FARABI'DE PSİKOLOJİ PSYCHOLOGY İN THE MIND OF FARABI Milay KÖKTÜRK*
ÖZET
Far abı sistem kuran bir düşünürdür. Çeşitli kaynaklarda onun psikoloji üzerine yazdığı belirtilmektedir. Fakat psikoloji görüşleri, onun felsefesi içinde incelenmektedir. Bu çalışmada Önce Farabı"nin psikoloji görüşleri, onun felsefesinden ayrılarak incelenmiş, sonra bunların, psikolojinin bağımsızlık sürecindeki yen belirlenmiştir. Ayrıca Farabîpsikolojisinin çağdaş psikolojiye uyan veya uymayan yönleri ortaya konulmuştur. Yapılan karşılaştırmalar ve Farabî psikolojisinin niteliklerinin tesbiti sonucu, Farabî yn in modern psikolojiye yakın bir anlayışla insanı incelediği sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler'.Psikoloji, Fizyolojik yapı, Psikolojik yapı, Algılama, Mukayese
ABSTRACT Farabî is a philosopher who orginizes a sysiem. in dijferent kinds of documenis, ît is mentioed thaty he has essays about psychdogy. But his opinions about Psycology ar e examined according t o his philosophy. in this study; fırst, Far abis opinions about psychology are exammed wıthout ihe help of his philosophy then in the process of independence psychology '$ place is determired. On the ofter hand Farabî's psycology is, compared with contemporary psycology then the dijferences b etmen them are ali appesred. Af ter ali ofthese comparisonSş we ımderstood ihe charaoteristics of modern pschology, and as a resıılt we can say ihai whıle Farabî examines a man he 's very close to the modern pschology. Key Words: Psychology, Physiological struciure, Psychological structure, Comparison, Comprehend
I. BÖLÜM PSİKOLOJİ GÖRÜŞLERİ
sınıflamada, günümüz psikolojisinin genel konu başlıkları göz önüne alınmıştır.
Farabî eserlerinde psikoloji ile ilgili göıüşierini ana ve alt bölümler halinde ve ayrıntılı olarak, sistematik biçimde ortaya koymamıştır. Eserlerindeki; varlık, ahlâk bilgi, siyaset ve psikolojiden bahseden bölümler içice girmiş haldedir. Bu durumuyla da, psikolojisi, felsefe sistemi içindeki yerini almış haliyle mevcuttur. Psikolojisini ortaya koyabilmek için, konular içinden sadece psikoloji ile ilgili bölümleri çekip çıkarma gereği vardır.
Sınıflama Farabî psikolojisini daha anlaşılır, sistematik hale getirmek ve psikoloji sisteminin unsurları arasındaki ilişkiyi gösterebilmek bakımından önem taşımaktadır. Çalışmamızın ilk bölümünde onun sadece psikoloji görüşleri incelenecektir. İkinci bölümde ise psikolojinin bağımsızlık sürecinde Farabî'nin yeri, onun psikolojisinin nitelikleri ve günümüze uzanan yönleri ele alınacaktır. Bu mukayeseli kısımda da yine, yapmış olduğumuz sınıflama temel alınacaktır.
Bu çalışmada Farabî'nin psikoloji ile ilgili görüşleri, fikirlerinin bütünü içinden alınmış; içeriğine müdahale edilmeden, bilgiler ilgili olduğu konu içine yerleştirilmiştir. Yapılan
1. 1. İNSANIN FİZYOLOJİK YAPISI: 1.
PAÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü
1. 1. İlk gelişim aşaması: Farabî'ye göre, canlılarda üremenin gerçekleşebilmesi için, erkeklik ve dişilik özelliklerinin irtibatı gerekir. Birçok bitkide bir
Sayfa 56
PAÜ. Eğitini Fak. Derg. 1997, Sayı:2
arada olan bu özellikler, insanda ayrı şahıslarda bulunur. Dişide hazırlanmış olan maddeyi erkekte hazırlanmış olan meni harekete geçirir. Ceninin nıeniden teşekkülü, yoğurdun mayadan teşekkülüne benzer. Harekete geçmiş olan maddede ilk önce kalp oluşur, sonra diğer uzuvlar gelişirler. Anne karnındaki ceninin cinsiyeti ne olursa olsun, uzuvların oluşması aynıdır. Zaten yetişkinlerde de, cinsiyet uzuvları dışındaki uzuvlar ortaktır. l 1.1.2. Kalp, beyin ve sinir sistemi: Kalbi bedenin hakim uzvu kabul eden Farabî'}re göre, "Ona riyaset edecek başka uzuv yoktur. Arkasından dimağ gelir ki ikinci derecede hâkim olan bir uzuvdur ve diğer uzuvlara, ancak kalbin reisliği altında, reislik eder. Dimağ kalbe hizmet eder; diğer uzuvlar da ona, tabiatıyla kalbin maksatlarına göre hizmet ederler.n2 Konak kâhyasına benzetilen ve kalbin yüksek emirlerine hizmet etmekle mükellef olan beyin, bedenin ikinci derecede hâkim uzvudur. Kalp, diğer organların sürekli olan hareketleri ile ilgilenmez, idareci beyindir. Organların anlık hareketleri beyine bağlıdır. Nasıl kâhyanın emrindekiler aslında konak sahibine hizmet ederlerse, diğer uzuvlar da beynin emrinde olmakla aslında kalbe hizmet etmiş olurlar. Kalp aynı zamanda beden ısısının da kaynağıdır ve atardamarlar vasıtası ile diğer organlara ulaştırılan bu sıcaklığı beyin(dimağ) ayarlar. Beynin ilk fonksiyonu bunlardır; yani kalbin reisliği altında bedeni idare etmektir. Beynin ikinci fonksiyonu ise, sinirlerin merkezi konumunda olmasıdır. "Sinirlerin çoğunun bitki tarlası dimağ olup onları muhafaza eden kuvvetler dahi bizzat dimağdan beslenirler, Bazı sinirlerin bitki tarlası murdar ilik olup üst ucundan dimağa bitişik bulunmaktadır. Bu sinirleri dimağ, murdar iîik yardımıyla besler."3 Yani sinirlerin bir kısmı doğrudan, bir kısmı murdar ilik(omurilik) vasıtası ile dimağa(beyine) bağlıdır. Beyinin üçüncü fonksiyonu da, hayal, hafıza ve düşünmeyi gerçekleştirmesidir. "Dimağ bir cüz'ü ile tahayyülü düzenler, ikinci bir cüz'ü ile 1
Farabî, "El-Medinetü'l Fâzıla", Çev. Nafiz Danışman, (İstanbul:M. E. B. Yayınları, 1990) s. 62-65 2 Farabî, a. g. e. s. 58 3 Farabî, M. Fazıla, s. 59
tefekkürü düzenler, üçüncü bir cüz'ü ile ezber ve hatırlamayı düzenler. "4 "Sinirler iki ayrı sınıfa ayrılırlar. Bir sinir sınıfı kalpte bulunan hakim duyma kuvvetinin tâbilerine alet olup o tâbilerden her birinin kendine mahsus duygusunu duymasına yardım eder, diğer bir sinir sınıfı da yine kalpte bulunan isteme kuvvetine hizmet eden uzuvların iradî hareketlerini sağlar. " 5 Bu sinirlere kısaca duyma ve hareket sinirleri denilebilir. Duyma sinirleri sadece uyarıcıları taşıyıcıdır. Duyma ise bunun sonucunda olur. Hareket sinirleri davranışların temelidir ve davranışlar (cismimizle yaptığımız işler) "..isteme kuvvetine hizmet eden kuvvetler ile hasıl olurlar.1'6 Yani istekleri yerine getirecek organlara dağılmış olan sinirler ve o organdaki kaslar, istenen davranış sinirler vasıtası ile iletildiği zaman, bunun gerçekleşmesini sağlarlar. Beyin duyma sinirlerinin yanında., hareket sinirlerinin de kuvvetlerini muhafaza eder. Fizikî yapının en önemli unsurlarından olan sinirler kendi başlarına güç sahibi değildirler, sadece kendilerine yüklenen görevi yerine getirmekle yükümlüdürler. Görevi yükleyen, ilgili "kuvvef'tir. Organlar birbirinden tamamen bağımsız değildirler. Yüklendikleri fizyolojik vazife gereği, bir organ diğer bir organa bağlıdır. Bu "..ya sinirlerin dimağa ve murdar iliğe bağlandıkları şekilde bağlanmış olması, yahut da o uzuvdan diğerine geçen maddenin akmasına müsait bir kanalla bağlanmış olması lâzımdır.'57 Farabî ikinci tür bağlantıya akciğer, böbrek gibi organları örnek gösterir. 1.1.3. Besleyici Kuvvet: İnsanı beslenmeye sevk eden kuvvet "vücuda gelen insanın ilk vücut bulan kuvvetindir. Besinle ilgili belli bir fiili yapan melekedir. Bu meleke ile besin çeşitli aşamalardan geçer, bünyede çeşitli işlemler gerçekleşir. Bir sistem dahilinde besleyici melekenin işleyişi ile bünye varlığını sürdürmesini sağlayacak unsurları elde etmiş olur. İlk adım besinin alınması, son adım ise artıkların dışarı atılmasıdır. Meleke ise bu sisteme emreden ama fizyolojik olmayan bir şeydir; hakim kuvvetlerden biridir. Yardımcı kuvvetleri, sistemi oluşturan diğer organların
' Farabî, M. Fazıla, s. 59-60 ' Farabî, M. Fazıla, s. 58-59 * Farabî, M. Fazıla, s. 56 ' Farabî, M. Fazıla, s. 61 1 Farabî, M. Fazıla, s. 54
Sayfa 57
"PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı: 2
fonksiyonlarıdır. Hem uyanıkken, hem de uykudayken faaliyetine devanı eder.9 Farabî'nin sindirim sisteminin işleyişine ilişkin görüşlerinin, konunun dışında olması itibariyle, ayrıntısına girilmeyecektir. Ancak dikkati çeken şey, besleyici melekenin, sadece yemek yeme isteği şeklinde düşünülmemiş olmasıdır. Başlangıcı ve sonucu ile bir sistem vardır ve b e s l e y ic i k u v v e t b ü tü n b u s is t e mi n fonksiyonudur. Sadece "vücuda hizmet etmekle mükelleftir"10 ve fizyolojik yapının varlığını sürdürmesini sağlar. .21.FİZYOLOJİK YAPIYA PSİKOLOJİK YAPI:
DAYALI
1.2.1. Duyma Kuvveti: Duyma melekesi "beş duyudan birisi vasıtası ile herkesçe bilinen şeyleri idrak eden (algılayan) melekedir."11 ve gerçeklik kazanması, işlemesi duyu organlarının uyarıcı taşımalarına bağlıdır. Duyma kuvvetinin tabileri beş duyu organıdır, bunların her biri kendine mahsus duygusunu duyar. Hakim kuvvet ise beş hassenin duygularını toptan duymaktır.'112 Beş duyu organı duyma kuvvetine bedenin her tarafından haber getirmekle görevlidir. Böylece insan sıcağı, soğuğu, kokuları, görünen her şeyi algılar. Farabî duyma kuvvetini duyma sinirlerinden farklı düşünmüştür. Duyma sinirleri fizyolojik yapı unsurlarındandır. Duyma kuvveti ise, bu sinirlerin faliyetlerine dayalı fonksiyondur,
Yani davranışlar -Farabî'nin ifadesi ile "cismimizle yaptığımız işler"-, diğer organlardaki isteme kuvvetine hizmet eden diğer kuvvetlerle gerçekleşir. Elin yakalama, bacakların yürüme melekesi gibi.. . Ayrıca isteme kuvveti, canlının "..bir şeye cezbediîmesini ve neticede ona karşı istek veya nefret duymasını; talep ve kaçma, tercih ve kaçınma, öfke ve memnunluk, korku, cesaret ve korkaklık, zulm ve merhamet, sevgi ve nefret, hırs, şehvet ve nefsin diğer arazlarının meydana gelmesini sağlayan melekedir."14
Farabî'ye göre, isteme kuvvetinin iki yönü vardır: Birincisi, yöneliş veya kaçınmanın temelini teşkil eden duygusal nitelikte iç oluşumların ortaya çıkması; ikincisi, isteme kuvvetinde ortaya çıkan istekler doğrultusunda insanın davranışa yönelmesidir. Bunlar birbirlerini takip edebilecekleri gibi, sadece duygusal temelin varlığı şeklinde de kalabilir. İsteme kuvveti, kendisine bütün kuvvetlerin, tamamıyla değil ama bir ölçüde bağlı olduğu bir konumdadır. Diğer "..kuvvetlerin hepsi de hizmet ve vazifelerini ancak isteme kuvveti vasıtasıyla ifa ederler.Mİ5 Yani bu bağlılık diğer kuvvetlerin isteme kuvvetine hizmet etmeleri sekinde değil, vazifelerini yerine getirebilmek için isteme kuvvetini vasıta olarak kullanmaları şeklindedir. Çünkü "..duyulan, tahayyül edilen, düşünülen veya öğrenilen şeylere karşı bir arzu belirmedikçe, duyma, tahayyül ve düşünme kuvvetleri (kendiliklerinden) yeter derecede faal değildirler "16 1.2.3. Tenasül Kuvveti:
1.2.2.İsteme Kuvveti: Bu kuvvetin vasıtaları bütün organlar, bu organlarda mevcut ve o organa has melekelerdir. "İsteyiş bir şeyi öğrenmeye yahut o . şeyi vücudumuzun bütünü veya bir uzvu ile yapmaya yönelmemizdir. İstek de isteme kuvvetinin reisliği altında hasıl olur.MU Uzuvlardaki adaleler ve sinirler isteklerin yerine getirilmesini sağlarlar; böylece davranışlar meydana gelir. 9
Farabî, "Fusulü'l Medeni" (İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, 1987) Çv. Hanifi Özcan s. 29-30 10
Farabî, M. Fazıla, s. 56 ■ Farabî, F. Medenî, s. 30 ' Farabî, M. Fazıla, s. 55 1 Farabî, M. Fazıla, s. 56
Cinsellik kuvveti de diyebileceğimiz bu kuvvet "hakini" ve "hadım" kuvvetlerden oluşur. Hakim kuvvet kalpte, hadım kuvvet ise uzuvlarda bulunur.17 FarabFye göre cinsellik öncelikle melekedir; yani iç yapıya ait bir fonksiyondur. İlgili organlar ise, sadece bu melekenin, fonksiyonun gereğini yerine getirirler. Temel bu uzuvlar değildir. Bu kuvvetin isteğinin yerine getirilmesi ise isteme kuvveti vasıtası ile olur. L 3, İNSANIN ÖZELLİKLERİ:
PSİKOLOJİK
1. 3. 1. Muhayyile Kuvveti: 14
Farabî, F. Medenî, s. 30 Farabî, M. Fazıla, s. 70 16 Farabî, M. Fazıla, s. 70-71 ll Farabî, M. Fazıla, s. 61 15
YAPISI
ve
Sayfa 58
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı: 2
Duyma ve isteme kuvveti gibi kendine bağlı uzuvları olmayan muhayyile kuvveti, hayal gücü, tasarlayabüme anlamına gelir. Duyma ve düşünme melekeleriyle fonksiyonel bir bağı olan ve ikisinin arasında bulunan muhayyile kuvveti, bir ölçüde isteme kuvveti ile de ilişkilidir. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, kuvvetlerin yeterli derecede faal olması, algılanan ya da düşünülen şeylere karşı bir arzu belirmesine bağlıdır. Beliren arzu, insanı, bu zihinsel dununun gereğini yapmaya sevkeder. Muhayyilenin fonksiyonları nelerdir? Farabî muhayyilenin birinci rolü (a), olarak, algılama ve saklamayı göstermektedir. Duyu organları uyarıcıları taşırlar; bunlar duyma kuvveti ile duyulup muhayyilenin hakimiyeti ve tasarrufu sonrasında yine muhayyilede saklanırlar; "..duyularla algılanabilen nesnelerin (mahsusat) izlerini (rusûm) duyuların işleminden geçtikten sonra koruyan.."18 muhayyile kuvveti, "..duyulan duyuları, duyularımızdan silindikten sonra muhafaza eder. Tabiatıyla duygularımıza hakim olup, onlara tasarruf eder."19 Nesnelerin izlerinin doğrudan değil, duyuların işleminden geçtikten sonra muhayyileye ulaşması ve muhayyilenin duyulara tasarrufu algılama demektir. Hemen ardından "kayd ve resim" edilen imajların saklanması gelir. Duyu organlarının muhayyileye dış etkileri taşımasıyla "..elde edilen duygularımızdan muhayyile kuvvetinde bir sürü muhayyel resimler husule gelir. Bu resimler -duyumlarla bütün ilgilerini kestikleri halde- muhayyilede saklı dururlar.."2Ü Muhayyilenin ikinci rolü (b) de5 duyular vasıtası ile edindiği ve sakladığı imajlar üzerindeki tasarrufudur. Duyulardan silindikten sonra .da muhayyilede duran bu imajlar, "...muhayyilenin hükümlerine tâbi bulunurlar. Muhayyile onları bazen birbirinden ayırır, bazan birbirine katarak sonsuz terkipler çıkarır ki bunlardan bir kısmı kazib, bir kısmı sahih olur." 21 Ayrıca bu birleştirme ve ayırma sonucu ortaya çıkan yeni imajlar "...bazan duyulan duyulara uyarlar, bazan da hiç uymazlar."22
* Farabî, F. Medenî, s. 30 9 Farabî, M. Fazıla, s. 55 0 Farabî, M. Fazıla, s. 66 1 Farabî, M. Fazıla, s. 66 ~ Farabî, M. Fazıla, s. 55
Muhayyilenin bu fonksiyonuna tasarlama veya hayal demek daha uygun olacaktır. Biz tasarılarımızı veya hayallerimizi, zihnimizdeki imajları bir araya getirerek kurmaktayız. Bunlar gerçek dünyadaki oluşuma veya mantığımıza uyabildikleri gibi, onlara aykırı da olabilirler. 1.3.1.1. Rüyalar : Rüyalar muhayyilenin üçüncü fonksiyonu (c) olan benzetme ve taklit gücü ile ortaya çıkarlar. Muhayyile kuvvetinin, duyma, ve düşünme fonksiyonlarının etkisinden bilinç düzeyinde kurtulduğu zamanlar da vardır. Bu durum çok az uyanıkken, çoğunlukla uykuda meydana gelir. Muhayyile kuvveti uykudayken de faaliyette olur. Bu durumdayken ortaya çıkan zihin işleminde muhayyile hafızada saklı imajları birbirine ekleme veya birbirinden soyutlama şeklinde canlandırır, taklit eder. Bu taklit ve canlandırma bedenin kendi durumunu taklit şeklinde olabilir. Tamamen muhayyilenin kendi kurallarına bağlı olan bu oluşum rüyaların birinci sebebidir. Rüyaların diğer sebebi ise, bedenin o esnada karşı karşıya kaldığı uyarıcılardan doğan taklittir. Uykuda iken bedenin herhangi bir uyarıcıya manız kalması muhayyile kuvvetini, muhayyile kuvvetinin etkilenmesi de oradaki taklit kuvvetini etkiler. Bu etki sürecinde dış etki ya aynen, veya ona benzeyen ve saklı imajlar arasından seçilen bir imajla taklit edilir. Taklide yol açan etki benzer imajları çağrıştırabilir. Meselâ nem ile ilgili bir etki, su veya yüzme gibi imajlarla taklit edilir.23 Taklit ve canlandırmanın diğer bir türü, yine rüyaların üçüncü sebebidir. Ancak burada muhayyile kuvveti, gerçek etkenlerin yerine bizzat kendisi geçer. Uykuda iken bedenin durumu uygun bir konumda olunca, dış dünyadan herhangi bir etki gelmediği ve bir davranışı zorunlu kılmadığı halde, bedenin uzuvları uyanır ve isteme kuvvetinin emirlerini gerçekleştirir gibi faaliyete geçerler. Hareket hazırlığının ya da »hareket meydana da gelebilir- hareketin kaynağı dış dünya değil, iç dünyadır. Bu durumda isteme kuvveti taklit edilmektedir. Muhayyile kuvvetinin dış etkenler yerine geçtiği ve o etkenlerin etkisi gibi organizmayı etkilediği bu tür iç oluşumlarda, 23 insan Farabî, M. Fazıla, s. 12-13
Sayfa 59
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı:2
yaşıyormıışcasına davranış gösterir, Rüyada, olayı yaşıyor gibi hareket eder.24 Farabî rüyaları "adi ve sadık rüyalar" olarak ayırır. Cüz'iyyattan olup makulleri az olan taklit daha çok olur. Uyanıkken olanlar nadirdir. Daha aşağı mertebedeki ve uykuda olan taklidin akılla kavranması ve mantıkla açıklanması zordur. Bunlar sembolik mahiyyette, benzetmelerle ifade edilir, kapalı ve ters manalarla karşımıza çıkar. Burada rüyaların dördüncü bir sebebine ve diğer rüyalardan farklı bir rüya türüne rastlamaktayız. Bu rüyalar faal akıldan kaynaklanır. Faal akıl natık kuvveti, natık kuvvet de muhayyileyi etkiler. Natık kuvvetin içindeki şeyler de onlara has imajlarla taklit edilir. Faal akıldan ortaya çıkan etkilerin uyanıkken ve duyma kuvvetini etkileyen tarzda meydana gelmesi de mümkündür. Tabii bu durum rüya hali değil, mu h a yyile kuvv etin in mü k e mmeliğ in son : haddine varmış halidir. Bunun ait kademesinde aynı duranı rüyada ortaya çıkabilir. Yani faal akıl uyanıkken olduğu gibi uykuda iken de insanı etkileyebilir. 25
kurabilen bu nazari yön, akıl-yüriitmenin, mantık kurallarının, kesin bilgilerin -bir şeyin parçası olan her şeyin o şeyden daha küçük olduğu vs.- ; adeta yaratılıştan beri hazır bulduğumuz yeridir.28 Düşünme melekesinin amelî yönü (b) ise, beceri ve sanatla/düşünce (fikir) ile ilgili olmak üzere iki kısımdan oluşur. Amelî yön, dış dünya veya nesnelerle ilgili yapabilme/etkileme davranışının zihindeki temelleridir. "Beceri ve sanatla ilgili olan. .kendisiyle marangozluk, çiftçilik, hekimlik, denizcilik gibi maharetler elde edilendir. Fikrî olan ise, yapmak istediğimiz şeyin yapılmasının mümkün olup olmadığını, eğer mümkün- ise o işi nasıl yapmamız gerektiğini bilmek istediğimizde, kendisiyle, o şey üzerinde etraflıca düşündüğümüz melekedir/'29 Burada düşünme kuvvetinin soyut şeyleri teorik biçimde akıl yürütme ile bilebilme gücü "nazarî yön" olarak tanımlanmaktadır. Pratik yapabilme ya da yapılacak olanı muhakeme' edebilme gücüne ise "amelî yön" denilmektedir. Bunlar zihinde ortaya çıkan oluşumlardır. 1.3.2.1.Zekâ ve Yetenek:
Farabî burada rüyaların metafizik yönüne işaret etmekte, ardından, artık psikolojinin konusu dışında kabul edilecek olan metafizik alana geçmektir. 1.3.2. Nâtık Kuvvet (Düşünme kuvveti) : Düşünme kuvveti insanın diğer bütün kuvvetlerin üzerinde, onları etkileyen konumdadır. Muhayyile kuvvetinden sonra "..vücud bulur ki, onun vasıtasıyla insan düşünülen şeyleri düşünür, güzeli çirkinden ayırdeder, sanat ve ilimleri kapar."26 Natık kuvvet soyut düşünme melekesi olarak nitelenebilir. Düşünce bu melekenin faaliyetleri ile ortaya çıkan bir' üründür. Düşünme melekesini "nazari ve ameli" olarak iki şekilde mütaalâ eden Farabî'ye göre, nazari yön (a) "...kendisiyle, insanın bizim yapabileceğimiz ve bir halden diğer hale değiştirebileceğimiz cinsten olmayan varlıkları, örneğin üçün tek, dördün çift sayı olmasını bildiği (meleke)dir."27 Akılla kavrana-bilenleri dış dünyadaki ferdî gerçekliklerden soyutlayarak kavrayabileıı ve aralarında, mantık kurallarına göre bağlantılar
Bu konunun ayrıntılarına girmeden önce, düşünce melekesi sınıflamasını tekrar zikretmek gereklidir: a. Düşünme melekesinin nazarî yönü b. Düşünme melekesinin amelî yönü 1. Amelî yönün beceri ve sanatla ilgili kısmı 2. Amelî yönün fikrî kısmı Farabî'ye göre genel anlamda zekâ, düşünme melekesi içinde gerçekleşen, bir fonksiyon, özellik, işleyiştir. "Zekâ (sürat-i intikal) bir şeyi zamanla ifade edilemeyen bir süratle veya kısa bir zaman içerisinde çabukça sezme mükemmelliğidir."30 Düşünme melekesi zekâ ve yetenek fonksiyonlarının genel kategorisini, bunun kısımları olan fonksiyonlar ise öznel anlamda zekâ ve yeteneği ifade etmektedir. Genel kategori içinde gerçekleşen tek tek. zihinsel süreçler, zekâ ve yeteneğin ortaya çıkış süreçleridir. Dolayısı ile düşünme melekesiyle zekâ ve yetenek birbirinden ayrı değildir. Bu melekenin "nazarî" yönü bizzat düşünmeyi, "amelî" yönü ise yeteneği ifade eder. Bir sezme mükemmeliği olan zekâ ise hepsinin işleyiş tarzıdır.
2
^ Farabî, M. Fazıla, s. 74 Farabî, M. Fazıla, s. 75-77 Farabî, M. Fazıla, s. 54 Farabî, F. Medenî, s. 30
25
Mübahat Türker Küyel, "Farabî'niıı Bazı Mantık eserleri", Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yay. Anakara: 1990, s. 46 29 Farabî, F, Medenî, s. 30 30 Farabî, F. Medenî, s. 47
Sayfa 60
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı:2
Sezme mükemmeliği düşünme melekesinin her yönünde gerçekleşebilir.
(haline gelmesin)den dolayı yerleşen bu durumdan bir fazilet olarak söz edilebilir."33
Bu mü kemmeli ğ in (a) nazar î yönd e gerçekleşmesi, doğruluğu apaçık kavranan bilgileri edinmek ve ilimleri öğrenmek, hikmeti elde edip bütün bunlardan yeni sonuçlara varmak şeklinde olur ; (b) amelî yönde gerçekleşen sezme mükemmelliği fikrî planda olursa "...yapmak istediğimiz şeyin yapılmasının mümkün olup olmadığını, eğer mümkünse, o işi nasıl yapmamız gerektiğini... "3 x akılla . muhakeme etmeyi, başka bir deyişle, karşılaşılan problemlere ilişkin çözümler üretebilmeyi ifade eder.
Burada FarabF nin istidat ile yetenek arasında kesin bir ayırım yaptığı görülüyor. Hiçbir insan doğuştan yetenek sahibi; yani bir mahareti beceri ile yapabilen konumda olmaz. Fakat bazı becerilere doğuştan gelen eğilimi olabilir. Eğilimler yetenek (yani gerçeklik kazanmış özellik) sayılamazlar. Bu aşamada, üstü örtülü, gelişmemiş fiili hale gelmemiş olduğu için istidat olarak nitelenmelidir. Ancak, insanın eğilimi doğrultusundaki faliyetleri ile, eğilimler üstün ve sürekli mahret haline gelince, yetenek (yani fazilet) kazanılmış olur.
Amelî yönün beceri-sanat alanındaki sezme mükemmelliği düşünme gücünün bu alana ilişkin fonksiyonunu veya yeteneğin zihindeki ilk temellerini, tabiî eğilimleri yansıtır. Bu açıdan yetenek, zekânın ayrı bir fonksiyonu olarak nitelenebilir. Beceri ve sanata ilişkin özellikleri "beceri" ve "sanat" olarak iki bölümde düşünmek gerekir. Beceri bir işi başarı ile yapabilme; sanat, estetik değer taşıyan maharet gösterebilme şeklinde nitelenince, yeteneğin iki değişik şekli de ortaya konulmuş olur. Yeteneğin temellerini ve kaynaklarını, onun üzerinde etkili olan faktörleri ve insanlar arasında yeteneğin dağılımını da belirlemek gerekir. "Bir insanın tabii olarak, doğuştan bir dokumacı veya kâtip olarak yaratılması... mümkün değildir. Ancak tıpkı yazma, sanatı veya diğer bir sanatla ilgili fiilleri yapmak ona başka herhangi bir şeyle ilgili fiilleri yapmaktan daha kolay gelmesinden dolayı, onun bu fiilleri yapmaya tabii olarak mütemayil (ve hazır) olması"32 mümkündür. "...İnsan zıt yönde çalışan bir dış güç bulunmadığı takdirde, daha başlangıçtan itibaren kendisine tabii olarak daha kolay gelen bir fiili yapmaya sevkedilir. Dokumacılık fiillerine karşı (doğuştan mevcut olan) tabii eğilim...den dokumacılık olarak söz edıiemiyeceği gibi, bu tabii eğilimlerden de fazilet olarak söz edilemez. Fakat tabii bir istidat nefste bizzat faziletle ilgili fiillerin kendisinden sudur edeceği bir durum (hey'e) ortaya çıkıncaya kadar bir faziletle ilgili fiillere yönelir ve bu fiiller de, tekrar edilerek nıutad hale gelir ve âdet
31
:
Farabî, F. Medenî, s. 31 Farabî, F. Medenî, s. 31
İstidadın yetenek haline gelmesi 'tabii bir duramfdıır. İnsan bu özelliği yüzünden övülemez yahut yerilemez. Herhangi bir kişide 'güzel yazı' istidadı (eğilimi) varsa ve bu istidat yeteneğe dönüşüp o kişi hattat olmuşsa, ortada, övülecek bir duranı yoktur. Böyle bir istidat ve yeteneği olmadığı için yazısı güzel olmayan kişinin durumu da kusur sayılmaz. İstidadın yetenek haline gelebilmesi için "...zıt yönde çalışan bir dış güç.."34 bulunmaması gerekir. Dış gücün zıtlığı, gelişmeyi engelleyici rol oynar. Eğer böyle bir güç varsa, "...doğuştan fazilet veya aşağılıkla ilgili fiillere yönelen bir durum (hey'e) ve istidat üzere yaratılmış olan herhangi bir kişi, ona karşı gelmeye ve o istidatların zıddmdan kaynaklanan bir fiili yapmaya muktedir olur. Fakat alışkanlık halinde yerleşen şeyin durumunda olduğu gibi, bu da alışkanlık haline gelip, yapılması kolay bir duruma gelinceye kadar, bunu yapmak onun için zor olur." 35 Ayrıca, istidadın yetenek haline gelmesinde etkili olan dış şartların niteliği; yani mükemmel veya kusurlu oluşları, yeteneğin niteliğini etkiler/belirler. İnsanların eğilimlerine uygun şeyleri öğrenmesi ve bunları gerçekleştirmesi kolay, eğilimlerine aykırı olarak verilenleri kazanması zordur. Ama bu, insanın hiç bir şey kazanamayacağı anlamına gelmez; "...tabii istidatlardan bazıları, nefste, onların yerine, onlara zıt durumlar konulmak suretiyle, âdet ile tamamen yok edilebilir ve değiştirilebilirler. Bazılarının gücü tamamen yok olmaksızın, kırılabilir, zayıflatılabilir, azaltılabilir. Bazılarının ise, ne yok edilmesi ve değiştirilebilmesi, ne de kuvvetinin azaltılması mümkündür."36
Farabî, F. Medenî, s. 31-32 Farabî, F. Medenî, s. 31 35 Farabî, F. Medenî, s. 34 ' Farabî, F. Medenî, s. 33
Sayfa 61
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı: 2
Acaba her insan her türlü fikrî, sanat ve beceriye yönelik eğilimlere sahip midir? 'Tabii olarak (doğuştan) bütün sanatlara mütemayil (ve hazır) olan bir kimsenin mevcut olması zor...ve uzak (bir ihtimal)dir9...imkansız değildir. Çok yaygın olarak, her insan...belli bir sanata veya mahdut (sayıda) belli sanatlara mütemayil (ve hazır)dır."3' İnsanların her alanda üstün yetenekleri olabileceği gibi, hiç bir yeteneği olmayanlar da mevcuttur. Fakat bu tip kişilerin oranı çok azdır. İnsanların çoğunluğu belirli bir ölçüde eğilime (istidada) sahiptir. 1. 3. 3. Öğrenme: Farabî nefs kuvvetleri-öğrenme ilişkisini kurarken, etkili bir öğrenmenin şartlarım da belirlemiştir. Ona göre bilgi "...natık kuvvetle hâsıl olduğu kadar, muhayyile ve duyma kuvvetleriyle de hasıl olur..."38 Öğrenme ayrı bir iç olaydır ve nefs kuvvetleri vasıtasıyla gerçekleşir. Öğrenmede tekrar büyük bir önem taşır. Meselâ yazmaya devam ettiği müddetçe yazarın yazma sanatı kuvvetlenir. "Tekrarlama muharririn kalemine kuvvet ve özellik verir."39 Belirli bir bilgi, beceri veya aklâkî fiiller için 'tekrar' önemli olmakla beraber, sadece zihni meşguliyet de öğrenmeye etki eder. Buradaki meşgul olma, meşgul olunan şeyin bilinç alanında yer alması anlamındadır. Bu da tekrarın değişik bir boyutudur. Uzun uğraşmalar sonucu bir şeyin öğrenilmesi, öğrenmeyi sona erdirmez; gerçekleştikten sonra bile, öğrenilen şeyin gelişmesi devam eder, örnek olarak; "Güzel yazı melekesini elde ettikten sonra dahi yazı yazma sanatımızda olgunluk ve üstünlük görülür. Nefsin bu üstünlükten duyduğu zevk arttıkça yazı sanatına olan aşkı da artar."40 Öğrenme gerçekleşmiştir ama, gelişmeye açık haldedir ve devam eder. Üstünlük duygusu bundan duyulan hoşnutluğun artışına paralel olarak eğilimi artırır. Bu durumda üstünlük ve hoşnutluk tamamen ferdî kaynaklı bir motivasyon olma Özelliğini taşımaktadır.
öğrenmenin konusu olan şeyleri hangi melekeler vasıtasıyla öğrenebiliriz? Bu öğrenmenin özellikleri nelerdir? a)"Eğer öğrenmek istediğimiz bir şeyi duyum vasıtasıyla öğrenmek istiyorsak, bu hareketimiz iki ayrı fiilden mürekkep olur ki, biri cismanîdir, diğeri nefsanîdir. Meselâ görmek istediğimiz bir şeye gözlerimizi açıp bakmak, uzaksa ona doğru yürümek... gibi hareketler cismaııî fîilerdir. Duymanın bizzat kendisi ise, nefsanî bir fiildir..."41 Öğrenmeyi gerçekleştirirken fizikî engelleri kaldırmak için gösterilen davranış ile bunun sonucu duyu. organlarında ortaya çıkan algılama aynı şey değildir. Fizikî olan, 'öğrenmeye hazır hale gelme'yi, nefsanî olan da 'algılama'yı ifade eder. Her ikisi de öğrenme fiilini oluşturur. Öğrenmenin konusu olan şey duyu organlarına hitap eder ve öğrenme, duyma kuvvetiyle gerçekleşir. b)"Bir şeyi ııâtık kuvvet vasıtasıyla öğrenmek istediğimiz zaman bu isteğimizin gerçekleşmesine yardım eden, bilfiil nâtık kuvvetin içinde yer alan başka bir kuvvetten doğar ki, buna fikir kuvveti denir. Düşünme, görme ve istinbat onunla olur."42 Nâtık kuvvetle öğrenme tamamen bir iç olaydır. Fikir kuvveti derin bir tetkik ile bağıntılar kurup öğrenilecek konunun tamamiyle anlaşılabilir olmasını sağlar. c)"Bir şeyi muhayyile kuvveti ile öğrenmek istiyorsak, muhtelif vasıtalara müracaat ederiz.; Bu vasıtalardan birisi muhayyile kuvvetinin fiili ile istediğimiz ve umduğumuz şeyi tahayyül etmemiz veya geçmiş bir şeyi tahayyül etmemiz veyahut muhayyilenin eseri olan bir şeyi dileyişimizdir. Diğer bir vasıta da, muhayyile kuvvetinin üzerine duygularımızın bıraktıkları korkunç veya sevinçli tesirlerdir. Bu hal nâtık kuvvetin fiili ile de hâsıl olur."43 Muhayyile veya nâtık kuvvetle öğrenme aynı özellikleri taşıyabilir. İkisini birbirinden kesin çizgilerle ayırmak zordur. Sadece en temel özelliklerle ayrılabilir. Nâtık kuvvette temel özellik düşünme, bağlantı kurarak kavrama olduğu halde, muhayyile kuvvetinde hafıza, hayal etme veya duygusal etkiler ön plandadır. Yani muhayyile kuvveti ile öğrenmede daha yoğun süreç gerçekleşir. Muhayyile kuvveti ile öğrenmede: a. İstenilen veya umulan şeyin tahayyülü, b. Geçmiş bir şeyin tahayyülü,
Farabî, F. Medenî, s. 32 * Farabî, M. Fazıla, s. 39 57 Farabî, M. Fazıla, s. 96 1 Farabî, M. Fazıla, s. 94
41
Farabî; M. Fazıla, s. 47 42 Farabî, M. Fazıla, s. 57 43 Farabî, M. Fazıla, s. 57
Sayfa 62
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı:2
c. Muhayyilenin eseri olan bir şeyin tahayyülü d. Muhayyile üzerinde duyguların etkileri gibi zihin işlemleri ön plandadır. Bu açıklamaların ışığı altında Farabî'nin düşünme ile öğrenmeyi birbirinden çok farklı görmediği kabul edilebilir. Bilgi düşünme temeline bağlı olarak, hafızada saklananların veya duygusal durumların etkisini taşımaktadır. 1. 3. 4. Kişilik: Farabî kişiliği ahlâkî değer ve davranışlar açısından ele alsa da, insanın kendine has temel özellik ve eğilimlerini kişiliğin dışında görmemektedir. Ahlâkî davranışlarla insanın kişilik özelliklerini bir arada değerlendirmektedir. İnsan dünyaya kişiliği ile beraber gelmez. Fakat tıpkı yeteneklerin temellerinin doğuştan getirilen eğilimlerde saklı oluşu gibi, bazı kişilik niteliklerinin temelleri de doğuştan getirilen eğilimlerde mevcuttur. "Bir insanın, tabii olarak doğuştan...bir fazilet veya eksikliğe sahip olarak yaratılması da mümkün değildir. Ancak,...fazilet veya aşağılıkla ilgili fiillerin, ona, başka herhangi bir şeyle ilgili fiillerden daha kolay olmasından dolayı, onun, fazilet veya aşağılık durumlarına tabii olarak mütemayyil olması da mümkündür."44 Burada sözü edilen ahlâkî anlamdaki eğilimler olumlu ya da olumsuz nitelikler taşıyabilir. Doğuştan tümüyle iyi veya tümüyle kötü eğilimlere sahip insanların varolması uzak ihtimal olmakla beraber, imkânsız değildir. Tıpkı yetenek dağılımında olduğu gibi, insanların çoğu belirli ölçüde iyi eğilimlere sahiptir.. Eğilimlerin kişilik niteliği şeklini alabilmesi alışkanlık veya çevre ile bağlantılıdır. "Ahlâk lî faziletler ve (ahlâkî) aşağılıklar (ahlâk bozuklukları), ancak belirli bir mizaç (el-hulk)tan doğan fiillerin belli bir zamanda defalarca tekrar edilmesi ve ona alışık hale gelinmesiyle nefste meydana gelir ve yerleşir. Eğer bu fiiller iyi iseler nefste meydana gelen şey, bir fazilet; kötü iseler, bir aşağılık olacaktır."45 Kişilik niteliklerinin oluşumu ve değişmesi nasıl olur?
İnsanın kişilik niteliklerinin, eğilimleri doğrultusunda onlara paralel veya uygun olması zorunlu değildir. Ferdi etkileyen uyarıcıların eğilimlere uygunluğu veya aykırılığı, kişilik niteliklerini belirleyici olabilir. Tabii bir durum, olan eğilimlere "...kendilerine benzeyen ahlâkî nitelikler ilâve edilir ve onlar adet halinde yerleşirlerse, insan onların içerisinde olgunlaşır ve ister iyi, ister kötü olsun, bir defa insanda yerleşmiş olan böyle durumlar(hey'at)ın ortadan kalkması zor olur."46 Kişilik niteliklerinin zor değişmesi, yerleşmiş nitelikler için geçerlidir. Oluşum aşamasında, mevcut eğilimlerin yerine "...onlara zıt olan durumlar konulmak, suretiyle, âdet ile tamamen yok edilebilir ve değiştirilebilirler. Bazılarının gücü tamamen yok olmaksızın kırılabilir, zayıflatılabilir, azaltılabilir. Bazılarının ise yok edilmesi ve değiştirilmesi, ne de kuvvetinin azaltılması mümkündür."' .47
Kişiliğin oluşmasında önemli olan eğilimlerin yanında, bu eğilimlere etki eden faktörler vardır ve bunlar dış çevreyi oluşturur. 'Eğilimlere uygun veya zıt durumlar konulması' dış çevre etkisini ifade etmektedir. Bir şeyi öğrenirken yanlış yol takip edilirse, öğrenilen şey kötü öğrenilir. Yapılan işler kötü olursa, kazanılan eğilimler de kötü olur.48 Eğilimler iki bölümde düşünülmektedir: Dıştan etkilenenler ve etkilenmeyenler. Dış faktörden etkilenmeyen eğilimlerin gücü, onların yerine yenilerini koyarak değiştirilemiyeceğinden, kişi ancak kendisi isterse bu tür eğilimlere karşı durabilir. Başka bir faktör eğilimleri etkileyemez. Kişi karşı durmadığı takdirde varlıklarını sürdürür; yani, kişilik niteliklerinin bir kısmını, değişmeyen özellikler oluşturur. İkinci tür eğilimler dıştan etkilenenlerdir. Yeni alışkanlıklar (âdetler) ile bazı eğilimlerin etkilenebileceğini söyleyen FarabFnin "...psikolojisinde alışkanlığın önemli bir yeri vardır. Birçok fiil alışkanlıkların neticesidir, alışkanlıkla kazanılmıştır.1*49 Bir fiil defalarca tekrar edilerek yerleşirse alışkanlık olur. Alışkanlık da eğilimleri etkilediğinden, eğilimlerin yerleşmesi dış etkilere bağlı olmuş olmaktadır. Bu görüşleri ile Farabî kişiliğin çevreden kaynaklanan yönlerine işaret etmektedir. 46
Farabî, F. Medenî, s. 32 Farabî, F. Medenî, s. 33 48 Farabî, M. Fazıla, s. 97 49 Mehmet Meder, "Farabî ve İbn Miskeveyh'de Ruh-Beden İlişkisi" İst. Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Basılmamış Y. L. Tezi) İstanbul: 1987, s. 40 47
45
' Farabî, F. Medenî, s. 31 Farabî, F. Medenî, s. 31
Sayfa 63
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı: 2
Acaba kişi kendini nasıl algılayacaktır? Kendisince doğru bir amacı belirlemek, vasıtayı doğru seçerek bu amaca ulaşabilmek için birtakım özellikleri kazanmış olmak gerekir. Bu, iyi ve kötü insan için de böyledir. Amaç ile amaca ulaştıracak vasıtaları ayırabilmek gerekir. İnsan arzu ettiği ve özlediği amacı sadece ortaya koyar ve sonra, kendisini o amaca ulaştıracak şeylerin neliği üzerine düşünür. Meselâ zekilik, kurnazlık, hile gibi vasıflar amaç değildir, sadece insandaki farklı nitelikte güç olup amaca götüren vasıtadır.50 Amacın veya vasıtaların neler olduğu, insanın düşünmesine bağlı olarak ortaya çıkar. Kendisi üzerinde düşünen kişi, kendi özel yönünün ne olduğunu yahut olmadığını farkeder. Seçimlerini buna göre yapar. Bu kişinin kendisini algılaması, özbenlik olarak nitelenebilir. 1. 3. 4. 1. Farklı Kişilik Tipleri: Gerek genel olarak psikolojik, gerekse özel olarak kişilik nitelikleri bakımından kadın ve erkekler aynı mıdır? Aynı değilse fark nedir? Farabî'ye göre kadınlarla erkekler arasında en önemli fark sadece cinsiyetin fizikî yapı özellikleridir. Cinsiyet uzuvları dışındaki "...diğer uzuvlarda (erkek-kadın) müşterektirler. Onlar diğer ruhî kuvvetlerinde de müşterektirler. Ancak müşterek bulundukları uzuvlar, erkeklerde daha sıcak olurlar: Hareket ve çalışma uzuvları erkeklerde daha kuvvetli olur. Fakat öfke ve şiddet gibi kuvvet ifade eden ruhî hususiyetler kadınlarda daha silik, erkeklerde, daha kabarıktır. Buna mukabil (başkasına) acıma ve acınma gibi za'f ifade eden hususiyetler kadınlarda daha kabarık, erkeklerde daha siliktir."51 Zihinsel süreçler olarak "duyma, muhayyile ve natıka kuvvetlerinde iki taraf arasında fark yoktur. Her ikisinde de dıştan duyulan resimler, talî duyma kuvvetleri vasıtasıyla, hakini duyma kuvvetinde toplanır." 52 Bu duyumların muhayyiledeki imajı, saklanması, buna bağlı olarak meydana gelen zihin oluşumları arasında farklılık yoktur. Yukarıda belirtilen fark duygusal tepkiler alanı ile kas yapısındadır.53 50
Farabî, F. Medenî, s. 44-45 Farabî, M. Fazıla, s. 65 32 Farabî, M. Fazıla, s. 66 53 Konumuzu doğrudan değil, dolaylı olarak ilgilendirdiği için, bu konuda Aristo ile Farabî'nin farklı görüşlerine işaret etmek yararlı olacaktır: Kadın ile erkeği kuvvetler bakımından 51
Bu konuda Farabî insanları düşünce yapısı veya ahlâkî eğilimlere bağlı olarak birkaç sınıfa ayırmıştır. Olumlu ya da olumsuz niteliklerine göre insan tiplerini şöyle belirlemiştir : a)Basit İnsan: Bu kategoriyi oluşturan insanlar sağlam bir zihin yapısına, "nazarî akıl'a sahiptir. Fakat tecrübe gerektiren hayat olayları konusunda yeterli tecrübeleri yoktur. Bu eksiklikten dolayı basit sayılan bu insanlar her konuda değil, sadece bazı durumlarda basittir, fakat başka bir durumda, basit olmaz.54 b)Şaşkın İnsan: Bu insanların tutumları genel kanaatlere aykırı olur. Toplumda kaçınılması veya tercih edilmesi gereken yaygın tavırlar vardır. Şaşkın insan bunlara zıt tutumu benimser. Bu aykırılık algılanan şeylerde olduğu gibi, daha genel çerçevede de olabilir.55 c)Ahmak insan: Zihin yapısı tutarlı, hayat olaylarında tecrübeli, amaçlarını zihinsel plânda belirlemiş olmakla beraber kararlarında yanılgı içindedir. Zira "o, devamlı, kendisini bu amaca ulaştırmayan şeyin ona ulaştıracağını zannetmesine sebep olan bir görüşe sahiptir."56 Bu yanlışları dolayısıyle, amacı sıkıntıya düşmek olmadığı halde, kendini sıkıntıya düşürür. ■ Davranışlarındaki amacı doğrudur. Fakat seçimlerinde yanılgıya düşer. d)Mutedil Kişi: Daha çok ahlâki yapı ve davranışlara göre yapılan ayırımda, mutedil kişi, olumlu ya da olumsuz nitelikteki aşırı uç davranışların ortasında olan mutedil davranışları gösterir. Onun istek've fiilleri, sadece gerektiği kadardır. Bunu, kendini zorlayarak değil, tabii bir durum olarak yapar.n İlk üç ayırım psikolojik niteliklere, özellikle zihnî süreçlere göre yapılmıştır. Aristo'nun ■ etkisi hissedilen ve ahlâki nitelikte olan son ayırımda, "mutedil kişi" kavramının içereğinde 'olarak, ölçülülük, cömertlik, nükte, tevazu, yumuşak huy, haya, dostluk gibi orta-mutedil-fiiller de çok kısa tahlil edilmiş, bu kavramla aşağı yukarı' aynı anlamda kullanılan "faziletli kişi" kavramına yer eşdeğer gören Farabî, kadının ruhi kuvvetleri için ". .ruhun düşünme yetisi.. .kadında vardır ama işlemez.. "(Aristotales, Politika, Çev:Mete Tuncay, Remzi Kit. İstanbul: 1975, s. 28)diyen Aristo'dan ayrılır. 54
Farabî, F. Medenî, s, 46 1 Farabî, F. Medenî, s. 47 (Farabî, F. Medenî, s. 47 Farabî, F. Medenî, s. 33-34
Sayfa 64
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. İ997, Sayı:2
verilmiştir. Bunun yanında, bütün güzel ahlakî eğilim ve faziletlere sahip "İlâhî insan" ve tümüyle kötü ahlâki eğilimler taşıyan "vahşi hayvan" tiplemeleri de mevcuttur. 1.3.5.Davranış Bozuklukları: 1.3,5.1. Sıkıntı, çatışma: Farabî'ye göre insanın psikolojik hallerinden biri de sıkıntıdır. İnsanın, iç dünyasında mevcut olan -Farabî tarafından ahlâkî nitelikte örneklenen» eğilimler arasında seçim yaparken ve davranış gösterirken içine düştüğü duranı, bir iç huzursuzluğudur, "...kendisini frenleyen kişi iyi işler yapmakla, faziletli fiiller yaptığı halde kötü fiilleri de sever; onları da arzular, dolayısıyle o, arzusuyla çarpışır ve (fiillerinde) durumunun ve arzusunun kendisini teşvik ettiği şeyin zıddını yapar, fakat onları yaparken eziyet çeker."58 Seçim esnasındaki gerilim, seçim yapılınca bitmeyebilir. Ya da seçim bütünüyle iradî olarak yapılmayabilir. Bu da eğilimleri yok etmez. Bütün bunlar sıkıntı verir. Ancak böyle bir iç sıkıntıyı her insan yaşamayabilir. Zıt eğilimleri olmayan veya bu eğilimlerin üstesinden gelebilen, seçim sıkıntısı çekmeyen insan da mevcut olabilir. Farabî'ye göre bu insan 'faziletli1 olarak anılır. İç çatışmanın başka kaynakları da olabilir. Kişilerin geçmişten aldıkları inanç ve kültür değerleri ile günlük hayatlarının yönü çok farklı olursa, bu da bir iç sıkıntı sebebidir. "Rezil işlerden kazandıkları nefsanî kötü haller, önceki halleri ile çarpışarak onları bulandırır, onlara aykırı bir duranı alır. Bu aykırı durumdan nefis büyük eziyet duyar. İyi haller dahi kötü hallere karşı aykırı bir durum aldıkları için, nefis yine eziyet çeker."59 Burada iki tür durum ve eziyet mevcuttur: Birincisi, insan iyi ve olumlu şeyler almış olmakla beraber, daha sonraları bunlara zıt değerler içinde yaşıyor olabilir. İkincisi, insan olumsuz değerler aldığı için f kötü haller' içindeyken yine bunlara zıt değerlerle, yani olumlu değerler içinde yaşamaya başlayabilir. Her iki durum eziyet vericidir. Her ikisinde iç çelişkiler, sıkıntılar vardır. Farabî'ye göre sadece iç çatışmalar değil, olumsuz, kötü işler de insana gerçekten eziyet verebilir. Burada zıt duyguların olması gerekmez, Kötü işlerle meşguliyet insana kötü şeyler
(alışkanlık, düşünce vs.) kazandırır; bu da sıkıntının diğer bir kaynağıdır.60 1. 3. 5. 2. Diğer Anormal Davranışlar: Kötü fiiller insana kötü temayüller kazandırmaktan başka f ! ... onlar ruhunda bir hastalık şekline girer ve bu kötü temayüllerden zevk almaya başlar...Ruhen mariz olanlar -irade ve alışkanlıkla kazandıkları bozuk tahayyüller yüzünden- kötü işlere ve kötü temayyüllere teşnedirler; güzel ve üstün şeylerden tiksinir, hatta onları tasavvur edemez olurlar."61 Ayrıca "...kötü ve kusurlu kimseler de, nefsleri hastalandığında, kötü fiilleri iyi, iyi fiilleri kötü zannederler. Kötü kişi ise, daima gerçekten kötü olan amaçları arzular, fakat nefsinin hastalandığından dolayı onların iyi olduğunu zanneder."62 İnsanın iradî fiilleri kişiliğinin niteliklerini yansıtır. Seçilen fiil olumlu bir fiildir. Bu hem iyi, hem kötü insan için de böyledir. Yani her iki insanda olumlu niteledikleri davranışları seçerler. Halbuki gerçekte birinin davranışları olumlu, diğerinin ise olumsuzdur. İkinci kişinin zihnî yapısında ortaya çıkan veya mevcut olan farklılık, onun, olumsuzu olumlu olarak nitelemesine yol açmıştır, Bu kişide, doğru davranış kanaati ile yanlış davranış seçimi şeklinde bir kişilik problemi vardır. Bir başka bozukluk, düşünce bozukluğu da şu şekilde belirlenmiştir: Bazı insanlar zan yanlışlığı içindedirler ve bunlar grup gruptur. "Hastalar arasında derdini bilmediği için kendisini sıhhatli zanneden ve bu zannın kuvvet» İenmesiyle tabibin sözlerine asla kulak asmayan kişiler bulunduğu gibi, ruh hastaları arasında da hastalığını bilmeyen, bilâkis kendini üstün ve ruhunu sahih zanneden ve herhangi bir mürşidin, bir muallimin veya mürebbinin sözlerine kulak asmayan kimseler vardır."63 Kişi hastadır kendini sıhhatli zanneder ve bunun.etkisiyle telkin ya da başka tür tedavi amaçlı müdaheleye yanaşmaz. Bu? kişinin kendini olduğu gibi algılayamaması anlamına gelir. Farabî kadın ve erkekleri anlatırken, her iki cinsin kendine has psikolojik özelliklerini zikrettikten sonra "mamafih bu hususlarda, kadına benzeyen erkekler ve erkeğe benzeyen kadınlar yok
60
Farabî, F. Medenî, s. 33 Farabî, M. Fazıla, s. 98-99
Farabî, M. Fazıla, s. 99 ' Farabî, M. Fazıla, s. 97 ' Farabî, F. Medenî, s. 45 * Farabî, M. Fazıla, s. 97
Sayfa 65
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı:2
değildir,"64 demektir. Elbette burada fiziki yapı bozukluğundan doğan benzerlik değil, davranış benzerliği; yani cinsel davranış bozuklukları kastedilmektedir. 1.3.5.3. Davranış bozukluklarının sebepleri: Daha önce de belirtildiği gibi, Farabfye göre, kötü işlerden edinilen kötü temayyüller davranış bozukluklarının ilk sebebini oluşturur. Çünkü böyle bir insan iyiyi kötü, kötüyü iyi zanneder. Burada. Farabî teşhisini ve açıklamalarını metafizik temele dayandırmaz. Davranış bozukluklarını, zihinsel süreçlerin fonksiyonel bozukluğu veya dış tesirlerin olumsuz etkisi, ile açıklama eğilimindedir. Kötü eğilimlerin alışkanlık haline yerleşmesinden başka, "İnsanın iradesini yitirmesi...onun hareketlerinde birtakım anormallikler doğurur...herhangi bir şeyin üzerinde çok durma, vesvese, vehim etme, aşırı titizlik gösterme de insan için zararlıdır."' .65
Davranış bozukluklarına, yol açan ikinci sebep şudur: "Birtakım tesirler altında, bir kimsenin mizaç ve tahayyülleri bozulabilir. Dolayısıyle, muhayyile kuvvetinin terkip eseri olan öyle' tuhaf şeyler görür ki, gerçekte ne mevcuttur, ne mevcut olan şeylere benzer. Abdallar,-deliler ve mümasilleri bu zümredendirler."66 Burada belirlenen sebepler de metafizik karakter. taşımaz. Zihin yapısının işleyişini etkileyen, herkese göre farklı olabilecek dış tesirler vardır ve bunlar muhayyilenin terkip sürecini ve şeklini bozar. Tuhaf olan bu terkipler, davranış -.bozukluğunun- sebebini oluşturur. Normal süreçte muhayyilenin 'sahih veya kazibf terkipler yapabileceği belirtilmişti. Fakat zihinde olan bu terkipler algılanan nitelik arzeder. Yani o insan bu terkipleri adeta algılar. Dolayısıyle bu da onun davranışlarını etkiler. Daha önce belirtilen terkip işleminde terkip edilenlerin 'algılanması' sözkonusu değildir. 1. 3. 5. 4. Davranış bozukluklarının tedavi yolları; Farabî davranış bozukluklarının tedavisi konusunda, zamanına göre orijinal sayılabilecek fikirlere sahiptir, öncelikle, iç sıkıntı, çatışma durumunda zihin "...duyguların getirdikleri (tesir)le meşgul olunca bu eziyeti duymaz... Nitekim kederli insan, duyguların ' Farabî, M. Fazıla, s. 65 ' Meder, a. g. e. s. 3940 ' Farabî, M. Fazıla, s. 78
kendisine getirdikleri şeylerle avunarak kederlerini unutur ve onları duymaz olur. Onun tekrar mustarip olması için duygularının tesirinden bir daha kurtulması lâzımdır."6' Farabfye göre hasta birinin de acısını unutması için bir şeyle meşgul olması gereklidir. Meşguliyetten kurtulan hasta tekrar duygularıyla başbaşa kalacaktır. Bu da. acı çekme anlamına gelir. Farabî'ilin tasvir ettiği 'duyguların getirdikleriyle meşgul olma' hali, bilinç alanında var olan sıkıntılı durumu geri plâna iterek algılamama anlamına gelir. Böyle bir tavır bütün iç sıkıntılar, çelişkiler, yaşantılar vs. den doğarı olumsuz psikolojik durumdan kurtulmayı sağlar. Duyguların tesiri bitince sıkıntı tekrar başlar. Burada, anlatılan meşguliyet algılama alanında olabileceği gibi, bilfiil de olabilir. Ancak bu kurtuluş problemin kesin çözümü değildir. Başka bir tedavi yolu olarak "telkin-ikna" gösterilebilir. İkna etmek, bir kişiye bir şeyi tasdik ettirip, onu yapmasını sağlamaktır. Telkin veya ikna ile kişide arzu edilen etki meydana getirilebilir. Hayal gücüne dayalı bir etki meydana getirmek de mümkündür. Bu durumda kişi gerçeği tasdik etmese bile, o şeyi arar veya kabul tavrı içinde yönelir. "Hayal gücüne dayalı bir etki meydana getirmede mükemmellik, öfke ve zevke, korku ve güvene sebep olan, nefsi yumuşatan ve sertleştirilen hususlarda ve nefsin bütün tutkularında kullanılır."68 Telkin ve ikna, psikolojik yapı üzerinde etkili bir yöntemdir.
n. BÖLÜM FAMABİ PSİKOLOJİSİNİN NİTELİKLİMİ ve GÜNÜMÜZ PSİKOLOJİSİ İLE MUKAYESESİ 2. L PSİKOLOJİ TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ: Bilimlerin yakın zamana kadar felsefe içinde yer aldığı bilinmektedir. Artık nıetodları, konuları ve ulaştıkları sonuçlarla birbirinden ve felsefeden ayrılmış olan bilimlerin her birinin bu süreçleri farklıdır. Psikolojinin ayrılma sürecini bize psikoloji tarihi anlatır. İlkçağlarda "ruh" adı verilen, insan bedeninde bulunan gizli ve metafizik güce, varlığa inanılmaktadır. O dönemde psikoloji olarak niteleyebileceğimiz bilgilerin karakteristiği, bu temel üzerine kurulu olmalarıdır. Daha sonraki çağlarda da psikolojik yorumların konusu, ruh adı verilen mistik bir varlıktır. Beden, ruh ve bunların ilişkisi, çok 'Farabî, M. Fazıla, s. 99 8 Farabî, F. Medenî, s. 48
Sayfa 66
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı: 2
tartışılan konuların başında gelmektedir. Ortaya konulan bilgiler "rah felsefesi" niteliği taşıdığı için, bu dönemlerde bilimsel bir psikolojiden bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir.69 Aristoteles'in psikoloji alnındaki -De Anıma ya da İslâm dünyasındaki adıyla Kitab el-Nefs- eseri antikçağ psikoloji anlayışını yansıtmaktadır ve modem psikolojinin ortaya çıkışına kadar etkili olmuştur.70 Fakat "Aristoteles'teki ruh kavramı bugün bizim anladığımızdan büsbütün başka olup, bu eseri de psikolojiden çok fizyoloji alanına giren konuları kapsamaktadır." 71 Aristo'ya göre "ruh yaşama kabiliyetindeki bir cismin fiil haline geçmesidir. Meselâ beden kuvve ise ruh onun fiili fonksiyonudur. Başka bir deyişle; hissetmek, görmek, istemek onun kuvveleri ise, duyum, idrak ve irade de bu kuvvelerin fiilleridir."72 Ruhta ortak duyumlar ve düşünme, duyum ve hareket gibi melekeler bulunur. Fakat Aristo'nun "...psikolojisinde bu terimlerin net ve kesin tariflerini bulmak oldukça güçtür."73 Ayrıca Aristo'nun psikoloji ile ilgili başka yazılan olduğu, bu yazılarında duyum, hatırlama, düşünme, uyku, rüya gibi psikolojik olaylar üzerinde durduğu, bazı tesbitlerinin günümüz psikolojisine yakın olmasına karşılık, bazılarında da fahiş yanılgılara düştüğü kimi kaynaklarda ifade edilmektedir./4 Ortaçağ batı filozoflarında, özellikle Descartes'da ruh-bedeıı ilişkisi geniş yer tutar. Descartes bu ilişki üzerinde, sadece varlık felsefesi bağlamında değil, insanın iç yapısını açıklarken de durmuştur. Önce, kurduğu ve günümüz gerçekleri ile hiç örtüşmeyen fizyolojisini açıklayan Descartes, birtakım psikolojik durumları, bedende barınan ama madde olmayan ruha ait kabul eder,75 ve daha sonra beden-ruh ilişkisi belirler; davranışları, daha doğrusu iç olayları ruh bağlantısı ile açıklar. İncelediği fruh ihtirasları' daha çok ahlâkî eğilimler içeren tek 69
Feriha Baymur. "Genel Psikoloji" (İstanbul:İnkılâp ve Aka Yay. 1938), 5. baskı, s. 287-289 /0 Mahmut Kaya, "İslam Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi" (İstanbul:Ekin Yayınevi, 1938), s. 179-180 71 Kaya, a. g. e. s. 180 72 Kaya, a. g. e. s. 181 /3 Kaya, a. g. e. s. 184 74 Kaya, a. g. e. s. 196-201 /5 Descartes. "Ruhun İhtirasları", (İstanbul:M. E. B. Yayınları, 1991) s. 7
tek duygusal durumlardır. Bu sebeple, bilimsel psikolojiden söz edilmeyeceği yargısına katılmak gerekir. Çünkü belirtilen çalışmalar ruh felsefesi kapsamına girmektedir. Batı düşüncesinde ruh kavramının davranışlar alanından çıkıp metafizik alanda yerini alması, psikolojinin bilim hüviyeti kazanması için katedilen önemli bir aşamadır. Bu noktaya Hume'un görüşleri ile gelindiği kabul edilir. "Hume...ilâhî ve canlı bir cevher olarak ruhun varlığına ilişkin hiçbir yaşantının, hiçbir kanıtın bulunmadığını ileri sürer. Ona göre ruh adı verilen şey içsel yaşantılardır."76 Böylece "iç yaşantılar ruh sözü ile değil, bedenin bir fonksiyonu olarak görülen düşünme ve duyma olayları alarak açıklanmıştır."77 Bu açıklamalarıyla Hume'un, modern psikolojinin konusunu aydınlatır nitelikte fikirler ortaya koyduğu söylenmektedir. Bütün bunlardan hareketle, psikolojinin bağımsız bir bilim haline gelmesi yolunda atılan en önemli adımın, klâsik bakış açısı dışında, farklı bir bakış açısına ulaşılması olduğunu söyleyebiliriz. Klasik bakış açısında insan metafizik bağlantıları içinde ele alınmaktadır. Yeni bakış açısında ise, 'davranışlarının dinamizmi kendi içinde olan nesnel bir varlık' olarak nitelenmektedir. Bu bakış açısı değişikliğini, paradigmal bir değişim kabul etmek mümkündür. Çünkü insan sadece metafizik bağlantılarıyla bilginin konusu olduğunda, onun, davranışlarından oluşan ve nesnel bilgiye konu teşkil eden yönünün incelenmesi gerekmez. İnsanı metafizik bağlantılarla açıklamak zarureti doğar. Bu durumda insan davranışlarını kendi dinamikleri içinde araştırmak ve bilmek gerekli de olmaz. Aynı şekilde, mistik veya dinî bakış açısı da; davranışları, psikolojinin incelediği şekilde incelemeyi zorunlu hale getirmez. Çünkü insan ilâhî emirlerin objesi kabul edildiğinden, değerlendirme, kul olarak yaratıcısının emirlerine uyup uymama keyfiyetine göre yapılır. Psikolojinin konusunu oluşturan davranışları, '"incelenecek olgular sahası" olarak algılamak psikolojinin bağımsızlığı için önemli olmaktadır. Bu, insanın metafizik bağlantılarını veya dinî yönünü reddetmeyi gerektirmez. Red tavrını psikoloji biliminin zorunlu sonucu kabul etmek de yanlış olur. Acaba böyle bir bakış açısı değişikliği Hume'da ya da batı düşüncesi içinde mi ortaya, çıkmıştır? Türkîslâm dünyasında psikoloji alanında neler yapılmıştır? 76
Baymur, a. g. e. s. 289 /7 Baymur, a. g. e, s. 291
Sayfa 67
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı:2
Ortaçağ Türk-îslam dünyasında da psikoloji çalışmaları vardır, Psikoloji tarihi incelemelerinde pek değinilmemekle beraber, bu çalışmaların, o dönem biliminin seviyesine göre hayli kapsamlı olduğu anlaşılmaktadır. Bunu çeşitli eserlerde görmekteyiz. Bazı incelemelerde ise Türk-îslâm dünyasındaki bu çalışmaların 'ruh felsefesi' niteliğinde algılandığı da dikkati çekmektedir. Farabî ile ilgili yazılarda onun psikoloji çalışmalarından söz edilmektedir. Psikoloji üzerine yazdığı78, ruh kuvvetlerini ve görevlerini bedenden ayrı tutmadığı, psikolojiden fizyoloji ve tıbba geçtiği., nefs ve beden hakkındaki görüşlerinde metafizik ile psikoloji arasındaki sınırı da gösterdiği/9 belirtilmektedir. Fakat fazla ayrıntıya girilmediği ve daha önce de belirtildiği gibi, psikoloji görüşlerinin, onun felsefe sisteminden soyutlanmış olarak değil, sisteminin bir parçası şeklinde incelendiği görülmektedir. Aslında Farabî'nin psikolojisi . derinliğine incelendiğinde, yukarıda belirtilen yaklaşım tarzının Hume'dan önce Farabî'de varlığını sezmek mümkündür, Farabî'nin görüşlerinin niteliğine geçmeden önce, ortaya koyduğu psikoloji görüşleri ile günümüz psikolojisinin genel bilgilerini mukayese etmekte yarar görmekteyiz. 2.2.GUNUMUZ MUKAYESESİ
PSİKOLOJİSİ
İLE
Psikolojinin yararlandığı bilimlerden biri de fizyolojidir. Günümüz genel psikolojisinde davranışların biyolojik temeli, insanın gelişimi80 veya organizma-çevre ilişkisi81 psikoloji alanına ilk giriş bilgilerini oluşturur. Doğrudan doğruya psikolojik yapıya girilmez, bu yapının temeli olan fizyolojik yapı üzerinde durulur. a)Farabî'niıı psikolojisinde insanın fizyolojik yapısı geniş yer tutar. Onun fızyoloji-psikoloji
7
Mübahat Küyei. "Farabî'de Değer" (Araştırma, Ankara Üniversitesi DTCF yayını, Ankara: 1972) C. X, s, 220-221 19 Cavit Sunar, "îslâmda Felsefe ve Farabî I" (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayını, 1972) s. 64 80 Baymur, a. g. e. s. 23, 45 81 Özcan Köknel vd. "Psikoloji" (İstanbul: Altın Kitaplar, 1993) s, 28
ilişkisini çağdaş görülmektedir.
psikolojideki
gibi
kurduğu
Besleyici kuvvet ve organik anlamda işleyişi ile fonksiyonu82 davranışlarda uzuvların önemi, kalpbe3>in~beden ilşkisi, beynin fonksiyonları, sinir sistemi ve yapısı, cinsiyet, üreme, organizmanın gelişimi83 gibi konuları ele alışıyla psikolojik yapının fizyolojik temellerini belirlediği, bu konularda günümüz fîzyolojisince yanlışlanmayan genel ama isabetli teşhisler ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Vücuttaki sinirlerin ve kasların hareketi sağlayan organlar olduğu, duyma organlarına ve vücudun her tarafına dağılmış olan sinirlerin duyma ve hareketi sağladıkları vücuttakiîerin omuriliğe, omiriliğin de beyne bağlandığı84 şeklindeki tesbitleri ve beynin hayal, düşünme, ezber ve hatırlama fonksiyonları olduğu şekildeki teşhisleri isabetlidir.85 Farabî kadın ve erkek arasında, sadece cinsiyet uzuvlarının fark teşkil ettiğini, bunların diğer psikolojik süreçlerde ortak olduğunu belirtir. Modern psikolojide yapıları araştırmalarda, da kadın ve erkeğin iç yapısının farklı olduğunu isbatlar nitelikte kesin bulgular elde edilememiştir.86 Farabî'nin günümüz fizyolojisi açısından yanılgıları ise, kalbi bedenin reisi ve kuvvetlerin barındığı yer kabul etmesi, beyni kalbin emrinde ve onun yüksek amaçlarına bağlı görmesi, yine kalbi fizyolojik anlamda beden ısısının kaynağı telâkki etmesi, karaciğer-böbrek ilişkisi olarak gösterilebilir. Burada iki noktayı belirtmek gerekir: Günümüz fizyolojisi Farabî'yi çok aşmıştır. Farabî ise yukarıda, özetlenen tesbitlerini günümüzden yüzlerce yıl önce ve bilginin az olduğu ortamda yapmıştır. Bir diğer husus ise, İslâm dünyasında "kalp" kavramına yüklenen anlamdır. Peygamberimizin kalbe ilişkin bir hadis-i şerifi karşısında, alimlerin kalbe reislik fonksiyonu yüklenmesi zorunluluğu duymuş olabilecekleri düşünülmelidir. b)Günümûz psikolojisinde motivler davranışların zembereği, organizmayı davranışa sürükleyen ve başka uyarıcılardan daha kuvvetli biçimde etkileyen faktörler olarak tasvir edilir; fizyolojik (açlık, 82 83
Farabî, F. Medenî, s. 29 Farabî, M. Fazıla, s. 56-65
84
Baymur, a. g. e. s. 28-29 ve Farabî, M. Fazıla s. 59 Köknel, a. g. e. s. 28-31 ve Farabî, M. Fazıla s. 59 86 Farabî, M. Fazıla, s. 65 ve Erol Güngör. "Değerler Psikolojisi" (Amsterdam: Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı Yayınları, 1993), s.. 59 85
Sayfa 68
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı: 2
susuzluk, cinsiyet) ve toplumsal-psikolojik motivler olarak sınıflandırılır. FarabFye göre davranışın ortaya çıkmasının temel şartı, o davranışın konusuna, ilgili olduğu kuvvet tarafından isteme kuvveti vasıtasıyla yönelişin olmasıdır. Yöneliş isteme kuvveti vasıtası ile organlara iletilir ve davranış ortaya çıkar.87 Burada isteme kuvveti motivasyona, istek motive, isteyiş de motive olma durumuna eşdeğer anlamdadır. Farabfdeki "besleyici kuvvet" fizyolojik motivleri çağrıştırır. Ayrıca o, bazı kuvvetlerin ilişkisini, psikolojideki "dürtü" terimini çağrıştırır tarzda kurmuştur. Ona göre duyma kuvveti besleyici kuvvet içinde suret -yani belirsizi belirli hale getirici rolünü oynar. 88 İsteme kuvvetinin diğer kuvvetlerle ilişkisi, yani "diğer kuvvetlerin gereklerinin isteme kuvvetiyle davranışa dönüştüğü" açıklaması ile bu birleştirildiğinde, "'dürtü"nün anlatılmış olduğunu söylemek mümkündür. Sadece bedene hizmet eden besleyici kuvvet ile duyma kuvveti ilişkisi açlık ve susuzluk dürtüsünü, tenasül kuvveti-isteme kuvveti ilişkisi cinsellik dürtüsünü ifade etmiş olmaktadır. Farabî'de sosyal ve psikolojik motivleri çağrıştıran bir tesbite rastlamadığımızı da belirtmemiz gerekir. c)Farabî'nin duyma kuvvetine ilişkin açıklamaları, günümüz psikolojisindeki aîgı konusunun genel bilgilerini içermektedir. Tabii kalbin reisliği konusunu hariç tutmamız gerekir. Farabî duyma kuvvetinde iki aşamalı işleyiş görür: Birincisi beş duyu organından duyma sinirleri vasıtası ile o organa has uyarıcıların taşınması, ikincisi ise gelen duyuların "toptan" durulmasıdır.89 Burada algılamanın fizyolojik temelleri ve duyum-algı ilişkisi belirlenmiştir. Günümüzde kabul edilen anlayışa göre de "...duyumlar algılama fiilinin fiziksel ve fizyolojik yanıdır."90 Dış uyarıcıların duyu organlarından, geçerek beyine ulaşması duyum, bunların beyinde anlam kazanması algıdır. Algılamanın gerçekleşmesi ' için uyarıcıların beyne ulaşması gerekir. Her organın kendi duyusunu duyduğunu belirten Farabî, 'toptan duyma1 ifadesi ile, algıda bütünlüğe de işaret etmiş sayılabilir.
d-Genel psikolojide en temel zihinsel süreçler olarak kabul edilen ve içice girdiği belirtilen öğrenme, hafıza, düşünme, rüya, zekâ, yetenek, kişilik konularını Farabî de incelemektedir. Fakat o daha farklı bir sınıflandırma yapmaktadır. Ancak zikredilen süreçleri birbirinden ayrı değerlendirmemiş, sadece günümüzden farklı olarak, bazılarının birbiri ile daha fazla ilişkisi olduğunu düşünmüştür. Farabî hafıza, algılama, hayal, rüya süreçlerini muhayyile kuvvetinin içinde mütalâa, etmektedir. Nâtık kuvvetin içinde ise zekâ, yetenek, düşünme çeşitleri yer alır. Bu iki kuvvet de birbiri ile etkileşim içindedir. Öğrenme ve kişilik de bunlarla ilişkilidir. Aslında bunlar aynı zamanda beynin (dimağın) fonksiyonudur. Farabi'de fmahsusatm rüsumunu (nesnelerin izlerini) duyuların işleminden geçirmek1 algılamaya, 'bunların duyularımızdan silindikten sonra da korunması, saklanması1 hafızaya delâlet eder. Muayyilenin sakladıkları üzerindeki tasarrufu ve bunların muhayyile hükümlerine bağlı oluşu, muhayyilenin bunları sonsuz sayıda ve akla uyan veya uymayan tarzda terkibi ise, günümüz psikolojisinin imgeleme gücü-süreci olarak işlenmektedir. 91
e)Jung'm bilincin alışılmış verilerine ters düşen ruhsal oluşum dediği92 ve genel psikolojide iç yaşantı olduğu belirtilen rüyalar FarabFye göre allegorik mahiyyette, kapalı, ters manalarla benzetme, bilmecelerle ifadedir. Bunlar "adi rüya'lar olarak adlandırılır.93 Rüya konusu günümüz psikolojisinde çözülebilmiş değildir. Genel psikolojideki teorilerine benzer görüşlere Farabi'de rastlamaktayız.
de rüya de
Ona göre rüyalar muhayyilenin 'taklit kuvvetine1 bağlıdır ve muhayyile dış uyarıcılardan, diğer kuvvetlerin etkisinden kurtulduğu zaman kendi içine döner. İşte taklit bu durumda gerçekleşir. Rüyaların dört temel sebebi vardır: Muhayyile saklı olan imajları uykuda iken yeniden ve farklı tarzda birbirine ekleyerek resmedebilir.94 İkinci olarak muhayyile doğrudan bedeni veya bedenin kuvvetlerini taklit edip, gerçek uyarıcı olmadığı 91
' Baymur. a. g. e. s. 66 ve Farabî, M. Fazıla, s. 70 Farabî, M. Fazıla, s. 57-58 Farabî, M. Fazıla, s. 55 90 Baymur, a. g. e. s. 124
Farabî, M. Fazıla, s. 55-56, 72; Baymur, a. g. e. s. 200; Köknel, a. g e, s. 75 92 C. G. Jung, "Bilinç ve Bilinçaltının İşlevi", (İstanbul: Say yayınları, 1994), 2. baskı, s. 153 Farabî, M. Fazıla, s. 77 Farabî, M. Fazıla, s. 72
Sayfa 69
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı:2
halde vücudu, o hareketi yapmaya hazır hale getirebilir; hatta bazen yaptırabilir.95 Bu ikisi günümüzdeki bilinçaltı teorisini çağrıştırır. Rüyalarda izlenimlerden, düşüncelerden, geçmişteki psikolojik durumlardan kaynaklanan izlerin olabileceğini belirten görüşler 96 ve geçmiş duygusal yaşantıların rüyaları etkilediğine, beklentilerin izlerine ilişkin tesbitler 97 Farabı'nin bu görüşlerini doğrular niteliktedir. Rüyada görülenlerin kişiyi, adeta yaşıyormuş gibi etkilediği bilinmektedir. Farabı buna da işaret etmiştir. Farabî'ye göre rüyaların bir diğer sebebi de, uyku esnasında bedene etki eden dış uyarıcılardır. Bunların etkisi doğrultusunda muhayyilede saklı duran ve o etkiye uyan imajlarla taklit gerçekleşir. Günümüzde de rüyalarda, dış fizyolojik faktörlerin etkisi kabul edilmektedir,98 Farabî'ııin faal akla bağlı olarak ortaya, çıktığını ifade ettiği !sadık rüyalar1 konusunda söyledikleri modern psikolojinin dışındadır. Daha önce de ifade edildiği gibi, dördüncü rüya sebebi olarak gösterilen bu metafizik açıklamalarla Farabî psikoloji alanından metafizik alana geçmiştir. f)Farabî? nin natık kuvvet dediği ve sanatın, ilimlerin elde edilmesini sağlayan meleke olarak tanımladığı bu alan, günümüzde fdüşünmef adıyla ele alınmaktadır. f Natık kuvvetin nazari.-yönü' bugün 'soyut düşünme, akılyürütme', . 'natık kuvvetin amelî yönü' ise 'yetenek, istidat, problem çözme1 şeklinde incelenmektedir. Farabî'nin zekâ tanımı günümüz anlayışına yakın bir belirlemedir. Günümüz psikolojisinin yetenek-istidat ayırımını Farabî'de görmek mümkündür. Yetenekte doğuştan getirilen tabiî eğilimler temel teşkil ederler ve o halleriyle, kaldıkları takdirde ortaya çıkmazlar, Ancak uygun şartlarda bu gelişir. Yetenekler çoğu zaman yok edilemezler ama zayıflatılabiîir veya gelişmeleri engellenebilir."
"" Farabî, M. Fazıla, s. 74 Jung, a. g. e. s. 153 97 Baymur, a. g. e. s. 202-204 98 Farabî, M. Fazıla, s. 72-73 ve Baymur, a. g. e. s. 203 99 Farabî, F. Medenî, s. 31-33 96
Toplumda her alanda çok üstün yeteneklilerle hiç yeteneği olmayanlar vardır ama sayıları çok azdır. İnsanların çoğunluğu ortalardadır. Farabî burada adeta sözlerle yetenek eğrisi çizmektedir. g)Daha çok öğrenmenin şartları ve yolları üzerinde duran Farabî, öğrenmede tekrarın önemini vurgular, öğrenmede tekrarın yeri günümüzde de kabul edilmektedir. 10° Kişinin öğrenmedeki üstünlüğünden hoşnut olarak daha.büyük bir şevkle buna yönelmesi motivasyon olarak nitelenebilir. Farabî'nin 'natık kuvvetle öğrenme' fiilinde etkili kabul ettiği 'fikir kuvveti' ve ortaya çıkan öğrenme tarzı, günümüzdeki kavrama yoluyla öğrenmeye işaret eder. 101
Muhayyile kuvveti ile öğrenme konusundaki açıklamaları günümüz psikolojisinde öğrenmeyi etkileyen faktörler (genel uyarılmışlık hali, fizikî durum, transfer) olarak incelenir.102 h)Kişiliği daha çok ahlâkî yapıya yakın ve adeta özdeş kabul eden Farabî, doğuştan getirilen eğilimler ve çevrenin etkisine işaret eder. Günümüz psikolojisinde karakter ve mizaç kavramları kapsamında ifade edilenler, kişiliğin sosyal ve ferdi yönünü ihtiva etmektedir. Yani kişilikte kalıtımçevre etkisine ilişkin araştırma ve görüşler mevcuttur.103 Farabî doğuştan getirilen eğilimlerle dış etkilerin birleşmesi sonucu ferdi yapıda yerleşik hale gelen durumun »kişiliğin» değişmesinin zor olduğunu belirtir. Günümüzde de kişiliğin değişmeyen yönlerinin olduğu kabul edilmektedir.104 Farabî'nin çeşitli kıstaslara bağlı olarak insan tipleri çizdiği, bu kıstas ve tiplerde psikolojik öğelerin ağırlıklı olduğu görülmektedir. Günümüzde de çeşitli tipoloji teorileri ya da çeşitli 105 sınıflamalar ■s ne
mevcuttur. ı)Son olarak Farabî'ııin anormal davranışlar konusundaki görüşlerine değinelim: Farabî'nin 'davranış' ve 'kişilik' bozukluklarını içerik olarak ayırdettiği görülmektedir. Ona göre, kötü olduğunu bildiği halde o davranışı seçen insan eziyet çeker. Bu durum günümüzde gerilim olarak adlandırılmaktadır ve davranış bozukluğu 100
Farabî, M. Fazıla, s. 96 ve Köknel, a. g. e. s. 65 ■ Farabî, M. Fazıla, s. 57 ve Köknel, a. g. e. s. 60 Farabî, M. Fazıla, s. 57 ve Köknel, a. g. e. s. 63 103 Köknel, a. g. e. s. 111-112 Farabî, F. Medenî, s. 104 32 ve Köknel, a, g. e. s. 112 ' Baymur, a. g. e. s. 258-261
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı:2
kategorisine girer. Bir de f nefsleri hastalanıp' iyiyi kötü, kötüyü iyi zannedenler vardır. Farabî buna zan yanlışlığı demektedir. Bunlar kişilik bozukluğu denilen, benlik tarafından benimsenen ve ödün verilmeyen davranışlardır. Düşünce bozukluğu olarak da anılan bu davranışlarda dış dünya ile ilişki gerçekçi olmaktan çıkmıştır.106 Farabî anormal davranışlar için üç temel sebep belirlemiştir: a)Kötü işlerden edinilen kötü temayüller, b)Vesvese, vehim, aşırı titizlik gibi saplantılar, c)Dış tesirler altında kişinin zihinsel süreçlerinin (mizaç ve tahayyüllerinin) bozulması. Bu sebeplerden ilk ikisi günümüz psikolojisindeki 'toplumsal nedenler', diğeri ise 'psikolojik yaklaşım teorisi* kapsamındaki görüşleri çağrıştırır.107 Anormal davranışların tedavisine ilişkin görüşlerinde Farabî'nin iki temel tedavi yolu önerdiği görülür: a)Meşguliyet: Kişinin herhangi bir şeyle meşgul olması, onun rahatsızlığını hissetmemesini sağlar. Bu yöntem günümüzde 'oyun ve uğraşı tedavisi' olarak uygulanır.108 b)Telkin-ikna: Bu yöntemde, kişide arzu edilen bir etki meydana getirilmeye çalışılır. Günümüzde 'destekleyici tedavi' veya f grap tedavisi' olarak adlandırılan yöntemler telkin ve ikna amacına yöneliktir.109 Farabî psikolojisinin, günümüz genel psikolojinin verileri ile örtüşen yönleri kısaca bu şekilde belirlenebilir, şüphesiz günümüz psikolojisi Farabî'nin bu görüşlerini aşmıştır, ancak bu sonuçlara yüzyıllar önce ulaşıldığı unutulmamalıdır. 2.3. FARABÎ NİTELİKLERİ:
PSİKOLOJİSİNİN
Hume'un pozitivist yaklaşım, içeren "ruh değil, ancak- ruhsal fiillerden sözedilebilir" sözüyle psikolojinin olgular alanı belirlenmiş; bu Mümin 106
Farabî, F. Medenî, s. 45; M. Fazıla, s. 97 ve Köknel a. g. e. s. 153 107 Farabî, M. Fazıla, s. 97 ve Köknel, a. g. e. s. 145-146 ' Farabî, M. Fazıla, s. 99 ve Köknel, a. g. e. s. 155 Köknel, a. g. e. s. 155-156 109
Sayfa 70
batıdaki gelişimi ruhu dışlayan, hatta yok sayan doğrultuda olmuştur. Pozitif bilimlerin etkisiyle metafizik olan her şeyin bilim dışı sayıldığını söyleyen Jung'a göre, 19. yüzyılın ikinci yarısında ruhsuz bir ruh bilimin (psikolojinin) doğuşuna tanık olunmuştur.110 Bu ruhbilim (psikoloji) ruhu tamamen dışlamakta, yok saymaktadır. Bu anlayışa göre "düşünceler beyinsel salgıdan başka bir şey değildir.5'111 Jung'a göre "...ruh yaşamın diğer derin izleri gibi karanlık, ulaşılmaz niteliğini korumaktadır."112 Fakat, vücuttan bağımsız bir ruh kabulü üzerine de psikoloji kurulamaz,113 Modern psikoloji bilincin, verilerin, bilinçaltının bilimi114 veya davranışlarının iç ve dış dinamiklerinin araştırılması olarak tanımlansa dahi, ruh probleminden, dolayısıyla metafizik alan bağlantısından soyutlanabilmiş değildir. Fakat bağımsız varlık ve inceleme alanına kavuştuğu bir gerçektir. Modern psikoloji metafizik alanı dışladığı ve yok saydığı için bu bağlantı problemini yaşamaktadır, Farabî ise Hume'un ifadesi gibi kesin belirleyici yargıda bulunmamış, psikolojik olguları bizzat inceleme alanı haline getirmiştir. Bu süreçte de metafizik alanı dışlamamış, psikoloji ile metafiziğin sınırını çizmiştir. Bu iki alan, biri psikolojinin nesnel olgular alanı, diğeri ise felsefenin veya inancın alanı olarak mevcut görünmektedir. Farabî psikolojinin, esasında tecrabeci, zirvesinde idealist olduğu, Aristo duyumculuğundan hareket ettiği ve İskenderiye Mektebi'nin "sini işrakma" (ruhî, deruııî aydınlanma) ulaştığı belirtilmektedir.115 Öncelikle; temel psikolojik yaklaşım itibariyle tecrabeci niteliği, Farabî'nin, psikolojinin olgular alanım belirleyici çalışmalarını doğrular. Aristo duyumculuğundan hareket etmesi ise, duyumların realite olması ve bugün bile psikolojide algı temellerini oluşturması dolayısıyla, gerçeklikten hareket etmesi anlamına gelir. Farabî psikolojinin zirvesinde idealist olması veya "sini işraka" ulaşması şeklindeki belirlemeye katılmak güçtür. Zira, idealist bir belirleme görülse bile, bu, Farabî'nin psikolojik belirlemesi olmaktan çıkmış, felsefî-metafızik kategoriye girmiştir. "Nefs terbiye edilip sataştırılınca nurlanmaya hazır hale gelir ve Jung, a, g. e. s. 19 110 Jung, a. g. e. s. 23 112 Jung, a. g. e. s. 38 113 Jung, a. g. e. s. 24 114 Jung, a. g e. s. 63 115 H. Ziya Ülken, "Mantık tarihi" (İstanbul: İstanbul Üniv. Edebiyat Fak. Yayını, 1942), s. 98
Sayfa 71
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı: 2
artık şuur işlemez olur; ruha vecd hakini olduğu için, düşünülüp bilinemeyen gerçekler bu hal içinde ilâhi ilham ile biliniverirler" şeklindeki İskenderiye Mektebi görüşlerine Farabî'de rastlanmaktadır.117 Fakat Farabî bu noktada psikolojinin alanından çıkmış olmaktadır. Yani böyle bir durumun herkes için geçerli, yaşanabilir olacağına ilişkin bir görüşe rastlanmaz. Halbuki temel psikolojik görüşleri, herkes için mevcut yaşantı tarzını ifade eder. Bu görüş benzerliğini veya etkilenmeyi, Farabî psikolojisinin ulaştığı nokta olarak göstermek gerçekçi olmamaktır. Farabî üzerinde Aristo'nun etkisi bilinen bir gerçektir. Ancak onun psikolojisini bütünüyle Aristo'ya bağlamak doğru olmaz. Aristo'nun izleri ve ikisinin benzer yaklaşımları görülse bile, ruh anlayışı farklılığı ve melekelerle ilgili açıklamalarının temellendirilmesi dikkate alındığında., Farabî'nin psikolojisinin kendine has ve orjinal olduğunu belirtmek gerekmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, Farabî'nin psikoloji görüşleri genellikle, sadece kurduğu sistemde var olan bir unsur olarak incelenmiştir. Elbette onun psikolojisi, sisteminin bir parçasıdır. Ancak parça, psikolojik bakış açısıyla sisteminden soyutlanıp 'o parça' olarak da incelenebilir. Bu durumda orada çizilen çerçeve, sistem içindeki fonksiyon olarak değil, kendi başına içerdiği anlam alanı olarak değerlendirilebilir. Burada da yapılmak istenen budur. Farabî psikolojisi ile ilgili olarak "kökleri amprist ve hedefi idealist olan bu psikolojinin deranî buhranı ve tenakuzları, garp ortaçağmdaki münakaşalara kapı açmış..."118 şeklindeki değerlendirme ise fazla iddialı olmaktadır. Zira ortaçağda varolan ve "teorik bilme-pratik yaşama" veya "theoria-praksis" karşıtlığı şeklinde formüle edilebilecek bu problem Yunan felsefesi kaynaklıdır ve 119 ortaçağda, hatta Bu durumdan Descartes'ta da mevcuttur, Farabî psikolojisi sorumlu tutulamaz. Ayrıca varlığı iddia edilen 'derunî buhran ve tenakuzlar'ı bu psikolojide görmek mümkün olmamaktadır.
11
Cavit Sunar, 'Tasavvuf Felsefesi" (Ankara. A. Ü. İlahiyat Fak. Yayım, 1974) s. 21 (özet) 117 Farabî, M. Fazıla, s. 76-78 Ülken, a. g. e. s. 98
Farabî, psikolojik yorumlarında, 'ruh'u değil, davranışları ve iç yapısı ile nesnel anlamda insanı bilginin konusu yapmıştır. O, ruhun varlığını kabul eder ve onu, insanın madde ötesi yönü anlamında, ilâhî öz olarak düşünür. Ruh dış etkilerden (uyarıcılardan) etkilenen konumdadır. Bedenle de ilişki içindedir. Bunu kabul etmekle beraber, Farabî, s şu davranış' yahut fşu iç yaşantının müsebbibi olarak ruhu göstermez. Bunlarla ilgili açıklamalarını 'ruhun etkisi' faktörüne dayandırmaz. Ona göre faal akıl ve ruh tamamen metafizik niteliktedir. Etkileri vardır ama, doğrudan doğruya bütün davranışların temelini oluşturmaz. Dolayısiyle, Farabî'de ruh felsefesi davranışların temeli anlamında değil, insan varlığının bir yönü anlamında vardır. Nitekim ruhun bedenden ayrılmasını "...bedenin herhangi bir melekesini kullanmaya muhtaç olmaması..."120 şeklinde tanımlaması, melekeleri ruhun belirtileri değil, vücuda gelen insanı oluşturan fonksiyonlar olarak kabul ettiğini ifade eder. Zaten psikolojik açıklamalarının temelinde melekeleri göstermekteyiz. Farabî, felsefesinin bütünü içinde nefs ile ruh terimlerini genellikle eşdeğer alsa da, özellikle psikolojik açıklamalarında 'nefs'i 'özbenlik1, !iç yapı1, ya da 'bizatihi insanın kendisi' anlamında kullanmıştır.. "Nefsin cüzleri ve kuwetleri"ni açıklarkan, "Vücuda gelen insanın ilk vücut bulan kuvveti..." 121 ifadesini kullanması, bu sonuca varmayı gerekli kılar. Zira, vücuda gelen insan, yani şu fert vardır ve onda birtakım kuvvetler oluşur. Bu kuvvetler onun ruhunda değil, bedeninde barınırlar. Farabî insandaki kuvvetlere faıh kuvveti1 veya 'beden kuvveti* değil, !nefs kuvvetleri' adını vermektedir. Bunlar maddi ya da ruhî nitelik taşımazlar. Daha doğrusu maddî veya ruhî olmaları mümkün değildir. Çünkü varlık değildirler. Bedende barınan güç olup, uzuvların işleyişinden ziyade, uzuvlara dayalı işleyiştir. Farabî kötü fiillerin ruha kötü temayüller kazandıracağını ifade etmektedir. Burada gerçekten temayül kazanan olarak "ilâhî bir cevher olan ruh" mu kastedilmektedir? Yoksa insanın iç yapısında ortaya çıkan arzular, istekler, eğilimler mi sözü edilen temayülü oluşturur? İsteme kuvvetinin diğer kuvvetlerin emrinde olduğu, özellikle muhayyile kuvvetinde oluşan 'terkiplerin isteme kuvveti ile gerçekleşebileceği düşünülürse, temayülün, bilinen anlamıyla ruhta değil, iç yapı oluşumlarında olduğu/olacağı sonucuna varmak gerekir.
118 119
Doğan Özlem, 'Tarih Felsefesi", /İzmir: Ege Üııiv. Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1984) s. 4-5; ayrıca Doğan özlem, "Metinlerle Hermeneutik (yorumbilgisi)Dersleri", (İzmir: Prosrero Yayınevi, 1994) s. 88
120
121
Farabî, F. Medenî, s. 64 Farabî, M. Fazıla, s. 54
Sayfa 72
PAÜ. Eğitim Fak. Derg. 1997, Sayı:2
Türk-İslâm düşünce geleneğine uygun olarak Farabî, düşüncesinin merkezine insanı yerleştirir. Fakat psikolojik açıklamalarında insanı kul olma keyfiyeti ile değil, melekelere sahip, melekeleri bedeninde barınan ve davranışlarının temelini teşkil eden bir varlık olarak nitelemektedir. Onun metafizik alana geçişleri, psikolojik olguları metafizik yaklaşımla temellendirdiği anlamına gelmemektedir. Rüya konusundaki faal akıl bağlantısı122 ile metafizik alana geçişi, psikoloji ile metafiziğin sınırını çizdiği örnek nokta olarak gösterilebilir. Böylece nesnel olanla metafizik karakterli olanı zıtlık içinde değil, birarada olan ama birbirini tamamlayan alanlar olarak belirlemiştir. Nesnel olan, incelenebilecek olgular alanı olarak karşımızda, durmaktadır.
alana yönelip metafiziği yok sayan ve sadece nesneye göre belirlenmiş modern çağ batı sistematiğinin dışında; özneye, nesneye ve ilâhi varlık alanına göre belirlenmiş fakat alanları ayrılmış, bütüncü yaklaşım taşıyan bir bilim felsefesi anlayışına sahip olduğu düşünülebilir. Bu sebeple, çalışmaları ve fikirlerinin karakteristiği doğrultusunda onun bilim felsefesi anlayışı sistematik tarzda yorumlanmalıdır.
Farabî insanı kuvvetlerden oluşan bir sistem olarak düşünmektedir. Kuvvetlerin tek bir nefis oluşuna ilişkin değerlendirmesi, çağımız biliminin insanı parçalayıcı bakış açısına karşılık, bütünleştirici bir yaklaşımın izlerini taşır.
199i, M^mJMMMm M. E. B.
SONUÇ Tesbit edilen görüşleri ve bulguları ile Farabî çağını çok aşan bir seviyedededir. Psikoloji alanında günümüz genel psikoloji bilgileri ile örtüşen isabetli sonuçlara, tesbitlere ulaşmıştır. Onun yorumlarının içeriğinden, batı düşünürlerinin henüz ruh felsefesi ile uğraştığı çağlarda, Hume'dan yüzlerce yıl önce, psikolojinin olgu alanının kapısını araladığını da anlamaktayız. Dolayısıyle psikoloji tarihindeki yerini alması gerektiği kanaatindeyiz. Ancak amprist karakterli bu tesbitlerin tslâm aleminde devamının gelmemiş olduğu, psikolojinin bağımsızlık ve gelişme sürecinin 19. yüzyıl batı dünyasında ortaya çıktığı da tarihî bir gerçektir. Bilim felsefesi açısından şunlar söylenebilir: Farabî" nin bütünlük taşıyan bakış açısı ve nesnel inceleme alanından metafiziğe ya da felsefenin diğer alanlarına -ahlâk ve siyaset felsefesine12"5-, psikoloji ve ahlâktan siyaset bilimine124 vb, geçişi ve bütün bunları ahenk içinde değerlendirmesi farklı bir bilim anlayışını gösterir. Farabî'nin bilim felsefesi sınıflandırmadan ibaret görülmemelidir. Mantığı, epistemolojisi ve bilim sınıflaması içice girmiş biçimdedir. Sadece nesnel
:
Farabî, M. Fazıla, s. 75 Farabî, M. Fazıla, s. 69-79 İ24 Farabî, M. Fazıla, s. 96-98 123
KAYNAKLAR Aristoteles, 1975. Politika, Çev:Mete Tuncay, Remzi Kitabevi, İstanbul Baymur, Feriha, 1983, Genel Psikoloji, 5. baskı, İnkılâp ve Aka, İstanbul Descartes, R. Yayınevi, İstanbul Farabî, 1987, Fusulül_M§#İIİ- Çev:Hanifı özcan, Ü İ Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir Farabî, 1990, El-Medinefül Fâzıla,__ Çev: Nafiz Danışman, M. E. B. Yayınevi, İstanbul Güngör, Erol. 1993, Değerler Psikolojisi, Hollanda Türk Akademis}7enler Birliği, Amsterdam Jung C. G. 1994, Bilinç ve Bilinçaltının İşlevi, Say Yayınları, İstanbul Kaya, Mahmut. 1983. İslâm Kaynakları Işığında Ariştoteles_3^__^MifeMi___Ekiîi Yayınevi, İstanbul. Köknel, Özcan vd. 1993, Pşikolojj^Altın Kitaplar, İstanbul. Küyei, Mübahat. Farabî'de Değer, Araştırma Dergisi C. X, DTCF. Yayını, Ankara: 1972 Küyel, Mühabat Türker. 1990, FarabîllİIL__Bazı Manti^Eşerleri^Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara. Meder, Mehmet. 1987, Farabî... ve İbn Miskeveyh'de Rııh-Beden İlişkisi (Basılmamış Y. . L. tezi)İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özlem, Doğan. 1994, Metinle Hermeneutik ■ (Yonımbilgisi) Dersleri , Prospero yayınevi, ■ • ■ İzmir.
■
■
Özlem, Doğan, 1984, T^ribJtelşrfeşiJE. Ü. Edebiyat Fakültesi yayınları, İzmir. Sunar, Cavit. 1972, İslâmda. Felsefe, ve Farabî I,, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Yayını, Ankara. Sunar, Cavit, 1974, Tasavvuf Felsefesi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Yayını, Ankara. Ülken, H. Ziya; 1942, Mantık Tarihi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak. Yayını, İstanbul