Misafir
Guest William Dreghorn
BEN Oradaki şu adam, kimdir? Bill veya W.Dee dedikleri. Topallayarak geziniyor gözü önünde herkesin, Yaslandığı bastonuyla, durup bakıyor insanlar “Yaşlılık altınmış öyle denildiğini duymuştum, Kulaklarım çekmecede dişlerim kadahte Gözlerim, ben uyanana kadar, masanın üzerinde Açıkcası merak etmiyor değilim bazen Uyku beni ele geçirmeden önce, soruyorum kendime Başka bir şey kaldı mı diye, koyabileceğim bu rafın üzerine?”. (William Dreghorn, 2000)
guest/misafir
4
William Dreghorn
William Dreghorn, Kıbrıs’ta Misafir Bir Emekli. (28 Mayıs 1908, Londra – 28 Ekim 2001, Mağusa)
Doç. Dr. Müge Şevketoğlu William Dreghorn kendini hep Kıbrıs’ta yaşayan “emekli bir misafir” olarak nitelendirirdi, halbuki kendi tabiriyle “hayatının en güzel yıllarını” bu adada geçireceğini ve buraya gömülüp sonsuza kadar burada kalacağını, kendisi de öngörememişti. Hayatının aşamaları da bir insan olarak en az kendisi kadar enteresandı. Bill’le ilk ‘tanışmamız’ 1980 yılında, ben henüz 14 yaşındayken gerçekleşti. Her yıl yaz tatilini geçirdiğimiz Karaoğlanoğlu’nda tatil boyunca okumak için kitaplar satın almıştım. Henüz erken sayılabilecek bir yaşta arkeoloji, jeoloji, coğrafya ve deniz biyolojisine karşı ilgi duyuyordum. Bu ilgi Kıbrıs’a karşı duyduğum sevgiden kaynaklanıyordu ve adayı keşfetmeye yönelik ömür boyu sürecek özverili bir çalışma, tam da bana göreydi. “Landscapes in North Cyprus [Kuzey Kıbrıs’ın Peyzajları]” isimli kitabını okumak jeolojiye olan ilgimi fazlasıyla artırmıştı. Arkeoloji ve coğrafyaya ilgi duyan birisi olarak monaminifera, hippopotamus minutus gibi isimlere erken yaşlardan beri aşinaydım zaten. Okumayı sürdürdükçe onun “git ve gör” tavsiyesine uymaya karar verdim. Öyle de yaptım! Oyun ve öğrenme alanlarımın örtüştüğü yer olan Aziz George kilisesiyle bugün Merit Hotel arasında kalan bölgeyi keşfetmeye koyuldum. Arazi notlarına dair bir günlük tutarak, bulduğum fosiller ve antik kalıntılarla ilgili, Bill’inkilere benzer eskizler çizmeye, altlarına da açıklayıcı notlar düşmeye çalışıyordum. Tuttuğum bu not defterlerinden birisine “kitabı okudukça [Kuzey Kıbrıs’ın Peyzajları] yazarıyla olan yakınlığımız da artıyor” diye yazmıştım. Bill’le karşılaşmayı bırakın, onun o zamanlar adada yaşadığından dahi haberdar değildim. Bir gün taslaklar karalayan bir adamla karşılaştım ve onun kitabımın yazarı olduğunu anlayıverdim! Konuşmak için yaklaştığımda beni yanından uzaklaştırdı. Onu her gördüğümde yanına yaklaşmayı sürdürdüm. Can alıcı açılış cümlem “Beni hatırladıniz mı?”ydı. Her defasında “Hayır! Hatırlamadım. Git buradan, meşgulüm!” diye yanıtlardı beni. Ben
5
guest/misafir
İngiltere’de arkeoloji okumaya başlayana ve böylelikle onun dikkatini çekmeyi başarana kadar bu böyle devam etti. Arkeolojiyle ilgili tahsilim esnasında yazışmaya başladık. Genellikle içerikleriyle ilintili çizimler de barındıran mektuplarını almak bana büyük keyif veriyordu. Yıllar geçti ve bizim bu yazışmalarımız benim Edinburgh Üniversitesinde Doktora yaptığım dönemlere kadar sürdü. Bu arada Girne’den Mağusa’ya taşınmıştı. Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde ders vermeye başlayacağımdan dolayı ben de Mağusa’ya, Bill’in evinin hemen arkasına, taşınmaya hazırlanıyordum. Mağusa’daki tek arkadaşım o olduğundan giderek birlikte daha çok zaman geçirmeye başladık. Bana çizim ve suluboya resim dersleri veriyordu. Birkaç dersten sonra suluboyanın bana göre olmadığına, tükenmez ve kurşun kaleme yoğunlaşmamın benim için daha iyi olacağına karar verdi. Sık sık yakınlardaki bir köye gider, oturur çizimler yapar, ardından da piknik yapardık. Hakkında konuşulacak şeyler asla tükenmezdi. 2001 yılında iki defa hastahaneye yatırıldı. Ona değer veren bölgenin yerlilerinin yanı sıra eski yoldaşları da ziyaretine geldi. Hasta yatağında yatırken bile benden kalem ve kağıt getirmemi ister, okaliptüs ağaçlarıyla hafızasında kalan eski eserlere dair eskizler çizmeyi sürdürürdü. Hafızasının gidip geldiği günlerde eski yoldaşlarından bir ziyaretçi “Merhaba Bill. Beni hatırladın mı?” diye sormuştu. Hiçbir yanıt vermeyince endişelenmiş, eğilip kulağına “Bill! Beni hatırladın mı?” diye sormuştum. Suratında muzip bir bakışla hafifçe gülümseyerek, “Elbette seni hatırladım” diye yanıtlamıştı. William Dreghorn, coğrafyacı, jeolog, arkeolog, ressam, bir Kıbrıs sevdalısı, sen de hiçbir zaman unutulmayacaksın. Onun yaşamıyla ilgili bir araya getirmeye çalıştığım bu bilgiler eskizlerle yazılar halinde geride bıraktığı küçük pencerelerden derlenmiştir. Bu doğrultuda, en değerli kaynaklardan birisi de onun yayımlanmamış “My Childhood Years in London 1913 to 1920” (2000), “Some Incidents That Moulded my Character: W.W. I, How It Effected Me As a London Schoolboy, 1914 to 1918”, (1999), “My Last Words” (1998), “The Best Time of My Life Was the 30 Years in Cyprus 1968-1998” (2000), “ME, A Poem in Blank Verse” (2000), “Reasons Why North Cyprus is the Best
6
William Dreghorn
Country to Live In”, ve “Mağusa, Best Town” (2001) çalışmaları oldu. Her ne kadar ileriki yaşlarında din ve siyasetle alakalı şeylere karşı bir antipati geliştirmiş olsa da, çocukluğunda oynadığı oyunların, dinlediği hikayelerin, çocukluğunu sarmalayan savaş ve ölümlerin onun barış sevdalısı karakterinin oluşmasında önemli bir payı olduğuna inanırdı. İlk Yıllar 1908-1920 William Dreghorn 28 Mayıs 1908’de Leyton’da (Londra) dünyaya geldi. Fanny Caroline ile Archibald Dreghorn’un iki oğlundan küçük olanıydı. Babası Dr. Barnardo’nun Stepney Causeway’deki genel merkezinde kıdemli yazmandı. Bill hatırladığı ilk olayın Titanik’in 1912 yılındaki batışı olduğunu yazmış. Yaşam öyküsünü anlatacağında her zaman bu tarihten başlayarak anlatırdı. Babası yaşanan felaketi anlatmak için bir çay fincanı altlığı kullanırmış ve boğulan 1500 yolcunun arasında kendisinin bir arkadaşının da olduğunu söylermiş.
Bill’in annesi 1913 yılında, doğduktan kısa bir süre ölecek olan küçük kızlarının doğumunun ardından yakalandığı loğusa humması nedeniyle vefat etti. Bill henüz 5 abisi Archibald ise 7 yaşındaydı. Annesinin ölümünün ardından geçirdikleri ilk yılları şöyle anımsardı, “her ne
7
guest/misafir
kadar yaşlı bir halanın yardımlarını alsa da, babam için gerçekten zor yıllardı. Yine de hayatta kaldık ve 8 yaşımıza geldiğimizde kendi kendimize bakabilecek bir duruma geldik”. İki kardeş cesaretlerini toplayıp babalarından ilk cep harçlıklarını istediklerindeyse aldıkları yanıt “gidip kendiniz kazanabilirsiniz” olmuştu. Bunun üzerine oğlanlar sabahları tren istasyonuna gitmeye ve 6 peni karşılığında hanımefendilerin bavullarını trenden istasyon binasına taşımaya başladı. Demiryolu bekçileri oğlanların onların işlerini ellerinden almaya başladıklarını söyleyinceye kadar günlük neredeyse 5 şilin kazandıkları günler oluyordu.
Bunun üzerine tanesini 3 peni’ye publara satacakları boş bira şişesi toplama işine yöneldiler. Bir Ağustos günü, Folkestone’da tatildeyken, Bill gözüne kestirdiği iki bira şişesini almaya çalışırken az kalsın 400 ayak yüksekliğindeki bir uçurumun kenarından aşağıya düşüyordu.
8
William Dreghorn
9
guest/misafir
Bu ilk çocukluk günlerinin Londra banliyölerini, çoğunlukla atlarla at arabalarının kullanıldığı, motorlu araçların çok ender görüldüğü huzurlu yerler olarak anlatıyor. Abisi Archie’yle ziyaret ettikleri en önemli uğrak yerlerini Epping Ormanı, Londra şehir merkezi (Bow üzerinden), Woolwich yakınlarındaki rıhtımlar, nehir kıyısında yaptıkları yürüyüşler ve Wanstead Parkı olarak sıralıyor. Oğlanlar bu yerlere arkasına kaçak olarak tutundukları at arabaları aracılığıyla bedavaya gidiyorlardı. Arabanın arkasında “tanımadıkları” başka bir oğlan gördüklerinde arabacıya “kırbacını arkaya doğru salla arabacı” diye bağırıyorlardı. “Eğer yeterince uzun bir kırbacı varsa onları doğduklarına pişman edebilirdi,” derdi Bill. En ilginçlerinin savaşla ilgili çocukluk anıları, oynadıkları oyunlar ve 20. yüzyılın ikinci onyılında Londra banliyölerinden aklında kalan sahneler olduğunu söylerdi. Yıl 1915, Alman zeplinleri bir hava saldırısı esnasında Londra’ya bombalar yağdırıyor. “Her büyük patlamanın ardından zeplinlerin motorlarının uğultusunu işittiğimizi hatırlıyorum. Başka bir gece babam bağırarak bizi çağırdı: “Acele pencereye koşun!” “Gecenin karanlığında bir zeplin devasa bir puro gibi kırmızı ve sarı alevlerle
10
William Dreghorn
sarılmış bir vaziyette döne döne yeryüzüne düşüyordu. Sokak boyunca sıralanmış evlerin yatak odası pencereleri tezahürat eden insanlarla doluydu. Yıl 1917, hava saldırılarının ertesi günü okuldan eve dönerken topladığımız şarapnel parçalarını kibrit kutularında biriktirir, okuldaki diğer oğlanlarla takas ederdik. Görkemli bir Cumartesi öğleden sonrası, bahçedeki çitin üzerinde oturup, Almanların güpegündüz Londra’ya gerçekleştirdikleri hava saldırısını seyredişimi hatırlıyorum”.
1920’deki Londra banliyölerinin sokaklarını anlatırken sık sık, bacakları olmayan ve çok az bir emekli maaşı ile yaşamaya çalışan – çoğunlukla Fransa’dan gelen askerler – dilencilerle dolu olduklarından bahsederdi. Seyyar satıcıların bağırışmaları: “Yemeklik elmaların kilosu bir peni, hepsi taze ve güzel”, “Eski püskü giysiler. Eski paçavraları alırım”, “Bir onluğa yarım kilo, olgun çilekler”. O zamanlara dair şöyle bir not düşmüş, “süt veya marmelat almak istediğinizde kendi sürahi veya kavanozunuzu getirmeniz gerekirdi, öyle markette gezinip aradığını almak diye bir şey sözkonusu değildi. Dükkan sahibi ne verirse onu almak zorundaydınız. Bu durum çöpe atılan karton ve plastik ambalajlar gibi şeylerin miktarının ciddi bir biçimde azalmasını sağlıyordu” Süpermarket olarak bir tek Londra’nın merkezinde bulunan Selfridges, Harrods ve Gamages vardı. Hizmet alabilmek için
11
guest/misafir
tezgahın üzerinde bulunan zili çalmak gerekirdi. Büyük marketlerde kasiyere para göndermek için tavana asılı bir tel sistemine bağlı küçük teneke maşrapalar kullanılırdı. Para üstü de aynı maşrapalarla geriye gönderilirdi. Başımızın üstünde durmadan gidip gelen maşrapaları seyrederdik”.
Leyton’daki Norlington Road İlkokulu’nda (1913-1919) geçirdiği yıllar içerisinde bir çocuk olarak kendisi için önemli iki olaydan bahsediyor. Bunlardan bir tanesi okuma hataları veya yazım yanlışları gibi önemsiz suçlar için verilen dayak cezasıydı. Sabah toplantısı duasında gözlerini kapatmadığı için bütün sınıfın gözü önünde sopayla cezalandırılan bir çocuğu anımsıyor. Hatırladığı ikinci olaysa biraz daha neşeli bir şey, Noel tatilinin ardından Ocak’ta kar yağmasıyla ilgili. “Norlington okuluna giden 10 yaşında bir çocuktum. Kar topu savaşları yapardık. Bazı kötü niyetli çocuklar kartoplarının içerisine taş koyardı”. Birkaç yıl sonra, Bill henüz 12 yaşındayken, Fransa’daki siperlerden gelen askerler beraberlerinde bitleri de getirdi, berber dükkanları bitle dolmuş, çocukların çoğu bitlenmişti. “Hemşireler sık sık okula uğrayıp başlarımızı kontrol ederdi. Derslerimize ara verir, yeleklerimizi çıkarırdık, onlar da başımızdaki bitleri temizlerdi. Kedimiz bile bitlenmişti”.
12
William Dreghorn
Her ne kadar Bill çocukluğuyla ilgili bir sürü şey yazmış olsa da, ergenlik yıllarıyla ilgili yazılmış çok az şey var. Yaşam öyküsü 12 yaşından 20’sine atlıyor. “20 yaşında bir genç adam olarak 1928 yılında her iki taraftan da binlerce askerin yaşamını yitirmiş olduğu Fransa’daki Verdon savaş alanını ziyaret etmeye karar verdim. Savaştan kalma bir cephedeki kafataslarını kazıp çıkaran bir Fransız köylüsüyle karşılaştım. Ağızlarındaki altın dişleri sökecekti”. 1930’lu yıllarda B.Sc. ve Ph.D. derecesi (Birkback Koleji ve Üniversite Koleji) alacağı Londra Üniversitesi’ne gitti. Essex Sanat Okulu’ndaki önemli bir ressamdan resim dersleri alması da bu döneme rastlar. Öğretmeni suluboyanın tanınmış ressamlarından Walter Spradbery’dir. “Bana renkleri kullanarak peyzajları gözümüzle gördüğümüz şekilde boyamayı öğretti. Buna gerçekçi ya da topografik tarz resim deniyordu”, diye yazıyor Bill.
13
guest/misafir
II. Dünya Savaşı 1939-1945 1939 yılında, Japonya’nın Kobe şehrine gider. “Dur seni İngiliz casusu!”, diye uyarır polis. “Japon askerlerinin resimlerini yapıyorsun, bu yaptığın yasak”. Onu ite kaka polis istasyonuna götürüp 3 saat boyunca sorgularlar. “2 hafta boyunca cezaevinin gözaltı merkezinde tutuldum. Tıpkı 5 yıldızlı bir hotel gibiydi, harika bir banyo, temiz kıyafetler, muhteşem yemekler. Çantamda Kobe’deki İngiliz konsolosluğundan gelen bir mektup buldular. Mektubun içeriği, okuyan Japon polisinin anlayamadığı sıradan bir yazıydı. Serbest bırakılacağımda bana iyi davranıldığına dair bir belge imzalamam istenmişti, gerçekten de İYİ davranılmıştı! Takip eden üç ay boyunca yanıma verdikleri sivil bir polisle dolaşmam gerekti”.
Aynı yıl (o zamanlar Pekin denilen) Beijing’e de gitti. 1939 yılında Beijing Japon işgali altındaydı. “Japon askerleri her sabah 11’de merkezdeki meydanlıkta süngü talimi yapıyordu. Pekinliler izlemeye ve yuhalamaya, alay etmeye gelirdi. Elbette bu talimleri Çinlileri korkutmak için yapıyorlardı. Voltaire’in belirttiği gibi: “Pour encourager les autres [Başkalarını cesaretlendirmek için]”. İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Bill’i Asya’ya getiren sebebin ne olduğu bizler için hep bir gizem olarak kalacağa benziyor.
14
William Dreghorn
1940 yılında, 1946’ya kadar subay olarak hizmet edeceği Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne (R.A.F.) çağrıldı. Çağrılır çağrılmaz bir subay olarak görevlendirildi. Kısa bir kursun ardından Torquay, Devon’daki R.A.F. hava navigasyon merkezine eğitmen olarak atandı. R.A.F. eğitimini Anson uçaklarıyla yapmıştı. 1941 yılında R.A.F. ve İngiliz ordusunu taşıyan 50 gemilik bir konvoyla Cezayir’e ulaştı. Yolculukları süresince epeyi bir Alman denizaltısı tespit ettiler. Her ne kadar oraya bir eğitim subayı olarak gönderilmiş olsa da Cezayir’in 20 mil doğusundaki Setif’e vardıklarında, İtalyanların tutulduğu savaş esirleri kampının [Prisoners of War] sorumluluğuna getirildi. İtalyan esirler iki gruba ayrılmıştı. Bir grup Musollini’yi desteklerken diğer grup sürdürülen bu şavaşta müttefik güçlerle işbirliği yapmaya hevesliydi. İlk grup dikenli tellerin arkasında tutulurken ikinci gruptakiler çadırlardan oluşan kamplarında özgürce dolaşabiliyordu. Cezayir o dönemde bir Fransız kolonisiydi, orada yaşayan birkaç milyon Arabın çoğu düzene başkaldırmış durumdaydı. İngilizlerin onları kolonyal sömürgeden kurtarmaya geldiklerini sanmışlardı. 1946 yılında altı yıllık R.A.F hizmetinin ardından terhis edildi. “R.A.F.’te geçirdiğim süre beni büyük ölçüde olgunlaştırdı”, diye yazmıştı.
15
guest/misafir
Terhis olduktan sonra evlendi ve Sylvia adında bir kızıyla Peter adında bir oğlu oldu. Kısa bir süreliğine jeoloji dersleri verdiği Yeni Zelanda’da yaşadılar. Birleşik Krallık’a geri döndükten sonra uzun yıllar Cehltenam’daki St. Pauls Koleji’nde eğitmenlik yaptı. Bu dönemde yayımladığı çalışmaları hala daha Amazon’da satılıyor. “Geology Explained in the Severn Vale and Cotswolds” (1967) ile “Geology Explained in the Forest of Dean and Wye Valley” (1968). Her iki kitapta da kurşunkalem ve mürekkeple yapılan çizimlerinden oluşan kendi ilüstrasyonlarını kullandı ve her zamanki gibi, onun o berrak ifade tarzının, kitapların bütünü boyunca parıldadığını görmek mümkün. Jeoloji alanında kıdemli eğitmen olarak görev yaptığı son atamaysa Bristol Üniversitesi’ne oldu. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra, Kıbrıs’a gelip adanın jeolojisiyle ilgili eserler kaleme almak arzusuyla 1968 yılında erken emekliliğini istedi. “Emekliliğimi geçirmek için Kıbrıs’ı seçtim çünkü ada jeolojik araştırmalar konusunda umut vaad edici bir yerdi”, diye yazmış. Mısır’dayken eşekten düşmesi sebebiyle kalçasında ortaya çıkan sıkıntılardan dolayı Bill, 7 yıllık saha araştırmasının ardından dağlara tırmanma konusunda kendini frenlemek zorunda kaldı. Arkeoloji alanında çalışmaya yönelmesi bu rahatsızlığı sebebiyleydi. Aslında jeoloji alanında elde ettiği kariyerin ardından, kitaplarında yer alan çizimler ve arkeolojik alanların basitleştirilmiş açıklamaları aracılığıyla, arkeoloji dersleri vererek kendine ikinci bir kariyer edineceğine dair hiçbir öngörüsü yoktu. Bugün pek çok insanın adanın mirasıyla ilgileniyor olması onun kitaplarında kullandığı capcanlı imgeler, çizimler ve ilüstrasyonlar sayesindedir. Binaların ‘merak uyandıran tarafları’ diye nitelendirdiği kısımlarıyla yakından ilgilenerek, nasıl çalıştıklarına ve ne için kullanıldıklarına dair kolay anlaşılır açıklamalarda bulundu. Bilgi ilgiyi getirdi, sık sık “sadece bildiğimizi görebiliriz”, derdi Bill. “Takdir ancak daha iyi kavramakla gelişir” onun en sık telaffuz ettiği sloganlarından birisiydi.
16
William Dreghorn
Kıbrıs’ta Misafir Bir Emekli 1968-2001 1968 yılında Limasol, Kıbrıs’a ulaştı ve adayla ilgili ilk izlenimlerini yayımlanmamış çalışmalarından birisi olan “My Worst 4 Days [En Kötü 4 Günüm]” isimli yazısında kaleme aldı. 26 yıl boyunca yaşayacağı, dağları, köyleri, sahilleri ve özellikle de liman ile kitabının ana konusu olan Girne kalesini resmedeceği Girne’de bir ev kiraladı. Adanın jeolojisi üzerine yazdığı pek çok makaleyi yerel gazetelerde yayımladı. Bill emekliliğini bu adada geçirmeye karar verdiği zaman abisi Archibald’ın 1940’lardan beridir burada yaşadığından haberdar değildi. Archie gazetede yayımladığı makalelerden birisini görünce onunla temasa geçti. Bill’in kızı Sylvia’nın anlattığına göre, “iki kardeş, bulaşık yıkamakla uğraşmak istemedikleri için serdikleri gazete üzerinde, iki haftada bir, peynir ve ekmekten oluşan huysuz öğle yemekleri yemeye başladı”. Abisi Archie 1986 yılında öldü. Yayımlanmamış yazılarından birisinde Bill Lefkoşa’daki morgu ziyaret edişinin, hayatının en tatsız deneyimlerinden birisi olduğundan bahseder. Yazın en sıcak aylarında, yanına aldığı eskiz defteriyle soluğu Trodos dağlarında alırdı. Yılın geriye kalanındaysa günlük yürüyüşlerine çıkar, tam buğday ekmeği, tuna, soğan, maydanoz, havuç ve meyvelerden oluşan lif zengini yiyeceklerle beslenirdi. Her zaman en güzel yemeklerin evde yapılanlar olduğunu söylerdi “çünkü böylelikle ne yediğinizi bilirdiniz”. Yılın büyük bir bölümünde, ister Girne’deki balkonu olsun isterse Mağusa’daki verandası, dışarıda uyumaya bayılırdı. Asla ihmal etmediği bir şey varsaydı o da, Kıbrıslıların da defalarca gündeme getirdiği gibi, kışın bile aksatmadığı yüzme alışkanlığıydı. Bill’in çizim ve yazıyla ilgili hobileri Kıbrıslılar tarafından, emekli birisinin kışın denize giriyor olması kadar eksantrik bir “çalışma tarzı/iş” olarak görülürdü. Bill çoğu zaman “Sen emekli misin? Eğer hala daha çalışacaksaydın ne diye emekliye çıktın anlayabilmiş değilim. Bizler emekli olunca bir daha çalışmayık. Bir kahvede oturur ölümü beklerik” gibi soru ve ifadelerle karşılaşırdı. Bu mevzuyu hiçbir zaman anlayamamıştı. Yayımlanmamış bir başka yazısı olan “Four Events on My First Day in Cyprus, Limassol. August 1968 [Kıbrıs, Limasol’daki İlk Günümden Dört Olay. Ağustos 1968]”’de şunları yazmış: “Kıbrıs’a 1968 yılında Girne
17
guest/misafir
sıradağlarının jeolojisi üzerine araştırmalar yapmak amacıyla geldim. İngiltere’deki Bristol Üniversitesi’nden erken sayılabilecek bir yaşta, altmışımda emekliye ayrıldım. Emekliliğimi geçirmek için Kıbrıs’ı seçtim çünkü jeolojik araştırmalar açısından ada oldukça umut vaad ediciydi. 7 yıl çalıştıktan sonra kalçamdaki sıkıntılar nedeniyle tırmanmaktan vazgeçmem gerekti ben de arkeoloji alanında çalışmaya başladım. 26 yıl Girne’de yaşadıktan sonra Mağusa’ya taşındım. 90 yıllık hayatım süresince pek çok ülkede yaşadım ve Kuzey Kıbrıs bunların arasında en iyisiydi. Aynı şey Mağusa için de geçerli. Hiçbir biçimde siyasete bulaşmama konusunda kararlıyım, ama siyaset adanın dört bir yanında gündelik yaşamla öylesine iç içe geçmiş durumda ki, uzak durmak neredeyse imkansız görünüyor”.
“Kıbrıs’ta tanık olduğum en güzel olaysa, bir sabah, bir anne kedinin yavrularını sevgi dolu hareketlerle okşayışını, tüylerini düzeltişini görmemdi. Patisi yavru kediciğin sırtında bir aşağı bir yukarı giderken her ikisinin birden birer dinamo gibi mırrrıldanışları. Hayvanların davranışlarının bazen bizimkilerden çok daha iyi olduğunu düşünmeye başladım”. Henüz beş yaşında bir çocukken ölüme şahit olmuş bir adam için yadırganacak sözler değil bunlar. Her iki Dünya Savaşı esnasında da, 1974’te Kıbrıs’ta yaşananlar sırasında da ölümün etrafında kol gezdiği bir adamdan bahsediyoruz. Bill politikadan ve dinden nefret ederdi. Kedileri ve şiirleri tercih ederdi. Yalnızca iyi kalitede suluboya
18
William Dreghorn
resimler yapmakla kalmamış, bazen kullanılmış kağıt parçalarını, defterlerin kapaklarını veya bulabidiği herhangi bir karton parçasını da yeniden kullanmıştır. Sürekli herkese bir hobi edinmesi, vejeteryan bir yaşam biçimini benimsemesi, yoga veya yürüyüş yapması yönünde tavsiyelerde bulunurdu. Kedileri severdi ancak herhangi bir kediyi okşadığını ya da kucağına aldığını gördüğümü hatırlamıyorum. Çoğu zaman bir arkeolog olduğu sanılırdı oysa gerçekte o bir jeologtu. Herkesin anlayabileceği açık ifadelerin kullanıldığı yalın bir dille yazılmış popüler kitaplarıyla bilinirdi. Suluboya resimleri de fazlasıyla takdir edilirdi. Resimlerine hemen hemen her yerde rastlamak mümkündür, ayrıca onları herhangi bir biçimde iletişime geçtiği veya temas kurduğu kişilere hediye etmeyi severdi. Her ne kadar kendisinden birşeyler talep edilmesinden pek hoşlanmasa da, birileri ondan resimlerini isteyince, burada yaşayan bir yabancı olarak insanlarla iyi geçinebilmek adına onlara nazik davranması gerektiğine inanırdı. Resim yapmaktan ve yaptıklarını paylaşmaktan büyük keyif alırdı. Hiçbir zaman ne resimlerinden ne de kitaplarından bir kazanç elde etme derdinde olmadı. Bütün bir sene boyunca yaptığı resimleri, satıp gelir elde etsinler diye Anglo-Türk Derneği gibi hayır kuruluşlarına bağışlardı. Resimleri çoğunlukla kendi belirlediği düşük sayılabilecek ücretlere satılırdı. Zamanının çoğunu dışarıda resim yaparak, güneşlenerek ve karşılaştığı insanları yürüyüş değneğini havaya kaldırıp ‘Ben bir çingeneyim’ diye selamlayarak geçirirdi. Bill onun zamanını boşa harcayan veya lüzümsuz sorular soran insanları sevmezdi. İnsanlarla ilişkilerini sıcak tutmayı sevdiği kadar onlarla arasına belli bir mesafe koymayı da ihmal etmezdi. Jeoloji ve arkeoloji hakkında birşeyler öğretmekten keyif alırdı. Gerçekten ilgi duyanlar için ayıracağı zamanı hep vardı. Birşeyler öğretmekten, bilgi alışverişinde bulunmaktan, bilim hakkında konuşmaktan, birşeyleri açıklığa kavuşturmaktan büyük keyif alırdı. Her karşılaşmamızda mutlaka bana yeni bir şeyler öğretir ve son sözleri olarak da bir dahaki sefere tartışacağımız “konuyu” belirtirdi, böylelikle kaldığımız yerden devam edebilirdik. Bir sonraki karşılaşmalarımızda “konumuzun” ne olduğunu her zaman hatırlardı. Her defasında, “Sakın unutma! Fırçalar, boya ve kağıt ve bir teneke de beyin!”, “Öğleden sonra saat
19
guest/misafir
2’de! Kıbrıs saati değil ama İngiliz saati!” derdi. Beni yıllardır tanıyor olmasına rağmen buluşmalarımıza vaktinde geldiğim her seferinde şaşkınlığını saklayamaz “Tam vaktinde geldin!” derdi. O hem benim hem de Doğu Akdeniz Üniversitesi’ndeki (DAÜ) öğrencilerim için bir rol modeldi. İlerlemiş yaşına rağmen kazı yerlerine gelir, bizimle kampta kalır, kazı alanının (Tatlısu-Çiftlikdüzü) jeolojik özellikleriyle ilgili yazılar yazar, kazıların, çıkarılanların ve köyün çizimlerini yapardı. Kitapları, coğrafyayla daha ilintili olmalarına rağmen, bir arkeolog olmam konusunda esin kaynağım oldu, benimle paylaştığı o paha biçilmez bilgilerse yaşadığım sürece benimle olmaya devam edecek.
2000 yılında Bill öğrencilerim tarafından Mağusa’daki -kendi eviyle ortak bir duvarları olan- Nestori Kilisesi’nde DAÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Kulübü’nün açılışına davet edildi. Geldiğinde elleri ve kıyafetleri boya lekeleriyle doluydu, buluşma öncesinde rutinini bozmak istemeyen, aradaysa kendine çeki düzen verecek vakti bulamamış bir hali vardı. Ona hayranlık duyan öğrenciler bir konuşma yapmasını
20
William Dreghorn
istedi. Konuşmasının bir yerinde, onu dinleyen genç öğrencilere, “Kuzey Kıbrıs yaşanılacak en güzel ülkedir” dedi. Daha önceden onu tanımayan bir öğrenci, vücudunun her yerinde ve kıyafetlerinde boyalar olan 90 yaşını geçmiş bu ihtiyara bakarak, herkesi şaşkınlığa düşürecek bir biçimde Bill’e meydan okumaya kalkıştı. Çok da kibar sayılmayacak bir tavırla “Böylesine bir yargıda bulunabildiğinize göre daha başka hangi ülkelerde yaşamış olduğunuzu merak ettim doğrusu?” diye sordu. Bir anlığına durup eli çenesinde sorunun kimden geldiğine baktı Bill, daha sonra sakince kafasını kaldırıp bir hikaye anlatmaya başladı. Birleşik Amerika’nın kuzeyine yaptığı seyahati anlattı, Kanada sınırına geldiğinde onu durdurup “Pasaport lütfen!” diye soran gümrük görevlisini. Pasaportunu verdiği görevlinin mühür vuracak boş bir yer bulabilmek için sayfaları çevirirken yaptığı yorumla bitirdi hikayesini. “Gitmediğiniz bir ülke kaldı mı acaba?”. Bill bir akıl hocası, onunla olmaktan keyif alacağınız bir dost, ve Kıbrıslılar için oldukça iyi tanınan bir karakterdi. Eksantrik tavırlarıyla Kıbrıslıların kalplerini fethetti ve saygılarını kazandı. O sadece güneşlenmek ve Akdeniz’in ona sunacaklarından yararlanmak için emekliliğini burada geçirmeyi tercih eden bir yabancı olarak değil, fahri bir Kıbrıslı olarak da görülürdü. Bu adaya karşı duyduğu minnetin ve aidiyetin kanıtı sayılabilecek kitapları ve çizimleri sayesinde, daha çok, yıllarca yurt dışında dolaştıktan sonra adaya geri dönen bir Kıbrıslı olarak görülürdü. Onun anısını yaşatmak amacıyla ismi Mağusa’da bir sokağa verildi, resimleriyse Girne kalesindeki bir salonun yanı sıra Mağusa’da bulunan yerel kuruluşlarla daha başka yerlerde de sergileniyor. Ölümünden sonra bile kızı Sylvia’ya bıraktığı az miktarda parayla Kıbrıs ve Kıbrıslılar için birşeyler yapılmasını istedi. DAÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’de okuyan öğrencilerin yararlanabileceği William Dreghorn Seyahat Bursu’nu koydurttu. Bu burstan yararlanabilen öğrenciler Mısır’a, İskoçya’ya ve Türkiye’ye gitti. Bu öğrencilerden hiçbiri onu kişisel olarak tanımıyordu, yine de seyahat etme ve yeni şeyler öğrenme fırsatı sunarak ölümüden sonra bile bir biçimde onlara dokunabildiğini düşünüyorum. Bill’in sürekli tekrarladığı sloganı “Git ve gör, gör ve öğren… iyi’ni daha iyi, daha iyi’ni de en iyisi yap”tı.
21
guest/misafir
Bill Kasım 2001’de, Mağusa’da, kalp yetmezliği sebebiyle hayata gözlerini yumdu. Mağusa’daki İngiliz Mezarlığı’na, hayatının ilk dönemleri ile karakterinin oluşumunu derinden etkileyen bir dönem olan 1. ve 2. Dünya Savaşları’nda hayatlarını kaybedenlerin yanına gömülmüş olması, bir ironi olmayabilir. Bu kısa biyografiyi kaleme almak için uğraştığım sırada araştırmalarım beni Ağustos 2001’de yayımlanmış, içinde onun ilüstrasyonlarının da yer aldığı bir kitaba götürdü. Rumca şiirlerin de yer aldığı bu kitabın adı “An Invitation to Pentadactylos”tu. Giriş yazısında hatalı olarak onun sağlık sorunları sebebiyle 1974’ten hemen sonra öldüğü belirtiliyordu.
Çalışmalarının o öldükten sonra bile yayımlanması, yeni basımlarının yapılması, tam da Bill’e uygun bir durumdu. Neredeyse bir yaşam boyu denilebilecek bir süre boyunca, 1968’den 2001’e kadar, hiç kimse onun çizdiği ya da resmini yaptığı kadar çizip resmini yapmadı Kıbrıs’ın peyzajlarının. Onun gibi hiç kimse zamanla oluşan değişimleri kaydetmedi, kimsenin tırmanamadığı dağlara tırmanmadı, Kıbrıs’ı Kıbrıslılardan daha iyi tanıyarak onu Kıbrıslılara öğretmedi! Ölümünden birkaç yıl sonra ortak bir tanıdığımız olan Dr. Turhan Reis beni aradı. Bill’in bana, yanlarında bana verilmelerini söyleyen bir notla beraber, bir masanın üzerinde, üzerleri bir örtüyle örtülü, bir şeyler bıraktığını söyledi. Bazılarının zannedebileceği gibi o usta işi sulu boyalarından hiçbiri bana miras kalmadı. Bende olan çizimleri Kızıl Haç’tan ve ebay’den satın aldıklarımdır. Yazdığı, kaligraflar ve ilustrasyonlarla desenlendirdiği bütün küçük kitaplarını bana bırakmış. Benim için, onun gerçek doğasını yansıtan bu kitapların her biri, yaşadığım sürece saklayacağım, eşşiz ve paha biçilemez birer hazinedir. En sevdiği şiirlerinden ve öne çıkardığı denemelerinden bazıları şöyle sıralanabilir: “Why I Hate Politics”, “Personal Opinion
22
William Dreghorn
of William Dreghorn”, “Religion”, “My Choice of Well-Known Quotations”, “Politics”, “Why I Hate Politics”, “How to Live as a Stranger in a Strange Land”, “Women”, “Grass Widow”, “The Good and the Bad in Cyprus”, “Trivialities and Other Items in Cyprus 19682000”, “My Life”, “My Last Words”. Pek çoğu yeniden kullanılan kartonların üzerine yazılmış olan bu metinler, bu sıradışı adamla, yaşamıyla ve görüşleriyle ilgili zengin bir bilgi kaynağını barındırıyor. Seçilmiş Yayımlanan Eserleri: Rocks and Scenery in the Kyrenia Region, Republic of Cyprus, Nicosia, Zavallis Press, 1971 “The Geomorphology of Troulli Area”, Bulletin of the Cyprus Geological Association, Geographical Chronicals Vol. 1:2 Nicosia, Cyprus. 1971. “Santorini”. Bulletin of the Cyprus Geological Association, Geographical Chronicals Vol. 2:3 Nicosia, Cyprus. 1973. A Guide to Troodos Mountains, Republic of Cyprus, Nicosia, Zavallis Press, 1973 Landscapes of Northern Cyprus. Publishers name not printed.1979 A Guide to the Antiquities of Kyrenia. Cyprus Turkish Tourism Enterprises Co. Ltd. Kyrenia, Cyprus. 1982 A Guide to the Antiquities of Nicosia. Cyprus Turkish Tourism Enterprices Co. Ltd. Girne. 1982 A Guide to the Antiquities of Kyrenia. Cyprus Turkish Tourism Enterprices Co. Ltd. Girne. 1982 North Cyprus Bays and Beaches, Cyprus Times Publishing Enterprises.1984 The Castles of North Cyprus Bellapais Abbey. Cyprus Times Publishing Enterprises.1984 Kantara Castle. Cyprus Times Publishing Enterprises.1985 Girne Castle. Cyprus Times Publishing Enterprises. 1985 Hilarion Castle. Cyprus Times Publishing Enterprises.1985 Famagusta and Salamis A Guide Book, Nicosia, Cyprus. Kemal Rustem and Brothers. 1985 Sketch Guide book to Mağusa. Published by North Cyprus Friends of Museum Association. 1996 Sketch Guide book to Girne Harbour and Town. Published by North Cyprus Friends of Museum Association.1997
Müge Şevketoğlu’nun “William Dreghorn, Kıbrıs’ta Misafir Bir Emekli” yazısında kullanılan William Dreghorn’a ait eskizler, yazarın (Müge Şevketoğlu) özel koleksiyonundan alınmıştır.
23
ME Yonder man , who is he? They call him Bill or W. Dee. He limps along for all to see, With a walking chair while the people stand and stare ‘Old age is golden’ I have heard it said, But sometimes I wonder as I get into bed With my ears in the drawer my teeth in cup, My eyes on the table until I wake up. Ere sleep overtakes me. I say to myself ‘Is there anything else I can lay on the shelf?’ (William Dreghorn, 2000)
William Dreghorn
William Dreghorn, Guest Pensioner in Cyprus. (28 May 1908, London – 28 Oct 2001, Famagusta)
Assoc. Prof. Dr.Müge Şevketoğlu William Dreghorn always called himself a “guest pensioner” in Cyprus, but he knew very little that he would spend, in his words, “the best years of his life” on the island and be buried here forever. The stages of his life are as interesting as he himself was as a person. The first time I met Bill was in 1980, when I was 14. I had purchased books to read during the summer holiday in Karaoğlanoğlu where we spent the summer each year. At an early age I had developed an interest in archaeology, geology, geography and marine biology. This was due to my love for Cyprus and therefore a lifetime’s dedication to study it suited me. As I read his book, “Landscapes in North Cyprus”, my interest in geology increased greatly. Already interested in archaeology and geography, I learnt names such as monaminifera, hippopotamus minutus at an early age. As I continued reading, I started to follow his advice, “go and see”. And I did! I explored the area between the church of Aghios Georgios and what is today the Merit Hotel where my play- and learning-grounds overlapped. Finding fossils and ancient artefacts, I kept a diary of field notes, trying to draw like Bill and jotting down explanatory remarks. In one of my notebooks I wrote, “the more I read the book (Landscapes in Northern Cyprus), the more I become a friend of the author”. Let alone meeting Bill, I didn’t even know that he was still living on the island at the time. One day, I saw a man sketching and I knew that he was the writer of my book! I approached him to talk, but he dismissed me. I persisted, approaching him each time I saw him. My opening punch-line was “Do you remember me?”. Each time he said, “No! Go away, I am busy!”. This went on until I started to study archaeology in England when I grabbed his attention. During my studies in archaeology we corresponded frequenty. I enjoyed receiving his letters, often with sketches related to their content.
27
guest/misafir
Time passed and correspondence continued until I was doing my Ph.D. at the University of Edinburgh. He had moved from Kyrenia to Famagusta by that time. I was also getting ready to move to Famagusta as a result of my teaching-post at Eastern Mediterranean University. As he was my only friend in Famagusta, we spent more and more time together and he gave me drawing and watercolour painting lessons. After a few sessions, he decided that watercolouring was not for me and that I should stick to pen and pencil. We often travelled to some nearby village and sat, drawing and later having picnics. We never ran out of subjects to talk about. In 2001 he was hospitalised twice. Many locals and ex-pats that cared for him started visiting him in hospital. Even in bed he asked me to bring him pens and paper to draw and he continued to draw eucalyptus trees and scenes of antiquities from his memory. As his consciousness was at an ebb and flow, one of the ex-pat visitors asked him, “Hi Bill. Do you remember me?”. He did not respond. I was worried and I bent over and whispered into his ear, “Bill! Do you remember me?”. He responded with a little smile and a mischievous look in his face, “Of course I remember you”. William Dreghorn, geographer, geologist, archaeologist, painter, a friend of Cyprus, will always be remembered too. The information gathered here about his life is through small windows left behind by him as sketches and writings. One of the most valuable sources for this are his several unpublished works, “My Childhood Years in London 1913 to 1920” (2000); “ Some Incidents That Moulded my Character: W.W. I, How It Effected Me As a London Schoolboy, 1914 to 1918”, (1999); “My Last Words” (1998); “The Best Time of My Life Was the 30 Years in Cyprus 1968-1998” (2000); “ME, A Poem in Blank Verse” (2000); “Reasons Why North Cyprus is the Best Country to Live In”, and “Mağusa, Best Town” (2001). He believed that the games of his childhood, the stories he heard and the war and death that surrounded his early childhood contributed to the formation of his character as a peace-loving person, although he later developed a dislike about things religious and political.
28
William Dreghorn
Early Years 1908-1920 William Dreghorn was born in Leyton (London) on the 28th of May, 1908. He was the youngest of two boys of Fanny Caroline and Archibald Dreghorn. His father was a senior clerk for Dr. Barnardo’s Home-office in Stepney Causeway. The earliest event Bill remembered was the sinking of the Titanic in 1912. He always started telling his life story from this date. His father explained the story of the disaster by using a saucer, telling him that he had a friend who drowned together with the other 1500 passengers.
In 1913, Bill’s mother died of puerperal fever after giving birth to a baby girl who died shortly after birth. Bill was only five and his brother Archibald was seven. He recalled the first several years after his mother’s death as, “difficult years for my father, although we had partial help from an aged aunt. Yet, we survived and at the age of eight we were able to look after ourselves”. When two brothers gathered up the courage to ask their father for their first pocket money, their
29
guest/misafir
father’s response was, “you can earn it”. So, the boys went to a train stop in the mornings and carried the ladies’ luggage from the train to the station for sixpence a bag. Some days they would earn as much as five shillings until they were told by the railway porter that the brothers were taking away their business.
They switched to collecting empty beer bottles, which they sold for 3d each to public houses. One August, whilst on a holiday in Folkestone, Bill got himself in great danger and almost fell off a cliff-edge 400 feet high trying to get two empty beer bottles he spotted.
30
William Dreghorn
During these early childhood days, he described London suburbs as a quiet place where horses and carts were common and motor cars were very rarely seen. Chief haunts that he visited with his brother Archie were Epping Forest, London City (via Bow), the docks near Woolwich, walks along the river tow path and Wanstead Park. They travelled to these places as boys by jumping on to the backs of carts as a means of getting a free ride. If they saw a “strange” boy at the back, they would shout to the driver, ‘whip behind guyner’. “If he had a long whip he could sloshem”, Bill said. His childhood memories of war, games and scenery in London suburbs in the second decade of the 20th Century are most interesting. In 1915, bombs were dropping from German zeppelins during an air raid over London. “I remember the humming of the zeppelin engines after a big bang. Another night my father shouted: ‘Come to the window quick!’. “A zeppelin was in the night sky, all wrapped up in red and yellow flames like a huge cigar tilting down to earth. All along the street, bedroom windows had cheering crowds. In 1917, on the way from school after a night air raid, we collected shrapnel in
31
guest/misafir
match-boxes and traded them in school with other boys. I remember one glorious Saturday afternoon, sitting on a fence in the garden and watching a German daylight raid over London. Fifty planes like a swarm of bees in the sky’’.
He often described the streets of London suburbia in 1920, having many beggars – mostly soldiers from France – with missing limbs and a very small pension. Shouts of costermongers: “Penny a pound cooking apples, all fresh and nice”, “Rags and bones. I will buy the old rugs”, “Tanner a pound, ripe strawberries”. At this time he noted, “For milk or jam you brought your own jug or jar, you could not walk around the shop and pick up things. Selection was done by the shopkeeper. This resulted in much less rubbish from the household”. The only supermarkets that existed were Selfridges, Harrods and Gamages in central London. There was a bell on the counter to call attention for service. A large shop would have an overhead wire system for sending cash to the shop cashier. Change was sent back by the same tins. We watched the tins go and come back”.
32
William Dreghorn
During his school years at Norlington Road Elementary School (19131919) in Leyton, he mentions two important events for him as a child. One was the corporal punishment for trivial offences, such as mistakes in spelling or bad writing. He recalls a boy being punished for not closing his eyes at the morning assembly prayer by caning, with the class watching. The other event was on a happier note when snow came in January after the Christmas holidays. “I was a boy of 10 at Norlington School. We would have snowball fights. Some wicked boys put stones into the snowballs”. A few years later, when Bill was only 12, soldiers from the trenches in France brought lice to barber shops, where most children got infected. “Nurses often paid a visit to school to check our heads. We stopped school homework, took off our vests and they picked off lice. Our cat had it too”. Although Bill wrote a lot about his early childhood there is very little written about his teenage years. His life-story jumps from the age of 12 to 20. “As a young man of 20 in 1928, I decided to visit Verdun battlefields, France, where thousands of soldiers on both sides lost their lives. I spoke to a French peasant who was digging up skulls from a war-time trench. He was going to extract gold teeth from some of them”.
33
guest/misafir
In the 1930s he went to London University where he received his B.Sc. and Ph.D. (Birkbeck College and University College). It was during this time that he took painting lessons from an important painter at Essex Art School. His tutor was Walter Spradbury, a well known painter of watercolours. “He taught painting landscapes in colour exactly as we saw them. This was the realistic or topographical style of painting”, Bill wrote. World War II 1939-1945 In 1939 he travelled to Kobe, Japan. “Stop you British spy!”, said the policeman. “You made sketches of Japanese soldiers, it is forbidden”. He was pushed into the police station and interrogated for three hours. “I was kept in the prison detention centre for two weeks. It was like a 5-star hotel, lovely bedroom, clean clothes, excellent food. They found a letter in my bag from the British Consul in Kobe. A very simple letter, which the police could not understand. On release, I had to sign a paper stating I was properly treated, and I WAS! For the next three months I had to be with a plain clothed policeman everyday”.
34
William Dreghorn
That same year he also went to Beijing (then called Peking). In 1939, Beijing was under Japanese occupation. “Every morning at 11 a.m. Japanese soldiers did bayonet practice in the central square. Peking crowds came to watch and jeer. Of course it was done to frighten the Chinese. Voltaire remarked: “Pour encourager les autres”. What took Bill to Asia at the verge of the Second World War will be always a mystery for us.
During 1940 he was enlisted as an officer in the Royal Air Force (R.A.F.), in which he served until 1946. He was immediately commissioned as an officer. After a short course, he was appointed as an instructor in air navigation at the R.A.F. centre in Torquay, Devon. He did his R.A.F. training in Anson planes. He arrived in Algiers in 1941, on a convoy of 50 ships of the R.A.F. and the British Army. On their way, quite a few German submarines were spotted. Although he was sent as an education officer, he was placed
35
guest/misafir
in charge of a prisoners of war camp (POW) on arrival at Setif, 20 miles east of Algiers, where Italians were kept. The Italian prisoners were divided into two groups. One supported Mussolini, while the others were willing to co-operate with the allies in the war effort. The former were held behind barbed wire, while the latter had the freedom of movement in a tented camp. At that time Algiers was a French colony, with several millions of Arabs, most of them in a state of rebellion. They thought the British came to free them from colonial exploitation. In 1946 he was demobilised after six years of service in the R.A.F. He wrote, “During the time in the R.A.F., my education was greatly improved”. After 1946 he married and had two children, a girl named Sylvia and a boy, Peter. For a short while they lived in New Zealand, where he taught geology. On his return to the U.K., he lectured at St. Pauls College, Cheltenham, for many years. His published works are still for sale on Amazon: “Geology Explained in the Severn Vale and Cotswolds” (1967) and “Geology Explained in the Forest of Dean and Wye Valley” (1968). In both books, he used his own pencil and ink sketches for illustrations and his clear style of expression shines through as always. His last appointment as a senior lecturer in geology was at the University of Bristol. Shortly after, in 1968, he took an early retirement with a wish to write about the geology of Cyprus. “I chose Cyprus for retirement because the island offered good prospects for geological research”, he wrote. After seven years of geological work Bill had to refrain from climbing mountains because of hip troubles due to a fall off a donkey in Egypt. It was because of this ailment that he took up the study of archaeology. After a career in geology, he knew little that he would make a second career in teaching archaeology through his sketches and simplified descriptions of archaeological sites in his books. It is due to his lively images and sketches he illustrated in his books that many people took an interest in the heritage of the island. He took notice of what he called ‘curiosities’ of buildings and explained simply how they functioned or what they were used for. Knowledge brought interest, “we only see what we know”, Bill often said. “Appreciation comes better with understanding” was his often pronounced motto.
36
William Dreghorn
Guest Pensioner in Cyprus 1968-2001 He arrived in Limassol, Cyprus in 1968 and he wrote about his first impressions of the island in one of his unpublished works entitled, “My Worst 4 Days”. He rented a house in Kyrenia, where he lived for 26 years, painting the mountains, villages, bays and especially the harbour and the castle of Kyrenia, which form the subject of this book. He wrote many articles on the geology of the island in local newspapers. When Bill chose to retire on the island he did not know his brother Archibald had been living in Cyprus since the 1940s. In fact, Archie had seen an article of his published in Cyprus and contacted him. As Bill’s daughter Sylvia says, “Two brothers started having fortnightly grumpy lunches, which were composed of cheese and bread on a newspaper because they could not be bothered to wash up”. Bill’s brother Archie died in 1986 and, in one of his unpublished works, Bill described his visit to the morgue in Nicosia as one of his unpleasant experiences. During the hottest months of the summer, he would pack up his sketch book and take refuge in the Troodos Mountains. The rest of the year, he would take his daily walks, eating a fibre-rich diet of whole wheat bread, tuna, onions, parsley, carrots and fruits. He always said that the best meals were home-made “because you know what you eat”. He loved sleeping outdoors most of the year, either on his balcony in Kyrenia or veranda in Famagusta. One thing he never overlooked, as pointed out by Cypriots many times, was his routine of swimming, even in winter. Bill’s hobby of drawing and writing was regarded by many Cypriots as “working”, something as eccentric for a pensioner as swimming in winter. Bill was often presented with questions and statements such as: “Are you a pensioner? I can’t understand why you have retired and are still working. When we retire we never work. We just sit in the coffee shop and wait for death”. He never understood this concept. In his unpublished work, “Four Events on My First Day in Cyprus, Limassol, August 1968”, he states: “I came to Cyprus in 1968 to do research on the geology of the Kyrenia mountain range. I retired
37
guest/misafir
from the University of Bristol, England, at the early age of sixty. I chose Cyprus for retirement because the island offered good prospects for geological research. After seven years of working I had to refrain from climbing because of hip troubles and took up the study of archaeology. After 26 years of residence in Kyrenia, I moved to Famagusta. In my lifespan of over 90 years, I have lived in many countries and North Cyprus is the best. The same applies to Mağusa. I made up my mind not to indulge in any politics, but this is impossible as politics invades daily life all over the island”.
“My best incident in Cyprus was when, one morning, I saw a mother cat stroking one of her kittens in a beautiful, loving way. Her paw went up and down on the kitten’s back and both cats were purring like dynamos. I began to think that animal behaviour is sometimes better than ours”. These were not strange words for a man who witnessed death at the age of five. He was also surrounded by death during both World Wars, as well as in the events of 1974. Bill hated politics and religion. He loved cats and poems. He painted not only good quality water-colours, but sometimes he re-used scraps of paper, covers of text-books or any cardboard he could find. He always advised that everyone must have a hobby, a vegetarian life and do yoga or walk. He loved cats but I never saw him giving affection or take one on his lap.
38
William Dreghorn
He is often mistaken for an archaeologist but he was a geologist. He is well-known for his popular books written with clear, simplified explanations aimed towards the general public. His water-colour paintings are also admired. His paintings could be viewed almost everywhere and he gave them as gifts to people with whom he had some kind of communication or contact. Some people asked for them, and although he never liked demands, he always felt he had to be nice to people to get along, as he was a foreigner. He painted for pleasure and shared his output. He never sought financial gain out of his paintings or books. He would paint all year and donate them to charities such as the Anglo-Turkish Society for sale. Often, his paintings were sold for a small amount, for which he himself would set the price. He always spent time outdoors painting and absorbing sunshine and always greeted people raising his walking stick in the air and saying, ‘Ben bir çingeneyim’ (I am a gypsy). Bill did not like people wasting his time or asking him questions. He liked keeping good relations with people as well as a good distance from them. He enjoyed teaching about geology and archaeology. For those who were interested, he always had time. Bill enjoyed teaching or sharing knowledge, talking about science, explaining things. Every time I met him he would teach me something and he would pronounce a “subject” as his last words, so that we could continue next time. He would always remember what this subject was this next time we met. Each time, he would say: “Don’t forget! Brushes, paint and paper and a can of brains!”, “At 2 o’clock! British time not Cyprus!”. Although he knew me for many years, each time he would exclaim his surprise at me arriving on time, saying “You are on time”. He was a role model for me and for my students at the Eastern Mediterranean University (EMU). At his fragile age, he came and stayed at our excavation camp, wrote about the geology of the site (Tatlısu-Çiftlikdüzü) and drew sketches of the excavation and the village. His books, although concerning geography, inspired me to become an archaeologist, and the knowledge that he has shared with me is still with me and invaluable.
39
guest/misafir
In 2000, Bill was invited by my students for the opening of the EMU Archaeology and Art History Club at the Nestorian Church in Famagusta, with which his house shared a wall. He arrived with paint on his hands and trousers as he did not want to change his routine before the meeting and obviously had no time in between. He was asked to speak by the adoring students. During his speech, with young students as his audience, he said, “North Cyprus is the best country to live in”. One student, who had never met him, looked at this old man of over 90 years with paint all over his body and clothes, and challenged Bill to the surprise of everyone. The student rudely commented, “Which countries have you lived in to say that?”. Bill looked down for a few moments and, holding his chin, he calmly raised his head to tell his story. He described how he travelled up north from the United States to the Canadian border, where the customs officer stopped him and said, “Passport please!”. He handed his passport over to the officer who went through the pages for a blank space to stamp his passport. He commented, “Where have you not been?”. Bill was a mentor, a friend, a joy to be with and a well known character for Cypriots. With his eccentricity, he conquered the hearts
40
William Dreghorn
of Cypriots and gained their respect. He was viewed as an honorary Cypriot, not just as a foreigner who retired on the island to absorb the sun and enjoy the benefits of the Mediterranean. He was viewed as someone who returned to the island as a Cypriot, perhaps because of his books or drawings, which clearly showed his appreciation and sense of belonging. His name is given to a street in Famagusta and his paintings are exhibited in a hall in Kyrenia Castle, as well as local establishments in Famagusta and elsewhere, cherishing his memory. Even after his death, with the little money he bequeathed to his daughter Sylvia, he wanted to do something for Cyprus and for Cypriots. The William Dreghorn Travel Grant was established for the students of the Department of Archaeology and Art History at EMU. Students who were able to use this grant went to Egypt, Scotland and Turkey. None of them knew him, but even after his death they were touched by him by giving them an opportunity to travel and to learn. Bill’s motto was always, “Go and see, see and learn... make your good better and your better the best”. In October 2001, Bill died in Famagusta from heart failure. It may not be an irony that he is buried in the British Cemetery of Famagusta, alongside soldiers who fell in the 1st and 2nd World Wars, a time period that dominated most of his early life and shaped his character. During the time I spent writing this short biography, my research has led me to a book published in August 2001 with his illustrations. The book, called “An Invitation to Pentadactylos”, was published with Greek poems. In the introduction, it was said that he died soon after 1974, when he was in deteriorating health.
41
guest/misafir
It suits Bill that even after his death his works will be published and republished. No one has drawn and painted so much of the Cypriot landscape from 1968 until 2001 – in itself a lifetime – recording the changes, travelling up mountains where no one could go up, knowing Cyprus better than Cypriots, and teaching them! A year or so after his death, a mutual friend, Dr. Turhan Reis, called me up. He said that Bill had left some things for me on a table covered with a cloth and a note saying that they should go to me. I did not inherit any of his par-excellence water colours as one may imagine. I have only a few of his paintings that I had bought from Red-Cross. He had left me all his small books he had typed, calligraphed and illustrated. These to me are more unique and priceless, as they reflect his true self, and I will always treasure. His favourite poems and essays he headed, such as “Why I Hate Politics”; “Personal Opinion of William Dreghorn”; “Religion”; “My Choice of Well-Known Quotations”; “Politics”; “Why I Hate Politics”; “How to Live as a Stranger in a Strange Land”; “Women”; “Grass Widow”; “The Good and the Bad in Cyprus”; “Trivialities and Other Items in Cyprus 1968-2000”; “My Life” and “My Last Words”. Out of these, most of them are written on re-used cardboard, and all contain a wealth of information about this extraordinary man, his life and his thoughts.
42
William Dreghorn
Selected Published Works: Rocks and Scenery in the Kyrenia Region, Republic of Cyprus, Nicosia, Zavallis Press, 1971 “The Geomorphology of Troulli Area”, Bulletin of the Cyprus Geological Association, Geographical Chronicles Vol. 1:2 Nicosia, Cyprus. 1971. “Santorini”, Bulletin of the Cyprus Geological Association, Geographical Chronicles Vol. 2:3 Nicosia, Cyprus, 1973. A Guide to Troodos Mountains, Republic of Cyprus, Nicosia, Zavallis Press, 1973 Landscapes of Northern Cyprus, Publishers name not printed, 1979 A Guide to the Antiquities of Kyrenia, Cyprus Turkish Tourism Enterprises Co. Ltd. Kyrenia, Cyprus, 1982 A Guide to the Antiquities of Nicosia, Cyprus Turkish Tourism Enterprises Co. Ltd. Girne, 1982 A Guide to the Antiquities of Kyrenia, Cyprus Turkish Tourism Enterprises Co. Ltd. Girne, 1982 North Cyprus Bays and Beaches, Cyprus Times Publishing Enterprises, 1984 The Castles of North Cyprus, Bellapais Abbey, Cyprus Times Publishing Enterprises, 1984 Kantara Castle. Cyprus Times Publishing Enterprises, 1985 Girne Castle, Cyprus Times Publishing Enterprises, 1985 Hilarion Castle, Cyprus Times Publishing Enterprises, 1985 Famagusta and Salamis A Guide Book, Nicosia, Cyprus, Kemal Rustem and Brothers, 1985 Sketch Guidebook to Mağusa, Published by North Cyprus Friends of Museum Association, 1996 Sketch Guidebook to Girne Harbour and Town, Published by North Cyprus Friends of Museum Association, 1997
The sketches of William Dreghorn used in the article “William Dreghorn, Guest Pensioner in Cyprus” by Müge Şevketoğlu, are taken from the private collection of the author (Müge Şevketoğlu).
43
guest/misafir
44
William Dreghorn
Bir anım var Kemal Ankaç Biz Kıbrıslı Türklerin adamızın tarihi ve arkeolojisiyle (dünyanın en bildik arkeolojileri arasındadır; iddialı her tarih ve arkeoloji müzesinde Kıbrıs’tan örneklere mutlaka yer verilir) ilişkisini açığa vuran bir anı: Kıbrıs Gazetesi’nde muhabirdim. Çoğunlukla çevre ve eski eserlerle ilgili haberler yapıyordum. Gazete yayın hayatına başlayalı birkaç yıl olmuştu. 90’ların başıydı. Resim eğitimi almama ve haberciliğe yabancı olmama karşın gazeteciliği iyi kıvırmıştım. Yazı işlerindekiler (işin ruhu gereği hepsi de ‘özel haber’ tiryakisiydi) her sabah altıma araba, cebime harçlık, yanıma da bir fotografçı verip ‘özel haber’ avına gönderiyorlardı. Yağmurlu bir gündü. Epey de rüzgar vardı. Hava, sabah olmasına karşın akşam olmuş gibi karanlıktı. İşine aşık olmayan biri için habercilik yapılacak gün değildi… Gazetenin önünde durmuş –bilgisayarımda haber açısından kısır günlerde kullanılmak üzere her bölgeye ait birkaç tane özel haber bulunurdu mutlaka- fotoğrafçı arkadaşımla nasıl kaytarabileceğimizin hesabını yapıyorduk. Fotoğrafçım, yanlış anımsamıyorsa Çamlıbel’de iyi fırın kebabı yapan bir yer olduğunu söyledi. Lefkoşa-Çamlıbel üzerinden önce Girne’ye gidip limanda bir kahve içmeye karar verdik, öğleyin de Çamlıbel’e geçip fırın kebabı yiyecektik; geriye dönünce de bilgisayardaki haberlerden Girne bölgesiyle ilgili ‘özel’ bir haber çıkarıp durumu kurtaracaktık. Risk sıfırdı… Yola çıktık, yağmur başladı. Çamlıbel yakınlarına geldiğimizde çok sıkıştığımı fark ettim, hem de çok çok… Fotoğrafçımdan uygun ilk yerde durmasını istedim. Örtü ve gizleme sağlaması için ağaçlık bir yer arıyorduk, yağmur da dinmek üzereydi. Bir ara yolun solunda daracık asfalt bir yol girişi farkettik, yol kenarındaki otlardan zor seçiliyordu. O yola girdik, 20-30 metrelik tek şerit bir yoldu, sağında solunda genç çam ağaçları vardı.
45
guest/misafir
Aradığımız örtü ve gizlemeyi bulmuştuk, işimizi görüp rahatladık; tam ayrılacaktık ki, aklıma Koloş Kalesi geldi. 74’den önce Limasol’da yaşıyorduk ve babam bizi sık sık bu kaleye ve diğer bazı ören yerlerine götürürdü. Onların da girişlerinde bulduğumuz yola benzer tek şeritli, sağında solunda çam ağaçları olan yollar vardı. Beklenmedik şekilde haberciliğim depreşmişti. Fotoğrafçımı dürttüm, etrafı araştırmaya başladık. ‘Indiana Jones’ moduna geçmiştim. Her tarafta yağmurun sırılsıklam ettiği adam boyu otlar vardı. Yolun sonundan başlayarak bunları yararak ilerledik. İkimiz de sırılsıklam olmuştuk. Ne kadar gittik hatırlamıyorum, sonunda tam ortasında sarıtaştan, yüksekçe; çift boynuzlu sunağın bulunduğu bir yerleşim yerine vardık. Çok ama çok eski bir yerleşim yeri olduğu belliydi. Her tarafta bunun izleri vardı. Beni şaşırtansa su kuyularının canlı olmasıydı. Kıbrıs arkeolojisiyle, yaptığım resimlere kaynaklık ettiğinden, yakından ilgileniyordum. Fakat bu yerden haberdar değildim, hiçbir kaynakta da rastlamamıştım. Hemen her şeyi fotoğrafladık, fırın kebabını alacak hanemize yazarak havaya aldırmadan gazeteye döndük. Filimleri kendi ellerimle banyo ettim ve baskılarını alarak Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin yolunu tuttum. Daire müdürüyle gide gele arkadaş olmuştuk. Yurt dışındaymış, beni onun yerine bakan kişinin yanına gönderdiler. Durumu anlattım, fotoğrafları gösterdim, tanımadı; dairedeki bütün arkeologları yanına çağırdı, yardım istedi, onlar da tanımadı. Eski Eserler ve Müzeler Dairesi arkeologları bizim boynuzlu sunaktan ve yerleşim yerinden haberdar değildi. Şaşkındım. Haberi nasıl yazabilecektim ki, elimde keşfettiğimizin ne olduğuna dair bir bilgi kırıntısı bile yoktu. Çok eski olduğundan ve İngilizler veya Rumlarca kayıt altına alındığından emin olduğum -aksi halde, orada tek şeritli olsa da ören yerine ulaşmayı kolaylaştıran asfalt yol olmazdı- böylesi bir yerleşim yerinden nasıl olur da kimsenin haberi olmazdı anlayamıyordum. Aklıma Arkeolog Tuncer Bağışkan Bey geldi. Tuncer Bey, eski eserlerle ilgili hazırladığım haberler konusunda bana sık sık yardımcı olurdu. Mesleğine saygısı sınırsızdı ve araştırmaları konusunda da
46
William Dreghorn
paylaşımcıydı. Kumarcılar Hanı’nda bir odası vardı. Yanına gittim, olanı biteni anlattım, fotoğrafları gösterdim. O da tanımadı, bilgisi yoktu. “Araştırayım, yarın bilgilendiririm” dedi, dediğini de yaptı. Keşfettiğimiz yerleşim yeri, bir tapınakmış: Günümüzden 3500 yıl öncesine tarihlenen Pigades Tapınağı. Ve ne yazık ki bırakın sıradan insanımızı, uzmanlarımızın dahi kimi arkeolojik mirasımızdan haberleri yoktu… Biz Kıbrıslı Türklerin, uğruna binbir sıkıntıya katlandığımız, öldüğümüz/ öldürdüğümüz vatanımızın tarihi ve arkeolojisine düşkün olduğunu söylemek mümkün değil. Bugün bile bildiğim kadarıyla Kıbrıs arkeolojisiyle ilgili Türk dilinde kaleme alınmış tek bir kitap bile yok. Dahası, depolarımızda paha biçilemez binlerce eser olmasına karşın günümüz standartlarını yakalamış kayda değer bir arkeoloji müzemiz bile yok… Bu konuda ucu görünmeyen zifiri karanlık bir cehalet dehlizdeyiz. 60 yıllarda adaya yerleşen ve 2001 yılında burada yaşama veda eden Dr. William Dreghorn’nun (jeologtu, Kıbrıs’ta jeoloji ve arkeoloji alanlarında neler yaptığını onu tanıyanların detaylı anlatısına bırakıyorum), özellikle 1974 sonrasında yoğunlaştırdığı ve kendi güçlü illüstrasyonlarıyla desteklediği arkeoloji temelli çalışmaları/ yayınları, biz Kıbrıslı Türklerin -ülkemiz tarihi ve arkeolojisi söz konusu olduğunda- içinde sıkıştığımız zifiri karanlık cehalet dehlizinin ucundaki yakalayamadığımız ışık oldu…
47
William Dreghorn
I have a memory. Kemal Ankaç A memory that exposes our relationship, as Turkish Cypriots, with the history and archaeology (it is among the best known archaeologies in the world; in every distinctive history and archaeology museum, samples from Cyprus are exhibited for sure) of our island. I was a reporter at Kıbrıs Newspaper. I was mainly doing news about the environment and antiquities. It had been only few years that the newspaper was being published. It was the beginning of 90s. Even though I studied painting and wasn’t familiar with reporting, I was coping well with journalism. Every morning, the guys in the editorial office (due to the spirit of the work they were all ‘special news’ addicts) were giving me a car, pocket money, a photographer and sending me out to fish for ‘special news’. It was a rainy day. And very windy as well. Even though it was morning, the weather was dark like in the evening. It was not a day to be reporting, unless someone was in love with the job…We were standing in front of the newspaper’s building with my photographer friend, discussing how we could loaf around - there was always some special news saved on my computer to be used on barren days like this one. My photographer said that, if he remembers correctly, there was a very good place making oven kebab in Çamlıbel [Mirtu]. Using the Nicosia-Çamlıbel road, we decided to go to Kyrenia, have a coffee in the harbour first, then go back to Çamlıbel for the oven kebab, and use something that was already in my computer when we got back, a special news story related to the Kyrenia region, and save the day. The risk was zero... We set off, it started to rain. When we were near Çamlıbel I realised that I was desperate for the toilet, it was really urgent...I asked my photographer to stop at the first appropriate place. We start looking for a wooded place that could provide cover and concealment. The rain had passed. We noticed an entrance of a narrow asphalt road to the left of the road, which was barely noticeable because of the roadside weeds. We took the turn. It was an alley, a single lane road, with young pine trees on both sides.
49
guest/misafir
We found the cover and concealment we were looking for. We were relieved. We were about to leave when the Colossi Castle crossed my mind. We were living in Limassol before ‘74 and my father often used to take us to this castle and to some other ruins nearby. They also had similar one-lane roads with pine trees on both sides. Unexpectedly, my journalism was relapsed. I poked my photographer and we began to search around. I was switched into ‘Indiana Jones’ mode. There was very tall, rain-soaked grass everywhere. We moved across this grass as the road came to an end. We were both drenched. I do not remember how far we went, but finally we arrived at a site where in the middle was this high double-horned altar made of yellow stone. It was obvious that this was a very, very old settlement. There were traces of this everywhere. What surprised me was that there was still water in the wells. I was closely interested in the archaeology of Cyprus as a source for my painting, but I was unaware of this place, it wasn’t mentioned in any related resource. We took pictures of everything and, leaving the oven kebab for some other time, we went back to the newspaper regardless of the weather. I developed and printed the films and then went to the Antiquities and Museums Department. We were friends with the director of the department. He was out of the country so I was sent to see the person who was filling in for him. I explained the situation, I showed him the pictures, but he didn’t recognize them. He summoned all the archaeologists in the department, asked for help, but they didn’t recognize them either. The archaeologists of the Antiquities and Museums Department were not informed about our horned altar and the settlement. I was confused. How was I supposed to write the report, there was not even a scrap of information in my hand about what we had discovered. How come no one knew anything about such a settlement, which I was sure was very old and was definitely registered by the British or Greek Cypriots - otherwise there wouldn’t be a single line road taking you to the site.
50
William Dreghorn
Then the archaeologist Tuncer Bağışkan came to my mind. Mr Tuncer was often helping me in preparing news about artefacts. His respect for the profession was unlimited and he was generous about sharing his research. He had a room at the Gamblers Inn. I went to visit him, told him what had happened and showed him the pictures. He also couldn’t recognize them, he was unaware too. “I will check it out and inform you tomorrow,” he said, and he did what he said. The place that we had explored was a settlement, a temple: The Pigades Temple, dating back 3,500 years. And unfortunately, leaving aside the ordinary people, even our experts didn’t know about some of our archaeological heritage... It is not possible to say that we Turkish Cypriots are fond of the history and the archaeology of our country that we die or kill for, that for its sake we endure countless number of troubles. Even today, as far as I know, there is not a single book on the archaeology of Cyprus written in the Turkish language. Moreover, although we have thousands of priceless artefacts kept in storage, we still don’t have a remarkable archaeological museum that fulfils international standards…We are in a pitch black, endless cloister of ignorance about this issue. Dr William Dreghorn, who settled on the island in the 60’s and who died here in 2001 (he was a geologist, and what he did in the field of geology and archaeology in Cyprus, I leave to those who knew him to explain elaborately), whose studies and publications based on archaeological findings and supported by his own powerful illustrations, which intensified after 1974, are like the light we as Turkish Cypriots, when it comes to our country’s history and archaeology - couldn’t catch, at the end of that pitch black cloister of ignorance in which we are stuck…
51
GÄ°RNE / KYRENIA
William Dreghorn
53
guest/misafir
54
William Dreghorn
55
guest/misafir
56
William Dreghorn
57
guest/misafir
58
William Dreghorn
59
guest/misafir
60
William Dreghorn
61
guest/misafir
62
William Dreghorn
63
guest/misafir
64
William Dreghorn
65
guest/misafir
66
William Dreghorn
67
guest/misafir
68
William Dreghorn
69
guest/misafir
70
William Dreghorn
71
guest/misafir
72
William Dreghorn
73
guest/misafir
74
William Dreghorn
75
guest/misafir
76
William Dreghorn
77
guest/misafir
78
William Dreghorn
79
guest/misafir
80
William Dreghorn
81
guest/misafir
82
William Dreghorn
83
guest/misafir
84
William Dreghorn
85
guest/misafir
LEFKOŞA / NIOSIA
86
William Dreghorn
87
guest/misafir
88
William Dreghorn
89
guest/misafir
90
William Dreghorn
91
guest/misafir
92
William Dreghorn
93
guest/misafir
94
William Dreghorn
95
guest/misafir
96
William Dreghorn
97
guest/misafir
98
William Dreghorn
99
guest/misafir
100
William Dreghorn
101
guest/misafir
102
William Dreghorn
103
guest/misafir
104
William Dreghorn
105
guest/misafir
106
William Dreghorn
107
guest/misafir
108
William Dreghorn
109
guest/misafir
110
William Dreghorn
111
guest/misafir
112
William Dreghorn
113
guest/misafir
114
William Dreghorn
115
guest/misafir
116
William Dreghorn
117
Dr. William Dreghorn (1908 – 2001) Dr. William Dreghorn 28 Mayıs 1908 yılında, Lyton’da (Londra), İrlandalı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk okulu 1913-1919 yılları arasında, Lyton’daki Norlington Road İlkokulu’nda okudu. Londra Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nde yüksek öğrenimini, Birkback Koleji ile Üniversite Koleji’nde de lisans derecelerini (1930’lar) tamamladıktan sonra, çeşitli üniversitelerde Doğa Bilimleri ve Jeoloji öğretim görevlisi olarak çalıştı. Bu süre zarfında Essex Sanat Okulu’da, tanınmış Britanyalı ressam Walter Spradbury’den resim dersleri aldı. Aralarında Rusya, Japonya, ABD, Kanada ve Çin’in de bulunduğu pek çok ülkeye seyahat etti. II. Dünya Savaşı sırasında Kraliyet Hava Kuvvetleri’de (K.H.K.) navigasyon eğitmeni olarak hizmet verdi. Ayrıca Cezayir’de bulunan Savaş Esirleri Kampı’nda da görev aldı. Oradaki bir savaş esirinin kendisine hediye ettiği el yapımı sulu boya boya kabını, Kıbrıs’ta yaşadığı süre boyunca resim yaparken kullandı. Savaşın sona ermesinden kısa bir süre sonra karısı ve ilk çocukları Sylvia’yı da alarak Yeni Zelanda’ya gitti. Burada üç yıl eğitmenlik yaptıktan sonra K.H.K’yle St. Paul’s Koleji’nde (Cheltenham) ders vermek üzere geriye döndü. Şimdilerde Gloucestershire Üniversitesi olmuş olan St. Paul’s Koleji’nde Doğa Bilimleri dersleri verdiği yıllarda, İngiltere’nin jeolojisi üzerine iki de kitap yayımladı. Severn Vale and Cotswolds (1967), ve The Forest of Dean and the Wye Valley (1968). Bu kitapların her ikisinde de, saha alanlarının topografyasını ve oluşum aşamalarını tasvir eden mükemmel arazi eskizleri kullandı. Karmaşık stratigrafiye (katmanbilgisi) yönelik anlaşılır açıklamaları, en az - sadece jeologlara değil, diğer herkese de ulaşmayı amaçlayan- yaklaşımı kadar takdire değerdir. Dreghorn’un eski öğrencileri onu yalnızca öğretmeye karşı duyduğu eksantrik çoskusuyla değil, aynı zamanda öğrenmeye karşı duyduğu açlıkla da anımsıyor. “Onun bu konulardaki hevesiyle ilgili insanı gülümseten bir hikayesi var; kendisine verilen zamanı dolu dolu kullanabilmek konusunda o kadar arzulu birisiydi ki Kraliyet Hava Kuvvetleri’nde eğitmenlik yaptığı sırada, verebileceği herşeyi veriyor olmasının yanı sıra, yattığı yerin üzerine gökleri gözlemleyebileceği bir de astrodom (uzay gözlem kubbesi) kurdurmuştu.” 1968 yılında emekliliğini geçirmek için geldiği Kıbrıs’ta, ustalık dönemi kitapcıklarının ve sulu boya eskizlerinin büyük bölümünü yazacağı ve yapacağı Girne’ye yerleşti. Burada 26 yıl yaşadıktan sonra Mağusa’ya taşıdı. Surlariçi’nde, çok sevdiği ve 2001’deki ölümüne kadar resimlerini yapmaktan vazgeçmediği anıtların ve yapıların yakınında yaşadı.
Dr. William Dreghorn (1908 – 2001) Dr. William Dreghorn was born on 28th May 1908 in Leyton, London from Irish parents. His early education from 1913-1919 was at Norlington Road Elementary School, Leyton. After completing his degrees (1930’s) in Geology at University of London, Birkbeck College and University College, he held teaching posts as a lecturer in Natural Sciences and Geology at various universities. During this time he attended Essex Art School where he had lessons by a well-known British painter, Walter Spradbury. He travelled extensively, including to Russia, Japan, USA, Canada and China. During World War II he served as a navigation instructor in the Royal Air Force and also in Algiers, where there was a Prisoners of War Camp. Here, a watercolour paint container was made for him by one of the prisoners as a gift, which he used for painting all his life in Cyprus. Shortly after the end of the war, he took his wife and his first child Sylvia to New Zealand, where he taught for three years before returning to a teaching post with the R.A.F., at the same time teaching at St. Paul’s Cheltenham. During his teaching years at St. Paul’s College, Cheltenham, now the University of Gloucestershire, where he taught Natural Sciences, he published two of his geological works on England, namely, Severn Vale and Cotswolds (1967) and The Forest of Dean and the Wye Valley (1968). In both of these books he uses his excellent field sketches depicting the topography of the areas and the stages of their formation. His clear description of the complex stratigraphy is admirable as his aim was to reach all and not just the geologists. Dreghorn’s former students remember him for the eccentricity of his enthusiasm to teach and but also his hunger to learn. “One story of his keenness delighted us; he was so eager to make full use of all the time given to him that, no doubt mindful of the time he had spent as a navigation instructor in the Royal Air Force, he had an astrodome installed above his bed to enable him to observe the heavens.” He retired to Kyrenia, Cyprus in 1968, where he wrote and sketched the majority of his par excellence watercolour sketches and booklets. After 26 years living in Kyrenia, he chose to move to Famagusta, where he lived in the Historic town with easy access to the monuments he loved and could sketch until his death in 2001.
William Dreghorn’un anısına düzenlenen bu sergi ile yayımlanan bu katalog ülkemize yaptığı katkılar için ona bir teşekkürün ifadesidir. Bu önemli sergi ve kataloğun izleyici ile buluşmasında bizlerle işbirliği yapan Arkın Group (Art Rooms Gallery) ile Turizm ve Çevre Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü’ne de teşekkürlerimi sunarım. Dileğim böylesi sanatsal proje ve etkinliklerde devlet-özel sektör işbirliğinin artarak devam etmesidir. KKTC Meclisi Başkanlığı olarak “Sanat iyileştirir” sloganıyla bu ve buna benzer hizmetlerle yolumuza devam edeceğimizi bir kez daha hatırlatmak isteriz... KKTC Meclis Başkanı Sibel Siber
This exhibition and the publication of the catalogue commemorating William Dreghorn are an expression of our gratitude for his contributions to our country. I would like to thank The Arkin Group (Art Rooms Gallery) and the Ministry of Tourism and Environment, Directorate of Antiquities and Museums Department, for cooperating with us in bringing together this important exhibition and catalogue with the audience. It is my wish that the cooperation of the state and the private sector in such artistic projects and events continues increasingly. Once again, we would like to specify that as the TRNC Parliamentary Speaker’s Office, with the motto “Art heals”, we will continue our way with services like this one and similar. Sibel Siber, TRNC Parliament Speaker
Misafir
Guest William Dreghorn
Chairman of Arkin Group: Erbil Arkın Sanat Yönetmeni / Art Director: Oya Silbery Yazarlar/Authors: Müge Şevketoğlu, Kemal Ankaç, Çeviri/Translation: Jenan Selçuk Düzelti/Proofreading: Jamie Silbery Yayımcı/Publisher: Art Rooms, Girne/Kyrenia 21. Sergi Kataloğu / 21st Exhibition Catalogue Baskı/Print: Söylem Matbaası Lefkoşa/Nicosia 2016 İlk Baskı/First Edition: Temmuz/July 2016 750 adet basılmıştır/750 copies printed Teşekkürler/Special Thanks: Erbil Arkın, Müge Şevketoğlu, Kemal Ankaç,
Serkan İlseven, Mustafa Hastürk, Gözem Soytürk Gökhan © Art Rooms, Girne/Kyrenia, yazarlar/the authors