T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ PSİKOLOJİ (SOSYAL PSİKOLOJİ) ANABİLİM DALI
YAKIN İLİŞKİLERDE KISKANÇLIK (BİREYSEL, İLİŞKİSEL VE DURUMSAL DEĞİŞKENLER)
Doktora Tezi
H. Andaç DEMİRTAŞ
Ankara-2004
2
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ PSİKOLOJİ (SOSYAL PSİKOLOJİ) ANABİLİM DALI
YAKIN İLİŞKİLERDE KISKANÇLIK (BİREYSEL, İLİŞKİSEL VE DURUMSAL DEĞİŞKENLER)
Doktora Tezi
H. Andaç DEMİRTAŞ
Tez Danışmanı Prof. Dr. Ali DÖNMEZ
Ankara-2004
3
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ PSİKOLOJİ (SOSYAL PSİKOLOJİ) ANABİLİM DALI
YAKIN İLİŞKİLERDE KISKANÇLIK (BİREYSEL, İLİŞKİSEL VE DURUMSAL DEĞİŞKENLER)
Doktora Tezi
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ali DÖNMEZ
Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı
İmzası
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
.........................................
....................................................................
.........................................
....................................................................
.........................................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
4
İÇİNDEKİLER ŞEKİL VE ÇİZELGELER LİSTESİ..................................................................................i TEŞEKKÜR.......................................................................................................................iv BÖLÜM 1 GİRİŞ
1. 1. TANIM
3
1. 2. KURAMSAL YAKLAŞIMLAR
8
1. 2. 1. Freud’e Göre Kıskançlık 8 1. 2. 2. Sullivan’a Göre Kıskançlık 16 1. 2. 3. Mead’e Göre Kıskançlık 18 1. 2. 4. Evrimsel Yaklaşım ve Kıskançlık 20 1. 2. 5. Bilişsel-Olgusal Kuram ve Kıskançlık…….................………………………..24 1. 2. 6. Sosyal Mübadele, Karşılıklı Bağımlılık Ve Kıskançlık.....................................37 1.2. 7. Transaksiyonel Yaklaşım ve Kıskançlık………… 1. 3. İLGİLİ DEĞİŞKENLER
41
45
1. 3. 1. Bireysel Değişkenler……...................................………………………………46 Cinsiyet......................................................................................................................46 Cinsiyet Rolü Yönelimi .............................................................................................57 Kendine Saygı............................................................................................................67 Yaş .............................................................................................................................68 Bağlanma ...................................................................................................................69
1. 3. 2. İlişkisel Değişkenler
70
İlişkinin Süresi ...........................................................................................................70 İlişkisel Doyum..........................................................................................................72 İlişkinin Türü .............................................................................................................73
1. 3. 3. Durumsal Değişkenler 74 Rakibin Özellikleri.....................................................................................................74 Kültür.........................................................................................................................75 1.4. ARAŞTIRMANIN AMACI
77
BÖLÜM 2 YÖNTEM 2. 1. Katılımcılar 80 2. 2. Veri Toplama Araçları 82
2. 2. 1. Kişisel Bilgi Formu 82 2. 2. 2. Romantik Kıskançlık Ölçeği 82 2. 2. 3. Bem Cinsiyet Rolü Envanteri 93 2. 2. 4. Rosenberg Kendine Saygı Ölçeği 2. 3. İşlem……..
97
96
5
2. 4. Verilerin Çözümlenmesi
97
BÖLÜM 3 BULGULAR 3. 1. Belirtilen Kıskançlık Düzeyi 98 3. 2. Tüm Kıskançlık Tetikleyicilerine Gösterileceği Belirtilen Toplam.........................102 3. 3. Kıskançlık Durumunda Verileceği Belirtilen Fiziksel, Duygusal ve Bilişsel Tepkiler. ...................................................................................................................107 3.4. Kıskançlığın Olumlu ve Olumsuz Etkilerine İlişkin Görüşlere Katılma Düzeyi......115 3. 5. Kıskançlıkla Baş Etme Yöntemleri 120 3. 6. Daha Çok Kıskançlığa Yol Açtığı Belirtilen Tetikleyici Türü (Cinsel ve Duygusal Aldatılma) Seçimi ........................................................................................................ 126 BÖLÜM 4
TARTIŞMA 4. 1. Belirtilen Kıskançlık Düzeyi................…….................................... ……………...129 4. 2. Tüm Kıskançlık Tetikleyicilerine Gösterileceği Belirtilen Toplam Kıskançlık Düzeyi.......................................................................................................................133 4. 3. Kıskançlık Durumunda Verilen Fiziksel, Duygusal ve Bilişsel Tepkiler….............136 4. 4. Kıskançlığın Olumlu ve Olumsuz Etkileri İle İlgili Görüşlere Katılma Düzeyi......138 4. 5. Kıskançlıkla Başetme Yöntemleri 139 4. 6. Daha Çok Kıskançlığa Yol Açtığı Belirtilen Tetikleyici Türü (Cinsel ve Duygusal Aldatılma) Seçimi...........................................................................................................142
4. 7. Sonuç ve Öneriler Özet 147 Summary Kaynakça
144
150 …………................................................................…………………………..153
Ekler......................................... ............................................................................................184
6
BÖLÜM 1
GİRİŞ Kıskançlığın yakın ilişkilerde en güçlü, en yaygın ve en yıpratıcı duygulardan biri olduğu konusunda tartışma yoktur (Aune ve Comstock, 1991; Pines ve Friedman, 1998). Kıskançlık bazen ölümle bile sonuçlanabilmekte, eşler arasında cinayetlere ve ağır yaralamalara yol açabilmektedir (Buunk ve Bringle, 1987). Edebiyatta, örneğin Shakespeare’in Othello’sunda ve Goethe’nin Genç Werther’in Acıları’ında, kıskançlığın yıpratıcı doğası ve trajik sonuçları işlenmiştir. Evlilik araştırmalarında ve terapilerde, kıskançlık önemle üzerinde durulan sorunlardan biridir (Buunk, 1981; Guerrero ve Eloy, 1992). Dahası, felsefe, sosyoloji, antropoloji ve özellikle de psikoloji yazını kıskançlıkla ilgili oldukça zengin örnekler sunmaktadır (Pines ve Aronson, 1983).
Kişilerarası ilişkileri sistemli görgül araştırmalar yoluyla inceleyen bilim dalı sosyal psikolojidir. Sosyal psikologlar, işbirliği, yarışmacılık, boyun eğme, kendine saygı, bağlanma ve çekicilik gibi kıskançlıkla yakından ilişkili birçok konu üzerinde çalışmaktadırlar. Çok yaygın olmasına ve pek çok disiplinin ilgisini çekmesine rağmen, kıskançlık, sosyal psikolojik araştırmalara ve kuramlara yeterince konu olamamıştır.
Kurt Lewin (1948) kıskançlık üzerine yürütülen ilk kuramsal incelemeleri gerçekleştirmiş, Alan Kuramı’nı kıskançlığa uyarlamış, kıskançlığın özellikle evli çiftlerde sık sık gündeme geldiğini, bunun nedeninin de eşlerin birbirlerinin “yaşam alanlarına” müdahale etmeleri olduğunu belirtmiştir. Lewin’in öncü niteliği taşıyan bu açıklamalarının ardından, 1980’lere dek, Sosyal Psikoloji’de kıskançlık üzerinde pek fazla durulmadığı görülmektedir (Pines ve Aronson, 1983).
7
Ancak, son yıllarda, kıskançlık duygusunun kendine saygı, bağlanma ve benzeri bir dizi değişkenle ilişkisini (Karakurt, 2001; Pines ve Aronson, 1983; Sharpsteen ve Kirkpatrick, 1997) ve kıskançlığa bağlı olarak gösterilen davranışsal ve duygusal tepkileri (Afifi ve Reichert, 1996; Aune ve Comstock, 1991; DeWeerth ve Kalma, 1993; Ellis ve Weinstein, 1986; Guerrero, 1998; Mathes ve Verstraete, 1993) ele alan çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Konuya ilişkin sosyal psikolojik altyapı, birçok önemli kuramsal yaklaşım açısından ele alınmışsa da, henüz tam olarak oluşmuş değildir. Kıskançlığın tam olarak nasıl tanımlanacağı, nasıl sınıflandırılabileceği, altında yatan bilişsel süreçlerin nasıl işlediği, normal olup olmadığı, başetme ve benzeri birçok soru yanıt beklemektedir.
Bu çalışmada da, genel olarak, kıskançlığın tanımlanması, sınıflandırılması, kıskançlığa verilen tepkiler ve kıskançlıkla başetme yolları üzerine açıklamalara yer verilecek, ardından da kıskançlıkla bir dizi başka değişken arasındaki ilişkiler üzerinde durulacaktır. I. 1. Tanım Kıskançlık, birçok insanın farklı anlamlar yüklediği bir kavramdır. Birçok farklı sözcüğü, anlamı ve imgeyi çağrıştırır (White, 1981).
Pines’a (1998, s.2) göre “kıskançlık, önemsenen bir ilişkinin yitirilmesine ya da bozulmasına yol açabilecek bir tehlikenin varlığına ilişkin bir algı sonucunda verilen karmaşık bir tepkidir”. Buunk ve Bringle’a (1987, s.124) göre kıskançlık,
8
“Bireyin süregelen ya da daha önceden var olan bir ilişkisindeki eşiyle üçüncü bir kişinin ilişkisinden kaynaklanan, hoş olmayan duygusal bir tepkidir. Bu ilişki, gerçek, düşlenen, beklenen ya da daha önceden yaşanmış bir ilişki olabilir”. White (1981b, s.24) kıskançlığı, “Bireyin birlikte olduğu kişiyle düşlenen ya da gerçek bir rakip arasındaki gerçek ya da olası bir ilişki nedeniyle algılanan, ilişkinin varlığına ya da niteliğine ve/veya bireyin kendine saygısına yönelik tehditlere eşlik eden duygu, düşünce ve davranışlar bütünü” olarak tanımlamaktadır. DeSteno ve Salovey’e (1996; s.921) göre kıskançlık, değer verilen biriyle kurulmuş olan ilişkinin gerçekten bozulması ya da tehlikeye girmesiyle artan, öfke, mutsuzluk ve korku duygularıyla kendini gösteren sapkın bir duygu durumudur”.
Bir diğer tanıma göre kıskançlık, “Bir ilişkiyi korumak ve sürdürmek amacıyla verilen korku temelli bir tepki”dir (Buunk, Angleitner, Oubaid ve Buss, 1996, s. 359). Mathes ve Severa (1981, s.24), kıskançlığı “bir rakibin varlığı nedeniyle yaşanan ilişki kaybı ya da ilişkinin kaybedilmesine yönelik bir tehdit sonucu yaşanan olumsuz duygu durumu” olarak tanımlamaktadırlar.
Tüm bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi, kıskançlık tek ve yalın bir kavram ya da duygu değil, bir duygular ve tepkiler karmaşasıdır.
Kıskançlık çoğu insan için son derece acı verici, çılgınca bir duygudur (Pines ve Bowes,1992). Kimilerine göre aşkın, kimilerine göre düşük kendine saygının, kaybetme korkusunun ya da güvensizliğin göstergesidir (Greenberg ve Pyszczynski, 1985).
9
Yazında, kıskançlığı tanımlama girişimlerinde değinilen ve kavram karmaşasından kaçınmak amacıyla onunla karşılaştırılarak tanımlanmaya çalışılan ilgili diğer bir kavram da hasettir. Bu nedenle, kıskançlıkla (jealousy) haset (envy) arasındaki ayrım üzerinde durmak, bu çalışmada temel kavram olan kıskançlığa ilişkin tanıma açıklık kazandırmak açısından yararlı olacaktır.
Kıskançlık ve Haset
Yukarıda yer verilen tanımlardan yola çıkarak, kıskançlığı kısaca, yakın ilişkiyi tehditlere karşı korumak amacıyla verilen bir tepki olarak tanımlayabiliriz. Haset (envy) ise, diğerlerinin sahip olduklarına sahip olmak istemeyi, diğerlerinin sahip oldukları nitelik, başarı ve maddi olanakları kendininkilerle karşılaştırmayı ve sonuçta da çekememe boyutuna varan bir durumu anlatır (Anderson, 2002; Kim ve Hupka, 2002; Parrott ve Smith, 1993; Pines, 1998).
Kıskançlık, değer verilen bir ilişki tehlikeye girdiğinde yaşanan bir duygudur. Algılanan tehlikelere verilen koruma amaçlı bir tepki olması nedeniyle hasetten ayrılır. Haset, bir bireyin, sahip olmadığı bir şeyi istemesi durumudur, kıskançlıkta ise birey sahip olduğu bir şeyi kaybetmeme, koruma yönünde güdülenmiştir (Pines ve Aronson, 1983).
Kıskançlıkla haset arasındaki temel fark, kıskançlığın hasette olduğu gibi iki kişiyi değil, üç kişiyi içeren bir durum olmasıdır. Bir birey bir diğerine imrenebilir ve
10
onun sahip olduklarına göz koyabilir; mal varlığı, güzel gözleri, kişilik özellikleri, başarısı ve benzeri. Hasetin odak noktası bir nesne ya da özelliktir. Kıskançlığın odağı ise var olan ilişki için tehdit olarak algılanan bir üçüncü kişidir (Brehm, 1992; Friday, 2000; LaFollette, 1996; Pines, 1998; Salovey ve Rodin, 1989).
İki kavram arasındaki fark, birey (B)-- diğeri (D)-- üçüncü bir kişi ya da nesne (X) üçlüsü ile anlatılabilir. Bryson (1991), kıskançlığı, B’nin X’le süregelen ilişkisinin, D’nin X’le geliştirdiği ya da geliştireceği varsayılan bir ilişki yoluyla tehlikeye gireceği korkusuyla ortaya çıkan bir durum olarak değerlendirir. Bu durumu, “sosyal ilişki kıskançlığı (social relationship jealousy)” olarak adlandırabiliriz (Salovey ve Rodin, 1989).
D ile X arasında önceden kurulmuş bir ilişki varsa (X bir birey, nesne, sahip olunan bir kişisel özellik ya da herhangi başka bir şey olabilir), B’nin D’nin yerini alma ya da ikisi arasındaki ilişkiyi bozma yönündeki çabası “haset” olarak değerlendirilebilir. Günlük dilde bu durum da çoğunlukla “kıskançlık” olarak adlandırılmaktadır ve bunu “sosyal karşılaştırma kıskançlığı (socail comparison jealousy)” olarak ele almak yerinde olur.
Spielman (1971), kıskançlıkla haset arasındaki ayrımı, kıskançlığın daha güçlü olduğunu belirterek ortaya koymaktadır. Ona göre kıskançlık daha çok nefret duygusu içerir. Hasette bir diğer bireyin sahip olduğu şeye sahip olma isteği söz konusuyken kıskançlıkta, aynı zamanda, diğerinin ona sahip olmaması yönündeki istek de vardır. Hasette, birey, bir başkasının, kendisinin sahip olmak istediği şeye sahip olmasının verdiği mutsuzluk ve ona sahip olamamanın verdiği kendini kötü hissetme durumuyla karşı karşıyadır. Kıskançlık ise, çok değer verilen bir varlık,
11
ilişki ya da duygunun yitirilmesinden ya da yitirilmesi olasılığından kaynaklanan bir kuşku, kaygı ve güvensizlik durumunu içerir. Haset kendine acımanın doğurduğu öfke ve üzüntüyle kendini gösterirken, kıskançlık, öfkenin yanında güçlü bir kaybetme korkusu da içerir.
Salovey ve Rodin (1986) bir çalışmalarında, katılımcıların, bu iki durumu, sosyal karşılaştırma ve sosyal ilişki boyutunda sınıflandırdıklarını, ancak, her ikisinde yaşanan duyguların benzer olduğunu belirttiklerini ortaya koymuşlardır. Her ikisinin de, çoğunlukla, öfke, üzüntü, mutsuzluk ve kaygı içeren karmaşık duygularla belirginlik kazandığı belirtilmiştir. Aynı çalışmanın daha sonraki aşamalarında da benzer sonuçlara ulaşılmakla beraber, kıskançlığın daha yoğun ve olumsuz duygulara yol açtığı sonucuna ulaşılmıştır. Kısaca, sonuçta yaşanan duygular ortak, nitelik açısından benzer, ancak yoğunluk açısından farklıdırlar.
Ek olarak, bazı araştırmalarda kıskançlıkla hasetin farklı duygularla tanımlandığı yönünde sonuçlara da ulaşılmıştır. Örneğin, Parrott ve Smith (Akt.: Salovey ve Rodin, 1989) 1987’de gerçekleştirdikleri deneysel bir çalışma sonucunda, kıskançlığın daha çok yalnızlık, aldatılmışlık, korku, belirsizlik ve kuşku duygularıyla birlikte görüldüğü; hasete ise, suçluluk, utanç, özlem, inkar ve aşağılık duygularının eşlik ettiği belirlenmiştir.
Kıskançlık ve hasetin yaşattığı duygular konusunda belirsiz sonuçlar elde edilmişse de, kıskançlığın genel olarak hasetten daha yoğun bir duygusal duruma yol açtığı konusunda tartışma yoktur. Birçok araştırmacı da, bu kavram karmaşasından
12
kurtulmanın yolunu, “sosyal karşılaştırma kıskançlığı” ve “sosyal ilişki kıskançlığı” ayrımını yapmakta bulmaktadır (örn.; Salovey ve Rodin, 1986; Hupka, 1985; Bers ve Rodin, 1984).
Kıskançlığın tanımından sonra, biraz da işleyiş ve dinamikleri hakkında bilgi vermek için, izleyen alt bölümde konuyla ilgili kuramsal yaklaşımlar ele alınmıştır.
1. 2. Kuramsal Yaklaşımlar
1. 2. 1. Freud’a Göre Kıskançlık Genel Görüşleri
Freud kıskançlığın “kaçınılmaz”, dolayısıyla da evrensel olduğunu ileri sürmektedir. Kimsenin kıskançlıktan kurtulamayacağını, çünkü kıskançlığın köklerinin herkesin geçirdiği acı verici çocukluk yaşantılarında gizli olduğunu belirtmekte ve yetişkinlikte yaşanan kıskançlıkları çocukluk dönemi travmalarının yeniden canlanması olarak değerlendirmektedir (Pines, 1992a).
Freud, kaçınılmaz olduğuna ve herkes tarafından yaşandığına göre kıskançlığı, “üzüntü gibi “normal” olarak ele alınabilecek duygu durumlarından biri” olarak tanımlamaktadır. O’na göre, eğer bir birey kıskançlık yaşamadığını iddia ederse, bu durum şiddetli bir bastırmayla açıklanabilir ve sonuç olarak da onu büyük bölümüyle bilinçaltında yaşadığı söylenebilir (Yates, 2000; Pines, 1992b). Bir birey, önem verdiği bir ilişki tehlikeye girdiğinde kıskançlık yaşamıyorsa ortada bir sorun var demektir. Bu, çok sevdiğiniz biri öldüğünde hiç üzüntü duymamaya benzer. Böyle bir durum, o bireyin kıskançlık duygularını bastırmak ve bunu hem kendinden hem de çevresinden gizlemek için akıl almaz bir çaba harcadığının kanıtıdır. Freud’tan etkilenen Pinta (1978, s. 699) bu durumu “patolojik hoşgörü (pathological tolerance)” olarak adlandırmaktadır. Patolojik hoşgörü, başka
13
herhangi bir birey için açıkça kıskançlığa yol açacak bir durumu algılayamama ya da ayırt edememe anlamına gelen “psikolojik körlüğe (psychological scotoma)” benzer bir klinik belirtidir. Örnek olarak, karısı açıkça çevredeki tüm erkeklerle flört eden ve istediği herkesle cinsel yakınlık kuran bir adamın bu durumun farkında olmayan tek kişi olması verilebilir (Pines, 1998).
Psikodinamik yaklaşıma göre kıskançlığı bilinçdışı süreçler yönetmektedir. Her birey, bilinçaltında, farkında olmadığı birçok dürtü, istek, korku ve travmatik anı barındırır (Pines, 1998). Bilinç düzeyinde yaşanan her duygu ve düşünceye, bilinçaltındaki diğer parçası eşlik eder ve bu parça çoğunlukla bilinç düzeyindekinin tersidir. Bir birey, bilinçaltında çok hoşlandığı bir şeyi (bir birey, nesne ya da yaşantıyı), bilinç düzeyinde “iğrenme”yle karşılayabilir, bilinçaltında nefret ettiği birini de bilinç düzeyinde çok sevebilir. İçsel dürtülere ve bilinçaltındaki güdülere yapılan bu vurgu, günlük yaşamda anlaşılması güç davranışların açıklanmasında oldukça yol gösterici olmaktadır.
Psikodinamik yaklaşım, bireylerin, tüm yaşam döngülerinde olduğu gibi, yakın ilişkilerinde de etkin bir rol üstlendiklerini öne sürmektedir. Bireyi “patolojik kıskançlık” ya da “patolojik sadakatsizlik” içeren bir ilişkiye iten kötü kaderi değildir. Birey, böyle bir ilişkinin karşı tarafı olan eşini kendi rızasıyla seçer.
Çoğu bilinçdışı olan çocukluk anıları, travmaları ve sapkınlıklarının, insanların yaşantı ve dünyaya bakış açıları üzerinde çok güçlü etkileri vardır. Böylesi çocukluk dönemi yaşantılarının eş seçimi üzerinde de yansımaları olabilir. Bu seçim, rastgele yapılan bir seçim değildir. İnsanlar, çocukluk döneminde doyurulmamış olan duygusal gereksinimlerini giderecek özellikte kişileri eş olarak seçerler (Pines ve Aronson, 1983).
Birey böyle birini bulduğunda, ona, çocukluk döneminde yapılanmış olan içsel imgesini yansıtır. Annesinin babasını aldattığına tanık olan bir erkek, çocukluk döneminde içselleştirdiği “aldatan eş” imgesini kendi sadık ve güvenilir eşine yansıtma yoluna gidebilir. Eşlerin, “tamamlayıcı” gereksinimleri vardır. Her biri, kendi içinde bastırılmış bir yönünü temsil edecek bir eş seçer. Örneğin, duygusal yönünü bastıran bir erkek, mantıksal yönünü bastıran duygusal bir kadınla evlenebilir. İçsel
14
çelişkiler evlilik çatışmaları yoluyla açığa çıkabilmektedir. Eşler arasındaki çatışmalar ve kuşkusuz kıskançlık da içsel çelişkilerin açığa çıkmasına yol açar. Örneğin, çiftlerin “aldatma” üzerine süregelen çatışmaları, her ikisinin de aldatmayla ilgili içsel çatışmalarının bir yansımasıdır (Mathes, 1992).
Kıskançlıkla ilgili çocukluk deneyimleri, yetişkin kıskançlığına ilişkin ipuçları verir. Yetişkinlikte, çocukluk döneminde yaşananlara benzer koşullar altında kıskançlık duyguları tekrar canlanır (Mathes, 1992). Freud’a göre, terapinin amacı da çocukluk yaşantılarını ve bilinçaltını bilinç düzeyine çıkarabilmektir. Kıskançlıktan yakınan bir bireye, terapist, geçmiş yaşantılarıyla bugünkü sorunları arasındaki bağı görmesini ve bu yolla kıskançlığının gerçek nedenlerini keşfetmesini sağlayarak yardımcı olabilir. Bireyler, kıskançlıklarının kökenini keşfettikten sonra –yani geçmişteki olayların şu anki kıskançlıkları üzerindeki rolünü kavradıklarında- bununla başetme konusunda en önemli adımı atmış olmaktadırlar (Pines, 1998).
Kıskançlığın kökenine ilişkin görüşleri Freud’a göre kıskançlığın kaynakları şöyle özetlenebilir (Pines, 1998, s.50): a.
Aşık olduğumuz birini kaybetme düşüncesinin verdiği üzüntü
b.
İstediğimiz herşeye sahip olamayacağımız gerçeğine ilişkin acı farkındalık
c.
Başarılı rakiplere duyulan haset duyguları
d.
Kaybımızdan kendimizi sorumlu tutmamıza neden olan öz-eleştiri.
Freud kıskançlığı “normal” olarak değerlendirmekte, ancak bu “normal”in kıskançlığın her zaman tümüyle akılcı, gerçek nedenlere ve içinde bulunulan koşulların gereklerine dayalı olduğu ve egonun kontrolü altında hayat bulduğu anlamına gelmediğini de belirtmektedir (Pines, 1998, s. 49). Bir başka deyişle, normal kıskançlık bile her zaman bilinçdışı ögeler içermektedir. Buna gerekçe olarak
15
da kıskançlığın temelde çocukluktaki duygusal yaşantı karmaşasının bir uzantısı olması ve bilinçdışı bir süreç olarak işlemesi gösterilmektedir (Mathes, 1992).
Bilindiği gibi, Freud, kızlarla erkeklerin psikoseksüel gelişimleri arasındaki farkın önemini “anatomi kaderdir” sözüyle dile getirmiştir (Basow, 1992; Bem, 1994; Shaffer, 1994) . O’na göre, kıskançlığın kökü de oedipüs çatışmasıyla ilgili çocukluk deneyimlerinde (örtülü, yani cinsel organın çocuğun zevk ve ilgisinin odağı olduğu evrede) yatar. Kız ve erkeklerin cinsel organları farklı olduğundan, yaşantıları da farklılaşmaktadır.
Çocuklar zamanlarının çoğunu aile üyeleriyle geçirirler. Sonuç olarak da, aile üyeleri en ulaşılabilir aşk ve özdeşleşme nesneleridir. İlk cinsel duygularını aileden birine yöneltmeleri de bu nedenle son derece doğaldır. Erkekler için bu çoğunlukla anne, kızlar içinse babadır. Bu cinsel duyguları zaman içinde çocuğun rakip olarak gördüğü kişilere duyduğu kıskançlık izler. Karşıt cinsten anababayla girilen bu rekabet kızlarda Elektra, erkeklerde de Oedipüs kompleksinin temelidir (Bigler, 1995).
Oedipüs ve Elektra, Yunan mitolojisinin trajik kahramanlarıdır. Oedipüs, babasını öldürmüş ve annesiyle evlenmiştir. Elektra ise babasına aşıktır, babasını aldatıp öldüren annesinden de nefret etmektedir. Babasının ölümünün ardından erkek kardeşini annesini öldürmeye razı etmiştir. Freud’a göre tüm çocuklar Elektra ve Oedipüs’ün yaşadığı acıyı yaşarlar. Erkekler annelerine, kızlar da babalarına aşık olurlar. Ancak, her ikisinin de çok zorlu rakipleri vardır; kızlar için anneleri, erkekler içinse babaları. Erkekler babalarının öfkesinden kurtulmak için, babası gibi bir adam olma yoluna giderler, yani babalarıyla özdeşleşirler. Kızlar, annelerinin durumuna imrenirler ve ancak anneleriyle özdeşleşerek bunun üstesinden gelirler. Üzüntü, kaybetmenin verdiği acı, güçsüzlük, istediği herşeye sahip olamayacağına ilişkin acı farkındalık, başarılı rakibe duyulan haset ve bu üçgendeki “yenilgi”
16
onların zihinlerine kazınır ve yetişkinlikte, benzeri bir aşk üçgeniyle karşılaştıklarında tekrar su yüzüne çıkar (Pines, 1998).
Freud’a göre kıskançlığın sınıflandırılması
Freud’a göre üç tür kıskançlık vardır (Mathes, 1992, s. 67); a.
Yarışmacı (competitive) ya da normal
b.
Yansıtılmış (projected)
c.
Sanrısal (delusional)
Yarışmacı ya da normal kıskançlık bireyin sevdiği bir şeyi bir rakibe kaptırdığı ya da kaptıracağı düşüncesiyle çektiği acıda anlatım bulur. Bu tür kıskançlık, sanki sevilen kişiyi ve kendine saygıyı kaybetme, rakibe duyulan haset ve sevilen kişiyi yitirmekten dolayı kendini eleştirme ve suçluluk duygularının bir karışımıdır.
Yansıtılmış kıskançlık, bastırılan aldatma dürtülerinden ya da gerçek bir aldatmadan kaynaklanır. Aldatan ya da başka bir kadını arzulayan, ancak bu durumu eyleme geçiremeyen bir erkek, bunu karısına yansıtır, onu kendi yapmak istediği ya da yaptığı şeyleri yapmakla suçlar ve kıskançlık davranışları gösterir (Mathes, 1992).
Freud, herkeste aldatma eğiliminin bulunduğuna, bu eğilimin (eyleme dönüştüyse bu davranışın) üstesinden gelmenin en iyi yolunun da “yansıtma” olduğuna işaret etmektedir. Bireyler, hatayı karşı tarafa yansıtırlar, böylece karşıdakinin kendilerinden daha iyi ve günahsız olmadığını düşünerek kendi kendilerini aklarlar (Pines, 1998). Freud’a göre, böyle bir yansıtma sonucu ortaya çıkan kıskançlık içinde bir miktar “sanrısal” özellik barındırır ve bu benzerlik yanında terapiye yanıt vermesi açısından sanrısal kıskançlıktan ayrılır.
17
Eğer birey, kıskançlığının aldatmaya yönelik bastırılmış dürtülerin bir sonucu olduğunun, dolayısıyla da eşinin suçsuz olduğunun ayırdına varırsa kıskançlık sorunu çözülebilir duruma gelir. Sanrısal kıskançlıktaysa çözüm bu kadar kolay değildir.
Sanrısal kıskançlık bir tür paranoyadır. Freud’a göre kökeninde yine aldatmaya ilişkin bastırılmış dürtüler yatar, ancak, burada kıskançlık nesnesi kıskanç bireyin hemcinsidir (Mathes, 1992). Freud, bebeklerin ve küçük çocukların cinsellik açısından iki yönlü (biseksüel) olduğuna inanır (Basow, 1992). Olgunlaşma ve toplumsallaşma süreçleri sırasındaki baskılar sonucu cinsel tercih çoğunlukla heteroseksüellik yönünde belirlenir. Oedipal evreye ulaşan çocuklar, hem aynı hem de karşı cinsten anababalarından etkilenirler. Bu duygular zaman içinde bastırılır ve yetişkin kıskançlığında bireyin rakibine yönelttiği bilinçli ya da bilinçsiz ilgide tekrar canlanabilir. Bu homoseksüel ilgi, sanrısal kıskançlığın temel nedenidir. Bu eğilime karşı kendini korumaya çalışan birey, eşini hemcinsi olan rakipten hoşlanmakla suçlar.
Genel Değerlendirme ve Eleştiriler
Kıskançlık üzerinde çalışan birçok psikolog, Freud’un kıskançlığın patolojik açıdan, normalden sanrısala uzanan bir boyutta düşünülebileceği yönündeki görüşüne katılmaktadır (örn., Pines, 1998; Mathes, 1992; Salovey, 1991). Ek olarak, sanrısal kıskançlığın tedavisi son derece güç bir tür paranoya olduğu görüşü büyük ölçüde paylaşılmaktadır. Ancak, büyük çoğunluk, sanrısal kıskançlığın homoseksüel değil, heteroseksüel eğilimlerin bastırılması sonucu ortaya çıktığına inanmamaktadır.
Freud’un kıskançlıkla ilgili açıklamaları, sanrısal kıskançlık altında yatan bilinçdışı güçler üzerine vurgusuyla bu konuya önemli katkılar sağlamaktadır. Bu bilinçdışı güçler, aynı zamanda kıskanç bireyleri daha çok çıkmaza iten belirli davranış kalıpları altında yatan temel nedenlerdir (Pines, 1998).
18
Yaklaşımın önemli bir diğer katkısı da, yetişkin kıskançlığının kökenlerinin erken çocukluk yaşantılarında aranması gerektiğine işaret etmesidir. Freud’a göre, bu yaşantılar Oedipal evredeki yaşantılardır. Erken çocukluk deneyimleri evrensel olduğuna göre, bu deneyimleri yetişkinlikte romantik kıskançlık olarak tekrar yaşamak da evrensel ve kaçınılmazdır.
Her yetişkin, içinde terkedilmiş, korkutulmuş, incitilmiş, engellenmiş bir çocuk taşır. Herkes, yaşamın ilk haftalarındaki güven duygusuna özlem duyar. Çoğu ilk aşkını (kız çocukları babalarını, erkek çocukları annelerini) kardeşiyle ya da anababasıyla paylaşmak zorunda kaldığında kıskançlığı tanır. Yetişkinlikte bu duyguları farklı şekillerde tekrar yaşar (Mathes, 1992).
Yaklaşıma yöneltilen ilk eleştiri, kıskançlık altında yatan gerçekleri gözardı ederek tüm kıskançlıkların az da olsa sanrısal olduğu görüşünedir. Gerçek (gerçek tetikleyicilerin neden olduğu) kıskançlığa çok az yer verildiği ileri sürülmektedir.
Bir diğer eleştiri de, bireyi, kıskançlık sorununu pekiştirecek koşullar aramak ya da yaratmakla suçlama yönündeki eğilime yöneliktir. Yaklaşımın, kıskançlık sorununa yol açan ve onu besleyen bilinçli beklentilere ve gerçek olaylara yeterince yer vermeyip, daha çok bilinçdışı süreçlere odaklanmış olduğu ileri sürülmektedir.
Ayrıca, erken çocukluk dönemi yaşantılarının yetişkin kıskançlığı üzerindeki etkilerinin çok fazla vurgulandığı, yetişkinlik yaşantılarının öneminin gözardı edildiği, özellikle ilişki dinamiklerinin dikkate alınmadığı da eleştiriler arasında bulunmaktadır.
Freud’dan sonra, kısaca Sullivan’ın kıskançlıkla ilgili görüşleri üzerinde durulacaktır.
1. 2. 2. Sullivan’a Göre Kıskançlık
19
Harry Stack Sullivan (1953) kıskançlıkla ilgili açıklamalarına kıskançlıkla haset arasındaki ayrımla başlamış ve “başkasına ait olan bir şeye göz koymak” olarak tanımladığı haset altında yetersizlik duygularının yattığına işaret etmiştir. Bu duyguyu yaşayan bireylerin, dikkate alınmadıklarını ve diğerlerinin bekledikleri gibi biri olamadıklarını hissettiklerini; bu duygunun üstesinden gelebilmek için de, toplumda iyi bir konuma sahip olabilmek için gerekli olduğuna inandıkları ve diğerlerinde var olan herşeye (örn., değerli mal mülk, statü, başarı, iyi ilişkiler) sahip olmak istediklerini ileri sürmüştür (Mathes, 1992).
O’na göre kıskançlık da haset gibi yetersizlik duygularıyla yeşerir. Ancak kıskançlık üç kişi, hasetse yalnızca iki kişi arasında olur. Kıskançlık, yetersizlik duyguları bireyi yakın ilişki kurmaktan alıkoymaya başladığı zaman kendini gösterir, bireyin birlikte olduğu kişi arkadaşlarıyla tanışmaya başladığında ve iyi anlaştıklarında da iyice su yüzüne çıkar. Birey, derinlerde büyük bir yetersizlik yaşadığında, arkadaşlarıyla yakın ilişkide olduğu kişinin tanışıp yakınlaşmaya başlamaları, onların kendisinden daha iyi olduklarına inandığı için yakın ilişkide olduğu kişi ile kuracakları ilişkinin de kendi yakın ilişkisinden daha iyi olacağını varsaydığından kıskançlık duymaya başlayacaktır.
Sullivan da Freud gibi, kıskançlığın paranoyayla yakından ilişkili olduğuna inanmakta, ancak, homoseksüel eğilimlerle bağdaştırma konusunda ondan ayrılmaktadır. O’na göre kıskançlık, hoş olmayan bir duygu durumudur. Kıskançlığı yaşayan birey, derin yetersizlik duyguları yanında sanki kendisine acımaktadır ve her türlü yakın ilişkisinin, kendisinden daha iyi bir diğer kişi nedeniyle sona ereceğine inanmaktadır (Mathes, 1992).
Diğer yandan, Sullivan, olgun bireylerin diğerlerine göre daha az kıskanç olduklarını savunmaktadır, çünkü, bu bireyler daha az olgunlaşmış olanlara kıyasla, aynı anda birden fazla yakın ilişkiyi sürdürebilmenin zorluğunun bilincindedirler, bu bilinç de onları bu duygudan korur (Mathes, 1992).
İzleyen alt bölümde de, kıskançlığa farklı bir açıdan yaklaşan Mead’in görüşleri ele alınmaktadır.
20
1. 2. 3. Mead’e Göre Kıskançlık Margaret Mead (1977), kıskançlığın kökünde tümüyle kendine saygıyı tehdit eden bir tehlikeye verilen tepkinin yattığını öne sürmektedir. Bu görüşünü de, devrimden önce Fransa’da süregelen ve “ilk gece hakkı” adıyla anılan bir geleneği örnek vererek desteklemektedir. Bu geleneğe göre, lordlar hükmettikleri bölgelerde, gelinlerle ilk gece önce kendileri birlikte olmaktadırlar. Beklenebileceği gibi, halk bu duruma çok içerlemekte ve tepki göstermektedir. Ancak, Mead’e göre, erkeklerin sergilediği bu rahatsızlığın ve kıskançlığın altında, eşlerinin ilk gece lordla birlikte olması ve bunun ilişkilerine getirebileceği zarar değil, geleneğin kendi güçsüzlük ve yetersizliklerini açığa vurması yatmaktadır.
Kıskançlıkla ilgili yaklaşımını antropolojik araştırmalarıyla zenginleştiren Mead, eş değiştirme geleneği ve çok eşlilik üzerine yaptığı incelemelerde, üçüncü bir kişinin ilişkiye dahil olmasının, diğer bir deyişle bireyin eşinin bir başka bireyle birlikte olmasının kıskançlığa yol açmadığı sonucuna varmıştır. Örneğin, Eskimolarda, erkek eşini konuğuna misafirperverlik adına bir gece için sunmaktadır. Bu durum, erkeğin karısını kıskanmasına yol açmamakta, hatta gelenek yerine gelmezse huzursuzluk yaşamasına ve kendine saygısının yaralanmasına yol açmaktadır.
Çok eşliliğin hakim olduğu toplumlarda ise, kadınlar kocalarından ikinci ya da üçüncü eşini seçmesini istemektedir, çünkü bu durum onun prestijini artırmaktadır. Eşinin çok eşliliği kadının kıskanmasına değil, aksine, kendine saygısının yükselmesine yol açmaktadır.
Özetle, Mead (1977), kıskançlığın, kendine saygısına yönelik tehditler nedeniyle doğduğuna inanmakta, onu “normal” olarak değerlendirenlere katılmamakta, “talihsiz” bir duygu olarak nitelendirmektedir.
Mead, cinsiyetle ilgili olarak da, daha güvensiz olmaları nedeniyle kadınları erkeklerle karşılaştırıldığında
daha
kıskanç
bulduğunu
belirtmektedir.
Bu
güvensizliğin
de
kişisel
21
eksikliklerinden değil, toplumdaki göreli güçsüzlüklerinden kaynaklandığını düşünmektedir (Mathes, 1992).
Buraya kadar görüşlerine yer verilen üç kuramcı da, kıskançlığı psikopatolojiyle bağdaştırmaktadırlar. Freud, normal kıskançlığın kökenini erken çocukluk travmalarında aramakta, yansıtılmış kıskançlığı nevrotik savunma mekanizmalarının ürünü olarak değerlendirmekte, sanrısal kıskançlığın köklerinin ise paranoid psikozda yattığını ileri sürmektedir. Sullivan, kıskançlığa neden olarak aşağılık duygusunu ve bunun sonucunda ortaya çıkan aşık olamama durumunu göstermektedir. Mead ise, kıskançlığın kültürel ya da bireysel kaynaklı güvensizlik ve yetersizlik duygularından kaynaklandığını ileri sürmektedir.
Freud, Sullivan ve Mead’in görüşlerinden sonra, aşağıda günümüz kıskançlık çalışmaları üzerinde önemli etkileri olan Evrimsel Yaklaşım üzerinde biraz daha ayrıntılı olarak durulmuştur.
1. 2. 4. Evrimsel Yaklaşım ve Kıskançlık Darwin, ortaya attığı evrim kuramında cinsel farklılıkların evrimine ilişkin önemli açıklamalara yer vermiştir. Kıskançlıkla ilgili görüşlerini de daha çok cinsel farklılıklara ilişkin açıklamaları çerçevesinde açıklamıştır. O’na göre, kıskançlığın kökeninde evrimsel nedenler yatmaktadır, çünkü kıskançlık ilişkiyi koruma amacına hizmet eden bir içgüdüdür (Kenrick ve Trost, 1997). Kıskançlıkla ilgili duygu ve davranışlar, çiftlerin ilişkilerini sürdürmelerini, üremelerini, çocuklarını büyütmelerini ve dolayısıyla da genlerini kopyalayarak soylarını sürdürmelerini sağlamaktadır.
Son dönemlerde, evrimsel yaklaşımı benimseyen psikologlar özellikle eş seçimi konusundaki cinsel farklılıklar üzerinde odaklanmakta, araştırmalarına dayanarak, kadınların, ekonomik açıdan doyurucu gelire sahip, toplumsal açıdan başat bir eş; erkeklerinse, daha genç, sağlıklı ve fiziksel olarak çekici bir eş arayışı içinde olduklarını belirtmektedirler (Buss ve Barnes, 1986; Kenrick ve ark., 1993).
22
Eş seçimindeki cinsel farklılıklardan yola çıkan çalışmalar, 1990’lı yıllarda yerlerini cinsel ve duygusal aldatma, kıskançlık, kıskançlığa verilen tepkiler gibi yeni çalışmalara bırakmaya başlamıştır (örn.: Buss ve ark., 1999; Cramer ve ark., 2001; DeWeerth ve Kalma, 1993; Widerman ve LaMar, 1998).
Evrimsel yaklaşım, kıskançlıkla ilgili çalışmalarda son 20 yılda önemli bir noktaya gelmiştir. Çağdaş evrimsel yaklaşımın temel çıkış noktası, kıskançlığın insanoğlunun evrimsel geçmişine bakılarak açıklanabileceğidir. Ancak, açıklamalarına öncelikle kıskançlığın yaşamsal önemini vurgulayarak
başlayan
evrimciler,
kültürün
ve
psikolojik
mekanizmaların
önemini
de
yadsımamaktadırlar (Buss ve Schmitti, 1993; Buss ve ark., 1992; Buss ve Larsen, 1996; DeSteno ve Salovey, 1996).
Evrimci psikologlar, aldatılmaya verilen tepkilerde çok belirgin bir cinsel farklılığın olduğunu ileri sürmekte, kadınların duygusal sadakatsizliğe, erkeklerinse cinsel sadakatsizliğe açıkça daha şiddetli tepki gösterdiklerini belirtmektedirler. Doğurganlık kadına özgü olduğundan, erkekler, kadınların karşılaşmadığı bir sorunla karşı karşıya kalmakta, çocuklarının gerçek babası olup olmadıkları yönünde bir kuşkuya düşmektedirler. Babalıkla ilgili bu belirsizlik ve kuşku durumu insanlık tarihi boyunca süregelmiş bir gerçektir (Pietrzak ve ark., 2002). Bu nedenle erkekler, cinsel açıdan “tek” tercih olmayı koşul olarak koymaktadırlar. Cinsel sadakatsizlik durumunda erkek, öncelikle bir başkasının çocuğuna babalık etme olasılığıyla karşı karşıya kalmakta, dahası, eşi için harcadığı fiziksel enerji ve diğer maddi/manevi yatırımları riske girmektedir. Belki de kaynaklarını kendi soyundan olmayan bir çocuğa aktarmakta ve hatta belki de soyunun sürmesi engellenmektedir.
Kadınlar içinse, annelikle ilgili herhangi bir belirsizlik ya da kuşku durumu söz konusu değildir. Cinsel açıdan aldatılmak da bu anlamda kadın için bir tehdit oluşturmamaktadır. Ancak, kadın, eşi bir başkasıyla ilgilenmeye başladığında zamanını, enerjisini, kaynaklarını, yatırımlarını, korumacılığını ve bağlılığını boşa harcamış olacaktır. Duygusal açıdan aldatılmanın, kadın için
23
ilişkisini yitirme tehlikesi anlamına geldiği ve bu nedenle de kadınların böyle bir durumla karşı karşıya gelmekten daha çok rahatsızlık duydukları ve daha çok kıskançlık yaşadıkları görülmektedir (Buunk ve ark., 1996).
Evrimsel yaklaşımın kıskançlıkla ilgili çalışmalara rehberlik etmeye başlaması büyük ölçüde, Buss ve arkadaşlarının (1992) farklı aldatılma türlerine (cinsel ve duygusal) verilen tepkilerdeki cinsiyet farklılıklarını araştırdıkları etkileyici bir çalışmanın yayımlanmasından sonra olmuştur. Literatüre giren birçok çalışmada önemle vurgulanan bu girişimin sonuçları evrimsel yaklaşımın kıskançlıkla ilgili önemli bir önermesi haline gelmiştir. Çalışmada, katılımcılara iki aldatılma durumu sunulmuş (duygusal/cinsel) ve hangisinin kendilerini daha çok rahatsız edeceğini belirtmeleri istenmiştir. Beklendiği gibi, duygusal sadakatsizliğin kadınlarda, cinsel sadakatsizliğin de erkeklerde daha güçlü bir tepkiye ve kıskançlığa yol açtığı görülmüştür. Aynı bulgulara, Çin, Almanya, Japonya, Kore, Hollanda, İsveç ve Amerika’da yapılan çalışmalarda da ulaşılmıştır (Buss ve ark., 1999; Cramer ve ark., 2001; Hupka ve ark., 1985).
Ancak, her ne kadar kültürlerarası geçerliliği kabul görmüş de olsa, bu yaklaşım, özellikle de kullanılan yöntem açısından ciddi eleştirilere konu olmuştur. Örneğin, DeSteno ve Salovey (1996), yalnızca “cinsiyet”in bağımsız değişken olarak ele alındığı bu çalışmalarda, ulaşılan sonuçları etkileyebilecek bazı karıştırıcı değişkenlerin de olabileceğini, bu durumun gözardı edilmiş olmasının büyük bir eksiklik olduğunu belirtmektedirler.
Ayrıca, öğrenmenin ve kültürün de bu sonuçlar üzerinde yadsınamaz yansımaları olduğu açıktır. Nitekim, bazı toplumlarda, kadınların yalnızca duygusal aldatılma karşısında, erkeklerinse hem cinsel hem de duygusal aldatılma karşısında şiddetli kıskançlık yaşadıkları görülmüştür (örn., Harris ve Christenfeld, 1996; Nannini ve Meyers, 2000).
Evlilik dışı ilişkiye daha ılımlı yaklaşan kültürlerde ise farklı bulgulara ulaşıldığı, her iki cinste de duygusal aldatılmanın daha fazla kıskançlığa yol açtığı görülmektedir (Buunk, Angleitner, Oubaid ve Buss, 1996; DeSteno ve Salovey, 1996).
24
Kıskançlık, daha kapsamlı ölçekler kullanılarak ölçüldüğünde, hem kadınların hem de erkeklerin, her iki aldatma durumunda da kıskançlık yaşayacakları ileri sürülmektedir. Kıskançlığın bazı türe özgü mekanizmaların bir doğurgusu olarak değil, insanların değer verdikleri bir şeyi kaybetme korkularının sonucu olduğu çok yaygın olarak kabul gören bir yaklaşımdır. Wiederman ve Allgeier’e göre (1993), belirlenen cinsiyet farklılıkları da büyük oranda kadınlarla erkeklerin, sunulan iki aldatma durumuna yükledikleri anlamlar arasındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır.
Ancak, temelde yönteme ilişkin eleştirilere hedef olmuşsa da evrimsel yaklaşımın aldatma ve kıskançlıkla ilgili önermesi yaygın olarak kabul edilmiş ve farklı birçok boyutta ilgili araştırmalara katkı getirmiştir.
Kıskançlıkla ilgili çalışmalarda adından söz ettiren diğer bir kuram da Bilişsel-Olgusal Kuramdır. Bu nedenle, aşağıda, Lazarus’un bu kuramı ve kuramın kıskançlığa uyarlanması üzerinde durulmuştur.
1. 2. 5. Bilişsel-Olgusal Kuram ve Kıskançlık Kıskançlığa
ilişkin
görüşlerini
bilişsel
boyutta
örgütlemek
isteyen
araştırmacıların (örn. , Hupka, 1981; Mathes, 1991; Mathes, 1992; White, 1981) yaklaşımlarını Lazarus’un Bilişsel-Olgusal Kuramı’nı kıskançlığa uyarlayarak (Cognitive-Phenomenological Theory) somutlaştırdıkları görülmektedir. Bu nedenle, öncelikle Lazarus’un kuramından genel olarak söz edilecek, ardından kıskançlıkla ilişkisi bağlamında bilişsel yaklaşım ele alınacaktır.
Lazarus’un Bilişsel-Olgusal Kuramı
25
Lazarus (1966), bireyi “çevresinde gereksinimleri ve arzuları ile ilgili ipuçları arayan ve her girdiyi önemi ve anlamı açısından değerlendiren sorgulayıcı bir organizma” olarak tanımlamaktadır. İnsanların içinde bulundukları durumu sürekli ve aşamalı bir şekilde değerlendirdikleri varsayımından hareketle oluşturulan kuramda, olaylar karşısında, birincil değerlendirme, ikincil değerlendirme ve yeniden değerlendirme olmak üzere üç ayrı aşamada değerlendirmenin yapıldığı ileri sürülmektedir.
Birincil değerlendirmede, birey içinde bulunduğu durumu, iyilik hali (wellness) bakımından ele alır. İçinde bulunulan durum bireyin iyilik hali açısından, “ilişkisiz”, “olumlu/ılımlı” ya da “stres verici” olabilir. İlişkisiz durumların bireyin iyilik hali üzerinde herhangi bir etkisi yoktur, olumlu/ılımlı durumlar bireyin iyilik halini arttırır. Stres verici olanlarsa zarar, kayıp, korku ve başkaldırı duygularına yol açabilir (Lazarus, Kanner ve Folkman, 1980).
İçinde bulunulan durum stres vericiyse, ikincil değerlendirmeye geçilir. İkincil değerlendirme, durumla başetmede işe yarayacak olası alternatiflerin gözden geçirilmesini içerir. Bireyin karşı karşıya olduğu tehlikenin büyüklüğü, stres kaynağıyla ne kadar etkili olarak başa çıktığına bağlıdır.
Başetme davranışları, dışsal (dış koşulları değiştirme amacı güden) ya da içsel (bireyin içsel değişimini hedefleyen) olabilir. İçsel başetme davranışına örnek olarak savunma mekanizmalarının kullanımı verilebilir.
26
Yeniden değerlendirme, başa çıkma davranışı ardından, koşulları yeniden gözden geçirmeyi gerektirir. Bu değerlendirme, olayın artık stres verici olmaktan çıktığına, önemsiz ya da olumlu-ılımlı olduğuna işaret ediyorsa birey başka sorunlara ve çözüm yollarına geçer. Ancak, yeniden değerlendirme olayın hala stres verici olduğunu gösteriyorsa yeni bir çözüm yolu seçilir ve eyleme geçirilir. Bu süreç, olayın stres verici olmaktan çıktığına işaret edinceye kadar sürer.
Birincil değerlendirme durumun ilişkisiz olduğunu gösteriyorsa, birey çok az duygusal tepki verecek; olumlu-ılımlı olduğuna işaret ediyorsa, olumlu duygular yaşayacak; stres verici olduğunu söylediğinde ise olumsuz duygularla yüzleşecektir. Eğer ikincil değerlendirmede işe yarar bir çözüm yolu bulunabilirse bu olumsuz duygular ortadan kalkacak; bulunamazsa ikincil değerlendirme sonunda da olumsuz duygular devam edecektir. Benzer şekilde, durumun artık stres verici olmadığını düşündürüyorsa, olumsuz duygular bu evrede de ortadan kalkabilir; tersi söz konusu olduğunda ise devam edecektir.
Kıskançlık ve Bilişsel-Olgusal Kuram
Bu kuramı kıskançlığa ilişkin açıklamalarında temel alan ilk araştırmacı olan White (1981a, b), kıskançlığı tetikleyen temel etmenin bireyin eşini bir rakibe kaptırması (ya da öyle olacağına inanması) olduğunu ileri sürmektedir. Bu nedenle, kuram kıskançlığa uyarlandığında bireyin (B), eşinin (E) ve rakibinin (R) oluşturduğu bir üçgen (B-E-R üçgeni) ortaya çıkmaktadır.
27
B-E-R ÜÇGENİ
Bu üçgende, birey eşini elinden almaya çalışan bir rakiple karşı karşıyadır. Çoğu durumda, B’nin E üzerinde R’den daha çok hakkı vardır. Ancak, sıradışı durumlar da söz konusu olabilir (örn., R E’yi, E B ile evli bile olsa, daha önceden tanıyor olabilir). White (1981d), eğer, E üzerinde hak sahibi olma bakımından bir eşitlik söz konusuysa, bu durumun kıskançlık değil bir yarışma olarak değerlendirilebileceğini ileri sürmektedir. E üzerinde R’nin B’den daha çok hakkı varsa, B’nin yaşadığı durum “romantik haset”tir, çünkü B R’nin sahip olduğu birşeye sahip olmak istemektedir.
Birincil değerlendirme
a. R’nin E’yi Elde Etme Olasılığı
B-E-R üçgeninde, B öncelikle birincil değerlendirmeye başvurur. Bu durumun ilişkisiz mi, olumlu/ılımlı mı yoksa stres verici mi olduğuna karar verir (Şekil 1. 1). Bu karara varabilmek için dikkate alması gereken birçok şey vardır. Öncelikle, R’nin E ile bir ilişki kurması olasılığı üzerinde bir değerlendirme yapar. Eğer bu olasılık düşükse ya da böyle bir olasılık yoksa “ilişkisiz” seçeneğinde karar kılar ve bu duruma daha fazla zaman ve enerji harcamaz. Diğer yandan, R daha önce E’yi elde etmeyi başarmışsa ya da şu anda veya gelecekte başarma olasılığı varsa, bu üçgen stres verici olarak değerlendirilecektir. R’nin başarısını, dolayısıyla da B’nin stresini yordayan
28
temel etmen R’nin sosyal beğenirliğidir. R, birçok sosyal beğenirlik özelliğine (fiziksel çekicilik, zeka, zenginlik...) sahipse E’yi elde etme olasılığı, bunlara sahip olmadığı durumla karşılaştırıldığında daha yüksek olacaktır.
29
Şekil 1. 1. Lazarus’un Bilişsel-Olgusal Kuramı’nın Kıskançlığa Uyarlanması
İlişkisiz 1. 2.
B-E-R ÜÇGENİ
3. 4. 5.
Birincil değerlendirme R’nin E’yi elde etme olasılığı B’nin E’ye olan duyguları B’nin değer yargıları B’nin ruh sağlığı B’nin kıskançlık durumu
Olumlu/ılımlı Stres verici 1. İlişkinin ödüllerini kaybetme 2. Benlik saygısını kaybetme Olumsuz duygular
E. W. Mathes (1991), s. 54’den uyarlanmıştır.
İkincil değerlendirme
Başetme
1. Ödül 2. Ceza 3. Ahlaki, normatif ve yasal güç 4. İlişkisel olmayan stratejiler 5. Ödüller ve bedeller
davranışları
Olumsuz duygulara ilişkin olası değişiklikler
Yeniden değerlendirme
İlerki yansımalar Olumsuz duygulara ilişkin olası değişiklikler
Eğer E ve R cinsel bir ilişkiye girmişlerse, B ile E arasındaki özel bağ zarar görecek, B E’yi R’ye kaptırdığına ya da kaptıracağına inanacaktır. Bu durum da onun tarafından son derece stres verici olarak değerlendirilecektir.
b. B’nin E’ye Yönelik Duyguları
B’nin birincil değerlendirmesini biçimlendiren tek etmen R’nin E’yi elde etme olasılığı değildir. B’nin E ile ilişkisinin doğası da önemlidir. B E’yi sevmiyor ve istemiyorsa R’nin varlığı stres verici olarak değil, olumlu/ılımlı olarak bile değerlendirilebilecektir. Ancak, B E’ye aşıksa ve E’den aldığı ilişkisel ödüller doyurucuysa R’nin varlığı stres verici olacaktır.
c. B’nin Değer Yargıları
Birincil değerlendirmede dikkate alınan üçüncü bir öge de B’nin değer yargılarıdır. Eğer B, tekeşliliğe, sadakate ve ilişkinin “özel”liğine inanıyorsa, R’nin varlığı büyük ölçüde stres verici olacaktır. Öte yandan, B
çok
eşlilikten
yanaysa
R’nin
varlığı
olumlu/ılımlı
olarak
değerlendirilebilir, çünkü eşi rakiple de birlikte olursa bu onun da halihazırdaki ilişkisi dışında bir başka ilişkiyi özgürce yaşama hakkının bir gereği sayılacaktır. Zaten çokeşlilikten yana olduğundan, E’yi R ile paylaşmaktan rahatsızlık da duymayacaktır.
99
Bireyin
değer
yargıları
kültüründen
bağımsız
olarak
ele
alınamayacağından bu noktada kısaca kültür-değer ilişkisi üzerinde biraz durmakta yarar vardır. Cinsel açıdan daha tutucu, tekeşlilikten yana kültürlerde R’nin varlığının daha çok stres yaratacağı ortadadır.
Birincil değerlendirmeyi etkileyen bir diğer etmen de B’nin kendine saygısı ve ruh sağlığıdır. Eğer B’nin kendine saygısı yüksek ve ruh sağlığı yerindeyse, R’nin varlığını stres verici olarak değerlendirme olasılığı aksi duruma göre daha düşüktür. Eğer B’nin kendine saygısı yüksekse E’yi elinde tutma konusunda kendisine daha fazla şans tanıyacaktır. En kötü olasılıkla, R E’yi elinden alsa bile, kendisinin R’den üstün durumda olduğuna inanacak, E de zamanla bunu görerek ve ona dönecektir. Kendine saygısı düşükse, E’yi elinde tutma konusunda kendisine pek fazla güvenemeyecektir. d. B’nin Kıskançlık Durumu
Üçgene, birincil değerlendirme aşamasında giren son etmen de B’nin kıskançlık düzeyidir. Bazı insanlar diğerlerine kıyasla daha kıskançtırlar. Eğer B çok kıskançsa birincil değerlendirme sonunda durumu stres verici olarak görecektir.
100
İkincil Değerlendirme
Sözü edilen beş etmen dikkate alındığında B’nin üçgene ilişkin birincil değerlendirmesinin sonucu olumlu/ılımlı ise, B, R ile E arasında gelişen ilişkiyi destekleme
eğilimiyle
ikincil
değerlendirmeye
geçecektir.
Eğer
birincil
değerlendirmeden “ilişkisiz” sonucu çıktıysa B artık bu olayla daha fazla ilgilenmeyecek, yani, ikincil değerlendirmeye geçmeyecektir. Ancak, eğer üçgene ilişkin birincil değerlendirmeden stres verici sonucu çıkmışsa, B, çözüm yolu aramak için ikincil değerlendirmeye geçecek ve kıskançlık başlayacaktır.
a. Ödül
Eğer birincil değerlendirmenin sonucu stres verici ise B’nin ikincil değerlendirmesi E ile ilişkisini iyileştirmek için yapılabilecekler üzerinde yoğunlaşacaktır. B kendini R ile bir yarış içinde bulur ve kazanma şansının ne olduğunu belirlemeye çalışır. Bu sorgulama sırasında B ödüllere odaklanabilir. E’ye kendisi mi yoksa R mi daha çok ödül sunmaktadır? Bu aşamada B R ile fiziksel çekicilik, zeka, kişilik özellikleri, başarı, duyarlılık, E’ye benzerlik, E’ye yönelik tutumlar, duygular ve benzeri daha birçok açıdan sosyal karşılaştırma yapma yoluna gidecektir. Değerlendirmeye E’nin beklentileri de eklenecektir (örn., aşka, paraya ne kadar önem vermektedir?). İstekleri doğrultusunda E’yi ödüllendirmeye, aynı zamanda da R’de ne bulduğunu keşfetmeye çalışacaktır. Diğer yandan, E’nin ilişkide doyumsuzluk yaşadığını, R’yi
101
cinsel açıdan çekici bulduğunu, ilişkiyi sınadığını ve bunu da daha fazla ilgi görmek için yaptığını düşünecektir.
B, ilişkiyi iyileştirme, iletişim kurma, akılcı tartışmaya başvurma gibi başetme yöntemlerini deneyebilir.
Eğer birey kendisinin E için R’den daha ödüllendirici olduğunu düşünürse bir tehlike algılamayacaktır. Öte yandan, aksi söz konusuysa; yani, “R E’nin ne istediğini daha iyi biliyor ve ona daha çok ödül sunabiliyor” sonucuna varırsa, B kendisini ciddi bir tehdit altında hissedecektir.
b. Cezalandırma
İkincil değerlendirme sonunda B E’yi cezalandırmaya da karar verebilir. E’nin ilişkide kalması için cezalandırmanın iyi bir yöntem olup olmadığı üzerinde düşündükten sonra yararlı olacağı sonucuna varırsa ceza seçeneklerini gözden geçirip bir karara varır. Olası cezalar; cinsel, fiziksel ve maddi katılımı çekmek; ayrılmak; fiziksel ya da duygusal şiddet uygulamak, belki de bunların tümüyle tehdit etmek şeklinde sıralanabilir. B aynı zamanda R’yi cezalandırma yoluna da gidebilir ve bu doğrultudaki tehdidin onun E’den uzak durmasını sağlayacağına inanabilir.
102
Eğer birey, uyguladığı cezanın eşinin ilişkide kalmasını sağlayacağına inanırsa, durumu daha az tehlikeli olarak algılayacak, aksi halde eşini kaybetmeye başladığını düşünecek ve kendisini büyük bir tehdit altında hissedecektir.
c. Ahlaksal, Normatif ve Yasal Güç
İkincil değerlendirme sonunda bireyin eşini elinde tutmak için başvurabileceği diğer bir yöntem de onun üzerinde ahlaksal, normatif ya da yasal güç uygulamaktır. Burada B ile E’nin evli olup olmaması önemli etmenlerden biridir. Eğer ortada bir evlilik varsa birey eşi üzerinde sosyal ve yasal haklara da sahiptir. Eğer evli değillerse aralarında nasıl bir bağın bulunduğu, örneğin, sözlü ya da nişanlı olup olmamaları da büyük ölçüde belirleyici olacaktır. Eğer onu rakip için terkederse eşi ahlaksal bir sorumluluk hissedecek ya da suçluluk yaşayacak mıdır? Aralarında herhangi bir bağ ve bağımlılık var mıdır?
Eğer birey eşiyle aralarında ahlaksal, normatif ve/veya yasal bir bağlılık olduğunu düşünürse kendini şanslı sayacak ve algıladığı tehdit azalacaktır. Diğer yandan, eğer aralarında böyle bir bağ yoksa kendisini daha büyük bir tehlike altında görecektir.
d. İlişkisel Olmayan Stratejiler
103
Birey açısından ikincil değerlendirmede başvurulabilecek diğer bir yöntem de, ilişkiyi korumak yerine, stresi azaltacak biçimde sürdürmek yönünde bir seçim olabilir. Örnek olarak, yadsıma, kaçınma, mantığa bürüme gibi savunma mekanizmalarını kullanma verilebilir. Birey, aslında eşini sevmediğini, onu yeterince sıcak bulmadığını, onu rakibe kaptırdığı için şanslı bile sayılabileceğini düşünmeye başlayabilir. Diğer yandan, sosyal destek arayışına girebilir ya da alternatif ilişkilere yönelebilir. Başka bir çıkış yolu olarak da, kendine saygısını yükseltecek girişimlerde bulunabilir (akademik gelişim, sporda başarılar, işyerinde terfi gibi).
Bu stratejiler işe yararsa, birey eşi olmadan da ayakta kalabileceği sonucuna varır ve tehlike algısı giderek ortadan kalkar. Ancak aksi söz konusu olursa onsuz yaşayamayacağı inancı ile algıladığı tehlike daha da büyüyecektir.
e. Ödüller ve bedeller
Birey, başvurduğu çözüm yollarının kendisine zaman, para ve fiziksel çaba açısından bedelini de dikkate alacaktır. Diğer yandan, ilişkiden elde ettiği ödülleri de göz önüne alacaktır. E’yi ne kadar sevmektedir, alternatif ilişkileri olabilir mi, ayrılırlarsa ne kadar üzüntü ve suçluluk duyacaktır gibi sorulara yanıt arayacak, ödül bedel karşılaştırmasına gidecektir. Kuşkusuz
104
herkesin bu kıyaslamaya gidip gitmeyeceği ya da sonucunu dikkate alarak hareket edip etmeyeceği tartışmaya açıktır.
Yeniden Değerlendirme
Birey bu baş etme stratejilerine başvurmaya başladığında artık yeniden değerlendirme süreci devreye girmiş demektir. Eğer taktikleri işe yarar, herşey yolunda giderse, soruna öyle ya da böyle bir çözüm yolu bulunmuştur. Çabaları başarısız olduğunda ise, birey durumu yeniden değerlendirecek ve yeni çözüm yolları arayacaktır. Eğer işler yolunda gitmez ve eşini rakibe kaptırırsa, bu yenilgiyle baş etmenin en iyi yolu, E’nin kendine saygısında yarattığı yaraları saracak ve en az onun kadar ilişkisel doyum sunacak yeni bir sevgili bulmaktır. White (1981a), bu durumun kadınlar için daha geçerli olduğunu savunmaktadır.
Duygusal Tepkiler
Bireyin B-E-R üçgeninde yaptığı birincil değerlendirme onun temel duygusal tepkilerinin
bir
habercisidir.
Eğer,
rakibin
varlığını
olumlu-ılımlı
olarak
değerlendiriyorsa vereceği duygusal tepki olumlu olacak, gülecek, işi şakaya vuracaktır. E’nin R ile ilişkisini onun bireysel ve cinsel özgürlüğün bir gereği olarak değerlendirirse duyguları yine olumlu olacak, özgürlük ve özgecilik duyguları devam edecektir. Ancak, eğer eşini elinde tutmak istiyorsa bir süre sonra olumsuz duygular yaşamaya başlayacaktır. Böylece, bir süre sonra eşinin tümüyle rakibe kapılıp
105
gitmesi ve yalnızca onu tercih etmesi olasılığı devreye girecektir. Özgürlük ve özgecilik yönündeki duygular yerini duygusal çöküntü, kaygı ve öfkeye bırakacaktır.
Eğer birey birincil değerlendirmeden kendi iyilik hali açısından “ilişkisiz” sonucu çıkıyorsa, çok az duygusal tepki verecek, belki de hiç vermeyecektir. Öte yandan, değerlendirmeden “stres verici” sonucu çıkıyorsa kaygı, duygusal çöküntü ve öfke gibi olumsuz duygusal tepkiler kendini gösterecektir. Duygusal çöküntü ve kaygı ilişkiden alınan ödülleri kaybetmeye; öfkeyse kendine saygıya yönelik tehditlere verilen tepkilerdir. Bu üç olumsuz duygu içinden kıskançlığı en iyi nitelendireni öfkedir. Diğer yandan, toplum, evliliklerin korunması için, bireyi eşine değil rakibine öfke duymaya yöneltmekte, bu evlilik dışı ilişkide E’nin değil R’nin cinsel bir ayartma içine girdiğini savunmaktadır.
İkincil değerlendirme, birincil değerlendirme sonunda verilen duygusal tepkilerde bir takım değişiklere yol açabilir. Eğer birey ilişkisini tekrar toparlayabileceğine inanırsa olumsuz duygularında önemli bir azalma görülür. Eğer savunma mekanizmaları aracılığıyla kendine saygısını korumayı başarabilirse, duygusal çöküntüsü ve kaygı durumu sürse de öfkesi büyük ölçüde azalacaktır. Birey, hem kendine saygısını hem de ilişkisini yitireceğine inanırsa tüm olumsuz duygular doruğa çıkacaktır.
Yakın ilişkilerle ilgili çalışmalarda en çok üzerinde durulan iki temel yaklaşım daha vardır: Sosyal Mübadele ve Transaksiyonel Yaklaşım. İzleyen alt
106
bölümlerde bu iki önemli yaklaşımın kıskançlıkla ilgili açıklamalar özetlenmeye çalışılmıştır.
1. 2. 6. Sosyal Mübadele, Karşılıklı Bağımlılık ve Kıskançlık Sosyal Mübadele Kuramları’nda (Sosyal Mübadele Kuramları) insan davranışlarına ilişkin çok kapsamlı bir yaklaşımdan yola çıkılmakta ve yakın ilişkinin hem kurulması hem de sürdürülmesi aşamalarında ilişkiden elde edilen ödüllerin önemli bir rol oynadığı ileri sürülmektedir (Buunk, 1997; Rusbult, 1983). Birey, ödül elde edebilmek için karşı tarafa ödüller sunmakta ve elde ettiği ödüller için ödediği bedelin aldıklarının üstüne çıkıp çıkmadığını gözetmektedir. İlişki, her iki tarafın elde ettiği sonuçlar (ödüller, cezalar ve bedeller) aşağı yukarı eşit olduğu sürece daha doyurucu olmaktadır. İlişkinin ilk dönemlerinde eşler birbirlerine karşı daha özgeci bir yaklaşım sergilemekte, karşılık beklemeden ödüllendirici olmaktadırlar (Mills ve Clark, 1982; Erber ve Erber, 2001). Ancak, aynı zamanda, daha iyi sonuçlara ulaştırabilecek alternatifleri de gözönünde bulundurmaktadırlar. İlişki süreci içinde, eşlerin ulaştığı sonuçlar zamanla karşılıklı hale gelmekte, birinin geçirdiği olumlu yaşantılar diğeri için de bir tür ödüle dönüşmektedir (örn.; “Mutluyum, çünkü o da mutlu”) (Buunk, 1991).
Sosyal Mübadele Kuramları içinde dikkati en çok çekenlerden biri Thibaut ve Kelley’nin Karşılıklı Bağımlılık Kuramı’dır (1959). Thibaut ve Kelley, insanların kendilerini ödüllendirenlerden etkilendikleri görüşünden yola çıkarak ikili ilişkilerdeki karşılıklı bağımlılık üzerinde durmuşlardır (Hovardaoğlu, 1996). Thibaut ve Kelley’e göre (Akt.: Azizoğlu-Binici ve Hovardaoğlu, 1996), bireyler ilişkilerinde yüksek ödül (ilişkiden alınan haz ve doyum) ve düşük bedel (bireyin
107
performansına olumsuz etki eden etmenler) ararlar. Kuramın ödül ve bedelden sonra önemle üzerinde durduğu bir diğer kavram da, ödülle bedel arasındaki farkı anlatan sonuçtur.
Thibaut ve Kelley’nin kuramı, karşılıklı bağımlılığın yapısını ve ilgili süreçleri açıklamak için geliştirilmiş kapsamlı bir modeldir. Kuramcılar, karşılıklı bağımlılığı çözümleyen modellerini “Grupların Sosyal Psikolojisi (The social psychology of groups)” adlı kitaplarında açıklamışlardır. Geliştirdikleri kuramsal çerçeveyi 1978’de “Kişilerarası İlişkiler: Bir Karşılıklı Bağımlılık Kuramı (Interpersonal Relations: A Theory of Interdependence)” adlı kitaplarında genişletmişlerdir. Her ne kadar ortaya attıkları kuramın “Sosyal Mübadele Kuramı” olarak adlandırılmasına sıcak bakmasalar da, Karşılıklı Bağımlılık Kuramı literatürde sosyal mübadele kuramlarının en önemlilerinden biri olarak görülmektedir (Buunk, 1991).
Sosyal Mübadele Kuramı’nın Kıskançlığa Uyarlanması
Buunk (1991), kıskançlık üzerine yaptığı araştırmalardan elde ettiği sonuçları Thibaut ve Kelley’nin kuramı çerçevesinde örgütleyerek ilgili çalışmalara yeni bir açılım getirmiştir.
Sosyal Mübadele Kuramlarına göre, en yüksek doyum, her iki tarafın da ilişki dışı etkinliklerini belirleyebilme özgürlüğüne sahip olduğu beraberliklerde yaşanmaktadır (örneğin, bir partide bir başkasıyla dans edebilme ya da karşı cinsten bir arkadaş edinebilme) (Buunk, 1997). Ancak bu durum çoğunlukla uzun sürmemekte, bir süre sonra kıskançlık başlamakta, ilişki dışı etkinliklere daha çok gereksinim duyan ve bu gereksinimini doyuran taraf daha az kıskançlık sergilerken diğeri kıskançlığın esiri olmaktadır (Buunk; 1981, 1982, 1988).
108
Diğer yandan, Karşılıklı Bağımlılık Kuramı (Thibaut ve Kelley, 1978) ışığında yürütülen çalışmalarda, kıskançlığın daha çok “ilişkinin özellikleri” ile ilişkilendirilerek incelendiği görülmektedir. İlişkinin sonuçlarını dikkate aldığımızda, kıskançlıkla ilişkinin ödüllendiriciliği ve dolayısıyla da doyuruculuğu arasında olumlu bir ilişkinin bulunması beklenmektedir. İlişkinin doyuruculuğu ve ilgili diğer olumlu özellikleri ile kıskançlık arasındaki ilişkiye değgin bulgular çelişkilidir (Buunk,1981, 1986; Hansen, 1983; Hansen 1985a).
Karşılıklı Bağımlılık Kuramı’na göre, kıskançlığın yeğinliği ilişkideki bağımlılık derecesi ile yakından ilişkilidir. İlişkiye daha fazla bağımlı olan tarafın, kaybedecek daha çok şeyi olduğundan daha kıskanç olması beklenmektedir (Brehm, 1992 ; Buunk ve Bringle, 1987). Bağımlılıkla kıskançlık arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla çok sayıda araştırma yapılmıştır. Örneğin, Mathes ve Severa (1981) fazla bağımlı olmayan ve ayrı ayrı başka etkinliklere katılabilen çiftlerin daha az kıskançlık duyduklarını ortaya koymuşlardır.
Kurama göre bireylerin hem kendilerinin hem de eşlerinin çıkarlarını ne kadar gözettikleri son derece önemlidir. İlişkisel sorunlarla başetme yöntemleri büyük ölçüde buna bağlıdır. Bu yöntemler beşe ayrılarak incelenebilir (Buunk, 1997, s.165):
109
1.
Saldırganlık; Kendi istek ve çıkarlarının eşininkilerden tümüyle farklı
olduğuna
inanan
ve
eşinin
duygularına
saygı
duymayanların başvurduğu yol, 2.
Kaçınma; Ortamdan bir an önce uzaklaşmayı tercih etme, konuyu tartışmaktan sakınma,
3.
Uzlaşma; Bir çözüm arayışı içinde olma, anlaşma yoluna gitme,
4.
Yatıştırma; Sorunların üstünü örterek, olumsuz duyguları yok sayma,
5.
Sorun çözme; Doğrudan, açıkça konuşarak sorunun nedenlerini sorgulama, yanlış anlamaları ortadan kaldırmaya çabalama.
Fitzpatrick’in (1984), yakın ilişkilerde sorun çözme üzerine yaptığı sınıflandırma literatürde en çok kabul gören sınıflandırmalardan biridir. Burada, yukarıdaki sınıflandırmada yer alan yatıştırma ve kaçınma birlikte yalnızca kaçınma, saldırganlık kavga etme, sorun çözme ve uzlaşma da yalnızca işbirliği adını almaktadır (Buunk, 1997).
Doyurucu bir ilişkide her iki tarafın da birbirlerinin istek ve çıkarlarını gözetmesi bekleneceğinden, sorun yaşandığında işbirliğine gidilmesi, yani sorun çözme ve uzlaşma yöntemlerinin tercih edilmesi beklenmektedir. Ancak, aldatma ya da kıskançlığı tetikleyici bir durum söz konusu olduğunda, beklenenin aksine işbirliği sona ermekte, öfke kendini göstermekte ve saldırganlık en çok sergilenen başetme yolu olmaktadır (Buunk, 1986). Diğer yandan, ilişkinin özelliklerinden bağımsız olarak, diğerlerine göre en az tercih edilen başetme yolu işbirliği olmakta,
110
kıskançlıkla işbirliği arasında olumsuz, saldırganlık arasında ise olumlu bir ilişki gözlenmektedir (Buunk, 1997).
Görüldüğü gibi, Karşılıklı Bağımlılık Kuramı, kıskançlığın nedenlerinden başetme yollarına kadar açıklayıcı olabilen, bu konuda birçok görgül araştırmaya rehberlik etmiş zengin bir bilgi birikimi sağlamıştır.
1.2. 7. Transaksiyonel Yaklaşım ve Kıskançlık Kıskançlıkla ilgili çalışmalara farklı bir bakış açısı kazandıran Transaksiyonel Yaklaşım’a göre kıskançlığı tetikleyen yalnızca bir tek koşul değildir (Bringle, 1991; Bringle, 1995). Kıskançlık, kültürel bağlamdan bağımsız olarak değerlendirilemez. Bireyler ilişkileriyle ilgili düşüncelerini ve kararlarını sosyal çevrelerini temel alarak yapılandırırlar. Bireyin değerleri, inançları, beklentileri, geçmiş yaşantıları ve kişilik özellikleri toplumsal çevreyle ilişkileri çerçevesinde kıskançlığı belirler. Olaylara ilişkin algılama, bireyle toplumsal çevresi arasındaki bir etkileşimdir, birey ve uyarıcının özellikleri de asıl çıktıyı belirler (Bringle, 1991).
Bringle ve Buunk (1985, s. 242) kıskançlığı, daha önce de belirtildiği gibi “bireyin süregelen ya da daha önceden var olan ilişkisindeki eşiyle üçüncü bir kişinin ilişkisinden (bu ilişki gerçek, düşlenen ya da varsayılan bir ilişki olabilir) kaynaklanan, hoş olmayan bir duygusal tepki” olarak tanımlamaktadırlar. Kıskançlığa yol açan bu “üçüncü kişi” alternatif bir hemcinsin yanında (örneğin, bir kadın için eşinin birlikte olduğu bir başka kadın) aile üyelerinden biri ya da bir arkadaş da olabilir.
111
Transaksiyonel Yaklaşıma göre, kıskançlık, üçüncü bir kişi ile kurulan ilişki bireyin ilişkisel ödüllerini azaltma ya da kaybetme riskini gündeme getiriyorsa kendini gösterir. Diğer yandan birçok yaklaşımda vurgulanan “eşini kaybetme korkusu”nun da kıskançlığın nedenlerinden biri olduğu, ama tek neden olamayacağı vurgulanmaktadır. İlişkiye yönelik tehditler, sadece eşin ve ilişkinin kaybıyla değil başka birçok kayıpla ilgili olabilmektedir. Bunlar, zaman kaybı, ilişki kaybı, statü kaybı, yetersizlik algısı, özel alana müdahale, olumsuz duygu durumu, eşe yönelik nefret duyguları gibi geniş bir yelpazeye yayılabilmektedir (Bringle, 1995).
Ayrıca, Transaksiyonel Yaklaşım’a göre kıskançlık yalnızca romantik kıskançlıktan ibaret değildir. Bunun yanında, iş, aile ve arkadaşlık ilişkilerinde de kıskançlık yaşanmaktadır. Romantik kıskançlık, diğer kıskançlık türlerine kıyasla daha güçlü, daha stres verici, daha karmaşık ve belirgindir.
Bağlanma, Güvensizlik Duygusu ve Uyarılabilirliğin Etkileri
Transaksiyonel Yaklaşım’a göre kıskançlığı belirleyen üç temel değişken vardır: bağlanma, güvensizlik duygusu ve uyarılabilirlik. Bunlardan hiçbiri tek başına kıskançlığın ortaya çıkması için yeterli değildir, üçünün de birarada olması gerekmektedir. Diğer yandan, her birindeki artış kıskançlık düzeyinde ve sıklığında
112
bir artışa işaret etmektedir. Vurgulanan bir başka ayrıntı da, bu üç temel değişkenin birey, ilişki ve koşul üçlüsünün etkisi altında olduğudur.
Kıskançlığın önkoşullarından biri olarak ele alınan bağlanma (commitment), Transaksiyonel Yaklaşım’da karşılıklı bağımlılık (interdependence) anlamında kullanılmaktadır (Bringle ve Buunk, 1985). Kıskançlık yaşanmadan önce, birey yatırım gerektiren bir ilişki içindedir, gelecekte ulaşacağı ilişkisel sonuçlara yönelik bir beklentisi vardır, dolayısıyla da ilişki zarar görür ya da sona ererse olası bir takım kayıplarla karşılaşması söz konusudur. Yatırım ve sonuçlara yönelik beklenti arttıkça bağlanma, bağlanma arttıkça da kıskançlığı tetikleyen durumlara verilen tepkilerin şiddeti artmaktadır (Bringle, 1991).
Güvensizlik duygusu (insecurity), eşin ilişkiye bağlılığına yönelik algısıyla ilgilidir. Kıskançlık, bağlılığı sağlayan ilişkisel sonuçların sürekliliği ile ilgili bir belirsizlik gündeme geldiğinde yaşanmaya başlar. Bağlanma güvensizlik duygusu olmaksızın tek başına kıskançlığa yol açmaz, diğer yandan, güvensizlik her ilişkide az ya da çok mutlaka vardır. Eşin ilişkiye bağlanma düzeyi ve yatırımları düştükçe güvensizlik artmaktadır (Erber ve Erber, 2001).
Uyarılabilirlik
(arousability)
Transaksiyonel
Yaklaşım’da
kıskançlığı
tetikleyen durumlar karşısında verilen duygusal tepkilerin şiddetini artıran, uyarılmaya
yatkınlık
anlamında
kullanılmaktadır.
Bu
yatkınlık
durumu,
tetikleyicilere verilen tepkilere ek olarak ileriye dönük bilişsel değişikliklere de neden olmaktadır (Bringle, 1995).
113
Transaksiyonel Yaklaşım’a Göre Kıskançlığın Sınıflandırılması
Transaksiyonel Yaklaşım çok boyutlu bakış açısı ile kıskançlık üzerindeki çalışmalara büyük katkı sağlamıştır. Yaklaşıma göre kıskançlık içsel (endogenous) ve dışsal (exogenous) değişkenler arasındaki etkileşimin bir sonucudur (Bringle, 1991).
Ancak, bu içsel ve dışsal değişkenler kıskançlığa verilen tepkileri belirlemede her zaman eşit derecede etkili değildir. İkisinin de önemi bireyden bireye değişmektedir. Bu nedenle Transaksiyonel Yaklaşım’da kıskançlık ikiye ayrılarak incelenmektedir; kuşkucu kıskançlık (suspicious jealousy) ve tepkisel kıskançlık (reactive jealousy) (Bringle, 1995; Buunk, 1997; Pfeiffer & Wong, 1989).
Kuşkucu kıskançlıkta tepkileri daha çok içsel değişkenler belirlemektedir. Kaygı, öfke, kuşku ve üzüntü daha belirgindir. Eşe yönelik saplantılı bir güvensizlik durumu söz konusudur ve sanki birey kıskançlığı tetikleyen koşul arayışı içindedir; eşin davranışları sürekli denetlenir, açığı aranır. En ufak bir tetikleyici, ortada anlamlı kanıtlar olmasa bile aşırı tepkilere yol açar.
Tepkisel kıskançlıkta ise tepkileri daha çok dışsal değişkenler belirler. Bu tür kıskançlık, ilişkinin gerçek anlamda zarar gördüğü ve çıktıların gözle görülür bir şekilde azaldığı sıra dışı durumlarda sergilenen kıskançlıktır.
114
Görüldüğü gibi ele alınan tüm kuramlarda kıskançlıkla farklı değişkenler arasındaki ilişkiler açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu açıklamalardan sonra, izleyen alt bölümde, biraz da yapılmış olan çalışmalarda kıskançlıkla arasındaki ilişkilerin araştırıldığı değişkenler üzerinde durulmuştur.
I. 3. İLGİLİ DEĞİŞKENLER Birçok araştırmacı yakın ilişkilerde kıskançlığın tek bir değişkenle ilişkili olarak değerlendirilemeyeceğini, bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenlerin ayrı ayrı önemli olduğunu vurgulamaktadır (Bryson, 1992; Mathes, 1992; Pines, 1992; Rodin, 1989; Salovey ve; White, 1981a, b). Son zamanlarda yürütülen birçok araştırmanın da bu yaklaşımdan etkilendiği görülmektedir. Bu nedenle literatürdeki araştırma sonuçları ışığında sırayla bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenlerle kıskançlık arasındaki ilişkiler ele alınacaktır.
1. 3. 1. Bireysel Değişkenler ve Kıskançlık Cinsiyet Yakın ilişkilerle ilgili birçok araştırmada, kadınlarla erkekler arasında, aşkla ilgili algılamalar, cinsel tutum ve davranışlar, iletişim teknikleri ve stratejileri, sorunlarla başetme yöntemleri, ilişki kurma türleri ve daha birçok değişken açısından farklılıkların bulunduğu sonucuna varılmıştır (Hendrick, 1988; Winstead, Derlega ve Rose, 1997).
Kıskançlıkla ilgili kuramsal yaklaşımların tümünde de cinsiyet farklılıklarının ayrıntılı olarak ele alındığı ve araştırmalarda en çok üzerinde durulan değişkenin cinsiyet olduğu görülmektedir. Birçok araştırmada, katılımcılar tarafından belirtilen kıskançlık durumu (kendini kıskanç biri olarak değerlendirip değerlendirmeme), kıskançlığın düzeyi, türü, tetikleyiciler karşısında verilen tepkiler ve
115
başetme yöntemleri açısından da cinsiyet farklılıklarının bulunduğu görülmektedir (Hansen, 1982; Hansen 1985b; Mathes ve Severa, 1981; Peretti ve Pudowski, 1997; Pines ve Aronson, 1983; White, 1981a).
Oldukça uzun bir süredir kadınların erkeklerden ya da erkeklerin kadınlardan daha kıskanç olduklarına ilişkin hipotezler geliştirilmekte ve sınanmaktadır. Ancak ulaşılan sonuçlar doyurucu olmadığı gibi çelişkilidir de. Bu araştırmalarda kıskançlığı kapsamlı olarak ölçebilecek niteliklere sahip olmayan, yalnızca bir boyutu (kıskançlığa verilen tepkiler, başetme yöntemleri, tetikleyiciler...) ölçmeyi hedefleyen ölçekler kullanılmıştır (örn.:
Bringle ve Boebinger
1990; Buunk, 1981).
Dolayısıyla elde edilen sonuçları gözden geçirip bir genellemeye varmak oldukça güçtür.
Bringle ve arkadaşları (1979) kıskançlıkta cinsiyet farklılıklarını konu alan ilk araştırmalardan
birini
gerçekleştirmişlerdir;
Bringle’ın
geliştirmiş
olduğu
Kendini
Değerlendirme/Kıskançlık Ölçeği ile Projektif Kıskançlık Ölçeği’nin kullanıldığı bu araştırmada anlamlı herhangi bir cinsiyet farklılığına rastlanmamıştır. Hupka (1981), kadınlarla erkekler arasında Romantik Kıskançlık ve Haset Ölçeği’ne verdikleri yanıtlar açısından bir fark bulamamıştır. White’ın (1981a, b) kendi geliştirdiği Kendini Tanımlama-Kıskançlık , Kronik Kıskançlık ve İlişki Kıskançlığı ölçeklerini kullanarak yaptığı kapsamlı araştırmalar kadınlarla erkekler arasında anlamlı herhangi bir farka işaret etmemiştir.
Buunk (1981) ise, erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların Buunk Kıskançlık Ölçeği’nden anlamlı olarak daha yüksek puanlar aldıkları sonucuna varmıştır. Öte yandan, Mathes ve Severa (1981), kendilerinin geliştirdikleri Kişilerarası Kıskançlık Ölçeği’nden erkeklerin kadınlardan daha yüksek puanlar aldıklarını görmüşlerdir. Aynı ölçeğin kullanıldığı diğer birçok araştırmada da benzer sonuçlara ulaşılmıştır (örn.: Mathes, Phillips, Showron ve Dick, 1982; Mathes, Roter ve Joerger, 1982).
Bu çelişkili bulgular, araştırmacıları kıskançlıkla cinsiyet arasındaki ilişkinin “çok boyutlu” olarak ele alınması gerektiği sonucuna götürmüş ve “farklı tetikleyicilere verilen tepkiler”,
116
“kıskançlığın nedenlerine ilişkin inançlar”, “kıskançlık durumunda verilen tepkiler” ve “kıskançlıkla baş etme yöntemleri” açısından kadınlarla erkekler arasında farklılıkların bulunup bulunmadığı üzerinde araştırmalara yönlendirmiştir.
Belirtilen kıskançlık durumu, belirtilen kıskançlık düzeyi ve cinsiyet
Pines ve Aronson’un (1983) Romantik Kıskançlık Ölçeği’nde, bireylerden kendilerini kıskanç bulup bulmadıklarını belirtmeleri (belirtilen kıskançlık durumu), ardından da 7 bölmeli bir ölçek üzerinde kıskançlık düzeylerini işaretlemeleri (belirtilen kıskançlık düzeyi) istenmektedir. Araştırmacıların 1983’de gerçekleştirdikleri bir çalışmada, belirtilen kıskançlık durumu ile, yani bireyin kendisini kıskanç bulup bulmamasıyla cinsiyet arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Aynı şekilde, belirtilen kıskançlık düzeyi açısından da kadınlarla erkekler arasında anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir.
Pines ve Friedman (1998) da aynı ölçekle yaptıkları bir çalışmada belirtilen kıskançlık durumu ve kıskançlık düzeyi açısından kadınlarla erkekler arasında bir farklılık bulmamışlardır. Bu bulgulardan yola çıkılarak kadınlarla erkeklerin kendilerini kıskançlık düzeyi açısından eşit olarak değerlendirdikleri sonucuna varılabilir. Ancak, bu iki araştırma dışında, belirtilen kıskançlık durumunun ve kıskançlık düzeyinin ölçüldüğü başka bir araştırmaya rastlanmamıştır ve bir genellemeye varabilmek için daha fazla araştırmanın yapılması gereği ortadadır.
Kıskançlıkla başetme ve cinsiyet farklılıkları
Kıskançlıkta cinsiyet farklılıkları denildiğinde araştırmacıların en çok üzerinde durduğu farklılık alanı “baş etme yöntemleri” olmuştur. White (1981d, 1986) yürüttüğü araştırmalarda erkeklerin kıskançlığı tetikleyen durumlarla daha çok “yok sayma/kaçınma” yolu ile, kadınlarınsa “ilişkiyi kurtarmaya çalışma”, “sosyal destek arama”, “kendini değerlendirme” ya da “ilişkiye daha fazla bağlanma” yolu ile baş etmeye çalıştıkları sonucuna varmıştır. Genel olarak baş etme yöntemleri karşılaştırıldığında, kadınların erkeklerden daha “yapıcı” stratejiler izledikleri söylenebilir (Brehm,
117
1992; Carson ve Cupach, 2000; Mathes, 1992). İlişkisine ve eşine güvenen kadınlar, bir rakibin varlığına inandıklarında ilişkilerini iyileştirme çabası içine girmektedirler. Erkeklerse böyle bir durumda yapıcı davranmak yerine arkalarını dönüp gitmeyi ve yeni bir eş arayışına girmeyi tercih etmektedirler.
Bryson’a göre (1991) bireyler kıskançlıkla baş etme yöntemlerini iki temel güdü doğrultusunda belirlemektedirler: ilişkiyi koruma ve kendine saygıyı koruma. Bryson’ın çift etken çözümlemesi (dual-factor analysis) adını verdiği yaklaşıma göre bu iki güdü doğrultusunda sergilenen dört temel baş etme davranışı vardır. Bunlar Çizelge 1. 1.’deki gibi özetlenebilir.
Çizelge 1. 1. Çift Etken Çözümlemesine Göre Baş Etme Davranışları
İLİŞKİYİ KORUMA Evet KENDİNE SAYGIYI KORUMA Hayır
• •
• •
Evet İletişim kurma İlişkiyi iyileştirme İlişkiye daha çok bağlanma İzlenim yönetimi
•
• •
Hayır Sözel/fiziksel saldırganlık gösterme Duygusal yıkım Kendini suçlama
J. B. Bryson (1991), s.199’dan uyarlanmıştır.
Çizelgede de görüldüğü gibi, kıskançlık yaşayan bireyin, ilişkiyi koruma ve/veya kendine saygıyı koruma yönündeki temel güdüler doğrultusunda olumlu/yapıcı ya da olumsuz/yıkıcı davranışlara yönelmesi söz konusu olabilmektedir (Guerrero ve Afifi, 1998).
118
Bryson’a (1991) göre bu model kıskançlıkta cinsiyet farklılıklarını açıklamada oldukça yol göstericidir. Kadınlar birçok toplumda “ilişkiyi koruma/kurtarma” rolünü üstlenen taraf olarak toplumsallaştırılmakta ve bu nedenle, kıskançlık durumunda kendilerine saygılarından önce ilişkiyi kurtarma güdüsüyle hareket eder görünmektedirler. Erkeklerse yine toplumsallaşma süreci sırasında öğrendiklerine uygun olarak, kıskançlık yaşadıklarında ilişkiyi değil de kendilerine saygılarını kurtarma yönünde bir eğilim içinde olmalıdırlar. Son derece akla yatkın görünen bu varsayım Bryson (1991) tarafından sınanmış, ancak beklenenin aksine, kadınların kendilerine saygılarını bir tarafa iterek daha çok ilişkiyi kurtarma çabası içine girmedikleri, onların da erkekler gibi kendine saygılarını korumaya çabaladıkları görülmüştür.
Rusbult’un (1987) “ilişkide bir sorun yaşandığında sergilenen davranışlar” üzerine yaptığı araştırmalara
dayalı
olarak
ortaya
koyduğu
Çıkış/Konuşma/Bağlılık/Umursamama
Modeli
(Exit/Voice/Loyalty/Neglect Model) kıskançlıkla ilgili çalışmalara yön vermiştir. Modelde kıskançlık gibi ilişkide sorun yaratabilecek durumlarda bireylerin başvurabilecekleri olası dört yöntemden söz edilmektedir (Rusbult, 1987, s. 213) ;
a.
Çıkış (Exit): İlişkiyi bitirme ya da bitirmeyle tehdit etme gibi ilişkiden çok kendine saygıyı korumaya yönelik davranışlar. Bu yöntem etkin/yıkıcı olarak adlandırılmaktadır.
b.
Konuşma (Voice): İlişkiyi kurtarıp sorunları çözmek için açıkça konuşmayı seçme. Bu yöntemde hem kendine saygıyı hem de ilişkiyi koruma çabası vardır, etkin/yapıcı olarak adlandırılmaktadır.
c.
Bağlılık (Loyalty): Koşulların iyileşmesini umarak bekleme. Kendine saygıyı pek dikkate almadan ilişkiyi koruma çabası baskındır. Edilgen/yapıcı bir yöntemdir.
d.
Umursamama (Neglect): Sorunları umursamadan ilişkinin kötüye gitmesine izin verme. Bu yöntemde ne kendine saygıyı ne de ilişkiyi korumak gibi net bir amaç vardır, edilgen/yıkıcı bir yöntem olarak betimlenmektedir.
119
Çizelge 1. 2. Rusbult’un ÇKBU Modeli
Etkin
Yapıcı
ÇIKIŞ
KONUŞMA
BAĞLILIK
Yıkıcı
UMURSAMAMA
Rusbult , C. E., 1987, s. 212’den uyarlanmıştır. Edilgen
Rusbult’a göre (1987), kadınlar ilişkiyi koruma yönündeki eğilimleri nedeniyle yapıcı yöntemleri, yani bağlılığı ve konuşmayı; erkeklerse kendine saygıyı koruma güdüleri nedeniyle yıkıcı yöntemleri, yani çıkışı ve umursamamayı seçmelidirler. Ancak, Bryson’unkine oldukça benzer olan bu kestirim de araştırma sonuçlarıyla yeterince desteklenememiştir.
Pines ve Aronson’un sonuçları (1983) ise kadınların da erkeklerin de baş etme yöntemleri arasından en çok “bu durumu, olaydaki rolümün ve kaybetmekten korktuğum şeyin ne olduğunu düşünme fırsatı olarak değerlendirerek” ve “akılcı tartışma yoluyla” seçeneklerini tercih ettiklerini göstermiştir. Araştırmacılar, erkeklerin de en az kadınlar kadar bu yapıcı yönteme başvurduklarını belirtmelerini şaşırtıcı olarak değerlendirmişlerdir. Öte yandan, diğer araştırma sonuçlarıyla tutarlı olarak, kadınlar daha çok “sessiz ve gizlice acı çekme” ve “ağlama”yı tercih ettiklerini, erkeklerse “bağırma” ve “fiziksel şiddet uygulama” yoluna gittiklerini belirtmişlerdir.
Tekeşlilik/çokeşlilik ve kıskançlıkta cinsiyet farklılıkları
Tekeşlilik/çokeşlilik tartışmaları da kıskançlıkta cinsiyet farklılıkları konusuna farklı bir boyut kazandırmaktadır. Bireyin bu yöndeki inancı, kıskançlık düzeyi, kıskançlık yaratan durumlar karşısında vereceği tepkiler ve başetme yöntemleri üzerinde büyük ölçüde etkilemektedir.
120
Pines ve Aronson (1983), çok eşliliğe inananların daha az kıskanç olduklarını ortaya koymuşlardır. Mathes (1992) erkeğin çokeşli, kadınınsa tekeşli bir doğası olduğunu savunan sosyobiyolojik yaklaşım açısından bakıldığında, erkeğin kadından daha az kıskanç olduğu sonucunun çıkması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre erkek, cinsel arayışını doyurmakla ilgili herhangi bir problem yaşadığında kolaylıkla başka bir kadına yönelebilir ve arkada bıraktığı kadının başka bir erkekle yaşaması olası beraberliği de umursamayabilir. Ancak, kadın tekeşli olduğu ve ilişkiye cinsellikten öte anlamlar yüklediği için, bir rakibin bunca yatırım yaptığı ilişkisini sona erdirmesi ve eşini elinden alması riski karşısında daha fazla kıskançlık duymalıdır (Buunk, 1981).
Ancak, bir grup sosyobiyolog, Mathes’in aksine evli erkeklerin evli kadınlardan daha kıskanç olduklarını ileri sürmekte ve buna neden olarak da, erkeklerin aldatılma durumunda bir başkasının çocuğuna bakma olasılığıyla yüzleşmekten duydukları rahatsızlığı göstermektedirler. Bu kestirimden yola çıkarak, Daly ve arkadaşları (1982) birçok çalışma gerçekleştirmişlerdir. Bunlardan birinde, kadınlarla karşılaştırıldığında erkeklerin aldatılmaları halinde boşanma yoluna daha fazla başvurduklarını ortaya koymuşlar ve bu bulguyu yukarıdaki kestirimin doğruluğuna bir kanıt olarak görmüşlerdir. Ayrıca, erkeklerin kıskançlık nedeniyle daha çok cinayet işledikleri sonucuna ulaşmışlar ve bunu da evli erkeklerin evli kadınlardan daha kıskanç oldukları yönündeki denencelerine bir kanıt olarak yorumlamışlardır. Diğer yandan, inceledikleri birçok toplumsal geleneğin kadının eşini aldatmasını yasakladığını ve hatta ölümle cezalandırılmasına kadar götürdüğünü de bir başka kanıt olarak göstermişlerdir (Mathes, 1992).
Tetikleyicinin türü ve kıskançlıkta cinsiyet farklılıkları
Daha önce de belirtildiği gibi evrimsel yaklaşımı savunanlar kadınların duygusal, erkeklerinse cinsel aldatılma durumlarında daha fazla kıskançlık gösterdiklerini ileri sürmektedirler ve bu durum birçok çalışmayla da kanıtlanmıştır (örn.: Buss ve arkadaşları, 1992; Buunk ve ark., 1996; Cramer ve ark., 2001; Wiederman ve LaMar, 1998; Pines ve Friedman, 1998). Ancak, bazı çalışmalarda, erkeklerin yalnızca cinsel değil duygusal aldatılma durumunda da kadınlardan daha çok
121
kıskançlık belirttiği görülmüştür (örn., Harris ve Christenfeld, 1996; Nannini ve Meyers, 2000). Diğer yandan bu durumun kültürden kültüre değiştiği, tüm kültürlere genellenemeyeceği de belirtilmektedir (Buunk, Angleitner, Oubaid ve Buss, 1996; DeSteno ve Salovey, 1996).
Kıskançlığa verilen tepkiler ve cinsiyet farklılıkları
Birçok çalışmada kıskançlığa verilen tepkiler açısından anlamlı cinsiyet farklılıkları görülmektedir. Örneğin, Shettel-Neuber, Bryson ve Young (1978), katılımcılara kıskançlığı tetikleyici bazı görüntüler izleterek, verdikleri tepkileri kaydetmişlerdir. Çözümlemeler erkeklerin kadınlardan daha fazla öfke ve saldırganlık sergilediklerini, kadınlarınsa daha çok depresif tepkiler vererek kendilerini suçladıklarını göstermiştir.
Ancak, kıskançlığa verilen tepkilerde cinsiyet farklılıklarına bakarken kültür farklılıklarını da gözetmek gerekmektedir (Buunk, Angleitner ve ark., 1996; Erber ve Erber, 2001). Hollanda’da (Weerth ve Kalma, 1993) ve Amerika’da (Bryson, 1992) yapılan çalışmalarda, kıskançlık durumunda erkeklerin kadınlara kıyasla daha fazla öfkelenmelerine karşın, kadınların da en az erkekler kadar saldırganlığa (hem sözel hem de fiziksel) başvurdukları görülmektedir. Ancak diğer kültürlerde farklı sonuçlar elde edilmiştir. Fransız, Alman ve İtalyanlar’da, kadınların, duygusal çöküntü, sosyal destek arama ve izlenim yönetimi puanlarının erkeklerinkinden; erkeklerin saldırganlık ve öfke puanlarının da kadınlarınkinden anlamlı olarak daha yüksek olduğu görülmüştür. Bu durum kısaca, kadınların kıskançlık durumunda daha çok duygusal tepkiler verdiklerini, erkeklerinse saldırganlığa eğilimli olduklarını göstermektedir (Bryson, 1991).
Pines ve Aronson (1983) geliştirdikleri Romantik Kıskançlık Ölçeği’ni kullanarak yaptıkları ve daha önce değinilen çalışmalarında, katılımcıların genel olarak kıskançlığa verilen fiziksel tepkilerden en çok uykusuzluk, mide bulantısı ve kendini sinir krizi geçirecekmiş gibi hissetme maddelerini işaretledikleri; ancak, baş ağrısı, üşüme ve titreme maddelerinde kadınların puanlarının erkeklerinkinden anlamlı olarak daha yüksek olduğu görülmüştür. Kendini küçük düşmüş hissetme,
122
kendine acıma, aşağılık duygusu, kaybetme korkusu ve acı çekme gibi duygusal tepkilerde ise kadınlar belirgin bir biçimde erkeklerden daha yüksek puanlar almışlardır.
Clanton ve Smith (1977) yaptıkları klinik gözlemlerden yola çıkarak kıskançlık durumunda verilen tepkiler açısından kadınlarla erkekler arasında gözlenen farklılıkları Çizelge 1. 3’teki gibi özetlemektedirler.
Çizelge 1. 3. Kıskançlık durumunda verilen tepkiler açısından kadınlarla erkekler arasında gözlenen farklılıklar ERKEK
KADIN
Duygular
Umursamama
Önemseme
Tepkiler
Öfke ve saldırganlık
Depresyon
Tetikleyici türü
Cinsel
Duygusal
Suçlama
Eşe ya da rakibe yönelik
Kendine yönelik
S. S. Brehm, 1992, s. 27’den uyarlanmıştır.
Kıskançlığın etkileri ve cinsiyet farklılıkları
Kıskançlığın hem eşler hem de ilişki üzerindeki etkileri birçok araştırmada tartışılmıştır (Pines, 1998). Ancak Pines ve Aronson’un (1983) geliştirmiş oldukları Romantik Kıskançlık Ölçeği dışında kıskançlığın etkilerini ölçme yönünde başka bir girişime rastlanmamaktadır. Bu ölçekte kıskançlığın etkileri 7’si olumlu 8’i olumsuz olmak üzere 15 maddelik bir alt ölçekle değerlendirilmektedir. Pines ve Aronson (1983), kadınların da erkeklerin de kıskançlığın etkilerinin daha çok olumsuz olduğunu düşündükleri (örn.; “zaman kaybına neden olur”, “her iki tarafın da özgürlüğünü kısıtlar”), ancak kadınların kıskançlığın “fiziksel ve duygusal sıkıntıya yol açar” tümcesiyle ifade edilen olumsuz etkisine anlamlı olarak daha yüksek puan verdikleri görülmektedir.
123
Cinsiyet Rolü Yönelimi Biyolojik Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Kavramları
Kadınlarla erkekler arasında gözlenen farklılıkların, büyük ölçüde, biyolojik cinsiyetten bağımsız olarak, toplumsallaşma sürecinde içselleştirilen kadınsılık/erkeksilik rollerinin bir sonucu olduğu düşünülmektedir (Bem, 1974). Bu nedenle, belki de, kadınlarla erkekler arasında bulunduğu öne sürülen ve bazı araştırmalarla da kanıtlanan farklılıklardan biyolojik cinsiyet değil, toplumsal cinsiyet sorumlu tutulmalıdır.
Uzunca bir süredir, ‘toplumsal cinsiyet’ kavramının anlamı üzerinde durulmaktadır. Birçok araştırmacı çalışmasına, kavram kargaşasından kaçınmak için öncelikle toplumsal cinsiyet (gender) ve biyolojik cinsiyeti (sex) tanımlayıp, hangisini ne anlamda kullanacağını açıklayarak başlamaktadır. Birçok bilim adamı da bu ayrımın son derece önemli olduğun işaret etmektedir (ör., Beall ve Sternberg, 1993; Berndt ve Heller, 1986; Connell, 1998; Eagly, 1995; Hughes ve Noppe, 1985; Strong ve DeVault, 1994)
Toplumsal cinsiyet, kısaca, bireyin toplumsallaşma süreci sırasında kadınsı ve erkeksi roller çerçevesinde içselleştirdiği nitelik, tutum, inanç, tercih ve davranışların toplamı olarak tanımlanmaktadır. Ancak, Deaux ve Major’a (Aktaran: Korabik, 1997, s. 293) göre ‘toplumsal cinsiyet’ insanların eşzamanlı olarak hem diğerlerinin algılayıcıları, hem diğerlerinin algılarına hedef ve hem de kendilerinin algılayıcıları oldukları karmaşık bir toplumsal etkileşim süreci yoluyla belirlenir.
124
Yani, ‘toplumsal cinsiyet’ aynı zamanda bireyin diğerlerinden, diğerlerinin bireyden ve bireyin kendinden beklentilerini kapsar (Korabik, 1997).
Toplumsal cinsiyet kalıpyargıları
Kalıpyargılar, ‘sınıflandırma’ sürecinin doğurgularıdır ve sınıflandırma sürecinde öncelikle en çok göze çarpan, yani görülebilirliği en yüksek olan nitelikler temel alınır. Cinsiyet de son derece görülebilir bir toplumsal sınıflandırma ölçütüdür (Biernat, 1991a, 1991b; Deaux, 1984; Maccoby, 1988), cinsiyetten daha kalıcı ve kolaylıkla tanımlanabilen bir başka toplumsal kategori düşünebilmek güçtür (Biernat, 1991a, 1991b; O’Leary ve Hansen, 1984). Bu durum, cinsiyet kalıpyargılarının ne kadar yaygın ve etkili olduğunu açıklamada bir başlangıç noktası oluşturabilir.
Toplumsal cinsiyet kalıpyargıları, tüm kadınların ve tüm erkeklerin sahip olduğu varsayılan bireysel ve davranışsal özelliklere ilişkin, son derece katı, aşırı genellenmiş düşüncelerdir (Strong ve DeVault, 1994). Bunlar, kadın ve erkek davranışları için iyi tanımlanmış toplumsal reçetelerdir (Hughes ve Noppe, 1985). Bu kalıpyargılar, bir cinsiyetin üyeleri için, diğer cinsiyetin üyelerine kıyasla daha uygun olduğu düşünülen değer, yönelim ve davranışları içerir ve bunlar da bir toplumda kadınların ve erkeklerin nasıl davranmalarının beklendiğini ortaya koyar (Shaffer, 1994; Williams ve Best, 1990).
Toplumsal cinsiyet kalıpyargıları toplumsal cinsiyet beklentilerini doğurur ve bu beklentiler bizim diğerlerine bakışımızda birer ‘algısal filtre’ görevi görürler.
125
Beklentilerimizle tutarlı davranışları normal karşılarken (örneğin, bir kadının yemek pişirmesi), beklentilerimize ters düşen davranışları istisna olarak kabul ederiz (örneğin, bir erkeğin yemek pişirmesi). Böylece bu algısal filtreler sürekli pekiştirilir, değişime direnç gösterir ve gittikçe daha da güçlenirler (Basow, 1992; Zanna ve Pack, 1975).
Bu kalıpyargı ve beklentilere uyup uymamak, bireyi, kadınsı-erkeksi (cinsiyet tiplemeli) ya da androjen olma noktasında belirli bir yere yerleştirir (Demirtaş, 1999).
Cinsiyet Rolü Yönelimi
Cinsiyet rolü yönelimlerini açıklamak üzere birçok kuram geliştirilmiş, bunlardan bazılarında kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik farklılıklar temel alınırken, bazılarında da toplumsal etmenler vurgulanmıştır. Bu kuramların en iyi bilinenleri şöyle sıralanabilir; Money ve Edrhardt’ın Biyososyal Kuramı, Psikanalitik Kuram, Toplumsal Öğrenme Kuramı, Bilişsel Gelişim Kuramı, Sosyal Rol Kuramı ve Toplumsal Cinsel Şema Kuramı.
Hem Bilişsel Gelişim Kuramı’nın, hem de Toplumsal Öğrenme Kuramı’nın önermelerini kapsayan Toplumsal Cinsel Şema Kuramı, (Basow, 1992; Bem, 1975, 1981, 1983, 1984, 1993; Bem ve Lenney, 1976) özellikle 1980 yılından sonra büyük ilgi görmüştür. Bu kurama göre, cinsiyet tiplemesi büyük ölçüde cinsiyet-şemalı bilgi işlemeden kaynaklanmaktadır. Çocuğun, edindiği bilgileri (kendine ilişkin olanları
126
da) toplumun kadınsılık ve erkeksilik tanımlamalarına göre kodlayıp örgütleme yönünden bir hazır oluşluğu vardır (Basow, 1992; Dökmen, 1992, 1996).
Toplumsal Cinsel Şema Kuramı cinsiyet tiplemesini çocuğun kendi bilişsel bilgi işlemesine dayandırır (Bem, 1983; Bem, 1984). Ancak, Toplumsal Cinsel Şema Kuramı, aynı zamanda cinsiyet şemalı bilgi işlemenin temelde toplumsal çevrenin cinsiyete göre farklılaşan uygulamalarından doğduğunu savunmaktadır. Yani Toplumsal Cinsel Şema Kuramında cinsiyet tiplemesi öğrenilmiş bir olgudur ve ne kaçınılmaz ne de değiştirilemezdir (Bem, 1984). Kurama göre, kadınlar ve erkekler genelde birbirlerinden farklı davranırlar. Çünkü, hem kendilerinin hem de diğerlerinin davranışlarını toplumsal cinsiyete uygunluğa ilişkin toplumsal tanımlamalar ışığında algılayan, değerlendiren ve denetleyen bireyler olmayı öğrenirler.
Yani
toplumsal
cinsiyet
kalıpyargıları
“kendini
gerçekleştiren
kehanetlere” dönüşür (Bem, 1983).
Cinsiyet rolü yönelimi kavramı, daha önce de belirtildiği gibi, kadınlarla erkekler arasındaki farklılıkları, kadınların ve erkeklerin biyolojik olarak birbirlerinden farklı oluşlarına dayandırılan yaklaşıma bir tepki olarak ortaya atılmıştır. Ancak biyolojik cinsiyetle bireylerin sahip oldukları özellikler arasında birebir bir tutarlılık olduğu ileri sürülemez; bir kadın toplumda erkeksi, bir erkek de kadınsı olduğu düşünülen özelliklere sahip olabilir (Bem, 1974, 1981, 1983, 1984; Fecteau, Jackson ve Dindia, 1992; Huston, 1983; Martin, 1996). Bu noktada da androjenlik (androgyny) adı verilen cinsiyet rolü yönelimi ortaya çıkmaktadır (Bem, 1974; Badinter, 1992).
127
1970’li yıllara dek, kadınsılığın ve erkeksiliğin tek bir boyutun iki uç noktası olduğu savunulmaktaydı (Strong ve DeVault, 1994). Bu görüşe göre bir birey ya kadınsı ya da erkeksi olabilirdi. Bem (1974) bu görüşe karşı çıkarak, bir insanın aynı zamanda hem kadınsı hem de erkeksi özelliklere sahip olabileceğini savunmuş, kadınsılığın ve erkeksiliğin tek bir bireyde birleşmesi olarak tanımladığı ‘androjenlik’ kavramını ortaya atmıştır. Ona göre, bir erkek ya da kadın farklı koşullar altında hem araçsal hem de dışavurumcu olabilir (Bem, 1981, 1983, 1984).
Bugün artık, son derece katı bir biçimde tanımlanmış olan cinsiyet rolü standartlarının gerçekten de zarar verici olduğu, çünkü bu standartların, hem kadınların hem de erkeklerin davranışlarını sınırlayıp belli kalıplar içine soktuğu düşünülmektedir (Antill, 1987; Basow, 1992; Bem, 1983; Bem, 1993; Hetherington ve Parke, 1979; Shaffer, 1994; Tedeschi, Lindskold ve Rosenfeld, 1985).
Bem’in görüşlerinin temel çıkış noktası, kadınsılığın ve erkeksiliğin ‘iki ayrı boyut’ oluşturmasıdır. Bireylerin cinsiyet rolü yönelimleri, bu iki ayrı boyuttaki özelliklere sahip oluş dereceleri dikkate alınarak belirlenir. Çok miktarda kadınsı ve az sayıda erkeksi özelliğe sahip bireyler kadınsı (feminine) cinsiyet rolü yönelimine, çok sayıda erkeksi ve az sayıda kadınsı özelliğe sahip bireyler de erkeksi (masculine) cinsiyet rolü yönelimine sahiptirler. Ait oldukları biyolojik cinsiyet grubuna uygun olduğu düşünülen cinsiyet rolü yönelimine sahip bireyler, yani kadınsı kadınlar ve erkeksi erkekler, geleneksel cinsiyet rolü yönelimli sınıfına girmektedirler. Hem kadınsı hem de erkeksi özelliklere sahip bireyler, androjen yani geleneksel olmayan
128
cinsiyet rolü yönelimli bireylerdir. Her iki tür özellik grubundan da pek azına sahip olan bireyler ise ayrışmamış (undifferentiated) bireyler olarak adlandırılmaktadırlar. Diğer yandan, kadınsı ve erkeksi bireyler cinsiyet tiplemeli, androjen ve ayrışmamışlarsa cinsiyet tiplemeli olmayanlar biçiminde adlandırılmaktadır.
Bem, 1974’teki çıkışından sonra da cinsiyet rolü yönelimleri üzerine araştırmalarını sürdürmüş (1975, 1977, 1979) ve 1980’li yıllarda (1981, 1983, 1984, 1993), androjenliği ve cinsiyet tiplemesini, kişilik tipine değil de bilişsel şemaya işaret eden bir kavram olarak yeniden yapılandırmıştır. Ona göre, cinsiyet tiplemeli bireyler, androjenlerle karşılaştırıldığında toplumsal cinsiyetin ve bu kavramla ilgili konuların daha fazla farkındadırlar. Cinsiyet tiplemeli bireyler, gerçekliği toplumsal cinsiyet terimleriyle tanımlama yoluna giderken, androjenler gerçeklik üzerinde toplumsal cinsiyet temelli bir sınıflandırma sistemine daha az başvurmaktadırlar (Basow, 1992).
Cinsiyet tiplemeli bireyler ‘modası geçmiş’ bir felsefeyi benimseyen, androjenlerse ‘eksiksiz’ bireyler olarak tanımlanmaktadırlar (Bem, 1975). Androjen olmayanların, farklı koşullara uyum sağlamada gereksinim duyulan davranış çeşitliliğinden yoksun olduklarına işaret edilmektedir (Basow, 1992; Bem ve Lenney, 1977; Bem, 1983; Shaffer, 1994).
Cinsiyet tiplemeli bireyler, cinsiyet rolü toplumsallaşması sürecinde içselleştirilmiş olan cinsiyet rolü beklentilerine uyum yönünde, yani kadınsı ya da erkeksi olarak benimsedikleri ben-imgelerini koruma yönünde güdülenmişlerdir.
129
Tersine, androjen bireyler, ben-tanımlamaları ne kadınsılığı ne de erkeksiliği dışladığı için, kendi cinsiyetlerine uygun olduğu düşünülen kalıpyargılı davranışlara uyum kaygısına düşmeden, içinde bulundukları koşulda ve zamanda en etkili davranışları sergileyebilecek düzeyde esnektirler (Bem, 1975; Bem, Martyna ve Watson, 1984).
Yakın İlişkiler ve Cinsiyet Rolü Yönelimi
Canary ve Hause (1993), 1200 araştırmayı kapsayan bir meta-analiz sonucunda, biyolojik cinsiyetin ilişkideki davranışsal farklılıkları açıklamada yetersiz kaldığını, toplumsal cinsiyetinse daha iyi bir yordayıcı olduğunu görmüşlerdir. Stafford, Dainton ve Haas (2000) ve Reeder (1996) da, toplumsal cinsiyetin biyolojik cinsiyete göre baş etme ve problem çözme yöntemleri, duygusal ve fiziksel tepkiler açısından daha iyi bir yordayıcı olduğu görüşündedirler.
Aylor ve Dainton (2001) cinsiyet tiplemeli olmayanlarla karşılaştırıldığında cinsiyet tiplemelilerin hem araçsal hem de anlatımsal açıdan daha donanımlı oldukları için, doyurucu ilişkilere girme ve sürdürme konusunda daha başarılı olduklarına işaret etmektedirler.
Josephs, Markus ve Tafarodi’ye göre (1992), kadınların kendilerine saygıları toplumsallaşma sürecinin bir sonucu olarak, bağımlılık ve başkalarıyla ilişki kurup sürdürme üzerine yapılandırılırken erkeklerin kendilerine saygıları bireysel başarılar üzerine kuruludur.
Aylor ve Dainton (2001), ilişkisel sorunlar karşısında verilen tepkilerle toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiyi inceledikleri bir çalışmalarında, kadınsılıkla yapıcı yaklaşımlar arasında olumlu, yıkıcı, saldırgan yaklaşımlar ve umursamazlık arasında olumsuz bir ilişkinin; erkeksilikle yıkıcı,
130
saldırgan ve umursamaz yaklaşım arasında olumlu, yapıcı yaklaşımlar arasında ise olumsuz bir ilişkinin bulunduğu sonucuna varmışlardır.
Hupka ve Bank (1996), evrimsel yaklaşımın cinsiyet farklılıklarına ilişkin açıklamalarına karşı çıkmışlar ve hem evrimsel yaklaşımda öne sürülen hem de diğer araştırmacılarca belirtilen cinsiyet farklılıklarının kökünde biyolojik cinsiyetin değil toplumsal cinsiyet rollerinin yattığını belirtmişlerdir.
Kıskançlık ve Cinsiyet Rolü Yönelimi
Kıskançlık ve cinsiyet üzerine birçok araştırma yapılmış olmasına karşın, cinsiyet rolükıskançlık ilişkisi üzerinde pek durulmadığı görülmektedir.
Bringle ve arkadaşları (1979), kıskançlığın daha çok kadınsı bir özellik olduğuna inanılması gerçeğinden yola çıkarak kadınsılıkla kıskançlık arasındaki ilişkiyi ele almışlar ve bekledikleri gibi olumlu bir ilişki ortaya koymuşlardır.
White (1980), kıskançlıktaki cinsiyet farklılıklarını “güç” kavramını temel alarak yorumlamakta ve ilişkide güçlü olan tarafın kıskançlığa öfkeyle, güçsüz olan tarafınsa üzüntü ve depresyonla tepki vereceğini savunmaktadır. Geleneksel olarak kadınların ilişki içinde daha az güç sahibi oldukları düşünülürse (Basow, 1992) onların erkeklerden daha fazla üzüntü ve depresyon yaşamaları doğaldır.
Hansen (1982, 1991), geleneksel cinsiyet rolü yönelimlerinin beraberinde bağımlılık ve bireysel yetersizlik duygularını getirdiğini, bu nedenle de cinsiyet tiplemeli bireylerin daha kıskanç olmalarının beklendiğini öne sürmüş ve gerçekten de cinsiyet tiplemeli bireylerin diğerleriyle karşılaştırmalı olarak daha çok kıskançlık belirttikleri sonucuna varmıştır.
131
Hupka ve Bank (1996), cinsiyet tiplemeli bireylerin cinsiyet tiplemeli olmayanlara göre cinsel aldatılmaya duygusal aldatılmadan daha çok tepki vermelerinin beklendiğini belirtmiş, ancak çalışmaları bu beklentiyi desteklememiştir.
Görüldüğü gibi, bu çalışmalar cinsiyet rolü yönelimiyle kıskançlık arasındaki ilişkiyi son derece sınırlı bir boyutta ele almışlardır. Öte yandan, belirtilen kıskançlık düzeyi, kıskançlığa verilen tepkiler ve kıskançlıkla baş etme yöntemleri açısından cinsiyet tiplemelilerle cinsiyet tiplemeli olmayanlar arasında anlamlı farklılıkların olması beklenmektedir. Belki de, kendine saygıdan kültürün etkilerine kadar tüm değişkenlerin kıskançlıkla ilişkisinin kesiştiği nokta da budur. Çünkü dönüp dolaşıp vurgulanan kendine saygı, bağımlılık, yatırım, ilişkiyi koruma, güçlülük, yapıcı ve yıkıcı baş etme yöntemlerine başvurma gibi konulardaki farklılıklara en iyi açıklamayı belki de cinsiyet rolü yönelimi kavramı getirmektedir.
Cinsiyet ve cinsiyet rolü yöneliminden sonra, kıskançlıkla ilişkisi kurulabilecek bir diğer değişken de kendine saygıdır. İzleyen alt bölümde kıskançlık-kendine saygı ilişkisi üzerinde durulacaktır.
Kendine Saygı
Kıskançlık, yaygın olarak, düşük kendine saygı ve yetersizlik duygularının bir sonucu olarak ele alınmaktadır (Erber ve Erber, 2001; Salovey ve Rodin, 1989; White, 1991). Ancak, bazı araştırma sonuçları bu varsayımı desteklerken (örn.: Bringle ve Eveenbeeck, 1979; Buunk, 1982a), bazıları da kendine saygıyla kıskançlık arasında anlamlı bir ilişkinin bulunmadığını göstermektedir (örn.: Bringle ve Buunk, 1985; Hansen, 1982; Jaremko ve Lindsey, 1979; Mathes ve Severa, 1981; Salovey ve Rodin, 1989).
132
Mathes ve Severa (1981), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ile Kişilerarası Kıskançlık Ölçeği’nden elde edilen puanlar arasında anlamlı bir ilişki bulamamışladır. Diğer yandan White (1981a, b) da kıskançlığı ölçmek için geliştirdiği üç ölçekten elde edilen puanlarla kendine saygı arasında anlamlı bir ilişkinin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Stewart ve Beatty (1985), ve Buunk’un (1982a) çalışmaları kendine saygısı düşük olanların yüksek olanlardan daha kıskanç olduklarını göstermiştir. Bu sonuç da, kendine saygısı düşük olanların kıskançlık yaratan durumlar karşısında daha yaralanabilir olmalarına bağlanmaktadır.
Diğer yandan kendine saygı ile kıskançlık arasındaki ilişkinin cinsiyete göre değiştiği de öne sürülmektedir. White (1981) bu iki değişken arasındaki ilişkinin yalnızca kadınlar için, Buunk (1982) ise yalnızca erkekler için geçerli olduğu sonucuna varmıştır. Kendine saygıyla kıskançlık arasındaki ilişkinin cinsiyete göre değişmesini en iyi açıklayan yaklaşımlardan biri de kuşkusuz Bryson’un Çift Etken Çözümlemesi’dir (yaklaşıma daha önce s. 50’de ayrıntıyla yer verilmiştir) (1977; 1991).
White (1981), kıskançlığın kendine saygının düşüklüğünden daha çok, ilişki içindeki yetersizlik duygusundan kaynaklandığını öne sürmektedir. Ona göre, birey, yaşamın birçok alanında başarılı biri olabilir, ancak yaşadığı yakın ilişkide bir yetersizlik hissediyorsa, bu ilişki içinde kıskançlık gösterme olasılığı yüksektir.
133
Kıskançlık üzerinde etkili olabilen bir diğer değişken de yaştır. Bir sonraki alt bölümde kıskançlıkla yaş arasındaki ilişkiden söz edilecektir.
Yaş Kıskançlıkla yaş arasında anlamlı bir ilişkinin bulunup bulunmadığını görmek amacıyla gerçekleştirilen araştırmalardan elde edilen sonuçlar çelişkili olmakla birlikte, çoğunluğu yaş ilerledikçe kıskançlığın azaldığını göstermektedir.
Bringle ve arkadaşları (1979), Kendini Değerlendirme/Kıskançlık Ölçeği’nden elde edilen puanlarla yaş arasında olumsuz bir ilişki bulmuşlardır. Ancak, aynı ölçekle gerçekleştirilen bir başka araştırmada Bringle ve Williams (1979) iki değişken arasında olumlu ve anlamlı bir ilişki ortaya çıkarmışlardır. Pines ve Friedman (1998), belirtilen kıskançlık durumuyla yaş arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığı sonucuna varmışlardır.
Mathes, Phillips, Skowran ve Dick (1982), Kişilerarası Kıskançlık Ölçeği’nden elde edilen puanlarla yaş arasındaki ilişkiye bakmışlar ve bu iki değişken arasında erkeklerde olumsuz bir ilişkinin bulunduğunu, kadınlarda ise anlamlı bir ilişkinin bulunmadığını görmüşlerdir.
Mathes (1992), kıskançlığın yaştaki artışla birlikte azalması durumunun artan ilişki deneyimiyle açıklanabileceğini ileri sürmektedir. Bireyler yaşlarının ilerlemesiyle birlikte ikili ilişkilerde daha deneyimli hale gelmekte, farklı beceriler geliştirmekte ve dolayısıyla da kıskançlık yaratan durumlarda daha az yaralanabilir olmaktadırlar.
134
Kıskançlıkla ilişkisi kurulabilecek bir diğer değişken de bağlanmadır. İzleyen alt bölümde kıskançlık-bağlanma ilişkisi üzerinde durulacaktır.
Bağlanma Bağlanma stilleri ve kıskançlık arasındaki ilişki birçok araştırmaya konu olmuştur (Buunk, 1997; Guerrero, 1998; Karakurt, 2001; Sharpsteen ve Kirkpatrick, 1997). Buunk (1997), kaçınan bağlanma stiline sahip bireylerin güvenli bağlanan bireylerden anlamlı olarak daha çok kıskanç olduklarını ortaya koymuştur.
Karakurt (2001), bağlanma stillerinin kıskançlığa verilen davranışsal tepkiler açısından belirleyici olduğu, ancak duygusal ve bilişsel açıdan etkili olmadığı sonucuna varmıştır.
Sharpsteen ve Kirkpatrick (1997), kaygılı-kararsız bağlanan bireylerin güvenli bağlananlara göre daha çok kıskançlık sergilediklerine işaret etmiştir. Başka birçok araştırmada da yinelenen bu sonuç, kaygılı kararsız bağlananların, ilişki içinde yetersizlik duyguları yaşama, kendisine ve eşine güvenmeme eğiliminde olmaları (Büyükşahin, 2001) dikkate alındığında beklenen bir sonuçtur.
Yakın ilişkilerde, ilişki ile bağlantılı değişkenler de kıskançlık üzerinde etkili olabilmektedir. İzleyen alt bölümlerde genel çizgileri ile bu değişkenlerle kıskançlık arasındaki ilişkiler tartışılmıştır.
1. 3. 2. İlişkisel Değişkenler ve Kıskançlık İlişkinin Süresi
135
Yakın ilişkilerde, özellikle de evlilikte ilişkinin süresi arttıkça bireylerin eşlerinin ilişki dışı beraberliklerini daha az tehdit edici olarak algılamaya başladıkları görülmektedir (Perlman ve Duck, 1987).
Buunk (1980) da kıskançlıkla ilişkinin süresi arasında olumsuz bir ilişki bulmuştur. Bu durum bireylerin yaşları ilerledikçe daha az kıskanç olmaya başlamalarına ya da ilişkinin süresi arttıkça eşlerin birbirlerini daha az çekici bulmaya başlamalarına bağlanmaktadır. Diğer yandan, ilişkinin süresiyle birlikte bireylerin ilişki içinde kendilerine ve eşlerine olan güvenleri artmakta ve eşlerinin karşılarına çıkacak sorunlara ve diğer kişilere rağmen ilişkide kalacaklarına inançları güçlenmektedir. İlişkinin ilk evrelerinde ise hem eşler birbirlerini fiziksel olarak daha çekici bulmakta, hem de ilişkiye yönelik tehditler karşısında daha yaralanabilir olmaktadırlar. İlk evrelerde bireyler kendilerine, ilişkilerine ve eşlerine yeterince güven duymamaktadırlar (Perlman ve Duck, 1987).
Buunk (1980), evli kadınlarla karşılaştırıldığında evli olmayan kadınların daha fazla kıskançlık belirttiklerini ortaya koymuş ve bu sonucu da, evli olmayan kadınların eşlerinin bağlılığına daha az güvenmelerine, evliliğin kadınlara ilişki içinde güven aşılıyor olmasına bağlamaktadır.
Diğer yandan, ilişkinin süresiyle birlikte bireylerin ilişkiye yaptıkları yatırım da büyük oranda artmaktadır. Yatırımın artmasına koşut olarak kıskançlıkta da bir artış beklenmektedir (Bringle ve Buunk, 1985; White, 1981d). Diğer bir deyişle, ilişkinin süresiyle kıskançlık arasında olumlu bir ilişki bulunmalıdır. Nitekim, Aune ve Comstock (1997), ilişkinin süresiyle kıskançlık arasında olumlu bir ilişki bulmuşlardır. Bryson ve Wehmeyer (Akt.: Bryson, 1991), 1987’de gerçekleştirdikleri bir çalışmada ilişkiye yatırımdaki artışla birlikte bireylerin daha yapıcı yöntemlere başvurduklarını (konuşma ve bağlılık), ilişkiyi bitirme gibi yıkıcı yöntemlere daha az yöneldiklerini ortaya koymuşlardır. Sonuç olarak, ilişkinin süresindeki artışın, dolaylı olarak bireyleri daha yapıcı baş etme davranışlarına yönelttiği söylenebilir.
İlişkisel Doyum
136
Birçok araştırma, kıskançlığın ilişkisel doyumdaki artışla birlikte azaldığını göstermektedir (Andersen ve Eloy, 1995; Guerrero ve Eloy, 1992; Pines ve Aronson, 1983; White ve Mullen, 1989). Ancak bunun tam aksini gösteren araştırma sonuçları da vardır (Buunk,1981, 1986; Hansen, 1983).
İlişkisel doyumun yüksek olduğu bir ilişkide, kıskançlık gibi sorun yaratabilecek bir durum yaşandığında her iki tarafın da yapıcı bir yaklaşım sergilemesi beklenmektedir. Ancak, Buunk (1987), bu tür ilişkilerde aldatma ya da kıskançlığı tetikleyici bir durum söz konusu olduğunda, beklenenin aksine öfke ve saldırganlık içeren yıkıcı baş etme ve sorun çözme yöntemlerinin kullanıldığı yönünde bulgular elde etmiştir. Bu bulgular, Sosyal Mübadele Kuramı bakış açısından, ilişkinin tehlikeye girmesi durumunda ilişkisel doyumu yüksek olan ve dolayısıyla da ilişkiden daha büyük ödüller elde eden bireylerin (Buunk, 1986) kaybedecek daha çok şeylerinin olması nedeniyle daha şiddetli tepki verdikleri biçiminde yorumlanabilir.
Bryson ise (1992), ilişkisel doyum arttıkça bireylerin yıkıcı baş etme yöntemlerinden uzaklaşıp, akılcı tartışma, ilişkiye odaklanma gibi yapıcı yöntemlere başvurdukları yönünde bulgular elde etmiştir.
İlişkisel doyumla kıskançlık ilişkisini ele alan araştırmaların çelişkili sonuçlar veriyor olması, diğer ilişkisel ve bireysel değişkenlerin devreye girmesinden ve aynı zamanda kullanılan ölçme araçlarının farklılığından kaynaklanıyor olabilir.
İlişkinin Türü
137
Guerrero ve arkadaşları 1993’te yaptıkları bir çalışmada evlilerle karşılaştırıldığında evli olmayan bireylerin kıskançlığa daha yoğun duygusal ve bilişsel tepkiler verdikleri sonucuna varmışlardır. Aynı çalışmada evli olmayanların evlilerden daha yıkıcı baş etme yöntemlerine başvurdukları sonucuna da varılmıştır.
Daha önce de belirtildiği gibi, Buunk (1980) evli olmayan kadınların evli kadınlardan daha fazla kıskançlık belirttiklerini ortaya koymuş, bu durumu da evliliğin kadınların kendilerini güvende hissetmelerine yol açıyor olmasıyla açıklamıştır.
White (1981e), ilişkinin türüyle kıskançlık arasında anlamlı bir ilişkinin bulunduğu denencesini sınadığı bir çalışmasında, evliliğin türü, süresi ve aynı zamanda “bireyin kendisini ilişkide güvende hissetme düzeyi” ile kıskançlık arasında anlamlı bir ilişki bulamamıştır.
Görüldüğü gibi, ilişkinin türüyle kıskançlık arasındaki ilişki yeterince araştırılmadığı gibi, eldeki araştırma bulguları da çelişkilidir.
Kıskançlıkla ilişkilendirilebilecek bir başka değişken grubu da durumsal olanlardır. Aşağıda genel bir fikir vermek üzere bu gruptaki değişkenler de kısaca tartışılmıştır.
1. 3. 3. Durumsal Değişkenler Rakibin Özellikleri Birçok araştırmada rakibin özelliklerinin de kıskançlığın önemli belirleyicilerinden biri olduğu sonucuna varılmıştır (Buunk, 1982b; Pines ve Aronson, 1983; Shettel-Neuber, Bryson ve Young, 1978).
Shettel-Neuber, Bryson ve Young (1978), “rakibin fiziksel çekiciliği” ile kıskançlık durumunda verilen tepkiler arasındaki ilişkiyi ele alan bir araştırmalarında katılımcılarına eşini çekici
138
olan ya da çekici olmayan biriyle aldatan bir bireyin görüntülerini izletmişlerdir. Sonuçları, çekici olmayan rakibin diğerinden daha büyük bir “öfke” ve “üzüntü” yarattığını göstermiştir.
Buunk (1982b) da benzer sonuçlar elde etmiş, sosyal beğenirliği düşük, fiziksel açıdan çekici olmayan rakiplerin daha çok kıskançlığa yol açtığını ortaya çıkarmıştır. Bu durumu kendine saygıya ve ilişki içindeki yeterlilik duygularına bağlayan Buunk’ a göre (1982b) çekici olmayan bir rakibin daha çok kıskançlık yaratıyor olması, kıskançlığın ilişkiyi değil de kendine saygıyı korumaya yönelik bir tepki olduğu düşüncesini akla getirmektedir. Çekici bir rakibin ilişki için daha büyük bir tehlike oluşturduğu açıktır, diğer yandan, çekici olmayan bir rakip kendine saygıyı daha çok sarsmaktadır; birey, eşinin çekici olmayan biriyle birlikte olmasını bir tür hakaret olarak algılamaktadır.
Kültür Çok boyutlu bir kavram olan kıskançlığın kültürden kültüre farklılaştığı konusunda bir fikir birliği bulunmakla birlikte ilgili çok az araştırma vardır.
Bryson (1991), gerçekleştirdiği kültürlerarası çalışmalara dayalı olarak kültürel faklılıkları şöyle özetlemektedir; kıskançlık durumunda, Fransızlar öfkeli, Hollandalılar üzgün, Almanlar umursamaz tepkiler vermekte; İtalyanlar konuyla ilgili konuşmaktan kaçınmayı tercih etmekte ve Amerikalılar da arkadaşlarının ne düşüneceğiyle daha çok ilgilenmektedirler.
Bryson (1991), ayrıca, kıskançlığa verilen tepkilerle cinsiyet arasındaki ilişkinin de kültürden kültüre farklılaştığını ortaya koymuştur (daha ayrıntılı bilgi daha önce, sayfa 59’da verilmiştir).
Hupka (1981), kültürün
kıskançlığın en
temel belirleyicilerinden
biri olduğunu
savunmaktadır. Ona göre, bir eş edinmenin ve evliliğin önemini vurgulayan kültürlerde kıskançlık çok daha fazladır. Çünkü, evliliği ödüllendiren bu toplumlarda, ilişkinin tehlikeye girmesi elde edilen toplumsal ödüllerden yoksun kalma anlamına gelmektedir. Kıskançlığın kültürden kültüre değiştiğini savunan Hupka, bunun kavramın evrensel olduğu gerçeğini değiştirmediğini, kıskançlığın olmadığı
139
bir kültürün düşünülemeyeceğini, ancak, düzeyi, türü ve diğer boyutları açısından farklılıkların olabileceğini belirtmektedir. Diğer yandan tersi görüşü savunanlar da vardır. Örneğin O’Neill ve O’Neill’e göre (1972), kıskançlık ne evrensel ne de kaçınılmazdır, yalnızca öğrenilen kültürel bir değerdir; bazı kültürler üyelerine kıskançlığı öğretirken bazıları da öğretmez.
Buraya kadar üzerinde durulup tartışılan kuramsal yaklaşımlar ve ilişkili araştırma sonuçları çerçevesinde bu çalışmanın amacı aşağıda verilmiştir.
1. 4. ARAŞTIRMANIN AMACI Araştırmanın genel amacı, kıskançlığın boyutlarıyla çeşitli bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenler arasındaki ilişkileri incelemektir. Bu genel amaç çerçevesinde araştırmanın amaçlarını şu sorularla ifade etmek mümkündür:
Yakın ilişkisi olan bireylerde;
1.
Cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türüne göre belirtilen kıskançlık düzeyi farklılaşmakta mıdır?
140
2.
Yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi belirtilen kıskançlık düzeyini yordamakta mıdır?
3.
Cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türüne göre, kıskançlık tetikleyicilerine gösterileceği belirtilen kıskançlık düzeyi değişmekte midir?
4.
Yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi
kıskançlık
tetikleyicilerine
gösterileceği
belirtilen
kıskançlık
düzeyini
yordamakta mıdır?
5.
Cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türüne göre kıskançlık durumunda verilen fiziksel, duygusal ve bilişsel tepki düzeyleri farklılaşmakta mıdır?
6.
Yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi kıskançlık durumunda verilen fiziksel, duygusal ve bilişsel tepki düzeylerini yordamakta mıdır?
7.
Cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türüne göre kıskançlığın olumlu ve olumsuz etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi değişmekte midir?
8.
Yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel
141
olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi kıskançlığın olumlu ve olumsuz etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyini yordamakta mıdır?
9.
Cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türüne göre kıskançlıkla yapıcı ve yıkıcı baş etme yöntemlerine başvurma sıklıkları farklılaşmakta mıdır?
10.
Yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi kıskançlıkla yapıcı ve yıkıcı yöntemlerle baş etme sıklıklarını yordamakta mıdır?
11.
Daha çok kıskançlık yaşanmasına yol açtığı belirtilen tetikleyici türü seçimi ile (cinsel aldatılma/duygusal aldatılma) cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türü arasında bağlantı var mıdır?
BÖLÜM 2
YÖNTEM Bu araştırmada, yakın ilişkilerde, belirtilen kıskançlık düzeyi, kıskançlık durumunda verilen fiziksel, duygusal ve bilişsel tepkilerin düzeyi, kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyi, kıskançlığın etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi ve kıskançlıkla başetme yöntemleri ile çeşitli bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenler arasındaki ilişkiler incelenmiştir.
2. 1. KATILIMCILAR
142
Araştırmanın örneklemi,
Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Başkent
Üniversitesi’nin çeşitli bölümlerinde eğitim gören, çalışma sırasında yakın ilişkisi olan seçkisiz olarak alınmış 236 üniversite öğrencisi ve 218 evli birey olmak üzere toplam 454 kişiden oluşmuştur.
Evliler örneklemin %48’ini, evli olmayanlar %52’sini oluşturmaktadır. Çizelge 2.1’de örneklemin cinsiyet ve ilişki türüne göre dağılımı yer almaktadır.
Çizelge 2. 1. Örneklemin Cinsiyet ve İlişki Türüne Göre Dağılımı İlişkinin Türü Cinsiyet
Evli
Evli Değil
Toplam
Kadın
n=131 %48.0
n=142 %52.0
N=273 %100
Erkek
n=87 %48.1
n=94 %51.9
N=181 %100
Toplam
N=218 %48
N=236 %52
N=454 %100
Örneklemin yaş uzamı 17-53, yaş ortalaması 28.16’dır (S=8.65). Evliler için yaş ortalaması 34.33 iken (S=7.35), evli olmayanlar için 21.98’dir (S=0.33).
İlişki süresi evliler için ortalama 117.38 ay (S=9.5), evli olmayanlar içinse ortalama 27.06 aydır (S=3.25).
Katılımcıların %49.30’u (N=224) üniversite öğrencisiyken, %12.30’u (N= 56) lise, %31.10’u (N=141) üniversite mezunudur ve %7.30’u (N=33) da lisans üstü eğitim görmüştür. Çizelge 2.2’de örneklemin cinsiyet ve eğitim düzeyine göre dağılımı görülmektedir.
143
Çizelge 2. 2. Örneklemin Eğitim Düzeyi ve Cinsiyete Göre Dağılımı Üniversite öğrencisi
Üniversite mezunu
Toplam
Eğitim Düzeyi Cinsiyet
Lise mezunu
Kadın
n=37 %13.6
n=136 %49.8
n=88 %32.2
n=12 %3.4
N=273 %100
Erkek
n=19 %10.5
n=88 %48.6
n=53 %29.3
n=21 %11.6
N=181 %100
Toplam
N=56 %12.3
N=224 %49.3
N=141 %31.1
N=33 %7.3
N=454 %100
lisans
lisans üstü
2. 2. VERİ TOPLAMA ARAÇLARI Bu araştırmada veriler Kişisel Bilgi Formu, Romantik Kıskançlık Ölçeği, Bem Cinsiyet Rolü Envanteri ve Rosenberg Kendine Saygı Ölçeği aracılığıyla toplanmıştır.
2. 2. 1. Kişisel Bilgi Formu Bu formda katılımcıların yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi gibi demografik özellikleri yanında; yakın ilişkilerinin türü, süresi, ilişkide kendilerini güvende hissetme düzeyleri gibi ilişkinin özelikleriyle ilgili sorular yer almaktadır (Ek 1).
2. 2. 2. Romantik Kıskançlık Ölçeği Romantik Kıskançlık Ölçeği Pines ve Aronson tarafından 1983’de geliştirilmiştir (Ek 2). Kıskançlığın çeşitli boyutlarını ölçmek amacıyla geliştirilmiş olan ölçek “Kıskançlık Tetikleyicileri (22 madde)”, “Kıskançlık Durumunda Verilen Tepkiler (59 madde)”, “Kıskançlıkla Başetme Yöntemleri (17 madde)”, “Kıskançlığın Etkileri (15 madde)” ve “Kıskançlığın Nedenleri (16 madde)” olmak üzere toplam 5 alt ölçek (129 madde) içeren kapsamlı bir ölçektir. Araç likert tipi ve 7 basamaklıdir.
144
Orijinal ölçeğin psikometrik özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamakla birlikte, araştırmacılar, gerçekleştirdikleri klinik görüşmeler ve yapılan atölye çalışmalarından yola çıkarak ölçeğin geçerli ve güvenilir olduğunu belirtmektedirler (Pines ve Aronson, 1983). Araştırmacılar, ayrıca, belirtilen kıskançlık düzeyiyle (“Ne kadar kıskanç biri olduğunuzu düşünüyorsunuz?” sorusuna verilen yanıt) alt ölçeklerden elde edilen puanlar arasında belirlenen anlamlı ilişkinin ölçeğin geçerliğiyle ilgili bilgi verdiğini ifade etmektedirler (Pines ve Friedman, 1998).
Ölçeğin Türkçe’ye Uyarlanması Romantik Kıskançlık Ölçeği’nin uyarlama çalışması için, öncelikle ölçekteki maddeler, iki sosyal psikolog ve bir yabancı dil uzmanı tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Daha sonra elde edilen bu üç çeviride ortak olan ve ortak olmayan maddeler biraraya getirilmiş ve üç bağımsız yargıcının özgün form ile yaptıkları karşılaştırma sonunda getirdikleri öneriler doğrultusunda düzeltmeler yapılmıştır.
Ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışması Hacettepe, Ankara ve Başkent Üniversitelerinin çeşitli bölümlerinde eğitim gören 414 üniversite öğrencisi üzerinde yapılmıştır. Örneklemin %59.4’ü (N=246) kız, %40.6’sı (N=168) erkektir. Yaş uzamı 17-27, yaş ortalaması 21.6’dır (S=1.69). Örneklemin %55.6’sının (N=230) uygulama sırasında yakın ilişkisi varken %44.4’ü (N=184) böyle bir ilişkisinin olmadığını belirtmiştir.
Ölçeğin ölçüt geçerliğini belirlemek için Aşka İlişkin Tutumlar Ölçeği: Kısa Form (Love Attitudes Scale: Short Form-LAS) kullanılmıştır (Ek 3). Lee’nin (1973) aşk sınıflandırması temel alınarak Hendrick, Hendrick ve Dicke (1998) tarafından geliştirilmiş olan bu ölçek, yakın ilişkilerde aşk türlerini belirlemek için kullanılmaktadır. Tutkulu aşk, özgeci aşk, sahiplenici aşk, oyun gibi aşk, arkadaşça aşk, mantıklı aşk olmak üzere altı farklı aşk biçimini ölçmekte olan ölçeğin Türkiye’de geçerlik ve güvenirlik çalışması Büyükşahin ve Hovardaoğlu (2004) tarafından yapılmıştır. Ölçekten elde edilen puanlara göre bireyler söz konusu 6 aşk türünden biri içinde sınıflandırılmaktadırlar. Tutkulu aşk, fiziksel çekicilik, sevecenlik, iletişime açıklık, ilişkide güvende olma, tutku, ilişkiye
145
güvenli bağlanma ile ilişkilidir. Oyun gibi aşk bağlayıcılığı düşük, eğlencesi ön planda, cinselliğin ve tutkunun önemli olduğu, yoğun duygusallığın olmadığı, kısa süreli ve çok eşliliğe açık ilişki türüdür. Arkadaşça aşk, benzerlikleri ve birbirini gözetmeye, ilgileri paylaşmaya dayanan, arkadaşlığın ön planda olduğu, zamanla gelişen aşk türüdür. Sahiplenici aşk, yoğun duygusallığın ön planda olduğu kıskanç, güvensiz, saplantılı, biraz da hasta sevgiyi anlatan bir aşk çeşididir. Mantıklı aşk, birlikte olunacak kişinin eğitim, meslek, aile gibi bazı özelliklerinin önemli olduğu, devam edeceğine ve olumlu gelecek sağlayabileceğine inanılan ilişkilerdeki eşlere duyulan aşk türüdür. Özgeci aşk ise, karşısındakini kusurlarına rağmen seven, bağışlayıcı, destekleyici, onun iyiliğini kendi iyiliğinden çok düşünen aşk türü olarak betimlenmektedir (Büyükşahin ve Hovardaoğlu, 2004, s.3) .
Romantik Kıskançlık Ölçeği’nin değişik alt ölçekleriyle Aşka İlişkin Tutumlar Ölçeği kullanılarak belirlenen aşk türleri arasındaki ilişkiler ekteki çizelgelerde verilmiştir (Ek 4 , Ek 5). Bu çizelgelerde de görülebileceği gibi, tutkulu ve sahiplenici aşk ile kıskançlık düzeyi, kıskançlığın tetikleyicilerine verilen tepkiler, kıskançlık durumunda verilen fiziksel, duygusal ve bilişsel tepkiler arasında olumlu bir ilişki, arkadaşça aşkla kıskançlık düzeyi arasında ise olumsuz bir ilişki vardır. Öte yandan, arkadaşça, özgeci ve oyun gibi aşkla alt ölçeklerden alınan puanlar arasında anlamlı ilişkiler yoktur.
Ayrıca, kıskançlıkla başetme yöntemleri açısından, bekleneceği gibi, sahiplenici aşkla bağırma, fiziksel şiddet uygulama gibi yıkıcı başetme yöntemleri; özgeci, mantıklı ve arkadaşça aşk ile de akılcı tartışma, bu durumu bir fırsat olarak değerlendirme gibi yapıcı yöntemler arasında olumlu ilişkilerin bulunduğu görülmektedir.
Ölçeğin yapı geçerliğini belirlemek için, her bir alt ölçekten elde edilen puanlara varimaks rotasyonu yoluyla faktör analizi uygulanmıştır.
Çizelge 2. 3’te “Kıskançlık Tetikleyicileri” alt ölçeğinden elde edilen puanlara uygulanan faktör analizi sonuçları yer almaktadır.
146
Çizelge 2. 3. “Kıskançlık Tetikleyicileri” alt ölçeğinden elde edilen puanlara uygulanan faktör analizi sonuçları 1. tür 2. tür 3. tür Madde tetikleyiciler tetikleyiciler tetikleyiciler 0.613 Birlikte olduğunuz kişi bir partide bir başkasıyla
flört ediyor ve uzunca bir süre onunla oldukça yakın dans edip kışkırtıcı bir biçimde davranıyor Birlikte olduğunuz kişi bir partide uzunca bir süre bir başkasıyla dans ediyor Birlikte olduğunuz kişi bir partide uzunca bir süre bir başkasıyla sohbet ediyor Birlikte olduğunuz kişi bir partide uzunca bir süre ortalıktan kayboluyor Birlikte olduğunuz kişi bir partide bir ara ortadan kayboluyor Telefonu çalıyor ve arayan kişi açar açmaz telefonu yüzünüze kapatıyor Kişisel olarak tanımadığınız ve hakkında çok az bilgi sahibi olduğunuz biri ile cinsel beraberlik yaşıyor Kişisel olarak tanımadığınız ve hakkında hiçbir şey bilmediğiniz biri ile cinsel beraberlik yaşıyor Ailenizden biri ile cinsel beraberlik yaşıyor
0.58 0.79 0.78 0.79 0.78 0.87 0.83 0.77
Kişisel olarak tanımadığınız ve hakkında çok şey bildiğiniz biri ile cinsel beraberlik yaşıyor Kişisel olarak tanıdığınız ve güvenmediğiniz biri ile cinsel beraberlik yaşıyor Tanıdığınız ve size benzediğini düşündüğünüz biri ile cinsel beraberlik yaşıyor Tanıdığınız, güvendiğiniz ve arkadaşınız olduğunu düşündüğünüz biri ile cinsel beraberlik yaşıyor En iyi arkadaşınız, sırdaşınız ile cinsel beraberlik yaşıyor
0.56 0.69 0.69 0.83 0.81
Tanıdığınız ve gıpta (imrendiğiniz) ettiğiniz biri ile cinsel beraberlik yaşıyor Bir başka sevgili bulduğunda Sizin cinsiyetinizden yalnız ve sevgili olabileceği biriyle yakın arkadaşlık kurduğunda Sizin cinsiyetinizden biriyle yakın bir arkadaşlık kurduğunda Yalnız ve sevgili olarak düşünebileceği kişilere arkadaşça yaklaştığında Tesadüfen tanıştığı birine beğenisini gösterdiğinde Çekici bir yabancıyı beğenisini göstererek Süzdüğünde Bir film ya da televizyon yıldızını beğendiğini belirttiğinde Açıklanan varyans
0.72 0.64 0.74 0.73 0.73 0.71 0.71 0.59 27.62
21.74
19.70
147
Cronbach Alfa
0.90
0.81
0.72
Çizelgede de görüldüğü gibi Kıskançlık Tetikleyicileri alt ölçeği üç faktörlü bir yapı göstermektedir. Birinci faktör varyansın %27.62’sından, ikinci %21.74’ünden, üçüncü de %19.70’inden sorumludur. Üç faktör birlikte toplam varyansın %69.01’ini açıklamaktadır. Birinci faktör (1. tür tetikleyiciler), bir partide eşin sergileyebileceği “kıskançlığı tetikleyebilecek” davranışları, ikinci faktör (2. tür tetikleyiciler), farklı yakınlık derecesine sahip bireylerle eşin cinsel beraberliğini anlatan tetikleyici durumları ve üçüncü faktör (3. tür tetikleyiciler) de genel olarak, eşin karşı cinsten birisiyle yakınlık kurmasını ve flört etmesini içeren tetikleyici durumları kapsamaktadır.
Çizelge 2. 4’te Kıskançlık Durumunda Verilen Tepkiler alt ölçeğinden elde edilen puanlara uygulanan faktör analizi sonuçları verilmiştir.
Çizelge 2. 4. “Kıskançlık Durumunda Verilen Tepkiler” alt ölçeğinden elde edilen puanlara
uygulanan faktör analizi sonuçları Fiziksel Baş ağrısı Titreme Kusma Solunum yetersizliği Tansiyon yükselmesi Enerji artışı Üşüme Baygınlık Öğürme Kramp Kabus Kendini sinir krizi geçirecekmiş gibi hissetme Tükenmişlik Uyuşukluk Mide bulantısı El ve bacaklarda titreme
0.42 0.63 0.54 0.60 0.54 0.34 0.61 0.53 0.46 0.39 0.59 0.53 0.46 0.43 0.56 0.62
Çizelge 2. 4’ün Devamı Kalp atışında hızlanma Uykusuzluk Cinsel uyarılma
0.55 0.56 0.35
Öfke Kendini küçük düşmüş hissetme Kendine acıma Kafa karışıklığı Acı
Duygusal
0.69 0.59 0.58 0.52 0.54
Bilişsel
148
Sahiplenme 0.30 Suçlama 0.71 Dışlanmışlık duygusu 0.57 Aşağılık duygusu 0.59 Engellenme 0.54 Kaybetme korkusu 0.49 Haset 0.44 Kızgınlık 0.69 Saldırganlık 0.56 Tutku 0.41 Hoşgörü 0.38 Kaygı 0.53 Depresyon 0.54 Suçluluk 0.62 Keder 0.48 Çaresizlik 0.62 Savunmasızlık 0.63 Heyecan 0.32 Duygusal tükenmişlik “Bunu bana nasıl yaparsın?” “Herkes bana gülecek” “Belki de beni hiç sevmedin ve şimdi de sevmiyorsun” “Bana yalan söyledin” “Nerede hata yaptım?” “Birşeyler döndüğünü biliyordum “Nasıl oldu da bir şeyler döndüğünü anlamadım?” “Ben sana hiçbir zaman böyle korkunç bir şey yapmazdım” “Bu iş burada biter” “Bende eksik olup da onda aradığın şey nedir?” “Keşke çekici, zeki ve seksi biri olsaydım” “Beni terkedersen ölürüm” “Bana böyle davranmaya nasıl cüret edersin?” “Umarım ölürsün (ya da o ölür)” “Böyle bir acıya dayanamam” “Keşke ölseydim” Açıklanan varyans 13.88 13.60 Cronbach Alfa 0.78 0.75 Görüldüğü gibi, “Kıskançlık Durumunda Verilen Tepkiler” alt ölçeği
0.57 0.71 0.48 0.52 0.68 0.59 0.44 0.45 0.47 0.56 0.46 0.57 0.38 0.51 0.32 0.54 0.49 13.50 0.71 üç faktörlü bir yapı
göstermektedir. Faktörlerden birincisi varyansın %13.88’inden, ikincisi %13.60’ından, üçüncüsü de %13.50’sinden sorumludur. Üç faktör birlikte toplam varyansın %40.51’ini açıklamaktadır. Orijinal ölçekte araştırmacıların fiziksel, duygusal ve bilişsel olarak gruplandırdıkları maddeler, yapılan faktör analizi sonucunda aynı faktörler altında toplanmaktadır. Kıskançlığın Etkileri alt ölçeğinden elde edilen puanlara uygulanan faktör analizi sonuçları da Çizelge 2. 5’te verilmiştir. Bu alt ölçek iki faktörlü bir yapı göstermektedir. Faktörlerden birincisi varyansın %32.30’undan, ikincisi de %26.62’sinden sorumludur ve iki faktör birlikte toplam
149
varyansın %58.93’ ünü açıklamaktadır. Birinci faktör kıskançlığın olumlu, ikinci faktör de olumsuz etkilerine işaret etmektedir.
Çizelge 2. 5. “Kıskançlığın Etkileri” alt ölçeğinden elde edilen puanlara uygulanan faktör analizi sonuçları Olumlu Olumsuz etkiler etkiler Aşkın göstergelerinden biridir 0.65 Bağlılığı artırmaya yarayan bir araçtır 0.83 Tekdüze ilişkilere heyecan katar 0.71 Her iki tarafa da diğerini garantide olarak algılamamayı öğretir 0.66 Karşı tarafın daha çekici olarak algılanmasını sağlar 0.78 Yaşamı daha ilginç kılar 0.79 İlişkiyi daha uzun kılar 0.76 Bireyin ilişkisini gözden geçirmesini sağlar 0.50 Terkedilmeye yol açar 0.68 Fiziksel ve duygusal sıkıntıya yol açar 0.72 Şiddetle sonuçlanabilir 0.63 İlişkide gerginlik yaşanmasına yol açar 0.71 Çok daha iyi bir şekilde geçirilebilecek olan zamanın boşa harcanmasıdır 0.55 Her iki tarafın özgürlüğünü kısıtlar 0.69 Düşünceleri tıkar ve duyguları çarpıtır 0.63 Açıklanan varyans 32.30 26.62 Cronbach Alfa 0.90 0.81
Çizelge 2. 6’da Kıskançlığın Nedenleri alt ölçeğine uygulanan faktör analizi sonuçları görülmektedir. İki faktörlü bir yapı gösteren alt ölçekte, Faktörlerden birincisi varyansın %32.80’inden, ikincisi ise %22.38’inden sorumludur ve iki faktör birlikte toplam varyansın
150
%55.20’sini açıklamaktadır. Birinci faktörün, genel olarak kıskançlığı yetersizlik duygusuyla açıklayan maddeleri, ikinci faktörünse kıskançlığı daha çok kaybetme korkusuyla açıklayan maddeleri içerdiği söylenebilir.
Çizelge 2. 6. “Kıskançlığın Nedenleri” alt ölçeğinden elde edilen puanlara uygulanan faktör analizi sonuçları Faktör 1 Faktör 2 Aşka eşlik eden normal bir tepkidir 0.57 Kişisel güvensizliğin bir sonucudur 0.71 Dışlanmışlık ve terkedilmişlik duygularının sonucudur 0.75 İlişki içindeki güçsüzlüğün sonucudur 0.76 Kaybetme korkusunun sonucudur 0.69 Kaybeden taraf olmaktan korkmanın sonucudur 0.68 Kontrolü kaybetme korkusunun sonucudur 0.64 Onun sevgisini kaybetmenin verdiği keder ve acıya verilen bir tepkidir 0.81 Bir aşk ilişkisine yönelik tehdide verilen dürtüsel bir tepkidir 0.77 Bireyin aldatmaya yönelik kendi isteklerinin bir sonucudur 0.53 Bir kadın ya da erkek olarak kendini yetersiz hissetmenin bir sonucudur 0.80 Çocuklukta yaşanan bir yoksunluğun ya da terkedilmişliğin bir sonucudur 0.74 Başkaları tarafından yetersiz olarak değerlendirilme korkusunun bir sonucudur 0.80 Birlikte olduğunuz kişi bir başkasından hoşlandığında ya da bir ilişkisi 0.46 olduğunda hissettiğiniz suçluluk duygusunun sonucudur, büyük olasılıkla onu savunursunuz, çünkü bu sorunun sizden kaynaklandığını, bunu hakettiğinizi düşünürsünüz Bir başkasının başarısını ya da üstünlüğünü çekememenin sonucudur 0.56 0.48 Yakın ilişkinizin özeline yönelik bir tehlikenin varlığını hissetmenin sonucudur (cinsellik, sırlar ve diğerleri) Açıklanan varyans 32.80 22.38 Cronbach Alfa 0.80 0.74
Kıskançlıkla Başetme Yöntemleri alt ölçeği ise dört faktörlü bir yapı göstermektedir (Çizelge 2.
7).
Faktörlerden
birincisi
varyansın
%17.90’ından,
ikincisi
%11.65’inden,
üçüncüsü
%10.26’sından, dördüncüsü %9.57’sini açıklamaktadır. Dört faktör birlikte toplam varyansın %49.40’ını açıklamaktadır. Faktörler, kapsadıkları maddelerden yola çıkılarak, Rusbult’un yaklaşımında olduğu gibi sırasıyla çıkış, bağlılık, umursamama ve konuşma olarak adlandırılabilir.
151
Çizelge 2. 7. “Kıskançlıkla Başetme Yöntemleri” alt ölçeğinden elde edilen puanlara uygulanan faktör analizi sonuçları Çıkış Bağlılık Umursa- Konuşma mama Akılcı tartışma yoluyla 0.62 Bağırarak 0.69 Ağlayarak 0.54 Fiziksel şiddet yoluyla 0.74 Sessiz ve gizlice acı çekerek 0.78 Olayın komik yanlarını görmeye çalışarak 0.75 Kabullenerek 0.54 İğneleyerek 0.62 Bu durumu, olaydaki rolümün ne olduğunu ve 0.61 kaybetmekten korktuğum şeyin ne olduğunu düşünme fırsatı olarak değerlendirerek Sorundan kaçınarak 0.47 Soğuk savaşa girerek 0.61 Bir şeyler fırlatarak 0.79 Umursamayarak 0.38 Onu kıskandırıp öç alarak 0.60 Onu terk ederek 0.41 Sessiz ve görünür bir şekilde acı çekerek 0.53 İşi şakaya vurarak 0.74 Açıklanan varyans 17.90 11.65 10.26 9.57 Cronbach Alfa 0.76 0.61 0.59 0.56
Ölçeğin güvenirlik düzeyinin belirlenmesi için, iç tutarlılık katsayısı ve iki yarı güvenirlik katsayıları hesaplanmıştır. İç tutarlılık katsayısı (cronbach alfa) 0.92, iki yarı güvenirliği ise 0.72’dir.
Sonuç
olarak,
gerçekleştirilen
analizler,
ölçeğin
geçerli
göstermektedir.
2. 2. 3. Bem Cinsiyet Rolü Envanteri
ve
güvenilir
olduğunu
152
Araştırmada katılımcıların cinsiyet rolü yönelimlerinin belirlenebilmesi amacıyla, Bem (1974) tarafından geliştirilmiş olan Bem Cinsiyet Rolü Envanteri (Bem Sex Role Inventory [BSRI]) kullanılmıştır. Bu envanter, 7 basamaklı bir kendini değerlendirme ölçeğidir (Koyuncu, 1983). Envanter, 20’si kadınsı, 20’si erkeksi 40 kişilik özelliği ve ek olarak 20 de sosyal beğenirlik özelliği olmak üzere toplam 60 maddeden ve “kadınsılık” , “erkeksilik” ve “sosyal beğenirlik” olmak üzere üç ayrı ölçekten oluşmaktadır (Beere, 1990). Sosyal beğenirlik ölçeği, hem kadınlarda hem de erkeklerde olabileceği düşünülen, cinsiyet açısından tümüyle nötr bir ölçektir ve diğer iki ölçeğe nötr bir bağlam sunmak için kullanılan, hem kadınlar hem de erkekler için beğenilir olan 10 olumlu kişilik özelliği ile her iki cinsiyet için de hoş olmadığı düşünülen 10 olumsuz kişilik özelliğini içermektedir (Dökmen, 1992; Dökmen, 1996; Kavuncu, 1987). Birçok araştırmada olduğu gibi, burada da Bem Cinsiyet Rolü Envanteri’nin sosyal beğenirlik maddelerini içermeyen, yalnızca kadınsılık ve erkeksilik ölçeklerini içeren formu kullanılmıştır (Ek 6).
Cinsiyet rolü ile ilgili envanterler içinde en çok kullanılanı olan BSRI’ye, Beere’in 1979’da yaptığı tarama sonucuna göre (Aktaran: Beere, 1990) o yıla dek 962 kaynakta yer verilmiştir. Yazındaki yerini daha sonraki yıllarda da korumuş olan bu envanterin (örn. : Bridges, 1981; Flake-Hobson, Robinson, Skeen, 1981; Palkowitz, 1984; Şirvanlı Özen, 1992; Uleman ve Weston, 1986) geçerlik ve güvenilirliği yüksektir (Bem, 1974; Carlsson ve Magnusson, 1980; Larsen ve Seidman, 1986).
Kavuncu tarafından 1987’de Türkçe’ye uyarlanmış olan envanterin Türkçe formunun geçerlik ve güvenirlik çalışmaları Kavuncu (1987) ve Dökmen (1992; 1999) tarafından yapılmış, geçerli ve güvenilir olduğu sonucuna varılmıştır.
Dökmen’in gerçekleştirdiği geçerlik ve güvenirlik çalışmasında, Cinsiyet Rolleri İle İlgili Kalıp Yargı Ölçeği ölçüt olarak kullanılmış ve bu ölçeğin kadınsılık ve erkeksilik alt ölçekleri ile Bem Cinsiyet Rolü Envanteri’nin kadınsılık ve erkeksilik ölçekleri arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur (Kadınsılık için r=0.51, ve erkeksilik için r=0.63). Ölçeğin iki yarı güvenirlik katsayısı ise kadınsılık için 0.77, erkeksilik içinse 0.71’dir (Dökmen, 1991).
153
Katılımcılardan envanterde yer alan 60 kişilik özelliğinin her biri açısından kendilerini 7 basamaklı bir ölçekte (1: bana göre hiçbir zaman doğru değil, 7: bana göre her zaman doğru) değerlendirmeleri istenmektedir. Envanterdeki kadınsılık ve erkeksilik ölçeklerinde yer alan maddelere verilen yanıtlar her bir ölçek için ayrı ayrı toplanmakta ve her iki toplam puan, bu iki ölçeğin içerdiği madde sayısına bölünmekte; böylece kadınsılık ve erkeksilik puanları elde edilmektedir.
Bu
işlemden
sonra
örneklemin
kadınsılık
ve
erkeksilik
puanlarının
ortancası
hesaplanmaktadır. Kadınsılık ve erkeksilik puanları belirlenmiş olan katılımcıların cinsiyet rolü yönelimleri, örneklem ortancası dikkate alınarak belirlenmektedir. Kadınsılık puanları, örneklem ortancasının üzerinde olup da, erkeksilik puanı ortancanın altında kalan bireyler kadınsı (feminine), erkeksilik puanı örneklem ortancasından yüksek olup da kadınsılık puanı düşük olanlarsa erkeksi (masculine) kategorisine girmektedirler. Hem kadınsılık hem de erkeksilik ölçeklerinden elde ettikleri puanlar örneklem ortancasının üzerinde olanlar androjen (androgynous); hem kadınsılık hem de erkeksilik puanları ortancanın altında olanlar da ayrışmamış (undifferentiated) bireyler olarak sınıflandırılmaktadır (Çizelge 2. 8). Çizelge 2. 8. Bem Cinsiyet Rolü Envanterinin Kadınsılık ve Erkeksilik Ölçeklerinden Alınan Puanlara Göre Yapılan Cinsiyet Rolü Yönelimi Sınıflandırması Erkeksilik Kadınsılık
Düşük
Yüksek
Düşük
Ayrışmamış
Erkeksi
Yüksek
Kadınsı
Androjen
Bu sınıflandırmanın, araştırmanın amacına ve araştırmaların bazı sınırlılıklarına göre farklı biçimlerde birleştirildiği görülmektedir. Bazı araştırmacılar kadınsı ve erkeksi bireyleri geleneksel cinsiyet rolü yönelimli; androjen ve ayrışmamış bireyleri de geleneksel olmayan cinsiyet rolü yönelimli bireyler olarak aynı kategoride birleştirmektedirler (Martin, 1990) . Bazıları kadınsı ve erkeksi bireyleri cinsiyet tiplemeli; androjen ve ayrışmamış bireyleri de cinsiyet tiplemeli olmayan bireyler olarak gruplandırmaktadırlar (örn., Basow, 1992; Frable ve Bem, 1985; Larsen ve Seidman,
154
1986). Kimileri cinsiyet tiplemeli yerine cinsiyet-şemalı, cinsiyet tiplemeli olmayan yerine de cinsiyetşemalı olmayan demeyi yeğlemektedir (Bem. 1983; Schmitt ve Millard, 1988).
Androjenlik, cinsiyet tiplemeli olmamayı ve eşit düzeyde kadınsı ve erkeksi olmayı anlatan bir kavramdır. Androjen bireyler, dünyaya ilişkin bilgileri cinsiyeti dikkate alarak sınıflandırmazlar. Ayrışmamışlar, bazı yönlerden (özgüven, yaratıcılık) androjenlerden ayrılsalar da (Basow, 1992; Bem, 1983), cinsiyet tiplemeli olmama açısından onlara benzer; dünyaya ilişkin bilgileri sınıflandırırken cinsiyeti dikkate almazlar, androjenler gibi eşit düzeyde kadınsılık ve erkeksilik özelliklerine sahiptirler. Bu yüzden, bütün cinsiyet yönelimleriyle ayrı ayrı değil de, yalnızca cinsiyet tiplemeli olup olmamakla ilgilenen araştırmacılar, sınıflandırmalarında, ayrışmamışlara düşük androjenler (low androgynous), androjenlere de yüksek androjenler (high androgynous) demekte ve böylece androjenlik kategorisine ayrışmamış bireyleri de sokmaktadırlar (Markus ve ark., 1982).
Bu araştırmada da, katılımcıların cinsiyeti bir sınıflandırma aracı olarak kullanıp kullanmamaları ile ilgilenildiği için sınıflandırma, cinsiyet tiplemeliler (kadınsılar ve erkeksiler) ve cinsiyet tiplemeli olmayanlar (androjenler ve ayrışmamışlar) biçiminde yapılmıştır.
2. 2. 4. Rosenberg Kendine Saygı Ölçeği Kendine saygıyı (benlik saygısı) ölçmek amacıyla Rosenberg (1965) tarafından geliştirilmiş olan kendine saygı ölçeği 10 maddeden oluşan beş basamaklı, Likert türü bir ölçektir (Ek 7). Çuhadaroğlu (1986) tarafından Türkçe’ye uyarlanmış olan ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmaları Çuhadaroğlu (1986) ve Tuğrul (1994) tarafından gerçekleştirilmiştir.
2. 3. İŞLEM Araştırmanın verileri Eylül 2003-Aralık 2003 tarihleri arasında toplanmıştır.
155
Veri toplama araçlarını, örneklemin %49.30’unu oluşturan 224 üniversite öğrencisi sınıflarında doldurmuştur. Örneklemin %50.70’ini oluşturan ve büyük çoğunluğu evli olan (%93) diğer eğitim gruplarından 230 katılımcıya ise, araştırma ve uygulama sırasında dikkat etmeleri gereken konular hakkında bilgilendirilmiş olan 5 Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi tarafından ulaşılmış ve uygulama yapılmıştır. Evliler ölçekleri ya işyerlerinde ya da evlerinde doldurmuşlardır. Her iki eşe de uygulama yapıldığında eşlerin birbirlerinin yanıtlarını görmemesine özen gösterilmiştir. Uygulama süresi 40-50 dakika arasında değişmiştir.
2. 4. VERİLERİN ÇÖZÜMLENMESİ Bu araştırmada veriler varyans analizi, regresyon analizi ve chi kare yöntemleriyle çözümlenmiş, anlamlılık düzeyi olarak 0.05 kabul edilmiştir. İzleyen bölümde, çözümlemeler ayrıntıyla açıklanmıştır.
BÖLÜM 3
BULGULAR Bu araştırmanın genel amacı, daha önce de belirtildiği gibi, yakın ilişkilerde kıskançlığın boyutlarıyla çeşitli bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenler arasındaki ilişkileri incelemektir. Bu amaç çerçevesinde, bu bölümde, verilere uygulanan varyans, chi kare ve regresyon analizleri sonucu elde edilen bulgular verilmiş, tüm sonuçlar için anlamlılık düzeyi olarak 0.05 kabul edilmiştir. Analizler sonucu elde edilen bulgular alt başlıklar halinde belirtilmiştir.
3. 1. Belirtilen Kıskançlık Düzeyine İlişkin Bulgular Burada, katılımcıların 7 basamaklı bir ölçek üzerinde belirttikleri kıskançlık düzeyi üzerinde cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türünün etkileriyle; kendine saygı, yaş ve Kişisel Bilgi
156
Formu’nda yer alan çeşitli ilişkisel değişkenler (örn.: ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi) temel alınarak, belirtilen kıskançlık düzeyinin yordanması ile ilgili bulgular verilmiştir.
3. 1. a. Cinsiyet, Cinsiyet Rolü Yönelimi ve İlişkinin Türünün Belirtilen Kıskançlık Düzeyi Üzerindeki Etkileri Bu değişkenlere göre katılımcılarca belirtilen kıskançlık düzeyi ortalamaları Çizelge 3.1’de verilmiştir.
Çizelge 3.1. Cinsiyet, Cinsiyet Rolü Yönelimi ve İlişkinin Türüne Göre Belirtilen
Kıskançlık Düzeyi Ortalamaları ve Standart Sapmalar (Parantez içinde verilmiştir) İlişkinin Türü Cinsiyet
Cinsiyet tiplemeli KADIN
Cinsiyet tiplemeli olmayan
Genel Cinsiyet tiplemeli ERKEK
Cinsiyet tiplemeli olmayan Genel
Genel
EVLİ
EVLİ DEĞİL
Genel
X= 4.64 n=64 (1.59)
X=5.45 n=69 (1.52)
X=5.06 N=133 (1.60)
X=4.45 n=67 (1.65)
X=5.01 n=73 (1.47)
X=4.74 N=140 (1.58)
X=4.54 N=131 (1.62) X=5.13 n=45 (1.47) X=4.79 n=42 (1.83) X=4.97 N=87 (1.71) X=4.71 N=218 (1.66)
X=5.23 N=142 (1.50) X=5.00 n=43 (2.14) X=4.98 n=51 (1.40) X=4.99 N=94 (1.91) X=5.13 N=236 (1.65)
X=4.90 N=273 (1.59) X=5.07 N=88 (1.93) X=4.89 N=93 (1.60) X=4.98 N=181 (1.81) X=4.93 N=454 (1.65)
Çizelge 3.1’deki ortalamalar arasında anlamlı farklılıkların olup olmadığını belirlemek amacıyla verilere 2 (cinsiyet) x 2 (cinsiyet rolü yönelimi) x 2 (ilişkinin türü) desenine uygun varyans analizi uygulanmıştır. Sonuçlar çizelge 3.2’de görülmektedir.
157
Çizelge 3. 2. Cinsiyet, Cinsiyet Rolü Yönelimi ve İlişkinin Türüne Göre Belirtilen Kıskançlık Düzeyi Puanlarına Uygulanan Varyans Analizi Sonuçları Kaynak A
Kareler Top. 0.821
S.D. 1
Ort. Kare 0.821
F 0.296
B
6.715
1
6.715
2.418
C
13.966
1
13.966
5.029*
AB
0.462
1
0.462
0.166
AC
11.681
1
11.681
4.206*
BC
0.049
1
0.049
0.018
ABC
2.206
1
2.206
0.794
Hata
1238.612
446
12314.000
454
Toplam
2.777
A: Cinsiyet B: Cinsiyet Rolü Yönelimi C: İlişkinin Türü *p < 0.05
Çizelge 3.2’de görüldüğü gibi, belirtilen kıskançlık düzeyi puanlarına uygulanan varyans analizi ilişkinin türü temel etkisinin anlamlı olduğunu göstermiştir (F1-446= 5.029). Evlilerin belirttiği kıskançlık düzeyi ortalaması ile evli olmayanlarınki arasındaki fark anlamlıdır. Evlilerin ve evli olmayanların ortalamaları sırasıyla 4.71 ve 5.13’tür. Böylece, evli olmayanların kendilerini daha kıskanç buldukları anlaşılmaktadır.
Yine aynı çizelgeden görülebileceği gibi, belirtilen kıskançlık düzeyi puanlarına uygulanan varyans analizi sonucuna göre cinsiyet ve ilişkinin türü ortak etkisi de anlamlıdır (F1-446= 4,206). Bu ortak etkinin kaynağı Tukey-Kramer testi ile araştırılmıştır.
158
Tukey-Kramer testi sonuçlarına göre, evli kadınlarla evli olmayan kadınların kıskançlık düzeyi puanları ortalamaları arasındaki fark anlamlıdır (q2-446=4.93). Ortalamalar sırasıyla 5.23 ve 4.54’tür. Böylece, evli olmayan kadınların kendilerini evli kadınlardan daha kıskanç buldukları görülmektedir.
Öte yandan, evli erkeklerle evli olmayan erkekler arasında belirttikleri kıskançlık düzeyi açısından anlamlı bir fark yoktur.
Evli olmayan kadınlarla evli olmayan erkeklerin belirttikleri kıskançlık düzeyleri arasında da anlamlı bir farkın olmadığı anlaşılmıştır.
Evli erkeklerle evli kadınların belirttikleri kıskançlık düzeyleri arasında ise anlamlı bir farklılık vardır (q2-446=3.07). Çizelge 3.1’deki ortalamalardan yola çıkarak, evli kadınların kendilerini evli erkeklerden daha kıskanç buldukları söylenebilir.
Belirtilen kıskançlık düzeyi açısından, cinsiyet ve cinsiyet rolü yönelimi temel etkisi ile cinsiyet-ilişkinin türü ortak etkisi dışındaki diğer temel ve ortak etkiler anlamlı değildir.
3. 1. b. Belirtilen Kıskançlık Düzeyinin Yordanmasına İlişkin Bulgular Katılımcıların belirttikleri kıskançlık düzeyini yordayan değişkenleri belirlemek amacıyla yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi temel alınarak aşamalı regresyon analizi yapılmıştır. Analiz sonuçları Çizelge 3.3’te verilmiştir.
Çizelge 3. 3. Belirtilen Kıskançlık Düzeyi puanlarına uygulanan aşamalı regresyon analizi sonuçları Yordanan Değişken Yordayıcı değişkenler B SB Beta t Belirtilen Kıskançlık Düzeyi
Yaş Gelecek beklentisi
-0.05
0.01
-0.19
-4.10
0.27
0.05
0.29
5.30
159
İlişkisel Doyum
0.25
0.07
0.20
3.43
Eşin Fiziksel Çekiciliği 0.19
0.06
0.16
3.06
R2= 0.12, Uyarlanmış R2= 0.11, p<0.05
Çizelge 3.3’deki sonuçlara göre regresyon denklemine ilk olarak yaş girmiştir. Belirtilen kıskançlık düzeyini en iyi yordayan ikinci değişken “ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi”dir. Ardından, “ilişkiden alınan doyum düzeyi” ve “eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi” regresyon denklemine girmektedir. Analiz sonucuna göre bu dört değişkenin toplam varyanstaki sorumluluk oranı %12’dir ve bu anlamlı bir değerdir (F(4-450)=15.30; p<.05). Uyarlanmış R2 değeri ise 0.11’dir.
3. 2. Tüm Kıskançlık Tetikleyicilerine Karşı Gösterileceği Belirtilen Toplam Kıskançlık Düzeyi İle İlgili Bulgular
Burada, katılımcıların Romantik Kıskançlık Ölçeği’nin Kıskançlık Tetikleyicileri Alt Ölçeği’nden aldıkları puanlar üzerinde cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi, ilişkinin türünün etkileriyle; kendine saygı, yaş ve Kişisel Bilgi Formu’nda yer alan çeşitli ilişkisel değişkenler (örn.: ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi) temel alınarak tüm kıskançlık tetikleyicilerine karşı gösterileceği belirtilen toplam kıskançlık düzeyinin yordanması ile ilgili bulgular verilmiştir.
Çizelge 3.4. Kıskançlık Tetikleyicileri Alt Ölçeği’nden Alınan Puanların Ortalama ve
Standart Sapmaları (parantez içinde belirtilmiştir). İlişkinin Türü Cinsiyet
Cinsiyet Tiplemeli KADIN
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan Genel
ERKEK Cinsiyet Tiplemeli
EVLİ
EVLİ DEĞİL
Genel
n=64 X=5.20 (1.00)
n=69 X=5.60 (1.00)
n=133 X=5.40 (1.0)
n=67 X=5.20 (1.20) n=131 X=5.20 (1.02) n=45 X=5.70 (0.90)
n=73 X=5.60 (1.00) n=142 X=5.60 (1.00) n=43 X=5.50 (1.30)
n=140 X=5.40 (1.01) N=273 X=5.40 (1.59) n=88 X=5.60 (1.01)
160
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan Genel Genel
n=42 X=5.60 (1.20) n=87 X=5.65 (1.10) N=218 X=4.71 (1.66)
n=51 X=5.60 (1.00) n=94 5.55 (1.10) N=236 X=5.13 (1.65)
n=93 X=5.60 (1.01) N=181 X=5.60 (1.81) N=454 X=4.93 (1.65)
3. 2. a. Cinsiyet, Cinsiyet Rolü Yönelimi ve İlişkinin Türünün Tüm Kıskançlık Tetikleyicilerine Karşı Gösterileceği Belirtilen Toplam Kıskançlık Düzeyi Üzerindeki Etkileri Çizelge 3.4’te katılımcıların Kıskançlık Tetikleyicileri Alt Ölçeği’nden aldıkları puanların ortalamaları yer almaktadır.
Cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türü değişkenlerine göre bu ortalamalar arasında bir fark olup olmadığını görmek için verilere 2 (cinsiyet) x 2 (cinsiyet rolü yönelimi) x 2 (ilişkinin türü) desenine uygun varyans analizi uygulanmıştır. Analiz sonuçları Çizelge 3.5’te gösterilmiştir.
Çizelge 3.5 . Cinsiyet, Cinsiyet Rolü Yönelimi ve İlişkinin Türüne Göre Kıskançlık
Tetikleyicileri Alt Ölçeğinden Alınan Puanlara Uygulanan Varyans Analizi Sonuçları Kaynak A
Kareler Top. 5.802
S.D. 1
B
0.028
1
0.028
C
2.602
1
2.602
2.265
AB
1.701
1
1.701
0.015
AC
5.576
1
5.576
4.854*
BC
0.005
1
0.005
0.456
ABC
0.758
1
0.758
Hata
512.336
446
1.149
14166.326
454
Toplam
A: Cinsiyet B: Cinsiyet Rolü Yönelimi C: İlişkinin Türü *p < 0.05
Ort. Kare 5.802
F 5.051* 0.024
0.660
161
Çizelge 3.5’den de görülebileceği gibi katılımcıların kıskançlık tetikleyicileri alt ölçeğinden aldıkları puanlara uygulanan varyans analizi sonucunda cinsiyet temel etkisinin anlamlı olduğu görülmektedir (F1-446= 5.051). Kadınların ve erkeklerin kıskançlık tetiklendiğinde belirttikleri kıskançlık düzeyleri arasında anlamlı bir fark vardır; ortalamalar sırasıyla 5.40 ve 5.60’tır. Sonuç olarak tüm kıskançlık tetikleyicileri karşısında erkeklerin kadınlardan daha yüksek düzeyde kıskançlık belirttikleri görülmektedir.
Diğer değişkenlerin, yani cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türünün temel etkileri anlamsızdır.
Varyans analizi, cinsiyet ve ilişkinin türü ortak etkisinin de anlamlı olduğunu ortaya koymuştur. Bu ortak etkinin kaynağı Tukey-Kramer testiyle araştırılmıştır.
Analiz sonuçları evli olan ve olmayan kadınların kıskançlık tetiklendiğinde belirttikleri kıskançlık düzeyi ortalamaları arasındaki farkın anlamlı olduğunu göstermiştir (q2-446=4.44). İlgili ortalamalar Çizelge 3.4’de verilmiştir. Görüldüğü gibi evli kadınların ortalaması 5.20 iken, evli olmayanlarınki 5.60’tır. Böylece evli olmayan kadınların tetikleyiciler karşısında evlilerden daha yüksek düzeyde kıskançlık belirttikleri görülmektedir.
Evli olan ve olmayan erkeklerin ortalamaları arasındaki farksa anlamlı değildir.
Aynı şekilde, evli olmayan kadınlarla evli olmayan erkeklerin ortalamaları arasındaki farkın da anlamlı olmadığı görülmüştür.
Son olarak, evli erkeklerle evli kadınların ortalamaları arasındaki farkın da anlamlı olduğu görülmektedir (q2-446=4.50; p<0.05). Çizelgeden de görülebileceği gibi evli kadınların ortalaması (5.20) evli erkeklerinkinden daha yüksektir (5.65). Bu da kıskançlık tetiklendiğinde evli erkeklerin evli kadınlardan daha fazla kıskançlık belirttiklerini göstermektedir.
162
3. 2. b. Tüm Kıskançlık Tetikleyicilerine Karşı Gösterileceği Belirtilen Toplam Kıskançlık Düzeyinin Yordanmasına İlişkin Bulgular Katılımcıların tüm kıskançlık tetikleyicilerine karşı göstereceklerini belirttikleri toplam kıskançlık düzeyini yordayan değişkenleri belirlemek amacıyla yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi temel alınarak aşamalı regresyon analizi yapılmıştır. Analiz sonuçları Çizelge 3.6’da verilmiştir.
Çizelge 3. 6. Kıskançlık Tetikleyicileri Alt Ölçeği Puanlarına uygulanan aşamalı regresyon analizi sonuçları
Yordanan Değişken Belirtilen Kıskançlık Düzeyi (Kıskançlık tetiklendiğinde)
Yordayıcı değişkenler B Gelecek beklentisi 0.13 Yaş
SB 0.03
Beta 0.22
t 4.48
-0.02
0.01
-0.17
-3.59
Eşin Fiziksel Çekiciliği 0.09
0.04
0.13
3.57
Kendine Saygı
0.01
-0.10
-2.07
-0.02
R2= 0.10, Uyarlanmış R2= 0.09, p<0.05
Çizelge 3.6’da da görüldüğü gibi “ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi (gelecek beklentisi)” regresyon denklemine ilk olarak girmiştir. Kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyini en iyi yordayan diğer değişkenler, yaş, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi ve kendine saygıdır. Analiz sonucuna göre bu dört değişkenin toplam varyanstaki sorumluluk oranı %10’dur ve bu oran anlamlıdır (F4-450=12.06; p<.05). Uyarlanmış R2 değeri ise 0.09’dur.
3. 3. Kıskançlık Durumunda Verilen Fiziksel, Duygusal ve Bilişsel Tepkilere İlişkin Bulgular Burada, katılımcıların kıskançlık durumunda verdikleri fiziksel, duygusal ve bilişsel tepkiler üzerinde cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi, ilişkinin türünün etkileriyle; kendine saygı, yaş ve Kişisel Bilgi Formu’nda yer alan çeşitli ilişkisel değişkenler (örn.: ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide
163
kendini güvende hissetme düzeyi) temel alınarak kıskançlık durumunda verilen fiziksel, duygusal ve bilişsel tepki düzeylerinin yordanması ile ilgili bulgular verilmiştir. 3. 3. a. Cinsiyet, Cinsiyet Rolü Yönelimi ve İlişkinin Türünün Kıskançlık Durumunda Verilen Fiziksel, Duygusal ve Bilişsel Tepkilerin Düzeyi Üzerindeki Etkileri Çizelge 3.7’de katılımcıların kıskançlık durumunda verdikleri fiziksel tepkilere ilişkin ortalama ve standart sapmalar görülmektedir.
Çizelge 3. 7. Kıskançlık Durumunda Verilen Fiziksel Tepkilerden Alınan Puanların Ortalama
ve Standart Sapmaları (parantez içinde belirtilmiştir). İlişkinin Türü
EVLİ
EVLİ DEĞİL
Genel
Cinsiyet Tiplemeli
n=64 X=2.5 (1.2)
n=69 X=3.0 (1.1)
n=133 X=2.8 (1.2)
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan
n=67 X=2.7 (1.2)
n=73 X=2.9 (1.1)
n=140 X=2.8 (1.1)
n=131 X=2.6 (1.18) n=45 X=2.5 (1.3) n=42 X=2.2 (1.1) n=87 X=2.4
n=142 X=2.9 (1.11) n=43 X=2.4 (0.9) n=51 X=2.6 (0.9) n=94 X=2.5
N=273 X=2.8 (1.15) n=88 X=2.5 (1.1) n=93 X=2.4 (0.9) n=181 X=2.5
Cinsiyet
KADIN
Genel Cinsiyet Tiplemeli ERKEK
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan
164
Genel
(1.71) N=218 X=2.50 (1.19)
Genel
(0.97) N=236 2.75 (1.07)
(1.09) N=454 X=4.98 (1.68)
Çizelge 3.8’de kıskançlık durumunda verilen fiziksel tepkilerde cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi (cinsiyet tiplemeli olan, olmayan) ve ilişkinin türüne (evli, evli değil) göre farklılaşmaların olup olmadığını belirlemek için uygulanan varyans analizi sonuçları görülmektedir.
Çizelge 3. 8. Kıskançlık durumunda verilen duygusal tepkilerle ilgili puanlara uygulanan
varyans analizi sonuçları Kaynak A
Kareler Top. 10.822
S.D. 1
Ort. Kare 10.822
F 8.514*
B
0.006
1
0.006
C
5.990
1
5.990
AB
0.121
1
0.121
0.095
AC
0.628
1
0.628
0.494
BC
1.108
1
1.108
0.872
ABC
4.124
1
4.124
3.244
Hata
566.940
446
1.271
3738.003
454
Toplam
0.005 4.712*
A: Cinsiyet B: Cinsiyet Rolü Yönelimi C: İlişkinin Türü *p < 0.05 Varyans analizi sonuçları cinsiyet (F1-446= 8,514) ve ilişkinin türü (F1-446= 4,71) temel etkilerinin anlamlı olduğunu göstermiştir. Evli olan ve olmayan kadınlarla erkeklerin kıskançlık durumunda verdikleri fiziksel tepkilere ilişkin ortalama ve standart sapmalar Çizelge 3.7’de verilmiştir. Görüldüğü gibi, kadınların fiziksel tepkilerle ilgili maddelere verdikleri puanların
165
ortalaması (X= 2.76) erkeklerinkinden (X=2.45) anlamlı olarak daha yüksektir. Evli olmayanların ortalaması da (X=2.75) evlilerinkinden (X=2.50) anlamlı olarak daha yüksektir. Bu bulgular, kıskançlık durumunda, kadınların erkeklerden, evli olmayanların da evlilerden daha yüksek düzeylerde fiziksel tepki verdiklerini ortaya koymaktadır.
Cinsiyet rolü yönelimi temel etkisiyle tüm ortak etkiler anlamlı değildir. Çizelge 3.9’da katılımcıların kıskançlık durumunda verdikleri duygusal tepkilere ilişkin ortalama ve standart sapmalar görülmektedir.
Çizelge 3. 9. Kıskançlık Durumunda Verilen Duygusal Tepkilerden Alınan Puanların
Ortalama ve Standart Sapmaları (parantez içinde belirtilmiştir). İlişkinin Türü
EVLİ
EVLİ DEĞİL
Genel
Cinsiyet Tiplemeli
n=64 X=3.0 (1.1)
n=69 X=3.9 (1.5)
n=133 X=3.5 (1.1)
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan
n=67 X=2.9 (1.1)
n=73 X=3.9 (1.5)
n=140 X=3.4 (1.1)
n=131 X=2.9 (1.1) n=45 X=2.4 (0.9) n=42 X=2.6 (0.9) n=87 X=2.5 (1.71) N=218 X=2.8 (1.1)
n=142 X=3.9 (1.1) n=43 X=3.0 (1.4) n=51 X=3.7 (1.3) n=94 X=3.4 (0.97) N=236 X=3.7 (1.5)
N=273 X=3.68 (1.47) n=88 X=2.7 (1.1) n=93 X=3.2 (1.3) n=181 X=2.8 (1.09) X=3.46 (1.46) N=454
Cinsiyet
KADIN
Genel Cinsiyet Tiplemeli ERKEK
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan Genel
Genel
166
Kıskançlık durumunda verilen duygusal tepki düzeylerinde cinsiyet ve ilişkinin türüne bağlı farklılıkların olup olmadığını belirlemek için verilere varyans analizi uygulanmış ve sonuçlar Çizelge 3.10’da verilmiştir.
Çizelge 3. 10. Kıskançlık durumunda verilen duygusal tepkilerle ilgili puanlara uygulanan
varyans analizi sonuçları Kaynak A
Kareler Top.. 25.871
S.D. 1
Ort. Kare 25.871
F 12.794*
B
0.945
1
0.945
C
21.136
1
21.136
AB
3.171
1
3.171
1.568
AC
0.244
1
0.244
0.121
BC
9.457
1
9.457
4.677
ABC
3.151
1
3.151
1.558
Hata
901.842
446
6489.339
454
Toplam
0.467 10.453*
2.022
A: Cinsiyet B: Cinsiyet Rolü Yönelimi C: İlişkinin Türü *p < 0.05 Kıskançlık durumunda verilen duygusal tepkilerden alınan puanlar üzerinde cinsiyet (F1446=12.794)
ve ilişkinin türü (F1-446=10.453) temel etkileri anlamlı çıkmıştır. Bu bulgu, Çizelge 3.9’da
da görüldüğü gibi, kıskançlık durumunda kadınların erkeklerden, evli olmayanların da evlilerden daha duygusal tepkiler verdiklerini göstermektedir. Analiz sonucuna göre, cinsiyet rolü yönelimi temel etkisi ve tüm ortak etkiler anlamlı değildir.
Çizelge 3.11’de katılımcıların kıskançlık durumunda verdikleri bilişsel tepkilere ilişkin ortalama ve standart sapmalar görülmektedir.
167
Çizelge 3. 11. Kıskançlık Durumunda Verilen Bilişsel Tepkilerle İlgili Puanların Ortalama ve
Standart Sapmaları (parantez içinde belirtilmiştir). İlişkinin Türü
EVLİ
EVLİ DEĞİL
Genel
Cinsiyet Tiplemeli
n=64 X=2.5 (1.2)
n=69 X=3.9 (1.5)
n=133 X=3.2 (1.1)
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan
n=67 X=2.7 (1.2)
n=73 X=3.9 (1.5)
n=140 X=3.3 (1.1)
n=131 X=2.6 (1.1) n=45 X=2.5 (1.3) n=42 X=2.2 (1.1) n=87 X=2.4 (1.71) N=218 X=2.5 (1.2)
n=142 X=3.9 (1.1) n=43 X=3.0 (1.4) n=51 X=3.7 (1.3) n=94 X=3.4 (0.97) N=236 X=3.7 (1.5)
N=273 X=3.2 (1.47) n=88 X=2.8 (1.1) n=93 X=2.7 (1.3) n=181 X=2.8 (1.09) N=454 X=3.1 (1.5)
Cinsiyet
KADIN
Genel Cinsiyet Tiplemeli ERKEK
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan Genel
Genel
Kıskançlık durumunda verilen bilişsel tepkiler üzerinde (Çizelge 3.12), yalnızca cinsiyet temel etkisinin anlamlı olduğu görülmektedir (F1-446=14.91). Çizelge 3.11’de görüldüğü gibi kadınların ortalaması 3.20, erkeklerin ortalaması ise 2.80’dir. Bu durumda, kadınların kıskançlık durumunda verdikleri bilişsel tepki düzeyinin erkeklerinkinden daha yüksek olduğu söylenebilir.
Çizelge 3. 12. Kıskançlık durumunda verilen bilişsel tepkilerle ilgili puanlara uygulanan
varyans analizi sonuçları Kaynak A B
Kareler Top. 5679.342
S.D. 1
Ort. Kare 5679.342
0.001
1
0.001
F 14.905* 0.028
168
C
810.116
1
810.116
2.126
AB
358.063
1
358.063
0.940
AC
27.732
1
27.732
0.073
BC
43.216
1
43.216
0.113
ABC
851.020
1
851.020
2.233
Hata
169946.758
446
381.047
1242159.000
454
Toplam
A: Cinsiyet B: Cinsiyet Rolü Yönelimi C: İlişkinin Türü *p < 0.05
3. 3. b. Kıskançlık Durumunda Verilen Fiziksel, Duygusal ve Bilişsel Tepki Düzeylerinin Yordanmasına İlişkin Bulgular Katılımcıların kıskançlık durumunda verdiklerini belirttikleri fiziksel, duygusal ve bilişsel tepki düzeylerini yordayan değişkenleri belirlemek amacıyla yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi temel alınarak regresyon analizleri yapılmıştır.
Çizelge 3. 13. Kıskançlığa Verilen Tepkiler Alt Ölçeği puanlarına uygulanan aşamalı regresyon analizi sonuçları Yordanan Değişkenler Yordayıcı değişkenler B SB Beta t Fiziksel Tepkiler
Duygusal Tepkiler
Kendine Saygı
-0.97
0 .19
-0.22
-4.84
İlişkinin Süresi
-0.04
0.01
-0.16
-3.41
Alternatiflerin Çekiciliği
-2.09
0.63
-0.16
-3.29
İlişkisel Doyum
-2.00
0.81
-0.12
-2.47
Kendine Saygı
-1.86
0.31
-0.27
-5.96
Yaş
-0.83
0.18
-0.20
-4.51
Alternatiflerin çekiciliği
-2.29
0.96
-0.11
-2.39
169
Bilişsel Tepkiler
Kendine Saygı
-0.97
0.18
-0.25
-5.42
Alternatiflerin Çekiciliği
-1.90
0.56
-0.16
-3.48
Yaş
-0..33
0.11
-0.15
-3.17
R2= 0.10, Uyarlanmış R2=0.09, p<0.05
Çizelge 3. 13’teki sonuçlara göre, kıskançlık durumunda verilen fiziksel tepkilerin düzeyini en iyi yordayan değişkenler kendine saygı, ilişkinin süresi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve ilişkiden alınan doyum düzeyidir. Bu dört değişkenin toplam varyanstaki sorumluluk oranı %10’dur ve bu anlamlı bir değerdir (F=12.704-450, p<0.05) . Uyarlanmış R2 değeri ise 0.09’dur.
Kıskançlık durumunda verilen duygusal tepkilerin düzeyini en iyi yordayan değişkenler, Çizelge 3.13’de de görüldüğü gibi, kendine saygı, yaş ve alternatifleri çekici bulma düzeyidir. Analiz sonucuna göre bu üç değişkenin toplam varyanstaki sorumluluk oranı %12’dir ve bu oran anlamlıdır (F=19.993-451; p<0.05). Uyarlanmış R2 değeri ise 0.11’dir.
Yine Çizelge 3.13’de görüldüğü gibi, kıskançlık durumunda verilen bilişsel tepkilerin düzeyini en iyi yordayan değişkenler, kendine saygı, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve yaştır. Aşamalı regresyon analizi sonucuna göre bu üç değişkenin toplam varyanstaki sorumluluk oranı %10’dur ve bu anlamlı bir orandır (F=15.743-451; p<0.05). Uyarlanmış R2 değeri 0.09’dur.
3. 4. Kıskançlığın Olumlu ve Olumsuz Etkilerine İlişkin Görüşlere Katılma Düzeyiyle İlgili Bulgular Romantik Kıskançlık Ölçeği’nin Kıskançlığın Etkileri Alt Ölçeği kıskançlığın “olumlu” ve “olumsuz” etkilerine ilişkin çeşitli görüşleri yoklayan maddeleri içermektedir. Burada, öncelikle, kıskançlığın böylesi etkileri ile ilgili görüşlere katılma düzeyini ifade eden puanlar üzerinde cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişki türünün temel ve ortak etkilerine; ardından da yaş, ilişkinin süresi, kendine saygı ve ilişkiyle bağlantılı çeşitli değişkenler temelinde kıskançlığın olumlu ve olumsuz etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeylerinin yordanmasına ilişkin bulgulara yer verilmiştir.
170
3. 5. a. Cinsiyet, Cinsiyet Rolü Yönelimi ve İlişkinin Türünün Kıskançlığın Olumlu ve Olumsuz Etkilerine İlişkin Görüşlere Katılma Düzeyleri Üzerindeki Etkileri
Çizelge 3.14’de katılımcıların kıskançlığın olumlu etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeylerinin ortalama ve standart sapmaları görülmektedir.
Çizelge 3. 14. Kıskançlığın Olumlu Etkilerine İlişkin Görüşlere Katılma Düzeyi Ortalamaları
ve Standart Sapmaları (parantez içinde belirtilmiştir). İlişkinin Türü
EVLİ
EVLİ DEĞİL
Genel
Cinsiyet Tiplemeli
n=64 X=3.23 (1.28)
n=69 X=3.74 (1.52)
n=133 X=3.49 (1.34)
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan
n=67 X=3.10 (1.22)
n=73 X=3.55 (1.52)
n=140 X=3.33 (1.14)
n=131 X=3.16 (1.37) n=45 X=3.43 (1.33) n=42 X=3.20 (1.13) n=87 X=3.31 (1.57) N=218 X=3.22 (1.36)
n=142 X=3.64 (1.34) n=43 X=3.54 (1.41) n=51 X=3.85 (1.32) n=94 X=3.71 (1.22) N=236 X=3.67 (1.25)
N=273 X=3.41 (1.34) n=88 X=3.48 (1.11) n=93 X=3.56 (1.32) N=181 X=3.52 (1.29) N=454 X=3.46 (1.32)
Cinsiyet
KADIN
Genel Cinsiyet Tiplemeli ERKEK
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan Genel
Genel
Çizelge 3.15’de kıskançlığın olumlu etkilerine katılma düzeyi puanlarına uygulanan varyans analizi sonuçları verilmiştir.
171
Çizelge 3. 15. Cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türüne göre kıskançlığın olumlu
etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi puanlarına uygulanan varyans analizi sonuçları Kaynak A
Kareler Topp. 1.067
S.D. 1
Ort. Kare 1.067
F 0.622
B
0.389
1
0.389
0.227
C
20.200
1
20.200
11.772*
AB
1.074
1
1.074
0.626
AC
0.280
1
0.280
0.163
BC
1.417
1
1.417
0.826
ABC
2.373
1
2.373
1.383
Hata
765.268
446
1.716
6214.875
454
Toplam A: Cinsiyet B: Cinsiyet Rolü Yönelimi C: İlişkinin Türü *p < 0.05
Çizelgeden de görülebileceği gibi, kıskançlığın olumlu etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi üzerinde ilişkinin türü (F1-446= 11.772) temel etkisi anlamlıdır. Çizelge 3.14’den, evli olmayanların kıskançlığın olumlu etkilerine katılma düzeyi puanları ortalamasının (3.67) evli olanlarınkinden (3.22) daha yüksek olduğu görülmektedir.
Çizelge 3.16’da katılımcıların kıskançlığın olumsuz etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeylerinin ortalama ve standart sapmaları görülmektedir.
172
Çizelge 3. 16.Kıskançlığın Olumsuz Etkilerine İlişkin Görüşlere Katılma Düzeyi Ortalamaları
ve Standart Sapmaları (parantez içinde belirtilmiştir). İlişkinin Türü
EVLİ
EVLİ DEĞİL
Genel
Cinsiyet Tiplemeli
n=64 X=4.85 (1.27)
n=69 X=4.78 (1.52)
n=133 X=4.82 (1.34)
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan
n=67 X=4.59 (1.22)
n=73 X=4.57 (1.52)
n=140 X=4.58 (1.14)
4.72 (1.57) n=131 n=45 X=4.42 (1.33) n=42 X=4.13 (1.13) 4.28 (1.64) n=87 3.54 (1.61) N=218
4.68 (1.29) n=142 n=43 X=4.50 (1.41) n=51 X=4.41 (1.32) 4.45 (1.29) n=94 4.58 (1.33) N=236
4.70 (1.43) N=273 n=88 X=4.45 (1.11) n=93 X=4.28 (1.32) 4.37 (1.51) N=181 4.57 (1.48) N=454
Cinsiyet
KADIN
Genel Cinsiyet Tiplemeli ERKEK
Cinsiyet Tiplemeli Olmayan Genel
Genel
Kıskançlığın olumsuz etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi puanlarına uygulanan varyans analizi sonuçları Çizelge 3.17’de görülmektedir.
173
Çizelge 3.17. Kıskançlığın olumsuz etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi puanlarına
uygulanan varyans analizi sonuçları Kaynak A
KarelerTop. 12.402
S.D. 1
Ort. Kare 12.402
F 5.720*
B
4.910
1
4.910
2.264
C
0.471
1
0.471
0.217
AB
0.067
1
0.067
0.031
AC
1.356
1
1.356
0.626
BC
0.410
1
0.410
0.189
ABC
0.149
1
0.149
0.069
Hata
967.057
446
2.168
Toplam
10456.918
454
A: Cinsiyet B: Cinsiyet Rolü Yönelimi C: İlişkinin Türü *p < 0.05 Analiz sonucuna göre yalnızca cinsiyet (F1-446=5.720) temel etkisi anlamlıdır. Ortalamalara bakıldığında (Çizelge 3.16), kadınların kıskançlığın olumsuz etkilerine ilişkin görüşlere ilişkin maddelere daha yüksek düzeyde katıldıkları anlaşılmaktadır.
İlişkinin türü ve cinsiyet rolü yönelimi temel etkileri ile ortak etkiler anlamlı değildir.
3. 4. b. Kıskançlığın Olumlu ve Olumsuz Etkilerine İlişkin Görüşlere Katılma Düzeylerinin Yordanmasına İlişkin Bulgular Katılımcıların kıskançlığın olumlu ve olumsuz etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeylerini yordayan değişkenleri belirlemek amacıyla yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi temel alınarak regresyon analizleri yapılmıştır.
Çizelge 3. 18. Kıskançlığın Etkileri Alt Ölçeği puanlarına uygulanan aşamalı regresyon analizi sonuçları Yordanan Değişken
Yordayıcı değişkenler
B
SB
Beta
t
174
Olumlu Etkiler
Yaş Kendine Saygı
-0.25 -0.35
0.06 0.10
-0.20 -0.16
-4.55 -3.60
R2= 0.08, Uyarlanmış R2= 0.08, p<0.05
Çizelge 3.18’deki sonuçlara göre, kıskançlığın olumlu etkileriyle ilgili görüşlere katılma düzeyini en iyi yordayan değişkenler yaş ve kendine saygıdır. Analiz sonucuna göre bu iki değişkenin toplam varyanstaki sorumluluk oranı %8’dir ve bu anlamlı bir değerdir (F=18.192-452; p<.05). Uyarlanmış R2 değeri ise 0.08’dir.
Kıskançlığın olumsuz etkilerinin ise temel alınan değişkenlerden herhangi biri tarafından yordanmadığı görülmüştür.
3. 5. Kıskançlıkla Başetme Yöntemlerine İlişkin Bulgular Romantik Kıskançlık Ölçeği’nin Kıskançlıkla Baş Etme Yöntemleri Alt Ölçeği daha önce de belirtildiği gibi yapıcı (bağlılık ve konuşma) ve yıkıcı (çıkış ve umursamama) yöntemleri içermektedir. Burada, öncelikle, kıskançlıkla baş etmede yıkıcı ve yapıcı yöntemlere başvurma sıklıklarına ilişkin puanlar üzerinde cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişki türünün temel ve ortak etkilerine; ardından da yaş, ilişkinin süresi, kendine saygı ve ilişkiyle bağlantılı çeşitli değişkenler temelinde kıskançlıkla baş etmede yıkıcı ve yapıcı yöntemlere başvurma sıklıklarına ilişkin puanların yordanmasıyla ilgili bulgulara yer verilmiştir.
3. 5. a. Cinsiyet, Cinsiyet Rolü Yönelimi ve İlişkinin Türünün Kıskançlıkla Baş Etme Yöntemleri Üzerindeki Etkileri Çizelge 3.19’da katılımcıların kıskançlıkla baş etmede yapıcı yöntemlere başvurma puanlarının ortalamaları ve standart sapmaları verilmiştir. Çizelge 3. 19. Katılımcıların kıskançlıkla baş etmede yapıcı yöntemlere başvurma puanlarının
ortalamaları ve standart sapmaları (parantez içinde belirtilmiştir) İlişkinin Türü Cinsiyet
EVLİ
EVLİ DEĞİL
Genel
175
Cinsiyet tiplemeli Cinsiyet tiplemeli olmayan
KADIN
Genel Cinsiyet tiplemeli ERKEK
Cinsiyet tiplemeli olmayan
Genel Genel
X=3.29 n=69 (1.11)
X= 3.01 n=64 (1.18)
X=3.15 N=133 (1.15)
X=3.09 n=73 (0.93) X=3.19 N=142 (1.02)
X=3.02 n=67 (1.08)
X=3.06 N=140 (0.99)
X=3.01 N=131 (1.13)
X=3.10 N=273 (1.079)
X=2.63 n=43 (0.99) X=2.87 n=51 (0.99) X=2.76 N=94 (0.97)
X=2.60 n=45 (1.11) X=2.56 n=42 (0.95)
X=2.61 N=88 (1.02) X=2.73 N=93 (0.98)
X=2.58 N=87 (1.03)
X=2.68 N=181 (0.99)
X=3.02 N=236 (1.02)
X=2.84 N=218 (1.11)
X=2.93 N=454 (1.07)
Çizelge 3.20’de kıskançlıkla baş etmede yapıcı yöntemlere başvurma puanlarına uygulanan varyans analizi sonuçları görülmektedir.
Çizelge 3. 20. Cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türüne göre kıskançlıkla baş etmede
yapıcı yöntemlere başvurma puanlarına uygulanan varyans analizi sonuçları Kaynak A
Kareler Top. 855.53
S.D. 1
Ort. Kare 855.53
F 18.98*
B
14.41
1
14.40
0.32
C
173.08
1
173.08
3.84*
AB
12.59
1
12.58
0.27
AC
92.27
1
92.26
2.04
BC
0.26
1
0.26
0.00
ABC
83.09
1
83.09
1.84
Hata
20094.69
446
45.05
21368.59
453
Toplam A: Cinsiyet B: Cinsiyet Rolü Yönelimi C: İlişkinin Türü *p < 0.05
176
Çizelgede görüldüğü gibi, kıskançlıkla baş etmede yapıcı yöntemlere başvurma puanlarına uygulanan varyans analizi cinsiyet temel etkisinin anlamlı olduğunu göstermiştir (F1-446= 18.98). Kadınların puanları ile erkeklerinki arasındaki fark anlamlıdır (ortalamalar sırasıyla 3.10 ve 2.68’dir). Böylece, kadınların kıskançlıkla baş etmede erkeklerden daha sık yapıcı yöntemlere başvurdukları anlaşılmaktadır.
Aynı zamanda, varyans analizi kıskançlıkla baş etmede yapıcı yöntemlere başvurma puanları üzerinde ilişkinin türü temel etkisinin de anlamlı olduğunu göstermiştir (F1-446= 3.84). Çizelge 3.19’da da görüldüğü gibi evlilerin ortalaması evli olmayanlarınkinden yüksektir. Bu da evlilerin kıskançlıkla baş etmede evli olmayanlara kıyasla yapıcı yöntemlere daha sık başvurduklarını göstermektedir.
Çizelge 3.21’de katılımcıların kıskançlıkla baş etmede yıkıcı yöntemlere başvurma puanlarının ortalamaları ve standart sapmaları verilmiştir.
Çizelge 3. 21. Katılımcıların kıskançlıkla baş etmede yıkıcı yöntemlere başvurma puanlarının
ortalamaları ve standart sapmaları (parantez içinde belirtilmiştir) İlişkinin Türü Cinsiyet
Cinsiyet tiplemeli KADIN
Cinsiyet tiplemeli olmayan
Genel Cinsiyet tiplemeli ERKEK
Cinsiyet tiplemeli olmayan Genel
Genel
EVLİ
EVLİ DEĞİL
Genel
X=1.90 n=45 (0.90)
X=2.08 n=43 (0.72)
X=1.92 N=88 (0.78)
X=1.60 n=42 (0.75)
X=2.19 n=51 (.78)
X=1.92 N=93 (0.82)
X=1.88 N=87 (0.85) X= 1.88 n=64 (0.81) X=2.02 n=67 (.89) X=1.95 N=131 (0.85) X=1.87 N=218 (0.85)
X=2.16 N=94 (0.80) X=2.14 n=69 (0.80) X=2.28 n=73 (0.93) X=2.21 N=142 (0.85) X=2.16 N=236 (0.80)
X=1.92 N=181 (0.80) X=2.02 N=140 (0.79) X=3.06 N=140 (0.99) X=2.02 N=133 (0.83) X=2.02 N=454 (0.84)
177
Çizelge 3.22’de de kıskançlıkla baş etmede yıkıcı yöntemlere başvurma puanlarına uygulanan varyans analizi sonuçları görülmektedir.
Çizelge 3. 22. Cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türüne göre kıskançlıkla baş etmede
yıkıcı yöntemlere başvurma puanlarına uygulanan varyans analizi sonuçları Kaynak A
Kareler Top. 713.09
S.D. 1
Ort. Kare 713.08
F 6.27*
B
198.10
1
198.10
C
1169.01
1
1169.00
AB
85.05
1
85.05
0.74
AC
163.80
1
163.80
1.44
BC
301.29
1
301.29
2.64
ABC
306.09
1
306.09
2.69
Hata
50719.74
446
113.72
53555.95
453
Toplam
1.72 10.28*
A: Cinsiyet B: Cinsiyet Rolü Yönelimi C: İlişkinin Türü *p < 0.05
Çizelgede görüldüğü gibi, kıskançlıkla baş etmede yıkıcı yöntemlere başvurma puanlarına uygulanan varyans analizi cinsiyet temel etkisinin anlamlı olduğunu göstermiştir (F1-446= 6.27). Kadınların puanları ile erkeklerinki arasındaki fark anlamlıdır (ortalamalar sırasıyla 1.92 ve 2.02’dir). Böylece, erkeklerin kıskançlıkla baş etmede kadınlardan daha sık yıkıcı yöntemlere başvurdukları anlaşılmaktadır.
Aynı zamanda, varyans analizi kıskançlıkla baş etmede yıkıcı yöntemlere başvurma puanları üzerinde ilişkinin türü temel etkisinin de anlamlı olduğunu göstermiştir (F1-446= 10.28). Çizelge 3.21’de de görüldüğü gibi evli olmayanların ortalaması evlilerinkinden yüksektir. Bu da evli olmayanların kıskançlıkla baş etmede evlilere kıyasla yıkıcı yöntemlere daha sık başvurduklarını göstermektedir.
178
3. 5. b. Kıskançlıkla Baş Etme Yöntemlerinin Yordanmasına İlişkin Bulgular Katılımcıların kıskançlıkla baş etme yöntemlerini yordayan değişkenleri belirlemek amacıyla yaş, kendine saygı, ilişkinin süresi, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi, ilişkide kendini güvende hissetme düzeyi, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve tekeşliliği savunma düzeyi temel alınarak regresyon analizleri yapılmıştır.
Çizelge 3. 23. Kıskançlıkla Baş etme Yöntemleri Alt Ölçeği puanlarına uygulanan aşamalı regresyon analizi sonuçları
Yordanan Değişkenler
Yordayıcı değişkenler
Yapıcı Yöntemler
Kendine Saygı İlişkinin Süresi Tekeşliliği Savunma Kendine Saygı İlişkinin Süresi
Yıkıcı Yöntemler
B -0.27 -0.01 0.57 -0.5 -0.03
SB
Beta
0.06 0.01 0.21 0.10 0.01
-0.20 -0.14 0.12 -0.24 0.21
t -4.33 -3.14 2.70 -5.32 -4.55
R2= 0.07, Uyarlanmış R2=0.07, p<0.05
Çizelge 3.23’deki sonuçlara göre kıskançlıkla baş etmek için yapıcı yöntemlere başvurmayı en iyi yordayan değişkenler kendine saygı, ilişkinin süresi ve tekeşliliği savunma düzeyidir. Aşamalı analiz sonucuna göre bu üç değişkenin toplam varyanstaki sorumluluk oranı %7’dir ve bu anlamlı bir değerdir (F=11.853-451; p<.05). Uyarlanmış R2 değeri ise 0.07’dir.
Kıskançlıkla baş etmek için yıkıcı yöntemlere başvurmayı ise en iyi kendine saygı ve ilişkinin süresi yordamaktadır. Analiz sonucuna göre bu iki değişkenin toplam varyanstaki sorumluluk oranı %10’dur ve bu anlamlı bir değerdir (F=25.922-452; p<.05). Uyarlanmış R2 değeri ise 0.10’dur.
3. 8. Daha Çok Kıskançlığa Yol Açtığı Belirtilen Tetikleyici Türü (Cinsel ve Duygusal Aldatılma) Seçimi İle İlgili Bulgular
179
3. 8. a. Daha çok kıskançlık yaşanmasına yol açtığı belirtilen tetikleyici türü (cinsel aldatılma/duygusal aldatılma) ile cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türü arasındaki bağlantılar Bu çalışmada, daha önce de belirtildiği gibi katılımcılara cinsel ve duygusal aldatılma olmak üzere iki seçenek verilmiş ve hangisinin kendilerinde daha çok kıskançlığa yol açtığını belirtmeleri istenmiştir. Bu soruya verilen yanıtla cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi ve ilişkinin türü arasındaki ilişkiyi görmek için veriler chi kare tekniğiyle çözümlenmiştir.
Çizelge 3.24’de katılımcıların cinsiyet ve seçtikleri tetikleyici türüne göre dağılımları görülmektedir. Chi kare analizi, belirtilen bu iki durumdan birini işaretlemeleri ile cinsiyet arasında anlamlı bir bağlantının bulunduğunu göstermiştir (X2=50.82). Çizelgede de görüldüğü gibi, kadınlar duygusal erkeklerse cinsel aldatılma karşısında daha çok kıskançlık duyacaklarını belirtmişlerdir.
Çizelge 3. 24. Katılımcıların Cinsiyet ve Seçtikleri Tetikleyici Türüne Göre Dağılımı Tetikleyici Türü Cinsiyet
DUYGUSAL
CİNSEL
Toplam
KADIN
n=209 %76.6
n=64 %23.4
N=273 %100
ERKEK
n=79 %43.6
n=102 %56.4
N=181 %100
Toplam
N=288 %63.4
N=166 %36.6
N=454 %100
Katılımcıların cinsiyet rolü yönelimi ve seçtikleri tetikleyici türüne göre dağılımları aşağıdaki çizelgede yer almaktadır (Çizelge 3.25). Chi kare analizi cinsiyet rolü yönelimiyle seçilen tetikleyici türü arasında anlamlı bir bağlantının olmadığını göstermiştir.
Çizelge 3. 25. Katılımcıların Cinsiyet Rolü Yönelimi ve Seçtikleri Tetikleyici Türüne Göre
Dağılımı
180
Tetikleyici Türü Cinsiyet Rolü Yönelimi
DUYGUSAL
CİNSEL
n=144
n=77
CİNSİYET TİPLEMELİ
%65.2
%34.8
CİNSİYET TİPLEMELİ
n=144
n=89
DEĞİL
%61.8
%38.2
N=233
N=288
N=166
N=454
%63.4
%36.6
%100
Toplam
Toplam
N=221
Çizelge 3.26’da da katılımcıların ilişkinin ve seçtikleri tetikleyicinin türüne göre dağılımları verilmiştir. Veriler yine chi kare yöntemiyle çözümlenmiş ve bu iki değişken arasında da anlamlı bir bağlantının olmadığı görülmüştür.
Çizelge 3. 26. Katılımcıların İlişkinin Türü ve Seçtikleri Tetikleyici Türüne Göre Dağılımı Tetikleyici Türü İlişkinin Türü EVLİ EVLI DEĞIL Toplam
DUYGUSAL
CİNSEL
Toplam
n=131
n=87
N=218
%60.1
%39.9
%100
n=157
n=79
N=236
%66.5
%33.5
%100
N=288
N=166
N=454
%63.4
%36.6
%100
181
BÖLÜM 4
TARTIŞMA Daha önce de belirtildiği gibi bu araştırmada, yakın ilişkisi olan bireylerin; belirttikleri kıskançlık düzeyi, kıskançlık durumunda verdikleri fiziksel, duygusal ve bilişsel tepkilerin düzeyi, kıskançlığın olumlu ve olumsuz etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi ve kıskançlıkla başetme yöntemlerinden her birine başvurma sıklığı ile çeşitli bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenler arasındaki ilişkiler incelenmiştir.
Bu bölümde buraya kadar verilen bulgular tartışılmıştır.
4. 1. Belirtilen Kıskançlık Düzeyi Cinsiyetin “belirtilen kıskançlık düzeyi” üzerinde etkili olmadığı, yani, kadınlarla erkeklerin bu bakımdan farklılaşmadıkları görülmüştü. Bu bulgu, Pines ve Aronson’un (1983) ve Pines ve Freidman’ın (1998) bulgularıyla tutarlıdır. Kadınların, kıskançlık düzeylerini belirtmeleri istendiğinde 7 bölümlü bir ölçek üzerinden elde ettikleri ortalamanın 4.90 (S.=1.59), erkeklerin ortalamasının ise 4.98 (S.=1.81) olduğu görülmektedir. Bu ortalamalar, hem kadınların hem de erkeklerin kendilerini oldukça kıskanç bulduklarını göstermektedir.
Aynı şekilde, cinsiyet rolü yöneliminin de “belirtilen kıskançlık düzeyi”ni etkilemediği, yani, cinsiyet tiplemeli olanlarla olmayanların belirttikleri kıskançlık düzeyi açısından farklılaşmadıkları ortaya çıkmıştı. Daha önce de belirtildiği gibi, Hansen (1982, 1991) cinsiyet tiplemeli bireylerin cinsiyet tiplemeli olmayanlardan daha kıskanç oldukları sonucuna varmıştır. Bu görüşe uygun olarak, White (1980) kıskançlığı “güç” kavramıyla ilişkilendirmekte ve geleneksel olarak, kadınların ilişki içinde genellikle daha az güç sahibi oldukları varsayımından yola çıkarak, geleneksel cinsiyet rolü yönelimine (cinsiyet tiplemeli) sahip kadınların daha kıskanç olmalarının beklendiğini belirtmiştir. Bringle ve arkadaşları da (1979) cinsiyet tiplemeli kadınların cinsiyet tiplemeli olmayanlardan daha kıskanç olduklarını göstermişlerdir. Ancak bu çalışmanın sonuçları, bu bulgu ve beklentilerle tutarlı değildir. Belirtilen kıskançlık düzeyi açısından, cinsiyet rolü yönelimi temel etkisi ve aynı zamanda
182 cinsiyet/cinsiyet rolü yönelimi ortak etkisi anlamlı bulunmamıştır. Yine de bu sonuç, daha önce aynı yöntemle, doğrudan, belirtilen kıskançlık düzeyiyle bu değişkenler arasındaki ilişkinin araştırıldığı başka bir çalışmanın olmaması nedeniyle önemli bir bulgudur.
İlişkinin türünün belirtilen kıskançlık düzeyi üzerinde etkili olduğu görülmektedir: Evli olmayanlar kendilerini evlilerden daha kıskanç bulmaktadırlar. İlişkinin türüyle belirtilen kıskançlık düzeyi arasındaki ilişki daha önce başka bir çalışmada ele alınmamıştır. Bu sonuç, aşağıda ayrıca değinilecek olan “ilişkinin süresi ve yaşla belirtilen kıskançlık düzeyi arasındaki anlamlı ilişkiler”le birlikte düşünüldüğünde daha da anlamlı hale gelmektedir.
Ayrıca, evli olmayan kadınların belirttikleri kıskançlık düzeyi, evlilerinkinden daha yüksektir. Bu bulgu, Buunk (1980)’un bulgusuyla tutarlıdır. Buunk (1980) bunu, “evliliğin kadınların kendilerini güvende hissetmelerine yol açıyor olması”yla açıklamıştır. Öyle görülüyor ki kadınlar evlendikten ve eşlerinin kendilerini gözden çıkarıp bir rakiple kalıcı bir ilişkiye giremeyecek kadar ilişkiye bağlandıklarını düşünmeye başladıktan sonra daha az kıskançlık duymaya başlamaktadırlar.
Öte yandan, evli kadınlar evli erkeklerden daha yüksek bir kıskançlık düzeyi belirtmişlerdir. Buunk (1981) da evlilik ilişkisi içinde, kadınların erkeklerden daha kıskanç olmalarını beklediğini belirtmiştir. Ona göre erkek çok eşlidir ve ilişkisinde herhangi bir problem yaşadığında kolaylıkla başka bir kadına yönelebilir ve arkada bıraktığı kadının başka bir erkekle yaşayacağı beraberliği de umursamayabilir. Ancak, kadın tekeşli olduğu ve ilişkiye cinsellikten öte duygusal anlamlar yüklediği için, bunca yatırım yaptığı ilişkisini bir rakibin sona erdirmesi ve eşini elinden alması riski karşısında daha fazla kıskançlık duymalıdır.
Yaş, ilişkiden alınan doyum düzeyi ve eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyinin belirtilen kıskançlık düzeyini en iyi yordayan değişkenler olduğu görülmüştür.
Kıskançlık düzeyiyle yaş arasında olumsuz bir ilişki bulunmuştur. Bu bulgu daha önceki araştırma sonuçlarıyla tutarlıdır (örn.: Bringle ve arkadaşları 1977; Bringle ve Williams 1979; Mathes, Phillips, Skowran ve Dick, 1982). Ayrıca Sullivan (1953) da, yaşla ve olgunlaşmayla birlikte
183 kıskançlığın azaldığını savunmaktadır. Bu durumu, Mathes’in (1992) de ifade ettiği gibi, yaşla birlikte artan ilişki deneyimine bağlamak mümkündür.
Önemli diğer bir sonuç da, ilişkisel doyumla belirtilen kıskançlık düzeyi arasında olumlu bir ilişkinin bulunmuş olmasıdır. İlişkisel doyum arttıkça kıskançlığın azaldığını da (Andersen ve Eloy, 1995; Guerrero ve Eloy, 1992; Pines ve Aronson, 1983; White ve Mullen, 1989), arttığını da gösteren çalışmalar vardır (Buunk,1981, 1986; Hansen, 1983). Bu çalışmada iki değişken arasında belirlenen olumlu ilişki, Sosyal Mübadele Kuramı bakış açısından, ilişkinin tehlikeye girmesi durumunda, ilişkiden daha büyük ödüller elde ettikleri için ilişkisel doyumu yüksek bireylerin kaybedecek daha çok şeylerinin olması ve bu nedenle daha çok kıskançlık duyuyor olmaları biçiminde yorumlanabilir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, kıskançlık düzeyini en iyi yordayan değişkenlerden biri de eşini fiziksel olarak
çekici bulma düzeyidir. Eşin fiziksel çekiciliği arttıkça kıskançlığın da arttığı
görülmektedir. Bunun nedeni eşin fiziksel çekiciliğinin “ödüllendiriciliği”, dolayısıyla ilişkinin tehlikeye girmesinin birey için daha büyük bir tehdit olarak değerlendirilmesi olabilir. Transaksiyonel Yaklaşım’ın da işaret ettiği gibi, kıskançlık ilişkisel ödüllerin kaybedilmesi ya da azalması tehlikesi söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, belki de bireyler fiziksel çekiciliği yüksek olan bir eşin yeni bir ilişkiye (diğerleri için de ödüllendirici olabileceğinden) istediği takdirde daha kolay girebileceğine inanıyor, bu nedenle de daha kıskanç davranıyor olabilirler.
4. 3. Tüm Kıskançlık Tetikleyicilerine Gösterileceği Belirtilen Toplam Kıskançlık Düzeyi Kıskançlık tetiklendiğinde erkekler daha fazla kıskançlık belirtmektedirler. Bu bulgu, Pines ve Aronson’unkilerle (1983) uyuşmaz görünmektedir. Romantik Kıskançlık Ölçeği’nin Kıskançlık Tetikleyicileri Alt Ölçeği, daha önce de belirtildiği gibi; bir partide eşin sergileyebileceği “kıskançlığı
184 tetikleyebilecek” davranışları, farklı yakınlık derecelerindeki bireylerle eşin cinsel birlikteliğini ve eşin karşı cinsten birisiyle yakınlık kurup flört etmesini içeren tetikleyici durumları anlatan maddelerden oluşmaktadır. Uygulama sırasında, erkek katılımcıların büyük çoğunluğu tüm maddelerde, özellikle de cinsel aldatılmayla ilgili maddelerde sesli olarak, öfke duyduklarını, bu durumu çok kıskanacaklarını, asla kabullenmeyeceklerini belirtmişler, bir kısmının da bu alt ölçeğe, “onu yaşatmam”, “keserim”, “ikisini de öldürürüm” gibi notlar düştükleri görülmüştür.
Araştırmalar bu boyutta önemli kültürel faklılıklara işaret etmektedir (Harris ve Christenfeld, 1996). Mead’in (1977) öne sürdüğü gibi kültürel değerler ve toplumun çok eşliliğe ve aldatılmaya yüklediği anlamlar arasında önemli farklılıklar vardır. Öyle ki bazı toplumlarda erkek için eşini bir başkasıyla paylaşmak onur kırıcı ve kıskançlık yaratacak bir durum olarak değil, gurur verici bir yaşantı, uyulması gereken bir görenek olarak değerlendirilmektedir. Bazı kültürlerde ise kadının eşinden başka biriyle flört etmesi ya da cinsel beraberlik yaşaması, toplumdan dışlanmasına ve hatta öldürülmesine neden olmaktadır (Buunk, Angleitner, Oubaid ve Buss, 1996; DeSteno ve Salovey, 1996). Bilişsel-Olgusal Kuram’ın da işaret ettiği gibi, cinsel açıdan daha tutucu, tek eşlilikten yana kültürlerde bir rakibin varlığı daha çok stres yaratacağı için daha fazla kıskançlığa yol açmaktadır. Bu bulgunun Pines ve Aronson’un sonuçlarıyla çelişiyor olmasını, çalışmalarının yapıldığı Amerikan kültürüyle kıyaslandığında, Türk kültürünün, cinsel açıdan daha tutucu ve tek eşlilikten yana olduğunu kabul edersek, kültürel farklılıklarla açıklamak mümkündür.
Ayrıca, birçok araştırmacı, bu konuda cinsiyete bağlı bir farklılığa işaret etmekte, kadınların ilişkiye, erkeklerinse kendine saygıya yönelik tehditler karşısında daha çok kıskançlık yaşadıklarını ileri sürmektedirler (Bryson 1991; Rusbult, 1987). Bu bulgu, belki, bu araştırmanın erkek katılımcılarının, kültür ve eğitimin de etkisiyle iki tür tetikleyiciyi de kendine saygıya yönelik bir tehdit olarak algılamalarından kaynaklanıyor olabilir.
Kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyi üzerinde cinsiyet ve ilişkinin türü ortak etkisinin de anlamlı olduğu görülmüştür. Ortak etkiler araştırıldığında evli olmayan kadınların tetikleyiciler karşısında evli olanlardan daha fazla kıskançlık belirttikleri görülmüştür. Bu bulgu
185 Buunk’un (1980) bulgusuyla tutarlıdır ve bu durum yine evliliğin kadınlara ilişkisel boyutta güven aşılıyor olmasına bağlanabilir.
İlişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, yaş, eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi ve kendine saygı kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyini en iyi yordayan değişkenlerdir.
İlişkinin geleceğine yönelik beklenti ile kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyi arasında olumlu bir ilişki bulunmuştur. Bu da ilişkilerinin daha uzun sürmesini bekleyen bireylerin tetikleyiciler karşısında daha çok kıskançlık belirttiklerine işaret etmektedir. Kıskançlığın “değer verilen bir ilişkiye yönelik tehditlere verilen bir tepki” olarak tanımlandığı dikkate alındığında, ilişkilerinin uzun yıllar sürmesini bekleyen bireylerin daha fazla kıskançlık belirtiyor olmaları (bunu ilişkiye verilen değerin bir göstergesi olarak kabul edersek) beklenen bir durumdur.
Yaşla kıskançlık tetikleyicilerine verilen tepkiler arasında olumsuz bir ilişki görülmektedir. Bu da bizi, önceki araştırma sonuçlarıyla tutarlı olarak, kıskançlığın yaşla birlikte azaldığı sonucuna götürmektedir.
Belirtilen kıskançlık düzeyi ile ilgili bulgularda olduğu gibi, kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyi ile eşin fiziksel çekiciliğine yönelik değerlendirme arasında da olumlu bir ilişki vardır. Bu durum eşin fiziksel çekiciliğinin “ödüllendiriciliği” ile açıklanabilir.
Daha önceki araştırmaların büyük çoğunluğunda olduğu gibi (örn.: Buunk, 1982a, Stewart ve Beatty 1985) bu araştırmada da kendine saygıyla kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyi arasında olumsuz bir ilişki olduğu sonucuna varılmıştır. Bulgular, kendine saygısı düşük olanların yüksek olanlardan daha kıskanç olduklarını göstermiştir. Bu sonuç da, kendine saygısı düşük olanların kıskançlık yaratan durumlar karşısında daha yaralanabilir olmalarına bağlanabilir.
4. 4. Kıskançlık Durumunda Verileceği Belirtilen Fiziksel, Duygusal ve Bilişsel Tepkiler
186 Kıskançlık durumunda, kadınların erkeklerden daha şiddetli fiziksel, duygusal ve bilişsel tepki verdiklerini belirttikleri görülmüştür. Bu bulgu Pines ve Aronson’un (1983) bulgularıyla tutarlıdır. Ayrıca, daha önce de belirtildiği gibi birçok başka araştırmacı da benzer sonuçlara ulaşmıştır (örn.: Clanton ve Smith, 1977; Shettel-Neuber, Bryson ve Young, 1978). 1. Bölümde de söz edildiği gibi, Clanton ve Smith (1977) de, kıskançlık durumunda verilen tepkiler açısından önemli cinsiyet farklılıkları olduğunu belirtmekte; kadınların duygusal, fiziksel ve bilişsel olarak bu durumdan daha çok etkilendiklerini belirtmektedirler.
Bu araştırmada, daha önce belirtildiği gibi, kıskançlık düzeyiyle ilgili bulgular evli olmayanların evli olanlardan daha kıskanç oldukları sonucunu göstermişti. Bununla tutarlı olarak, evli olmayan bireylerin evlilere kıyasla kıskançlık durumunda daha güçlü fiziksel ve duygusal tepkiler verdikleri görülmektedir. Bu sonuç, Guerrero ve arkadaşlarının (1993) sonuçlarıyla tutarlıdır; onlar da araştırmaları sonucunda evlilerle karşılaştırıldığında evli olmayanların kıskançlığa daha güçlü duygusal ve fiziksel tepkiler verdiklerini görmüşlerdir. Bu da evliliğin ilişkiye, eşe ve ilişki içinde öze duyulan güveni artırıyor olması ile açıklanabilir.
Cinsiyet rolü yönelimi açısından bakıldığında ise, belirtilen kıskançlık düzeyi ile ilgili bulgularda olduğu gibi, cinsiyet tiplemeli bireylerle cinsiyet tiplemeli olmayanların kıskançlık durumunda verdikleri fiziksel, duygusal ve bilişsel tepkilerin düzeyleri farklılaşmamaktadır.
Aşamalı regresyon analizi sonucuna göre, genel olarak, kıskançlık durumunda verilen her üç tür tepki düzeyini en iyi yordayan değişkenler kendine saygı, ilişkinin süresi ve alternatifleri çekici bulma düzeyidir. Bu üç değişkenle kıskançlık durumunda verilen tepki düzeyleri arasında olumsuz ilişkiler vardır.
Daha önce de belirtildiği gibi, kendine saygıyla kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyi arasında da olumsuz bir ilişki görülmüştür. Aynı şekilde, kıskançlık durumunda kendine saygıdaki düşüşle birlikte kıskançlığa verilen tepki düzeyinin artıyor olması da beklendik bir sonuçtur. Bu bulgu da yine, kendine saygısı düşük olanların bu tür yaşantılar karşısında daha çok yaralanabilir olmalarına bağlanabilir.
187
Olumsuz diğer bir korelasyon da ilişkinin süresiyle her üç tür (fiziksel, duygusal, bilişsel) tepki düzeyi arasında belirlenmiştir. Bu sonuç, ilişkinin süresi arttıkça kıskançlık durumunda verilen fiziksel, duygusal ve bilişsel tepkilerin gücünün azaldığını göstermektedir. Kıskançlıkla ilgili diğer araştırmalardan da genelde benzer sonuçlar alınmıştır. İlişkinin süresi arttıkça eşe ve ilişkiye duyulan güvenin arttığını varsayarsak bunlar beklenen bulgulardır. Buunk’a (1980) göre, ilişkinin süresi arttıkça eşin karşısına çıkacak sorunlara ve diğer kişilere rağmen ilişkide kalacağına yönelik inanç güçlenmektedir. Dahası, ilişkinin süresiyle birlikte yaşın etkileri ve Perlman ve Duck’ın (1987) da belirttiği gibi, eşin algılanan fiziksel çekiciliğinin azalması da devreye girmektedir.
Alternatiflerin çekiciliği arttıkça kıskançlık durumunda verilen tepki düzeyleri azalmaktadır. Bu, Karşılıklı Bağımlılık Kuramı’na göre beklenen bir sonuçtur. Bu kurama göre, alternatiflerin çekiciliği bireyin ilişki içindeki bağımlılık düzeyiyle yakından ilişkilidir; alternatiflerin çekiciliği arttıkça bireyin ilişki içindeki bağımlılığı düşecek (Rusbult ve Arriaga, 1997) ve bağımlılığı düşük olan birey de daha az tepki verecektir (Mathes, 1992).
4. 5. Kıskançlığın Olumlu ve Olumsuz Etkileri İle İlgili Görüşlere Katılma Düzeyi 1. Bölümde de değinildiği gibi, kıskançlığın eşler ve ilişki üzerindeki etkileri pek araştırılmamıştır. Yalnızca Pines ve Aronson (1983) geliştirdikleri ve bu araştırmada da kullanılan Romantik Kıskançlık Ölçeği’ni kullanarak yaptıkları bir çalışmada kıskançlığın olumsuz etkilerinin cinsiyete bağlı olarak değiştiğini, kadınların da erkeklerin de genel olarak kıskançlığın etkilerinin daha çok olumsuz olduğunu düşündüklerini, ancak kadınların bazı maddelerden erkeklerden daha yüksek puanlar aldıklarını ortaya koymuşlardır. Bu çalışmada da benzer sonuçlara ulaşılmış, kadınların kıskançlığın olumsuz etkilerine ilişkin maddelere daha yüksek puanlar verdikleri görülmüştür. Bu sonuç, kadınların kıskançlığa fiziksel, duygusal ve bilişsel boyutlarda daha güçlü tepki verdikleri de dikkate alınarak, kıskançlık durumunda erkeklerden daha çok zarar görüyor ve daha çok yaralanıyor olmaları ile açıklanabilir.
İlişkinin türüyle kıskançlığın olumlu etkileri hakkındaki görüşlere katılma düzeyi arasındaki ilişkiye bakıldığında, evli olmayanlarda kıskançlığın olumlu etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi
188 evlilerde olduğundan yüksektir. Evli olmayanlar, kıskançlığın ilişkiye daha fazla heyecan kattığını, yaşamı daha ilginç, ilişkiyi daha sürekli kıldığını düşünmektedirler.
Kıskançlığın olumlu etkileriyle ilgili görüşlere katılma düzeyini en iyi yordayan değişkenler yaş ve kendine saygıdır.
Bulgular, yaşta ve kendine saygıdaki artışla birlikte kıskançlığın olumlu etkileriyle ilgili görüşlere katılma düzeyinin düştüğünü göstermektedir. Bu bulguları, yaştaki ve kendine saygıdaki artışın, bireylerin kıskançlık gibi ilişkide sorun yaratabilecek durumlarla daha rahat yüzleşebiliyor olmalarına yol açmasına ve bu nedenle kıskançlığı daha “olumlu” etkileri olan bir yaşantı olarak görüyor olmalarına bağlanabilir.
4. 6. Kıskançlıkla Başetme Yöntemleri Bulgular, kıskançlıkla baş etme yöntemleri üzerinde cinsiyet temel etkisinin anlamlı olduğunu göstermiştir. Kadınların kıskançlıkla baş etmede erkeklere kıyasla daha sık
yapıcı
yöntemlere, erkeklerinse kadınlara oranla daha sık yıkıcı yöntemlere başvurdukları görülmüştür.
Birçok çalışmada, genel olarak, kıskançlık yaşadıklarında kadınların erkeklerden daha “yapıcı” stratejiler izledikleri (akılcı tartışma, ilişkiyi iyileştirmeye çalışma gibi), erkeklerinse bağırma, terk etme, fiziksel şiddet uygulama gibi daha yıkıcı yöntemlere başvurdukları sonucuna varılmıştır (Brehm, 1992; Carson ve Cupach, 2000; Mathes, 1992). Ayrıca, birçok kuramsal yaklaşımda da bu yönde bir farklılık beklentisi dile getirilip nedenleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır (1. bölüme bakınız). Özellikle de Bryson (1991) ve Rusbult’un (1987) modelleri bu doğrultuda önemli açıklamalar getirmiştir; araştırmacılar, bu farklılıkları vurgulamakta ve buna neden olarak da kadınların ilişki yönelimli, erkeklerinse başarı yönelimli olmalarını göstermektedirler (Rusbult ve Bryson’ın modelleri sayfa 52-56 arasında ele alınmıştır).
Ayrıca, daha önceki bulgularla tutarlı olarak (örn.: Guerrero ve ark., 1993), ilişkinin türünün kıskançlıkla baş etmede benimsenen yöntemler üzerinde etkili olduğu da ortaya çıkmıştır. Evliler evli olmayanlara kıyasla daha sık yapıcı yöntemlere, evli olmayanlarsa evlilere kıyasla daha sık yıkıcı
189 yöntemlere başvurmaktadırlar. Transaksiyonel Yaklaşım’a göre, yatırım gerektiren bir ilişki içinde olan bireyin gelecekte ulaşacağı ilişkisel sonuçlara yönelik bir beklentisi vardır, dolayısıyla da ilişki zarar görür ya da sona ererse olası bazı kayıplarla karşılaşması söz konusudur. Evlilikte, ilişkiye yatırımın ve gelecekte ulaşılacak sonuçlara ilişkin beklentinin evlilik dışındaki ilişkilerde olduğundan daha yüksek olduğu açıktır (özellikle ekonomi ve zaman açısından) (Bringle, 1991). Bu durumda, bulguların da gösterdiği gibi, evlilerin evli olmayanlar gibi yıkıcı yöntemlere başvurarak bu kayıpları göze almaktansa, yapıcı yöntemlerle ilişkilerini (ve elbette yatırımlarını ve gelecekte elde edecekleri ödülleri) kurtarmaya çalışmaları daha anlamlı görünmektedir.
Kıskançlıkla baş etmek için yapıcı ve yıkıcı yöntemlere başvurmayı en iyi yordayan değişkenler kendine saygı ve ilişkinin süresidir.
Kendine saygıyla yapıcı yöntemlere başvurma sıklığı arasında olumlu, yıkıcı yöntemlere başvurma sıklığı arasında ise olumsuz bir ilişki olduğu görülmüştür; diğer bir ifadeyle kendine saygı arttıkça kıskançlıkla yapıcı yöntemlerle baş etme sıklığı artmakta, yıkıcı yöntemlere başvurma sıklığıysa azalmaktadır. Kıskançlıkla baş etme yöntemleriyle kendine saygı arasındaki ilişki konusunda daha önce yapılmış bir çalışmaya rastlanmamıştır. Ancak, özellikle Mead (1977), Sullivan (1953), White (1981a, 1981b), Bryson (1991) ve Rusbult (1987) gibi önemli kuramcıların açıklamaları ışığında, kendine saygısı düşük olanların yıkıcı, yüksek olanların da yapıcı baş etme yöntemlerini seçmelerini beklemek akla yakın görünmektedir.
İlişkinin süresiyle yapıcı baş etme yöntemlerine başvurma sıklığı arasında olumlu, yıkıcı baş etme yöntemlerine başvurma sıklığı arasında ise olumsuz ilişki vardır. Görüldüğü gibi, ilişkinin süresi arttıkça yıkıcı baş etme yöntemlerine başvurma sıklığı azalmakta, yapıcı baş etme yöntemlerine başvurma sıklığı ise artmaktadır. Bu araştırmada, daha önce açıklandığı gibi, ilişkinin süresiyle kıskançlık durumunda verilen fiziksel, duygusal ve bilişsel tepki düzeyleri arasında da olumsuz ilişkiler olduğu ortaya çıkmıştır. Bu bulgular, kuşkusuz, birlikte çok daha anlamlı hale gelmektedir. Şimdiye dek başka bir çalışmada, ilişkinin süresiyle kıskançlık arasındaki ilişki araştırılmamışsa da bu
190 çalışmada elde edilen sonuç daha önce özetlenen kuramsal yaklaşımlar ışığında beklentilere uygun görünmektedir. Aynı zamanda, özellikle Perlman ve Duck’ın (1987) da belirttiği gibi, uzun süreli ilişkilerde eşe, kendine ve ilişkiye duyulan güven artmakta ve eşin, tüm ilişkisel sorunlara ve rakiplere rağmen ilişkide kalacağına duyulan inanç güçlenmektedir.
4. 8. Daha Çok Kıskançlığa Yol Açtığı Belirtilen Tetikleyici Türü (Cinsel ve Duygusal Aldatılma) Seçimi Bulgulara göre, kadınlar duygusal, erkeklerse cinsel aldatılma karşısında daha çok kıskançlık duyacaklarını belirtmektedirler. Evrimsel yaklaşımın açıklamalarıyla tutarlı olan bu sonuç, Çin, Almanya, Japonya, Kore, Hollanda, İsveç ve Amerika’da yapılan çalışmalarda da elde edilmiştir (Buss ve ark., 1999; Cramer ve ark., 2001).
Evrimsel yaklaşıma göre erkek eşinin cinsel sadakatsizliği durumunda bir başkasının çocuğuna babalık etme olasılığıyla karşı karşıya kalmakta, bu nedenle de cinsel aldatılmayı duygusal aldatılmadan daha büyük bir tehdit olarak algılamaktadır. Kadın içinse, annelikle ilgili herhangi bir belirsizlik ya da kuşku durumu söz konusu olmadığı için cinsel açıdan aldatılmak da bu anlamda bir tehdit oluşturmamaktadır. Ancak, duygusal açıdan aldatılmanın, kadın için ilişkisini yitirme tehlikesi anlamına geldiği ve bu nedenle de kadınların böyle bir durumla karşı karşıya gelmekten daha çok rahatsızlık duydukları ve daha çok kıskançlık yaşadıkları ileri sürülmektedir (Buunk ve ark., 1996).
Ayrıca, bu sonucun, yani erkeklerin cinsel kadınlarınsa duygusal aldatılma durumunda daha çok kıskançlık duyacaklarını belirtiyor olmalarının kökeninde, erkeklerle kadınların yakın ilişkilere yaklaşımlarındaki ve yaptıkları yüklemelerdeki farklılıkların
yattığını söylemek de mümkündür
(Pines, 1998). Kadınlarla erkekler arasındaki psikolojik farklılıkları araştıran çalışmaların bir metaanalizi (Hyde, 1993), iki cins arasındaki en büyük farkın cinsellik anlayışında olduğunu göstermektedir. Kadınlar, cinselliği şefkat ve duygusal yakınlıkla, erkeklerse başarı, heyecan, denetim ve salt fiziksel rahatlamayla ilişkilendirmektedirler (Basow, 1992). Belki de erkekler kadınların cinselliğe şefkat ve duygusal yakınlık yüklediklerinin farkında olduklarından cinsel aldatılma durumunda daha çok kıskançlık duymakta, kadınlar da erkeklerin cinselliği çoğunlukla heyecan ve
191 fiziksel rahatlamayla ilişkilendirdiklerini düşündükleri için cinsel aldatılmadan çok duygusal aldatılma durumunda kıskançlık duymaktadırlar.
4.9. Sonuç ve Öneriler Bu çalışmanın bulguları, kısaca, kıskançlığın birçok boyutu açısından (kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyi, kıskançlık durumunda verilen fiziksel, duygusal ve bilişsel tepkilerin düzeyi, baş etme yöntemlerinden her birine başvurma sıklığı) bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenlere bağlı farklılıklara işaret etmektedir.
Bu sonuçlar, genelde, şimdiye kadarki sonuçlarla tutarlıdır. Ancak özellikle ilişkinin türü, cinsiyet rolü yönelimi ve bazı ilişkisel değişkenlerle kıskançlık arasındaki ilişkiler kapsamlı olarak ilk defa bu araştırmada ele alınmıştır. Ulaşılan sonuçlar, temel kuramsal yaklaşımlar ışığında beklenen sonuçlardır.
192 1. Bölümde de değinildiği gibi, kıskançlık tüm dünyada yeni yeni işlenmeye başlanan bir konudur. Türkiye’de ise, yalnızca iki araştırmacı tarafından (Öner, 2001; Karakurt, 2001) belirli değişkenlerle ilişkilerini görmek için sınırlı bir çerçevede araştırılmıştır. Bu nedenle kıskançlığın tanımından ilgili kuramsal yaklaşımlara kadar kapsamlı ve doyurucu açıklamalara yer veren çalışma sayısı oldukça sınırlıdır; bu çalışma bu eksikliği gidermede bir katkı amacı taşımaktadır.
Ayrıca, son yıllarda “yakın ilişkiler”le ilgili Sosyal Psikolojik çalışmaların büyük ilgi gördüğü göz önüne alındığında çalışmanın güncel ve önemli bir konuyu araştırdığı da söylenebilir.
Bu araştırmada, kıskançlığın ölçülmesi amacıyla geliştirilmiş en kapsamlı ölçek olan Romantik Kıskançlık Ölçeği Türkçe’ye uyarlanmıştır. Bu ölçeğin daha sonra yapılacak çalışmalara yardımcı olacağı düşünülmektedir. Ölçek yardımıyla kıskançlık değişik boyutlarıyla ölçülmüş ve birçok ilişkisel, bireysel ve durumsal değişkenle ilişkileri araştırılarak bulgular tartışılmıştır. Diğer bir deyişle, bu araştırma, kıskançlığın çok boyutlu yapısını ele alması açısından önemli sayılabilir. Ek olarak, bulgular, özellikle kendine saygı, cinsiyet ve ilişkinin türü ile kıskançlık arasındaki ilişkiler hakkında önemli ipuçları sunmaktadır.
Çalışmanın bulgularının, kıskançlığın yakın ilişkilerde şiddetle ve ilişkinin bitimiyle sonuçlanabildiği gerçeği dikkate alındığında özellikle klinik çalışmalara yol gösterici olabileceği düşünülmektedir; çünkü, bir sorunun çözümlenmesinde, sorunun altında yatan nedenlerin bilinmesi büyük ölçüde yardımcı olacaktır.
Ancak, kullanılan Romantik Kıskançlık Ölçeği araştırmanın amacına hizmet eder nitelikte olsa da, uzunluğu nedeniyle uygulama zorluğu yaratmıştır. Daha sonraki araştırmalarda ölçeğin kullanımını yalnızca bazı alt ölçeklerin kullanımıyla sınırlandırmak pratik yarar sağlayacaktır. Öte yandan, bu çalışmada, ilişkiden alınan doyum düzeyi, alternatifleri çekici bulma düzeyi gibi bazı ilişkisel ve bireysel değişkenler tek bir sorudan yola çıkılarak değerlendirilmiştir. Bu sınırlılığın, ilişkisel doyumu ve diğer özellikleri ölçme amacına hizmet eden yeni ölçeklerin geliştirilmesi ya da uyarlanması yoluyla giderilmesi yerinde olacaktır.
193 Kuramsal yaklaşımlar, denetim odağı ve ilişkisel yatırımın da kıskançlığı etkileyebileceğine işaret etmektedir. Kıskançlıkla bu değişkenler arasındaki ilişkileri açığa çıkaracak bir çalışma da yararlı olacaktır.
Kıskançlığın küçük öyküler, senaryolar ve/veya fotoğraflar yoluyla ölçülmesi de bu çalışmanın bulgularının genellenebilirlik ve geçerliği konusunda aydınlatıcı olabilir.
Ayrıca, çiftlerle yürütülecek bir çalışma da kıskançlığın farklı boyutlarını daha zengin bir şekilde ortaya koyabilir.
Özet
194 Kıskançlık yakın ilişkilerde en yaygın, güçlü ve yıpratıcı duygulardan biri olarak görülmektedir. Edebiyattan antropoloji, felsefe ve sosyolojiye kadar birçok alanda önemle üzerinde durulan bir konu olan kıskançlık, ancak son yıllarda sosyal psikoloji alanında hak ettiği ilgiyi görmeye başlamıştır.
Bu çalışmada, öncelikle kıskançlığın kapsamlı bir tanımı yapılmış, değişik yaklaşımların açıklamalarına yer verilmiş, daha sonra ilgili araştırma sonuçları kıskançlıkla bir dizi değişken arasındaki ilişkiler çerçevesinde sınıflandırılarak sunulmuştur.
Yakın ilişkilerde kıskançlıkla çeşitli bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenler arasındaki ilişkilerin incelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiş olan bu araştırmada veriler Pines ve Aronson’un Romantik Kıskançlık Ölçeği, Bem Cinsiyet Rolü Envanteri ve Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Pines ve Aronson’un Romantik Kıskançlık Ölçeği’nin Türkçe’ye uyarlama çalışmaları yapılmış, ölçeğin geçerli ve güvenilir olduğu sonucuna varılmıştır.
Araştırma grubunu yakın ilişkisi olan (evliler ve evli olmayanlar) 454 kişi oluşturmuştur.
Araştırmanın bulguları aşağıdaki gibi özetlenebilir;
1.
İlişkinin türü ile cinsiyetin belirtilen kıskançlık düzeyi üzerinde etkileri olduğu görülmüştür. Evli olmayanlar kendilerini evlilerden, evli olmayan kadınlar evli kadınlardan, evli kadınlar da evli erkeklerden daha kıskanç bulmaktadırlar. Yaş, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti düzeyi, ilişkiden alınan doyum düzeyi ve eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyi belirtilen kıskançlık düzeyini en iyi yordayan değişkenlerdir.
2.
İlişkinin türü ve cinsiyet, kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyini de etkilemektedir. Kıskançlık tetiklendiğinde erkeklerin kadınlardan, evli olmayan kadınların evli kadınlardan, evli kadınların da evli erkeklerden daha fazla kıskançlık belirttikleri görülmektedir.
195 Kıskançlık tetiklendiğinde belirtilen kıskançlık düzeyini en iyi yordayan değişkenler, ilişkinin geleceğine yönelik beklenti, yaş, kendine saygı ve eşini fiziksel olarak çekici bulma düzeyidir.
3.
İlişkinin türü ve cinsiyet, kıskançlık durumunda verilen fiziksel, duygusal ve bilişsel tepkiler üzerinde de etkili olmaktadır. Kıskançlık durumunda kadınlar erkeklerden, evli olmayanlar evlilerden daha güçlü fiziksel, duygusal ve bilişsel tepkiler vermektedir. Kendine saygı, ilişkinin süresi, alternatifleri çekici bulma düzeyi ve ilişkiden alınan doyum düzeyi kıskançlık durumunda verilen tepkileri en iyi yordayan değişkenlerdir.
4.
İlişkinin türü ve cinsiyetin, kıskançlığın olumlu etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Evli olmayanların kıskançlığın olumlu etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyi evlilerinkinden; kadınlarınki de erkeklerinkinden daha yüksektir. Kıskançlığın olumlu etkilerine ilişkin görüşlere katılma düzeyini en iyi yordayan değişkenler yaş ve kendine saygıdır.
5.
Kadınların kıskançlıkla baş etmede erkeklere kıyasla daha sık yapıcı yöntemlere, erkeklerinse kadınlara oranla daha sık yıkıcı yöntemlere başvurdukları görülmüştür. Evliler evli olmayanlara kıyasla daha sık yapıcı yöntemlere, evli olmayanlarsa evlilere kıyasla daha sık yıkıcı yöntemlere başvurmaktadırlar. Kıskançlıkla baş etmek için yapıcı ve yıkıcı yöntemlere başvurmayı en iyi yordayan değişkenler kendine saygı ve ilişkinin süresidir.
6.
Kadınlar duygusal, erkeklerse cinsel aldatılma karşısında daha çok kıskançlık duyacaklarını belirtmişlerdir.
SUMMARY
Jealousy has been widely acknowledged as one of the most prevalent and potentially destructive emotions within close relationships; when jealousy is severe, it can lead to abusive and
196 violent behavior. Jealousy has intrigued poets, playwrights, philosophers, and novelists for centuries. Recently, jealousy has attracted the attention of social psychologists too.
There are different definitions and theoretical approaches to romantic jealousy. In this study, based on the research on jealousy and social psychological theories and concepts, first of all, a comprehensive definition and different theoretical explanations of jealousy were given.
In this study, the effects of the personal, situational and relational variables on jealousy are investigated. A sample of 454 individuals currently involved in dating or marital relationships completed Romantic Jealousy Questionnaire, Bem Sex Role Inventory, and Rosenberg Self-Esteem Scale. The reliability and validity of Pines and Aronsonâ&#x20AC;&#x2122;s (1983) Romantic Jealousy Scale was examined on a Turkish sample. The findings concerning the basic qualifications of the Romantic Jealousy Scale demonstrated that it has satisfactory levels of reliability and validity in Turkey as well.
Results indicated that:
1.
Non-married people reported higher level of jealousy than married people. Married women reported less jealousy than non-married women and married women reported more jealousy than married men. Age, relational satisfaction level, expectation level about the duration of the relationship and physical attractiveness of the partner were unique predictors of the reported jealousy level.
2.
When jealousy triggered, a.
Men reported more jealousy than women,
b.
Married women reported more jealousy than non-married women,
c.
Married women reported more jealousy than married men.
197 3.
Women reported that they give more physical, emotional and cognitive responses to jealousy compared to men. Married people give weaker emotional and physical responses than nonmarried people. Physical, emotional and cognitive responses to jealousy are inversely associated with age and the duration of the relationship.
4.
Non-married people had moderately higher scores on the “positive effects of the jealousy” measure compared to married people. Women had moderately higher scores on the “negative effects of the jealousy” measure compared to men. Age and self-esteem were unique predictors of “positive effects of the jealousy” scores.
5.
Women use more constructive, less deconstructive strategies than men. Non-married people use more deconstructive strategies than married people. Age, self-esteem and the duration of the relationship were unique predictors of the coping strategies.
6.
Women reported that they would be more jealous when faced with emotional infidelity whereas men reported that they would be more jealous when faced with sexual infidelity.
KAYNAKÇA
198
Afifi, W. A., & Reichert, T. (1996). Understanding the role of uncertainty in jealousy experience and expression. Communication Reports, 9, 93-103.
Andersen, P. A., & Eloy, S. V. (1995). Romantic jealousy and relational satisfaction: A look at the impact of jealousy experience and expression. Communication Reports, 8, 77-86.
Anderson, R. (1987). Envy and jealousy. Journal of College Student Psychotherapy, 1(4), 49-81.
Anderson, R. E. (2002). Envy and jealousy. American Journal of Psychotherapy, 56 (4), 455-480.
Aune, K. S., & Comstock, J. (1991). Experience and expression of jealousy: Comparison between friends
and
romantics.
Psychological
Reports,
69,
315-319.
Aylor, B., & Dainton, M. (2001). Antecedents in romantic jealousy experience, expression, and goals. Western Journal of Communication, 65(4), 370-391
Azizoğlu-Binici, S., & Hovardaoğlu, S. (1996). Evlilik İçin Karşılaştırma Düzeyi Ölçeğinin (EKDÖ) Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Türk Psikoloji Dergisi, 11(38), 66-76.
Basow, S. A. (1992). Gender: Stereotypes and roles (üçüncü baskı). Pacific Grove, CA: Brooks/Cole.
Beall, A. E. , & Sternberg, R. J. (der.). (1993). The psychology of gender. NY: Guilford.
199 Beere, C. A. (1990). Gender roles: A handbook of tests and measures. NY: Greenwood Press.
Bem, S. L. & Lenney, E. (1977). Sex typing and the avoidance of cross-sex behavior. Journal of Personality and Social Psychology, 33, 48-54.
Bem, S. L. (1974). The measurement of psychological androgyny. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 42, 155-162.
Bem, S. L. (1975). Sex role adaptability: One consequence of psychological androgyny. Journal of Personality and Social Psychology, 31(4), 634-643.
Bem, S. L. (1977). On the utility of alternative procedures for assessing psychological androgyny. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 45(2), 196-205.
Bem, S. L. (1979). Theory and measurement of androgyny: A reply to the PedhazurTetenbaum and Locksley-Colten critiques. Journal of Personality and Social Psychology, 37(6), 1047-1054.
Bem, S. L. (1981). Gender schema theory: A cognitive account of sex typing. Psychological Review, 88, 354-364.
200 Bem, S. L. (1983). Gender schema theory and its implications for child development: Raising gender aschematic society. Signs, 8, 598-616.
Bem, S. L. (1984). Androgyny and gender schema theory: A conceptual and empirical integration. R. A. Dienstbeir (der.), Nebraska Symposium on Motivation: vol. 32 iรงinde, (s. 180-223). Lincoln: University of Nebraska Press.
Bem, S. L. (1993). The Lenses of Gender: Transforming the Debate on Sexual Inequality. New Haven: Yale University Press.
Bem, S. L. , Martyna, W. & Watson, C. (1984). Sex typing and androgyny. A. Pines, & C. Maslach (der.), Experimental Social Psychology: Readings and Projects iรงinde, (s. 233-239). NY: Alfred A. Knopf.
Berger, C. R. (1988). Uncertainty and information exchange in developing relationships. S. Duck (der.), Handbook of Personal Relationships: Theory, research and interventions iรงinde, s. 239-256. Chichester: Wiley & Sons.
Berndt, T. J. , & Heller, K. A. (1986). Gender stereoypes and social inferences: A developmental study. Journal of Personality and Social Psychology, 50(5), 889-898.
201 Bers, S. A., & Rodin, J. (1984). Social comparison jealousy: A developmental and motivational study. Journal of Personality and Social Psychology, 47, 766-769.
Biernat, M. (1991a). A multi-component, developmental analysis of sex-typing. Sex Roles, 24, 567-586.
Biernat, M. (1991b). Gender stereoypes and the relationship between masculinity and femininity: A developmental analysis. Journal of Personality and Social Psychology, 61(3), 351-365.
Bigler, R. S. (1995). The role of classification skill in moderating environmental influences on childrenâ&#x20AC;&#x2122;s gender stereotyping: A study of the functional use of gender in the classroom. Child Development, 66, 1072-1087.
Brainerd, E. G., Hunter, P. A., Moore. D., & Thompson, T. R. (1996). Jealousy induction as a prediction of power and the use of other control methods in heterosexual relationships. Psychological
Reports,
79(3),
1319-1325.
Brehm, S.S. (1992). Intimate relationships. NY:McGraw Hill.
Bridges, J. S. (1981). Sex-typed may be beautiful but androgynous is good. Psychological Reports, 48(1), 262-272.
Bringle, R. G. & Buunk, B. (1985). Jealousy and social behavior, Review of
Personality and Social Psychology, 6, 241-264.
202 Bringle, R. G. (1991). Psychological aspects of jealousy: A transactional model.
Bringle, R. G. (1995). Sexual jealousy in the relationships of homosexual and
heterosexual men: 1980 and 1992. Personal Relationships, 2, 313-325.
Bringle, R. G., & Boebinger, K. L. G. (1990). Jealousy and the 'third' person in the
love triangle, Journal of Social and Personal Relationships, 7,119-133.
Bringle, R. G., & Buunk, B. (1985). Jealousy and social behavior: A review of person, relationship, and situational determinants. P. Shaver (der.), Self, situations, and social behavior: Review of Personality and Social Psychology iรงinde, 241-264. Beverly Hills, CA: Sage.
Bringle, R. G., & Williams, L. J. (1979). Parental off-spring similarity on jealousy and related personality dimensions. Motivation and Emotion, 3, 265-286.
Bringle, R. G., Renner, P., & Terry, R. L. (1983). An analysis of situational and person components of jealousy. Journal of Research in Personality, 17, 354-368.
Bringle, R. G., Roach, S., Andler, C., & Evenbeck, S. (1979). Measuring the intensity of jealousy reactions. Catalog of Selected Documents in Psychology, 9, 23-24.
Bryson, J. B. (1991). Modes of response to jealousy-evoking situations. P. Salovey (der.), The psychology of jealousy and envy iรงinde (s. 178-205). NY: Guilford Press.
203 Buss, D. M. & Larsen, R. J. (1996). Sex differences in jealousy: Not gone, not forgotten, and not explained by alternative hypotheses. Psychological Science, 7(6), 373-377.
Buss, D. M., & Barnes, M. (1986). Preferences in human mate selection. Journal of Personality and Social Psychology, 50, 559-570.
Buss, D. M., & Schmitti, D. P. (1993). Sexual strategies theory: An evolutionary perspective on human mating. Psychological Review, 100, 204-232.
Buss, D. M., Larsen, R. J., Westen, D., & Semmelroth, J. (1992). Sex differences in jealousy: Evolution, physiology, and psychology. Psychological Science, 3, 251-255.
Buunk, B. (1981). Jealousy in sexually open marriages. AlternativeLifestyles, 4, 357-372.
Buss, D. M., Shackelford, T. D., Kirkpatrick, L. A., Choe, J. C., Lim, H. K., Hasegawa, M., Hasegawa, T., & Bennett, K. (1999). Jealousy and the nature of beliefs about fidelity: tests of competing hypotheses about sex differences in The United States; Korea, and Japan. Personal Relationships, 6, 125-150.
Buunk, A. P., & Hupka, R. B. (1987). Cross-cultural differences in the elicitation of sexual jealousy. Journal of Sex Research, 23, 12-22.
Buunk, B. (1982a). Anticipated sexual jealousy: Its relationship to self-esteem, dependency and reciprocity. Personality & Social Psychology Bulletin, 8, 310-316.
Buunk, B. (1982b). Strategies of jealousy: Styles of coping with extramarital involvement of the spouse. Family Relations, 31, 13-18.
204 Buunk, B. (1984). Jealousy as related to attributions for the partner's behavior. Social Psychology Quarterly, 47, 107-112.
Buunk, B. (1994). Pathological jealousy. British Journal of Clinical Psychology, 33(4), 1577-1578.
Buunk, B. (1986). Husband’s jealousy. R. A. Lewis ve R. E. Salt (der.), Men in families içinde (s. 97114). Beverly Hills, CA: Sage.
Buunk, B. P. (1991). Jealousy in close relationships: An exchange-theoretical perspective. P. Salovey (der.), The psychology of jealousy and envy içinde (s. 148-178). NY: Guilford Pres
Buunk, B. P. (1995). Sex, self esteem, dependency and extradyadic sexual experience as related to jealousy response. Journal of Social and Personal Relationships, 12(1), 145-153.
Buunk, B. P. (1997). Personality, birth order, and attachement styles as related to various types of jealousy. Personality and Individual Differences, 23, 997-1006.
Buunk, B. P., Angleitner, A., Oubaid, V., & Buss, D. M. (1996). Sex differences in jealousy in evolutionary and cultural perspective: Tests from the Netherlands, Germany, and the United States. Psychological Science, 7(6), 359-379.
Buunk, B., & Bringle, R. G. (1987). Jealousy in love relationships. D. Perlman ve S. Duck (der.), Intimate relationships: Development, dynamics, and deterioration içinde, s. 123-147. Beverly Hills, CA: Sage.
Büyükşahin, A. (2001). Yakın İlişki Kuran ve Kurmayan Üniversite Öğrencilerinin Çeşitli Sosyal Psikolojik Etkenler Yönünden Karşılaştırılması. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
205 Büyükşahin, A., & Hovardaoğlu, S. (2004). Çiftlerin aşka ilişkin tutumlarının Lee’nin çok boyutlu aşk biçimleri kapsamında incelenmesi, Türk Psikoloji Dergisi, basımda.
Canary, D. J., & Hause, K. H. (1993). Is there any reason to research sex differences in communication? Communication Quarterly,41, 129-144.
Carlsson, M. , & Magnusson, E. (1980). Construct validation of the Bem Sex-Role Inventory. Scandinavian Journal of Psychology, 21(1), 27-31.
Carson, C. L., & Cupach, W. R. (2000). Feeling the flames of the gren-eyed monster: The role of ruminative though in reaction to perceived relationship threat. Western Journal of Communication, 64, 308-329
Clanton, G., & Smith, L. G. (1977). Jealousy. Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall.
Connell, R. W. (1998). Toplumsal cinsiyet ve iktidar: Toplum, kişi ve cinsel politika. (çev. C. Soydemir) . İstanbul: Ayrıntı.
Cramer, R. E., Abraham, W. T., Johnson, L. M., & Mannig-Ryan, B. (2001). Gender differences in subjective distress to emotional and sexual infidelity: Evolutionary or logical inference explanation? Current Psychology, 20 (4), 211-220.
Çuhadaroğlu, F. (1986). Adolesanlarda benlik saygısı. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara: Hacettepe Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Daly, M., Wilson, M., & Weghorst, S.J. (1982). Male sexual jealousy. Ethology and Sociobiology, 3, 11-27.
206 Deaux, K. (1984). From individual differences to social categories: Analysis of a decade’s research on gender. American Psychologist, 39(2), 105-118.
Delpierre, G. (1967). Kıskançlık. Çev. H. Özgü. İstanbul: Özgü
Demirtaş, H. Andaç (1999). Anne ve Baba Adaylarının Doğacak Çocuklarına Yönelik Beklentileri: Çocuğun Cinsiyetinin ve Anababanın Cinsiyet Rolü Yöneliminin Etkileri. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
DeSteno ve Salovey (1996). Jealousy and envy, A. S. R. Manstead ve M. Hewstone (der.) The Blackwell encyclopedia of social psychology içinde, (s. 342-343). Oxford: Blackwell.
DeSteno, D. A., & Salovey, P. (1996). Evolutionary origins of sex differences in jealousy?: Questioning the "fitness" of the model. Psychological Science, 7, 367-372.
DeSteno, D. A., &Salovey, P. (1996). Jealousy and the characteristics of one’s rival: A self-evaluation maintenance perspective. Personality & Social Psychology Bulletin, 22, 920-932.
DeWeerth, C., & Kalma, A. P. (1993). Female aggression as a response to sexual jealousy: A sex role reversal? Aggressive Behavior, 19, 265-279.
Dökmen, Z. (1991). Bem Cinsiyet Rolü Envanteri’nin Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, 35(1), 81-89.
207
Dökmen, Z. (1992). Bem Cinsiyet Rolü Envanteri’nin Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 35(1)-1991’den ayrı basım.
Dökmen, Z., Y. (1996). Bem’in Toplumsal Cinsiyet Şeması Kuramı. Türk Psikoloji Bülteni, 2(5), 42-44.
Dökmen, Z., Y. (1999).
BEM Cinsiyet Rolü Envanteri Kadınsılık ve Erkeksilik
ÖLçekleri Türkçe Formunun psikometrik özellikleri . Kriz Dergisi, 7(1), 27-40.
Eagly, A. H. (1995). The science and politics of comparing women and men. American Psychologist, 50(3), 145-158.
Ellis, C., & Weinstein, E. (1986). Jealousy and the social psychology of emotional experience. Journal of
Social
and
Personal
Relationships,
3,
337-357.
Erber, R., & Erber, M. W. (2001). Intimate relationships: Issues, theories and research. Boston: Allyn & Bacon.
Farrell, D.M. (1989). Of jealousy and envy. G. Graham ve LaFollette (der.) Person to person içinde, s. 245-268. Philadelphia: Temple University Press.
Fecteau, T. J. , Jackson, J. , & Dindia, K. (1992). Gender orientation scales: An empirical assessment of content validity. L. A. M. Perry, L. H. Turner, & H. M. Sterk (der.), Constructing and reconstructing gender: The links among
208 communication, language, and gender iรงinde, (s. 17-35). NY: State University of New York Press.
Fecteau, T. J. , Jackson, J. , & Dindia, K. (1992). Gender orientation scales: An empirical assessment of content validity. L. A. M. Perry, L. H. Turner, & H. M. Sterk (der.), Constructing and reconstructing gender:
The links among communication, language, and gender iรงinde, (s. 17-35). NY:State University of New York Press.
Fitzpatrick, M. A., (1984). A typological approach to marital interaction: Recent theory and research. L. Berkowitz (der.), Advances in experimental social psychology iรงinde (vol. 18, s. 1-47). Orlando, FL: Academic Press.
Friday, N.
(1994). Jealousy. NY: The New York Times Company
Greenberg, J., & Pyszczynski, T. (1985). Proneness to romantic jealousy and responses to jealousy in others. Journal of Personality, 53(3), 468-479.
Guerrero, L. K. (1998). Attachement style differences in the experience and expression of romantic jealousy. Personal Relationships, 5, 273-291.
Guerrero, L. K., & Afifi, W. A. (1998). Communicative responses to jealousy as a function of selfesteem and relationship maintenance goals: A test of Bryson's dual motivation model. Communication
Reports,
11,
111-122.
Guerrero, L. K., & Andersen, P. A. (1995). Coping with the green-eyed monster. Western Journal of Communication, 59, 270-304.
209
Guerrero, L. K., & Eloy, S. V. (1992). Relationship satisfaction and jealousy across marital types. Communication Reports, 5, 23-41.
Hansen, G. L. (1982). Reactions to hypothetical jealousy producing events. Family Relations, 31, 513518.
Hansen, G. L. (1983). Marital satisfaction and jealousy among men. Psychological Reports, 52, 363366.
Hansen, G. L. (1985a) Dating jealousy among college students. Sex Roles. 12, 713-721
Hansen, G. L. (1985b). Perceived threats and marital jealousy. Social Psychology Quarterly, 48, 262268.
Hansen, G. L. (1991). Jealousy: Its conceptualization, measurement, and integration with family stres theory. P. Salovey (der.), The psychology of jealousy and envy iรงinde (s. 211-230). NY: Guilford.
Harris, C. R., & Christenfeld, N. (1996). Gender, jealousy, and reason. Psychological Science, 7, 364366.
Hendrick, C. (1988). Roles and gender in relationships. S. Duck (der.), Handbook of Personal Relationships iรงinde. Chichester: John Wiley & Sons.
Hendrick. S, Hendrick, C. , & Dicke, A., (1998). The relationships assessment scale. Journal of Social and Personal Relationships. 15(1), 137-142.
210 Hetherington, E. M. , & Parke, R. D. (1979). Child psychology: A contemporary viewpoint. Auckland: McGraw-Hill.
Holbrook. M. I., White. M. H. & Hutt, M. J. (1995). The Vengeance Scale: Comparison of groups and an assessment of external validity. Psychological Reports, 77(1), 224-226.
Hovardaoğlu, S. (1996). Sosyal mübadele: Evlilikle ilgili değerlendirmelere etkisi. Türk Psikoloji Dergisi, 11(36), 12-24.
Hughes, F. P., & Noppe, L. D. (1985). Human Development Across the Life Span. St. Paul: West Pub. Co.
Hupka, R. B. (1981). Cultural determinant of jealousy. Alternative Lifestyles, 4, 310-356.
Hupka, R. B., & Bank, A.L. (1996). Sex differences in jealousy: Evaluation or social construction. Cross- Cultural Research, 30(1), 24-60.
Hupka, R. B., Buunk B., Falus, G., Fulgosi, A., Ortega, E., Swain, R., & Tarabrina, N. V. (1985). Romantic jealousy and romantic envy: A seven nation study. Journal of Cross-Cultural Psychology, 16, 423-446.
Hupka, R. B., Buunk, R., Falus, G., Fulgosi, A., Ortega, E., & Swain, R.;
Tarabrina, N. V. (1985). Romantic jealousy and romantic envy: A seven-nation study; Journal of CrossCultural Psychology,16, 423-446.
Huston, A. C. (1983). Sex typing. P. H. Mussen (der.), Handbook of Child Psychology: Vol. 4. Socialization, Personality and Social Development içinde, (s.387-468). NY: Wiley.
211
Jaremko, M. E., & Lindsey, R. (1979). Stress coping abilities of individuals high and low in jealousy. Psychological Reports, 44, 547-553.
Josephs, R. A., Markus, H. R., & Tafarodi, R. W. (1992). Gender and self-
esteem, Journal of Personality and Social Psychology, 63, 391-402.
Karakurt, G. (2001). The impact of adult attachment styles on romantic jealousy. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi.
Kavuncu, A. N. (1987). Bem Cinsiyet Rolü Envanteri’ni Türk toplumuna uyarlama çalışmaları.
Yayımlanmamış
yüksek
lisans
tezi.
Ankara:
Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Kenrick, D. T., & Trost, M. R. (1997). Evolutionary approaches to relationships. S. Duck (der.), Handbook of personal relationships: Theory, research and interventions. Chichester: John Wiley & Sons, 160-175.
Kim, H. J., & Hupka, R. B. (2002). Comparison of associative meaning of the concepts of anger, envy, fear, romantic jealousy, and sadness between English and Korean. Cross- Cultural Research, 36(3), 229-255.
Kim, H. J., & Hupka, R. B. (2002). Comparison of associative meaning of the concepts of anger, envy, fear, romantic jealousy, and sadness between English and Korean. Cross- Cultural Research, 36(3), 229-255.
Korabik, K. (1997). Applied gender issues. S. W. Sadava, & D. R. McCreary (der.), Applied Social Psychology içinde, (s. 292-309). NJ: Prentice Hall.
212 Koyuncu, N. (1983). Cinsiyet rolü kimliği ile ahlak gelişimi evrelerinin karşılaştırılması: Üniversite üçüncü sınıf öğrencileri üzerinde bir araştırma. Yayımlanmamış doktora tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi
Larsen, R. J., & Seidman, E. (1986). Gender schema theory and sex role inventories: Some conceptual and psychometric considerations. Journal of Personality and Social Psychology, 50(1), 205-211.
Lazarus, R. S. (1966). Psychological stres and the coping process. NY: McGraw Hill.
Lazarus, R. S., Kanner, A. D., & Folkman, S. (1980). Emotions: A cognitive phenomenological analysis. R. Plutchick & H. Kellerman (der.), Emotion: Theory, research, and experience (Vol. 1, s. 189-217). NY: Academic Press.
Lee, J.A. (1973). The colors of love: An exploration of the ways of loving. Toronto: New Press.
Lewin, K. (1948). Resolving social conflicts. NY: Harper.
Maccoby, E. E. (1988). Gender as a social category. Developmental Psychology, 24, 755-765.
Manstead, A., & Hewstone, M. (der.) (1996). The Blackwell Encyclopedia of Social Psychology. Oxford: Blackwell.
213
Markus, H. , Crane, M. , Bernstein, S. , & Siladi, M. (1982). Self-schemas and gender. Journal of Personality and Social Psychology, 42(1), 38-50.
Martin, C. L. (1990). Attitudes and expectations about children with nontraditional and traditional gender roles. Sex Roles, 22(3/4), 151-165.
Martin, C. L. (1996). Androgyny. A. S. R. Manstead, & Hewstone, M., The Blackwell encyclopedia of social psychology iรงinde, (s. 25) . Cambridge: Blackwell.
Mathes, E. W. (1986). Jealousy and romantic love: A longitudinal study. Psychological Reports, 58, 885-886.
Mathes, E. W. (1991). A cognitive theory of jealousy. P. Salovey (der.), The psychology of jealousy and envy iรงinde (s. 52-77). NY: Guilford Pres
Mathes, E. W. (1992). Jealousy: The psychological data. Lanham: University Press of America.
Mathes, E. W., & Severa, N. (1981). Jealousy, romantic love, and liking: Theoretical considerations and preliminary scale development. Psychological Reports, 49, 23-31.
Mathes, E. W., & Verstraete, C. (1993). Jealous aggression: Who is the target, the beloved or the rival. Psychological Reports, 72, 1071-1074.
Mathes, E. W., Adams, H. E., & Davies, R. M. (1985). Jealousy, loss of relationship reward, loss of self-esteem, depression, anxiety and anger. Journal of Personality & Social Psychology, 48(6), 1552-1561.
214
Mathes, E. W., Phillips, J. T., Showron, J., & Dick, W. E. (1982). Behavioral correlates of the interpersonal jealousy scale. Educational and Psychological Measurement, 42, 1227-1231.
Mathes, E. W., Roter, P. M., & Joerger, S. M. (1982). A convergent validity study of six jealousy scales. Psychological Reports, 59, 1143-1147.
McCullough, M. E., Sandage, S. J., Brown, S. W., Rachal, K. C., Worthington, E. L., Jr., & Hight, T. L. (1998). Interpersonal forgiving in close relationships: II. Theoretical elaboration and measurement. Journal of Personality and Social Psychology, 75(6), 1586-1603.
McCullough, M. E., Worthington, E. L., Jr., & Rachal, K. C. (1997). Interpersonal forgiving in close relationships. Journal of Personality and Social Psychology, 73(2), 321-336.
McIntosh,
E.G.
(1989)
undergraduates.
An Social
investigation Behavior
of and
romantic
jealousy
Personality,
among 17,
black 135-141.
Mead, M. (1977). Jealousy: Primitive and civilized. G. Clanton ve L. G. Smith (der.), Jealousy iรงinde. Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall.
Melamed, T (1991). Individual differences in romantic jealousy: The moderating effect of relationship characteristics. European Journal of Social Psychology, 21, 455-461.
Mills, J., & Clark, M. (1982). Exchange and communal relationships. L. Wheeler (der.), Review of Personality and Social Psychology (vol. 3, s. 121-144). Beverly Hills, CA: Sage.
Nannini, D. K., & Meyers, L. S. (2000). Jealousy in sexual and emotional infidelity: An alternative to the evolutionary explanation. The Journal of Sex Research, 37 (2), 117-122.
215
O’Leary, V. E. , & Hansen, R. D. (1984). Sex as an attributional fact. A. Dienstbeir (der.), Nebraska Symposium on Motivation: vol. 32 içinde, (s. 133-177). Lincoln: University of Nebraska Press.
O’Neill, N., & O’Neill, G. (1972). Open marriages. NY: Avon. P. Salovey (der.), The psychology of jealousy and envy içinde, s. 103-131. NY: Guilford Press.
Öner,
B.
(2001).
Factors
predicting
future
time
orientation
for
romantic
relationships with the opposite sex. Journal of Psychology, 135(4), 430-439.
Palkowitz, R. (1984). Parental attitudes and fathers’ interactions with their 5-monthold infants. Developmental Psychology, 20(6), 1054-1060.
Parrot, W. G., & Smith, R. H. (1993). Distinguishing the experience of jealousy and envy. Journal of Personality
and
Social
Psychology,
64,
906-920.
Parrott, W., Gerrod, S., & Richard H. (1993). Distinguishing the experiences of envy and jealousy. Journal of Personality and Social Psychology, 64(6), 906-921 .
Peretti, P. O., & Pudowski, B. C. (1997). Influence of jealousy on male and female college daters. Social Behavior and Personality, 25(2),155-160.
Perlman, D., & Duck, S. (der.) (1987). Intimate relationships: Development, dynamics, and deterioration. CA: Sage.
216 Pfeiffer, S. M., & Wong, P. T. (1989). Multidimensional jealousy. Journal of Social and Personal Relationships, 6, 181-196.
Pietrzak, R. H., Laird, J. D., Stevens, D. A., & Thompson, N. S. (2002). Sex differences in human jealousy: A coordinated study of forced-choice, continuous rating-scale, and physiological responses on the same subjects. Evolution and Human Behavior, 23 (2), 83-94.
Pines, A. M. (1992a). Romantic Jealousy: Five perspectives and an integrative approach. Psychotherapy, 29, 675-683.
Pines, A. M. (1992b). Romantic Jealousy: Understanding and Conquering the Shadow of Love. New York: St. Martin's.
Pines, A. M. (1998). Romantic Jealousy: Causes, symptoms, cures. NY: Routledge.
Pines, A. M. and Friedman, A. (1998). Gender differences in romantic jealousy. The Journal of Social Psychology, 138, 54-71
Pines, A. M., & Aronson, E. (1980). The jealousy question scale. Psychological Reports, 50, 11431147.
Pines, A., & Aronson, E. (1983). Antecedents, correlates and consequences of sexual jealousy. Journal of Personality, 51, 108-136.
Pines, A. M., & Bowes, C. F. (1992). Romantic jealousy. Psychology Today, 25 (2), 48-56.
Salovey, P, & Rodin, J. (1989). Envy and jealousy in close relationships. C. Hendrick (der.), Close Relationships iรงinde, s. 221-247. Newbury Park: Sage.
217
Pinta, E. R. (1978). Pathological tolerance. American Journal of Psychiatry, 135, 698-701.
Reeder, H. (1996). A critical look at gender difference in communication research. Communication Studies, 47, 318-330.
Rusbult, C. E. (1983). A longitudinal test of the investment model: The development (and deterioration) of satisfaction and commitment in heterosexual involvements. Journal of Personality and Social Psychology, 45 (1), 101-117.
Rusbult, C. E. (1987). Responses to dissatisfaction in close relationships: The exit-voice-loyalty-neglect model. D. Perlman & S. W. Duck (der.), Intimate relationships: Development, dynamics, and deterioriation iรงinde, s. 209-237. Beverly Hills, CA: Sage.
Rusbult, C. E., & Arriaga, X. B. (1997). Interdependence Theory. S. Duck (der.), Handbook of Personal Relationships iรงinde, s. 221-251. Chichester: John Wiley & Sons.
Rustemeyer, R., & Wilbert, C. (2001). Jealousy within the perspective of a self-evaluation maintenance theory. Psychological Reports, 88, 799-804.
Salovey, P. & Rodin, J. (1984). Some antecedents and consequences of social comparison jealousy. Journal of Personality and Social Psychology, 47(4), 780-792.
Salovey, P. (der.) (1991). The psychology of jealousy and envy. NY: Guilford Press.
Salovey, P., & Rodin, J. (1986). Differentiation of social-comparison jealousy and romantic jealousy. Journal of Personality and Social Psychology, 50, 1100-1112.
218 Schmitt, B. H. , & Millard, R. T. (1988). Construct validity of the Bem Sex Role Inventory (BSRI): Does the BSRI distinguish between gender-schematic and gender-aschematic individuals? Sex Roles,19(9/10), 581-588.
Shaffer, D. R. (1994). Social & Personality Development. Pacific Grove, California; Brooks/Cole, 3. BaskÄą.
Sharpsteen, D. J. (1991). The organization of jealousy knowledge: Romantic jealousy as a blended emotion. In P. Salovey (der.), The psychology of jealousy and envy içinde, s. 31-48. NY: Guilford Press.
Sharpsteen, D. J. (1995). The effects of relationship and self-esteem threats on the likelihood of romantic jealousy. Journal of Social and Personal Relationships, 12, 89-102.
Sharpsteen, D. J., & Kirkpatrick, L. A. (1997). Romantic jealousy and adult romantic attachment. Journal of Personality & Social Psychology, 72 (3), 627-641.
Shettel-Neuber, J., Bryson, J. B., & Young, C. E. (1978). Physical attractiveness of the "other person" and jealousy. Personality and Social Psychology Bulletin, 4, 612-615.
Smith, R. H., Kim, S., & Parrott, W. G. (1988). Envy and jealousy semantic problems and experiential distinctions. Personality and Social Psychology Bulletin, 14(2), 401-409.
Spielman, P. M. (1971). Envy and jealousy: An attempt at clarification. Psychoanalytic Quarterly, 40, 59-82.
219 Stafford, L., Dainton, M., & Haas, S. (2000). Measuring routine and strategic maintenance: Scale revision, sex versus gender roles, and the prediction of relational characteristics. Communication Monographs, 67, 306-323.
Strong, B. & Devault, C. (1994). Human sexuality. London: Mayfield
Stuckless, N., & Goranson, R. (1992). The vengeance scale: Development of a measure of attitudes toward revenge. Journal of Social Behavior and Personality, 7(1), 25-42.
Sullivan, H. S. (1953). The interpersonal theory psychiatry. NY: Norton.
Şirvanlı Özen, D. (1992). Annenin çalışma durumu ve ebeveynin benimsediği cinsiyet rolü değişkenlerinin çocuğun cinsiyet özelliklerine ilişkin kalıpyargılarının gelişimi üzerindeki rolleri. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi S. B. E. Psikoloji Anabilim Dalı.
Tedeschi, J. T., Lindskold, S. , & Rosenfeld, P. (1985). Introduction to social psychology. St. Paul: West Pub.
Teismann, M. W., & Mosher, D. L. (1978). Jealousy conflict in dating couples. Psychological Reports, 42, 1211-1216.
Tesser, Abraham (2000). On the Confluence of Self-Esteem Maintenance Mechanisms, Personality and Social
Psychology
Review,
4(
4),290-300.
220 Tesser, A., & Campbell, J. (1982). Self-evaluation maintenance and the perception of friends and strangers. Journal of Personality, 50, 261-27
Tesser, A., & Moore, J. (1990). Independent threats and Self-Evaluation Maintenance processes. Journal
of
Social
Psychology,
130
(5),677-687.
Thibaut, J. W., Kelley, H.H. (1959). Social Psychology of Groups, New York: Wiley.
Tuğrul, C. (1994). Alkoliklerin çocuklarının aile ortamlarındaki stres kaynakları, etkileri ve stresle başa çıkma yolları. Türk Psikoloji Dergisi, 9, 57-73.
Uleman, J. S. , & Weston, M. (1986). Does The BSRI Inventory sex roles? Sex Roles, 15(1/2), 43-62.
White, G. L. (1980). Inducing jealousy: A power perspective. Personality and Social Psychology Bulletin, 6, 222-227.
White, G. L. (1981a). Relative involvement, inadequacy, and jealousy: A test of a causal model. Alternative Lifestyles, 4, 291-309.
White, G. L. (1981b). A model of romantic jealousy. Motivation and Emotion, 5, 295-310.
White, G. L. (1981c). Jealousy and partner's perceived motives for attraction to a rival. Social Psychology Quarterly, 44, 24-30.
White, G. L. (1981d). Some correlates of romantic jealousy. Journal of Personality, 49, 129-147.
221
White, G. L. (1984). Comparison of four jealousy scales. Journal of Research in Personality, 18, 115130.
White, G. L. (1991). Self, relationship, friends, and family: Some applications of systems theory to romantic jealousy. P. Salovey (der.), The psychology of jealousy and envy içinde (s. 232-251). NY: Guilford Press.
White, G. L., & Mullen, P. E. (1989). Jealousy: Theory, research, and clinical strategies. New York: Guilford Press.
White, G.L., & Mullen, P.E. (1989). Jealousy: Theory, Research, and Clinical Strategies. NY: Guilford.
Widerman, M. W., & LaMar, L. (1998). “Not with him you don’t!”: Gender and emotional reactions to sexual infidelity during courtship. Journal of Sex Research, 35 (3), 288-298.
Wiederman, M. W., & Allgeier, E. R. (1993). Gender differences in sexual jealousy: Adaptionist or social learning explanation? Ethology and Sociobiology, 14, 115-140.
Williams, J. E. , & Best, D. L. (1990). Measuring sex stereotypes: A multination study. Croos-Cultural Research and Methodology Series: vol. 6. NP: Sage.
Winstead, B. A., Derlega, V. J., & Rose, S. (1997). Gender and close relationships. Thousand Oaks, CA: Sage.
Yates, C. (2000). Masculinity and good enough jealousy. Psychoanalytic Studies, 2(1), 72-89.
222 Zanna, M. P. & Pack, S. J. (1975). On the self-fulfilling nature of apparent sex differences in behavior. Journal of Experimental Social Psychology, 11, 583591
223
EK 1-KİŞİSEL BİLGİ FORMU Cinsiyet: K(........) E(........) Yaş: Eğitim durumu: Lise mezunu........ Üniversite öğrencisi........ Üniversite mezunu...... Yüksek lisans/doktora öğrencisi.......... Yüksek lisans/doktora mezunu........
İlişkinizin türü: Flört......................., Sözlü/nişanlı....................., Evli..................... 1.
Ne kadar süredir birliktesiniz?........yıl.......ay
2.
İlişkinizin ne kadar sürmesini bekliyorsunuz? 1 2 3 4 5 (kısa bir süre uzun yıllar
6
3. Bu ilişki sizin için ne kadar doyurucu? 1 2 3 4 5 (hiç orta düzeyde
6
4. İlişkide kontrol kimin elindedir/elindeydi? 1 2 3 4 5 (onun eşit kontrol
6
5. İlişkide kendinizi ne kadar güvende hissediyorsunuz? 1 2 3 4 5 6 (çok güvensiz orta derecede güvende
7 sonsuza dek) 7 çok) 7 sizin) 7 çok güvende)
6. Genel olarak birlikte olduğunuz kişiyle ilgili duygularınız nasıl/nasıldı? 1 2 3 4 5 6 7 (çok yetersiz orta düzeyde çok doyurucu) 7. Birlikte olduğunuz kişi size fiziksel olarak ne kadar çekici geliyor? 1 2 3 4 5 6 7 (hiç orta düzeyde çok) 8. Başka birisini bulursanız onu terkeder misiniz? 1 2 3 4 5 (kesinlikle hayır belki de 9. Tek eşlilikten yana mısınız? 1 2 3 4 (kesinlikle hayır belirli bir düzeyde
6
5
7 kesinlikle evet) 6 7 kesinlikle evet)
Birlikte olduğunuz kişinin bir başkasına ilgi duyduğunu varsayın. Aşağıdakilerden hangisi sizin daha çok kıskançlık yaşamanıza yol açardı? (yalnızca birini seçip işaretleyiniz) a.
Onunla aralarında güçlü bir duygusal bağ oluşması
b.
Onunla aralarında cinsel beraberlik olması
224
EK 2- ROMANTİK KISKANÇLIK ÖLÇEĞİ Bu ölçek, romantik (duygusal) ilişkilerinize yönelik duygu ve düşüncelerinizi ortaya koymak amacıyla uygulanmaktadır. Ölçekte yer alan sorular en çok önem verdiğiniz yakın ilişkinizle ilgilidir.
Bu çalışmadan elde edilen bilgiler yalnızca araştırmanın amacına hizmet edecek şekilde kullanılacak, kimlik bilgilerinizi belirtmeniz istenmeyecektir. Değerlendirmelerinizi gerçek duygu ve düşüncelerinizi yansıtacak şekilde dürüstçe yapmanız ve hiçbir maddeyi boş bırakmamanız son derece önemlidir. Katıldığınız için teşekkür ederiz....
I. KISKANÇLIK TETİKLEYİCİLERİ
Aşağıdaki koşullar altında ne kadar kıskançlık yaşarsınız?
Hiç
Orta düzeyde Çok
1
2
3
4
5
6
7
Birlikte olduğunuz kişi bir partide bir başkasıyla flört ediyor ve uzunca bir süre onunla oldukça yakın dans edip kışkırtıcı bir biçimde davranıyor Birlikte olduğunuz kişi bir partide uzunca bir süre bir başkasıyla dans ediyor Birlikte olduğunuz kişi bir partide uzunca bir süre bir başkasıyla sohbet ediyor Birlikte olduğunuz kişi bir partide uzunca bir süre ortalıktan kayboluyor Birlikte olduğunuz kişi bir partide bir ara ortadan kayboluyor Telefonu çalıyor ve arayan kişi açar açmaz telefonu yüzünüze kapatıyor
Birlikte olduğunuz kişinin aşağıda belirtilen kişiyle cinsel ilişki yaşadığını öğrenirseniz ne kadar kıskanırsınız?
Hiç 1
Kişisel olarak tanımadığınız ve hakkında çok az bilgi sahibi olduğunuz biri ile Kişisel olarak tanımadığınız ve hakkında hiçbir şey bilmediğiniz biri ile Ailenizden biri ile Kişisel olarak tanımadığınız ve hakkında çok şey bildiğiniz biri ile Kişisel olarak tanıdığınız ve güvenmediğiniz biri ile Tanıdığınız ve size benzediğini düşündüğünüz biri ile Tanıdığınız, güvendiğiniz ve arkadaşınız olduğunu düşündüğünüz biri ile En iyi arkadaşınız, sırdaşınız ile
Orta düzeyde 2
3
4
5
Çok 6
7
225
Tanıdığınız ve gıpta (imrendiğiniz) ettiğiniz biri ile
Birlikte olduğunuz kişi ile ilgili olarak, aşağıdaki durumlardan her birinde ne kadar kıskançlık duyardınız/duydunuz?
Hiç 1
Orta düzeyde 2
3
4
5
6
Bir başka sevgili bulduğunda Sizin cinsiyetinizden yalnız ve sevgili olabileceği biriyle yakın arkadaşlık kurduğunda Sizin cinsiyetinizden biriyle yakın bir arkadaşlık kurduğunda Yalnız ve sevgili olarak düşünebileceği kişilere arkadaşça yaklaştığında Tesadüfen tanıştığı birine beğenisini gösterdiğinde Çekici bir yabancıyı beğenisini göstererek süzdüğünde Bir film ya da televizyon yıldızını beğendiğini belirttiğinde 1. 2.
Kıskanç biri olduğunuzu düşünür müsünüz? Evet ...... Hayır...... Sizce ne kadar kıskançsınız? 1 2 3 4 5 (hiç orta düzeyde
6
7 çok)
II. KISKANÇLIK DURUMUNDA VERİLEN TEPKİLER
Yaşadığınız en güçlü kıskançlığı anımsayarak, aşağıda yer alan tepkileri ne ölçüde verdiğinizi belirtiniz
Hiç 1
Baş ağrısı Titreme Kusma Solunum yetersizliği Tansiyon yükselmesi Enerji artışı Üşüme Baygınlık Öğürme Kramp Kabus Kendini sinir krizi geçirecekmiş gibi hissetme Tükenmişlik Uyuşukluk Mide bulantısı El ve bacaklarda titreme Kalp atışında hızlanma Uykusuzluk Cinsel uyarılma Öfke Kendini küçük düşmüş hissetme
Orta düzeyde 2
3
4
5
6
226 Kendine acıma Kafa karışıklığı Acı Sahiplenme Suçlama Dışlanmışlık duygusu Aşağılık duygusu Engellenme Kaybetme korkusu Haset Kızgınlık Saldırganlık Tutku Hoşgörü Kaygı Depresyon Suçluluk Keder Çaresizlik Savunmasızlık Heyecan Duygusal tükenmişlik “Bunu bana nasıl yaparsın?” “Herkes bana gülecek” “Belki de beni hiç sevmedin ve şimdi de sevmiyorsun” “Bana yalan söyledin” “Nerede hata yaptım?” “Birşeyler döndüğünü biliyordum “Nasıl oldu da bir şeyler döndüğünü anlamadım?” “Ben sana hiçbir zaman böyle korkunç bir şey yapmazdım” “Bu iş burada biter” “Bende eksik olup da onda aradığın şey nedir?” “Keşke çekici, zeki ve seksi biri olsaydım” “Beni terkedersen ölürüm” “Bana böyle davranmaya nasıl cüret edersin?” “Umarım ölürsün (ya da o ölür)” “Böyle bir acıya dayanamam” “Keşke ölseydim”
III. KISKANÇLIKLA BAŞETME YOLLARI Kıskançlıkla nasıl başettiniz/başedersiniz?
Hiç 1
Akılcı tartışma yoluyla Bağırarak Ağlayarak Fiziksel şiddet yoluyla Sessiz ve gizlice acı çekerek Olayın komik yanlarını görmeye çalışarak Kabullenerek İğneleyerek Bu durumu, olaydaki rolümün ne olduğunu ve kaybetmekten korktuğum şeyin ne olduğunu düşünme fırsatı olarak değerlendirerek Sorundan kaçınarak Soğuk savaşa girerek Bir şeyler fırlatarak
Ara Sıra 2
3
4
Her 5
6
227 Görmezden gelerek Onu kıskandırıp öç alarak Onu terkederek Sessiz ve görünür bir şekilde acı çekerek İşi şakaya vurarak
IV. KISKANÇLIĞIN OLUMLU VE OLUMSUZ ETKİLERİ
Aşağıdaki ifadelere ne kadar katıldığınızı belirtiniz... Kıskançlık; a) b) c) d) e) f) g) h) a) b) c) d) e) f) g)
Kesinlikle hayır 1 2
Belirli bir düzeyde 3 4 5
Kes eve 6
Belirli bir düzeyde 3 4 5
Kes eve 6
Aşkın göstergelerinden biridir Bağlılığı artırmaya yarayan bir araçtır Tekdüze ilişkilere heyecan katar Her iki tarafa da diğerini garantide olarak algılamamayı öğretir Karşı tarafın daha çekici olarak algılanmasını sağlar Yaşamı daha ilginç kılar İlişkiyi daha uzun kılar Bireyin ilişkisini gözden geçirmesini sağlar Terkedilmeye yol açar Fiziksel ve duygusal sıkıntıya yol açar Şiddetle sonuçlanabilir İlişkide gerginlik yaşanmasına yol açar Çok daha iyi bir şekilde geçirilebilecek olan zamanın boşa harcanmasıdır Her iki tarafın özgürlüğünü kısıtlar Düşünceleri tıkar ve duyguları çarpıtır
V. KISKANÇLIĞIN NEDENLERİ
Aşağıda kıskançlığın nedenlerine ilişkin görüşler belirtilmiştir, bunlara ne kadar katıldığınızı belirtiniz... Kıskançlık; Aşka eşlik eden normal bir tepkidir Kişisel güvensizliğin bir sonucudur Dışlanmışlık ve terkedilmişlik duygularının sonucudur İlişki içindeki güçsüzlüğün sonucudur Kaybetme korkusunun sonucudur Kaybeden taraf olmaktan korkmanın sonucudur Kontrolü kaybetme korkusunun sonucudur Onun sevgisini kaybetmenin verdiği keder ve acıya verilen bir tepkidir Bir aşk ilişkisine yönelik tehdide verilen dürtüsel bir tepkidir Bireyin aldatmaya yönelik kendi isteklerinin bir sonucudur Bir kadın ya da erkek olarak kendini yetersiz hissetmenin bir sonucudur Çocuklukta yaşanan bir yoksunluğun ya da terkedilmişliğin bir sonucudur Başkaları tarafından yetersiz olarak değerlendirilme korkusunun bir sonucudur Birlikte olduğunuz kişi bir başkasından hoşlandığında ya da bir ilişkisi
Kesinlikle hayır 1 2
228 olduğunda hissettiğiniz suçluluk duygusunun sonucudur, büyük olasılıkla onu savunursunuz, çünkü bu sorunun sizden kaynaklandığını, bunu hakettiğinizi düşünürsünüz Bir başkasının başarısını ya da üstünlüğünü çekememenin sonucudur Yakın ilişkinizin özeline yönelik bir tehlikenin varlığını hissetmenin sonucudur (cinsellik, sırlar ve diğerleri) EK-3. AŞKA İLİŞKİN TUTUMLAR ÖLÇEĞİ Bu ölçekte,birlikte olduğunuz kişiyi düşünerek her ifadeyi değerlendirmeniz istenmektedir. Lütfen her ifadeyi dikkatle okuyup ilişkilerinizdeki duygu ve düşüncelerinizi ne derece yansıttığını, her ifadenin karşısında bulunan ve sizin için en uygun olan boşluğu işaretleyin. Kesinlikle Yanlış Kararsızım Doğru yanlış 1. Birlikte olduğum kişi bana ilgi göstermediğinde, kendimi baştan aşağıya hasta hissederim. 2. Birlikte olduğum kişi diğer insanlarla yaptığım bazı şeyleri bilseydi, bozulurdu. 3. Onun benimle ilgili bilmediği şeylerin onu incitmeyeceğine inanıyorum. 4. Birlikte olduğum kişi için her şeye katlanırım. 5. Birlikte olduğum kişiyi seçerken göz önünde bulundurduğum temel şey, ailem üzerinde nasıl bir etki bırakacağıdır. 6. Birlikte olduğum kişinin başka biriyle de birlikte olduğundan kuşkulanırsam, rahat edemem. 7. Arkadaşlığımız zamanla aşka dönüştü. 8. Birlikte olduğum kişi ve ben fiziksel olarak tam bir uyum içerisindeyiz. 9. Birlikte olduğum kişinin mutluluğunu kendi mutluluğumun önüne koymadıkça mutlu olamam. 10. Ona aşık olduğumdan beri başka herhangi bir şey üzerinde yoğunlaşmakta güçlük çekiyorum. 11. Birlikte olduğum kişiyi seçerken dikkate aldığım faktörlerden biri, mesleki yaşantım üzerinde nasıl bir etkisi olacağı idi. 12. Birlikte olduğum kişi ideal fiziksel güzellik/ yakışıklılık standartlarıma uygun. 13. Birlikte olduğum kişinin isteklerini yerine getirebilmesi için genellikle kendi isteklerimden özveride bulanmaya hazırım. 14. Aşk ilişkimiz iyi bir arkadaşlıktan doğduğu için çok doyum vericidir. 15. Birlikte olduğum kişi bir sure bana ilgi göstermezse bazen ilgisini tekrar çekmek için aptalca şeyler yaparım. 16. Birbirimizi gerçekten anlıyoruz. 17. Birlikte olduğum kişi ve çok sayıda başkalarıyla ‘aşk oyunu’ oynamaktan hoşlanırım.
Kes do
229 18. Birlikte olduğum kişiyle yoğun bir ilişkiye girmeden önce çocuk sahibi olmamız durumunda onun kalıtımsal özellikleri ile benimkinin ne kadar uyumlu olduğunu bulmaya çalışırım. 19. Bazen onun öteki sevgililerim hakkında bilgi edinmesini engellemek zorunda kalırım. 20. Birlikte olduğum kişiyi seçerken en önemli faktör, onun iyi bir anababa olup olamayacağı idi. 21. Birlikte olduğum kişiye acı çektirmektense kendim acı çekmeyi tercih ederim. 22. Uzun süreli bir arkadaşlıktan doğduğu için aşkımız aşkların en iyisidir. 23. Birbirimiz için yaratıldığımızı düşünüyorum. 24. Aşkımız gizemli, mistik bir duygu değil, gerçek bir arkadaşlıktır.
230
EK 4 –Ölçüt Geçerliği ile İlgili Korelasyonlar (Romantik Kıskançlık Ölçeği’nden Alınan Çeşitli Puanlarla Aşk Türleri Arasındaki Korelasyonlar)
Belirtilen Kıskançlık düzeyi(1) Kıskançlık tetiklendiğinde belirt.kıskançlık düzeyi(2) Kıskançlık durumunda verilen duygusal tepkiler(3) Kıskançlık durumunda verilen bilişsel tepkiler(4) Kıskançlık durumunda verilen fiziksel tepkiler(5) Tutkulu aşk(6) Oyun gibi aşk(7) Arkadaşça aşk(8) Mantıklı aşk(9) Sahiplenici aşk(10) Özgeci aşk(11)
1 1
2 0.59*
3 0.36*
4 0.39*
5 0.40*
6 0.19*
7 0.14
8 -0.013*
9 0.20
10 0.41*
11 0.21
1
0.42*
0.36*
0.42*
0.24*
0.05
0.08
.17
0.37*
0.21
1
0.72*
0.69*
0.14*
0.12
0.02
.12
0.47*
0.22*
1
0.55*
0.19*
0.12
0.04
.16
0.48*
0.30*
1
0.13*
0.17*
0.08
.25*
0.45*
0.17*
1
0.06
0.31*
.18*
0.26*
0.40*
1
0.03
.19*
0.27*
0.17*
1
.27*
0.08
0.15*
1
0.26*
0.13*
1
0.47* 1
231 EK 5–Ölçüt Geçerliği ile İlgili Korelasyonlar (Baş Etme Yöntemlerine Başvurma Sıklıkları İle Aşk Türleri Arasındaki Korelasyonlar) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 Tutkulu aşk(1) 1 .060 .31* .18* .26* .40* .13 .06* .03 .15* .01 -.01* -.01* .12* .09 -.01 .08 Oyun gibi aşk(2) 1 .023 .19* .27* .17* -.10* .13** -.04 .20* -.00 -.01* .03 .15* -.00 .10* .23** Arkadaşça aşk(3) 1 .27* .08 .15* .16* -.10* .01 -.03* -.03 .07 .03 .06 .11* .04 .04 Mantıklı aşk(4) 1 .26* .38* .07 .09 .05 .02 .04 .07 .07 .11* .16* .08 .15* Sahiplenici aşk(5) 1 .47* -.02 .25* .33* .18* .21* -.09 .15 .26* .11 .27* .31* Özgeci aşk(6) 1 .01* .13 .11* .17 .15* -.02 .08 .02 -.02 .13* .10* Akılcı tartışma(7) 1 -.16* -.07 -.31* -.05 .19* .09 .10* .28* -.14* -.11* Bağırarak (8) 1 .34* .47* .04 -.11* -.04 .17* .00 .05 .27* Ağlayarak(9) 1 .19* .27* .00 .13* .18* .14* .16* .18* Fiziksel şiddet y.(10) Sessiz ve giz.Acı.ç(11) Komik yanla. Gör.(12) Kabullenme(13) İğneleyerek(14) Fırsat olarak görme(15) Sorundan kaçınarak(16) Soğuk savaşa girerek(17) Bir şeyler fırlatarak(18) Umursamayarak(19) Öç alarak(20) Onu terk ederek(21) Sessiz ve gör.acı (22) İşi şakaya vurarak(23)
1
18 .14* .16** .03 .06 .18* .15** -.23* .48* .24*
19 -.05* .10* .05 .14* .09 -.01 -.00 .13* .10*
20 -.01 .29** -.02 .16* .25* -.03 -.11* .28* .16*
21 -.00 .12* .02 .13* .04 -.07 -.08 .21* .10*
22 .04 .09 .04 .084 .26* .17* -.08 .11* .27*
23 -.02 .02* .07 .14* -.04 -.02 .13* -.12* -.02
-.03 -.04 -.02 .05 -.08 .16* .29* .62* .13* .22* .21* .14* -.03 1 .14* .29* .15* .19* .20* .16* -.02 .19* .01 .10* .29 .05 1 .27* .14* .25* .16* .02 -.04 .12* -.08 .03 .03 .47* 1 .08 .25* .21* .01 -.06 .14* -.00 .11* .13* .12* 1 .25*
.07 .34* .11* .10* .23* .10* .22* .18*
1 .11* .15* -.03 .07 .04 .02 .15* .23* 1 .19* .13* .29* .06 .07 .26* .19* 1 .35* .13* .39* .19* .32* .05 1 .10* .31* .26* .23* -.02 1 .15* .25* .10* .10* 1 .27* .15* -.00 1
.07 -.09 1 .14* 1
232 Ek 6- BEM CİNSİYET ROLÜ ENVANTERİ
Lütfen aşağıdaki özellikler açısından kendinizi değerlendirip her birinin karşısındaki boşluğa 1’den 7’ye kadar size en uygun gelen rakamı yazınız!!! 1 hiç uygun değil
2 genellikle uygun değil
ağırbaşlı, ciddi ailesine karşı sorumlu
3 bazen uygun değil
4 kararsızım
5 bazen uygun
6 genellikle uygun
anlayışlı
idealist incinmiş duyguları tamir etmeye istekli kaba dil kullanmayan
Baskın, tesirli
kadınsı
başkalarının ihtiyaçlarına duyarlı boyun eğen
kendi ihtiyaçlarını savunan
canayakın
kuralcı. katı
cömert
lider gibi davranan
çocukları seven
mantıklı
duygularını açığa vurmayan duygusal
merhametli
erkeksi
otoriter
Etkileyici, güçlü fedakar
riski göze almaktan çekinmeyen sadık
girişken
saldırgan
gönül alan
sevecen
gözüpek
sıkılgan
Ek 6’nın devamı
kendine güvenen
namuslu
7 her zaman uygun
233
haksızlığa karşı tavır alan hassas
sözünde duran
hırslı
yumuşak, nazik
tatlı dilli
234
EK 7-ROSENBERG BENLİK SAYGISI ÖLÇEĞİ
Lütfen aşağıdaki ifadelere ne kadar katıldığınızı belirtiniz... Hiç katılmıyorum Kendimi en az diğer insanlar kadar değerli buluyorum Bazı olumlu özelliklerim olduğunu düşünüyorum Genelde kendimi değersiz biri olarak görme eğilimindeyim Ben de diğer insanların yapabildiği kadar birşeyler yapabilirim Kendimde gurur duyacak fazla bir şey bulamıyorum Kendime karşı olumlu bir tutum içindeyim Genel olarak kendimden memnunum Kendime karşı daha fazla saygı duyabilmeyi isterdim Bazen kesinlikle bir işe yaramadığımı düşünüyorum Bazen hiç de yeterli bir insan olmadığımı düşünüyorum
Katılmıyorum
Katılıyorum
Tamamen katılıyorum