Nesne 8

Page 1


Nesne Dergisine gönderilecek yazıların evrensel bilime katkıda bulunması beklenmektedir. Bilim insanlarını tanıtan, yeni etkinlikleri veya yayımları duyuran yazılara ve röportajlara da yer verilir. Makalelerin Nesne’de yayımlanabilmesi için, daha önce bir başka yerde yayımlanmamış ve yayımlanmak üzere kabul edilmemiş olması gerekir. Daha önce sempozyum, kongre v.b bilimsel toplantılarda sunulmuş; ancak yayımlanmamış bildiriler ile lisans ve lisansüstü tezlerden üretilmiş çalışmalar da yayıma kabul edilir. Nesne, Yaz/Haziran ve Kış/Aralık olmak üzere yılda iki sayı olarak yayımlanır. Dergi, Yayım Kurulu tarafından belirlenen yurt içi ve dışındaki kütüphanelere, uluslararası indeks kurumlarına ve abonelere yayımlandığı tarihten itibaren bir ay içerisinde gönderilir. Nesne’de yayımlanması kabul edilen yazıların telif hakkı Nesne Psikoloji Dergisi’ne devredilmiş sayılır. Yayımlanan yazılardaki görüşlerin sorumluluğu yazarlarına aittir. Dergideki yazı ve fotoğraflardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Nesne’nin yayım dili Türkçe ve İngilizcedir. About NESNE Articles to be sent to Nesne Psychology Journal are expected to be original and to contribute to universal science. Moreover, the journal gives place to articles and interviews that introduce scientists, artists and publications. In order for an article to be published in Nesne, it is necessary for it not to be published anywhere before or accepted to be published. Papers that have been presented in a symposium or conference before but have not been published and studies produced from undergraduate thesis, master’s thesis and dissertation are also welcomed. Nesne is published two times a year: Summer/June and Winter/December. At the end of each year, the index of the journal is prepared and punlished in Winter issue. The journal is sent to the libraries in the country and abroad, international index institutions and subscribes by the editorial board within a month after publication.

Nesne; Asos Index, CEEOL, DOAJ, ERIH PLUS, Index Copernicus, Ulrich’s Periodicals Directory (ProQuest) ve Türk Psikiyatri Dizini tarafından listelenmektedir.


ISSN: 2147- 6489

Sayı/Number:8 Kış/Winter 2016

İmtiyaz Sahibi / Publisher Sanat ve Dil Araştırmaları Enstitüsü Genel Yayın Yönetmeni / Editor in Chief Sezin BAŞBUĞ Elektronik Yayın Yönetimi ve Tasarım / Web Management and Design Eşref YARIMCA Düzelti / Revision Nur BİRİNCİ GEMİCİ Röportaj Editörü Fatma YAŞIN Kapak Resimleri / Cover Praski Vitti (1938) Yazı işleri Müdürü / Managing Editor Fırat BAŞBUĞ Yazışma Adresi / Correspondence Address Kuleli Sokak, 49/24, Gaziosmanpaşa, Çankaya/ANKARA Telefon: 0312 446 02 78 Yayımlanma Tarihi: 21.12.2016 www.nesnedergisi.com bilgi@nesnedergisi.com


YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD Doç. Dr. Banu YILMAZ (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Belma BEKÇİ (Okan Üniversitesi) Doç. Dr. Derya HASTA (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Mediha KORKMAZ (Ege Üniversitesi) Doç. Dr. Michelle ADAMS (Bilkent Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Zuhal YENİÇERİ (Başkent Üniversitesi) Dr. Ebru AKÜN (Ankara Üniversitesi) Dr. Özge AKBALIK (Ankara Üniversitesi) Öğr. Gör. Gizem CESUR (İstanbul Ticaret Üniversitesi) Arş. Gör. Cihat ÇELİK (Ankara Üniversitesi) Arş. Gör. Fatma YAŞIN TEKİZOĞLU (Ankara Üniversitesi) Arş. Gör. İbrahim YİĞİT (Ankara Üniversitesi) Arş. Gör. Matthew D. MARRERO (University of New Orleans) Arş. Gör. Melike GUZEY YİĞİT (Ankara Üniversitesi) Arş. Gör. Ahmet Çağlar OK (Ankara Üniversitesi)


HAKEM VE DANIŞMA KURULU / REFEREE AND ADVISORY BOARD Prof. Dr. Ali DÖNMEZ (Çankaya Üniversitesi) Prof. Dr. Aylin KÜNTAY (Koç Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşegül DURAK BATIGÜN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşen GÜRE (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Doğan KÖKDEMİR (Başkent Üniversitesi) Prof. Dr. Hamit COŞKUN (Abant İzzet Baysal Üniversitesi) Prof. Dr. Gülsen ERDEN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Melike SAYIL (TED Üniversitesi) Prof. Dr. Nesrin KARACA (Başkent Üniversitesi) Prof. Dr. Nilhan SEZGİN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Nuray KARANCI (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Nuray SAKALLI UĞURLU (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Nurhan ER (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Robert LAIRD (University Of New Orleans) Prof. Dr. Selim HOVARDAOĞLU (Ufuk Üniversitesi) Prof. Dr. Sezen ZEYTİNOĞLU (İzmir Üniversitesi) Prof. Dr. Şennur KIŞLAK (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Tevfika TUNABOYLU İKİZ (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Zehra YAŞIN DÖKMEN (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Ayda BÜYÜKŞAHİN SUNAL (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Emre ŞENOL DURAK (Abant İzzet Baysal Üniversitesi) Doç. Dr. Engin ARIK (Doğuş Üniversitesi)

Doç. Dr. Ersin KUŞDİL (Uludağ Üniversitesi) Doç. Dr. Gülay DİRİK (Dokuz Eylül Üniversitesi) Doç. Dr. Işıl BİLİCAN (İstanbul Medeniyet Üniversitesi) Doç. Dr. İbrahim MERT TEKÖZEL (Ege Üniversitesi) Doç. Dr. Okan Cem ÇIRAKOĞLU (Başkent Üniversitesi) Doç. Dr. Orçun YORULMAZ (Dokuz Eylül Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ayça ÖZEN (TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Aydın KARAÇANTA (İstanbul Ticaret Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Dilek SARITAŞ ATALAR (Ankara Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Duygu GÜNGÖR CULHA (İzmir Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ekrem DÜZEN (İzmir Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Elif ÇELEBİ (İstanbul Şehir Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Göklem TEKDEMİR YURTDAŞ (İstanbul Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Hüdayar Cihan GÜNGÖR (Yıldırım Beyazit Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Hüseyin BOYACI (Bilkent Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ilgın GÖKLER DANIŞMAN (TED Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Müjde KOCA ATABEY (İpek Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Nilay PEKEL ULUDAĞLI (Başkent Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Oğuz YURTTADUR (Selçuk Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Oğuzhan ZENGİN (Çankırı Karatekin Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Saniye BENCIK KANGAL (Hacettepe Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Sema BENGİ GÜRKAN (Toros Üniversitesi)


Yrd. Doç. Dr. Sema KARAKELLE (İstanbul Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Timuçin AKTAN (Çağ Üniversitesi) Öğr. Gör. Dr. Ece VARLIK ÖZSOY (Akdeniz Üniversitesi) Öğr. Gör. Dr. Mine CİHANOĞLU (Atılım Üniversitesi) Dr. Semra AZİZOĞLU (Ankara Üniversitesi) Dr. Semra ŞAHİN (Hacettepe Üniversitesi) Dr. Sevginar VATAN (Hacettepe Üniversitesi) Dr. İ. Volkan GÜLÜM (Kütahya Üniversitesi) Öğr. Gör. Banu ELMASTAŞ DİKEÇ (Uludağ Üniversitesi)

Öğr. Gör. Fatma UÇAR BOYRAZ (Ankara Üniversitesi) Araş. Gör. Ahmet DEMİRDAĞ (Ankara Üniversitesi) Araş. Gör. Bağdat KAYNAK (Ankara Üniversitesi) Araş. Gör. Dürdane KOCABAY GÜMÜŞTEN (Ege Üniversitesi) Araş. Gör. Ercan ŞEN (Ankara Üniversitesi) Araş. Gör. Meryem KAYNAK MALATYALI (Ankara Üniversitesi Araş. Gör. Melis ÇELİK OK (Ankara Üniversitesi) Araş. Gör. Selin KÖKSAL ARAÇ (Çukurova Üniversitesi) Psk. Levent Bekir TELLİ (Çukurova Üniversitesi)


NESNE PSİKOLOJİ DERGİSİ Amaç ve Kapsam Nesne Psikoloji Dergisinde (NPD) görgül araştırma ve derleme türü yayınlara (en son literatürü kapsamlı bir şekilde kapsayan yazılar ve olgu sunuları); ayrıca lisans, yüksek lisans ve doktora tez makalelerine de yer verilmektedir. Tüm yazılar Amerikan Psikologlar Birliği tarafından yayınlanan ‘Publication Manual of American Psychological Association (6. Baskı, 2007)’ adlı kitapta belirtilen yazım ilkelerine uygun olarak yazılmalıdır. Psikolojinin klinik, gelişim, sosyal, endüstri ve örgüt psikolojisi, deneysel psikoloji ve psikometri olmak üzere bütün alanlarından özgün çalışmaların yayıma kabul edildiği Nesne’de, lisans, yüksek lisans ve doktora tezlerinden üretilen yayınlara da yer verilecektir. Derginin temel amacı, genç bilim insanlarının psikoloji bilimine olan katkılarını arttırmaktır.

Yazıların Değerlendirilmesi Nesne Psikoloji Dergisine gönderilen yazılar, önce editörce dergi ilkelerine ve yazım kurallarına uygunluk açısından incelenir. Uygun görülen yazılar, Yayım Kuruluna iletilir. Editör ve/veya Yayım Kurulu, gelen yazının içeriğini inceler, makalenin hakem değerlendirmesine alınıp alınmayacağına karar verir. Hakem değerlendirmesine alınması uygun görülen makaleler ilgili alanda iki hakeme gönderilir. Editör ve/veya Yayım Kurulu, gelen hakem raporlarına göre yazının yayımlanıp, yayımlanmayacağına karar verir. Yayım Kurulu tarafından, yayımlanmasına karar verilen yazılar, editörce yayım sırasına alınır ve yazarlara bilgi verilir. Nesne Psikoloji Dergisinde yayımlanması kabul edilen yazıların telif hakkı Nesne Psikoloji Dergisi’ne devredilmiş sayılır. Yayımlanan yazılardaki görüşlerin sorumluluğu yazarlarına aittir.


NESNE PSİKOLOJİ DERGİSİ YAZIM VE YAYIM İLKELERİ Yayım Dili Nesne Psikoloji Dergisinin yayın dili Türkçe ve İngilizce’dir. Genel İlkeler 1. Dergiye gönderilecek yazılar, A4 boyutlarında beyaz kağıda üst, alt, sağ ve sol boşluk 2,5 cm. Bırakılarak (16 x 24,7’lik alana)Microsoft Word programında Times New Roman yazı tipinde 12 punto ve 2 satır aralığıyla, düz metin olarak yazılmalıdır. 2. Yazılarda Türk Dil Kurumu’nun yazım kılavuzu dikkate alınmalı, yabancı sözcükler yerine olabildiğince Türkçe sözcükler kullanılmalıdır. Türkçe’ de yaygın olarak kullanılmayan sözcükler yazıda kullanılırken ilk geçtiği yerde yabancı dildeki karşılığı parantez içinde verilmelidir (Türkçe ve İngilizce). 3. Yazılar başlık, öz (Türkçe ve İngilizce), anahtar kelimeler, ana metin, kaynaklar, ekler, tablolar, şekil başlıkları, şekiller ve yazar notları bölümlerini içermelidir. a) Başlık: En fazla 10-12 kelimeden oluşan makale başlığı (kelimeler arasındaki boşluklar ile beraber en fazla 50 karakter) bu sayfada yer almalıdır. Yazar adı: Başlığın altına yazılmalı, görev ünvanı, kurum adresi ve e-posta bilgileri bir yıldızla soyadına ilintilendirilerek, ilk sayfanın altında verilmelidir. b) Öz ve anahtar kelimeler: Öz, Türkçe ve İngilizce olmak üzere her iki dilde ‘Öz’ ve ‘Abstract’ başlıkları altında 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde olmalıdır. Anahtar kelimeler (3 ile 5 arasında) Türkçe özetin altında ‘Anahtar kelimeler’ ve İngilizce özetin altında ‘Keywords’ başlığı kullanılarak verilmelidir. Türkçe ve İngilizce özetin her biri yeni bir sayfadan başlamalıdır. c) Ana metin: Yeni bir sayfadan başlamalıdır. Görgül makalelerde metin, sırasıyla giriş, yöntem, bulgular ve tartışma bölümlerinden oluşmalıdır. Derleme türü makalelerde, makalenin içeriğine bağlı olarak bu sıra değişebilir. Kısa başlık her sayfanın sağ köşesinde, yanında sayfa numarası olacak şekilde tekrarlanmalıdır. Makalenin başlığı ana metnin ilk sayfasında yer almalı ve başlıktan sonra, “Giriş” alt başlığı yazılmadan paragraf ile metne başlanmalıdır. Yöntem, Bulgular ve Tartışma bölümleri yeni bir sayfadan başlamamalıdır; bir bölüm bittikten sonra, diğeri onu aynı sayfada izlemelidir. Giriş bölümü, yapılan araştırma ile ilgili olarak, alanyazındaki yaklaşım ve bulgular ile araştırmanın amacını içermelidir. Yöntem bölümü örneklem, veri toplama araçları ve işlem olmak üzere 3 alt bölümden oluşmalıdır. Bulgular araştırmanın denencelerini test etmek amacı ile kullanılan istatistiksel analizleri, her değişkene ait ortalama ve standart sapma değerlerini içermelidir. Tablolar ve şekiller ayrı bir sayfada yazının en sonunda verilmelidir. Verilecek olan tablolarda ortalamalar “Ort.” şeklinde, standart sapmalar ise “S” şeklinde gösterilmelidir. Tartışma bölümü, araştırma bulgularının alanyazın ışığında açıklanmasını, tartışılmasını içermelidir. d) Kaynaklar: Yeni bir sayfadan başlamalıdır. Metin içinde belirtilen tüm kaynaklar ‘Kaynaklar’ listesi içinde yer almalıdır. Metin içinde kaynaklara atıfta bulunurken yazarların soyadları ve yayın tarihi kullanılır.


Örnekler: Köksal (2011) ... Köksal’ a (2011) göre ... Dils ve Boroditsky (2010) ... Dills ve Boroditsky’a (2010) göre ... Yazar sayısı 3 ile 5 arasında ise, metin içinde ilk geçtiği yerde yukarıda olduğu gibi verilir; yazar sayısı 6 veya daha fazla ise metin içinde ilk geçtiği yerden itibaren ‘Stallard ve arkadaşları (2010)’ olarak verilmelidir. Cümle sonunda birden fazla esere atıfta bulunuluyor ise kaynaklar parantez içinde alfabetik sıra ile verilmelidir ... (Baggerly ve Exum, 2008; Gil,1991; Landreth, 2002). Kaynaklar bölümünde kaynaklar alfabetik sıra ile verilmelidir. e) Ekler: Yeni bir sayfadan başlamalıdır. Araştırmada kullanılan ölçekler bu bölümde yer almalıdır. f) Tablolar: Yeni bir sayfadan başlamalı ve her bir tablo ayrı bir sayfada verilmedir. Tablo numarası ve Tablo başlığı tablonun üstünde kelimelerin baş harfleri büyük olarak yer almalıdır. Gönderilecek olan tablolar mutlaka Word programının “Tablo” seçeneği kullanılarak ve APA’ya uygun olarak hazırlanmalıdır. g) Şekil başlıkları ve şekiller: Yeni bir sayfadan başlamalıdır. Şekil numarası ve şekil başlıkları kelimelerin baş harfleri büyük olarak aynı sayfada alt alta verilmelidir. Şekillerin her biri ise ayrı sayfalarda verilmelidir. Gönderilecek olan tablolar ve şekillerin toplam sayısının 5 ya da 6’yı geçmemesine özen gösterilmelidir. h) Yazar notları: Yeni bir sayfadan başlamalıdır. Eğer araştırma bir tez çalışmasının özeti ise veya araştırmayı destekleyen kurum(lar) var ise bu bölümde belirtilmelidir. Ayrıca araştırmacının, araştırmaya katkılarından dolayı teşekkür etmek istediği kişiler de bu sayfada belirtilmelidir. 4. Yazılarda ifade edilen düşüncelerden yazarları sorumludur. 5. NPD’de yayınlarından ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Yazının içeriğinde olabilecek çarpıtmalardan alıntıyı yapan ve yayımlayan kişi ya da kuruluşlar sorumludur. 6. Yayım Kurulu, yazıda gerekli gördüğü sözcükleri değiştirebilir. 7. Kurallara uymayan yazılar yayımlanmaz. 8. Yayımlanan her araştırmanın verilerinin 5 yıl süre ile araştırmacı tarafından saklanması zorunludur. Gerek yayın politikamız gerekse uluslararası yayım kuruluşlarının kuralları gereğince zaman zaman bazı yazıların verileri ve analiz programları yazarlarından istenebilecektir.


ISSN: 2147- 6489

Sayı/Number:8 Kış/Winter 2016

İÇİNDEKİLER / CONTENTS

KADINLARA YÖNELİK KALIPYARGILARIN İÇERİKLERİ: KALIPYARGI İÇERİĞİ MODELİ ÇERÇEVESİNDE BİR İNCELEME Timuçin AKTAN, Gülnihal BİLİM ........................................................................... 147 ERKEN DÖNEM UYUMSUZ ŞEMALAR VE KAYGI ÜZERİNE BİR DERLEME Burcu KÖMÜRCÜ, Nağme GÖR.............................................................................. 183 3-4 YAŞ ÇOCUKLARINDA ZİHİN KURAMI VE KENDİNİ DÜZENLEME BECERİSİNİN YARDIM DAVRANIŞLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Muhammed Şükrü AYDIN, Sema KARAKELLE .................................................. 205 TÜRKİYE’DE SOSYAL MEDYA KULLANICILARININ SURİYELİ MÜLTECİLERE İLİŞKİN SOSYAL TEMSİLLERİ Fatih ÖZDEMİR, Bengi ÖNER-ÖZKAN ................................................................. 227 SOSYAL DEĞER YÖNELİMİNİN BİLEŞENLERİ: BİR ÖLÇEK GELİŞTİRME ÇALIŞMASI Özgen YALÇIN ........................................................................................................... 245 PROF. DR. GÜLSEN ERDEN İLE MÜLTECİ ÇOCUKLAR ÜZERİNE SÖYLEŞİ… Sezin BAŞBUĞ, İbrahim YİĞİT ............................................................................... 269


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Kadınlara Yönelik Kalıpyargıların İçerikleri: Kalıpyargı İçeriği Modeli Çerçevesinde Bir İnceleme Timuçin AKTAN1, Gülnihal BİLİM2 ÖZ Bu çalışmada, kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargıların içeriğini kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde incelemek ve kalıpyargısal inanışlar ile cinsiyetçilik arasındaki ilişkileri ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. Bu amaçla yürütülen ilk çalışmada, 119 üniversite öğrencisinden 10 kadın grubunun yetkinlik ve sevecenliği ile birlikte statü ve yarışmacılık düzeylerini değerlendirmeleri istenmiştir. Ayrıca, çelişik duygulu cinsiyetçilik ölçeği kullanılarak katılımcıların cinsiyetçilik düzeyleri belirlenmiştir. Çalışmanın bulguları, kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargı içeriklerinin yetkinlik ve sevecenlik üzerinden tanımlanabileceğini, bu grupların üç kümede yer aldıklarını, birçok kadın grubuna yönelik kalıpyargıların karma içerikli olduğunu ve statü-yetkinlik ve de yarışmacılık-sevecen(siz)lik ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Cinsiyetçiliğin ise kalıpyargı içerikleri ile değil, yarışmacılık ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca, kalıpyargı içeriği modelinin iki önemli varsayımı olan kalıpyargı kümelerinin negatif sıfatlarla yapılan ölçümlerden etkilenmeyeceği ve bireysel kalıpyargıların motivasyonlara açık olduğu iddiaları desteklenmiştir. Birinci çalışmada hem yetkin hem de sevecen kümesinin gözlenmemesi üzerine ikinci çalışmada kadın alt grubu sayısı arttırılmıştır. Böylece, 86 üniversite öğrencisinden 18 kadın alt grubunu değerlendirmeleri istenmiştir. Bulgular, ilk çalışmanın bulgularıyla uyumlu olarak, kalıpyargı içeriği modelinin temel boyutlar, kalıpyargı kümeleri, karma içerikli kalıpyargıların sıklığı ve sosyal-yapısal belirleyiciler hipotezlerinin desteklendiğini göstermiştir. İki çalışmadan elde edilen bulgular ilgili yazın bağlamında tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler: kalıpyargı içerikleri, yetkinlik, sevecenlik, cinsiyetçilik

Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara Yönelik Kalıpyargıların İçerikleri: Kalıpyargı İçeriği Modeli Çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

1 2

Yrd. Doç. Dr. Timuçin Aktan, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Psikoloji Bölümü, taktan(at)nny.edu.tr Gülnihal Bilim, Toros Üniversitesi, ug.gulnihal.bilim(at)toros.edu.tr

147

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

Contents of Stereotypes Toward Woman Subgroups: An Investigation in The Framework of Stereotype Content Model

ABSTRACT The aim of the study was to investigate the stereotype contents toward woman subgroups and relate these contents to social-structural predictors and sexism. In this respect, 119 university students were recruited for the first study and they were asked to rate 10 woman subgroups in terms of their competence and warmth, and their status and competitiveness. Participants' level of sexism was also measured using ambivalent sexism scale. The findings of the first study revealed that competence and warmth were the two fundamental dimensions of the stereotype contents, these stereotypes could be depicted in three clusters, the content of many women stereotypes were mixed, and status was linked to competence and competition was related to lack of warmth. Besides replicating the main hypotheses of stereotype content model, the findings supported its two basic assumptions, i.e. negative stereotypes are not necessary to reveal stereotype clusters and personal stereotypes are more open to motivational concerns. Finally, sexism was related only with competition, but not with stereotype contents. Since, high competent / high warm cluster was not observed in the first study, the number of woman subgroups was increased in the second study. Thus, 86 university students were asked to rate 18 women subgroups on the scales used in the first study. Results replicated the findings of the first study, supporting the main hypothesis of stereotype content model. The findings of the studies were discussed in the light of relevant literature. Keywords: stereotype contents, competence, warmth, sexism

www.nesnedergisi.com

148


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Kadınların toplumun vazgeçilmez bir parçası olduğu ve bu yüzden el üzerinde tutulmaları gerektiği yaygın bir inanış (belief) olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak, her kadının görünüşte olumlu olan bu tutumdan benzer şekilde faydalandığını söylemek mümkün görünmemektedir. En azından, kadınlara yönelik ayrımcı uygulamalar ya da kadına yönelik şiddet vakaları bize toplumda her kadının el üzerinde tutulmadığını düşündürmektedir. Türkiye'nin yakın tarihindeki kadın cinayetlerine yönelik toplumsal tepkilere baktığımızda da bu durum göze çarpmaktadır. Özgecan Aslan cinayeti gibi belli kadın cinayetleri ülke genelinde yüksek katılımlı protesto gösterilerine yol açarken diğer cinayet, şiddet ve istismar kurbanı kadınlara karşı ise sessiz kalınmakta ve hatta kurbanı suçlayıcı açıklamalar dahi toplumun geniş bir kesimi tarafından kabul görebilmektedir. Örneğin, Umut Vakfının sunduğu veriler, Özgecan'dan sonra aynı yılın sonuna kadar 373 kadın cinayeti yaşandığını, bunların pek çoğunun basında yeterince yer almadığını ve Özgecan cinayeti gibi geniş protestolara yol açmadığını göstermektedir (Umut Vakfı, 2016). Benzer şekilde, TÜİK'in 2014 raporu da kadınların hiç de el üstünde tutulmadığına işaret etmektedir. Örneğin, 2014 yılında erkeklerin iş gücüne katılımı %71.3 iken kadınlarda bu oranın %30.3 olduğu, erkeklerde işsizlik oranı %9 iken kadınlarda bu oranın %11.9 olduğu rapor edilmiştir (TÜİK, 2015). Gerek kadın cinayetleri gerekse kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık ile ilgili bu gibi örnekler, kadınların tek bir grup olarak algılanmadığını, farklı kadın gruplarına karşı farklı önyargıların bulunduğunu düşündürmektedir. O halde, sorulması gereken önemli bir soru, toplumda kadınların hangi gruplara ayrıldığı ve bu gruplara yönelik önyargıların içeriğinin ne olduğudur. Böylece, Türkiye'deki farklı kadın gruplarına yönelik önyargıların davranışsal çıktılarını inceleyecek çalışmalar için de bir zemin oluşturulması mümkün olacaktır. Bu amaç doğrultusunda, Fiske, Xu, Cuddy ve Glick'in (1999; ayrıca bkz. Fiske, Cuddy, Glick ve Xu, 2002) Kalıpyargı İçeriği Modeli (KİM) temel alınarak kadın gruplarına yönelik kalıplaşmış inanışların içeriklerini yetkinlik ve sevecenlik boyutlarında inceleyerek söz konusu kadın gruplarının KİM'de belirtilen dört kalıpyargı kümesinden hangisinde yer aldığını belirlemek amaçlanmıştır. Ayrıca, kadın gruplarına yönelik yetkinlik ve sevecenlik değerlendirmelerinin sosyal-yapısal değişkenler olan statü ve yarışmacılık ile ilişkilerini de KİM bağlamında incelemek hedeflenmiştir. Son olarak, kadınlara yönelik kalıpyargı içerikleri ve sosyal-yapısal değişkenler ile korumacı ve düşmanca cinsiyetçilik arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Kadınlara Yönelik Önyargılar Sosyal psikolojinin tarihine bakıldığında önyargı ve kalıpyargı alanlarında yapılan çalışmalara, Allport'un (1954; akt. Fiske ve arkadaşları 2002) "tek yönlü

149

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

antipati" tanımının yön verdiği görülmektedir (ayrıca, bkz. Ashmore ve Del Boca, 1981; Schneider, 2005). Bu tanım, insanların toplumsal grupları sevme-sevmeme boyutunda değerlendirdiği ve dış gruplara yönelik ayrımcılığın bu grupların sevilmemesinden kaynaklandığı fikrini içermektedir. Söz konusu fikirle yürütülen çalışmalar önyargılar ile ilgili bilişsel ve duyuşsal süreçler hakkında zengin bir bilgi birikimi sağlamış olsa da toplumda sevilen ama yine de ayrımcılığa uğrayan pek çok grubu göz ardı etmiştir. Özellikle cinsiyetçilik söz konusu olduğunda, tek yönlü antipati hipotezi açıklama gücünü önemli ölçüde yitirmektedir (Eckes, 2002). Bu durumun önemli bir nedeni, kadınlara yönelik son derece olumlu inanışlar ile ayrımcılığın birlikte devam etmesidir. Özellikle, 1990'lı yıllardaki çalışmalar kadınlara yönelik "Kadınlar Mükemmeldir Etkisi"nin (Women are Wonderful Effect; Eagly ve Mladinic, 1994) hem erkekler hem de kadınlar tarafından sergilendiğini ve özellikle bakım verme ve sosyallik ile ilgili alanlarda kadınların daha olumlu değerlendirildiğini göstermiştir (Dewall, Altermatt, ve Thompson, 2005; Swim, Aikin, Hall, ve Hunter, 1995). Aslında bu durum, hangi kadının dikkate alındığı sorusuna dikkat çekmektedir. Örneğin, Haddock ve Zanna (1994) sağ kanat otoriterliği yüksek olan katılımcıların değerlendirdikleri kadını "feminist" olarak kurguladıklarında daha olumsuz değerlendirmeler yaptıklarını, buna karşın "ev hanımı" olarak kurguladıklarında ise daha olumlu değerlendirmelerde bulunduklarını göstermiştir. Bu gibi bulgular ışığında Glick ve Fiske (1996) Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik kuramını geliştirmişler ve kadınlara yönelik inanışların düşmanca (hostile) ve korumacı (benevolent) cinsiyetçilik olmak üzere iki faktörü içerdiğini belirtmişlerdir. Düşmanca cinsiyetçilik, kadınların özellikle cinselliklerini kullanarak erkeğin statü ve gücüne bir tehdit oluşturduğunu dile getiren cinsiyetçi bir antipatidir. Korumacı cinsiyetçilik ise özellikle geleneksel rolleri yerine getiren kadınların onlara bağımlı olan erkekler tarafından korunması ve yüceltilmesi gerektiğini dile getiren, görünüşte olumlu ancak kadınlara üstten bakan inanışlardan oluşmaktadır. İlginç olan, görünüşte birbirine zıt olan bu iki inanışın arasında güçlü bir pozitif korelasyonun bulunmasıdır (Glick ve arkadaşları, 2000). Söz konusu durumun dikkat çektiği önemli bir nokta, korumacı ve düşmanca cinsiyetçiliğin aslında aynı paranın iki farklı yüzü olduğudur. Bunun bir diğer anlamı da kadınlara yönelik olumlu inanışlar arttıkça, olumsuz inanışların da beraberinde artış gösterebileceğidir (Swim ve Campbell, 2001). Bu çıkarımı destekleyen önemli bir bulgu Glick ve arkadaşlarının (2000) 19 ülkede yaptıkları çalışmada elde edilmiştir. Bu çalışmada, kadınlara olumsuz özellikler atfetme ile düşmanca cinsiyetçiliğin, olumlu özellik atıfları ile ise korumacı cinsiyetçiliğin ilişkili olduğu gösterilmiştir. Daha da ilginç olan bir bulgu

www.nesnedergisi.com

150


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

ise kadınların korumacı cinsiyetçiliği değil, düşmanca cinsiyetçiliği reddetme eğiliminde olmasıdır. Söz konusu durum, korumacı cinsiyetçiliğin gerçekten cinsiyetçilik olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı sorusunu akla getirmektedir. Ancak, aynı çalışmada düşmanca ve korumacı cinsiyetçiliğin ülke düzeyindeki cinsiyetçilik göstergeleri (örneğin, kadınların mecliste temsil oranları) ile pozitif korelasyon göstermesi, bu iki inanışın cinsiyetçiliğin iki farklı yüzü olduğu iddiasını desteklemektedir. Benzer şekilde, korumacı cinsiyetçiliğin eşe yönelik şiddetin haklı görülmesi (Sakallı, 2001a; Glick, Sakallı-Ugurlu, Ferreira, ve Aguiar de Souza, 2002), tecavüz kurbanının suçlanması (Sakallı-Uğurlu, Yalçın ve Glick, 2007) ve kadınların kendilerine konulan kısıtlamaları kabul etmesi (Moya, Glick, Expósito, de Lemus ve Hart, 2007) ile pozitif yönde bir ilişkisi olduğu gösterilmiştir. Söz konusu durum, korumacı cinsiyetçiliğin toplumda ikincil rolünü kabul eden geleneksel kadınlara sunulan bir ödül, düşmanca cinsiyetçiliğin ise geleneksel rollere uymayan kadınlara yönelik bir tehdit olduğu şeklinde yorumlanmaktadır (Glick ve Fiske, 2001). Bu bağlamda, özellikle korumacı cinsiyetçilik kadınların düşük statülerini meşrulaştıran bir inanış olarak karşımıza çıkmaktadır. Cinsiyetçiliğin sistem meşrulaştırıcı rolünü inceleyen Jost ve Kay (2005), katılımcılarını korumacı cinsiyetçilik ölçeğinin maddelerine maruz bıraktıklarında, onların var olan cinsiyetçi sosyal sistemi meşrulaştırma eğilimlerinin arttığını raporlamışlardır. Araştırmacılar, söz konusu bulguyu sistemi meşrulaştırma kuramı çerçevesinde yorumlayarak korumacı cinsiyetçilik gibi tamamlayıcı (complementary) inanışların, toplumda herkesin var olan kazançlardan dengeli bir şekilde faydalandığı yönündeki inanışı pekiştirdiğini öne sürmüşlerdir (Jost, Banaji ve Nosek, 2004). Benzer şekilde, Fiske ve arkadaşları da (2002), toplumdaki pek çok gruba yönelik kalıpyargıların, söz konusu sistem meşrulaştırıcı denge inanışını yansıtacak şekilde tamamlayıcı bir içeriğe sahip olduklarını belirtmişler ve bu gibi kalıplaşmış inanışları karma içerikli kalıpyargılar (mixed stereotypes) olarak adlandırmışlardır. Kadınlara Yönelik Önyargıların İçeriği: Kalıpyargı İçeriği Modeli KİM temel olarak beş hipoteze dayanmaktadır. Bu hipotezlerden ilki olan temel boyutlar hipotezine göre toplumdaki gruplara yönelik kalıpyargıların içerikleri yetkinlik ve sevecenlik boyutlarında resmedilebilir (Fiske ve arkadaşları, 1999; 2002; Fiske, Cuddy ve Glick, 2007; yetkinlik ve sevecenlik boyutlarının izlenim oluşturma yazınındaki işlevselci analizi için bkz. Wojciszke, 2005). Kalıpyargı kümeleri hipotezi ise yetkinlik ve sevecenlik boyutlarının ortogonal bir şekilde kesiştirilerek dört farklı kalıpyargı kümesinin tanımlanabileceğini belirtmektedir: Toplumda değerli görülen öğretmenler ve yakın müttefiklerin yer aldığı yüksek yetkin ve yüksek sevecen (YY/YS) kümesi, toplumdaki sevilmeyen tinerciler,

151

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

evsizler gibi gruplara yönelik düşük yetkin ve düşük sevecen kümesi (DY/DS), toplumda değerli görülmesine karşın saygı duyulmayan engelliler, ev hanımları gibi grupları kapsayan düşük yetkin ve yüksek sevecen (DY/YS) kümesi ve son olarak da saygı duyulmasına karşın sevilmeyen iş adamları ve feministler gibi grupların yer aldığı yüksek yetkin - düşük sevecen (YY/DS) kümesi. Bu kümelerden ilk ikisi tek yönlü sevme - sevmeme boyutuna karşılık gelmektedir. Ancak, son iki küme karma içerikli kalıpyargıları dile getirmektedir. KİM'in üçüncü hipotezi olan karma içerikli kalıpyargıların sıklığı hipotezi, sistemi meşrulaştırıcı içeriklerinden dolayı bu tür kalıpyargıların toplumda daha sıklıkla görüleceğini belirtmektedir (Fiske, Cuddy ve Glick, 2007). Sosyal-yapısal değişkenlerin belirleyiciliği hipotezi grupların yetkinliğinin onların statüsünden, sevecenliğinin ise yarışmacı olmamalarından yordanacağını belirtmektedir. Fiske ve arkadaşları (2002) statü ve yetkinlik arasındaki ilişkinin sistemi meşrulaştırma eğilimi (Jost, Banaji ve Nosek, 2004) ya da adil dünya inancı (Lerner ve Miller, 1978) ile ilişkili olabileceğini belirmektedirler. Bu doğrultuda, Oldmeadow ve Fiske (2007), sistem meşrulaştırıcı inanışlar olan adil dünya inanışı ve sosyal baskınlığın statü-yetkinlik arasındaki ilişkiyi ayarladığını (moderation) rapor etmişlerdir. Yarışmacılık ile sevecenlik arasındaki ilişkinin ise gruplararası çatışma ile ilgili olduğu belirtilmektedir. Fiske ve arkadaşlarının (2002) yarışmacılık maddeleri incelendiğinde, bu ölçeğin Sherif ve Sherif (1969) tarafından tanımlanan gruplar arasındaki kaynak çatışmasını dile getiren gerçekçi çatışmayı ölçtüğü görülmektedir (Aktan ve Sakallı-Uğurlu, 2013). Söz konusu sınırlılığı aşmak için Kervyn, Fiske ve Yzerbyt (2015) yarışmacılık ölçeğine sembolik tehdit (Stephan, Ybarra ve Morrison, 2009) maddeleri de eklemişler ve böylece yarışmacılığın anlamını grupların birbirlerinin yaşam tarzlarına ve ahlaki değerlerine tehdidini de içerecek şekilde genişletmişlerdir. Araştırmacılar bu çalışmalarında sembolik tehdit alt ölçeğinin sevecenlikteki açıklanan varyansa anlamlı katkısı olduğunu göstermişlerdir. Son olarak, KİM kalıpyargı kümelerine karşılık gelen duyguları tanımlamaktadır. Bu hipoteze göre, DY/DS gruplar tiksinme (disgust), YY/YS gruplar hayranlık (admiration), DY/YS gruplar acıma (pitty) ve YY/DS gruplar ise haset etme (envy) duygularını uyandırmaktadır. Fiske ve arkadaşları (1999; 2002) ABD'de öğrenci ve öğrenci olmayan örneklemlerde yürüttükleri çalışmalarda KİM'in temel hipotezlerine destek sağlamış, ayrıca Cuddy ve arkadaşları (2009) 10 ülkede (7 Avrupa ve 3 Asya ülkesi) yürüttükleri çalışma ile KİM'in kültürlerarası geçerliliğini desteklemişlerdir. Son olarak, Cuddy, Fiske ve Glick (2007) kalıpyargı kümeleri ile ayrımcı davranış yönelimlerini ilişkilendirerek Gruplararası Kalıpyargılar ve Duygulardan

www.nesnedergisi.com

152


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Davranı¬şa Haritasını (Behaviors from Intergroup Affect and Stereotypes Map – BIAS Map) önermişlerdir. İlgili yazın incelendiğinde, KİM bağlamında kadınlara yönelik kalıpyargıları inceleyen çalışmaların daha nadir olduğu gözlenmektedir. Bu çalışmalardan birinde, Eckes (2002) kadın ve erkek alt gruplarına yönelik kalıpyargı içeriklerini incelemiştir (Eckes,2002; Çalışma 1). KİM bağlamında yürütülen çalışmalarda öncelikle kalıpyargıları incelenecek grupların seçilmesi için bir ön çalışma yürütülmekte ve katılımcılara toplumun gündeminde olan gruplar sorulmaktadır. Eckes (2002) bu grupları daha önce yürütmüş olduğu bir çalışmadan (Eckes, 1994) alarak 62 katılımcıya 17 kadın alt grubu, 57 katılımcıya ise 24 erkek alt grubunu sunmuştur. Araştırmacı, bu grupların yetkinlik ve sevecenliğini ölçmek için Fiske ve arkadaşları (1999) tarafından kullanılan beşer olumlu sıfatı kullanmıştır. Ayrıca, KİM birey yerine kültür düzeyindeki kalıpyargı içeriklerine odaklanan bir kuram olduğu için katılımcılardan kendi fikirlerini değil toplumun bakışını rapor etmeleri açık bir şekilde istenmiştir. KİM yaklaşımı ile yürütülen diğer çalışmalardan farklı olarak, bu çalışmada katılımcılardan kadın gruplarına yönelik statü ve yarışmacılık değerlendirmeleri alınmamıştır. Eckes'in (2002) bulguları, kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargıların dört kümede toplandığını göstermiştir. Araştırmacı, kendine güvenen tip (confident type) ve sosyete hanımından (society lady) oluşan kümeyi YY/YS kümesi olarak; saf tip (naive type), burjuva (bourgeois), piliç (chick) ve en son modayı takip edenden (trendy) oluşanı DY/DS; ev hanımı, tipik kadın (typical woman), sekreter ve utangaçtan (wallflower) oluşanı DY/YS ve de geriye kalan feminist, entelektüel (intellectual), hippi, kariyer yönelimli kadın (career woman), özgürlükçü/eşitlikçi kadınlar (women's libber), punk ve wamptan oluşan kümeyi ise YY/DS kümesi olarak adlandırmıştır. Ayrıca, araştırmacının bulguları kadın gruplarına yönelik kalıpyargıların %65'inin aslında karma içerikli olduğunu, yani bu grupların bir kalıpyargı boyutunda yüksek algılanırken diğerinde düşük algılandığını göstermiştir. Ayrıca, bu çalışmada yetkinlik ile sevecenlik arasında oldukça güçlü bir negatif korelasyonun (r= -.64) olduğu gözlenmiştir. Araştırmacı, karma içerikli kalıpyargıların sıklığının kadınlara yönelik korumacı cinsiyetçilikten kaynaklanıyor olabileceğini belirtmiştir. Kadın alt gruplarının incelendiği bir diğer çalışmada ise DeWall, Altermatt ve Thompson (2005) belli kadınsı özellikleri (sıfatlar-traits) katılımcılarından kümelemelerini istemişlerdir. Bu çalışmada da katılımcılardan kendi fikirlerini belirtmemeleri istenmiş ve kendilerine sunulan kadınsı özellikleri istedikleri sayıda kümeye yerleştirebilecekleri söylenmiştir. Bulgular, katılımcıların kadınsı özellikleri dört küme altında toplama eğiliminde olduğunu göstermiş ve araştırmacılar bu

153

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

kümeleri profesyonel/feminist, kadın atlet, ev hanımı ve sex objesi olarak adlandırmışlardır. Araştırmacılar, ayrıca her bir kadınsı özelliğe yönelik sıfat değerlendirmesi (trait rating) almışlardır. Bu değerlendirmeleri ahlaki erdem (moral virtue), cinsel olarak tutucu/liberal, güç, yetkinlik, sevecenlik ve genel değerlendirme (pozitif-negatif) boyutlarında alan araştırmacılar, profesyonel kadınların en yüksek yetkinlikte ama orta düzey sevecenlikte, ev hanımlarının ise en yüksek sevecenlikte ama orta düzey yetkinlikte değerlendirildiklerini bulmuşlardır. Ayrıca, bu çalışmada yetkinlik ve sevecenlik arasındaki korelasyonun anlamlı olmadığı gözlenmiştir (r= .09). Araştırmacıların elde ettiği önemli bir bulgu ise, ahlaki erdem boyutunun yetkinlik ve sevecenliğe göre kadın alt gruplarını ayırt etmede daha güçlü olduğudur. Wade ve Brewer da (2006, Çalışma 1) katılımcılarından bir sıfat yerleştirme görevi yerine getirmeleri istemiş ve katılımcılara 11 kadın grubu ile 137 sıfat (negatif ve pozitif) sunmuşlardır. Bu çalışmada katılımcılara sunulan gruplar olan kadın atletler, büyük anneler, güzellik uzmanları (beauticians), iş kadınları, üniversiteli kızlar birliği üyeleri (sorority girls), ev hanımları, erkek Fatmalar (tomboys), feministler, bekar anneler (single mothers), kadın öğretmenler ve kadın bilimciler için söz konusu sıfatlardan 10-12 tanesini yerleştirmeleri istenmiştir. Araştırmacıların bulguları, kadınların ve erkeklerin sıfat yerleştirmelerinin oldukça yüksek bir benzerlik gösterdiğini; pozitif yetkinlik ve sevecenlik sıfatlarının frekansları incelendiğinde dört kalıpyargı kümesinin gözlendiğini (DY/DS: güzellik uzmanları ve üniversiteli kızlar birliği üyeleri; YY/YS: bekar anneler ve kadın öğretmenler; karma içerikliler: geri kalan gruplar); ve yetkinlik ile sevecenlik arasında negatif yönde sınırda anlamlı bir korelasyon bulunduğunu (r= -.56) göstermiştir. Bu çalışmaların bulguları genel olarak değerlendirildiğinde, kadın gruplarına yönelik kalıpyargıların genellikle karma içerikli oldukları ve yetkinlik ile sevecenlik arasında negatif yönde bir ilişki olduğu görülmektedir. Her ne kadar KİM çerçevesinde karma içerikli kalıpyargıları tanımlarken bu iki boyut arasında negatif bir korelasyon beklentisinden bahsedilmese de bu kalıpyargı kümelerinin sosyal işlevleri çözümlenirken negatif korelasyon beklentisi ima edilmektedir. Örneğin, Fiske ve arkadaşları (2002) karma içerikli kalıpyargıların sistem meşrulaştırıcı işlevinden açıkça bahsetmişler ve Asyalılar gibi YY/DS kümesinde algılanan grupların ne kadar yetkin olduklarının insanlara hatırlatılmasının onların daha az sevecen olarak görülmesine yol açabileceğini belirtmişlerdir. Benzer şekilde, Cuddy, Norton ve Fiske (2005) yetkin olarak tanıttıkları yaşlı bir bireyin (ABD'de DY/YS olarak algılanan grup) katılımcıları tarafından artık daha az sevecen olarak algılandığını bulmuşlardır.

www.nesnedergisi.com

154


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargı içeriklilerinin incelendiği çalışmalardaki eksik olan önemli bir nokta kalıpyargı içeriklerinin sosyal yapısal değişkenler ile ilişkilendirilmemiş olmasıdır. Halbuki KİM’in en güçlü yanlarından birisi sosyal-yapısal değişkenler ile kalıpyargı içerikleri arasında ilişki kurmasıdır. Kadın alt gruplarına yönelik statü-yetkinlik ve yarışmacılık-sevecen(siz)lik ilişkilerini incelemek, kadınlara yönelik önyargıların azaltılmasını amaçlayan çalışmalar için de fikir verici olabilecektir. Ayrıca, DeWall, Altermatt ve Thompson'ın (2005) kadın gruplarına yönelik değerlendirmeleri farklılaştıran önemli bir boyutun ahlaki erdem olduğu şeklindeki bulgusu düşünüldüğünde, bu gruplar için yarışmacılık-sevecen(siz)lik arasındaki ilişkiyi incelerken sembolik tehdidin de göz önüne alınması önem kazanmaktadır. Böylece, Kervyn, Fiske ve Yzerbyt’in (2015) çalışmalarında elde ettikleri bulgulara da destek sağlamak mümkün olabilir. Kadın gruplarına yönelik çalışmalar incelendiğinde dikkat çeken bir diğer nokta ise Wade ve Brewer’in (2006) çalışması dışındaki çalışmalarda kadın alt gruplarına yönelik algıların kültür düzeyinde ölçülmesi ve katılımcılardan kendi fikirlerini belirtmemelerinin istenmesidir. Fiske ve arkadaşları (2002), kültürel kalıpyargılara odaklandıkları ve sosyal kimlik gibi katılımcı yanlılıklarını kontrol etmek istedikleri için kültür düzeyindeki ölçümleri tercih ettiklerini belirtmişlerdir. Ancak, kültür düzeyinde ölçümlerin sosyal kimlik gibi motivasyon kaynaklarından etkilenip etkilenmediğini inceleyen çalışmalar bulunmamaktadır. KİM bağlamında yürütülen çalışmalarda kalıpyargı içerikleri genellikle pozitif sıfatlar ile ölçülmektedir. Fiske ve arkadaşları (2002) katılımcıların genellikle negatif sıfatlar kullanmaktan kaçındıklarını, zaten çoğu zaman önyargıların negatif değerlendirmeler yerine pozitif değerlendirmelerin hedef gruba verilmemesi şeklinde gözlendiğini belirtmişlerdir. Söz konusu varsayıma bir desteği, sosyal kimlik yazınından görmek mümkündür. Minimal grup paradigması ile yürütülen çalışmalar, iç grup yanlılığının çoğu zaman dış grubu kötüleme (derogation) şeklinde değil, iç grubu olumlu bir boyut üzerinde daha iyi görme şeklinde gözlendiğine dikkat çekmektedir (Hewstone, Rubin ve Willis, 2002). Ancak, KİM bağlamında negatif sıfatlar hiç kullanılmadığı için bu varsayımı test etmek mümkün olmamıştır. Son olarak, kadın alt gruplarına yönelik inanışların cinsiyetçiliğin bir yansıması olduğu düşünülebilir. Bu durumda, söz konusu gruplara yönelik yetkinlik ve sevecenlik değerlendirmelerinin düşmanca ve korumacı cinsiyetçilik ile ilişkileri önem kazanmaktadır. Kadınlara yönelik değerlendirmelerin genellikle karma içerikli olarak gözlenmesi, bu içerikler ile korumacı cinsiyetçiliğin daha güçlü bir ilişkisi olması beklentisini doğurmaktadır (Eckes, 2002). Ancak, KİM çerçevesinde

155

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

yürütülen çalışmalarda cinsiyetçilik ile kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargı içerikleri arasındaki ilişkiler incelenmediği için bu soru yanıtsız kalmaktadır. Bu çalışmada kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargı içerikleri iki çalışmada incelenmiştir. Böylece, KİM'in temel boyutlar, kalıpyargı kümeleri, karma içerikli kalıpyargıların sıklığı ve sosyal yapısal değişkenlerin belirleyiciliği hipotezleri test edilmiştir. İlgili yazındaki çalışmalardan farklı olarak, ilk çalışmada, ölçüm düzeyinin (bireysel ya da kültürel kalıpyargılar) ve kalıpyargı içeriklerini ölçmek için kullanılan negatif sıfatların (kötüleme boyutu) kalıpyargı kümeleri üzerindeki etkisi incelenmiştir. Ayrıca, kalıpyargı içerikleri ve sosyal yapısal değişkenlerin cinsiyetçilik ile ilişkilerini ortaya çıkarmak hedeflenmiştir. İkinci çalışmada ise kadın alt gruplarının sayısı arttırılarak ilk çalışmada gözlenen kalıpyargı kümeleri ve bu kümeleri oluşturan kalıpyargı içeriklerine yönelik bulguların geçerliliği test edilmiştir. Çalışma-1 Yöntem Katılımcılar Toros üniversitesinde çeşitli bölümlerde okuyan 119 öğrenciyle (85 kadın, 32 erkek, 2 cinsiyetini belirtmeyen) yürütülen çalışmada katılımcıların yaş ortalaması 20.74 (S= 1.77) olarak hesaplanmıştır. Katılımcıların %51.3’ünün babası, %65.3’ünün ise annesi ortaokul ya da daha düşük bir eğitim seviyesine sahip oldukları görülmüştür. Baba mesleği olarak en sık rapor edilen meslek gruplarının esnaf, zanaatkâr ya da serbest çalışan (%37.1), emekli (%14.7) ve memur (%13.8) oldukları gözlenmiştir. Anne mesleği olarak ise ev hanımı (%73.7), memur (%11.9) ve emekli (%4.2) en sık rapor edilen meslek grupları olmuştur. Veri Toplama Araçları Kalıpyargı İçeriği Ölçeği: Yetkinlik ve sevecenlik boyutlarını ölçmek için Fiske ve arkadaşları (2002) ile Wade ve Brewer (2006) tarafından kullanılan ve Aktan (2012) tarafından Türkçeye uyarlanan sıfatlardan faydalanılmıştır. Böylece, yetkinliği ölçmek için başarılı, kararlı, uzman, vasıfsız, tembel, akılsız; sevecenliği ölçmek için ise sevecen, sıcakkanlı, güvenilir, bencil, itici ve kavgacı sıfatları kullanılmıştır. Katılımcılar değerlendirmelerini 6'lı Likert tipi skalada yapmışlardır (1= Kesinlikle Katılmıyorum; 6: Kesinlikle Katılıyorum). Yetkinlik ve sevecenlik ölçeklerinin iç tutarlılıkları ile istatistikler bulgular bölümünde sunulmuştur.

www.nesnedergisi.com

156


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Sosyal Yapısal Değişkenler Ölçeği: Kadın gruplarına yönelik statü ve yarışmacılık değerlendirmelerini incelemek için Fiske ve arkadaşlarının (2002) kullandıkları ve Kervyn, Fiske ve Yzerbyt’in (2015) yarışmacılık maddeleri arasına sembolik tehdit maddelerini ekleyerek geliştirdikleri ölçekten yararlanılmıştır. Böylece, statü iki (Örn. “… genelde sahip oldukları meslekler ne kadar prestijli ve kazançlıdır?”) yarışmacılık ise dört madde ile (Örn. gerçekçi tehdit için “…sizin gibi insanların sahip olduğu ekonomik kaynakların azalmasına ne kadar sebep olmaktadır?” ve sembolik tehdit için “… değerleri ve inanışları sizin gibi insanlar için ne kadar aykırıdır?”) ölçülmüştür. Katılımcılardan değerlendirmeleri 6'lı Likert tipi skalada alınmıştır (1= Kesinlikle Katılmıyorum; 6: Kesinlikle Katılıyorum). Ölçeklerin iç tutarlıkları bulgular bölümünde sunulmuştur. Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik: Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Ölçeği (ÇDCÖ) Glick ve Fiske (1996) tarafından geliştirilip Sakallı- Uğurlu (2002) tarafından Türkçeye uyarlanmıştır. Yirmi iki maddeden oluşan ölçekteki maddelerin yarısı korumacı cinsiyetçiliği diğer yarısı ise düşmanca cinsiyetçiliği ölçmektedir. Katılımcılar, maddelerin her biri ile ne derece hemfikir olduklarını 6'lı Likert tipindeki ölçekte belirtmişlerdir (1= Kesinlikle Katılmıyorum; 6: Kesinlikle Katılıyorum). Ölçekte elde edilen yüksek puanlar, korumacı ve düşmanca cinsiyetçiliğin yüksek olduğunu göstermektedir. Glick ve Fiske (1996) tarafından yapılan çalışmalarda kullanılan ÇDCÖ’nün tüm ölçek için alfa katsayıları .83 ile .92 arasında değişmiştir. Bu çalışmalarda, düşmanca cinsiyetçilik için alfa katsayılarının .80 ile .92; korumacı cinsiyetçilik için ise .73 ile .85 arasında değiştiği bulunmuştur. Sakallı- Uğurlu’nun (2002) çalışmasında ise tüm ölçek için alfa katsayısı .85, düşmanca cinsiyetçilik için .87 ve korumacı cinsiyetçilik için ise .78 olarak hesaplanmıştır. Bu çalışmada ise güvenilirliklerin tüm ölçek için .87, düşmanca cinsiyetçilik için .83 ve korumacı cinsiyetçilik için .82 olduğu bulunmuştur. Demografik Değişkenler: Katılımcıların yaş, cinsiyet, anne-baba eğitimi ve mesleğini belirlemek için demografik bilgi formu kullanılmıştır. Ayrıca, ölçek sonunda katılımcılardan böyle bir çalışmada başka hangi kadın gruplarının ele alınabileceğini belirtmeleri istenmiştir. İşlem Çalışmada kullanılacak kadın alt gruplarının belirlenmesi için bir ön çalışma yapılmış ve katılımcılardan “Bugün, Türkiye’nin gündeminde hangi kadın grupları bulunmaktadır? Lütfen, en az on kadın grubu belirtiniz.” şeklindeki bir soruya yanıt vermeleri istenmiştir. Ancak, katılımcılar yeterli sayıda ve çeşitlilikte grup ismi üretemediği için odak grup çalışması ile beş katılımcılık yeni bir öğrenci örnekleminde kadın grupları tanımlamaları istenmiştir. Bu gruptaki tartışmalarda ev

157

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

hanımı, iş kadını, akademisyen kadınlar, feministler, şiddet mağduru kadınlar ve tiki kızlar olmak üzere altı alt grup belirlenmiştir. Araştırmacılar tarafından bu alt gruplara ek olarak evlenmeden çocuk sahibi olan kadınlar, hayat kadınları, kadın hakları savunucusu kadınlar ve gündelikçi kadınlar eklenerek grup sayısı 10’a çıkarılmıştır. Eklenen gruplardan ilk ikisinin ahlaki değerleri tehdit eden gruplar oldukları için DY/DS kümesinde yer alması beklenmiştir. Son iki grup ise YY/YS kümesinde yer alabilecek gruplardır. Gündelikçi kadınların ev ekonomisine katkıda bulundukları için yetkin, bakım verme işini yerine getirdikleri için ise sevecen algılanabilecekleri düşünülmüştür (Fidan ve Özdemir, 2011). Kadın hakları savunucusu kadınların ise feministlerden daha olumlu algılandığı Sakallı (2001b) tarafından gösterilmiştir. Asıl çalışma, sınıf ortamında gönüllülük esasıyla yürütülmüştür. Katılımcılar, çalışmaya katılım karşılığında ölçek uygulamasının yapıldığı ilgili ders için ek puan almışlardır. Ölçek kitapçıkları içerisinde kadın alt gruplarının sunum sırası latin kare yöntemi ile dengelenmiştir. Katılımcıların yarısından bireysel, diğer yarısından ise kültürel kalıpyargıları belirtmeleri istenmiştir. Bireysel kalıpyargıları ölçülen katılımcılardan, kadın gruplarını değerlendirirken kendi fikirlerini belirtmeleri istenmiştir. Kültürel kalıpyargıları ölçülen katılımcılardan ise kendi fikirlerini değil, ilgili grubun toplumda nasıl algılandığını belirtmeleri açık bir şekilde istenmiştir. Ölçeklerin tamamlanması yaklaşık 40-45 dakika sürmüştür. Ölçeklerin tamamlanmasının ardından katılımcılar çalışma ile ilgili olarak bilgilendirilmiş ve teşekkür edilmiştir. Bulgular Kalıpyargı içeriği değerlendirmelerinin yetkinlik ve sevecenlik boyutlarında şekillenip şekillenmediğini incelemek için varimax döndürmeli temel bileşen analizleri yürütülmüştür. Fiske ve arkadaşlarını (2002) takip ederek, hem farklı gruplar için aynı madde üzerinden yapılan değerlendirmeler birleştirilmiş hem de her bir gruba yönelik değerlendirmeler ayrı ayrı analiz edilmiştir. Her iki yöntemin de kendine göre avantajları bulunmaktadır. Gruplar birleştirilerek yapılan analizler ölçek maddeleri için daha istikrarlı değerlendirme ortalamaları sağlayarak güvenilir sonuçlar vermektedir. Grup düzeyindeki analizler ise genel örüntüden sapan grupların tespit edilmesi açısından faydalıdır. Gruplar birleştirilerek yapılan analiz sonucunda özdeğeri 1’in üzerinde olan iki faktör toplam varyansın %74.38'ini açıklamış ve maddelerin faktör yükleri incelendiğinde olumlu ve olumsuz maddelerin iki ayrı faktörde toplandığı gözlenmiştir. Scree plot grafiği dikkate alınarak üç faktörlü çözümleme yürütülmüş ve üç faktörlü çözümlemenin toplam varyansın %79.64'ünü açıkladığı görülmüştür.

www.nesnedergisi.com

158


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Özdeğeri 4.39 olan birinci faktör altında olumsuz sıfatlar toplanmış ve bu faktöre kötüleme (derogation) boyutu adı verilmiştir. Özdeğeri 2.60 olan ikinci faktör altında yetkinlik, özdeğeri 2.57 olan üçüncü faktör altında ise sevecenlik sıfatları toplanmıştır. Ölçeklerin güvenilirlikleri incelendiğinde kötüleme boyutunun alfasının .93, yetkinliğin .87 ve sevecenliğin ise .92 olduğu gözlenmiştir. Grup düzeyinde aynı analizler tekrar edildiğinde ev hanımı (4 faktör), feminist (2 faktör) evlenmeden çocuk sahibi olan kadınlar (2 faktör) dışında kalan yedi grubun kalıpyargı içeriklerinin üç faktör üzerinde şekillendiği görülmüştür. Bütün gruplar için üç faktöre zorlayarak analizler tekrar edildiğinde, üç faktörün %58.77 ile %74.47 arasında varyansı açıkladığı (Mdn= 61.51) görülmüştür. Güvenilirlikler incelendiğinde yetkinlik ölçeği için alfa değerlerinin .65 ile .88 (Mdn= .88), sevecenlik için .63 ile .89 (Mdn= .82) ve kötüleme boyutu için ise .57 ile .85 (Mdn= .76) arasında değiştiği gözlenmiştir. Sosyal yapısal değişkenler için de varimax döndürmeli temel bileşenler analizi yürütülmüş, özdeğeri 1'in üzerinde olan iki faktörün toplam varyansın %79.62'sini açıkladığı ve özdeğeri 3.05 olan birinci faktörün altında yarışmacılık maddelerinin, özdeğeri 1.73 olan ikinci faktörde ise statü maddelerinin toplandığı gözlenmiştir. Statü ölçeği iki maddeden oluştuğu için alfa katsayısı güvenilirliği belirlemek için uygun bir istatistik olmamaktadır. Bu nedenle Eisinga, Grotenhuis ve Pelzer'in (2012) önerileri dikkate alınarak iki yarım test güvenilirliği hesaplanmış ve Spearman-Brown düzeltmesi yapılmıştır (Kaplan ve Saccuzzo, 2009). Yarışmacılık ölçeği için ise alfa katsayısı hesaplanmıştır. Sonuçlar, statü ölçeğinin güvenilirliğinin .82, yarışmacılığın ise .89 olduğunu göstermiştir. Her grup için analizler ayrı ayrı tekrar edildiğinde bütün gruplarda özdeğeri 1'in üzerinde olan iki faktör oluştuğu ve iki faktörlük çözümlemenin toplam varyansın %62.75'i ile %75.99'u arasında bir bölümünü açıkladığı (Mdn= 69.31) gözlenmiştir. Birinci faktörde yarışmacılık, ikinci faktörde ise statü maddeleri toplanmıştır. Ölçeklerin güvenilirlikleri grup düzeyinde incelendiğinde statü ölçeklerinin güvenilirliğinin .40 ile .88 (Mdn= .78), yarışmacılığın ise .66 ile .82 (Mdn= .78) arasında değiştiğini göstermiştir. Yalnızca, hayat kadınlarına yönelik statü ölçeğinin (S-B= .40) güvenilirliğinin kabul edilebilir değerlerin çok altında olduğu gözlenmiştir. Ölçüm Düzeyi ve Cinsiyetin Etkisi Kalıpyargı içerikleri üzerinde cinsiyet ve ölçüm düzeyinin etkisini incelemek için gruplar birleştirilerek elde edilen yetkinlik, sevecenlik ve kötüleme boyutları üzerinde 2(Cinsiyet: Kadın-Erkek) X 2(Ölçüm Düzeyi: Bireysel - Kültürel

159

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

Kalıpyargılar) gruplar arası ANOVA analizleri yürütülmüştür. Analiz sonuçları, yetkinlik ve sevecenlik üzerinde ölçüm düzeyi etkisinin anlamlı olduğunu göstermiştir (sırasıyla, F(1, 113)= 14.07, p<.001, η2= .11 ve F(1, 113)= 5.75, p<.05, η2= .05). Ortalamalar incelendiğinde, bireysel kalıpyargılarının (yetkinlik için Ort.=3.80, S=.52; sevecenlik için Ort.=3.55, S=.68) kültürel olanlara göre (yetkinlik için Ort.3.34, S=.57; sevecenlik için Ort.=3.14, S=.66) daha olumlu olduğu görülmüştür. Bunun dışındaki cinsiyet ana etkisi ve cinsiyet ile ölçüm düzeyi etkileşim etkisinin anlamlı olmadığı görülmüştür. Kötüleme boyutu üzerinden yürütülen ANOVA analizinde ise hem ölçüm düzeyinin hem de cinsiyetin anlamlı etkisi olduğu gözlenmiştir (sırasıyla F(1, 113)= 14.67, p<.001, η2= .12 ve F(1, 113)= 8.50, p<.01, η2= .07). Ortalamalar incelendiğinde, bireysel kalıpyargıların (Ort.=2.42, S=.56) kültürel olanlara göre (Ort.=2.87, S=.74) daha az kötüleme içerdiği gözlenmiştir. Ayrıca, kadınların (Ort.=2.58, S=.70) erkeklere göre (Ort.=2.83, S=.67) daha az kötüleme eğiliminde oldukları görülmüştür. Sosyal yapısal değişkenler üzerinde cinsiyet ve ölçüm düzeyinin etkisini incelemek için yürütülen ANOVA analizi sonuçları erkeklerin (Ort.=3.05, S=.42) kadınlara (Ort.=3.45, S=.50) göre kadın gruplarını daha düşük statüde algıladıklarını göstermiştir (F(1, 113)= 14.67, p<.001, η2= .09). Katılımcılardan statü ve yarışmacılık değerlendirmeleri birey düzeyinde alındığı için ölçüm düzeyinin anlamlı bir farklılaşmaya yol açmaması beklenmiştir. Bu beklentiye uygun olarak, statü ve yarışmacılık üzerinde ölçüm düzeyinin anlamlı bir etkisinin olmadığı bulunmuştur (F<1.22, p>.05). Kadın Grubu Kümeleri KİM ile uyumlu olarak kadın gruplarına yönelik kalıpyargı içerikleri kümeleme analizi ile incelenmiştir. Fiske ve arkadaşlarının (2002) önerisi doğrultusunda önce hiyerarşik kümeleme analizi yapılarak küme sayısı belirlenmiş, daha sonra da hiyerarşik olmayan k-ortalama kümeleme analizi ile elde edilen kümelerin geçerliliği sınanmıştır. Kümeleme analizleri bireysel ve kültürel kalıpyargıları sorulan gruplar için ayrı ayrı yürütülmüştür. Analizler sonucunda her iki deneysel grup için de aynı kümelerin gözlenmesi üzerine, tüm örneklem birleştirilerek yürütülen kümeleme analizlerinin sonuçları raporlanmıştır. Benzer şekilde, kötüleme boyutunun kalıpyargı kümeleri üzerindeki etkisini görebilmek için kümeleme analizleri önce yetkinlik, sevecenlik ve kötüleme boyutları kullanılarak yapılmış, ardından KİM'de belirtildiği şekilde sadece yetkinlik ve sevecenlik boyutları kullanılarak tekrar edilmiştir. Her iki yöntemde de aynı sonuçların elde edilmesi ve kötüleme boyutunun, k-ortalama yöntemi ile oluşturulan kümelerdeki

www.nesnedergisi.com

160


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

varyansa katkısının minimum olması nedeniyle kuramın orjinaline sadık kalınıp sadece yetkinlik ve sevecenlik boyutları ile kümeleme analizleri yapılmıştır. Hiyerarşik kümeleme analizi için birçok kümeleme yöntemi kullanılmış, farklı çözümlemelerde benzer sonuçlar alınması üzerine karesel Öklid uzaklığı ile Ward yöntemi kullanılarak analizlere devam edilmiştir. Yürütülen kümeleme analizinde elde edilen çözümlemenin veri setine uygunluğunu test etmek için hesaplanan cophenetic korelasyonun kabul edilebilir düzeyde olduğu (CCC= .80) görülmüştür. Elde edilen dendrogram incelendiğinde üç kümeli çözümlemenin veri setine uygun olacağına karar verilmiştir. Üç kümeli çözümlemenin geçerliliğini incelemek için varyans oran kriteri (VOK - Calinski ve Harabasz, 1974, akt. Glenn ve Cooper, 1985) hesaplanmış ve Sarstedt ve Mooi’nin (2014) önerdikleri varyans oran kriter farkları (ωk) hesaplanarak veri setine uygun küme sayısına karar verilmiştir. Sonuçlar üç kümeli çözümleme için ω katsayısının minimum değere ulaştığını (ω3= -41.96), bunu beşli ve altılı çözümlemenin takip ettiğini göstermiştir (sırasıyla, ω5= -4.85 ve ω6= 13.24). Böylece, analizlere üç kümeli çözümleme ile devam edilmesine karar verilmiştir. Kümeleme analizleri sonucunda elde edilen kümeler Şekil 1'de gösterilmiştir. Kümelerin yetkinlik ve sevecenlik açısından farklılaşmaları eşleşmiş örneklemler için t testi ile incelenmiş ve Tip 1 hatayı düzeltmek için Bonferroni düzeltmesi yapılmıştır.

Şekil 1. On kadın alt grubunun yetkinlik X sevecenlik düzleminde dağılımı

161

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

Tablo 1'de de görüldüğü gibi birinci kümede ev hanımları ve gündelikçi kadınlar yer almıştır. Ortalamalar incelendiğinde, bu kümenin yetkinden çok sevecen olarak değerlendirildiği görülmüştür (t(118)= -10.73, p<.001). Benzer şekilde, grup düzeyinde yapılan karşılaştırmalarda da hem ev hanımlarının hem de gündelikçi kadınların yetkinden çok sevecen olarak algılandıkları bulunmuştur (sırasıyla, t(118)= -11.21, p<.001 ve t(117)= -5.57, p<.001). İkinci kümede, evlenmeden çocuk sahibi olan kadınlar, tiki kızlar, şiddet mağduru kadınlar ve hayat kadınları yer almıştır. İkinci küme için ortalamalar karşılaştırıldığında, bu kümenin de yetkinden çok sevecen olarak değerlendirildiği (t(117)= -6.99, p<.001) görülmüş, ancak grup düzeyinde yapılan karşılaştırmalarda şiddet mağduru kadınlar hariç diğer grupların yetkinliklerinin ve sevecenliklerinin benzer olarak algılandığı bulunmuştur (t> -2.40, p>.018). Üçüncü kümede ise feministler, iş kadınları, akademisyen kadınlar ve kadın hakları savunucusu kadınlar yer almıştır. Bu küme sevecenden çok yetkin olarak algılanmış (t(118)= 18.25, p<.001) ve kümede yer alan bütün gruplar için de aynı sonuç elde edilmiştir (t> 6.88, p<.001). Kümeler yetkinlik ve sevecenlik açısından birbiri ile karşılaştırıldığında ise en yetkin algılanan kümenin üçüncü küme olduğu ve bunu birinci ve ikinci kümenin takip ettiği (t> 10.47, p<.001), buna karşın en sevecen algılanan kümenin birinci küme olduğu ve bu kümeyi üçüncü ve ikinci kümenin izlediği gözlenmiştir (t> 8.54, p<.001). Bulgular genel olarak değerlendirildiğinde, birinci kümenin DY/YS kümesi, üçüncü kümenin ise YY/DS kümesi olduğu görülmüştür. İkinci küme her ne kadar KİM'de belirtilen DY/DS kümesine benzese de bu küme kendi içinde yetkinden çok sevecen algılandığı için düşük düzeyde düşük yetkin yüksek sevecen (D-DY/YS) kümesi olarak adlandırılmıştır. Sosyal Yapısal Değişkenler, Cinsiyetçilik ve Kalıpyargı İçerikleri Arasındaki İlişkiler Kalıpyargı içeriklerinin sosyal yapısal değişkenler ile ilişkilerini incelemek için korelasyon katsayıları Fiske ve arkadaşlarının (2012) önerisi doğrultusunda hem katılımcı düzeyinde hem de kadın grupları düzeyinde hesaplanmıştır. Katılımcı düzeyindeki analizler için katılımcıların farklı gruplara yönelik değerlendirmeleri birleştirilmiştir. Grup düzeyindeki analizler için ise kadın gruplarının her bir boyut üzerinde aldıkları puan ortalaması hesaplanmış ve ardından da bu boyutlar arasındaki ilişki hesaplanmıştır. Cinsiyetçilik katılımcı düzeyinde bir değişken olduğu için grup düzeyinde korelasyonlar hesaplanamamıştır.

www.nesnedergisi.com

162


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Tablo 1 On kadın alt grubuna yönelik yetkinlik ve sevecenlik değerlendirmeleri Yetkinlik

Sevecenlik

Küme 1

Ev Hanımı

3.48

<

4.82

DY/YS

Gündelikçi

3.76

<

4.26

Ortalama

3.62

<

4.54

Küme 2

Evlenmeden Ç.

2.58

=

2.59

D-DY/YS

Tiki Kızlar

1.97

=

2.21

Şiddet Mağduru

2.06

<

3.46

Hayat Kadını

2.36

=

2.32

Ortalama

2.25

<

2.64

Küme 3

Feminist

4.24

>

2.91

YY/DS

İş Kadını

5.33

>

3.30

Akademisyen

5.19

>

3.57

Kadın Hak. Sav.

4.56

>

3.86

Ortalama

4.83

>

3.41

< ve > p<.005, = p>.005; Evlenmeden Ç.: Evlenmeden çocuk sahibi olan kadınlar, Kadın hak. sav.: kadın hakları savunucusu kadınlar

Tablo 2 'de de görüldüğü gibi grup düzeyindeki analizler KİM'de belirtildiği gibi statü ile yetkinliğin pozitif; yarışmacılık ile sevecenliğin ise negatif yönde ilişkili olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte, yarışmacılık ile kötüleme boyutu arasında pozitif yönde anlamlı bir korelasyon olduğu gözlenmiştir. Katılımcı düzeyinde bakıldığında ise statü ve yarışmacılık arasında yine pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu ancak yarışmacılık ile sevecenlik arasındaki negatif ilişkinin anlamlı olmadığı gözlenmiştir. Ayrıca, statü ile sevecenlik arasında pozitif yönde anlamlı bir korelasyon görülmüştür. Son olarak, yarışmacılık ile kötüleme arasındaki grup düzeyinde anlamlı pozitif korelasyonun katılımcı düzeyinde anlamlı olmadığı gözlenmiştir.

163

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

Tablo 2 Kalıpyargı içerikleri ile sosyal yapısal değişkenler arasındaki ilişkiler Yetkinlik

Sevecenlik

Kötüleme

-.00

-.34

Grup Düzeyi .87***

Statü Yarışmacılık

-.57

-.89

***

.96***

Katılımcı Düzeyi Statü

.35***

.31***

-.12

Yarışmacılık

.01

-.08

.03

* p<.05, ** p<.01, *** p<.001

Kalıpyargı içerikleri ve sosyal-yapısal değişkenlerin cinsiyetçilik ile ilişkileri incelemek için kısmi korelasyon katsayısı hesaplanmış, böylece düşmanca ve korumacı cinsiyetçilik arasındaki pozitif korelasyon kontrol edilmiştir. Tablo 3'de de görüldüğü gibi düşmanca ve korumacı cinsiyetçiliğin kalıpyargı içerikleri ve kötüleme boyutu ile korelasyonlarının anlamlı olmadığı bulunmuştur. Bununla birlikte, düşmanca cinsiyetçilik ile yarışmacılık arasında pozitif yönde bir ilişki olduğu gözlenmiştir.

Tablo 3 Cinsiyetçilik ile kalıpyargısal değerlendirmeler arasındaki ilişkiler Yetkinlik

Sevecenlik

Kötüleme

Statü

Yarışmacılık .40**

Düşmanca

-.05

-.10

.11

-.16

Korumacı

.03

.08

-.04

.01

.03

* p<.05, ** p<.01, *** p<.001

Cinsiyetçiliğin kalıpyargı içerikleri ile ilişkileri beklentinin aksine anlamlı çıkmamıştır. Bu durumun olası bir nedeni iki farklı yönerge grubundaki katılımcıların puanlarının birleştirilmesi ile korelasyonların hesaplanması olabilir. Bu olası karıştırıcı değişken dikkate alınarak kadın grupları hakkında kendi fikirlerini belirtmesi istenen katılımcılar için kısmi korelasyonlar tekrar hesaplanmıştır. Bulgular, düşmanca cinsiyetçilik ile sevecenlik arasında negatif, kötüleme boyutu arasında ise sınırda anlamlı pozitif bir korelasyon olduğunu

www.nesnedergisi.com

164


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

göstermiştir (sırasıyla, r(60)= -.34, p<.01 ve r(60)= .23, p=.08). Ayrıca, düşmanca cinsiyetçiliğin yarışmacılık ile korelasyonunun hala anlamlı olduğu (r(60)= .40, p<.001) bulunmuştur. Korumacı cinsiyetçiliğin ise hiçbir değişken ile ilişkili olmadığı görülmüştür. Kültürel kalıpyargıları raporlayan katılımcıların puanları incelendiğinde ise cinsiyetçiliğin hiçbir kalıpyargı içeriği ile ilişkisinin anlamlı olmadığı, yalnızca düşmanca cinsiyetçilik ile yarışmacılık arasındaki pozitif korelasyonunun anlamlı olduğu gözlenmiştir (r(56)= .36, p<.01). Son olarak yetkinlik ve sevecenlik arasındaki ilişkiler hem grup hem de katılımcı düzeyinde incelenmiştir. Grup düzeyindeki analizler yetkinlik ile sevecenlik arasındaki korelasyonun anlamlı olmadığını göstermiştir (r(10)= .43, p>.05). Katılımcı düzeyindeki analizlerde ise yetkinlik ve sevecenlik arasında anlamlı bir pozitif korelasyon olduğu görülmüştür (r(119)= .77, p<.001). Tartışma Birinci çalışmada, kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargı içerikleri üzerinden KİM'in temel hipotezlerini test etmek ve KİM'in kalıpyargıların ölçüm düzeyi ve negatif içerikler ile ilgili varsayımlarının geçerliliğini incelemek amaçlanmıştır. Ayrıca, kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargısal değerlendirmelerin cinsiyetçilik ile ilişkileri de çalışılmıştır. Çalışmanın bulguları, temel boyutlar hipotezi, kalıpyargı kümeleri, karma içerikli kalıpyargıların sıklığı ve sosyal-yapısal değişkenler hipotezlerinin desteklendiğini, kalıpyargıların ölçüm düzeyi ve negatif içerikler ile ilgili varsayımların geçerli olduğunu; cinsiyetçiliğin en azından toplumsal düzeyde ölçülen kalıpyargı içerikleri ile değil, sosyal-yapısal değişkenler ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Temel boyutlar hipotezi ile ilgili olarak yürütülen faktör analizleri ölçek içerisindeki pozitif sıfatların yetkinlik ve sevecenlik olmak üzere iki faktörde toplandığını göstermiştir. Ancak, negatif sıfatlar, tek bir faktör altında toplanmış ve bu faktöre kötüleme (derogation) boyutu adı verilmiştir. Söz konusu bulgu, önyargıların her zaman kendisini dış grubu kötüleme olarak göstermeyeceği yönündeki tartışmalar ile uyumludur (Brewer, 1999; Fiske ve arkadaşları, 2002; Hewstone, Rubin ve Willis, 2002). Ayrıca, kümeleme analizlerinde kötüleme boyutunun da hesaplamalara katılması sadece yetkinlik ve sevecenlik ile yapılan küme çözümlemeleri ile aynı sonuçları vermiştir. Bu durum, Fiske ve arkadaşlarının (2002) toplumsal kalıpyargıları ölçerken kalıpyargıların negatif yönünü ölçmenin gerekli olmadığı yönündeki iddiasıyla uyuşmaktadır. Faktör analizlerinden elde edilen bir diğer önemli bulgu ise sosyal-yapısal değişkenlerin iki faktör (statü ve yarışmacılık) altında toplandığıdır. Kervyn, Fiske

165

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

ve Yzerbyt’in (2015) bulgularından farklı olarak bu çalışmada gerçekçi ve sembolik tehdit maddeleri aynı faktörde yer almışlardır. Bu durumun olası bir sebebi, kadın gruplarının değerlendirilmesinde ahlaki erdemin önemli bir boyut olmasıdır (Dewall, Altermatt ve Thompson, 2005). Bunun anlamı, feministler, iş kadınları, tiki kızlar ve hayat kadınları gibi sevecenliği görece düşük görülen kadın gruplarının statükoyu tehdit etmekle birlikte var olan değer yargılarına da uymadıkları için hem gerçekçi hem de sembolik bir tehdit olarak algılanmış olabilecekleridir. Kültürel ve bireysel kalıpyargılar arasındaki farklar incelendiğinde, katılımcılardan bireysel kalıpyargılarının daha olumlu olduğu gözlenmiştir. Söz konusu bulgu Devine’ın (1989; ayrıca bkz. Devine ve Sharp 2009) ayrıklık modeli (dissociation model) bağlamında yorumlanabilir. Bu modele göre, bireyler toplumdaki negatif inanışları bilse ve sosyalizasyon sürecinde bu inanışlar otomatikleşse bile, düşük önyargılı bireyler kontrollü süreçlerle daha olumlu inanışları dile getirebilir. Bu çalışmanın örnekleminin üniversite öğrencilerinden seçilmesi, kadın gruplarına yönelik toplumda var olandan daha olumlu bireysel inanışların dile getirilmesine yol açmış olabilir. Ayrıca, çalışmada elde edilen bir diğer önemli bulgu da toplum ve birey düzeyinde aynı kalıpyargı kümelerinin gözlenmiş olmasıdır. Bu durum, kişilerin kendi kalıpyargıları ile kültürel kalıpyargılarının ilişkili olmasından kaynaklanıyor olabilir. Krueger (1996) da bireysel kalıpyargıların kültürel kalıpyargılara göre daha olumlu olmakla birlikte bu iki tür kalıpyargı arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğunu bulmuştur. Birinci çalışmanın bulguları, kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargısal inanışların üç kümede temsil edilebileceğini göstermiştir. Analizler sonucunda elde edilen küme 1 ve 3'ün KİM'de tanımlanan karma içerikli kalıpyargılara (sırasıyla, DY/YS ve YY/DS) uygun olduğu görülmüştür. İkinci küme ise her ne kadar KİM'de tanımlanan DY/DS kümesine benzese de bu küme kendi içinde yetkinden çok sevecen olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle, söz konusu kümeye D-DY/YS kümesi adı verilmiştir. Bu kümenin yetkinlik ve sevecenlik ortalamaları arasındaki farkın olası bir kaynağı, söz konusu küme içerisindeki "şiddet mağduru kadınlar" alt grubu olabilir. Bu grubu tanımlarken "mağdur" kelimesinin kullanılması ve şiddetin kaynağının belirtilmemiş olması katılımcıların yanlı değerlendirmeler yapmasına yol açabilecek bir belirsizlik yaratmış olabilir. Bu nedenle, ikinci çalışmada "eşinden şiddet gören" ve "sevgilisinden şiddet gören" olmak üzere iki farklı alt grup kullanılmıştır. Kadın kümelerinin hepsi ve on kadın grubundan yedisi (%70) için karma içerikli kalıpyargıların gözlenmesi, Eckes’in (2002) çoğu kadın grubuna yönelik kalıpyargıların karma içerikli olduğu yönündeki bulgusu ile uyumludur. Ancak, söz konusu durum bu çalışmada yeterli çeşitlilikte kadın grubunun katılımcılara

www.nesnedergisi.com

166


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

sunulmamasından da kaynaklanmış olabilir. Ayrıca, kadın alt gruplarının sınırlı olması YY/YS kümesinin gözlenmemesine de yol açmış olabilir. Grup düzeyindeki analizlerde, statü-yetkinlik ve yarışmacılık-sevecen(siz)lik ilişkilerinin KİM’de belirtildiği şekilde gözlenmiştir (Fiske ve arkadaşları, 2002). Ayrıca, yarışmacılığın kadın gruplarını kötüleme ile pozitif korelasyonu olduğu bulunmuştur. Söz konusu bulgu, gerçek kaynaklar ya da ahlaki değerler açısından tehdit yaratan grupların yalnızca sevecen algılanmamakla kalmayıp bu grupların düşmanlığın da hedefi olabileceği yönündeki tartışmalarla tutarlıdır (Aktan ve Sakallı-Uğurlu, 2013; Stephan, Ybarra ve Morrison, 2009). Katılımcı düzeyinde bakıldığında ise statü-yetkinlik ilişkisinin yine anlamlı olduğu ancak KİM’de belirtilmeyen şekilde sevecenliğin de statü ile pozitif korelasyonu olduğu gözlenmiştir. Bununla birlikte, katılımcı düzeyinde yarışmacılık ile kalıpyargı içeriklerinin ilişkili olmadığı görülmüştür. Fiske ve arkadaşlarının (2002) belirttiği gibi bu durum katılımcı düzeyindeki ölçümlerde hatanın daha yüksek olmasından kaynaklanıyor olabilir (ayrıca bkz. Cuddy, Fiske ve Glick, 2007). Çalışmanın bir diğer önemli bulgusu, düşmanca cinsiyetçiliğin yarışmacılık ile pozitif korelasyon göstermesidir. Söz konusu durum, düşmanca cinsiyetçiliği yüksek olan bireylerin özellikle geleneksel rollere uymayan kadınları daha fazla tehdit olarak algılama eğiliminde olmalarıyla ilişkili olabilir (Glick ve Fiske, 2001). Kalıpyargı içeriklerine bakıldığında ise yetkinlik ve sevecenliğin cinsiyetçilik ile ilişkili olmadığı gözlenmiştir. Bu durumun olası bir nedeni, bazı katılımcıların kalıpyargı içeriklerinin toplumsal düzeyde ölçülmesidir. Analizler, sadece bireysel kalıpyargılarını rapor eden katılımcılar üzerinden tekrar edildiğinde düşmanca cinsiyetçiliğin sevecenlik ile negatif, kötüleme boyutu ile ise pozitif yönde korelasyonu olduğu gözlenmiştir. Söz konusu durum, KİM’in içerdiği toplumsal düzeydeki kalıpyargı içeriklerinin katılımcı karakteristiklerinden daha az etkileneceği yönündeki iddia ile uyumludur (Fiske ve arkadaşları, 1999; 2002). Genel olarak bulgular değerlendirildiğinde, KİM’de öne sürüldüğü şekilde negatif sıfatların kullanımının ya da kalıpyargı içeriklerinin birey düzeyinde ölçülmesinin kalıpyargı kümeleri açısından önemli bir etkisi olmadığını söylemek mümkündür. Ayrıca, çalışmanın bulguları çoğu kadın alt grubuna yönelik kalıpyargıların karma içerikli olduğunu göstermiştir. Bu içeriklerin sosyal-yapısal değişkenler ile ilişkileri grup düzeyinde incelendiğinde, KİM sosyal-yapısal değişkenler hipotezinin desteklendiği görülmüştür. Ancak ilk çalışmada, YY/YS kümesinin gözlenmemesi, yeterli çeşitlilikte kadın alt grubunun araştırmada ele alınmamış olabileceğine işaret etmektedir. Bu nedenle, ikinci çalışmada kadın alt grubu sayısı çoğaltılmıştır. Ayrıca, ikinci çalışmada kalıpyargı kümelerine

167

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

odaklanıldığı için bu kümeler üzerinde etkisi olmadığı bulunan kötüleme boyutu ölçeklerden çıkartılmış ve katılımcılardan sadece kültürel kalıpyargıları raporlaması istenmiştir. Son olarak, katılımcıların cinsiyetçilik düzeyleri ölçülmüş, ancak birinci çalışmanın bulgularından hareketle cinsiyetçiliğin sadece birey düzeyinde ölçülen sosyal-yapısal değişkenler ile ilişkili olması beklenmiştir. Çalışma-2 Yöntem Katılımcılar Araştırma Mersin Üniversitesi sosyoloji ve felsefe bölümlerinde okuyan ve yaş ortalaması 21.55 (S=4.26) olan 86 birinci sınıf öğrencisi (68 kadın, 18 erkek) ile yürütülmüştür. Katılımcıların %68.2’si babasının, %81.4’ü ise annesinin ortaokul ya da daha düşük eğitim seviyesine sahip olduklarını belirtmiştir. En sık gözlenen baba mesleklerinin esnaf-zanaatkâr-serbest çalışan (%22.2), emekli (%21) ve vasıfsız işçi (%17.3), annelerin büyük bir çoğunluğunun ise ev hanımı (%79.1) oldukları görülmüştür. Veri Toplama Araçları Birinci çalışmada kullanılan ölçme araçlarından faydalanılmış ve sadece kalıpyargı içeriği ölçeğinin içindeki negatif sıfatlar çıkarılmıştır. Böylece, yetkinliği ölçmek için başarılı, kararlı, uzman; sevecenliği ölçmek için ise sevecen, sıcakkanlı, güvenilir sıfatları kullanılmıştır. İşlem İkinci çalışmada kullanılacak kadın alt gruplarının belirlenmesi için birinci çalışmanın ölçek kitapçığının sonunda katılımcıların belirttikleri kadın alt gruplarından faydalanılmıştır. Böylece, katılımcıların en sık şekilde belirttikleri altı alt grup ölçek kitapçığına eklenmiştir (siyasi yönelimli kızlar, kadın hemşireler, seksi kızlar, tecavüze uğramış kadınlar, lezbiyen kadınlar, ev kızı). Bu gruplardan hemşirelerin YY/YS kümesinde yer alabileceği tahmin edilmiş, bu gruba ek olarak aynı kümede değerlendirileceği düşünülen köylü kadınlar alt grubu da ölçek kitapçığına eklenmiştir. Son olarak, şiddet mağduru grubu çıkartılarak yerine anlamı daha yansız olan sevgilisinden şiddet gören kadınlar ve eşinden şiddet gören kadınlar grupları eklenmiştir. Böylece, toplamda 18 kadın alt grubu için katılımcılardan ölçüm alınmıştır.

www.nesnedergisi.com

168


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Tüm katılımcılar, ölçekleri sınıf ortamında gönüllü olarak doldurmuşlardır. Katılımcılara ölçekleri doldurdukları için ilgili dersten ek puan verilmiştir. Ölçek kitapçıkları içerisinde kadın gruplarının sunum sırası seçkisizleştirilerek dengelenmiştir. Katılımcılardan, kadın alt gruplarını değerlendirirken kendi fikirlerini belirtmemeleri, toplumda bu grupların nasıl görüldüğünü rapor etmeleri istenmiştir. Ölçeklerin tamamlanması yaklaşık 45-50 dakika sürmüş ve ardından katılımcılar çalışma ile ilgili bilgilendirilmiştir. Bulgular Varimaks döndürmeli temel bileşenler analizleri gruplar birleştirilerek yürütüldüğünde özdeğeri 1'den yüksek olan tek faktörün toplam varyansın %78.67'sini açıkladığı görülmüştür. Scree plot grafiği incelediğinde, iki faktörlük çözümlemenin veri setine uygun olacağına karar verilmiştir. Bu şekilde tekrar edilen analiz sonucunda iki faktörün toplam varyansın %89.12'sinin açıkladığı gözlenmiştir. Özdeğeri 2.72 olan birinci faktörde sevecenlik maddeleri, özdeğeri 2.63 olan ikinci faktörde ise yetkinlik maddeleri toplanmıştır. Alfa katsayıları yetkinlik ve sevecenlik ölçeklerinin güvenilirliğinin kabul edilebilir düzeyde olduğunu göstermiştir (sırasıyla, α= .93 ve α= .94). Her bir kadın grubu için analizler tekrar edildiğinde, iki faktörlü çözümlemenin toplam varyansın %73.43 ile %86.35 (Mdn= 80.49) arasında bir kısmını açıkladığı gözlenmiştir. Bu analizlerde, sadece “seksi kızlar” grubu için yetkinlik ve sevecenlik boyutlarının ayrışmadığı; ayrıca “feminist” grubuna yönelik değerlendirmelerde güvenilir sıfatının sevecenlik yerine yetkinlikte daha yüksek bir yük aldığı görülmüştür. Güvenilirlikler incelendiğinde, yetkinlik için alfa katsayısının .78 ile .89 arasında ranjlandığı (Mdn= .85), sevecenlik için ise .72 ile .94 arasında ranjlanarak (Mdn= .87) kabul edilebilir bir düzeyde olduğu görülmüştür. Kadın gruplarına yönelik katılımcıların statü ve yarışmacılık ölçümlerini incelemek için de varimax döndürmeli temel bileşenler analizleri yürütülmüştür. Gruplar birleştirilerek yürütülen analizler sonucunda özdeğeri 1'den büyük olan iki faktörün toplam varyansın %85.94'ünü açıkladığı gözlenmiştir. Özdeğeri 3.24 olan birinci faktörde yarışmacılık, 1.92 olan ikinci faktörde ise statü maddeleri toplanmıştır. Her iki ölçek için de güvenilirliklerin kabul edilebilir düzeyde olduğu gözlenmiştir (sırasıyla, α= .92 ve S-B=.94). Gruplar için ayrı ayrı yürütülen faktör analizlerinde tüm gruplarda özdeğeri 1'den büyük iki faktör oluştuğu ve bu faktörlerin toplam varyansın %58.20 ile %79.46 (Mdn=72.83) arasında bir kısmını açıkladığını göstermiştir. Birinci faktörde

169

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

yarışmacılık, ikincide ise statü maddeleri toplanmıştır. Ölçeklerin güvenilirlikleri incelendiğinde ise statü ölçeği için güvenilirliklerin .42 ile .92 (Mdn=.83), yarışmacılık ölçeği için ise .67 ile .86 (Mdn=.80) arasında değiştiği görülmüştür. Yalnızca gündelik kadınlara yönelik statü değerlendirmesinin güvenilirliğinin kabul edilebilir sınırın çok altında olduğu gözlenmiştir (S-B= .42). Kadın Grubu Kümeleri Birinci çalışmada kullanılan yol izlenerek, kümeleme analizinde öncelikle hiyerarşik kümeleme analizi yöntemleri kullanılarak küme sayısına karar verilmiş, ardından hiyerarşik olmayan k-ortalama kümeleme analizi ile elde edilen kümelerin geçerliliği incelenmiştir.

Şekil 2. On sekiz kadın alt grubunun yetkinlikXsevecenlik düzleminde dağılımı

www.nesnedergisi.com

170


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Hiyerarşik kümeleme analizi çeşitli yöntem ve uzaklık ölçüleri ile yürütülmüş ve bu analizlerde benzer sonuçlar elde edilmesi üzerine analizlere karesel Öklid uzaklığı ile Ward yöntemi kullanılarak devam edilmiştir. Hiyerarşik kümeleme analizinden elde edilen küme çözümü için cophenetic korelasyon katsayısı .73 olarak hesaplanmıştır. Dendrogram incelendiğinde üç kümeli çözümlemenin veri setine uygun olacağına karar verilmiştir. Ayrıca, varyans oran kriteri farkı hesaplanarak üç kümeli çözümlemenin veri setine uygunluğu incelenmiştir. Sonuçlar, en düşük varyans oran farkının üç kümeli çözümleme ile elde edildiğini (ω3= -13.07), bunu altı ve yedi kümeli çözümlemelerin takip ettiğini göstermiştir (sırasıyla, ω6= -10.76, ω7= 0.87). Şekil 2’de görüldüğü gibi ev hanımı, gündelikçi kadınlar, köylü kadınlar ve ev kızları birinci kümede; iş kadınları, akademisyen kadınlar, feministler, kadın hakları savunucusu kadınlar, siyasi kızlar ve hemşireler ikinci kümede ve geri kalan kadın alt grupları üçüncü kümede toplanmıştır. Elde edilen üç kümenin yetkinlik ve sevecenlik karşılaştırmaları grup düzeyinde ve küme düzeyinde yapılması için eşleşmiş örneklemler için t testi yapılmış, Tip 1 hatayı azaltmak için Bonferroni düzeltmesi uygulanmıştır. Tablo 4’te de görüldüğü gibi birinci kümede yer alan bütün kadın grupları yetkinden çok sevecen olarak değerlendirilmiş ve küme ortalamaları incelendiğinde bu kümenin DY/YS grubunu resmettiği görülmüştür (t< -4.875, p< .001). İkinci kümedeki bütün gruplar ise sevecenden çok yetkin olarak değerlendirilmiş ve küme ortalamaları bu kümenin YY/DS grupları içerdiğini göstermiştir (t> 5.33, p<.001). Son olarak, üçüncü kümedeki sekiz gruptan beşine (%62.5) yönelik yetkinlik ve sevecenlik değerlendirmelerinin anlamlı şekilde farklılaşmadığı, bunlar dışında kalan tecavüz mağduru, sevgilisinden şiddet gören ve eşinden şiddet gören kadınların yetkinden çok sevecen olarak değerlendirildikleri bulunmuştur (t< -6.28, p<.001). Üçüncü kümenin ortalama yetkinlik ve sevecenliği karşılaştırıldığında ise bu kümenin de bir tür DY/YS kümesi olduğu görülmüştür (t(85)= -6.65, p<.001). Yetkinlik ve sevecenlik düzeyleri açısından küme ortalamaları karşılaştırıldığında ise en yetkin görülen kümenin ikinci küme olduğu ve bunu birinci ve üçüncü kümenin takip ettiği görülmüştür (t> 12.76, p<.001). Sevecenlik açısından ise en olumlu değerlendirilenlerin birinci kümedeki kadın grupları olduğu ve bu kümeyi ikinci ve üçüncü kümenin takip ettiği görülmüştür (t> 9.99, p<.001). Bulgular genel olarak değerlendirildiğinde birinci kümenin KİM içerisinde tanımlanan DY/YS kümesine, ikinci kümenin ise YY/DS kümesine karşılık geldiği, üçüncü kümenin ise ilk çalışmadakine benzer şekilde bir D- DY/YS kümesi olduğu görülmüştür.

171

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

Tablo 4 On sekiz kadın alt grubuna yönelik yetkinlik ve sevecenlik arasındaki farklılaşmalar Yetkinlik

Sevecenlik

Küme 1

Gündelikçi

3.60

<

4.14

DY/YS

Ev Kızı

2.78

<

4.11

Ev Hanımı

3.48

<

4.82

Köylü K.

4.23

<

5.40

Ortalama

3.54

<

4.61

Küme 2

Kadın Hak. Sav.

4.97

>

4.48

YY/DS

İş Kadını

5.47

>

3.45

Hemşire

4.38

>

3.62

Siyasi Yönelimli

4.16

>

3.32

Feminist

4.42

>

3.58

Akademisyen

5.40

>

4.26

Ortalama

4.81

>

3.78

Küme 3

Seksi Kızlar

2.77

=

2.51

D-DY/YS

Evlenmeden Ç.

2.50

=

2.69

Tecavüz

1.88

<

2.58

Lezbiyen

2.31

=

2.43

Sevgili Şiddet

2.03

<

2.74

Hayat Kadını

2.30

=

2.16

Tiki

1.73

=

1.63

Eş Şiddet

1.70

<

3.12

Ortalama

2.16

<

2.50

< ve > p<.002, = p>.002; Evlenmeden Ç.: Evlenmeden çocuk sahibi olan kadınlar, Kadın hak. sav.: kadın hakları savunucusu kadınlar

www.nesnedergisi.com

172


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Sosyal Yapısal Değişkenler ve Cinsiyetçilik ile Kalıpyargı İçerikleri Arasındaki İlişkiler Kalıpyargı içerikleri ile sosyal yapısal değişkenler arasındaki ilişkiler grup düzeyinde incelendiğinde statü ile yetkinlik arasında pozitif ve yarışmacılık ile sevecenlik arasında ise negatif yönde anlamlı korelasyonlar gözlenmiştir. Ayrıca, grup düzeyinde statü-sevecenlik ve yarışmacılık-yetkinlik ilişkilerinin anlamlı olmadığı görülmüştür. Katılımcı düzeyinde analizler tekrar edildiğinde ise statü ile yetkinlik ve sevecenliğin pozitif yönde, yarışmacılık ile sevecenliğin ise negatif yönde anlamlı korelasyonları olduğu görülmüştür (Tablo 5). Yetkinlik ile sevecenlik arasındaki ilişki incelendiğinde ise hem grup hem de katılımcı düzeyinde bu iki değişkenin pozitif korelasyon gösterdiği bulunmuştur (sırasıyla, r(18)= .66, p<.01 ve r(86)= .78, p<.001).

Tablo 5 Sosyal-yapısal değişkenler ile kalıpyargı içerikleri arasındaki ilişkiler Yetkinlik

Sevecenlik

Grup Düzeyi Statü

.83***

.19

Yarışmacılık

-.35

-.84***

Statü

.59***

.49***

Yarışmacılık

-.20

Katılımcı Düzeyi -.25*

* p<.05, ** p<.01, *** p<.001

Cinsiyetçilik ile kalıpyargı içerikleri ve sosyal yapısal değişkenler arasındaki ilişkiler incelendiğinde ise birinci çalışmadakine benzer şekilde cinsiyetçiliğin yetkinlik ve sevecenlik ilişkili olmadığı gözlenmiştir (Tablo 6). Ancak, ilk çalışmadan farklı olarak cinsiyetçiliğin sosyal yapısal değişkenler ile ilişkisinin de anlamlı olmadığı görülmüştür.

173

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

Tablo 6 Cinsiyetçilik ile kalıpyargısal değerlendirmeler arasındaki ilişkiler Yetkinlik

Sevecenlik

Statü

Yarışmacılık

Düşmanca

-.02

-.19

-.10

.18

Korumacı

.00

.09

-.02

.03

* p<.05, ** p<.01, *** p<.001

Tartışma Genel olarak bakıldığında, ikinci çalışmada elde edilen bulguların birinci çalışma ile uyuştuğu görülmektedir. Faktör analizi sonuçları incelendiğinde kalıpyargı içeriklerinin yetkinlik ve sevecenlik şeklinde; sosyal-yapısal değişkenlerin ise statü ve yarışmacılık şeklinde iki faktörlü bir yapı sergilediği bulunmuştur. İlk çalışmanın bulgularına benzer şekilde kadın alt gruplarının üç kümede toplandığı ve YY/YS kümesinin bu çalışmada da oluşmadığı gözlenmiştir. Bu kümede yer alması beklenen köylü kadını ve hemşire grupları karma içerikli kümelere yerleşmiştir. Ayrıca, ilk çalışmanın bulguları ile benzer şekilde yetkinlik ve sevecenlikte en düşük değerlendirilen kümenin kendi içinde yetkinden çok sevecen algılandığı (D-DY/YS) gözlenmiştir. Bu kümedeki gruplar ayrı ayrı incelendiğinde ise eşinden ya da sevgilisinden şiddet gören kadınlar ile tecavüze uğramış kadınlar alt gruplarının yetkinden çok sevecen görüldükleri, diğer alt grupların ise yetkinlik ve sevecenliğinin benzer şekilde düşük değerlendirildikleri bulunmuştur. İlk çalışmada olduğu gibi statü-yetkinlik ve yarışmacılık-sevecen(siz)lik ilişkileri grup düzeyindeki analizlerde beklenen şekilde gözlenmiş, ama katılımcı düzeyindeki analizlerde KİM ile uyuşmayan bulgular elde edilmiştir. Her ne kadar katılımcı düzeyinde, statü-yetkinlik ve yarışmacılık-sevecen(siz)lik arasında beklenen ilişkiler gözlenmiş olsa da statünün aynı zamanda sevecenlik ile de pozitif korelasyonu olması KİM ile uyuşmamaktadır. İlk çalışmada elde edilen, cinsiyetçilik ile toplumsal kalıpyargı içerikleri arasındaki ilişkinin anlamlı olmadığı yönündeki bulgu ikinci çalışmada da tekrarlanmıştır. Ancak, ilk çalışmadan farklı olarak düşmanca cinsiyetçilik ile yarışmacılık arasındaki ilişkinin de anlamlı olmadığı gözlenmiştir. Söz konusu durumun olası bir kaynağı ikinci çalışmadaki katılımcı sayısının ilk çalışmadakinden az olmasıdır.

www.nesnedergisi.com

174


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Genel Tartışma İki çalışmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde, KİM içerisinde yer alan temel boyutlar, kalıpyargı kümeleri, karma içerikli kalıpyargıların sıklığı ve sosyal yapısal değişkenler hipotezlerinin desteklendiği görülmüştür. Ayrıca, ilk çalışmanın bulguları KİM perspektifinde test edilmemiş olan bireysel ve kültürel kalıpyargıların benzerliği ve negatif değerlendirmelerin kalıpyargı kümeleri üzerinde etkisi olmadığı yönündeki varsayımların geçerliliği hakkında bilgi sağlamıştır. Son olarak, Eckes’in (2002) kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargıların çoğunun karma içerikli olduğu yönündeki iddiası da desteklenmiş ve bu içerikleri kadınlara atfedilen sosyal-yapısal özellikler ile ilişkilendirilerek yazındaki bir eksikliğin giderilmesi sağlanmıştır. Ancak, Eckes’in (2002) karma içerikli kadın alt gruplarının sıklığının altında korumacı cinsiyetçiliğin yattığı ile ilgili iddiası desteklenmemiştir. Kalıpyargı içerikleri incelendiğinde, her iki çalışmada da pozitif sıfatlar üzerine yetkinlik ve sevecenlik boyutlarının ayrıştığı gözlenmiştir. İlk çalışmadaki negatif sıfatlar incelendiğinde ise, bu sıfatların yetkinlik ve sevecenlikten farklı bir boyutta toplandıkları görülmüş ve gruplararası algılar yazını ile uyumlu olarak bu boyuta kötüleme adı verilmiştir (Brewer, 1999). İlk çalışmada her ne kadar kötüleme boyutu ayrı bir boyut olarak gözlenmiş olsa da bu boyutun kümeleme çözümlemelerinde bir farklılık yaratmadığı görülmüştür. Söz konusu durum, her ne kadar Fiske ve arkadaşlarının (2002) beklentileri ile uyuşsa da KİM’in düşman olunan gruplara yönelik kalıpyargı içeriklerini tahmin etmede sınırlılıkları olduğu anlamına gelebilir. Bu nedenle, gelecek çalışmalarda düşmanlık duyulan ve sevilmeyen gruplar bir araya getirilerek bu grupların negatif sıfatlar kullanıldığında farklı kümelere yerleşip yerleşmedikleri incelenebilir. Ancak, birinci çalışmanın bulguları, kalıpyargıların özellikle negatif yönünü ölçmek istemeyen araştırmacıların sadece pozitif yetkinlik ve sevecenlik sıfatlarını kullanabileceklerine işaret etmektedir. Toplumsal ve bireysel düzeydeki kalıpyargıların karşılaştırılması sonucunda elde edilen bulgular, kalıpyargısal inanışları küme düzeyinde incelemek isteyen araştırmacıların KİM’de belirtildiği gibi sadece toplumsal düzeyde ölçüm almasının yeterli olacağına işaret etmektedir. Ancak, cinsiyetçiliğin toplum düzeyindeki değil, birey düzeyindeki kalıpyargı içerikleri ile ilişkili olması, kalıpyargı içeriklerini katılımcı özellikleri ile ilişkilendirmek isteyen araştırmacıların bireysel kalıpyargı içeriklerine odaklanması gerektiğine işaret etmektedir. Her iki çalışmada da kadın alt gruplarına yönelik kalıpyargıların üç kümede toplandığı görülmüştür. Küme ortalamaları incelendiğinde, bu kümelerden ikisinin KİM’de tanımlanan karma içerikli kümelere, üçüncüsünün ise DY/DS kümesine

175

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

benzer olduğu gözlenmiştir. Ancak, her iki çalışmada da kalıpyargı içerikleri açısından en olumsuz değerlendirilen DY/DS kümesinin kendi içinde yetkinde çok sevecen algılandığı görülmüştür. Ayrıca, grup düzeyindeki karşılaştırmalarda, kadın alt gruplarının çoğuna yönelik kalıpyargıların Eckes’in (2002) bulgularına benzer şekilde karma içerikli olduğu gözlenmiştir. Kadın alt gruplarına ilişkin iki çalışmada elde edilen kalıpyargı kümeleri incelendiğinde ev hanımları, gündelikçiler ve ev kızlarının yetkinden çok sevecen değerlendirildikleri, hem yetkin hem sevecen olarak algılanması beklenen köylü kadınlarının da bu kümede yer aldığı görülmüştür. Ev hanımlarının yetkinden çok sevecen algılanması yurt dışında yapılan çalışmaların bulguları ile de uyumludur (Eckes, 2002; Fiske ve arkadaşları, 1999;2002; Wade ve Brewer, 2006). Bu küme içerisinde yer alan kadın alt gruplarının Fiske ve arkadaşlarının da (2002) belirttiği gibi sevilen ama saygın görülmeyen gruplar olduğu söylenebilir. Bu bağlamda, iş kadınları, akademisyen kadınlar ve feministler gibi alt gruplardan oluşan YY/DS kümesinin ise toplumda fazla sevilmeyen ama saygı duyulan kadın alt gruplarını resmettiği savunulabilir. Çalışmanın başında hem yetkin hem de sevecen olarak algılanması beklenen köylü kadınların DY/YS kümesinde çıkması, KİM'in yetkinlik tanımını toplumda statü ve güç kazanma ile ilgili beceri ve yeteneklerle sınırlandırılıyor olmasından kaynaklanmış olabilir (Fiske, Cuddy, ve Glick, 2007). Bu yüzden, katılımcılar köylü kadınları sahip oldukları düşünülebilecek toprağı işleme ve hayvanlarla ilgilenme gibi becerilerini statü ve güç sahibi olmayla, yani KİM'de tanımlanan yetkinlikle ilişkilendirmemiş olabilir. Benzer şekilde, YY/YS kümesinde yer alması beklenen hemşireler YY/DS kümesinde yer almış ve kümeleme analizi bu alt grubun feministler ile çok benzer algılandıklarını göstermiştir. Söz konusu durum, mesleği nedeniyle hemşireler her ne kadar yetkin olarak değerlendirilse de bireylerin hasta bakım beklentilerinin yüksek olmasından dolayı bu alt grubu daha az sevecen görmesinden kaynaklanıyor olabilir (Büyükbayram ve Okçay, 2013). Son olarak, YY/YS algılanması beklenen kadın hakları savunucuları her iki çalışmada da feministler ile birlikte YY/DS kümesinde yer almıştır. Söz konusu bulgu her ne kadar Sakallı'nın (2001) feministlerin daha olumsuz algılandıklarına yönelik bulgusu ile uyuşmuyor gibi görünse de bu durumun kaynağı çalışmamızda farklı bir ölçüm yöntemi kullanılmasından ve/veya üniversite öğrencilerinin feministlere, ve onların özellikle yetkinliklerine, yönelik tutumlarının zaman içerisinde değişmiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Her iki çalışmada da evlenmeden çocuk sahibi olanlar, tiki kızlar ve hayat kadınlarının kalıpyargı içerikleri açısından en olumsuz değerlendirilen gruplar arasında olduğu ve yetkinlik ile sevecenlik düzeyleri arasında bir farklılaşma

www.nesnedergisi.com

176


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

olmadığı görülmüştür. Benzer şekilde, ikinci çalışmada eklenen seksi kızlar ve lezbiyenler alt gruplarının da yetkinlik ve sevecenlik düzeyleri farklılaşmamıştır. Bu kümedeki gruplarla ilgili ilginç olan durum, ilk çalışmada şiddet mağduru kadınların, ikinci çalışmada ise sevgilisinden ya da eşinden şiddet gören kadınlar ile tecavüze uğramış kadınların yetkinden çok sevecen algılanmış olmasıdır. Söz konusu durum, kurban konumundaki bu kadın alt gruplarının içine düştükleri durumdan dolayı suçlanırken yetkinlik ve sevecenlik boyutlarını farklı şekilde kullanmış olabileceğini düşündürmektedir. Bir yandan bu kadın alt grupları içine düştükleri durumdan kaçınamadıkları için yetkin değil olarak değerlendirilirken, diğer yandan da aynı küme içerisindeki diğer kadın alt gruplarına göre daha düşük düzeyde bir ahlaki tehdit kaynağı olarak algılanmış olabilirler. Bu çıkarımın gelecek çalışmalarda test edilmesi, kurbanı suçlamada yetkinlik ve sevecenlik boyutlarının nasıl kullanıldığı hakkında daha detaylı bilgi sağlayacaktır. Kalıpyargı içerikleri ile sosyal-yapısal değişkenler arasındaki ilişkiler incelendiğinde, her iki çalışmanın da grup düzeyindeki analizlerinde statü-yetkinlik ve yarışmacılık-sevecen(siz)lik ilişkilerinin KİM’de tanımlandığı doğrultuda olduğu gözlenmiştir. Katılımcı düzeyindeki analizlerde ise bu ilişkilerde tutarsızlıkların görünmesi Fiske ve arkadaşlarının (2002) belirttiği gibi ölçmedeki hataların daha yüksek olmasından kaynaklanabilir. Ancak, özellikle yarışmacılık-sevecen(siz)lik ilişkisinin katılımcı düzeyinde tutarsızlık göstermesi yarışmacılığın tanımı ile ilgili KİM’in sınırlılıkları olduğuna işaret ediyor olabilir (Aktan ve Sakallı-Uğurlu, 2013; Kervyn, Fiske ve Yzerbyt, 2015). Her ne kadar bu çalışmada Kervyn, Fiske ve Yzerbyt’in (2015) önerisi doğrultusunda yarışmacılık sembolik tehdidi de içerecek şekilde genişletilmiş olsa da bir diğer olası tehdit kaynağı olan kimlik tehdidi ölçülmemiştir (Aktan ve Sakallı-Uğurlu, 2013). Yarışmacılık ölçeğinin kimlik tehdidini de içerecek şekilde yeniden düzenlenmesi, gelecek çalışmalarda yarışmacılık-sevecen(siz)lik ilişkisinin katılımcı düzeyindeki analizlerde de istikrarlı şekilde gözlenmesini sağlayabilir. İlk çalışmada düşmanca cinsiyetçiliğin yarışmacılık ile pozitif yönde anlamlı bir ilişkisi olduğu gözlenmiştir. Düşmanca cinsiyetçiliğin geleneksel olmayan kadınlara yönelik bir ceza, korumacının ise geleneksel rollerini benimseyen kadınlar için bir ödül olarak sunulduğu düşünüldüğünde (Glick ve Fiske, 2001), düşmanca cinsiyetçiliği yüksek olan bireylerin kadınları daha fazla tehdit olarak algılıyor olmaları mümkün görünmektedir. Ayrıca, her iki çalışmada da düşmanca cinsiyetçiliğin statü ile korelasyonunun anlamlı olmamakla birlikte negatif yönde olduğu görülmüştür. Bu bulgular birlikte değerlendirildiğinde, düşmanca cinsiyetçilikteki artış ile birlikte kadının statüsünün küçümsendiği ve daha fazla tehdit olarak algılandığı savunulabilir. Korumacı cinsiyetçiliğin ise kalıpyargı içerikleri ve sosyal-yapısal değişkenler ile ilişkisinin çok daha zayıf olduğu

177

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

gözlenmiştir. Söz konusu bulgu, Eckes'in (2002) bir çok kadın alt grubuna yönelik kalıpyargının korumacı cinsiyetçilikten dolayı karma içerikli olduğu yönündeki iddiası ile uyuşmamaktadır. Bu iddianın bireysel kalıpyargıların ölçüleceği gelecek çalışmalarda tekrar test edilmesi faydalı olacaktır. Yürütülen her iki çalışmanın önemli kısıtlılıklarından birisi ön çalışmalarda katılımcılardan yeterli çeşitlilikte kadın grubu isminin alınamamış olmasıdır. Bu nedenle, çalışmada kullanılan bazı grupların toplumdaki gerçek kadın alt gruplarını yansıtmamış olması mümkündür. Gelecek çalışmalarda, özellikle YY/YS kümesine girebilecek kadın alt gruplarının belirlenmesi için bu kümenin ne anlama geldiği açıklanarak bir odak grup çalışması yapılabilir. Ayrıca, bireylerin kadın grubu üretmede neden sınırlı kaldıklarını ve bu durumun cinsiyetçilik ile ilişkisini incelemek kadınlara yönelik algılar yazınına katkı sağlayacaktır Kaynaklar Aktan, T. (2012). Compensatory nature of mixed stereotypes: An investigation of underlying mechanisms in the framework of stereotype content model (Yayımlanmamış doktora tezi). Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara. Aktan, T. ve Sakallı-Uğurlu, N. (2013). Kalıpyargı içeriği modeline sosyal bağlamsal bir yaklaşım: Bağlam içinde kalıpyargı içerikleri. Türk Psikoloji Yazıları, 16, 15-31. Ashmore, R. D. ve Del Boca, F. K. (1981). Conceptual approaches to stereotypes and stereotyping. D. L. Hamilton, (Ed.), Cognitive processes in stereotyping and intergroup behavior içinde (1-35). Hillsdale, NJ: Erlbaum. Brewer, M. B. (1999). The psychology of prejudice: ingroup love or outgroup hate? Journal of Social Issues, 35, 429-444. Büyükbayram, A. ve Okçay, H. (2013). Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti etkileyen sosyo-kültürel etmenler. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, 4(1), 46-53. DOI: 10.5505/phd.2013.14622 Cuddy, A. J. C. ve ark. (2009). Stereotype content model across cultures: towards universal similarities and some differences. British Journal of Social Psychology, 48, 1-33. DOI: 10.1348/014466608X314935 Cuddy, A. J. C., Fiske, S. T. ve Glick, P. (2007). The BIAS map: behaviors from intergroup affect and stereotypes. Journal of Personality and Social Psychology,92, 631-648. DOI: 10.1037/0022-3514.92.4.631

www.nesnedergisi.com

178


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Cuddy, A. J. C., Norton, M. I. ve Fiske, S. T. (2005). This old stereotype: The pervasiveness and persistence of the elderly stereotype. Journal of Social Issues, 61(2), 267–285. DOI: 10.1111/j.1540-4560.2005.00405.x Dewall, N. C., Altermatt, W. T. ve Thompson, H. (2005). Understanding the structure of stereotypes of women: Virtue and agency as dimensions distinguishing female subgroups. Psychology of Women Quarterly, 29(4), 396-405. DOI: 10.1111/j.1471-6402.2005.00239.x Eagly, A. H., ve Mladinic, A. (1994). Are people prejudiced against women? Some answers from research on attitudes, gender stereotypes, and judgments of competence. European Review of Social Psychology, 5(1), 1-35. DOI: 10.1080/14792779543000002 Eckes, T. (1994). Explorations in gender cognition: content and structure of female and male subtypes. Social Cognition, 12, 37-60. DOI: 10.1521/soco.1994.12.1.37 Eckes, T. (2002). Paternalistic and envious gender stereotypes : testing predictions from the stereotype content model. Sex Roles, 47, 99-114. DOI: 10.1023/A:1021020920715 Eisinga, R., Te Grotenhuis, M. ve Pelzer, B. (2012). The reliability of a two-item scale: Pearson, Cronbach or Spearman-Brown? International Journal of Public Health, 58, 637–642. DOI: 10.1007/s00038-012-0416-3 Fidan, F. ve Özdemir, M. Ç. (2011). Ev hizmetlerinde çalışan kadınlar ya da evlerin kadınları. Çalışma İlişkileri Dergisi, 2(2), 79-89. Fiske, S. T., Cuddy, A. J. C., Glick, P. ve Xu, J. (2002). A model of (often mixed) stereotype content: competence and warmth respectively follow from perceived status and competition. Journal of Personality and Social Psychology, 82(6), 878–902. DOI: 10.1037//0022-3514.82.6.878 Fiske, S. T., Cuddy, A. J. T. ve Glick, P. (2007). Universal dimensions of social cognition: warmth and competence. Trends in Cognitive Sciences, 11, 7783. DOI: 10.1016/j.tics.2006.11.005 Fiske, S. T., Xu, J., Cuddy, A. M. J. ve Glick, P. (1999). (Dis)respecting versus (dis)liking: status and interdependence predict ambivalent stereotypes of competence and warmth. Journal of Social Issues, 55, 473-489. DOI: 10.1111/0022-4537.00128

179

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

Glick, P. ve Fiske, S. T. (1996). The Ambivalent Sexism Inventory: differentiating hostile and benevolent sexism. Journal of Personality and Social Psychology, 70(3), 491–512. DOI: 10.1037/0022-3514.70.3.491 Glick, P. ve Fiske, S. T. (2001). An ambivalent alliance. American Psychologist, 56(2), 109–118. DOI: 10.1037/0003-066X.56.2.109 Glick, P., Fiske, S. T., Mladinic, A., Saiz, J. L., Abrams, D. ve Masser, B., ve ark. (2000). Beyond prejudice as simple antipathy: hostile and benevolent sexism across cultures. Journal of Personality and Social Psychology, 75, 763-775. DOI: 10.1037//0022-3514.79.5.763 Glick, P., Sakalli-Ugurlu, N., Ferreira, M. C., ve Aguiar de Souza, M. (2002). Ambivalent sexism and attitudes toward wife abuse in Turkey and Brazil. Psychology of Women Quarterly, 26(4), 292–297. DOI: 10.1111/14716402.t01-1-00068 Hewstone, M., Rubin, M. ve Willis, H. (2002). Intergroup bias. Annual Review of Psychology, 53, 575-604. DOI: 10.1146/annurev.psych.53.100901.135109 Jost, J. T. ve Kay, A. C. (2005). Exposure to benevolent sexism and complementary gender stereotypes: consequences for specific and diffuse forms of system justification. Journal of Personality and Social Psychology, 88(3), 498-509. DOI: 10.1037/0022-3514.88.3.498 Jost, J. T., Banaji, M. R. ve Nosek, B. a. (2004). A decade of system justification theory: accumulated evidence of conscious and unconscious bolstering of the status quo. Political Psychology, 25(6), 881-919. DOI: 10.1111/j.14679221.2004.00402.x Kaplan, R. M. ve Saccuzzo, D. P. (2009). Psychological testing: principles, applications, and issues. Belmont: Wadsword. Kervyn, N., Fiske, S. ve Yzerbyt, V. (2015). Forecasting the primary dimension of social perception: symbolic and realistic threats together predict warmth in the Stereotype Content Model. Social Psychology, 46(1), 36-45. DOI: 10.1027/1864-9335/a000219 Krueger, J. (1996). Personal beliefs and cultural stereotypes about racial characteristics. Journal of Personality and Social Psychology, 71(3), 536548. DOI: 10.1037/0022-3514.71.3.536 Lerner, M. J. ve Miller, D. T. (1978). Just world research and the attribution process: looking back and ahead. Psychological Bulletin, 85, 1030 -1051. DOI: 10.1037/0033-2909.85.5.1030

www.nesnedergisi.com

180


DOI: 10.7816/nesne-04-08-01

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Moya, M., Glick, P., Expósito, F., de Lemus, S. ve Hart, J. (2007). It’s for your own good: benevolent sexism and women’s reactions to protectively justified restrictions. Personality and Social Psychology Bulletin, 33(10), 14211434. DOI:10.1177/0146167207304790 Oldmeadow, J. ve Fiske, S. T. (2007). System-justifying ideologies moderate status = competence stereotypes: roles for belief in a just world and social dominance orientation. European Journal of Social Psychology, 37, 11351148. DOI: 10.1002/ejsp.428 Sakallı, N. (2001a). Beliefs about wife beating among Turkish college students: the effects of patriarchy, sexism,and sex differences. Sex Roles, 44,1-12. DOI:10.1023/A:1012295109711 Sakallı, N. (2001b). Kadın hakları: farklı terimler, farklı tutumlar. Psikoloji Çalışmaları,22, 2-13. Sakallı-Uğurlu, N., Yalçın, Z. S., ve Glick, P. (2007). Ambivalent sexism, belief in a just world, and empathy as predictors of turkish students’ attitudes toward rape victims. Sex Roles, 57(11), 889-895. DOI:10.1007/s11199-007-9313-2 Schneider, D. J. (2004). The psychology of stereotyping. K. W. Fischer, E. T. Higgins, M. Johnson ve W. Mischel, (Ed.). New York: The Guilford Press. Sherif, M. ve Sherif, C. (1969). Social psychology. New York: Harper & Row Publishers. Stephan, W. G., Ybarra, O. ve Morrison, K. R. (2009). Intergroup threat theory. T. D. Nelson, (Ed.), Handbook of Prejudice, Stereotyping and Discrimination içinde (43-60). New York: Taylor & Francis. Swim, J. K., Aikin, K. J., Hall, W. S. ve Hunter, B. A. (1995). Sexism and racism: Old-fashioned and modern prejudices. Journal of Personality and Social Psychology, 68(2), 199-214. DOI: 10.1037/0022-3514.68.2.199 Swim, J. K.,ve Campbell, B. (2001). Sexism: attitudes, beliefs, and behaviors. R. Brown ve S. Gaertner (Ed.), The Handbook of Social Psychology: Intergroup Relations içinde (Vol. 4, pp. 218-237). Malden, MA: Blackwell. TÜİK, (2015). Toplumsal cinsiyet istatistikleri 2014. Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu. Umut Vakfı (2016). 2. silahlı şiddet raporu "kadın cinayet vakaları" haritası. 13.09.2016 tarihinde http://umut.org.tr/umut-vakfi-2-silahli-siddet-raporukadin-cinayet-vakalari-haritasi/ adresinden indirilmiştir.

181

www.nesnedergisi.com


Aktan, T. ve Bilim, G. (2016). Kadınlara yönelik kalıpyargıların içerikleri: kalıpyargı içeriği modeli çerçevesinde. Nesne, 4(8), 147-182.

Wade, M. L. ve Brewer, M. B. (2006). The structure of female subgroups: An exploration of ambivalent stereotypes. Sex Roles, 54, 753-765. DOI:10.1007/s11199-006-9043-x Wojciszke, B. (2005). Affective concomitants of information on morality and competence. European Psychologist, 10, 60-70. DOI: 10.1027/10169040.10.1.60

www.nesnedergisi.com

182


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ve Kaygı Üzerine Bir Derleme

Burcu KÖMÜRCÜ1, Nağme GÖR2 ÖZ Young (1990) tarafından geliştirilmiş olan, geleneksel bilişsel-davranışçı kavramların ve tedavilerin önemli derecede genişletildiği yenilikçi-bütünleyici bir yaklaşım olan Şema Terapi Modeli (ŞTM), şemaların gelişimsel olarak şekillendiğini öne sürer. Erken dönem uyumsuz şemalar; anı, duygu, biliş ve bedensel duyuları kapsayan, yaşamın erken dönemlerinde gelişen, kişinin yaşamı boyunca karmaşıklaşan ve işlevsiz olabilen genel yaygın örüntülerdir (Young, Klosko ve Weishaar, 2003). Erken dönem uyumsuz şemalarla psikopatoloji arasında kuramsal açıdan bir bağ bulunmaktadır. Bu yazıda, ŞTM çerçevesinde Kaygı Bozuklukları, Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB) ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) üzerine yapılan araştırmalar gözden geçirilmiş ve ele alınan psikopatolojilerle ilgili çalışmalar kuramsal arka plan ve uygulama alanındaki doğurgular kapsamında tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler: kaygı bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu, erken dönem uyumsuz şemalar, şema terapi

Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

1 2

Araştırma Görevlisi, Ankara Üniversitesi, DTCF, Psikoloji Bölümü, komurcu@ankara.edu.tr Araştırma Görevlisi, Ankara Üniversitesi, DTCF, Psikoloji Bölümü, nkasmer@ankara.edu.tr

183

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

A Review of Early Maladaptive Schemas and Anxiety

ABSTRACT Schema Therapy Model (STM) is an innovative, integrative therapy developed by Young (1990) that significantly expands on traditional cognitive-behavioral treatments and concepts suggest that schemas improved developmentally. Early maladaptive schemas are pervasive dysfunctional patterns that composed of memories, emotions, cognitions and bodily sensations. They are developed early period of lifespan and get complicated through one’s lifetime (Young, Klosko & Weishaar, 2003). There is a theoretical link between early maladaptive schemas and psychopathology. Researches related to Anxiety Disorders, Obsessive Compulsive Disorder (OCD) and Post Traumatic Stress Disorder (PTSD) reviewed within the frame of STM in this article. Undertaking studies associated with psychopathology discussed in view of theoretical background and practical outcomes Keywords: anxiety disorders, obsessive compulsive disorder, post traumatic stress disorder, early maladaptive schemas, schema therapy

www.nesnedergisi.com

184


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ve Kaygı Üzerine Bir Derleme Erken dönem uyumsuz şemalar, bireyin dünyayı algılamasına aracılık ve dünyaya verdiği yanıtlara rehberlik etmesinin yanı sıra olaylar, durumlar ve ilişkiler tarafından etkin hale gelen yapılardır. Yaşam olayları, erken dönem uyumsuz şemaları harekete geçirebilir ve birey olaylara sahip olduğu şemayla uyumlu olacak biçimde tepki verir (Young ve ark., 2003). Erken dönem uyumsuz şemalar, kaygı bozukluğu, sosyal fobi, madde kötüye kullanımı, yeme bozuklukları, panik bozukluk, psikosomatik bozukluklar, depresyon ve bağımlılık gibi bozuklukların ve kişilik bozuklukların ortaya çıkmasına zemin hazırlayan yaygın bilişel yapılardır (Young, 1990). Şema modelinin psikolojik bozuklukların gelişimine yönelik kuramsal açıklamaları zaman içinde uygulamada da değişime yol açmıştır. Değişen klasik bilişsel davranışçı terapi (BDT) depresyon, kaygı ve kişilik bozuklukları gibi psikolojik sorunların erken dönem çocukluk deneyimleri ile açıklanabileceği üzerinde durarak (Young, 1999; Young, Weinberger ve Beck, 2001; Young, Klosko ve Weishaar, 2003)erken dönem uyumsuz şemalar ve psikopatolojiler arasındaki ilişkinin önemini vurgulamaktadır. Özellikle de ŞTM’yi temel alarak yürütülen tedaviler son yirmi yılda oldukça gelişmiştir (Kellogg ve Young, 2006). Ülkemizde de son yıllarda ŞTM çerçevesinde yürütülen bilimsel çalışmalar artmakta olup, bu çalışmaların uygulama alanında da katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu derleme makalesinin amacı erken dönem uyumsuz şemaların kaygı bozuklukları, OKB ve TSSB ile olan bağı incelemektir. DSM-5’te (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2013) gerçekleştirilen değişiklikler sonucunda, kaygının farklı görünümlerdeki yansıması olan OKB ve TSSB DSM-4’te (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2001) kaygı bozuklukları başlığı altında ele alınırken; DSM-5’tekaygı bozuklukları, OKB ve TSSB ayrı başlıklar altında ele alınmıştır. Bu nedenle bu derleme yazısında genel olarak kaygı bozukluklarına değinilmekle birlikte OKB ve TSSB ayrı ayrı ele alınmıştır. Şema Terapi Modeli ve Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ŞTM, bilişsel terapinin gelişim serüveninde kendini var eden ve psikopatolojilere farklı bir kavrayış getiren terapi modellerinden biridir. Young (1990) tarafından geliştirilmiş olan, geleneksel bilişsel-davranışçı kavramların ve tedavilerin önemli derecede genişletildiği yenilikçi-bütünleyici bir yaklaşım olan ŞTM’ye göre, şemalar gelişimsel olarak şekillenmekle birlikte, erken dönem uyumsuz şemaların pek çok kronik Eksen-I bozukluklarının temeli olduğu varsayılmaktadır (Young, 1990). Şemaların kökenlerinde yatan erken dönem

185

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

yaşantılar göz önüne alınarak Young (1999) tarafından “erken dönem uyumsuz şemalar” kavramı ortaya konmuştur. Erken dönem uyumsuz şemalar; anı, duygu, biliş ve bedensel duyulardan oluşan, bir kişinin kendini ve başkalarıyla olan ilişkilerini dikkate alan, çocukluk ya da ergenlik boyunca gelişen, kişinin yaşamı boyunca karmaşıklaşan ve önemli dereceye kadar işlevsiz olan genel yaygın tema ya da örüntülerdir (Young ve ark., 2003). Bugüne kadar her biri farklı kökene dayanan ve uzun dönemde birbirleriyle aynı etkiye sahip olmayan, beş şema alanı altında yer alan 18 erken dönem uyumsuz şema tanımlanmıştır (Young ve ark., 2003). Bu şema alanları: Ayrılma ve reddedilme, zedelenmiş otonomi ve kendini ortaya koyma, zedelenmiş sınırlar, diğeri yönelimlilik, aşırı tetikte olma ve bastırılmışlık şema alanlarıdır. Alt boyutlar sırasıyla, terk edilme/istikrarsızlık, güvensizlik/suistimal edilme, duygusal yoksunluk, kusurluluk/utanç, sosyal izolasyon/yabancılaşma, bağımlılık/yetersizlik, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık, iç içe geçme/gelişmemiş benlik, başarısızlık, hak görme/büyüklük, yetersiz özdenetim, boyun eğicilik, kendini feda, onay arayıcılık, karamsarlık/kötümserlik, duyguları bastırma, yüksek standartlar/aşırı eleştiricilik ve cezalandırıcılık olarak adlandırılmaktır. Erken dönem uyumsuz şemalara ek olarak, bireyin içinde bulunduğu durumda tetiklenen şemalarını vebu şemaların sürdürülmesine veya iyileştirilmesine olanak sağlayan süreçleri içeren şema modları bulunmaktadır (Young ve ark., 2003). Şema modları, hasta ve terapisti ortak bir zeminde buluşturarak, kişinin ihtiyaçları temelinde duygu ve davranışlarını değiştirmenin yollarını sunan pratik ve kullanışlı yapılardır (Jacob, van Genderen ve Seebauer, 2014). Söz konusu modlar: çocuk modları (incinmiş, kızgın ve dürtüsel, mutlu çocuk modu); uyum bozucu ebeveyn modları (başarı odaklı talepkar, duygu odaklı talepkar, cezalandırıcı ebeveyn modu); başa çıkma modları (teslim olma, kaçınma ve aşırı telafi) ile sağlıklı yetişkin modu olmak üzere gruplandırılmıştır (Young ve ark., 2003). İlk başta sınır kişilik bozukluğu ve narsisistik kişilik bozukluğu tanısı almış vakalarla çalışmak amacıyla geliştirilen ve kullanılan şema modları, günümüzde işlevsellik düzeyi yüksek olan vakaların tedavisinde de kullanılmaktadır (Young ve ark., 2003). Alanyazın incelenerek, kaygı bozuklukları, OKB ve TSSB’nin kavramsallaştırılmasında ve tedavisinde şema modlarının önemini gösteren araştırmalar ilerleyen bölümlerde aktarılmıştır. Kaygı Bozuklukları, OKB ve TSSB ile Erken Dönem Uyumsuz Şemalar: Kuramsal Bağ Young (1990) tarafından geliştirilen Şema Terapi (ŞT)’nin kuramsal ardalanına göre her bir psikopatolojinin temelinde bir ya da daha fazla erken dönem

www.nesnedergisi.com

186


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

uyum bozucu şema yatmaktadır. Erken dönem uyumsuz şemalar, gelişimin erken dönemlerinde oluşmaya başlayan ve yaşam boyu tekrar eden, kalıcı, başka bir ifadeyle değişime dirençli bilişsel yapılardır (Riso ve ark., 2006; Young ve Lindeman, 1992). Kronik yaşam zorlukları ile uğraşan bireylerin şemalarını değiştirmek için gerekli olan motivasyondan yoksun oldukları alanyazından elde edinilen bir bilgidir (Hawke, Provencher ve Arntz, 2011). Kaygı bozuklukları, OKB ve TSSB ise akut ya da kronik olarak tedavisi bireyin yaşamında belirli bir süre alan psikopatolojilerdendir. Erken dönem uyumsuz şemaların olumsuz çocukluk yaşantıları ile yetişkin psikopatolojisi ilişkisine aracı değişken olarak yön verdiği bildirilmiştir (Carr ve Francis, 2010). Örneğin, bağlanma ile anne-babanın psikolojik kontrolü ve ihmalinin kişilik örüntüleri ve obsesif inanç yapısı yoluyla obsesif belirtilere yol açabilmektedir (Ayoğlu, 2012). Benzer biçimde, Young ve Klosko (1994) bireyin yaşamındaki belirli bir olayın kaygı bozukluğu ya da depresyon görünümü ile kendini belli eden erken dönem uyumsuz şemaları tetikleyebileceğini belirtmişlerdir. Buna göre, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık şemasına sahip olan bir bireyin kaygı bozukluğu belirtileri gösterme eğilimi, depresyon belirtileri gösterme eğiliminden daha fazla olacaktır (Young ve Klosko, 1994). Erken dönem uyumsuz şemalar, olumsuz bir bakış açısıyla şema ile çatışan bilgilerin önemsenmemesine ve şema ile uyumlu bilgilerin onaylanmasına yol açarak uzun yıllar boyunca varlıklarını sürdüren ve bireyin daha sonraki olayları nasıl yorumlayacağını etkileyen bilişsel yapılardır (McGinn ve Young, 1996; Schmidt, Joiner, Young ve Telch, 1995). Kaygı bozuklukları, OKB ve TSSB’de bireyin uyarıcıları değerlendirmesinde başka bir ifadeyle, yorumlamasında bir işlevsizlik olduğu göz önüne alınırsa ŞTM’nin kaygı bozukluklarını açıklamaktaki önemi daha da artmaktadır. Erken dönem uyumsuz şemaların kaygı bozuklukları, OKB ve TSSB ile olan bağı bu derleme yazısının odak noktası olduğundan yapılan çalışmalar bir sonraki başlıkta aktarılmıştır. Kaygı Bozuklukları: Şema Odaklı Çalışmalar Son yıllarda yürütülen bilimsel çalışmalarla araştırmacılar, erken dönem uyumsuz şemaların psikopatolojilerle ilişkisini açıklamaya çalışmaktadırlar. Özellikle de duygudurum ve kaygı bozukluklarının tedavisinde ŞT uygulamaları yapıldığı ve olumlu sonuç alındığı görülmektedir (örn., Hawke ve Provencher, 2011). Buradan hareketle, bu bölümde öncelikle kaygı bozuklukları şemalar boyutunda ele alınmış ve sonrasında alanyazındaki müdahaleye yönelik araştırmalar aktarılmıştır.

187

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

Geleneksel bilişsel terapi modellerinin pek çok hasta için etkili bir tedavi yöntemi olduğu gösterilmiş olsa da bazı hastalar yeterli düzeyde psikolojik veya farmakolojik tedavi almalarına karşın kronik kaygıdan şikayetçi olmaya devam edebilmektedirler (Hoffart, 2012). Hoffart’a (2012) göre bu durum, sorunun şema ilişkili olması ile açıklanabilir. Diğer bir ifadeyle, kişinin kaygı bozukluğunu devam ettirici faktörlerine şemalar ve şemalarla başa çıkma yöntemleri incelenerek ışık tutulabilir. Dolayısıyla, hastalığı devam ettirici şemalar değişmediği sürece kişide var olan bozukluk veya bozuklukların tam olarak ortadan kalkması gerçekleşmeyebilir (Hoffart, 2012). Öyleyse, kaygının ve kaygı bozukluklarının erken dönem uyumsuz şemalar ile ilişkisi anlamak hem hastalığın doğasını hem de tedavi yöntemini belirlemek açısından önemlidir. Bu amaçla, alanyazında gerçekleştirilen çalışmalar aktarılmıştır. Kaygı düzeyi ile ilişkili olabilecek erken dönem uyumsuz şemaları araştırdıkları bir çalışmada, Rhein ve Sukawatana (2015) pek çok stres faktörüne maruz kalan üniversite öğrencilerinin; hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık, terk edilme/istikrarsızlık ve karamsarlık/kötümserlik başta olmak üzere pek çok şemanın üniversite öğrencilerinin kaygı düzeyini yordadığını belirtmişlerdir. Örneklemini üniversite öğrencilerinin oluşturduğu bir başka çalışmada da güvensizlik/suistimal edilme, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık ve sosyal izolasyon/yabancılaşma kaygıyı yordayan şemalar olarak bulunmuştur (Zadahmad ve Torkan, 2016). Yaygın kaygı bozukluğu belirti düzeyi yüksek ve düşük olan yetişkin iki grubun karşılaştırıldığı bir başka çalışma, kişilik özelliği olarak kaygı ve depresyon belirtileri kontrol edildikten sonra yüksek standartlar, kendini feda ihtiyacı ile diğerlerine ve onların niyetlerine yönelik düşük düzeyde olumlu bakış açısı gibi temaları içeren şemaların yaygın kaygı bozukluğu belirti düzeyi yüksek olan kişilerde daha yüksek olduğunu göstermiştir (Koerner, Tallon ve Kusec, 2015). Şema alanları ile sosyal kaygı arasındaki ilişki ele alındığında, sosyal kaygı düzeyi düşük olan bireylere kıyasla sosyal kaygı düzeyi yüksek olan bireylerin zedelenmiş otonomi, kopukluk, yüksek standartlar ve diğerleri yönelimlilik şema alanlarından daha yüksek puanlar aldıkları ülkemizde yapılan bir çalışmada elde edilen bulgular arasındadır (Bintaş Zörer, 2015). Calvete, Orue ve Hankin (2013) de üniversite öğrencilerinde erken dönem uyumsuz şemaların (kopukluk ve reddedilmişlik, zedelenmiş otonomi ve diğerleri yönelimlilik) kaygılı otomatik düşünceleri (olumsuz benlik algısı, başarısız performans beklentisi ve başkaları tarafından olumsuz değerlendirilme beklentisi) yordayabileceğini ve bu otomatik düşüncelerin şemalar ile sosyal kaygı belirtilerinin aracı değişkeni olabileceğini değerlendirmeye yönelik yaptıkları çalışmada bulgular, özellikle diğerleri

www.nesnedergisi.com

188


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

yönelimlilik şema alanının sosyal kaygının gelişiminde ve devamlılığında önemli bir role sahip olduğunu göstermiştir. Gerçekleştirilen analizlerin alanyazına önemli katkısı, şemalar ve otomatik düşünceler arasındaki ilişkinin iki yönlü olabileceğine işaret etmesidir. Öyleyse, şemalar kaygılı otomatik düşünceleri yordarken diğer yandan bu düşüncelerin şemaları sürdürücü ve kaygı belirtilerini arttırıcı bir etkisi vardır (Calvete ve ark., 2013). Üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanan bir grup öğrenci ile yürütülen bir çalışmada öğrencilerin durumluk kaygı düzeylerinin kopukluk ve reddedilmişlik, zedelenmiş otonomi ve diğerleri yönelimlilik şemalarıyla; sürekli kaygı düzeylerinin ise kopukluk ve reddedilmişlik ve diğerleri yönelimlilik şemalarıyla anlamlı olarak ilişkili olduğu bulunmuştur (Atlı Özbaş, Sayın ve Coşar, 2012). Ülkemizde gerçekleştirilen bu çalışmada, üniversite sınavına hazırlık gibi stresli bir süreçte bu şemaların aktif halde olmasının başarısızlığa ilişkin düşünce hatalarına yol açabileceği ve kaygıyı arttırabileceği düşünülmüştür (Atlı Özbaş ve ark., 2012). Calvete ve arkadaşlarının (2013) sosyal kaygı ile ilişkili olarak belirttiği şemaların ve Atlı Özbaş ve arkadaşlarının (2012) örnekleminde de sınav kaygısı ile ilişkili bulunması sosyal kaygı ve sınav kaygısına yol açan şemaların benzer olabileceği şeklinde yorumlanabilir. Örneklemini sosyal fobi belirtileri olan hastalar, diğer kaygı bozukluklarına (panik bozukluk ve OKB) sahip hastalar ve kontrol grubunun oluşturduğu çalışmada, Pinto-Gouveia, Castilho, Galhardo ve Cunha (2006) sosyal fobi ile ilişkili şemaları incelemeyi hedeflemişlerdir. Bulgular, sosyal fobi belirtileri olan katılımcıların kontrol grubuna kıyasla yüksek standartlar dışında diğer tüm şemalardan; diğer kaygı bozukluklarına sahip katılımcılarla karşılaştırıldığında ise duygusal yoksunluk, başarısızlık, kusurluluk, güvensizlik/suistimal edilme, bağımlılık, sosyal izolasyon, boyun eğicilik, utanç şemalarında anlamlı olarak yüksek değer elde ettiğini göstermektedir. Buradan hareketle, araştırmacılar sosyal fobideki işlevsel olmayan temel inançların panik bozukluk ve OKB’ye göre daha geniş çaplı olabileceğini ve ilgili şemaların, kendiliğin başarısız, sosyal olarak izole, kusurlu ve istenir olmayan şeklinde algılanması ile ilişkili olduğunu açıklamışlardır (Pinto-Gouveia ve ark., 2006). Bir diğer çalışmada, şema alanları açısından incelendiğinde, sosyal fobi belirti düzeyi düşük ve orta olan bireylere kıyasla sosyal fobi belirti düzeyi yüksek olan kişilerin, erken dönem uyumsuz şema alanlarından kopukluk, zedelenmiş otonomi ve zedelenmiş sınırlar şema alanlarından daha yüksek puan aldıkları görülmüştür (Eldoğan, 2012). Sosyal fobi ile ilişkili şemalar sosyal fobi tedavisine ışık tuttuğunda; sosyal kaygının devam etmesine sebep olan, hastanın kaygı seviyesini arttıran ve performansını olumsuz yönde etkileyen imgeleri yeniden ele almanın tedavinin başarılı bir şekilde gerçekleşmesi açısından önemli olduğuna dikkat çekilmektedir

189

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

(Wild ve Clark, 2011). Buradan hareketle, Wild ve Clark (2011) erken dönemde yaşanan ve sosyal yönden travmaya sebep olabilen olayları (örn., akran zorbalığı, diğerleri tarafından alay edildiği veya dışlandığı algısını oluşturan hoş olmayan olaylar vb.) yeniden ele alabilmek amacıyla BDT’nin bir parçası olarak kullanmak üzere imgeleme prosedürü oluşturmuşlardır. Bu prosedüre göre, öncelikle hastanın temeldeki inancına meydan okumasını ve imgeleme aşamasında yararlanabileceği yetişkin bakış açısını hazırlamayı hedefleyen bilişsel yeniden yapılandırma gerçekleştirilir, daha sonra üç aşamadan oluşan imgeleme çalışmasına geçilir (Wild ve Clark, 2011). İmgeleme yönteminin sosyal fobi hastalarında yoğun olan inançların zayıflatılması, anının canlılığının ve yarattığı stresin azaltılması üzerindeki anlamlı etkisi Wild, Hackmann ve Clark’ın (2007) yapmış oldukları çalışmayla da desteklenmiştir. Kaygı bozukluklarından biri olan panik bozukluk ŞTM kapsamında incelendiğinde, Hedley, Hoffart ve Sexton’un (2001) agorafobinin eşlik ettiği panik bozukluğu olan ve grup şeklinde bilişsel terapiye devam eden katılıcımların tedavi başlangıcındaki ve tedavi bittikten 6 ay sonra hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık ve bağımlılık şemalarını değerlendirerek bu şemaların agorafobinin eşlik ettiği panik bozukluk ile ilişkisini araştırdıkları görülmüştür. Söz konusu araştırmanın bulgularına göre, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık şeması bedensel duyumlara karşı korkuyu, kontrol kaybını ve kaçınma davranışlarını yordamaktadır. Ek olarak, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık şeması, bağımlılık şemasını da yordamaktadır. Buradan hareketle, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık şemasının agorafobinin eşlik ettiği panik bozukluğun süreğenliğine katkı sağlıyor olabileceği söylenebilir (Hedley ve ark., 2001). Yancar Demir ve Soygüt’ün (2014) panik bozukluğu olan ve ŞT ile seansları gerçekleştirilen bir hastanın olgu sunumunda da hastanın iç içe geçme/bağımlılık, tehditler karşısında dayanıksızlık gibi uyum bozucu şemalarının panik atakları ile ilişkili olduğunu değerlendirmişler ve hastanın işlevselliğini bozacak şekilde kullandığı kopuk korungan, incinmiş çocuk modu ve söz dinleyen teslimci mod gibi modlarının seanslar içinde ele alınmasını uygun görmüşlerdir. Hastanın, geçmiş yaşantıları ile bugün yaptıkları arasındaki ilişkiyi görebilmesi; sağlıklı yetişkin modu kullanarak zorluk yaşadığı durumlarda kendini yatıştırabilmesi ve uyum bozucu modları daha az kullanmaya başlaması ile tedavi sürecinde olumlu adımlar atılabilmiş ve panik atakları sona ermiştir (Yancar Demir ve Soygüt, 2014). OKB: Şema Odaklı Çalışmalar OKB, DSM-5’te (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2013) kaygı bozukluklarından ayrılarak yeni bir tanı kategorisi olan OKB ve İlişkili Bozukluklar başlığı altında yer almaktadır. ŞT, özellikle OKB’nin kronikleştiği ve eş tanı olarak kişilik

www.nesnedergisi.com

190


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

bozukluğunun olduğu ve bireyin travma öyküsünün bulunduğu durumlarda iyileşmenin sağlanması ve nüksün önlenmesi için uygun bir tedavi yaklaşımı olabilir (Gross, Stelzer ve Jacob, 2012). ŞT, kişilik bozukluklarının tedavisine (örn., Rafaeli, Bernstein ve Young, 2011) benzer şekilde travmatize olmuş ve yoksun bırakılmış kırılgan çocuğun bakımını ve kontrolünü sağlayabilecek sağlıklı ebeveynin oluşturulması; telafi edici modların ele alınması; sınırlı yeniden ebeveynlik ve de terapötik ilişkiden yararlanılması yollarıyla OKB hastalarına da yarar sağlayabilir (Gross ve ark., 2012). OKB hastalarında var olan şemaları inceleyen araştırmaların oldukça kısıtlı olduğu görülmekle birlikte Atalay, Atalay, Karahan ve Çalıskan’ın (2008) çalışmasında sağlıklı kontrol grubuna kıyasla OKB hastalarının Young Şema Ölçeği’nden aldıkları toplam puanın daha yüksek olduğu; tek tek ele alındığında ise sosyal izolasyon, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık, karamsarlık/kötümserlik şemalarının OKB hastalarında daha sık olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu şemalara ek olarak, daha düşük düzeyde olmakla birlikte, duygusal yoksunluk, kusurluluk, başarısızlık, bağımlılık, boyun eğicilik, yüksek standartlar, haklılık ve onay arayıcılık şemalarında da OKB hastaları sağlıklı kontrol grubuna kıyasla daha yüksek değer elde etmişlerdir. OKB hastalarında belirgin olarak kendini gösteren bu şemaların OKB’nin nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu ise tam olarak bilinememektedir (Atalay ve ark., 2008). Kusurluluk, sosyal izolasyon ve başarısızlık şemalarından alınan değerlerin sağlıklı kontrol grubuna kıyasla OKB örnekleminde daha yüksek olduğu Kim, Lee ve Lee’nin (2014) gerçekleştirmiş olduğu çalışmada da gösterilmiştir. Bu çalışmada, OKB’nin cinsellik/din boyutunun hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık ve iç içe geçme/gelişmemiş benlik şemaları ile anlamlı düzeyde ilişkili olduğu elde edilen bulgular arasındadır (Kim ve ark., 2014). Sağlıklı kontrol grubu ile hasta grubunu karşılaştıran çalışmaların hastalara özgü özellikleri belirlemede yeterli olmayacağını düşünen Kwak ve Lee (2015) yürüttükleri çalışmada OKB ve panik bozukluk şikayeti olan hastalardan elde ettikleri bulguları sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırarak hastalığa özgü kişilik özellikleri ile ilgili daha detaylı bilgi elde etmeyi amaçlamışlardır. Bu araştırmanın bulguları OKB hastalarında kusurluluk/utanç, sosyal izolasyon şemalarının; panik atak hastalarında ise hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık ile kendini feda şemalarının karşılaştırma gruplarından daha yüksek düzeyde olduğunu ve bu nedenle belirtilen şemaların hastalığa özgü şemalar olabileceğini göstermiştir (Kwak ve Lee, 2015). Trikotillomani ve OKB tanısı olan hastaların erken dönem uyumsuz şemalarının karşılaştırılması sonucunda ise OKB hastalarının güvensizlik/suistimal edilme, sosyal izolasyon, kusurluluk/utanç, boyun eğicilik ve duyguları bastırma şemalarının trikotillomani hastalarından anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu bulunmuştur (Lochner ve ark., 2005).

191

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

Alanyazında OKB’de şema modlarını inceleyen bilimsel bir araştırmaya rastlanmamakla birlikte, Gross ve arkadaşları (2012) klinik deneyimlerinden yola çıkarak OKB hastalarında yalnız çocuk, incinmiş çocuk, talepkar ebeveyn, kopuk korungan ve mükemmeliyetçi aşırı-kontrolcü modların olabileceğini önermişler ve bu alanda araştırma yapılmasına ihtiyaç duyulduğunu belirtmişlerdir. ŞT’nin OKB tedavisindeki etkililiğini inceleyen bilimsel çalışmalar da henüz başlangıç aşamasındadır. Mevcut çalışmalar ise BDT ile ŞT’nin yaşantısal tekniklerinin bir arada kullanıldığını göstermektedir (örn., Haaland ve ark., 2011). OKB hastalarında bulunan şemaların BDT’den elde edilecek sonuçlar üzerindeki etkisini araştıran bir çalışmada, tedavi öncesinde terk edilme şemasından yüksek değer elde edilmesinin tedavinin sonucunu olumsuz yönde etkilerken; kendini feda şemasından yüksek değer elde edilmesinin tedavinin sonucunu olumlu yönde etkilediği bulunmuştur (Haaland ve ark., 2011). Buradan hareketle, terk edilme şeması olan bireylerle standart BDT uygulamalarına başlamadan önce daha güçlü ve güvenli terapötik ittifak kurulması önerilmiştir. Diğer yandan, bu bulgular kendini feda şeması olan bireylerin tıpkı diğer insanlarla kurdukları ilişkilere benzer şekilde terapide de terapistin ihtiyaçlarını karşılama eğiliminde oldukları şeklinde yorumlanabilir (Haaland ve ark., 2011). Ek olarak, bu çalışmada tedavi boyunca başarısızlık şeması değerlerinde azalmanın olması olumlu sonuç elde edilmesi ile ilişkili bulunmuştur. Başarısızlık şeması değerlerindeki azalma tedavinin başarılı şekilde tamamlanması ile birlikte artan kendine güvenin bir ifadesi olabilir (Haaland ve ark., 2011). Thiel ve arkadaşları (2016) gerçekleştirmiş oldukları güncel bir çalışmada BDT’ye yanıt vermeyen OKB hastaları için yeni alternatif yaklaşımların uygulanmasının önemine dikkat çekerek maruz bırakma ve tepki önleme tekniğini ŞT ile birleştirdikleri bir yaklaşım (Exposure and Response Prevention With Schema Therapy, STERP) geliştirmişlerdir. BDT ile maruz bırakma ve tepki önleme tedavisi görmüş, ancak bu tedaviye yanıt vermemiş olan 10 OKB hastasında, 12 hafta süreyle ŞT ile maruz bırakma ve tepki önleme tekniği tedavi yöntemi olarak kullanılmıştır. Pilot çalışma niteliğinde olan bu uygulamada, hem ŞT teknikleri (örneğin; boş sandalye, flaş kart) kullanılmış hem de aşamalı olarak maruz bırakma ve tepki önleme gerçekleştirilmiştir. Çalışma ev ödevleriyle de desteklenmiştir. Bu tedavinin sonunda hastaların şikayetlerinde anlamlı ölçüde azalmanın olduğuna; tedaviden memnun kalındığına; ŞT tekniklerini kullanmanın ve özellikle de kişi sağlıklı yetişkin moddayken maruz bırakma yapılmasının tedaviye oldukça yardımcı olduğuna işaret edilmiştir (Thiel ve ark., 2016). Özetle, kaygı bozukluklarında şemaların rolünü inceleyen çalışmalara son yıllarda daha sık yer verilmekle birlikte hem var olan şemaların incelenmesi hem de

www.nesnedergisi.com

192


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

ŞT’nin kaygı bozuklukları tedavisi üzerindeki etkisini ele almak amacıyla daha çok araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. TSSB: Şema Odaklı Çalışmalar Önceki bölümlerde ŞTM'nin, kaygı bozuklukları ve OKB’nin kuramsal arka planı ile birlikte tedavisinde oynadığı role değinilmiştir. Bu bölümde ise TSSB tedavisinde ŞTM’nin kullanımı ve bu alanda yapılmış araştırmalar aktarılmıştır. Şema odaklı terapiler TSSB psikopatolojisinde iki önemli açıklamanın altını çizer: İlk olarak, şemalarla önemli ölçüde tutarsız olan yeni bilgiler ve deneyimler yıkıcıdır. Bir şekilde bu bilgi ve deneyimler şemalara uydurulmalı ya da şemalar söz konusu bilgi ve deneyim tarafından değişimlenmelidir (Hautekeete, 1998’den akt; Boudoukha, Przygodzki-Lionet ve Hautekeete, 2016). Bu durum geçmiş deneyimin bir uzantısı olarak şemaların doğası ve içeriğindeki bireysel farkları açıklamaktadır. İkinci olarak, şema odaklı terapiler sürecin patolojik ya da sağlıklı olup olmadığının da altını çizmektedir. Gerçekliğin şimdiki ve geçmişteki algısı şema ile tutarlı bir şekilde organize edilir. Olayların şema ile uyumlu bir biçimde seçimi ve yorumu önceden var olan şemaları kuvvetlendirmektedir. Bu süreçler sistematik yanlılıklar olduğu zaman uyumsuz hale gelebilmektedir. Öyle ki, uyumsuz bir şema psikolojik işlemleme üzerinde engelleyici bir etkiye sahip olabilir (Cason, Resick ve Weaver, 2002). TSSB olgusu şemalar açısından bu şekilde açıklanabilir. TSSB risk faktörlerini ele alan bir meta-analiz çalışmasında ailede psikiyatrik geçmiş, kişisel psikiyatrik geçmiş ve çocukluk çağı istismarının TSSB’yi yordadığı görülmüştür (Brewin, Andrews ve Valentine, 2000). Ek olarak, erken dönem örseleyici yaşantılara maruz kalma, aile işlevinin düşük olması, düşük gelir, düşük eğitim düzeyi, boşanma, şiddet, çocukluk çağı ihmal istismar yaşantıları, anksiyete ve depresyona olan yatkınlık TSSB’ye olan yatkınlığı artıran etmenlerdendir (Cockram, Drummond ve Lee, 2010). Travma öncesi bu yaşantıların erken dönem uyumsuz şemaların temelini oluşturan yaşantılarla benzerliği gözden kaçmamaktadır. Buradan hareketle, erken dönem uyumsuz şemaları anlamanın TSSB’ye yatkınlık hazırlayan sebepleri ve tedaviyi açıklamamıza yardım edebileceği düşünülmektedir. Yapılan çalışmalar gözden geçirildiğinde, ŞTM ile TSSB tedavisine ilişkin çalışmaların kısıtlı olduğu görülmektedir. Ancak, TSSB belirtileri ve bunlarla ilişkili faktörler açısından örtüşme gösteren farklı örneklemlerde yürütülen çalışmalara yer verilmiştir. Young Şema Ölçeği kullanılarak, TSSB tanısı almış kişilerle yapılan bir çalışmada, erken dönem uyumsuz şemalar ve dissosiyatif yaşantılar arasında anlamlı korelasyonlar olduğu; bunun yanı sıra sosyal izolasyon, kusurluluk/utanç ve başarısızlık şema boyutları ile intihar riski arasında yüksek korelasyon olduğu

193

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

görülmüştür (Dutra, Callahan, Forman, Mendelsohn ve Herman, 2008). Bebek sahibi olduktan sonra yaşanan travma belirtilerine annenin doğum öncesindeki şemalarının nasıl bir katkısı olduğunu ele alan bir çalışmadan elde edilen verilere göre, zedelenmiş sınırlar şema alanı ve doğum deneyimine ilişkin olumsuz algılar doğumdan 6 hafta sonraki travma sonrası belirtilerle ilişkili bulunmuştur (Edworthy, Chasey ve Williams, 2008). Ceza infaz memurlarında TSSB belirtilerini inceleyen bir çalışmada ise, ceza infaz memurlarında TSSB belirtilerinin yüksek olduğu ve güvensizlik/suistimal edilme şemasının diğer şemalardan daha fazla aktif olduğu görülmüştür. Ayrıca TSSB tanısı alan ceza infaz mamurlarının erken dönem uyumsuz şemalarının sahnelenme düzeyleri TSSB belirtileri göstermeyenlere göre daha yüksektir (Boudoukha ve ark., 2016). Çocukluk çağı cinsel istismarına maruz kalan kadın katılımcılar ile yürütülen bir başka çalışmada ise, 15 şema alt boyutunda en yüksek şema puanına sahip kümedeki kadınların TSSB belirti şiddetlerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Gerçekleştirilen analiz sonuçlarına göre, güvensizlik/suistimal edilme, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık ve duygusal yoksunluk şemalarının travma sonrası stres belirtilerine en çok katkı sağlayan şemalar olduğu bulgusu göze çarpmaktadır (Harding, Burns ve Jackson, 2012). Sonuçlar, çocukluk çağı cinsel istismarına maruz kalan kadınlarda TSSB’nin ortaya çıkmasında ya da sürmesinde bilişsel faktörlerin etkili olduğunu göstermektedir. Bu çalışmadan elde edilen bulgular, çocukluk çağı cinsel istismarı mağduru kadınların cinsel istismar yaşamayanlara göre şema boyutlarında daha yüksek puan aldıklarını gösteren bir başka çalışmanın sonuçlarıyla da tutarlıdır (Zlotnick ve ark. 1996). Young ve arkadaşlarına (2003) göre, güvensizlik/suistimal edilme, kusurluluk/utanç ile hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık şemaları erken dönem travmatik yaşantılarla bağlantılıdır. Bu nedenle, istismar yaşantılarının erken dönem uyumsuz şemaları güçlendiriyor olabileceği akla yatkın görünmektedir. TSSB belirtilerine özgü savunma mekanizmaları ve temel inançları tanımlamayı amaçlayan bir diğer çalışmada sonuçlar, kusurluluk, bağımlılık/iç içe geçme ve başarısızlık şemaları ile bölme, rasyonalizasyon ve yansıtma savunma mekanizmalarının TSSB belirtilerinin yordayıcısı olduğunu göstermektedir (Price, 2007). Akut ve kronik TSSB tanısı alan ve klinik herhangi bir tanıya sahip olmayan askeri personelin karşılaştırıldığı bir çalışmada, akut ve kronik TSSB tanısı alanların tüm erken dönem uyumsuz şemalardan yüksek puanlar aldıkları ve bunun yanı sıra, kronik TSSB tanısı alanların diğer iki gruba kıyasla hastalıklar ve zarar görme karşısında dayanıksızlık, özdenetim ve sosyal izolasyon şemalarında bozulmalar olduğu görülmüştür (Ahmadian, Mirzaee, Omidbeygi, Holsboer-Trachsler ve Brand, 2015). Ülkemizde gerçekleştirilen ve katılımcılarını operasyonel görev yapan askeri personelin oluşturduğu (n=230) betimsel bir başka çalışmada, TSSB oranının %5,7 olduğu ve diğer psikolojik bozukluklara kıyasla daha sık rastlandığı görülmüştür. Ek olarak,

www.nesnedergisi.com

194


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

daha önce psikiyatrik tedavi almış olmak ve sigara kullanmak TSSB tanısı ile istatistiki olarak anlamlı bir ilişki göstermektedir (Ünlü, 2014). Bu çalışmadan hareketle, ülkemizdeki askeri personel arasında TSSB görülme oranının sıklığı göz önüne alınarakileride bu örneklem grubu ile gerçekleştirilecek çalışmalarda travma ilişkili belirtilerin ve söz konusu belirtilerle ilişkili erken dönem uyumsuz şemalarınŞTM kapsamında değerlendirilmesinin önemli olduğu düşünülmektedir. Ek olarak, tüm çalışmalar değerlendirildiğinde TSSB’nin hangi şemalarla ilişkili olduğunun anlaşılması ve tedavide de neye odaklanılacağı konusunda ŞT’nin yol göstericiliğine ihtiyaç duyulduğu düşünülmektir. Bu açıdan ilerleyen kısımda TSSB tedavisine yönelik yapılan araştırmalar aktarılmıştır. TSSB’nin tedavisinde, imgeleme ile yeniden yapılandırma ve buna ek olarak hayali maruz bırakma tedavilerinin yararlı olduğunu gösteren çalışmalar alanyazında mevcuttur (Arntz, Tiesema ve Kindt, 2007; Grunert, Weis, Smucker ve Christianson, 2007; Hackman, 2011). Kadınlarda madde kullanım bozukluğu, TSSB belirtilerinin gelişimini ele alan, ŞT ile birlikte göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işlemenin (EMDR) etkinliğini araştıran bir çalışmada hem travmatik anıların hem de bağımlılık anılarının EMDR ve ŞT ile birlikte çalışıldığında TSSB belirtilerinde ve erken dönem uyumsuz şemalarda bir düşüş görüldüğü gözlenmiştir. Araştırma, TSSB belirtilerine yönelik bütünleşik terapilerin önemini desteklemiştir (PerezDandieu ve ark., 2015). Cockram ve arkadaşlarının (2010) Vietnam Savaşı'na katılan bireylerle yürüttüğü bir çalışmada, BDT ve ŞT grubunda, TSSB’yi anlama, kaygı ve depresyon belirtilerinin yönetimi, maruz bırakma yöntemi, öfke yönetimi, iletişim becerileri gibi psiko-eğitimlerin yanı sıra, gevşeme ve nefes alma gibi fiziksel sağlık ve yaşam becerilerine dair modüller uygulanmıştır. BDT grubunda travmaya ilişkin olumsuz duygu ve davranışlara yol açan gerçekçi olmayan inançların tespiti ve değişimi amaçlanırken; ŞT’de katılımcılara şemalar hakkında bilgi verilmiş, başa çıkma biçimleri ile bağ kurulmuştur. BDT ve ŞT arasında en büyük fark bireysel terapi seansları ve “acı verici hislerin yönetimi” olarak adlandırılan yeniden yapılandırma modülleridir. BDT'de travma anıları tamamen savaş anındaki deneyimlere odaklıyken, ŞT'de ayırt etmeksizin çocukluk ya da savaş anıları çalışılabilmektedir. Son farklılık ise BDT iki faktör teorisine göre kaçınmanın TSSB’deki sürdürücü rolüne dikkat çekerken ŞT bunun yanı sıra örneğin çocukluk deneyimleri gibi savaş öncesi, sosyal destek gibi savaş sonrası faktörleri de ele alarak TSSB’ye yatkınlığı artıran ve sürdüren yönlere dikkat çekmektedir. ŞT seanslarının başlangıcında her birey müdahalede bulunulacak en yüksek puan aldığı üç şema boyutunu seçmiştir. Şemaların şiddetini azaltmak için bilişsel, duygusal, davranışsal ve kişilerarası teknikler kullanılmıştır. Bu seanslarda, kişinin tüm yaşamını göz önüne alarak ve sokratik sorgulama ile nesnel kanıtlar ve karşı kanıtlar bularak şemanın geçerliliğini sorgulamak, kanıtları alternatif açıklamalar ve empatik

195

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

yüzleştirme ile şemayı destekler şekilde yeniden yapılandırmak, bireyin başa çıkma biçimlerinin avantaj ve dezavantajlarını değerlendirmek, yaşantısal tekniklerle duygu çalışması yapmak, imgeleme ve boş sandalye tekniği ile sağlıklı tarafla şema tarafını konuşturmak, şema tetikleyicilere işlevsel tepkiler verebilmek için şema flaş kartları hazırlamak, her grup seansına şu anki hayatında en çok sorun yaratan bir şema boyutunu getirmesi için cesaretlendirmek ele alınan hedefler olmuştur. Çalışmanın sonuçları göz önüne alındığında, Vietnam Savaşı’na katılan TSSB tanısı alan askeri personelin şema puanları ve ebeveynlik biçimleri ölçeğinden aldıkları puan tanı almayanlardan daha yüksektir. Çalışmanın ikinci aşamasında TSSB belirtilerinin, kaygı ve depresyon ölçeklerinden alınan puanın ve 17 şema boyutundan alınan puanın tedaviden sonra anlamlı derecede azaldığı görülmüştür. Çalışmanın üçüncü aşamasında ise çalışma öncesi ölçümler her iki grupta da aynıyken, ŞT grubunda yer alanların TSSB belirtilerinin ve kaygı puanlarının olumlu yönde ilerleme kaydettiği elde edilen bulgular arasındadır (Cockram ve ark., 2010). Özetle, travmatik yaşantıların erken dönem uyumsuz şemaların oluşmasında ve sürmesinde yatkınlık yaratan etmenler olduğu ve erken dönem uyumsuz şemaların da travmatik anı ve yaşantının bilişsel olarak yeniden yapılandırılmasıyla olası ilişkisi göz önüne alındığında; ŞTM’nin TSSB’nin kuramsal olarak açıklanmasında ve tedavisinin sağlanmasında önemli bir yaklaşım olduğu düşünülmektedir. Sonuç Kaygı bozuklukları, OKB ve TSSB’de uyarıcıların değerlendirilmesinde bir bozukluk ve işlevsizlik olduğu göz önüne alındığında, kişinin çocukluğundan itibaren oluşmaya başlayan erken dönem uyumsuz şemalarını sürdürücü biçimde olayları algıladığı ve bunun kişinin işlevselliğini etkilediği düşünülebilir (McGinn ve Young, 1996). Bu bağlamda ŞT’nin önemi, öz bildirime dayalı ölçüm araçlarını (örn.,Young Şema Ölçeği; Young ve ark., 2003) kullanarak erken dönem uyumsuz şemaların çeşitlerini ve şiddetini derinlemesine inceleme olanağı sağlamasıdır. Kaygı ile ilişkili alanyazındaki çalışmalarda hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık, terk edilme/istikrarsızlık ve karamsarlık/kötümserlik (Rhein ve Sukawatana, 2015); güvensizlik/suistimal edilme ve sosyal izolasyon/yabancılaşma (Zadahmad ve Torkan, 2016); kopukluk ve reddedilmişlik, zedelenmiş otonomi ve diğerleri yönelimlilik (Calvete ve ark., 2013) başta olmak üzere pek çok şemanın kaygı ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca, erken dönem uyumsuz şemalardaki yüksek puanlar sosyal fobi (Pinto-Gouveia ve ark., 2006; Wild ve ark., 2007), agorafobinin eşlik ettiği panik bozukluk (Hedley ve ark., 2001); panik bozukluk

www.nesnedergisi.com

196


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

(Yancar Demir ve Soygüt, 2014) gibi psikolojik bozuklukları yordamaktadır. Mevcut şemalar, bir yandan kaygıya yönelik otomatik düşünceleri sürdürürken diğer yandan bu düşünceler şemaları beslemekte ve kaygı belirtilerini arttırmaktadır (Calvete ve ark., 2013). BDT ve ŞT tekniklerinin birlikte kullanılmasının şemalar ve otomatik düşünceler arasındaki ilişkinin değerlendirilmesine olanak sağlayacağı düşünülmektedir. Böylelikle, yalnızca BDT’nin kullanıldığı, ancak yeterli olmadığı alanlarda ŞT tekniklerinin kullanılması uzmanlara alternatifler sunarak bir tedavi planı oluşturmalarına katkı sağlamaktadır (Wild ve ark., 2007; Wild ve Clark, 2011). OKB’ye yönelik araştırmalar incelendiğinde, sosyal izolasyon, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık, karamsarlık/kötümserlik (Atalay ve ark., 2008); kusurluluk ve başarısızlık (Kim ve ark., 2014); güvensizlik/suistimal edilme, boyun eğicilik ve duyguları bastırma (Lochner ve ark., 2005)şemaları başta olmak üzere şema puanlarının yüksek olduğu görülmüştür. OKB tedavisinde ŞT’nin en önemli katkısının şema modlarının belirlenmesi ve tedavi planına dahil edilmesi olacağı öngörülmüştür (Gross ve ark.,2012). Bu derleme çalışmasında kaygı ile ilişkili olarak ele alınan TSSB’ye yönelik yapılan çalışmalar erken dönem uyumsuz şemalar ve dissosiyatif yaşantılar arasında anlamlı korelasyonlar olduğunu (Dutra ve ark., 2008); zedelenmiş sınırlar şema alanının bebek sahibi olmakla ilişkili travma sonrası belirtileri yordadığını (Edworthy ve ark., 2008); güvensizlik/suistimal edilme şemasının ceza infaz memurlarında yüksek olduğunu (Boudoukha ve ark., 2016); çocukluk çağı cinsel istismarına maruz kalan kadınlarda güvensizlik/suistimal edilme, hastalıklar ve tehditlere karşı dayanıksızlık ile duygusal yoksunluk şemalarının travma sonrası stres belirtilerine en çok katkı sağlayan şemalar olduğunu (Harding ve ark., 2012); Vietnam Savaşı’na katılan TSSB tanısı alan askeri personelin şema puanları ve ebeveynlik biçimleri ölçeğinden aldıkları puanların tanı almayanlardan yüksek olduğunu (Cockram ve ark., 2010) göstermektedir. Buradan hareketle, yaşanılan travmatik deneyimin içeriğine bağlı olarak farklı erken dönem uyumsuz şemaların tetiklenebileceği söylenebilir. Buna göre, gerçekleştirilecek olan tedavi planında hangi şemaların harekete geçtiğinin belirlenmesi tedavi için yarar sağlayıcı olabilir. ŞT’nin kaygı ile ilişkili bozuklukların tedavisindeki özgün katkısının kullanılan teknikler olduğu söylenebilir. Örneğin; OKB’de boş sandalye ve flaş kart kullanımı; sosyal fobi ve TSSB’de imgeleme tekniğinin kullanımı; panik bozuklukta mod çalışmasının yapılması gibi müdahalelerle mevcut belirtilerin azalmasına katkı sağlandığı görülmüştür (sırasıyla, Thiel ve ark., 2016; Wild ve ark., 2007; Cockram ve ark., 2010; Yancar Demir ve Soygüt, 2014).

197

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

Sonuç olarak; ŞT, şemalara dair bilgiler sağlayarak klinisyenlere her bir hastaya özgü dahayararlı çalışma planı sunar (Gray, Maguen, ve Litz, 2007). Aktarılanlardan hareketle, kaygı bozuklukları, OKB ve TSSB’nin kavramsallaştırılmasında ve tedavisinde ŞT’nin kullanımının yararlı olacağı düşünülmektedir. Duygusal değişim, yaşantısal teknikler ve terapötik ilişkiye verdiği önemle birlikte BDT, psikodinamik yaklaşım, nesne ilişkileri ve bağlanma kuramı ile Geştalt terapiyi bütünleştiren bir tedavi planı sunan ŞT (Young ve ark., 2003), kişilik bozuklukları tedavisindeki başarısını diğer psikolojik sorunların tedavisinde de devam ettirmektedir. ŞTM kapsamında psikopatolojilere yönelik yürütülen çalışmaların gelişmeye açık bir alan sunduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, bu alanda gerek kuramsal gerekse uygulama alanına yönelik bilimsel çalışmaların gerçekleştirilmesinin yararlı olacağı önerilmektedir. Kaynaklar Ahmadian, A., Mirzaee, J., Omidbeygi, M., Holsboer-Trachsler, E. ve Brand, S. (2015). Differences in maladaptive schemas between patients suffering from chronic and acute posttraumatic stress disorder and healthy controls. Neuropsychiatric Disease and Treatment, 11, 1677–1684. Amerikan Psikiyatri Birliği: Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması Elkitabı, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSM-IV-TR). (2001). Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 2000’den çeviren Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara. Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5). (2013). Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara. Arntz, A., Tiesema, M. ve Kindt, M. (2007). Treatment of PTSD: A comparison of imaginal exposure with and without imagery rescripting. Journal of Behavior Therapy and Experimental Psychiatry, 38, 345–370. Atalay, H., Atalay, F., Karahan, D. ve Çalıskan, M. (2008). Early maladaptive schemas activated in patients with obsessive compulsive disorder: A crosssectional study. International Journal of Psychiatry in Clinical Practice, 12(4), 268-279. Atlı Özbaş, A., Sayın, A. ve Coşar, B. (2012). Üniversite sınavına hazırlanan öğrencilerde sınav öncesi anksiyete düzeyi ile erken dönem uyumsuz şema

www.nesnedergisi.com

198


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

ilişkilerinin incelenmesi. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 1, 81-89. Ayoğlu, Z. (2012). OKB’ye ilişkin gelişimsel bir model: yetişkin bağlanma biçimleri, ebeveynden algılanan psikolojik kontrol düzeyi ve mükemmeliyetçilik eğilimlerinin obsesif yorumlar ve belirtilerle bağlantısının incelenmesi (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Hacettepe Üniversitesi, Ankara. Bintaş Zörer, P. (2015). Bağlanma kuramı perspektifinden sosyal kaygı: erken dönem uyumsuz şemalar ve reddedilme duyarlılığının rolü (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Uludağ Üniversitesi, Bursa. Boudoukha, A. H., Przygodzki-Lionet, N. ve Hautekeete M. (2016). Traumatic events and early maladaptive schemas (EMS): Prison guard psychological vulnerability. Revue Européenne de Psychologie Appliquée/European Review of Applied Psychology, 66, 181-187. Brewin, C. R., Andrews, B. ve Valentine, J. D. (2000). Meta-analysis of risk factors of posttraumatic stress disorder in trauma-exposed adults. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 68(5), 748–766. Calvete, E., Orue, I. ve Hankin, B. L. (2013). Early maladaptive schemas and social anxiety in adolescents: The mediating role of anxious automatic thoughts. Journal of Anxiety Disorders, 27, 278-288. Carr, S. N. ve Francis, A. J. P. (2010). Early maladaptive schemas and personality disorder symptoms: An examination in a non-clinical sample. A preliminary investigation in a non-clinical sample. Psychology and Psychotherapy: Theory, Research and Practice, 83, 333-349. Cason, D. R., Resick, P. A. ve Weaver, T. L. (2002). Schematic integration of traumatic events. Clinical Psychology Review, 22(1), 131-153. Cockram, D. M., Drummond, P. D. ve Lee, C. W. (2010). Role and treatment of early maladaptive schemas in Vietnam veterans with PTSD. Clinical Psychology &Psychotherapy, 17(3), 165-182. Dutra, L., Callahan, K., Forman, E., Mendelsohn, M. ve Herman, J. (2008). Core schemas and suicidality in a chronically traumatized population. The Journal of Nervous and Mental Disease, 196(1), 71-74.

199

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

Edworthy, Z., Chasey, R. ve Williams, H. (2008). The role of schema and appraisals in the development of post-traumatic stress symptoms following birth. Journal of Reproductive and Infant Psychology, 26(2), 123-138. Eldoğan, D., (2012). Üniversite öğrencilerindeki erken dönem uyumsuz şemalar ve sosyal fobi belirtileri ilişkisinde duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolünün incelenmesi (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Hacettepe Üniversitesi, Ankara. Gray, M. J., Maguen, S. ve Litz, B. T. (2007). Schema constructs and cognitive models of posttraumatic stress disorder. L. P. Riso, P. L. du Toit, D. J. Stein ve J. E. Young (Ed.), Cognitive schemas and core beliefs in psychological problems: A scientist practitioner guideiçinde (s. 59–92). Washington, DC: American Psychological Association. Gross, E., Stelzer, N. ve Jacob, G. (2012). Treating OCD with the schema mode model. M. van Vreeswijk, J. Broersen ve M. Nadort (Ed.), The wileyblackwell handbook of schema therapy: Theory, research, and practice içinde (s.173-184). Chichester, United Kingdom: Wiley-Blackwell. Grunert, B. K., Weis, J. M., Smucker, M. R. ve Christianson, H. F. (2007). Imagery rescripting and reprocessing therapy after failed prolonged exposure for posttraumatic stress disorder following industrial injury. Journal of Behavior Therapy and Experimental Psychiatry, 38(4), 317-328. Haaland, A. T., Vogel, P. A., Launes, G., Haaland, V. Ø., Hansen, B., Solem, S. ve Himle, J. A. (2011). The role of early maladaptive schemas in predicting exposure and response prevention outcome for obsessive-compulsive disorder. Behaviour Research and Therapy, 49, 781-788. Hackman, A. (2011). Imagery rescripting in posttraumatic stress disorder. Cognitive and Behavioral Practice, 18, 424-432. Harding, H. G., Burns, E. E. ve Jackson, J. L. (2012). Identification of child sexual abuse survivor subgroups based on early maladaptive schemas: Implications for understanding differences in posttraumatic stress disorder symptom severity. Cognitive Therapy and Research, 36(5), 560-575. Hawke, L. D. ve Provencher, M. D. (2011). Schema theory and schema therapy in mood and anxiety disorders: A review. Journal of Cognitive Psychotherapy: An International Quarterly, 25, 257–276.

www.nesnedergisi.com

200


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Hawke, L. D., Provencher, M. D. ve Arntz, A. (2011). Early maladaptive schemas in the risk for bipolar spectrum disorders. Journal of Affective Disorders, 133(3), 428-436. Hedley, L. M., Hoffart, A. ve Sexton H. (2001). Early maladaptive schemas in patients with panic disorder with agoraphobia. Journal of Cognitive Psychotherapy: An International Quarterly, 15(2), 131-142. Hoffart, A. (2012). The Case Formulation Process in Schema Therapy of Chronic Axis I Disorder (Affective/Anxiety Disorders). M. van Vreeswijk, J. Broersen ve M. Nadort (Ed.), The Wiley-Blackwell Handbook of Schema Therapy: Theory, Research, and Practice içinde (s.69-80). Chichester, United Kingdom: Wiley-Blackwell. Jacob, G., van Genderen, H. ve Seebauer, L. (2014). Mod terapisi: Diğer yollardan gitmek yaşam örüntülerini anlamak ve değiştirmek (2. Basım). (N. Azizlerli ve M. Soykut, Çev.). İstanbul: Psikonet Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 2011). Kellogg, S. H. ve Young, J. E. (2006). Schema therapy for borderline personality disorder. Journal of Clinical Psychology, 62, 445-458. Kim, J. E., Lee, S. W. ve Lee, S. J. (2014). Relationship between early maladaptive schemas and symptom dimensions in patients with obsessive-compulsive disorder. Psychiatry Research, 215, 134-140. Koerner, N., Tallon, K. ve Kusec, A. (2015). Maladaptive core beliefs and their relation to generalized anxiety disorder. Cognitive Behaviour Therapy, 44(6), 441-455. Kwak, K. H. ve Lee, S. J. (2015). A comparative study of early maladaptive schemas in obsessive–compulsive disorder and panic disorder. Psychiatry Research, 230(3), 757-762. Lochner, C., Seedat, S., Du Toit, P. L., Nel, D. G., Niehaus, D. JH., Sandler, R. ve Stein, D. J. (2005). Obsessive-compulsive disorder and trichotillomania: a phenomenological comparison. BMC Psychiatry, 5(1), 1-10. McGinn, L. K. ve Young, J. E. (1996). Schema Focused Therapy. Salkovskis P.M. (Ed), Frontiers of Cognitive Therapy içinde, (s.182-207). New York: Guilford Press.

201

www.nesnedergisi.com


Kömürcü, B. ve Gör, N. (2016). Erken dönem uyumsuz şemalar ve kaygı üzerine bir derleme. Nesne, 4(8), 183-203.

Ünlü, A. G. (2014). Operasyonel görev yapan askeri personelde travma sonrası stres bozukluğu (tssb) sıklığını etkileyen faktörler (Yayınlanmamış tıpta uzmanlık tezi). Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve Askeri Tıp Fakültesi Eğitim Hastanesi, Ankara. Perez-Dandieu, B., Lenoir, H., Othily, E., Tapia, G., Cassen, M. ve Delile, J. M. (2015). The impact of eye movement desensitization and reprocessing and schema therapy on addiction severity among a sample of French women suffering from PTSD and SUD. Drug & Alcohol Dependence, 146, e68e69. Pinto-Gouveia, J., Castilho, P., Galhardo, A. ve Cunha, M. (2006). Early maladaptive schemas and social phobia. Cognitive Therapy and Research, 30(5), 571-584. Price, J. P. (2007). Cognitive schemas, defence mechanisms and post-traumatic stress symptomatology. Psychology and Psychotherapy: Theory, Research andPractice,80(3), 343-353. Rafaeli, E., Bernstein, D. P. ve Young, J. E. (2012). Şema terapi ayırıcı özellikler(1. Basım). (M. Şaşıoğlu, Çev.). İstanbul: Psikonet Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 2011). Rhein, D. ve Sukawatana, P. (2015). Thai university student schemas and anxiety symptomatology. International Education Studies, 8(7), 108-126. Riso, L. P., Froman, S. E., Raouf, M., Gable, P., Maddux, R. E., Turini-Santorelli, N., ... ve Cherry, M. (2006). The long-term stability of early maladaptive schemas. Cognitive Therapy and Research, 30(4), 515-529. Schmidt, N. B., Joiner, T. E., Young, J. E. ve Telch, M. J. (1995). The Schema Questionnaire: Investigation of psychometric properties and the hierarchical structure of a measure of maladaptive schemas. Cognitive Therapy andResearch, 19(3), 295-321. Thiel, N., Jacob, G. A., Tuschen-Caffier, B., Herbst, N., Külz, A. K., Hertenstein, E., ... ve Voderholzer, U. (2016). Schema therapy augmented exposure and response prevention in patients with obsessive–compulsive disorder: Feasibility and efficacy of a pilot study. Journal of Behavior Therapy and Experimental Psychiatry, 52, 59-67.

www.nesnedergisi.com

202


DOI: 10.7816/nesne-04-08-02

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Wild, J. ve Clark, D. M. (2011). Imagery rescripting of early traumatic memories in social phobia. Cognitive and Behavioral Practice, 18, 433-443. Wild, J., Hackmann, A. ve Clark, D. M. (2007). When the present visits the past: Updating traumatic memories in social phobia. Journal of Behavior Therapy and Experimental Psychiatry, 38, 386-401. Yancar Demir, E. ve Soygüt, G. (2014). Şema terapisi ile izlenen bir olgu bağlamında panik bozukluğu ile şemalar arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi, Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 3, 109-115. Young, J. E. (1990). Cognitive Therapy For Personality Disorders. Sarasota, FL. Professional Resource Press. Young, J. E. (1999). Cognitive therapy for personality disorders: A schema–focused approach(rev. ed.). Sarasota, FL. Professional Resource Press. Young, J. E. ve Klosko, J. S. (1994). Reinventing your life. New York: Plume Books. Young, J. E. ve Lindemann, M. D. (1992). An integrative schema focus model for personality disorders.Journal of Cognitive Psychotherapy, 6, 11-24. Young, J. E., Klosko, J.S. ve Weishaar, M.E. (2003). Schema therapy: A practitioner’s guide. New York. The Guilford Press. Young, J. E., Weinberger, A. D. ve Beck, A. T. (2001). Cognitive therapy for depression. D. Barlow (Ed.), Clinical Handbook of Psychological Disorders içinde(3rd ed., s. 264-308). Zadahmad, M. ve Torkan, H. (2016). Investigation of the multiple relationships between early maladaptive schemas and coping styles with anxiety. International Journal of Educational and Psychological Researches, 2(1), 49-53. Zlotnick, C., Zakrinski, A., Shea, M. T., Costello, E., Pearlstein, T. ve Simpson, E. (1996). Long-term effects of sexual abuse: Support for complex posttraumatic stress disorder. Journal of Traumatic Stress Disorder, 9, 195-205.

203

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

3-4 Yaş Çocuklarında Zihin Kuramı ve Kendini Düzenleme Becerisinin Yardım Davranışları Üzerindeki Etkisi Muhammed Şükrü AYDIN1, Sema KARAKELLE2 ÖZ Bu çalışmanın amacı çocukların zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisini incelemektir. Araştırma, yaşları 36-59 ay arasında olan toplam 104 çocuk üzerinde yürütülmüştür. Yardım davranışı, araçsal yardım etme görevi ile değerlendirilmiştir. Zihin kuramının ölçümünde Zihin Kuramı Ölçeği görevleri; kendini düzenleme becerisinin ölçümünde ise kalem tıklatma görevi kullanılmıştır. Çocukların alıcı dil becerilerini kontrol etmek için Türkçe İfade Edici ve Alıcı Dil Testi (TİFALDİ) uygulanmıştır. Analizler sonucunda zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin çocukların yardım davranışları ile ilişkili olduğu; ancak yaş ve alıcı dil kontrol edildiğinde çocukların yardım davranışlarındaki değişkenliği en iyi açıklayan değişkenin kendini düzenleme becerisinin değil zihin kuramının olduğu görülmüştür. Bulgular, yardım davranışının açıklanmasına katkıda bulunan zihin kuramı ve kendini düzenleme becerilerinin oynamış olduğu roller ile ilişkilendirilerek, literatür bulguları ışığında tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler: olumlu sosyal davranış, araçsal yardım etme, zihin kuramı, kendini düzenleme, yönetici işlevler

Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

1

Arş. Gör.,İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü; Arş. Gör., Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü, muhammed.aydin(at)istanbul.edu.tr 2 Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü, semakara(at)istanbul.edu.tr Yazar Notu: Buçalışma ilk yazarın yüksek lisans tezinin bir kısmından alınmıştır.

205

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

The Effects of Theory of Mind and Self-Regulation Skills on Helping Behaviors in 3-4-Year-Old Children

ABSTRACT The aim of this study is to examine the effects of theory of mind and self-regulation skills on children’s helping behavior. Total of 104 children aging between 36-59 months, participated in the study. Helping behavior was measured with an instrumental helping task. Scaling of Theory-of-Mind tasks were used in measuring theory of mind. As for measuring self-regulation, peg tapping task were used. In order to control receptive language abilities of children, Turkish Expressive and Receptive Language Test (TIFALDI) was applied. Results of the analyses indicated that there were significant relations between theory of mind and selfregulation skills and helping behavior, however, multiple regression analyses showed that the main predictor of helping behavior was theory of mind, but not self-regulation skills after controlling for age and receptive language. Results were discussed with respect to the literature, in relation to the role of theory of mind and self-regulation skills in explaining helping behavior. Keywords: prosocial behavior, instrumental helping, theory of mind, selfregulation, executive functions

www.nesnedergisi.com

206


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Olumlu sosyal davranış (prosocialbehavior) başkalarının yararı için gönüllü olarak yapılan davranışlar şeklinde tanımlanabilir (Eisenberg, Fabes ve Spinrad, 2006). Başkalarının yararına yapılabilecek davranışların işbirliği kurma, paylaşma, yardım etme gibi pek çok çeşidi olduğu kabul edilmektedir. Yardım etme davranışları çocuklarda daha çok incelenmiş olmakla birlikte paylaşma ve işbirliği yapma gibi olumlu sosyal davranışlar üzerinde de çeşitli araştırmalar yürütülmüştür (Örn. Paulus ve Moore, 2014; Warneken, Chen ve Tomasello, 2006). Olumlu sosyal davranışların hangi yaşlarda görülmeye başlandığı ve nasıl gelişmiş olduğu soruları, geçmişten bugüne hala önemini korumaktadır. Bu soru üzerine çalışan bir grup araştırmacı (Örn.,Brownell, Svetlova, Anderson, Nichols ve Drummond, 2013; Rushton, 1982) sosyalleşme süreçlerinin, çocukların olumlu sosyal davranışlarını şekillendirmelerinde önemli bir rolü olduğunu belirtmektedir. Ancak Warneken ve Tomasello (2006; 2009) gibi bazı araştırmacılar, olumlu sosyal davranışların altında yatan nedenin insanların doğuştan dünyaya getirdikleri özgeci eğilimler olduğunu savunmaktadırlar. Onlara göre, paylaşma, işbirliği ve yardım etme davranışlarının ilk ortaya çıkışında sosyalleşme süreçleri etkili olmamakta ve ebeveynlerinin yol gösterici davranışlarından faydalanamayacak kadar küçük yaş çocuklarında bile olumlu sosyal davranışlar görülebilmektedir. Araştırmacılar, küçük çocukların olumlu sosyal davranışlara doğal bir yatkınlıkları olduğunu, sosyalleşme süreçlerinin ise ancak okul öncesi dönemle birlikte devreye girebileceğini belirtmektedirler (Warneken ve Tomasello, 2009). Bazı araştırmacılar ise sosyallik, dışa dönüklük, utangaçlık, öz-saygı ve kendini düzenleme gibi kişilik özelliklerinin olumlu sosyal davranışın görülmesinde önemli rol oynadığını düşünerek hangi bireysel farklılıkların olumlu sosyal davranışın ortaya çıkmasını kolaylaştırdığını bulmaya yönelik çalışmalar yapmıştır (Örn. Laible, Carlo, Murphy, Augustine ve Roesch, 2014). En erken yaşlarda gözlenen olumlu sosyal davranışın, yardım etme olduğuna ilişkin araştırma bulguları vardır (Dunfield, Kuhlmeier, O’Connell ve Kelley, 2011; Warneken ve Tomasello, 2006). Yardım davranışları, kendi imkânlarını başkalarının iyiliği için kullanmak ya da başkasının tamamlayamadığı bir işte o kişinin amacına yönelik olarak yükünü hafifletmek için yapılan eylemlerdir. Yardım etme davranışı yeni yapılan çalışmalarda araçsal (instrumental), empatik /teselli edici (empathic) ve özgeci (altruistic) olarak üç farklı şekilde ele alınmıştır (Örn. Svetlova, Nichols ve Brownell, 2010). Yardım etme davranışlarının bir alt türü olan “araçsal yardım etme” davranışı, bireyin karşısındaki kişinin hedefe ulaşamayan davranışlarını gözlemleyip sorunları belirleyerek ihtiyacını nasıl gidereceğine dair çıkarımlarda bulunup harekete geçmesini gerektiren davranışlardır. Örneğin diğerinin uzanamadığı bir

207

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

nesneyi verme; elleri doluyken dolabın kapısını açamayan kişi için kapıyı açma gibi eyleme dayalı yardımlar buna örnek verilebilir. 12-14 aylık kadar küçük çocuklarda görülen bu davranışın diğer yardım davranışlarına göre daha erken ortaya çıkmasının, çocukların amaçları ve onlara yönelik hareketleri daha erken anlamalarından kaynaklandığı ifade edilmektedir (Svetlova ve ark., 2010). Yaşamın ilk yılında amaca yönelik basit eylemleri anlamalarından hemen sonra niyetli ve niyetsiz eylemleri de birbirinden ayırt ederek yardım davranışı sergilemeleri (Carpenter, Akhtar ve Tomasello, 1998), çocukların araçsal yardım etme konusunda bilişsel beceriler bakımından erken dönemden itibaren hazır olduklarını göstermektedir. 18-30 aylık çocuklar üzerinde yürütülen ve araçsal yardım etme davranışının incelenmiş olduğu bir çalışmada (Pettygrove, Hammond, Karahuta, Waugh ve Brownell, 2013), deneyci kazara çubukları yere düşürmektedir ve çocuklardan deneycinin amacına uygun bir şekilde yere düşen çubukları kaldırmaları beklenmektedir. On sekiz aylık çocukların bir kısmının yardım davranışı gösterdiği ama 30 aylık çocuklar ile kıyaslandığında bu sayının çok az olduğu bulunmuştur. Bununla birlikte küçük yaş çocuklarının yardım etme davranışının yetişkinden gelen desteklendirici hareket ve sözlü isteklere daha çok bağlı olduğu da gözlenmiştir. Araçsal yardım etme davranışının değerlendirilmiş olduğu bir diğer çalışmada (Warneken ve Tomasello, 2013) ise şöyle bir görev kullanılmıştır: deneyci kazara bir kalemi yere düşürür, sonrasında aşağıya eğilip kaleme uzanmaya çalışır ancak yetişemez. Bu çalışmada da deneycinin etkinliğine devam edebilmesi için çocuğun kalemi vermesi beklenmektedir. Yaşları 22-25 ay arasında değişen çocukların katılmış olduğu bu çalışmanın sonucunda, çocukların yardım davranışı gösterdikleri bulunmuştur. Belirtildiği üzere, olumsuz bir durumla karşılaşan kimseyi o durumdan kurtaracak bir eylemde bulunmak bir yardım etme davranışıdır. Bu tanımlamadan yola çıkarak yardımı sağlayacak kişinin öncelikle bir başkasının, bir sorun yaşadığını algılaması ve onun bakış açısını alabilmesi gerektiğini düşünebiliriz. Kişi aynı zamanda eğer yeterli motivasyon ve beceriye sahipse, bu problemin çözümünü sağlayacak bir müdahalede bulunmalıdır. Bu çerçeveden bakıldığında olumlu sosyal davranışın ortaya çıkması için bireyde bilişsel bazı yeterliliklerin mevcut olması gereklidir. Bilişsel becerilerin olumlu sosyal davranışa katkıda bulunduğunu düşünen araştırmacılar, olumlu sosyal davranışların görülmesinde bilişsel becerilerin gerekliliğine vurgu yapmışlar ve zekâ, duyguları anlama, kendini düzenleme ve bakış açısı alma gibi konuları ele almışlardır (Örn. Carlo, Crockett, Wolff ve Beal, 2012; Wu ve Su, 2014; Yağmurlu, 2014). Bu çerçevede, diğerlerinin zihinsel durumlarına ilişkin bir kavrayış edinilmiş olmasının olumlu sosyal davranışın görülmesi için gereken bir ön koşul olduğunu

www.nesnedergisi.com

208


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

düşünmek çok yanlış olmayacaktır. Bir diğer ifadeyle, zihinsel durumları temsil edebilme ve diğerlerinin kanı, istek, niyet ve hislerinin farklı olabileceğini anlamak olarak tanımlanan (Astington ve Jenkins, 1995) zihin kuramı becerisinin, olumlu sosyal davranışların ortaya çıkışı için önemli olduğu düşünülebilir. Zihin kuramı gelişimi ile sosyal davranışlar arasındaki ilişki bazı çalışmalarda gösterilmiş olmasına rağmen bu ilişkinin yönü hakkında kesin bir yargıya ulaşılamamıştır. Ancak literatürde zihin kuramı becerisi geliştikçe olumlu sosyal davranışın da arttığına dair açıklamalara daha fazla rastlanılmaktadır. Zihin kuramı becerisinin sosyal davranışı etkilediği yönündeki açıklamalara göre, çocukların kanıları ve zihinleri temsil edebilme yeteneği, diğerlerinin olduğu kadar kendi düşünce ve kanılarını da düzenler ve daha fazla olumlu ilişkiyi beraberinde getirir. Bu açıklama ile tutarlı olarak, araştırmalarda yanlış kanıları anlamanın çocukların sosyal davranışlarını açıklamada olumlu yönde değişikliklere neden olduğuna ilişkin sonuçlar elde edilmiştir (Örn. Capage ve Watson, 2001; Jenkins ve Astington, 2000; Peterson, Slaughter ve Paynter, 2007; Wu ve Su, 2014). Yapılan araştırmalar yanlış kanıların anlaşılmasının 4 yaş civarında gerçekleştiğini ortaya koymaktadır (Wellman, Cross ve Watson, 2001). Küçük çocuklar başkalarının isteklerini ve duygularını anlayabilmelerine rağmen, kanıları ve bilgileri anlamada başarılı olamamaktadır (Wellman ve ark., 2001). Çocukların, 3 yaşına geldiklerinde kanıları dünyanın bir kopyası gibi görebilseler de bunları dünyanın bir temsili olarak anlayamadıkları; 4 yaşından itibaren kanıların aslında temsiller olduğunu ve birçok temsil gibi hatalı olabileceğini anlayabildiği belirtilmektedir (Karakelle, 2012). Sonuç itibariyle, çocukların 4 yaş civarında insanların yanlış kanılara sahip olabildiklerine yönelik anlayış geliştirmeye başladıkları ve 6 yaşından önce birinci düzey zihin kuramı becerilerini kazanmış oldukları kabul edilmektedir. Küçük çocuklarda çok erken zamanlardan itibaren araçsal yardım etme davranışı görülebildiğine göre, yardım etme davranışını açıklayan başka bilişsel etmenlerin etkili olabileceğini düşünmek mümkündür. Kendini düzenleme (selfregulation) becerisinin incelenmesi bu konuya farklı bir bakış açısı sunabilir. Kendini düzenleme becerisinin ahlaki davranışların ve sosyal kuralların güçlü bir yordayıcısı olduğuna ilişkin araştırma bulguları (Kochanska, 2002), olumlu sosyal davranışların ortaya çıkmasında etkili olabileceğini düşündürmektedir. Kendini düzenleme becerisi ve olumlu sosyal davranış arasındaki bağlantıların incelendiği çalışmalar, olumlu sosyal davranışlarda bulunan çocukların kendini düzenleme becerisinde daha iyi olduklarına ilişkin bulgular ortaya koymuştur (Örn., Carlo ve ark., 2012; Huyder ve Nilsen, 2012; Paulus ve ark., 2015; Wilson, 2003).

209

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

Kendini düzenleme becerisi, çocuğun belirli bir durumun bilişsel, duygusal ve sosyal isteklerine göre kendi davranışlarını, içsel ve zihinsel durumlarını kontrol edebilme ve değiştirebilme becerisi olarak tanımlanabilir (Blair ve Diamond, 2008; Derryberry ve Reed, 1996). Miyake ve arkadaşları (2000) mevut çalışma ve araştırmaları gözden geçirerek kendini düzenlemenin üç yönetici işlev bileşeni açısından incelendiğini belirtmektedirler. Bunlar: görev ya da zihinsel setler arasında geçiş yapmak, çalışma belleğinin içeriğinin güncellenmesi ve izlenmesi, baskın tepkilerin engellenmesidir. Dikkati kaydırabilme olarak da isimlendirilen “zihinsel setler arasında geçiş yapmak”, görevler veya zihinsel setler arasında dikkati kaydırabilme becerisini ifade etmektedir. İkinci işlev olan “çalışma belleğinin içeriğinin güncellenmesi ve izlenmesi” hali hazırdaki görevle ilgili gelen bilginin kodlanması ve izlenmesini, sonrasında ise çalışma belleğinde tutulan ve görevle artık ilgisi olmayacak bilgilerin uygun bir şekilde gözden geçirilmesini sağlar. Bir diğer işlev ise bireyin gerekli durumlarda istemli olarak baskın olan tepkilerini engelleyebilme yani “inhibisyon kontrolü” becerisidir. Yönetici işlevler bileşenlerinin olumlu sosyal davranış ile ilişkisini inceleyen bazı çalışmalarda her iki becerinin olumlu sosyal davranışlarla olumlu yönde ilişkili olduğuna dair sonuçlara ulaşılmıştır (Örn.,Blake, Piovesan, Montinari, Warneken ve Gino, 2014; Huyder ve Nilsen, 2012; Paulus ve ark., 2015; Wilson, 2003). Bu çerçevede küçük çocuklarda yardım etme davranışının kendini düzenleme ve zihin kuramı gibi bilişsel beceriler açısından incelenmesi elverişli olabilir. Çalışmada aşamalı prosedürü olan bir araçsal yardım etme görevi kullanmasının büyük ve küçük yaşlarda görülen araçsal yardım davranışları arasındaki düzey farklarını gösterebileceği düşünülmüştür. Ayrıca literatüre bakıldığında, bu değişkenler arasındaki ilişkilerin incelendiği çalışmalarda araçsal yardım etme davranışının daha önce aşamalı prosedür kullanılarak değerlendirilmediği de görülmektedir. Bu noktadan hareketle, bu çalışmada 36-59 aylık çocuklarda yaş ve alıcı dil düzeyi kontrol edildiğinde zihin kuramı ve kendini düzenleme becerilerinin aşamalı bir prosedürde ortaya çıkan araçsal yardım etme davranışlarındaki değişkenliğin ne kadarını açıkladığı incelenecektir. Yöntem Örneklem Araştırmanın çalışma grubunu İstanbul’da yer alan iki okul öncesi eğitim kurumunda bulunan 36- 47 aylık (3-4 yaş) 52 çocuk ve 48-59 aylık (4-5 yaş) 52 çocuk olmak üzere toplamda 104 çocuk (59 kız, 45 erkek; Yaş Ort.: 47.15, SS= 1.20) oluşturmaktadır.

www.nesnedergisi.com

210


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Çocukların demografik bilgileri incelendiğinde annelerin %1’i ilk ya da ortaokul, %23.1’i lise, %9.6’sı ön lisans, %46.2’si lisans ve %12.5’i yüksek lisans ve %7.7’sinin doktora mezunu olduğu görülmüştür. Babaların ise %3.9’u ilk ya da ortaokul, %24’ü lise, %7.7’si ön lisans, %53.8’i lisans, %6.7’si yüksek lisans ve %3.8’i doktora mezunudur. Çocukların ebeveynlerinin %98.1’i birliktedir. Çocukların kardeş sayılarına bakıldığında %56.7’sinin kardeşi olmadığı, %42.3’ünün bir, %1’inin ise iki kardeşi olduğu görülmüştür. Veri Toplama Araçları Çocuk Kişisel Bilgi Formu: Araştırmacı tarafından oluşturulan “Çocuk Kişisel Bilgi Formu” çocuğun yaşı, cinsiyeti, ebeveynlerinin eğitim düzeyi, kardeş sayısı ve yaşları hakkındaki sorulardan oluşmaktadır. Araçsal Yardım Etme Davranışı Görevi: 36-59 ay çocuklarının olumlu sosyal davranış becerilerini ölçmek için Svetlova ve arkadaşlarının (2010) çalışmasında kullanılan araçsal yardım etme görevinden yola çıkarak aşamalı bir prosedür hazırlanmıştır. Bu görevin amacı çocukların kendiliğinden yardım etmelerinden, yetişkinden gelen yardım talebine kadar uzanan bir yelpazede hangi düzeyde yardım ettiklerini belirlemektir. Böylece yardım gerektiren durumların farklı özelliklerinin temsil edilmesi amaçlanmıştır. Bu görevde, araştırmacı ve çocuğun oturabileceği uygunlukta birer sandalye, bir masa, bir kalemlik ve iki adet kalem kullanılmıştır. Araştırmacı ve çocuk masada karşılıklı oturmaktadır. Masanın üzerinde kâğıtlar ve kalemlik bulunmaktadır. Araştırmacı kâğıtlarla meşgulken farkına varmaksızın kalemliği çocuğun tarafına doğru kendine uzak bir yere düşürür. Görevde çocuktan kalemleri toplaması ve deneyi uygulayan kişiye vermesi beklenmektedir. Bu görev yardıma ihtiyacı olanın (araştırmacı) çocuğa vermiş olduğu ipuçlarına göre aşamalandırılmıştır. Her aşamada farklı bir ipucu 10 saniye süre ile verilmektedir (Bkz. Tablo 1). Çocuk düşen nesneyi topladığında araştırmacı ipucu vermeyi bırakır. Eğer çocuk yere düşen kalemi son aşamaya kadar getirmezse, araştırmacı herhangi bir tepki vermeden ve yorum yapmadan kalemi alıp, bu uygulamayı sonlandırmaktadır. Çocuğun kalemleri topladığı aşamaya göre puan verilmektedir. Bu aşamalarda beklenen davranış ve puan karşılığı Tablo 1’de gösterilmiştir. Alınabilecek en düşük puan 1; en yüksek puan 5’tir. Çocuğun, yetişkinin sözlü talebi sonrasında yardım etmesi itaat davranışı olarak tanımlanabileceği için, 5. ve 6. aşamalar tek bir puan olarak ele alınmış ve sonuç çıkarıcı analizlerde 5. ve 6. aşama birleştirilerek en düşük puan olarak kodlanmıştır.

211

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

Tablo 1 Araçsal Yardım Etme Davranışı Aşamaları Araçsal Yardım Etme Davranışı Aşamaları

Yardım Davranışının Kodlanması

1. Aşama

Çocuğun, kalemleri yere düşer düşmez vermesi (5 puan)

2. Aşama

Yetişkin kalemleri masada ararken çocuğun kalemleri vermesi (4 puan)

3. Aşama

Yetişkinin sırasıyla çocuğa ve kaleme baktığında çocuğun kalemleri vermesi (3 puan)

4. Aşama

Yetişkinin masanın üzerinden eğilerek kalemlere uzanmaya çalıştığında çocuğun kalemleri vermesi (2 puan)

5. Aşama

Yetişkin sözel istekte (kalemler yere düşmüş, verebilir misin?) bulunduğunda çocuğun kalemleri vermesi (1 puan)

6.Aşama

Çocuğun yardım etmemesi (1 puan)

Zihin Kuramı Ölçeği: Çocukların zihin kuramı becerisinin ölçümü için Wellman ve Liu (2004) tarafından geliştirilen “Zihin Kuramı Ölçeği” kullanılmıştır. Zihin Kuramı Ölçeği farklı istek, farklı kanı, bilgi erişimi, yanlış kanı ve saklı duyguyu değerlendiren görevlerden oluşan bir ölçektir. Kahraman (2012), Zihin Kuramı Ölçeği’nin Türkçe uyarlamasını yapmıştır. Bu çalışmada Kahraman’ın materyallere ilişkin yaptığı uyarlamanın yapısı bozulmayarak, zihin kuramı görevleri kullanılmıştır. Wellman ve Liu (2004) ölçeğin geçerlik güvenirlik çalışmasında yaşları 3578 ay arasında değişen 75 okul öncesiçocuk ile çalışmışlardır. Kişilerin zihinsel durumlarını anlamalarını değerlendirmek için farklı durumları içeren yedi farklı görev sunulmuştur. GuttmanveRaschileyapılan ölçek analizleri farklı istek görevinden, saklı duygu görevine kolaydan zora doğru ortaya çıkan zorluk sırasının olduğunu göstermiştir. Okul öncesi dönem çocukları için görevlerin en basitten en zora doğru sıralaması farklı istek, farklı kanı, bilgi erişimi, belirgin yanlış kanı, içerik yanlış kanı ve saklı duygu şeklindedir. Her bir görev için çocuklar 0 (kaldı) ya

www.nesnedergisi.com

212


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

da 1 (geçti) puan almaktadırlar. Ölçekten alınabilecek toplam puan 0-6 arasında değişmektedir. Ölçeğin Türkçe uyarlamasında, Kuder-Richardson yöntemi ile hesaplanan güvenirlik katsayısı .50 olarak bulunmuş, 30 çocuğa bir ay sonra tekrar uygulama yapılarak hesaplanan test-tekrar test güvenirliğine ilişkin korelasyon katsayısı ise .78 olduğu ve .01 düzeyinde anlamlı olduğu rapor edilmiştir (Kahraman, 2012). Kalem Tıklatma Görevi: Çocukların kendini düzenleme becerilerini ölçmek için Diamond ve Taylor’un (1996) geliştirmiş olduğu, araştırmacılar tarafından sıkça kullanılmakta olan (Blair ve Razza, 2007; Razza ve Blair, 2009) kalem tıklatma görevi (pegtappingtask) uygulanmıştır. Bu görev çocuğun yeni görevi aklında tutmasını, baskın olan ve olmayan tepki arasındaki uyuşmazlığı fark etmesini ve baskın olan tepkinin engellenmesi becerilerini gerektirmektedir. Görevde uygulanacak nesne çocuğa tanıtılarak oyunun kuralları anlatılmaya geçilir. “Şimdi seninle yeni bir oyun oynayacağız. Ben masaya bir kez vurduğumda (masaya bir kez vurulur ve nesne çocuğa verilir) senden masaya iki kez vurmanı istiyorum” denilir (Kural 1). Çocuğun art arda iki başarılı deneme göstermesine kadar devam edilir. Nesne geri alınır ve yeni kurala geçilir. “Ben masaya iki kez vurduğumda (masaya iki kez vurulur ve nesne çocuğa verilir) senden masaya bir kez vurmanı istiyorum” denilir (Kural 2). Çocuğun art arda iki başarılı deneme göstermesine kadar devam edilir. Çocuğun kuralları anlayıp anlamadığını test etmek için iki ön deneme yapılmaktadır. Çocuk başarılı olduğu takdirde test aşamasına geçilir ve 16 test denemesi uygulanır. Çocuğun vermiş olduğu her doğru cevap 1 puan olarak kaydedilir. Testin sonucunda en fazla 16 puan alınabilmektedir. Türkçe İfade Edici ve Alıcı Dil Testi (TİFALDİ): Bu test Türkçe alıcı ve ifade edici dil becerisini ölçmek için normları Berument ve Güven (2010) tarafından geliştirilmiş bir dil testidir. Test 2-12 yaş grubu ana dili Türkçe olan çocukların sözcük kazanımlarını değerlendirmek amacını taşımaktadır. Bu çalışmada testin Alıcı Dil Kelime Alt Testi uygulanmıştır.Çocuklara bireysel olarak uygulanan bu testte 104 madde bulunmaktadır. Testte her doğru yanıta 1 puan verilirken en az 0, en fazla 104 puan alınmaktadır. Bu testin test-tekrar test güvenirliği 2-12 yaş arasındaki 360 çocuğa testin 15 gün arayla iki kez uygulanması ile elde edilmiştir. Testin test-tekrar test güvenirliği .97 olarak bulunmuştur (p< .01). 104 maddenin Cronbachalpha iç tutarlılık katsayısı .99 olarak bulunmuştur. Yarıya bölme analizleri ile elde edilen tüm örneklem için Spearman-Brown değeri .99 olarak elde edilmiştir. Geçerlik çalışması için 6 yaşın altındaki çocuklar için Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE), 6 yaş üstü

213

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

çocuklara WÇZÖ-R Zekâ testi ve tüm yaş gruplarına da Peabody Kelime Testi uygulanmıştır (Berument ve Güven, 2010). TİFALDİ alıcı dil alt testi standart puanları Peabody Kelime Testi ile anlamlı bir korelasyon göstermezken, WÇZÖ-R sözel, performans ve genel puanları ile ve AGTE t puanları, dil-biliş puanları ile anlamlı korelasyon bildirilmiştir. Bu çalışmada çocukların alıcı dil becerilerinin ölçümü, değişkenler arasındaki ilişkiler üzerinde etkisi olabileceği düşünülerek kontrol amacıyla yapılmıştır. İşlem Veri toplama süreci 2015 yılı Mart-Nisan aylarında birinci araştırmacı tarafından yürütülmüştür. Uygulamalar iki okul öncesi eğitim kurumunda gerekli izinler alınarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmacı her bir çocuğun sınıfına önceden giderek yaklaşık 10 dakika zaman geçirmiştir. Bu esnada araştırmacı ve çocuklar tanışıp ilişki kurarak, çocuğun uygulamalardan önceki ısınma sürecine yardımcı olunmuştur. Daha sonra çocuklar kendi kurumlarında gürültü olmayan boş bir odaya götürülmüştür. Veriler iki oturumda toplanmıştır. İlk oturumda sırasıyla zihin kuramı ve araçsal yardım etme görevleri uygulanmıştır. İlk oturumun süresi her bir çocuğa göredeğişmeklebirlikte ortalama 15 dakika sürmüştür. Çocuklar ile yapılan ilk oturum uygulaması tamamlandıktan sonra çocukların öğretmenlerine demografik bilgi formları dağıtılmış ve kendilerinden her bir çocuk için bu formları doldurmaları istenmiştir. Bir hafta sonrasında yapılan ikinci oturumda ise kalem tıklatma görevi ve dil testinin uygulaması yapılmıştır. İkinci oturumun süresi de yaklaşık olarak 20 dakika sürmüştür. Bulgular Araştırmanın temel amacı, 3-4 yaşındaki çocukların zihin kuramı ve kendini düzenleme becerilerinin, araçsal yardım etme davranışlarının ne kadarını açıkladığını incelenmesiydi. Katılımcıların yardım davranışı, zihin kuramı, kendini düzenleme becerisi ve dil puanlarının ortalama ve standart sapma değerleri Tablo 2’de verilmiştir. Katılımcıların araçsal yardım etme davranışı görevinde yardımda bulundukları aşamalar ise Tablo 3’te sunulmuştur. Elde edilen bulgulara göre, 3 yaşındaki çocukların %15.4’ü kalem yere düşer düşmez vermiştir. Yine bu yaştaki çocukların %34.6’sı araştırmacı tarafından verilen farklı ipuçlarına göre yardım davranışı göstermiştir (2, 3 ve 4. aşama). Ayrıca bu yaştaki çocukların %48.1’inin yetişkinin sözel isteği sonucunda yardım davranışında bulunduğu görülürken, bir çocuk ise hiçbir yardım davranışında bulunmamıştır. 4 yaşındaki çocukların ise

www.nesnedergisi.com

214


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

%30.8’inin ilk aşamada yardım davranışı gösterdikleri, %27’sinin araştırmacı tarafından verilen farklı ipuçlarına göre yardım ettiği (2, 3 ve 4. aşama), %42.3’ünün ise yetişkinin sözel isteği sonucunda yardım davranışında bulunduğu görülmüştür. Tablo 2 Araştırmada Yer Alan Değişkenlere İlişkin Puanların Ortalama ve Standart Sapmaları 36-47 Ay

48-59 Ay

Toplam

N=52

N=52

N=104

Değişken

Ort.

S

Ort.

S

Ort.

S

Yardım Davranışı

2.13

1.47

2.67

1.75

2.40

1.32

Zihin Kuramı

2.01

1.14

3.26

1.20

2.64

1.32

Kendini Düzenleme

4.32

5.20

10.32

4.77

7.32

5.81

Alıcı Dil

38.44

13.88

59.51

16.87

48,98

18.67

Tablo 3 3 ve 4 Yaşındaki Çocukların Yardım Davranışı Gösterdikleri Aşamalar Araçsal Yardım Etme Davranışı Aşamaları

36-47 Ay

48-59 Ay

36-59 Ay

f

(%)

f

(%)

f

(%)

1. Aşama

8

15.4

16

30.8

24

23.1

2. Aşama

2

3.8

3

5.8

5

4.8

3. Aşama

5

9.6

3

5.8

8

7.7

4. Aşama

11

21.2

8

15.4

19

18.3

5. Aşama

25

48.1

22

42.3

47

45.2

6.Aşama

1

1.9

0

0

1

1

Not: Sonuç çıkarıcı analizlerde 5. ve 6. aşama birleştirilerek en düşük puan olarak hesaplanmıştır

215

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

Toplam olarak bakıldığında ise çocukların %23.1’i yetişkinin kalemi yere düşer düşmez, %4.8’i yetişkin masada kalemi aradığında, %7.7’si yetişkin kalemin yerde olduğunu görüp sırasıyla çocuğa ve kaleme baktığında, %18.3’ü yetişkin kaleme uzanmaya çalıştığında, %45.2’si yetişkinin sözel isteği sonucunda yardım davranışında bulunmuştur. Çalışmaya katılan bir çocuk ise hiçbir yardım davranışında bulunmamıştır. Araştırmada Yer Alan Değişkenler Arasındaki Korelasyonlara İlişkin Bulgular Çocukların yardım davranışı, zihin kuramı, kendini düzenleme becerisi, yaş ve dil puanları arasındaki ilişkiler Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon Katsayıları hesaplanarak incelenmiştir. Yapılan korelasyon analizi sonucunda yardım davranışı ile zihin kuramı (r= .39, p≤ .001) ve kendini düzenleme becerisi (r= .33, p≤ .001) arasında anlamlı ilişki olduğu görülmüştür. Ayrıca yardım davranışı ile çocukların yaşı (r= .22, p< .05) ve dil puanları (r= .25, p< .01) arasında da anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. Bu nedenle çocukların yaşı ve alıcı dil puanları kontrol edilerek, değişkenler arasındaki ilişkiler Kısmi Korelasyon Katsayıları ile hesaplanarak tekrar incelenmiştir. Sonuçlar Tablo 4’te gösterilmiştir.

Tablo 4 Araştırmada Yer Alan Değişkenlerin Yaş ve Dil Kontrol Edildikten Sonraki Kısmi Korelasyon Katsayıları Değişkenler

1

2

1. Yardım Davranışı

-

2. Zihin Kuramı

.30**

-

3. Kendini Düzenleme

.21*

.38***

3

-

* p< .05, ** p< .01, *** p≤ .001

Çocukların yaşı ve dil puanları kontrol edilerek yapılan kısmi korelasyon analizi sonucunda katılımcıların araçsal yardım etme davranışı görevinden almış oldukları puanlar ile zihin kuramı becerisi (r=.30, p< .01) ve kendini düzenleme becerisinden (r=. 21, p< .05) almış oldukları puanları arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür.

www.nesnedergisi.com

216


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Yardım Davranışının Yordanmasına İlişkin Bulgular Korelasyon analizlerinden elde edilen bulgular doğrultusunda, zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisi değişkenlerinden hangisi ya da hangilerinin ne düzeyde yardım davranışını yordayabileceği çoklu regresyon analizi ile incelenmiştir. Çocuğun yaşı ve dil puanları analize kontrol değişkenleri olarak; yardım davranışı bağımlı değişken olarak; zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisi bağımsız değişkenler olarak modele girilmiştir. Kontrol değişkenleri 1. aşamada, bağımsız değişken olan zihin kuramı 2. aşamada, kendini düzenleme becerisi 3. aşamada analize dâhil edilmiştir. Yapılan çoklu regresyon analizi sonuçları Tablo 5’de verilmiştir. Tablo 5 Yardım Davranışını Yordayan Değişkenler Analiz Aşaması 1

B

Std. Hata

β

t

.071*

.02

.03

.10

.84

.02

.01

.19

1.51

.00

.03

.01

.10

Dil

.00

.01

.03

.25

Zihin Kuramı

.45

.14

.36

3.10**

.00

.03

-.02

-.16

Dil

.00

.01

-.02

-.12

Zihin Kuramı

.38

.16

.31

2.47*

Kendini Düzenleme

.04

.04

.15

1.05

Yaş Dil

2

3

Yaş

Yaş

.081**

.009

F 3.85*

5.99***

4.77***

*p<. 05; **p<. 01; ***p≤ .001

Tablo 5’de görüldüğü üzere, çocukların yaşı ve dil becerileri birlikte modele alındığında yardım davranışını anlamlı olarak yordamakta ve yardım davranışlarında gözlenen değişkenliğin %7.1’ini açıklamaktadır. Bu değişkenlerin varyansa olan katkısı anlamlıdır (F(2, 101)= 3.85, p< .05). Ancak çocukların yaşı ve dil

217

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

becerilerinin her birinin, yardım davranışlarındaki değişkenliği açıklamada tek başına anlamlı katkısı yoktur. Bir sonraki aşamada zihin kuramı modele girmektedir. Yaş, dil becerileri ve zihin kuramı ise yardım davranışında gözlenen değişkenliğin %15.2’sini açıklamaktadır. Bu değişkenlerin varyansa olan katkısı anlamlıdır (F(2, 100)= 5.99, p< .01). Zihin kuramı becerisi yardım davranışını açıklamada tek başına %8.1’lik bir değişim ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca zihin kuramı becerisinin, yardım davranışındaki değişkenliği açıklamada tek başına anlamlı katkı sağladığı görülmüştür. Son olarak kendini düzenleme becerisi modele girmektedir. Yaş, dil becerileri, zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisi, yardım davranışında gözlenen değişkenliğin %16.2’sini açıklamaktadır. Bu değişkenlerin varyansa olan katkısı anlamlıdır (F(2, 99)= 4.77, p< .01). Kendini düzenleme becerisi, yardım davranışını açıklamada tek başına %1’lik bir değişim ortaya çıkarmaktadır. Ancak kendini düzenleme becerisinin, yardım davranışındaki değişikliği açıklamada tek başına anlamlı katkısı yoktur. Üçüncü modelde de, yardım davranışındaki değişkenliği açıklayan tek değişkenin zihin kuramı olduğu görülmüştür. Tartışma Bu çalışmada 3-4 yaş çocuklarındaki zihin kuramı ve kendini düzenleme becerilerinin olumlu sosyal davranışlarındaki değişkenliğin ne kadarını açıkladığı araştırılmıştır. Sonuçlar, zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım etme davranışı ile ilişkili olduğunu; hem zihin kuramı hem de kendini düzenleme becerisinin, çocukların yardım etme davranışındaki değişkenliğe katkısı bulunduğunu göstermiştir. Ancak yardım davranışındaki değişkenliği açıklamada, katkısı tek başına anlamlı olan değişken zihin kuramı becerisidir. Araştırmanın temel problemine geçmeden önce bu çalışmada yardım etme davranışına ilişkin elde edilen betimsel bulgulardan söz etmek olumlu sosyal davranış konusunda çalışan araştırmacılar açısından yararlı olabilir. Daha önce yapılan çalışmalarda yaşça büyük çocukların hem daha hızlı hem de daha fazla yardım ettikleri ve paylaştıkları (Brownell ve ark., 2013; Svetlova ve ark., 2010; Wu ve Su, 2014); olumlu sosyal davranışların yaşla birlikte arttığına yönelik bulgular mevcuttur (Bkz. Eisenberg ve ark., 2006). Bu çalışmada da benzer bir şekilde nesne yere düşer düşmez yardım etme girişiminde bulunan çocuk sayısı 48-59 aylık grupta daha fazladır. Bu bulgu, yaşça büyük çocukların küçük olanlara

www.nesnedergisi.com

218


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

göre yetişkine yardım etmek için harekete geçmede daha kendiliğinden ve hızlı davrandıkları, belirgin ipuçlarına daha az bağlı kaldıkları şeklinde yorumlanabilir. Yaşla birlikte artış gösteren birçok bilişsel beceri olduğu göz önüne alınırsa belki de olumlu sosyal davranışın gerçekleştiği aşamanın yaşa bağlı olarak farklılaşmasında başka etkenlerin devreye girdiğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Bu çalışmanın bulguları çocukların yaş ve dil becerileri kontrol edildiğinde dahi zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin, yardım davranışı ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte çocukların yaşı, dil, zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisi, birlikte olduklarında yardım davranışını daha güçlü açıklamışlardır (Bkz. Tablo 5). Bu bulgulara göre zihin kuramı becerisi yüksek olan çocukların, araçsal yardım etme davranışı görevinde daha kendiliğinden ve erken aşamalarda yardım ettikleri söylenebilir. Bir başka deyişle, zihin kuramı becerisi yüksek çıkan çocuklar yardım davranışını gerçekleştirmeden önce yetişkinden gelen ipuçlarına daha az ihtiyaç duymaktadırlar (Bkz. Tablo 3). Bu nedenle yardım davranışının ne zaman ortaya çıktığı konusunda çocuklara verilen ipucunun rol oynadığı ama bunun yanında zihin kuramı becerilerinin daha etkili olduğunu söylemek mümkündür. Bu sonuçlar, çocukların zihin kuramı becerisinin olumlu sosyal davranış ile ilişkili olduğu yönündeki önceki literatür bulguları ile tutarlıdır (Örn.,Razza ve Blair, 2009; Ruffman, Slade, Devitt ve Crowe, 2006; Takagishi, Kameshima, Schug, Koizumi ve Yamagishi, 2010; Wu ve Su, 2014). Watson, Nixon, Wilson ve Capage’in (1999) çalışmasında benzer bir şekilde çocukların yaş ve dil yetenekleri kontrol edildiğinde yanlış kanıları anlama becerilerinin öğretmenlerin değerlendirmiş olduğu sosyal davranışlar ile ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bir diğer çalışmada 3-4 yaş çocuklarının olumlu sosyal davranışları ile zihin kuramı becerileri arasında yine pozitif yönde ilişki bulunmuştur (Jenkins ve Astington, 2000). Huyder (2014) sosyal ilişkiler kurmada başarılı olan çocukların, karşısındaki kişilerin durumuna önem verdiklerini ve onlara dair farkındalık geliştirmeye başladıklarını ifade etmektedir. Başkalarının bakış açısını alma konusunda daha iyi olan çocuklar ise birlikte yapılan etkinliklerde ve sosyal ortamlarda sadece kendilerinin değil, başkalarının da farklı istek ve niyetleri olabileceğini anlayabilirler. Zihin kuramı becerisinin çocukların sosyal yönden uygun hareket etmelerini kolaylaştırması mümkündür. Hem bu açıklamalardan hem de çalışmanın bulgularından hareketle, diğerlerinin içsel ve zihinsel durumlarını anlayabilen çocukların, olumlu sosyal davranışları daha fazla ve gerektiğinde daha erken sergiledikleri söylenebilir. Ancak, dikkat edilmesi gereken bir diğer husus aşamalı araçsal yardım etme prosedürünün bu bağlantının ortaya çıkmasında bir etkisi olup olmadığı meselesidir. Aşamalı prosedür kullanılan olumlu sosyal davranış görevi yetişkinin giderek belirginleşen ipuçlarını içeren aşamalardan oluşmaktadır. Yetişkinin yere düşen

219

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

nesneye ihtiyacı olabileceği çıkarımını daha kolay yapan çocukların görevin erken aşamalarında yardım davranışı göstermeleri, benzer bir şekilde daha önce Wu ve Su’nun (2014) kullanmış olduğu paylaşma davranışı görevinde de görülmüştür. Aslında bu tür bir görevin, çocukların olumlu sosyal davranışlarında zihin kuramının etkisinin görülmesini kolaylaştıracağı düşünülebilir. Eğer çocukların araçsal yardım etme davranışları iki kategori (yardım etti ya da yardım etmedi) şeklinde kodlanmış olsaydı benzer bir sonuca ulaşılması mümkün olmayabilirdi. Bu çalışmada kendini düzenleme becerisinin çocukların yardım etme davranışları ile ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır, ancak kendini düzenleme becerisinin yardım davranışlarını açıklayıcılık gücünün, zihin kuramı becerisine göre daha düşük olduğu görülmüştür. Hatta zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin her ikisinin de modelde olduğu son aşamada, kendini düzenleme becerisinin, yardım davranışındaki değişkenliğin açıklanmasına anlamlı katkısı olmadığı bulunmuştur (Bkz. Tablo 5). Bu sonuç, çalışmanın dikkat çekici bir bulgusudur. Bulguların karşılaştırılabilmesi bakımından olumlu sosyal davranış, zihin kuramı ve yönetici işlevlerin ölçümü yapılan iki çalışma literatürde mevcuttur (Örn.,Huyder, 2014; Razza ve Blair, 2009). 3-6 yaş çocuklarının değerlendirildiği bu çalışmaların ilkinde, zihin kuramının yönetici işlevler ve dil becerilerinden bağımsız olarak olumlu sosyal davranış üzerinde etkisi olduğu bulunmuştur (Razza ve Blair, 2009). Diğer çalışmada ise çocukların sosyal davranışları ebeveynleri tarafından değerlendirilmiş ve çocukların sosyal davranışları üzerinde sadece zihin kuramı becerisinin etkisi olduğu sonucuna ulaşılmış, yönetici işlevlerin etkisi görülmemiştir. Hatta çocukların yaş, dil ve yönetici işlevler becerileri kontrol edildiğinde dahi zihin kuramının etkisi devam etmiştir (Huyder, 2014). Bu çalışmada yordayıcı değişkenler olan zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisi, yardım etme davranışı ile olduğu gibi kendi aralarında da ilişkili bulunmuştur (Bkz. Tablo 4). Her birinin kendi arasında ilişkili olması, değişkenler arasında aracı etki olup olmadığını düşündürebilir. Zihin kuramı modelde olduğunda kendini düzenleme becerisinin etkisini kaybetmesi nedeniyle kendini düzenleme becerisi ve yardım etme davranışı arasındaki ilişkide zihin kuramının aracı rolü oynayacağı akla gelebilir. Bu nedenle olumlu sosyal davranış, zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisi arasındaki ilişkilerin tekrar test edilmesi önem kazanmaktadır. Zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yanında dil gelişiminin de yardım davranışı ile ilişki göstermesi, olumlu sosyal davranışların karmaşık yapısına işaret etmesi bakımından önemlidir. Bu çalışmanın bulguları da önceki çalışmalarda nadir olarak gözlenen bu duruma (Cassidy, Werner, Rourke, Zubernis ve Balaraman, 2003) daha fazla dikkat çekilmesi gerektiğine işaret ediyor olabilir. Cassidy ve

www.nesnedergisi.com

220


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

arkadaşlarının (2003) çalışmasında, çocukların dil becerilerinin olumlu sosyal davranışlar ile zihin kuramına göre daha fazla ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu çalışmada davranış gözlemi, öğretmen ve akran puanlaması ile değerlendirilen olumlu sosyal davranışların her biri dil becerisi ile ilişkili çıkmıştır. Dil becerisi kontrol edilerek yapılan analizlerde, zihin kuramının açıklayıcılığının olumlu sosyal davranışın öğretmen ve akran değerlendirmesi ile yapıldığında beklenmedik bir şekilde ortadan kaybolduğu görülmüştür. Cassidy ve arkadaşları (2003) bu hususta dil becerisinin, çocuklarda hem zihin kuramı hem de olumlu sosyal davranışın kazanımını kolaylaştırdığını savunmaktadırlar. Dunn (1995), çocukların zihinsel durumlar hakkında konuşmaları anlamaları ve bu konuşmalara katılmalarının zihin kuramı gelişimlerine katkıda bulunduğunu belirtmektedir. Yine Cassidy ve arkadaşları (2003), dil becerilerinin çocukların pozitif yönlü sosyal etkileşimde bulunmalarında rol oynadığı, bu sayede onların prososyal eğilimlerinin artış gösterdiğini ifade etmektedirler. Her ne kadar tanımlayıcı bir çalışma olsa da bu konu ile yakın olduğu düşünülebilecek bir çalışma literatürde mevcuttur (Örn., Bergin, Bergin ve French, 1995). Bu çalışmada, ebeveynlerden 2-5 yaş arası çocukları için olumlu sosyal davranışı temsil edecek en iyi 20 özelliği belirtmeleri istenmiştir. Raporlamanın sonucunda çocukların kendilerini sözel ifade edebilme ve geniş bir kelime dağarcığına sahip olmaları bu listenin içerisinde kendine yer bulmuştur. Bir diğer ifadeyle, ebeveynler çocuklarını olumlu sosyal davranışlarda bulunan örnek bireyler olarak değerlendirirken, çocuklarının dil becerilerinin bu konuda önemli olduğunu belirtmişlerdir. Dil becerisinin, olumlu sosyal davranışların açıklanmasında katkısı olduğunu savunan bir diğer açıklama ise çocukların sözel becerilerinin olumlu sosyal davranış görevinin amacını ve yönergelerini anlamada yardımcı olduğu şeklindedir. Huyder (2014), çocukların davranışlarını yönlendirebilmek için görevin amacına uygun olarak kendileriyle içsel konuşmalar gerçekleştirmiş olabileceklerini, bu durumun da olumlu sosyal davranışlarda rol oynayabileceğini ifade etmektedir. Literatürde dil ve olumlu sosyal davranış arasındaki bağlantılara ilişkin tutarsız sonuçlar olmakla birlikte aslında bu çalışmaların sayısı yok denecek kadar azdır. Özellikle olumlu sosyal davranış değişkeni işin içine girdiğinde çocukların dil gelişimlerinin çalışmalarda ihmal edildiği görülmektedir. Olumlu sosyal davranış çalışmalarında dil becerilerinin daha kapsamlı değerlendirilmesi araştırmacılara yeni fikirler vermesi bakımından önemli olabilir. Bu çalışmanın bulguları, çocukların alıcı dil becerilerinin yardım davranışları ile ilişkili olduğunu göstermesine rağmen, ifade edici dil becerileri değerlendirilmediği için dil gelişiminin olumlu sosyal davranışlarda etkili olduğu yönünde genelleyici bir açıklama yapmak doğru olmayacaktır. Ancak gelecekte yapılacak çalışmalarda hem alıcı hem ifade edici dil becerilerinin olumlu sosyal davranışlar ile ilişkisinin detaylı bir şekilde

221

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

incelenmesiyle birlikte alanda bu konudaki tartışmaların cevaplanması daha kolaylaşacaktır. Bu çalışmaya katılan çocuklar, Türkiye’nin metropol şehri olan İstanbul’da bulunan kreşlerden seçilmiştir. Bununla birlikte çocukların normal gelişim göstermesi katılımcı grubun oluşturulmasında dikkat edilen bir ölçüttür. Bu nedenle, çocukların yardım davranışlarını açıklamada zihin kuramı becerisinin önemli katkısı olduğu yönünde elde edilen bulguların normal gelişim gösteren ve okul öncesi dönemde eğitim alan çocuklarda görüldüğünü belirtmek gerekir. Ayrıca birbirinden farklı yerleşim yerleri ve sosyoekonomik düzeylerden oluşan bir katılımcı grubu üzerinde bu değişkenler arasındaki ilişkilerin araştırılması, hem genellenebilirliği kolaylaştıracak hem de literatüre katkı sağlayacaktır. Farklı kültürel alt yapıya sahip olmanın ve sosyalleşme süreçlerinin çocukların olumlu sosyal davranışlarına etkisi bazı çalışmalarda zaten gösterilmiştir (Brownell ve ark., 2013; Spivak ve Howes, 2011). Bununla birlikte eğitim düzeyi düşük ebeveynlere sahip olmanın yanı sıra, herhangi bir okul öncesi kuruma gitmemek çocukların dil gelişimleri üzerinde olumsuz etki yaratabilir. Dil gelişiminin zihin kuramı üzerindeki belirleyici etkisi bazı çalışmalarda görülmektedir (örn. Cassidy ve ark., 2003). Bu durum göz önüne alındığında, dil gelişimi daha düşük düzeyde olan çocukların zihin kuramı becerilerinin de benzer şekilde düşük çıkması beklenebilir. Dolayısıyla farklı yerlerde yaşayan, erken aylarda eğitim almayan ve zihin kuramı becerisi daha düşük düzeyde çıkan çocukların yardım etme davranışlarında bu tür bilişsel faktörlerin ne derece etkili olduğu sorularının araştırılması alanda başka sonuçları da beraberinde getirebilir. Sonuç olarak, bu çalışmanın bulguları, 3-4 yaşındaki çocukların araçsal yardım etme davranışlarındaki değişkenliği açıklamada, çocukların ortamın gerektirdiği koşullar doğrultusunda kendi davranış ve bilişsel durumlarını düzenleyebilmelerinden ziyade, diğerlerinin durumlarını anlayabilmenin daha fazla katkıda bulunduğunu göstermektedir. Bir diğer ifadeyle, kendiliğinden ve erken aşamalarda yardım etme davranışında bulunanların, zihin kuramı gelişimi daha yüksek düzeyde olan çocuklar olduğu görülmektedir. Kaynaklar Astington, J. W. ve Jenkins, J. M. (1995). Theory of mind development and social understanding. Cognition & Emotion, 9(2-3), 151-165. Bergin, C. A., Bergin, D. A. ve French, E. (1995). Preschoolers' prosocial repertoires: Parents' perspectives. Early Childhood Research Quarterly, 10(1), 81-103.

www.nesnedergisi.com

222


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Berument, S. K. ve Güven, A. (2010). Tifaldi Türkçe İfade Edici ve Alıcı Dil Testi. Türk Psikologlar Derneği, Ankara. Blair, C. ve Diamond, A. (2008). Biological processes in prevention and intervention: The promotion of self-regulation as a means of preventing school failure. Development and Psychopathology, 20(3), 899-911. Blair, C. veRazza, R. P. (2007). Relating effortful control, executive function, and false belief understanding to emerging math and literacy ability in kindergarten. Child Development, 78(2), 647-663. Blake, P. R., Piovesan, M., Montinari, N., Warneken, F. ve Gino, F. (2015). Prosocial norms in the classroom: The role of self-regulation in following norms of giving. Journal of Economic Behavior & Organization, 115, 1829. Brownell, C. A., Svetlova, M., Anderson, R., Nichols, S. R. ve Drummond, J. (2013). Socialization of early prosocial behavior: parents’ talk about emotions is associated with sharing and helping in toddlers. Infancy, 18(1), 91-119. Capage, L. ve Watson, A. C. (2001). Individual differences in theory of mind, aggressive behavior, and social skills in young children. Early Education and Development, 12, 613-628. Carlo, G., Crockett, L. J., Wolff, J. M. ve Beal, S. J. (2012). The role of emotional reactivity, self-regulation, and puberty in adolescents' prosocial behaviors. Social Development, 21(4), 667-685. Carpenter, M., Akhtar, N. veTomasello, M. (1998). Fourteen-through 18-month-old infants differentially imitate intentional and accidental actions. Infant Behavior and Development, 21(2), 315-330. Cassidy, K. W., Werner, R. S., Rourke, M., Zubernis, L. S. veBalaraman, G. (2003). The relationship between psychological understanding and positive social behaviors. Social Development, 12(2), 198-221. Derryberry, D. ve Reed, M. A. (1996). Regulatory processes and the development of cognitive representations. Development and Psychopathology, 8, 215-234.

223

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

Diamond, A. ve Taylor, C. (1996). Development of an aspect of executive control: Development of the abilities to remember what I said and to “Do as I say, not as I do”. Developmental Psychobiology, 29, 315-334. Dunfield, K., Kuhlmeier, V. A., O’Connell, L. ve Kelley, E. (2011). Examining the diversity of prosocial behavior: Helping, sharing, and comforting in infancy. Infancy, 16(3), 227-247. Dunn, J. (1995). Children as psychologists: The later correlates of individual differences in understanding of emotions and other minds. Cognition & Emotion, 9(2-3), 187-201. Eisenberg, N., Fabes, R. A. veSpinrad, T. L. (2006). Prosocial behavior. W. Damon, R. M. Lerner (Ed.), Handbook of child psychology (6. Baskı, Cilt: 3) Social, emotional, and personality development(N. Eisenberg) içinde (646-718). New York: Wiley. Huyder, V. ve Nilsen, E. S. (2012). A dyadic data analysis of executive functioning and children's socially competent behaviours. Journal of Applied Developmental Psychology, 33(4), 197-208. Huyder, V. (2014). Learning to cooperate: The Impact of executive functioning, theory of mind and externalizing behaviours on children’s social functioning (Doctoral dissertation). University of Waterloo. Jenkins, J. M. veAstington, J. W. (2000). Theory of mind and social behavior: Causal models tested in a longitudinal study. Merrill-Palmer Quarterly, 46, 203-220. Kahraman, O. G. (2012). Zihin kuramına dayalı eğitim programının 48-60 aylık çocukların bilişsel bakış açısı becerileri ve prososyal davranışları üzerindeki etkisinin incelenmesi (Yayımlanmamış doktora tezi). Gazi Üniversitesi, Ankara. Karakelle, S. (2012). Zihin kuramı gelişiminde kardeş etkisi: İkizler, tek kardeşliler ve tek çocukların karşılaştırılması. Türk Psikoloji Yazıları, 15(29), 43-52. Kochanska, G. (2002). Committed compliance, moral felt, and internalization: A mediational model. Developmental Psychology, 38, 339-351.

www.nesnedergisi.com

224


DOI: 10.7816/nesne-04-08-03

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Laible, D., Carlo, G., Murphy, T., Augustine, M. veRoesch, S. (2014). Predicting children's prosocial and cooperative behavior from their temperamental profiles: A person centered approach. Social Development, 23(4), 734-752. Miyake, A., Friedman, N., Emerson, M., Witzki, A., Howerter, A. ve Wager, T. D. (2000). The unity and diversity of executive functions and their contributions to complex “frontal lobe” tasks: A latent variable analysis.Cognitive Psychology, 41, 49-100. Paulus, M., Licata, M., Kristen, S., Thoermer, C., Woodward, A. veSodian, B. (2015). Social understanding and self-regulation predict pre-schoolers’ sharing with friends and disliked peers A longitudinal study. International Journal of Behavioral Development, 39(1), 53-64. Paulus, M. ve Moore, C. (2014). The development of recipient-dependent sharing behavior and sharing expectations in preschool children.Developmental Psychology, 50(3), 914-921. Peterson, C. C., Slaughter, V. P. ve Paynter, J. (2007). Social maturity and theory of mind in typically developing children and those on the autism spectrum. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 48(12), 1243-1250. Pettygrove, D. M., Hammond, S. I., Karahuta, E. L., Waugh, W. E. ve Brownell, C. A. (2013). From cleaning up to helping out: Parental socialization and children's early prosocial behavior. Infant Behavior and Development, 36(4), 843-846. Razza, R. A. ve Blair, C. (2009). Associations among false-belief understanding, executive function, and social competence: A longitudinal analysis. Journal of Applied Developmental Psychology, 30(3), 332-343. Ruffman, T., Slade, L., Devitt, K. ve Crowe, E. (2006). What mothers say and what they do: The relation between parenting, theory of mind, language and conflict/cooperation. British Journal of Developmental Psychology, 24(1), 105-124. Rushton, J. P. (1982). Altruism and society: A social learning perspective. Ethics, 92,425-446. Spivak, A. L. ve Howes, C. (2011). Social and relational factors in early education and prosocial actions of children of diverse ethnocultural communities. Merrill-Palmer Quarterly, 57(1), 1-24.

225

www.nesnedergisi.com


Aydın, M. Ş. ve Karakelle, S. (2016). 3-4 Yaş çocuklarında zihin kuramı ve kendini düzenleme becerisinin yardım davranışları üzerindeki etkisi. Nesne, 4(8), 205-226.

Svetlova, M., Nichols, S. R. ve Brownell, C. A. (2010). Toddlers’ prosocial behavior: From instrumental to empathic to altruistic helping. Child Development, 81(6), 1814-1827. Takagishi, H., Kameshima, S., Schug, J., Koizumi, M. ve Yamagishi, T. (2010). Theory of mind enhances preference for fairness. Journal of Experimental Child Psychology, 105(1), 130-137. Warneken, F., Chen, F. veTomasello, M. (2006). Cooperative activities in young children and chimpanzees. Child Development, 77(3), 640-663. Warneken, F. veTomasello, M. (2006). Altruistic helping in human infants and young chimpanzees. Science, 311(5765), 1301-1303. Warneken, F. veTomasello, M. (2009). The roots of human altruism. British Journal of Psychology, 100(3), 455-471. Warneken, F. veTomasello, M. (2013). Parental presence and encouragement do not influence helping in young children. Infancy, 18(3), 345-368. Watson, A. C., Nixon. C. L., Wilson, A. veCapage, L. (1999). Social interaction skills and theory of mind in young children.Developmental Psychology, 35(2), 386-391. Wellman, H. M., Cross, D. ve Watson, J. (2001). Metaanalysis of theoryofmind development: the truth about false belief. Child Development, 72(3), 655684. Wellman, H. M.ve Liu, D. (2004). Scaling of theoryofmindtasks. Child Development, 75(2), 523-541. Wilson, B. J. (2003). The role of attentional processes in children's prosocial behavior with peers: Attention shifting and emotion. Development and Psychopathology, 15(2), 313-329. Wu, Z. ve Su, Y. (2014). How do preschoolers’ sharing behaviors relate to their theory of mind understanding?. Journal of Experimental Child Psychology, 120, 73-86. Yağmurlu, B. (2014). Relations among sociocognitive abilities and prosocial behavior. Journal of Child and Family Studies, 23(3), 591-603.

www.nesnedergisi.com

226


DOI: 10.7816/nesne-04-08-04

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Türkiye’de Sosyal Medya Kullanıcılarının Suriyeli Mültecilere İlişkin Sosyal Temsilleri1 Fatih ÖZDEMİR2, Bengi ÖNER-ÖZKAN3 ÖZ Suriyeli mülteciler krizi beş yılı aşkın bir süredir hem Türkiye ve diğer komşu ülkelerde hem Avrupa ülkelerinde etkisini artırarak sürdürürken, mülteciler sığındıkları ülkelerde topluma uyum sağlayamamakta ve sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Türkiye'de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsillerini nitel bir yaklaşım ile araştırmaktır; çünkü sosyal temsiller Suriyeli mülteciler ve Türkiye toplumunun entegrasyon sürecince yaşadığı problemleri ve Suriyeli mültecilere yönelik sosyal dışlanmanın nedenlerini gösterebilir. Bu doğrultuda, Türkiye'de sıklıkla kullanılan sosyal sözlüklerden edinilmiş 98 girdi araştırmacılar tarafından değerlendirilmiş ve yedi tematik birim oluşturulmuştur. Tematik birimler (i) Suriyeli mültecilerin algılanan olumsuz özellikleri, (ii) Suriyeli mülteciler sebebi ile Türkiye'de algılanan tehditler, (iii) Türkiye hükümetinin Suriyeli mülteciler politikasına ilişkin eleştiriler, (iv) Suriyeli mültecilere ilişkin pozitif tutumlar, (v) Suriyeli mültecilerin algılanan politik önemi, (vi) algılanan Suriyeli mülteciler problemine ilişkin önerilen çözümler ve (vii) Suriyeli mülteciler konusuna ilişkin diğer eleştirileri yansıtmaktadır. Bulgular Suriyeli mültecilerin Türkiye toplumuna sosyal uyumunu sağlamak adına kullanılabilecek yararlı bilgiler sağlamaktadır. Anahtar Kelimeler: göçmenlik, Suriyeli mülteciler, sosyal medya kullanıcıları, Türkiye toplumu, sosyal temsil, sosyal dışlanma

Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

1

Mevcut araştırma İtalya'nın Milano kentinde düzenlenen 14. Avrupa Psikoloji Kongresi'nde (2015, Temmuz) sözlü bildiri olarak sunulmuştur. Araştırma Görevlisi, Doktora Adayı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, E-Posta: psyfatihozdemir(at)gmail.com 3 Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, E-Posta: bengi(at)metu.edu.tr 2

227

www.nesnedergisi.com


Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

Social Representations of Social Media Users toward Syrian Refugees in Turkey

ABSTRACT While the Syrian refugees crisis has increasingly continued its effect in both Turkey and other neighboring countries and European countries for more than five years, refugees do not adapt themselves to society in country of asylum, and are exposed to social exclusion. The purpose of the study is to explore social representations of social media users toward Syrian refugees in Turkey with a qualitative approach; because social representations may indicate the problems in the integration process of Syrian refugees and Turkish society, and the reasons of social exclusion toward Syrian refugees. Accordingly 98 entries, which were taken from frequently used social dictionaries in Turkey, were evaluated by researchers and seven thematic units were formed. Thematic units reflect (i) perceived negative features of Syrian refugees, (ii) perceived threats in Turkey due to Syrian refugees, (iii) criticisms toward Syrian refugees policy of Turkish government, (iv) positive attitudes toward Syrian refugees, (v) perceived political importance of Syrian refugees, (vi) proposed solutions toward perceived Syrian refugees problem, and (vii) other criticisms toward Syrian refugees issue. Findings provide useful information which can be used to enable the social adaptation of Syrian refugees into Turkish society. Keywords: immigration, Syrian refugees, social media users, Turkish society, social representation, social exclusion

www.nesnedergisi.com

228


DOI: 10.7816/nesne-04-08-04

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Suriyeli mülteci krizi beş yılı aşkın bir süredir hem Türkiye ve diğer komşu ülkelerde hem de Avrupa ülkelerinde etkisini artırarak sürdürmektedir. Avrupa tarihinde Nazi olaylarından sonra yaşanan en büyük göç dalgası olarak nitelendirilen bu süreçte (AB Haber, 2015) Türkiye önemli bir role sahiptir ve bu göç dalgasının yükünü önemli ölçüde üstlenmiştir. Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı (2016) veri tabanına göre, halihazırda iki buçuk milyondan fazla kayıtlı Suriyeli mülteci Türkiye sınırları içerisinde bulunmaktadır ve Türkiye'de bulunan Suriyeli mültecilerin demografik özellikleri incelendiğinde, yaklaşık %53'lük bölümünün 18 yaş altı kişilerden oluştuğu görülmektedir. Ülkemizde, Suriyeli mültecilerin kaldığı toplam 23 mülteci kampı Adana, Adıyaman, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Mardin, Osmaniye ve Şanlıurfa şehirlerinde bulunmaktadır ve bunlara ek olarak iki kampın daha inşaatı devam etmektedir. Bu kamplarda yaklaşık 300 bin kişi yaşamını sürdürmeye çalışırken, geri kalan kısım ise başta İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirler olmak üzere ülkenin çeşitli şehirlerinde yaşam mücadelesi vermektedir (Regional Refugeeand Resilience Plan 2016-2017). Bölgede devam eden istikrarsızlık ve Türkiye'nin Avrupa Birliği ile mütabakata vardığı ''mültecilere ilişkin geri kabul anlaşması'' göz önüne alındığında, Türkiye'de bulunan mülteci sayısının daha da artması muhtemeldir. Türkiye hükümeti 2013 yılında, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nu kabul etmiş ve mültecilerin barınma, beslenme, sağlık, eğitim vb. fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarının Avrupa standartlarına göre karşılanmasını amaçlamıştır. Aynı zamanda, cinsiyet temelli şiddet ve çocuk istismarı gibi olumsuz durumları önlemek, kamplardaki günlük işleyişi sürdürmek ve mültecilerin yaşam standartlarını iyileştirmek adına Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı ile iş birliğine gidilmiştir. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği ise mülteciler için Türkiye hükümetine maddi ve teknik destekte bulunmuş ve Suriye krizinin başlangıcından bu yana Türkiye hükümetine yaklaşık 350 milyon euro finansal kaynak sağlamıştır (Delegation of the European Unionto Turkey, 2016). Hükümet Avrupalı devletler ile imzaladığı yeni anlaşmalarla önümüzdeki yıllarda Türkiye'ye yapılacak maddi yardımın artırılması hedeflemektedir (European Commission, 2016). Maddi ve teknik yardımlar, mültecilerin yaşam şartlarını iyileştirmek adına önem teşkil etmektedir, ancak mültecilerin günlük ve sosyal problemlerinin çözümünde yetersiz kalınmaktadır. Özellikle, Suriyeli mülteciler ve ülkenin yerel halkı arasındaki huzursuzluk ve çatışma ortamı, Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal dışlanmayı güçlendirmektedir. Bir diğer deyişle, mültecilerin yaşam koşullarını iyileştirirken maddi koşulların yanı sıra sosyo-psikolojik etmenler de dikkate alınmalı ve yerel halk ile entegrasyonu sağlanmalıdır.

229

www.nesnedergisi.com


Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

Sosyal temsiller Suriyeli mülteciler ve Türkiye toplumunun entegrasyon sürecince yaşanan problemlerin ve Suriyeli mültecilere yönelik sosyal dışlanmanın nedenlerini gösterebilir. Sosyal temsil kavramı sosyal grubun ortak gerçekliğini yansıtan ve sosyal bağlantılar ile gelişen ve paylaşılan bilgi biçimi olarak tanımlanmaktadır (Parker, 1987) ve kişilerin sosyal davranışlarını etkilemekte ve diğer kişilerle ya da gruplarla olan ilişkilerini şekillendirmektedir. Bu temsiller ve zihinsel setler ile, kişiler çevrelerinde olanları anlamlandırmakta ve alışılmadık olanı alışıldık hale getirmektedir (Moscovici, 1984; Walmsley, 2004). Mevcut çalışmanın amacı, Türkiye'de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsillerini nitel bir yaklaşım ile değerlendirmektir. Araştırmanın yöntem ve bulgular kısmına geçmeden önce, Türkiye hükümetinin mülteci, sığınmacı ve göç konularına ilişkin yaklaşımına ve mevcut çalışma kapsamında kullanılan mülteci kavramının anlamına sonraki bölümde değinilecektir. Türkiye'de Sığınmacı ve Mülteci Kavramları Ekonomik, sosyal ve politik olumsuzluklardan ötürü her yıl yüzbinlerce masum insan kendi ülkelerini terk edip, yabancı bir ülkede daha güvenli bir yaşam ve daha iyi bir gelecek bulabilme umudu ile yola çıkmakta ve bu uzun yolculukta bilinmeyen geleceklerine doğru yürümektedir. Açlık, ekonomik problemler, doğal felaketler, savaşlar, zulüm korkusu ve insan hakları ihlalleri gibi nedenler ile kendi ülkelerini terk edip, çocuklarını güvenli bir ortamda yetiştirmek hayali ile başka ülkelere sığınmaktadır (Manap-Kırmızıgül, 2008). Ne yazık ki, bu kişiler bir umut ile sığındıkları ülkelerde yeni sıkıntılar ile karşılaşmakta ve hukuki, ekonomik, sosyal, kültürel ve etnik baskılara maruz kalmaktadır (Marfleet, 2006). Mültecilerin Türkiye'deki konumunu anlamak adına hukuki statülerini netleştirmek gerekir. Türkiye hükümeti 11 Nisan 2013 tarihinde, 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nu kabul edene kadar, Birleşmiş Milletler bünyesinde imzaladığı 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi'ni temel alarak vatandaşı olduğu ülkede meydana gelen siyasi olaylar ya da çeşitli baskılardan ötürü Türkiye'den korunma talep eden yabancıları mülteci veya sığınmacı kavramları ile tanımlamış ve hukuki statülerini belirlemiştir. Ancak Cenevre Sözleşmesi Avrupa merkezli bir sözleşme olup, toprak ve zaman kriterlerine dayalıdır; bu sebeple 1 Ocak 1951 tarihinden önce Avrupa'da gerçekleşen olaylardan ötürü zulme uğrayan ve diğer ülkelerden korunma talep eden kişileri mülteci olarak tanımlamaktadır. 1967 yılında sözleşmenin zaman kriteri kaldırılmış olsa da toprak-temelli yaklaşımı korunmuştur. 1968 yılında Türkiye hükümeti tarafından da kabul edilen bu ek protokol yalnızca Avrupa'dan gelen kişilerin mülteci olarak tanımlanmasına neden olmuştur. Türkiye hükümeti Avrupa ülkeleri dışındaki ülkelerden gelen ve korunma talep eden kişileri ise sığınmacı olarak isimlendirmiştir. Kişiler tanımlanırken

www.nesnedergisi.com

230


DOI: 10.7816/nesne-04-08-04

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

mülteci ya da sığınmacı olarak ayrılsa da Türkiye'de uygulanan yükümlülükler iki grup için de aynıdır. Arap Baharı ve Türkiye'nin komşu ülkelerinde yaşanan sorunlar sebebi ile gerçekleşen yoğun göç dalgası korunma amacı ile Türkiye'ye gelen yabancıların hukuki statüsünün yeniden tanımlanmasını bir ihtiyaç haline getirmiş ve bu doğrultuda 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (2013) kabul edilmiştir. Bu kanun ile kendi ülkesini zulme uğrama korkusuyla terk edip Türkiye'den korunma talep eden yabancılar mülteci ve sığınmacı kavramları yerine mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma terimleri ile tanımlanmakta ve Avrupa'dan gelen yabancılar mülteci ismini alırken, Avrupa dışından gelenler şartlı mülteci olarak adlandırılmaktadır. İkincil koruma statüsü ise mülteci ve şartlı mülteci koruma alanlarına uymayan durumlarda uygulanmaktadır ve kitlesel göç durumundan ziyade kişiye özgü uygulanan koruma şeklidir. Bu şartlar altında Suriye'yi terk ederek Türkiye hükümetinden korunma talep eden yabancılar geçici koruma altındaki şartlı mülteciler olarak tanımlanabilir (Suriyeli yabancıların Türkiye'deki statüsüne ilişkin detaylı bilgi için; Cihangir, 2015). Ancak mevcut çalışmada Suriyeli yabancıların Türkiye'deki statüsünden bahsedilirken şartlı mülteci terimi yerine mülteci kavramı kullanılmıştır. Bunun nedeni, Türkiye halkının bahsedilen hukuki ayrıma ilişkin yeterince bilgisinin olmaması ve Suriyeli yabancıların sosyolojik anlamda ve halk dilinde mülteci olarak tanımlanmasıdır. Mülteci kavramının tanımına paralel olarak, Türkiye'nin detaylı ve etkili bir mülteci politikasının olduğu hala söylenememektedir. Çoğu mülteci Türkiye'yi Avrupa ülkelerine geçişte transit bir durak olarak kullanmaktadır (Kutlu, 2002); bu sebeple, bu kişiler ülkenin ekonomik ve sosyal yaşamına entegre edilmemektedir. Sosyal statüsü bulunmayan bu kişiler, Türkiye'nin toplum sistemine yabancılaşmakta ve ''diğer'' olarak adlandırılmaktadır. Toplumun önyargıları da bu sürece eklendiğinde, mültecilerin yaşam koşulları daha da ağırlaşmaktadır. Bu sebepledir ki mültecilerin Türkiye toplumuna uyum problemi yaşadıkları ve toplumun sosyal yapısını ve kültürünü anlayamadıkları ya da anlamakta zorlandıkları gözlemlenmektedir. Uyum problemi kişilerin korunma, barınma, eğitim, çalışma ve sağlık gibi temel haklarını karşılayamamalarına neden olmaktadır. Sosyal entegrasyon sağlanamadığı ve mültecilerin sosyal hakları hükümet tarafından korunmadığında, mülteciler ve Türkiye halkı arasındaki sınırlar daha da keskinleşecek ve bu durum toplum uyumuna zarar vererek iki karşıt grup oluşumuna neden olacaktır (Manap-Kırmızıgül, 2008). Günümüzde, Türkiye'deki gazeteler ve televizyon kanalları Suriyeli mülteciler ve yerel halk arasındaki artan çatışma durumunu sıklıkla göstermektedir. Bu durumu önlemek ve sosyal uyumu

231

www.nesnedergisi.com


Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

korumak adına, Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal dışlanmanın nedenleri netleştirilmelidir. Sosyal dışlanma kavramına sonraki bölümde değinilecektir. Suriyeli Mültecilere İlişkin Sosyal Dışlanma Irk, millet, etnik, din, kültür, cinsiyet, sınıf, vb. etmenlere dayanan sembolik sınırlar sosyal eşitsizliğin ve hiyerarşinin temelini oluşturmaktadır. Bu sınırlar grup farklılıklarını vurgulamakta ve ''biz'' ve ''onlar'' kavramlarının sosyal inşasına yardım etmektedir. Bir başka deyişle, sosyal sınıflandırma süreçleri ile kişiler, birey ve grup kimliklerini oluşturmakta ve sosyal karşılaştırmalar ile ''Ben kimim'' ve ''Biz kimiz'' sorularına cevap bulmaktadır (Tajfel ve Turner, 1979; Turner, 1999). Bu süreç aynı zamanda, toplumun avantajlı ve dezavantajlı gruplarını belirlemekte, oluşturduğu sosyal hiyerarşi ile toplumda gruplar arası kaynak dağılımını şekillendirmektedir (Bali, 2008). Sembolik sınırlardan ötürü bazı görece dezavantajlı kişi veya gruplar kendilerini topluma entegre edememekte ve sosyal sisteme katılım gösterememektedir. Sosyal dışlanma (socialexclusion) diye adlandırılan bu süreçte, sembolik farklılıklar ayrımcı söylemlere ve sosyal, ekonomik, politik ve kültürel bariyerlere sebep olup, kişileri mevcut sosyal sistemin dışına itmektedir (Adaman ve Ardıç, 2008; Duffy, 1995; Ryan, 2007). Sosyal dışlanma mültecilerin hayatını zorlaştıran konuların başında gelmektedir (Alba, 2005; Bail, 2008). Toplumun baskın özelliklerinden ayrışan sembolik farklılıklar, mültecilerin dış-grup olarak nitelendirilmesine yol açmakta ve dezavantajlı pozisyonlarını kuvvetlendirmektedir (Özkan, 2007; Silver, 1995). Sosyal dışlanmanın doğurduğu dezavantajlı pozisyon pek çok olumsuz sonucu beraberinde getirmektedir. İlk olarak, mültecilerin zorlu yaşam şartları ve uyum süreçleri psikolojik ve duygusal problemlere neden olmakta ve kişilerin öz-saygı ve öz-değer algılarına zarar vermektedir. Aynı zamanda mülteciler, ciddi ekonomik sorunlarla karşılaşmakta ve özellikle barınma ve çalışma ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekmektedir. Bunların yanı sıra kişiler, politik bariyerlerden dolayı, yerel halkın sahip olduğu haklardan yararlanamamaktadır (Ünsal, 2012). Özet olarak bulgular göstermektedir ki sosyal dışlanma ekonomik, politik, sosyal, psikolojik ve kültürel boyutları ve olumsuz sonuçları olan çok yünlü bir kavramdır. Sosyal dışlanmaya maruz kalmış mülteciler pek çok düzlemde yerel halk ile eşit haklara sahip değildir. Bu durum mülteciler ve yerel halk arasındaki farklılığı ve çatışmayı arttırabilir. Mülteciler temel ihtiyaçlarını karşılayamadıklarında, mevcut dezavantajlı konumlarını yasal olmayan yollar ile geliştirmeye çalışabilir. Ayrıca algılanan kısıtlama ve sosyal eşitsizlik sebebi ile kişiler, saldırgan davranışlar

www.nesnedergisi.com

232


DOI: 10.7816/nesne-04-08-04

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

sergileyebilir ve sosyal yapıya zarar verebilir. Ek olarak, kendilerini yerel halkın gerçek bir üyesi olarak göremeyen mülteciler daha iyi bir yaşam umuduyla geldikleri ülkenin kurallarına ve otoritesine uyum gösteremediğinde, bu durumun kaotik bir ortama yol açabileceği düşünülmektedir. Sosyal dışlanma ve etkileri sosyoloji ve psikoloji literatürlerinde sıklıkla kullanılan göreli yoksunluk teorisi (Crosby, 1976; Gurr, 1970; Runciman, 1966) ile incelenebilir. Teoriye göre Suriyeli mülteciler yerel halkın kendilerine kıyasla daha iyi koşullara sahip olduğunu fark ettiğinde, o imkanları kendileri için de istediğinde ve daha iyi koşulları hak ettiklerini düşünüp mevcut eşitsizliğin nedenini mevcut sosyal, ekonomik ve politik düzende gördüklerinde maruz kaldıkları bu sosyal dışlanma yoksunluğa sebep olabilir. Kişilere yoksunluğu giderecek imkanlar sunulmadığında, yoksunluk durumu bireysel düzeyde kişilerin iyi olma halini olumsuz şekilde etkilerken, grup seviyesinde de otorite figürüne, hükümete ve yerel halka karşı şiddet içeren davranışlara sebep olabilmektedir. Yukarıda ifade edilen nedenlerden dolayı, çatışma ortamını ve sosyal dışlanmayı önlemek adına hükümet mülteciler ve yerel halkın birbirlerini anlayabileceği gerekli şartları sağlamalıdır. Sosyal uyumu sağlamanın ilk adımı, mültecileri ve yerel halkın mültecilere ilişkin sosyal temsillerini anlamak olabilir; çünkü sosyal temsillerin mülteciler ve Türkiye halkı arasındaki ilişkileri etkilemesi olasıdır. Kişiler mültecilerle doğrudan bir etkileşime geçmemiş olsalar bile temsillerin kişilerin düşünce ve davranışları üzerindeki etkisi olabilir. Örneğin, Türkiye'de yaşayan yerel halkın çoğu Suriyeli mülteciler ile doğrudan etkileşim kurmamış olsalar dahi, medyanın ve oluşan temsillerin etkisi ile mülteciler aleyhine ırkçı söylemlerde ve davranışlarda bulunabilmekte ve mültecileri Türkiye kimliğine ve toplumun huzur ortamına ilişkin bir tehdit olarak tanımlayabilmektedir. Çalışmanın Amacı Mevcut çalışmada, farklı sosyal sözlüklerden alınmış anonim girdiler aracılığı ile Türkiye'de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsillerine açıklık getirmek amaçlanmaktadır. Bulgular örneklem ışığında Türkiye toplumunun Suriyeli mültecilere ve Türkiye hükümetinin mülteci politikasına ilişkin duygu, düşünce ve davranışları hakkında bilgi sağlayacaktır. Bu bilgiler mültecilerin topluma entegre olamamasının ve Türkiye toplumu ile mülteciler arasında oluşan uyumsuzluğun altında yatan algısal nedenleri açığa çıkarabilir.

233

www.nesnedergisi.com


Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

Yöntem Katılımcılar Türkiye'de bulunan Suriyeli mültecilere ilişkin anonim olarak yazılmış 98 girdi rastlantısal bir yöntem ile seçilmiş ve analiz edilmiştir. Katılımcılar (N = 98) girdilerini rumuzları ile yazmış ve kişisel herhangi bir bilgi paylaşmamışlardır. Bu sebeple samimi bir şekilde çekinmeden gerçek duygu ve düşüncelerini paylaşma şansları olmuştur. Ancak bu anonimlikten ötürü, katılımcıların demografik bilgileri ve girdilerinin içeriği arasındaki ilişki araştırılamamıştır. Ayrıca, girdiler farklı sosyal sözlüklerden seçilmiştir. Her ne kadar katılımcıların demografik bilgilerine ulaşılamasa da araştırmanın farklı sözlükler ile yürütülmesi bulguların genellenebilirliğini olumlu yönde etkileyeceği düşünülmektedir. İşlem Mevcut çalışma Türkiye'de sıklıkla kullanılan sosyal sözlükler (Ekşi Sözlük, İnci Sözlük, İTÜ Sözlük ve Uludağ Sözlük) kapsamında yürütülmüştür. Farklı sözlüklerden alınan girdilerin kullanılmasındaki amaç farklı katılımcı profillerine ulaşmak ve örneklemin genellenebilirlik üzerindeki kısıtlayıcı etkisini en aza indirmektir. Çalışma yürütülürken etik kurallara dikkat edilmiştir (American Psychological Association, 2010). Araştırmacılar 'Suriyeli mülteciler' başlığı altında bulunan girdileri dikkate almış ve bu girdiler arasından toplam 98 yorum iki araştırmacı tarafından rastlantısal seçilerek araştırmaya dahil edilmiştir. Bu süreçte bazı girdiler ise küfür ve aşırı ırkçı tutum içerdiklerinden ötürü çalışmaya katılmamıştır. Transkripsiyon süreci çalışmanın en zorlayıcı kısmı olarak nitelendirilebilir. Tüm kelimeler, sözcük öbekleri ve cümleler tek tek iki araştırmacı tarafından detaylı bir şekilde incelenmiş ve girdilerin anlamlı tematik birimler oluşturup oluşturmadıkları değerlendirilmiştir. Diğer bir deyişle, araştırmacılar girdiler aracılığı ile katılımcıların genel düşünce yapısını sistematik bir yol ile belirlemeye çalışmıştır. Bulgular Girdilerin içeriği değerlendirilip ortak örüntüler baz alındığında, değerlendirilen girdiler tematik birim diye adlandırılan anlamlı kategoriler ve altkategoriler oluşturmuştur. Tablo 1'de görüldüğü üzere, kodlama süreci yedi temel tematik birimin ve otuz dört alt-tematik birimin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu tematik birimler (i) Suriyeli mültecilerin algılanan olumsuz özellikleri, (ii) Suriyeli

www.nesnedergisi.com

234


DOI: 10.7816/nesne-04-08-04

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

mülteciler sebebi ile Türkiye'de algılanan tehditler, (iii) Türkiye hükümetinin Suriyeli mülteciler politikasına ilişkin eleştiriler, (iv) Suriyeli mültecilere ilişkin pozitif tutumlar, (v) Suriyeli mültecilerin algılanan politik önemi, (vi) algılanan Suriyeli mülteciler problemine ilişkin önerilen çözümler ve (vii) Suriyeli mülteciler konusuna ilişkin diğer eleştirilere dair katılımcıların duygu, düşünce ve davranışlarını yansıtmaktadır. Tablo 1 aynı zamanda tematik birimi kullanan katılımcı sayısı ve tematik birimin kullanılma sıklığına ilişkin bilgileri içermektedir. Suriyeli Mültecilerin Algılanan Olumsuz Özellikleri: Mevcut tematik birim 12 alt-temadan oluşmaktadır. Bulgulara göre, girdilerin büyük bir bölümü Suriyeli mültecilerin özelliklerine ilişkin olumsuz sosyal temsilleri yansıtmaktadır. Girdilerin içeriği değerlendirildiğinde, mültecilerin sözde savaş mağduru (f = 19; N = 18), dilenci (f = 17; N = 16), terörist (f = 17; N = 16), başıboş / ipsiz sapsız (f = 15; N = 15), yağmacı (f = 15; N = 14), garip / tuhaf (f = 13; N = 12), korkak vatan haini (f = 12; N = 11), Hatay'da gözü olan (f = 6; N = 5) ve zorba / haraç kesen (f = 4; N = 4) kişiler olarak nitelendirildiği görülmektedir. Bu nitelendirmelerin yanında, Suriyeli mülteciler çoğunlukla, düzeni bozan (f = 26; N = 24), asi (f = 25; N = 24) ve ne olduğu belirsiz (f = 22; N = 20) gibi sıfatlar ile tanımlanmıştır. Örneklemi oluşturan 98 katılımcı, Suriyeli mültecilerin algılanan olumsuz özelliklerini toplamda 191 kere 4 ifade etmiştir. Suriyeli Mülteciler Sebebi ile Türkiye'de Algılanan Tehdit: Mevcut tematik birim dört alt-tema içermekte ve katılımcıların Suriyeli mültecileri Türkiye'de nelere ilişkin tehdit olarak algıladığını göstermektedir. Bulgulara göre, katılımcıların çoğu Suriyeli mültecileri Türkiye'nin geleceğine yönelik bir tehdit olarak görmekte (f = 53; N = 49) ve mültecilerin kontrol edilemedikleri ve gelecekte Türkiye için daha ciddi problemlere neden olacaklarını vurgulamaktadır. Mülteciler aynı zamanda ülkenin huzuruna ilişkin tehdit olarak görülmekte (f = 28; N = 27) ve özellikle büyük şehirlerde şehir düzenine zarar verdikleri belirtilmektedir. Bu görüşler ile birlikte, Suriyeli mültecilerin ülke ekonomisine zarar verdikleri belirtilmekte (f = 24; N = 21) ve vergi vermemeleri, parasını ödemeden alışveriş yapmaları ve işyerlerine zarar vermeleri gibi durumlar örnek gösterilmektedir. Son olarak, Suriyeli mülteciler Türkiye’nin sosyal yapısına ilişkin bir tehdit olarak algılanmakta (f = 21; N = 20) ve Türkiye toplumunun sosyal uyumunu ve demografik

4

Örnek girdi: Bakalım ne zamana kadar o kamplarda ve şehirlerde sorun çıkarmadan duracaklar. Ülkemizde iki milyonu geçtiler ne de olsa. Adamlar asi, ne olduğu belirsiz, yardıma muhtaç olanların azınlık olduğu terörist grubu. Ey millet! Aç gözünü aç. Bu gidişat iyi değil. Dilencilik yaparak, hatta suça bulaşarak yaşıyorlar ve gittikleri şehirleri yaşanmaz hale getiriyorlar maalesef. Yakında daha tatsız olaylara neden olmaları muhtemeldir.

235

www.nesnedergisi.com


Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

Tablo 1 Suriyeli Mültecilere İlişkin Sosyal Temsiller Suriyeli Mültecilerin Algılanan Olumsuz Özellikleri - Düzeni bozan - Asi - Ne olduğu belirsiz - Sözde savaş mağduru - Dilenci - Terörist - Başıboş - Yağmacı - Garip, tuhaf - Korkak vatan haini - Hatay'da gözü olan - Zorba, haraç kesen Ara Toplam

f 26 25 22 19 17 17 15 15 13 12 6 4 191

N 24 24 20 18 16 16 15 14 12 11 5 4

Suriyeli Mülteciler Sebebi ile Türkiye'de Algılanan Tehditler - Geleceğe ilişkin - kontrol edilemeyecekler. - daha ciddi problemlere neden olacaklar. - Huzura ilişkin - Ekonomiye ilişkin - vergi ödemiyorlar. - ödeme yapmadan alışveriş yapıyorlar. - işyerlerine zarar veriyorlar. - Sosyal yapıya ilişkin Ara Toplam

f 53 27 26 28 24 11 7 6 21 126

N 49 24 25 27 21 10 6 5 20

Türkiye Hükümetinin Suriyeli Mülteciler Politikasına İlişkin Eleştiriler - Mültecilerin kabulü - gereğinden fazla mülteci kabul edildi. - mültecilerin sayısını kontrol altına alacak önlemlerin yetersizliği - Mültecilere ilişkin pozitif ayrımcılık - Mülteciler konusunda başarısız uluslararası ilişkiler - Türkiye'ye kabul edilen mültecilerin kontrol edilememeleri - Mülteciler arasında mezhep temeli ayrımcılık Ara Toplam

f 47 25 22 26 20 17 4 114

N 44 23 21 23 19 16 3

Suriyeli Mültecilere İlişkin Pozitif Tutumlar - Mülteciler masum insanlar. - Aşırı miktarda ırkçı söylem mevcut. - Kabul edilen uluslar arası yasalar sebebi ile korunmalılar. - Hükümet mültecilere daha fazla yardımda bulunmalıdır. - Mülteciler bizim kardeşlerimiz. Ara Toplam

f 25 21 20 12 11 89

N 23 18 17 11 10

Suriyeli Mültecilerin Algılanan Politik Önemi - Politik çıkarlar için kullanılıyorlar - AKP lehine oy kullanacaklar. - AKP'nin potansiyel destekçileri. Ara Toplam

f 27 19 18 64

N 25 19 17

Algılanan Suriyeli Mülteciler Problemine İlişkin Önerilen Çözümler - Türkiye daha fazla mülteciyi kabul etmemelidir. - Mülteciler kendi ülkelerine gönderilmelidir. - Mülteciler Suriye hükümetine teslim edilmelidir. Ara Toplam

f 22 21 8 51

N 20 20 7

Suriyeli Mülteciler Konusuna İlişkin Diğer Eleştiriler - Türkiye'de mülteciler konusundan daha önemli sorunlar mevcut. - Türkiye Suriyeli mülteciler konusunda aşırı hassas. Ara Toplam

f 28 20 48

N 26 18

Not: f = tematik birimin kullanılma sıklığı; N = tematik birimi kullanan katılımcı sayısı.

www.nesnedergisi.com

236


DOI: 10.7816/nesne-04-08-04

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

özelliklerini olumsuz yönde etkileyecekleri belirtilmektedir. Toplamda katılımcılar 5 Suriyeli mültecileri bir tehdit olarak algıladıklarını 126 kere belirtmiştir. Türkiye Hükümetinin Suriyeli Mülteciler Politikasına İlişkin Eleştiriler: Mevcut tematik birim beş alt-temadan oluşmakta ve katılımcıların Türkiye hükümetinin Suriyeli mülteciler politikasına ilişkin görüşlerini içermektedir. Bulgular katılımcıların, Türkiye hükümeti tarafından kabul edilen Suriyeli mülteci sayısından hoşnut olmadığını göstermektedir (f = 47; N = 44). Haddinden fazla mültecinin kabul edildiğine ve mülteci sayısını kontrol altına alacak önlemlerin yetersiz olduğuna dair görüşler oldukça baskındır. Ek olarak, hükümetin Suriyeli mülteciler lehine pozitif ayrımcılık yaptığı belirtilmekte (f = 26; N = 23) ve yerel halkın sorunlarından çok mültecilerin problemleri ile ilgilenildiği vurgulanmaktadır. Katılımcılar aynı zamanda, mülteciler konusunda hükümetin uluslararası ilişkilerde başarılı olamadığının altını çizmekte (f = 20; N = 19), Suriye ve Avrupa ülkeleri ile uluslararası ilişkilerin hükümet tarafından iyi yönetilemediği ve bu başarısızlığın Türkiye'deki mülteci krizini körüklediğini belirtmektedir. Bu görüşlerin yanı sıra bireyler, kabul edilmiş mültecilere yönelik hükümetin kontrol mekanizmalarını eleştirmekte (f = 17; N = 16) ve mülteciler kabul edilip Türkiye'ye giriş yaptıktan sonra, resmi kurumların bu kişileri takip ve kontrol etmediği ve bu sebeple mültecilerin yasal olmayan aktivitelerde bulunduğu belirtilmektedir. Son olarak, bazı katılımcılar mülteciler arasında hükümetin mezhep temelli ayrımcılıkta bulunduğunu iddia etmekte (f = 4; N = 3) ve Sünni mültecilere Alevi mültecilerden daha fazla yardımda bulunulduğundan bahsedilmektedir. Katılımcılar Türkiye hükümetinin Suriyeli mülteciler politikasına dair huzursuzluklarını toplamda 114 6 kere belirtmiştir.

5

Örnek girdi: Türkiye'ye yüklenen maddi, manevi yükten başka bir şey değildir Suriyeli mülteciler. Hem vergilerimiz ile yaşıyorlar hem de yerel halkın dükkanına, iş yerlerine zarar veriyorlar. Bu mültecilere yapılan ekonomik yardımın onda biri doğuya yapılsaydı ne okulsuz, yolsuz köy kalırdı ne de işsiz adam. Ülke ekonomisine büyük bir tehdit oluşturuyorlar. Ülkemin huzurunu, toplumsal huzuru bozacaklar. Her yerdeler, sokaklarda kadınlara kızlara laf atıp, kavga çıkarıp düzeni bozuyorlar. Sayıları kontrol edilmediği için de ülkemizin geleceğine karşı büyük bir tehditler.

6

Örnek girdi: Türkiye'de göç ve sığınma politikalarının iflası eşliğinde alınmış kişiler bu mülteciler. Gereğinden fazla ve sistemsizce, kontrolsüzce mülteci kabul edildi ve ülkenin her yanına dağıldılar. Marketlerde, sokaklarda, asansörde bir anda Suriyeliler ile karşılaşabilirsiniz, artık hiçbir şeye şaşırmayın. Ayrıca bu durum başarısız dış politikamızın ürünüdür. Suriye ile olan ilişkilerin sağlıklı yürütülememesi ve Avrupalı devletler ile yapılan anlaşmalarda başarılı bir dış siyaset götürülememesi ülkemizdeki mülteci sayısını artırdı ve ülkedeki mültecilerin kontrolünü zorlaştırdı. Ne yazık ki mültecilerin kontrolü için alınan önlemler hala yeterli düzeyde değildir.

237

www.nesnedergisi.com


Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

Suriyeli Mültecilere İlişkin Pozitif Tutumlar: Mevcut tematik birim beş alttema içermekte ve katılımcıların Suriyeli mültecilere ilişkin olumlu ve destekleyici görüşlerini yansıtmaktadır. Girdilerin içeriği değerlendirildiğinde, bazı katılımcıların Suriyeli mültecileri masum insanlar olarak tanımladığı (f = 25; N = 23) ve mültecilere dair aşırı ırkçı söylemlerin varlığından rahatsız oldukları görülmektedir (f = 21; N = 18). Ek olarak, bu katılımcılar kabul edilen uluslararası kanunlar ve anlaşmalardan ötürü, Türkiye hükümetinin mültecileri koruması gerektiğini savunmakta (f = 20; N = 17) ve hükümetin barınma, eğitim, sağlık gibi konularda mültecilere daha fazla yardımda bulunması gerektiğini belirtmektedir (f = 12; N = 11). Bir kısım katılımcı da mültecileri kardeşleri gibi gördüklerini eklemektedir (f = 11; N = 10). Katılımcılar Suriyeli mültecilere ilişkin olumlu ve destekleyici görüşlerini toplamda 89 kere ifade etmiştir; fakat Suriyeli mültecilere ilişkin negatif görüşler belirten katılımcıların sayısı olumlu görüş belirten katılımcıların sayısından 7 fazladır. Suriyeli Mültecilerin Algılanan Politik Önemi: Mevcut tematik birim üç alttema içermekte ve Suriyeli mültecilerin algılanan politik önemine dair katılımcıların sosyal temsillerini ifade etmektedir. İncelenen girdilere göre bireyler, Suriyeli mültecilerin politik çıkarlar doğrultusunda Türkiye hükümeti tarafından kullanıldığını öne sürmektedir (f = 27; N = 25). Ek olarak Suriyeli mülteciler, Türkiye'nin iktidar partisi olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)'ninpotansiyel destekçileri olarak algılanmakta (f = 18; N = 17) ve seçimlerde imkan tanındığı takdirde mültecilerin AKP lehine oy kullanacağı belirtilmektedir (f = 19; N = 19). Suriyeli mültecilerin algılanan politik önemi toplamda 64 kere katılımcılar 8 tarafından dile getirilmiştir. Algılanan Suriyeli Mülteciler Problemine İlişkin Önerilen Çözümler: Mevcut tematik birim üç alt-temadan oluşmakta ve algılanan Suriyeli mülteciler 7

Örnek girdi: Her şeyden önce insanlar ve her insanın sahip olduğu gibi onların da yaşamaya hakkı var, güzel bir hayat sürmeye hakkı var. Ülkelerinde olan savaş onları göç etmeye zorlamış olabilir, bu çok normal. Peki ya Türkiye Suriye olsaydı, hangi biriniz kalıp pisi pisine ölmeyi tercih ederdi? Mültecilere ilişkin bu kadar ırkçı söyleme inanamıyorum. Anadolu insanı nasıl bu kadar anlayışsız hale geldi. Suriyeli olarak bakmak yerine insan olduklarını görebilecek yüreklerimiz olsa her şey çok daha güzel olabilirdi. Suriyeliler ülkemize gelerek yanlış yere geldiler, insanlığın bitmek üzere olduğu bir ülkeye... Mültecilik insanın vicdanını sızlatan bir durumdur. Kimse kendinden emin olmasın, herkes potansiyel mültecidir, biraz vicdan, biraz insaf, biraz merhamet...

8

Örnek girdi: Yakında hepsi Türkiye vatandaşlığına geçirilip önce yerel sonra genel seçimlerde oy kullanırsa hiç şaşırmayacağım. Sonra da AK Parti lehine oy verecekler. Hükümetin çıkarları doğrultusunda Türkiye'nin dört bir yanına yerleştirildiler. Ne yazık ki siyasi hırslar sebebi ile sersefil, perişan olmuşlardır. Ekstra oy ve İslam aleminin savunucusu rolü için ülkeye alındılar.

www.nesnedergisi.com

238


DOI: 10.7816/nesne-04-08-04

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

problemine dair önerilen çözümleri içermektedir. Katılımcılar, mülteci sorununun çözümü için Türkiye'nin daha fazla Suriyeli mülteciyi kabul etmemesi gerektiğini (f = 22; N = 20) ya da mültecilerin kendi ülkelerine geri gönderilmeleri (f = 21; N = 20) ve Suriye hükümetine teslim edilmelerini (f = 8; N = 7) önermektedir. Katılımcılar algılanan Suriyeli mülteciler probleminin çözümüne dair toplamda 51 9 kere görüş bildirmiştir. Suriyeli Mülteciler Konusuna İlişkin Diğer Eleştiriler: Son tematik birim ise iki alt-tema içermekte ve önceki altı tematik birim ile sınıflandırılamayan, Suriyeli mülteciler konusuna ilişkin diğer eleştirileri yansıtmaktadır. Girdiler değerlendirildiğinde, katılımcılar Türkiye'de işsizlik, terör gibi Suriyeli mülteciler konusundan daha önemli konular ve sorunlar olduğunu vurgulamaktadır (f = 28; N = 26). Ayrıca, Türkiye'nin Suriyeli mülteciler konusunda aşırı hassas olduğu ifade edilmektedir (f = 20; N = 18). Suriyeli mülteciler konusuna ilişkin diğer eleştiriler 10 toplamda 48 kere belirtilmiştir. Tartışma Mevcut çalışmanın amacı Türkiye'de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsillerini netleştirmektir. Bu amaç doğrultusunda, Türkiye'de sıklıkla kullanılan dört farklı sosyal sözlükteki Suriyeli mülteciler başlığı altında bulunan ve rastlantısal olarak seçilen 98 girdi, çalışmayı yürüten iki araştırmacı tarafından değerlendirilmiş ve kodlama süreci sonucunda yedi temel tematik birim ve otuz dört alt-tematik birim ortaya çıkmıştır. Bulgular kısmında da belirtildiği üzere, bu tematik birimler (i) Suriyeli mültecilerin algılanan olumsuz özellikleri, (ii) Suriyeli mülteciler sebebi ile Türkiye'de algılanan tehditler, (iii) Türkiye hükümetinin Suriyeli mülteciler politikasına ilişkin eleştiriler, (iv) Suriyeli mültecilere ilişkin pozitif tutumlar, (v) Suriyeli mültecilerin algılanan politik önemi, (vi) algılanan Suriyeli mülteciler problemine ilişkin önerilen çözümler ve (vii) Suriyeli mülteciler konusuna ilişkin diğer eleştirilere dair katılımcıların duygu, düşünce ve davranışlarını yansıtmaktadır.

9

Örnek girdi: Bu kadar Suriyeli bu ülkede ne yapacak, nasıl geçimini sağlayacak? Kendi ülkelerine teslim edilmeleri gerekir. Mülteci sorununun çözümü için ülkeye daha fazla mülteci kabul edilmemelidir.

10

Örnek girdi: Elin ipsiz sapsızlarına kendi vatandaşlarından daha iyi bakıyor devletimiz. Zaten ülkenin dünya kadar iç ve dış borcu var. Daha önemli sorunlarımız var. İşsizlik almış başını gitmiş, hergün terör haberlerini duyuyoruz. Daha önemli sorunlarımızı çözmeye odaklanmalıyız. Zaten yeterince bu konuya karşı duyarlı davrandık, artık kendi sorunlarımızı çözelim.

239

www.nesnedergisi.com


Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

Girdiler kullanılarak yapılan kodlama tablosu, katılımcıların Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsillerinin çoğunlukla olumsuz olduğunu ve Suriyeli mültecilerin Türkiye'de geleceğe, huzura, ekonomiye ve sosyal yapıya karşı bir tehdit olarak algılandığını göstermektedir. Çalışmanın bu bulgusunun ana akım medyada yer bulan ve mültecilerin saldırgan tavırlarını ve yerel halk ile yaşadıkları çatışma ortamını işleyen haberlerin varlığı (BBC Türkçe, 2014; Girit, 2015; Habertürk, 2016; NTV, 2014; Yeniçağ, 2016) ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür. Bu haberler özellikle Suriyeli mülteciler ile doğrudan etkileşime girmemiş kişilerin önyargılarını kuvvetlendirmekte, mültecilerin topluma entegrasyonunu önlemekte ve sosyal dışlanmayı artırmaktadır (Manap-Kırmızıgül, 2008). Bulgular göstermektedir ki katılımcılar aynı zamanda Türkiye hükümetinin Suriyeli mülteciler politikasına ilişkin olumsuz eleştirilerini sıklıkla belirtmektedir. Suriyeli mültecilere ilişkin olumlu ve destekleyici sosyal temsillerin sıklığı olumsuz temsillere kıyasla daha azdır. Ancak yine de, Suriyeli mültecilerin masum insanlar olduğu, toplumda mültecilere ilişkin aşırı ırkçı söylemlerin bulunduğu ve hükümet tarafından daha fazla yardımda bulunulması gerektiği gibi görüşlerin varlığı mültecilerin topluma uyumunu kolaylaştıracağı düşünülmektedir ve bu nedenle, olumlu sosyal temsillerin sıklığı çoğaltılmaya çalışılmalıdır. Mültecilerin topluma uyumunun ancak iki yönlü farkındalık kazandırma ve sağlıklı bir etkileşim ile mümkün olabileceği düşünülmektedir. Suriyeli mültecilerin algılanan politik önemine ilişkin girdiler incelendiğinde, katılımcılar mültecilerin Türkiye'nin iktidar partisi olan AKP ile ilişkisine vurgu yapmakta ve mültecilerin politik çıkarlar için kullanıldığı görüşünü yansıtmaktadır. Bu temsilin nedeni 2014 Türkiye yerel seçimleri sırasında toplumda yayılan AKP Suriyeli mültecilere vatandaşlık hakkı verecek ve seçimlerde kendi lehine oy kullanmalarını sağlayacak, AKP mültecileri İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlere yerleştirip bu şehirlerdeki belediyeleri kazanmak için mültecileri kullanacak gibi söylentiler olabilir. Ek olarak girdiler, katılımcıların algılanan Suriyeli mülteciler problemine ilişkin önerdiği çözümleri içermekte ve Türkiye'ye daha fazla mülteci kabul edilmemesi ya da kabul edilen mültecilerin kendi ülkelerine geri gönderilmeleri doğrultusunda görüşleri yansıtmaktadır. Ayrıca, Türkiye'nin yoksulluk, işsizlik gibi mülteci konusundan daha ciddi sorunlarının olduğu belirtilmektedir. Mültecilere ilişkin mevcut temsiller milliyetçi ve ırkçı söylemlerin etkisi ile açıklanabilir. Milliyetçi söylemler mültecileri dış-grup üyeleri olarak görme ve iç-grup üyelerine karşı tehdit olarak algılama eğilimini kuvvetlendirmekte ve mültecilerin topluma entegrasyonunu zorlaştırmaktadır (Özkan, 2007).

www.nesnedergisi.com

240


DOI: 10.7816/nesne-04-08-04

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Sosyal temsiller kişilerin yapılandırılmış görüşlerini içermekte ve bireylerin duygu, düşünce ve davranışlarını etkilemektedir; bu sebeple temsiller Suriyeli mülteciler ve Türkiye halkı arasındaki ilişkileri şekillendirebilmektedir (Parker, 1987; Walmsley, 2004). Mevcut çalışmanın bulguları, Suriyeli mülteciler ve Türkiye halkı arasındaki çatışmanın altında yatan boyutları anlamlandırabilir ve mültecilere ilişkin olumsuz temsillerin değiştirilebilmesi için Türkiye hükümeti ve sivil toplum örgütlerine yol gösterebilir. Olumsuz sosyal temsiller değiştirildiğinde, sosyal dışlanma sorunu en aza indirilebilir ve Suriyeli mültecilerin Türkiye toplumuna entegrasyonu kolaylaşabilir. Türkiye hükümeti mültecilere yönelik politikasını alandaki sosyal temsil çalışmaları ışığında şekillendirmelidir. Konuya ilişkin yanlış kaynaklardan sağlanan kısıtlı bilgi sebebi ile, bireyler Suriyeli mültecilere ilişkin olumsuz temsillere ve önyargıya sahip olmaktadır. Bu sebeple, konuya dair bilgilendirme kampanyaları yürütülmeli ve Suriyeli mültecilerin sorunları ve zorlu yaşam şartları anlatılmalıdır. Ayrıca önemli olan şudur ki, kampanyalar çift taraflı olmalı ve Türkiye halkı ile Suriyeli mültecilerin sağlıklı etkileşimi sağlanmalıdır. İki tarafın da istekleri ve düşünceleri dikkate alınmalıdır. Çalışmanın sınırlılıkları değerlendirildiğinde, yöntem ve örneklem eleştirilebilir. Araştırmada kullanılan girdiler farklı sosyal sözlüklerden edinilmiştir. Çalışma bulgularını genelleyebilmek adına Ekşi Sözlük, İnci Sözlük, İTÜ Sözlük ve Uludağ Sözlük gibi Türkiye'de sıklıkla kullanılan ve farklı kullanıcı profillerine sahip sosyal sözlükler kullanılmıştır; fakat ulaşılan temsillerin Türkiye halkının tamamının sosyal temsillerini ne ölçüde yansıttığı tartışılabilir. İnternet kullanmayan ya da sözlük yazarlığı olmayan kişilerin düşünceleri çalışmaya dahil edilememiştir. Mevcut çalışma sosyal sözlükler yerine gazete köşe yazıları, dergi makaleleri ve kitapları içeren medya analizi ile yürütülebilirdi. Ancak medya analizinde yanlı bulgulara ulaşılma olasılığı sebebiyle sosyal sözlükler tercih edilmiştir; çünkü mevcut ekonomik, sosyal ve politik koşullar medya çalışanlarını etkilemekte ve bu kişiler konuya ilişkin gerçek görüşlerini belirtememektedir. Sosyal sözlüklerin avantajı, kişiler kişisel kimliklerini belirtmeden rumuzları ile girdilerini yazmakta ve düşüncelerini sansürlemeden yansıtabilmektedir. Bu sebeple araştırma örneklemi çalışmanın hem sınırlılığı hem de güçlü yanı olarak değerlendirilebilir. Ancak yine de sonraki çalışmalarda facebook, twitter ya da sanal haber portalları gibi diğer sosyal medya mecralarından da yararlanılması önerilmektedir. Sonuç olarak çeşitli sınırlılıklarına rağmen, mevcut çalışma önemli bulgular sunmaktadır. Bu nedenle Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsil çalışmalarının

241

www.nesnedergisi.com


Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

sayısı artırılmalıdır. Mülteci sorunu tüm insanlığın problemidir. Ülkeler arası kaotik düzen ve çözülemeyen sorunlar sebebiyle, her yıl, yüzbinlerde kişi ülkelerinden ayrılıp zorlu şartlar altında yaşam mücadelesi vermektedir. Ek olarak, mülteci konusu iki taraflı incelenmelidir; çünkü mültecilerin göç ettikleri toplumlara entegre olamaması, o ülkenin mevcut sosyo-ekonomik yapısına zarar vermektedir. Bu sorunları çözüme ulaştırmak adına hükümet detaylı bir mülteci politikası belirlemeli ve sosyal temsil çalışmalarından edinilen bulgular da göz önüne alınarak mültecilerin ve yerel halkın görüşleri belirlenen politikaya dahil edilmelidir. Kaynaklar AB Haber. (2015). Guardian: ''2. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'daki en büyük göç dalgası. http://www.abhaber.com/guardian2-dunya-savasindan-sonraavrupadaki-en-buyuk-goc-dalgasi/. Alındığı tarih: 23 Ağustos 2016. Adaman, F. ve Ardıç, O. P. (2008). Social exclusion in the slum areas of large cities in Turkey. New Perspectives on Turkey, 38(38), 29-60. http://dx.doi.org/10.1017/S089663460000491X Alba, R. (2005). Bright vs. Blurred Boundaries: Second-Generation Assimilation and Exclusion in France, Germany, and the United States. Ethnic and Racial Studies, 28, 20-49. http://dx.doi.org/10.1080/0141987042000280003 American Psychological Association. (2010). Ethical principles of psychologists and code of conduct. http://www.apa.org/ethics/code/principles.pdf. Alındığı tarih: 11 Şubat 2016. Washington, DC: America. Bail, C. (2008). The configuration of symbolic boundaries against immigrants in Europe. American Sociological Review, 73, 37-59. http://dx.doi.org/10.1177/000312240807300103 BBC Türkçe. (2014). Suriyeliler ile halk arasındaki gerilim neden tırmanıyor? http://www.bbc.com/turkce/haberler/140814_suriyeli_multeciler. Alındığı tarih: 29 Kasım 2016. Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı. http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224. Alındığı tarih: 21 Eylül 2016. Cihangir, F. (2015). Türkiye'deki Suriyeliler'in Hukuki Statüsü Üzerine Bir Çalışma. http://akademikperspektif.com/2015/02/23/turkiyedeki-suriyelilerinhukuki-statusu- uzerine-bir-calisma/. Alındığı tarih: 9 Nisan 2016.

www.nesnedergisi.com

242


DOI: 10.7816/nesne-04-08-04

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Crosby, F. (1976). A model of egoistical relative deprivation. Psychological Review, 83(2), 85-113. http://dx.doi.org/10.1037/0033-295X.83.2.85 Delegation of the European Union to Turkey. (2016). http://avrupa.info.tr/eu-andrefugee- crisis.html. Alındığı tarih: 8 Eylül 2016. Duffy, K. (1995). Social exclusion and human dignity in Europe: Background report for the proposed initiative by the Council of Europe. Brussels: Council of Europe. European Commission. (2016). Humanitarian Aid and Civil Protection. http://ec.europa.eu/echo/files/aid/countries/factsheets/syria_en.pdf. Alındığı tarih: 1 Eylül 2016. Girit, S. (2015). Güvercintepe: ''Suriyeliler gitsin, huzur kalmadı''. İstanbul: BBC Türkçe. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/05/150514_guvercintepe_suriyel i_gocmenler. Alındığı tarih: 29 Kasım 2016. Gurr, T. R. (1970). Why men rebel. Princeton, NJ: Princeton University Press. Habertürk. (2016). Kahramanmaraş'ta çadır kent eyleminde gerginlik. http://www.haberturk.com/gundem/haber/1219499-kahramanmarasta-cadirkent-eyleminde-gerginlik. Alındığı tarih: 28 Kasım 2016. Kutlu, Ü. Z. (2002). Turkey as a waitingroom: Experiences of refugees in Turkey (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara. Manap-Kırmızıgül, Ç. (2008). Contrasting policies and experiences of asylum seekers in Turkey (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara. Marfleet, P. (2006). Refugees in a global area. New York: Palgrave Macmillan. Moscovici, S. (1984). The phenomenon of social representations. R. Farr ve S. Moscovici (Ed.), Social representations içinde (3-69). Cambridge, Paris: Cambridge University. NTV. (2014). Suriyeli mültecilerle polis arasında gerginlik. http://www.ntv.com.tr/galeri/turkiye/suriyeli-multecilerle-polis-arasindagerginlik,RbBHhgrDKUSrdPkOjnCXmQ. Alındığı tarih: 28 Kasım 2016. Özkan, Y. (2007). Europe and its others: Immigrants and new racism in Turkey. (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.

243

www.nesnedergisi.com


Özdemir, F. ve Öner-Özkan, B. (2016). Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının Suriyeli mültecilere ilişkin sosyal temsilleri. Nesne, 4(8), 227-244.

Parker, I. (1987). Social representations: Social psychology's (mis)use of sociology. Journal for the Theory of Social Behavior, 17(4), 447-469. http://dx.doi.org/10.1111/j.1468-5914.1987.tb00108.x Regional Refugee and Resilience Plan 2016-2017 in Response to the Syria Crisis Turkey. http://www.3rpsyriacrisis.org/wp content/uploads/2016/02/Turkey2016-Regional-Refugee-Resilience-Plan.pdf. Alındığı tarih: 8 Nisan 2016. Runciman, W. G. (1966). Relative deprivation and social justice: A study of attitudes to social inequality in twentieth-century England. Berkeley: University of California Press. Ryan, K. (2007). Social exclusion and the politics of order. Manchester: Manchester University Press. Silver, H. (1995). Reconceptualizing social disadvantages: Three paradigms of social exclusion. G. Rodgers, C. Gore ve J. B. Figueiredo (Ed.), Social exclusion: Rhetoric, reality and responses. International Institute for Labour Studies. Tajfel, H. J. T. (1979). An integrative theory of intergroup conflict. W. G. Austin ve S. Worchel (Ed.), The social psychology of intergroup relations içinde (3347). Monterey, CA: Brooks-Cole. Turner, J. (1999). Some current issues in research on social identity and selfcategorization theories. N. Ellemers, R. Spears ve B. Doosje (Ed.), Social Identity içinde (6-34). Oxford, England: Blackwell. Ünsal, E. B. (2012). Coping with immigration: The institutional and political dynamics of migration and asylum policy-making in Turkey (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara. Walmsley, C. J. (2004). Social representations and the study of professional practice. International Journal of Qualitative Methods, 3(4), 1-18. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu. (2013). http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/04/20130411-2.htm. Alındığı tarih: 29 Kasım 2016. Yeniçağ. (2016). Denizli'de Suriyeli gerginliği! http://www.yenicaggazetesi.com.tr/denizlide-suriyeli-gerginligi141808h.htm. Alındığı tarih: 28 Kasım 2016.

www.nesnedergisi.com

244


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Sosyal Değer Yöneliminin Bileşenleri: Bir Ölçek Geliştirme Çalışması Özgen YALÇIN1 ÖZ Kişinin, kaynakların kendisi ve bir başkası arasında farklı biçimlerde dağıtılmasına yönelik tercihi olarak tanımlanan sosyal değer yöneliminin (SDY) (McClintock, 1988), bir kişilik değişkeni olduğu varsayılmasına karşın bazı çalışmalar, SDY’nin durumsal değişkenlere bağlı olarak değişebildiğini göstermiştir (Griesinger ve Livingston, 1973; Grzelak, 1986). Bu tutarsızlığın, çalışmaların SDY’ye ilişkin daha önceki tanımlamaları ve geliştirilen ölçüm araçlarının SDY’nin çok faktörlü bir yapı olabileceğini göz ardı etmiş olmalarından kaynaklanmış olabileceği göz önüne alınarak bu çalışmada, SDY’nin bileşenleri tanımlanmış ve Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği geliştirilmiştir. Ölçek Ankara’da öğrenimini sürdürmekte olan 257 üniversite öğrencisine (Ort. Yaş = 25, S = 4.1) uygulanmıştır. Faktör analizi sonucunda ölçeğin dört faktörlü (diğerine ilişkin algılar, paylaşılan çevredeki etkileşimler, paylaşılmayan çevredeki etkileşimler ve karşılıklı bağımlılık durumuna ilişkin algılar) bir yapıda olduğu görülmüştür. Ölçeğin Cronbach alfa içtutarlık katsayısı tüm ölçek için .86 olarak hesaplanmıştır. Alt ölçeklerin iç tutarlık katsayıları .70 ile .87 arasında değişmektedir. Ölçek, Üç Baskın Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’yle (Van Lange ve ark., 1997) orta düzeyde anlamlı bir ilişkiye sahiptir ve toplum yanlılarının Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’nden aldıkları puanların kendine yanlıların puanlarına göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak, SDY’lerin dört farklı bileşenden oluşan bir yapı olduğu ortaya konmuştur. Anahtar Kelimeler: sosyal değer yönelimi, karşılıklı bağımlılık durumuna ilişkin algılar, önceki etkileşimlerin niteliği, diğerine ilişkin algılar

Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

1

Dr., Araştırmacı, Connecticut Üniversitesi - Psikoloji Bölümü, ozgen.yalcin(at)uconn.edu.tr

www.nesnedergisi.com

245


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

Components of Social Value Orientation: A Scale Development Study

ABSTRACT Although previous studies assumed that Social Value Orientations (SVO) are stable individual differences in preferences for different distributions of sources for oneself and others (McClintock, 1988), other confounding studies demonstrated that SVOs are not stable among certain situations (Griesinger & Livingston, 1973; Grzelak, 1986). This study proposed that these inconsistent findings might be a result of ignoring the multi-factor feature of the SVOs which have not seen as an option in the previous descriptions and measurements. Based on this assumption, the components of SVO were identified and an instrument (The Multidimensional Scale of Social Value Orientation) was developed in this study. Two hundred and fifty-seven undergraduate students from Ankara/Turkey (M Age = 25, SD = 4.1) participated in the study. The PCA results suggested a four-factor solution for the scale (perceptions of interdependence, interactions in shared environment, interactions in unshared environment, perceptions about other). Cronbach alfa coefficient for the scale was .86; and ranged from .70 to .87 for the subscales. Analysis indicated a significant and literatureconsistent relationship between The Multidimensional Scale of SVO Scale and TripleDominance Measure of Social Values (Van Lange et al., 1997). In conclusion, this study revealed that SVO is a construct that consists of four different components. Keywords: social value orientation, perceptions of interdependence, interactions in shared environment, interactions in unshared environment, perceptions about other

246

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Herhangi bir seçim durumunda bireyler, seçenekler arasındaki tercihlerinin sonuçlarına ilişkin öngördükleri değerin, aynı seçim durumunda olası başka tercihlerin sonuçlarına ilişkin öngördükleri değerlerden daha yüksek olmasını beklerler (McClintock, 1972). Bu değer, bir bakıma bir seçeneğin seçilip seçilmeyeceğinin belirleyicisi, o seçeneği tercih etmeye yönelimdir. Kaynakların, bireyden başka diğerleriyle ortak olduğu durumlarda ise bireyin, tercihlerinin sonuçlarına ilişkin öngördüğü değerler yalnızca bireyin kendisiyle ilgili değildir; artık diğerleri de denkleme dahil olmuştur. Böylece, diğerlerine ilişkin algılar da öngörülen sonuçlara verilen değer için belirleyici bir nitelik kazanır. Araştırmacılara göre (örn., McClintock, 1974; Messick ve McClintock, 1968; Van Lange, Otten, De Bruin, Joireman, 1997), bireyler bu türden durumlarda tercihlerinin belirleyicisi olan, zaman içinde tutarlı, kalıcı yönelimlere sahiptirler. Bunlar, en sık kullanılan ismiyle sosyal değer yönelimleridir2 (SDY) ve örneğin, “kişinin, kaynakların kendisi ve/veya başkaları arasında farklı biçimlerde dağıtılmasına yönelik tercihi” olarak tanımlanmışlardır (McClintock, 1988; s. 59). Diğer bir ifadeyle, SDY, bireysel kazançların başkalarının da ortak olduğu bir kaynak havuzundan sağlandığı durumlarda bireyin kendisinin ve başkalarının çıkarlarını gözetme derecesine işaret eden motivasyonudur. Araştırmacılar farklı biçimlerde sınıflandırsalar3da alan yazında bireylerin temelde üç SDY bakımından farklılaştıkları görüşü hakimdir (örn., Van Lange ve ark., 1997). Bunlar, bireyin kendi kazancını yüksek tuttuğu, kendi kazancını diğerlerine göre en üst düzeye çıkardığı ya da ortak kazancı en üst düzeyde tuttuğu, sırasıyla bireycilik, yarışmacılık ve işbirliği yanlılığıdır. Ayrıca bireyci ve yarışmacıların “kendine yanlı”, işbirliği yanlılarının “toplum yanlısı” olarak daha genel bir çerçevede sınıflandırılmaları da çalışmalarda kolaylık sağlamıştır (Kopelman, Weber ve Messick; 2002; Liebrand, Wilke, Vogel ve Wolters, 1986; Van Lange ve Kuhlman, 1994). SDY’nin çok farklı şekillerde ölçüldüğü görülmektedir. Bunlardan en yaygını Messick ve McClintock’un (1968) geliştirdiği ayrışık oyunlarla (decomposedgame) yapılan ölçümlerdir (Au ve Kwong, 2004). Bu oyunlarda katılımcıdan kendisi ve hayal ettiği bir diğeri ya da diğerleri arasında değerli bir şeyi (para, ders notu, 2

Farklı kaynaklarda, SDY, sosyal değer, motivasyonel yönelim, sosyal yönelim ve sosyal motivasyon olarak farklı biçimlerde de isimlendirilmiştir (bkz.,Au ve Kwong, 2004). 3 Diğerinin kazancını en üst düzeyde tutma anlamındaki özgecilik (McClintock, 1972) ve en alt düzeyde tutma yönelimi olan saldırganlık (McClintock, Messick, Kuhlman ve Campos, 1973) gibi SDY’ler de tanımlanmıştır. Daha fazla bilgi için bkz. McClintock ve Van Avermaet (1982).

www.nesnedergisi.com

247


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

zorunlu çalışma saati vb.) pay etmesi istenmekte ve katılımcı seçimlerine göre örneğin, işbirliği yanlısı, yarışmacı, bireyci gibi SDY’lerden birine sahip olarak sınıflandırılmaktadır (örn., McClintock, 1972; Van Lange ve Liebrand, 1991). Katılımcılardan başkası ve kendisi arasında dağıtması istenen miktar (örn., Ring ölçümü: Liebrand, 1984), SDY sınıflarının belirlenmesinde kullanılan hesaplamalar (örn., Knight ve Dubro, 1984; regresyon ve kümeleme analizlerinin kullanılması), davranışsal yerine yargısal ölçüm kullanımı (Wyer, 1969), SDY’nin sürekli ya da kategorik bir değişken olarak ölçülmesi (örn., Murphy, Ackermann ve Handgraaf, 2011; Slider ölçümü), kuramsal olarak öngörülen SDY’ler ve diğer prosedürler (örn., Kagan, 1977; akt., Au ve Kwong, 2004; SDY ölçüm kartları) bakımından farklılaşan başka ölçüm araçları da geliştirilmiştir4. Ancak, şimdiye kadar yapılan çoğu çalışmada ve geliştirilen araçlarda SDY’lerin tek boyutlu yapıda oldukları kabul edilmiş, çok boyutlu olabilecekleri düşüncesi sorgulanmamıştır. Oysa tanımlarına ve ölçümlerine dikkat edilirse, SDY’nin bireyin kendisini, kendisinden başka diğerlerini ve karşılıklı bağımlılık durumlarını içerdiğinden en azından üç ögeyi barındırdığı kolayca görülebilir. Bu ögeler, daha önceki bir çalışmada diğerine ilişkin algı ve beklentiler, karşılıklı bağımlılık durumuna ilişkin algılar ve daha önceki etkileşimlerin niteliği olarak önerilmişse de (Yalçın, 2011) bu önerme görgül olarak kanıtlanmamıştır. Bu sınırlılıklardan yola çıkılarak bu çalışmada SDY’yi bileşenleri olan bir yapı olarak yeniden tanımlamak amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda, kuramsal temele ve SDY’nin yapısının çıkarsanan bileşenlerine uygun olarak hazırlanan bir ölçek geliştirilmiş, geçerliği ve güvenirliği sınanmıştır. Alan yazından derlenerek öngörülen bileşenler aşağıda ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Sosyal değer yöneliminin doğru bir şekilde ölçülebilmesi için kaynakları paylaştıran kişinin, kaynakları kendisiyle arasında pay ettiği başkalarına ilişkin herhangi bir bilgisinin olmaması gerektiği öne sürülmektedir (McClintock, Messick, Kuhlman ve Campos, 1973). Araştırmacılara göre bunun en etkili yolu, kişinin kaynakları pay edeceği diğer kişinin bir daha karşılaşılmayacak hayali biri olarak ele alındığı ayrışık oyunlar kullanılmasıdır (McClintock ve ark., 1973). Diğer çalışmalarda da vurgulandığı gibi (Kuhlman ve Marshello, 1975; Murphy ve Ackerman, 2014), ayrışık oyunda, doğrudan karşılıklı bağımlılığı içeren öge ortadan kalkmaktadır. Ancak, karşısındaki birey hakkında bilgi sahibi olmayan bireyin karar vermesi için yine de kaynakları pay edebileceği hayali birine, bir diğerine gereksinimi vardır çünkü bireylerin başkalarına ve kendilerine ilişkin bilgi yapıları (örn., başkalarının hangi durumlarda hangi kararları vereceklerine ilişkin algılarıyla 4

SDY ölçümlerinin ayrıntılı incelemeleri için Au ve Kwong (2014) ve McClintock ve Van Avermaet’in (1982) derlemelerine bakılabilir.

248

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

kendi olası kararlarına ilişkin düşünceleri) farklılaşabilmektedir (Baldwin, 1992). Her ne kadar ayrışık oyunlarda kimliği anonimleştirilerek diğerinin etkisi ortadan kaldırılmaya çalışılsa da kim olduğunu bilmeseler dahi karar vericilerin bu hayali kişilere ilişkin bir öngörüleri olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Örneğin, toplum yanlıları ortaklarının tercihlerine ilişkin beklentilerinin doğruluğuna daha az güvenirlerken, bireyciler ortalamaya yakın bir güven duygusuna sahiptirler (Van Lange, 1992); yarışmacılar ortaklarının kendilerinden daha yarışmacı davranmasını beklerken, özgeciler ortaklarının kendilerinden daha fazla işbirliği yapmasını beklemektedirler (Liebrand, 1984). Bu bulgular, diğerine ilişkin algıların, SDY’lerin bir parçası olabileceğini akla getirmektedir. Peki, ayrışık oyunlarda hayal edilmesi istenen, karşılıklı bağımlılık durumlarındaki bu diğeri kimdir? Aşağıda aktarılan kişilerarası algı çalışmalarından ve SDY alan yazınından yola çıkılarak bu hayali diğerinin, birbirinden bütünüyle bağımsız olmayan üç farklı biçimde SDY’nin bileşeni olabileceği öne sürülebilir. İlki, hayali diğerinin, kişiye benzer ya da kişiden farklı tercihler yapan biri olarak algılanabileceğidir. Bireylerin, karşılarındakilerin SDY’lerini kendi SDY’lerine benzer algıladıkları (yani, işbirliği eğilimli birinin diğerini de işbirliği yanlısı olarak, yarışmacı birinin diğerini de yarışmacı olarak algıladığı) gösterilmiştir (Kuhlman ve Wimberley, 1976). Öte yandan, bazı çalışmalarda kendine yanlıların diğerlerini kendilerine benzer olarak algılarken toplum yanlılarının tutarlı bir çizgi izlemedikleri bulunmuştur (Kelley ve Stahelski, 1970; Schlenker ve Goldman, 1978). Bu araştırmaların birbirleriyle çelişen sonuçlara ulaşmış olmaları, bireylerin karşılıklı bağımlılık durumlarında diğerinin çıkarını mı yoksa kendi çıkarını mı gözeteceğinin, hayali diğerinin tercihlerine ilişkin beklentilerine bağlı olarak farklılaştığına işaret ettiği söylenebilir. İkinci olarak, yalnızca tercihleri bakımından değil, diğerinin karar veren bireye diğer özellikleri bakımından ne kadar benzer ya da uzak olarak algılandığının da SDY’nin bir bileşeni olduğu öne sürülebilir. Diyalojik Benlik Kuramına göre toplum, bilişsel bir diğeri ögesi olarak bireyin benliğinde yer alır (örn.,Hermans). Ancak, bütünsel bir diğeri algısı söz konusu değildir; benlik, belirli durumlarda görünür olan birbirinden farklı özelliklere sahip diğerlerini içerir (örn., kişinin ebeveynlerine, çocuklarına, arkadaşlarına ve düşmanlarına ilişkin diğeri algısı vardır) (Hermans, Kempen ve Van Loon, 1992). Kaynakların ortak olduğu karşılıklı bağımlılık durumları için de bir diğeri algısına sahip oldukları savunulabilir. Algılanan bu diğerinin bireye yakınlığının ya da uzaklığının kararlarda belirleyici bir niteliği olacaktır, çünkü kendimize yakın olanların çıkarını, kendimizden uzak

www.nesnedergisi.com

249


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

olanlardan daha fazla gözetme eğilimindeyizdir (örn.,Brewer, 1999). Böylece, hayal edilen diğerini, karşılıklı bağımlılık durumlarında kendine yakın ya da kendinden uzak olarak algılamanın da (diğerine uzaklık) bireyin SDY’sinin ayrık bir parçası olacağı varsayılabilir. Öte yandan, birey, diğerlerini benliğine dahil eder, fakat bu işlemde yakın olduğu diğerleri (ana babalar, eşler, arkadaşlar, vd.) daha fazla yer alır, çünkü onlarla daha fazla zaman geçirir, benzer olan diğerlerini daha yakınında tutar ve zamanla onlara daha fazla benzer (Aron, Mashek, McLaughlin-Volpe, Wright, Lewandowski ve Aron, 2005). Birey, sosyalleşme sürecinde kendine yakın olan diğerlerinin belirli durumlarda nasıl kararlar alacaklarına ilişkin bir algı geliştirir. Hermans (2008) bunları Ben-pozisyonları olarak isimlendirmiştir. Özetle, bireyin kendi içinde bir diyalogla “annem/babam/arkadaşım olsa bu durumda ne yapardı” sorusuna verdikleri yanıtların kararlarında belirleyici bir rol oynadığını savunmaktadır. Karşılıklı bağımlılık durumlarında da söz konusu daha önceki etkileşimlerin niteliğinin (kişi için önemli diğerleriyle daha önce girişilmiş etkileşimlerde, bu önemli diğerlerinin karşılıklı bağımlılık durumlarında kendine yanlı ya da toplum yanlısı kararları kullanma sıklığı) böyle bir rol oynadığı söylenebilir. SDY çalışmalarında gözlenen kültürlerarası farklılıklar SDY’nin sosyal aktarımına işaret ederken (örn.,McClintock, 1974), SDY’ler bakımından kültürlerarası farklılıklara ulaşmayan çalışmalar ise (örn., Liebrand ve Van Ruin, 1985) SDY’lerin yalnızca bu boyutla sınırlı olmadığını, farklı boyutları olan bir yapı olduğuna kanıt sağlar niteliktedir. Bu şekilde, hayal edilen diğerinin üç farklı boyutta tercihlere yönelik eğilimin bir parçası olabileceği düşünülmektedir. Ancak, SDY’lerin yalnızca karar verici ve diğerleri arasındaki etkileşimin bir doğurgusu olduğu söylenemez; aynı zamanda karar vericinin karşılıklı bağımlılık durumuna ilişkin algısı da kararlarında etkili olacaktır. Sosyal değerler, karar vericilerle diğerlerinin kazanç ve stratejileri arasında karşılıklı bağımlılığın olduğu bir bağlamda işlemektedir (McClintock, 1972). Karşılıklı bağımlılık, kaynakların ortak bir havuzdan dağıtımının ortak olan bütün tarafları etkilediği bir durum olarak tanımlanabilir. Ayrışık oyun, kişinin kaynakları pay edeceği kişi ya da kişileri anonimleştirerek durumun karşılıklı bağımlı olma niteliğini zayıflatsa da karşılıklı bağımlılığa ilişkin zaman boyu edinilmiş yönelimleri bertaraf edemez. İnsanlar, bir etkileşimin nasıl ilerleyeceğine ilişkin beklentilerine dayanak oluşturan ve buna göre eylemlerini planladıkları prototipleri zaman içerisinde edinirler (Cantor, Mischel ve Schwartz, 1982; akt.,Baldwin, 1992). Benzer biçimde,

250

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

karar vericilerin karşılıklı bağımlılık durumlarına ilişkin öznel yorumları da (prototiplerinden beslenerek) farklılaşır (Kelley ve Thibaut, 1978). Bireyler bu algıları, benzer durumlardan edindikleri deneyimler aracılığıyla edinirler. Böylece, farklı SDY’si olan bireyler aslında karşılıklı bağımlılık durumlarına ilişkin algıları bakımından farklıdırlar (Beggan, Messick ve Allison, 1988; Sattler ve Kerr, 1991; Van Lange ve Kuhlman, 1994). Örneğin, Van Vugt, Meertens ve Van Lange (1995), toplum yanlılarının işe geliş gidişte özel araç yerine toplu taşıma araçlarını kullanmayı bir çevre kirliliği sorunu olarak algılarken kendine yanlıların bunu bir ulaşım sorunu olarak algıladıklarını göstermişlerdir. Sosyal değer yönelimi ölçümlerinin zaman boyu tutarlı olduğunu gösteren birçok çalışmaya rastlanmıştır. Ancak, örneğin, katılımcılara verilen yönergeler (Griesinger ve Livingston, 1973), paylaştırılacak kaynağın niteliği (örn., para ya da ortaklaşa yapılacak bir işte çalışma saatleri; Grzelak, 1986) gibi durumsal değişkenler bu tutarlı tercihlerin değişmesine neden olabilmektedir. Eğer SDY durumsal değişkenlerden bağımsız bir kişilik değişkeniyse söz konusu durumsal değişkenlerden etkilenmesi, SDY’nin göründüğünden çok daha karmaşık bir yapıya sahip olduğuna işaret etmektedir. Yani, birinin belirli bir kazanç örüntüsünü tercih ederek yarışmacı, bireyci ya da işbirliği yönünde bir seçim yapmasının nedeni bütünsel bir yarışmacı, işbirlikçi ya da bireyci yönelimle açıklanamayacak kadar karmaşıktır. Temelde bu noktadan ve önceki çalışmalardan hareketle yukarıda SDY’nin dört bileşenli (diğerinin tercihlerine ilişkin beklenti, diğerine uzaklık, daha önceki etkileşimlerin niteliği ve karşılıklı bağımlılık durumlarına ilişkin algı) bir yapı olabileceği savunulmuştur. Buna göre, örneğin her koşulda kendi çıkarının diğerinin çıkarından üstün olmasını gözeterek yarışmacı davranan herkesin yöneliminin kaynağı aynı olmayabilir. Bazı yarışmacılar diğerlerini kendinden çok daha uzak gördüğünden bu yönelime sahipken diğerleri karşılıklı bağımlılık durumunu rekabet ortamı olarak algıladığından böyle davranıyor olabilir. Bir başkası ise ailesi ya da arkadaşlarıyla giriştiği önceki etkileşimler daha önemli olduğundan onlarınkine uyumlu bir eğilim gösterecektir. Bu önermelere uygun olarak, bu çalışmada bir ölçek geliştirilmiş ve psikometrik özellikleri sınanmıştır. Yöntem Araştırma iki farklı kısımdan oluşmuştur. İlk kısımda, sosyal değer yöneliminin kuramsal olarak bir önceki bölümde ayrıştırılmış bileşenlerine ilişkin 74 maddelik bir ifade havuzu oluşturulmuştur. Ölçek formundaki ifadeler, konuyla ilgili olduğu düşünülen üç farklı uzmanlık alanından (sosyal psikoloji, gelişim

www.nesnedergisi.com

251


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

psikolojisi ve sosyoloji) üç uzmana ve uzmanlık alanı psikoloji ya da sosyoloji olmayan iki yetişkine uygulanmış ve görüşleri alınmıştır. Bildirdikleri görüşler doğrultusunda ifadeler alanda çalışan uzmanlarla karşılıklı tartışılmış, bazı ifadelerde anlatımın açıklığına yönelik düzeltmeler yapılmış ve 3 madde havuz dışında bırakılmıştır. Kalan 71 maddeden yeni bir ölçek formu hazırlanmış ve 103 üniversite öğrencisine uygulanmıştır. Maddeler arası korelasyon ve Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı dikkate alınarak ölçek maddeleri yeniden gözden geçirilmiş ve hakemlere yeniden danışılmıştır. Sonuçta 42 maddenin ölçekten çıkarılmasına karar verilmiş ve 29 maddelik bir ölçek oluşturulmuştur. İkinci kısımda ise oluşturulan 29 maddelik ölçeğin psikometrik özellikleri sınanmıştır. Araştırmanın ikinci kısmında yer alan katılımcılar, veri toplama araçları ve araçların geçerlik ve güvenirliğine ilişkin bilgiler aşağıda ayrıntılarıyla sunulmuştur. Katılımcılar Araştırmanın örneklemini yaşları 20 ile 37 arasında değişen 257 üniversite öğrencisi oluşturmuştur (Ort. Yaş = 25; S = 4.1). Katılımcıların 162’si kadın (% 63), 93’ü erkektir (% 36.2). İki katılımcı (% .8) cinsiyetini belirtmemiştir. Katılımcıların aylık gelir düzeyine bakıldığında, 27’sinin (%10.5) aile aylık toplam gelirinin 1500 TL ve altı, 53’ünün (%20.6) 1500 ile 3000 TL arası, 50’sinin (%19.5) 3000 ile 5000 TL arası ve 19’unun (%7.3) 5000 TL ve üzeri olduğu görülmüştür. Katılımcıların 108’i (% 42.1) ailesinin aylık gelirini belirtmemiştir. Katılımcıların 18’i (% 7) tek çocuk olduğunu, 72’si (% 28) iki kardeş olduklarını, 36’sı (% 14) üç, 13’ü (% 5.1) dört, 9’u (% 3.6) beş ve üzeri kardeş sayısına sahip olduğunu bildirmiştir. Katılımcıların 109’u (% 42.4) kardeş sayısını bildirmemiştir. Katılımcıların 75’i (% 29.2), sol siyasal görüşten, 53’ü (% 20.6) sağ siyasal görüşten olduğunu ve 13’ü (% 5.1) emin olamadığını, apolitik olduğunu, ilgilenmediğini ya da tarafsız olduğunu bildirmiştir. Katılımcıların 116’sı (% 45.1) siyasal görüşünü belirtmemiştir. Veri Toplama Araçları Araştırma kapsamında geliştirilen Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’nin yanı sıra, ölçeğin ölçüt geçerliğine ilişkin bilgi edinmek amacıyla Üç Baskın Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği kullanılmıştır. Ek olarak, katılımcıların demografik özelliklerine ilişkin bilgi almak amacıyla yaş, cinsiyet, siyasal görüş ve kardeş sayısı gibi sosyo-demografik özelliklere ilişkin soruları içeren Demografik Bilgi Formu uygulanmıştır.

252

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği: Bu araştırma kapsamında geliştirilen ölçek, yukarıda da söz edildiği gibi, ifade havuzunun oluşturulması, hakem değerlendirmeleriyle madde seçilmesi ve maddelerin ön çalışmada katılımcılara uygulanmasıyla elde edilen verilerin analizi/hakem görüşü doğrultusunda madde seçilmesi olmak üzere üç temel aşamada geliştirilmiştir. Ölçeğin geçerliğine ve güvenirliğine ilişkin bilgiler, bu araştırmanın sonuç kısmını oluşturmaktadır. Ölçek, yönergeden bağımsız olarak uygulanamayacak biçimde oluşturulmuştur. Yönerge, ilgili kuramsal çerçeveden yola çıkılarak hazırlanmıştır (bkz. Tablo 1). Yönergede, karşılıklı bağımlılık durumuna ilişkin bir tanıma ve diğerinin kim olabileceğine ilişkin ipuçlarına yer verilmiştir. Bu ipuçları bir kişinin, kendi diğeri temsilini kullanmasını engellememek adına dikkatle ve diğerine ilişkin ne yönde değil, nasıl düşüneceği konusunda bilgi sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. Böylece katılımcıların, kendi yaşamlarındaki karşılıklı bağımlılık durumlarını ve diğerini hayal edecekleri ve kendilerinde inşa edilmiş bir karşılıklı bağımlılık durumu ve diğeri algısını açığa vuracakları varsayılmıştır. Tablo 1. Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği Yönergesi Lütfen yönergeyi dikkatlice okuyunuz. Zaman zaman kazançlarımızın diğerlerinin kazançlarına ve diğerlerinin kazançlarının da bizim kazançlarımıza bağlı olduğu durumlarla karşılaşırız. Kararlarımızın karşılıklı olarak birbirimizin kazançlarını belirlediği bu tür durumlara karşılıklı bağımlılık durumları adı verilmektedir. Örneğin, tanımadığınız/ilerde de tanımayacağınız diğer bir kişiyle, sınırlı miktarda bulunan değerli bir maddeyi paylaştığınız bir durum hayal ediniz. Bu madde bir miktar altın, ıssız bir çölde az miktarda su, yakıtı bitmiş bir uzay gemisinde hava, kıtlık olan bir yerde yiyecek gibi hayal gücünüzün erişebileceği herhangi bir şey olabilir. Her ikinizin de bu maddeye ulaşma olanağınız vardır; ancak her birinizin alacağı miktar, ikinizin ayrı ayrı “kendi kazancınız lehine” ya da “ortak kazanç lehine” vereceğiniz kararlara bağlıdır. Siz, hem kendiniz hem de diğerinin alacağı miktarı belirleyeceksiniz. Diğeri de, hem kendi hem de sizin alacağınız miktarı belirleyecek. Bu nedenle diğeri ile sizin elde edeceğiniz kazançlar karşılıklı bağımlıdır. Birbirinizin kararlarını bilmiyorsunuz. Lütfen aşağıdaki soruları, bu türden bir karşılıklı bağımlılık durumunu ve bu karşılıklı bağımlılık durumunda rastgele eşleştiğinizi hayal ettiğiniz, tanımadığınız ve gelecekte de tanımayacağınız birini (diğerini) düşünerek yanıtlayınız. Yanıtlarınızı aşağıda belirtilen sıklık derecelerine uygun olarak her bir ifadenin yanına yerleştirilen rakamları daire içine alarak belirtiniz.

Ölçeğin, bir kişilik değişkeni olarak, kendine yanlılığa karşı toplum yanlılığını ölçtüğü iddia edilmektedir. Buna göre, ölçekten alınan puan arttıkça toplum yanlılığı artmaktadır. Katılımcıların ölçek sorularını 5’li Likert

www.nesnedergisi.com

253


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

derecelendirmesi (1- hiçbir zaman, nadiren, bazen, çoğu zaman ve 5- her zaman) aracılığıyla yanıtlamaları sağlanmıştır. Ölçek maddelerinin hemen hemen yarısı ters kodlanmıştır (2, 3, 4, 5, 7, 10, 11, 12, 13, 15, 17, 18, 19, 26 ve 29. madde). Üç Baskın Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği: Orijinal ölçek, Van Lange ve arkadaşları (1997) tarafından geliştirilmiştir. Ayrışık oyunun bir kendini bildirim formu haline getirilmiş olan bu ölçek, sosyal değer yönelimlerini (yarışmacı, bireyci ve toplum yanlısı) ölçmeye olanak sağlamaktadır. Oyunun bu kendini bildirim uyarlamasında, katılımcılardan yazılı yönerge aracılığıyla puanları, kendileri ve varsayımsal bir başka kişi arasında nasıl paylaştıracaklarına karar vermeleri dokuz kez istenir. Katılımcıların diğerine ilişkin genel eğilimlerini ölçebilmek için diğerini tanımadıkları ve bu kişinin ilerde de bilerek hiç tanışmayacakları herhangi biri olduğu söylenir. Ancak, katılımcı ve diğeri arasındaki ilişkinin karşılıklı olduğu, diğerinin de benzer seçimler yapacağı vurgulanır. Kazançların, yani alacakları puanların kendileri için değerli olduğu; aynı zamanda diğerinin alacağı puanların da diğeri için değerli olduğu belirtilir. Her dokuz maddede, yarışmacı (göreli kazancın en üst düzeye çıkarılması), bireyci (kendi kazancının en üst düzeye çıkarılması) ya da toplum yanlısı (ortak kazancın en üst düzeye çıkarılması) seçeneklerden biri tercih edilir. Katılımcılar, dokuz seçim durumunda altı ve üzeri sayıda toplum yanlısı seçeneği tercih ettiklerinde toplum yanlısı olarak; altı ve üzeri sayıda yarışmacı ya da bireyci seçeneği tercih ettiklerinde yarışmacı ya da bireyci olarak sınıflandırılırlar. Altıdan az sayıda tutarlı yanıt verilen durumlarda sınıflandırılmazlar. Ek olarak, ölçekte sosyal değer yönelimi iki uçlu olarak da sınıflandırılabilmektedir. Buna göre, araştırmacılar, bireycilik ve yarışmacılığı, “kendine yanlı” (pro-self) olarak; toplum yanlılığını ise yine “toplum yanlısı” (prosocial) olarak sınıflandırmışlardır (Liebrand, Wilke, Vogel ve Wolters, 1986; Van Lange ve Kuhlman, 1994). Ölçek, yönelimleri ölçmek için iç tutarlılığı yüksek, güvenilir bir araçtır (Brucks ve Van Lange, 2007; Van Lange ve Kuhlman, 1994). Araştırmacılar, ayrışık oyunun oldukça yüksek iç tutarlık değerlerine sahip olduğunu belirtmektedir (Liebrand ve Van Ruin, 1985; Liebrand, Jansen, Rijken ve Suhre, 1986). Liebrand ve Van Ruin (1985), on iki ayrışık oyunu iki defa uygulamış ve .93’lük (N = 270) bir iç tutarlık (Spearman-Brown) katsayısına ulaşmışlardır. Van Lange ve SeminGoossens (1998), sosyal değer yöneliminin altı ay arayla aldıkları iki ayrı ölçümü arasındaki ordinal birliktelik indeksini (gamma) .73 olarak bulmuşlardır. Ayrıca iki aylık bir arayla ölçüm aldıkları katılımcıların %75’inin kalıcı sosyal değer yönelimlerine sahip olduklarını bildirmektedirler. Ölçeğin Türkiye örneklemine uyarlaması Yalçın (2009) tarafından gerçekleştirilmiştir. Test - tekrar test güvenirliği için yapılan çalışmada, 146 kişi 254

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

“yarışmacı”, “bireyci” ya da “toplum yanlısı” olarak sınıflandırıldığında ilk ve son uygulamanın güvenirliği için hesaplanan CohenKappadeğeri .81 olarak hesaplanmıştır. Katılımcılar, “kendine yanlı” ve “toplum yanlısı” olarak ikili sınıflandırıldığında ise ilk ve son uygulamanın güvenirliği için hesaplanan CohenKappadeğeri .91’dir. Ölçeğin geçerlik bilgisi, sosyal değer yönelimi gruplarının Ekolojik İkilemlere İlişkin Tutum Ölçeği’nde (Yalçın, 2009) ve Rotter’in Denetim Odağı Ölçeği’nde (Dağ, 1991) önceki çalışmalarla benzer biçimde farklılaşıp farklılaşmadıklarına bakılarak elde edilmiştir (N = 232). Sonuçların önceki araştırmalarla tutarlı olduğu görülmüş ve ölçeğin geçerli bir ölçüm aracı olduğu sonucuna varılmıştır. İşlem İlk olarak, etik kurul onayı alınmıştır. Uygulamalar öncesi katılımcılara araştırmanın amacı ve kapsamı hakkında bilgi verilmiş, yönergeler açıklanmış ve kimliklerin gizli tutulacağı ve gönüllülüğün esas alındığı belirtilmiştir. Uygulamalarda, sırasıyla Üç Baskın Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği, Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği ve Demografik Bilgi Formu uygulanmıştır. Demografik bilgilere ilişkin şemaların etkinleşmesinin, ölçek maddelerine verilen yanıtlarda karıştırıcı bir etkisinin olabilme olasılığı göz önüne alınarak uygulamalar yukarıdaki sıra ile gerçekleştirilmiştir. Verilerin bir kısmı, katılımcılara sınıf ortamında uygulanan kâğıt-kalem bildirim formu aracılığıyla (105 kişi), diğer bir kısmı katılımcıların internet üzerinden doldurdukları sanal bir bildirim formu aracılığıyla (152 kişi) elde edilmiştir. İki farklı biçimde toplanan veriler arasında araştırmanın değişkenleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Toplu uygulamalar tek oturumda gerçekleştirilmiş ve yaklaşık olarak 40 dakika sürmüştür. Bulgular Verilerin İstatistiksel Analizlere Uygunluğunun Sınanması Analizler öncesinde verilerin analizler için uygunluğu sınanmıştır. Toplam puan üzerinden z değeri hesaplanmış, ± 3.29 değerinin üzerinde kalan bir katılımcı analizin dışında bırakılmıştır. Sürekli değişkenlerin normalliği, çarpıklık ve basıklık değerine bakılarak değerlendirilmiştir. Yapılan değerlendirmeler, ölçeklerin ve alt ölçeklerden alınan puanların normal dağılım sayıltısını karşıladığını göstermiştir.

www.nesnedergisi.com

255


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

Geçerliğe İlişkin Bulgular Ölçeğin Faktör Yapısı. 29 maddelik Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’nin yapı geçerliği Temel Bileşenler Analizi ve Açımlayıcı Faktör Analizi ile değerlendirilmiştir. Tabachnick ve Fidell’in (2013; s. 26) belirttiği gibi faktör analizi, “Kişiliğin yapısı nedir? Kişiliğin bireylerarası farklılık gösteren temel boyutları var mıdır?” sorularını yanıtlamak için uygun bir analizdir. Veri yapısının faktör analizi için uygun olup olmadığının belirlenmesi amacıyla KaiserMeyerOlkin (KMO) örneklem yeterliği indeksi hesaplanmış ve Bartlett testi sonuçlarına bakılmıştır. .79’luk KMO katsayısı her faktör için yeterli madde olduğuna işaret etmiştir. Ek olarak, Barttlett testinin sonucunun anlamlı olması (433.49; p < .001), korelasyon matrisinin, maddeler arası korelasyonların tamamının sıfır olduğu birim matrisinden anlamlı biçimde farklı olduğunu göstermektedir. Böylece, verilerin faktör analizi için uygun olduğu görülmüştür. Analizde özdeğerleri 1’in üzerinde hesaplanan sekiz bileşen olduğu görülse de, yamaç-plato grafiğine bakıldığında dört noktada belirgin bir değişim olduğu gözlenmiştir. Dört bileşenli ve varimaks rotasyonlu çözüm tercih edilmiştir. Analiz başlangıçta kuramsal olarak ön görülen faktörlerden kısmen farklı bir yapı ortaya çıkarmıştır. Madde içerikleri ve faktör yükleri dikkate alındığında, daha önceki etkileşimlerin niteliği faktörünün aslında iki ayrı faktörden oluştuğu sonucu ortaya çıkmıştır. Soru içeriklerine bakıldığında bu faktördeki maddelerden bir kısmının aileye ilişkin deneyimlerle ilgili olduğu (örn. “Babam karşılıklı bağımlılık durumlarında ortak kazancı gözetmiştir.”), diğer kısmının ise aile dışındaki deneyimlerle (örn. “Yakın arkadaşlarımın çoğu, karşılıklı bağımlılık durumlarında yalnızca kendi kazançlarını gözetmişlerdir.”) ilgili olduğu görülmüştür. Analizde iki ayrı faktöre tam da bu biçimde girdikleri görüldüğünden faktörün kuramsal olarak da iki ayrı faktör olduğu sonucuna varılmıştır. Buna göre, genetik çalışmalarında söz edilen iki kavram olan paylaşılan ve paylaşılmayan çevre kavramları ödünç alınarak aile ortamında deneyimlenen daha önceki etkileşimlerin niteliği paylaşılan çevredeki etkileşimler olarak; arkadaş ve diğer ortamlarda deneyimlenen daha önceki etkileşimlerin niteliği ise paylaşılmayan çevredeki etkileşimler olarak iki ayrı faktörde ele alınmıştır. Ek olarak diğerinin tercihlerine benzerlik ve diğerine uzaklık başlangıçta iki ayrı faktör olarak önerilse de faktör yapıları dikkate alınarak diğerine ilişkin algılar olarak tek faktör altında birleştirilmiştir. Ortaya çıkan faktörlerden Diğerine İlişkin Algı, varyansın % 16.19’unu, Paylaşılan Çevredeki Etkileşimler % 7.55’ini, Karşılıklı Bağımlılık Durumuna İlişkin Algılar % 6.93’ünü ve Paylaşılmayan Çevredeki Etkileşimler % 6.63’ünü açıklamaktadır. Böylece, 4 faktör birlikte toplam varyansın %37.31’ini

256

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

açıklamaktadır. Maddelerin faktör yükleri ve madde-toplam test korelasyonu katsayıları Tablo 2’de yer almaktadır. Tablo 2

Madde-Toplam Test Korelasyonu Katsayıları

Paylaşılmayan Çevre

Karşılıklı Bağımlılık Durumuna İlişkin Algılar

Ölçek Maddeleri

Paylaşılan Çevre

Diğerine İlişkin Algılar

Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği madde faktör yükleri ve madde-toplam test korelasyonu katsayıları

2. Diğerini kendimden uzak hissediyorum.R

.75

.63

25. Diğerini kendime yakın buluyorum.

.73

.66

19. Diğeri benim kazançlarımı düşünmeden kendi kazançları doğrultusunda karar verecektir.R

.72

.64

3. Diğeri kendi kazancını, benim kendi kazancımı gözettiğimden daha fazla gözetir. R

.67

.44

11. Diğeri bana benzemez.

R

.64

.51

17. Diğerinin davranışlarını genellikle onaylamam. R

.61

.60

23. Diğeri sosyal değerlere önem verir.

.60

.54

4. Diğeri bizden değildir.R

.60

.60

12. Diğeri tehlikelidir.R

.53

.51

22. Diğeri bana benzer biridir.

.49

.55

5. Diğeri kendi kazancını gözeterek zekice bir iş yapar. R

.34

.40

13. Babam bu türden durumlarla karşılaştığında yalnızca kendi kazançlarını gözetmiştir.R

.62

.41

6. Babam karşılıklı bağımlılık durumlarında ortak kazancı gözetmiştir.

.62

.40

18. Kardeşim (ya da kardeşlerim) karşılıklı bağımlılık durumlarında yalnızca kendi kazançlarını gözetmiştir (tek kardeşseniz en yakın kuzeninizi düşünerek yanıtlayınız).R

.61

.44

28. Annem bu türden durumlarla karşılaştığında ortak kazancı gözetmiştir.

.51

.49

20. Kardeşim (kardeşlerim) karşılıklı bağımlılık durumlarında ortak kazancı gözetmiştir (tek kardeşseniz en yakın kuzeninizi düşünerek yanıtlayınız).

.48

.37

7. Annem karşılıklı bağımlılık durumlarında yalnızca kendi kazançlarını gözetmiştir. R

.41

.29

www.nesnedergisi.com

257


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

Tablo 2

Madde-Toplam Test Korelasyonu Katsayıları

Paylaşılmayan Çevre

Karşılıklı Bağımlılık Durumuna İlişkin Algılar

Ölçek Maddeleri

Paylaşılan Çevre

Diğerine İlişkin Algılar

Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği madde faktör yükleri ve madde-toplam test korelasyonu katsayıları (Devamı)

14. Karşılıklı bağımlılık durumunda ortak kazanç doğrultusunda davranmak dürüstçedir.

.59

.43

1. Karşılıklı bağımlılık durumu ortak kazancı gözetme durumudur.

.56

.36

21. Karşılıklı bağımlılık durumu tarafların karşılıklı dayanışma kurma çabasıdır.

.54

.46

26. Karşılıklı bağımlılık durumu yalnızca kendi kazancı doğrultusunda davranma durumudur.R

.47

.46

8. Karşılıklı bağımlılık durumunda doğrultusunda davranmak akıllıcadır.

.46

.29

.33

.53

ortak

kazanç

15. Karşılıklı bağımlılık durumunda tarafların hedefleri birbirlerinden daha avantajlı bir konuma geçmeye çalışmaktır.R 29. İş (ya da okul) arkadaşlarımın çoğu karşılıklı bağımlılık durumlarında yalnızca kendi kazançlarını gözetmişlerdir.R

.36

.59

.46

9. Daha önce karşılaştığım karşılıklı bağımlılık durumlarında diğerinin davranışları beklediğim gibi olmuştur.

.54

.30

16. Daha önce karşılaştığım karşılıklı bağımlılık durumlarında diğeri bana karşı dürüst olmuştur.

.53

.57

27. Yakın arkadaşlarımın çoğu, karşılıklı bağımlılık durumlarında ortak kazancı gözetmişlerdir.

.52

.46

.52

.36

.32

.22

10. Yakın arkadaşlarımın çoğu, karşılıklı bağımlılık durumlarında yalnızca kendi kazançlarını gözetmişlerdir. R

24. İş (ya da okul) arkadaşlarımın çoğu, karşılıklı bağımlılık durumlarında ortak kazancı gözetmişlerdir. Açıklanan Varyans (%)

16.19

7.55

6.93

6.63

Özdeğer

6.72

2.62

2.18

1.76

Not: Yalnızca .3’ün üzerindeki yüklemeler alınmıştır. Ters kodlanan maddeler R işaretiyle belirtilmiştir.

258

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Ölçüt Geçerliği: Ölçeğin ölçüt geçerliğini değerlendirmek için Üç Baskın Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği (Van Lange ve ark., 1997) kullanılmıştır. Katılımcılar (N=257) sosyal değer yönelimleri bakımından “kendine yanlı” ve “toplum yanlısı” olarak sınıflandırıldıktan sonra bağımsız gruplar için t testi uygulanmıştır. Kendine yanlılar ve toplum yanlıları arasında anlamlı bir fark bulunmuştur, t (129) = 3.04; p < .01. Etki büyüklüğü d = .44 olarak hesaplanmıştır. Bu değer orta düzeyde bir etkiye işaret etmektedir. Karşılaştırma sonuçlarına bakıldığında, toplum yanlılarının Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’nden aldıkları puanların (Ort. SDY = 3.68; S = .42), kendine yanlıların puanlarına (Ort. SDY = 3.46; S = .37) göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Benzer biçimde alt ölçekler de Üç Baskın Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’nden elde edilen “kendine yanlı” ve “toplum yanlısı” sınıflandırması bakımından farklılaşmaktadır. Buna göre, iki grup, Diğerine İlişkin Algı alt ölçeğinden alınan puanlar bakımından farklılaşmaktadır, t (129) = 2; p < .05. Etki büyüklüğü d = .36 olarak hesaplanmıştır. Bu değer, düşük düzeyde bir etkiye işaret etmektedir. Karşılaştırma sonuçlarına bakıldığında, toplum yanlılarının puanların (Ort. SDY = 3.4; S = .56), kendine yanlıların puanlarına (Ort. SDY = 3.21; S = .50) göre daha yüksek olduğu görülmüştür. İki grubun ortalamaları, Paylaşılan Çevredeki Etkileşimler alt ölçeğinden alınan puanlar bakımından da farklılaşmaktadır, t (129) = 2.03; p < .05. Etki büyüklüğü d = .37 olarak hesaplanmıştır. Bu değer, düşük düzeyde bir etkiye işaret etmektedir. Bu alt ölçekte, toplum yanlılarının puanların (Ort. SDY = 4.18; S = .62), kendine yanlıların puanlarına (Ort. SDY = 3.97; S = .52) göre daha yüksek olduğu görülmüştür. İki grup, Karşılıklı Bağımlılık Durumuna İlişkin Algılar alt ölçeğinden alınan puanlar bakımından farklılaşmaktadır, t (129) = 3.14; p < .01. Etki büyüklüğü d = .55 olarak hesaplanmıştır. Bu değer orta düzeyde bir etkiye işaret etmektedir. Karşılaştırma sonuçları, toplum yanlılarının puanların (Ort. SDY = 4.42; S = .57), kendine yanlıların puanlarına (Ort. SDY = 4.10; S = .59) göre daha yüksek olduğunu göstermiştir. Yine, iki grup, Paylaşılmayan Çevredeki Etkileşimler alt ölçeğinden alınan puanlar bakımından farklılaşmaktadır, t (129) = 2.46; p < .05. Etki büyüklüğü d = .43 olarak hesaplanmıştır. Bu değer orta düzeyde bir etkiye işaret etmektedir. Karşılaştırma sonuçlarına bakıldığında, toplum yanlılarının puanların (Ort. SDY = 3.34; S = .49), kendine yanlıların puanlarından (Ort. SDY = 3.12; S = .54) daha

www.nesnedergisi.com

259


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

yüksek olduğu görülmüştür. Bu bulgular ölçeğin geçerli bir ölçüm aracı olduğuna işaret etmektedir. Alt Ölçekler Arasındaki Korelasyonlar Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’nin alt ölçeklerinin kendi aralarındaki ve toplam puanla korelasyonları Tablo 3’te gösterilmiştir. Buna göre, alt ölçekler arasındaki korelasyonlar orta ve düşük düzeyli ilişkilere işaret etmektedir. Tablo 3 Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği ve alt ölçekleri arasındaki korelasyonlar Değişkenler

1

1. Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği

2

3

4

5

-

2. Diğerine İlişkin Algılar

.83**

-

3. Daha Önceki Etkileşimlerin Niteliği (Paylaşılan Çevre)

.61**

.28**

.68

**

.38

**

.28**

-

.62

**

.28

**

.20*

.35**

4. Karşılıklı Bağımlılık Durumuna İlişkin Algılar 5. Daha Önceki Etkileşimlerin Niteliği (Paylaşılmayan Çevre)

-

* p < .05, **p < .001.

Güvenirliğe İlişkin Bulgular İki Yarım Test Güvenirlik. Güvenirlik için İki Yarım Test Güvenirlik analizi yapılmıştır. Bu doğrultuda iki parçaya ayrılan ölçeğin ve alt ölçeklerin iki yarıları arasındaki korelasyonlara bakılmıştır. Buna göre, Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’nin iki yarısı arasındaki korelasyon .79’dur. İki yarım test güvenirlikleri, Diğerine İlişkin Algılar alt ölçeği için .78, Paylaşılan Çevredeki Etkileşimler alt ölçeği için .50, Karşılıklı Bağımlılık Durumuna İlişkin Algılar alt ölçeği için .68 ve Paylaşılmayan Çevredeki Etkileşimler alt ölçeği için ise .52 olarak hesaplanmıştır. İç Tutarlılık: Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’ninCronbach alfa yöntemiyle hesaplanan iç tutarlık katsayısı α = .86’dır (N = 257). Alt ölçekler için Cronbach alfa iç tutarlık katsayıları, Diğerine İlişkin Algılar alt ölçeği için .87, Paylaşılan Çevredeki Etkileşimler alt ölçeği için .73, Karşılıklı Bağımlılık Durumuna İlişkin Algılar alt ölçeği için .70 ve Paylaşılmayan Çevredeki Etkileşimler alt ölçeği için .70 olarak saptanmıştır. Bu bulgular doğrultusunda ölçeğin güvenilir bir ölçüm aracı olduğu söylenebilir.

260

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Tartışma

Kişinin ya da grubun olası çıkarlarının, kaynaklar ortak olduğu için diğeri/diğerleriyle çatıştığı durumlara grup-içi ve gruplar-arası ilişkilerde oldukça sık rastlanmaktadır. Bu durumlarla ilgili olarak, bir yemek hesabının ortaklaşa ödenmesinden kaçak elektrik kullanımına, gereksiz su tüketiminden vergi kaçırmaya birçok örnek verilebilir. Bu çatışma durumları, alan yazında sosyal ikilemler başlığı altında incelenmektedir. Sosyal ikilemlerde bireyler ya da gruplar bu çatışma durumlarında kendi çıkarlarına ve diğerlerinin çıkarlarına verdikleri ağırlığa bağlı olarak yarışmacı, bireyci, özgeci ya da işbirlikçi davranışlarda bulunabilirler. Sosyal değer yönelimi bu tercihlerden birine daha fazla eğilimi olma anlamına gelen bir kişilik değişkenidir. Önceki çalışmalar SDY’yi ölçmeye yönelik girişimlerde bulunsalar da daha önce hiçbir çalışma bu yapıların faktöriyel bir yapısı olabileceği düşüncesiyle ilgilenmemiştir. Bu çalışmada ise SDY’lerin dört farklı bileşenden oluşan bir yapı olabileceği ortaya konmuştur. Bunlar, Diğerine İlişkin Algılar, Paylaşılan Çevredeki Etkileşimler, Paylaşılmayan Çevredeki Etkileşimler ve Karşılıklı Bağımlılık Durumuna İlişkin Algılar olarak isimlendirilmiştir. Analiz sonuçları Çok Boyutlu Sosyal Değer Yönelimi Ölçeği’nin geçerli ve güvenilir bir ölçüm aracı olduğuna işaret etmektedir. Bileşenler arasındaki korelasyonların düşük ve orta düzeylerde olduğu görülmektedir. Bu sonuçlar, birbirleriyle ilişkisiz olmasalar da bileşenlerin birbirlerinden bağımsız olduklarını ve alt ölçeklerin ayrı birer ölçüm aracı olarak kullanılabileceklerini göstermektedir. Bulgular, giriş bölümünde kuramsal olarak önerilen faktörlerden kısmen farklı bir yapı ortaya çıkarmıştır. Madde içerikleri ve faktör yükleri dikkate alınarak daha önceki etkileşimlerin niteliği faktörü ikiye bölünmüş ve paylaşılan çevredeki etkileşimler ve paylaşılmayan çevredeki etkileşimler faktörleri elde edilmiştir. Bunlardan ilki aile ile ilgili deneyimleri, ikincisi aile dışındaki deneyimleri (arkadaşlar ve tanımlanmamış diğerleriyle girişilen önceki etkileşimler) içermektedir. Bu iki faktör, kendine yanlı etkileşimlerle toplum yanlısı etkileşimler arasında bir uzanım göstermektedir. Bu iki alt-ölçekten alınan puanın artması daha fazla toplum yanlısı etkileşim deneyimi anlamına gelmektedir. Öte yandan, diğerinin tercihlerine benzerlik ve diğerine uzaklık giriş bölümünde iki ayrı faktör olarak önerilse de analiz sonucunda iki değişkene ilişkin maddeler tek bir faktör altında birleşmiştir. Buna uygun olarak, önerilen bu iki faktör diğerine ilişkin algılar ismiyle tek faktör altında birleştirilmiştir. Madde içeriklerine bakıldığında bunun diğerinin iç-gruptan ya da dış-gruptan biri olarak

www.nesnedergisi.com

261


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

algılanmasının bir sonucu olduğu görülmektedir. Iedema ve Poppe (1999) da bireycilerin benzersiz olmayı daha çok istediklerini belirtmektedirler. Buna göre, diğerine ilişkin algılar kimliği belirsiz diğerini dış-gruptan olarak algılama eğilimidir ve alt-ölçekten alınan puan arttıkça diğerini iç-gruptan olarak algılama düzeyi artmaktadır. Karşılıklı bağımlılık durumuna ilişkin algılarla ilgili maddeler ise giriş bölümünde önerildiği biçimde yüklenmiştir. Buna göre, bu değişken karşılıklı bağımlılık durumunu bir rekabet durumu olarak algılamayla bir işbirliği durumu olarak algılama arasında bir uzanım göstermektedir. Alt ölçekten alınan puan arttıkça karşılıklı bağımlılık durumunu bir işbirliği durumu olarak algılama düzeyi artmaktadır. Bu sonuçlara göre, kendine yanlılar ve toplum yanlıları, kendi içlerinde bu bileşenlere göre de farklılaşırlar. Bir toplum yanlısının bu yöneliminin temelinde diğerini iç-gruptan olarak algılama daha önemliyken, bir diğer toplum yanlısı için karşılıklı bağımlılık durumunu bir işbirliği durumu olarak algılama daha ön plandadır. Bir diğeri için bu yönelim, kaynağını büyük ölçüde bireyin arkadaşlarıyla ya da ailesiyle daha önceki işbirliği etkileşimlerinin çokluğundan alır. Aynı farklılıklar bir kendine yanlı için de geçerlidir. Ancak kendine yanlı birinin kendine yanlı motivasyonunun kaynağında diğerini dış-gruptan olarak algılaması, karşılıklı bağımlılık durumunu bir rekabet durumu olarak algılaması ya da bireyin arkadaşlarıyla ya da ailesiyle rekabet içeren etkileşimlerinin çokluğundan biri ya da birkaçı daha fazla yer alır. Bütün farklı motivasyonlar için söz konusu bileşenlerin değerleri farklılaşır ve bileşenlerin toplamı sosyal değer yönelimine işaret eder. Bu çalışmada geliştirilen ölçek kullanılarak, bir kişilik değişkeni olmasına karşın SDY’nin durumsal değişkenler bakımından farklılaştığına işaret eden çalışmalara (Griesinger ve Livingston, 1973; Grzelak, 1986) açıklık getirilebilir. Örneğin, Grzelak (1986) yönelimlerin paylaştırılacak kaynağın niteliği (paylaştırılacak kaynağın para ya da ortaklaşa yapılacak bir işte çalışma saatleri olması) bakımından farklılaştığını bulmuştur. Ancak, çalışmasında aslında bu çalışmada sunulan SDY’nin farklı yönleri rol oynamış olabilir. Ortamda para olduğunda durum artık sonuçta para kazanılabilecek bir karşılıklı bağımlılık durumu niteliği kazanır. Karşılıklı bağımlılık durumunu bir rekabet durumu olarak algılama düzeyi görece yüksek olanların bu türden bir durumda kendine yanlı davranışlarda bulunması daha büyük bir olasılıktır. Yani, diğerini iç gruptan olarak algılama düzeyi ve toplum yanlısı etkileşimleri yüksek olmasına karşın karşılıklı bağımlılık durumunu bir rekabet durumu olarak algılama düzeyi görece yüksek toplum yanlılarının, paylaştırılacak kaynağın para olduğu durumlarda, paylaştırılacak kaynağın ortaklaşa yapılacak bir işte çalışma saatleri olduğu durumlardan farklı 262

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

davranması beklenebilir. SDY’nin aslında durumsal değişkenlere bağlı olarak değişmediğine işaret eden benzer bir hipotetik akıl yürütme, diğerini dış gruptan olarak algılama düzeyi ve kendine yanlı etkileşimleri yüksek olmasına karşın karşılıklı bağımlılık durumunu bir işbirliği durumu olarak algılama düzeyi görece yüksek kendine yanlılar için de yapılabilir. Böyle bir durumun, ayrışık oyun çeşitlemeleriyle kendine yanlı olarak sınıflandırılan bireylerin onlardan beklenenin aksine kendine yanlı olarak davranmamalarıyla sonuçlanabileceği söylenebilir. Bu farkın görünür olabilmesi ise ancak SDY’nin bileşenlerinin ölçülmesiyle sağlanabilir. Başka bir çalışmada kazançların söz konusu olduğu durumla karşılaştırıldığında, kayıpların söz konusu olduğu durumlarda toplum yanlıları daha fazla, bireyciler daha az işbirliğinde bulunmuşlardır (De Dreu ve McCusker, 1997). Karşılıklı bağımlılık durumunu kayıp-kazanca dayalı bir rekabet durumu olarak algılama düzeyi yüksek olan kendine yanlıların ve karşılıklı bağımlılık durumunu bir işbirliği durumu olarak algılama düzeyi yüksek toplum yanlılarının De Dreu ve McCusker’in çalışmasındaki bu farkın görünür olmasında rol oynadığı iddia edilebilir. Yani, aslında bu farklı durumlar diğerine ilişkin algılar bakımından karşılaştırıldığında herhangi bir fark gözlenmeyebilir. Elbette bu yalnızca bir spekülasyondur ve sonraki çalışmalarla sınanması gerekmektedir. Bu çalışmada sunulan bileşenlerin bundan sonraki SDY çalışmalarında göz önünde bulundurulması SDY’nin dinamiklerinin anlaşılmasında yararlı olabilir. Sonuç olarak, sosyal değer yönelimi, seçim durumlarında bireylerin belirli seçimlere doğru yönelimlerine işaret eden bir yapıdır. Bu yapının tanımlanmasında ve ölçülmesinde bugüne kadar çok farklı yöntemler kullanılmıştır (Murphy ve ark., 2011). Bu çalışma da farklı bir tanım ve ölçüm aracı sunulmuştur. Buna göre, sosyal değer yönelimi, bunun farkında olarak herhangi bir seçim durumuna girdikleri zamana kadar gelişimsel süreçte kazandıkları dört bileşenin yansımasıdır. Diğer bir ifadeyle, sosyal değer yönelimi, bireyin diğerine ilişkin algısının, paylaşılan çevredeki etkileşimlerinin, paylaşılmayan çevredeki etkileşimlerinin ve karşılıklı bağımlılık durumuna ilişkin algısının bütününü temsil eder. Son olarak, bu ölçeğin diğer bir avantajı, önceki çoğu ölçüm aracının aksine SDY’nin sürekli bir ölçümünü sunması ve böylece kategorik bir ölçümün sağlayamayacağı istatistiksel analizlere olanak sağlamasıdır.

www.nesnedergisi.com

263


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

Kaynaklar Aron, A., Mashek, D., McLaughlin-Volpe, T., Wright, S., Lewandowski, G. ve Aron, E. (2005). Including close others in the cognitive structure of the self. M. Baldwin (Ed.), Interpersonal cognition içinde (ss. 206-232). New York: Guilford Press. Au, W. T. ve Kwong, J. Y. Y. (2004). Measurement and effects of social value orientation in social dilemmas: A review. R. Suleiman, D. Budescu, I. Fischer, ve D. Messick (Ed.), Contemporary psychological research on social dilemmas içinde (ss. 71-98). Cambridge: Cambridge University Press. Baldwin, M. W. (1992). Relational schemas and the processing of social information. Psychological bulletin, 112(3), 461-484. Beggan, J. K., Messick, D. M. ve Allison, S. T. (1988). Social values and egocentric bias: Two tests of the might over morality hypothesis. Journal of Personality and Social Psychology, 55, 606-611. Brewer, M. B. (1999). The psychology of prejudice: Ingroup love and outgroup hate? Journal of Social Issues, 55(3), 429-444. Brucks, W. M. ve Van Lange, P. A. M. (2007). When prosocials act like proselfs in a commons dilemma. Personality and Social Psychology Bulletin, 33(5), 750-758. Dağ, İ. (1991). Rotter’in İç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği’nin (RİDKOÖ) üniversite öğrencileri için güvenirliği ve geçerliği. Psikoloji Dergisi. 7(26), 10-16. De Dreu, C. K. ve McCusker, C. (1997). Gain-loss frames and cooperation in twoperson social dilemmas: A transformational analysis. Journal of Personality and Social Psychology, 72(5), 1093-1106. Griesinger, D. W. ve Livingston, J. W. (1973). Toward a model of interpersonal motivation in experimental games. Behavioral Science, 18(3), 173-188. Grzelak, J. Ĺ. (1986). Money isn't everything: Differential effects of type of values upon social orientations. Polish Psychological Bulletin, 17(3-4), 147-154. Hermans, H. J. (2008). How to perform research on the basis of dialogical self theory? Introduction to the special issue. Journal of Constructivist Psychology, 21(3), 185-199.

264

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Hermans, H. J. M., Kempen, H. J. G. ve Van Loon, R. J. P. (1992). The dialogical self: Beyond individualism and rationalism. American Psychologist, 47, 2333. Iedema, J. ve Poppe, M. (1999). Expectations of others’ social value orientations in specific and general populations. Personality and Social Psychology Bulletin, 25, 1443- 1450. Kelley. H. H. ve Stahelski. A. J. (1970). Social interaction basis of cooperators’ and competitors’ beliefs about others. Journal of Personality and Social Psychology, 16(1), 66- 91. Kelley, H. H. ve Thibaut, J. W. (1978). Interpersonal relations. New York: Wiley. Knight, G. P. ve Dubro, A. F. (1984). Cooperative, competitive, and individualistic social values: An individualized regression and clustering approach. Journal of Personality and Social Psychology, 46(1), 98-105. Kopelman, S., Weber, J. M. ve Messick, D. M. (2002). Factors influencing cooperation in commons dilemmas: A review of experimental psychological research. E. Ostrom, (Ed.), Drama of the commons içinde (ss. 113-156). Washington: National Academies Press. Kuhlman, D. M. ve Marshello, A. F. J. (1975). Individual differences in game motivation as moderators of preprogrammed strategy effects in prisoner’s dilemma. Journal of Personality and Social Psychology, 32(5), 922-931. Kuhlman, D. M. ve Wimberley, D. L. (1976). Expectations of choice behavior held by cooperators, competitors and individualists across four classes of experimental game. Journal of Personality and Social Psychology, 34(1), 69-81. Liebrand, W. B. G. (1984). The effect of social motives, communication and group size on behavior in an n-person multi-stage mixed-motive game. European Journal of Social Psychology, 14, 239-264. Liebrand, W. B. G., Jansen, R. W. T. L., Rijken, V. M. ve Suhre, C. J. M. (1986). Might over morality: Social values and the perception of other players in experimental games. Journal of Experimental Social Psychology, 22, 203215.

www.nesnedergisi.com

265


Yalçın, Ö. (2016). Sosyal değer yöneliminin bileşenleri: bir ölçek geliştirme çalışması. Nesne, 4(8), 245-267.

Liebrand, W. B. G. ve Van Ruin, G. J. (1985). The effects of social motives on behavior in social dilemmas in two cultures. Journal of Experimental Social Psychology, 21(1), 86-102. Liebrand, W. B.G., Wilke, H. A. M., Vogel, R. ve Wolters, F. J. M. (1986). Value orientation and conformity: A study using three types of social dilemma games. The Journal of Conflict Resolution, 30(1), 77-97. McClintock, C. G. (1972). Social motivation: A set of propositions. Behavioral Science, 17(5), 438-454. McClintock, C. G. (1974). Development of social motives in Anglo-American and Mexican-American children. Journal of Personality and Social Psychology, 29(3), 348-354. McClintock, C. G. (1988). Evolution, systems of interdependence, and social values. Behavioral Science, 33, 59-76. McClintock, C. G., Messick, D. M., Kuhlman, D. M. ve Campos, F. T. (1973). Motivational bases of choice in three- choice decomposed games. Journal of Experimental Social Psychology, 9, 572-590. McClintock, C. G. ve Van Avermaet, E. (1982). Social values and rules of fairness: A theoretical perspective. V. J. Derlega, ve J. L. Grzelak (Ed.), Cooperation and helping behavior içinde (ss. 43-70). New York: Academic Press. Messick, D. M. ve McClintock, C. G. (1968). Motivational bases of choice in experimental games. Journal of Experimental Social Psychology, 4, 1-25. Murphy, R. O., ve Ackermann, K. A. (2014). Social value orientation theoretical and measurement issues in the study of social preferences. Personality and Social Psychology Review, 18(1), 13-41. Murphy, R. O., Ackermann, K. A. ve Handgraaf, M. (2011). Measuring social value orientation. Judgment and Decision Making, 6(8), 771-781. Sattler, D. N. ve Kerr, N. L. (1991). Might versus morality explored: Motivational and cognitive bases for social motives. Journal of Personality and Social Psychology, 60(5), 756-765. Schlenker, B. R. ve Goldman, H. J. (1978). Cooperators and competitors in conflict: A test of “The Triangle Model”. The Journal of Conflict Resolution, 22(3), 393-410.

266

www.nesnedergisi.com


DOI: 10.7816/nesne-04-08-05

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Steinberg, L. ve Morris, A. S. (2001). Adolescent development. Annual Review of Psychology, 52, 83-110. Tabachnick, B. G. ve Fidell, L. S. (2012). Using multivariate statistics. Boston: Pearson. Van Lange, P. A. M. (1992). Confidence in expectations: A test of the triangle hypothesis. European Journal of Personality, 6, 371-379. Van Lange, P. A. M. ve Kuhlman, D. M. (1994). Social value orientations and impressions of partner’s honesty and intelligence: A test of the might versus morality effect. Journal of Personality and Social Psychology, 67(1), 126-141. Van Lange, P. A. M. ve Liebrand, W. B. G. (1991). The influence of other’s morality and own social value orientation on cooperation in the Netherlands and the U.S.A. International Journal of Psychology, 26(4), 429-449. Van Lange, P. A. M., Otten, W., De Bruin, E. M. N. ve Joireman, J. A. (1997). Development of prosocial, individualistic, and preliminary evidence. Journal of Personality and Social Psychology, 73(4), 733-746. Van Lange, P. A. M. ve Semin-Goossens, A. (1998). The boundaries of reciprocal cooperation. European Journal of Social Psychology, 28, 847-854. Van Vugt, M., Meertens, R. M. ve Van Lange, P. A. M. (1995). Car versus public transportation? The role of social value orientations in a real-life social dilemma. Journal of Applied Social Psychology, 25(3), 258-278. Wyer, R. S. (1969). Prediction of behavior in 2-person games. Journal of Personality and Social Psychology, 13, 222-238. Yalçın, Ö. (2009). Ekolojik ikilemlere ilişkin tutum, toplumsal sorumluluk ve yabancılaşmanın toplumsal değer yönelimi açısından incelenmesi (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Ankara Üniversitesi, Ankara. Yalçın, Ö. (2011). Kaybettiren bencillik: Toplumsal ikilemler konusunda bir derleme. Türk Psikoloji Yazıları, 14(27), 18-37.

www.nesnedergisi.com

267


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine… Söyleşi: Sezin BAŞBUĞ, İbrahim YİĞİT

Prof. Dr. Gülsen ERDEN kimdir? Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klinik Psikoloji Anabilim Dalında öğretim elemanlığı görevini sürdürmekte olan Prof. Dr. Gülsen ERDEN, 1980 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezun olduktan sonra, Uludağ Üniversitesi Psikoloji Bölümünde Klinik Psikoloji alanında yüksek lisans eğitimini ve Ankara Üniversitesi Psikoloji Bölümünde aynı alanda doktora eğitimini tamamlamıştır. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümünde ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Kliniğinde uzun yıllar çalışmıştır. 2003-2013 yılları arasında Ankara Üniversitesi Adli Psikoloji Anabilim Dalının başkanlığını ve 2010-2013 yılları arasında ise aynı üniversitenin Klinik Psikoloji Anabilim Dalı başkanlığını yürütmüştür. Ulusal ve uluslararası alanyazına birçok yayın, proje ve eser kazandıran Prof. Dr. Gülsen ERDEN, bebek ve çocuk ruh sağlığı, özgül öğrenme güçlüğü, otizm, adli psikoloji, travma sonrası stres bozukluğu ve oyun terapisi gibi konularla ilgilenmektedir. Bir dönem Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nde klinik psikolog olarak ülkemize gelen sığınmacı/mülteci çocuklar ve aileleriyle klinik görüşmeler yürütmüştür.

269

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine…

NESNE: Son dönemlerde, Suriye’de yaşanan savaştan kaynaklı olarak çok sayıda mültecinin ülkemize geldiğine şahit oluyoruz. Suriyelilerle birlikte, ülkemize başvuran diğer mülteci çocuklar ve aileleri genellikle hangi gerekçelerle ülkemize sığınmaktadır? Ülkemize başvurduklarında nasıl değerlendirilmekte ve ne gibi yönlendirmeler yapılmaktadır? Gülsen ERDEN: Suriyelilerin bir kısmının iç savaştan; bir kısmının da terörden kaçarak ülkemize geldikleri bilinmektedir. Bunun dışında, ülkemize uzun yıllardır, Etiyopyalı, Somalili, Afgan,, İranlı, Iraklı, Libyalı, Nijeryalı ve Yemenli mülteciler de gelmektedir. Iraklı, Etiyopyalı, Somalili, Nijeryalı ve Yemenli sığınmacı ya da mülteciler ülkelerinde iç savaş yaşandığı; mezhep/tarikat ya da kabile savaşları ve milis çatışmaları olduğunu aktarmaktadırlar. Ayrıca, A ya da B mezhebinin/ tarikatının evlerini yaktığını; evlerinden mahallerinden kovulduklarını, iş yerlerine zarar verildiğini, aile fertlerinin kaçırıldığını şiddete işkenceye maruz kaldıklarını 270


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

kaçış nedenleri arasında ölümden, savaştan,, milislere, tarikatlara katılmaya zorlanmaları; fidye için ya da o gruba katılmak için kaçırılmaktan korkmaları, çocuklarını koruma ve çocuklarına güvenli bir gelecek sağlama istekleri öne çıkıyor. Öykülerinde, evlerine roketin, bombanın düştüğü de arabalarının tarandığı, bombalı saldırı da yer alıyor. Camide, çarşıda sokakta bomba atılarak, silahlı saldırıya maruz kalarak yaralandıkları, ölenlerin oldukları aktarılıyor. Kaçış nedenleri arasında, 1012 yaş arası kız çocuklarının kaçırılması, erkek çocukların “o güçlere” katılmaları ya da fidye almak için kaçırılması iddiaları da yer alıyor. Bu nedenle çocuklarını kaybettiklerini söyleyen aileler oluyor. Özellikle eşleri ölen kadınlar kaçmak zorunda kalıyorlar. Çünkü sahipsiz kadına cinsel istismar veya başka türlü zorluklar yaşatılıyor. Evleri basılanlar genelde tacize ya da tecavüze uğruyorlar. Ağır travmatik yaşantılar içinde, çocukların odaya kilitlenerek ya da çocukların gözleri önünde anneye babaya saldırı ya da taciz/tecavüz olaylarının yer aldığı anlatılıyor. Bu tür saldırıları gerçekleştirenlerin hep maskeli kişiler olduğu, silahları olan çeşitli gruplara mensup militanlar olduklarını ifade ediyorlar. Diğer taraftan, rejime karşı olmak, muhalif olmak, bir şiir ya da kitap yazmaktan tutuklanma kararının alınması ya da eş cinsel olmaları gibi nedenlerle takibe alınmak, cezalandırılmak gibi nedenler de ülkelerinden kaçış nedenleri arasında sayılabilir. Dikkat çeken yaşantılardan biri de Somali’de ve Afganistan’da çeşitli kabileler ya da grup isimlerinden ve bu gruplar arasındaki çatışmalardan söz edilmesidir. Bir gün bir “eşkıyanın” gelip bir köyü ya da mahalleyi basması gibi olaylar olduğu belirtiliyor. Bu olaylar sırasında ölen, yaralanan, kaybolan ya da kaçırılan aile fertleri olduğu paylaşılıyor. Bazen baba, bazen anne, bazen kız ya da erkek çocuklar kaçırılıyor, ölüyor ya da yapayalnız kalıyorlar. Benzer şekilde, başka bir ülkenin kadınlarının muhafızlar tarafından tehdit edildikleri, şantajla kocalarından boşandırıldıkları, kendileriyle evlenmeye zorlandıkları ya da saatlik nikahlarla çeşitli birliktelikler yaşamaya zorlandıklarına ilişkin nedenlerden söz ediliyor. Anneler gelirken genellikle çocuklarını da yanlarında getiriyorlar. Sadece anneyle ya da sadece babayla gelen çocuklar da var. Her ikisi ile gelip anne-babası burada ayrılan çocuklar var; anne-babası öldüğü için başka biriyle gelen çocuklar var. İlginç olarak, genel öyküde, ülkemize gelmeyen ya da geride bırakılan eş hakkında çok az bilgi getiriliyor. Eğer bilgi varsa da, o eşin çocuklara kötü muamele ettiği, iyi bir eş olmadığı, evden kaçtığı söyleniyor; özellikle de kadınlar için. Erkekler için de madde bağımlısı oldukları, aile içerisinde şiddet uyguladığı ifade ediliyor. “Zaten çocuklara bakmıyordu, para getirmiyordu.” şeklinde ifadeler oluyor. Eşinin öldüğünü/kaybolduğunu söyleyerek, çocukları belki de eşinden kaçırarak getiren anne babalar da var. Özellikle İran’dan, Irak’tan, rejim tarafından ya da milisler tarafından takip edildiği için evini terk eden, eşlerine haber veremeden

271

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

çocuklarıyla kaçıp gelen kadınlar/erkekler var. Bir ordu görevlisinin aktardığı bir vakada, bir babanın iki okul öncesi dönemdeki çocuğuyla ülkemize geldiğini, eşinin çarşıda bombalamada öldüğünü aktardığını, cesedinin bulunamadığını söylediğini; ancak göçmenlik işlemleri tamamlanırken annenin çocuklarla ülkemizde tesadüfen karşılaştığını ve eşini (babayı) çocukları kendisinden kaçırmakla suçladığını aktarmıştı. Sığınmacı grup olarak Yezidilerden hiç bahsetmedik, onlar doğrudan terörden ve savaştan kaçarak ülkemize geldiler. Ayrıca İran’dan Iraktan gelen, başka bir dine mensup olanlarda dini tercihleri yüzünden sıkıntılar yaşadıklarını ve göçe zorlandıklarını anlatıyorlar. Eğitim gibi temel haklardan ya da diğer sosyal haklardan yararlandırılmadıklarını aşağılandıklarını da söylüyorlar. Benzer şekilde din değiştirdikleri için büyük risk altında olanlar (işkence gören, ölüm tehdidi alan) ve kaçmak zorunda kalan bireyler de ülkemize sığınıyorlar. Tüm bunlara ek olarak, genellikle Afgan çocukların ve Somalili çocukların ülkeye kaçış öyküleri çok dramatik diyebilirim. Dağlardan at sırtında, katır sırtında bazıları ailelerinden ayrı olarak geliyorlar. Bazıları ise 15-20 gün bir geminin deposunda hiç insan yüzü görmeden, gizlenebilmek için karanlıkta geliyorlar. Kaç günde geldiklerini, hatta gemiye nereden bindiklerini bilmiyorlar, adeta bellek tutulması yaşıyorlar. Iraklı, Suriyeli çocukların sınırları daha yakın, sınırdan geçmeleri daha kolay olsa da onlar da kaçarken yakalanma ya da saldırıya uğrama riski altındalar. Nijerya, Etiyopya ve Yemen’den de kaçıp gelenler var; onlar daha farklı yollarla uzun yolculuklardan geçerek geliyorlar. Bu arada, uçakla gelebilenler de var. Normal otobüs yolculuğuyla gelenler de var. Dolayısıyla her mülteci ve sığınmacı için farklı bir kaçış öyküsü var; zorlu kaçış öyküleri çocukları çok olumsuz etkiliyor. Sonuçta ülkelerinden kaçmış ayrılmış olmak, zaten büyük bir travma. Ülkelerinden kaçış biçimleri üstüne eklenen travmatik bir süreç oluyor; yollarda saldırıya soyguna ya da istismara maruz kalabiliyorlar. Hiçbir şeye maruz kalmasalar bile, bir çocuğun iki gün bir yabancıyla at sırtında dağda tepede, gündüz gizlenip gece gelmesi, zaten başlı başına korku ve travma yaratıcı bir olay diyebilirim. Kendi ülkelerinde kaçış öncesi yaşadıkları zorlu olaylar ise korku, kaygı ve tarifsiz acılar yaşatıyor çocuklara. NESNE: Mültecilerin ülkemizde, geçici olarak kaldıklarını, diğer bir ifadeyle, burayı bir geçiş köprüsü olarak kullandıklarını biliyoruz. Bu süreçler nasıl gelişiyor? Türkiye mültecilerle ilgili nasıl bir konumda yer alıyor? Gülsen ERDEN: Bu durum ülkelere göre değişkenlik göstermekte ve özellikle Suriyelilerin diğer mültecilerden farklı olarak, ülkemize davet edilerek gelmiş gibi davrandıklarını gözlemlediğimi söyleyebilirim. Diğer mültecilerin bazılarının varış noktası da ülkemiz değil aslında. Biraz daha açıklayacak olursam, onlar İtalya’ya, Yunanistan’a götürülüyoruz diye yola çıkıyorlar ve Türkiye’nin sularında bir yerde 272


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

kaderlerine terk ediliyorlar. Bu şekilde dramatik olarak ülkemize gelenlerin yanı sıra Türkiye’yi bir geçiş köprüsü olarak düşünenler ise farkında olarak ülkemize geliyorlar. İkinci grup geldikleri zaman ülkelerinden kaçmak zorunda olma mağduriyetlerinin dışında herhangi bir mağduriyete uğramadan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine başvurabiliyorlar. Süreçleri görece daha sorunsuz başlıyor. Ancak ne yapacağını bilmeden ya da farkında olmadan kendilerini Türkiye’de bulanlar, 5-6 ay, hatta daha uzun süreler mücadele verip, nereye gideceğini bilmeden, bütün parasını ve enerjisini kaybedip ondan sonra BMYK’ ya kayıt oluyorlar. Yabancılar şubeye kayıtları alınıyor ve bazen o kanaldan BM’ye başvurmayı öğreniyorlar. Bu kayıt aşamasında çeşitli yardım dernekleri gibi sivil toplum örgütlerinin yönlendirmelerinin yararları oluyor. Bazen onlar aracılığıyla daha çabuk ulaşıyorlar. Bazen yasal sorunlar yaşıyorlar. Örneğin, burada hırsızlık olayı oluyor, birbirlerini kaybediyorlar veya çocukları kaçırılıyor. Polise gitmek zorunda kalıyorlar. Ya da ülkelerinden birilerinin onları takip ettiklerine inanıyorlar ve korkuyla “bizi kaçırmak istediler, peşimizde birileri var” diyerek polise başvurabiliyorlar. Doğrudan, BMYK’ ya başvurup gelen Suriyeliler de var ülkemizde. Bu kişilerden, muhtemelen okur-yazar ve meslek sahibi olanlar ya da genç olup, umut vadedenler ya da gerçekten büyük risk altında olanlar daha hızlı şekilde başka ülkelere gitmektedirler. NESNE: Sizin de üzerinde durduğunuz gibi Türkiye mülteciler için bir geçiş ülkesi olarak görülüyordu. Kanada, İsveç, İtalya gibi ülkelere gitmek için ülkemize geliyorlardı. Türkiye’de istihdam ediliyorlar mıydı bilmiyoruz ama burası geçiş noktası gibiydi. Diğer taraftan, Suriyeli mültecilerle, ülkemize büyük bir nüfus olarak geldikleri için sizin de dediğiniz gibi süreç ve sonuçlar değişkenlik gösterdi diyebiliriz. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Gülsen ERDEN: Evet bununla ilgili çeşitli bilgiler var; hatta söylentiler de var; Suriyelilere vatandaşlık hakkı verilecek, iş verilecek, çok sayıda Suriyeli gence KPSS şartı olmaksızın iş imkanı sağlanacak gibi. Bunların ne kadarı dedikodu, ne kadarı doğru bilmiyoruz ama Suriyelilerin bir kısmının rahatlıkla çalışma imkanı bulduklarını görüyoruz. Örneğin Gaziantep’te restoran açtıklarını, kuyumculuk yaptıklarını okuyoruz. Aslında sığınmacı ve mülteci konumunda olanların çoğunluğu daha düşük ücretle kaçak çalıştırılıyorlar. Ancak Suriyeli mülteciler, ihbar edildiğinde istihdam edilmeleri konusunda, daha esnek davranıldığı zannediliyor. Çünkü Suriyeliler diğer ülkelerden gelen mültecilere göre daha rahat iş imkanı bulduklarını ifade ediyorlar. Diğer mültecilerin ülkemizde çalışmaları ise

273

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

yasak. İstihdam edilebiliyorlar mı dediniz ya; aslında burada çalışmaları yasak. Türkiye bir geçiş köprüsü, burada gerçekten geçici bir süre (oldukça uzun sürebiliyor aslında) kalıyorlar. Göç İdaresi Başkanlığının sığınmacı ve göçmenlerin yaşam koşullarının düzeltilmesine ilişkin bir takım çalışmalar sürdürdüğünü ifade edebilirim. NESNE: Çok sayıda mülteci ailenin ve çocuklarının mülteci kamplarına ve çeşitli yerleşim yerlerine yerleştirildiğini biliyoruz. Kamplarda ve yerleşim yerlerinde ikamet edilen aileler ve çocukları ne gibi risk faktörlerine maruz kalmaktadır? Gülsen ERDEN: Bir çoğu evsiz; boş buldukları yerlere yerleşiyorlar. Birçoğu ülkemiz insanının vicdanına bırakılmış durumda. Kimi ev sahipleri onları kümeste yaşatıp, 300 lira kira alıyor. Kimisi gerçekten 500 liraya kiraya verilebilecek bir yeri daha uygun bir fiyatla kiraya veriyor. Kiraya verdikleri gün, tüm komşular kap kacak, battaniye yorgan gibi yardımlar getiriyorlar. Çok yardımcı olanlar var, ancak bir paket makarnayı taciz karşılığı alabildiğini söyleyen de var. Bu yönde, polise yansıtıldığı söylenen şikayetler oluyor. Kaçırılan çocuklar var; ne kadarı bulunabiliyor bilmiyorum. Bazen aylarca haber alınamıyor onlardan. Bir de botlarla Yunan adalarına ulaşmaya çalışanlar ve bu uğurda hayatını, tüm parasını ailesini kaybedenler var. Ne yazık ki takip zor oluyor. Kayıtlar yetersiz kalıyor. Bozüyük’e yerleştirilmişler ama Eskişehir’de yaşamak daha cazip geliyor. Haftada bir Bozüyük’e gidip imza veriyorlar, Eskişehir’de yaşıyorlar; arandıkları zaman orada bulunamıyorlar; dolayısıyla, takip edilmeleri zorlaşıyor. Okula gitti zannediyorsunuz, çocuk okula gidemiyor. Anne ya da baba çalışmak zorunda kalıyor, çocuğu bırakacak kimse yok, eve kilitleyip gidiyorlar. Ev kazaları oluyor çocuklar yaralanıyor, hatta yanıyorlar. Özellikle de kışın ocak, soba kazaları oluyor. Yollarda, parklarda denetimsiz ve amaçsız dolaşıyorlar ya da uzak yerlere ev temizliği, amelelik gibi işlere gidiyorlar; cinsel istismara maruz kalabiliyorlar. Genç kızlar için ayrı tehlikeler var; savunmasızlar peşlerine takılan genç bir delikanlı oluyor ve kandırılabiliyorlar; kötü amaçlar için kullanılıyorlar, hamile kalanlar oluyor. Ergen ve genç kadınlar için de riskler artabiliyor. Kendi hemşerileri, imam nikahıyla ikinci eş olarak almaya kalkıyorlar. Bazen de kendi vatandaşlarımız evlenme vaatleri ile kandırıyor, ancak evlenmiyorlar. Örneğin dramatik öyküsü olan biri vardı; burada evlendiği eşinden küçücük bir çocuğu olan, bir de daha önce uğradığı tecavüz sonucu doğan yaşça büyük bir çocuğu olan bir anne. Kocası ölüyor, kocasının nikahlı karısı ve oğulları, kadını çocuklarla birlikte sokağa atıyor. Sokakta kalan kadın ve çocuklarına mahalle esnafı yardım ediyor, kadın polise gidiyor ve emniyete sığınıyor. Polis de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na ve BMYK’ya haber veriyor. Yalnız ya da tehdit altındaki kadınlar geçici bir süre için sığınma 274


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

evlerine yerleştirilebiliyorlar. Bazıları bu sığınma evlerinde yaşamını sürdürürken, bazılarına ise sığınma evinin akşamları belirli bir saatten sonra yemek çıkmaması, sokağa çıkmak için izin almalarının gerekmesi, kimseye nerede olduklarını söylememe gerekliliği gibi koşulları çok ağır gelebiliyor. Bu koşullara uyamayanlar kendilerini dışarı atıyor, ev bulmaya kalkıyor, tabi bu sefer de dışarıda bekleyen tehlikelere açık hale geliyorlar. Kamplarda da yaşam zor; kamplarda kalanlar ya da çalışanlar tarafından tacize tecavüze uğradıklarını iddia edenler var. Ne yazık ki dilimizi konuşamadıkları için kendilerini anlatmaları zor oluyor, üstünden vakit geçtiği için fiziki bulgu bulmak zorlaşıyor. Sonuç olarak da defalarca travmatize olmuş oluyorlar. Ülkemize tek başına gelen ergenlere değinmiştim. Somali’den, İran’dan, Irak’tan... Onların yaşadığı zorluklar ve korunmaları daha büyük zorluklar içeriyor. Küçük oldukları için yurtlara alınıyorlar ya da reşit olmadıkları için kendilerine, onların sorumluluğunu alacak birer yetişkin bulmaları gerekiyor. Aynı zamanda, BMYK’nin de o yetişkin korumasını kabul etmesi gerekiyor. Bunun dışında, özellikle de ergenler, yurtlara yerleştirildiklerinde de dili konuşmayı öğreninceye kadar çok sıkıntı çekiyorlar. Küçük çocukların daha kolay kabul gördüğünü söyleyebilirim. Ülkemiz açısından ise bu kadar yoğun sığınmacı ve göçmen akınına ne kadar hazır olunabilir? bu da soru işareti. Ülkemizde işsizlik, eğitimsizlik büyük bir sorunken bir de komşu ülkelerden gelen çoğu işsiz ve eğitimsiz insanların sorunlarına çare bulmak o kadar da kolay değil. Okullarımız kendi özel durumlu çocuklarımızın derdine çare bulmakta zorlanırken bir de dilini anlamadıkları; dilimizi anlamayan, yaralı, güvensiz, kırgın, kızgın çocuk ve ergenlere ve anne babalarına kapılarını açmak zorundalar. Bazen yakın yerdeki okullar kapasite doluluğu nedeniyle çocukları kabul etmiyor, aileler uzaktaki bir okulun servis parasını ödeyecek durumda değil ve çocuklar ortada kalıyor. Milli eğitim müdürlükleri, sağlık müdürlüklerimiz hastanelerimiz dil sorununu aşamıyor. Buralarda görevlendirilmiş tercümanlar yok. İnsanlar dertlerini ancak bir sivil toplum örgütüne ya da polise anlatabilir durumda. Bu da çok ciddi bir sorun diyebilirim. Gönül istiyor ki gelenler bir uyum eğitimine alınsın, temel ihtiyaçları için resimli cep sözlükleri, yol rehberleri verilsin. Okullarda hastanelerde bu çocuklar ve aileler için acil başvuru telefon numaraları/whats up hattı olsun. Çocuğun okulda bir sıkıntısı olduğunda öğretmen ya da bir idareci telefonla tercümana ulaşıp çocuğun derdini anlayabilsin. Aile ya da çocuk hastaneye gittiğinde, yakınması tercümana ulaşılarak öğrenilsin. Bu insanlara yardım konusunda, iyi çalışmalar yapan iller de var. Sosyal sorumluluğu fazla olan, valilik, kaymakamlık, hem de belediye anlamında, çok tercih edilen iller arasında Eskişehir’i sayabilirim. Sosyal hizmet uzmanıyla, üniversitesiyle, hastaneleriyle, belediyesiyle, vatandaşlarıyla dikkati çeken yardımlar yapıyorlar ve birçok başka ildeki mülteci ya da sığınmacı özellikle bu şehre gitmeye çalışıyor. Niğde ve

275

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

Aksaray da sosyal sorumluluk anlamında tercih edilen iller arasında ancak daha küçük illerde iş imkanı olamayabiliyor; bu illerdekiler daha fakir ve yokluk içerisindeler. Daha açık söylemek gerekirse, daha fazla ayni ve nakdi yardıma ihtiyacı olan kişiler var. Kaymakam ya da valilikler Suriye dışındaki mültecilere 200-300 TL civarında yardımda bulunuyorlar. Yakacak ve yıllık ya da aylık temel yiyecek maddeler de temin ediliyor, ancak bu yardımlar geçici olmasının yanında, kısa süreli alınabilmesi için dahi uğraşılması, kapıların çalınması, didinerek, boyun bükerek elde edilmesi gerekiyor. Tabi bir de İstanbul ve Ankara gibi büyük iller var. Aslında bu illere geçici ikamet verilmese de bu illerde de yaşayan çocuklar ve aileler var. Ne yazık ki ikamet olmadan çocuklar okula da gidemiyorlar. BMYK dosyayı kabul ettiği andan itibaren bu ailelere aylık düzenli olarak, küçük, cüzi bir yardımda bulunuyor. Bir de çocuklar okula başlarken çocuklara okul yardımı yapılıyordu; ek olarak, aş evinden yemek alabiliyorlardı. BMYK’ye geldikleri zaman, Çankaya Belediyesi’nin Lozan Parkında Belediye yemek veriyor onlara. BM’ye Elçilik eşlerinin birleşerek Türk kadınları ile birlikte öğlenleri yemek getirdiklerini biliyorum. Çünkü hemen hemen orada 300-400 kişilik bir kalabalık olabiliyor. Bu insanlar yabancılar polisince başka illere yerleştiriliyorlar. Kayıtların Ankara’da olması zorunda değil. Ankara’daki görevliler başka illere gidip toplu kayıt da yapabiliyorlar. Ankara’ya gelmek zorunda olanlar da yol parası bulmak zorunda, taksi tutmak zorunda kalıyorlar ki bu onlar için çok da kolay olmuyor. Kalabalık bir aileyse burada kalacak bir yeri olamıyor. Görüşmeler akşama kadar sürebiliyor, belki ertesi güne sarkabiliyor. Ertesi güne kaldığında BMYK otel imkanı sağlıyor ya da yol parası sağlıyor, ancak bunlar ne kadar yeterli olabilir ki? Bu insanlar acıdan, korkudan, ölümden kaçmışlar; beklemekten, yanıt alamamaktan, açlıktan yorgunlar. Bazılarının dosyaları kapatıldığında, göçmen kabul edilme umutları da sonlanmış oluyor. Dosyalarının olumlu değerlendirilebilmesi için ülkelerinden kaçmalarına yol açan geçerli bir neden ve deliller sunmaları gerekiyor. Yani gerçekten, siyasi bir zordalar mı?, Gerçekten tecavüz var mı? Ölüm tehdidi var mı?, bunları ispat etmeleri gerekiyor. İşkence görmüş, yakılmış, dayakla yaralanmış olanlar var ki, bu insanlara dair inanılmaz kötü resimler gördüğümü de paylaşmalıyım. Delil istendiği için fotoğraf çekip getirmiş insanlar ve onları bana da gösterdiler. Gerçekten dayanılmaz acılar yaşanmış ve yaşanmaya da devam ediliyor. Tabi yoksulluk nedeniyle kaçıp gelen de var, maalesef Türkiye de 10 yıl beklemek zorunda kalan da... 10 yıl demek 6 yaşında gelmiş bir çocuğun, 16 yaşına gelmiş olması demektir ki; okul yok, eğitim yok, meslek yok, yaşam garantisi yok anlamına da gelir bu. Bir de ülkemizde, evlenme girişimleri veya cinsel ilişki deneyimleri olursa hayatları daha da zorlaşabiliyor. Bazen de umutlar tükeniyor ve ülkelerine geri gönderiliyorlar ki; onlara göre aslında ölüme gönderiliyorlar.

276


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

NESNE: Ülkemize gelen mülteci çocukların Türkiye’deki eğitim-öğretim sistemine dahil olması nasıl gerçekleşiyor? Dil engelini ne kadar aşabiliyorlar? Onlar için kendi dillerinde eğitim veren okullar var mı? Gülsen ERDEN: Evet, çocuklar burada okula devam edebiliyorlar. Ancak bazı zorlukların olduğunu da söylemeliyim: Sığınmacılar bu ülkeye geldiklerinde, hem polise hem BMYK kayıt olmak zorundalar. Kayıt olduklarında polis onlara bir yerleşim yeri (geçici ikamet) gösteriyor. Ülkenin değişik illerinde, ilçelerinde kalabilecekleri bir yer söyleniyor ve oradaki polise geldiklerini bildiriyorlar. Yaşadıkları yerde kayıtlı oldukları karakola giderek belli aralıklarla imza atmaları gerekiyor. Dolayısıyla yaşayacakları söylenen yerdeki okullara çocuklarını gönderebiliyorlar. Onlara geçici bir vatandaşlık numarası veriliyor, o vatandaşlık numarası ve polis kaydıyla çocuklarını okullara kaydettirebiliyorlar. Ancak okullarımız zaten kapasitenin üzerinde öğrenci alıyor; fiziksel koşullar yetersiz kalmakta ve okul idaresi bu öğrencileri kabul etmeyebiliyor. Diğer taraftan, bu insanlar kirası çok düşük olan evlerde oturmak zorundalar. Çünkü çok kısıtlı paraları var. Dolayısıyla da buldukları ev okula çok uzak olabiliyor; çocuğun otobüsle ya da servisle gidip gelmesi gerekiyor, ancak küçük çocuklar otobüsle gidip gelemiyor, servis için de yeterli para bulunamayabiliyor. Çoğu çocuk bu nedenlerden dolayı okula devam edemiyor, diyebilirim. Bir diğer sorun dil sorunu; kendi dillerinde eğitimin olmayışı zorlukları arttırıyor. Suriyelilerin yaşam alanları daha belirli olduğu için onlara kamplar açılmış durumda. O kamplarda da Arapça eğitim alabildikleri, geçici çadır okulları ya da konteynır okulları var. Hem Arapça eğitim alıyorlar hem de Türkçe

277

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

öğreniyorlar. Kamplarda yaşamayı tercih etmeyen şehirlere yerleşmiş olanlar ise elçilik okullarına gidebiliyorlar. Benzer şekilde, sivil toplum örgütlerinin açtığı Türkçe, İngilizce, Matematik kurslarına katılabiliyorlar. Ayrıca, devlet okullarına Türkçe eğitim almak üzere kayıtları yapılabiliyor. Bir kısmının Arapça eğitimin olması sebebiyle emniyet görevlileri ya da Milli Eğitim İl-İlçe Müdürlüklerinin yönlendirmesi ile imam-hatip okullarına kaydettirildiklerini de biliyorum. Diğer taraftan, çocukların okullara devam edebilmeleri, çok fazla olumsuzlukla karşılaştıkları için güçlü çocuklar olmalarını da gerektiriyor. Akranları tarafından kötü muameleye; bazen de öğretmenlerin ya da idarenin ilgisizliği, tükenmişliği nedeniyle ilgisizlik, ihmal ya da istismara maruz kalabiliyorlar. Benim tanık olduğum mağduriyetlerde, sıklıkla mülteci çocukların akran ilişkilerinden kaynaklı zorluklar vardı. Temelde, mülteci çocuklar zaman zaman birinin diğerinden daha ayrıcalıklı olduğu algısına kapılabiliyorlar. Afgan çocukları Iraklı çocukları dövebiliyor. Örneğin, öğretmen birinin başını okşasa, diğeri sorun yaratabiliyor. NESNE: Ülkemizde bulunan mülteci çocuklar ihtiyaç duyduklarında ne gibi kanallara başvurabiliyorlar? Sağlık sorunları nedeniyle doğrudan devletin sağlık kurumlarına başvurabiliyorlar mı? Psikolojik destek kanallarına erişimleri var mı? GÜLSEN ERDEN: Evet, hastanelere gidebiliyorlar. Ancak diğer ülke vatandaşları olan mülteciler, Suriye vatandaşlarına tanınan haklardan yararlanamıyorlar. Onlar para ödemek durumunda kalabiliyorlar. Yanlarında tercüman olması gerekiyor. Hastaneye giderken, herkesin yanında tercüman olamıyor, tercümanı ya sivil toplum örgütlerinden ya da yabancılar şube polisinden sağlayabiliyorlar. Onun için BM’ye başvurmaları çok daha sağlıklı ve yararlı oluyor onlar için. Ankara’da bir sivil toplum örgütünün (İnsan Hakları Derneği olabilir) psikolojik destek birimi var. Orada psikolojik görüşme ve değerlendirmeleri yapılıyor. Yıldırım Beyazıt Üniversitesinin mültecilerle çalıştıkları bir projelerinin olduğunu biliyorum. BMMYK, bazı özel polikliniklerle anlaşıp, psikiyatrik ya da tıbbi yardım sağlayabiliyorlar. Oralarda ücretsiz muayene olabiliyorlar. Ancak reçeteyi kendileri almak zorunda. Çoğu zaman mültecilerle çalışan ekip olarak, kendi aramızda para toplayarak, reçetedeki ilaçların alınması konusunda onlara yardımcı olduğumuzu paylaşmak isterim. BMMYK, kendi ofislerinde bundan 1,5 yıl öncesine kadar, sadece “Bu çocukların yüksek yararı nedir?” sorusuna cevap bulmaya yönelik görüşmeler yapıyordu. Biz, klinik psikologlar olarak, o görüşmelerde, sıkıntısı olanlarla birkaç defa görüşme sağlayıp, onlara yardımcı ve destek olmaya çalıştık. Bu konuda eksikler de çok fazla. Daha çok, psikolojik yardım alacak olanların bu ofislere; psikiyatrik yardım alacak olanların ise ücretsiz muayene edilmek üzere, bir yetişkin 278


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

ve bir çocuk psikiyatristine yönlendirmeleri yapılıyordu. Bunun dışında, polislerin de büyük bir kısmının yardımcı olmaya çalıştıklarını söylemeliyim. Ancak gittikleri illerde tercüman sıkıntısı çok temel bir sorun ve kendi ülkelerinden gelmiş, gönüllü yardım eden tercümanlardan da zarar gördüklerini söyleyenler oluyor. Çünkü tercümanlar, yasal, devlet çalışanı ya da memur değiller. Dolayısıyla bu kişiler, şu nedenle kaçmış deyip ihbar edebiliyor, istismar da edebiliyorlar. Bu da onlar için büyük bir zorluk anlamına geliyor. Kadın sığınmacıların, kadın görüşmecilerle; çocukların ise çocuklarla ilgilenebilen, anlaşabilen, daha önce çocuklarla çalışmış uzmanlarca görüşmesini sağlamaya çalışıyorlar. Ancak uzun süreli takip edilebiliyorlar mı? Bu konu biraz sıkıntılı; süreç uzun, görevli sayısı yetersiz ve dağınık şekilde barınmış durumdalar. Yalnızca hukuki görüşmeler gibi belirli görüşme randevuları var; dosyaların sonuçlanabilmesi için o randevuların tamamlanması gerekiyor. Dosyaların tamamlanarak sonuçlanabilmesi için özellikle de çocuklar söz konusu olduğunda, çocuğun yüksek yararının belirlenmiş olması gerekli ki ilgili ülkeye dosyaları sunulabilsin. Sonraki süreçte, o ülke kaç dosya kabul edecekse, kendisine sunulan dosyalar arasından seçim yapmak üzere, ülkemize hukukçu, psikolog, sosyal hizmet uzmanından oluşan ekibini gönderiyor, onlar birkaç gün toplantı yapıp, dosyaları değerlendiriyor. Dosyadaki insanlar BMYK ye görüşmeye çağırılıyor. Bu bireysel görüşmeler sonucunda kimi ya da kimleri alacaklarına karar veriyorlar; yani tam anlamıyla bir seçim var. NESNE: Mültecilerin kaçtıkları yerlerde büyük riskler var, ülkemize geldiklerinde ise çok iyi koşullar altında yaşadıklarını söyleyemiyoruz. Peki ülkemiz; aileler ve çocukları mültecilerin ülkemize gelişinden ve bu süreçten nasıl etkileniyor olabilir? Gülsen ERDEN: Tabi ki olumsuz etkilenenler oluyor. Bir kere çocuklarımız böylesine bir sürece hazır değiller. Bu konuda onlara uygun bilgilendirme yapılmıyor. Okullarda bu konuda bir düzenleme ya da teşvik yok. Sanki herkes istediği gibi davranıyor. Yani bir okul müdürü o öğrencileri ben okula almam derken, başka bir okul müdürü o öğrencileri alabiliyor. Ancak çocuk sayısına ve yerleştirme düzenine bakılmıyor ya da çocukları olması gerektiği gibi tanıtmıyorlar. Dil öğrenebilmeleri için zaman verilmesi gerektiği, kötü muamele edilmemesi gerektiği, herhangi bir konuda öğretmene, rehber öğretmene ya da müdüre danışılması gerektiği şeklinde bilgilendirici açıklamalar da yapılmıyor. O çocuklar için en azından temel ihtiyaçlarını karşılayabilsinler diye bir tanıtıcı kendi dillerinde tuvalet, öğretmenler odası ya da “öğretmene sor” gibi küçük yönlendirici sözlükler ya da broşürler göremiyoruz. Bunlar sivil toplum örgütlerinin de yapabileceği şeyler.

279

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

Ancak o kadar çok insani mesele var ki bunlar lüks gibi kalıyor sanki... Oysa ki yapılması zorunlu olan girişimler... Ülkemiz çocukları da bazen mülteci çocuklar tarafından şiddete maruz kalıyor; mesela çocuklar oynarken kavga ediyorlar. Normal koşullarda, Türk çocukları birbiriyle kavga etse olaylar çok fazla büyümeyecekken, karşı taraf mülteci olunca olayları aileler de büyütebiliyorlar. Herkes birbirini suçlayabiliyor, aileler arsında olaylar kötü sonuçlanabiliyor. Polis, ambulans gelebiliyor. Dolayısıyla çocuklar yine olumsuz etkileniyor. Aileleri mağdur olduğu için kendini suçlayan çocuklar da oluyor. Fakirlik ve yoksunluk o kadar belirgin ki mültecilere acıyan, yardım etmek isterken mağdur olan çocuklarımız da olabiliyor. Birbirlerine yardım eden çocuklar ile aileler de çok oluyor. Mesela arkadaşının ihtiyacının ne olduğunu çocuk daha iyi anlıyor ve “karnı ağrıyormuş, açmış” şeklinde öğretmenine söyleyebiliyor. Dolayısıyla, bizim çocuklarımızın ve ailelerinin etkilenme boyutu, daha çok hazır olmayışları ya da psikolojik boyut ile ilişkili olabiliyor. Ancak zaman zaman fiziki olarak da zarar görebiliyorlar. Bunların ne kadarı polise yansıdı? Bunu bilemiyorum. NESNE: Burada ailelerin de mülteci çocuklara nasıl davranılacağı konusunda rolü çok büyük değil mi? Evlerinde, Suriyeli mültecilere olan tutumları ve yaklaşımı gören çocuklar, okullarda bunları yansıtabiliyorlar. Gülsen ERDEN: Açıkçası ailelerin “O Suriyeli onunla konuşma, o pis, ondan uzak dur!” gibi ayrımcı söylemleriyle karşılaşmadım. Ama gerginlikler zaman zaman toplumsal bir infialin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yaşadıkları travmatik yaşantılardan dolayı, şiddet eğilimleri kendi aralarında da fazla ve yaşadıkları yeri kırıp dökmeleri, kendi aralarında gerginlikler yaşamaları ve çok öfkeli oluşları sorunlara yol açabiliyor. Dolayısıyla, halkı da etkilediğini söyleyebiliriz. Tabi ki ayrımcılık hiç yok diyemem, kendi içimizde de yabancılara, bu ülkeden olmayanlara ya da kendisi gibi olmayanlara yaşam hakkı verilmesine karşı çıkabilenler var. Bu tür ailelerde yetişen çocuklar da aileleri gibi davranabilirken; eğer çevresinde farklı örnek davranışlar görüyorlarsa, ailelerinde farklı da davranmayabiliyorlar. Ancak çevrelerinde hep olumsuz örnekler var ise iyi örnek görmeyen çocukların, yeterince bilgilendirilmediklerinde, bir süre sonra o çocuk saflığını yitirmesi kaçınılmaz oluyor ve o da çocukları dışlayabiliyor; oyununa almıyor, topunu alıp kaçabiliyor. En çok şikayet edilen konulardan biri bu mesela. “O benim topumu aldı, gidip alamam, çünkü o Türk. Babam topumu almaya gidersem kızar.”. “Niye kızıyor baban sana?” Şeklinde sorulduğunda, “Türk çocuklarından bir şey almaya çalışma, çünkü polis onları haklı görür.” Yanıtlarını alabiliyoruz. Böyle bir inanç var, eğer bir Türk ile bir Somalili, Afgan, Suriyeli, İranlı kavga ederse, Türk mutlaka haklı çıkacaktır. Çünkü “Onlar dile hakimler, biz derdimizi anlatana kadar, onlar zaten haklı çıkmış olur.” Şeklinde düşünceler ifade ediliyor. Mesela bu nedenle tacizde bulunduğu söylenilen bir adamın hep kendini kurtardığı aktarılmıştı. Söylediklerine 280


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

göre yörenin tanınmış bir insanıymış bu kişi ve bir eve yaşlı bakmaya giden bir genç kadına saldırıda bulunuyor. Türk çocuklar, gençler kurtarıyor kadını; onların şahitliği ile göz altına alınıyor adam, ama o çocuklar bir şekilde vazgeçiriliyor, şahitlik devam etmeyince de adam serbest bırakılıyor ve ertesi gün tekrar kadının önüne çıkıyor. Kadın da çalışmak zorundayım, gitmek zorundayım diyor. Yolunu uzatıyor, bilmediği yerlerden geçiyor, kayboluyor işe gidebilmek için. Bu tip öykülere de tanık oluyoruz maalesef. Suriyeliler ülkemize büyük bir nüfus olarak geldiği için çok dikkat çektiler; bir de oldukça genç bir nüfus geldi. Aslında askerlik yapabilecekken, mücadele edebilecekken, kaçıp gelmiş oldukları düşünülüyor ve bizim de toplumsal algıyı dikkate almamız gerekiyor. Bizde de şu anda şehit olan, ölen, yaralanan o kadar çok genç var ki insanlar şunu demeye başlıyor: “Biz kaçmıyoruz ülkemizden, dolayısıyla böyle bir infial var”. Sonuç olarak, ancak sorumlu politikalar, planlanmış yardımlar ve doğru yönlendirmeler yapılırsa bu söylemlerin önüne geçilebilir.

NESNE: Anladığımız kadarıyla, mülteciler arasında var olan bir ayrımcılık varken, diğer taraftan halkın bir kısmı da “biz bu kadar yoksulluk çekiyorken, onlar çalışmadan bu parayı alıyor.” şeklinde ifadelerde bulunabiliyorlar. Gülsen ERDEN: Ülkemizde, beş yıldır üniversite mezunu olan, atanamayan öğretmenler var. Fakültede iş bulamadığı için kütüphane dolaplarını taşıyan gençlerden birinin üniversite mezunu olduğunu duyabiliyoruz. Dolayısıyla, insan olarak, bu kadar yoksulluğa olmaması gereken bir durum olarak bakıyorsun. Bence sığınmacı olarak gelenlerin ülke ayrımı gözetilmeksizin eşit haklara sahip olmaları gerekiyor. Birine ne hak tanındıysa topluca diğerlerine de tanınmalı. Peki bu kadarına ülkece gücümüz yeter mi? Hayır, yetmez. Bunun da farkında olmamız lazım. Özetlemek gerekirse, hiç hazırlığımız yok: Ne okullarımızda onlar için onar tane yabancı alabileceğimiz bir kontenjanımız var, ne de her birine verilebilecek, ev, konteynır ya da çadırımız var. Zaten verilse de yangın, soğuktan donma, hastalıklar gibi risklerle karşı karşıya kalıyorlar. Çadırlarda soba yakıldığı için yanarak can verenler oldu, ülkemizde bitti gözüyle bakılan bulaşıcı hastalıklar alevlendi. Hazırlığımız yokken, önlemler almak, çözümler üretmek de tabi ki kolay olmuyor.

281

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

NESNE: Bizlerin de kafası karışıyor aslında artık. Para vermek vermemek, yardım etmek etmemek arasında gidip geliyoruz. Bizler para verdikçe, o çocuklar ışıklarda cam silmeye devam edecekler, bunu biliyoruz ancak yine de bazen o masum yüzleri bizleri etkileyebiliyor. Gülsen ERDEN: Sokaklarda, köşe başlarında, kavşaklarda, bir sürü dilenci çocuk var, bunların bir kısmı Suriyeli iken bir kısmı bizim vatandaşımız ve birbirlerine karışmış durumdalar. Kendi alanlarını belirlemişler, mafya gibi ele geçirmişler. Sen bana ait yerlerde duramazsın deyip, kavga ediyorlar ve ciddi şiddet olayları yaşanıyor. Birbirlerini yakmaya, yaralamaya, öldürmeye teşebbüs etmeye varana kadar. Silah bile var ellerinde. Ekmek bulamayacak kadar yoksulluk var iken bir taraftan da silah bulabiliyor ya da bir şekilde ellerine veriliyor. Bu arada çok ciddi bir başka sorunumuz daha var. Ülkemize Iraktan, Afganistan’dan ve Suriye’den gelenler için çok daha yaygın bir kırılma noktası var gibi...Göçmenlik için ya da bir süre hayatta kalabilmek için gelen bu insanlar da bilinçli ya da gerçeklerine göre davranamıyorlar. Yatacak evleri yok, işleri yok, eğitim yok; ama çocuk doğurmaktan çekinmiyorlar. Aralarında çok eşli olanlar var, her eşten üçer dörder çocuk... Sürekli çoğalan bir nüfus düşünün... Hangi ekonomi bunu uzun süre finans edebilir, eğitim ve sağlık hizmeti verilebilir ki? İnanılmaz bir çocuk ihmal ve istismarı var şu anda. Bilinçsiz bir şekilde bakamayacakları, temel ihtiyaçlarını karşılayamayacakları halde çocuk sahibi olmanın “istismar” olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkeleri savaşta iken; ev, yer ve yurt yok iken onları nasıl bir hayatın bekliyor olduğunu bilmiyor iken, dünyaya gelen çocuklarına hiçbir şey veremiyor ve yürüyebilen çocukları ışıklarda görmeye başlayabiliyoruz. İkincil kazanç peşinde olduklarını düşünmek ise ülke vatandaşlarını öfkelendirebiliyor. Bu ciddi bir sorun. Çocuk doğurmaya devam ettikleri sürece bizim kavşaklardaki çocuk sayıları artacak ve yaşları da küçülecek gibi görünüyor. Yakın zamanda deneyimlediğim bir olaya değinmek isterim: Çok küçük 2 yaşlarında, 3-4 yaşlarında ve 5-6 yaşlarında 3 çocukla karşılaştım. Her gün geçtiğim kavşakta, mendil satıyorlardı. Ertesi gün 2 yaşındaki kabansız-montsuz gördüğüm çocuğa kaban götürdüm. 3 gün sonra o kaban çocuğun sırtında yoktu. Tenekede çalı çırpı yakarak ısınmaya çalışıyorlardı. Bu sözünü ettiğim kavşak, bu insanların merkezden ya da yaşadıkları semtlerden yalnız gelebilecekleri yerler değil. Dolayısıyla birilerinin onları toplayıp getirdiğine inanıyorum. Şimdi çok soğuk ve bir iki gündür yoklar. Olduklarında iki küçük koşarak, itişerek arabaların arasında mendil satmaya çalışırken tehlike yaratıyorlar. Başlarındaki annenin soğuktan kendine bakacak hali yok, durdukları, dilendikleri yerde ateş yakıyorlar. Ne bulurlarsa onu yakıyorlar. Bu park ya da yol kenarı da olabiliyor. Herhangi bir şeyi tutuşturabilir, yangın çıkarabilirler, zarar görebilir ya da zarar da verebilirler. 282


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

NESNE: Peki bu çocuklara biz nasıl davranabiliriz? Bir taraftan korkuyor ve öfkeleniyor, diğer taraftan da yardım etme sorumluluğu duyuyoruz. Genel anlamda nasıl davranmalıyız ya da hareket etmeliyiz? Gülsen ERDEN: Ben bir insanlık borcu olarak, aç olduğunu gördüğüm birine yemek almayı bir vazife ve görev sayıyorum. Yemek, ekmek, ayağı çıplaksa ayağına çorap, ayakkabı; neye gücüm yetiyorsa, onu vermekten yanayım. Ama bir sürü kuruluşun, Diyanet de dahil, bu insanlara yardım için para topladığını biliyorum. Ancak yardımların nasıl dağıtıldığını bilemiyoruz. Bu yardım ve paraların kuruluşlar aracılıyla toplanması gerektiğini düşünüyorum. Yani dilendiği için, cam sildiği için para verilmemeli, gerçekten devletin resmi makamı tarafından yardım yapılmalı ki bunun da Kızılay tarafından yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yardım ancak tek elden yapılırsa, doğru kişilere, adil olarak ulaşır. Kızılay’ın koordine ettiği yardımlar, kaymakamlıklar ve belediyeler aracılığı ile yapılmalı. Yardımlar, diyanet ya da sivil toplum kuruluşlarınca toplanabilir ancak toplanan yardımlar Kızılay’a devredilmeli. Çünkü yardımlar ancak bu şekilde gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşır. Bu şekilde yardım alan kişiler kayıt altına alınabili, düzenli sağlık kontrolleri yapılabilir, çocukların okula devamı sağlanabilir. Yardımlardan yararlanıp çocuğunu okula yollamayan, başı boş bırakan, çalıştıran kişiler için de ciddi yaptırımlar uygulanabilir. Bu nedenle ben bu konuda bir devlet politikası olması, üretilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu konuda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na gerekli düzenlemeler konusunda algı baskısı yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu çocuklar kavşaklarda hem kendileri tehlikedeler hem de bizler için tehlike yaratıyorlar. Bazıları sinirleniyor, arabayı çiziyor, vuruyor, arabanın üstüne yatıyor veya çamurlu ya da içerisinde her şeyin olabileceği bir sıvı atabiliyor arabaların üzerine. Bu çocukların trafik kazasına sebep olması o kadar kolay ki. İnsanlık adına bizlerin de vicdanımız ile başımızı derde sokabilirler. Onun için bence acilen bir sosyal politika belirlenmeli ve hızlıca uygulamaya da geçirilmeli. “Bizim vatandaşımız yardım eder!”, tamam eder de; bu yardım o kişileri daha çok dilenmeye sevk edecek bir yardım olmamalı. Toplu olarak kendilerine imkan tanınan yerlerde yaşamalı, dağılmamalı ve kendi başlarına istedikleri yere gitmemeliler. Çünkü kışın onları tam bir sefaletin, yazın da birçok olumsuzluğa maruz kalabilecekleri ya da ülke ekonomisine zarar verebilecekleri şehirlerde olabiliyorlar. Dolayısıyla, iyi bir istatistiki bilgiye ihtiyaç var. Kaç kişi girdi bu ülkeye? Kaç çocukları var? Titizlikle kayıt altına alınmalılar. Sadece polise imza vermek yetmemeli, aynı zamanda imzanın dışında bilgilendirme ve takip olması da gerekmekte. Denetimli serbestliğin tam uygulanması gibi bir yol izlenmeli belki de... Çocuklarını okula gönderiyorlar mı?, Çalıştırıyorlar mı?, Kötü amaçlı mı

283

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

kullanılıyorlar?, titizlikle takip edilmeliler. Hukuki işlemleri varsa yasal işlemler açısından avukatlar, ücretsiz danışmanlık yapmalı; örneğin çocuğuyla gelmiş eşinden burada boşanmaya, çocuğunun velayetini almaya çalışan annelere hukuki destek sağlanmalı. Çünkü çocuğun velayetini almadan başka bir ülkeye gidemiyorlar. Biz madem ki bir köprü ülkeyiz, diğer ülkelerde bu insanları almaya söz verdilerse, o ülkeler de politika olarak zorlanmalıdır. Diğer bir ifadeyle, dosya incelemelerini daha hızlı yapıp, sonlandırmak çok da zor olmamalı. Bu insanlara hiç değilse, dosyası incelenmeye alındıysa, o ülkeler yardım etmeli, para yardımını o ülkeler başlatmalı ve geçiş sürecini hızlandırmalılar. Burada 6 aydan daha fazla kalmamalılar. Çünkü o insanların, insan olarak sağlıklı bir biçimde yaşamlarını sürdürmeleri belirsizliğin de giderilmesine bağlı. Burada 5 yıl kalırsa, sağlıklı olarak yaşamını sürdürme olasılığı azalır. Mesela, bu uzayan süreç nedeniyle, ebeveyni ölüp de ortada kalan çocuklar olabiliyor. NESNE: Ülkemize geldiklerinde hem birçok risk faktörüne maruz kalıyorlar hem de risk faktörü oluşturuyorlar. Bu bağlamda, risk faktörlerinin yanı sıra, koruyucu faktörlerden de söz etmek mümkün mü? Gülsen ERDEN: Koruyucu faktörler var. Anne baba birlikte ve birbirlerine destek iseler, çocuklarına bu durumu iyi anlatabilmiş ve onu ya da onları hazırlayabilmiş iseler; neden ve nasıl kaçmaları gerektiği, nasıl bir yaşam hayal ettikleri, nereye gidecekleri konusunda bilgilendirmeleri önemli bir koruyucu faktör diyebiliriz. Genelde gördüğüm ise çocuklara hiç bilgilendirme yapılmadığı ve buraya “tabula rassa” olarak geldikleridir. Buraya geldik, neden geldiğimizi, annem ya da babam bilir diyorlar. Hiçbir şeyden haberleri olmadan, apar topar getirilen çocuklar var. Hatta Somalililer kaç günde geldiklerini dahi bilmiyorlar, hangi limandan gemiye bindiklerini hatırlamıyorlar. Bu hatırlamamanın veya belleğin yanılsamasının nedenlerinden bir tanesi de travma olabilir; çünkü travmatik yaşantılar amneziye sebep olabiliyor. Ama bir diğeri de bilgisizlik, bilgilendirme yapmamak, bilgi vermeleri gerektiğini bilmemek ya da nasıl bilgi vereceklerini bilmemek olabiliyor. Mesela çocuklara çoğu zaman annelerinin ya da kardeşlerinin öldüğü söylenmiyor. Gelenler içerisinde üniversite öğrencisi olan çocuklar var. Onların umutlarının söndürülmemesi koruyucu destek olabilir mesela. Devam edebilmeleri için işlemlerin hızlı ilerlemesi gerekiyor ki okula hiç ara vermeden, kopmadan devam edebilsinler. Bu sistemli şekilde yapılabilir. Çocukların okula devam etmesi, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi yine koruyucu faktörler arasında. Polisin ve devletin resmi kurumlarının bu insanlara saygı ve hoşgörü çerçevesinde, karşı karşıya oldukları resmi işlemlerin yürütülmesinde ve tamamlanmasında güvende olduklarını hissettirmeleri yararlı olabiliyor. Bizim başı daralan insanımız çabuk öfkelenip bağırmaya başlayabilir; otobüs şoförü binsenize, arkaya doğru yürüsenize diye bağırabilir. Böyle yaşantıların mümkün olduğunca azaltılması gerekiyor. Bu 284


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

insanların örselenebilirlikleri ve incinebilirliklerinin çok yüksek olduğunun bilinmesi ve bu çerçevede yaklaşılması koruyucu faktörler arasında sayılabilir. Değer ve saygı görmeleri, sokakta kalmamaları da son derece önemli ki; kalmayanlar güven altında, daha güvenli yaşıyorlar ve daha sağlıklı uyum sağlayabiliyorlar. Diğer taraftan, uzaktan maddi desteği olanlar, daha korunaklılar. Anne, baba ya da amcası, anneannesi bir Avrupa, Kanada, Amerika ülkelerinde olan aileler, daha umutlular. Umudun yüksek olması, koruyucu bir faktördür. Dil bilenler, İngilizceyi bilenler ya da Türkçeyi çabuk öğrenenler daha güvende hissediyorlar. Türkçeyi kısa sürede-birkaç ayda anadili gibi konuşmaya başlayan çocuklar var. Mesela o çocukların özgüvenleri artmakta, çünkü ailelerine tercümanlık dahi yapmaya başlamaktalar. Dolayısıyla, daha güçlü ve dayanaklı oluyorlar. Akran desteği alabilmiş olanlar, mesela birkaç ergen aynı evde kalıyor, birbirlerine destek oluyorlar; bazen farklı ülkelerden de olabiliyor bu küçük gruplar. Bu ülkede kalış süreçlerinde daha az yara alıyorlar, normalleştiriyor, daha az örseleniyorlar. Sosyal hizmet uzmanlarına ya da sosyal yardımlara kolay ulaşabilmek yine koruyucu bir faktör. Örneğin, bazen derneklerin, sivil toplum örgütlerinin, çocuklar için gezi ya da etkinlikler düzenlediğini duyuyorum. Mülteci çocuklarını bir otobüs tutup gezdiriyorlar. Bunlar önemli ve olumlu yaşantılar. Kabulü hissettiriyor. Bu girişimler arttırılabilir. Dediğim gibi devlet kurumlarının duyarlı yaklaşımları, en azından ne yapacakları ve ne yapamayacakları konusunda bilgilendirme yapmaları da belirsizlikleri azaltarak, güvende hissetmelerini sağlayabilir. NESNE: Belirsizliklerin azaltılması noktasında, çocukların içerisinden geçecekleri süreçleri somut olarak bilmeleri de gerekiyor. Gülsen ERDEN: Kesinlikle... Ben mesela çocuklara şöyle anlatıyordum: Bir tane köprü çiziyorum, o köprünün girişini geçmiş, ortasını şimdi ve sonunu gelecek olarak niteliyorum. Çocuklara, “Buralara gelirken zorlu çalılıklardan, dağlardan, yollardan geçerek geldiniz. Ülkenizde de korku ve kaygı içerisinde çok zorluklar yaşadınız (siz ya da aileniz)... Şimdi ise bazen köprünün farklı duraklarında durabilirsiniz (çünkü bazen şehir değiştirebiliyorlar)... Ama bu köprüden geçiş sürecinde birbirinize sahip çıkmanız, sağlam durmanız gerekiyor ve biraz da sabırlı olmanız gerekiyor. Belki buradaki yaşamınızı kolaylaştıracak şeylerin neler olabileceğinizi konuşabiliriz birlikte. Burada neler yapabilir?, Ne yapmak istersiniz?” diye soruyorum. Sonra “Gideceğiniz ülkede kendinize ait bir eviniz olacak, daha da güvende olacağınız bir hayatınız olacak.” Şeklinde umut aşılıyorum. Onları dinliyor; yapabilecekleri konularda onları cesaretlendiriyor, yapamayacakları şeyler konusunda ise çok fazla ümitlenmemeleri konusunda ve hayal kırıklığı yaşamamaları için onların umutlarını da kırmadan bilgilendirme yapmaya

285

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

çalışıyorum. Çünkü bazen gerçekçi olmayan beklentileri de olabiliyor. Anne ya da babaya eğer biri geri de kaldıysa, çocuğun o ebeveyniyle telefonla ya da skypla görüştürülmesinin mümkün olup olmadığını soruyorum; mümkünse öneriyorum. Çünkü kurulacak bu iletişim çocuk için oldukça önemlidir. NESNE: Son günlerde medya ve sosyal medyada Halep’teki savaşın ortasında kalan çocukların videolarını ve fotoğraflarını görüyoruz. “Allah’ım bizi unuttun mu? Dünya bizi unuttu mu?” şeklinde ağlayan ve feryat eden çocuklar ve aileler… Korunamayan çocuklar hakkında neler düşünüyorsunuz? Gülsen ERDEN: Ben insanın insana yaptığını, doğanın insana yapmadığını düşünen bir insanım. Evet, doğada sel, deprem oluyor, kasırga çıkıyor ama orada insan kendi korunaklarını kurmadığı için kurban oluyor, yok oluyor. Burada da insan, özellikle çocukların zarar gördüğünü göre göre insani önlemleri almıyor. Almamasının gerekçeleri var tabi, kendilerince gerekçeler... Kendilerini haklı da görüyorlar... Üstelik bunu ne yazık ki din adına ya da erk uğruna yapıyorlar; yani gücü ele geçirmek için yapıyorlar. Bugün Halep’te yaşanılanlar, bundan birkaç yıl önce Filistin’de yaşanıyordu. Bir benzeri tekrarlanıyor. Biz seslerini duymuyoruz ama Somali’de yaşanıyor, ciddi kabile savaşları var çünkü. Afganistan’da örtülmüş gibi görünüyor ama içten içe orada da devam ediyor. Halep bugün gündeme getirildi. Bir zamanlar Türkmenler gündeme getirilmişti. Rusya’dan ayrılan ülkelerde yine bir grup Türk de aynı durumdaydı. Toplu katliamdan farklı değil aslında bu yaşanılanlar. İnsan olarak BM’nin çok acil olarak müdahale etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bir ülkenin tek başına dur diyebileceğinden çok daha fazlasını gerektiriyor. Tek bir ülkenin gücü yetmez. Bizim bilmediğimiz bir savaş var orada ve çatışmayı durdurmaya giden güç birliklerinin şu anda Halep’in bu kadar bombalanmasında ne kadar engelleyici etkisi var? Orada kimin kimi bombaladığı, öldürdüğü karışmış durumda. Hangi taraftan ne geldiğini dahi anlayamıyorsun. Gaziantep’e bomba düştüğünde kimin attığını ayırt etmek çok zor. Silahların temini konusu biliniyor da nasıl temin edildiğini bilmiyoruz. Dolayısıyla çocukların korunmadığını, korunmaları için de bir gayret sarf edilmediğini ya da bu gayretin yetmediğini görüyorum şu anda. Mesela, UNICEF bayrak açmıyor, niye açmıyor? BM ve NATO neden bir şey yapmıyor? Bir terör örgütü ile bir devletin mücadele etmesi çok zor, bunu biz kendi ülkemizde de yaşıyor, biliyoruz. Çünkü terör örgütünün bir savaş nizamı, savaş disiplini yok. Bir yandan, bir savaş disiplini olan ordu ateşkeste, diğer taraftan o orduyu gelip boğmaya kalkan bir terör örgütü varsa, o zaman ortaya çıkan durum bu savaş durumunun ve orada mağdur olanların devam ettiğidir. Savaş zayiatı, eğitim zayiatı gibi bir şey oluyor. Bu tabi kabul edilebilir bir şey değil. Benim televizyondaki o resmi görmeme gerek yok. Bir çocuğun paramparça vücudunu, kefenlenmiş halini görmeme gerek yok. Orada bir savaş 286


DOI: 10.7816/nesne-04-08-06

Nesne Psikoloji Dergisi (NPD), 2016, Cilt 4, Sayı 8, Volume 4, Issue 8

varsa bomba atıldı ve binalar yıkıldıysa, ölen çocuklar da var demektir. Yani sivil halkın yaşadığı yere bomba atılıyorsa, bunu atan her kim olursa olsun, çocukları öldürmeyi göze almış demektir. Ayrıca biz diyelim ki çocuklar böyle öldürülüyor, böyle öldürüldüklerini gördük, peki canlı bomba yapılan çocuklara ne demeli? 12-14 yaşlarında yeleğine bomba düzeneğinin bağlanarak gönderilen çocuklar için ne demeli? Canlı bomba olmak için kaçırılan ve yetiştirilen çocuklar için ne demeli? Bir de o çocuklar var... Madalyonun 1500 yüzü diyorum ben. İnsanoğlu dinimizde şeytan çıkacak, şu olacak bu olacak diyor. Şeytan insanın içinde… Çıktı işte, oralarda çıktı ortaya ve katlediyor. Yani hiçbir amaca hizmet etmeyen bir katliam var şu anda bence. Artık son noktaya geldi diyorum ben, kendi yaşadığımız, bizim yıllardır yaşadığımız olay zaten bizleri depresif yapmaya yetiyordu, bu artık tuzu biberi oldu, yakınımızdaki olayların içine girmemiz, dahil olmamız ve bir şey yapamıyor oluşumuz… Bence bir çocuk öldüğünde çok geçtir durum. Ancak yüzlerce çocuk ölüyor şu anda, ne kadar geç olursa olsun, hiç değilse yaşayabilecek olanları yaşatalım deyip, birilerinin bu durumu durdurması lazım... Evet, düğmeye basması lazım. NESNE: Tüm bu süreçler hakkında, özellikle mülteci çocuklara ve ailelerine psikolojik yardım ya da destek (psikolojik tedavi/müdahale) konusunda meslektaşlarınıza ne gibi önerilerde bulunabilirsiniz? Gülsen ERDEN: Psikolog, psikolojik danışmanlar ve klinik psikologlar olarak, karşılaştığımız ve elimizi uzatabildiğimiz kişilere, mutlaka en azından stresle nasıl mücadele edilebileceği konusunda rehberlik etmemiz konusunda yarar var. Bu konuda belki, duyuru yaparak, Türk Psikologlar Derneği, Çocuk Ruh Sağlığı Derneği, Türk Psikiyatri Derneği, PDR Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği gibi kuruluşlar aracılığıyla topluca bir karar alınıp, travma mağduru olan insanlardan ücret talep etmeksizin; tabi ki evini geçindirecek parayı da kazanmak zorunda meslektaşlarımız, ancak herkesin belli bir kontenjan dahilinde, her şehirde ücretsiz destek verebileceğini düşünüyorum. Aile danışma merkezlerinin ücretsiz aktif hale getirilmesi ve Sağlık Bakanlığı’nın toplum sağlığı hizmetleri var; bu hizmetleri yerine getirmesi lazım. Bunun için sivil toplum örgütleri davet edilebilir, sivil toplum örgütleri de harekete geçebilir ve üyeler birbirlerini bu şekilde harekete geçirerek, toplu bir aktivasyon yapılması gerekiyor. Çünkü her tarafımız travma oldu ve travmaya müdahale edecek olanlarımız da travmatize bir halde artık. Onlar için de destek gruplarının olması gerekiyor. Bu çocukların daha az etkilenmeleri için bence kendi dillerinde, en azından sağlıklarını, hijyenlerini nasıl koruyup, güvenliklerini nasıl sağlayacakları konusunda, küçük broşürler hazırlanıp, bu

287

www.nesnedergisi.com


Prof. Dr. Gülsen ERDEN ile Mülteci Çocuklar Üzerine...

çocukların ailelerine verilmesi, okutulup, doğru anlayıp anlamadıklarının kontrol edilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu da yine toplumsal ağlar ve okullar aracılığı ile yapılabilir. Çocukların okullara kabullerinin sağlanması, okul ihtiyaçlarının okul yönetimi tarafından, yani Milli Eğitim Bakanlığı tarafından karşılanması gerekliliğinin vurgulanmasında da meslektaşlarımız önemli roller alabilirler. NESNE: Katkılarınız ve değerli görüşlerinizi Nesne Psikoloji Dergisi ile paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.

288


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.