BETONART 32

Page 1

32 | 2012 771304 494000 0 1

I SS N : 1 3 0 4 - 49 4 X 11 TL ISSN 1304-494X

www.betonart.com.tr

9

Beton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design 32 | KIŞ WINTER 2012 | SPBR | ADRIÁN VILLAR ROJAS | NSMH

DEĞİŞİM CHANGE


abone olun

tıklayın

paylaşın iletişiminiz sürekli olsun

3 ayda bir değil 7/24 www.betonart.com.tr



Sahibi (TÇMB Adına) | Mustafa Güçlü Yayın Koordinatörü | Handan Kırımtay Sorumlu Yazı İşleri Müdürü | Banu Binat Yayın Kurulu | Burak Altınışık, Nil Aynalı, Banu Binat, Deniz Güner, Pınar Gökbayrak, Saitali Köknar, Zekiye Nazlı, Neslihan Şık Danışma Kurulu | İhsan Bilgin, Cem İlhan, Önder Kırca, Nevzat Sayın Editörler | İdil Erkol, Neslihan Şık Tasarım | Erkan Nazlı, Zekiye Nazlı Teknik Uygulama | Kenan Öztürk Redaksiyon | Bahar Siber Kapak Fotoğrafı | Jotateam, www.jotateam.com Yayına Hazırlama | Binat İletişim & Danışmanlık Yayın İdare Merkezi | Süleyman Seba Cad. Maçka Meydan Sok. Arzu Apt. No:28/1 Valideçeşme 34357 Beşiktaş İstanbul info@binatdanismanlik.com www.binatdanismanlik.com T: 0 212 259 90 79 F: 0 212 259 16 46 web: www.betonart.com.tr e-posta: info@betonart.com.tr abonelik: abone@betonart.com.tr www.facebook.com/BetonartDergi @BetonartDergi Reklam & Pazarlama | Rabia Alga, Antexpo Fahrettin Kerim Gökay Cad. No:71 Ortaklar İş Merkezi D: 38 Hasanpaşa 34722 Kadıköy İstanbul www.antexpo.net info@antexpo.net T: 0 216 541 03 90 F: 0 216 541 03 89 Matbaa | Ofset Yapımevi Şair Sokak, No:4 Çağlayan Mah. Kağıthane 34410 İstanbul T: 0 212 295 86 01 ISSN: 1304-494X Üç ayda bir yayımlanır. Yurtiçi Ücreti: 11 TL/sayı Abonelik: 4 sayı 37 TL. (kargo ücretsizdir) Online Satış | www.betonart.com.tr www.rob389.com Robinson Crusoe Kitabevi Web Sitesi

BETONART’ta yayınlanan yazılardan alıntı yapmak, kaynak belirtmek koşuluyla serbesttir. Yazılardaki düşünceler yazarlarına ait olup BETONART Dergisi’ni bağlamaz. Reklamlar reklam verenin sorumluluğundadır. BETONART Dergisi reklamlarda verilen bilgilerden dolayı sorumlu tutulamaz.

tema

Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği (TÇMB) Yayını


çünkü BETONART değişiyor! Doğada her şey her an değişiyor. Değişmemek imkânsız, değişime direnmek ise hiç gerçekçi değil. Son yıllarda peşinden koştuğumuz sürdürülebilirlik kavramı da değişimden geçmiyor mu? Teknolojideki gelişim, hayatımızı etkileyen hızlı değişimlere, bilim dünyasında yeni kabullere sahne oluyor ve bizler bu hızlı değişime tanıklık ediyoruz. Yeni kabullerden biri sayabileceğimiz “maksimum enformasyon prensibi” değişimin sebebini çok güzel özetliyor: “Tüm canlılar ve canlıları oluşturan parçacıklar, değişen koşullara uyum sağlamak amacıyla varlıkların çevrelerini algılayıp, kendilerini bu koşullara uyumlu hale sokabilmeleri için gerekli bilgiyi oluşturma dürtüsü taşırlar.” BETONART işte tam da bu dürtüyle hareket ediyor. Değişen yayıncılık anlayışını yakalıyor, geleneksel bir yayın interaktif özelliklere kavuşuyor, dijitali ve sosyal medyayı kucaklıyor... Mimarların, tasarımcıların değişen beklentisini karşılıyor, binaların, duvarların dışına çıkıyor, yeni disiplinleri kapsıyor... Doğaya karşı değişen sorumluluk anlayışımızı yakalıyor; doğru tasarımla tükenen kaynakları korumanın, bozulan dengeleri tekrar kurmanın mümkün olduğuna inanıyor... Malzemeler değişip performansları artarken, BETONART malzemenin yaşam döngüsüne bakmayı, malzemenin sınırlarını anlatmayı, teknoloji ve uygulamaya dair bilgiyi paylaşmayı amaçlıyor... Yeni yayın anlayışımızı oluşturan yayın kurulumuz Burak Altınışık, Nil Aynalı, Banu Binat, Deniz Güner, Pınar Gökbayrak, Saitali Köknar, Zekiye Nazlı, Neslihan Şık’tan oluşuyor. BETONART bu sayıdan itibaren tematik bir dergiye dönüşüyor ve her sayı başka bir konuk editörün küratörlüğünde baştan yorumlanacak. Bu sayıda fikirlerine değer verdiğimiz 13 kişi değişimi kendi pencerelerinden yorumladı. Değişime biz de yeni tasarımımızla merhaba diyoruz. Banu Binat

değişim | tema | 3


Mutluluk Fabrikları

Fabrika

Sergi

Sergi

20

68 70

Yayın Tanıtımı

72 | değişim | haberler

Le Corbusier’nin Marsilya Bloğu büyük tehlike geçirdi

66

Genç mimarların Taksim’i kurtarma operasyonu

14

THBB 2012 Mimarlık Ödülleri

8

Beton, Mimarlık ve Tasarım konularında kitap, dergi, web sitesi, blog ve aplikasyolar

İpekyol Tekstil Fabrikası’nı konu alan bir sergi yapma teklifi 2011 yılının başlarında Milli Reasürans Sanat Galerisi’nden geldi. O dönemde yapı Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanmış olması sebebiyle oldukça gündemdeydi; popüler medyada geniş yankı bulmuş, adından çokça söz ettirmişti.

Fabrika Nil Aynalı

“Yaşadığımız çağ arzularımızın programlanıp yönlendirilebildiği, memnuniyet derecemizin nabzının tutulduğu, niyetlerimizin rakamlara vurulduğu, iç dünyalarımızın istatistiklere dönüştürülerek ölçülebilir olduğuna ikna olduğumuz bir çağ.”

Üretim bandından gelen mutluluk Şebnem Şoher

Le Corbusier’in Marsily Büyük Tehlike geçirdi Türkiye, 2011 yılında, nanoteknoloji içeren malzeme ve ürünlerin araştırılması, geliştirilmesi ve uygulamaya konulması için gerekli çalışmaların yapılabileceği bir yapı kazandı.

Sabancı Üniversitesi nanoteknoloji araştırma ve uygulama merkezi Özgür Bezgin | Orhan Manzak

SPBR’nin kurucu mimarı Angelo Bucci ile ofisinde buluşuyoruz. Angelo ile ofisin diğer yedi mimarı 3 x 12 m boyutlarındaki büyük masada beraber çalışıyorlar.

Angelo Bucci ile yarı mağara, yarı uzay gemileri üzerine sohbet

Mimarlıkta da, diğer birçok üretim alanında olduğu gibi bazı genelgeçer kabuller, konvansiyonlar vardır. Mimarlık tarihi ise o kabulleri aşan, dönüştüren yapılar üzerinden yazılır.

Ağaçların içinde konvansiyonların dışında bir ev Sevgi Türkkan

Mimarlık ne salt bir inşa, ne de bir iskân değil, belki de daha çok bir halin, bir oluşun bütünselliği ve bu oluşun bütün imkânlarıdır.

(iç(iç)ç)e* Hakan Tüzün Şengün

farklı malzemelerle birlikteliğini mi

ri tasarım kaygısı ile yorumlayan, ya

ma geçiren mimarları ödüllendirm hazırlanıyor. Değerlendirme, yapı, y

Carapicuiba evi Ubatuba evi Angelo Bucci [Sunum]

SPBR SPBR Röportaj Nanoteknoloji Merkezi

24

Brüt betonun en iyi kullanım örnekl silya Bloğu 9 Şubat’ta çıkan büyük

rol altına alınabilen yangın 360 bir dairede çıkmış. Isıtma sisteminden

birimi tamamen kullanılamaz hale g gın söndürme çalışmalarından cidd

Marsilya’da 40’lı yılların sonlarında şırhane, kreş, yüzme havuzu, spor s kent projesi la Cité Radieuse (Işıld birimden (lojmandan) oluşuyor. Bu 1942’den 1948’e kadar açıkladığı ora Haberler lanıldığı yer. Modern mimarlık mira öğretmen ve mimarlar yaşıyor, 19 b

72


ima-

lin Hadi, Durmuş Dilekçi, Boran Ekinci,

aşa-

Özgür Bingöl, Sema Özsaruhan’dan

meye yapı

oluşuyor. Bilgi ve başvuru formları için: www.thbb.org

danı istinat duvarları, dalış rampaları ve tünelleri ile dönüşecek. Gezi yok olacak, kışla yeniden inşa edilecek, ağaçlar

kesilecek. Kamuoyunda harika bir ge-

lişme olarak lanse edilen bu projenin ne

kadar yanlış olduğunu gören profesyoneller ve uzmanlar halka her fırsatta

seslerini duyurmaya çalışıyor. Bu kararı Adrián Villar Rojas protesto için eylemler yapılıyor.

Monolit

Değişim

NSMH

Serbest Yorumlar

Sanat

Prof. Fritz Wotruba Sadelik güzel ve mutluluk verici olabilir Şevki Pekin

Geçen sene 54. Venedik Bienali’nde, Arsenale’de odadan odaya geçerek farklı ülkelerin pavyonlarını izliyordum. Bu odalardan birinde karşıma çıkan beton heykeller nefes kesiciydi.

Heybet ile gelen yokoluş diğer bir bakış açısı ile sürekli değişim, dönüşüm Seçil Yaylalı

Taksim’de öngörülen plan değişikliğini onayladı. Bu projeye göre Taksim mey-

Malum, iyi mimari yaratmak için mimar olmaya gerek yok. 20. yüzyılın mimari gelişimini şekillendirmiş iki önemli isim, Le Corbusier ve Mies van der Rohe’nin alışılmış mimarlık eğitimleri olamamış.

4 Ocak’ta 2. No. lu Koruma Kurulu Alişan Çırakoğlu, Cem İlhan, Bülent Erkmen, Burak Altınışık, Mert Eyiler, Deniz Güner, Sait Ali Köknar, Akın Nalça Yelta Köm, Boğaçhan Dündaralp, Kerem Piker, Metehan Özcan, Erkan Nazlı

Ofis yapısı, İstanbul Çevre Yolu’na paralel konumlanan dar ve uzun bir parsel boyunca uzanıyor. Oldukça büyük bir kütleye sahip yapı, dışarıdan bakıldığında iç mekânda barındırdığı zenginliklerle ilgili hiçbir ipucu vermiyor. Sessiz ve dingin...

Monolit İdil Erkol

ya Bloğu

Prof. Fritz Wotruba Sanat

Taksim’in yayalaştırma çalışmasının gerçekte nasıl bir proje olduğunu anlatmak için mimarlık öğrencileri ve genç mimarlardan oluşan Kayıtdışı Grubu da Taksim’de şaşırtıcı eylemler yapıyor, amaç toplumda bu konuda farkındalık yaratmak ve Taksim Projesine yönelik tepkiyi daha geniş bir kitleye yaymak. Kentsel aktivist grup aldıkları tepkileri tepkisizlik olarak tanımlıyor. Yayalaştırma projesinden sonra Taksim’e gi-

28

35

lerinden diyebileceğimiz Le Cor-busier’in Marbir yangında zarar gördü. 12 saat içinde kont-

rilecek kapılardan birini temsili olarak kartondan yapan grup herkesin dar ka-

rimden oluşan bloğun 2. katında bir dubleks n kaynaklanan yangında 8 konut birimi, 4 otel

pıdan hiç şaşırmadan ve sorgulamadan geçip gitmesi karşısında yeni eylem şe-

gelirken 35 kadar birim de dumandan ve yan-

killeri geliştirip birebir meydandan geçen insanlara projeyi anlatma yolunu da denemişler. Aynı zamanda sosyal medyada da sürdürülen kampanyanın etki alanı giderek büyüyor.

di zarar görmüş.

Fritz Wotruba

Summary

Kayıtdışı etkinliklerini izlemek için: www.vimeo.com/ kayitdisi

Adrián Villar Rojas

79

Ortadoğu Automotive Headquarters

Two Houses by SPBR + Interview with Angelo Bucci

Adrián Villar Rojas Seçil Yaylalı Heykellerin üretim yöntemi

Nanoteknoloji Merkezi [Sunum] üretim süreci Özgür Bezgin

73

Sabancı University Nanotechnology Research and Application Centre

tasarlanan; içinde çarşı, yemek salonu, çamasalonu gibi kolektif mekânları olan dikey bahçe dayan Kent) sekiz çift düzeye dağıtılmış 360 u geniş yapı aynı zamanda, Le Corbusier’nin antı hesapları sistemi olan “Modülör”un ilk kulTeknik Sayfalar English ası olarak koruma altındaki binada genellikle birim ise otel olarak işletiliyor.

56

62




(iç(iç)ç)e* Suya giden adam meselâ eğri tutsa; güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir. Turgut Uyar Dünyanın En Güzel Arabistanı, 1959

Hakan Tüzün Şengün | Mimarlık ne salt bir inşa, ne de bir iskân değil, belki de daha çok bir halin, bir oluşun bütünselliği ve bu oluşun bütün imkânlarıdır. Mimari yapı bu imkânların bir manzumesidir. Turgut Uyar’ın Çokluk Senindir şiirinden alınmış yukarıdaki iki satırda ifade edildiği gibi Uyar’ın zihnindeki resimde sunulan armağan; her ne kadar güneşle ve suyla güzelleşir, ışığın sudaki yansımalarıyla cazibelenirse de, belki bir o kadar da suya giden adam ve onun omzundaki eğrilikle tamamlanır. 8 | değişim | proje

Algımız o halin bütünselliğine ve o oluşun bütün imkânlarına yönelir, ancak böylelikle mimarlık insanda ve onun yapıp etmelerinin doğaya eklenme hallerinde karşımıza çıkar ve güzellik, doğaya atılmış insanın doğaya katılma biçimlerinde -hemen orada, o aralıktabize görünür. Heidegger’in ifade ettiği biçimde, inşa ancak böylelikle iskân0 -barınma, sakinlik, huzur ve esirgenmiş olma- olur. Eski bauen sözcüğü insan iskân olduğu kadarıyla vardır der, ne var ki, bauen aynı zamanda gözetmek, aziz


proje | değişim | 9


10 | değişim | proje


tutmak, üzerine titremek, bilhassa toprağı sürmek bağı işlemek de demektir. Doğaya eklemlenen insan ikâmetini bu bütünlük üzerine inşa eder. İnşa etmek kökeninde aslen iskân etmektir. Gökyüzü ve güneşin altında gelişen ve büyüyen şeyleri gözeten bir inşa ile yeryüzünde yerleşmek, ancak mimari yapı ile mümkün olur. Mimari yapı doğa ve insan arasında ontolojik bir sarılmadır ve bir kesişimdir. Bu kesişme ve birbirine yönelmişlik ile yapı, aynı bir sarkacın salınımlarında olduğu gibi varoluşunu bize bir içiçelik olarak sunar. Carapicuiba Evi’nin bize verdiği, öncelikle bu içiçelik durumudur.

)..( 1907’de Le Corbusier elinde Ruskin’e ait Floransa Sabahları1 adlı kitabıyla çıktığı mimari çalışma gezisi ardından, Certosa di Val d’Ema Manastırı2 eskizleri üzerine aldığı notlarda, mimarlığın temel algısının yapının içinden geçilerek, yürünmesi (walk-through) ve katedilmesi (traversed) ile mümkün olduğunu söyler. Le Corbusier architectural promenade fikrinin ilk kez filizlendiği bu gezide mimari yapının algısı için mimari bir yürüyüşün gerekliliğini öne sürer ve mimari yapının çevresiyle kurduğu ilişkide içte ve dışta katedilmesi gereken sürekliliğin kurulmasının öneminden ve mimari yapının tüm öğeleriyle bu sürekliliğe hizmet etmesinin gerekliliğinden bahseder.3 Corbusier’ye göre mimari yapıda dış, için bir sonucudur. Aynı biçimde için varlığı da dışın algısına bağlı olarak oluşur. Mimari yapıda dış ve iç 20. yüzyılın pek çok modern yapısında -özellikle akan mekân örneklerinde- örneğin hem Kahn, hem Mies’in pek çok yapısında bir bütünlük olarak düşünülmüştür ve büyük ölçüde zemin kotun farklı kotlardaki süreklilikleri üzerine kurulmuştur. Buna karşılık, Villa Savoye’da Corbusier bu sürekliliği, serbest plan düzeninde yapı içinde bir yolculuk ve mimari bir yürüyüş olarak kurmuştur. Rampalar ve açık teraslar ile kurgulanmış bir yapı olarak Villa Savoye içte ve

dışta katedilmesi gereken bir yapıdır. Yapı böylelikle sinematografik bir algı ile harekete bağlı olarak kavranır. Villa Savoye’dan farklı olarak, Carapicuiba Evi’nde akan mekân, yapının bize sunduğu vistalar ve görüşümüzün katettiği mekânlarda kendini gösterir. İki istinâd duvarı arasında gerek kolonlara oturtulmuş döşemeler, gerek kirişlere asılı şeffaf mekânlar, gerekse hafif çelik köprülerde, Carapicuiba Evi gözün katettiği çeperlerde sıradışı bir süreklilik ve bütünsellik duygusu verir.

(..) Doğal olan ile inşai olanın içiçeliği, yanyanalık, girişim ve kesişmelerle inşa ettiğimiz yapının bize verdiği imkânlara tanıklığımız ve hayatımızın doğal birer parçası haline gelen bu karşılaşmaların önümüze serdiği bu dünya bize mimariyi verir. Dışarıdan içeriye katedildiğinde, Carapicuiba Evi hem en, hem boy kesitte, yapının ürettiği konstrüktif algı ile yaşama hallerini harman eder, onları bize olduğu gibi sunar. Örneğin, bir terastan diğerine geçişin iki ucunda heybetli iki beton kolon vardır. Evin mekânsal bütünlüğü içinde hemen hemen her kotta varolan bu iki kolon, hiçbir yapısal elemana yanaşmaz ve tutunmaz. Apaçık bir geçişin iki ucunda öylece dururlar. Verilen parselin sınırlarını belirleyen iki heybetli duvarın arasında ezelden beri orada duran bu inatçı kolonlar temelden çatıya, parçalı yapıyı ayakta tutan iki ağaç gövdesi gibidir. Yukarıda dar çalışma mekânının içinde hiç çekinmeden belirirler. Yapıyı plan ve kesit düzlemlerinde ele aldığınızda kolay ikna olamayacağınız bu iki kolon; evi kendi tarif ettiği ölçekte kavrayan, onu bir iç ve dış mekânlar sürekliliği olarak gören tasarımcının gözünden kavradığınızda aslında tam da olmaları gereken yerdedir. İç ve dış arasındaki bu nedensiz gibi görünen inşa edilmiş gerçekliği hayat ölçeği ile buluşturan ve tanımlayan bu kolonlardır. Evde hayat adeta onlarla ölçeklenir, bu parsel içinde teraslar, köprüler ve merdivenler proje | değişim | 11


12 | değişim | proje


-yatayda ve düşeyde- bize evin bu parsel içindeki hayatının bu bütünlükle mümkün olduğunu söyler.

* Chiasme – Göz ve Tin, Maurice Merlau Ponty, 0 Building Dwelling Thinking (Bauen Wohnen Denken); Martin Heidegger, Harper Colophon Books, New York, 1971.

Yağmur yağdığında ilk gördüğümüz, camdaki damlalar ve bahçedeki yeşilin tonudur. Ne pencere pervazı, ne doğrama kanadı içinde yaşadığımız mekânın parçaları değildir ve yaşam kendini aslında parsel sınırlarındaki iki duvar arasında konumlandırmıştır.

1. The Mornings in Florence, John Ruskin, 1876. 2. Floransa’nın birkaç mil batısında Porta Romana bölgesinde bir Carthusian manastırı. 3. Bir Mimarlığa Doğru (Vers une Architecture) Le Corbusier, YKY, İstanbul, 1999.

.. Carapicuiba Evi’nde dolu ve masif kapılar ve kayıtsız cam duvarlar, olağan bir süreklilik duygusuyla içiçedir. İnşa, böylelikle kendiliğinden iskân ettiğiyle ve kurduğu imkânlar ile varolur. Ev, iç ve dışın bütünselliğinde adeta kabuğunu yok eder.

Evin video görüntüleri için: www.vimeopro.com/ betonart/spbr

| Carapicuíba Evi Mimari Tasarım | SPBR Mimarlık Proje Sorumlusu | Alvaro Puntoni, Angelo Bucci

Carapicuiba Evi, bu anlamda, beşeri olan ve doğal olan arasında bir bütünlüktür ve kendi kapalılığı içinde bir açılış olarak her fırsatta bize görünen içi tamamlayan bir dış ve dışı tamamlayan bir iç sunar. Afili tektonik ifadeleri aşan, inşanın kusurlu doğası ile anlam ve karakter kazanan yapı, gündelik hayatın öte berisini saklamadan gizlemeden kapsayıcı bir iskânı bütün imkânları ile önümüze serer. | Y. Mimar

Proje Ekibi | Ciro Miguel, Fernando Bizarri, Juliana Braga Konum | Carapicuíba, Sao Paulo, Brezilya İnşaat Mühendisi | Ibsen Puleo Uvo, Ruy Bentes Peyzaj Mimarı | Klara Kaiser İnşaat Alanı | 415 m2 Tasarım yılı | 2003 İnşaat yılı | 2008 Fotoğraflar | Nelson Kon, Sevgi Türkkan

proje | değişim | 13


Ağaçların içinde konvansiyonların dışında

Sevgi Türkkan | Mimarlıkta da, diğer birçok üretim alanında olduğu gibi bazı genelgeçer kabuller, konvansiyonlar vardır. Mimarlık tarihi ise o kabulleri aşan, dönüştüren yapılar üzerinden yazılır. Bazı yapılar genel kabulleri aşmak adına koşulları zorlar, daha fazlasını yapmayı amaçlar. Bazılarıysa gündelik hayatın içinden, en pratik, en yalın, en doğrudan haliyle tabuları yıkar, mimarlık bilgisini dönüştürür.

14 | değişim | proje

Ubatuba evi, bu anlamda karmaşık, çok katmanlı bir uzay gemisi görünümüne rağmen son derece sadeleştirilmiş bir yaklaşımın ürünü. Bu yalınlık mertebesine ulaşmak, alışılagelmiş birçok yapı elemanına, iç ile dışı ayıran kabuğa, mekânsal kullanım alışkanlıklarına ve en temel bileşen olan taşıyıcı sisteme eski reflekslerden arınmış, taze bir bakışla, yeniden bakmayı gerektiriyor. SPBR ofisinin mimari üretime genel yaklaşımını bu şekilde tarif etmek mümkün. Ubatuba evi, 70’li yaşlarındaki São Paulo’lu çiftin önce yaz aylarında, emekli olduktan sonra da yaz-kış yaşamaları için tasarlanmış. Eve adını veren Ubatuba şehri, 3,5 saat uzaklıktaki São Paulo`nun yoğun yapılaşmasından sıyrılıp, Brezilya’nın tropik bitki örtüsünü, kumsalı ve güneşini hatırlamak isteyen birçok kentlinin öncelikle tercih ettiği sahil kasabalarından biri. Kısa zamanda dergi ve film çekimlerine malzeme olmuş bu meşhur evi gezmeye SPBR ofisinden Ciro Miguel ve ofisin kurucu mimarı Angelo Bucci ile beraber gidiyoruz. Ev sahibi yok ama evde yaşayan bakıcı aile bize ev sahipliği yapıyor.

bir ev

55x16 m boyutlarındaki arazinin alt sınırını Tenório plajı, üst sınırını ise 28 m daha yüksekte bulunan ve girişi belirleyen araç yolu tanımlıyor. Denize doğru % 50 eğimli arazinin hem keskin topoğrafik yapısı hem de üzerindeki tropik ağaçların yasalarla koruma altına


proje | değişim | 15


16 | değişim | proje


alınmış olması, tasarımın ana fikrini belirlemiş. SPBR ofisindekilerin aktardığına göre işveren çift de hayallerindeki evi tarif ederken “ağaç ev”lerden bahsediyormuş. Bu da onları hem zemine en az noktadan değecek, hem manzaraya hâkim olacak, hem de istenen hacimleri elde edebilecek bir stratejiye yönlendirmiş. Eve yol ile aynı kotta olan çatısından giriyoruz. Üzerinde yürüdüğümüz düzlükte bir adet yüzme havuzu, dengeleme havuzları, güneşlenme alanları ve bunları bağlayan köprüler ile kumsal-deniz-topoğrafya üçlüsünün oluşturduğu etkileyici manzara var. Evin geri kalanı ise bu düzlüğün altında, farklı kotlara asılı olan döşemeler ve bütün bu yükleri zemine aktaran 3 adet kolondan oluşuyor. Girişteki düzlükten yarım kat aşağı inerek ulaştığımız ilk platformda evin en çok kullanılan, muhteşem manzaralı verandasına ulaşıyoruz. Manzaraya ve çevresine açık bu verandanın aşırı güneşli veya fırtınalı durumlara karşı basit mekanik bir sistemle inip kalkan ahşap bir kepengi var. Buradan yine açık bir merdivenle yarım kat inerek sayılı kapalı hacimlerden birine ulaşıyoruz. Fakat bu ‘kapalı’ yaşam alanında içerideki hava dışarıdakiyle aynı, çünkü cam yüzeyler metal taşıyıcılar aracılığıyla beton döşemeden 4 cm uzakta duruyor. Yani bu hacimler yağmur ve sert rüzgârlara karşı kapalı ama hava akımı ve gün ışığına açık. Detaylar yağmurun suyunu dışarıda bırakıp sesini, kokusunu ve getirdiği taze havayı içeri alıyor. Brezilya genel olarak ılıman bir iklime sahip. En soğuk havada bile kalın giysilerle idare etmenin mümkün olduğu evlerde ısıtma sistemi bulunmuyor. Dolayısıyla içerideki ile dışarıdaki havayı ayrıştırmanın Avrupa’dan miras edinilmiş eski bir alışkanlık olmanın ötesinde bir anlamı yok. Mimar Angelo Bucci dışarıdaki havanın evin içinde serbestçe hareket edebilmesinin düşünülenin tersine büyük bir avantaj olduğunu söylüyor. Buna rağmen Brezilya’daki çoğu yapının geleneksel doğrama detayları ve geçirimsiz kabuklarla sıkı sıkıya kaplanıyor olması, konvansiyonların gücünü bir kez daha hatırlatıyor. Evin esas işlevsel hacimlerini barındıran iki katlı, iki bağımsız kütlenin ortak noktası, yukarıdaki aynı paralel kirişlere çelik çubuklarla proje | değişim | 17


asılıyor olmaları. Bu asılı kütlelerin üst katlarında yeme-içme ve yaşam alanları, alt katlarında yatak odaları ve bağlantılı ıslak hacimler bulunuyor. Üst kattaki geçirimli-kapalı bir hacim olan salon ve mutfak, açık bir köprü ile sadece üzeri örtülü olan barbekü alanına bağlanıyor. Bu kotta yukarı bakınca gördüğümüz, paralel kirişleri birbirine bağlayan ve yükleri kolona aktaran V şeklindeki ters kiriş, aslında eve yukarıdan girerken gördüğümüz yüzme havuzunun ta kendisi. Bütün bu yükleri zemine aktaran kolon ise, aynı zamanda aşağıya inen merdivenin taşıyıcısı. Yani gördüğünüz hemen her yapısal eleman taşıyıcılığın ötesinde en az bir işleve daha sahip. Hem program, hem malzeme hem de taşıyıcılık anlamında sadeleştirilmiş bu sistemde yeterince işlevli olmayan elemanlara zaten baştan yer verilmemiş. Başlangıçta üç beton kolonun üzerine oturan ve diğer her şeyin asılı olduğu iki dev kirişin çelik olması düşünülmüş. Böylelikle zemin için gerekli kalıplar da bu kirişlere asılarak inşaat yukarıdan aşağıya doğru yapılacakmış. Fakat o boyuttaki çelik kirişlerin Ubatuba’ya getirilmesi ve yerine yerleştirmesinin maliyeti düşünülenin çok üzerinde çıkınca, yine betonda karar kılınmış. % 50 eğimde, yerden 20-25 m yükseklikte kalıp kurup beton dökmenin tüm zorluklarına rağmen, Brezilya’daki beton işçiliğindeki gelişmişlik sayesinde, durum ustaca ve üstelik daha düşük maliyetle kotarılmış. Angelo’nun aktardığına göre, son durumda hem inşaat mühendisi hem işçiler hem de işveren sonuçtan memnun kalmış. Angelo Bucci bu projenin yapılabilmesini sağlayan iki şeyin altını çiziyor: biri inşaat mühendisi İbsen Puleo Uvo ile projelerdeki alışılmış ötesi diyaloğu, diğeri ise Riberao Preto’daki ev. “Yüksekliği çok daha az olmasına rağmen ‘kolonlara asılı zeminler’ fikrini ilk önce Riberao Preto’da denedik. Oradaki tecrübe olmasaydı bu ev yapılamazdı” diyor. Bir de işçilerin beton ile üretime hâkimiyetlerini eklemeyi unutmuyor: “Kalıplar sökülürken inşaat işçileri o kadar gurur duydu ki...” SPBR evlerinin neredeyse tamamı özel üretim detaylara sahip. Angelo, Ubatuba evi için ilk başta rüzgâra dayanıklı, hazır cam doğramalara baktığını ama sonuçta hiçbiri içine sinmediği için kendi tasarladığı rüzgâr dayanımı artırılmış ahşap-cam sistemden bahsediyor. 18 | değişim | proje


Döşemeden 4 cm uzakta duran cam yüzeyler düşeyde hem gölge sağlayan hem de açılıp kapanabilen ahşap paneller ile bölünürken, yatayda da ahşap korkuluk ile desteklenerek rüzgâra karşı direnen yüzey alanı azaltılıyor. Tüm bu işlevsellik ve verimlilik arayışları, ince ince hesaplanmış ve özel üretilmiş detaylar, mekânı teknik yeterliliklerle boğmanın aksine, güzellik tanımı üzerine düşündürtecek derecede yalın bir dil türetiyor. Basitlik anlamında değil, yüksek tasarım zekâsı ve hassasiyetinin ürettiği bir yalınlıktan bahsediyorum.

Kumsala doğru zigzaglar çizerek ilerlerken, ara ara dönüp geride kalan eve bakıyoruz. Az önce altında durduğumuz dev kolonlar ağaç gövdelerinin arasına karışıp kayboluyor. | İTÜ Mimarlık Fakültesi, Ar. Gör.

Evin video görüntüleri için: www.vimeopro.com/ betonart/spbr

| Ubatuba Evi

Döşemelerin yukarıdaki kirişlere asılı olmaları, zemine değmemenin ötesinde, döşemelerin incelebilmesine imkân tanıyan bir özellik. Böylelikle açık ve yarı açık platformlar arasında aşağı yukarı gezinirken manzaranız kalın döşemeler tarafından kesilmiyor. Hafiflik hissi, ev içindeki gezinti boyunca sizi bırakmıyor.

Mimari Tasarım | SPBR Mimarlık Proje Sorumlusu | Angelo Bucci Proje Ekibi | Ciro Miguel, Juliana Braga, João Paulo Meirelles de Faria, Flávia Parodi Costa, Tatiana Ozzetti, Lucas Nobre, Nilton Suenaga Konum | Ubatuba, Brezilya İşveren | Antônio Carlos Onofre / Regina Silveira Onofre İnşaat Mühendisi | Ibsen Puleo Uvo

Fakat evin gerçek cüssesini kavramak ve içinde düzlemden düzleme hafifçe gezindiğiniz yapının aslında dev bir uzay gemisi olduğunu fark etmek için merdivenle en aşağıya, bahçe kotuna kadar inmeniz gerekli. Havada boylu boyunca asılı duran dev beton zeminin altında dururken inşaat mühendisinin işini doğru yaptığına güvenesiniz geliyor.

Peyzaj Mimarı | Raul Pereira Aydınlatma tasarımı | Ricardo Heder Uygulama | Bremenkamp Engenharia e Construção Ltd. Toplam zemin alan | 340 m2 Tasarım yılı | 2005-2006 İnşaat yılı | 2007-2009 Fotoğraflar | Nelson Kom

proje | değişim | 19


An gelo Bucci ile yarı mağara, yarı uzay gemileri üzerine

sohbet SPBR’nin kurucu mimarı Angelo Bucci ile ofisinde buluşuyoruz. Angelo ile ofisin diğer yedi mimarı 3 x 12 m boyutlarındaki büyük masada beraber çalışıyorlar. Masaya paralel uzanan, bolca kitap ve maketi barındıran kütüphanenin üzerine monte edilmiş kayar kara tahtalara, bu ortak üretim ortamının tartışmaları tebeşir aracılığıyla aktarılıyor. Yer kısıtlılığından değil, her şeyin açık olması istenmiş. Mühendislerle, müteahhitle, muhasebeciyle ve hatta işverenle yapılan bütün toplantılar kütüphanenin diğer yanındaki masada yapılıyor. Biz de söyleşimizi bu masada yaptık... Sevgi Türkkan | Ofisinizin adı SPBR, São Paulo Brezilya’nın kısaltması değil mi? Bu isim bulunduğunuz yeri tarif etmek dışında bir şeylere işaret ediyor mu? Angelo Bucci | Aslında bu ismin birçok sebebi var. Birincisi, ofise kendi adımı vermek istemiyordum. Çünkü mimarlık ofisleri sadece kendi çalışanları için değil, diğer tüm iş ortakları için de beraber proje geliştirilen bir yer olmalı. Bu yüzden daha soyut bir ismin bizim çalışma yöntemimize daha uygun olacağını düşündüm. SPBR soyut bir isim ama aynı zamanda da oldukça somut bir konuma işaret ediyor; São Paulo’da ve Brezilya’da olmak. Burada çalışmak, proje üretmek... Bunların da isim seçiminde yeri olduğunu düşünmüştüm. Kesinlikle doğru. Bu da önemli bir sebep elbette. Bizim ofiste bir gelenek var; projelere işverenin değil, yerinin adını veriyoruz. Brezilya genelinde böyle bir gelenek var. Çünkü bu yaklaşımda esas odak noktası mimarlığın ken20 | değişim | röportaj

disi. Bu benim için kişisel olarak da ilginç bir yaklaşım. Ben São Paulo’da doğmadım ama buradan çok şey öğrendim. Belki bu noktada São Paulo üzerine yaptığınız incelemelerden derlediğiniz kitabınızdan* bahsedebilirsiniz. São Paulo’dan edinimlerinizin tasarım yaklaşımınızla nasıl bir ilişkisi var? Kesin olan bir şey var ki, sonuçta mimarlığı yine mimarlık üzerinden öğreniyoruz. Ve şehirler, özellikle de SP gibi kentsel zenginlikleri olan şehirler bu anlamda bir mimarlık bilgi bankası gibi işliyor. Ben doğduğum küçük bir kasabadan São Paulo’ya 1983 yılında mimarlık okumaya geldim. Dolayısıyla böyle bir şehre gelmek elbette hayatımda büyük değişimlere sebep oldu. En çok da Vilanova Artigas tarafından 1969’da tasarlanmış, meşhur FAU USP (São Paulo Üniversitesi Mimarlık Fakültesi) binasında okumak inanılmaz etkileyici bir deneyimdi. Derslerin yanı sıra binanın kendisinden çok şey öğreniyordum. Her ne kadar Artigas’ın kendisiyle hiç tanışmamış olsam da…(1) Ama o yıllarda Vilanova Artigas Mimarlık Fakültesi’nde yeniden öğretim görevine dönmemiş miydi? (Artigas, siyasi duruşu dolayısıyla diktatörlük döneminde okuldan uzaklaştırılmıştı.) Evet, okuldaydı, ancak benim okula başladığımın ertesi yılı vefat etti. Kendisini tanıma fırsatım olmadı, ama tasarladığı ve içinde okuduğumuz binanın mimarisi öğrenme sürecimde o kadar büyük bir rol oynadı ki, kendisini hocam olmuş sayıyorum. Bu deneyim bana aynı zamanda şehrin kendisinden de öğrenilecek çok şey olduğunu


gösterdi. Tezimde “Anhangabau” bölgesi üzerine çalışmaya karar verdim, çünkü şehrin tam göbeğinde yer alıyordu ve kentsel altyapıyla ilgili bütün konuları barındırıyordu. Bu tezin benim için en önemli getirilerinden biri, mimarlığın kendisini nasıl düşündüğümüz üzerine düşünmek oldu. Kentin içinde bir köprü inşa etmek ne demekti? Kentteki en önemli yapısal eleman neydi? Coğrafya bu yapıların üretilmesinde nasıl bir rol oynuyordu? Niçin en önemli caddelerden birinin adı “Güzel Manzara”ydı (Boa Vista) ve şu anda niçin manzarası yoktu? Bu türden basit sorular, kentleşme tarihinin yapılaşma kültürümüzü nasıl şekillendirdiği üzerine düşündürtüyor. Bu kitapta kenti deneyimleme biçimimizin mimarlığı düşünme biçimimizi nasıl etkilediği üzerine düşüncelerimi, gözlemlerimi derledim. Bu deneyimlerin izlerini yapılarınızda takip edebiliyoruz; topografyanın kullanımı, farklılaşan kotlar arasında gezintiler, görsel bağlantılar, ilişkiler… Elbette, her şey birbiriyle ilişkili. Ama bazen bazı şeyleri tam da farkında olmadan yapabiliyorsunuz. Bir örnek vereyim: SP üzerine düşünüp yazarken tespit ettiğim mekânsal durumları betimlemek için kullandığım bazı tanımlar vardı: mağara şehir ve havadaki şehir. Daha sonraları bu durumları operasyonlar üzerinden tarif etmeye başladım: mağaranın içine sızmak ve havadaki şehri istila etmek gibi...(2)

Bir seferinde Arjantin’de yaptığım bir sunumdan sonra iyi bir mimarlık eleştirmeni olan Fernando Diez yanıma geldi ve şöyle dedi: “En çok etkilendiğim şey, tasarladığın evlerin yarı mağara, yarı uzay gemisi olmaları”. Ne kadar iyi betimlemiş! Evet, ne kadar keskin bir gözlem! Ben de kent üzerine aynı araçlarla düşünüyor ve yazıyordum… Ama tasarım yaparken bunları kullandığımın farkında değildim. Her ne kadar farkında olmasanız da bir şekilde etkileniyorsunuz. Burada 70’lerden itibaren São Paulo ekolü diye bahsedilen, özellikle beton strüktürlerin taşıyıcılık ötesinde birden çok anlam ve görev üstlendiği bir tasarım yaklaşımı var. Siz de bu anlamda kendinizi bu ekolden sayıyor musunuz? Sizin için strüktür ve beton ne ifade ediyor? Evet, böyle bir ekol var ve ben de hem FAU binasının kendisinden hem de bu ekoldeki önemli hocalardan çok şey öğrendim. Dediğiniz gibi, benim için strüktürün birden çok görev üstleniyor olması çok önemli. Bence herhangi bir şeyi yapmak için birden çok sebebinin olması güzel. Bu benim projelerde hep yapmaya çalıştığım bir şey, çünkü sonuçta öneriniz birden çok kriteri birden karşılamalı. Bu sadece strüktür için geçerli değil, ama bir projenin en şaşmaz öğesi odur. Yine FAU örneğine

röportaj | değişim | 21


dönersek, o bina aslında hiçbir zaman tam anlamıyla tamamlanmadı. Çünkü aslında bina strüktürden ibaretti. Yaklaşık kırk yıldır doğru dürüst bakım görmemiş olmasına rağmen hâlâ ayakta duruyor oluşuyla gurur duyuyoruz. Tabii, bu aslında teorik bir yaklaşım. Bütün bu konuları gündelik hayatla ilişkilendirerek de değerlendirebiliriz. Örneğin bir mimar bir mühendisle, müteahhitle veya inşaat işçisiyle nasıl iletişim kurar? Nasıl bir etkileşimleri vardır? Benim için işin kültürel tarafı daha belirleyici. Bu noktada inşaat mühendisi Ibsen Puleo Uvo ile tanıştığım için kendimi çok şanslı buluyorum. Onunla çalışmamış olsaydım, birçok projeyi bugün yaptığım şekilde yapamazdım. Bu noktada çalışma yönteminizden bahsedebilir misiniz?

1 FAU USP

22 | değişim | röportaj

Tabii. Başka cesur mühendislerle de çalıştım, ama Ibsen ile strüktür kavramını mimari tasarım kavramıyla eşzamanlı düşünebileceğimi fark ettim. Genelde bir projeye başlarken, müşteriye yapacağımız ilk sunumdan önce Ibsen’le birkaç kez konuşuyorum. Strüktür ile mimari proje birbiriyle o kadar bağlantılı ki, bir arada kavranması gerekiyor. Elbette ben strüktürle ilgili öngörülerde bulunabiliyorum. Bunu başka bir disiplinin alanını saygısızca ihlal ettiğim şeklinde de düşünmek mümkün. Ama bence aksine, ben strüktürü o kadar önemsiyorum ki ona özel itina gösteriyorum. Tabii böyle işler yapabilmek için tartışabilen, risk alan, normalden dört-beş kat fazla çalışmayı göze alan insanlar gerekiyor.

Biz de bu şekilde çalışıyoruz. Sonuçta Ubatuba, Carapicuiba, Aldeia da Serra gibi birçok projede mimarlık nerede biter, strüktür nerede başlar ayırt etmek zor. Yapabileceklerinin sınırını da belirlemek kolay değil, ama denedikçe, olasılıkları zorladıkça yeni olasılıklar açılıyor. Özellikle de beton strüktür üzerine konuşmak gerekirse, burada işçiler üretime son derece hâkim ve çok becerikliler. Demirci, kalıpçı, düz işçi projeleri kendi başlarına okuyabiliyorlar. Bu da muhteşem bir durum. Brezilya’da betonun sanki bir inşaat malzemesi olmanın ötesinde bir anlamı var gibi... Evet, ama bugün yirmi yıl öncesine göre durum daha farklı. İnsan gücü çok daha pahalı, inşaat teknikleri çok daha endüstriyelleşmiş. Böyle düşünürsek bugün çelik veya diğer yapı malzemeleri de bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Beton kullanmak ilkesel bir karar değil, ama yapı kültürümüzün yerleşik bir parçası olduğu için çoğu durumda tercih ediliyor. Binalarınızın neredeyse tamamı açık, detaylar hava akışına izin veriyor. Bu konuda bir şeyler söyleyebilir misiniz? Mimarlık kültüründe çok şeyi miras ediniyoruz. Brezilya’da özellikle Avrupa’dan çok şey miras edinmişiz. Benim dedem İtalya’da inşaat şefiydi, Brezilya’ya yerleştiğinde de ev yapıyordu. Bu bilgiyi bir şekilde buraya taşımışız. Geleneksel olarak içerisi ile dışarısının net olarak ayrıştığı, yalıtıldığı bir mimarlıktan bahsedi-


yoruz. Oysa ki burası farklı. Brezilya’nın çoğu bölgesinde binanın içi ile dışı arasında serbest hava akışı dezavantaj değil, aksine avantaj sağlıyor. Yalıtım yapmayı gerektirecek bir sebep yok. Ben sadece bunun farkına vardım. Aslında son derece basit bir düşünce ama binanın kullanımında büyük farklılığa yol açıyor. Mimarlık kültüründe, özellikle de toplumsal önyargıların çok kuvvetli olduğu Brezilya gibi ülkelerde, her şeyin ne kadar çok kaplandığını görmek şaşırtıcı. Malzemelerin, biçimlerin, her şeyin üzeri örtülüyor, en çok da önyargıyla. Bu yüzden camı olmayan bir ev yapacağım deyince insanların kulağına garip geliyor. Müşterilerimin çok özel insanlar olduklarını düşünüyorum, çünkü bu konular üzerine rahatlıkla konuşabildik.

ne kadar özen göstermeli? İşte önerinin zekâsı bu dengededir. Bütün bu meseleler birbiriyle nasıl bir etkileşim içinde çözülür? Zekâ, yapının şu ya da bu özelliğiyle ilgili değil, bütünü oluşturan parçaların ilişkileriyle ilgilidir. Bence mimarlıkta güzellik budur. Bu bizim her zaman ulaşmaya çalıştığımız hedef. (*) São Paulo, Reasons For Architecture: The Dissolution of Buildings and How To Pass Through Walls, Angelo Bucci, 2011.

Fotoğraflar | 1. Sevgi Türkkan, 2. Kitaptan taranmış kesit.

Projelerinizde ilkesel olarak önemli gördüğünüz şey nedir? Bir bina tasarlamak gibi güzel bir problemle karşı karşıyasınız. Cevabınızın da güzel olması, önerinizin ne kadar zekice olduğuyla ilgilidir. Bunun için en ekonomik, strüktürel olarak en kusursuz, programatik olarak en mükemmel şekilde çözülmüş öneriyi ararsınız. Fakat en ekonomik çözüm veya en kusursuz strüktür diye bir şey yoktur. Binaların kusurları vardır, tıpkı insanların olduğu gibi. Ve bu kusurlar aslında karakterin belirgin bir parçasını oluştururlar. Bunu normal karşılamak gerek. Fakat bir yandan da durumu kontrol altına almak mimar olarak görevinizdir. Bu durumda sorulacak soru: Bir projenin tasarlanması gereken konularının her birine ne kadar zaman ayırmalı,

röportaj | değişim | 23


Sabancı Üniversitesi

nan oteknolo j i araştırma ve uygulama merkezi Özgür Bezgin | Orhan Manzak | Türkiye, 2011 yılında, nanoteknoloji içeren malzeme ve ürünlerin araştırılması, geliştirilmesi ve uygulamaya konulması için gerekli çalışmaların yapılabileceği bir yapı kazandı. Sabancı Üniversitesi Tuzla yerleşkesinde bulunan yapı, Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi [SUNUM] ismiyle Temmuz 2011’de açıldı. SUNUM, yerinde dökme betonarme ile inşa edilen iki katlı binanın etrafında yer alan atrium bölgesini sınırlayan önüretimli betonarme dış cepheden oluşan bir yapıdır.

1

24 | değişim | proje

SUNUM, iki katlı ve yaklaşık 2.400 m2 alan üzerine kurulu bir bina ile bu binanın ön ve sağ cephesini çevreleyen ve 1.200 m2’si kapalı alandan oluşan yaklaşık 1.800 m2 toplam alan

üzerine kurulu bir atrium bölgesinden oluşmaktadır. Tasarım süreci: Yaklaşık 1.000 m2 olan 133 m uzunluğunda önüretimli cephe ile bina arasında yaklaşık 10.000 m3 engelsiz bir hacim yer almaktadır. Önüretimli cephe, atrium bölgesini kapatan çatı için taşıyıcı görevi görmekte ve aynı zamanda atrium için ısı yalıtımı ve doğal ışıklandırma sağlamakta ve binanın tanımlayıcı mimari niteliğini oluşturmaktadır. Nanoteknoloji ile üretilen malzemelerde kullanılan karbon nanotüp yapısından esinlenerek tasarlanan cephe, sınırlı mimari hacmi içerisinde cephenin mimari özelliklerinin yanında tüm yapısal ve kullanımsal özelliklerini de barındırmaktadır. Cephe, belirli bir mimari düzen ile yerleştirilen düğüm noktaları arasında yüksek


2

proje | değişim | 25


mukavemetli beton ve basınç donatı uygulaması içeren çapraz birimlere sahiptir. Bu yapısı ile narin mimari kesitler içeren cephe, tıpkı karbon atomlarının belirli bir geometrik düzen içerisinde dizilerek atomlararası bağ kurulumu ile oluşturduğu nanotüpler gibi narin ancak geometrik ve malzeme niteliklerinin sonucu mukavemetli bir yapı oluşturmaktadır.

3 4

26 | değişim | proje

Beş adet odak noktasından tanımlı iki adet yay ile tanımlanan cephenin yüksekliği 7,3 m olup, cephe alanının yaklaşık % 50’si camdan oluşmaktadır. Cepheyi oluşturan betonarme kesit eni, cephe yüzeyine dik yönde incelerek, atrium içerisine ışık geçişini artırmakta ve aynı zamanda bina içi ışığın da geceleri dışarı aktarılmasını kolaylaştırarak binanın harici cephe aydınlat-

ması olmadan görünümünü kolaylaştırmaktadır. Diğer taraftan, cephe ön-üretiminde beyaz çimento kullanımı ile cepheye, standart gri çimento ile üretime göre yaklaşık iki kat daha fazla yansıtıcılık özelliği kazandırılmıştır. Yapının yer aldığı ortamın yaz ve kış koşullarının gerektirdiği yalıtım niteliklerini sağlamak amacıyla, önüretimli cephe birimleri ısı yalıtım katmanları ile birlikte üretilmiştir. Cephe içerisinde yer alan pencerelerin çift camlı olarak kullanımı ile birlikte, pencerelerin yer aldığı betonarme cephenin de yalıtımlı olarak üretilmesi sonucu önüretimli taşıyıcı mimari atrium cephesi, TS 825 şartnamesinde belirtilen bölgesel ısı yalıtım değerini sağlamıştır. SUNUM, sahip olduğu yalıtım özelliklerinin yanı sıra,


inşasında kullanılan yöntemlerin ve malzemelerin, üretime ve inşaata harcanan enerji ve zaman bakımından verimli olmasından ötürü LEED Gold ve BREEAM onaylarını kazanmıştır. SUNUM yapısının kuruluş amacını tek başına dışa vuran mimari taşıyıcı cephenin tasarımı ve üretiminde, önüretim yönteminin sunduğu tüm yararlar yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Uygun malzemenin tasarımını ve kullanımını sağlayan fabrika ortamında denetlenen üretim koşulları altında ve hassas kalıp imalat yöntemleri ile istenen mimari şeklin gerekli yapısal nitelikleri ile üretimi mümkün olmuştur. | Dr.Müh. Yapı Merkezi Prefabrikasyon A.Ş. | CE, M.Sc

Uygulama süreci ve detaylar için bkz. s.73. Videoyu izlemek için: www.bit.ly/y4LvEO

| Sabancı Üniversitesi, Nanoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi Mimari Tasarım | Cannon Design, Boston, ABD İşveren | Sabancı Üniversitesi Cephe yüklenicisi ve önüretici | Yapı Merkezi Prefabrikasyon A.Ş. Taşıyıcı mimari cephe yapısal tasarım | Dr.Müh. Özgün Bezgin Fotoğraflar | 1,6 Engin Gerçek & Aras Kazmaoğlu, Studio Majo | 2,3,4,5 Tacettin Ulaş 5

6

proje | değişim | 27


Monolit

İdil Erkol | Birkaç ay önce, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı öğrencileri ile birlikte, Üsküdar’daki Ortadoğu Otomotiv Genel Müdürlük ve Ofis Yapısı’nı ziyaret etme fırsatını yakaladım. Yapının mimarı Nevzat Sayın ile birlikte binayı dolaşırken, bir taraftan tasarımın nasıl şekillendiğini ilk ağızdan dinledik. “Yola bitişik, ince uzun parselin içine sığabilecek en büyük yapıyı yapmaya karar verdiğimizde, doğrudan olmasa bile dolayımlı olarak brütal bir yapının kararını da vermiş olmalıyız” diyerek başladı söze Nevzat Sayın... Ofis yapısı, İstanbul Çevre Yolu’na paralel konumlanan dar ve uzun bir parsel boyunca uzanıyor. Oldukça büyük bir kütleye sahip yapı, dışarıdan bakıldığında iç mekânda ba28 | değişim | proje

rındırdığı zenginliklerle ilgili hiçbir ipucu vermiyor. Sessiz ve dingin... Hemen yanı başında, İstanbul’un ana arterlerinden birinin uğultusu ve telaşı içinde bu dingin yapıyı fark etmek pek mümkün değil. Oysa yapıya karakterini veren en önemli bileşen, yola paralel uzanan batı cephesi... 80 metre uzunluğundaki cephe, belirli bir ritimde tekrar eden brüt beton cephe düzenine sahip. Kütle boyunca aynı yükseklik ve aynı ritimde devam eden gridal cephe sistemi yapının “monolit” ifadesini oluşturan en temel öğelerden biri. Sözü edilen bu gridal düzen, Batı’ya bakan uzun cepheyi keskin batı güneşinden koruyan düşey güneş kırıcı rolünü de üstleniyor. Brüt beton malzeme seçimi, betonun gri rengi ve en önemlisi tekrar eden cephe düzeni bir ofis yapısından beklenen ağırbaşlılığı yapıya kazandırıyor.


Temelde, iç avlulu klasik bir mekân kurgusuna sahip yapı, koridorlara ve galerilere bağlanan ofis birimlerinden oluşuyor. Avlulu plan şemasının değişmeyen üç temel öğesi var: Yapının katı sınırlarını çizen çeper, sirkülasyonu sağlayan şaftlar ve yapının kurgusunu belirleyen iç avlular… Tasarım sürecinde, yapının holdingin genel merkezi olarak kullanılıp kullanılmayacağı belirlenmediği için farklı bölüntülere imkân sağlayacak esnek bir plan kurgusu benimsenmiş. Gelecekte ortaya çıkabilecek olası revizyonlara izin verecek esnek bir plan kurgusu ortaya çıkartılmış. Yapının işlevinin zaman içinde değişmesi, ihtiyaç programına göre plan kurgusunun değiştirilmesi mimarlığın sık rastlanan, önemli konularından biridir kuşkusuz. NSMH’nin imzasını taşıyan birçok projede, yapının başka bir program için kullanılabilme kapasitesi temel tasarım girdilerinden biri olarak kabul görür ve mimari tasarım sonradan değişebilme öngörüsü üzerine kuruludur. “Her yapı bir başka şeye dönüşebilir, ama kimi ya-

Toplantı Salonu

Güvenlik

Hol + Sirkülasyon

Ofis

Avlu

Islak Hacim

pılar daha başlangıçta bu düşünceyle kurulduklarında, daha kolay dönüşür ve zedelenmez” sözleriyle Sayın, tasarımlarındaki odak noktalarından birinin “esneklik” olduğunu vurguluyor. Bu kabulden hareketle, avlulu serbest planın getirdiği olanaklar kullanılarak, başka işlevler için kullanılma kapasitesine sahip ve imar kanunun getirdiği sınırlamalar içinde üretilebilecek en büyük yapı inşa edilmiş. Yapı içinde yatayda ve düşeyde, bölünmeye ve birleşmeye en uygun mekânsal dağılımların oluşturulması hedeflenmiş. Yapıyı oluşturan farklı öğelerin (strüktürel sistem, kapı, pencere modülleri, vb.) biraraya gelişleri ve kullanılabilirlik açısından en ideal birimin altı metrelik modüller olduğu sonucuna varılmış. Düzenli ve eşit bölünmüş bir aks düzeni üzerine oturtulan yapı, barındırdığı işlevlere bağlı olarak değişen boyutlarda ve formlarda iç mekânlara, farklı kat yüksekliklerine ve farklı kat alanlarına olanak tanıyor. Plan

0.00 Kotu Zemin Kat Planı.

Yangın Merdiveni Kesit.

proje | değişim | 29


30 | değişim | proje


kurgusuna göre, ofis birimleri ve toplantı odaları yapının üç katına yayılırken, restoran, yemekhane, toplantı, seminer, konferans ve kütüphaneye ait mekanlar ortak fuayeler çevresinde toplanmış. Yapı, toprak altında yer alan büyük hacimleri nedeniyle adeta bir “buzdağı”nı andırıyor. Ancak yapının kesitlerinden anlaşılabilecek olan bu buzdağı, plan

Dış cephelerin mütevazı ve sessiz ifadesi, iç mekanda hareketlilik kazanıyor. Bu dinamik mekân kurgusu, akılcı bir plan çözümünün başarısı olarak değerlendirilebilir. Nevzat Sayın, sadece bu yapıda olabilecek mekânsal değerlerin varlığına ulaşabilme yolunu, hemen her yapıda olabilecek öğelerin yapıya has biraraya getirilmesi olarak açıklıyor. Bu tür bir biraraya

kurgusunun başarısının bir parçası. Ofis birimlerinin kullanımına açık ortak hacimler (yemekhane, konferans, kütüphane, vb.) toprak seviyesinin altında yer alıyor ve toprak altında olmalarına rağmen, galeriler ve çatı yarıklarıyla gün ışığı alan mekânlar haline dönüştürülüyor. Öyle ki, özellikle yemekhane bölümünde yapının toprak altında olduğu hissine kapılmak neredeyse imkânsız hale geliyor. İstinat duvarının önüne yerleştirilen bambular ise, toprak altındaki alanı bir bahçe haline getiriyor.

getiriş, yapının kendine özgü olmasını sağlıyor. Alışkanlıkların içinden oluşturmak ve farklılık duygusunu abartısız bir biçimde ortaya koymak önemli... Tasarımın önemli kararlarından bir diğeri de yapının brüt beton olması. Anonim sayılabilecek bir cephe düzeniyle elde edilen ağırbaşlılık, beton malzemenin kullanımıyla da güçleniyor. Dış cephelerde hiçbir mimari bileşenin kaplanmayacak olması “kaba yapı” olarak proje | değişim | 31


32 | değişim | proje


tanımlanan strüktürün inşasındaki niteliğin artmasını sağlıyor. Yapının inşasındaki en önemli konulardan biri “kaba yapı” ekiplerinin ”ince yapı” ekipleri gibi titiz çalışmasının gerekliliği. Dış cephelerdeki beton yüzeyler, iç mekânda cam yüzeylere veya daha renkli başka malzemelere dönüşüyor. Böylece girişte elde edilen monolitik ifade, iç mekânlarda yerini ışığa, aydınlığa ve bazen renge bırakıyor.

hemen hemen her projesinde hedeflediği “tadınık bir yeni” yaratma çabasının sonucu.

NSMH’nin yapının tasarımı sırasında aldığı tüm kararlar, işveren tarafından da desteklenmiş. Yapının işvereni, daha önce başka bir NSMH yapısının kullanıcısı olmuş, Üsküdar’ın sırtlarında yer alan araziye de bu yapının aynısını inşa etmesini istemiş. İşverenin memnuniyetinin bir ifadesi olan bu istekle, mimarlar tanıdık olandan yepyeni bir proje oluşturmak için çalışmışlar. Bu motivasyonla hazırlanan yeni projede, eski projeden taşınan izler, yeni yorumlarla harmanlanarak bambaşka bir yapı meydana getirilmiş.

| Ortadoğu Otomotiv Genel Müdürlük ve Ofis

Mimarının, hem anonim hem de benzersiz olarak tanımladığı yapı, NSMH mimarlık ofisinin

| İstanbul Bilgi Üniversitesi, Ar. Gör. Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı

Yapısı Mimari Tasarım | NSMH / Nevzat Sayın Proje Ekibi | Hakan Deniz Özdemir, Ahmet Korfalı, Sibel Özdoğan, İbrahim Eyup, Metehan Kahya, Bahar Lakerta, Ayşe Aydoğan, İlker Kütükoğlu, Tuğba Okçuoğlu Konum | İstanbul İşveren | D Yapı İnşaat alanı | 12.200 m2 Tasarım yılı | 2006-2007 İnşaat yılı | 2009-2011 Fotoğraflar | Engin Gerçek & Aras Kazmaoğlu, Studio Majo

proje | değişim | 33


ENERGY has become a powerful topic in the architectural debate on sustainable building. This competition seeks to investigate the inherent characteristics of one material, concrete, in relation to ENERGY. It asks to evaluate those properties of concrete that make it a relevant and versatile material for ‘energy-aware’ applications. It aims to fully pursue the potential of core properties like mass, volume, surface textures, mixtures and hybrids, in acting on current needs and ambitions. Students are asked to explore and exploit the potential of concrete’s properties with respect to any notion on ENERGY. These can range from issues of vitality, robustness, dynamic behavior and architectural presence to energy production, storage and consumption. Competition entries need to address technical and functional aspects as well as formal and programmatic ones – ideas need to be tested through design proposals to demonstrate their potential convincingly. They will be reviewed on the combination of inventiveness in addressing the competition’s theme and architectural implications. This competition does not prescribe a specific location or program; participants can choose a context of their own that supports their fascinations and ambitions and that fits an acute presentation of their ideas and solutions. The design proposals may range from objects, furniture and architectural details to housing, landscape interventions, complex buildings, infrastructure and structural systems. For detailed information visit our website. The 5 th Concrete Design Competition – ENERGY runs in five European countries during the academic year 2011 - 2012. National laureates will be invited to participate in a week long international workshop facilitated by the industry’s expertise featuring renowned lecturers and critics, further exploring concrete and ENERGY.

www.concretedesigncompetition.com www.tcma.org.tr TURKISH NATIONAL JURY Murat Arif Suyabatmaz (chairman) Alpaslan Ataman M. Burak Altınışık Hasan Çalışlar Tülin Hadi


Alişan Çırakoğlu 36 Bülent Erkmen 38

Cem İlhan 37

Burak Altınışık 39 Mert Eyiler 40 Deniz Güner 41 Akın Nalça 43

Sait Ali Köknar 42

Yelta Köm 44 Boğaçhan Dündaralp 45 Metehan Özcan 47-51

Kerem Piker 46 Erkan Nazlı 52

değişim se r b e st yor um lar


36 | deÄ&#x;iĹ&#x;im | tematik


Değiştiğimiz ve değiştirdiğimiz bir dünyadayız. Bunu da “ilerlerken” yapıyoruz. Betonart’ın bu teması kafamda 3 soru yarattı: 1. İlerlemek ile değişim arasındaki ilişki nedir? 2. İlerlemek medenileşmek midir? 3. Eğer öyleyse, medeniyetin ölçüsü nedir?

Bunları neden soruyorum? Çünkü değişiyormuş gibi gözükme halini değişim ile karıştırmamak lazım. İnsana has evrensel haller binlerce yıldır değişmeden aynen duruyor: hırs, rekabet, tevazu, güç istemi, şevkat, adaletli olmak vb. temel insanlık durumları değişmeden dolaşımda. Değişen şey ise bunların ölçeği sanırım. Her şeyin ölçeği tahmin edilenin ötesinde kat be kat arttığı gibi bu insanlık hallerinden bazılarının diğerlerinin önüne geçmesi, özellikle de bizim konumuz olan yapılı çevrenin değişimini hızlandırması söz konusu olan. İlk akla gelenler tabii ki güç istemi, rekabet ve bunların yarattığı motivasyonların sonuçları. Değişimle ilgili olarak çok genel ve üst ölçekten bakıldığında insanın doğa üzerindeki alışageldiğimiz tahakkümünün dozunu kaçırdığını görüyoruz. Aslında özünde değişmeyen ancak ölçeksel anlamda, özellikle de 90’lı yıllardan sonra yapılı çevre üretimi üzerinden katlanarak artan bir durum bu. 2. Dünya Savaşından sonraki “kapitalizmin altın çağı” olarak adlandırılan dönemde, yani 1980’lere kadar hala bir “sosyal devlet” kurma idealinden bahsedilebiliyorduk. Son 30 yılı ise bu dönemdeki kazanımların adım adım tasfiye dönemi ile tamamlıyoruz. Korkut Boratav 1980’i izleyen dönemin, sermayenin ve emperyalizmin rövanş yılları olduğunu söylüyor. İşte bu bir değişimdir. İkinci ve belki de bizler gibi görselliğin çok belirleyici olduğu mimarlık dünyasında üretim yapanlar için en büyük değişim ise dijital dünya ile tanışmamız kuşkusuz. 2000’li yıllardan sonra senli benli olmanın çok ötesine giden bir ilişki kurduk sayısal ortamla. Biraz daha açarsam: göz, akıl ve el arasındaki uyumun, koordinasyonun dijital ortamda bir anlamda kastre olduğu, hatta koptuğu bir değişim. Ortaya çıkan ürünler giderek aynılaştı. Kişiliğimizi giderek daha zor yansıtır hale geldiler. Bunun en önemli nedeni bizlerin kendimizi tabiattan ayrı bir özne olarak görmemiz. Tabiat da bir nesneye indirgeniyor haliyle. O zaman en başta sorduğum soruyu başka türlü sorabilirim sanıyorum: Medeniyetin ve değişimin ölçüsü bizim doğa ile aramıza koyduğumuz mesafe midir?

tematik | değişim | 37


38 | deÄ&#x;iĹ&#x;im | tematik


Değiş(e)(me)mek? Değişim. Neredeyse sürekli gündemde olan bu kelime ne ifade ediyor? Ne(ye) işaret ediyor? Şöyle ifadeler arasından gezinmek mümkün: Yaşantının, yani, deneyim çoklaşmalarının, farklı oluşların koşulu, ivmesi ve rutini. Deneyim dışına çıkarılamaz bir heplik. Hatta, bir zorunluluk. Belirli bir zaman-mekân aralığındaki deneyimleri çerçeveleyen koşulların, olanakların, araçların, öznelerin ve bunların arasındaki etkileşim ya da ilişkilenmelerin (değer, anlam v.b.) olageldiğinden başkalaşması, farklılaşması; başka bir deyişle ola-gelen ilişkilenmelerin birbiriyle çelişmesinin, çatışmasının ortaya çıkardığı süreksizlik-süreklilik yarığı. Dolayısıyla, değişim, olağan; sorun(sal) değişimle nasıl ilişkileneceğinde, sergilenecek tutumlarda. Olagelenin çatırdamasının psikolojik olarak güvende hissetme konforunu sarsan etkileri açığa çıkarması da olası. Yadsınamazlıkla örülü değişim(ler) karşısında ağırlıklı olarak peşin hükümlerin ve dogmatik tutumların kolayca yeşermesi anlaşılabilir olmakla birlikte temkini elden bırakmamak gerekiyor. Bu türden tutumların değişimi kendi olağanlığı içinde düşünmek yerine kestirmeden giderek bozulma ve yozlaşma olarak adlandırma eğiliminde olduğunu hatırda tutmak yerinde olur. Bu türden söylemsel adlandırmalara eş zamanlı olarak eşlik eden değişimi kontrol altına alma, bozulanı ve yozlaşmakta olanı düzeltme girişimlerinin söylemselleşmesidir. Değişim ancak bir program dahilinde araçsallaştırılabildiği ölçüde arzu edildiği izlenimini verir. Sıklıkla, ikna edici de olur. Değişim ise, ironik olarak kapıdan kovulsa da bacadan girecektir. Değişim tek başına olumlanacak ya da olumsuzlanacak bir olaylar dizisi değildir. Değişime karşı çıkmanın, direnmenin zorunlu olarak muhafazakarlık, değişimi desteklemenin zorunlu olarak ilericilik olmadığı açık. Formül, reçete, kılavuz, rehber yok; yapılabilecek şey ise durumlar içinde(n), koşullar çerçevesinde düşünmek ve önerilerde bulunmak, o yönde eylemek, eyleme alanlarını çoklaştırmak.

tematik | değişim | 39


die verwandlung* 2004’ten bu yana el degistirse de; “arkitera gelenegi icerisinde dogan yayin, yine o gelenek icerisinde soz die verwandlung* uretmis pab tarafindan gelistirildi - surduruldu. simdiler de yine o gelenegin onemli karakterlerinden sn binat 2004’ten buyeniden yana eldegerlendirilecek. degistirse de; “arkitera gelenegibasindan icerisindeberi dogan yayin, yine o gelenekgelistirdi-donusturduicerisinde soz tarafindan bu sureklilik, kurgulanan omurgayi uretmis ileri tasidi. pab tarafindan gelistirildi - surduruldu. simdiler de yine o gelenegin onemli karakterlerinden sn binat tarafindan yeniden degerlendirilecek. bu sureklilik, basindan beri kurgulanan omurgayi gelistirdi-donusturduogrenciler ileri tasidi. ile kurulan iliski belki de okuyucu ile kurulan iliskiden cok daha onemli oldu betonart icin. (ogrenciler her zaman potansiyel bir değişim öznesi oldu) ogrenciler ile kurulan iliski belki de okuyucu ile kurulan iliskiden cok daha onemli oldu betonart icin. bu sureklilikher degisimden daha cokbir birdeğişim evrilmeyiöznesi tarifledi bizim icin. (ogrenciler zaman potansiyel oldu) degisim mi? degisimden donusum mu? tartismalari tam da burada kafka’nin bu sureklilik daha cok bir evrilmeyi tarifledi bizi bizim icin. 'die verwandlung'una tasidi. hep 'değişim' adıyla çevrildi ve öyle bilindi, bir değişimden çok daha köktenci bir olguyu isaret etti ‘die verwandlung’. burada da degisim donusumsey’de mu? tartismalari tam da ikilemi burada bizi kafka’nin 'die verwandlung'una tasidi. hep 'değişim' tartismakmi? istedigimiz değişim/donusum adıyla çevrildi ve öyle bilindi, bir değişimden çok daha köktenci bir olguyu isaret etti ‘die verwandlung’. burada da betonart’in sert kabugunun bir sonraki adimlarini bekliyoruz . …“sırtındaki sert ve esnek kabuğunun içinde tartismak istedigimiz sey’de değişim/donusum ikilemi

samsa'nın duyguları ve de insanlığı saklıydı”

betonart’in sert kabugunun bir sonraki adimlarini bekliyoruz . …“sırtındaki sert ve esnek kabuğunun içinde

samsa'nın duyguları ve de insanlığı saklıydı”

*degisim/donusum bir sabah uyandiginda kendini bocek olarak bulan gregor samsa’nin hikayesidir *degisim/donusum bir sabah uyandiginda kendini bocek olarak bulan gregor samsa’nin hikayesidir 40 | değişim | tematik


tematik | deÄ&#x;iĹ&#x;im | 41


Değişim değişmemeye doğrudur. O halde değişmeyen nedir? Göçebeleri düşünün. İklimin aynı olduğu yere doğru hareket ederler Yer değişir ama aslında aynı yerdir; geniş taze otlaklarla örtülü suya yakın bir yer. Yer değiştiren aslında aynı yerde yaşayan değil midir? Kuraklık gelir, seller toprağı sürükler, yer aynı kalmaz. Yerleşik insan yer aynı kalsın, hiç değişmesin diye çevresini değiştirip durur. Aynılaştırır. Değişim aynılaşmaya doğrudur . O halde nasıl oluyor da değişim farklı görünen şeyler üretiyor? Dengeye doğru sallanan bir sarkaç düşünün. Her anında farklıdır. Değişemeyeceği ana, denge formuna doğru farklı anlar üretir. Sonra bir birlerinden etkilenen, kendi dengesini kurmaya çalışırken ötekinin dengesini bozan binlerce sarkaç düşünün. İşte farklılık üretme motoru. Neden değişirsin? Aynı kalmak için. Form değişir evet. Ama forma sebep olan ilişkiler aynı kalır. Bir spor ayakkabısı, spor yapmak için giyilen bir ayakkabı olmayı sürdürmek için değişir. Formu aynı kaldığında imgede ve performansta spor ayakkabılıktan uzaklaşabilir. Komşu aynı kalma çabalarının ürettiği ama spor ayakkabısının oluşuna yeni malzemeleri, alışkanlıkları, normları düşünün. O yüzden değişimi gözlemlemek ilginçtir. O şey hakkında en önemli bilgileri açığa çıkarır. O şeyin ne olduğunu, neye doğru olduğunu söyler. O halde bir dergi değişiyorum diyorsa, nerede aynı kalmaya çalıştığına bakmak gerek. O derginin ne olduğunu, neye doğru olduğunu anlamak istiyorsak. *bkz. entropi *bkz. eigenform Burada dengeye doğru olan harekete oluş diyorum. Dengeye ulaşılabileceğini varsaymıyorum. Farklılık üretme motorunu hatırlayın.

42 | değişim | tematik


tematik | deÄ&#x;iĹ&#x;im | 43


44 | deÄ&#x;iĹ&#x;im | tematik


tematik | deÄ&#x;iĹ&#x;im | 45


46 | deÄ&#x;iĹ&#x;im | tematik


tematik | deÄ&#x;iĹ&#x;im | 47


48 | deÄ&#x;iĹ&#x;im | tematik


tematik | deÄ&#x;iĹ&#x;im | 49


50 | deÄ&#x;iĹ&#x;im | tematik


tematik | deÄ&#x;iĹ&#x;im | 51


52 | deÄ&#x;iĹ&#x;im | tematik



YK Yapı sektörünün bilgi platformu 100.000’in üzerinde sektör profesyoneli aradığı yapı malzemesi ve hizmete Yapı Kataloğu’nun 4 farklı platformundan ulaşıyor...

iPhone

iPad

Android

Yapı Kataloğu Mobil Uygulamalar 17.000 kullanıcı

yapikatalogu.com Aylık tekil 80.000 kullanıcı 300.000 sayfa/ay görüntülenme

YK

Yapı Kataloğu / Harici Bellek Dağıtım adedi: 3.000

Üyelik hakkında bilgi almak için:

YEM Pazarlama ve Satış 0212 266 70 70 | yayinsatis@yem.net

Yapı Kataloğu Dağıtım adedi: 10.000



Seçil Yaylalı | Geçen sene 54. Venedik Bienali’nde, Arsenale’de odadan odaya geçerek farklı ülkelerin pavyonlarını izliyordum. Bu odalardan birinde karşıma çıkan beton heykeller nefes kesiciydi. Heykellerin devasa boyutları bir yana, o küçük mekâna yerleştiriliş biçimleri ve adım adım yürüdükçe fark edilen figürleri sayesinde kendimi monokrom bir gelecek zaman ‘Alice harikalar diyarı’ sahnesinde gibi hissetmiştim.

sını tercih ederek çalışmalarını bu yönde ilerletmiş. Hâlâ Rosario’da yaşayan sanatçı, bu kadar genç yaşta Venedik Bienali ulusal pavyonunu temsil etme olanağı sağlanan nadir sanatçılardan. Bienal’de yer bulan ve 11 heykelden oluşan çalışmanın adı; “The Murderer of Your Heritage/Mirasınızın katili”. Mekâna özel olarak beş ayda tasarlanıp, iki aylık çalışma sonucu üretilmiş heykeller sergilendikten sonra yok edilecekti.

Daha sonradan öğrendiğime göre bunlar Arjantin pavyonunu düzenleyen otuz yaşındaki Adrián Villar Rojas’ın 11 devasa heykeliydi. Arjantin Rosario Sanat Akademisi’nde eğitimini tamamlayan sanatçı ilk olarak çizgi romancı olmak istemiş, daha sonra sanat uygulama-

Rojas’ın küratörü Rodrigo Alonso çalışma için “Adrián Villar Rojas’ın çalışmaları farklı bir kişisellik içeriyor. Formel deneyimleri sanat üzerine düşünmeyi sağlayacak bir anlatılar kurgusu ile birleştiriyor: Zamanın ve dünyanın sonunda sanatın görünümü, duyumlanması

Heybet ile gelen

yokoluş diğer bir bakış açısı ile sürekli değişim, dönüşüm

56 | değişim | sanat


sanat | deÄ&#x;iĹ&#x;im | 57


ve anlamını araştırıyor. Son çalışmasıyla hipotetik bir gelecek üzerinden bugünü sorguluyor, fantastik bir politik boyut içeriyor. Dünyanın -dünyamızın- sonundan geriye doğru bakarken, sanatsal üretimi varoluş, tutku ve duyarlılıktan korunaklı bir alan olarak yeniden düşünmeyi öneriyor,” (1) diyor. Küratör Alonso, Villar Rojas’ın işlerinin özünü anlamak için çok öncelerde çektiği bir fotoğrafa bakmanın yerinde olacağını söylüyor. Bu fotoğrafta toza bulanmış bir endüstriyel boru görmekteyiz: Sıradan, kırılgan ve kuvvetli bir imge. Bu imge ile Rojas’ın mekân ve zaman ilişkisini, düzlemsellik ve sonsuzluk yansımalarını ortaya çıkardığını söylüyor. Buradan yola çıkarsak Villar Rojas’ın eserlerinde zamanı sorguladığını görmekteyiz. “The Murderer of Your Heritage” adındaki öyküsel çalışmasında Villar Rojas ‘dünyada kalan son beş insanın sanat hakkındaki konuşmaları nasıl olurdu?’ diye soruyor. Bu diyalogları yayınlandığı “Now I will be with my son” adlı kitapçığın da sunulduğu sergide bu sorunun cevabını kurgusal bir biçimde arıyor. Tabii ki zaman ve mekân kavramlarını inceleyen bu çalışma, aynı

58 | değişim | sanat

zamanda fantastik öğeler de içeriyor. Yer yer Rojas’in manga çizimlerinden ilham aldığına dair ipuçlarını yakalabiliyoruz. Farklı katmanları birbirleri içinde eriten bir algıyı oluşturan çalışma, zaman zaman kurgusal, zaman zaman robotsu göndermelerle dolu. Organik mimari ile olan ilişkisi de tartışmalı olarak ortada. 54. Venedik Bienali’nde yer alan bu işin bulunduğu ve benim küçük diye nitelendirdiğim mekânın aslında 250 m2’lik bir oda olduğunu vurgulamak gerek. Heykeller o kadar büyüktü ki, odanın boyutlarını küçültüyordu. Bu tür bir yerleştirme tabii ki özellikle düşünülerek kurgulanmıştı. Faye Hirsch, Villar Rojas ile yaptığı söyleşide bu konuya açıklık getiriyor: “Aslında oda o kadar da küçük değil, 250 m2. Benim yapmak istediğim mekânı dramatik olarak değiştirmekti. Heykellerin seyirci veya mekânla olan ilişkisini değiştirmek istedim. Giriş kapısının yüksekliğini düşürdük. Işığı değiştirdik. Üretim süreci sihirli bir olay gibi algılansın istedik. Heykellerin her biri 2 ton ağırlığındaydı. Burada iki ay boyunca haftada 7 gün, günde 16 saat geçirdik. Hiç tatil, hafta


sonu olmadan. Bu aşağı yukarı 8.000 çalışma saati ediyor.” (2) Kendine özgü üretim biçimleri olan bu objelerin on ikincisi, 2011 yazında Paris’in Tuileries Bahçeleri’nde sergilendi. Bu çalışmanın adı “Poem for Earthlings” ve ‘dünyada hiçbir insan kalmasa sanat nasıl olurdu’yu sorguluyor. Bu heykel 100 m boyunda 17 ton ağırlığında devasa büyüklükte bir obelisk: Bu heybetli, esrarengiz ve fallik obje yatay bir şekilde parkın orta yerine yerleştirilmiş olarak sergilenmiş. Çamur ve betondan oluşan objenin üzerinde düzensiz çatlaklar oluşmuş. Seyirci çevresinde gezinebiliyor. Louvre’un yakınlarında duran bu uçsuz bucaksız strüktür, sanat eserinin güce düşkünlüğünü de sorgulatıyor. İlginç olan şu ki, bu heykel de iki ay süren yapımı takiben iki ay sergilendikten sonra yine çöpe gidiyor. Venedik Bienali için hazırlanan videosunda her üretiminin sonunda fiziksel ve finansal açıdan tükendiğini ifade eden sanatçı, yine de bu serüveni sevdiğini itiraf ediyor.

Adrián Villar Rojas

sanat | değişim | 59


Ekvator, ilk büyük kütle çalışması, tamamıyla çamurdan yapılmış devasa bir kütle; bir dinazora sarılmış bir kızı tanımlıyor. Zaten iş bittikten beş saat sonra başlayan yağmur sayesinde yok oluyor. Mi familia muerta (2009) - 300 x 2700 x 400 cm. 2009 Ushuaia Bienial için ürettiği “Benim ölü ailem”, 30 m uzunluğundaki balina, çok güçlü bir görüntü aynı zamanda o kadar da kırılgan bir yapı, içine bakıldığında balinanın bütün strüktürünün ahşaptan yapıldığı görülüyor. Balina ve üzerine yatmış kadın, ilk büyük çaptaki işi. Sanatçı yine mekâna özgü olarak ormanın içerisinde bir balina yerleştiriyor.

balina canavar’dan çıkan fantastik sivri piramitler grubunu gözlemliyoruz. | Sanatçı, PASAJİst Bağımsız Sanat Alanı Kurucusu ve Program Yöneticisi

54. Venedik Bienali röportajı için: www.youtube.com/ watch?v=4UAGWsEYkUw Ihillo quis ex et eatiur, cum fugia volupt

1. “The mundane and the infinite”, Now I Will Be With My Son, Rodrigo Alonso, 2011.

Berlin’deki Mi abuelo muerto (2010) - 500 x 2300 x 400 cm - Akademie der Künste bahçesine yerleştirmiş olduğu obje de akıldışı bir 60 | değişim | sanat

2. “The Last Sculpture on Earth”, Art in America, Adrian Villar Rojas ile söyleşi, Faye Hirsch, 2011.


sanat | deÄ&#x;iĹ&#x;im | 61


P r o f. F r i t z Wo t r u b a

Sadelik güzel ve mutluluk verici olabilir Kuzey görünüşü.

62 | değişim | sanat


Şevki Pekin | Malum, iyi mimari yaratmak için mimar olmaya gerek yok. 20. yüzyılın mimari gelişimini şekillendirmiş iki önemli isim, Le Corbusier ve Mies van der Rohe’nin alışılmış mimarlık eğitimleri olamamış. Benzer şekilde mimar olmadan önemli mimari işlere imza atmış kişilere, Avusturyalı heykeltraş Fritz Wotruba’yı da eklemek doğru olur. Wotruba 1907 yılında Viyana’da doğdu ve yine doğum yerinde 1975 yılında vefat etti. Yirmili yaşlarında ilk heykel çalışmalarını gerçekleştiren sanatçı, orta Avrupa’nın yetiştirdiği ve çağdaşları olan önemli sanat , müzik ve felsefe insanları ile kurduğu dostluklar ile o devrin önemli isimleri arasına katılmıştır. 1934 yılında başlayan zoraki göçler ile Zürih, Paris, Berlin denemeleri sonunda Zürih’te sürgün hayatına başlamıştır. Burada kurduğu atölyesi yine o devrin sanat hayatına yön veren pek çok kişinin uğrak yeri olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonunda 1945 yılında Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Akademie der Bildenden Künste) heykel okulunun (Meisterschule) başına geçmiş, 1975 yılına Maket

sanat | değişim | 63


kadar bu okulda profesör olarak görev yapmış ve pek çok değerli öğrenci yetiştirmiştir. Hocalığın yanında yapmış olduğu sanat çalışmaları, öğretileri ve heykelleri, onun uluslararası boyutta tanınmasını sağlamış ve 20. yüzyılın gelişmesine önemli katkıları olmuş kişilerden biri haline getirmiştir.

Wotruba maket üzerinde çalışırken...

64 | değişim | sanat

1945 sonrası Avrupa’da savaş ile yok olmuş ülkelerin tekrar ayağa kaldırılması sırasında kilise inşaatları mimarlık çalışmaları arasında önemli rol oynamıştır Viyana’ da yeni kilise inşaatlarının yer ve mimar seçiminde söz sahibi olan başpiskopos Dr. Ungar yapılacak kiliselerden bir tanesi için pek çok kişiyi şaşırtarak tasarımın heykeltraş Prof. Fritz Wotruba tarafından yapılmasını önermiştir. Yer seçimi için yapılmış aramalar sonunda Viyana’nın 23. Bölgesi’nde “St. Georgenberg’in Mauer” adlı bölge belirlenmiş ve 1965 yılında başlamış çalışmalar ancak 1971’de kesinlik kazanmıştır. Çalışmaların başladığı günlerde, Wotruba işi ile ”sadeliğin güzel ve mutluluk verici olabileceğini göstermek istediğini” dile getirmiştir.

Beklenileceği gibi pek çok Avusturyalı mimarın “mekân bilgisi olmayan” bir heykeltraşın yapı yapmasına karşı çıkması neticeyi değiştirmemiş, kaplamasız beton blokların asimetrik olarak üst üste yerleştirmesiyle oluşan bu eşsiz yapının ilk maketinin hazırlanmasından tamamlanmasına kadar geçen mücadele dolu süreç sonunda bina bugün Viyana’nın gurur duyduğu yapılar arasında yerini almıştır. Wotruba’nın akademide profesör olarak görev yaptığı otuz yıl boyunca tüm disiplinlerde öğrenim görenler ile yakınlığı ve yüklendiği dekan ve rektörlük görevleri ile okulun gelişmesi için gösterdiği çabalar sanat gelişimine katkıları kadar önemlidir. | Y. Mim. (Mag. Arch) Akademie der Bildenden Künste Meisterschule für Architektur. Prof. E. A . PLischke 1969-1973

Görsellerin alındığı kitap | Fritz Wotruba, Kirche <Zur Heiligsten Dreifaltigkeit>, Erkel-Verlag, 1976.


Güney görünüşü.

Detay

İç mekân.

sanat | değişim | 65


Üretim bandından gelen

mutluluk Şebnem Şoher | Nişantaşı’nın göbeğinde ticari yapılara ilişkin bir sergi, niyetini şöyle ortaya koyuyor: “Yaşadığımız çağ arzularımızın programlanıp yönlendirilebildiği, memnuniyet derecemizin nabzının tutulduğu, niyetlerimizin rakamlara vurulduğu, iç dünyalarımızın istatistiklere dönüştürülerek ölçülebilir olduğuna ikna olduğumuz bir çağ.” Üstelik bir başlama noktası olarak mutluluğun “ölçülebilir, yönetilebilir, el değiştirebilir, planlanabilir, üretilip dağıtılabilir” olabileceğinden şüphe ediyor. Bu sergide kişisel mutluluğumuz, gündelik hayatımızın değişmesi güç bileşenleri olan üretim ve tüketim dinamikleri üzerinden değerlendiriliyor. Ticari yapıları konu eden bu serginin asıl derdi de ticari yapılar ve daha fazlası: bu yapılarda süren gündelik hayatlar, bu hayatların nasıl biçimlendiği, nasıl ya da neye doğru dönüşmekte olduğu... Çoğumuz her sabah kalkıp ofislerimize yapmamız gereken şeyleri yapmaya gidiyor, iş çıkış trafiğini atlatıp eve reklamlarla dolu televizyon programlarını izlemeye gidiyoruz. Belki bazen kazandığımız paralarla “eksik”lerimizi gidermek için yolumuzu uzatıp küçük birer alışveriş turu atıyoruz. Haftasonu

arkadaşlarımızla buluşup birlikte alışveriş yapmaya, çocuklarımızı eğlendirmeye, sinemaya yine çeşitli açık ya da kapalı merkezlere gidiyoruz. Ticari teknolojiler geliştikçe, üretim ve tüketim yöntemleri de dönüşüyor. Binalar büyüdükçe, reklamlar da büyüyor. Bilgiyi depolamak barkod, QR kod gibi küçücük çizgi ve karelerle mümkün hale gelirken ürünlere ilişkin reklamlar binalara sığmıyor. Kent büyüyor, evler kent merkezinden uzaklaşıyor, alışveriş merkezleri de aynı şekilde... İnsanlar merkezden uzağa gittikçe alışveriş merkezleri onları takip ediyor. İnternet, çalışmak ve alışveriş yapmak için tasarlanmış mekânların işlevlerini yitirecekleri yönünde spekülasyonlara izin verse de, İstanbul’da hızla, yeni merkezler inşa ediliyor. Haftasonları otopark girişlerinde görülen araç kuyrukları kısalmıyor, sigara “foodcourt” yerine kapının hemen dışında içilse de, tüketilen kâğıt bardak miktarı azalmıyor. Sonsuz bir üretim ve tüketim döngüsü içinde kendimizi yeniden üretmeye çalışırken vitrin mankenlerinin, yapay havalandırmaların, indirim anonslarının, asansör sıralarının, otopark kartlarının dünyası bize kucağını açıyor. Otoparktaki boş yeri hemen fark edip, sezon başında çok beğendiğimiz çantayı indirimde %70 daha az ödeyip alıyoruz. Dışarıda yağmur, çamur, trafik varken, biz içeride daha elverişli iklim koşullarıyla mutlu oluyoruz. Bazen kendimiz gibi olanlarla bir arada olmaya, bazen bize hiç benzemeyenlerle karşılaşmaya gidiyoruz. Belki de alışveriş merkezi bize sokakta olan her şeyi, üstelik çok daha konforlu şartlarla sunuyor. Bu dünyaya adım atmak için kontrolden geçiyorsak, eh bu da bizim “güvenliğimiz” için olsa gerek.... Bir bakıma, sergileniş biçimiyle “Mutluluk Fabrikaları” da benzer bir örgütlenmeyi tekrar ediyor. Yoldan geçerken vitrinden görülebilen çok sayıda kutu, altlarında paletleri, üstlerinde

66 | değişim | sergi


“Kırılabilir” sembolleriyle bir galeri mekânının içinde ziyaretçileri bekliyorlar. Mekânın güvenliğinden geçip onları deneyimlemeye karar verirseniz, her biri bir başka ekip tarafından hazırlanan içerikleriyle bütün bir hikâyeyi anlatıyorlar. A1’den A19’a kadar numaranmış bölümler sırasıyla İstanbul’daki mevcut ticari yapılara ilişkin çeşitli sayısal ve coğrafi verileri, bu yapıların tarihsel süreçteki dönüşümünü, konuyla ilgili teknolojinin gelişimini, bazı önemli yapıları, ticari kurumların yatırım değerlerini, bu yapılarla ilgili olarak kamusallık tartışmasını, kentteki ulaşıma etkilerini, tüketime yönelik araçların evrimini, ürünleri ortaya çıkartan küresel ağları, ticari mekânlara özgü deneyimleri, vitrinler, cepheler gibi mimari öğeleri ve mimari program konusunu, sanatla ilişkilerini, sergiye adını da veren mutluluk kavramını ve ticari yapıların fabrikalarla aralarındaki paralellikleri, son olarak da genç tasarımcıların bu konudaki öngörülerini, önerilerini ele alıyorlar. Buraya kadar “Mutluluk Fabrikaları” sergisinden öğrendiklerimiz ya da serginin düşündürmüş olabilecekleri, ilk bakışta pek de çağdaş mimarlığa ilişkin konularmış gibi görünmüyor. Serginin küratörü Saitali Köknar’ın konuyu ele alış biçimi, galiba mimarlığın, deneyimin mimarlıktan öte bir karar mekanizması tarafından tanımlandığı bir sistemde nasıl varolabileceği, mimarlığın ticaretin mekânsal deneyimini yönlendirebileceği ya da bu yepyeni mekânsal deneyimlerden kendine ders çıkartabileceği gibi sorular üzerinden kuruluyor. Ticari ağlar, kentsel dinamikler klasik anlamda “mimarlık”tan bahsetmeyi olanaksız hale mi getiriyor? Mimarlık dediğimiz yalnızca, sistemin işleyişini sürekli kılan küçük müdahaleleri daha güzel sunmaktan mı ibaret? Daha çok vitrin gösterebilmek için yeterli galeri boşluğu bırakmak, merdivenlerin yönünü üst kata çıkmak için tüm bir katı dolaşacak şekilde belirlemek, yüzlercesi üretilmiş bir ürünü sergilendiği askıdan alırken, askıyı aynı anda az sayıda insanın yan yana durabileceği ve bu şekilde kendinizi yine de özel hissetmenizi sağlayacak kadar dar tutmak... Her biri bir başka ekip tarafından kendi temalarına uygun olarak ele alınan ahşap kutular alışverişin tasarlanması konusunda farklı bir bakışı, her bakış başka bir ipucunu görünür hale getiriyor. Serginin tümüne bakıldığında ise, akıllarda çok sesli ama ilginç bir şekilde bütüncül bir resim oluşuyor. Elbette işin “mimari”

yönü sözü edilen, kimi zaman ifşa edilen küçük detaylarla kısıtlı kalmıyor. Sergi doğrudan mimarlıktan bahsetmeyerek ya da ondan, alışkın olduğumuz mimarlık terminolojisini kullanmadan bahsederek, ticari ilişkilere ev sahipliği yapan iş ve/veya alışveriş merkezlerinin mimari fotoğraflarda görmeye alıştığımız nezihliğin ötesinde nesneler olduklarını düşündürüyor. Bu yapıların kişilerin ya da ofislerin yaptıkları tasarımların ötesinde, çok daha büyük bir aklın ürünü olduğunu hatırlatırken, onları içerdikleri karmaşık ilişkiler ağı ve sunduğu deneyimler üzerinden anlamaya çalışıyor. Mimarın görevi de galiba tüm bunları anlayıp, fabrikayı beklendiği gibi çalıştırabilmek ancak bunu uygun miktarda incelikle yerine getirebilmek. Sergiyle eşzamanlı olarak yayınlanan “Ticari Yapılar” seçkisine baktığımızda gördüklerimiz de, bu olasılığı destekliyor. | İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Ar. Gör.

| VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar: Mutluluk Fabrikaları, Ticari Yapılar Üzerine Bir Sergi 7 Şubat 2012 | 17 Mart 2012 Galeri Işık, Teşvikiye Sergi Küratörü | Saitali Köknar Sergi Koordinatörü | Pelin Derviş Sergi Tasarımı | Ahmet Önder, Nehir Gümüşlü (asistan) / MONO Mimari Tasarımlar Grafik Tasarım | Didem Ateş Mendi / anonim.istanbul Fotoğraflar | Engin Gerçek & Aras Kazmaoğlu, Studio Majo

sergi | değişim | 67


Fabrika Nil Aynalı | İpekyol Tekstil Fabrikası’nı konu alan bir sergi yapma teklifi 2011 yılının başlarında Milli Reasürans Sanat Galerisi’nden geldi. O dönemde yapı Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanmış olması sebebiyle oldukça gündemdeydi; popüler medyada geniş yankı bulmuş, adından çokça söz ettirmişti. Türkiye’de mimarlık ile ilgili bir konunun -herhangi bir politik uzantısı yoksa şayet- ‘prime-time’da konuşuluyor olması pek rastlanır bir durum değil. O yüzden televizyon programlarında ve gazetelerde yapıdan övgüyle söz edilirken benimsenen

yüzeyselliğe hayıflanmak yerine, bunu Türkiye’deki mimarlık kültürünün toplumsallaşması adına bir adım olarak görmeyi yeğlemiş ve sevinmiştik. Mimarlık basını, ise o dönem ilginç bir şekilde ne bu ödül ne de ödülü alan yapı hakkında fazla talepkâr olmadı. Onu derinlemesine ele almak ve anlamak adına çok istekli görünmedi. Bunun sebebini merak da etmiştik o zamanlar... Yapı ve ödül hakkındaki bir tarafıyla aşırı ajite, diğer tarafıyla hayli suskun bu dönem geçtikten sonra bugün, yapı hakkında aslında gerçekten ne bilindiği konusu hâlâ tartışılırlığını koruyor. İpekyol Tekstil Fabrikası gibi dışarıdan bakıldığında neredeyse anonim, biçimsel anlamda bir yenilik içermeyen, mütevazı bir yapının dünyanın en önemli mimarlık ödüllerinden birini neden kazanmış olduğu so68 | değişim | sergi

rusunun yanıtı, mimarlık camiası tarafından bile kolayca verilebilir görünmüyor. İçinde bulunduğumuz dönemde mimarlık alanında bir tür “aşırı üretim” ile karşı karşıyayız. Bu durum pek yeni de sayılmaz. Kapitalizmin ilk krizlerinden bu yana inşaat sektörü spekülasyonun bol olduğu, diğer sektörlerdeki üretimi harekete geçiren, bereketli bir sektör olarak rağbet gördü. Bugün de dünyanın dört bir yanında sayısız gayrimenkul geliştirme projesi, ‘tabula rasa’ alanlar üzerine üretilen kentler ve göz alıcı yapılar ile mimarlık, ulusaşırı şirketler kadar iktidarların da kente damga vurmak üzere el üstünde tuttukları bir faaliyet alanı... Bu inşaat patlaması içinde sadece bilgisayar ekranı üzerinden bile günde onlarca yeni yapı ile karşı karşıya geliyoruz. Bu yapılar sadece belli işlevsel gerekliliklerin değil, önceden tasarlanmış imgelerin de taşıyıcısı olarak bize sunuluyor. Hatta bazı yapılar daha en başından fotojenik imajlar vermek üzere tasarlanıyor ve enformasyon akışının içinde bu özellikleriyle yer buluyorlar. Bu imge/imaj kalabalığı içinde gitgide önümüze çıkanın ne olduğundan, nerede olduğundan, hangi amaçla ve hangi bağlam içinde yapıldığından çok; nasıl olduğuna, biçimine, stiline kısacası yüzeyine bakıyoruz. Kendini yeterince ‘gösterebilen’ mimarlıklar alıp başını giderken, bir kısım mimarlıklar ise imaj akışının içinde kolayca kayboluyor. Bu akıntıyı durdurup bir yapıyı ‘anlamaya’ çalışmak ise, neredeyse bir lüks haline gelmiş durumda... Bir serginin herhangi bir yapıyı bütünüyle anlamak için yeterli bir temsil ortamı sunabileceğini söylemek ya da başka bir deyişle herhangi bir nesne hakkında bütünsel bir temsilin imkânını savunmak hayli iddialı ve naif olurdu. Zira bir nesnenin ‘ne’ olduğu, ona ‘nereden baktığınız’ ile kaim... Bir yapının planları, kesitleri, malzeme bilgisi, fotoğrafları ya da maketi onun varoluş durumu hakkında hatırı sayılır olmakla birlikte kısıtlı ve ancak başka bağlamsal bilgilerle hemhal edilerek yorumlandığında anlamlı olabilecek bir bilgi sunuyor. Bu bağlamda “Fabrika” sergisi, İpekyol Tekstil Fabrikası’nı bir nesne-yapıdan öte, öncelikle bir olgu olarak anlamayı deniyor. Fabrikanın ne


olduğu sorusunun yanıtını; onun nasıl bir ilişkiler ağının parçası olduğu, nasıl bir dünya içinde varolduğu, nelere değdiği, ne ürettiği, neyi içerdiği, neyi dışarıda bıraktığı ve nasıl bir yaşam sunduğu sorularıyla birlikte arıyor. Bu yöntem; mimarlık ürününün çeşitli coğrafi, ekonomik, sosyal, politik dinamikler içerisinde yer alan; yer, bağlam, işveren, program, kullanıcı ve mimar gibi olgu/aktörlerin de içinde bulunduğu, ‘durum’ olarak tanımlanabilecek bir ilişkiler ağı içerisinden üretildiği ve bir yapıyı anlamak için onun kendi spesifik ‘durum’u içerisinde nasıl var olduğunu, ona nasıl yanıt verdiğini anlamanın kritik olduğu görüşünde temelleniyor. Bir anlamda yapıyı nesneleştirmekten kaçınarak mimarlığın konvansiyonel ‘biçim tartışmaları’ ekseninden koparıyor ve onu, etrafını saran ilişkiler ağının içinde konumlandırmayı deniyor.

poru” yer alıyor. Kitapta bu metinlere paralel olarak adı geçen bazı kavramlara ilişkin, bazen bu kavramları açan ve tanıtan, bazen de kavramlar üzerine spekülasyon üreten bir sözlükçe yer alıyor. Sözlükçe, metinlerin arka fonda konuşan ve yorumunu sakınmayan bir ses eşliğinde okunmasını sağlıyor. Thomas Mayer, Ali Bekman ve Cemal Emden’in fotoğrafları sizi bir taraftan mekânın içine çekerken, sözlükçe ve metinler arasında oluşan çekişmeler sizi aklınızda yer edecek bazı sorular ya da yorumlar

Sergi 18 adet ekran, çeşitli nesneler, bir filmden oluşuyor. Ekranlarda izlenen videolardan her biri fabrika ile ilişkili bir olgu, kavram, kişi ya da durumu ele alıyor. Bu sayede 1938’den kalma bir belgesel, İpekyol’un sahibi Yalçın Ayaydın ve kreatif direktörü Hilal Tunç ile yapılan röportaj çekimleri, Guy Debord’un “Gösteri Toplumu” filmi, Emre Arolat’ın kent ve kültür konulu konferansı, güncel konut projesi reklamları, Edirne kentine ilişkin bir kısa film, İpekyol fabrikasının SketchUp modeli ve Ağa Han Ödül Kurulu’nun Edirne ziyareti filmi ile Bursa Merinos Fabrikası’nda üretilen giysiler, ‘Ajda Pekkan for Twist’ koleksiyonunun tasarım sürecine ait paftalar, Türkiye’deki tekstil ve konfeksiyon atölyelerine dair fotoğraflar, dünyadaki mimarlık ödüllerinin tümünü gösteren bir grafik ve İpekyol fabrikasının maketi gibi farklı bağlamlara ait fragmanlar aynı mekânın içinde yer buluyor. Sinem Serap Duran ve Özden Demir’den oluşan Video Tezgahı ekibinin yapımını üstlendiği videoların her biri spekülatif bir isme sahip. Bu isimler peyzajı, söz konusu fragmanları bir bilmecenin parçaları haline getiriyor. Can Tanyeli’nin sergi mekânından özerkleşen bir odada izlenen Fabrika filmi ise, serginin ‘epilog’unu oluşturuyor. Sergiye paralel olarak yayımlanan “Fabrika” kitabı, temelde sergi ile aynı motivasyondan besleniyor. Kitabın içinde sergideki bazı videoların kısaltılmamış metinleri, Emre Arolat’ın mimari yaklaşımını anlattığı bir konferans metni, Uğur Tanyeli’nin yer kavramı üzerine bir konferansının deşifresi ve Ağa Han Mimarlık Ödülü’nün İpekyol Fabrikası’na ait “Yerinde İnceleme Ra-

ile baş başa bırakmayı amaçlıyor. Sergide ve kitapta yer alan bu ara boşluklar, izleyicilerin kendi özgün okumalarını üretmelerini bekliyor. | Y. Mimar Milli Reasürans Sanat Galerisi 7 Şubat 2012 | 17 Mart 2012 Fotoğraflar | Arcan

sergi | değişim | 69


Fabrika | Editörler: Nil Aynalı, Ali Paşaoğlu | İstanbul, 2012 | Türkçe | 141 sayfa | Karton Kapak | 23x32 cm. EAA-Emre Arolat Architects tarafından hazırlanan ve 7 Şubat-17 Mart 2012 tarihleri arasında Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde düzenlenen FABRİKA sergisinin aynı isimli kitabı, İpekyol Tekstil Fabrikası’nın hikayesini yapı ile ilişkide olan aktörlerin dünyalarının içerisinden anlatıyor. Kitabın içinde İpekyol’un sahibi Yalçın Ayaydın ve markanın kreatif direktörü Hilal Tunç ile yapılan röportaj metinleri, Emre Arolat’ın kent ve kültür hakkındaki görüşleri ile birlikte mimari yaklaşımını anlattığı bir konferansının deşifresi, Uğur Tanyeli’nin yer kavramı üzerine bir konferans metni ve Ağa Han Mimarlık Ödülü’nün yapıya ilişkin yerinde inceleme raporu yer alıyor. Kitapta bu metinlere paralel olarak, metinlerde geçen bazı kavramlara ilişkin, bazen bu kavramları açan, tanıtan bazen de kavramlar üzerine spekülasyon üreten bir sözlükçe yer alıyor. Sözlükçe bu metinlerin ve dolayısıyla kitabın bütününün, hep arka fonda konuşan bir ses eşliğinde okunmasını sağlıyor ve sizi kitabın sonlarına doğru yapının fotoğrafları ile mekanın içine çekerken aklınızda bazı sorular ya da yorumlarla baş başa bırakmayı amaçlıyor.

Beklenmedik Karşılaşmalar | Editör: Fatoş Üstek | İstanbul, 2012 | Türkçe | 224 sayfa | Sert Kapak | 24x36 cm. 2000’li yıllarda gerçekleştirilen mimarlıkla ilişki bağlamında öne çıkan çağdaş sanat yapıtlarından seçkiler sunan, Bülent Erkmen’in konsept ve tasarım çalışmasıyla “Beklenmedik Karşılaşmalar”, mimarlık ve çağdaş sanat birlikteliği üzerine düzenlenmiş bir çalışma. Uluslararası sanatçıların mimarlık ile ilişkilenen üretimlerinin yer aldığı kitap, günümüzde birbiriyle sıkı ilişkiler kuran bu iki alanın ortaklıklarını gün ışığına çıkarıyor. 70 | değişim | tanıtım

The concrete blog | http://theconcreteblog.tumblr.com/

Beton üzerine, betonun gündelik hayat içinde kullanıldığı farklı alanlardan örnekler seçen bir blog. The concrete blog, betonun şaşırttığı, malzemenin ne kadar esnek ve ince olabileceğini izleyeceğiniz oldukça geniş bir arşive sahip. Brüt betonla üretilen obje, aksesuar, mobilya ve mekan tasarımları malzeme olarak betonun sınırsızlığını gösteriyor.


VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi 1: Ticari Yapılar | Editörler: Banu Binat, Neslihan Şık | Eczacıbaşı Holding | İstanbul, Ocak 2012 | Türkçe-İngilizce | 304 sayfa | Karton Kapak | 23x30 cm. Pelin Derviş | İçinde bulunduğumuz hızlı çağa koşut, neredeyse içinde yaşanılan ‘an’ın nabzını ve onun ürünlerinin kaydını tutmak daha da önem kazanmaya başladı. Bu çerçeveden bakınca, son yıllarda özellikle kent üzerine (kitaplar, periyodikler, internet ortamı, konferanslar, çalıştaylar gibi farklı kanallarla) yapılan yayınların sayısındaki artışın nedenini anlamak zor değil. Kentleri, onu var eden, değiştiren, dönüştüren dinamikleri daha iyi ve daha hızlı anlamaya çalışmak için araçlara ihtiyacımız var. Mimarlık seçkileri/yıllıkları bu analizi yapabilmek için değerli kaynaklar. Türkiye’de uzunca bir süredir bu anlamda bir yayın yapılmıyordu. 2012’yle birlikte yeni bir mimarlık seçkisine sahibiz artık: VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi 1: Ticari Yapılar. Kitap, 2000 yılı sonrasına ait elli seçkiye yer veriyor; her seçki, ele aldığı yapıyı ve onun yer aldığı bağlamla ilişkisini 4-6 sayfa içinde görseller ve metinler aracılığıyla ortaya koyuyor. Bunlar yayının ilk bakışta öne çıkan özellikleri. Ticari Yapılar VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi isimli projenin ilk temasının kitap ayağını oluşturuyor. Kitaba ek olarak bu proje, sergi (Mutluluk Fabrikaları isimli ilk sergi Betonart’ın bu sayısında yayınlanıyor) ve farklı şehirlerde gerçekleştirilecek panel dizisi gibi ayaklardan oluşuyor. Önümüzdeki yıllarda dizi ulaşım, sağlık, eğitim ve konut temalarıyla devam edecek. Yani tek seferlik bir girişim değil, mimarlık kültürüne en azından beş yılı garantileyen kapsamlı bir katkı söz konusu. Seçilen temalar kentsel yaşamın gündelik ve aciliyet içindeki meselelerini mercek altına almak, belgelemek ve açımlamak bakımından çok isabetli görünüyor. Diziyi başlatan temanın ‘Ticari Yapılar’ olarak seçilmesi de tesadüf olmasa gerek. Kitap, ticari yapıları dört grup içinde ele alıyor: AVM, Karma Yapı, Ofis ve Yönetim Merkezi, Ticari Sergileme. Seçkide yer alan her bina yalın ve çok okunaklı bir ‘şablon’ içinde okura sunuluyor: Bir mini künye, nitelikli fotoğraflar, sadeleştirilmiş çizimler, müellifinin kısa yorumu ve yapıyı bağlamı içinde kavramaya yardımcı olan bir metin. Sözü geçen bu metin(ler), araştırmacı kimliğiyle dikkat çeken bir genç akademisyen mimar, Deniz Güner tarafından kaleme alındı (Yayın dahil tüm ayakların gençlere teslim edilmiş olması projenin bir başka umut verici yanı). Bir seçki yapmak zorlu bir süreç, belli kriterlerin oluşturulmasını, bu kriterlere uymayan projelerin elenmesini ve uyanlar içinden kitaba girecek olanların belirlenmesi için de değerlendirme mekanizmalarının tekrar tekrar işletilmesini gerektiriyor ve nihayetinde kimi projeler zorunlu olarak seçki dışında bırakılıyor. İşin bir diğer güzel tarafı, kitaba giren 50 proje dışındaki projelerin de web sitesinden izlenme olanağının sağlanmış olması. Son on yılın Türkiye’deki mimari ve kentsel dizininden bir kesit sunan bu yayınlar (kitap ve web sitesi) hem her binayı onu var eden ve onun var ettiği bağlamı içinde hem de birbirleri arasında okumaya olanak tanıyan bir zemin oluşturuyor. (VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi, VitrA ve Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin ortaklaşa geliştirdiği bir projedir. www.vitracagdasmimarlikdizisi.com)

ZHA | Zaha Hadid Architects Ipad ve Iphone Uygulaması

Zaha Hadid Architects’in hazırladığı resmi uygulama görsel olarak iyi bir tasarıma sahip. Uygulamada çok nitelikli fotoğraflar kullanılmış, bunları özellikle Ipad üzerinden izlemek tam görsel bir şölen. ZHA hakkında tüm haberlere ulaşmak, ofis, ofisin işleyişi, çalışanlar ve Hadid hakkında pek çok videoyu izlemek de mümkün. ZHA World başlığında dünya haritası üzerinden tüm projeler ve detaylarına kadar incelenebiliyor. ZHA binalarını gezerken rehberlik etmek üzere interaktif bir rehber bölümü hazırlanıyor, merakla yayına açılmasını bekliyoruz. tanıtım | değişim | 71


THBB, bu sene üçüncüsünü vereceği mimarlık ödülleriyle yapılarında beton kullanımının düzeyi, yerindeliği ve farklı malzemelerle birlikteliğini mimari tasarım kaygısı ile yorumlayan, yaşama geçiren mimarları ödüllendirmeye hazırlanıyor. Değerlendirme, yapı, yapı

grupları, mühendislik yapıları, iç mekân uygulamaları ve açık alan düzenlemelerini, betonu taşıyıcı rolü ile birlikte ve/ veya bunun dışında farklı kullanım düzeyleri ile yorumlayan yapıları da kapsıyor. Ödüle başvurmak için yapıların 1 Ocak 2008 tarihinden sonra tamamlanmış olması şartı aranıyor. Son başvuru tarihi 30 Eylül 2012. Seçici kurul Mehmet Konuralp, Nesrin Yatman, Tülin Hadi, Durmuş Dilekçi, Boran Ekinci, Özgür Bingöl, Sema Özsaruhan’dan oluşuyor. Bilgi ve başvuru formları için: www.thbb.org

Le Corbusier’nin Marsilya Bloğu Büyük Tehlike geçirdi

Brüt betonun en iyi kullanım örneklerinden diyebileceğimiz Le Corbusier’in Marsilya Bloğu 9 Şubat’ta çıkan büyük bir yangında zarar gördü. 12 saat içinde kontrol altına alınabilen yangın 360 birimden oluşan bloğun 2. katında bir dubleks dairede çıkmış. Isıtma sisteminden kaynaklanan yangında 8 konut birimi, 4 otel birimi tamamen kullanılamaz hale gelirken 35 kadar birim de dumandan ve yangın söndürme çalışmalarından ciddi zarar görmüş. Marsilya’da 40’lı yılların sonlarında tasarlanan; içinde çarşı, yemek salonu, çamaşırhane, kreş, yüzme havuzu, spor salonu gibi kolektif mekânları olan dikey bahçe kent projesi la Cité Radieuse (Işıldayan Kent) sekiz çift düzeye dağıtılmış 360 birimden (lojmandan) oluşuyor. Bu geniş yapı aynı zamanda, Le Corbusier’nin 1942’den 1948’e kadar açıkladığı orantı hesapları sistemi olan “Modülör”un ilk kullanıldığı yer. Modern mimarlık mirası olarak koruma altındaki binada genellikle öğretmen ve mimarlar yaşıyor, 19 birim ise otel olarak işletiliyor. 72 | değişim | haberler

Genç Mimarların Taksim’i Kurtarma Operasyonu

4 Ocak’ta 2. No. lu Koruma Kurulu Taksim’de öngörülen plan değişikliğini onayladı. Bu projeye göre Taksim meydanı istinat duvarları, dalış rampaları ve tünelleri ile dönüşecek. Gezi yok olacak, kışla yeniden inşa edilecek, ağaçlar kesilecek. Kamuoyunda harika bir gelişme olarak lanse edilen bu projenin ne kadar yanlış olduğunu gören profesyoneller ve uzmanlar halka her fırsatta seslerini duyurmaya çalışıyor. Bu kararı protesto için eylemler yapılıyor. Taksim’in yayalaştırma çalışmasının gerçekte nasıl bir proje olduğunu anlatmak için mimarlık öğrencileri ve genç mimarlardan oluşan Kayıtdışı Grubu da Taksim’de şaşırtıcı eylemler yapıyor, amaç toplumda bu konuda farkındalık yaratmak ve Taksim Projesine yönelik tepkiyi daha geniş bir kitleye yaymak. Kentsel aktivist grup aldıkları tepkileri tepkisizlik olarak tanımlıyor. Yayalaştırma projesinden sonra Taksim’e girilecek kapılardan birini temsili olarak kartondan yapan grup herkesin dar kapıdan hiç şaşırmadan ve sorgulamadan geçip gitmesi karşısında yeni eylem şekilleri geliştirip birebir meydandan geçen insanlara projeyi anlatma yolunu da denemişler. Aynı zamanda sosyal medyada da sürdürülen kampanyanın etki alanı giderek büyüyor. Kayıtdışı etkinliklerini izlemek için: www.vimeo.com/kayitdisi


[Sunum] üretim süreci Sabancı Üniversitesi nanoteknoloji araştırma ve uygulama merkezi Özgür Bezgin | Orhan Manzak | SUNUM atrium cephesinin yapının birçok özelliğini bünyesinde taşıyan bir niteliğe sahip olması, cepheyi oluşturan parçaların üretiminde dikkate alınan en önemli unsur olmuştur. Önüretimli yapısal cephe panellerinin üretiminde kullanılan beton hammaddeleri, üretimin gerçekleştiği Paşaköy’e en fazla 30 km uzaklıkta mesafelerden getirilerek kullanılmıştır. Sıradan bir inşaatta gerçekleşen birçok inşa adımı, SUNUM atrium cephesi için tek bir önüretim adımı içerisinde sağlanmıştır. Cepheyi oluşturan birimlerin sıra dışı mimari kesitlerinin üretimi için yoğun bir kalıp tasarım sürecinin ardından yapılan deneme üretimleri sonucunda kalıp tasarımı sonuçlandırılmıştır. Cam elyafı takviyeli sertleştirilmiş plastik malzeme ile üretilen parçalı kalıp teşkili ile cepheyi oluşturan üç tür cephe birimi üretilmiştir. Toplamda 53 parçadan oluşan cephe, 30 adet 3 m eninde, 20 adet 1,5 m eninde ve 3 adet 4,5 m eninde önüretimli yapısal cephe birimlerinden oluşmaktadır. Cephe birimleri içerisinde kullanılan donatıların sürekliliği, donatı bindirmelerini gereksiz kılarak demir sarfiyatını ve muhtemel betonarme kesit ebatlarının artmasını engelleyerek malzeme sarfiyatını azaltmıştır. Cephe birimlerinin birleşim bölgeleri arasında kalan çapraz parçalarının kesiti ile tanımlayıcı resmi yanda görülmektedir. Yaklaşık 1,5 ayda gerçekleşen üretimlerde, parçalı olarak üretilen kalıbın kurulumunu takiben birinci kademe donatı yerleşimin ardından gerçekleşen birinci kademe beton dökümü sonunda yalıtım katmanı ve arayüz kesme birimlerinin yerleşimi ve sonrasında ikinci teknik | değişim | 73


74 | deÄ&#x;iĹ&#x;im | teknik


kademe donatı ve kalıp yerleşimi ve beton dökümü sonucunda üretim gerçekleşmiştir. Cephe birimlerinin üretiminde kullanılan betonun beyaz çimento ile üretilmesi sonucu, önüretimli yapısal cephe herhangi bir ek müdahaleye gerek kalmadan mimari rengine ve yansıtıcılık özelliğine kavuşmuştur. Diğer yandan üretim esnasında ısıl yalıtımın sağlanması, cephe birimlerinin yerlerine yerleşimleri sonrasında yalıtım katmanı uygulamasını gereksiz kılarak inşaat sürecine önemli bir katkıda bulunmakla birlikte, yapının hizmet ömrü boyunca kullanıcılarına yaz ve kış aylarında iklimsel rahatlığı ekonomik sınırlar içerisinde kazandırmıştır. Cephe birimlerinin betonarme olarak üretimi, üretimde seçenek oluşturabilecek çelik gibi diğer yapı malzemelerinin gerektireceği işleme ve birleştirme işçiliklerini gereksiz kılmasının yanı sıra, yapıyı oluşabilecek pas ve korozyon gibi olumsuz etkilerden de muaf tutmuştur. Diğer taraftan beton, çeliğe göre sahip olduğu daha yüksek ısıl yalıtım ve ısıl kütle ile çeliğe göre daha fazla yalıtım değeri sağlamasının yanında, çeliğe göre daha yüksek olan ses yalıtımı ve elektriksel yalıtım özelliklerinin etkileriyle de SUNUM yapısına daha rahat ve güvenli bir ortam sağlamıştır. Yerleşim süreci: Fabrika ortamında önüretilen cephe birimleri, sahaya nakledilmelerinin ardından, hazırlanmış yuvalı temellere yerleştirilmiştir. Cephe birimlerinin temellere yerleştirilmesinin ardından, komşu birimler birbirlerine temas noktalarından bulonlar ile bağlanmıştır. Cephe birimlerinin, cepheyi tanımlayan yayları hassas bir şekilde takip edebilmeleri için üretimlerinde kalıp kenarlarında açı birimleri kullanılarak birimlerin ilgili yay boyunca sıralanmaları sağlanmıştır. Bu sayede önüretimli yapısal birimler, ilgili yaylar boyunca yerleştirilebilmiştir. Önüretimli taşıyıcı ve mimari cephe birimlerinin tasarımında, cephe içerisine yerleşecek olan aluminyum doğrama ve cam teşkilinin varlığı hassasiyet ile dikkate alınmıştır. Tasarımın başında, cam ve çerçevelerin inşaatın hangi evresinde yerleştirileceği bilinmediğinden, cephe birimleri farklı inşa evreleri ile bağlantılı yük koşulları altında irdelenmiş ve oluşabilecek sehimler tespit edilmiştir. Belirteknik | değişim | 75


lenen sehim değerlerine göre cam ve çerçeve birimleri ile betonarme yuvalar arasında bir mesafe tayin edilmiş ve çerçevelerin bu payhaddi içerisinde hareket edebilmeleri sağlanmıştır. Bu sayede, cam ve çerçeve birimleri, cephe birimlerinin yerleşiminin hemen ardından yerleştirilebilmiş ve çatı yerleşimi esnasında oluşan çatı yüklerinin yarattığı sehimlerden etkilenmemiştir. Cepheyi oluşturan tüm birimlerin, bu şekilde sırayla yerleşimleri ile SUNUM atrium bölgesini sınırlayan önüretimli taşıyıcı mimari cephe yaklaşık bir ay içerisinde tamamlanmıştır. Cephe birimlerinin yerleşimlerinin ardından, çatı kirişleri yerleştirilmiş ve ardından çatı tabliyesi dökülmüş ve son olarak da çatı konsol bölgelerine birleşik malzemeden [kompozit] saçakların yerleştirilmesi ile atrium bölgesinin cephe ve çatısı tamamlanmıştır. Gündeme geldiği günden tamamlandığı güne kadar geçen sürede betonarme ve önüretim kavramlarının mimari bir bakış açısı içerisinde karşılıklı etkileşim içerisinde kullanımıyla ortaya çıkan SUNUM, içerdiği sadelik ve hassasiyet ile güzel bir yapıdır. Tasarımında, üretiminde ve yerleşiminde sarfiyatın en aza indirgenmeye çalışıldığı SUNUM taşıyıcı mimari dış cephesi, yüzünü oluşturduğu yapının mimari temsilcisi olarak Türk beton önüretim eserleri arasında mütevazı yerini almış bulunmaktadır. | Dr.Müh. Yapı Merkezi Prefabrikasyon A.Ş. | CE, M.Sc

76 | değişim | teknik


Adrián Villar Rojas

Seçil Yaylalı | Rojas’ın karmaşık üretim yöntemi tamamıyla bir takım çalışması sayesinde mümkün oluyor. Bu süreçte sanatçı kendini bir film yönetmeni gibi görüyor. Marangoz, mühendis, statikçi ve diğer uzmanlarla çalışan sanatçı, takımının sanatçı olmasa da sanata yatkın kişilerden oluştuğunu söylüyor. Malzemeyi nasıl kullandığını açıklamayan ama kendine özgü bir üretim biçimi geliştirdiğini söyleyen sanatçı, yüzeylere verdiği farklı dokularla da dikkat çekiyor. bu dokusal farklılıklar objenin kendi kimliğini oluşturuyor. Kendine has tekniğinde ahşap, çamur, çimento ve bez parçacıkları kullanabiliyor. Bu malzemelerin birleşimi sonucunda yakaladığı etkiler ise bazen öngörülemeyen çatlaklar, yer yer yumuşaklık hissi veren beton görünümü, zaman zaman ise son derece rijit bir yapıya sahip. teknik | değişim | 77


Dışarıdan bakıldığında hiç fark edilmese de sanatçının kendi ifadesiyle bu devasa heykeller “çok kırılganlar” ve “süper dengesizler”. Sanatçı malzemeleri geleneksel kullanım biçimi dışında işlerken sınırlarını da zorluyor. İsimleri de bir o kadar şiirsel olan heykeller üreten sanatçı, edebiyat ile yakınlığını 54. Venedik Bienali için hazırladığı kitapçıkta ele veriyor. Tasarımdan sonra üretim sürecinin grup çalışması olduğunu ancak adını koyarken heykelin yeniden kendine dönmesini sağladığını söylüyor. | Sanatçı, PASAJİst Bağımsız Sanat Alanı Kurucusu ve Program Yöneticisi

78 | değişim | teknik


English Summary Two Houses by SPBR + Interview with Angelo Bucci Two projects of the São Paulo-based studio SPBR Arquitetos are explored in this issue. House in Carapicuiba is interpreted by Hakan Tüzün Şengün while House in Ubatuba is explored by Sevgi Türkkan who also held an interview with the founding architect of SPBR, Angelo Bucci. In the interview Angelo Bucci tells: “There’s one thing that is certain: We learn architecture through

House in Carapicuiba

architecture. Cities, especially those like São Paulo, operate as architectural databases in a way. I came to São Paulo from my small home town in 1983 to study architecture. Thus, moving to a big city was alone a big change in my life. Studying in FAU USP building (University of São Paulo, School of Architecture), designed in 1969 by Villa Artigas, was an incredible experience. I learnt from the building as much as I did at the lectures.”

(…) “I consider myself lucky to have met an engineer like Ibsen Puleo Uvo. I have worked with other courageous engineers as well but with Ibsen I realized that structural and architectural design can be addressed simultaneously.”

(…) “For me, beauty is about the cleverness of the proposal. You are facing a beautiful problem like designing a building. Your design response is expected to be economic, structurally flawless and program-

House in Ubatuba

matically perfect, etc. but there’s no such thing as the most economic solution or the most flawless structure. Buildings are imperfect, just like people. And it is these imperfections that give significant characteristics to a building. That is normal. But again, you have to keep the process under control. What should be the priorities while designing a building? The cleverness of a proposal lies in the choice of priorities and the balance between them. How to solve all these issues and keep their relation to each other? The cleverness is not about this or that characteristic of the building but the relationship of the pieces that make it up. I think that is what we can call beauty in architecture and that is what we try to achieve.”

summary | değişim | 79


Ortadoğu Automotive Headquarters This new office building by Nevzat Sayın / NSMH is interpreted by İdil Erkol, who visited the building with the architect: “…re-using the existing structures and re-organizing the spaces for new users is quite a common practice in architecture. What’s interesting is that this building was designed from the beginning assuming possible future changes, thus creating a ‘space of possibilities’. In the architect’s own words, Ortadoğu Automotive Headquarters is ‘anonymous yet unique; it strives to give a new twist to the familiar’” (pages 28-33).

Sabancı University Nanotechnology Research and Application Centre The construction of this nanotechnology research centre was a challenge to structural designers: The structural façade had to meet all the functional requirements while enclosing an unobstructed atrium space around the two-storey building, within a single step of prefabricated production. Dr. Eng. Özgür Bezgin and Orhan Manzak present the design and production processes of this prefabricated façade that has become an architectural centerpiece (page 24-27).

Fritz Wotruba “It is known that one does not have to be an architect to create good architectural designs. Le Corbusier and Mies van der Rohe, who both have extensively affected the 20th century architecture, did not have formal architectural education. The Austrian sculptor Fritz Wotruba can also be considered in the same line” says Şevki Pekin and goes on to speak about his work (pages 62-65).

Adrián Villar Rojas According to the curator Rodrigo Alonso “Adrián Villar Rojas’ work possesses a distinctly personal tone. It combines formal experimentation with the construction of a narrative which allows him to reflect upon art; its form of appearance; its sense and its meaning during the end of times and the end of the world. His last piece derive from a story which reflects upon the present from a hypothetical future, unfolding a certain political dimension of fantasy. Viewing from the end of the world - ours -, he suggests that we rethink about the artistic creation as a shelter from existence, passion, sensibility.” Seçil Yaylalı visited this young artist’s work at the 54th Venice Biennial and shares her experience with us on pages 56-61.

80 | değişim | summary


abone olun

tıklayın

paylaşın iletişiminiz sürekli olsun

3 ayda bir değil 7/24 www.betonart.com.tr


32 | 2012 771304 494000 0 1

I SS N : 1 3 0 4 - 49 4 X 11 TL ISSN 1304-494X

www.betonart.com.tr

9

Beton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design 32 | KIŞ WINTER 2012 | SPBR | ADRIÁN VILLAR ROJAS | NSMH

DEĞİŞİM CHANGE


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.