Ailede din eğitimi

Page 1

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

İLAHİYAT FAKÜLTESİ

DİN EĞİTİMİ DERSİ

Prof.Dr. Suat CEBECİ

14.HAFTA TÜRKİYE'DE DİN EĞİTİMİ FAALİYETLERİ - VIII

§

Ailede Din Eğitimi

1


Ailede Din Eğitimi 1. Aile Eğitiminin Mahiyeti Çocuğun ailede din ve ahlâk eğitimi, anne-babanın onu dini ve ahlâki değerler açısından etkilemelerine ve her türlü öğretici rollerine dayanır. Anne-babanın etkilemeleri ve öğretici rolleri, ya bilinçli ve sistemli rasyonel eylemlerle veya gelişigüzel, tesadüfi, bilinçdışı tavırlarla ortaya çıkmaktadır. Öğretme ve etkileme bilinci ile yapılmayan tesadüfi (olağan ve kendiliğinden) davranışların hangi sonuçları hasıl edeceği kestirilemez. Çünkü her etki, farklı kişilerde, farklı zamanlarda değişik tepkiler oluşturabilmektedir. Rasgele etkilerin olumlu tepkiler oluşturması için bunların belli değerler üzerinde tutarlılık ve süreklilik göstermesi gerekir. Babanın veya annenin bütün davranışları dini ve ahlâki değerler üzerinde doğru, tutarlı ve sürekli olduğu taktirde çocukların bu yönde davranışlar geliştirmeleri kaçınılmaz olur. Ancak her babanın veya annenin kendi değerleri doğrultusunda dört dörtlük bir tutarlılık ve süreklilik göstermesi olgusu kolay rastlanır bir şey değildir. Buna anne ve babanın farklı kişiler olarak gösterdikleri davranış farklılıkları da eklenince aile içindeki etkileşimlerin tesadüfi sonuçlar üretmeye terk edilmemesinin önemi daha iyi anlaşılmış olur. Çocuklar, büyüklerin zaaflarını çabuk fark eden dikkatli birer gözlemci oldukları için onların aile içinde dini ve ahlâki değerler ve davranışlar kazanabilmeleri için bilinçli, sistemli ve akılcı çabalara ihtiyaç vardır. İnsan yaratılıştan çok üstün özelliklere, mükemmel bir ruhi dokuya sahip olarak dünyaya gelmesine rağmen fiziksel, zihinsel ve ahlâki olgunluğa kavuşuncaya kadar uzun süre geçmektedir. Çocuk bu süre içinde kendi kendine yetmeyip yetişkinlerin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Onun nasıl bir kişiliğe sahip olacağına, hangi değerleri edineceğine kendisi değil büyükler karar vermektedir. Çocuk her türlü etkiye açık, hayrı da şerri de kabul edebilecek kabiliyette yaratılmış olduğundan (Gazali, 1306) ana-baba onu ne şekilde etkiliyorsa çocuk o şekilde etkilenip o etkilerle şekillenmektedir. Bu durum çocuk yetiştiren büyükler için ciddi bir sorumluluktur. Anne ve babının bu sorumluluğu en iyi şekilde nasıl yerine getirecekleri konusu önemli bir ailede din eğitimi problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda neler yapılabileceği, çocukları dini ve ahlâki yönden istenen iyi özelliklerle yetiştirebilmek için onlara aile içinde ne tür etkilerin yöneltileceği deneysel araştırmalara dayanan bilimsel ve akılcı tespitleri gerektirmektedir. Son zamanlarda bu konuda önemli çalışmalar yapılmakta, tecrübelere dayalı birtakım ilkeler ve yöntemler geliştirilmektedir. Şüphesiz ki, tecrübeler ve bunlardan çıkarılan prensipler ve idealler çocuk yetiştirmede ihmal edilemez imkanlardır. Ancak çocuk ister istemez bir değerler dünyasının içinde doğmakta ve bu dünyanın mensuplarının birikimleri, fikir ve kanaatleri çerçevesinde kendi kişiliğini ve kabiliyetlerini geliştirebilmektedir. İlkeler her zaman 2


olgularla örtüşmemekte ve beklenen sonucu vermemektedir. Bu durumda ilkelerle birlikte idealler de ön plana çıkabilmektedir. Ancak hiçbir ideal, prensip veya metot çocuktan önemli olmamalıdır. Çocuklar prensipler için değil prensipler çocuk içindir ve onlar çocuğa yararlı olduğu sürece uygulanır ve bir değer ifade ederler (Bilgin, 1991). Çocuğun fıtrattan getirdiği saf ve dingin yetileri ile kendini gerçekleştirme çabası, dini ve ahlâki değerlere özgürce yönelmesini sağlayacak tedbirlerle beslenecektir. Bu husus göz ardı edilerek sabit idealler uğruna katı ilkeler uygulamak çoğunlukla beklenenin aksine sonuçlar vermektedir. Şimdi ana-babanın çocuğuna nasıl bir eğitim vereceği hususuna dönecek olursak öncelikle bunun doğumdan itibaren başlanan uzun bir süreç olduğunu belirtmemiz gerekir. İnsanın dünya ile bağlantısını kuran beş duyusu çalışmaya başladığı andan itibaren çevre ile ilişki kurma ve etkilenme süreci başlamaktadır. Bu süreçte çocuğun fiziksel, zihinsel ve cinsel yetilerinin gelişimi uzun zaman alan ve belli aşamalardan geçen bir seyir takip eder. Bu süreç içinde çocuğun gelişimi belli ilkelere dayandığı için onun eğitimi de bu ilkeler çerçevesinde yürütülecektir. Piaget * çocuğun belli dönemlerdeki yetilerinin karakteristik özelliklerine göre zihinsel gelişimi üç evreye ayırır. Bunlardan ikisi çocuğun tamamen ailenin kontrolünde olduğu okul öncesi döneme aittir. Bu evreler, duyu-hareket dönemi ve işlem öncesi dönem diye adlandırılır. Duyu-Hareket Dönemi, doğumdan itibaren geçen ilk iki yıllık süreyi kapsamaktadır. Bu dönemde bebek çevresindeki nesnelere bir anlam verememesine karşın onlara büyük bir ilgi duyar. Çocuk bu dönemde çevresiyle sadece duygusal etkileşimler yaşar, annesinin sıcaklığını, sevgisini duyar, onun ilgi ve ilgisizliğinden etkilenir, çevresindeki sesleri, görüntüleri, sevgi ve kavga davranışlarını algılayıp bilinç altına kaydeder. Bu dönemde çocuğun dini ve ahlâki değerler kazanmasını sağlayacak öğretici anne-baba rolü, onun hep dini ve ahlâki değerler yönünde tutum ve davranışlar görmesini, yanlış ve aykırı sesler yerine tatlı, hoş, sevecen sesler duymasını sağlamak şeklinde olacaktır. Büyüklerin çocuğa karşı içten, sıcak ve sevecen tavırları, onun görebildiği ortamlarda başkalarına karşı gösterdiği sevgi, uyum, yardım davranışları çocukta çok olumlu etkiler b ırakır. Çocuk sevgi-nefret, cömertlik-cimrilik, uyum-uyumsuzluk, dürüstlük-hilekarlık vb. bütün duyguları duyu-hareket döneminde anababası ve diğer aile bireyleri ile ilişkilerinden kazanmaya başlar. Bireyin sosyal gelişimi üzerinde duran Erikson’a * göre sosyal gelişimin ilk evresi olan 0-18 aylık dönemde çocuk annesi ile sıkı bir duygusal Jean Piaget, 1896 yılında İsviçre’nin Neuchatel kentinde doğmuş, çocuk psikolojisi ve eğitimi alanlarındaki çalışmaları ile ün yapmış bir bilim adamıdır. * Erikson, 1902 yılında yahudi anne-babadan doğmuş Freud’un gelişim kuramından yola çıkarak geliştirdiği psikososyal gelişim kuramı ile tanınan, Danimarkalı bir bilim adamıdır.

*

3


iletişim yaşamaktadır. Bu dönemde annenin çocukla olan iletişimin olumlu olması onda temel güven duygusunun, olumsuz olması da güvensizlik duygusunun gelişmesini sağlar. Bebeğin beslenme, temizlik, dokunulma, rahatlatılma ihtiyaçlarını gidermede annenin uygun zamanlı, düzenli ve tutarlı davranışları çocukta temel güven duygusunun gelişmesine sebep olurken bu konudaki düzensiz ve tutarsız davranışları da çocukta güvensizlik duygusunun oluşmasına sebep olmaktadır. İşlem Öncesi Dönem, 2 yaş ile 6 yaş arasında geçen süreyi kapsamaktadır. Bu dönemde çocuk nesnelere anlam vermeye, onların ilişkilerini fark etmeye başlarlar, nesnelere yönelik eylemlerini düşünceye dayandırsa da mantıksal davranış gösteremez; kötüyü, yanlışı, faydalıyı, zararlıyı kendine göre bir ilişki düzeyinde algılayabilir ve ancak bu düzeyde onlara karşı tutum alabilir. Ancak çocuk bir şeyin kötü veya yanlış olduğunu, öğretilmedikçe veya denemedikçe bilemez, her gördüğünü taklit etmeye çalışır ve büyüklerin yaptığı her davranışı iyi ve doğru olarak algılar. Yine bu dönemde çocuk ben merkezlidir, kendi eğilim ve arzularını ön planda tutarak başkalarının bakış açısı ile kendi bakış açısı arasında ayırım yapamaz. Anne-babanın yoğun bir şekilde korumacı davrandığı bu dönemde çocuk kendisine ilginç ve çekici gelen olaylar ve ilişkiler içinde kişiliğini geliştirme, kendisi olma ve bağımsız davranma eğilimindedir. Ana-babanın sınırlayıcı tavrı ile çocuğun özgürleşme eğilimi şeklinde başlayan bu zıt yönlü davranış ilişkisi, dikkatli bir şekilde uzlaştırılmadığı taktirde ileride tarafları birbirinden uzaklaştıracak yönde gelişme potansiyeline sahiptir. Aile eğitimi çocuğun bu özelliklerini dikkate alarak yürütülmesi gereken çok önemli ve o ölçüde de bilgi ve maharet gerektiren bir iştir. 2. Aile Eğitiminin İlkeleri Aile içinde ana-baba ile çocuklar arasındaki iletişimlerin olumlu ve sağlıklı yürümesine, gelişim sürecinde çocuğun olumlu değerler kazanmasına anne-babanın nasıl yardımcı olacağına dair yapılan deney ve araştırmalar sonucu tespit edilmiş bir takım tedbirler vardır. Ortama ve uygulayıcıya göre farklı sonuçlar verse de bu tedbirlerin bilinmesi ve ana-babaların onları uygulama bilinç ve kararlılığına sahip olmaları daima olumlu sonuçlar vermektedir. Aşağıda anne-babanın çocuklarla başarılı iletişimler kurmalarına ve onları yönlendirmelerine yardım edecek becerilere dair bazı temel ilkeler kısaca açıklanacaktır a. Eğitici ve Öğretici İlişkiler Kurma Henüz bir yaşını doldurmamış çocuğun aile içinde anne- babası ve diğer aile bireyleri ile iletişimleri dokunma, okşama, gezdirme, bakım ve diğer fiziksel ilişkiler şeklindedir ve bu ilişkilerin her biri onda kalıcı etkiler bırakır. Altı yaşa kadar devam eden ilişkiler zaman içinde dil 4


becerisi, sözel tanımlamalar ve sembollerle gelişir. Çocuk altı yaşa kadar ana-babası ve diğer aile bireyleri ile yaşadığı ilişkilerle temel karakterlerini şekillendirir. Okul öncesi çocuğun aile bireyleri ve özellikle anne-babasıyla iletişimleri sözlerden çok daha fazla duygusal ağırlıklı ilişkiler yoluyla olur. Çocuğu sevmek, okşamak, onun ilgilerine uygun karşılıklar vermek, onunla oynamak veya ona ilgisiz davranmak, onun gözü önünde cereyan eden diğer aile bireylerinin birbirleri ile ilişkileri çocuğa duygusal mesajlar gönderir. Her nesnel göstergede olduğu gibi onunla ilgili olsun veya olmasın duyduğu sözlerin arkasındaki duygular çocuk için daima ön plandadır (Gordon, 2000). Dolayısı ile büyüklerin sözlerinin ve davranışlarının kendileri açısından doğruluğu değil çocuğun onlardan nasıl bir duygusal etkileme yaşadığı önemlidir. Ana-baba çocuğa karşı veya çocuğun yanında onu hep olumlu yönde etkileyecek davranışlar sergilemelidir. Çocuğun gözü önünde sergilenen korku ve dehşet figürleri, öfkeli bağrışma ve tartışmalar, ağlama ve benzeri yoğun üzüntü hali onu derinden etkiler ve olumsuz bir kişilik geliştirmesinin yolunu açar, onda güvensizlik, suçluluk, şüphe, utanç, cimrilik, kıskançlık duygularını geliştirir (Erikson, Akt. Selçuk, 1994). Aile bireylerinin çocukla olan doğru ve tutarlı ilişkileri ve onun bulunduğu ortamlardaki doğru davranışları da, çocukta paylaşma, yardımlaşma, uzlaşma, özgüven, özerklik ve girişkenlik duygularının gelişmesini sağlar. Bu duygular dini ve ahlâki erdemlerin, tutum ve anlayışların temelini oluşturacağından ailedeki din eğitimi öncelikle çocukta bu duyguların gelişmesini sağlamak olarak anlaşılmalıdır. Ailede çocuğa din eğitimi vermek ona sadece dini bilgileri öğretip belletmek değildir. Dinin önemsediği duyguların, erdemlerin, tutum ve davranışların kazandırılması, çocuğu dini davranışlara sevk edecek kabiliyetlerin geliştirilmesi en anlamlı ve kalıcı din eğitimi değeri taşır. Küçük çocuklara dini bilgileri belli ölçülerde belki sadece kavramlar ve semboller olarak sözlerle anlatarak öğretmek mümkün olsa da bu onların anlama ve kavrama kapasiteleri ile sınırlı kalmak zorundadır. Eğer çocuğun din eğitimini sözel bilgileri öğretme olarak anlarsak onun anlayabileceği yaşa, bazı konuları kavrayabileceği zamana kadar beklememiz gerekecektir. Halbuki din eğitimini değerler ve anlayışlar kazandırma olarak kabul ettiğimizde buna doğumdan itibaren başlayabiliriz. Bu da ilişkilerle öğrenmenin gerçekleştiği dönemde çocukla düzenli ve doğru ilişkiler kurmakla mümkün olacaktır. b. Bilinçli Kontrol Genellikle anne daima çocuğunu koruma ve kontrol altında tutma, çocuk da özgür davranma ve kendini gerçekleştirme tutkusu ile hareket eder. Henüz tek başına sokağa çıkamayacak yaşta bir çocuğu annesi elinden tutup yolun kenarında gezdirirken çocuk annesinin elinden kurtulup rasgele yürümeye, yolun ortasına dalmaya çalışır. 5


Anne de takılıp düşmesin, başına bir kaza gelmesin diye dikkatle onu kontrol altında tutar. Başlangıçta gayet normal görünen bu zıt yönlü özgürleşme ve sınırlama davranışları yıllar ilerledikçe başka alanlarda ve başka şekillerde her iki taraf için de bir tutku halinde sürüp gider. Çocuğun kendini gerçekleştirme ve özgürleşme eğilimi, onun anne-babasından kopma, uzaklaşma, onları reddetme anlamı taşımaz. Aynı şekilde anne-babanın korumacı ve sınırlamacı davranışları da çocuğun özgürlüğünü elinden alma anlamına gelmez. Hal böyleyken bu zıt yönlü eğilim ve davranışlar iyi yönetilmediği taktirde zamanla her iki taraf için de problem olmaya başlar. Ancak problem oluşmasını önleme, durumu kontrol etme ve ilişkileri doğru bir şekilde yönetme sorumluluğu anne-babaya aittir, çocuktan bu konuda bir şey beklenemez. İlişkiler iyi yönetilemezse, anne-babanın aşırı sahiplenici ve korumacı tavrı çocuğun özgürleşme hasretini besleyeceğinden çocuk kendine yeter duruma geldikçe ebeveyninden uzaklaşacaktır. Annebaba çocuğun bazen yanlış da olsa özgür davranışına örneğin düşüp canının yanmasına izin verirse çocuk ağlayarak annesinin yardımını isteyecek ve ondan kopamayaca ğını öğrenecektir. Aile içinde anne-baba ile çocuk arasındaki zıt yönlü eğilimler her zaman sorun teşkil edecek bir husustur. Ancak asıl sorun, annebabanın bebeklik yıllarından itibaren çocuğa karşı alışkanlık haline getirdiği sınırlayıcı tutumunu zamanla akılcı ve bilinçli bir şekilde geliştirememesindedir. Çoğunlukla anne-babalar çocuk büyüdükçe ona karşı davranışlarını geliştirmek yerine çocuğun hep emir alan, söz dinleyen, itaatkar davranışlar göstermesini beklerler. Aslında anne-babanın korumacı ve sınırlayıcı tavrı da çocuğun özgürleşme davranışları da gayet doğaldır. Çocuk hem özgür davranışlarla kendini gerçekleştirmeye ve yeteneklerini geliştirmeye çalışacak hem de anne-baba onu kontrol ederek, her konuda anne babasının yardımına baş vurmasını öğretecektir. Aralarında sorun bulunan iki taraf da birbirlerinin varlığından ve diğerinin kendisi için vazgeçilmezliğinden değil, birbirlerinin tutum ve davranışından şikayetçidirler ve bu şikayetlerini de yakınma şeklinde açığa vururlar. Çocuğun yakınması bir geri bildirim olarak anne-baba için değerli ve önemlidir fakat anne-babanın yakınması anlamsızdır. Onların yapması gereken, çocuğa karşı yeni tutumlar geliştirerek ilişkileri olumlu ve yararlı bir şekilde yönetmektir. Dini ve ahlâki değerler açısından yanlış bir davranışı gözlenen çocuğa söylenen “ayıptır”, “günahtır” şeklindeki yargı sözleri davranışın yanlışlığına işaret ederek çocuğun bir ölçüde tutum değiştirmesini sağlayabilir. Ancak bu yargı sözleri, 6-12 yaş arası çocukların bütünleştirici ve kategorize edici yaklaşımları sebebiyle yanlış sonuçlar verebilir. Sürekli yargı sözleri ile telkinde bulunmak, bu yaşlardaki çocukların şekilsel benzerlikler kurdukları diğer konulardaki cesaretlerini kırar ve ayırt edicilik yeteneklerini köreltebilir. Çocuğun yanlış olan ilk deneyimleri böylesi otoriter ve yarg ılayıcı tavırlarla karşılandığında onun her zaman hata edebileceği korkusu ile kendine 6


güveninin zayıflaması, kişilik gelişiminin olumsuz etkilenmesi ihtimali de yüksektir. Bunun için ana-baba çocuğun bir yanlış davranışını düzeltmek istediğinde onun bunu niçin yaptığını sorgulamaktan kaçınarak ona suçlandığı hissini vermeden davranışın yanlışlığını öğretmeyi başarmalıdır. c. Model Davranışlar Gösterme Okul öncesi çağdaki çocukların büyükleri gözleyerek onları taklit ederek öğrenme eğilimleri baskındır; onlar gibi olmaya özenir, onların davranışlarını doğruluk ve yanlışlık yargısında bulunmaksızın benimserler. Bu çağdaki çocuklar yoğun bir şekilde nesneler ve sembollerle kurdukları ilişkiler dünyasına sözel uyarıcılardan çok görsel uyarıcılarla nüfuz edilebilir. Modern eğitim bilimi, çocukların, ana dilin öğrenilmesi, kişiliğin gelişmesi, uyum ve intibak konularındaki öğrenmelerinin sembollerle gerçekleştiğini vurgulamaktadır (Selçuk, 1992). Çocuklar çevrelerine uyum sağlama çabasında önce sembollerden yola çıkıyorlar, onlara ilgi duyuyor ve onlarla bütünleşmekten haz duyuyorlar, sonra onları kavramaya ve anlamlandırmaya çalışıyorlar (Yavuzer, 1992). Onlar çevrelerindeki insanların davranış sembollerini model olarak alıp taklit etmeye çalıştıkça kendi davranışlarını geliştiriyorlar. Bu bakımdan aile içinde çocuklara dini değerleri ve bu değerler üzerinde olumlu davranışları kazandırmanın en temel yollarından biri onlara görsel zenginlikli modeller sunmaktır. Çocuğun örnek alıp taklit erme eğilimi sebebiyle bir doğruyu ona sürekli söylemek ve anlatmaktansa o doğruyu çocuğun gözü önünde davranış olarak tekrarlamak daha etkileyicidir. Örneğin ailede bir büyüğün namaz kılma, dua ve niyaz hali onlar için oldukça etkili figürlerdir. Yapılan bir araştırmada dini prensipleri yaşayan ana-babanın bu davranışları ile çocukları ibadete teşvik ettikleri ve çocukların da buna olumlu karşılıklar verdikleri tespit edilmiştir (Ay, 1994). Aile büyükleri özellikle de anne-babalar farkında olmasalar da tutum ve davranışları ile sürekli çocuklar için birer örnek ve modeldirler. Çocuk hayatı onlardan öğrenir; onlara bakarak, onlar gibi yapmaya ve onlar gibi olmaya çalışarak davranış geliştirir Çocuğuna dürüstlük, çalışkanlık, cömertlik, merhamet, yardım severlik vb. erdemleri öğretmek isteyen anne-baba bunları kendilerinin yaparak, yaşayarak göstermesi gerekir. Çocuk, dini değerlere ve ahlâki erdemlere uygun davranışların nasıl olduğunu gözünün önündeki modellerden öğrenecektir. Anne-babalar çocuklarının iyi davranışlar kazanmasını isteyerek onlara hep iyi şeyler söylerler, nasıl davranmaları gerektiğini anlatırlar. Ancak çocuğa söyledikleri ile kendi yaptıkları çelişik olan anne-babanın çelişkisini çocuk çabuk fark eder ve sözlerine itibar etmez. Çocuğuna 20’ye aldığı ayakkabısını “arkadaşlarına 50’ye aldık dersin”, “telefon çalarsa evde olmadığımı söyle” türünden basit gibi görülen yanlışlıkları 7


olan büyükler, çocuklarına dürüstlük adına bir şey öğretmezler. Çünkü çocuklar sözel telkinlerden çok gözünün önünde cereyan eden davranışlara, yaşantılara ve olaylara itibar ederler; onlara göre gerçek olan sözler değil olaylar ve yaşantılardır. d. Dolaylı Etkileme Nasihatler şeklinde sürekli öğretici telkinlere maruz kalmak, çocuk için sevimli bir durum değildir. Kazandırılmak istenen değerlerin çocuğun ilgi alanına giren yaşantılar içinde verilmesi, ilgi duyduğu bir konu ile meşgul olurken hissettirilmesi etkili bir yoldur. Oyun merakı, arkadaş çevresi, medya vb. etkenler çocuğu farkında olmadan birtakım anlayış, tutum ve davranışlara sürükler. Onu bu etkenlerin cazibesinden kurtarmak imkansızdır, kurtarmaya çalışmanın da bir yararı yoktur. Aksine çocuğun bu ilgileri, ona dini ve ahlâki değerleri kazandırmada önemli bir imkandır. Çocuk ilgilerinin eğitim yönünden önemi, bunların öğrenme için gerekli olan güdülenmenin (motivasyonun) kaynağını oluşturmasından gelmektedir (Yavuzer, 1992). Çocuk merakını tatmin eden ve onu eğlendiren meşguliyetlere kapıldığında farkında olmadan bütün yetileri ile öğrenmeye yönelmiş demektir. Onu haz duyduğu meşguliyetlerden başka hiçbir şey bu ölçüde öğrenmeye hazır hale getiremez. Oyun ve eğlence etkinlikleri, gezi ve seyirler, hikaye, masal, çizgi filim çocuklar için daima ilgi çekici ve onlara yönelmek haz vericidir. Dini ve ahlâki değerler içeren hikaye, masal, çizgi film, sinema, tiyatro, toplantı ve geziler, başka ilgilerle çocuğu çekerken aynı zamanda ona zihinsel ve duygusal değerler kazandırır. Bu kazanımı ona öğütle, nasihatle aynı ölçüde güçlü ve etkili bir şekilde vermenin imkanı yoktur. Dini ve ahlâki değerleri doğrudan anlatıp benimsetmeye çalışmak yerine dolaylı etkileme denilen çocuğun ilgi alanındaki meşguliyetlerle ona değerler kazandırmak büyüklerin göz önünde bulundurması ve özenle uygulaması gereken bir husustur. e. Uygun Yaşantılarla Özdeşleştirme Çocuk hayatı yaşamaya, hayatın içinde kendisi olarak var olmaya çalışırken bunu büyüklerinin sözel telkinlerinden çok kendi yaşantıları yoluyla başarabilmektedir. Çocuğun soyut işlemler düzeni ve ortak yapı sistemleri oluşuncaya kadar onun hayata dair eylemler şeması deneyimlerle oluşmaktadır. Çocuk bizzat yapmaktan, denemekten ve duygusal ilişkilerden haz duyar, yapıp ettikçe öğrenir ve yaşayarak öğrendikleri ile bütünleşerek o yönde bir kişilik geliştirir. Böylece çocuk kendi iç dinamiklerinden daha çok dış dünyanın yani içinde bulunduğu çevrenin bir ürünü olmaktadır. Somut işlemler döneminde gerçekliğe ulaşmaya çalışan çocuk bu çabasını nedensellik bağlamında yürütür. Çocuktaki nedenselli ğin en ilkel biçimi, dış süreçlerin onun iç yaşantısından gelen şemalarla sürekli olarak özümsenmesinden ileri gelmektedir. (Piaget, 1988) Çocuğun iç şeması ile özdeşleşen dış yaşantılar onu çekmekte ve bunun sonucu girişilen ortak

8


ilişkiler onu dış süreçlerin karakteri ile bütünleştirmektedir. Çocuk önce taklit ve özenti ile giriştiği yaşantıları zamanla özümseyerek onlarla özdeşleşir ve kendi davranışları haline getirir. Bu bakımdan çocuğun istenilen dini ve ahlâki değerlere uygun davranışlar geliştirebilmesi için ona olabildiğince bu değerleri içeren özendirici yaşantılar hazırlanması, onunla paylaşılan uygun ortak yaşantı alanları oluşturulması gerekir. Böylece çocuklar bu yaşantı ortamlarında geliştirdiği ilişkilerle istenilen değerleri kazanma imkanını elde etmiş olurlar. Çocuk televizyon, bilgisayar, oyun ve arkadaş ortamında kontrolsüz bir şekilde kendi yaşantılarını oluşturmaya terk edilirse onun nasıl bir kişilik kazanacağı bu yaşantıların sürüklemesine terk edilmiş olur. Modern hayat düzeninin aile içi ortak yaşantıları adet ve gelenekleri zayıflattığı bir gerçektir. Çocuklar artık aileden çok başka etkenlerin Gordon’un deyimi ile öteki ana-babaların etkisinde gelişmektedirler. Çocuğun haz duyarak katıldığı bir ilişki içindeki öteki ana-babalar kaçınılmaz olarak onu kendi değerleri doğrultusunda şekillendirmektedirler. Onların olumsuz etkiledikleri hesaba katılmadan çocuğun doğru davranışlar geliştirmesine yardımcı olmak güçtür. Çocuğu yanlış tutum ve anlayışlara sürükleyen birlikteliklerin getireceği olumsuzlukları önleyebilmek için dış etkenleri kontrol altında tutup onlarla mücadele etmek yetmiyor. Çocukla daha fazla birlikte olmak, onunla daha çok ortak yaşantılar oluşturmak gerekiyor. Anne-baba çocuğuna daha çok vakit ayırmalı, onunla oynamalı, şakalaşmalı, konuşmalı, ona hikayeler, masallar, anılar anlatmalı, onu gezdirmeli, bazı olayları ve nesneleri birlikte incelemeli ve değerlendirmeler yapmalıdır. Özellikle yemeklerde sofraya birlikte oturmak, birlikte dua etmek, çocuğun ibadet ve sohbet ortamlarına, faydalı sosyal ve kültürel etkinliklere katılmasını sağlamak çok değerli sonuçlar vermektedir. Çocuğun haz duyarak katıldığı dini törenler (bayramlaşmalar, kandil geceleri programları, mevlitler vb.), ibadetler, dualar, ilâhiler, dini sohbetler gibi tecrübeler onda ömür boyu silinmeyecek izler bırakır. 3. Ailede Dini Gelenek ve Adetler Farklı zamanlarda meydana gelen birçok olayın aynı biçimde tekrarlandığını izleyen insan zekası, bunlardan genellemeler yaparak soyut kurallar meydana getirir. Bunlar da hayatın bütününe şamil olan sosyal düzen kurallarını oluşturur. Bu kurallar herkes tarafından paylaşılarak uzun süre devam ettirilirse yerleşir ve toplumun yazılmamış kanunları olarak bağlayıcılık kazanır. Bu yüzden gelenek topluma ortak idealler ve müşterek davranış kalıpları oluşturmada sağlam bir dayanak temin eder ve toplumsal kararlılığın ve meşruluğun kaynağı olarak görülür. Daha küçük insan gruplarının tekrarladıkları özgün yaşantılar olan adetler aynı şekilde o gruplardaki bireyleri yönlendiren grup içi meşruiyet kaynağıdır. Adet ve geleneklerin oluşturduğu yazılı olmayan davranış kuralları, yazılı kanunlar kadar hatta bazen onlardan dan daha saygın 9


olduğu için insanları istedikleri gibi hareket etmekten alıkoymaktadır. İnsanlar genellikle inançtan ve dinden gelen değerlerini bu şekilde ortak tutum ve tavırlarla yaşatırlar ve onları bir manevi miras olarak yeni kuşaklara aktarırlar. Bu sosyal olgu, bilinçli veya bilinçsiz çabalarla gerçekleşmiş olsun her aile ve toplum için mevcut olan tarihi bir gerçekliktir. Yeni kuşaklar adet ve geleneklerle kendilerine aktar ılan mirası bazen ayıklamak, yorumlamak veya değiştirmek isteseler de, tarihi sürekliliği bir noktada keserek tümüyle kaldırıp atmak mümkün olmadığından adet ve geleneğin eğitici yönü bir şekilde etkinliğini sürdürür. Eğitimin sadece planlı ve programlı etkilemelerden ibaret olmadığı, bireyin toplum içinde sosyal etkilenme şekildeki yönünün çok daha geniş ve güçlü olduğu bir gerçektir. Sosyolojik pedagoji ekolu, eğitimi "yetişmiş neslin sosyal hayat içinde henüz olgunlaşmamış olan nesle karşı sarf ettiği faaliyetlerin bütünü" olarak görür. (Egemen, 1951) Aynı faaliyetler adet ve gelenek yaşantıları ile aile içinde daha yoğundur. Manevi ve kültürel mirası yeni kuşaklara aktarmanın iki yolundan biri planlı eğitim faaliyetleri, diğeri de adet ve geleneklerdir. Eğitim tevarüsün bilinçli ve akılcı şekli ise gelenek de tabii ve normatif şeklidir. Üstelik gelenekte tekrar ve süreklilik bulunduğundan bu yolla kazanılan değerlerde kalıcılık daha güçlüdür. Bu bakımdan adet ve gelenekler, değerlerin korunmasına, yaşatılmasına, yeni kuşakların bu değerlerle yetiştirilmesine yönelik pratik sonuçlar açısından çok önemlidir. Din-gelenek ilişkisine yani geleneğin dini yönden meşruiyeti hususuna baktığımızda gelenek bağlamında İslam dininin iki temel özelliğinden bahsedilebilir. Bunlardan biri İslam dininde, dini yaşantıların kesintisizliğinin ve sürekliliğinin önemsenmesi, diğeri de ibadetlerin ve vahiy kaynaklı temel kuralların dışındaki dini yaşantılarda zaman ve mekan farklarını tanıyan hareket serbestliğinin olmasıdır. Bu iki temel öğeden hareketle, İslam’ın öne çıkardığı değerlere uygun davranışların sosyal gerçeklik içerisinde kalıcılığının gelenekle bağlantılı olduğu söylenebilir. Zira gelenek, onu var eden temel değerlerle zihni bağlantıyı devam ettirdiği sürece ilkelerin ve değerlerin sürekliliğine hizmet eder. Bu anlamda geleneksel yapı tekdüzelik ve tekrar neticesi oluşan bir alışkanlığı ifade etse de İslam’ın bilinçli davranış ilkesini zedelemediği kabul edilir. Çünkü alışkanlık çoğu kez tekrarı kolaylaştıran en etkin unsurdur. Bu bakımdan İslam’ın öngördüğü ibadet ve ahlâk pratiklerinin güçlü ve kalıcı olmasında “alışkanlık” yadırganmaz, aksine teşvik edilir. Dolayısı ile İslam Din, öngörülen dini yaşantıların sürekliliği ve tekrarı noktasında gelenekle örtüştüğü bir gerçektir İslami literatürde gelenek "örf" terimi ile ifade edilir ve "insanların alışkanlık haline getirip hayatlarında sürekli uyguladıkları söz ve davranışlar" olarak tanımlanır.(Zeydan, 1979) Ancak islami anlayışta "örf" tabiri, geleneğin olumlu yanını içerir. Buna Kur'an ifadesiyle 10


"maruf" (kabul edilebilir davranış) denir (Bakara, 2/233); karşıtı ise, yadırganan davranışlar anlamına "münker" olarak ifade edilerek bu tür yaşantıların önlenmesi istenir.(Ankebut 29/29) Aynı zamanda örf yani geleneğin maruf olanı, islami kararlarda ikinci derecede delil kabul edilir ve diğer delillerle çözülemeyen bir dini meselede belirleyici unsur olarak görülür (Zeydan, 1979). İslam hukukuna göre düzenlenmiş olan Mecelle adlı kanun kitabında "Örf ile tayin nas ile tayin gibidir." şeklinde bir madde (Madde:45) yer almaktadır. Geleneğin bu ölçüde İslam hukukunda delil kabul edilmesi, geleneğin müslüman halk arasında informal eğitim unsuru olarak kullanılmasına referans vermektedir. Böylece aile içinde değerlerin paylaşılması ve aktarılması yönünden adet ve gelenekler meşru ve önemli eğitici ve öğretici unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu imkanlar doğru ve yerinde kullanıldığında değerli sonuçlar elde edilebilir. Zira çocuk, aile içinde yerleşmiş bulunan adet ve gelenekleri kendiliğinden öğrenir ve onların barındırdığı değerleri benimser. Bu bakımdan dini ve ahlâki değer yönünden güzel adetleri, yerleşmiş gelenekleri bulunan ailelerin çocukları tutum, davranış ve kişilikleri itibari ile diğerlerinden ayrılır. Çünkü çocuklar aile içinde yaşatılan adet ve geleneklerden sanıldığından çok fazla ve güçlü bir şekilde etkilenmekte, bu yolla kazandıklarını ömür boyu taşımaktadırlar. Çocuğun aile içinde sağlam ve köklü değerler kazanabilmesi için aileler dinden gelen, dini değerler ve ahlâki erdenler üzerine kurulu geleneklerini ısrarla sürdürmelidirler. Her işe besmele ile başlama; ezana ve Kur’ana saygı gösterme; yemeklerde, yatıp kalkarken, yolculuğa çıkarken dua etme; dini törenler, mevlitler, sohbetler vb. yaşantılar dini duygu ve sıcaklığı taşıma ve yerleştirme etkisine sahiptirler. Çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada, onlardaki dini duygunun, büyükleri izlemek, onların davranışlarını gözlemek, ezan, dua, namaz gibi sembolleri düşünmek suretiyle geliştiği tespit edilmiştir (Yavuz, 1983). Çocukların geleneğe bakışını tespit etmek üzere yapılan bir araştırmada da çocukların, selamlaşma, bayramlaşma, düğünler, bayramlar vb. ortak geleneklerin sağladığı sosyal faydaları değerlendirmede beklenmedik derecede isabetli düşüncelere sahip oldukları görülmüştür. Örneğin Kurban Bayramı etkinliklerin, insanlar arasında dostluk ve kardeşlik ve yardımlaşma duygularının gelişmesini sağlamak açısından değerlendirmişlerdir (Cebeci, 1996). Demek ki çocuklar için gelenek, insanları oyalayan, onları kültürel bütünün bir parçası halinde tutan davranış kalıpları olmaktan öte bir anlam taşımakta, insanın tarihten gelen manevi kimlik değerleri ile bağlantıyı kurup sürdürecek bir öze işaret etmektedir. İşte geleneğin bu özü ve gelenekteki "tekrarlama" nın dinamik gücü, günümüz insanı açısından bir kültür ve kimlik mücadelesinin diğer bir ifadeyle fazilet mücadelesinin temelini oluşturmaktadır. Günümüzde yerleşik değerlere sahip bir müslüman için güçlü, olgun ve saygın bir aile ve toplum yapısı 11


oluşturmada gelenekler vazgeçilmez birer kültür ve kimlik öğeleri olarak görülür. Geleneklere uymayanlar dinden, kültürden ve sosyal kimlikten uzaklaşmış, yozlaşmış ve topluma yabancılaşmış kabul edilir. Geleneğin güçlü bir manevi yönü vardır ve insanın kutsala yönelmesi ile gelenek arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur. Geleneğin kurucu değeri daima dindir ve her geleneksel yaşantı kutsal tasavvuruna dayanmakta, insanın kutsala yönelişinin tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kutsal da genelde onların kabullendikleri dinin özünde bulunur. İnsanlar inandıkları dine bağlılıkları ölçüsünde geleneklerine saygı duyar ve onları yaşatmaya çalışırlar. Din ile geleneğin en önde gelen müşterekliklerinden biri de yaşantılarda görülür. Dinler sürekliliği gerektiren değişmez kurallar ve değerler yaşantılar öngörürken gelenekler bu değerler üzerinde geliştirilen normatif yaşantılarla onların sürekliliğine hizmet ederler. Adet ve gelenekler konusunda dikkatten uzak tutulmaması gereken önemli bir husus vardır: Geleneksel yaşantıların zaman içinde değişime uğrayabilme, kurucu değerinden uzaklaşabilme özelliği mevcuttur. Başlangıçta Sünnet’e dayanan bir geleneğin zaman içinde yön ve şekil değiştirerek dinin kabul etmediği forma bürünebilmektedir. Tamamen dini inanç ve değerler üzerine kurulmuş bazı geleneklerin zamanla kurucu değerinden uzaklaşarak ona ters bir yöne kayması sonucu hurafeler ortaya çıkabilmektedir. Böylece geleneklere bağlı dini anlayışlar da tabii olarak geleneğin değişebilme niteliğinden etkilenebilmekte ve insanlar hurafe şekline dönüşmüş anlayışların dini inanç ve anlayış olduğunu zannedebilmektedirler. İşte çocuklara dini ve Ahlâki değerleri aktarmada adet ve gelenekleri önemli birer imkan olarak değerlendirirken bu hususa dikkat edilmesi, sağlam dini anlayışların yerine hurafelerin kabullenilmesini önlemek gerekir.

KAYNAKLAR: BİLGİN, Beyza. 1987, İslam ve Çocuk, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlar:264, Ankara DODURGALI, Abdurrahman. 1996, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul YAVUZER, Haluk. 1992, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul

12


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.