Muhammed ikbalin eğitimle ilgili düşünceleri

Page 1

Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2

193

İKBAL’İN EĞİTİMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ∗ Abadullah Faruqi

Çev. Ahmet KOÇ∗∗

Şunu farketmek önemlidir ki bütün büyük eğitimciler, büyük filozoflar olmuşlardır. Eflatun’un kültürel eğitim projesi onun idealizmine bağlıydı. Rousseau’nun anti-sosyal felsefesi onun doğal eğitimine yol açtı. Pragmatist felsefe, eğitimde proje metodunun sorumlusu oldu. İkbal’in kelimenin tam anlamıyla bir eğitimci olmadığı doğrudur ama kimse onun eğitim düşüncemize olan katkısını inkar edemez. O, hiçbir özel eğitim tekniği veya

metodolojisi

uygulamalarının

sunmamakla

temelini

birlikte

oluşturan

asıl

dikkatlerimizi ve

en

gerekli

bütün

sağlam

eğitim

eğitim prensiplerine

yönlendirmiştir. Onun eğitim fikirlerinin pratik anlamlarını etüt ettiğimizde bunlar modern eğitim problemleri üzerine parlak ışıklar yaymakta ve onlar için sağlıklı çözümler sunmaktadır. Eğitim Kişilik gelişimini ifade eden eğitim, bilinçli olarak bazı hedeflere yönlendiren maksatlı bir süreçtir. Mill eğitimi; “Mümkünse süregelen gelişme seviyesini yükseltmek veya en azından bu seviyeyi korumak için her neslin, kendinden sonrakileri kalifiye hale getirmek amacıyla onlara aktardığı kültür” olarak tanımlar. Benzer şekilde K. G. Saiyidain de şunları söyler: “Eğitimin tam ve doğru anlamında, fert ve toplum hayatında rol oynayan kültürel güçlerin tamamı göz önünde bulundurulmalıdır. Eğer bu net olarak anlaşılırsa, bunu dünyaya özel mesajlar verecek veya yeni değerler armağan edecek önemli bir yaratıcı düşünürün ortaya çıkması takip eder ki bu, eğitimciler için en büyük bir ilgi fenomenidir ve onun fikirleri çağdaşlarının

∗ Bu Makalenin orijinali, Abadullah Faruqi tarafından Iqbal Review (Journal of the Iqbal Academy,

Pakistan) Dergisinin April 1963, Vol. IV, N. 1, 35-50 sayfaları arasında “Educational Ideas of Iqbal” adıyla yayınlanmıştır. Makalenin orijinalinde, kullanılan bilgilere dair herhangi bir referans verilmemiştir. Bu nedenle çeviride de referanslar, yazarın gösterdiği kadarıyla verilmiştir. ∗∗ Yrd.Doç.Dr., KTÜ. Rize İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi


Abadullah Faruqi

194

isteğini, anlayışını ve hayal gücünü ne kadar fazla yakalarsa eğitici güç olarak onun etkisi o kadar büyük olacaktır.” Onun bakış açısına göre, kelimenin sınırlı anlamında bir eğitimci olmasa da, kimse İkbal’in eğitimciler kategorisinde olduğu gerçeğinden kaçamaz. Her eğitim sistemi eleştirel değerlendirme ile ve kültürel mirası, bilgiyi ve sosyal grupların fikirlerini kendi genç üyelerine aktarmakla ilgilenir ki bu durum, okullar ve kolejler bölgesinde yürütülen eğitimin dar sisteminden çok daha geniştir. Buralardaki sınırlı öğretme ve öğrenme süreci, bireyin ve toplumun yargısını şekillendiren ve değiştiren sosyal ve kişisel etkileri hesaba katmaz. Halbuki İkbal, bu kültürel faktörlere özel vurgu yapar ve onun hayat felsefesi eğitim için sınırsız bir değerle ilgilidir. Diğer eğitimciler gibi İkbal şu temel noktaya dikkat çeker ki; eğitimci, içinde bulunulan çevre ile ilişkide benliğin (self) fonksiyonunu ve doğasını mutlaka araştırmalıdır. Ona göre benlik, sözde mistiklerin ve sahte panteistlerin bizi inandırmaya çalıştıkları gibi sadece bir kuruntudan, hayalden ibaret değildir. O kendi içinde ebedî bir mana taşır. Benliği inkar (self-negation) İkbal’e göre gerçekten içinde sosyo-politik karmaşalar taşıyan çok tehlikeli bir doktrindir. Görülüyor ki, eğitim fert ve toplumun problemleriyle ilgilidir. Eğitim, ferdin toplumda meşru bir yer edinmesine imkan sağlayan bir süreçtir. Bundan dolayı eğitim bir yandan fertle, diğer yandan toplumla ilgili çalışmalarla ilgilenmek durumundadır. Eğitimde Natüralizm Natüralistlerin eğitim sisteminde çocuk merkezî bir yer işgal eder. Eğitim metodu ve konusu, çocuk zihninin doğal eğilimleriyle, onun iç güdüleri ve duygularıyla uyum içinde olmalıdır. Çocuk eğitilirken öğretmen onun kişiliğinin gelişim evrelerini ve egemen psikolojik temayüllerini göz önünde bulundurmalıdır. Gelişim psikolojisi eğitim için son derece önemlidir. Biz bebeklerin, çocukların ve ergenlerin doğasını incelemeliyiz ve eğitimle ilgili yaklaşımlarımızı ona göre ayarlamalıyız. Psikanaliz, eğitimde natüralizme büyük bir hız vermiştir. Çocuğun bilinçaltı güçleriyle ilgili sınırsız açıklamalara yer veren psikanaliz, rûhî depresyon ve çatışmalardan dolayı acı çekmemesi için çocuğa doğal gelişim fırsatı ve özgürlük


Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2

195

verilmesi gerektiği üzerinde durur ve cinsel tabuları, otoriter yöntemleri ve bedensel cezaları kınar. Rousseau, insan hayatında ilk on iki yılın son derece önemli olduğunu düşünmüştür. Bu periyot boyunca bilgi vasıtalarının yani duyu organlarının mükemmel hale gelmesi için çocuğa maksimum fırsatlar verilmelidir. Yine bu periyot boyunca çocuğun zihnini belli bir kalıba sokmak amacıyla hiçbir şey yapılmamalı, çocuk okumamalı, yazmamalıdır. Çocuğun bedeni ve duyu organları çalıştırılmalı ve eğitilmelidir. Keza bu periyotta hiçbir manevî/ahlakî eğitim (moral training) verilmemelidir. Rousseau gibi, İkbal de bilginin ampirik yönüne vurgu yapar. O, duyusal kavrayışın (sense-perception) önemini fark etmiştir. Ona göre aktif bir kişilik gelişimi somut çevre (concrete environment) olmadan mümkün değildir. Eğitsel hedefe imkan sağlayan

kendini

gerçekleştirme

(self-realisation),

maddî

(material)

çevresiz

düşünülemez. Natüralistler tarafından özellikle vurgulanan özgürlüğün önemini daha ileri düzeyde kavramış olan İkbal’e göre ferdin gizilgüçleri özgürlük ortamı olmadıkça gelişemez ve ancak doğrudan ve birinci el tecrübeler edinmek suretiyle çevreyle etkileşim içine girilebilir. Bununla birlikte İkbal sıkı bir disiplin taraftarıdır ve hayatın acımasız yükümlülüklerine karşı çocuğu hazırlamak için katı düzenlemelerden yanadır. Başka bir ifadeyle İkbal, Rousseau’nun aşırı formdaki özgürlük fikrine katılmaz. Natüralistler, eğitsel amaç olarak çevreye uyum konusunu çok önemserler. İkbal, onlardan olabildiğince farklı düşünür. O, çevreye uyumu değil, çevrenin üstesinden gelmeyi eğitimin gerçek amacı olarak görür. Bundan dolayı İkbal’e göre çocuk, kendini çevresel güçlere teslim etmemelidir. İnsan maddî çevresini sürekli olarak denetim altına almakta, şekillendirmekte ve ihtiyaç ve arzularına göre yeniden biçimlendirmektedir. Sonuç olarak, natüralistler tarafından ileri sürülen görüşlere karşı İkbal, eğer bireyin özlemleriyle uygunluk taşımıyorsa çevrenin yok edilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerektiğini savunur. O bu fikri: “Eğer dünya senin standartlarına uymazsa, ona boyun eğmek yerine onu yıkmalı ve yeniden kurmalısın” sözleriyle açıklar.


Abadullah Faruqi

196

Eğitimde İdealizm İkbal, şu hususta idealistlerle aynı fikirdedir ki maddî ve fizîkî evren, bilimin de kabul ettiği gibi gerçeğin tamamlanmamış/eksik bir anlatımı, ifadesidir. İnsan, kendini akıl, sezgi, kültür, sanat, erdem ve din formunda ortaya koyan özel bir yeteneğe sahiptir. Bunlar insana mahsustur ve kesinlikle pozitif bilimin alanının ötesindedir. İnsan iradesinin ve aklının sonsuz sembolü olan fizîkî çevreye bireyin boyun eğmesini sağlamak değil; çevreyi ideallere veya bireysel değerlere göre şekillendirmeyi eğitimin gerçek amacı olarak kabul ettiği ölçüde idealizm, natüralizme şiddetle karşıdır. Fizîkî çevrenin büyük bir kısmı yaratıcılıkla ilgili olarak insan yeteneğinin ürünüdür. İkbal bu fikre güzel bir açıklama getirir: “Sen (ey Rabbim!) geceyi yarattın, ben lâmbayım. Sen kili (toprağı) yarattın, ben vazoyum. Sen balta girmemiş ormanı, dağları ve çölleri yarattın Ben bahçeleri, bağları ve çiçek tarlalarını Ben O’yum ki, taştan kadeh yapar, Zehirden hayat iksiri çıkarırım”

Kültürel ve manevî (spiritual) çevreye gelince o tamamen insanın yaratıcı faaliyetinin bir ürünü olmakla ilgilidir. İnsanoğlu kendinden önce felsefî ve kültürel problemlere yönelmekte ve uzun zamandan beri onlarla uğraşmaktadır. Bundan dolayı hiçbir şekilde insanın çevrenin esiri olduğu söylenemez. Sorular sormak, eşyanın kökenini araştırmak ve verilenden daha iyisi için bir şeylere çaba sarf etmek, insana has mümeyyiz vasıflardır. Kültürel çevre; din, bilim, sanat ve her türlü edebiyat ürününden oluşur. Her çağda pek çok bilge ona katkıda bulunmaktadır. O bütün insanlığın ortak kaynağıdır. Kültürel çevrenin temelini oluşturan, insanın rûhî yetenekleriyle kavrayabileceği üç ezelî (eternal) değerdir. Bunlar: “Doğruluk/Gerçeklik (Truth), Güzellik (Beauty) ve İyilik (Goodness)”tir. İkbal bunlara bir dördüncüsünü ekler ki bu, sıfatları itibariyle ezelî değerlere sahip olan Allah’ı idrak etmektir. (Marifetullah (apprehension of God); Aristo’nun etkisi altında olan Müslüman filozoflar Tanrı’nın özde “Akıl” (Reason) olduğunu düşünmüşlerdir. Başka bir gruba göre, Tanrı En Yüce İyiliktir (The


Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2

197

Sumum Bonum). Diğer bir gruba göre ise, Tanrı Tek Ulvî Güzelliktir. Yeni Eflatuncu mistikler, son gruba bağlıydılar. İkbal de, gelişiminin ilk dönemlerinde tamamen bunların etkisi altında görünmüştür. Daha sonraları kanaatleri değişmiş ve “Güzelliği”, İlahî tonların farklı yansımaları olan, Allah’ın doksan dokuz isminden biri olarak kabul etmiştir. Böylece İkbal, Yeni Eflatuncu geleneği takip ederek “Güzelliğin” ezelî olduğunu kabul etmiş ise de daha sonra, hayatın acımasız gerçekleriyle boğuşan insanın tecrübelerinin bir ürünü olarak görme noktasına gelmiştir. Diğer bir ifadeyle ezelî değerleri, kendi ihtiyaçlarını karşılamak ve yolundaki güçlüklerin üstesinden gelmek için giriştiği teşebbüslerin akışı içinde insanın icat ettiği şeyler olarak kabul etmiştir. Böylece onun felsefesi, pragmatik felsefenin etkisi altında hümanist bir karakter taşımaktadır. Bir idealist olarak İkbal, kendini gerçekleştirme (self-realisation) doktrinine dikkat çeker ki, bu insan tabiatının özünü şekillendiren ve sonunda toplumculuğun gelişmesine rehberlik eden İlâhî niteliklerin gerçekleşmesi demektir. Bu tam anlamıyla Hz. Peygamber’in “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanın” yani, İlâhî nitelikler oluşturun hadisinde ifadesini bulmuştur. Bu durumda kendini gerçekleştirmenin idealist amacı bencil değildir. Bu amaç, yukarıdaki değerlerin ve temelde sosyal ve özverili niteliklerin gerçekleşmesini hedefler. Eğitimin amacı, kendini gerçekleştirmesi için öğrenciye yardım etmektir. Aslında eğitim sisteminin görevi bütün kültürel mirası bireye aktarmak ve İlâhî nitelikler kadar, mükemmel gerçeklik hakkındaki kavrayışını da sürekli olarak geliştirmesi için öğrenciye rehberlik etmektir. Kültürel miras bilgisi, bireysel özü (individual self) zenginleştirir. Eğitimci, kendi tabiatının yasalarına uygun olarak kişiliğini geliştiren öğrenciyi, ulaşmaktan mahrum olduğu seviyelere çıkarmak için bütün gayretiyle ona destek olur. Bu durumda, kendini gerçekleştirme; insanın özünü oluşturan İlâhî niteliklerin kavranması demektir. Böyle bir benlik (self), aynı zamanda bütün bir evrenle birleşmek ve böyle bir birliğin muazzam değerini fark etmektir ki bunlar iyilik, doğruluk, güzellik ve Tanrı’ın birliğidir (tevhid). O halde eğitim; dînî, manevî/ahlâkî (moral), aklî ve estetik olmalıdır. Dengeli ve ahenkli bir kişilik geliştirmek için bunların hiçbiri ihmal


Abadullah Faruqi

198

edilemez. Bundan dolayı idealist görüş açısından mükemmel bir insan tüm toplumun özüyle hemen hemen aynıdır. Böylece İkbal felsefesinde materyalizm ve spiritüalizmi en iyi biçimde birleştirir ve bireyi, bedensel yönü tam kapasite kullanması için hararetle teşvik eder. Zaten eğitimin olması gereken amacı da, bedenin fiziksel zindeliğini sağlamak ve gerekli bütün becerileri kazandırmaktır. İkbal’e göre, fiziksel ve ruhsal (yetenekler) kesin hatlarla birbirinin karşısında değil; ortak bir zeminde belli paylara sahiptir. İkbal, zihin ve bedeni ayrılmaz bir bütün olarak görür ve benliğin gelişmesi için doyurulması gereken aklî, estetik ve sosyal değerlere olan ihtiyacı vurgular. Pragmatist Eğitim Teorisi ve Onun İkbal’in Düşüncesi Üzerindeki Etkisi İdealistlerden farklı olarak pragmatistler “Güzellik”, “Doğruluk” ve “İyilik” gibi ezelî değerlerin varlığına inanmazlar. Onlara göre bu değerler, ezelî varlığa (prior existence) sahip değildir; dahası, yolundaki güçlüklerin üstesinden gelmek üzere giriştiği teşebbüslerinin neticesinde insan tarafından yaratılmıştır. Gerçekleştirilmesi gereken insanî amaçlar vardır ve bu felsefe sadece böylesi amaçların peşinden gitmeye yardım eden bir silahtır gerçeğine vurgu yaparken pragmatizm esas olarak hümanisttir. Madem ki insan bütün bu şeylerin ölçüsüdür, o halde pragmatizm bireysel ihtiyaçlara ve onların tatmin edilmesine dikkat çeker. Yine, bütün değerler insanın faaliyet alanında ortaya çıktığına ve sadece insan ihtiyaç ve isteklerini tatmin etmek için izlendiğine göre pragmatizm, temelde girişimci ve deneysel özelliktedir. Pragmatistler, eğitimci tarafından çocuğun eğitimi için her hangi bir özel hedef dayatmak için yapılacak bir teşebbüse itiraz ederler. Hayat, kendisi deneyseldir. Bundan dolayı çocuğun öncelikle gelişmesi gereken belirli bir amaç yoktur. Natüralistler gibi, pragmatistler de çocukla işe başlarlar. Onlar için çocuğun fiziksel ve sosyal çevresi ve bunlar arasındaki etkileşim

oldukça

önemlidir.

Bununla

beraber

pragmatistler,

metotlarında

natüralistlerden daha temkinlidirler. Onların metodu hayat tecrübesi ile çocuğun doğasıdır. Çocuk, yaşantılar kazanması için cesaretlendirilmelidir. Çünkü o, yeni durumlarla yüz yüze geldiğinde, yeni sorumluluklar ve tutumlar geliştirir. Pragmatistler çocuğa sabit bir çalışma programı verilmesine taraftar değildir. Onlara göre gerçek bilgi, özellikle kitaplardan edinilen bilgilerde olduğu gibi ölü bir kültür kazanımına


Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2

199

dayanmamalıdır. Gerçek bilgi, daha çok gerçek hayat durumlarını aktif bir biçimde karşılayabilmek için yararlı beceriler geliştirmekle ilgilidir. Diğer bir ifadeyle eğitim, deneysel yaratıcı aktiviteler vasıtasıyla kendi kendine öğrenmesi için çocuğu yüreklendirmekten ibarettir. Pragmatizmin eğitim metodunun öz olarak ifadesi, “Yaparak Öğrenme”dir. İnsan faaliyetleri okul derslerinden daha önemlidir. Farklı konularda çalışma yerine öğrenci, meşgul olduğu faaliyet konusu ile ilgili bütün bilgiye özgür bir şekilde yönelmeye cesaretlendirilir. Öğrencilerin giriştikleri herhangi bir faaliyet kendi problemlerini çözmek için duydukları istek tarafından motive edilir: Uğraşılacak problemler, sonunda elde edilecek yarar açısından ele alınır ve değerlendirilir. Adına “Proje Metodu” denilen böyle bir eğitim metodu pragmatizmin eğitime karakteristik bir katkısıdır. Bu metodun özü şudur: “Önce problem ortaya konur. Öğrenme ise başarılı çözüm yolları esnasında kazanılır.” İkbal, Dewey’nin pragmatizmine katılırken, hümanizmin eğitimin nihaî yararını sadece madde ile sınırlandırmayan ve bilhassa ruhsal/manevî ihtiyacı dikkate alan belirli görüşlerini de benimser. Dewey herhangi bir fikir, kuram, inanç veya din de dahil her şeyi test ederken, onun işleyişini ve sonuçlarını göz önünde bulundururken; İkbal fikirleri, benliğin -dînî otoritenin onayladığı- gelişme prensiplerine uygunluğu açısından test etmiştir. Sonradan nasılsa, pragmatist felsefeden etkilenerek deneyselliği felsefe ve eğitimin bazı alanlarına taşımıştır. O, her bireyin tam olarak gelişimi için insanlar arasında fırsat eşitliğine inanır. Dewey, evrensel ve değişmez değerlere inanan idealizme karşıdır. O, idealar alemine inanan Eflatun’un karşısındadır. Ona göre düşsel (hayali) dünya, fenomenal dünyayı veya gerçek dünyayı esnaf, zanaatkar ve kölelere terk eden serbest zümrelerin malı olmaya meyillidir. Dewey’nin yaygın görüşleri onun Democracy and Education ve Reconstruction in Philosophy isimli kitabında yer alır. Onun modern eğitim sahasında New York Columbia Üniversitesinden başlayan etkisi tedricen Uzak Doğu ve Rusya’ya yayılmıştır. İkbal, pragmatist felsefeye minnettarlık gösterir. O, Yeni Eflatunculuğun etkisi altında iken (1908’den önce) ezelî değerlere (Güzellik, Doğruluk ve İyilik) inanmış ve fenomenal dünyayı aşağılamıştı. Bununla birlikte özgür konumunda, Tanrıyı “En üstün ben” (Supreme ego) veya “ezelî irade” (the eternal will) ile tanımladı. Hatta Güzellik,


Abadullah Faruqi

200

ezelî bir değer olmak yerine, sadece ‘irade gücü’ yükseklere tırmandığında faaliyet halindeki egonun bir niteliği; çirkinlik ise, bütün hayatın ve gelişimin kaynağı olan ‘irade gücü’ tükendiğinde ortaya çıkan bir şey olarak kabul edildi. İkbal bu fikirlere aşağıdaki satırlarda açıklık getirir: “Şanlıdır o kimse ki, kimliğini benliğin yücelmesiyle ifşa eder Çirkin ve sevimsiz, varlığın en alçak hileleri içinde doğarken, Yalnızca benliğin dinamik gücüne göklerin teklifi Gözlerimde güzellik ya da zarafet oluşturur.”

Böylece İkbal tarafından ele alınan gerçeğin özü, egonun iradesidir. Onun teorisi, bundan dolayı, idealist olmaya son verirken diğer taraftan eylemci olur. Çünkü ona göre hayat, temel olarak iradîdir ve kesinlikle bir sona doğru yönelir ve son maddî olmaktan ziyade manevîdir. Kısaca İkbal’e göre, eğitimin en yüce amacı herkesin bireyselliğini (individuality)

desteklemek

yani

gizilgüçlerini

geliştirebilmelerini

sağlamaktır.

Natüralistler, bunun aksine eğitimin amacı olarak çevreye uyum sağlamaya vurgu yaparlar. İdealistler kişilik (personalitiy) gelişimine ve evrensel değerleri elde etmeye dikkat çekerler. Pragmatistler eğitimin amacı olarak insanî değerler yaratmayı ve gelişmeyi ele alırlar. Bilgi, eğitimin özüdür ve eğitim için vazgeçilmez bir mana taşır. Belli ki, çevreye uyum, çevre bilgisi olmadan başarılamayacağı gibi manevî ve kültürel dünyanın bilgisi olmadan da ezelî değerlerin takdir edilmesi mümkün değildir. Aynı şekilde gelişme ve değerler kreasyonu insan ve onun etrafındaki dünyanın tam bilgisi olmaksızın boşuna çabadır. İkbal benliğin özünün (essence of self) sadece sezgi aracılığı ile keşfedileceğini iddia eder. Psikoloji benliği duyum ve hislerin, düşüncelerin sırf değişkenliği olarak ele alır ve pek çok yaşantının ardındaki içsel bir benlik bütünlüğünü (inner unity of self) kavrayamaz. Bütün yaşantıların ekseni durumundaki benlik bütünlüğünü kavramak için İkbal bilincimizin içsel derinliğine yönelir ve sezgiye (intuition) başvurur. Dahası o, insanın çevresel güçler karşısında eğilmesini kesinlikle eğitimin amacı olarak görmediği gibi ona göre eğitimin gerçek amacı, maddî güçlere insan karşısında boyun eğdirtmektir. Kendisine seslenirken söylediği gibi ki, “Eğer zaman seninle uyum içinde hareket etmezse, onu değiştir”


Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2

201

Böylece K. G. Saiyidain’e göre: “Hiç kimse, eğitilecek bireyin fıtratı/doğası ile (nature), toplumla ve her nasıl söylenirse nihaî kaderi (ultimate destiny) ile ilişkileri hakkında bilinçli olarak kabul edilmiş birtakım ön fikirlere sahip olmadan makul bir eğitim teorisi geliştiremez. Çünkü en temel koşullarına indirgenen eğitim sürecinin özü, sürekli ve karşılıklı ilişkilerin bir neticesi olarak gelişmeye ve değişmeye devam eden geniş ve kompleks bir çevre ile temas ve etkileşim içindeki canlı insan organizması gerçeğinde yatar. Filozoflar gibi eğitimciler de insanın aktivitesiyle ilgili bu iki koşulun -bireysellik ve çevre- doğasını mutlaka araştırmalıdır ki, insanın bütün problemlerinin çözümü sonuçta buna bağlıdır” Natüralistler, İkbal gibi insan kişiliğinin gelişimine vurgu yapsalar da çocuğun eğitimiyle ilgili herhangi bir amaç fikrine sahip görünmemekteler. Onlar sadece; çocuğun hür, aktif, mutlu ve dengeli (uyumlu) bir insan olarak yetişmesi için ona her türlü imkan ve fırsatı vermeyi amaç edinirler. Onlar toplumda herkesin normal ve hür bir kişilik gelişimine sahip olması halinde, bir bütün olarak toplumun gelişeceğine ve böylece bireysel amacın sosyal amaçla bütünleşeceğine inanırlar. Diğer yandan pragmatistler öğretim programına, faydanın dar penceresinden bakmazlar. Onların amacı insanın gelişmesidir ve eğitimi, bunu sağlamanın temel vasıtası olarak görürler. Onlar çocuğun ilgileri ve mevcut faaliyetlerine dayanması gereken okuldaki sistematik deneyimlere olan ihtiyaca dikkat çekerler. Onlara göre yetişkin hayatına hazırlanabilmesi için çocuğun deneyimleri zenginleştirilmelidir. Böylece Dewey’nin öğretim programı çocuğun doğası ve yaşamına dayanır ve onun araçları gerçek sosyal hayatın aktivitelerinden seçilmiştir. Bu usulde çocuğun kişiliği öylesine zengin ve sosyalleşmiştir ki, çocuk sadece dengeli ve dinamik bir kişilik geliştirmekle kalmaz aynı zamanda toplumun demokratikleşmesine katkıda bulunan etkili bir sosyal birim olur. İdealizm probleme tamamen farklı bir tarzda yaklaşır. İdealizm, çocuğun mevcut deneyimleri üzerinde değil bir bütün olarak insan soyunun deneyimleri üzerinde yoğunlaşır. Ross’un ifadesiyle; “İdealizm, çocuğun amacının uygarlığı yansıtmak olduğu üzerinde durur. Bu nedenle eğitimle ilgili çalışmaların asıl amacı, çocuğun bir


Abadullah Faruqi

202

üyesi olduğu soyun deneyimlerinden yararlanmak suretiyle en azından model tutumların somut örneği olmak ve bunları örgütlemektir.” Bundan dolayı, okul çalışmaları (a) insanın yaptığı ve yapmaya çalıştığı şeyleri temsil etmelidir. Bunlar, insanlığın özellikle yiyecek, giyecek ve sığınma ile ilgili temel ihtiyaçlarını karşılayan önemli becerilerini geliştirmelidir. Bu, aletleri kullanmayı ve güzel sanatları öğrenmeyi kapsayacaktır. Öğretim programı ayrıca (b) edebiyat, bilim, matematik, tarih ve coğrafya da dahil insanlığın bildiği şeyleri de kapsamalıdır. Nihayet, okul (c) insanın duygularına ve onların sanat, şiir ve müzikteki açıklamalarına da yer vermelidir. Yukarıda açık ve net olarak görüldüğü gibi, idealistler öyle bir okul programına dikkat çekiyorlar ki, bu program kelimenin tam anlamıyla bireyin, insan soyunun bir üyesi olacağını garantilemektedir. Bütün bunlar çocuğun, toplumun sosyal ve manevî gelenekleriyle aşılanmış olması ve temel sosyal değerlerin gerçekleştirilmesi amacına insanlığı taşımak için elinden gelenin en iyisini yapması bakımından değerlidir. İkbal, Rousseau’nun natüralizmi, Dewey’nin pragmatizmi ve hümanizmin belli yönleriyle kısmen mutabıktır. O bir taraftan din ve bilimi birleştirmek, diğer taraftan bilim ve felsefe arasındaki uçuruma köprü kurmak suretiyle İslam’da dînî düşünceyi yeniden inşa etmiştir. O, gereğinden daha uzun süre yaşamış olduğuna inandığı İslam eğitiminin eski sistemine karşı çıkmaktadır. İkbal, filozofun kuramsal düşüncelerini (tavırlarını) kınamakta, Grek düşüncesinin konu edindiği alanlara sert bir eleştiri getirerek Grek felsefesinin ruhunun İslam’a zıt olduğuna işaret etmektedir. O sırf spekülasyonun (kuram-tahmin) ne maddî dünyayı kavramaya güç yetirebileceğini ne de bize nihai gerçeğin herhangi kesin bilgisini verebileceğini iddia eder. Plato, İkbal’in felsefî ve eğitim düşüncesinde bildirdiği fenomenal dünya gerçeğini inkar etmişti. Hemen hemen bütün idealistler duyular ve tecrübeler vasıtasıyla elde edilen tüm bilmelerin aldatıcı olduğu ve gerçeği sadece saf aklın oluşturduğu konusunda hemfikirdir. İkbal, tecrübe olmaksızın kuramın bizi hiçbir yere götürmeyeceğine inanır. Ona göre hiçbir bilgi tecrübesiz mümkün değildir. Kendi çabası ile oluşturduğu İslam’da dînî düşüncenin yeniden yapılanmasında İkbal, Kant’dan beri gerçekte tecrübî (görgül) olan modern felsefeden yararlanır. İslam’ın özü (tutumu) de gerçekte tecrübîdir ve fenomenal dünya gerçeğine özel vurgu yapar. Sonuç olarak İkbal’e göre tecrübe, gerekli bir bilgi


Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2

203

kaynağıdır ve duyular dünyasının ötesindedir. Keza onda bilim adamlarının kavramakta güçlük çektiği aşkın gerçekle ilgili yeni bir ufuk vardır. İkbal Tanrı’nın varlığını, benlik gerçeğini (reality of self) onun özgürlüğünü ve ölümsüzlüğünü tekrarlar ve bilgiyi sadece deneysel (tecrübî) gerçekle sınırlandırmak yerine daha ileri giderek sezgisel gerçeğe de inanır. O güçlü bir şekilde hem ampirizmin hem de rasyonalizmin sonlu veya sonsuz benliğin (self) gerçek doğasını ortaya çıkarmakta başarısız olduklarını savunur. Dolayısıyla İkbal’e göre bu benlik bilgisi, sadece sezgiyle mümkündür. Böylece benlik sezgisi (intuition of self) bize sorgulamanın aklî ve deneysel metodundan hareket etme imkanı verir ve aşkın gücün (supreme’s ego) İlâhî bilgisini mümkün kılar. Bu, benliğin ve Tanrının varlığının onaylanması için bilgiye yeni bir ufuk açar. “Benlik ilim ile kuvvetlenmişse Cebrail bile kıskanabilir Aşk ile kuvvetlenmişse İsrafil’in Sûr’u gibidir”

İkbal, doğru bir vizyona (tasavvur) ve benlik bilgisine ulaşmak için akıl ve sezgiyi birleştirir ve bundan dolayı böyle olmayan bilgiyi kullanıma uygunsuz bulur. ....................................................................... İkbal’e göre Tanrı, bir Aşkın Ben’dir (Supreme Ego) ve ezelî irade ile tanımlanır. Sonlu/sınırlı olan ben (ego), kendi benliğini yok etmeden Tanrı ile kişisel bütünleşmeye (communion) girebilir. Böylece o, benlik bilinciyle (self-consciousness) başlar ve objektif fenomenal dünyanın bilincinden geçerek sonsuza /sınırsıza ulaşır. İkbal’in felsefî düşüncesi göz önünde tutularak çok açık bir şekilde denilebilir ki, O kelimenin tam anlamında ne bir hümanist, ne idealist ve ne de pragmatisttir. Onun eğitim üzerinde kendi ideal hayat düşüncesine dayanan oldukça özgün fikirleri vardır. Ona göre eğitimin amacı, insanı evrenin maddî güçlerini fethe hazırlamak ve ayrıca insanın ruhsal yüceliği başarması için aksiyon, yaratıcılık ve orijinallik yoluyla kişiliği geliştirmektir. Bu nedenle onun “kişilik” (individuality) anlayışı özgündür ve gelenekçiler tarafından dile getirilenden tamamen farklıdır. Onun anlayışında tamamen “toplum (community), bireyi esas alır” ki, “birey” toplumun sesi olacaktır. İkbal beden ve ruhun dengeli gelişimine olan ihtiyaca da vurgu yapar ve bunların ayrılmaz bir biçimde birbirleriyle bağlantılı olduğunu düşünür. Bu onun felsefesinin merkezini


Abadullah Faruqi

204

oluşturur. Dr. S. M. Abdullah, İkbal’in eğitim felsefesi ile ilgili makalesinde iddia eder ki, İkbal’e göre öğretimin temel konusu bilimi de kapsayan “Din”dir. Bilimin sadece “Gözlem ve deneyle bilgi elde etmek” olduğu düşünülmemelidir ve tamamen “Bilgi gerçeğe dayanır” anlayışı da buna eklenmelidir. Böylece İkbal’in bilim fikri ona mahsus bir nitelik kazanır. İkbal’e göre bilim, Enfus ve Afak’ın bilgisinden oluşur. Yani benlik (self) ve evren (cosmos) alanı. İkbal, tarih çalışması üzerinde de durmuştur ve o, “vital” edebiyatın ve mimarlık dahil sanatların hayranıdır. Bununla beraber yaygın Müslüman tavrına uyarak drama ve tiyatronun karşısındadır. İkbalin eğitimle ilgili fikirlerine etraflı bir bakış şunu göstermektedir ki o, İslam eğitim geleneğinin kırılan bağlarını yeniden birleştirmeye uğraşmıştır. Onun “enfus” ve “afak” üzerinde durması bir yandan Rûmî (Mevlana), diğer yandan İbn Haldun ve daha sonraları Şah Veliyyullah tarafından ileri sürülmüş doktrinlerin bir bakıma yeniden ifadesidir. Onun eğitim ideolojisine en önemli katkısı, öğretimin asıl konusu olarak “din” üzerine yaptığı vurgudur. Özet olarak İkbale göre eğitim bizatihi bir amaç değil, amaca ulaştıran bir vasıtadır. Eğitimin amacı İslamî Düşünce ve Kültürdür ki bu, varlığını eğitim vasıtasıyla sürdürür. Her eğitim sistemi temel olarak sosyal idealler, normlar ve değerlerden oluşup, özgül kültüre dayandığı için, İkbal diğer milletleri taklit etmeme hususunda bizi hararetle uyarmaktadır. Çünkü ona göre taklit etme eğilimi intihardır. Bu nedenle O şöyle der:

“Cömertliği Batının cam kadehlerinde arama Hindistan toprağından kendi kadeh ve fincanlarını yap” “Başkalarının kanatları altında daha ne kadar tahammül edeceksin? Kanatlanmayı öğren, meltem bahçesinde özgürce uçmayı”

Aşağıdaki satırlarda da kendi eğitim sistemlerini ihmal edip, yabancı eğitim sistemini benimseyenleri İkbal şöyle eleştirir.

“Sen başkalarının bilgisini topladın ve öğrendin Ve yüzünü başkalarından ödünç alınmış allıkla parlattın. Sen başkalarını taklit ederek onur arıyorsun


Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2

205

Biliyorum, ya sen kendin değilsin ya da tamamen başka bir öz Senin aklın başkalarının düşünceleriyle zincirlenmiş; Boğazında soluklar başkalarının ipinden gelir. Ödünç alınmış söylevler dilinde; Ödünç alınmış arzular yüreğindedir. Kanaryaların, ödünç alınmış şarkılar söyler; Servilerin ödünç alınmış örtülere bürünmüş. Kadehindeki şarabı başkalarından alırsın; Kadehi de başkalarından. Sen güneşsin; kendi özünü taşıdığın zamanları ara. Ara ki, senin ışığın başka yıldızlardan değildir. Daha ne kadar meclis mumları etrafında dans edeceksin? Kendi ışığını yak, yüreğin varsa eğer.”

İkbal, tamamen İslamî eğitim sisteminin benimsenmesi için ateşli bir yakarışa girişir. Ona göre bizim eğitimimize rehberlik eden faktörler, kültür ve toplumun idealleri olmalıdır. Bu nedenledir ki, buna paralel olarak şunları söyler:

“Bireyin hayatı, beden ve ruhun ilişkisine bağlıdır. Milletin hayatı, gelenek ve kültürün korunmasına bağlıdır. Birey ölür eğer hayatın deveranı durursa. Millet ölür eğer hayatın ideali kaybedilirse.”

Hatta İkbale göre, eğitimimizin amacı olan İslamî İdeoloji, yalnızca bireysellik ve kollektivizm arasında bir denge tesis etmekten ibarettir. İkbal, asıl değer olarak bireyselliğin gelişmesini önemsemekle beraber sosyal duyguların ve kollektif sorumlulukların gelişmesini de ihmal etmez. Bir yandan kişinin bireyselliğini, sosyal grup içinde başıboş bırakmaması gerektiğini savunurken diğer yandan da bireyi sosyal güzellikleri kabul etmeye çağırır. Bunun için ideal bir eğitim sistemi daima bireyin ferdî ve sosyal bilincinin gelişmesi arasında bir denge sağlamayı amaç edinecektir.

Fert, sosyal bağların erdemiyle var olur. Birlik olmazsa birey hiçbir şeydir. “O nehirde bir dalga gibidir ki, nehrin dışında hiçbir varlığı yoktur.”


Abadullah Faruqi

206

Yine der ki:

“Fert, milletinden saygınlık kazanır Millet ise, fertler birlikte hareket ettiğinde oluşur.”

İkbal, K.G. Saiyidain’e gönderdiği mektubunda eğitimle ilgili ideolojik fikirlerini şöyle açıklar: “Ben ‘İlm’ ile duyulara dayanan bilgiyi kastediyorum ve bu kelimeyi genellikle bu anlamda kullanmaktayım. Bu bilgi (knowledge), “Din”e (İslam’a) boyun eğmesi gereken fizîkî güçlere yol verir. Eğer bilgi Din’e boyun eğmezse o zaman şeytanîdir, kuramsaldır ve basittir. Ve “İslamize Bilgi”(yi oluşturmak), Müslümanların üzerine yüklenmiş bir görevdir. Ebu Leheb, Haydar’a dönüştürülmelidir. Eğer bu Ebu Leheb, Haydar olursa veya bir başka ifadeyle Eğer bilgi ve sahip olduğu güçler dine boyun eğer duruma gelirse, o zaman insanlığa katışıksız bir lütuf olacaktır”1 Eğitim kavramı Principles of Islamic Education’ın yazarı tarafından daha geniş bir şekilde şöyle açıklanmaktadır: “Eğitimin birinci amacı öğrencilere dinlerini ve ideolojilerini aşılamak olmalıdır. Hayatın manası ve amacı, bu dünyada insanın konumu, Tevhid (Tanrının birliği) doktrini, Risalet (Peygamberlik), Ahiret (Ölüm Sonrası Hayat), fert ve toplum hayatının gereklerine tahammül göstermeleri, ahlâkla ilgili İslamî değerler, yaradılış ve İslamî kültürün içeriği, bir Müslümanın misyonu ve yükümlülükleri öğrencilere öğretilmelidir. Eğitim, bireysel ve kollektif hayatla ilgili İslamî ideallere derin bir saygıyla ve içtenlikle bağlı kişiler yetiştirmelidir.” İslam, gerçekten idealizm ve soyut (abstract) düşüncenin karşısındadır. İkbal de öyledir. Eğitimle ilgili bu projeye uyarak İkbal hayat gerçeği ve dünyanın fethi üzerine

1 K. G. Saiyidain., Iqbal’s Educational Philosophy, s., 99.


Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2

207

özel bir önem atfeder. Ona göre eğitim daima ferdin bireysel ve sosyal bilincinde dengeyi hedef almalıdır. Dr. Rafiuddin2, eğitimin bir doğal gelişim (natural growth) süreci olduğu görüşünü kabul ederek bu gelişim için insanın doğal bir dürtüye (natural urge) sahip olduğunu düşünür. Bu dürtü, en yüce Güzellik ve mükemmelliğin bir ideali ile ilgili aşk (love) formunu alır. Bu vesileyle o, oldukça yerinde bir şey söyler: “İdeal aşkı insan doğasının bağımsız bir dürtüsüdür ki, bu ne hayvanî iç güdünün bir kölesi ve ürünü ne de insanın temel bir ekonomik ihtiyacıdır ama diğer taraftan kendini ifade etmesi ve doyuma ulaşması için hayvanî iç güdülerini ve temel ekonomik ihtiyaçlarını yönetmekte ve kontrol etmektedir” O daha ileri giderek, insan doğasının bilgi için tek güvenilir rehber olduğu görüşünü savunur. Çünkü ona göre eğitimin nihaî noktası insan doğası veya insan bilincinin doğal nitelikleri tarafından belirlenir. İnsan bilincinin bu doğal nitelikleri en yüce Güzelliği ve mükemmellik idealini sevmek için kişinin şiddetli arzusu ile kendisi tarafından belirlenir. O isabetli bir yaklaşımla der ki: “Eğer bir kişinin ideali tamamen iyi, güzel ve doğru değilse, gerçekte doğru olan pek çok hareketi yanlış, gerçekte yanlış olan pek çok hareketi doğru olarak yargılamak durumunda kalır. Kusurlu ideallere sevgisinden dolayıdır ki, doğru, erdemli, ahlakî, iyi veya gerçek hakkında farklı hükümler verir. Böylece adalet, hakikat, ahlaklılık, erdem, dürüstlük, birlik, eşitlik veya özgürlük, yanlışa ya da kusurlu ideale inanan bir kişi için, mükemmel ideallere inanan kimseye göre çok farklıdır ve çok daha önemsizdir. Birincisi, kusurlu ideallere olan sevgisinden dolayı bu kavramları şuursuzca kısır, yanlış dolayısıyla ahlaka aykırı ve kötü bir biçimde yorumlamaya zorlanır.” O şunu da iddia eder ki: “ideal varlığı eylemin güç kaynağı ve değerin yaratıcısıdır; eylem, iyi veya kötünün kendisinden doğduğu ideale bağlı olarak iyi veya kötüdür. Bu nedenle yanlış bir ideale bağlanan kişinin karakteri gerçekte asla asil veya yüce değildir. O düşünür ki, kendi idealiyle bağdaşmayan hiçbir hakikat, adalet, eşitlik, özgürlük ve erdem yeterince iyi değildir. Netice şu ki, o moral dürtüsünü tam olarak açıklayamaz ve tatmin edemez ve eğitsel olarak tam kapasite geliştiremez. Diğer


Abadullah Faruqi

208

taraftan, eğer kişinin ideali mükemmel olarak iyi, güzel ve doğru ise onun moral faaliyeti en yüksek ahlâkî standarttadır. Gerekçe sudur ki, böyle bir durumda, bir ideal uğruna olan arzusu ile kendi amacı için olan moral faaliyet arzusu birbirine karışmaz. Bu her iki arzu aynı yönde açıklama ve tatmin arar. Onların her ikisi doğru yönde açıklama ararken ideal aşkı moral faaliyet için olan arzuyu, kendisi için olan moral faaliyet arzusu da ideal aşkını güçlendirir ve sağlamlaştırır. Her biri tam bir açıklama ve tatmini başarmak için diğerine yardım eder” Sonuç olarak, Tanrı sevgisi, O’nun mükemmellik ve Güzellik ile ilgili nitelikleri çocuğun doğuştan gereksinimidir. Eğitimci, doğuştan olan bu sevgi ihtiyacının herhangi bir başka ideal kanalına yönlendirilmemesi gerektiğini ve ondaki Tanrı sevgisinin gerçekte onun eylemini belirlediğini mutlaka görmelidir. “Eylem sevginin testidir. Bir kişi bir ideali başka değil sadece moral isteğine göre davranabildiği ölçüde sever. Sadece bu moral yargılar ve moral eylemler gerçekte ahlâkî olabilir ve bireyin içten, katıksız ve tüm kalbiyle Tanrı sevgisinden doğan mükemmel eğitsel gelişimine yardım eder” 3

2 bk. Muhammed Rafiuddin, First Principles of Education, Iqbal Academy, Lahore, 1983 (2. bs.) 3 Muhammed Rafiuddin, a.g.e., s., 292-293.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.