Psikanaliz hakkinda temel kavramlar

Page 1

Psikanaliz Hakkında Temel Kavramlar

Giriş Psikanaliz kuramları ilk kez 19.yy’da Avusturyalı Nörolog Sigmund Freud tarafından ortaya konmuştur. Bilimsel ve tutarlı düşünceye büyük önem veren Freud, kuramlarını ölümüne dek gözden geçirmiş ve pekçok değişiklik yapmıştır. Freud sonrasında da bu konuyla uğraşan bilim adamları pek çok önemli değişiklik ve eklemeler yapsalar da psikanaliz kuramının ana çerçevesini halen Freud’un düşünceleri oluşturmaktadır. Psikanaliz kuramını bir özet olarak sunmak zor da olsa konuyu dört ana başlık altında inceleyerek temel bir şekilde okuyucuya sunmaya çalışacağım. Aslında psikanalizin esas uygulama alanı olan klinik bozukluklar konusuna burada girmemiz imkansız; zira bu başlı başına bir yazı konusudur. Şunu söylemek yeterli: Burada bahsettiğimiz temel kuramlar psikiyatrik süreçleri açıklamada kullanılabilir ve bu psikopatolojik süreçler “psikanaliz” ile yani bir çeşit psikoterapi ile iyileştirilebilir. Klasik psikanaliz nevrotik vakalarda kullanılabilir. Psikotik vakalar serbest çağrışım ve hipnoza uygun olmadıklarından psikanaliz ile tedavi edilemez. A. Ruhsal Aygıtın Topografik Varsayımı: “Bilinç ve Bilinçdışı” Organizma belli bir anda dışarıdan ve kendi içinden gelen tüm uyaranların sadece bir kısmını değerlendirir. Bu aslında homeostatik bir işlevdir. Zira tüm uyaranlar algılanacak olsa organizma inanılmaz bir karmaşıklık içine girerdi. Bilinçlilik deyince uyanıklık, ayırt edebilme, farkında olabilme durumunu kastediyoruz. Ancak ruhsal işlemlerin tümü bilinç düzeyinde yürümez. Şu an yaşadığımız bir olayı başka bir anda düşünmüyor olsak dahi, özel bir çabayla onu bilinç düzeyine çıkarabiliriz. İşte bu noktada ruhsal aygıtın farklı bir bölgesinden ya da bölgelerinden söz etmek durumundayız. Freud ve Breuer, histerik hastalarda hipnoz ile tedavi yürütürken hastaların hipnoz altında bazı eski anılarını anlatıp “boşalttıklarını” ve bu sayede rahatladıklarını gözlemlediler. Bu denemeler sonucunda ilk kez “bilinçdışına bastırma” kavramı ortaya atıldı. Sonraları kuramını geliştiren Freud, ruhsal aygıtın üç bölmeden veyahut zihinsel nitelikten oluştuğunu ortaya koymuştur: Bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışı. Bilinç, gerçeklikle uyumu sağlayan ve mantıksal düşüncenin baskın olduğu bölmedir. Bu sayede bilinçli eylemlerdeki düşünce ve duygular; neden, sonuç, zaman ve mekan boyutlarına uygun olarak kurulur. Burada özel bir noktaya değinmek gerekir: Çocukluğun ilk yıllarında düşünce biçimi bu özelliklerden yoksundur. Zamanla ikincil süreç de denilen bilinçli mantıksal düşünce şekline geçilir. Bilinçöncesi ise herhangi bir anda bilincimizde bulunmasa da bir dikkat çabası ile hatırlanabilen düşünceleri içerir. Çok eski bir anının hatırlanması gibi. Bilinçdışı ise kişinin kendi özel çabası ile bilinç düzeyine çağrılamayan ruhsal süreçleri içerir. Bu bölmeye hipnoz ve serbest çağrışım gibi özel yöntemlerle ulaşılabilir. Psikanaliz, bilinçdışını incelemiş ve bu bölmenin özelliklerini ortaya koymuştur: 1. Bilinçdışı ruhsal süreçlerin sözel karşılıkları yoktur. Kelimelerele ifade edilemeyen bir duygu veya rahatsızlık misali. 2. Bilinçdışı istek ve dürtülerde karşıt eğilimler aynı anda bulunabilir. 3. Bilinçdışı süreçlerin enerji yükü birinden ötekine kolaylıkla aktarılabilir. Mesela annesini çok seven ve yitirmekten korkan bir çocuk, düşünde yine çok sevdiği öğretmeninin öldüğünü görebilir. Burada anneye olan sevgi öğretemene aktarılarak ifade edilmiştir. 4. Birçok istek ve dürtünün enerjisi tek bir öğede yoğunlaşabilir. Mesela düşteki bir nesne gerçekte birden fazla nesneyi simgeliyor olabilir. 5. Bilinçdışı zihinsel işlemler, zaman ve mekan tanımazlar. 6. Mamafih neden sonuç bağlantısı da tanımazlar. 7. Gerçekle ilişkileri yoktur ve ruhsal gerçek dış gerçeğin yerine geçmiştir. 8. Bilinçdışı istekler ve dürtüler haz ilkesine bağlı olarak doyum ve boşalım ararlar ve bundan dolayı bilinci sıkıştırırlar. İşte bu özellikleri içeren düşünsel işleme birincil süreç denir. Çocukluğun ilk yılları birincil sürece dahildir. Bu nedenle psikanalizde erken çocukluk yaşantıları büyük önem arz eder. Bu üç bölme ya da süreç arasında sürekli bir etkileşim söz konusudur. Söz gelimi, bilinçdışı bir süreç o kimsenin bilinçli davranışlarını etkileyebilir. Bu özellik psikopatolojik süreçlerin açıklanmasında önem arz eder.


B. Ruhsal Aygıtın Yapısal Varsayımı: “İd, Ego, Süperego” Topografik varsayımın ardından bunun tamamlayıcısı olan yeni bir kavram dizisi ortaya atıldı. Buna göre ruhsal aygıt üç parçadan oluşur: İd (altbenlik), ego (benlik) ve süperego (üstbenlik). 1. İd Kalıtımla geçen, doğuştan varolan, yapıda yerleşmiş bulunan her şeyi içeren tamamen bilinçdışı bir parçadır. İç güdüsel dürtüler buradan köken alır. İd, ruhsal aygıtın güç kaynağıdır. Bilinçdışının tüm özelliklerine uyar. Bu nedenle gerçeklikle ve dış dünya ile bağı yoktur. Burada egonun yardımıyla boşaltılabilen iki temel dürtüsel enerji vardır: Cinsellik ve saldırganlık. (bkz. Dürtüsel Varsayım) 2. Ego Ego, ruhsal yapının düzenleyici ve uyum sağlayıcı parçasıdır. Bu görevini şu yetileriyle gerçekleştirir: • İçten gelen dürtüsel gereksinimleri algılar. • Dış dünyanın koşul ve durumlarını algılar. • Sentez yeteneğiyle dürtüleri üstbenliğin istekleri ve çevrenin durumuna göre düzenler ve uygun bir niteliğe sokar. • Yürütme yetisiyle istemli davranışı eyleme geçirir. Kısaca benliğin görevi organizmayı acıdan koruyarak doyuma ulaştırmaktır. İd tarafından dayatılan dürtüler bekletilmeyi istemez, derhal doyum ve haz ister. Çocukluk çağındaki davranış bu kalıba uyar: İsteği yerine getirilmeyen çocuk beklemek bilmez, ağlayarak tepki koyar. Bu durum erken çocukluk yıllarında idin ego üzerinde baskın olduğunu gösterir. Zamanla çocuk dürtülere baş etmeyi öğrenir ve egosuna güç kazandırır. Buradan şu sonuca varıyoruz: İdde egemen olan haz ilkesidir; oysa egoda gerçeklik ilkesi üstündür. Gerçeği değerlendirme yetisindeki kayıp aslında egonun kudretini yitirmesidir. 3. Süperego Bir çocuk yaşamının ilk yıllarında iyiyle kötüyü, yanlışla doğruyu sadece dürtüsel doyumuna göre değerlendirir. Zamanla başta anne ve baba olmak üzere toplumdan gelen uyarılarla benliğin bir parçası değer yargılarını içeren özel bir bölüm olarak ayrılmaya başlar. İşte bu süperegodur. Süperego gelişiminin öncülleri korku ve utanç duygularıdır. İleride bahsedeceğimiz Oedipus karmaşası iğdişlik korkusuyla yıkılır ve bu karmaşanın çözümlenmesi süperegonun ortaya çıkmasıyla sonuçlanır. Kısaca süperego insanın vicdanıdır ve yaşantıdaki belirtisi suçluluk duygusudur. C. Dürtü Kuramı: “Ölüm Dürtüsü ve Libido” Freud, ruhsal aygıtta iki temel dürtünün varlığından söz etmiştir. Bunların birincisi yıkıcı dürtüleri başlatan güç olan ölüm dürtüsüdür. Böyle bir dürtünün varlığı gerçekte çok tartışmalıdır ve günümüz ruhbilimcileri bu kavramı pek tutmamıştır. Yaygın görüş saldırganlık dürtülerinin engellemeler sonucu sonradan ortaya çıktığıdır. Libido, cinsel dürtünün dinamik belirtisidir. Libido kuramı daha çok benimsenmiş olmasına rağmen içerdiği cinsellik kavramı nedeniyle çok sansasyonel olmuştur. Bunun nedeni ise Freud’un kullandığı “cinsel” teriminin bu çevreler tarafından dar bir kalıba oturtulmasından kaynaklanmaktadır. Freud’a göre sevilen her nesnenin cinsel bir niteliği vardır. Yani haz elde edilen şey cinsel bir nesnedir. Libido temel olarak aşağıdaki özellikleri taşır: • Libido bir dürtüler bütünüdür. Bunların herbirine öğe dürtü denir. Mesela oral, anal, genital dürtüler. • Her öğe dürtü kendi kaynağının özelliğini taşır ve bu kaynaklara erotojenik bölgeler denir: Oral, anal, genital bölgeler. • Her dürtünün bir amacı ve nesnesi vardır. Amaç boşalma ve doyumdur. • Bir öğe dürtü bağımsız veya başkasıyla birlikte bulunabilir: Mesela cinsel doyum için ağız ve cinsel organlar beraber veya bağımsız olarak kullanılabilir. • Dürtüler birbiriyle yer değiştirebilir. Bu şekilde bazı dürtüler cinsellikle olan ilişkisini kaybederler. Libido başlangıçta bedenin kendisine yatırılmıştır. Bu duruma birincil narsizm denir. Zamanla gelişen egonun etkisiyle dışarıdaki nesnelere libidanal aktarım yapılır. Ancak libidonun bir kısmı her daim bedenin kendisine yöneliktir. Bu yaşayabilmek için gereklidir; zira bu, insanın kendisine olan sevgisidir. Yetişkin çağda birey ağır güvensizlik durumlarında libidosunun tamamını tekrar kendi benliğine yöneltir, bu sürece ise ikincil narsizm denir. Bu durumda birey tamamen iç dünyasına çekilir ve gerçeklikle olan bağı kopar. Bu süreç şizofrenide belirgindir.


D. Psikoseksüel Gelişim Kuramı Şu noktayı tekrar belirtmekte fayda var: Freud cinsel terimini haz veren herhangi bir nesne veya uyarana organizmanın yönelişi anlamında kullanmıştır. Bu bağlamda sevilen ve haz veren her nesnenin cinsel niteliği vardır. Freud devrine dek çocukluktaki davranış kalıplarının cinsel bir yönü olduğu üzerinde durulmamıştı. Freud cinsel sapıklar üzerinde yapılan incelemelere, cinsel organlar haricindeki organlardan da haz elde edilebilmesine ve çocukluk çağında da cinsel uyarımın olduğu gerçeğine dikkat çekerek cinsel yaşamın erken çocuklukta başladığını iddia etmiştir. Freud’a göre cinsel yaşam, bedenin belli parçalarından haz duyma duygularıyla oluşur. Bu işlev, sonunda üreme amacını da götürür. Libido kuramından da hatırladığımız gibi her dürtünün bir amacı, bir nesnesi ve bir kaynağı vardır. Dürtünün kaynağı ise erotojen zonlardır. Psikoseksüel gelişim basamaklarının herbirinde bu erotojen zonlardan biri ön plandadır. 1. Oral Dönem Doğumdan birinci yılın sonuna kadar geçen ve süt çocukluğu dönemine denk düşen dönemdir. Bebek kendisine acı veya haz veren tüm uyaranlara tüm bedeniyle yanıt verir. Bu dönemde haz ilkesi egemendir ve bebeğin ertelemeye tahammülü yoktur. Bebek tamamen dışarıya bağımlıdır ve kendisine bakım verecek bir annenin varlığıyla yaşamını sürdürebilir. Bu dönemde esas haz bölgesi ağız ve çevre organlardır. Yani erotojen bölge ağız ve çevresidir. Bu dönemde emme eylemiyle beslenme eylemi içiçe olsa da, emme eylemi tek başına haz verici bir eylem olarak da karşımıza çıkmaktadır. Zamanla meme yoluyla tanıdığı annesinden gelen uyaranlarla bütünleşen bebek, tamamen kendisine yöneltmiş olduğu libidosunu nesnelere yöneltmeye başlar. Oto-erotizm azalır. İhtayaçları uygun bir şekilde karşılanan bebek kendisini değer verilen bir nesne olarak algılar ve çevreyi de kendisine verdiği değerden ötürü güvenilir olarak değerlendirir. Erikson’a göre güven duygusunun temeli bu dönemde atılır. 2. Anal Dönem Birinci yılın başından üçüncü yılın ortalarına kadar geçen dönemdir. Bu dönemde çocuğun özellikle miksiyon ve defekasyon olaylarını gerçekleştiren sfinkter özelliğe sahip kaslarındaki gelişme göze çarpar. Erotojen bölgeler anal ve üretral bölgelerdir. Çocuk barsak içeriğini boşaltmanın verdiği hazzın farkına varmıştır. Ancak bu boşaltma işlevi çocuğa yeni bir yetenek kazandırmıştır. Çocuğun idrarını veya dışkısını tutabilmesi çevreden büyük ilgi görür. Çocuğun altına işemesi veya dışkılaması toplumdan tepki görür ve bu dönemde çocuk doğru, yanlış, ayıp kavramlarla ilk kez karşılaşır. Çocuk anal işlevle ilgili yetilerini çevreyle bir iletişim ve etkileşim aracı olarak kullanmaya başlar. Kızınca dışkısını tutabilir veya olur olmadık bir yerde altına yapabilir. Bu dönemde, eylemlerdeki karşıtlık belirgindir. Bunun temelinde anal ve üretral sfinkterlerin nörofizyolojik karşıt işlevleri yatar. Çocuk sfinkteri kasarak tutmak veya gevşeterek bırakmak gibi iki karşıt eylem arasında kalır. Bu dönemdeki patolojik etkileşimler sonucu, ileride anal kişilik denilen şahsiyet oluşabilir. Bu kimseler dışkı ile kirlenmekten ileri derecede korkma, anal içerikli küfürleri sık sık kullanma gibi alışkanlıklar içinde olabilirler. 3. Fallik Dönem Üç yaş civarında çocuğun yeni ilgi alanı seksüel organlardır. Bu odaklanmanın nedeni cinsel farklılıkların farkına varılmasıdır. Erotojen bölgeler direkt seksüel organlar olmuştur. Bu dönemdeki eylemler yetişkin cinsel yaşamın primitif şekilleridir. Fallik dönemde penis (fallus) her iki cins için de zihinsel bir üstünlüğe sahiptir. (fallusun üstünlüğü ilkesi) Ayrıca iki önemli olgu karşımıza çıkar: İğdişlik korkusu ve Oedipus karmaşası. • İğdişlik Korkusu Penisin bariz bir çıkıntı şeklinde olması bu dönemde ilgi odağı olmasının bir nedeni olabilir. Fallik üstünlüğün toplumsal yansıması ise erkek çocuklara verilen değerle bağdaştırılabilir. Bu dönemde erkek çocuk penisini, çok değerli bir mertebeye oturtturur ve penisin herkeste var olduğunu sanar. Hatta penis tüm vücutla özdeşleştirilir. Oysa ki çocuğun, kızlarda penis yokluğunu öğrenmesi kendisinin bu denli önem verdiği bir uzvun yok olabileceğini veyahut birisi tarafından ortadan kaldırılabileceğini düşünmesine neden olur. İşte erkek çocukta bu şekilde bir iğdişlik korkusu gelişir. Bu korkunun oluşmasındaki neden, ille de erkeğin kadın eşey organlarını görmesi olmayabilir. Penisiyle oynayan bir erkek çocuğa gösterilen tepki, “senin çükünü keserim” gibi söylevler veya özellikle de ülkemizde ve diğer müslüman ülkelerde var olan sünnet olgusudur. Ayrıca söylemiş olduğum gibi bu dönemde penisin tüm vücutla özdeşleştirilmesi durumu da çocuğa yöneltilen ceza tehditlerinin direkt penise yönelik olduğuna dair bir duyguya neden olabilir. Bu dönemde kız çocuklarda penise imrenme olgusu görülür. Penisinin olmadığının farkına varan kız çocuk, ona benzer bir organ olan klitorisinin farkına varsa da, derin bir eksiklik duygusu içine girer. Bu konuda kız çocuk annesini suçlayacaktır.


• Oedipus Karmaşası Oedipus, Yunan Mitolojisi’nden gelen bir kavramdır. Kral Oedipus babasını öldürüp yanlışlıkla annesiyle evlenmiştir. Sonradan bunu öğrenince kendi gözlerini oyarak bu büyük suçunun cezasını çeker. Her çocuğun ilk sevgi nesnesi şüphesiz annesidir. Ancak fallik dönemde, özellikle erkek çocukta bu sevgi karşıt cinse yönelik olduğundan daha ön plana çıkar ve erkek çocuk bu konuda kendisine rakip olarak gördüğü babasından nefret etmeye başlar. Sonuçta onunla rekabete girer. Ancak aynı zamanda babaya karşı bir özdeşleşme sevgisi de var olur; zira çocuk, babayı annesine ulaşmak için kendisine örnek alır. Böyle karşıt duyguların varlığı bu dönem için normaldir. (bkz. Bilinçdışı) Bu duygular ile iğdişlik korkusu aynı anda yürür ve çocuk, babasının penisini keseceği korkusuna kapılır. Bu korku sonucunda, penise olan sevgi Oedipal sevgiye ağır basar. Böylelikle Oedipal karmaşa son bulur. Bu dönemdeki önemli özellik şudur: Babayla özdeşleşme sonucu iyi-kötü gibi kavramlara ulaşan çocuk hem süperegosunu geliştirir, hem de erkek cinsel kimliğini benimser. İğdişilik korkusu Oedipal karmaşayı Freud’un deyişiyle paramparça eder; öyle ki karmaşa bilinçdışından dahi nispeten silinir. Oedipal karmaşanın yerini süperego alır. Kız çocukta ise penise duyulan özlem sonucu babaya yaklaşma görülür. Kız çocuk, penis yokluğunun sorumlusu olarak onu doğuran annesini gördüğü için anneye karşı iki değerlikli duygular geliştirir. Erkekteki süreçlere benzer bir şekilde, kız çocuk babasına sahip olmak ister, anneyi rakip olarak görür, onunla özdeşleşir. Böylelikle cinsel kimlik olgunlaşır ve süperegonun da gelişmesiyle karmaşa çözümlenir. Kız çocuktaki bu karmaşaya Electra karmaşası da denmiştir. Bu konuda şu tavsiyeyi vermek akılcıdır: Erkek çocuklar sünnet gibi cinsel nitelikli tehdidlerle uyarılmamalı ve sünnet işlemi üç yaşından önce veya dokuz yaşından sonra yapılmalıdır. 4. Latent Dönem Bu dönem Oedipal karmaşanın çözümlendiği 6-7 yaşlarından ergenliğin başladığı 12-13 yaşlara dek sürer. Gelişen süperegonun da etkisiyle çocuk cinsel içerikli konulardan uzak durur. 5. Puberte Dönemi Malum cinsel olgunlaşma çağıdır. Sonsöz Psikanaliz teorisi tamamen vakalara uygulanan hipnoterapi ve serbest çağrışım işlemlerinden elde edilen sonuçlarla ortaya konmuştur. Psikanaliz teorisini bilimsel yöntemle incelemek olanaksız olduğu için teori çok eleştiri almış ve izah edilen çocuk cinselliği, dar görüşlü çevrelerce şiddetle eleştirildiği için hem teori hem de Freud haksız ithamlara maruz kalmıştır. Psikanalitik psikoterapinin etkinliği bilimsel metodla ispatlanmışıtır. Bu kurama dayanan bir mantıkla yürütülen bir psikoterapinin başarısı ve kuramın ortaya konmasında önemli bir unsur olan vakaların hipnozda ve serbest çağrışım tekniğinde söyledikleri, pekçok çevreler tarafından psikanalizin kabulunde yeterli olmuştur. Bugün klasik psikanaliz pek kullanılmasa da (zira 1-2 yıl sürer), psikanalitik yönelimli psikoterapiler sıklıkla kullanılmaktadır. Günümüz psikolog ve psikiyatrları, psikanalizi genel olarak benimsemiştir ve tıp konseptinde psikanalizin varlığı sağlamlaşarak ve iyice oturarak devam etmektedir. Mahir KURT Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara 2004 Başvurulacak Kaynaklar • Psikanaliz Üzerine Sigmund Freud • Psikanaliz ve Psikoterapi M.Orhan Öztürk, Prof.Dr.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.