lı yıllardan günümüze, değişen Türk aile yapısı hakkında bilgiler veren Timur, Türkiye'de ailelerin büyük çoğunluğunun zaman içinde çekirdek aileye
önüştüğünü kaydetti. Kırsal kesimde geniş ailenin temel dayanağının mülkiyet olduğunu belirten Timur, topraksız tarım işçileri arasında çekirdek aile oranının 1968'de % 50'ler civarında iken bugün bu oranın % 80'lere ulaştığına dikkat çekti. Kırsal bölgelerdeki aileler arasında çekirdek aile oranındaki bu artışın göç hadisesinin somut göstergelerinden biri olduğuna işaret eden Serim Timur, evlenmiş oğul ve kızların aileden göç yoluyla ayrıldığını ve böylece daha çok büyük kentlerin aile modelini karakterize eden çekirdek ailenin oranında kırsal kesimde de hızlı bir artış yaşandığını ifade etti. ülkemizde son yıllarda ataerkil ve geniş aile tipinde genel anlamda bir azalma görülmesine rağmen, yoksul gecekondu bölgelerinde ekonomik kriz ortamından dolayı yeniden geniş aileye dönüş yaşandığına dikkat çeken Timur, ailenin sosyal güvenlik ve dayanışma sağlayıcı rolüne vurgu yaptı. Türk ailesinin oluşumu hakkında da bilgiler veren Timur, Türkiye'de evli çiftlerin yaklaşık üçte birinin birbirleriyle akraba ve akraba olan eşlerin % 80'inin kardeş çocukları olduğunu, özellikle erkek kardeş çocuklarının birbiriyle evlendiklerini belirtti. Timur özetle şunları söyledi: "Akraba olan eşlerin oranı Ankara, istanbul ve izmir'de % 17 iken, diğer kentlerde % 19'a, köylerde % 36'ya çıkmaktadır. Kocası akraba olan kadınların % 29'u amcalarının oğlu, % 49'u dayı, hala ya da teyze oğlu olmak üzere kuzenleriyle evlenmişlerdir, ikinci kuşak kuzenler arası yani kardeş torunlarının birbiriyle evlenme oranı % 5'dir. Bunların dışında kalan akraba evliliklerinin, diğer uzak akrabalar arasında yarı yarıya dağıldıkları görülmektedir. Akrabalar arası evliliği, geniş ve ataerkil aile biçimleri pekiştirmektedir. Akrabası ile evli olanların oranı, kuruluştan beri çekirdek aile olan ailelerde % 20 iken, ataerkil geniş ailelerde % 34'e çıkmaktadır. Köylerde bütün aile biçimlerinde akraba evliliği diğer yerleşim yerlerinden daha yüksektir. Bölgeler arası değerlendirmede en düşük oran % 20 ile Batı Anadolu'da, en yüksek oran ise % 37 ile Doğu Anadolu'dadır. Ancak Batı Anadolu'da da ataerkil ailelerde çekirdek ailelere göre oranın yüksek olduğu görülmektedir". Serim Timur, günümüz Türk ailesinin
sosyo-ekonomik yapısı ile ilgili olarak daha gerçekçi ve politika yönelimli araştırmalara ihtiyaç duyulduğunu belirterek konuşmasını tamamladı. Cumhuriyetimizin 80. Yılı kutlamaları çerçevesinde Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen panel, konusunun güncelliği ve konuşmacı olarak seçilen uzmanların günümüz Türk ailesini kuşatan sorunlar karşısında sundukları politika önerilerini yansıtması açısından oldukça başarılıydı. Prof. Dr. Kadir Arıcı ve ikbal Gürpınar hariç, diğer konuşmacıların sunuşlarını görsel malzeme ile zenginleştirmeleri, izleyenlere aktif dinleme imkanı sağladı. Bütün panelistler ailenin sosyal riskler karşısında korunması için örgütlenmenin ve bilinçlenmenin önemi üzerinde durdu. Bu anlamda özellikle Kadir Arıcının bildirisi, aileye sunulacak sosyal desteğin düzenli ve iyi işleyen bir devlet politikası haline getirilmesi gerektiğini vurgulaması açısından kayda değerdi. Hızlı sosyal, siyasal, ekonomik ve yapısal değişimlerin tüm toplumsal kurumlar gibi aile kurumunu da etkilediği ve özellikle yaşanan ekonomik krizlere bağlı olarak aile yapısının daraldığı, aileler arası gelir dağılımındaki dengesizlikten kaynaklanan açığın büyüdüğü ve enflasyonun ailenin yaşam kalitesini düşürerek yoksulluğu körüklediği ülkemiz koşullarında aileyi kuşatan ekonomik sorunlara sıkça temas edilmesi panelin dikkat çeken yönleri arasındaydı. Bu çerçevede özellikle, yoksullaşmanın, ailenin toplumsal konumunu, rolünü, aile bütçelerini, işgücüne katılım biçimlerini, ev içi sorumlulukların dağılımını, ailenin varlık durumunu, toplumsal çevre ile ilişkilerini ve toplumsal yaşama katılım eğilimlerini etkilediği ifade edildi. Sonuç olarak, Cumhuriyetimizin 80. Yılında Türk Ailesinin geçirdiği değişim ve dönüşümü bir ölçüde ortaya koymaya çalışan bu paneli düzenleyen Aile Araştırma Kurumu'na, değerli konuşmacılara ve katılımcılara teşekkür ediyor, bundan sonra da bu alanda var olan problemlerin çözümüne yönelik olarak bu gibi etkinliklerin yoğun bir şekilde yapılmasını temenni ediyoruz.