Aşırı Doz #2

Page 1

AŞIRI DOZ

TEMMUZ 2015

KITLEYE DEGIL KÜTLEYE HITAP EDEN BIR TAKIM SEYLER

SAYI 2

Kadir GÜRDEMİR > Ali LİDAR > Levent SOYDİNÇ > Sokrates’in Yeğeni > Merve KÜÇÜK > Kurt COBAIN > Sonnur ÖZGÜL > Mehmet TEZ > H. Tolga CENİK > Büşra KAYA > Özkan SAĞLIKSUNAR > Gelecek Günlüğü > Ceyda ÖZKAN > Seyit Ali ARAL > Batuhan ÇOBAN > Kaan SARPKAYA > Hafif Müzik > Müstehzi > Ümit Yaşar OĞUZCAN > Gulizer > Kaan SEZYUM > Nuran ÇETİNKAYA > Orkan DAL > Gülşah DURANTAŞ > İ.E ASLAN 5 Soru 5 Cevap: Cihan MÜRTEZAOĞLU > Röportaj: FLÖRT (Ozan KOTRA)


ASIRI DOZ KÜNYE SAYI 2, TEMMUZ 2015 YAYIN KURULU BAY KADİR GÜRDEMİR BAYAN GÜLŞAH DURANTAŞ BAY İ.E ASLAN

EDITOR BAYAN NURAN ÇETİNKAYA FOTOĞRAF BAYAN SONNUR ÖZGÜL IMTIYAZ SAHIBI BAY İ.E ASLAN TASARIM BAY İ.E ASLAN

AŞIRI DOZ TEMMUZ 2015 > SAYI: 2 > AYLIK BAĞIMSIZ EDEBİYAT DERGİSİ TWİTTER @asiridozfanzin MAİL asiridozedebiyat@outlook.com E-DERGİ issuu.com/asiridoz

ABONELİK Derginin batma ihtimaline karşın abonelik işlemi henüz yapılmamaktadır. Aşırı Doz Edebiyat’ta yayımlanan her türlü yazı ve çizi; kar amacı gütmeyen herhangi bir fanzinde ve platformda dilediğiniz gibi kullanılabilir. Eskilerin dediği gibi: “Yaşasın fotokopi, yaşasın kaos!”


EDITORYAL “Delirmek belirmektir.” Can Bonomo Değişen pek bir şey olmadı. Zaten çok düzgün insanlar değildik. Bunca şey yaptık, kimse de çıkıp “ulan biz neden yapıyoruz?” demedi. Sanki hepimizin kafasındaki sesler birleşti, bize meydan okudu. Hepsinin derdi aynıydı. Ele geçirdi bizim gibileri. Kontrol edemez olduk. Dertlerini anlatmanın bir yolunu buldular. Bizim yapamadığımızı kafamızdaki sesler yaptı. Özgürlüklerine kavuştular. Belki de onları tutsak eden bizlerdik. Kafamızın içindeki o delirmiş seslerin tımarhanesiydi vücutlarımız. İyileştirmeye çalıştık, sakladık. Tedavi etmek için deli doktorlarına başvuranlar bile oldu aramızda! Aramızda kalsın ama şu deli doktorları var ya, hiçbir işe yaramıyor… Goethe der ki: “Bazen gezegenimiz acaba evrenin tımarhanesi mi diye düşünmeden edemiyorum.” Eğer Goethe’nin dediği doğruysa biz ancak bu tımarhanenin hücreleri olabiliriz. Fakat dedim ya biz çok düzgün insanlar değildik. Kalktık kendi tımarhanemizi kurmaya karar verdik. Aslında sizin şu dergi diye bildiğiniz var ya, işte o bizim tımarhane… Nerede olduğumuzu bizde bilmiyoruz lakin olur da ulaşmak isterseniz nasıl ulaşacağınızı biliyorsunuz! Gelin tımarhanenin her bir hücresini ziyaret edin. Nuran ÇETİNKAYA - Editör


#UNUTMADIMAKLIMDA

S

eytan Ayetleri Aziz Nesin 26 Mayıs’ta, Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri kitabını çevirip Aydınlık Gazetesi’nde yayımlamaya başladı. Aziz Nesin’in bu girişimi yurt çapında tepkiyle karşılandı ve protesto edilmeye başlandı. 1 Temmuz Perşembe Pir Sultan Abdal Geleneksel Kültür Etkinlikleri Sivas’ta başladı. En Önemli Konuk Şenliklerin baş konuğu yazar Aziz Nesin ilk gün -yani 1 Temmuz’davalinin de katıldığı bir toplantıda uzun bir konuşma yaptı. Yazar konuşma yaparken, Müslümanlarda dışarıda boş durmuyor ve “Bugün hesap günüdür” başlıklı bildiriler dağıtıyorlardı. Saat 10:00 Sonraki gün, yani 2 Temmuz’da, şenliğe katılan yazar ve şairler Buruciye Medresesi’nde imza-söyleşi etkinlikleri düzenledi. Yerel Basının Nefret Manşetleri Yerel basın, özellikle Aziz Nesin’i hedef gösteren manşetler atmıştı. Örneğin olayların yaşanmasında büyük payı olan Hakikat Gazetesi “Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar” manşetini atmıştı. Öğleye Doğru Aziz Nesin öğle saatlerinde kendisiyle yapılan bir röportajda muhabire Hakikat Gazetesi’ni göstererek bu durumdan yakındı. Aziz Nesin öğleye doğru İHA muhabiriyle bir röportaj yaptı, fakat bu röportaj birkaç dakika içinde röportaj olmaktan çıkıp tartışmaya dönüştü. Cuma Namazı Vakitleri Halk şenliklerin de yapıldığı Çifte Minare çevresinde namaz için toplandı. Tam bu sırada Can Şenliği oyuncuları davul eşliğinde bir gösteri çağrısında bulundu. Bu çağrı namazı bekleyen kalabalığa “Ezan sesini bastırmaya çalışıyor zındıklar” şeklinde yansıdı. Kalabalık, namaza tepkili bir şekilde başladı. Saat 13.30 Namaz bittikten sonra civardaki camilerden çıkan kalabalık birleşti ve “Sivas Aziz’e mezar olacak”, “Vali istifa” sloganlarıyla hükümet konağına doğru yürümeye başladı. Hükümet konağında

polis engeliyle karşılaşan 3 bin kişi kültür merkezine doğru yürümeye başladı. Kültür merkezinde o sırada Arif Sağ konseri vardı. Konseri izleyenler dışarı çıkınca iki karşıt grup karşı karşıya geldi ve büyük bir kavga çıktı. Saat 16.00 Olaylar yatışmayınca belediye başkanı Karamollaoğlu kalabalığa yönelik bir konuşma yaptı ve gruptan dağılmasını istedi. Konuşma etkili oldu ve kalabalık dağılmaya başladı. Fakat “birileri” olayların yatışmasına izin vermedi ve dağılmaya yüz tutmuş kalabalığı Madımak Oteli’ne yönlendirdi. Otelin önündeki kalabalık 5 bin kişiye ulaşmıştı. Kolluk güçlerinin sayısı 500’dü. Yazıyla beş yüz! Saat 17.00 Madımak Oteli’nin önünde toplanan kalabalık “Kahrolsun laiklik”, “Şeriat isteriz” sloganları atıyordu. Otel kuşatılmıştı. Oteldeki sanatçı, yazar ve şairler olan bitenleri telefon ederek milletvekillerine anlatmaya başladı. Aziz Nesin de bir şekilde telefonla ulaşabildikleri Erdal İnönü’ye, durumun ne derece vahim olduğunu ve ne kadar büyük bir tehlike altında olduklarını anlattı. Erdal İnönü de valiyi aradı ama vali gerekeni yapacaklarını ve bunun için de yeterli imkânlarının olduğunu söyledi. Saat 18.00 Göstericilerin sayısı artık 5 bin değil, 15 bindi. Olayların daha fazla ilerlemesini istemeyen kişilerin kalabalığa yaptığı çağrılar karşılığını bulmadı. Halk dağılmadı. Saat 19.00 / Katliam İzni Alınıyor Genelkurmay başkanı Doğan Güreş valiyi aradı ve kalabalığın “kara yobaz” olduğunu, derhal temizlenmesi gerektiğini söyledi. Yine aynı saatlerde otelin önündeki kalabalıktan birkaç kişi pencerelerden tırmanarak otele girdi ve eşyaları yağmalamaya başladı. Sivas’a gönderilmeye başlanan askerler, Madımak Oteli’nde değil de, olaylarla çok da ilgisi olmayan yerlerde önlem almaya başladı. Madımak Oteli’nin önüne gelen küçük bir grup asker de “Asker Bosna’ya” sloganlarıyla karşılandı. Bir albay kalabalıkla konuştu ve birkaç dakika süren bu konuşmadan sonra asker geri çekildi. “Asker Bosna’ya” sloganlarıyla karşılanan askerler, “En büyük asker bizim asker” sloganlarıyla uğurlandı.

-4-

Katliam Başlıyor Askerin gidişinin ardından ilk olarak otelin önündeki arabalar ateşe verildi. Katliam “geliyorum” derken, askerler olanı biteni uzaktan izliyordu. Saat 20.00 Kalabalığın “Allahu Ekber” nidaları arasında yangın devam ediyordu. İçeridekiler için kurtuluş yoktu. İçeriden gelen çığlıklar bir süre sonra artık duyulmaz oldu. Hayatta kalanlar yandaki binaya geçmeye çalıştı ve geçti. Fakat geçtikleri bina onlar için çok da iyi bir yer değildi. Çünkü burası Büyük Birlik Partisi’nin ilçe merkeziydi. Binada eli sopalı bir güruh yanarak ölmek üzere olan bu insanları içeriye almıyor, “Gidin yanarak ölün orada” diyerek insanları yangın yerine geri gönderiyordu. Neyse ki aradan bir adam çıktı, eli sopalı bu güruhu dağıttı ve bu insanların kurtulmasını sağladı. Kalabalığın asıl hedefi olan Aziz Nesin hâlâ içerideydi. Hava karardıktan sonra itfaiye yangını söndürmeye başladı. Bu sırada “İmdat” diye bir ses duyuldu ve itfaiye, merdiveni sesin olduğu yere yanaştırdı. Aziz Nesin merdivenden inmeye başladı. Tam bu sırada kalabalıktan duyulan “Abi bu Aziz Nesin ya” sözü, kalabalığın aslında itfaiyeye, imdat diyen kişiyi başkası sandıkları için izin verdiğini gösteriyor. “Kurtarmayın Onu!!!” Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli merdivenlerden inerken gözlüklü, sakallı birisi inenlerden birisinin Aziz Nesin olduğunu fark ederek itfaiye görevlilerine “Onu kurtarmayın” dedi. Bu kişi Refah Partisi’nin belediye meclis üyesi Cafer Özçakmak’tı. Bunun üzerine, kurtarmaya gelen itfaiyecilerden birisi Aziz Nesin’i kolundan tutarak savurdu. Yani bildiğiniz linç edilmesi için kalabalığın içine attı. Yere düşen Aziz Nesin çevredekiler tarafından yumruk ve tekmelerle polis arabasına kadar sürüklendi. Arabaya bindirildikten sonra da saldırılar sürdü. Aziz Nesin’i bu saldırılardan bir komiser kurtardı. Nesin, polis arabasıyla hastaneye götürüldü. Sonuç Saat 21.00 itibarıyla askerler kontrolü ele geçirdiklerinde iş işten çoktan geçmişti. Sonuç: 2 gösterici, 2 otel görevlisiyle birlikte toplam 36 ölü. Ağır yaralı olarak

hastaneye kaldırılan Metin Altıok da hastanede hayata gözlerini yumdu. Onun da ölmesiyle sayı 37’ye yükseldi. Günlükteki Not Otelde ölen 37 kişiden birisi olan Carina Thuys günlüğüne 2 Temmuz 1993 tarihinde şunları yazmıştır: “Şimdi durum kritik. Bir süreden beri oteldeyiz. Dışarıda büyük bir güruh bağırıyor. Bu otelde özgür düşünür, laik yazar Aziz Nesin kalıyor. O, Şeytan Ayetleri’ni yayımlamayı düşünüyor. Durum hiç de hoş değil. Kendimi gergin hissediyorum. Çünkü ne olacağını hiç bilmiyorum. Bu durum aşırı dincilerin bir oyunudur. Slogan atıyor ve tahribat yapıyorlar. Oldukça polis var. Ama ben ne yapabilirim ki? Bağırılıyor, çağırılıyor ama ben anlayamıyorum…” Katliam Sırasında Kim Hangi Görevdeydi? Süleyman Demirel: “Polisle halkı karşı karşıya getirmeyin” ve “Olayda ağır tahrik var” ifadelerini kullanan kişi, cumhurbaşkanı aynı zamanda. Tansu Çiller: “Olaya katılan vatandaşlarımızdan hiçbirine bir zarar gelmedi” müjdesini veren kişi, o dönemde başbakan. Erdal İnönü: Otelde can pazarı yaşanırken “Endişelenmeyin, güvenlik güçleri yetişmek üzere” dedi, fakat kimse yardıma gelmedi. O dönem başbakan yardımcısıydı. Mesut Yılmaz: “Abartmaya gerek yok. Bu kadar kişi bir futbol maçında da ölebilirdi.” diyen dönemin ana muhalefet partisi lideri. Ahmet Yücetürk: Dönemin Sivas garnizon komutanı. Cafer Erçakmak: Refah Partisi’nin belediye meclis üyesi. Aziz Nesin itfaiye merdivenlerinden inerken “Kurtarmayın onu” diyen kişi aynı zamanda. (Sonradan Fransa’ya kaçtığı anlaşıldı.) Temel Karamollaoğlu: Dönemin Refah Partili belediye başkanı. Doğukan Öner: Dönemin Sivas emniyet müdürü. “Müdahale etmeyin” emrini veren kişi. Mehmet Gazioğlu: Dönemin İçişleri Bakanı ve “Oteli, otel sahibi kundaklamıştır” diyen kişi. Şevket Kazan: Sanıkların gönüllü avukatlarından birisi ve bir dönemin Refah Partisi Adalet Bakanı. Kaynaklar:Listelist.com, Wikipedia ve çeşitli haber siteleri.


MERVE KÜÇÜK KEMAL SUNAL

ÖLDÜKTEN SONRA...

‘’Beni isterseniz dövün ama bırakın istediğim gibi güleyim.’’ Kemal SUNAL

‘’Varlığıyla yokluğu belli olmazdı, ama yönetmen motor dediği an, karşımızda devleşen bir aktör olurdu.’’ Emel SAYIN

G

ülüşü sevilesi adamlardan Kemal Sunal. Taklidi yapılamayan, gülüşünü duyduğumuzda hiçbir derdimiz yokmuş gibi hissettiğimiz, hepimizin evine defalarca konuk olup güldürmüş, çoğumuzun çocukluğunda yer etmiş adam. Öğrenciliğindeki yaramazlıkları; kaçıp sinemaya gitmeleri, hocaları tongaya düşürmeleri daha sonra oynayacağı Hababam Sınıfı’nın prototipi adeta. Vefa lisesi felsefe öğretmeni Belkıs Bakır’ın onu elinden tutup Müşfik Kenter’e götürmesiyle Fadik Kız adlı oyundaki sözsüz rolüyle profesyonelliğe ilk adımını atar.

‘’… Kemal Sunal öldü. Ama insanlığın, dürüstlüğe inancı ve kötüler karşısında iyilerin kazanacağına dair umudu sürdükçe ‘’Şaban’’ yaşayacaktır.’’ Can DÜNDAR

“Sahneyi baştanbaşa yürüyüp çıkıyordum, hiç konuşmuyordum, bir mimik filan da yapmıyordum. Öyle bir kahkaha kopuyordu ki...’’ Nasıl kopmasın ki? Kemal Sunal’ın gülüşü kadar samimisini, güzelini gördünüz mü? Ben görmedim. Göreceğimi de sanmıyorum… İlk filminde çok az görünür fakat çok dikkat çeker. “Esas amacım, kafamdaki mesele sinemanın starı olmaktı ve bir gün bunu başaracağımı biliyordum ben. Ona ister altıncı his deyin ister başka bir şey. Ama sinemada star olmayı kesin kafaya koymuştum. Ama bunun için hiçbir çaba sarf etmiyordum. Hiçbir yere gidip başvurmuyordum.’’

‘’Hep viski içerdi, doktor yasaklayınca bıraktı içkiyi. Votka içiyorum diye iki sene su içerek kandırdı bizi.’’ Arif KESKİNER

Dediği gibi sinemanın starı oldu Kemal Sunal. Unutulmayan isimlerden oldu. Aslında hafızalarda Kemal Sunal olarak değil de İnek Şaban olarak kaldı. Rıfat Ilgaz’ın yarattığı karakteri ustaca canlandırdı. 82 filmde rol aldı, güldürdüğü kadar anlattıkları da oldu. Balalayka adlı bir film daha çekecekti usta oyuncu, Trabzon’a -Lütfü: Şaban öldü. o çok korktuğu uçakla gidecekti fakat kalp krizi -Şaban: Yok canım geçirerek hayatını kayne zaman öldüm? betti. -Lütfü: Şaban öldü. -Şaban: Yok canım ne zaman öldüm? Vah vah… Ben çok iyi adamdım ya…

‘’Ben Kemal Sunal hayranıyım, filmlerini bıkmadan izliyorum. Muhteşem bir oyuncu.’’ Bülent ECEVİT ‘’Kemal Sunal, filmlerinde genellikle, haklının haksıza, güçsüzün güçlüye karşı mücadelesini temsil eden büyük komedi ustasıydı.’’ Altay ÖYMEN

Vah vah…Ben çok iyi adamdım ya…

Tosun paşa filmindendi bu replik. Şener Şen Tosun Paşa yapmıştı Şaban’ı. Şaban öldü demişti. Hepimiz gülmüştük çünkü yine ekranda Kemal Sunal vardı, yine repliğinden çok mimikleriyle güldürmüştü bizi fakat 3 Temmuz günü kimse çıkıp da ‘’Yok canım ne zaman öldüm?’’ demedi. Çok iyi bir adam olduğunu kimse unutmadı. Hala bir tebessüm için Kemal Sunal demek yetiyor.

‘’…Gitmeseydin futbol oynardık salonun ortasında… Topu vermemek için ayağıma vurmana, günlerce topallamaya razıyım. Gitmeseydin, vallahi az konuşurdum… Sen, gazete-kitap okurken yanında sessiz durmaya çalışırdım… Gitmeseydin, çiğköfte yapardık. ‘’Olmuş mu olmamış mı?’’ diye tavana, duvarlara atmanıza, beni çıldırtmanıza ses çıkarmazdım…’’ Gül SUNAL ‘’Ertem abi rolleri dağıttı. Sen bunu yap, sen bunu… Sıra Kemal’e geldi, roller bitti. Sen de gül dedi. Kemal güldü. Türkiye güldü.’’ Halit AKÇATEPE Ali Sunal’ın yazdığı mektuptan kesit: ‘’...Yaşamalıydık. Sen gittin ve biz burada kaldık. Merak etme rahat, huzurlu uyu. Yeni doğan, seni hiç tanımayan kardeşler de izliyor, Hababam’ı, Tosun Paşa’yı, Salako’yu... Bıraktığın eserler mutlu ediyor, hayata umutla baktırıyor bir ömür boyu.”

-5-


MÜSTEHZI

I.E ASLAN

VAN GOGH

OGUZ ARAL, ÇOCUKLUGUM VE KAFAMA INEN RESIM DOSYASI 13 yaşında falanım, ortaokulda, yedinci sınıfta resimden kaldım. Ama insanca değil, hayvan gibi; kafama resim dosyası yiyerek kaldım. Figen hoca vardı, resimci. Ben de herkes kadar; 23 Nisan’da çocuklar, 19 Mayıs’ta gene çocuklar ve 10 Kasım’da bu sefer ağlayan çocuklar çizebiliyordum. Ama çizmiyordum. Bunu şuan açıklamak mümkün değil, çünkü açıklaması olmayan bir durum bu. Çizmek istemiyordum. Bunun yerine kitap okuyordum ya da sıraya birkaç çizik karalıyordum. Kafama inen resim dosyasının ağırlığıyla ve o anki kalabalığın dayattığı utançla yerin dibine girdim. Bir resim dosyası düşünün ve bunun iki ton çektiğini düşünün; ve dosyanın gölgesi altında hızla yok olduğunuzu...

S

anatçı bu resminde sizin anlayamadığınız her şeyi anlatmak istemiş ve bunda başarılı olamamıştır.

Bu dünya garip bir yer. Yaşarken ekmek vermemek için bahane bulduğumuz adamların eserlerini öldükten sonra milyon dolarlar ödeyerek alıyoruz.Yaşarken selam vermediğimiz delilere öldükten sonra tapıyoruz. Ben Van Gogh’un eserlerine ölüyorum oluyoruz. Ne büyük yalan. Aslında sevdiğimiz ressam ya da resimler değil. Sanat hiç mi hiç değil. Acıları seviyoruz. İnsanların çektiği acıları satın almak onları belirli bir değer üzerinden koleksiyonumuza katmak bizdeki rezilliği ve pespayeliği unutturuyor. Ya da biz öyle sanıyoruz. Bir resim satın alarak Van Gogh’a saygımızı, sanata değerimizi, sanatçının yanında olduğumuzu gösteriyoruz.Ne yazık. Kimse van gogh gerçekten delirirken onun yanında değildi. Kimse van gogh sana, bana bilhassa bize bir şey anlatırken kulak kesilmedi o da üzüntüsünden kendi kulağını kesti. Bu hayatta üzücü olan bir şey varsa kendi kendilerine deliren insanların öyküleridir.. Kimse bu öykünün kahramanı hatta figüranı bile olmak istemez. Genelde sahne tek kişiyle açılır ve tek kişiyle kapanır. Ve sahnedeki aktör ne zaman ağzını açsa, birileri çıkar ve şimdi değil. Müsait değilim. Sonra konuşalım der. Sonra anlaşalım. Ben sana ihtiyacım olduğunda haber veriririm. Senin bana ihtiyacının olması beni ilgilendirmez. Şimdi sen konuşuyorsun ama dur bakalım ben senin söylediklerini kayda değer buluyor muyum der. Sen git kendi kendine delir bizi bulaştırma der. Başkasıyla delirmek olur mu demeyin. Adına aşk dedikleri bir denklem var hala. Van gogh o kadar şanslı değildi ne yazık ki. İnsanlara bir şey anlatacağım derken, insanları anlamaya çalışırken delirdi. Babasının izinden başladığı hayatına iyi bir izci olmak istemediği için devam edemedi. Bu yüzden pederliği bıraktı. Çeyrek asırdan bir kaç çentik fazla süren hayatında 800’ün üzerinde eser yarattı. İnsanın en yaratıcı olduğu dönem, en yoksul olduğu dönemdir. Kimilerini aç kalmamak için boyadı, kimilerini hayallerine giden bir bilet almak için. Ne yazık ki kardeşine muhtaç, “deli resimleri” yapan birinden ileri gidemedi, nefes aldığı süre zarfında, insanların gözünde.. Şu an dünyada Monet’le birlikte resimleri en değerli ressamlardan biri olan Van Gogh zamanında bütün insanlığın üzüntülerini, sevinçlerini, erdemlerini, hayal kırıklıklarını tek başına yaşadı. Kimse ona bu çok ağır bir yük biraz dinlen demedi. Biraz dinleyeyim de demedi. Konuştukları ve yaptıkları tarihin acı bir tokadı olarak yıllar sonra ona şan ve şöhret olarak döndü. Van Gogh bunu ister miydi? Ya da hayatta en çok istediği şey bu muydu? Sanırım cevabı evet olsaydı Van Gogh buğday tarlasında asla kargaları görmemiş olurdu. Dolayısıyla biz de.

-6-

Eski Gırgır dergisi ekibinin ve köklü mizahçıların dilinden düşmeyen bir isim var, her fırsatta anlatıp dururlar: Oğuz Aral! Yeni yeni çizmeye başlamışım, dur şunu bir araştırayım dedim. Ben zannediyorum ki Erol Taş gibi bir tip. Fakat iyice bir soruşturunca (babama, aileden birkaç kişiye ve karikatür çevresinden abilerime) anlıyorum ne kadar önemli bir adam olduğunu. Gırgır’ın dünyada en çok satan üç dergiden biri olması, zor şartlar altında özgürce yaptıkları muhalefet ve Avanak Avni... Avni dışında da çeşitli karakterleri var fakat onun yeri bende apayrıdır. Çok ufakken babamın eski dergilerini okuduğumu hatırlarım. İçlerinde Zavallı Polat, Kötü Kedi Şerafettin falan vardı. Bir de Avni... Zihnimin bir kenarında kalan o duygu zaman içinde kendini hatırlatmak için önyargıya dönmüş. Ve ben şimdi anlıyorum ki okumayı babamın dergilerinden; jest ve mimikleri Avni’den öğrendim. Neyse, ortaokul yıllarıma dönelim. Sekizinci sınıfın ilk haftaları, dershanede konu anlamsızca mizah dergilerine geldi. Bir baktım insanlar seviyor, gülüyor falan. O an anladım çizmenin ve yaratmanın kutsallığını. İnsanları güldürmek yazılı olmayan bir kurala göre bütün dinlerin ve mezheplerin öncelikli farzıdır. Çünkü herkes gülmek ister. Amacım tanrı olmak falan değildi, biraz ciddiye alınmak istiyordum ve bunu karikatür ile tercih ettim. Figen Hoca’yı karakter olarak Oğuz Aral’a benzetiyorum. Birine ‘Huysuz İhtiyar”, öbürüne “Cadı Figen” denmesi ve sert bakışlarının altında iyi birer insan oluşları... Aslında bunu neden anlattığımı da bilmiyorum. 17 yaşındayım ve çok ihtiyarım. Oğuz Aral’ın on birinci ölüm yıldönümü bu ay. Figen Hoca ne oldu bilmiyorum. Hadi gidelim Avni...


G Ü L S A H D U R A N TA S ECE AYHAN

Velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim’’

İsminin anlamını tüm benliğiyle taşıyan bir şairdi Ece Ayhan. Baş olmayı, lider olmayı, karakteriyle bu çizgiyi yaratmayı başardı. 1931 yılında Datça’da doğdu ve Türk şiirini İkinci Yeni akımında başarıyla temsil etti. İlhan Berk tarafından ‘lânetlenmiş’ (Yazko Edebiyat 121-127), Hilmi Yavuz tarafından ‘tehlikeli’ şair olarak tanımlanan Ece Ayhan, şiirleriyle olduğu kadar, düz yazı ve söyleşileriyle de dikkatleri üzerine toplayan, ilgi çekici bir şairdi. Hayatı boyunca çektiği yoksulluklar, sıkıntılar, hatta eşi öldükten sonra çocuğunu eşinin ailesine bırakması ve bu olayın onun üzerinde yarattığı ağır psikoloji onu yıldırmamış şair kişiliğinden hiçbir zaman vazgeçmemişti. Birçok meslek yapmasına rağmen, asıl tutunduğu yer olan şairliği meslek hanesine yazmaktan her zaman onur duymuştu. Şiirlerini yazarken kullandığı konular genelde tarihi olaylar, anılar, kişisel gözlemleri ve uzak çağrışımlı eski sözcükler olmuştu. Kendine özgü bir üslubu vardı ve bu üslup ikinci yeni şairleri arasında en çok tartışılan şair olmasını sağlamıştı. Mehmet Fuat’a göre Türkçe değil ‘Ecece’ yazan bir şairdi. ‘’Sarışın şiire karşı çıkan, esmer şiirler yazan asi ruhlu şair’’ Tarih, sosyoloji ve felsefe gibi alanlarda araştırmalar yapmayı, döneminde popüler olanı değil, kıyıda köşede gizlenmiş olanı bulup çıkartmayı severdi. Kütüphanelerden çıkmadığı kadar, aynı zaman da sokaktaydı. Argo kelimeler, sokak ağzı onun ikinci diliydi. Aksi ve huysuz olduğunu söylerdi yakın çevresi onun hakkında. Kibirli değildi, huysuz ve tatlı denilen türden bir insandı. Arkadaşlarına sivri diliyle kök söktürse de, kimi zaman sivri dili yüzünden yapayalnız kalsa da o mizacını hiçbir zaman değiştirmemişti. Huyunu olduğu gibi kabul ederek karakterinin doğruluğunu belli etmişti. Ve nitekim yalnızlığı da zaten çok uzun sürmemişti. Rahatsızlığı boyunca ikinci yeni temsilcileri, yol arkadaşları ona destek olmuşlardı. Kimi zaman bu destek manevi anlamda oluyordu. Çünkü hepsinin bütçesi ortadaydı. Ece Ayhan hastalığının başlarında hastane masrafları, ev kirası, yemek içmek derken çok fazla ekonomik sıkıntıya girmişti. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ona maddi anlamda destek olmuş, hastane masraflarını karşılamıştı. Fakat artık hastalığına yenik düşmüş, 70 yaşında beyin tümöründen vefat etmişti. BANA BÜLENT ECEVİT’İ BAĞLA “Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek” Sabaha karşı saat 4.00… Özel bir hastanede refakatçi olarak Ece Ayhan’ın yanındayım. Usta şair çok hasta... Ayaklarında oluşan bir hastalıktan dolayı yürüyemiyor. Sesiyle uyanıyorum. “Yeter artık uyuduğun, ben acı çekiyorum, sen uyuyorsun” “Dalmışım, Ece Baba” diyorum ve yattığım küçük kanepeden kalkıyorum. Hemen odadan çıkıp hemşireyi çağırıyorum. “Nesi varmış yine nemrut ihtiyarın” diyor kızgın bir ifadeyle hemşire.

-7-

Arada kalmışımdır hep, Ece Ayhan hemşireyi hiç sevmiyor, haliyle hemşire de onu. Gerçi hastane personeli bizi hiç sevmiyor… Doktorlar tanımıyor. Üzülüyorum. Bir iki defa “Ne iş yapıyor bu amca diye sorduklarında, O, büyük bir şairdir, diye söylemiştim ama kimse umursamamıştı.” Paramız yok… 15 gündür hastanedeyiz. Gazetelerde bazı köşe yazarları Ece Ayhan’ı yazıyor. Şairi anlatıyor. Bir ikisi uğradı ve sonra sayfalarında ona sanki sahip çıkıyorlarmış gibi yazılar kaleme aldı. Gülüyorum onlara... Pilavlı tavuk yiyor sürekli. Acısı olmadığı zamanlarda keyifli, anlatıyor. Ben de bir yandan not tutuyorum.“ Türk şiirinde Ümit Yaşar Oğuzcan nasıl duruyorsa, Türk resminde de Bedri Baykam öyle duruyor”, diyor bana sohbetimizin bir yerinde. Karşılaştırmalar yapıyor. Can Yücel’in Duygu Asena’ya Nazım Hikmet ile ilgili söylediği meşhur kart postal hikayesini anlatıyor. “Nazım Hikmet öyle oldu ki artık kart postallara kadar düştü” diyenin asıl kendisi olduğunu söylüyor. Ama bunu Nazım Hikmet’i eleştirdiği için söylemiyor. Bir not düşmek isterim. Yıllar önce sevgili Duygu Asena da bana aynı şeyi söylemişti. “Ben Nazım Hikmet’e kart postal şairi demek istemedim. Bunu Ece Ayhan söyledi, ne demek istedi diye sormuştum Can Yücel’e. Ama kabak benim başıma patladı.” Söz Can Yücel’den açılınca yurtdışı anıları başlıyor Ece Baba’nın. Ben, Can Yücel ve Bülent Ecevit beyaz paçalı donlarla tenis oynardık. Herkes bize şaşkınlıkla bakardı. Gülüyor… Evet, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit… Aklımıza geliyor. Bana, Ecevit’i aramamı söylüyor. Uzun uğraşlar sonunda ulaşıyorum Başbakanın danışmanlarına ve not bırakıyorum. Aradan üç gün geçmiş… Hastane personeli çok rahatsız artık “bu huysuz ihtiyardan”. Sürekli bize kızıyorlar. Hastanenin parasını ödeyebilsek, hemen başka bir yere gideceğiz biz de zaten. Ertesi gün… Koridordan “Ece Ayhan Çağlar, telefon…” diye bağıran bir sesle irkildik ikimiz de. Görevli kadın telaşla odaya girdi, şaşkın. Kekeleyerek, “Başbakanlıktan” diyebildi ancak. Anlamıştım, Bülent Ecevit arıyordu. Koşarak çıktım odadan. Karşıdaki ses, “Sayın Başbakanımız Ece Ayhan Çağlar ile görüşecek” diyor. Bu sırada Ece Ayhan tekerlekli sandalyeye oturtulmuş bana doğru geliyor. “Aloo, sesiyle heyecanlanıyorum. Efendim, Ece Bey şimdi geliyor, ben Ayhan” diyorum. “Tamam, evladım” diyor Bülent Ecevit. Koridordaki herkesin şaşkın bakışları içinde Ece Ayhan telefonu alıyor. Başlıyor konuşmaya… Düzeleceğini ve Çanakkale’ye döneceğini söylüyor. Ağrılarının olduğunu, ameliyatla işin çözüleceğini söylüyor. Sonra bir ara “pek sağlam yerim kalmadı” diyor. Artık pek rahattık… Özel odaya geçtik. Her şey çok temiz, bize acayip bir ilgi ve alaka var. Tavuklu pilavın biri gidiyor, öteki geliyor. Erkenden kalkıyoruz, anlatıyor, sürekli not tutuyorum… Şiirin soru sorma, şiirin karşı duruş, şiirin illaki sesli okunan bir şey olmadığını öğreniyorum. Ece Ayhan, sözcükleri bir duvar gibi örüyor dizelere… Hastaneden yaklaşık 10–15 gün sonra ayrılıyoruz. Ayrılacağımız gün bütün masrafların Bülent Ecevit tarafından ödendiğini öğreniyoruz.


YA L N I Z L I K Ü Z E R I N E Ö Y K Ü L E R IBRAHIM ETHEM ASLAN

K E S K E H I Ç TA N I S M A SAY D I K : B I R AS K H I K AY E S I “Mikroplarla tanışmış olmak, bağışıklık sistemini güçlendirir.” İsviçreli bilim adamları

yıldız kaydı, dileği hazırdı. “Goethe, Genç Werther’in Acıları’nı yazarken kendi yaşadıklarından esinlenmiş. Acılar içinde yazmış romanı. Bir elinde kalemle yazarken öbür elinde bıçak olduğunu söylüyorlar. Defalarca göğsüne doğrultmuş bıçağı ama saplayamamış. Kitap çıktıktan sonra Almanya’da Werther Salgını yayılmış, okuyanlar intihar ediyormuş. Goethe’ye gelecek olursak, o acılar içinde ölmüş. Ben de yazdığım her şiirden sonra rus ruleti oynuyorum tek başıma. Çok iyi değil mi? Kazanan da kaybeden de benim…” dedi tek nefeste. Sonra bir sigara yaktı. O sırada telefonu çaldı. Gene Türkü Bahar arıyordu.

K

aranlığın 1001 tonu arasında siyaha sıkışmış Yaşar Saadet, telefonla konuşuyordu. Odayı aydınlatan iki şeyden biri olan sigara az evvel sönmüş, havaya karışan dumanı odadaki son griyi de alıp götürmüştü. Psikolojik sorunlarından dolayı bir süredir kendini eve kapatmıştı. Yalnızca eski sevgilisi Türkü Bahar’la konuşuyordu. “Aslında ben kötü bir adam değilim, sadece kendime zarar veriyorum. Mazoşist gibi günün her saatinde Ahmet Kaya dinleyerek kendime zarar veriyorum bazen. Bazen günde iki paket sigara içip ağlayarak kendime zarar veriyorum. Rasyonel bir acı bu. Aklımdan hiç çıkmıyorsun. Bu ölçüsüz bir acı,” dedi Yaşar Saadet.

“Sen normal değilsin,” dedi Türkü Bahar. “Keşke hiç tanışmasaydık!” Yiten bir anı gibi, bir yıldız daha kaydı. İkinci bir dileği hazırdı. “Açık ve aysız bir gecede şehir ışıklarının ulaşamadığı ıssız yerlerden semaya bakıldığında gökyüzünün sonsuz sayıda yıldızlarla kaplı olduğu görülür. Aslında bu sayı sanıldığından gayet azdır. Bütün semadaki yıldızların sayısı çıplak gözle bakıldığında 6000’i geçmez. Tek bir sefer bakıldığında ise kişi, bunun ancak yarısı kadarını görebilir,” dedi. Bir kez daha telefonu çaldı. Türkü Bahar arıyordu, bu sefer açmadı.

“Yaşar denedik olmadı, zorlamayalım lütfen. Niye ikimizi de zor duruma sokuyorsun?” dedi telefonun diğer ucundaki Türkü Bahar. Yaşar Saadet cevap veremedi çünkü o sırada karşı balkondan bağıran delinin ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Gözlerini deliden ayırmadan anlatmaya başladı. “Delirmek aslında yalnız kalmak değildir, kendinle yüzleşme durumudur. Yani hayattan bunalan bir insan kendini depresyona sürükledikçe ölüme de bir o kadar yaklaşıyor demektir. Bu iyi bir şey, korkma! Deliliğe çok yaklaştığım zamanlar duygularıma hâkim olamıyordum. Sevinç, heyecan, öfke, sinir… Âşık olmak gibi bir şey bu... Deli gibi aşığım denir ya hani, ondan geliyor işte bu. Tımarhaneler için de Kırık Kalpler Derneği ya da Kaybedenler Kulübü diyebiliriz, çünkü beklediği ilgiyi bulamamış kişilerdir onlar. Neyse, daha delirmedim merak etme. Aklım başımda da seviyorum seni.” Uykulu gözlerini açıp kapadığında telefonunun çaldığını fark etti. Arayan Türkü Bahar’dı.

Tam da bu sırada karşıdaki delinin ne dediğini anlamaya başladı. “Çıplak gözle ve teleskopla görülebilen bütün bu yıldızlar, bir yıldız topluluğu olan Samanyolu Galaksisine bağlıdırlar. Uzayda daha nice galaksiler vardır. Bizim galaksimizde 200 milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir. Bizden başka da takriben 100 milyar galaksi vardır. Benim galaksim de yıldızım da sensin Türkü!” Dediklerini bir kâğıda not ettikten sonra tabancayı eline aldı. İçine bir mermi koyup topu çevirdi. Tabancayı ağzına yerleştirip tetiğe bastı. Bu sefer kazanmıştı! Cesedi 6 gün sonra eve gelen postacı tarafından bulundu. Postacının getirdiği mektup Türkü Bahar’dandı. “İyileşeceksin, her şey çok güzel olacak,” diyordu mektubun sonunda. Olmadı.

“Senden nefret ediyorum,” dedi hattaki diğer Türkü Bahar. “Acılar içinde ölmeni istiyorum Yaşar!”

İ.E “Olmadık yerde bekleyenler adına...” Bölüm sonu canavarı: Elliott Smith, Waltz #2

Bu sefer her şeyin gerçek olduğundan emin olmak istedi. O sırada bir

-8-


ALI LIDAR

KADIR GÜRDEMIR

TESIRSIZ PARÇALAR #327

NE ZAMAN GELECEKSIN* “Sevgilim demeyi öğretemedim… “ Zeki Müren

3

27.

olduğunu anlayıp ve bu saçmalığa makul bir gerekçe bulamayıp baySazova parkına gitmişiden iki tane kırmızı tuborg alıp tik birgün. Alıştığım bankta içmiştim. Çok sonra düştü müşkülpesentliğine inat, her şeyi jeton, ben haksız falan değilmgüzel bulmuştun. Ağaçları, kuşları, işim aslında. Ben o gün hiç de masal şatosunu, korsan gemisini, saçmalamamışm. O gün diyalekhatta kısa bir süre beni... Fark ettiğin ve felsefenin evrensel kuraltiysen hiçbirini onaylamamıştım. larına uymuşum sadece. Çünkü Nedenini şimdi söylüyorum. o gün oradaki en güzel şey senAğaçlar, kuşlar, şato, gemi, hatta mişsin. Herhangi bir şey (sevgiben... Hiçbirimiz fena li olur, at olur, çiçek olur, ne değildik o gün hakolursa artık...), herhangi lıydın. Ama sen bir şey herhangi bir hepimizden yerdeki en güzel Sen ve her şeyşeyse, başka her parktaki her den daha şey hükmünü şeyden daha güzeldin. güzelyitirir çünkü. Ben de bunun farkındaydım. din. Ve o O gün orada an bunu en güzel şey Şimdi ikimiz, düşsek de söylemek sendin ve elbet birlikteliğin kaydından, olmazdı. sen bunu fark tarih bunu böyle Ş i m d i , edemezdin. Fark yazsın! söylenecek her etmemek de en güşeyi söylemek için zel şey olmaya dahildi geç kaldığım bu zaçünkü. O zaman gençtim, manda ve bu yerde söylüyobunun anlayamamıştım. Şimdi rum bunu. Sen öyle güzeldin ki o yeterince yaş aldım ve her şeyi angün parkta dolaşırken, biz, bütün lıyorum. Bir işe yaramaz artık ama, park seni izliyorduk ve özellikle olsun... ben seni ağaçlardan, kuşlardan, şatodan, gemiden, hatta kendimden Yıllar önce seninle Sazova parkına bile kıskanıyordum... gitmiştik. Sen parktaki her şeyden daha güzeldin. Ben de bunun O günün gecesi, seni bırakıp eve farkındaydım. Şimdi ikimiz, dönerken, o gün olanları düşünüp, düşsek de birlikteliğin kaydından, yaptığım şeyin ne kadar saçma tarih bunu böyle yazsın!

-9-

Onlar, kalplere sürekli toplu iğneler saplayanlardır. Onların sivri ve yüce dili olur. Güneşten dolayı kat kat esmer güzelliğinin en tepesine ulaşarak kendini belli eden ırkları filan. Yani tapılası halde oldukları için dini görüşü soruşturulmayan tek taraflı sevdiklerimizin bizden gitmesi için gelmesi şart değilmiş. İnsan körkütük utandığını zaten kalbine kaçırırmış. Kaçırdığımız şey aklımız olmadıkça nefsimiz için önem taşıdığından saklamak isteriz, bundan dolayı o kilitli sandığı kimselere elletmeyiz. Her insan kendi içinde bir devlete sahiptir, devletlerinde gizli kalması gereken belgeleri vardır. Açıklanması kimi zaman ülkeyi yıkar kimi zaman yüz kızartıcı sebeplere neden olur. Sevdiğini görebilmek uğruna Afrika’ da ki çocuklara kıyacak kadar özlem duyanlar, sevgiye değer vermeyenleri bir kaşık bedduada kurutmak ister. Bazısı kaptırır kendini su ekledikçe süte dönüşene veya şiirlerin arasından kendini anlatanı bulmaya, bazısı kılar namazını el açar Tanrıya. Gelmesi gerekeni beklerken kaç perde sararacaktı? Tabi değiştirebilmek için güç ve k u v v e t Çünkü sevilenin mavi var ise. gülüşleri, denize yakın Çekilen bir yerlerde olduğunu acının bildirdiğinden bu hüzünlü değerleri hesadamlar her adımda aplanmasahile koşar. ya çalışılsa bilim adamlarının kafasında tek tel kalmaz. Kimyasal olmasına karşın beklenilenin parfümü sanki ona Tanrı tarafından doğuştan verilmiş gibidir. Seven bu kokuyu avucunun içi gibi bildiği bir mekânda da çekse 4 duvar arasında kaybolmaya meyillidir. Kalabalıkların arasından kaçması, sorulana kulak vermemesi, iç dünyasına kapanması bir arayış içinde olduğunu belirtir. Çünkü sevilenin mavi gülüşleri, denize yakın bir yerlerde olduğunu bildirdiğinden bu hüzünlü adamlar her adımda sahile koşar. *Zeki Müren, Ne Zaman Geleceksin / Doymadım Sana (45’lik)


N U R A N Ç E T I N K AYA

ÖZKAN SAGLIKSUNAR

KAYIP FINCANIN ÖYKÜSÜ

BIR PLAKÇININ SEYIR DEFTERI

‘’Kafamda susmaları için yalvardığım sesler var.’’ Ali LİDAR

Y

Yapsam mı yapmasam mı diye kararsız kaldığı kahvesini bitireli birkaç dakika oldu. Fincan hala sıcak... Kaç zamandır ellerini koyacak yer bulamadığı gibi fincanı koyacak yer de bulamadı. Şu an fincan nerede meçhul. Odadaki saat kendi suyunda ölmüş bir Japon balığı kadar durağandı. Kaç zamandır odadaki sessizliği bozan tek şey saatin tik taklarıydı. Ondan da az bir zaman önce kurtulmuştu. Oda sessizdi artık fakat kadına yetmedi bu sessizlik. Her gece bir öncesinin yansımasıydı. Bu gece de öyle oldu. Kafamı dinlerim diye çıktığı evde yine yalnız kalamamıştı. Başka nefes yoktu. Konuşan kimseyi göremiyordu. Televizyon yoktu. Telefonunun şarjı günlerdir yoktu. Sahi telefon nerede? Saat kaçtı? Ulan çıkardın ya pilleri! Muhtemelen gece yarısını geçti diye düşündü. Sinirlendi. ‘’Nerden geliyor bu ses? Kafayı mı yiyorum ben? Delirdim mi?’’ diye düşündü. ‘’Saçma sapan konuşma la!’’ dedi içinden. Ses yalnız odanın içinde değil her yerdeydi. Önceden sadece geceleri duyduğu ses, artık gün içinde de rahat bırakmıyordu. Kadın köşede bir yerlerde öylece durduğunda bunu duyabiliyordu. Bazen kulak tırmalayacak kadar buz gibi, bazen ruhu doyuracak kadar duygu doluydu. Kafasının içindeydi ses. Sürekli konuşuyordu. Duymazdan geldi ilk, içindeki koca boşlukta yalnız o konuştu. Zaman geçtikçe daha da hırçınlaştı. Kadın dinlememekte ısrarcıydı. Duvarlar ördü, ses duvarları aştı. Duvarları kar beyazı bir odada oturuyor, ışıklar kapalı. Sonu çıkmaza doğru giden bir ara sokak Ses kadar karanlıktı. Duydukları konuşmaya devam etti. bu kadar karmaşıkken Vücudunun her bir noktasını etrafı görmek istemedi. ele geçirmiş kanser hücreleri gibi Her zaman konuşmaktan sarmaladı kadını. ağrıyan başı artık dinlemekten ağrıyordu. SessiZamanla sese alıştı. zliğin içindeki o gürültüyü Kimselere bahsetmedi. dinlemekten… Kadın sustu, Ses konuşmaya devam etti. okonuştu. Vücudunun her bir noktasını ele geçirmiş kanser hücreleri gibi sarmaladı kadını. Zamanla sese alıştı. Kimselere bahsetmedi. Kadın sustu, o konuştu. … Muhtemelen vakit sabahın ilk ışıklarına biraz kala. Kadının uykusu geldi. Yattığını sanıyordu fakat hala masanın başında oturduğunu fark etti. Ayağa kalktı, sessizliğin içindeki o koca gürültüyle yatağa geçti. Yatak soğuktu, üşüdü fakat bu durumdan hiç rahatsız olmadı. Üşümek hep iyi gelmişti kadına. Zamanla uzaklaştığı benliğini hissediyordu birkaç dakikalığına da olsa. Her gece birkaç dakika… Kadın yatağa gireli saatler oldu, uyuyalı dakikalar. Önce sesi uyuttu sonra kendini. Fincan hala kayıp!

- 10 -

- Abi girdi içeri (kapıda yazı var ya “açılış uyanınca kapanış canım sıkılınca” diye), yüzünde yılışık bir sırıtış “genelde hangi saatlerde canınız sıkılıyor?” dedi. “Saati yok abuk sabuk bir müşteri gelip saçma sapan soru sorunca sıkılmaya başlıyorum,” dedim. - Kapının önünde bir çift var, plak seçiyorlar. Adam kadına öyle bir sallıyor ki, “Arkadaşımda bir arşiv var, hiç kimsede yok. Bülent Ortaçgil’in ilk çıkardığı 45’lik var mesela, Ortaçgil’in kendisinde yok o plak. Kaç kere aradı arkadaşımı, yalvardı, vermiyor bizim çocuk.” E yuh yani! - İki hanım girdi içeri, biri upuzun boyama sarı saçlı ve mini şortlu. (Hanım okurlar alınmasın, eminim onlardan da fikrime katılacaklar vardır. Böyle bir kadın tipi, “ben güzelim, havalıyım, sen erkeksen benim her türlü salaklığıma katlanacaksın” modunda gezerler.) “Barış Manço plağı istiyorum,” dedi. “LP mi, 45’lik mi?” dedim, “Plak” dedi. “Pikapta çalacağım.” “LP’leri 200’den, 45’likleri 25’ten başlıyor,” dedim. “Göreyim bir, çiziği oluyormuş, çalmıyormuş,” dedi. “Hangisini” dedim, “Plaklarını” dedi. Ama devamlı gülüyor kadın. Neyse, Taylan çıkardı LP’leri, ilk LP’yi beğendi, fiyat sordu. “600 lira” dedim, “Kaç yılında çıkmış bu?” dedi, “71” dedim. “Kaç adet basılmış?” dedi, “Onu bilemeyiz” dedim. “600 lira istemeyi biliyorsun ama ne sattığını bilmiyorsun, bilgilendireceksin beni” dedi. Sustum, biramdan bir fırt aldım. Taylan’ın elleri titremeye başladı falan, neyse çıktı gitti. Meğer pikabı da yokmuş. Komşumdan pikap almış, tekrar geldi. “Siz benden hoşlanmadınız ama yine geldim. Barış Manço plağı almak istiyorum ama daha uygun olsun fiyatı” dedi. “D&R’a bakın orada çok uygun yeni baskıları” dedim. “Yok, orijinal istiyorum” dedi. “O zaman 45’lik vereyim size. ‘Ben Bilirim’ 45’liği tam size göre” dedim. Nasıl olduysa anladı espriyi. Bastı kahkahayı, bir şey almadan gitti. - Taylan paylaşmıyor ama onda da az bomba yok. Bee Gees LP’sini alıp çocuğun biri, “Bu Beatles plağı ne kadar,” demiş bu gün. - Olmazsa olmazdı… Son dakikada bir abi kapıdan gözümün içine baktı. Baktı, baktı, sonra kafayı içeri soktu. “Buyurun,” dedim, “Sarkaçlı saat bakıyorum ama herhalde sizde yoktur,” dedi.


- Tipik bir İzmir kızı, aşırı güzel, sarışın yeşil gözlü falan takmış takıştırmış. 25 yaşında yok. Mini etek, ot bok her şey tamam… Toplum tarafından kabul görecek her türlü donanıma sahip ve onun şımarıklığı içinde önce kapı önünde Barış (Manço) ile selfie çekti, müdahale etmedim. Sonra cep telefonunu içeri sokup izin almadan, hatta selam bile vermeden benim fotoğrafımı çekmek istedi. “Ne yapıyorsun kızım, akıllı ol,” deyip yüksek perdeden bir çıkışım var, bir de kızın kıpkırmızı olup kaçışı var. Görmeye değerdi. Eminim onun fotoğrafını izinsiz çeken bir erkek olsaydı sapık muamelesi görürdü. Bir akıllı olun yahu, iletişim yok insanlarla. Saygısızlık aldı başını gidiyor.

- Adam içeri giriyor ve diyor ki, “Alıcı değilim, vakit geçirmek için geldim dürüstçe söyleyeyim”. Dükkân 14 metrekare… Ne diyeyim ben buna? “Alışığım ben, alıcıdan çok arıza gelir zaten” dedim, bozuldu gitti. - Dilenci geldi, para istedi vermedim. Masanın üstünde çay markalarının durduğu kavanozu gördü. “Bari bir marka ver ocaktan çay içeyim” dedi. Pes yahu! Matara İlgi Evi / Kızlarağası Hanı - Konak İZMİR

KAAN SEZYUM HAFIF MÜZIK HAFTASONU LISTESI Hafif Müzik hafta sonu listesini bu kez Kaan Sezyum hazırladı. ** Gece provadan geldim, Cumartesi akşamı Borusan Müzik Evi’nde konserimiz var (KöK), karda davul çalmaktan kafa pilav gibi olmuş, Metrobüs’ün gece 0:30 gibi bir seferini yakalıyorum. Kulağıma cimrilikten 80 Cigabaytından 40’ını anca doldurabildiğim Aypod’dan Shuffle’ı açıyorum (normalde albüm albüm giderim, şekilciyim ama manita sağ olsun beni yıllar sonra Shuffle’la tanıştırdı) Veriyorum play tuşunu, bak neler çaldı? Barış Manço – “Nick The Chopper” Yıllardır dinlerdim, gece o saatte Metrobüs’ün içinde ayrı bir güzel ve manidar geldi sözleri. Ayrıca geçen hafta da doğum günüydü, Modalı komşumuz Barış Manço’nun. The Clash – “Jimmy Jazz” Metrobüste o saatte birden kar altında Çin kerhanesi gibi aydınlatılmış köprü bu parçayla nefis oldu. “Daha önce neden radyo programımızda –Sevginin Gücü- çalmadık?” diye düşündüm. Eğlenceli ve Clash’in ‘Punk’lığını en kibar şekilde gösterdiği parçalardan biri. Bas gitarlara yine dikkat. Sözler ise her zamanki gibi cana yakın. Jimmy Smith – “Slow Down Sagg” Hammond’ın Baronu Jimmy Smith’i (1925-2005) iyi ki de Aypod’a atmışım! 
“Root Down” albümünün zaten hastasıyım. 
Mükemmel uçan bir ekip. 
Üzerinde “Live” yazmasa ya da bazen gelen çılız alkış seslerini duymasanız canlı olduğunu anlamayacağınız bir ortam. Sonlara doğru çağlayan

- 11 -

davul solosu ve mükemmel gitarlarıyla fantastik bir funk parçası. Ders gibi, dinle çalış. Eksik ya da fazla vuruş yok ama çok şey var. Heijan – “Gene Mi Amcalar?” Hoppala ve de cuppala! 
Geçtiğimiz günlerde keşfettiğim ve her gün dinlemeden duramadığım mükemmel bir parça. Tarz olarak “Gansta-rap” denen türün tam bir yerli ve daha gerçekçi versiyonu. Yurt dışındaki örneklerini Heijan’ın parçasındaki gerçeklik yanında efendi kalıyor. Sözler muhteşem. 
Üreticilik her yerde yeşeren bir çiçek gibi. Betonların arasından, Bağcılar’dan çıkan harika bir ses. Umarım altyapılarını biraz daha toplarlar. Samimi ve sert. Diğer parçalarına da mutlaka bakın. Bohren & Der Club Of Gore – “Piano Nights” Kapanış biraz ağır oldu ama benim için bu haftanın ganimeti bu albüm oldu. Aslında yazacak çok fazla şey yok, müzik kendini size, sizi de kendinize anlatıyor. Ambient caz gibi, biraz atmosferik, sakin, akıcı, huzur verici tam bir çalışma ve kar izleme müziği. Belki evin içinde dolaşıp balkona kuşlar için kahvaltıdan kırıntıları verirsiniz. Belki de benim gibi bu müziği şu video üzerine açıp izlersiniz (http:// www.youtube.com/watch?v=Rql16_ BtdIk) 

 *Eğer bu kafalar hoşunuza gidiyorsa başka bir felsefeyle aynı sularda dolaşan The Caretaker’ı da öneririm. Oscar Peterson – “Night Train” 5 parça için girişmiştim ama araya albüm de alınca bir parça daha eklemek istedim. Maksat 5’i bulsun. Bu haftalarda çok sık dinlediğim bir albüm piyanonun doktoru Oscar Peterson’un “Night Train” albümü. Kibar, sevimli, keyifli ve neşe dolu. 1962 yılından beri ölümsüz bir eser. 
Bu aşkın katillerinin adını veriyorum: 
Oscar Reyiz – piyano ve tuşlu duygular, 
Ray Brown – kontrabas lordluğu, 
Ed Thigpen – duygusal ve ride’ı yüksek davullar. 
Öp de başına koy. Müzik böyle de bir şey.


GELECEK GÜNLÜGÜ DÜNYADAKI EN SON KAGIT BASILI GAZETE YAYINI SONA ERDI

1

5 Kasım 2055, Paris – Dünyadaki en son kağıt baskılı gazete yayını yarın sona eriyor. Dünyadaki en son kağıt baskılı gazete olarak yayın hayatına devam eden Le Figaro gazetesi yönetim kurulu toplantısı sonrası aldığı kararla artık kağıt baskı yayınını sona erdirerek yalnızca internetten yayın hayatına devam edecek. Böylece basın tarihinde bir dönem de son bulmuş olacak ve kağıda basılan gazeteler yalnızca kütüphanelerin arşivlerinde yerini almış olacak.

sürdüren Le Figaro gazetesi kalmıştı. Bugün gazetenin yönetim kurulunun yole figaro eskiğun tartışmalarla geçen 4 saat süren bir toplantı sonrası yönetim kurulu başkanı Pierre Menard karar sonrası yaptığı açıklamada, “1826 yılından bu yana Le Figaro olarak, insanların bilgi edinme hakkı için yayın hayatımızı sürdürüyoruz. Geçtiğimiz 20 yıllık süreçte dünya genelinde pek çok gazete yayın hayatına yalnızca internetten sürdürme kararı aldı. Biz sembolik de olsa internet baskısının yanı sıra, baskı yayını da sürdürdük. AnDünyada gazetelerin tarihi 3400 yıl cak, artık dünyanın mevcut koşullarıöncesi Mısır’a kadar uzanıyor. Yine na ve gerçeklerine uygun olarak bir Roma döneminde gazetelerin ilk karar almamız gerekiyordu. YöneGeçtiğimiz 10 yılda örneklerine sayılabilecek kayıtlar tim kurulu üyelerimizin bazıları halen kağıda baskı yayınını mevcut. Ancak hiç şüphe yok gazetenin kağıt baskısının semsembolik olarak sürdüren birkaç ki, gazeteler ve gazeteciliğin bolik de olsa devam ettirilmesigazete de yayın hayatına son vermiş gelişimi ve dünya çapında yayni savundu. Ancak çoğunluğun gınlaşması matbaa ve baskı görüşü önemli olan gazetecilik ve yalnızca 1826 yılından bu yana teknolojisinin gelişmesi ile ilkeleriyle Le Figaro’yu geleceğe yayın hayatını sürdüren gerçekleşti. Özellikle geçtiğimiz taşımak yönünde oldu. Bu nedLe Figaro gazetesi 20. yüzyılda gazeteler çok büyük enle Le Figaro’nun son baskısı kalmıştı. bir gelişim ve dönüşüme uğradı. yarın yapılacak ve bundan sonra yayınlarımız yalnız internet üzerinden Özellikle 21. yüzyılın başlarından itibargerçekleşecek” şeklinde konuştu. en, internet devrimi ve akıllı telefon ve diğer cihazların yaygınlaşması, haber anlayışı ve gazetelerin Projeksiyon ve Sorular: Akıllı telefon, tablet ve bilde dönüşümüne yol açtı. 2000 yıllardan itibaren dünya gisayarların hayatımızda kapladıkları yer arttıkça her çapında pek çok gazete hem internet üzerinden hem de geçen gün elektronik kitap, gazete, dergiler daha fazkağıt baskı olarak yayınlarını sürdürseler de, 2020’li yılla hayatımızda yer almaya ve elimize aldığımız kağıt ların sonlarına doğru pek çok gazete yavaş yavaş kağıt baskılar geri plana düşmekte. Yakın bir gelecekte, kağıdın baskı yapmaya son vererek yalnızca internetten yayın çok daha sınırlı, yalnızca koleksiyon ya da nostaljik bir yapmaya başladılar. deneyim amaçlı kullanılabileceğini tahmin edebiliriz. Bunun yaşamlarımız üzerindeki doğrudan ve dolaylı Geçtiğimiz 10 yılda halen kağıda baskı yayınını sembogerçekleşecek olumlu ve olumsuz etkileri ise henüz belik olarak sürdüren birkaç gazete de yayın hayatına son lirsizliğini koruyor. vermiş ve yalnızca 1826 yılından bu yana yayın hayatını (birgungelecek.com)

- 12 -


MÜSTEHZI BIR MENDIL NIYE KANAR?*

Size Yardımcı Olamasak da En Azından Siz denize sormuştum. O da konunun onlarla alakası olmadığını Telekom Firmalarına Destek Olursunuz ama beni ilgili birime aktarabileceklerini söylemişti. Ben de Bakanlığı’na hoş geldiniz. Sinirlerinize hakim kalsın demiştim. Çünkü insan neyi merak ediyorsa sonunda olmaktan vazgeçin çünkü biz zaten sizi zor öğrendiği tek şey hayal kırıklığı oluyor. Sürekli tatminsizlik. durumda yakalamak için görüşmelerimizi kayıt altına Hayır o kadına aşık değildim. Ama mendili de unutamıyoralıyoruz. dum. Bir insan neden sürekli mendiliyle konuşurdu, ya da 1- Kadına şiddet, kadın cinayetlerinde indirim haklarınızı susardı neden sürekli mendiline bir kuş muamelesi yapıp öğrenmek ve davalarda şirinleri görmek konularında onu uzaklara götürmesini isteyen gözlerle yalvarırdı, neden oluşturduğumuz devlet destekli bahaneler sıralı listesi için en yakın dostu, sırdaşı olarak bir mendili tercih ederdi, bu kadınları aşağılayan deyimlerden herhangi birini, mendili özel kılan neydi, sevgilisinden kalan son hatıra mıy2- Devlete karşı mahcup ve haksız duruma düşme hallerinde dı, ailesinden kalan son miras mıydı, bencilliğinin eşyaya ödeyeceğiniz cezalar için vatandaşlık numaranızı, indirgenmiş hali miydi, bütün bunların yanında insan bile 3- Beni bir tek sen anladın sen de yanlış anladın şahıslarıbu konuların çoğunda çuvallamışken bir mendil nasıl oluyna iletilecek mesajlarınız için “Nem kaldı” türküsüne can ordu da bütün metanetiyle bunu kabullenebiliyordu? Ben veren sanatçımızın adını, mendilim benim bunlarla başa çıkacak gücüm yok diye 4- Bu kız bu oğlan bana bakar mı sorusunun cevabı için nasıl isyan etmiyordu bunu çok merak ediyordum. Geceyi banka hesap numaranızı, gündüze katıyor aklımı katıksız bir şekilde sanki bir diyet 5- Geçmişte yaptığınız hataların dökümü için ip numaprogramı çerçevesinde usul usul yiyordum. Sonuçta ben bir ranızı, ademdim. Sabrın sonu selametse ademin sonu kıyametti. 6- Neden ekildiğinizi bilmediğiniz bir randevunun size Ben de bir adem olarak üzerime düşeni yapmalı, en yakın zaolan zararı için yıllık çay veya alkol tüketiminizi. manda kıyametimi başlatacak olan yasak elmadan 7- 2002’de hizmete sunulan ve tüm hızıyla bir ısırık almalıydım. devam eden Mağduriyet Çemberi’nden Bir mendil yararlanmak için Kabataş kelimesinin Nasıl olur da mendile yakınlaşırım derniye kanar biliyorsanız müşteri bir cümleyle sizdeki anlam ve önemiken bir pazartesi kadının sahile gelni, mediğini fark ettim, olabilir miydi, hizmetlerimizle 8- Beklemediğiniz yerden aldığınız vazgeçmiş, sisteme ayak uydurmuş paylaşmak için 13’ü; yaralar için Brütüs’ün doğum tariherkes gibi normal ve sıkıcı olan Zaten ben bu hayata hini, hayatına dönmüş olabilir miydi? mutsuz olmaya geldim diyorsanız 9- Bir mendil niye kanar biliyorKendini dinlemek varken, topluma bizi daha fazla kızdırmamak için sanız müşteri hizmetlerimizle payiçindeki boş boğazlara kulak vermiş laşmak için 13’ü, olabilir miydi? Kendine yeni bir eş, kırmızı ahizeyi 10- Zaten ben bu hayata mutsuz yeni bir iş, yeni bir hüsran, eski, bozuk tuşlayınız. olmaya geldim diyorsanız bizi daha ve köhne bir hayat sipariş etmiş olabilfazla kızdırmamak için kırmızı ahizeyi ir miydi? Hayır, kadının omzuyla ilgili en tuşlayınız.” ufak bir ideolojim yok. Bunları düşünürken O’nu gördüm. Denizde asaletine yakışır biçimde - (13.) sessiz bir şekilde dalgalarla dans ediyordu. Ediyordu etmes- Sizi müşteri temsilcimize aktarıyorum. ine ama bir yandan da kanıyordu. Bir yara gibi, bir kesik gibi değil de, inancı kalmamış gibi. Duvarlara işleyen nem gibi. - İyi günler ben Didem. Bize nasıl yardımcı olabilirsiniz? Ulu bir çınarın kökleri gibi. Çoktan unutur gibi ama son- İyi günler Didem Hanım. “Ben bir mendil niye kanar?” suza kadar da sürecek gibi. Özlüyor gibi. Unutamıyor gibi. onu söyleyecektim. Görmüyor ama hissediyor gibi. Mavinin denizde bir huy ol- Görüşmelerimiz standart gereği kayıt altına alınacaktır. masını atmosfere bağlayanlar, o gün atmosferin kırmızı olİsminizi ve soy isminizi rica edebilir miyim? masına ne diyeceklerdi? - Ahmet Bağışlar. - Buyurun Ahmet Bey sizi dinliyorum. - Ahmet Bey, sizi devlet destekli bahaneler menüsüne aktar- İnsan hayatı boyunca birçok kişiyi sevebilir, ama pek mamı ister misiniz? azını hayatı boyunca özlemeye devam eder. Bir zamanlar - Ben burada mendilden bahsediyorum. bir kadın tanıyordum. Yanından ayırmadığı mendiliyle - Bağışlayın bi an... zamanın ötesinde bir kadın… Hayır, kesinlikle o kadını - Hayır, ne münasebet! özlemiyorum. Ama ne zaman kafama takılan bir şeyler olsa - Peki devam edin, lütfen. o mendil geliyor aklıma. Hala kadının yanında mı diye mer- Neye devam edeyim? ak ediyorum. Acaba hala pazartesi günleri akşamları moda - Mendil niye kanar, onu söyleyecektiniz! sahilinde denizi seyreder gibi yapıyor mu diye soruyorum. - Söyledim ya! Denizi seyretmediğine eminim çünkü bunu bir seferinde *Edip Cansever, Bir Mendil Niye Kanar?

- 13 -


R Ö P O RTA J

FLÖRT (OZAN KOTRA)

O

zan Kotra, Çağatay Kehribar ve Timsah (Hakan Çağlar)’dan oluşan Flört Grubu’nun kaptanı Ozan Kotra ile çocukluğundan başlayıp yakında çıkaracakları albüme dek kısa ama öz bir sohbet gerçekleştirdik.

Flört Flört’tür. Şarkılarınızın kendilerine ait hikâyeleri var mı? Şarkılarımızın hepsinin bir hikâyesi vardır. Gerçek ya da değil. Şarkılar bir şey anlatıyorsa şarkıdır. Ne anlattığı ve nasıl bir tarzla anlattığı, yazan adamın kalbine ve vizyonuna kalmış. Aşıl Veysel’in türküleri kadar büyük prodüksiyon işlere bakalım örneğin. Prodüksiyon çok büyük... İlkel bir stüdyo, bir mikrofon, Veysel, bağlaması ve türküsü… Ama öyle anlatmış ki, tarifi sadece Veysel’in kalbinde. Taklit bile edilemez. Ancak sana ne verdiğini alabilirsin. Lüksün bu olur. Sıkça işlediğiniz anne temasının özel bir nedeni var mı? Annemi herkes gibi çok seviyordum. Ama ben aynı zamanda onun karakterinin ve cesaretinin de hayranıydım. Onu çok zamansız ve genç bir yaşta kaybettim. O gittikten sonra hayatımda gelişen pek çok şeyde yanımda olmasını çok isterdim. Ama olmadı. Ben de ona şarkılar yazdım. Flört dinleyicileri arasında tanınan bir karakter oldu. Ama artık onun için şarkı yazarsam, daha majör akortlu şarkılar olacak.

70’ler müziğini işleyerek ve hücum kayıt tekniğini kullanarak 2 deneysel albüme imza atan Flört; geçtiğimiz aylarda Türkiye’de benzeri olmayan, dünyada ise az rastlanan bir işe imza atıp kendi hayatlarını konu alan müzikal bir filmde görev aldılar. - Daha önce Gırgır’da çizmişsiniz. Karikatüre nasıl başladınız, ne kadar devam etti? Neden karikatürü bırakıp müziğe yöneldiniz? Resme kabiliyetim küçük denecek yaşlarda kendini belli etti. Okumayı, Teksas Tommiks okuyabilmek için 5 yaşında öğrendim hemen. Çizgi roman ve resim ilk aşkımdır. 1987’de Gırgır dergisine, Oğuz Aral’a, bir mektup ve bir karikatür yolladım. O da mektubuma cevap verip, karikatürümü yayınladı. Öyle başladım işte. Bir sürü dergide çizdim ama müzik girince hayatıma, dergileri filan bıraktım. Karikatürü bıraktığımda 16 yaşındaydım.

Adına belki de best of denebilecek şarkıları içeren albümde hücum kayıt tekniğini kullanmanız ardındaki sebepler nelerdir? “Hücum Kayıtlar” üstümüzde baskı oluşturan bir ara albümdü. Ortalıkta var olan ve kıyıda köşede kalmış kayıtları bir araya topladık.

- Kim Bunlar ve Bekarlar grubu nasıl ortaya çıktı? Ve bu iki grup neden dağıldı? Kim Bunlar zaten Bekarlar’dı. 91’den itibaren kendi çevremizde epey meşhur olmuştuk aslında. Fuat Güner’in tedrisatından geçiYeni albüm yorduk ve epey ünlü grupların ve sanatçıların çıktığı yerlerde devamlı çalıyorEkim gibi çıkacak ve duk. Bir sürü bestemiz vardı ama nasıl belki de Flört’ün yaptığı olduğu bilinmez, kendimizi Kim Bunlar ismiyle, Prestij müzikte, türküleri en iyi şeylerden epey anarşist yorumlarla yaptığımız biri olacak. bir albümle ve salak 90’lar popunun içinde bulduk. Tamamen bizim hatamızdı. Sonunda istediğimiz şeyin bu olmadığına karar verdik ve öldürdük.

Ufukta yeni bir albüm görünüyor mu? Yeni albüm Ekim gibi çıkacak ve belki de Flört’ün yaptığı en iyi şeylerden biri olacak.

Film projesine başlarken hedefleriniz neydi? Hedeflerinize ulaşabildiniz mi? Film projesindeki tek hedefimiz, eğlenceli ve güzel bir film yapmaktı. İmkanlar dahilinde memnunuz. Ama filmin piyasaya çıkış tarihi ve bizim elimizde olmayan bir takım sebepler yüzünden, sinemada es geçti. Ama televizyonda gösterime girince ünlü olur. Sinema eleştirmenlerinden harika yorumlar aldık. Sadece internet rahmanını izleyip küfür düzeyini yüksek bulanlar oldu. Onlar da haklı, çünkü filmdeki bütün küfürler fragmana toplanmış maalesef. Ama film kült bir klasik olacaktır. İzleyenler çok sevdi.

Etkilendiğiniz müzisyenler, yazarlar kimler? Pek çok sanatçıdan etkilendim elbette. Barış Manço, Erkin Koray, MFÖ müziğime çok şey katmıştır. Ama müzik yapma ilhamını ve müzikal renklerimin temelini Beatles’dan aldım sanırım. Aynen Pink Floyd, Queen, Deep Purple, Blur, MFÖ ve sayısız örnek gibi… Hayran kitleniz tarafından yapılan Beatles benzetmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Beatles benzetmesine kızmıyorum, çünkü Türkiye’de çok örneği yok. Yani majör ve zengin bir armoni, çok sesli vokaller ve ajitasyon yapmayan şarkılar. Benim içinde, MFÖ, Türkiye’nin Beatles’ıdır mesela. Ama gerçek şu; Beatles- Beatles, MFÖ-MFÖ,

Bizimle sohbet etmeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Eyvallah, her zaman… 17 Temmuz Cuma, 22:00 1984 Bahçe, Kıbrıs

- 14 -


ÖMER LEVENT SOYDINÇ TAVUK GÖTÜ ÜZERINE MONOLOGLAR

1

973 Eylül ayındayız. Şimdikiler 6.sınıf diyor ama bakmayın, bizimki çok daha havalıydı. Kaça gidiyorsun diye sorduklarında ağzımız kulaklarımıza varır, dolu dolu haykırırdık: ”Orta bireee’. Godzilla söylese bu kadar etki yapar yani. Orta bireee. Eöörrghhh. Çocukluktan çıkma tapusunu almak gibi bir şeydi ortaokula başlamak. Birbirimize çocuk gibi değil de kocaman adamlarmışız gibi davranmaya başlamıştık. Ya da biz öyle sanıyorduk. Bunda okul idaresinin ilk günden getirdiği kılık kıyafet kuralları da etkili olmuştu tabii. Ceket ve kumaş pantolon giymek şarttı. Kafaya ortasında okulun arması takılı şapka giymek de şarttı. Ceketin iç cebine tarak ve gülmeyin ama bir ayna, evet bir ayna koyma mecburiyeti vardı. Bandırma’nın bildiğimiz tek ayna tedarikçisi boyacı Şükrü’nün dükkanıydı. Bu adamın dükkanı benim yaşımdaki tüm erkeklerin mutlaka ziyaret ettiği bir dükkandır. Arkasında horoz resmi bulunan bu standart ayna dışında ne ararsan bulunurdu o ufacık dükkanda. Balıkçılık malzemeleri mi istersin, ayakkabı bağcığı mı, ayakkabı boyaları, cilaları mı, neft yağı mı, damga pulu mu, grapon kağıdı mı, çeşitli sihir malzemeleri mi, yok yoktu dükkanda. Bir girdim mi hiç çıkmak istemez, lafı döndürüp dolaştırıp adamı oyalar, raflardaki hiç bilmediğim ıvır zıvırla gizli aşklar yaşardım.

görmemiş gür sesiyle: ‘’iki peynirli çek, talebe işi olsun”. Bunun anlamını çok sonraları öğrenecektim. Adam çocukların böreğine peyniri bol bol koysunlar istermiş meğer. Karısının yüzünü 3 yıl boyunca hiç göremedim. Badem bıyıklı abinin türbanlı hanımını yıllar sonra kocasının yanında iki büklüm yürürken görmüştüm. Kimseye zararı olmayan esnaf abinin dükkanı da kendisi gibi sessiz sedasız kapandı bir gün. Her seferinde o daracık boşluktan bir el uzanır, sıcacık çiğ börekleri Ahmet abiye teslim ederdi. Tam o sırada kırık dökük radyodan aynı anonsu duyardım. ”Saat 7. Demirbank hayırlı günler diler”. Dersin başlamasına 30 dakika var ve börekler enfes ötesi.

Börekçiden çıkar çıkmaz, GP yarışında pit molasından çıkmış gibi hızla seyirttim okula doğru. Törenin ardından araf sınavını da başarıyla vererek üst kattaki sınıfa koştum. Dersin başlamasına 10 dakika vardı. Paltolarımızı sınıfın dışındaki koridorun duvarına gelişi güzel çivilenmiş askılıklara asardık. Paltomu sıyırıp astığım an çevremdeki çocuklar arasında bir kahkaha tufanı koptu. Herkes bana bakarak gülme hezeyanına kapılıyordu. Ulan ne oluyor? Elim gayri ihtiyari pantolonumun önüne gitti. Fakat hayır, fermuar kapalıydı. O günlerde bir erkek öğrenci için Pazartesi sabahları okulun küçük avlusunda-ki o zamanlar bu felaketlerin en büyüğü fermuarının açık olması ve bunu avlu bana şehir stadı gibi geniş gelirdi- toplanır istiklal marşını kızların görmesiydi. Eee ne var lan bu kadar gülecek diye okurduk. Sonra iki daracık kapıdan sınıflar halinde kızlar salak salak bakınırken bir hafiflik hissettim her zamanerkekler ayrı olarak sırayla geçmeye başlardık. Öğretmenler kinden farklı olarak. Ellerimi göğsüme koyup bir iki başta müdür ve müdür yardımcıları olmak üzere yoklayınca anladım acı gerçeği. Sabah çiğ böreklere kaerkeklerin geçişine refakat ederler, diğer dar vuşmanın telaşı ile ceketi giymeden paltoyla fırkapıdan geçen kızlarla da ülkenin tüm lamışım evden. Yavrusunu yitiren ceylan ne okullarına her nasılsa özel olarak yetiştihissederse ben de onu hissediyordum şimrilip gönderilen kadın beden eğitimi di. Işık hızıyla hesapladım seçenekleri. O gün büyük öğretmenleri ilgilenirdi. Bizimkiler Ya şimdi kimseye danışmadan fırlayıp yemin ettim hiçbir işimi aceleyle bir derece tolere edilebilirdi ama zaeve gider, giyinir gelirdim ya da yapmayacağıma dair. vallı kız arkadaşlarımız daha o yaşta hocadan izin alıp gider gelirdim. Eğer Tavuk götü tövbe tutmaz deyimini Aliye Rona gerçeği ile tanışırlardı. ilk seçeneği kullanır ve yetişemezsem, Aliye Rona klonu cadı kızcağızların izin almadığım için oyarlardı yüzlerce kez tüm el tırnakları uzunluk ve oje beni(ben öyle kurgulaşmıştım çocuk haklı çıkarmakla kontrolünden geçirirken, aynı anda aklımla). Ama yetişirsem olay sadece geçti ömrümün geri kalanı… kızların saçlarını da milimetrik ölçme sınıf arkadaşlarım arasında efsane yeteneğine sahipti. Kalite kontrole olarak kalmakla sınırlanırdı, idare bunu takılan kızların acı dolu çığlıklarını kimseye anlatamazdı (ulan denyo idare duyan bizim Erol Taş bozması cevval müdür de senin dedikodunu yapmak için fırsat mı yardımcıları da aşka gelip, bir iki erkek öğrenciyi bekliyordu?). Uzun iç hesaplaşmaları sonucunda (2 kurban seçmeden rahatlamazlardı. O kapıdan hasarsız saniye gibi çok uzun) hocanın odasına yağmurda kalmış geçen her öğrenci güne mesut bahtiyar başlamanın neşesiyle, ilk kedi yavrusu gibi süklüm püklüm girip durumu anlatderste öğretmene tam bir teslimiyet hali yaşardı. tım. Babacan öğretmen bir kağıt yazıp nöbetçi idareciye gönderdi beni. O da yazıyı okuyup bıyık altından gülerek Yine böyle bir pazartesi sabahı kendi kendime kalkıp, aceleyle bir ders izinli olduğumu müjdeledi. O gün büyük yemin sokağa fırladım. Akşamdan pantolon cebime koyulan harçlık ettim hiçbir işimi aceleyle yapmayacağıma dair. Tavuk bütün bir haftayı temsil ettiği için haftanın son iki gününü feda götü tövbe tutmaz deyimini yüzlerce kez haklı çıkarmakla etmeyi göze alıp, çiğbörekçi Ahmet’in dükkanına 400 metre geçti ömrümün geri kalanı… engelli koşucusu gibi zıplaya zıplaya ulaştım. Ne istediğimi gözümden anlardı Ahmet abi. 2 metrekarelik daracık dükkanın arka tarafındaki kuş kafesi gibi daracık pencereye seslendi ayaz

- 15 -


Ü M I T YA SA R O G U Z C A N

KURT COBAIN

SAHIBINI ARAYAN MEKTUPLAR (2. MEKTUP)

9 YASINDAYKEN YAZDIGI DUVARA YAZDIGI ILK SIIR İ

A

ramak... Ömür boyunca aramak... Yalnız seni aramak.. Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı... Beni bekliyorsun yada bir başkasını, bir başkasını.. Hiç gel demeyeceğim sana.. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç saklan Seni aramak istiyorum. Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgarların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da geldim, yine kaç. Başını al açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya! Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp Bulursam seni uzaklaşmalı aradığından. parça parça bulmalıyım. Okyanus dalgaları üstünde Yine de bir yerin bir küçük tekne gibi alçalıp eksik olmalı. Yeniden yollara yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar düşmeliyim, kesip kanatmalı. Çöllerden onu aramalıyım. geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı. Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika’dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım. Saçların Sibirya’da olmalı dudakların Çin’de. Gözlerin Hindistan’da bir mabudun gözleri olmalı. Ellerin İtalya’da bir heykelin elleri. Bulursam seni parça parça bulmalıyım. Yine de bir yerin eksik olmalı. Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım. Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim..

K

urt Cobain’in çocukluğundan başlayıp ölümüne dek süren psikolojik sorunları olduğunu herkes biliyor. Bu konuyu biraz irdeledik, geniş bir araştırma sonucunda 9 yaşındayken duvara yazdığı ilk şiirini bulduk. “I hate mum, I hate dad, Dad hates mum, Mum hates dad, It just wants to make u feel so sad.” Türkçe meali ise şöyle; “Annemden nefret ediyorum, Babamdan nefret ediyorum, Annem babamdan nefret ediyor, Böyle olması senin çok üzgün hissetmen için...”

GULIZER DIA (DUA)

“Min bi heft zimanan Ji heft jinên di tengasiya zayînê de Duayan berhev kir Ji bo hatina te Nizanim xwedê bi kîja zimanî dizane?”

- 16 -

Yedi dilde Doğum sancısı çeken yedi kadından Dualar derledim Bir gün dönersin diye Bilmiyorum ki allah hangi dilden anlıyor?


OZ AUGUSTUS HILL T I R AT L A R I

6 KELIMELIK HIKAYELER

I.

S

Bir kez tanıdığım birisinin ölüm ilanını görmüştüm. Gazete ismini yanlış yazmıştı. Kahrolası ismini yanlış yazmışlardı. Hepsi bu. Bunun dönüşü yoktur. Gelecek sefere öldüğünde ismini doğru yazma şansları da yok. Hayır. Gazetenin o sayısı arşivlere girecek ve tanıdığım bu adamın muhtemelen ömründe en çok gururlandığı şey olan ismi yanlış olacak, ilelebet.

adece 6 kelime ile insanları derinden etkliyecek hikayeler yazabilir misiniz?

Ernest Hemingway yıllar önce arkadaşlarıyla girdiği bir iddia sonucunda 6 kelimelik bir hikaye yazdı ve sonrasında bu akım gittikçe yayıldı. Arkadaşlarımızdan gelen, Ekşi Sözlük’ten ve çeşitli internet sitelerinden bulduğumuz 6 kelimelik hikayeleri derledik, beğeninize sunuyoruz.

II. Kimi mahkûmlar yüzleşebileceğimiz en kötü şeyin şiddet olduğunu söylerler. Bence büyük bir esnemedir.Sıkıcı tek düze günleri nasıl geçirebilirsiniz? Hayatımıza anlam ve düzen katması gereken bu rutinlerimiz vardır. Ama arkamdan şişlenmek rutinden daha az korkutucudur çünkü rutin, rutin sizi öldürür.

- “Eve güllerle geldim, anahtarlar kapıya uymadı.” - “Durmaz yanyana gözyaşı ve bavul asla...” Cenk Taner - “Babam savaştan döndü, bayrağa sarılı olarak.” - “15inci yıldönümümüz, tek kişilik masa lütfen.”

III. Bir yerlerde ölüm hücresinde bir kardeşimiz vardı. Girdiğinde 16’ydı. Orada bir 16 sene daha oturdu. Mahkemeler ve avukatlar şundan bundan konuşurlarken duvara bir resim yaptı. Neyin peşinde olduğunu bir kişiye bile sezdirmeden. Sonunda 32 yaşına geldiğinde hücrede geçirdiği süre tüm temyiz çabalarının tükendiği annesinin evinde geçirdiğinden fazlaydı. Ölmek üzereydi. Son an için çıkartılmak üzereyken, başyapıtının örtüsünü açtı. Hepsi dört kelimeden ibaretti. “Ölüm kesindir, hayat değil.” Ertesi gün gardiyanlar üstünü boyayla kapattı.

- “Yanlış numara, dedi tanıdığım bir ses.” - “Sayın yolcular, konuşan kaptan pilotunuz değildir.” - “Yabancı. Arkadaş. İyi Arkadaş. Sevgili. Yabancı.” - “...ne senden öncesi, ne senden sonrası...” - “Son kibritini çaktı, sonsuz uykuya hazırdı.”

- “Bir silah ne kadar temizlenebilir ki.” Aziz Vefa IV. Bütün o küçük acılar ve sancılar nihayetinde bir şeye - “Aynalar da ölür ve atlarla gömülür.” bağlanır. Vücut, zihin, vücut, zihin. Ya beraber çalışabilirler ya da ikisi de çalışamaz. Bedeninize iyi - “...ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim.” ah bakmalısınız. Zihninize iyi bakmalısınız. Muhsin Ünlü Vücudunuzu sevmelisiniz, çoğu kişi sevmez. Çoğu kişi bedenlerinden ne- “Kadının gözleri derindi, adam yüzme bilmiyordu.” fret eder. Vücudunuzu sevmesi için Son an için çıkartılmak zihninizi ikna etmelisiniz. Şişman üzereyken, başyapıtının örtüsünü - “Oysa yoğurtlu sosun içimi ferahlatması gerekiybile olsanız, ya da çalışması geraçtı. Hepsi dört kelimeden ibaretti. ordu.” Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku ektiği gibi çalışmıyor bile olsalar, “Ölüm kesindir, hayat değil.” vücudunuzu sevmelisiniz... - “Yarını beklerken tükettiği zamanının farkında Çünkü tutunabileceğiniz bir tek Ertesi gün gardiyanlar değildi.” bu var. Tek sahip olduğunuz bu. üstünü boyayla Sizinle bir anlaşmaya varalım. - “Kağıttan gemilerle açıldı büyük hayal okyanusukapattı. Eğer siz benimkini severseniz ben na.” de sizin vücudunuzu severim. - “Üzgünüm asker, ayakkabılar çift halinde satılır.”

V. Hepimizin problemleri var... Çözümsüz problemleri. Sonra birisiyle tanışırız, bizden daha büyük problemleri olan birisi. Veya problemleriyle başa çıkamayan birisi. Ve bir şekilde zayıflıkları bize güç verir. Basit Gerçekler 62 numara: Birisine yardım edersen kendine yardım edersin.

- “For sale: baby shoes, never worn” yani “Satılık bebek ayakkabıları, henüz hiç giyilmemiş”. Ernest Hemingway Siz de bize 6 kelimelik hikayelerinizi gönderin, önümüzdeki sayı yayımlayalım! “asiridozedebiyat@outlook.com” ya da “@asiridozfanzin” adreslerine yollayabilirsiniz!

- 17 -


ORKAN DAL PENCERE VE OKSIJEN sun ve azaltıyorsun. Nasıl çıkacağını düşünüyorsun dışarı. Oksijen çekmeyi unutmuşsundur belki. Hatırlamak lazım gelir belki nasıl yapacağını ayrımsamak için az önce açmış olduğun pencereye yöneliyorsun yeniden.

A

Yaklaşık üç senedir mustarip olduğun bu kasılmaları az önce kırılacak diye korktuğun fayanslara kazımak istiyorsun. Acıyı ve sana hatırlattıklarını söküp atmak. Tırnaklarınla, dışarı. Pencere bu kez seni zorlamıyor. Odanın içine doluyor şehir. Şehir soğuk ve pencere sana yeni anlamlar ifade ediyor. Bulunduğun binanın sekizinci katındasın. Aşağıya bakıyorsun, gözüne sevmediğin alt komşunun pembe donu ilişiyor. Yeterince yüksek mi? rkada Tom Waits çalarken. Atmışken geceye adımımızı selamlıyoruz, birilerini, bir şeyleri.

Ve diyoruz ki “Böyle selamlanıyor” Ufak bir odadaki henüz tüketilmiş tütünün son kokusu. Ve daktilo, odadaki tek ışık kaynağı olan köşedeki cılız lambanın önünden sana diyor ki “Bu gece olmaz, başım ağrıyor.” Akabinde sinirleniyorsun. Pencereye yönelip açmaya çalışıyorsun. Başta açamıyorsun. Tüm kuvvetini veriyorsun. Aralanıyor. Aman tanrım! Temiz hava. Alışık değilsin. Başın dönüyor, oksijen çarpıyor. Oksijensiz nasıl yaşadığını oturmak üzere olduğun ve bir ayağı kırık tek kişilik bir koltuğun önünde saat sekizi vururken sorguluyorsun. Hava soğuk, gecenin karanlığı korkutuyor seni ama yine de oksijen ağzının içinde bir bahar sabahı gibi kıvrılıyor. Dar sokağın daimi esintileri sırtından aşağıya süzülüyor. Bir sigara? “Bunu daha sık yapmalıyım” diye düşünüyorsun.

Yüksek olup olmadığını bir şekilde aşağı inmen gerektiğini idrak ediyorsun, ürperirken. Kapatmanın ya da kalın giyinmenin iyi fikir olacağını biliyorsun. Pencereyi kapatmadan, dolabın yanına gidiyorsun. Kapağını açmaya çalışıyorsun. Pencere gibi olmasından korkmuştun. Oysa çok kolay açıldı. Sadece kulak tırmalayan bir ses çıkardı menteşeleri. Buna katlanabileceğini düşünüyorsun. Sonra insanlar geliyor aklına; zaman ilerledikçe bu menteşelere benzeyen insanlar. İnsanlara bir şekilde katlanabilirsin, gerçi bu konuda şimdiye kadar herhangi bir başarıya ulaşmış değilsin. Eğer öyle olsaydı, pencere ilk seferinde daha kolay açılırdı. Menteşelerin gıcırtısı kafanın içinde yankılanıyor, dolabın içinden rastgele bir kazak seçiyorsun. Bir zamanlar kafanın içinde insanların gıcırtıları yankılanıyordu. Arsız çenelerin ve porselen dişlerin etrafa tükürükler saçarak bahsettikleri hala peşini bırakmamış. Dolabı kapatıp koltuğa yığılıyorsun.

Sigarayı tutan elin titriyor, boynun kasılıyor bir anda. En son dışarı çıktığın geceyi hatırlatıyor sana bu sancı. Sahi, en son ne zaman dışarı çıkmıştın?

3-5 sigara daha sarıyor. Sanki az sonra önemli bir karar verecek gibi. Önemli kararlar alacağın zaman, tütün sarıyorsun. Karar veriyorsun. Oksijeni, sinir ucu olan tüm noktalarınla hissedebilmek için: dışarı çıkacağım. Bu, belki de gecenin en önemli kararı. Tütünden sararmış parmaklarını mutfak tezgâhının üzerinde gezdiriyorsun gergin bir şekilde. Sigarayı tutan elin titriyor, boynun kasılıyor bir anda. En son dışarı çıktığın geceyi hatırlatıyor sana bu sancı. Sahi, en son ne zaman dışarı çıkmıştın? Hatırlamıyorsun. Bir şeyleri hatırlamak için o olaylarla daimi bir ilişki içerisinde bulunman gerekir. Uzun zaman oldu diyebiliyorsun kendine. Kasılmalar artıyor, daha güçlü bastırıyorsun mutfak tezgâhına. Bir arada, tezgâh fayanslarından biri kırılacak diye korkuyorsun. Kuvveti azaltıyorsun, azaltıyor-

Verdiğin karardan vazgeçmek üzeresin. Düşünceler geçiyor beyninden. Hızlı, çok hızlı. Hiçbirine tam olarak hâkim değilsin. Bu karardan emin olmak için biraz daha tütün sarmalısın belki de.

Biraz daha sigara içmenin seni sakinleştireceğini düşünüyorsun. Tütünün bittiğini görmek iyi olmadı. Yine de sakinleşiyorsun. Bu gece rüzgâr nasıl da gezindi çıplak sırtında. Çocukken üzerinde gezindiğin kayaları hatırlıyorsun, rüzgârla ilk tanışmanı. Kazak ellerinden sıyrılıp eskimiş parkenin üzerine düşüyor. İnsanlara gitmeyeceksin bu gece, insanlar kıyafet gerektirir. Sen hep çıplak olacaksın. Koltuktan kalkıyorsun. Rüzgâra rağmen terlemişsin. Pencereyi kapatıyorsun. Kapatırken gülümsüyorsun. Daktilonun yanına gidiyorsun ve başına oturuyorsun.Parmaklarını geriyorsun. Pencere ve Oksijen yazıyorsun; kapkara puntolarla. Arkada Tom Waits çalarken. *102 numaralı adamla birlikte adanmıştır. Gecenin en karanlık anından hemen önce anlık olarak yapılan toplantının kaydıdır.

- 18 -


G Ü L S A H D U R A N TA S SESLER gel, uyu. Bu döngünün arasında sıkışıp kalmıştı. Elinden bir şey gelmezdi bu vakitten sonra. Vakit çoktan tükenmişti. Zaten inancını da bu sömürmüştü. Ellerine baktı. Elleri uzun zamandır bir çocuğun başını okşamamışçasına sert ve ifadesizdi. Kimisi küt kesilmiş, kimisi yenmiş tırnakları aşağılık bir haldeydi. Vücudundaki bu kusurlara daha fazla dayanamayacağını hissetti. Sırtını aynaya döndü ve duvara bakmaya başladı. Bu odadaki tek temiz şey duvarlardı. Çünkü bembeyazlardı. ‘’Ama..’’ dedi. ‘’ Her beyaz olan şey masum değildir ki.. Gene ne saçmalıyorsun!’’

Y

Evet, o her zaman saçmaladığını düşünürdü. Bu yüzden çok konuşmazdı. Kendi kendine bile konuşmaktan çekinirdi bazen. Çünkü en büyük yargılayıcısı kendisiydi. Karşısındaki duvara baktı. Duvarda asılı duran fotoğrafa bir anlam veremedi. Odadaki diğer duvarlar tamamen boşken, bu alakasız fotoğrafın burada ne işi vardı? Fotoğraf 3 sene öncesine aitti. O zamanlar çok samimi olduğu 4 arkadaşı ile Kuşadası’na gitmişlerdi. Ve bu fotoğrafı da yolda, arabadayken çekinmişlerdi. O günden aklında kalan tek hatıra bu fotoğraftı. Sonrası hatırlamak istemeyeceği kadar karanlıktı çünkü.

Saate baktı. Akrep ve yelkovan günlerdir aynı noktada duruyordu. İçi birden cız etti. Hayatı aylardır bu saat gibi aynı noktaydı. Sabah kalk, kahve iç, işe git, yemek ye, eve

Hemen yatağın üzerinde doğruldu. Başını ellerinin arasına koydu, dizlerini karnına kadar çekti. Kocaman çift kişilik yatağında küçücüktü. Artık tümüyle teslim olmuştu.

atağın sol tarafına döndü. Ağırdı. Her şey çok ağırdı. Kaldıramayacağı birçok yükü, hep bir cesaretle, gururla üzerinden atmıştı. Ama bunun artık son olduğunu biliyordu. Artık gururlanacak hiçbir şeyi yoktu. Cesareti yoktu. Pencereden içeri sızan gün ışığının bile vücuduna bir faydası vardı. Ama o kendi için hiçbir şey yapmıyordu. Sadece yatağın sol tarafında döndü. Tam karşısındaki aynaya baktı. Sanki yabancı birine bakıyormuş gibi hissetti. ‘’ Karşıdaki Aniden sırt üstü döndü ve tavana bakmaya bakkal bile beni kendimden daha iyi tanıyorbaşladı. Elleriyle kulaklarını kapadı istemdur..’’ dedi. Odada tek başına olduğu için sizce. Acı acı çığlıklar duyuyordu. kimse onu duymadı. Zaten kimse onu Daha çok bastırdı. Gözlerini kapatduymazdı. Aynadaki sureti ‘’Ben tı. Çığlıklar arttı. ‘’Ne olursunuz, seni duydum!’’ der gibi baktı ama susun!’’ diye bağırdı. Sesi titreSaate baktı. sadece bir anlıktı. Sonra, o da di, ağzından çıkan tükürükler Akrep ve yelkovan günlerdir dünya telaşına kapıldı. Aynadaodanın dört bir yanına dağıldı. aynı noktada duruyordu. ki sureti, koşar adım, nefes nefDaha çok bağırmak istedi. ‘’Fayese, büyük bir çarpıntıyla, hızlı İçi birden cız etti. dası yok artık!’’ dedi bir ses. Bu kalp atışlarıyla ondan uzaklaştı. Hayatı aylardır bu saat gibi ses acı çığlıkların, yardım isteyBu uzaklaşışta yaralayıcı bir şeyen haykırışların arasından dimaynı noktaydı. ler vardı. Sanki çivili ayakkabılar dik sıyrılmıştı. Kimindi bu ses? basıyordu yüreğine. Düşünmek istedi. Fakat faydası yoktu. Düşünme kabiliyetini uzun zaman Sonra aynadaki ayaklarına baktı. Çarşafın önce kaybetmişti. altına gizlenmiş, kocaman ayaklarına karşı kendini mahcup hissetti. Tüm ağırlığını onlar çekSesiyle başlayan titreme eyleminin, vücuduna yayılmamişti. Yediği yemekler, içtiği içkiler, çok üzgün olduğu ya başladığını hissetti. Nefes alışları hızlanmaya başladı. zaman yürüdüğü kilometrelerce yol, şimdi ona daha da İçine tüm havayı çekmek ister gibi, büyük bir gürültüyle ağır gelmişti. Ayaklarının sürüklene sürüklene ondan göğsü inip kalkmaya başladı. Ellerini kulaklarından çekti. uzaklaştığını fark etti. Uzuvları bile onu terk etmeye Gözlerini açtı. Tavan sanki üzerine yıkılacakmış gibi ona başlamıştı. Ama gün ışığı hala orada duruyordu. ‘’Bibakıyordu. razdan akşam olur..’’ dedi.

- 19 -


MEHMET TEZ

HAFIF MÜZIK

TELEFONUNUZDA BULUNMASI GEREKEN 10 YAZ SARKISI

O OLDU BU OLDU

H

avalar huzursuz ama kış bitti, tatil günleri kapıda. Bu yaz yanınızda olması gereken bazı kilit şarkılar şöyle. Tabiri caizse “at telefona bekle”.

“Alone” – Selah Sue: Belçikalı soul, blues, reggae, dub prensesi ablamız Selah Sue’nun yeni şarkısı. Hafiften 70’lerin club hit’lerine, bir yandan da 90’ların pop şarkılarına benziyor. 30 Mart’ta yayımlanan yeni albümü “Reason”ın ilk single’ıdır. “Hideaway” – Kiesza: Taşlanmış yüksek belli kotu (pardon jean) ve kırmızı spor ayakkabılarıyla (bkz. Reebok’ın geri dönüşü) Kiesza 90’ların süper estetize edilmiş bir versiyonu. Şarkı da, MC Hammer tarzı danslar da aynı şekilde fena halde erken 90’lar. Kiesza geçen hafta Coachella konserinde rüşdünü ispat etti. “Where The Sky Hangs” Passion Pit: Solist Michael Angelakos, dans rock havalarını pek seven yeni nesil popun “smart casual” isimlerinden. Passion Pit’in yeni albümü daha iki gün önce yayımlandı. Derhal kaydedilsin bu şarkı.

- 2010 ve 2013 yılları arasında gerçekleşen 219 gösteride kaydedilmiş çok özel görüntülerle harmanlanan “Roger Waters The Wall” filminin ilk gösterimi geçen yıl Eylül ayında Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapılmıştı. Bütün dünya ile aynı anda Türkiye’de de gösterime girecek olan filmi, turnenin prodüktörü de olan Sean Evans, Roger Waters ile birlikte yazıp yönetti.

“Make Some Room” The Suffers: Bir şeyi anlatırken bir şeyin yenisi, şöylesi böylesi diye anlatmaya pek düşkün biri olduğumdan The Suffers’ı yeni Sharon Jones and The Dap Kings olarak tanımlamakta bir sorun görmüyorum. Aynı adlı EP albümleri yeni çıktı. Bence hepsini alın.

Pink Floyd’un 1979 yılında çıkan ve daha sonra 1982 yılında filme çekilen “The Wall” serisinin turne versiyonu olan filmde daha çok savaş ve savaş karşıtlığı gibi konular işleniyor. Turnenin İstanbul ayağındaki gösteri, Gezi olayları henüz sürerken, 4 Ağustos 2013’te gerçekleşmiş ve konser için sahneye kurulan dev duvara Gezi olaylarında hayatını kaybeden insanların görüntüleri yansıtılmıştı.

“Real Slow” – Miami Horror (ft. Sarah Chernoff): Yaz başı albüm çıkaran değerli sahil müziği ekiplerimizden biri de dünyanın yaşam kalitesi en yüksek ülkelerinden, aynı zamanda sahiller diyarı Avustralya’nın en hip kenti Melbourne çıkışlı Miami Horror. “Azıcık kafayı boşaltalım” anlarında acilen başvurulması… (Klibi de izleyelim).

- Geçen yıl Killer Queen adlı şarkının 40. yıldönümünde, aynı adı taşıyan bir votka markasını piyasaya süren ekip şimdi de “Bohemian Rhapsody”nin 40. yılı şerefine Queen Bohemian Lager adlı bira markasını satışa sunmaya hazırlanıyor.

“Make Me Feel Better” Alex Adair: Şarkı geçen bahar yayımlanmıştı. Bence bu yazın da fon müzikleri arasına girer. Ne de olsa evrensel bir temaya parmak basıyor. Kendimizi iyi hissettirenlere gelsin.

Freddie Mercury’nin Londra’daki Ealing Art College‘da öğrenciyken dizayn ettiği bir şişe tasarımını kullanacak olan biranın üretimi ise, Çek Cumhuriyeti’ndeki (Eski Bohemya Krallığı) bir bira fabrikasında yapılacak. 31 Ekim 1975’te single plak formatında yayınlanan “Bohemian Rhapsody”nin adını taşıyacak olan bira, muhtemelen Sonbahar aylarında satışa sunulacak.

“Bills” – Launchmoney Lewis: Akılda kalıcı nefis bir melodiye ve nakarata sahip olmanın yanında sürekli faturalardan bahseden bir yaz şarkısı olması da şahane. Adamın karısının lüks arabanın kapısını açmasıyla yere dökülen tomar tomar fatura ve fiş görüntüsünü şahane ve yaratıcı buldum. Yakında burada popçuların kliplerinde de görürsünüz bu sahneyi.

- TONIGHT IT’S YOUR TIME‘ın organizasyonuyla düzenlenen SoundClash DJ yarışmasının başvuru tarihi 5 Temmuz’a kadar uzatıldı. Başvurular: www. tonightsoundclash.com

“Outlines” – Mike Mago & Dragonette: Geçen yazın sonlarında duyulmaya başlayan bu şarkıyı 2015’in genel hatlarıyla yaz dans hiti estetiğini yansıtması bakımından listeye aldım. Dragonette’e (eğer dinlemediyseniz) bir ara kulak vermenizi öneririm.

Başvurular, Murat Uncuoğlu, Reuben de Lautour, Mehmet Tez, Birol Giray, Doğu ve Bora Öztürk, Cengiz Atasoy ve Işıl Kılkış’tan oluşan jüri tarafından değerlendirilecek ve ardından halk oylamasına sunulacak.

“Electric Love” – Borns: İndie âleminin son şöhretlerinden Borns’un 2014’te yayımladığı EP’de yer alan bu şarkı Borns’un adının duyulmasıyla yeniden gündeme geldi.

- 20 -


SORU 5 CEVAP: CIHAN MÜRTEZAOGLU

ünt, Sen Yağmur Dök gibi gruplarla çalan, Yasemin Mori ve Mabel Matiz’e sahnede eşlik etmiş olan Cihan Mürtezaoğlu, solo albüm hazırlıklarını sürdürüyor. Son albümünde Ceylan Ertem’e bir şarkı veren, aynı şekilde Mabel Matiz’in albümünde de desteği olan gitarist, Karga’nın yayınladığı Kompile Karga albümlerinden, dört numaralı söz ağırlıklı derlemede “Talihsiz Merdiven” isimli şarkısıyla yer almıştı.

K

can kadar yakın olanlar var. Müzikse, Erkan Oğur başta olmak üzere, Orhan Gencebay, Pink Floyd, Radiohead ilk aklıma gelenler. Sinema biraz başka bir konu gibi benim için. Orada hala güncellenmekte olan bir estetik var sanki. Sanıyorum şimdilerde Lars von Trier’i yakın buluyorum. Film olarak da “Nymphomaniac” diyorum. Albümler ise pek değişmiyor: “Beyond the Missouro Sky” (Pat Metheny-Charlie Haden) ve “Bir Ömürlük Misafir” (Erkan Oğur). Edebiyat ise bir umman, isim veremiyorum.

Müzikle ilişkin nasıl başladı? Çocukken evde bir dolapta Bülent Hiç dinlememiş birine müziğini nasıl Ortaçgil’le Fikret Kızılok’un anlatırsınız? Çocukken evde bir birlikte yaptıkları “Pencere Sanırım dinlememiş biriyle sohdolapta Bülent Ortaçgil’le Önü Çiçeği” isimli albümlerbet edebilirdim sadece. Müziği de ini bulmuştum, bana kalırsa sohbetle hissettirmeye çalışırdım. Fikret Kızılok’un birlikte yaptıkları benim için müzik o albümü “Pencere Önü Çiçeği” isimli albümlerini Bunun dışında biçimsel ya da estedinlememle birlikte başladı. tik manada bir tasvir tarif edemiybulmuştum, bana kalırsabenim Yaş 14 civarı. Bu, gitar kayorum. için müzik o albümü dinlememle naklı bir müzikti ve çok sebirlikte başladı. vdiğim amcam gitar çalıyordu, Şu ara kafayı taktığın sanatçı/algitarla onu dinledim, gitarı onbüm/şarkı/soundtrack hangisi? Neddan öğrendim. en? Sözlü müziğe ulaşabilir hissettiğimden beri İlk konserin neredeydi? Neler çaldın, sözlü müzikler dinlerken buluyorum kendimi. kimler izledi, ortam nasıldı? Bu sıra Peyk’i çok seviyorum. İncecik bir delikten İlk dinleyicili konserimi Beyoğlu’nda Gramofon diye bir geçecek kadar keder yaşamış birinin hafiflemiş sözlerini mekanda çalmıştım. O dönem caz gitaristi olacağıma çok duyuyorum o müzikte. Denize sırtüstü yatmak gibi. Şarkı inanıyordum, bir triomuz vardı, boyumuzdan büyük işlere olarak Villagers’ın “Cecelia & Her Selfhood” parçasına kalkıştığımız. Bir füzyon grubu olma hayaliyle çalıyorduk, kafayı taktım bu sıra. Hem videosu hem hikayesiyle bende dinleyici çok para ödediği içkisinin dibini gözlerken. Sonbir yere tam denk geliyor. “We Need to Talk About Kevin” ra kendi adıma o dünyanın çok uzaklarda olduğunu anfilminin soundtrack’ini çok seviyorum bu sıralar, Jonny ladım. Greenwood var işin başında. (hafifmuzik.org) Düşünce dünyanı en iyi tarif eden isimler/filmler/kita* 03 Temmuz 2015 22:30 plar/albümler hangileri? Beyoğlu Hayal Kahvesi, İstanbul Düşünce dünyası mı varoluş mu bilemiyorum da, bana

- 21 -


SEYIT ALI ARAL DENIZALTI sadece parmak uçların değil, ruh ve pamuk şekere dönen kalbindir. Kıyısındaki kayaların keskin kenarları bile yuvarlanır. Denizin kenarında gülümsersin. Bu yüzden bir denizaltı edinmeye karar verdim. Bir ömür çalışıp TOKİ’den kutu alamayacağıma göre, ikinci eli bile daha ucuza gelir. İstanbul’da bir müzede görmüştüm, talibim. Vermezlerse bu gece bir avuç cesur ve davalı denizci arkadaşımla çalacağım onu. N’apalım dünyada mekân, ahirette iman. Sonra savaş, tepiş aparatlarını söküp misler gibi döşeyeceğim içini. Oraya toplayacağım herkesi. Yeri gelir, dergiyi orada çıkartırız. Açılıp satıhta takılırız, sigara içmek isteyen güverteye. Fırtına gelince ayli zamandan beridir ben böyle... Şehir ve inerim dibe, orada uzayda kara delik gibi asılı dururuz biz binaları üzerime gelmiyor, artık sıkıştırıp eziyor. bize. Komşu gürültüsü, havai fişek manyaklığı, maç sonrası Gece baktığımda daire daire donuk ekran ren- yaylım ateşi... Kira, aidat, trafik derdi sıfır. Manzara mı sıktı, kleri. Bir masada sessizce yenen akşam yeme- hop akşam dalış. Şafakta gizli bir koyda yüzeye. Kahvaltıda kleri. Sonra kararıyor izlediğim kutular. Uyuyorlar, besbelli börek, deli mutfağından hem de. Haftada bir kıyıya, semt yorgunlar. Tek tük ışığı yanan var arada. Çoğunun gönül, pazarından erzak, zerzevat, rakı almaya. Televizyon mu çekhayal penceresi karşı bina duvarına açılıyor, yüzlerinden miyor, antenle cebelleşeceğime dönerim sancak tarafına beş anlıyorum. Yeşil, turkuaz, nar, kekik, kedi, müzik, sevda, derece. Radyo da mort, olsun dostlarım çalar söyler, sesi, gülen göz, coşku pek yok. Kahkaha ve iyi niyete ekli “Merha- mızrabı iyidir hepsinin. Geri kalanı da zaten deli muhabbet ba” cabası.Bir kez daha fark ettim haramilik sonsuz. Birileri gani. Yazın güvertede uyuruz. Yıldızlardan bir pike örtertüm kâinatı emse doymayacak. Kentteki avuç kadar araziyi iz bedenimize, şehir ışıklarından uzak. Samanyolu gecenin satıyor, evinden atıyor, polise öldürtüyor. Çocukların aklını bel kemiği olur, karanlık asla çökmez o yüzden üzerimize. leş görüşleriyle doldurup geleceğe dolgu malzemeDünyanın tüm sabahları sonsuz ufuklara uyanıp yüz yıkasi yapıyor. Diklenen evladı da kafasından mak yerine denize atlar; uçan balıkları kovalayan vuruyor. Seydo tamamdır, ufaktan uza. Akyalara şiir okur, yunuslara kahve falı bakKaranın sahibi onlar, üzerimize çitırırız. Karpuz ve biramız buz, ilk tadı deniz mento döküyorlar. Peki, bu Ak tuzlu olur. Masa, şemsiye, tavla, nargile, Öpmüşüm verdiği şahsiyetlerin beni bulamayaçay, mangal atarım güverteye oh mis. elektrik, su, yol, sağlık, yargı, cağı, korktukları, ilişmedikleri, Baş tarafta Japon kale maç bile yapılır. saklanacağım yer neresi? adalet, saray, muhalefet, güvenlik Üç korner bir penaltı, atan alır ona İyilik, güzellik, akıl, mizah, göre. Bu müptezel devlet ile ilişiğim tasarısı, açılım, eğitim, kutsiyet takmıyorlar ama bir de kesilir. Öpmüşüm verdiği elektrik, başkanlık sistemini. Benim şeyden korkuyorlar. Deniz. su, yol, sağlık, yargı, adalet, saray, mumuhtarım Poseidon Sonra hatırladım zat-ı şahhalefet, güvenlik tasarısı, açılım, eğitim, olmuş. anenin oğullarından en zekisi başkanlık sistemini. Benim muhtarım montaj tapede, adanın birini parPoseidon olmuş. Arasan nerede bulasellemeye giderken, “O kocaman caksın ki adres ne “Kaptan-ı Rüya Seyit balıklardan yiycez mi” diye soruyorAli Reis. Uluslararası sularda bir yer”… Lakin du. Deniz ile yakınlığı gene “yemek” üzeyavukluyu evinin kapısına bırakamam ama en gürine. Tek ilişki bu. Üstelik o ailenin, dünyanın zel kıyılarıma götürürüm baş başa. Millet ailecek trafikte her yerinde fotoğrafını gördüm ama denizin içerisinde yok. arabada tıkılı pazar gezmesi yapamazken. Biz denizaltı ile Neden bildin mi? Su; çıplaklığı, ten ve dokunmayı, yakın- çıp çıp takılır, istediğimizde çömlekleme atlar, dipten kum lığı, sevişmeyi, aşkı, serseriliği, serdengeçti hali, merhametli çıkartırız. Eğer sen de bunu okuyup geleceksen haber ver. ümitleri barındırır. Yani denizin yalanı, şakası yoktur. Say- Mayonu da içine giyiver. Çalayım ben o denizaltıyı, bizim gı, cesaret, güç... Çelebi ve derviş olmayı, af dilemeyi, ka- için en hayırlısı bu. N’apalım vardır her güzelin bir kusuru, derin hükmünü öğretir. O, kadın, dişi ve doğurgandır. Seni benimki de bu olsun. Denizin altı olsun, bizden olsun. Üstü ana rahminde gibi sarar, tedavi eder, sakınır ve yumuşatır. onlara kalsın. Arındırır, barışırsın kendinle. Onun içindeyken yumuşayan

H

- 22 -


H. TOLGA CENIK OTOBÜS DURAGI er salı akşamı olduğu gibi yine yolum Taksime düşüyordu. Otobüs durağında o Mart soğuğunda aptalca hususi otolara bakarak otobüs beklemekteydim. Hayatımın birçok bölümünü bekleme süreçleriyle geçirmiş biri olarak pek sıkılmıyordum açıkçası. Kurduğum hayaller ilkokul çağındaki çocukların hayalleriyle eşdeğerdi. İşte bu noktada gerçekten çağ dışı bir insan olduğumu fark etmem gerekiyordu. Ama nasıl? Tekrar o soğuk akşama ve otobüs durağına dönmüştüm. Yanımda bana bakıp kifayetsizce sırıtan adama benimde beklemediğim bir şekilde ‘Ne var lan’ dedim. Garip adam ‘ Taksim otobüsünü bekliyorsun sanırım’ dedi. Kekeleyerek kuru bi’ ‘EVET’ dedim. ‘Çok beklersin’ dedi garip adam ve devam etti. ‘Bugün seferler iptal, bu arada ben Timur’. ‘Bende Hamdi’ diyebilmiştim sadece. İçimi bir korku ve endişe sarmıştı. Taksime gidemezsem söyleşiyi kaçıracaktım. Yüzümden anlamış olmalı ki ‘Merak etme. Biraz sonra buradan ‘Dünyanın her yerine giden otobüsü’ geçecek.’ dedi. ‘Ne saçmalıyorsun sen’ dedim. ‘Bak ben Edinburgh’ a gideceğim hiç sorun ediyor muyum? Tabi ki de hayır’ dedi çok garip insan Timur. ‘Otobüsle bir ada parçasında bulunan yere nasıl gideceksin?’ dedim. ‘Orasını dert etme’ dedi Timur. Bende dert etmedim.

H

O otobüsü beklerken sohbet koyulaştı ve kişisel konular ortaya döküldü. Tabi kişisel konuları açan Timur’du. Açtığı kişisel konu ise basurdu. Sürekli ‘Geçmiş olsun’ diyip geçiştirmeye çalışsam da o vazgeçmedi ve sonunda beklenen otobüs geldi. Ön camda ‘ HER YERE GİDER ve HERŞEY GEÇER’ yazıyordu. İlk defa böyle bir otobüs görmüştüm ve ‘Her yere gider’ ibaresi doğrusu beni benden almıştı. Otobüse binerken ön tarafta bulunan makineye akbil bastım. Arkalara doğru ilerledim. Her şey geçer derken akbilin de geçmesi beni Dünya Kupasını yakından gören kaybeden takımın futbolcusu gibi sevindirdi. Timur yanıma geldi, genelde hepsi boş olan koltuklardan birine oturdu. ‘Timur’ dedim ‘Sen neyle geçtin.’ ‘İlkokul pekiyi, Lise orta, ÖSS baraj + 10 puan’ dedi ve ekledi ‘Ne diyorsun amk!’ ‘Olum akbil bastın mı yani dedim. ‘Hayır, lan ne akbili her şey geçer diyor bende içimde var olan insan sevgisiyle geçtim’ dedi iyicene garipleşen Timur. Yuh dedim içimden harbi yuh! ve sonra daha da sertleştim kendime karşı ‘Tam malım ha birde mal oluşum yetmiyormuş gibi akbil bastım halbuki her şey geçer diyor bende dahilim buna Hamdi malı’ dedim. Ardından hüzünlü bir yolculuğa göz kırptım. Daha otobüse bineli 5 dakika olmamıştı ki Timur düğmeye bastı, o mutluluk pompalayan ‘DURACAK’ yazsını devreye soktu. ‘Nereye Timur’ dedim o otobüsten inerken ‘Edinburgh 5 dakika mı lan burası Polonezköy bak durakta yazıyor. Timur bırakıp gitme lan beni’. Çoktan gözden kaybolmuştu bile Timur. Bir 10 dakika daha oturup duracak yazısına ait düğmeye basacaktım. Otobüsün içinde mahsur kalmış gibi oturan parmakla saydığım 15 kişi bir zombi edasıyla etrafı gözetliyordu yeni fark etmiştim. Kapan kısılmıştım. Bir hışımla kalkıp düğmeye bastım otobüs durdu fakat bu ne soğuktu yarabbi. Kısık gözlerle bakarak Nepal yazan tabelayı gördüm. İyice şaşırdım otobüsten inemedim tabi. Çaktırmadan ‘Kim basıyorsa bu düğmeye haddini bilsin. Dur kalk, dur kalk bu otobüs ne yakıyor haberiniz var mı’ dedim. Şoförün sempatisini kazanmış olmalıydım ki ‘Delikanlı yanıma gel’ dedi. Yanına gidip ‘Buyur Abi’ dedim. ‘Olum’ dedi şoför. ‘Olum sen nereye gitmek istiyorsun.’ Bilinçsizce ‘New York New York’ dedim. ‘Tamam’ dedi ‘Ben gelince sana söyleyecem ön kapıdan inersin’. Çok sevinçliydim hayatımda ilk defa yurtdışına çıkacaktım o da NY idi boru değildi yani. Aradan 20 dakika geçmemişti ki gördüğüm Adana il sınır yazan tabela ve peşi sıra gelen ‘nüfus 1.530.257, rakım 23 ’ ifadeleri bulunan tabela beni beynimden vurulmuş hale soktu.

- 23 -

Şoför ‘Burada incen arkadaş’ dedi. Kızgınlıkla söylemiş olmalıydım ki ‘ Lan göt buranın neresi New York’ dedim. Şoför ‘Kızmabirader kaç zarla oynanıyordu’ diyip birazda olsa havayı yumuşatmıştı. ‘Gel senle inelim bi’ güzel kebap yiyelim’ dedi şoför. Kendimizi ‘AMCA BABA YARISIDIR’ isimli kebap salonunda bulmuştuk. Masaya kurulur kurulmaz ‘Yolcular ne olacak’ dedim. ‘Salla gitsin onları baksana hepsi zombi gibi’ dedi. ‘Peki, neden öyleler’ diye sordum ve ekledim ‘Abi ben Hamdi senin isim ne?’ ‘Ben Muhittin’ dedi şoför ‘Onların haline gelince hepsi kafasında inecekleri yeri düşünüyorlar. 30 senedir o koltuklarda oturanlar var, hepsi ilk başlarda senin gibiydiler fakat istedikleri yeri bi’ türlü tutturamayınca zombiye dönüştüler sanki. İstediği yere gidebilen bir tek kişi çıktı o da Timur. Nasıl yapıyor bende bilmiyorum.’ Oldukça şaşırıyordum. Biraz zaman geçtikten sonra siparişler geldi. Sohbete başladık fakat benim dikkatimi Muhittin abinin 5.porsiyonda olması çekmişti. ‘Abi nasıl yiyon bu kadar porsiyonu birde zayıf adamsın’ dedim. ‘Uzun yol yoruyor be adamı Hamdi acıkıyorsun işte’ dedi. ‘Kaç yıldır çalışıyorsun bu otobüste abi’ dedim. ‘Sanırım 30 yıl’ dedi Kaptan şoför Muhittin. ‘Peki, bırakmayı düşünmedin mi hiç abi ha’ dedim. Muhittin kaptan ‘Düşünmez olur muyum fakat bu otobüse giren kolay kolay çıkamaz’ dedi. ‘Bu otobüsün bi’ son durağı olmalı be abi’ dedim. ‘İşte’ dedi kaptan ‘İşte o son durağı bir bulsak herkes özgürlüğüne kavuşacak ama…’ Yemek bittikten sonra aklıma dâhice bir fikir geldi. Otobüse binmeden, ön tarafta içten cama yapıştırılmış olan ‘Her yere gider ve Her şey geçer.’ yazılı tabelayı söktüm. Muhittin Abi olanları hayretle izliyor fakat çaktırmıyordu. Tabelayı sökerken aklıma ilkokuldayken arkadaşların kızlar tuvaleti ve erkekler tuvaleti yazan tabelaları yerlerini değiştirmeleri ile ortaya çıkan karışıklıkta kendimi birden kızlar tuvaletinde bulmam geldi. İşte bir tabela değişimi nelere bedeldi. Anılarımı geride bırakır bırakmaz o tabelanın yerine el yazım ile yazdığım Adana-İstanbul yazılı kâğıdı ya da en ilkel diye adlandırabilecek tabelayı cama iliştirdim. Birden bütün yolcular otobüsten inmeye başladılar. ‘Nerdeyiz biz?, Hangi yıldayız?, Saç sakalım birbirine karışmış, Alnım kırışıklarla dolu’ nidaları yükseldi yolculardan. Hepsine gereken açıklamayı yaptıktan sonra o gece Adana-İstanbul seferini başlatmıştık. Herkesi özgürlüğe kavuşturmak öyle gururlandırmıştı ki beni daha fazla dayanamayıp şekerleme fabrikasındaki yöneticiliğimden istifa etmiş ve Muhittin Abi’nin yanında muavin olmuştum. Timur ise tarih sayfasındaki yerine geri dönmüş ve Ankara Savaşının hazırlıklarına girişmişti. Timur’un rüyasında beni görmesi tarihin akışını oldukça etkileyecekti.


B Ü S R A K AYA YEDI YAS GÜNLÜGÜ

P

azartesi (Galatasaray): Galatasaraylı bir annenin ve Fenerbahçeli bir babanın ilk çocuğu olarak hangi takımı tutacağım konusunda sürekli gelgitlerim oluyor. Okumayı daha yeni öğrendiğim için gazete okuyorum. Galatasaray Uefa kupasını almış, baya önemli bir şey sanırım, İnanır mısınız babam bile sevindi. Ama yine de ben çok kararsızım. Eğer Galatasaray’ı tutarsam annemi babamdan, Fenerbahçe’yi tutarsam babamı annemden daha çok sevecekmişim zannediyorum. Bu yüzden bir ara Beşiktaş’ı tutmaya karar verdim. Fakat sonra Renkleri yok diye Beşiktaş’ı tutmaktan vazgeçtim. Yazı Tura attayım dedim, tura Fenerbahçe’ydi, yazı Galatasaray. Para hava da dönerken içimden n’olur yazı gelsin diye dua ettim. Tura geldi Galatasaray’ı seçtim.

bir sürü arkadaşım var ama herkes erkek çocuğu bir tek ben farklıyım aralarında bu iş canımı çok sıkıyor ama bir yandan da hoşuma gidiyor. Sürekli maç yapıyoruz. Öyle güzel gollerim oluyor ki herkes şaşıp kalıyor. Acaba benim kadar iyi goller atan başka bir kız var mı bu dünyada merak ediyorum. Maçın en heyecanlı yerinde evden birileri sesleniyor. Kız çocukları akşam ezanından sonra eve girmezmiş. Attığım golleri görselerdi böyle diyemeyeceklerine eminim oysa. Okulda da öğretmenimiz bana kızıyor. Kız çocuklarının yazısı inci gibi olurmuş, benim ki çok çirkinmiş. Yazımı düzeltmeye uğraşıyorum ama bir türlü olmuyor. Sırf onlar istediği için yazımı değiştirmekten hoşlanmıyorum. Hem belki de çirkin yaza yaza erkek olurum kim bilir. Böylece sokakta istediğim kadar maç yapabilirim.

Salı (Oyuncak): Evde misafirler olduğu için annem beni odama oyuncaklarım ile oynamaya gönderdi. Ama ben oynamayı hiç sevmiyorum. Evcilik, Doktorculuk çok saçma geliyor. Ayrıca da oyuncak bebeklerim hiç gerçeğe benzemiyor. Ben de hoşuma gider de oynamak isterim diye bebeklerimi arkadaşlarıma benzetmeye çalıştım. En sevdiğim bebeğimi bana benzettim. Kocaman göPerşembe (Aşk): zlükler çizdim ona kalın siyah Okula giderken en sevdiğim kırmızı ayakkçerçeveli, sonra Begüm’e ben abılarımı giymiştim. Bence kocaman gözlüklerŞofbeni açtık, banyoyu yaptım çünkü onun bir sürü imle sınıfın en güzel kızıydım. Benden başka beni var. Tuğçe’nin de diş en çok ben sevdiğim için sonuncu gözlük takan yoktu o yüzden ben özel olan, tellerini çizdim. Daha se- girdim. Hani sevdiğin yemeği en sona seçilmiş olandım. Sınıfta en sevdiğimiz şey çöp vimli gelmişlerdi gözüme. kutusunun önünde topluca kalem uçlarımızı bırakırsan ya Tam oynamaya başlayacaksivriltmek ve bunu bahane ederek çene çalmaköyle bir şey... tım ki annem geldi bağırtı. En güzel kız ben olduğum için kalem açma maya başladı. Aldı götürdü olayını ben başlatmalıydım. Tam kalem açmaya bebeklerimi. “Sen hiçbir şeyin gidecekken sınıfın en yakışıklı çocuğu Yağız benkıymetini bilmeyen bir çocuksun” den önce davrandı. Ben de peşinden gittim. Eğilerek dedi. “Ama ben onlarla oynamak bana seninle bir şey konuşacağım ama kimseye söyleme için yaptım” dedim. “Bu rahmetli annededi. Tamam dedim Kesin bana aşık olmuştu. Bende ona annenin hediyesiydi” dedi. Ağlamaya başladı. aşık olmaya karar verdim. Diğer Arkadaşlarımız gelmeye başladı. Bir yandan bebeklerin yüzlerini siliyor bir yandan ağlıyorYüzümde güller açarak yerimize geçtik. Tam o an zil çaldı. Herkes du. “Anneannem olsaydı onlarla istediğim gibi oynamama koşarak sınıftan çıkarken karnım ağrıyor bahanesiyle içeride kaldım. bir şey demezdi “dedim. Pis pis baktı bana “Allah sana da Yağız da beni bekliyordu. Sana bir şey söyleyeceğim kimseye söyleme senin gibi çocuk versin” dedi. Annemi anlayamıyordum ama söz ver dedi. Yemin ederim söylemeyeceğim dedim. Yemin etme iyi bir şey söylüyordu ama bağırıyordu. Ben de aynen erkek sözü ver dedi. Erkek sözü veriyorum dedim. Ben aşık oldum onun gibi davranmaya karar verdim. Bağırarak “Amin” dedi. Ben de aşık oldum dedim. Selin’e Yağız sana aşık olmuş der dedim. Kapıyı çarpıp odama geldim. misin dedi. Söylerim tabi ki dedim. Gittim hemen koşa koşa Selin’e söyledim. Selin de Yağız’a aşıkmış zaten. Geri döndüm Yağız’a Selin Çarşamba (Çocukluk): seni bahçe de bekliyormuş o da sana aşıkmış dedim. Onlar mutlu Ağaçlara tırmanmayı ve bahçede oynamayı çok seviyorum oldu diye mutlu oldum ama kendi adıma üzüldüm. Belki de herkesi ama kız çocukları bahçede oynamazmış. Mahallemizde sevebilirdim. Yağız hariç çünkü o artık başkasına aitti. - 24 -


Cuma (Dede): Bugün elinde bir çam fidanıyla dedem geldi. Gel yanıma ilk göz ağrım sana bir şey göstereceğim dedi. Nedense dedem hep bana ilk göz ağrım der. Sanırım dedemin canını yakıyorum üzülüyorum bazen. Elini öptüm. Hayırlı Cumalar dedeciğim dedim. Berhudar ol evladım dedi. Allah şansını da bahtını da güzel eylesin diye dua etti. Sonra beraber çam ağacını diktik. Sen de bu ağaç gibi büyüyeceksin dedi. O an dedeme çok kızdım. Ben büyümek istemiyorum hep çocuk kalacağım. Dedem gülleri budarken gizlice arabasına gittim. Oradan budama bıçağını alıp çam ağacını kesecektim. Arabasının bagajını bir demir çubuk tutuyordu. Nasıl olduysa kolum çarptı demir çubuk yere bagaj da kollarıma düştü. Dirseklerimden aşağısı mosmor kesilmişti. Dedem sese koştu beni görünce bir anda bembeyaz kesildi. Gülmeye başladım. Dedemin duası kabul olmuştu. Kaç kişinin iki kolu birden araba bagajına aynı anda sıkışabilirdi ki… Çok şanslıydım. Allah beni seviyor. Cumartesi (Küçük Prens): Küçük Prens şimdiye kadar okuduğum en güzel kitap. Ama mesela resimlerine bakınca onun şapka değil de fili yutmuş boa yılanı olduğu hemen anlaşılıyor. Büyük olunca görmek çok zor oluyor sanırım. Annem saçmaladığımı söylüyor. Küçük prensin incineceğini bildiği halde gülü terk etmesi küçük prensi kötü bir çocuk yapıyor ama aynı zamanda merak etmesini anlıyorum ve diğer gezegenlerde yaşadıkları ve sempatik hareketleriyle onu sevdiğimi söyleyebilirim. Sanırım bu aralar küçük prens e aşık olacağım. Acaba beraber gezegenleri gezmeyi teklif etseydim bana ne derdi. Gül gibi beni de bırakır mıydı? Pazar (Ölüm): Şofbeni açtık, banyoyu en çok ben sevdiğim için sonuncu girdim. Hani sevdiğin yemeği en sona bırakırsan ya öyle bir şey... Ben de Sevdiğim şeyleri hep en sona bırakırım. . En sevdiğim şeyleri sona bıraksam da biliyorum ki Pazar günleri asla iyi şeyler olmaz haftanın en son günü oysaki. Pazar günleri en sevmediğim şey ise o günün pazar olması. Mesela en sevdiğin oyuncak bebeğini kaybedebilirsin ya da annen ile baban sana durduk yere Pazar günleri bağırabilir. Öyle tahmin ediyorum ki büyüyünce bir Pazar günü öleceğim. Geçen ay ölen civcivim gibi. Civcivimi kedi yemişti. Bu Pazar günleri beni de yutacak ve içine alacak.

BIR SARKININ HIKAYESI

P

earl Jam - Jeremy Eddie Vedder gazetede gördüğü bir ilandan etkilenerek yazmış, Lise öğrencisi Jeremy İngilizce derslerinden birine geç kaldıktan sonra, hocası git geç kağıdı getir demiş. Çıkmış, elinde silahla geri dönüp sınıfın önünde intihar etmiş.

tulur. Adam ömür boyu hapse mahkum edilmek üzere tutuklanır... Kurt Cobain olaydan o kadar etkilenir ki, bunu bir şarkı haline getirmeye karar verir. Zaten bir çok şarkısında tecavüz konusunu işleyen Cobain, küçük kızın hikayesini de o kervana katmaktan çekinmez... Kızın ve şarkının adı, Polly`dir...

Bob Dylan - One More Cup Of Coffee Bu şarkıyla ilgili pek çok efsane dolaşsa da ortalıkta, sözlerinden de yola çıkarak en akla yatkın olanı şu hikaye olsa gerek; Bu şarkının yazıldığı sıralarda, Bob Dylan’ın karısı Sara’dan ayrıldığını ve yaşadığı ayrılıkların sonrasında yazdığı şarkılarda ‘tek yanlı keskin eleştirilerde’ bulunduğunu hatırlamakta fayda var.

Pink Floyd - Anısına Yeni ve son Pink Floyd albümü The Endless River’dan “Anısına” şarkısı. BBC’de yayına katılan David Gilmour şarkının Türkçe’de ‘hatırasına’ anlamını taşıdığını söylemiş. Yaptığı açıklamada saksafon ve klarneti İsrailli sanatçı Gilad Atzmon çalışıyla şarkının daha orta doğu havasına büründüğünü söyleyen Gilmour “Bu yüzden Türkçede ağıtlara baktım ve bir sebepten Anısına ismine denk geldim” demiş. Grup albümün Rick Wright anısına yapıldığını yaptıkları açıklamalarla belirtmişlerdi. Bunun üzerine Tezer Özlü nickli arkadaşımız Twitter’de Polly Samson’a şarkının ‘anısına’ anlamında olup olmadığı sorusuna karşı Polly Twitter’den ‘Evet’ diyerek cevap verdi. Wright anısına

Adamımız Bob, fıstık gibi bir hatunla gönül ilişkisine girmiştir ama, bakar ki dünyalar ayrı. Bu kız aslında kaba saba bir aileden gelmekte olan dangıl dungul biridir. Bob Dylan’ın incelikli dünyasını, entelektüel derinliğini anlayabilecek duyarlılıktan yoksundur. Dostumuz artık kalkıp gitmesi gerektiğini anlamıştır, artık bütün istediği yola çıkmadan önce son bir kahve daha içebilmektir. Bu arada kızın ailesine de laf sokmaktan geri kalmayacaktır. Nirvana - Polly 1987 yılının temmuz ayında Tacoma`da on dört yaşında bir kız çocuğu, Gerald Friend isimli bir kişi tarafından kaçırılır. Adam, küçük kızı evinin tavanına ters şekilde astıktan sonra ona, günler sürecek bir tecavüz ve işkence girişiminde bulunur. İşkence aracı olarak tıraş makinesi, deri kırbaç, sıcak mum gibi psikopat objeler kullanmıştır ve daha sonra bir gün, arabada beraber giderlerken arabanın benzini biter. Bunu fırsat bilen kız, bir yolunu bulup kaçar ve kur-

- 25 -

yapılan bir albümde onun “anısına” bir şarkı olması da güzel bir hikaye oluşturmuş. Kaynaklar: Onedio, Wikipedia ve Sözlükler


S O K R AT E S ’ I N Y E G E N I NORMA JEAN VE TAVUKLARI

N

orma Jean komşumuz olur. Büyük küçük, hepimiz ona Norma Jean Teyze diye hitap ederiz. Herhangi bir yerde onun sürdüğü hayatın benzerini sürenler için, kimi kimsesi yok sözü kullanılır. Gelgelelim, nasıl denir, çok uygun düşmesine rağmen Norma Jean için bu sözü kullanmak biraz tuhaf kaçar. Çünkü Norma Jean kimsesiz değildir. Tavukları vardır Norma Jean’in, onlarla bir bütün olmuştur. Bu dünyaya tavukları için gelmiştir dense yeridir. Babam çok memleketler gezmiş, dediğine göre hiçbir yerde onun gibisini görmemiş. Amcamsa, “Hayvan besleyen, hayvanlarını seven onca insan gördüm, Norma Jean gibisini görmedim,” diyerek babamın söylediklerini teyit eder.

Norma Jean’in çok tavuğu var. Bir keresinde merak edip sayayım dedim ama ne ettiysem sayamadım. Çünkü tavuklar yerlerinde hiç durmuyorlar, avluda hep o yana bu yana gidip geliyorlar. Ama bana sorarsanız en az otuz tavuk var. Renk renk, büyük küçük çokça tavuk var. Bazıları çok güzel. Her gün gidip onları uzaktan izliyorum. Galiba Norma Teyze biliyor izlediğimi. Ama hiç fark ettirmiyor. Herhalde keyfim bozulmasın diye. En çok da benekli tavukları seviyorum. Bir de kocaman beyaz bir horoz var, ona bitiyorum. Ayrıca kıpkırmızı bir tane daha var, öyle heybetli ki... Bir de insana saldıran küçük ama zor bir horoz var. Tüm çocuklar ondan korkuyor. Bense hiç korkmuyorum. Çünkü bu horoz tavukları koruyor, yanlarına yaklaşmadığınız sürece saldırmıyor, bunu kendim keşfettim. Civcivler biraz büyüyüp palazlandıkları zaman tavuk mu yoksa horoz mu oldukları belli olur, o hallerini de çok seviyorum. Bu zor horoz civcivlikten çıkmak üzereyken ilk ben fark etmiştim erkek olduğunu. Belki Norma Jean de fark etmiştir. Civcivken çok tatlıydı. Tıpkı bebekken çok şirin olup biraz büyüyünce çok yaramaz bir çocuğa dönüşen birine benziyor.

Burada tavuk besleyen çok insan var, sayısını hiç bilmiyorum. Aslında galiba hemen her evin tavukları var. Çünkü her evin yanında bir kümes var. Fakat herkes tavuklarla beraber hindi, kaz ve ördek de besler. Norma Jean ise yalnızca tavuk besler. Söylediklerine göre bugüne kadar onun kümesine tavuklardan başka bir hayvan Bazen bize birer girmemiş.

Bizim tavuklarımız bazen oluyor, bazen olmuyor. Birkaç aydır tavyumurta verir, biz de hemen yumurNorma Jean Teyze’nin tav- talarımızı alıp bakkala koşar, bir sakızla uğumuz yok. Annemin dediğine ukları niçin bu kadar çok segöre bakması zormuş. Hepsini kebir balon alırız. Bakkal bir vdiğini hiç anlamış değilim. sip yedik, sonunda tavuklarımız yumurtaya bunları veriyor. Bütün hayatı tavuklarından bitti. O zamandan beri Norma Jean ibarettir. Sabah akşam tavukTeyze’den yumurta alıyoruz. Babam larıyla ilgilenir. Başka hiçbir şey sık sık beni yolluyor onun evine. Gidip yapmaz. Ne kocası vardır Norma yumurtaları alıp geliyorum. Annem Jean’in, ne çocuğu. Niçin böyle yalelime boş bir çinko tas veriyor, Norma Jean nız olduğunu da bilmiyorum. Anneme yumurtaları ona koyuyor, alıp geliyorum. İlk de hiç sormadım nedense. Arkadaşlarım zamanlarda hiç anlamadığım bir şey vardı, babam da benim gibi bilmiyorlar. Biz çocuklar onu çok severbazen bana para verip de gönderiyordu yumurta almaya, iz. Çünkü hepimizle iyi geçinir. Aslına bakarsanız biz bazen de para vermeden. Para vermedikleri zaman ben onunla iyi geçiniriz. Çünkü Norma Jean’in meyve bahçesi sorunca da annem, sen söyle, o bilir diyordu. Sonradan yoktur. Eğer olsaydı, diğer bahçelere dadandığımız gibi kendim anladım, getirdiğim yumurtalar belli bir sayıya onun bahçesine de dadanıp meyve çalacaktık. Doğrusunu varınca paralarını topluca götürüyormuşum meğer. söylemek gerekirse, ben iyi bir çocuğum, arkadaşlarımdan bazıları hep beni kandırıp bahçelere girip meyve çalmaya Geçen gün eve gittim. Baktım bizim avluda annemle ikna ederler. Geçen gün üç kişi yine bir bahçeye girdik. Norma Jean oturuyorlar. Norma Teyze usulca ağlıyor. Girdiğimiz bahçe o iki arkadaşımdan birinin ailesine ait. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da anneme bir şeyler anAnnesi bizi erik çalmaktayken yakaladı. Bereket versin, latıyor. Annem de üzüntülü üzüntülü onu dinliyor. Ben de oğlunu yakalayıp dövmeye koyuldu da biz bunu fırsat bilbir köşeye geçip oturdum ve onları izlemeye koyuldum. ip kaçmayı başarabildik. Her neyse, Norma Jean’in meyve Norma Teyze’yi daha önce hiç böyle görmemiştim. Galiba bahçesi olsaydı ona da girecektik ve o da illa ki diğerleri sadece ben değil, hiç kimse de onu ağlarken görmemiştir. gibi bizi sevmeyecekti. Böyle olunca biz de onu sevmeyAma ağlayışında bile bir büyüklük vardı. Öyle sessiz seecektik. Bu büyüklerin biz çocuklarla ne derdi var, hiç dasız, nasıl derler, ağırbaşlı bir ağlayıştı ki anlatması zor. anlamıyorum. Kısa keseyim, Norma Teyze’nin bahçesi Meraklanarak niçin ağladığını anlamaya çalıştım. Biraz olmadığı için hiçbir meselemiz yok onunla. Bizi çok sever. dinledikten sonra anladım. Meğer en çok yumurtlayan Bazen bize birer yumurta verir, biz de hemen yumurtatavuklarından biri ansızın ölmüş. Norma Jean’in yaşlanlarımızı alıp bakkala koşar, bir sakızla bir balon alırız. Bakmış yüzüne takılıp kaldı bakışlarım. Ben hep sadece kal bir yumurtaya bunları veriyor. çocuklar ağlar sanırdım. Onu öyle görünce nasıl üzüldüm anlatamam.

- 26 -


CEYDA ÖZKAN ALICE ‘’Bir hap büyültür seni ve bir hap küçültür. Berbat durumdasın Alice.’’

Y

anık kokusu sinmiş buralara, ne çürüdü söyle bana. Konuş benimle Alice. Sen sustukça deli oluyorum, haksızlık bu. Sen susarsan ben anlatacağım, istemezsin biliyorum ama çok gencim ve aptalım. Aşırı karanlık ve… Ah hadi ama bunun odayla alakası yok sende farkındasın. Seninle karşılaşmasaydık, rüyalarıma girmiş olmasaydın şu an uyuyor olacaktım. İnsanız işte, merak ediyoruz, açık bir kapı bıraktın gittin. Bakmayacağımı sandın yoksa? Arkandan bağırıp peşine takılmayacağımı mı sandın? Kızma bana. Aynısını sende yaptın dostum ha? Uyandığımda güzel şeyler olmayacak, neden uyuyayım ben? Uyanmamamın garantisini vereceksen eğer bak buradayım. Mışıl mışıl uyumuyorum, terledim, bu iğrenç kokuyu soluyorum, seni göremiyorum, ama buradasın biliyorum o yüzden susmayacağım Alice. Hiç Asla.

benimle. Kurduğun cümleler hala ezberimde. Bak titriyorum. Sürekli ismini zikrediyorum sanki burada başka biri varmış gibi, rahatsız oluyor musun? Ama seviyorum, her şeyini. Özellikle de ismini. Hem bundan sana ne! Sigara ister misin? Uzun süredir buradayım çekinmene gerek yok. Paketimden aşırdığını biliyorum. Ben ne zaman bu kadar yalnız kaldım bilmiyorum. Neden sana muhtaç bıraktın beni? Kendi pisliğinde boğulmana izin vermeliydim dostum. Bunu yıllar önce canımı acıttığında yapmalıydım. Artık çok geç. Burada sıkışıp kaldım. Ve korkmaya başlıyorum, elimi tutar mısın? Belki yanına kıvrılıp uyusam geçer bunlar. İlaçlarımın etkisidir belki. Olamaz mı? Alışık değildim, hiç değildim. Işık açık uyurdum ben. Burası çok karanlık ve öylece oturmuş gevezelik yapıyorum. Ne denli benzemişim sana. Eserini görünce mutlu oluyor musun? Ya da en azından bir şeyler hissediyor musun… Duvar gibi olmandan nefret ediyorum be Alice.

arkadaşım yok.

Hiç arkadaşım yok. Bunları anlatabileceğim kimsem yok. Beni dinlemek zorundasın.

Sanırım aşık oldum sana, Bunları anlatabileceğim ya da imrendim bunu aşkla kimsem yok. Beni dinlemek karıştırdım. Her şeyi birbirArtık ben de sıkıldım, boş yere zorundasın. ine karıştırır batırırım ben. konuşmaktan. İçim düğüm düğüm Hatırlıyor musun 9 yaşımda olmuşken beni umursamamandan. falandım. Sen karşı rafta, kiKeşke azıcık da olsa sevseydin beni. taplarımın üzerinde otururken, Çok mu çirkinim? Kötü bir arkadaş gözlerini bana dikmemiş olsan bile mıyım? Sorun ne? Lütfen otur karşıma bana bakıyorken boya yapıyordum. O konuşalım. Neden bu kadar bencilsin anlat zamanlar gittiğim bir kurs vardı. Kurallar bana. Olmuyor böyle. Tamam sus. Senden ilk ve son belliydi. Boyalar yalnızca kağıt üzerinde kullanılacaktı. kez bir şey isteyeceğim. Sabahtan beri burada olmamın Birlikte dört kutu boyayı alıp gizlice tuvalete girdiğimiz bir sebebi var. Fark ettin. Ettin değil mi? Geceleri gelirdim günden bahsediyorum hatırlamış olmalısın. ben. Ne yaptığımı sormanı beklemiyorum. Sadece… sadece öldür beni Alice. Yeşil. En sevdiğin renklerden biri. Öyle söylemiştin ve yüzüme sürmeye başlamıştık. Sonra mavi, mor, Yarattığın ucubeyi kendin yok et. Lütfen yap bunu. Nefes kırmızı… Saçlarıma bulaştırmamaya çalıştığım, neredalamıyorum artık, çok yorgunum. Yanık kokusu artıyor eyse başardığım halde bana kızdın. Ah o kadar üzüldüm gittikçe, başımı döndürüyor dostum kes şunu. ki Alice, seni üzmekten çok korkarım biliyorsun beni. Rengarenk olmuş ellerimi musluğa tuttum. Havlu peçeAh, ağlıyor musun yoksa? Kendi göz yaşında boğultelere uzandım, bana arkanı döndün. Ne yapacağımı mamak için çırpındığın günü hatırlattı bana. Tabi ki de düşünürken ellerimi yüzümde buldum. Aceleyle ağlamıyorsun. Yeni bir kukla hatta köpek bulmak zor olsürtüyordum, yanağımı çizmiş olmalıyım canım acıdı. mayacaktır senin için. Gördüğün gibi ağlayan benim. SeAma durmadım, beklemeye başladım. Bana döndüğünde bebi ölmekten korkmam değil. Seni fena halde özleyecek o kadar güzel gülümsüyordun ki sana sarılmak istedim, olmam. Kızsam bile yarattığın beni seviyorum. Ama her yanına yaklaşırken gözlerim aynaya takıldı. güzel şey bitmek zorunda. Senin başlattığın gibi bitirmeni istesem de elini bile uzatmayacağını bildiğim için gelNe gördüğümü de hatırlıyorsun değil mi Alice? İstediğin meden önce tüm şişeleri boşalttım, ne kadar hapım varsa kadar sus. Gülümsediğini hissedebiliyorum. yuttum.Yoksa yürüyor musun? Bu sesler ne? Siyah. Simsiyah olmuştu yüzüm. İlk kez o zaman konuştun

- 27 -

Gidiyorsun demek! Git tabi, harikalar diyarı benim artık.


B AT U H A N Ç O B A N & K A A N S A R P K AYA HALKLA ILISKILER Beril: İsmim Beril Çavdar, üniversite üçüncü sınıf öğrencisiyim. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Uluslararası Finans okuyorum. İzmir’de yaşıyorum. Bu kadar... Şule: Bende Boğaziçi işletme üçüncü sınıf öğrencisiyim. Şule ismim. İzmirliyim, normalde staj yapıyorum son anda yaz okuluna kalmaya karar verdim gene İstanbul’dayım. Seneye Japonya’ya gidicem ama son yazımı yine ailemden arkadaşlarımdan uzak İstanbul’da geçiricem. Bir haftam şuan görebildiğim kadar herkesi görmeye çalışıyorum. Çiğdemi, kordonu falan bunları... Bizi de görmüş oldunuz. Şule: Aynen sizinle de karşılaşmış olduk. Bu aralar neler dinliyorsun? Beril: Bütün türleri söylersek şimdi bir sürü… Mesela rap olur arabesk olur, pop hariç ne varsa... Müslüm Gürses, Azer Bülbül falan, biraz fazla damar. Şule pek sevmez ama... Şule: Benim arabeske bakışım çok değişti. Bu dönem YÖK derse bütün üniversitelerde zorunlu, siz seneye mi alacaksınız? İnkılap tarihi dersi var, inkılap tarihi dersinde arabesk müzik gördük abi… Evet şöyle, (gülüşmeler) 70’lerde hani kentleşmeyle birlikte İstanbul’a çalışmaya gelme olayı vardır ya Yeşilçam’da da tema olarak hep görürüz. Haydarpaşa’da iner seni yenicem İstanbul diye bağırır… Hani sonradan çok göç olunca gecekondulaşma başladı başlayınca ferdi Tayfur ve o yönde giden insanlar böyle bir gecekondu yaşamını dillendiren bir müzik oluşturmaya başladı. Arabesk buydu başta. Sonradan Müslüm Gürses’ler çıktı. Sonradan binaların üzerine katlar inşa edilmeye başladı gecekondu denen şey taşınmış akrabasının yanına gelen insandan ziyade ticarete döndü. Ali Ağaoğlu gibileri çıktı. Bu yüzden Beril arabesk falan dinliyorum diye şey yapınca çok garipserdim. Rock dinlerim. Rock’un her türlüsüne falan girerim, metale bile girerim. Rock’un çok fazla farklı türlerine falan uzandım. Bana rap dinliyorum dedi adam, arabesk dinliyorum dedi. Hani saygı duyduğum fikirlerini sevdiğim bir insan ama arabesk dinliyorum dedi. Ama bu dönem dersteki muhabbetlerimizde biraz değişti arabesk hakkındaki fikirlerim. Beril: Ooo, bana bakışı değişmiş. Şule: Geçen yıla kadar falan, böyle iki üç yıldır Post Rock denen bir tür var ona kaptırmıştım. Genelde enstrümantal oluyor. Şu sıralar Camel’ın birkaç şarkısına baya taktım. Travellar bir şey vardı, Camel’ın... Şule: Traveller neydi... Bir şey Traveller... Heh, ‘Stationary Traveller’! Aynen o şarkı çok güzel. ‘Never Let Go’ sonra bakıyım Rajaz. Camel’ı severim. Ki sigara içmem ama... Yani galiba. Sigaranız var mı? Beril: Sen baya alıştın otlakçılığa. Şule: Sağlam otlakçıyım. Teşekkür ederim. Çakmak? Teşekkür ederim. Öyle işte. Post Rock dinliyordum bir ara. Japon

grup var Mono diye. Dediğim gibi genelde %99 enstrümantal yapıyorlar. Post Rock’ı Türkiye’de icra eden Kafa Bi Dünya diye bir grup var Kadıköy’de falan çıkıyordu. İlk msn aldığımda duman_şule falandı ismim, Duman çok severim ama bayadır dinlemiyorum. Yani ergen olduğunu düşünmüyorum ama şu an başka şeyler dinliyorum mesela. Ama duman açtığında da böyle gider yani. Ki arada açıp dinlerim gene. Kasetleri falan var bende Duman’ın. Saykodelik severim mesela. Erkin Koray’ın Elektronik Türküler albümü var mesela. Türk saykodelik müzik tarihinin en önemli eserlerinden biri bence. 1974 Live in Nazilli var bir de. Saykodelik üzerine tez yazdırır bunlar. Şule: Saykodelik deyince zaten Türkiye’de Erkin Koray, birkaç isim daha. Fikret Kızılok... Şule: Fikret Kızılok? Saykodelik? Aaa. Fikret Kızılok severim ama hiç saykodelik diye düşünmemiştim. (Bu sırada Cansu isminde çiçekçi teyze gelir, çiçek satamayacağını anlayınca Şule’ye fal bakmak ister. Şule 5 lirayla bir hafta idare edeceğini söyleyince gider. Gene bu sırada Kaan ve Beril ölümüne çiğdem yemektedir.) En son hangi filmi izlediniz? Şule: Ya ben genelde dram severim. En son Çingeneler Zamanı’nı izledim çünkü yönetmenini severim. Arizona Dream diye bir filmi vardı çok severim. Yönetmenini severim işte, Çingeneler Zamanı diye filmi vardı açtım devam edemedim. Biraz dikkat dağınıklığından, dediğim gibi uzun zamandır film izlemiyorum. Türkçe var mı peki? Yabancı çeviremiyorlar çünkü ingilizce yazamıyorlar. (YAZDIK İŞTE ALLAH ALLAH) Şule: Fatih Akın severim. Aşka Ruhunu Kat diye bir filmi var o güzel. Çok keyifli bir film yani. Duvara Karşı Kaan Tangöze’nin en sevdiği filmmiş hatta bir röportajında söylüyordu. Ama izlemedim onu daha.

- 28 -


Ne okuyorsunuz bu aralar? Şule: Edip Cansever, bir de bi kadın vardı, ‘’Niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına’’... Nilgin Marmara. Ben bu ara en çok Metin Üstündağ okuyorum. Beril: Kitaplarını bulamıyorum ben onun ya. Sahaflarda falan var bir sürü? Şule: Arkadaş sahaftan kitap almıyor. İkinci el okuyamıyormuş. Beril: Ben en çok Ece Ayhan seviyorum. Çok bilinsin istemiyorum ama söyliyim. Şeyyidhan Kömürcü. Dünya Lekesi diye bir kitabı var. Hadi ünlü olsun söyliyim. Birhan Keskin var. Aslı Selim. Edip Cansever, Cemal Süreya, Ahmed Arif, Orhan Veli. Çok var ya yazar, Sait Faik çok severim. Şule: Geçen Kadıköy’de Beat Kuşağı partisine gitmiştim. 6:45’in. Çok bilinçsizlerdi bence Beat’e dair bir şey yapmıyolardı. Underground bir parti düzenlemişler. Hepsi liseliydi. Öhöm... (Gülüşmeler) Şule: Sözüm meclisten dışarı tabii. Baya konuşmuşuz. Beril: Bu kadar mı? Çok teşekkür ederiz. Melisa: Adım Melisa Taşan. İzmir Ekonomi Üniversitesi Sinema ve Dijital Medya bölümünün 2. sınıfın sonundayım bitirdim. 2’ den sonra kaç geliyorsa ona geçtim. Dergiden arkadaşlar da senaryo yazıyorlar. Melisa: Öyle mi, çekebiliriz? Senaryoya ihtiyacımız var. Neler dinliyorsunuz bu aralar? Melisa: İndie müzik dinliyorum ben. Bağımsız sanat düşkünüyüm. Yaşasın bağımsız sinema, bağımsız müzik. Cihan Mürtezaoğlu diye bi abimiz var, onu dinliyorum. Yüzyüzeyken Konuşuruz aynı zamanda Ahmet Kaya da dinliyorum. Yabancı olarak da Overland diye bi grup var işte. The Beatles filan gerçi o çok bağımsız değil ama olsun. Film olarak ne tür izliyorsun? Favori yönetmenin var mı? Melisa: Drama seviyorum. Yönetmek olarak seçmiyorum. Sinemacı olarak bunu yapmam biraz saçma oluyo aslında. Ya ben Türkiye’de Onur Ünlü seviyorum. Sen Aydınlatırsın Geceyi çok iyiydi. İlk sayıda onunla ilgili bir kçşe hazırladık. Melisa: Senaryosu çok iyiydi onun. Siz dergiden nasıl gelir elde ediyorsunuz? Etmiyoruz. Ekipten isteyen istediği miktarda para koyuyor. Elimizdeki parayı matbaaya veriyoruz, ne kadar basarsa... Melisa: Bunun sonu yok mu? Yok. Melisa: Biz de bağımsız bi film çekmeyi istiyoruz. Kafamızda o yönde gelişiyo ama şey var. Mesela en son bi belgesel çektik Bayındır’da ama paramız yoktu. Ulaşım, yemek bunların hepsi masraf dolayısıyla sponsorluk bularak çektik ve bu da bağımsız olmamış oldu. Sizin paranın değirmeni nerden geliyo? Gerçi fazla baskı ücretiniz yoktur. Olmaz mı, 50 tanesi 200 lira gibi bir şey. Satsak daha kaliteli olur ve üç beş para eder. Ama hedefimizden uzaklaşmış oluruz. Melisa: Bu fanzin neye bağlı? Bağımsız. Ama burada soruları biz sorarız, en son yönetmen diyorduk? Melisa: Zeki Demirkubuz. Kesinlikle seviyorum. Türkiye’de çok ünlü olan yönetmen az var zaten. Reha Erdem, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge var. Onur Ünlü Allah’tan çok patlamadı bize kaldı. Teşekkür ederiz... Melisa: Demek istediğim şey mesela Sinema İstanbul’da ya, siz buraya getirebilirsiniz en azından adım atarsınız. Fanzin için de öyle. - 29 -

İzmir’de tekel filan. O yüzden bastırın arkadaşlar, tekelcilik son bulsun! Eyvallah, görüşmek üzere! Tolga: Ben Tolga. Üniversite mezunuyum, yüksek lisans yapıyorum şu an. Eskişehir Anadolu Üniversitesinde Endüstriyel tasarımda… Çalışıyorum bir yandan, mühendis olarak çalışıyorum. Buraya da ne için geldik, şey, dedemiz burada yaşıyordu o vefat etti onun için geldik. Başınız sağolsun. Tolga: Eyvallah. Öyle birazcık dolanıyoruz, kafa dağıtıyoruz bira falan. Siz ne yapıyorsunuz? Biz fanzin hazırlıyoruz. İlk sayısı çıktı. Bu ilk sayımız. Kadroda dikkatinizi çeken kişiler var mı? Tolga: Ali Lidar benim hocam. Birebir tanışıyorum, benim hocalığımı da yaptı okulda, çok severim kendisini. Ara Güler, Ahmet Kaya... İyi ya sevdim. Peki bunun size katkısı ne, ya da bize? Okumak istediğimiz şeyleri toparlıyoruz. Tatmin olmak için. Alın siz de okuyun diyoruz. Tolga: Tamamı edebiyat üzerine mi, başka alanlar da var mı? Edebiyat, müzik ağırlıklı daha çok. Sorulara geçelim, bu aralar ne dinliyorsunuz? Tolga: Yani ben... Ben her türlü müziği dinliyorum genelde. Onun dışında türküyü severim. Ankara’da zatlar diye müzik grubumuz vardır arkadaşlarımızla. Onunla devam ediyorum bir türkü grubu var. Onun dışında yani bu aralar nasıl diyeyim spotify üzerinden önüme gelen her türlü müziği dinliyorum. Ahmet Kaya, Fikret Kızılok, bunları dinliyorum bu aralar en çok. En sevdiğiniz şarkısı hangisi? Tolga: Valla hepsini severim aslında da, şeyi biliyor musunuz şarkının adını tam hatırlamıyorum ama barmen diye bir şarkısı vardı. ‘Pişşt Barmen’ mi? Benim de en sevdiğim şarkısı o. Ama şarkıda Ahmet Kaya’ya falan baya giydiriyor. Gene de o döneme göre çok iyi. Tolga: Böyle şey söyler ya biraz aksanlı sallana sallana söyler. O yüzden çok severim. Bak bu dergi falan güzel şeyler yapıyorsunuz. Biz de aynı hevesle müzikalle uğraştık. Yani yavaş yavaş bir şey öğreniyorsun bir adım atıyorsun. O alanda karşına profesyonel insanlar bile çıkıyor çalışabileceğin. Parası falanı filanı her şeyi halloluyor. Eğer peşinden gidersen tabi. Yoksa heves olarak kalıyor. Mesela benim için fotoğraf öyleydi. İşte kıt kanaat bir fotoğraf makinesi almıştım. Fotoğrafla uğraşacağım diye. Onu çaldırdım. Ondan sonra, dedim bir daha. Bir daha yaptım falan. Ama sonra okuldu üniversiteydi falandı eğitim falan derken yarım kaldı. Ama eğer gerçekten istiyorsan uğraşılır. Bu aralar ne izliyorsunuz film olarak? Tolga: Ben Stanley Kubrick’i çok seviyorum. Neredeyse tüm filmlerini izledim. Onun dışında, Türk sinemasında işte bu Eşkiya ile başlayan dönemden itibaren benim için keyifle izlediğim filmlerle dolu. Favori yönetmeniniz var mı? Tolga: İşte bu son çıkan Ali Atay’ın filmini izledim Limonata’yı. Onlar Leyla ile Mecnun’dan sonra güzel bir ivmeyle geldiler ya hani. Sen Aydınlatırsın Geceyi mi? Tolga: Evet, çok güzeldi o. İlk sayının arka kapağında onun bir tiratını kullandık. Cemal’in Dündar Bey’i vurduğu sahne... Sorularımız bu kadar. Eskişehir’e gittiğinizde Ali Lidar’a da derginin bi kopyasını bırakır mısınız? :) Tolga: Tabii ki. Çok teşekkür ederiz, başınız sağolsun tekrardan. İyi günler. Tolga: Eyvallah teşekkür ederim, iyi günler.


SÖZÜM ONA ERKEKLERE Özgecan. 20. Türkiye. 3 kişi tarafından tecavüze uğradı. Öldürüldü. Yakıldı. Nehre atıldı. Cansu. 18. Kadın. Türkiye. Tecavüze uğradı. Öldürüldü. Atıldı. Gizem. 6. Çocuk. Türkiye. Defalarca tecavüze uğradı. Öldürüldü. Ormana atıldı. Fatma. 21. Kadın. Türkiye. Evine internet kurmaya gelen biri tarafından tecavüze uğradı. Öldürüldü. Cesedi 2 gün sonra bulundu. N.N.B. 17 aylık. Türkiye. 3 kişi tarafından tecavüze uğrayıp, işkence edildi. Ölmedi. Hayatı mahvedildi. G.S. 9. Çocuk. Türkiye. 5 yıldır 30’dan fazla kişi tarafından tecavüze uğradı. Ölmedi. Hayatı mahvedildi.

Öldürülüyoruz. Sadece silah, bıçak değil bizi öldüren. Zihniyetinizin körlüğü, dilinizin zehri, önyargılarınız bizi öldürüyor. Soyut fakat somut kadar acıtan gerçekler bunlar. Hiçbir şeyin bilincinde değilsiniz. Cehaletinizin sonu gelmeyecek.

Cansu, Özgecan, Gizem, Ayşe, Fatma... Hepsinin hikayesi aynı, sadece isimleri farklı. Namusu iki bacak arasında arayan zihniyetinizden kendinizi arındırın, zira namus kavramını oluşturan küçük beyinleriniz yüzünden biz aşağılanmak, kendi cinsiyetimiz içerisinde sınıflandırma oluşturmak zorunda değiliz. Tecavüz ettikten sonra sıraladığınız bahaneler, kadınların giyiminden tahrik olacak kadar zavallılaştığınızın göstergesi oluyor. ‘’Ben kadınım, şiirlerden çok küfürlerde geçti adım.’’ Diyor Tecavüz edip öldürdüğünüz başörtülü kadınları nasıl açıklayaDidem Madak. Doğru söylüyor fakat eksik söylüyor. Sacaksınız? Onların da eşarbından mı tahrik olmuştunuz? Siz dece küfürler değil. Gazetelerin 3. sayfa haberlerinde, de haklısınız, kırmızı başörtü takmasaymış.. Cümlenin televizyon programlarında, tecavüzlerde geçiyor yavanlığını benim midem kaldırmıyorken siz bunu adımız çokça. Her gün bir ‘’can’’ daha gidiyor, fakat söylemekten nasıl bir keyif alıyorsunuz? Daha 17 bu umursanmıyor. Çünkü; ölen kadın. Öldüren aylık bir bebeğe tecavüz edip, işkence ettikten sonbir erkek ve erkekler delikanlıdırlar. Onlar ra polise “Çok neşeli bir bebekti, ne zaman çağırÖlen binlerce ‘’can’’ geri kadınlara istediklerini yaparlar, onlar döverlsak kucağımıza oturuyordu” diye nasıl savunma gelmeyecek. Masumluğumuzu er, onlar taciz ederler, onlar bir kadına yolda yapabiliyorsunuz? çaldınız, her şeyimizi çaldınız. yürürken öküz gibi bakabilirler. Kadın da kısa Çaldığınız hiçbir şey etek giymeseymiş! Kadın da ağzını tutsaymış! Küçücük bir bebeğin kucağınıza oturmasıngeri gelmeyecek. Delikanlı adama öyle denir miymiş? Ataerkil dan, nasıl tahrik olabiliyorsunuz? Aşağılıksınız. erkek anlayışı yüzünden çektiğimiz acıların, Söyleyecek başka bir şey bulamıyorum çünkü öldürülen kadınların haddi hesabı yok. Daha sizin iğrençliğiniz karşısında ben kilitlenip nereye kadar böyle devam edecek bilmiyorum kalıyorum. Küçücük bir bebeğin hayatını mahvetfakat ölen binlerce ‘’can’’ geri gelmeyecek. Masumtiniz. Büyüyene kadar tanımlayamadığı bir sürü sanluğumuzu çaldınız, her şeyimizi çaldınız. Çaldığınız rılarla yaşayacak o ve büyüdüğünde yaşadığın şeylerin hiçbir şey geri gelmeyecek. ‘’taciz’’ olduğunu anladığında, hayatı kocaman bir karanlığa dönüşecek. Ve siz, bunun sebebi siz olacaksınız. İnsanın içi Hiçbirimizin can güvenliğinin olmadığı çarpık bir toplumda acıyor, hiç mi vicdanınız yoktu… yaşıyoruz. Dışarı çıkmaya dahi korktuğumuz, kendimizi korumak adına önlemler almak zorunda hissettiğimiz ve yine de öldüğümüz bir toplumda ‘’Bugünün dünyasında kadın olmak en iyi ihtimalle eşitsizlik içinde yolçırpınıyoruz. Nefes alamıyoruz. Kurduğunuz sistem içerisinde kendimize unu bulmaya çalışmak, en kötü ihtimalle de cehennemde yaşamaktır. ‘’ yer açmaya çalışırken kan ter içinde kalıyoruz ama yine de ölüyoruz. Bazen yavaş yavaş ölüyoruz bazen de bu“Can”lar gibi cani bir biçimde. Biz Gülşah Durantaş aslında ölmüyoruz:

- 30 -


D E R G I Ü Y E L E R I N I TA N I YA L I M : KADIR GÜRDEMIR

B

ÇALISMA ODASI

u aralar ne yapıyorsunuz? Her gün duş alıyorum. Seyahat ediyorum, karikatür falan okuyorum.

Aşırı Doz dergisini okuyor musunuz? Hayır, ilk defa duyuyorum, erotik yayın mı? Ne sıklıkla kitap okursunuz? Yarım saatte bir kitap bitirmeden kendime gelemiyorum. Pipom nerede? En son okuduğun kitap hangisi? Ben kitap okumam, varsa filmini izlerim. Yoksa okumam. Hem kitaba para mı verilir? Filmleri de torrentten indiriyorum zaten. En sevdiğiniz filmler hangisi? Zeki Demirkubuz sinemasına hayranım. Masumiyet ve Kader’i çok beğeniyorum. Üçüncü Sayfa, Yazgı, Yeraltı filmleri de çok güzel. Bize bir anınızı anlatır mısınız? Arkadaşlarla geçen ay bir dergi çıkartıyorduk. Dağıtımını yazar arkadaşım İ.E ile beraber üstlendik. Yaptığımız işe saygı duyanların gönüllü olarak verdiği paraları ikimiz şerefsizce çok lüks bir restorantta çatur çutur yedik. İlk defa kul hakkından bu kadar zevk aldık. Üstüne iki paket de sigara içtik. Ama bizim yerimizde kim olsa aynı fedakarlığı yapardı. Bir film çekmeyi düşünüyormuşsunuz, bize anlatır mısınız? Yalnızlık üzerine tematik bir film çekmeyi düşünüyoruz. Film siyah-beyaz olacak ve para kaygısı vaadetmeyecek. Tamamen bağımsız bir İ.E ve Kadir Gürdemir klasiği daha... Konusu ne? Taşrada geçen bir yalnızlık hikayesi. Olay biraz basit aslında ama duyguyu çok kuvvetli yansıttığımızı düşünüyoruz. Dergi için ayda kaç kez toplantı yapıyorsunuz? Valla İ.E sağolsun her hafta birinin evine zorla davet ettiriyor. Yüzsüz gibi gidip oturuyoruz, tam çalışmaya yeltenirken akşam oluyor ve dağılıyoruz. Aramızda kalsın İ.E’nin evinde elektrik yok. En son ne zaman seks yaptınız? Annem kızıyor ya cevap veremem. Annem kızmasa neler olacak da... Çok kızıyor. İlham aldığınız kişiler var mı? Var elbette. Yazarlardan Emrah Serbes’in kurgusunu, Hakan Günday’ın akıcılığını, İbrahim Ethem Aslan’ın gözlerini çok beğeniyorum. Müzisyenlerden Zeki Müren, Neşet Ertaş ve Ali Aras. Kaçıncı sınıfta kalmıştın sen? Üçüncü sınıfta kaldım. Başka sorum yok. İşsizim, iş vermek isteyen varsa beni bulsun. Arayın sizi seviyim 0546...

- 31 -

- Abi daha geçen hafta yeni sayıyı çıkardık, bu ne acele? Hele bi oturun, soluklanalım... - Gülşah sen hala sigaraya başlamadın mı? Başlama, başlama, iyi değil... Biz başladık da noldu? Hayır iyi bir şey olsa koyarız ortaya, hep beraber içeriz dimi? - Batuhan Dedde yazı yollayacaktı, yollamadı mı hala Sayın İ.E? - Baran sen okumuş etmiş adamsın, şu yazıları bi geçiriver gözünü seveyim. - Flört sayfası hazırlanırken Flört dinlenir. - 17 yaşındayım ama çok ihtiyarım. - Hasiktir be Rıfat Abi, ne demek yazılar eksik!? - Tuvalete gidiyom, bir şey isteyen var mı? - Sayın Kadri Gördemir, dergimize yolladığınız yazıları uygun görmediğimiz için yayımlayamıyoruz. Lütfen daha çok çalışın. - Behzat’a en çok Gönül yakışıyor aabi. Savcısıymış, devrimcisiymiş falan fasa fiso! - True Detective kaçında başlıyor lan? Ben daha ilk sezonu bitiremedim. - Ne demek dergi parasını yediniz!? - Ya ses kayıtlarında ingilizce şeyler var, Baran sen bi baksana, okumuş etmiş adamsın şunu bir geçiriver. - Millet sevgilisine, metresine falan para yedirir; Kadir İbrahim’e yediriyor! - Oda dumanaltı olmuş lan, bi havalandırın şurayı ameka! - Arkadaşlar dergiyi çabuk bitirelim, manitadan bi saat izin alabildim. - Şevket iyi ama çevresi kötü! - Gözümde canlanır koskoca dergi, Kadir nerede, kafayı yiyeceğim... - Erdal ağbi çay bana! - Haftaya bugün gelin, yeni sayıya başlıyoruz. - Hazır dergi de bitti, bi sigaranı içerim hacı!


MASUMIYET (ZEKI DEMIRKUBUZ) öldü dediler Zagor’a, sonra komalık.. Ankara’da oluyor bunlar. Bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. Zagor içerde, en iyisinden müebbet. Bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. Cız etti de ne? Tornaya değmiş gibi oldu. Çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat..Ama bu sefer başka güzel orospu. Oranın şarkıları gibi. Kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. Dedi para lazım, çok para.. Zagor’a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya biz de, “Nasıl?” diye sormuş bulunduk: :”Orospuluk yaparım” dedi, istersen metresin olurum. İçime bişey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! İşte o gün bu günden beri bu orospuyla tam yirmi yıl geçti. Uzatmayalım, Zagor’a müebbet verdiler;ama rahat durmaz ki piç! Ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyo. orospu da peşinden.. Sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden..Önce dükkan gitti, ardından taksiler. Karı terk etti, peder kapıları kapadı. Yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. İş bilmem, zanaat yok. Bu durmuyo hiç.İlk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. Gözünü yumup yatıyo milletin altına. Gel dönelim diye çok yalvardım. Evlenelim, pederi kandırırım, Zagor’a bakarız. Yok. Uzun hikaye..Karışık.. Bu kaltakla aynı mahallede Kancık, köpek gibi izini sürüyo itin. Ne yaptı buna anlamadım. büyüdük. Mevlanakapı’da.. Babası zabıtaydı. Alkolik Kaç defa dönüp gittim İstanbul’a. Yeminler ettim.. Doktorlar, hohasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. Bu calar kar etmedi. Her seferinde yine peşinde buldum kendimi. Bi anasıyla yoksul, perişan.. Bizim tuzumuz kuruydu, keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile..Beni abisiyim diye hacı babam yapmış bi şeyler. Bi de Zagor vardı. (Burada müzik yutturduk herife. Nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. giriyor ayrıyeten) Bizim eski evin kiracısının oğlu. Babası filmciBu da akıllanmış görünüyo, yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyo başka ydi Yeşilçam’da. Cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte; ama sevibirşey demiyo. Sinop’ta oluyor bunlar. Ben de döndüm İstanbul’a. mli, yakışıklı oğlandı. Bizimkine aşık etmiş kendini. Ben efendi Doğumuna yakın, Zagor bi isyana karışıyor gene. Hemen paketleyoğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. Öylece büyüdük ip Diyarbakır Cezaevi’ne postalıyorlar. Çok geçmeden bigittik işte. Ne bok varsa? Hep askerliği beklerdim. Dört zimki depreşiyo gene; o haliyle kalk git sen Diyarsene kaldı, üç sene kaldı.. Sonunda o da geldi gittik. bakır’a, üç gün ortadan kaybol.. Herif kafayı Bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yiyo tabii, dönünce bi dayak buna.Eşek suyapıştılar yakama. Ev düzüldü, kız bulundu, O gece dan gelinceye kadar.. Kızın sakatlığı bu çeyiz falan filan.. Nikahlandık. İki taksi bi oturup düşündüm. yüzden. Sonra çocuğu doğuruyo. Uzun dükkan verdi peder. Dükkanda koltuk zaman anlaşılmamış. ortaya çıkınOğlum Bekir dedim kendi moltuk satardım. Bi gün bu orospu ca bi gece esrarı çekip takıyo herife kendime, yolu yok çekeceksin. çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez bıçağı, çocuğu da alıp vınn Diyarİsyan etmenin faydası yok, cız etti içim. böyle basma bi etek dizine bakır’a, Zagor’un peşine. Allah’tan kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, herif delikanlı çıkıyo da şikayet etsaçlar maçlar..Pırlanta anlayacağın. usul usul yürü şimdi. O gün miyo. Ben o ara İstanbul’da taksiden Şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti yolumu buluyorum. Epey bi zaman bugün usul usul benimle. Kanıma girdi o gün. Tabii taktım böyle geçti. Yine her gece rüyalarımda yürüyorum işte... ben bunu kafaya. Ertesi gün bi soruşturma.. bu. Zagor’un Diyarbakır Cezaevinde oldDediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. uğunu duymuştum o sıra. Bi gece bi büyükle ama asıl Zagor’a kesikmiş. Zagor’da kaftiden içerde eve geldim, hepsini içtim. Zurnayım tabii..Bi ara o sıra. Bi gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın gözümü açıp baktım. Karlı dağlar geçiyo, bir daha açtım, önünden. Yazıldım peşine. Tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; başımda bi çocuk, kalk abi, Diyarbakır’a geldik diyo. Baktım, saminibüs otobüs, geldik Sağmalcılar’a; benim içimde bi sıkıntı. hiden Diyarbakır’dayım. Bi soruşturma..Kale Mahallesi vardır İşi anladım tabii, zagor’u ziyarete gidiyo. Bi tuhaf oldum, piçi oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? Görünce de kıskandım. Uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara Zahiç şaşırmadı. Hiçbir şey demedik. O gece oturup düşündüm. gor içerden çıktı. Sonra bi duyduk; kaçmış bunlar. Altı ay mı Oğlum Bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. İsyan etbi sene mi, kayıp. Hep rüyalarıma girerdi orospu. O gün dükmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü kana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldşimdi. O gün bugün usul usul yürüyorum işte... “ um. Sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş Zagor. Biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. Karakolda beş gün beş gece işkence buna. Arkadaşlarının öcünü alıyorlar. Kaltağa da öyle..Önce

PUXA VIDA!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.