Architectural Travelbook Scandinavia

Page 1

Iskandinavya Seyahatnamesi Berfu OKER


İ

ÇERİK

06 DANİMARKA 02

04

10

14

36

64

94

104

108

İçerik

Girizgah

Kopenhag Analiz

1.G ün

2.G ün

3.G ün

4.G ün

O slo Analiz

5.G ün

10 NOR


146 FİNLANDİYA 130

15 0

15 4

6.G ün

Helsinki Analiz

7.G ün

00 VEÇ

164

165

Rovaniemi 8. 9. 10. Analiz 11. G ün

1 70

204

218

226

12.G ün

13.G ün

14.G ün

Son Söz


G

İRİZGAH

MOTTO

Nokta; herşeyi tanımlayabilecek muhteşem ve sonsuz bir güce sahiptir. Büyüklüğü, sınırları, duyguları, vurguyu neredeyse her şeyi kolayca varoluşuyla anlamlandırabilir ve bunun ötesinde sözsel ve yazınsal eksiklikleri ve tanımlanamayanları bile tanımlayabilir. O, kendine has bireyde bıraktığı an ile her beyinde yeni bir ben bulur. Hem odak hem öteki olmayı kolektif özelliğiyle gerçekleştirebilir. Nokta söz ve sanat arasında kalınmışlıktır. Bir evreni de bir kum tanesini de bir zerresiyle tanımlayabilme gücünü, varoluşunu bireydeki binlerce yansımasının tek olasılığına dönüşümden sağlar. Hiçlik ve varlık sürecinin en geçişken halidir. Bireyin evreni tanımlamasını sağlarken bireyi evrene sığdıranda odur. Bireyin tanımı şu şekilde yapar; birey bir noktanın içindeki milyonlarcasından biridir. Diğer tüm kompozisyondaki noktalara hakim ve onlardan biri ancak tamamen mükemmel hale ulaşmamış, bütün olmamışıdır. Mükemmel nokta ise üç zamanın içine geçmiş; geçmiş, şimdi, gelecek ve aynı anda yaşanılan olanıdır. Mükemmel olan, komşu pozisyonların sadece birini tanımladığı için hiç bir zaman erişilemeyecek olandır. İtici gücü gelecekten alan, kusurlarla dolu muhteşem ve yamuk olan noktaya erişmek için soyut sanatın kullanılması gerekir.


Özce, binlerce fraksiyonun tek odakta kesişmiş yansımasıdır ve en zıttı bile kucaklayan büyük geçişken bir yuvarlaktır. Bizler büyük bir noktanın parçacıkları olarak yaşamımızın tümüne mal olmuş mükemmel olan beni yaratmanın peşinde çıktığımız yolculuklarda şimdinin noktacığı üzerinde durmaktayız. Zamanın değişkenliği içerisinde devam eden, değişen, çözülen ve bütünleşen o adacıkta mükemmel olan için hazırlanmaktayız. Yolun sonundaki mükemmel form şu ankinden ya daha az ya da daha çok eğrisel olacaktır ancak daha anlamlı ve tamamen daha koyu. Ben bu mottodan yola çıkarak size şimdime ait olan seyahatnamemden bahsetmek istiyorum. Çıkış noktam olan noktalar aracılığı ile yaptığım mimari soyutlamalardaki duygu geçişlerini, mekansal algıyı, bir yapının ne hissettirdiği hakkındaki düşüncelerimi noktaların dinamikleri, vurguları, parçalanışları ve birlik oluşlarıyla tanımladım. Kentler arasında farkettiğim türdeşliklerinin göstergesi olarak tek bir nokta üzerinden evrilen tasarımlarınların ortak noktalarına ve mimarların düşsel yolculuklarının ortak bağlantılarını göstermek adına aynı ifade biçimiyle anlatım yolunu seçtim.


K

OPENHAG

DANİMARKA

• Superkilen BIG • Opera House Henning Larsen • 8 House BIG • Mountain Dwellings BIG • VM Houses BIG • DR Concert Hall Jean Nouvel •Grundtvig’s Church Vilhelm Jensen-Klint •Frøsilos MVRDV • Royal Theater Playhouse Lundgaard & Tranberg • Blox OMA • The Black Diamond SHL • Ørestad Gymnasium 3XN

6


7


• Superkilen BIG • Opera House Henning Larsen • 8 House BIG • Mountain Dwellings BIG • VM Houses BIG • DR Concert Hall Jean Nouvel •Grundtvig’s Church Vilhelm Jensen-Klint •Frøsilos MVRDV • Royal Theater Playhouse Lundgaard & Tranberg • Blox OMA • The Black Diamond SHL • Ørestad Gymnasium 3XN


9


K

OPENHAG

DANİMARKA

A

NALİZ

• Kopenhag’da şehir planlamasının oluşumunda en güçlü etkenin iklim koşullarının olduğu gözlemlenmiştir. Diğer İskandinav ülkelerinin yanı sıra iklimin direk olarak ulaşım akslarına yaptığı müdahale ile kent dokusu, kıyı ve suyun kullanımı, köprülerin ve yapıların tasarımı, kentsel büyüklük algısına kadar birçok kentsel özelliğe dokunmaktadır. İklim, ulaşım akslarını çeşitlendirerek birçok mimari ürünün oluşumuna ve dolayısıyla kentlinin hayatına direk nüfuz etmektedir. Kentte ulaşım 5 ana kategori altında toplanmaktadır; metro, su, bisiklet, limanlar ve yaya.

• Metro ağının kuvvetli organizasyonu ile şehir, sakinlerine daha büyük bir alan temin etmektedir. Parçalanmış ve anlamlandırılmış kent dokusuna sahip Kopenhag’da mesafeler kısa ancak metro ağı bu durumu pozitif bir tutum ile zamansız ve limitsiz kılmaktadır. Döngüsel metro ağı bu tutumu desteklemektedir. Metro ağı bölgelerin çeşitliliğini harmanlayarak ve ulaşılabilir kılar, duraklar arası birkaç dakikalık yolculuk ile insanların Kopenhag’ın farklı yüzlerini keşfetmesine olanak sağlamaktadır. Böylece kentliler şehri daha büyük ve çeşitli hissetmesi desteklenir. 10


• Kentin su ile kurduğu ilişki kentsel ölçekten gündelik yaşama kadar dokunmaktadır. Su üzerindeki etkinlikler toplu taşıma için kullanılan vapurların, turların yanı sıra bireysel ölçekte kullanılan kanolar ile desteklendiği görülmüştür. Kentli sahip oldukları kanolar ile su üzerinden ulaşımlarını sağlayabilmektedir. Sadece bir ulaşım türü olarak değil spor aktivitesi olarak da kullanılan bu yöntem şehirde farklı etkinliklerin oluşumuna destek vermektedir. Su ve insan ilişkisi köprülerle sağlanmaktadır. Köprüler su ve insan arasında bir bağ kurmakta ve kentsel hafızayı desteklemektedir. Sadece bisikletli ve yaya için kurgulanan köprüler kullanıcıları tarafından çeşitli ritüellere ev sahipliği yaptırılarak kent için önemli bir hafıza verisidir.

• Köprüler sadece su üzerinde kullanılmamakta aynı zamanda geçit kavramını yapılar arasında da tanımayarak mimari bir eleman olarak birçok yapıda kullanılmaktadır. Çoğunlukla eski bir yapı ve modern bir yapıyı birleştirmek amacıyla zaman köprüleri oluşturulmuştur. Eski ve yeni yapılar arasına kurgulanan bu küçük geçitleri kent içinde sıkça gözlenmektedir. Dolayısıyla köprüler geçit özelliklerinin yanı sıra geçmiş ve şimdi arasında da bir bağı da tanımlamaktadır. 11


• Kopenhag’ın ana ulaşım yöntemlerinden en önemlisi bisiklettir. Kent planı bisiklet rotaların endeksli biçimlendirilmiş ve bu ulaşım türü insanların yaşayış biçimlerine ve kent ölçeğine kanalize olmuştur. Öyle ki kent içinde binlerce fraksiyonda döngüsel hareketlere neden olan bisiklet kullanımında kentin her bölümünden insanın kabullendiği ve tercih ettiği bir ulaşım yöntemidir. Şehir kurgusu tamamen bisiklet üzerine kurulan şehirde, tüm kentliler bisiklet kurallarına hakim ve kent ziyaretçileri için teşvik edici bir tutum içerindeler. Bu tutum hem kentli hem de kent organizasyonu tarafından teşvik edilmektedir. İnsan ölçeğindeki ulaşım ve beden hareketliliği şehrin elektrik santrali gibidir.

• Kopenhag liman kenti olma özelliğini korumakta ve kuvvetlendirmektedir. Kent dokusu genel olarak parçalanmış ve tanımlı bölgeler oluşturulmuştur. Bu bölgelerden biri şehir merkezinin kuzeyinde yer alan bölgesiyle merkezi bir metro ağı ile limanlarına bağlamaktadır. Kopenhag limanları metro ağıyla zincirlenmiştir. Liman özelliği şehir merkezine yakınlığı ile ticareti ve güneyden gelen Avrupa bağlantılarını desteklerken kent içine sızdırılması için metro ve araba bağlantılarının kurulması kent içinden ayrı bir bölge ayrımını sağlamaktadır. Yaya transiti için metrolar kullandırılmış ve olabildiğince bisiklet trafiği bu bölgede optimize edilmiştir. Ticari faaliyetler için limana bağlantı otoyollarla sağlanmıştır. Kent dokusunun önemli girdilerinden olan liman kenti olma özelliği, kent kurgusundan izole bir bölge tanımlamıştır. Ancak mimari ürün açısından yatay mimari prensibini baz almıştır. 12


• Kopenhag’da yükseklikten ziyade yatay mimari örnekleri görülmektedir. Bisiklet yollarının ve yatay mimari tercihinin sonucu uzun sokak yapısının oluşmasına neden olmuştur. Yapılar büyük alanlara yayılmakta ve yükseklikleri belirli seviyede Kopenhag’ın her yerinde aynı prensip ile tasarlanmıştır. Uzun sokaklar yayaya ve bisikletliye farklı deneyimler sunmasına neden olmuştur. Sokak yapısı yapıların zemin kat planlarının büyüklük ölçeğinden meydana gelmiştir. Uygulanan yataylık zemin katlarının kullanımı tanımsızlaştırmış ve içeriğini yoksunlaştırmaktadır. Birçok modern yapıda sirkülasyon oldukça verimli çalışılmasına rağmen zemin katlarının fonksiyon şemaları dağınık ve kullanışsızdır.

• Kopenhag’ın en önemli modern mimari özelliklerinden biri cephe çalışmaları. Deneysel konut örneklerinden, kültür yapılarına kadar cephe denemeleri yapılmaktadır. Cephe çalışmalarında doğa faktörleri oldukça önemli rol oynaktadır. Kıyı kesimlerinde su üzerine yansımalar cephe çalışmalarında önemli rol oynamakta. Konut yapılarında rüzgâr ve güneş etkenleri yer almaktadır. Mekan üretimi olarak balkon ve malzeme cephede önemli rol almaktadır.

13


1

. GÜN

23.10.2019 Çarşamba

Uzun hazırlıklar ve planlama sürecinden sonra mimari seyahat rotama başlamak için oldukça heyecanlıydım. Artık zamanı gelmişti, İstanbul Kopenhag uçuşumda elimde eskiz defterimle ilk günkü rotamın düzenlemelerini yapıyordum. Kopenhag semalarına yaklaştıkça sabırsızlanıp yaşayacağım maceraların merakı daha da artıyordu. Kopenhag havalimanı: Ve artık sabırsızlıkla beklediğim seyahatim başlamıştı. Havalimanından bir an önce şehri keşfetmek için ayrıldım. Kopenhag havalimanı merkezin güney doğusunda yer alıyordu ancak tren otobüs seferleriyle merkeze ulaşım oldukça kolaydı. Eşyalarımı bırakmak için metro ile otelime doğru yola koyuldum. Metro yolculuğu yerüstünden ilerlerken havaalanına yakın birçok küçük konut birimlerini gözlemledikten sonra BIG’in nefesini yavaş yavaş merkeze yaklaştıkça hissetim. Yeni gelişen yerleşim birimleri, büyük konut projeleri arasından otelimin yer aldığı Amegerbro durağına yer aldım. 14


Grundtv�gʼs Church

Kısa bir yürüyüşle otelime vardıktan sonra hızlıca hazırlanıp resepsiyonda ne kadar harita ve şehir rehberi varsa ceplerime doluşturup otel çevresini keşfe başladım. Geleneksel Avrupa tuğla dokuları, bisiklet tekerlekleri, pastel renklerin arasında biraz gezindikten sonra rotamın ilk durağı olan Superkilen’e gitmek için rastlantısal gezintimi daha kararlı bir rotaya evirterek metroya doğru yöneldim.

Superk�llen

Frøs�lo Hotel DR Concert Hall

15


Superkilen; Bölgenin kalkındırılması ve iyileştirilmesi için planlanan Superkilen parkını Kopenhag’da deneyimlediğim ilk duraktı.

Superkilen BIG Kopenhag

Topografyanın insanı sarmalamasıyla oluşan davetkâr tutumu insan ve topografya arasında hep farklı ve yaratıcı akslar türetmesine imkân tanıdığını fark ettim. Mimarın mekân ve insan arasında kurabileceği en güçlü iletişimi sağlayan bir bağ oluşturduğunu düşünüyorum. Yükselti bir odak belirlerken kente doğru sönümlenen akslar kullanıcıların rastlantısal hareketlerine uyum sağlayarak, yerin işlevsel özelliklerini destekleyerek daha hareket dolu bir fonksiyon getirmiştir.

16


17


Aynı zamanda parkın ana gövdesinde birçok satranç masasının olduğunu gözlemledim, araştırdığımda yazın bu kamusal alanda insanlar satranç turnuvaları ve çeşitli festivaller düzenleyip genç neslin eğlence mekanına dönüşüyormuş. Parkın yer aldığı Nørrebro bölgesi etnik köken, din ve demografik çeşitlilik bakımından Kopenhag’ın en zengin bölgesini oluşturmaktadır. Dolayısıyla BIG’ın ana düşüncesi park düzenlemesi ile bu çeşitliliği kaynaştıracak bir kamusal mekân üretimini sağlamaktı. Parkın içerisinde canlı ve parlak renkler ile genç nüfusu buraya çekerek çeşitlilik desteklenmiş. Bölgeye vardığımda sağır cephelerdeki rengârenk grafitiler arasından beni ilk olarak bir kütüphane karşılıyordu. Burası bir buluşma noktası görevini de aynı anda üsteniyordu.

18


19


Superkilen aynı zamanda fotoğrafçıların ve turistlerin renkli yapısından dolayı uğrak yeriydi. Birçok perspektifi barındırdığından dolayı birçok fotoğrafçı ve blogger, influencera burada rastlayabilirsiniz. Bende bir kaç fotoğraf çekilirken 2 yeni insanla tanıştım ve bu tatlı insanlarla kısa bir sohbete tutulduk. İkisi de Asya’dan Kopenhag’ı görmek için 10 günlüğüne gelmişlerdi. Ne şanslıyım ki biri mimar ve diğeri de peyzaj mimarıydı. Sohbetimize mimarlıktan devam ettiğimiz için biraz uzadı ancak onlara seyahatimden ve kazandığım yarışmadan biraz bahsettim ve rotamın bir kısmını onlarla paylaştıktan ve bilgi alışverişinden sonra iyi dileklerimizle ayrı rotalara doğru yola çıktık. Tabiki bir anı fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmedik. Güler yüzlü meslektaşlarıma veda ettikten sonra Kopenhag’ın soğuğundan korunmak adına kütüphanenin sıcak ahşap yapısına sığınıp, park hakkındaki düşüncelerimi eskizlere döktüm. İskandinavya ülkelerinde fark ettiğim küçük detaylardan ilkine bu kütüphanede rastlamıştım. Ölçek olarak oldukça minimalist çalışan kütüphanede küçük çocuklar için yaralatılmış özel bir alan yer almaktaydı ve burada tüm çocuklar çıplak ayaklarla dolaşıyorlardı. Sonradan gözlemlediğim üzere kütüphane yapılarındaki çocuk alanları ayrılmaz bir fonksiyonuydu ve esnek doğal malzemelerle çocukların kütüphaneleri oyun parkı ve evleri gibi gösterilerek küçük yaştan beri kütüphaneye gelme alışkanlıkları kazandırıldığını düşündüm. Ve bir sonraki durağım olan Grundtvig’s Kilisesine doğru yola çıktım.

20


21


Grundtvig’s Church V. Jensen-Klint Kopenhag

Grundtvig’s Kilisesi: Kilisenin bulunduğu alana varınca bir anda Kopenhag’ın modern yüzünden kopup, kendimi nostaljik bir kasabanın içine gelmiş gibi hissettim. Yaptığım uzun yürüyüşle adeta bir zaman yolculuğu geçirmiş olmalıydım. Kilise tüm ihtişamıyla çevredeki diğer yapılarla uyumlu bir odak olarak yer alıyordu. Simetrinin hakim olduğu sokağın başındayken sokağın sonundaki kilise simetrinin de muazzam gücüyle hipnotize olmuş bir şekilde beni kendine çekiyordu. Kilisenin kapısı aslında sokağın en başıydı diye düşünerek kiliseye artık varmıştım. Gri, gotik ve kilise orgunu anımsatan cephesinin soğuk yüzeyleriyle biraz haşır neşir olduktan sonra sıradan Avrupa kiliselerinden tamamen farklı bir kiliseyi ziyaret ettiğimi anladım. Davetkâr giriş sokağın başında beni kiliseye kadar getirmişti ve şimdi içeri girmek için devasa uzunluktaki gri cepheyi takip etmektense küçük ama davetkâr ahşap bir kapıyı geçerek ürkütücü siyah orgun içine girdim.

22


23


Yapı ile sokak arasındaki geçiş, iç ve dış olma hali ve geçişlerin ölçeksel uçurumları öylesine mükemmel bir kontrast oluşturuyordu ki bir an önce not almak istiyordum. İçeri girdiğimde ise bu muhteşem kontrast yapı malzemesinde de devam etti. Dış cephenin karanlığının aksine içeride apaydınlık beyaz-sarı tuğlalarla çevrili minimalist detaylara sahip yeni bir dünyayla karşılaştım. Dini yapının tüm masumiyeti mimariye yansıtılmıştı. Apaydınlık beyazlık ile dışarının soğuk ve gri tonları arasında oluşturulan bu sert kontrast beni tasavvufi ve yaşama dair bir çok düşünceye itmişti. Adeta yin yang gibi, tamamlayıcı ve bütüncüllük bu kontrastlar üzerinden kurgulanmıştı. Var olan dini düzene bir eleştiri gibi… Öz ve yapay olanlar hakkında…

24


25


26


İç içe geçmişlik siyah gri ve beyazın dış cepheye gökyüzüne ve iç tasarıma yansımalarıydı. İnsanı kendine çeken ardından yarattığı kontrastlarla düşünmeye ve öze yönelmeye teşvik eden Grundtvig’s Kilisesinin mekânsal ruhunun üzerimde bıraktığı etkileri düşünmek adına kiliseyle vedalaşıp uzun bir yürüyüşe çıktım.

27


Frøsilos MVRDV Kopenhag

Uzun yürüyüşün ardından kentin sokaklarında kaybolarak gün ortasına varmıştım artık. Her yeni gittiğim ülkede sokak dokuları arasında kaybolmak benim için bir adet haline gelmişti. Bu kayboluşla şehrin planlanmamış yerlerin keşfetmek, aniden önüme çıkan raslantısal kent bileşenleri seyahatimi daha heyecanlı bir hale getiriyordu. Kayboluşlar benim için çok anlamlıdır. Sokaklarda tanıştığım insanlar, rastlaştığım sürprizler, sokak dokuları ve kent yaşayışlarına limitsiz zaman harcayışım oranın bir yereli gibi hissetmemi sağlıyordu. Bu kayboluşla 2 saat boyunca sokak aralarından yolumu daha tanımlı hale getirebilecek sahil yolunda vardığımda bu sürenin sonunda aslında bir sonraki durağım olan ama gitmek için ertelediğim Frøsilos yapısı aniden önümde belirdi.

28


29


Kayboluşum ve rotamın kesiştiği Frøsilos’u sahil şeridinden karşılaşmak çevresi hakkında yeterince veri toplamama vesile oldu aynı zamanda kentin sokak arkalarına saklanmış birçok analizini yaptıktan sonra MRDV’nin Frøsilos’unun çeperlerinde dolaştım. Burası konut fonksiyonu barındırdığı için içerisini keşfetme olanağı bulamasam da çevresindeki mimari elemanları keşfetmeye koyuldum. Uzun sahil şeridi Frøsilos’a vardığımda bir bisiklet köprüsüyle sona eriyordu ve kamusal mekan tanımı bir anda değişiyordu. Bu köprü ile Frøsilos’un çizgileri arasında sıkı bir bağ vardı. Bir sonlandırış ve yönlendirme barındırıyordu. Kayboluş ve Frøsilos yapısıyla kente dair keşfettiğim en önemli özelliğin yansımalar olduğunu fark ettim. Köprülerin su üzerinde geçişin yansımaları raslantısal olmayıp düşünülmüş ve tasarlanmış aralıklardan oluşuyordu. Aynı zamanda sadece su üzerine yansımalar dışında oluşuyordu. Aynı zamanda sadece su üzerine yansımalar dışında cephelerin birbirine çakıştırılıp yansıtılmaları da

30


Kopenhag’a has modern yapı tasarım girdilerini oluşturuyordu. Frøsilos çevresindeki ofis ve müze yapılarının cam cephelerine yansıtılarak daha anlamlı bir yer ediniyordu kent içerisinde. Kopenhag için yansımanın bir mimari karakteristik özellik olarak kullanılmasını daha ilk günden fark edebilmiştim. Aynı zamanda Kopenhag’da olduğum süre içerisinde cephe detaylarına farklı gözle bakmamı sağlayan bir eleman olmanın ötesinde, bu farkındalık çerçevesinde seyahat sonrası yansımalar Kopenhag’ı mimari perspektiften anımsayacağım en önemli verilerden biri oldu.

31


DR Concert Hall Jean Nouvel Kopenhag

Gün yavaş yavaş kararmak üzereyken biraz molanın ardından Jean Nouvel’ın yapısı olan Danish Radyo Konser Salonu’nu gündüz vaktiyle görmek adına metroya doğru yola koyuldum. Ancak konser salonuna varana kadar hava çoktan kararmıştı. Merkezin oturmuş düzeninin aksine Danish Radyo Konser Salonu’nun yer aldığı bölge yeni gelişen bir bölge olmasından dolayı tren rayları ve inşaat kokusu sert rüzgârla birlikte beni de savuruyordu. Danish Radyo Konser Salonu’nun mavi pırıltısını tüm bölgeyi aydınlatırken yanında Vilhelm Lauritzen Architects’in tasarımı DR Byen yapısını fark ettim. Konser salonunda etkinlik olmadığından bulunduğum bölge oldukça sessiz ve kimsesizdi. DR Byen ile birlikte daha iyi keşfedebilmek ve içerisine girebilmek umuduyla bir sonraki günlerde tekrar gelmek üzere buradan ayrıldım.

32


33


İki günün ardından yolum buraya tekrar düştü ve gündüz vakti yapıyı tekrar deneyimlediğimde Kopenhag’ın birçok modern ve simgesel yapılarında olduğu gibi 2 farklı yapı arasında kurulan bağlardan bir tanesini daha burada gözlemledim. Kopenhag’da önemli mimari verilerden bir de gözlemlerime dayanarak iki yapıyı birbirine bağlayan köprüler, geçitler olduğunu düşünüyorum. İskandinavya ülkelerini gezdiğimde bu geçitlerin Kopenhag’a özgü bir detay olduğunu fark ettim. Bu geçişler iki kontrast

yapı arasında kurulan, bir bağı tanımlayan simgesel mesajlar veriyordu. Eski ve yeni arasında, zıt renkler ve dokular arasında, doluluk ve boşluk arasında gibi birçok zıtlığı bünyesinde barındırıyordu. DR Konser Salonu ve 34


DR Byen arasında kurulan köprünün, geçişin bağı ise doluluk boşluk arasında ve strüktür arasındaki kontrastı tanımlıyordu. İki yapının ortak mimari özelliği çekirdek ve onu sarmalayan dış katmandan oluşmalarıyken, 35

Konser Salonunun çekirdeği opak dış cephe giydirmesiyle solid bir küpü tanımlarken DR Byen ise çekirdeğini strüktürle çerçevelemiş kafesten oluşuyordu. Ve yapıların arasında kurulmuş köprü ile birbirlerine olan tasarım akışını gördüğümde zekice tasarlanmış bu kurgu yapılara olan ilgimi arttırıp bana birçok mimari tasarım fikri olarak geri yansımalarda bulundu. Doluluk ve boşluk hissiyatı kent ölçeğinden tamamen mimari ölçeğe indirgenerek tasarım bir söylevde bulunuyordu ve farklı iki yapı arasında daha da güçlü geçiş tanımlıyordu.


2

. GÜN

24.10.2019 Perşembe

İlk günün yorgunluğunu attıktan sonra otelden büyük bir heyecanla ayrıldım. Gündüzü yakalamak için erken saatlerde uyanıp alelacele yemek ve hazırlık sürecini atlattıktan sonra bu günün rotasına hızlıca göz gezindirip nasıl ulaşabileceğim konusunda resepsiyondan biraz bilgi aldıktan sonra dünkü kadar rastlantısal ve deneyimsel olmayan programıma başlamak üzere metroya doğru hızlı adımlarla ilerledim. Soğuğa ve puslu havaya rağmen elimde eskiz defterlerim Kopenhag için hazırladığım en yoğun günün ilk durağı olan Danish Mimarlık merkezine gidiyordum. İlk günkü kayboluşlarla hızlıca ezberlediğim metro ağını elimle koymuş gibi buldum. Seyahatim boyunca soğuk hava koşullarından dolayı dünyanın en uzun bisiklet ağına sahip bisikletler şehrinde metro kullanmak zorunda kalmıştım. Ancak metro altyapısı bile bisiklet akslarına uygun tasarlanmıştı ve bisiklet hareketlerine benzer farklı bir ağ oluşturuyordu. Metro ağı aynı bisiklet tekerliği gibi başlangıç ve son barındırmayan, 36


Opera House

kullanıcının tanımladığı aks üzerinde devamı, hareketliliği ve milyonlarca döngüsel devri tanımlarcasına tasarlanmıştı. Şehrin her yerine sızan metro ağı dairesel bir aks etrafında dolanıyordu. Metro ağının bu tasarımı seyahat halinde olmanın zamansızlığı ve yolculuğun lineer bir başlangıç ve son olmasından ziyade bir sonsuzluk tanımlıyordu. Her başlangıç ve son kullanıcı ile tanımlanıyordu. Döngüsel hareket sayesinde asla durmayan bir vagonun içinde olma durumu yeraltından kente sızmanın en eğlenceli yoluydu benim için. Kendimi bu döngüden çıkarıp şehir merkezinden Blox’a doğru gezintiye çıktım. 37

Playhouse

Chr�st�an�a

Jew�sh Museum Black D�amond

Dan�sh Arch�tecture Center


OMA

Kopenhag

Danish Architecture Center

BLOX

38


39


DAC / BLOX: Sahil şeridinden Blox’a doğru akışta dikkatimi çeken ilk şey Blox’un tasarım akslarının tam zıttında yer alan bir bisiklet köprüsüydü. Blox’un modüler ve kutu kutu tasarlanmış cephesi, sahil şeridi ve yine bir odak ve son çıkış noktasını tamamlayan, kesiştiren bu bisiklet yolu kent kullanıcılarına bir yönlendirme tanımlamaktaydı. OMA’nın tasarladığı yapının çeperlerinde keşfimi tamamladıktan sonra Blox yani Mimarlık Merkezi’nin merdivenlerden küçük kutucukların içine doğru Seyahat planlama sürecinde kesinlikle yapacaklar listemde olan, DAC (Danish Architecture Center)’ın bünyesinde BIG’in bugüne kadar düzenlenmiş olan en büyük sergisini gezmek için sızdım. Kopenhag’ın bilindiği üzere modern yüzünün en bilindik tasarımcısı BIG’dir.

40


Hem yapıyı deneyimlemeyerek hem de sergiyi gezerek BIG ve OMA’nın projelerini inceleme fırsatı elde ettim. DAC’ın kütüphanesinde biraz kaybolduktan sonra “Formgiving” sergisine doğru yolculuğa çıktım. Sergiyi gezmek neredeyse tam bir günümü almıştım. BIG’in renkli dünyasına yaptığım yolculukta henüz yerinde görmediğim projeler hakkında birçok bilgi topladım

41


42


ve dünyanın birçok yerinde yaptığı projeleri ve tasarım fikirlerinin en başlangıcından son aşamasına kadar diyagramlar, maketler, modeller ve denemeler üzerinden tekrar ele aldım. Serginin bana geri dönüşü birçok ilham kaynağı ve mimari analiz fikir olarak farklı bir düşünsel boyuttaki seyahate itmiş olması oldu. BIG OMA’nın tasarımı olan yapıyı sergisinde bir tasarım elemanı olarak kullanmış olduğunu fark ettim. Merdivenlerinden yukarı doğru çıktıkça BIG felsefesini ilk basamaktan dünyanın varoluş ve tasarım girdileriyle başlatarak merdivenlerin en sonundaki basamağa gelindiğinde 2020 yılına ve BIG’in düşüncelerine tamamen karışmış büyük bir serginin girişine varmıştım. Merdivenlerin bir sergi elemanı olarak deneyimlemek direk bilgiyi elde etmenin tam zıttında hem BIG’i hem mimariyi deneyimleterek bilgiye, sergiye ulaşım

43


44


merdivenlerde yeterince uzun zaman harcamama ve sergiyi gezerken mekanı da deneyimlemek iki ayrı ama iç içe geçmişlikte iki yerde de var olabilmemi sağladı. Soluksuz gezdiğim sergiyi artık bir noktada benim için zor da olsa sonlandırmak durumundaydım. Serginin üzerimde bıraktığı düşünsel seyahati taze tutmak ve arşivime bir iz katmak adına müze mağazasından kitap alışverişimi de yaparak hızlıca bir sonraki durağıma gitmek üzere DAC’a BIG’e veda ettim.

45


46


47


SHL

Kopenhag

The Black Dimond

The Royal Library

48


49


Black Diamond; Sahil şeridini devam ederek bir iki dakikalık yürüme mesafesinde olan Kraliyet Kütüphanesinin eklentisi olan Schmidt Hammer Lassen Mimarlarının tasarladığı Black Diamond’a vardım. Burası dünyanın en büyük kütüphanelerinden biri olma görevinin ötesinde vaziyet ölçeğinde değerlendirildiğinde Blox’un klasik dönem mimari plan düzeninin tektonik hareketleriyle modern süreçte ele alması gibi Black Diamond da Kraliyet Kütüphanesi’nin 2 iç avlulu yapısını kurgusunda barındırmış ve eklenti arasında kurulan köprüyü bir patlayış gibi değerlendirdiğini düşünüyorum. Bu geçiş bağlantı solid yapının içinde de devam ettirilerek 2 ayrı kütleye parçalanmasını ve parçalanan kütleler arasında bu soyutlamayı destekleyen bir kurguda akslar bölünen yapıda patlayış hareketini mimari ortamda ele alınmasını sağlamıştır.

50


Daha önceden DR Konser Salonu ve DR Byen yapılarında bahsettiğim gibi geçişler bu iki yapı arasında da oldukça önemli bir mimari veri olarak tasarımlara aktarıldığını gördüm. Black Diamond ve Kraliyet Kütüphanesi arasında kurgulanan geçiş, köprü benim için bir zaman tüneli görevini üstleniyordu. Modernin ve klasiğin birbirine karışı, geçişi ve saydam bir eşiği temsil ediyordu. Eksi ve yeni arasında kurgulanan güçlü bağ, üslup farklılıklarından daha çok kontrastı sembolize ediyordu. Black Diamond’a içeriden deneyimlediğimde ise bu vurguların arttığını görebiliyordum. İki ayrı renkteki üslup arasında tam bir zıtlık vardı; Kraliyet Kütüphanesi tüm zarifliği ve geometrik aksları Black Diamond’a yaklaştıkça daha yumuşak geçişlere ve curvative yüzeylere dönüşüyordu.

51


52


Bu geçiş arasındaki en değerli önemli görevi üstelenen köprünün yapı malzemesi cam ve çelik, saydamlığı ve modern yüzü temsil ederken, tavanda yer alan mozaikler klasik mimariye bir gönderme yaparak bu geçişi daha etkin kılmıştır. Burayı akşam deneyimlediğimde ise köprü ve yaratılan yarık arasından geçiş ışık ile sağlanmıştır. Kraliyet Kütüphanesi’nden Black Diamond’a doğru yayılan ışık aksı, köprü ile sağlanıp Black Diamond’un sahil cephesinde en yükseğe ulaşıp, ışık akışı suyun üzerinde son bulmaktadır. Kütüphane’de geçişleri ve eski yeni arasında kurgulanan bu detayları not ettikten sonra ve bu günün eskizlerini diyagramlara dönüştürdükten sonra günün sonuna doğru yaklaşmıştım. Bu güzel 2 yapı ve sergi tüm günüme yayılsa da mimari besin olarak oldukça kaliteli ve yoğun geçen bir süreç olmuştu. Gitmek istediğim çok fazla yapı hala vardı bu yüzden zamana ve soğuğa meydan okuyarak yakınımda yer alan Nyhavn’a doğru yola çıktım.

53


The Royal Playhouse Lundgaard and Tranberg Kopenhag

Playhouse; Kopenhag merkezinde biraz oyalandıktan sonra The Royal Danish Opera Salonunu ve karşısında yer alan The Royal Playhouse akşam gözüyle sahildeki ışıklarını görmek için Nyhavn’a varmıştım. Nyhavn geleneksel rengarenk evlerinin bulunduğu, birçok kafe restoran ve barın yer aldığı uzun bir sokak olarak Kopenhag’ın en canlı yüzünü oluşturuyordu. Bu yüzden burayı akşam deneyimlemek istedim. Nyhavn sokağının en sonunda The Royal Playhouse yer almaktaydı. Playhouse’un karşısında The Royal Danish Opera Salonunu yer almakta. Seyahat planlamam kesinleştikten sonra her ne kadar bir etkinlik için iki performans alanına baksam da bulamamıştım. Akşam saatlerindeki etkinliklere gelen kullanıcı yoğunluğunu ve sirkülasyonunu görmek için burada deneyimlemeyi umarken oldukça sakin ve Kopenhag’ın en heyecanlı bölgesinde soluk kaldıklarını gördüm. Bende bıraktıkları izlenimleri büyük kütleleriyle varlıklarını sürdürmeleri oldu ancak avlularındaki, çeperlerindeki ve iskelelerindeki kimsesizlik ve boşluk algıladığım hacimlerini de küçülttü gözümde. Bu iki yapıyı ilk olarak açılır kapanır bisiklet köprüsünden bir perspektif içinde deneyimlediğim için birbirinden bağımsız değerlendirmek benim için oldukça güç çünkü birbirine gönderme yapan birbirleriyle su üzerindeki bağlantılar sağlayan ve birbirini destekleyen birimler olarak zihnime kazındı. Biri diğeri olmadan daha tanımsız hale geliyordu benim için. İki yapının içeresinde etkinlik olmadığından ve kimse olmadığından dolayı maalesef giremedim. Ancak çeperlerinde dolaşarak edindiğim izlenimlerden biraz bahsetmek isterim.

54


55


Playhouse’da Daha önceden bahsettiğim gibi Frosilos ve Blox’da olduğu gibi sahil şeridi bisiklet köprüsüyle yönlendiriş hikâyesini burada da okumuştum. Çok büyük bir bisiklet ve yaya köprüsü ile yine odakta olma görevini ve bir sınır çizme özelliğini barındırıyordu. Bu köprüyü yatak eksende kesip Playhouse’ın çeperlerine doğru ilerlediğimde ahşap zeminin sıcaklığında kurulmuş geniş bir iskele ile içeri az da olsa davetkâr bir giriş etkisi katmak adına giriş katında yer alan restoran sabit ve rijit akslar üzerine kurulmuş bu soluk yapıya bir canlılık katmıştı. İskeledeyken sadece karşı kıyıda yer alan Opera Salonu’nun ışık gösterisi görünüyordu. Playhouse’un iskelesi karanlıklar içinde yer alan karşı kıyının Opera House ile aydınlanmasını ve ıssızlığını terk etmesini destekliyordu. Playhouse’un ön cephesi restoran katına gelen kullanıcılar için muhteşem bir manzara sunuyordu ve tamamen hareketlilik suyun, sahilin

56


57


cephesinde kurgulanmıştı. Yapının ön cephesinden sol ve arka cephelerine doğru yönlendiğimde ise tamamen ıssızlık sarmıştı. Burası bir sınırı gerçekten temsil ediyordu. İskele üzerindeki canlılık korunmuş ve tasarlanmış bir alanken arka cephesi tamamen çevre verilerini göz ardı edip, tasarlanmamış atıl kalmış bir alandı. Arka cephesinde Kopenhag’ın klasik mimari detaylarını etraftaki yapılardan görürken yüksekliğin kattığı etki ile dar bir sokağa dönüşen arka cephesinde Playhouse’un işlev olarak depo, malzeme odaları, makine odaları yer almaktaydı. Ve bu fonksiyonu barındıran mekanlar tamamen camla kaplı olduğu için yapının tüm işlevsel kirlilikleri dantel gibi olan sokaktan görülebiliyordu. Bu ise yapıda beni en çok rahatsız eden bölümdü. Tek cepheli mimari başka bir yerden alınılmış buraya ait değilmiş etkisi yaratıyordu. Sahilin tüm güzelliği, uyumu ve insanla bütünleşmesi

58


59


yapının arkasında tamamen bambaşka bir yüzdeydi. Tüm bu güzellik sisteminin dönmesini sağlayan mekanizma arka cephesiyken… Mimari hareketlilik ön cepheden arka cepheye doğru azaldıkça sirkülasyon dinamikleri de aynı doğrultuda zayıflamaktaydı. Issız ve tamamen altyapısız düzenlenmiş iki karanlık cephesi geleneksel sokak dokusuna da zarar verdiğini gördüm ve bu ıssızlıktan bir an önce kurtulup Opera House’a doğru yöneldim.

The Royal Danish Opera Henning Larsen Kopenhag

The Royal Danish Opera: Henning Larsen tasarımına Inderhavnsbroen köprüsünden geçerek önce çeperlerini keşfederek varmıştım. Köprünün sonunda bölgeyi daha canlı hale getirecek açık hava pazarı için bir alan tahsis edilmişti. Daha çok sokak lezzetleri üzerine ürünler veren bölge Benim gittiğim dönemde soğuk hava şartlarından dolayı kapalıydı ancak çeşitli kafe ve barlar bu işlevin bir kısmını üsteniyordu. Opera binası ile bu Pazar yeri büyük ve boş bir peyzaj düzenlemesi ile birbirinden ayrılmıştı. Opera’ya doğru yürürken küçük kanalların arasından geçiyordum ve bur kanallar üzerinde aktif bir yaşam olduğunu gözlemledim. Kopenhaglı insanlar suyu sadece mimari bir eleman olmanın ötesinde hayatlarının içerisine sızdırmışlardı. Vapurlara ve iskelelere ek olarak insanlar gündelik hayatlarında bir ulaşım yolu olarak da kanolarıyla kullandıklarını gördüm. Su kanallar aracılığıyla sokaklara dönüşmüş ve evlere sızmıştı. Evlerden de yaşam tarzına kadar bir bütün olarak kent elemanı olarak kullanılıyordu. Opera Binasına geldiğimde Playhouse gibi arka

60


61


cephesi tamamen işlevsiz olarak kalmıştı ve yine bir sınır görevini görüyordu. Yapının ilerisi herhangi bir fonksiyon barındırmayarak etkinlik alanlarının son durağını oluşturuyordu. Şapkalı yapı sert geometrik akslara bir hareketlilik katmak adına çokgenlerden oluşan cam çekirdeği ve uzun saçağıyla kent içinde kendine sembolik bir yer edinmişti. Tüm kargaşa, etkinlik büyük cam çekirdeğin içerisine gömülmüş ve büyük bir iskele ile Playhouse’un aynı sistematiğinde çalıştırılmıştı. Saçak altı yaratılan boşluk çevresindeki boş park düzenlemesi ile uyum halindeydi ve kendi alanındaki boşlukta mekan içinde ve dışında olma frekansını düzenliyordu. Yapıyı içeriden gezme imkanı bulamamıştım tamamen kapalı bir hacim olarak zihnimde daha sınırları olan ve rijit, kompakt bir mekan olarak iz bıraktı. Umduğumu bulamadığım sakin Nyhavn sokaklarından ayrılarak geceyi daha uzun yaşamak adına Christiania bölgesine doğru yola çıktım ve Freetown’nun gecesine karışarak Kopenhag’daki ikinci günümü tamamladım.

62


63


3

. GÜN

25.10.2019 Cuma

Gecenin yorgunluğunu üzerimden atar atmaz BIG gününe hazırlanmaya koyuldum. Bugün rotamdaki mimari durakların neredeyse tamamını BIG’e ayırmıştım. Kopenhag’ın renkli mimarlarının izini sürmek üzere Amberbro bölgesinden havalimanı istikametinde yer alan Ørestad bölgesine doğru yola çıktım. Bu bölge yeni istihdam alanları oluşturmak adına çoğunluğunu konut birimleri oluşturan ve alışveriş merkezlerinin bulunduğu planmış bir bölgedir. Çok katlı konut binaları arasında bu yerleşim düzenini destekleyen birimlerle birlikte istenilen nüfus yoğunluğunun çekilememesi ancak inşaat sektörünün halen devam ettiği bir bölgeydi. Merkezin kompozit yapısının ve sokak dokularındaki tasarlanmış rüzgar sirkülasyonu kontrol çalışmalarının yapılmaması burayı çok daha rüzgarlı ve soğuk bir bölge yapmaktaydı aynı zamanda sokaklardan ziyade daha çok devasa konut projelerinin yer almasıyla ve büyük çekme mesafelerinden kaynaklanan rüzgar problemi burayı deneyimlemek için beni en çok zorlayan faktörlerden birisiydi. Doğal şartların düşünülmemesi bir yana burada gördüğüm 64


Nyhavn

yapıların birçoğunda hissettiğim şey tamamen cepheler üzerinden mimarinin kurgulanmasıydı. Farklı cephe denemeleri mimarların ayrı imzalarını taşıyordu. Devasa cepheler balkonlar, renkler ve giydirme cepheleriyle birbirlerinden farklılaştırılmıştı. Fakat yapılar birbirlerinin üslubuna saygı duyan akslarda tasarımlar üretildikleri için bir bütün örüntüde oluşturuyorlardı.

65

Mounta�n Dwell�ngs VM Houses Ørestad Gymnas�um

8 House


66


Burası Kopenhag’ın en modern yüzlerinden birisiydi. Şehrin genel özelliklerinden biri ve bir sorunu eğlenceli yöntemle çevirme işlemini grafitiler ile bulmuşlardı bu bölge ise bu sağır cephe sorunlarını görerek en başta bu sorunsalı gidermek adına cephe çalışmaları üzerine bir mimari planlama getirmişleri. Kopenhag benim için tam anlamıyla iki boyuttaki mimari düzlemin taban olarak yansımasıydı. Grafitiler, cephe doluluk boşluk ilişkileri üzerine yapılan çalışmaları ve cam cephelerdeki yansımalar cephe içinde cephe oluşumuna neden oluyordu. Cephelerin düşeyden yataya dönüşümü ise su üzerinden kurulan ilişkilerle sağlanıyordu. Kopenhag benim için cephe illüzyonları ve cepheler arası akışlarıyla zihnime kazınmıştı. Renkli cephelerin arasından BIG’in tasarladığı 8 House yapısına rüzgar ile sürüklenerek rotama ilk durağına gelmiş oldum.

67


68


69


70


71


8 Houses BIG Kopenhag

72


73


8 House: Büyük bir 8 şeklindeki avlunun içerisinde ‘s’ ler çizerek dolanırken karmaşık sirkülasyon planını çözmek biraz zamanımı almıştı. Rampalarla bağlanan konut yapıları ve bölücü duvarlarla 8 House’a hücreler şeklinde tasarlanmış giriş kat bahçeleri biraz da olsun rampanın verdiği kamusallığı yok etmek için ve mahremiyeti korumak adına yapılmış bir eylem olarak düşündüm. 8’in göbeğinden büyük avluya çıktığım zaman ise klostrofobik zemin kat sirkülasyon

74


hattından gökyüzünün aydınlığına kavuşmak farklı bir mekânsal deneyim yaşattı bana. Hücre konutlarının gökyüzüne çizdiği 2 aks arasından avluya daha fazla gök sığdırılarak bu klastrofobik alan özgürlüğüne kavuşmuştu. 8 House’un plan düzleminde çizdiği sekiz şekli iki uçtan kesişim noktalarına doğru cephe düzleminde maksimum ve minimum yükseklik ayarlanmıştı. Bu en düşük pik noktalarından biri büyük avlunun kanala ulaşan noktasından verilerek su ile bir bağlantı kurma girişiminde bulunulmuştu.

75


Ørestad Gymnasium 3XN

Kopenhag

Ørestad Gymnasium: 8 House’dan lineer aksta ilerleyen trenle ikinci durağım olan Ørestad Gymnasium’a vardım. Gymnasium Almanya, Hollanda gibi ülkelerde başarılı öğrencileri üniversiteye hazırlayan okul türüdür. Türkiye’de ise bu unvana sahip bazı liseler bulunmaktadır; İstanbul Lisesi, Sankt Georg Avusturya Lisesi bu unvana sahip liselere örnek olarak verilebilir. Ørestad Gymnasium 3XN mimarlarının tasarladığı bir yapıdır. Yapının giriş katında çalışma birimleri yer alırken kot aşağıya doğru büyük bir kapalı basketbol sahası bulunmaktadır. Üst katlarda ise kütüphaneler ve çalışma odaları yer alırken okulun merdivenleri yapıya oldukça karakteristik bir özellik katmaktadır. Kopenhag’ın spor ve okul birimlerinde vazgeçilmez materyali olan ahşap Ørestad Gymnasium’da da kullanılarak daha sıcak ve rahat bir atmosfer oluşturuyordu.

76


77


Merdivenlerin girişten yönlendiren aksı davetkar bir yönelimle kullanıcıları kütüphaneye teşvik ederken öğrencilerin dinlenmeli için yaratılmış 3 büyük kapsülde merdivenin etrafında sarmalanmıştı. Bu küçük kapsüllerin çatıları dinlenme alanları olarak tasarlanmış öğrencilerin burada rahatlama, uyuma ve çeşitli etkinlikleri için düzenlenmiş alanlar farklı bir eğitim sistemini destekler nitelikteydi aynı zamanda farklı kotlardan girişler verilerek çatılara direk ulaşım sağlanmıştı.

78


79


VM Houses BIG Kopenhag

VM Houses: Bir sonraki durağım olan BIG’in yapısı VM Houses Gymnasium’a yürüme mesafesinde oluşu çevredeki konut birimlerini besleyen çeşitli küçük ve büyük alışveriş merkezlerini görme fırsatını sağladı. Bu gelişmekte olan bölgede önceden bahsettiğim gibi en önemli mimari elemanı cephe çalışmalarıydı. VM Houses’da bu çalışmaların başında gelmekteydi. Hakim rüzgar yönüne doğru şekillenen balkon tasarımları oldukça ilgi çekici bir tasarım sunarken ana yolun trafik akışına göre konumlandıran ana cephesiyle yapının muhteşem bir illüzyon yarattığını düşündürdü bana ancak yayan olarak bu büyük ölçekli yapıyı deneyimlediğimde

80


81


cephe beklentisini sirkülasyon ağına ve zemin kat kullanımına bulamadım. Yapının diğer 3 cephesi ana cephe çalışmasından tamamen kopmuş olması bambaşka bir yapıyı deneyimlediğimi düşündürürken bana zemin katında hiç bir işlevin bulunmaması ve sadece kolonların yükselmesi insanlar ile toprak arasında hiç bir bağın kurulamamasına neden olması beni terkedilmiş bir bölgede dolaştığımı düşündürüyordu. BIG’in tasarımlarındaki genel tutumu zemin kat planlarını ve fonksiyon sirkülasyon hatlarını doğru konumlandıramayışları ve plansız bırakışlarıydı.

82


83


84


85


Mountain Dwellings: BIG’in ve JDS’nin ortaklaşa yaptığı Mountain Dwellings konut yapısı VM Houses’ın tam aksine konutları ana yol aksı olan batı yönüne baktırmaktansa doğu yönüne baktırmıştır. 8 House’daki gibi pik noktalarıyla cephe çalışmaları yaparak en büyük cephesini ana yol aksına yönlendirerek daha önce gezdiğim iki yapının karakteristiklerine uygun tasarlanmıştı. Bu günümü BIG’in yapılarına ayırmak bana BIG yapıları arasındaki ortak tasarım kurgularını karşılaştırmamı ve benzer noktalarını kolayca yakalamama olanak sağlamıştı. Kendimi tamamen BIG’in dünyasına kaptırmışken Mountain Dwellings’in giriş katında dolaşıyordum. Giriş katı sadece büyük, renkli bir otoparktan ibaretti konut binalarına Mountain Dwellings x ve y düzleminde yürütülen yatay asansörüyle ulaşılıyordu. BIG Rastlantı eseri bu konutların en üst katında yaşayan bir ev sahibiyle karşılaştım. Burada ne yaptığımla ilgili sorular sorunca hikayemi anlattığımda yapının içini sadece mülk sahiplerinin ulaşımına açık olduğunu söyledi. Ne şanslıyım ki bana yapıyı tanıtarak istersem eşiyle Kopenhag tanışıp kendi apartmanını görebileceğimi teklif etti. Bende bu sıcakkanlı teklifi kabul edip Mountain Dwellings’in en yüksek noktasına çıkmak için bir şans elde etmiştim. Yolculuğun en sevdiğim yanı da sanırım rastlantılardan doğan hayatın sunduğu güzel sıcaklıklar ve jestlerdi. Yatay asansörle yukarı çıkarken biraz daha muhabbetimize devam ettik ve yapı hakkında birçok bilgi edindim. Sıcakkanlı dostumun söylediğine göre otoparkın rengarenk boyanması bir kalsifikasyonu temsil ediyordu. Her katın farklı bir rengi vardı ve otopark bu renklere göre düzenlenmişti. Aynı zamanda katlar sayılarla değil renklerle ifade ediliyordu. Katlar arası geçişte mümkün değildi. Hangi katta oturuluyorsa sadece o

86


87


88


kata çıkan asansöre ulaşım izinleri vardı. Dolayısıyla yapı içinde asansör içinde asansörler vardı. Oldukça sıkı olan bu denetimin nedeni hakkında kimsenin bir düşüncesi yoktu. Asansörler yolculuğumuzun ardından sevgili eşiyle tanışıp evlerini gezdirmeye başladılar bana. Bulundukları kat Mountain Dwellings’in en üst noktasıydı ve bu yapı her daire başına balkon ve peyzaj düzenlemeleri üzerine kurgulanmıştı. Her yapıya ait özel balkonlar yapının formunu oluşturuyordu. Setler üzerine kurgulanan hücre evler peyzaj ile bölünmüş ve geçişler tanımlanmıştı. Ancak kullanıcı hiçbir şekilde bahçesini kendi düzenleyemiyor veya değiştiremiyordu. Tüm balkon bahçelerin peyzajıyla ilgilenen tek bir sorumlu vardı ve asla değişiklik yapılmasına veya kullanıcı tanımlı perma kültür çeşitliliğine izin verilmiyormuş. Mountain Dwellings ve çevresindeki birçok konut yapısı Kopenhag’ın en pahalı konutları olmakla anılıyor olmasının nedeni ise tamamen yatay mimariden usanmış Kopenhaglılar

89


için manzara sunmasıymış ve kat yüksekliği arttıkça konut değeri de artıyormuş. Sevgili dostumda bu manzara uğruna buraya taşınmış. Mountain Dwellings’in en üst katından Kopenhag’a küçük bir el sallayarak yapı hakkında birçok bilgiyi paylaşan ve sıcak evlerinin kapısını ve sohbetlerini bana açarak seyahatime tat katan bu güzel çifte teşekkürlerimi sunup buradan ayrıldım.

90


91


Nyhavn

Kopenhag

Mimari rotayı sonlandırıp kent içine sızmak için Nyhavn bölgesini gündüz gözüyle görmek için kent merkezine geldim. 17. Yüzyıldan kalma renkli cepheleriyle ve şehrin enerjisini yansıtan kent yoğunluğu bu bölgede gündüzleri daha çok nefes almaktaydı. 9 numaralı ev bölgenin en eski mirası olma görevini üstleniyordu. Geleneksel Viking evlerinin bulunduğu bölgede modern mimarisiyle ünlü olan Kopenhag’da Viking ruhunu birazda olsa hissedebildiğim tek bölgeydi. Kanalların arasında kalan eski ahşap gemiler bu ruhun daha fazla korunmasını sağlıyordu. Kopenhag’a has birçok pastane, sokak lezzetleri, barlar ve İskandinavya mutfağının en güzel denemelerinin yer aldığı bu bölgede biraz dolaşıp yerel tatları tattıktan sonra kent merkezinde yer alan dünyanın en büyük açık alışveriş caddelerinden biri olan Strøget’e gidip iyice kente karıştım. Kopenhag’daki neredeyse son günümdü yarın yolculuk günü olduğu için bugünden Kopenhag’la ilgili tüm alışveriş işlerimi halletmek için uygun bir zamandı. Gittiğim her ülkeden anı olarak koleksiyonum için portmin alma alışkanlığımdan mütevellit daha önceden araştırdığım kentin en büyük kırtasiyesi olan Viking’in yolunu tutmuştum. Portmin menşeinde Almanların hakimiyeti olduğu için yere özgü bir portmin markası yoktu ancak buraya has üretim yapan ve 100 yılı aşkın yaşayan özel bir kırtasiyeydi. Portmin üretiminde olmasalar da Viking Kopenhag’a has bir kalem markasıydı. İlk ürettikleri kurşun kalem ile akıllara kazınıp bir klasik haline gelen en bilindik kalemleri ise Skoleblyanten 029’du. Bunun yanı sıra içerisinde birçok mimari malzemeleri, eskiz defterleri ve nordik tasarım ürünlerini barındırarak tasarımcılar için harika bir yerdi. İçerisinde kaybolduğum bu yerden kolay kolay çıkamadım ama en sonunda koleksiyonum için eşsiz bir parça bulabilmiştim. Günümün geri kalanını burada tamamladıktan sonra yarınki yolculuğa hazırlanmak üzere otele doğru yola çıktım. 92


93


4

. GÜN

26.10.2019 Cumartesi

Bugün Kopenhag’da geçireceğim son günüm olmasından dolayı biraz yolculuk telaşı birazda bu güzel şehre veda edeceğim için üzülüyordum. Ancak seyahatimin geri kalan rotası beni heyecanlandırıyordu. Öğleden sonra 5’te Oslo’ya kalkan gemi yolculuğundan önce kenti biraz daha solumak adına daha önceki günlerde gittiğim Christiania Freetown’u birde gündüz gözüyle incelemek istedim. Burası Kopenhag’dan ayrılmış özel bir bölgeydi. Sosyalizmi ideoloji olarak ve Budizm’i inançları olarak benimsemiş tamamen kendi kuralları olan özerk bir bölge olunmasıyla biliniyordu. 45 yıl önce hippilerin terkedilmiş askeri kışlalarına yerleşmesi sonucu kendi özerkliklerini aldıkları bu küçük kasaba tamamen aktivist bir görünüm sergiliyordu. Kasabanın girişinde Avrupa topraklarına veda ediyorsunuz yazısıyla ziyaretçilerini karşılayan kasaba Kopenhag’ın eğlence alt yapısının en önemli verisini oluşturuyordu. Her iki zaman aralığında da deneyimlediğim Christiania’da gündüz ve gece yaşantısı arasında tamamen uçurumlar olduğunu fark ettim. Akşamları eğlence yeri olarak 94


görev alıyordu ve belli bir sokaktan sonra fotoğraf çekiminin yasak olduğu bölgede küçük sokak tezgahları boydan boya tüm sokaklarını sarıyordu. Tezgahlarda Kopenhag da illegal olmasına rağmen sadece Christiania bölgesinde yasal olan marihuana satışı yapılıyordu. Marihuana halkın geçim kaynağının olması tamamen kasabanın planlanmasından sanatına kadar yansımıştı. Tamamen hayatlarının bir parçası olan marihuana, tezgahlardan 95

Term�nal

Nyhavn

Chr�st�an�a


büyük bir avluya sızıyordu. Bu avluda içmek için tasarlanmış el yapımı oturma düzenleri, kamelyalar yer almaktaydı. Onları çevreleyen birkaç dönerci ve bar bulunuyordu bu küçük kasabada. Aynı zamanda insanlar bu bar ve restoranların çatılarında yürüyerek kasabanın her halini gözlemleyebiliyor. Aynı zamanda bu oturma alanlarının masalarında birçok satranç tahtası bulmak mümkün çünkü akşamki eğlencelerinin en büyük geleneklerinden biri de esrar eşliğinde satranç oynamak. Öyle ki yenilmez bir kahramanları bile var ve her daim meydan okumalara açık. Gündüzleri ise tamamen bambaşka bir yüze sahip olan Christiania daha çok üretim halinde oluyor. Yerlileri sürekli grafiti üretiyor ya da tamir işleriyle uğraşıyorlardı. Akşamki esrar tezgahları ise gündüzleri hediyelik eşya kermesine dönüşüyordu.

96


97


98


eşya kermesine dönüşüyordu. Grafitilerin rengarenk dünyasında çöplerden veya hurdalıklardan yapılan birçok aktivist heykeli de görmek mümkün. Esrar o kadar çok hayatlarının bir parçası ki sahip oldukları tek sanat sergisinin konsepti de yine bunun üzerine kurulu. Sanatlarına kadar sinmiş marihuana, müzede sanatçılar tarafından içildikten sonra çıktıkları düşsel yolculukları anlatan sanat eserleri yer almakta. Rengarenk ve özgür ruhlu kasabada yaşayan Türklere bile rastladım. Sayelerinde felsefelerini ve inançları hakkında daha çok bilgi aldım. Yaşayışlarını ve düşüncelerini tek tek duvarlara işledikleri renkli dünyalarından ayrılıp Oslo’ya gitmek üzere Kopenhag’a bu güzel kasaba üzerinden veda ettim.

99


O

SLO

B A R C O D E

NORVEÇ

• Astrup Fearnley Müzesi Renzo Piano • Ulusal Opera and Bale Snøhetta • Holmenkollen Ski JDS • Deg 14 Snøhetta • KLP Binası SJ Architects • Deg 16 Dark Architects • Mad building MAD • DNB Doğu Binası Dark Architects • DNB Merkez Binası MVRDV, A-lab, Dark Architects • Vigeland Heykel Parkı Gustav Vigeland

100


101


B A R C O D E

• Astrup Fearnley Müzesi Renzo Piano • Ulusal Opera and Bale Snøhetta • Holmenkollen Ski JDS • Deg 14 Snøhetta • KLP Binası SJ Architects • Deg 16 Dark Architects • Mad building MAD • DNB Doğu Binası Dark Architects • DNB Merkez Binası MVRDV, A-lab, Dark Architects • Vigeland Heykel Parkı Gustav Vigeland


103


O A SLO

NORVEÇ

NALİZ • Oslo’da su fiyortlara girerken kent için önemini belli ediyor. Liman kent olma özelliğini ciddi bir şekilde koruyan kentte liman merkezde yer alıyor. Kent içinde ve kıyı şeridi limanın getirdiği değişimden ve ürünlerinden etkilenmiyor ancak alışagelmiş su üzerinde seyahati destekleyen bir potansiyel barındırıyor. Pazar yerleri, kıyı şeridi etkinlikleri, limanlardan beslenmese de kabuklaştırılmaya çalışılan ve ikonik simgelerle kıyı şeridi modern yapılarla değişime kapalı bir sistem oluşturuyor. Oslo’nun kıyı şeridi kentli için kamusal mekan oluşturmaktan ziyade ikonik yapılarla kentliyi kendine çekmektedir.

104


• Adalar kent için bir kaçış noktası niteliği taşımakta ve yerel halk için ulaşılabilirliği kolayca sağlandığı için kentten aslında çok kopuk olmayan ve çeşitliliğiyle kente zenginlik katan en önemli değerlerden birisidir. Ana karanın çevresindeki bir çok ada insanların kıyyı tanımlayabilme yetisini beslemiştir. Aynı zamanda balıkçılık faaliyetlerini destekleyici bir tutumdadır.

• Suyun kente etkisinden bir diğeri ise kıyıdaki sauna birimleridir. Saunalar küçük tekneler içinde su üzerinde yer aldığı gibi mimari yapılar altında da toplanmıştır. Gündelik yaşamda ise sürekli kullanımı olan saunaların kent hafızası için önemli bir yer tutmaktadır. Soğuk ve sıcak arasındaki kontrast iklimin desteği ile güçlenirken kentlinin ritüelini oluşturmaktadır.

105


• Kentsel veride suyun önemi büyük ölçekten mimari ölçeğe kadar yansımakta ve Mimari eleman olarak su yapı tasarımında çok önemli bir yere sahip. Su üzerine yansımalar mimarlarca ayna gibi kullanılarak önemli bir tasarım girdisi oluşturuyor ve kente karakter ve boyut kazandırıyor.

• İklim geleneksel Norveç evlerine etki ederken modern yapılarda gözardı edilmektedir. Ancak eğitim yapılarında diğer İskandinav ülkelerinin aksine açık ve kapalı alan kurgusunda farklılıklar barındırır. Birçok spor alanı ve tesisleri açık alanlarda kurgulanmıştır. Soğuk yaşamın önüne geçmemiş ve kullanıcının yaşantısında bir zorluk aksetmemesi mimariye yansımıştır.

• Kıyı yapıların cepheleri kıyıya paralel yerleştirerek kent içinde rüzgar sirkülasyonunun yönetiminde kullanılmıştır. Ana cepheler kıyıya yönlendirilmiş ve sokak sirkülasyonu için bir bariyer görevi atfedilmiştir.

106


• Liman ile kent merkezi arasındaki bağ Oslo’da tek merkezli olmaya itmiş. Kent merkezinde modern yüksek yapılar yer alırken ulaşım aksları sürekli değişim halindedir. Konutlar merkezin çeperlerine yayılmıştır ve geleneksel Norveç evleri konut mimarisinde hakimdir. Topoğrafya geleneksel Norveç evlerinin konumlanmasında ve kent planında önemli bir veri oluşturmuştur. Konaklama birimleri dağların tepesinden şehir merkezine dökülüyor ve merkez değişim içindeyken konaklama birimleri geleneksel yapılanma içerisinde yer almakta. Kıyıya yakın konumlandırılan Kent merkezi, geçmişle herhangi bir bağ kurmadan kurgulanmıştır. Kıyı şeridinin daimi değişikliğini simgeleyen en önemli veri barcode projesidir. Siluette tamamiyle ünlü mimarların tasarımlarının yarıştırılması kapitalist bir tutum sergilenmesine ve bunun bir güç gösterisi haline gelmesine neden olmuştur. Sadece silüet gözetilerek inşa edilen barcode projesi insan ve sokak ölçeğinde kıyı cephesindeki kadar başarılı olamamış ve modern yapı kurgusunun tam aksine tek cephenin önemsendiği ve geri kalan mimari tasarımın önemsenmediği gözlemlenmiştir. İnsan fonksiyon ve yapı arasında bağlantı kurulamamaktadır.

107


5

. GÜN

27.10.2019 Pazar

Kopenhag’dan Oslo’ya 4 yolla ulaşılabiliyor; bildiğiniz üzere pek eğlenceli bir yanı olmayan uçak yolculuğu, otobüs yolculuğu, cruise yolculuğu ya da İsveç aktarmalı tren yolculuğu. Otobüs yolculuğu ekonomik olarak aralarından en uygunuyken, tren yolculuğuyla dünyanın en güzel tren yolculuklarından birini Göteburg kasabasında biraz mola verip aktarmalı olarak Oslo’ya devam edebilir ya da Oslo fiyortları arasından geçen mini cruise yolculuğu yapılabilir. Ben seyahatimde farklı ulaşım akslarını deneyimlemek istediğim için gemi yolculuğunu tercih etmiştim. Şehir merkezinin biraz dışından kalan DFDS terminaline metroyla kolayca ulaştıktan sonra Oslo için geceyi orada geçireceğimiz gemiye kolayca ulaştık. 15 saatlik yolculuk benim için bir çırpıda geçti. Hava öğleden sonra 4 5 gibi karardığı için Kopenhag sularından ayrılırken keşif yapmama engel olmasına rağmen gemiyi dolaşmamı ve kamarama yerleşmemi sağlamıştı. Kuzey deniz sularının açıklarındayken insanların birçoğu gemi içerisinde yer alan restoranlarda, kafelerde yemeklerini yemişler, sauna ve havuzun tadını çıkarmışlar, 108


Hotel

gece kulübünde yapılacak eğlence için hazırlanıyorlardı. Aynı zamanda İskandinavya ülkelerinde yüksek alkol vergileri ödeyen gemi yolcularının neredeyse tamamı tax free alışveriş marketinden tüm ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. Bu alışveriş birimi bir anda Pazar yerine dönüşmüş ve yolcuların saldırısına uğramıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde karanlıklar içinde kuzey denizinin soğuk sularında yol alırken tüm gemide yer alan tüm birimleri keşfetmiştim ve gece eğlenceye katılmak üzere kamaramdan ayrıldım. 109

Opera B�nası

Term�nal

Astrup Fearnley


110


111


Sabah saatlerinde erkenden kalkıp aydınlık havada Oslo fiyortlarını görmek için geminin üst güvertesinde kahvemi yudumlayarak güne merhaba dedim. Gemi sabah saatlerinde Oslo sularına girmiş, küçük adacıkların arasından ağır aheste ilerliyordu. Yemyeşil adacıkları arasından geleneksel ahşap Norveç kasabalarını görebiliyordum. İklim koşullarının soğuk ve soluk yapısı kasabaların pastel tonlarındaki küçük evleriyle mükemmel bir bütünlük oluşturuyordu. Oslo seyahatim boyunca en etkilendiğim kısım sanırım karanın çeperlerine yayılmış bu küçük adacıklar arasındaki gezintim olmuştu. Doğanın mimarinin ve yaşam tarzının tam bütünleşmiş örüntüsüne hayran kalmıştım. Fiyortlar Oslo’yu daha keşfe açık kılmış ve bir

112


gezgin olarak bilinmezlikten doğan limitsiz mekan anlamı barındırıyordu benim için. Böylece kent algımın daha büyümesine ve yaratıcı bir hale bürünmesine neden olmuştu. Doğanın tüm çeşitliliği arasından seyahatimin son demlerine gelerek Oslo şehir merkezinin siluetini görmüştüm. Siluetten kente dair birçok veri okunabiliyordu. Siluetin batı cephesinde modernleşmenin keskinliği ve doğu cephesinde ise malzemelerin özenle seçimi okunabiliyordu. Viking gemilerinin su üzerindeki hayaletleri modern mimarinin ilham noktasını oluşturmuştu. Mimari analizlerimi yapı boyutunda daha derinlemesine incelemek adına kamarama veda edip eşyalarımı bırakmak üzere hostelin yolu tuttum.

113


Astrup Fearnley Museum Renzo Piano Oslo

114


115


116


Astrup Fearnley Müzesi: Günün mimari rotasında gidebileceğim kadar müzeye gitmem gerekiyordu. Oslo’da toplamda 2 tam günüm vardı ancak bunun bir günü pazartesine denk geldiği için daha dikkatli bir planlama gerektiriyordu. Hostelde birkaç insanla tanışıp programımın son revizyonu yaptıktan sonra Astrup Fearnley Müzesi’ni görmek için Aker Brygge bölgesine doğru yola koyuldum. Her şehirde ilk gün kaybolma alışkanlığımı Oslo’da da deneyimledim. Sessiz sokaklarında uzun bir kayboluştan sonra gündüz ışıklarını verimli kullanmak adına kayboluşumu sonlandırıp Aker Brygge’e vardım. Burası sahilin en önemli yollarından biriydi. Aker Brygge sokak tezgahlarıyla başlayıp lüks restoran ve kafeler eşliğinde Renzo Piano’nun tasarımı Astrup Fearnley’de son buluyordu. Bu bölgede yerel tatları biraz tattıktan ve keşif yaptıktan sonra Oslo siluetinde daha önceden dikkatimi çeken Astrup Fearnley Müzesi’ni gezmeye koyuldum. 117


Burası kütle olarak 2 ana parçaya ayrılmış ve biri büyük diğeri küçük 2 birimde müze görevini üstlenmekte. Farklı sergilerin yapıldığı bu iki kütlenin formsal çizgileri Viking gemilerinin yelkenlerinden ilham alındığını düşündürdü bana. Aynı zamanda malzeme seçimi ise yapıyı daha ikonikleştiren ve karakteristik özellik sağlayan en önemli noktalardan biriydi. Viking gemilerinin ahşap yapısı ve çeliğin zaman içerisindeki tüketim kurgusu ahşap materyali üzerinde yaratılarak su öğelerini yapı bünyesinde taşımaktadır. Çelik çatı konstrüksiyonuna sahip olan müzeler ahşap cephesiyle daha sıcak bir atmosfer yaratmış. Aynı zamanda çeliğin oksitlenişi gibi ahşap cephelerinde ton geçişlerinin yapılması siluetten bakıldığında karaya vurmuş bir gemiyi andırmaktadır. İki kütle küçük bir kanal ile ikiye bölünerek sahilde yer alan yapının içine kadar su ilişkisi taşınmıştı ve

118


119


120


böylece su üzerinde yüzen iki gemi gibi tasvir etmeme neden olmuştu. Müze biri geçici diğeri kalıcı sergi olma fonksiyonları barındırmakta. Yapının büyük kütlesinde yer alan kalıcı sergisi, Astrup Fearnley Koleksiyonu’nu gezdikten sonra hız kaybetmeden diğer kütleye geçiş yaparak müzenin geçici sergisi olan Gilbert & George yaratımında olan “The Great Exhibition” sergisini gezdim. Kopenhag’dan daha kuzeye geldiğim için hava artık daha da erken kararıyordu. İki müze birimindeki gezintimi tamamlamamla birlikte hava artık kararmaya başlamıştı dolayısıyla bir sonraki rotam olan Opera House’a gitmeden önce gün batımını izlemek için muhteşem manzaraya sahip olan Astrup Fearnley Müzesi’nin seyir köşesinde günün son demlerini geçirdim.

121


Norwegian National Opera and Ballet Snøhetta Oslo

Ulusal Opera and Bale Salonu: Snøhetta tasarımı olan yapı Oslo’nun en gösterişli ve ikonik yapılarından biridir. Kopenhag’da BIG ne ise Oslo’da için de Snøhetta odur. İskandinav mimarları kuzeyin tüm mimari analizlerini yaparak tasarladıkları yapılarında kendi kültürlerini ve nordik tasarım anlayışının parçalarını her tasarımlarında görmek mümkün oluyor. Opera yapısıyla ilk etkileşime girdiğim an hava çoktan kararmıştı. Karşı kıyıdan karanlığı aydınlatan ışıklarıyla bana çok şey anlatmaya başlamıştı bile. Oslo’da su ile ilişki çok önemli bir veriydi. Deniz üzerindeki sauna tekneleri, adalar ve onlarla kent arasında kurulan bağlar, geleneklerinde yatan Viking gemileri gibi birçok faktör bu özelliği besleyen en önemli verilerden bazılarıydı. Benim en çok dikkatimi çeken verilerden biri ise su üzerindeki saunalardı. İskandinavya ülkelerinin geleneksel özelliklerinden biri olan ve konutlardan şehir mobilyalarına elemanlarına kadar geniş bir tasarımda kendilerine yer bulmuştu saunalar. Opera House’a doğru giderken çevresinde kuluçkalanan teknelerin içinden buharlar fışkırıyordu. Bu teknelerin içinde saunalar bulunuyordu. Biraz

122


123


124


gözlemlediğimde ise sıcak sudan çıkıp insanlar çırılçıplak bir şekilde insanlar kendilerini Norveç’in soğuk sularına bırakıyorlardı kendilerini. Tekrar ve tekrar. Oslo’nun sessizliğini bir anda bozan ve kentin sesine farklı bir titreşim katan bu çığlıklar art arda şehir merkezinin sahil şeridinde kendine yer ediniyordu. Ben daha soğuktan yürüyemeyecek haldeyken insanlar sıcak sudan soğuk suya dalıp çıkabiliyorlardı. Onları izlerken bile insan üşüyebiliyordu onlar adına. Sahil şeridinde opera House’a doğru ilerlerken Oslo’nun hafızamda bıraktığı en önemli izlerden biriyle karşılaştım; yansımalar. Oslo bunu gezdiğim İskandinav ülkeleri arasında en başarılı ve en çok kullanan şehirdi. Oslo opera House ışıklarıyla su üzerine yansıdığında

125


başkalaşmış ve su ile tamamen kenetlenmiş bambaşka bir form oluşturuyordu; kuzey yıldızı. Yapının en karakteristik ruhu olan yürünebilir çatısıyla kurgulanan “kuzey yıldızı” işareti gün içinde farklı tasarımsal perspektiflere ev sahipliği yapıyor. Böylelikle gece ve gündüz arasında farklı maskeler yapıya giydirilerek mekânsal başka tanımlar barındırıyor. Kentliye akşam yapılan etkinliklere birer davet olarak tanımlıyorum ben bu durumu. Büyüklük veya formsal verilen davetkar çağrı su üzerinde oluşan illüzyonlarla sağlanıyordu. Gece deneyimlediğim opera House akşam için bir etkinliğe hazırlanıyordu ve davetlilerin heyecanını, sirkülasyonunu ve fuaye alanının yaşayan halini görme fırsatını bu sayede elde etmiştim. Yürünen çatının çeperinde ve üzerinde birçok davetli akın akın Oslo Opera House’un çekirdeğine bir köprü üzerinden ilerliyordu. Çatının keşfini sonraya bırakıp içerideki heyecanlı bekleyişe tanıklık etmek üzere

126


127


ilerlediğimde, fuaye alanının boşluğu arasından çıkan ve rampalarla sarmalanan giriş düzeni ile ana opera salonun ahşap bir çekirdeğine hayran kalmıştım. Davetkarlığı daha sahil şeridinden köprüyle devam ettirilirken aslında içeride var olan çekirdeği bir arı kovanına benzetmiştim. Sarı ışıklar ve ahşabın uyumu ile fuayede bekleyiş halinde olan kullanıcılar kovana girmek için sabırsızlanıyordu ve rampalarla farklı kotlardan kovana doğru üşüşüyordu. Bu muazzam organizasyon ve işleyiş bu yapıya tekrar tekrar kendine hayran bırakmıştı. Etkinlikten dolayı opera salonunun içerisini her ne kadar deneyimlemesem de çekirdekte çevrelenen birimleri ve insanla olan etkileşimi yakından deneyimledim.

128


Çatıda kurgulanan ulaşılabilirlik ve yapıyla iç içe olma durumu iç kurguda da desteklenmişti ve bu büyük arı kovanın sıcaklığı ahşabın müthiş kullanımı camlara yansımış oradan denize oradan da kentliye aksetmişti. Yapıyla ilgili çıkardığım daha birçok tasarımsal çıkarımların ve bende bıraktıkları imgelemlerle çatıyı da deneyimleyerek sıcak arı kovanından ayrıldım.

129


6

. GÜN

28.10.2019 Pazartesi

Bugün rotam beni Oslo’nun çeperlerine gönderiyordu. Gündüz geçen saatlerin limitlerinden ötürü güne erken başlamak ve kahvaltı, rotasyonun üzerinden geçme gibi hazırlık süreçlerini ivedilikte tamamlayıp yola çıkmam gerekiyordu. Günlerden pazartesi olduğu için kent biraz sessizdi. Etkinlikler, birçok kafe ve restoran kapalıydı. Kuzey insanları tatillerini gerçek anlamıyla haklarını veriyorlardı. Öyle ki burada akşam yemeğimi en geç saat 6’ya kadar yapmak zorundaydım. 4 sularında hava karardığında insanlar paydos ediyordu. Restoran çalışanları ve şefler ise işten çıkan insanları 2 saat kadar daha ağırladıktan sonra akşamüzeri 6’da paydos yapıyorlardı. Bu durum ise kenti büyük bir ıssızlığa ve sakinliğe itiyordu. En kalabalık caddelerde ıssız ve karanlık mağazalar, tek tük açık birkaç bar dışında Oslo karanlığa gömülüyordu. Bu yüzden Günler içinde bulunduğum heyecanlı serüvenin yanı sıra kuzeyin yılın bu döneminde az güneş almasından dolayı çok hızlı geçiyordu. Benim içinde olabildiğince güneş ışıklarını değerli kullanıp kenti maksimum seviyede gezmem ve güneş ışıklarının sağladığı 130


Holmenkollbakken

sıcaklığı da kullanmam gerekiyordu. Oslo’da hava sabah 8 9 gibi aydınlanıyordu o saate kadar otelde insanlarla tanışıp kaynaşıyordum. Ardından son hazırlıklarımı da yaptıktan sonra günün aydınlanmasıyla açılan birkaç pastaneden kahvaltımı hızlıca yapıp kenti keşfetmek adına yola koyuluyordum.

Frogner Park

Barcode

131


Vigeland Heykel ParkÄą

Gustav Vigeland Oslo

132


Pazar sabahı, Ana tren garına giderek kentin çeşitli bölgelerine dağılan transfer alanından otobüsle rotamın ilk durağı olan geldim. Transfer noktası olması yanında tarihi gar binası aynı zamanda protesto eylemlerine de ev sahipliği yapıyordu. Küçük bir azınlık ellerinde pankartlarla sabahın erken saatlerinde tren garı önünde eylemlerini yapıyorlardı. Sayılı polis ve çevredeki az insan yoğunluğundan ötürü sessizliğe haykırılan sloganlar eylemin çok sürmeyeceğinin belirtisiydi. Kısa gar gezintisinden sonra ilk durağım olan Oslo’nun ünlü heykeltıraşı Gustav Vigeland’ın heykellerinin yer aldığı Vigeland Parkına vardım. Burası merkezin biraz çeperinde yer almaktaydı. Park aynı zamanda dünyanın en çok heykel barındıran açık hava müzesi olmasıyla biliniyordu. Tek kişinin sanatının hükmettiği parktaki eserlerde

133


ana figür insan üzerinden şekillendirilmiş ve tüm heykellerde bu insan figürleri çırılçıplak ve etkileşim halinde olmalarıyla bilinir. En ünlü heykeli granit sütun üzerine işlenmiş 121 adet insan figürü sarmalanmış bir şekilde yer almaktadır. Heykellerin genel kurgusu ile tamamen insan yaşamı ve duyguları üzerine bir hikaye anlatmaktadır. Kızgınlıklar, öfkeler, sevinç ve mutluluk gibi duygular heykellerin üzerine yansıtılmış ve doğum, savaş, çocukluk, birliktelik gibi olayların üzerinden kurgulanmıştır. Bu heykellerin Gustav’ın vasiyeti üzerine hiçbir ekleme ve çıkarma yapılmamıştır.

134


şekillendirilmiş ve tüm heykellerde bu insan figürleri çırılçıplak ve etkileşim halinde olmalarıyla bilinir. En ünlü heykeli granit sütun üzerine işlenmiş 121 adet insan figürü sarmalanmış bir şekilde yer almaktadır. Heykellerin genel kurgusu ile tamamen insan yaşamı ve duyguları üzerine bir hikaye anlatmaktadır. Kızgınlıklar, öfkeler, sevinç ve mutluluk gibi duygular heykellerin üzerine yansıtılmış ve doğum, savaş, çocukluk, birliktelik gibi olayların üzerinden kurgulanmıştır. Bu heykellerin Gustav’ın vasiyeti üzerine hiçbir ekleme ve çıkarma yapılmamıştır.

135


Holmenkollen Ski Julien de Smedt Oslo

Holmenkollen Ski: Parktan Oslo’nun kent merkezine çok daha uzakta yer alan ikinci durağım Holmenkollen Ski Müzesi’ne gitmek üzere ayrıldım. Trenle 1 saat süren yolculukta Norveç’in geleneksel ev yapılarını ve muhteşem manzarasını yüksek kotlardan deneyimledim. Kent merkezi ne kadar modern bir yüze sahip olsa da geleneksel ahşap yapılar kent merkezine kuluçlandırılmıştı ve konut birimleri daha çok bu yüksek tepelerde yer almaktaydı. Oslo şehri sürekli değişen kent planlaması ve ulaşım akslarının geçiciliğinden dolayı modern mimarlarının deneme tahtasına dönüşmüşken konut birimlerinin yer aldığı yüksek irtifadaki konut birimlerinin yer aldığı bu geniş bölge sabitliği ve geleneksel yapılarıyla Norveç’in donuk sağlam ve kalıcı yüzünü sembolize ediyordu. Bu durağanlık ise kafamda canlanan Norveç figürüne daha yakındı. Kentli bu tepeciklerden kente tren raylarından sızıyordu. Uzun tren yolculuğunun ardından Holmenkollen Ski Müzesi’ne varmıştım. Burası Norveç’in en yüksek noktalarından birinde yer alarak fiyort manzarasıyla ziyaretçilerini karşılıyordu. En eski kayak parkuru olmasıyla birlikte birçok festivali, yarışı ve etkinliği bünyesinde barındırıyordu.

136


137


İkonik kayak parkurunun müzesini, simülasyon odalarını ve pistini gezdikten sonra devasa çelik konstrüksiyon bana tasarımsal bambaşka bir hikaye anlatıyordu. Asansörlerle kayak pistinin en tepesine çıkan yarışmacılar bulundukları noktada yapayalnızlar ve en büyük kaygıları başarı. Ancak atlayışı tamamladıktan sonra antik tiyatrolar gibi düzenlenen seyirci grubunun arasına daldıklarında ise zaferin getirdiği birçok insan ile daha çok oluyorlardı. Tüm bu hikaye Holmenkollen Ski parkurunun tasarım aksından okunabiliyordu. Atlayışlar çoğalmayı, yalnızlığı ve birlikteliği simgeliyordu. Çelik konstrüksiyonun soğuk yüzü Norveç’in karlı ve gri havasında karışıp yarışmacıyı odak haline getiriyordu. Yarattığı imgelerin yanı sıra parkur müzesinde Viking çağından kalma kayak ekipmanlarını da içinde barındırıyordu.

138


139


BARCODE PROJECT

Oslo

Barcode Projesi: Dönüş yolculuğunda 1 saati aştığında artık hava tamamen kararmıştı ve Oslo’daki son günümde mutlaka gitmek istediğim bölge şehir merkezinde yer alan Barcode projesiydi. Burası ekonominin en ateşli bölgelerinden biriydi. Oslo kent planlamasında modern ve klasik yapılarının tamamen dışlandığı yeni ve lüks bir cadde planlama oluşmasıydı. Siluetin en önemli verilerinden birini oluşturuyordu. Ünlü mimarların estetik yargılarının ve şirketlerin gücünü gösterdiği sokakta yan yana sıralanmış yapı podyumu yer alıyordu. Mad, Snøhetta, A-lab, Dark Architect gibi birçok ünlü mimari ofisi bu podyumda yapılarını sergiliyordu. Yapılar tamamen siluetteki görünüşe ve cephedeki güç göstergesine yönelik tasarlanmış olması insan ölçeğinin arka plana atılması ve sokak dokusu ve bağlantılarının kurulmaması gibi birçok sorunu da beraberinde getirmiş olduğunu düşündürüyordu. Kapitalist bir aksı daha çok sembolize etmekteydiler.

140


141


142


143


Büyük şirketlerin büyük ve gösterişli cepheleri arkasında ezilen ve gücün ana kaynağı olan iş gücünün saklanması ise yapıların içinde gerçekleşen bambaşka mekanizmayı sistemi ört pas ediyordu. Podyum sokağında ziyaretçi, önünde büyük ve solid bir cepheden oluşan eşik ve arkasında bu cepheyi tutmaya çalışan sayısız şirket çalışanları. Gökdelen ve apartman konfigürasyonlarından oluşan mimarlar podyumuna veda edip Oslo’daki son günümü de tamamladım. Yarın için beni bambaşka bir ülke, serüven ve kültür bekliyordu.

144


Snøhetta Oslo

145

Barcode Project

DEG 14


H

ELSİNKİ

FİNLANDİYA

• Temppeliaukio Kilisesi Timo & Tuomo Suomalainen • Kamppi Şapel Mikko Summanen • Amos Rex JKKM • Kiasma Steven Holl • Oodi Kütüphanesi ALA • Finlandia Hall Alvar Aalto • Helsinki Üniversite Kütüphanesi Anttinen Oiva • Sibelius Anıtı Eila Hiltunen • Fin Mimarlık Müzesi Magnus Schjerfbeck • Helsinki Tasarım Müzesi Gustaf Nyström

146


147


• Temppeliaukio Kilisesi Timo & Tuomo Suomalainen • Kamppi Şapel Mikko Summanen • Amos Rex JKKM • Kiasma Steven Holl • Oodi Kütüphanesi ALA • Finlandia Hall Alvar Aalto • Helsinki Üniversite Kütüphanesi Anttinen Oiva • Sibelius Anıtı Eila Hiltunen • Fin Mimarlık Müzesi Magnus Schjerfbeck • Helsinki Tasarım Müzesi Gustaf Nyström


149


H A elsinki

FİNLANDİYA

NALİZ • Finlandiya denilince akla ilk Alvar Aalto gelir. Helsinki’den Rovaniemi’ye kadar geniş bir skalada Aalto’nun eserlerini, kent planlamalarını görmek mümkün. Ancak Helsinki her ne kadar Alvar Aalto’nun akslarını ve mimari prensibini korusa da bu yüzle kompozit olarak kullandığı diğer bir yüzünde modern, güncel mimaridir. Helsinki’de ikonik yapılardan ve cephelerden ziyade insan ölçeğinin korunduğu, fonksiyon ve sirkülasyonun entegre edilmiş bir sistem olarak çalıştırılmış, kent ihtiyaçları ve iklim koşullarının gözetiminde farklı perspektifler ve mimari değerler sunan yapılar görmek mümkün. 150


Kent içine dağılmış birkaç başarılı yapıdan bahsetmiyorum. Kent kurgusunun ve genel mimari anlayışının bu yönde olduğu görmek mümkün. Alvar Aalto’nun her ne kadar mimari ürün perspektifinde organik form akslarını görmek mümkün olmasa da kent planlamalarında ve eskiz çalışmalarında görmek mümkün. Organik formlar üzerinden ilerleyen parametrik tasarım anlayışı minimalist ölçekte ilerlerken, estetiksel vurgu kaygıları ve star architect kavramının ötesinde daha çok formun yapıya getirdiği esneklik ve fonksiyonel işlevlerden kaynaklanan pozitif örneklemeler ve kolektif bir çalışma ürünü olduğunu kolayca okunabilmektedir.

• Nordik tasarımının en güçlü seslerini Helsinki’de bulmak mümkün. Kentin genel kurgusunda, mimari eserlerinde, transfer merkezlerinde, ürün tasarımında ve daha birçok detayında nordik tasarımının en önemli özelliklerinden biri olan organik formu deneyimlemek mümkün. Benim açımdan İskandinavya ülkeleri arasından nordik tasarımının en iyi ve başarılı temsilcisi Helsinki’dir. 151


• Parametrik formlar ürün tasarımında mimari ölçeğe kadar yer alan geniş bir yelpazede kendi yer edinmiştir. Formsal kaygılardan ziyade daha çok iklim koşullarının elverişli kullanılmasına, farklı mimari değerlerin eklenmesine, doğal ışıktan yararlanılmasına ve bunun gibi daha birçok fonksiyona hizmet etmektedir. Kopenhag ne kadar 2 boyut üzerinden cephe vurgusuna sarılmışsa, Helsinki de bir o kadar üçüncü boyutu oyuncak gibi kullanıp mimari düzleme yansıtmıştır. 3. Boyut etkisini ise parametrik tasarımın kuvvetiyle vurgulamış ve bu boyutu değerli ve önemli kılmıştır.

• Şehir yaşantısı ve bu yaşantının uzamı olan kent planlaması diğer kuzey ülkelerine kıyasla daha kalabalık bir nüfus yoğunluğu barındırdığı için kent daha kompakt halde çalıştırılmıştır. Mimari kent elemanları tek bir yerde toplanmaktansa kent içerisine dağıtılarak daha homojen geçişler sağlanmıştır. Bu tutum ışığında kentliye bir merkeze değil tüm kente dair aidiyet hissettirilmiştir. Bu yerleşim tavrı bir yağmur damlası olarak düşünebilinir. Damlanın düştüğü ilk yer tren garının olduğu ve modern mimari yapılarla klasik dönem mimari yapılarının yer aldığı şehir merkezi ve dalgalar halinde yayılan diğer izler arasına yerleşen kenti besleyen dağılmış mimari yapılar… 152


• Helsinki gezdiğim şehirler arasında daha kuzeyde yer almasına rağmen nüfus yoğunluğu ve şehir hayatı olarak İstanbul kültürüne daha yakın hissettiğim yerdi. Kargaşanın kalabalıkta kaybolma ve sürekli hareket halinde olma durumu tam anlamıyla burada da kentin en önemli verilerinden birini oluşturmaktaydı. Oslo ve Kopenhag içinse durum tam tersi kuzeyin sessizliği ve dinginliği, Avrupa’nın kullanıcıya açık olmayan direktifler, sınırları belli ve aşılamaz muhteşem düzeni yer almaktaydı. Helsinki ise iki zıt arasında kendine harika bir renk tonu bulmuştu. Genel mottosu insanlar üzerinden üretilen bir mimari ve kent planlamasıydı. Yönlendirmelerin, rijit sınırların tam aksine esnek ve kullanıcıyla şekillenen bir düzen yaratılmıştı.

• Kuzeyin en sıra dışı çatılarının yer aldığı yer Helsinki’dir. Ahşap dik açılı standart ahşap yapıların yanı sıra büyük kompleksler için organik formdan doğmuş rüzgarı ve yağışı gözetleyerek düşünülmüş çatılar örtü görevinin ve mekan tanımlaması yapmanın daha ötesinde kullanıcı ve topografyayla oyun oynamaktadır. Bu tavır ise mimarinin kentli ile daha çok ilişki kurmasını destekleyen ve yapının her yerine ulaşımını sağlayarak bütünleşik bir harmoni oluşturmasını sağlamaktadır. 153


7

. GÜN

29.10.2019 Salı

Bugün Oslo’dan Helsinki’ye gidiş günüydü. Günün aydınlanmasını beklemeden otelden çıkış yapıp OsloGardermoen havalimanına doğru yola çıktım. Kopenhag’da olduğu gibi Oslo’da da havaalanlarına metro ağıyla ulaşım oldukça kolay ve kısaydı. Rötarlı uçak yolculuğunun sonunda Helsinki havalimanına ulaşmıştım. Yolculuğum boyunca beni en çok etkileyen ufkumu açan ve tam olarak olmak istediğim yere varmıştım. Seyahatimin gözdesi olacak ve mimari perspektifimi ilhamla besleyecek şehrin sularına basmıştım. Helsinki-Vantaa Havalimanın ahşap dokusundan beni sarmalamaya başlayan ilham dolu tasarım anlayışı seyahatim boyunca gördüğüm en başarılı mimari yapıları ve fikirleri tekrar tekrar deneyimleme isteği uyandırıyordu. Programıma göre bu gece Helsinki’de konaklayıp Finlandiya’nın en kuzeyine doğru Rovaniemi’ye gidecektim. Rovaniemi’de toplam 3 gece 4 gün kalıp tekrar Helsinki’nin güzelliklerini keşfetmek üzere geri dönecektim. Dolayısıyla yolculuklardan arta kalan sürede Helsinki’yi önden tanıma fırsatım vardı bugün. Yarın tekrar 154


Vantaa Haval�manı Hostel

havaalanına geleceğim için havalimanına en yakın otele gidip yerleştim ve merkeze gitmek üzere Finlandiya’nın her yerini sarmış metro ve tren aksını kullanarak yola çıktım. Helsinki’de toplamda geçireceğim 3 günün bir günü pazartesine denk geldiği için bugün gidebildiğim kadar müzeye gitmek istiyordum. Helsinki’nin nordik tasarım konusunda özeninden daha önceden bahsettiğim gibi merkezde yer alan Design District bölgesinde yer alan Fin mimarlık müzesi ve hemen yanında yer alan tasarım müzesini görmeyi planlamıştım. 155

C�ty Town Museum of F�nn�sh Arch�tecture

Des�gnmuseum


Fin Mimarlık Müzesi Magnus Schjerfbeck Helsinki

Fin Mimarlık Müzesi: Tüm yolculuk hengameleri ve otele yerleşim gibi işleri tamamlayıp merkeze vardığımda günün neredeyse büyük bir bölümü gitmişti. Bu yüzden çok fazla oyalanmadan ve kentin kokusunu içime çekemeden tren garından Fin mimarlık müzesine doğru yola çıktım vardığımda hava çoktan kararmış ve müze kapanmak üzereydi. Müze görevlisiyle görüşüp uzaklardan mimari seyahat için geldiğimi söyleyip bir yarım saat daha tölerans göstermesini sağlamıştım. Mesaisini uzatarak bana bu imkanı veren müze görevlisinin bu konudaki anlayışı eğitim ve sanatta helsinkinin neden en başarılı ülke olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Çünkü insanların öncelikleri belliydi ve kurallar düzeninde yaşayan Finlandiyalılar eğitim ve sanat söz konusu olduğunda tüm insiyatiflerini çekinmeden kullanıyorlardı. Helsinki halkı kuzeyin en sıcakkanlı memleketiydi. Daha birçok gittiğim müze,

156


kütüphane yapısında insanlar sıcakkanlı ve yardımsever olmalarının yanında destekleyici ve güleryüzlüydüler. Güven üzerine inşa edilmiş insan ilişkileri vardı. Müzeyi koşar adımlarla gezerken sonradan incelemek adına bir çok veriyi telefonuma kaydedip dikkatimi en çok çeken eserler üzerinde durarak hızlandırılmış bir müze gezintisi deneyimledim. Fin Mimarlık Müzesi’nin koleksiyonunu Alvar Aalto’nun çalışmaları üzerine kurgulanmıştı. Aalto’yu daha yakından tanıyor, kronolojik sırada helsinki’deki değişimler okunuyordu. Bu değişimler sosyolojik yapıyı, modernleşme sürecini, helsinkinin

157


158


tarihinden geçen önemli olaylar üzerinden nedensellik ve sonuç ilkeleri üzerinden yapılan mimari ve kent planlaması değişimlerini içeriyordu. Bunu yanı sıra Aalto’nun özel eşyaları, mimari araçları, eskizleri, pencere detayından kent planlamasına kadar geniş bir skalada detaylı biçimde yer almaktaydı.

159


Tasarım Müzesi

Gustaf Nyström Helsinki

Müze görevlisine teşekkürlerimi bir kez daha sunup Mimarlık Müzesi’nin hemen yanında yer alan Tasarım Müzesine gittim. Burası Mimarlık Müzesi’ne kıyasla daha kalabalık olması ünlü iki sergiye ev sahipliği yapmasından dolayıydı: Utopia Now – The Story of Finnish Design ve Fokus Bauhaus. Tasarım Müzesi’nin çalışma saatleri daha uzun olduğu için sergiyi rahatça gezme imkanı bulmuştum. Sergi sayesinde nordik tasarımı hakkında çok fazla bilgi edinmiştim; ürün tasarımından mimari ölçeğe kadar renklerin, formların, tasarım anlayışlarının biçimlenişi ve kültleşmiş tasarım prensiplerinin nasıl kullanıldıkları hakkında detaylı bir gezinti içindeydim. Sanal odalarda yer alan VR gözlüklerle mimari yapıların simülasyonuna katıldım. İnteraktif müze gezintisinin yanı sıra Bauhaus ve İskandinav tasarımın arasındaki ilişkiyi sorgulayan ve Bauhaus’un 33. Yılına istinaden gerçekleştirilen sergide Bauhaus çıkışlı ikonik ürün tasarımlarını inceleme fırsatı elde ettim. Bunlardan biride Wilhelm Wagenfeld’in tasarladığı Bauhaus-Lamp’di. Aynı zamanda Helsinki’nin ünlü mimarı Alvar Aalto’nun sandalye tasarımı ile ürün tasarımının gelişim sürecini ve mimariden nasıl etkilendiklerini, etki yaptıklarını gözlemledim.

160


161


162


163


R

OVANIEMI

FİNLANDİYA

• Arktikum Claus Bonderup & Janne Lehtipalo • Santa Claus Village • Glass Igloos • Arctic Circle Point • Rovaniemi Library Alvar Aalto

164


8 9 10 .

.

Santa Claus V�llage Glass Igloos

Arct�c C�rcle Po�nt

. 11. GÜN

30.10.2019 & 02.11.2019

• İskandinavya’nın daha kuzeyini daha soğuğunu ve buradaki mimari kent planlarını, geleneksel konutlarını incelemek adına yüzümü Finlandiya’nın en uzak bölgesi olan Lapland’e çevirdim. Toplamda 4 gün 3 gece geçireceğim Rovaniemi’ye uçak ve trenle ulaşmak mümkün. Aylar öncesinden biten tren biletleri yüzünden ve gün kaybetmemek adına buraya uçakla ulaşımımı sağladım. Ancak dönüş biletimi trenle bulabilmiştim ve bu tren yolculuğu seyahatimde mutlaka deneyimlemek istediğim bir yolculuk türü olmasının yanı sıra dünyanın en güzel tren yolculuklarından biri olarak anılıyordu.

Arkt�kum

Rovan�em� L�brary 165


• Rovaniemi’nin kent planın Alvar Aalto tasarlamıştır ve çok az nüfusa sahip olan Rovaniemi’de birkaç Aalto yapısı da yer almaktadır. Mimarinin yanı sıra doğal güzellikleri ve kuzey ışıkları için durak olan Rovaniemi birçok etkinlik ve doğal güzellikleriyle turizmden daha çok ekonomisini oluşturmuştur. Aynı zamanda Finlandiya’nın hemen hemen her yerine örülmüş tren ağının gelişmişlik düzeyiyle birçok noktasına kısa sürede ulaşım imkanını sağlanarak kuzey keşfedilmeye açılmış. Rovaniemi’de 3 gece boyunca kuzey ışıkları safarisine çıktım ancak karlar diyarına dönüşmesi ve hava koşullarından dolayı ışıkları göremesem de birçok insanla grupla tanışıp hayatıma yeni insanlar kattım.

• Rovaniemi’nin bir diğer yüzü de Noel Baba’nın official evinin yer almasıdır. Yılbaşında tüm dünyadan gelen mektuplar Noel Baba’nın evinin yanında yer alan posta ofisinde toplanır. Aynı zamanda Noel babanın evi etrafında birçok cam igloolar ve onun çevresinde gerçekleştirilen etkinlikler yer alır. Cam igloolar kuzey ışıklarını görme üzerine turizm etkisinde planlanmış ve buranın yerel halkı olan Sami’lerin geleneksel evlerinin mimari aksları çevresince tasarlanmış yapılardır. 166


• Aynı zamanda Santa Claus köyünde dünyaya atılan en önemli çiziklerden biri yer alır: Arktik Circle. Kuzey Kutup dairesi bir sınırı, eğişi tanımlar ve bu noktadan geçiş 66°33′45.9″ koordinatlarıyla artık kuzey kutup dairesinde olunmasını tanımlar. Bu eşik içinde birçok anlam barındırır. Kimi zaman yapılan koşu yarışlarıyla, kimi zaman gezginlerin varış noktası olarak belirlediği bir noktayı sembolize etmektedir. Öyle ki bu noktayı geçmek bir başarı olarak varsayılır ve ziyaretçilere sertifikalar verilir. Bu soyut eşik dünyanın bir kutbunda yer almaktan öte dünyanın en karakteristik kapılarından birini tanımlamaktadır. • Finlandiya’nın en temel geleneklerinden biri olan saunalar kuzeye gittikçe daha çok konutların içerisine sokulmuştur. Her konut yapısının içinde mutlaka sauna bulunmaktadır. Buhar ve kar ikilisinin mimariye izdüşümü ise cam üzerinden kurgulanmıştır. Karlar ülkesinde cam igloolardan Arktikum bilim müzesi ve arberetumuna kadar konutlardan, kamusal mekanlara kadar kullanılmış ve gri gökyüzünün ve doğal güzelliklerinin yansıtıcı elemanı olarak kent içinde önemli bir malzeme olarak yer almıştır. Konut binalarının geleneksel malzemesi ise bilindiği üzere ahşaptır ancak şehir merkezinde yer alan binalar betonu ve tuğlayı ana malzeme olarak seçmiştir. 167


168


• Yolculuğumun sonunda Santa Claus treni ile Helsinki’ye doğru upuzun bir tren yolculuğu geçirdim. Geceyi trende geçirerek Helsinki’ye vardığımda kuzey ve güney Finlandiya’nın sosyolojik yapısı ve kültürü hakkında bilgi edinmiştim. Trende envaiçeşit insan görmüş ve tanımıştım. Finlandiya’da güneye gittikçe medeniyet daha aydınlanıyor güneş daha parlak parlıyordu.

169


12

. GÜN

03.11.2019 Pazar

Kulaklarımda “Elegy For The Arctic” şarkısıyla ten yolculuğu boyunca seyahatim hakkında eskizler yapıp kafamdaki düşünceleri bir araya getirerek 14 saatlik tren yolculuğunu tamamladım. Seyahatlerimde tren yolculukları benim için çok anlamlıdır. Sadece bir yerden bir yere gitmek için değil kendimi zaman tünelinde gibi hissettiğim ve düşüncelerimin tamamen açık olduğu ilham yolculuklarına dönüşür. İskandinavya seyahatimde duraksayıp çıkarımlarımdan ilhamla dolmak için harika bir duraksamaydı. Sabahın erken saatlerinde henüz hava aydınlanmamışken Helsinki’ye yolculuğum en güzel şehrine geri döndüm. Artık yavaş yavaş seyahatimi tamamlıyordum bu yüzden yorgunluğuma rağmen algılarım daha açık bir şekilde kentten ve seyahatimden daha fazlasını toplamaya çalışıyordum. Helsinki Ana Demiryolu İstasyonu’nun soğuk çelik kolonları arasından konaklayacağım hostelime doğru yürürken bugün gideceğim rotamdaki 170


Ood�

3 ana yapının önünden geçtim ve sabırsızlıkla ben hazırlıklarımı tamamlayana kadar açılmalarını bekledim. Gittiğim ülkelerde check-in saatleri öğleden sonra 2-3 gibi olduğu için bana çok vakit kaybettiriyordu. Bu yüzden yerleşmeyi beklemeden bavullarımı otele bırakıp kahvaltımı yaptıktan sonra otelden ayrılıp rotamın ilk durağı olan Kiasma’ya doğru yürüyüşe çıktım.

K�asma

Kiasma’ya vardığımda Helsinki’nin şehir planlaması hakkında bir öngörü edinmiş ve çevreden sağladığım verilerle şimdiden hayran kalmıştım. Kiasma, Amos Rex ve Oodi birbirlerine çok yakın 3 yapıydı. 3 yapının etkileşimi öylesine heyecanlandırdı ki beni hepsini bir an önce sabırsızlıkla gezmek için can atıyordum.

Amos Rex

Kampp� 171


KIASMA Steven Holl Helsinki

172


173


Steven Holl’un tasarımı olan Kiasma bir çağdaş sanat müzesi görevini üstlenmektedir. En karakteristik özelliklerinden biri olan fuaye alanında yer alan geniş ve uzun rampasıyla ziyaretçilerini sergiye davet etmektedir. Rampasıyla akıllara kazınan Kiasma’nın daha fazlasına sahiptir. Müzede Torbjørn Rødland (5. Balayı) ve Ragnar Kjartansson olmak üzere dünyaca tanınmış iki sergiyi dolaşmak üzere girdiğim rampadan bu eşsiz mimari incelemekten sergileri anlamadan tüm mekanları deneyimlemiştim. En ufak detaylardan, en bariz geçişlere kadar Benim sergim Kiasma’nın kendisiydi. Kiasma bir çağdaş sanatlar müzesi olmanın çok ötesinde boşluğundaki halinde bile bir sergi gibi hareket ediyordu. Merdivenlerin, geçişlerin, rampanın ve pençelerin kullanımı bambaşka perspektifler sunarak yapıyı farklı deneyimler eklemektedir. Aslında rampayla başlayan hikaye sergiyi gezerken bambaşka bir hikayeye dönüşüyordu; yapı giderek size siz yapıya giderek karışıyor sarmalanıyorsunuz. Rampanın başlangıcı 174


ve sonu arasında yapının tamamına çoktan bağlanmış ve sonsuz bir mekânsal bağ kurabilmiş gibi hissediyordum. Bu mekânsal algının oluşumunda esnek mekanların kullanımları, malzemenin nordik tasarımının kuvvetiyle pastel tonlar ve malzeme seçimleri, açıklıkların yaratılması ve farklı kotlardan sirkülasyon hatlarının kesiştirilmesi rol oynuyor. Buzlu cam ve brüt betonun muhteşem uyumuna hayran kalmıştım. İki malzeme arasındaki geçiş yumuşaklığı rampanın mekanlar arasındaki geçiş yumuşaklığıyla bir dinamik oluşturuyordu. Kendine hayran bırakan yapıdan kolay kolay çıkamamış ve sadece Kiasma’yı gezmem 2 saatimi almıştı. Her çıkıntısından her açıklığından geçip sayısız gidiş ve gelişlerimle müze görevlilerin daha fazla dikkatini çekmemek için soğuk duvarlara dokuna dokuna Kiasma’dan ayrıldım. 175


176


177


AMOS REX JKKM Helsinki

178


179


180


Bugünkü ikinci durağım Kiasma’ın karşı bloğunda yer alan Amos Rex’di. 1998 yılında Kiasma’yla atılan modern yapı tohumu 2012 yılında Kamppi Şapeli, 2018’de Amos Rex’in ve 2019’da Oodi Merkez Kütüphanesi’nin açılımıyla devam ettirildi. Amos Rex JKKM mimarlarının tasarımı olarak hem bir meydan hem de Kiasma gibi çağdaş sanat müzesi görevini üstlenmektedir. Amos Rex’i ilk önce meydandan deneyimlemeye başladım. Müzenin çatısında kurgulanan doğal ışık çözümleri ile zemin kat planı kamusallaştırmaya ve aynı zamanda bir oyun parkına dönüştürmüştü. Amos Rex’te en etkilendiğim tasarımsal özellikte bu olmuştu çatıcısıyla mekânsal derinlik yaratışmış, doğal aydınlatma sağlanmış, kamusal mekan yaratılmış ve bu çift yüzüyle hem tavan hem taban olmuştur. Dümdüz bir çatının yerini parametrik tasarımın gücüyle oyun parkı yerini almış. Hem kente bir veri sağlamış hem de müzeye. Müze zemin katının bir kot aşağısında yer almaktadır. Böylece taban ve tavan ilişkileri kuvvetlendirilmiştir. Bu durum ise kamusal mekanda gençleri müzeye teşvik edici eğlenceli bir hale getirirken -1 kotta yer alan müzeyi bile davetkar bir giriş tanımlanmıştır. Yeraltı müzesi olarak da bilinen Amos Rex Helsinki’nin Landmarklarından birini oluşturmaktadır. Çatısıyla kamusal mekan algılarımı yeniden inşa eden Amos Rex’te insanlar bu yükseltilerde toplanma, buluşma ve dinlenme gibi çeşitli etkinliklere tanık olurken çocuklar içinse oyun parkuruna dönüşmesiyle sıra dışı ve kendine has mimari özellikleri daha da canlı bir tona sahip oluyordu.

181


Uzun bir süre Amos Rex’in çatısında koşturup farklı seviyelerden bölgeyi inceledikten sonra artık müze içini gezme zamanıydı. Çatıdan kopup içeri geldiğimde henüz kamusal mekandan tamamen kopmamıştım çünkü yeraltı müzesine indiğim merdivenlerden geniş bir açıklık yaratılarak çatı formunun çok iyi bir perspektifini portre gibi sunan pencereden hala çatıyı gözlemleyebiliyordum. Fuaye alanının beyaz ve aydınlık tavanı hala çatıdaki vurguyu desteklerken insanı tavanda yürüdüğünü hissettiriyordu. Mekânsal algı olarak yarattığı bu yanılsama hem çatıda olmayı hem de tabanda olmayı sağlıyordu. Geniş beyaz aydınlık fuaye kamusal mekanda yaratılan yarıklar, açıklıklarla içeride doğal aydınlatmayı sağlayarak daha ferah ve doğal bir mekân oluşturuyordu.

182


Müzenin 3. Mekânsal algısını oluşturan yer ise kamusal mekan çatı örtüsü ve fuaye alanından sonra serginin iç kısmıydı. Her geçişte bambaşka ancak türdeş kapıları aralayan müze sergi alanında Birger Carlstedt’e ait olan The Golden Cat koleksiyonu yer almaktaydı. Serginin farklılığı ve ilgi çekiciliği ile mimarinin farklılığı ve mimari ve sanatın harmonik ilişkisinden çok etkilendiğim için müzede neredeyse tüm günümü harcadım. Sergi alanı içerisinde The Golden Cat’e özel Birger Carlstedt bir kafe tasarlamış ve sergi içerisinde sanat eseri gibi yer almanın da ötesinde kafe fonksiyonunu sürdürerek yenilikçi ve yasakları yeniden sorgulayan mimari ve sanatın kesiştiği bir düzlem yaratmıştı.

183


184


185


Amos Rex sergi alanında kamusal mekanda yaratılan yarıklarla aynı fuaye alanındaki gibi ancak çok daha fazlası açıklıklarla doğal ışık içeri alınmış ancak bu ışık tavanda çarptırılarak farklı gölge oyunları sağlayarak eserlerin korunmasını da sağlanmıştı. Bu muhteşem tasarım anlayışı ve parametrik çatı örtüsü mekanda geçişleri daha yumuşak hale getirmiş ve farklı mekânsal algıların boyutların oluşmasını sağmaktaydı. Rengarenk bir ruha sahip olan Amos Rex bunu duvarlarda, sergi koleksiyonlarında ve tavan doku, desen çalışmalarında vurgulamış. Tabi ki bunu Kopenhag’daki gibi canlılık esasında değil renkleri nordik tasarımının pastel çalışmaları üzerinden kurgulayarak daha yumuşak renkler etrafında yapmıştı. Çatıda yaratılan yarıklar özenle seçilmiş perspektifler kurgusuna göre yerleştirilmişti. Bu durum ise ilk önce dolaştığım kamusal alan meydandan hiç kopmamı ve onunla birlikte yürüdüğüm hissini sağlıyordu. Sergi sırasında insanların zihinsel kayboluşluklarına ve çıktıkları

186


187


188


düşsel yolculuğa mimarinin güvenli ve bir o kadar yaratıcı akslarının eşlik etmesi mekanın zamana kattığı büyüklüğü ve sınırsızlığı sayesinde kullanıcının seyahatine katkı sağlıyor. Mimarlık kontrollü kayboluşları yaratıyor ve mekanı ve zamanı daha sonsuz kılıyor. Tüm bu verileri bana sadece dolaştırarak hissettiren Amos Rex bu zamana kadar gittiğim en iyi müze olduğunu düşündürdü.

189


Kamppi Chapel

Mikko Summanen Helsinki

Amos Rex meydanın hemen yanında yer alan Kamppi Şapel’i kentin en yoğun bölgelerinden biri olan Kamppi bölgesinde insanların sessizlik ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanmış bir şapeldir. Diğer bir adıyla Sessizlik Şapeli kent içinde bir niş oluşturmakta ve kentten kaçışın en önemli duraklarından biridir. Konseptiyle oldukça dikkatimi çeken şapel ahşap ile ses izolasyonunu sağlarken kullanıcıları kent yaşamından kurtarıp doğa içerisine atan bir vaha görevini üstlenmekteydi. Bir arınış temsil ediyordu bu büyük ahşap kapsül. Oldukça küçük olan şapel içerisinde sadece bir dua alanından oluşuyordu. Burada insanların ibadetlerini, meditasyonlarını ve sessizliği bozmamak adına fotoğraf çekmek kesinlikle yasaktı ancak küçük şapel bana kaldığında birkaç fotoğrafı arşivime kazandırabildim. Ahşabın tüm tasarımsal girdileri şapelin hem konstrüksiyonunda hem konseptinde kullanılmıştı. Ahşabın nefes alan malzemesi ile şapelin yalın ve doğal mekan algısı ilişkilendirilmiş, esnekliği ve yalıtım özelliğiyle yapının büyüklük ve yalıtım sorunları giderilmişti. Doğal ışığı yine içeri alan ve ahşabın gözenekleri yatak aksta ziyaretçisini hipnotize ederken odak tavanda yaratılan aydınlatmaya kayarak ibadetteki ulvi duyguların artmasını sağlıyordu.

190


191


192


193


Programımda en sona bıraktığım ve gezmek için sabırsızlandığım Oodi Merkez Kütüphanesi’ne en sonunda sıra gelmişti. Oodi, Helsinki’de bulunduğum her gün boyunca ziyaret ettiğim durak bir yer oldu. Genel olarak seyahatim boyunca içselleştirip dışarıdan bir gözle soyutlayabildiğim birçok mimari yapı olmasına rağmen, burayı deneyimlediğimde soyutlamak içselleştirmek benim için öylesine zordu ki tek bir bütün altında tüm yapıyı değerlendirmek. Her detayı ve parçasıyla beni kendisine hayran bırakmıştı. Bu yüzden öne çıkan tek bir özelliği yoktu burası pek çoktu. Amos Rex gibi burası da hayatımda gördüğüm en iyi en güzel kütüphaneydi. Yapının tüm detayları beni kendisine hayran bıraktığı için üzerine saatler boyunca konuşsam bile tam olarak anlatmam mümkün olmayacaktı ancak benim için öne çıkan bazı özelliklerinden kısaca Oodi Kütüphanesi bahsetmem mümkün. ALA Architects Helsinki

Oodi Helsinki’nin birçok ihtiyacını karşılıyordu. Dünyadaki en iyi eğitim sistemine sahip olan Helsinki başarılı kütüphaneleriyle öncelikli amaçlarının kentlileri kütüphaneye çekmek olduğunu düşünüyorum. Oodi ise bunu büyük bir saçak ve saçağın meydana dökülüşüyle hem bir toplanma alanı ve buluşma noktası hem de bir etkinlik alanı olarak tasarlayarak etrafında insan çekiyor ve saçak ve camekan girişiyle içerideki organizasyonu ve kalabalığı göstererek insanlarda merak uyandırıp içine alıyor. Daha uzaklardan ise toplayıcılığını kullandığı buzlu cam malzemesiyle başarıyor. Çok soğuk iklim koşullarına sahip Helsinki sokaklarında dolaşırken mutlaka girecek bir niş aranıyor; Oodi, kullandığı buzlu cam ve ahşabın uyumu ile gri havaya ahşapla sıcaklık verirken buzlu camlarla içerideki buharı ve sıcaklık cama yansımış illüzyonu yaratarak konforlu ve rahat bir ortam vaat ederek insanların kütüphaneye sığınmasını sağlıyor. Gece ve gündüz farklı ışık huzmeleriyle yapının farklı katmanlarına vurgular yapılıyor. 194


Oodi diğer kütüphanelerin aksine ezberlenen kuralları yıkarak sessizlik kavramını yeniden sorguluyor. Kütüphane tüm etkinliklere açık ve içerisinde birçok fonksiyon barındırıyor. En sessiz olması gereken ana kütüphane tamamen geniş bir organizasyona, sirkülasyona ve cümbüşe sahip. Kütüphanenin en ucuna yerleştirilen çocuk oyun alanları yer alıyor ve böylelikle küçük yaşlardan kütüphaneye gitme ve vakit geçirme alışkanlığı edinimi sağlanıyor. Bambaşka bir alana atılmadan, tüm yaş gruplarıyla beraber onlarında kütüphanenin bir parçası olarak ele alınıyor. Çocuklar çıplak ayaklarla ahşap zemin üzerinde eğitici oyunlar oynayıp, kitaplarını okuyabiliyorlar.

195


196


197


198


Sessizlik isteyenler için ise yapının diğer ucunda yer alan odalar yer alıyor. Aynı zamanda bu odalarda 3d printerlar, bilgisayar oyun odaları, simülasyon odaları gibi birçok güncel neslin ihtiyaçlarına yönelik birimler yer alıyor. Ana gövde de ise terasa çıkan alan ile bir kafe yer alıyor. Kütüphanenin her yerine atılmış oturma birimleri ile konforlu ve rahat ortamlar yaratılıyor. Burada insanlar uyuyabiliyor, dinlenebiliyor, etkinlikler düzenleyebiliyor veya kitap okumayabiliyor. Kısaca burası sayısız kullanıcıyla tanımlanan esnek mekanlara dönüşüyor. Ana kütüphane yapının en üst katında yer almasıyla tıpkı Amos Rex gibi çatıda yaratılan boşluklarla doğal aydınlatma sağlanıyor. Çatı tasarımında temel prensibi aynı olan bu iki yapı birbirinden bağımsız olarak değil türdeş ve etkileşim içinde yapıyor. Birbirine saygılı mimarlık anlayışı ise daha pozitif akslar çiziyor. Çatının parametrik formu ışığın direk olarak içeri alınmasını engelleyip gölgelerin ve yumuşak geçişlerin oluşmasını sağlıyor aynı zaman da mekana bambaşka bir derinlik sunarak kütüphanenin her noktasına farklı bir perspektif sunuyor. Helsinki’nin genel mimari anlayışında ulaşılabilirlik öylesine önemli ki mimarlar tarafınca kullanıcının yapının her yüzeyine her dip köşesine erişmesi isteniyor. Bunun içinse rampalar kullanılarak farklı kotlardan perspektifle mekana hakimiyet sağlanıyor ve rampanın sonunda belli kot seviyesinden çatıya, saçaklara küçük nişlere ulaşılabiliyor. Böylelikle kullanıcının mekana olan aidiyet duygusu arttırılıyor ve yapıyla bütünleşmesi sağlanıyor.

199


Kütüphanenin giriş katında ise yukarı doğru yükselen sirkülasyonun ana kazanı yer alıyor. Burası çok amaçlı salonların bulunduğu ana gürültü ve koşuşturmanın olduğu fabrikanın ana motorunu oluşturuyor. Kalabalık ve koşuşturmanın arasında sabit birkaç saniyeliğine gözlerimi kapatıp mekana karışmayı denediğimde mekanların tüm enerjilerini hissetmem mümkün olduğunu gözlemledim. Yapının tümüne hakim ve işleyen çarkın bir parçasıymış gibi hissettiren Oodi’nin ahşap zemininden çatıdaki buzlu camlarına kadar içten ve dıştan tüm yapıya düşsel bir yolculukla sızarak yapıyı dinledim. Yapının üzerimde kurduğu hakimiyet ve özgürlük tasarım tutkumu doyasıya besledi ve daha fazla aidiyet duygusu kapladı. Gözlerimi açıp fiziksel olarak yapıya

200


karıştığım her saniyede ise bu tutku mimari birer fikre evrilip üretebilmek için şevkle doldum. Yapının beni çıkardığı bu düşsel seyahatten ötürü seyahatim boyunca gittiğim en güzel durak oldu. Böylelikle mimari seyahatim çıktığım bu düşsel yolculuklarla daha anlamlı bir hal aldı. Önümüzdeki günlerde ise her detayıyla bana ilham olan Oodi uğrak mekanım oldu. Tüm planlamalarımı, eskizlerimi ve çalışmalarımı bu buzlu camlar ardında yaptım.

201


Uzun saatler boyunca deneyimlediğim Oodi Kütüphanesi’nde günün geri kalanını geçirdikten sonra akşam yemeğini yemek üzere merkezde yer alan geleneksel bir restorana gittim. Fin gastronomisinin en önemli elemanı olan geyik eti, Finlandiyalıların geleneksel mutfağın vazgeçilmez bir parçasıydı. Günü bu güzel yemekle kapatıp hostelimde yerleşmek için beni bekleyen bavullarıma doğru Helsinki sokaklarını keşfede keşfede akşam yürüyüşü yaptım.

202


203


13

. GÜN

04.11.2019 Pazartesi

Seyahatimin son tam gününe gelmiştim artık. Helsinki’nin bende bıraktığı imgelerden dolayı seyahatimin sonuna yaklaşmak yorgunluğuma rağmen daha zor hale geliyordu. Bugün Helsinki’nin çeperlerini keşfetmek üzere sokak aralarında kalmış veya merkezden biraz uzaktaki yapıları ziyaret edecektim. Pazartesine denk geldiği için tüm müzeler kapalı olduğu için daha önceden planladığım gibi kamusal mekanları ve dini yapılar üzerinden kurguladığım programda akşam için özel bir planım vardı. Helsinki’de ilk kaldığım gün hostelde Helsinki’de yaşayan bir Türk ailesiyle tanışmıştım. Gecenin uzun saatlerine kadar lobide sohbetimizin ardından Rovaniemi yolculuğum sonrasında Helsinki’ye döndüğümde görüşmek üzere sözleşmiştik. Bu akşam içinde bir akşam yemeği organize edip kısa zamanda edindiğim dostlarla tekrar görüşmek için plan yaptık. İsmail abi Türk ve değerli eşi Finlandiyalıydı. Uzun 204


S�bel�us Anıtı

yıllardır Helsinki’de yaşıyorlardı. Evlerini yeniledikleri için uzun bir süredir hostelde kalıyorlardı. Ailenin diğer bir üyesi ise İsmail Abi’nin kollarından hiç ayrılmayan tavşanlarıydı. Kısa zamanda çok şey paylaştığım bu sıcakkanlı aile ile sohbeti ve kahkahası bol bir akşam yemeğinin arından hızlıca Helsinki turu yaptıktan sonra değerli dostlarımı Türkiye’ye davet edip Helsinki’deki son gecemi değerli anılar eşliğinde taçlandırmıştım.

Temppel�auk�o Church

F�nland�a Hall

Ood� 205


Temppeliaukio Church Timo & Tuomo Suomalainen Helsinki

İlk durağım hostelime çok yakın mesafede yer alan Temppeliaukio Kilisesi diğer bir adıyla yer altı, kaya kilisesiydi. 1969 yılında mimar kardeşler Timo & Tuomo Suomalainen tarafından kazanılan yarışma ile tasarlanmıştır. Kilisenin en büyük mekânsal algısını oluşturan özellik konsept tasarımında geleneksel bir kilise yerine daha eskiye giderek tapınak, tapınma üzerine kurgulanmıştır. Kayaların oyulmasıyla oluşturulan kilise duvarlarının tamamını doğal kaya ile bırakarak hem tapınak konseptini sürdürmüş hem de akustiği sağlamıştır. Akustik öylesine başarılı olmuştur ki kilise aynı zamanda birçok konsere ve dinletiye ev sahipliği de yapabilmektedir. Helsinki’nin şuana kadar gezdiğim tüm yapılarında olduğu gibi doğal ışık konularındaki hassasiyetleri 1969 yılında da olduğunu gözlemledim. Büyük bir bakır çatı örtüsü ve duvara bağlantı noktaları arasında yaratılan açıklıklarla kilise içerisine doğal ışık alınmıştır. Çıplak ve işlenmemiş kaya duvarlar bakır kubbeyi betonarme kirişlerle taşımaktadır. Sadece konstrüksiyon olarak kullanılmamış, doğal aydınlatmayı, akustiği ve mekânsal algıyı da kuvvetlendirmiştir. Malzeme geçişleri doğal kayaların arasından

206


207


fışkıran beton kirişler ve kubbeyle mekandaki doğallığı ve tapınma içgüdüsünü tanımlayan en önemli mimari verilerdi. Kirişlerin yönlenişi bir direktif oluşturuyordu; çevredeki insanları davet eden aksları, geçişleri andırırken ana işaret ettiği yer ise bakır küreydi. Bakır küre ise davetleri toplanmaya çevirerek artık bir aile, cemaat olmayı ve odağı tanımlıyordu. Mimarlar kilise

208


209


210


özelliğinden çok tapınmak ihtiyacına göre tasarlamışlardı. Geleneksel kilise birimlerinin ve düzeni, gösterişinden çok uzakta insanoğlunun tapınma ihtiyacına göre tasarlanan kilisede çan bile bulunmamakta. Doğal malzeme ve doğal ışığın dansıyla yapı gün içinde farklı gölge oyunlarına ev sahipliği yaparken, ışık huzmeleri her an bir ayinin içinde olduğu hissiyatı yaratıyor.

211


Sibelius Monument Eila Hiltunen Helsinki

Bir sonraki durağıma gitmek için şehirde küçük bir otobüs turuna çıktım. Sahil bandında yer alan Sibelius Anıtı Eila Hiltunen tarafından tasarlanmış ve Jean Sibelius’a adanmıştır. Soyut tasarımın en önemli örneklerinden birini oluştururken birçok tartışmaya ve sorgulamaya neden olmuştur. Eila tasarımında Sibelius’un müziğinin özünü anlamaya ve bunu bambaşka bir sanat dalına dönüştürmeye çalışmıştır. Bu yüzden yapı büyük bir organı anımsatırken aynı işleyişte çalıştırılmaya çabalanmıştır. Sibelius Anıtı yani “Passio Musicae” eseri çok sayıda çelik boruların bir araya gelişi ve farklı konumlandırılışıyla oluşturulmuştur. Borularda çeşitli açıklıklar ve deformeler yaratılarak rüzgarın boru içerisine girişiyle ses çıkarılması sağlanmıştır. Hakim rüzgar yönüne göre tasarlanan bu eser soyut tasarım, mimari ve müziğin harmanlanmış en somut halidir. Bu sanat içinden sanat doğurmaktır. Eseri deneyimlediğimde boruların arasından geçerken çeliğin sertliğine karşı işlemeli eklentiler bu soğukluğu yırtarak daha narin ve yumuşak geçişler yaratmıştı. Aynı zamanda organa benzetilen eser ziyaretçisini de kabullenip içerisine alan bir anıta dönüşmüş. Borular sarmalında merkeze yerleştirilen bir odak ile kullanıcı konumlandırılmış böylece dikey borular, rüzgar ve merkezde olma haliyle kullanıcı göğe bir tüy gibi çelik boruların ardından yükselebiliyordu.

212


213


214


215


Finlandia Hall Alvar Aalto Helsinki

216


Havanın erken kararmasından dolayı günü neredeyse bitirmiştim. Karanlıklar içerisinde yapıların farklı söylemlerinin oluşmasından dolayı seyahatim boyunca benim için önemli olan yapıları 2 boyutuyla incelemeyi adet edinmiştim. Bu yüzden hayran olduğum Oodi kütüphanesini tekrar gözlemlemek adına ve Alvar Aalto’nun tasarımlarından biri olan Finlandiya Hall’e gitmek için merkeze doğru yöneldim. Her detayını Alvar Aalto’nun tasarladığı Finlandiya’nın en önemli kongre merkezlerinden biri olan Finlandiya Hall uluslararası birçok kongreye ev sahipliği yamaktadır. Yapıya vardığımda Finlandia Hall özel bir toplantıya kapatıldığı için ne yazık ki gezme imkanım olmamıştı ancak kapıdaki hostesi ikna edip bir rehber eşliğinde yapının alt katını ve verandasını içeren birkaç bölümü gezmek üzere izin almıştım. Seyahat bursum yolculuğum boyunca sanırım en çok bu konuda yardımıma koşmuştu. Bazı esneklikler ve toleranslar bir yarışma kazanıp mimar olarak seyahate çıktığımı söylediğimde tanınabiliyordu İskandinavya ülkelerinde. Sıcakkanlı rehberimi daha fazla uğraştırmamak adına hızlıca yapıda koşuşturup kısa bir gezinti yaptım. Bu hızlı gezintiden dolayı yapıyı tam olarak zihnimde kurgulayamamıştım ancak Aalto’nun zamanının çok ötesinde tasarladığı esnek mekanları, tanımlı boşlukları, renkler ve dokular arasındaki sert kontrastı ve bunun gibi birçok kendine has mimari özelliği okuyabilmiştim. Artık son gecemi de yavaş yavaş tamamlıyordum. Her noktasından ilham aldığım Helsinki’nin bende bıraktığı izleri not almak adına gitmek için sabırsızlandığım ve Finlandiya Hall’un hemen yanında yer alan Oodi kütüphanesine geçtim. Birkaç saat Oodi’de vakit geçirdikten sonra Türk ailesiyle sözleştiğimiz üzere tekrar buluşup güzel bir akşam yemeği ile Finlandiya’da geçireceğim son gecemi de tamamladım.

217


14

. GÜN

05.11.2019 Salı

Artık seyahatimi tamamlamama sayılı saatler kalmıştı. En gözde şehrimde geçireceğim son anılarımı topluyordum. Öğleden sonra 6 İstanbul için dönüş vaktiydi. Ancak tüm yorgunluğa ve evimden uzak olmama rağmen en baştan başlayacak enerjim ve isteğim vardı. Rotamın en kuzey ucu benim için çok anlam barındırıyordu. Bir daha ne zaman ayak basacağımı bilmeden tüm şehirle vedalaşıyordum. Modern yapılar üzerinden kurguladığım yolculuğumda daha birçok gitmek istediğim yer vardı bir bu kadar da tarihi yapıları inceleme için gelinmeliydi. Burası ilhamla dolup taşıyordu. Kenti mimar gözlüklerimi giyerek gezdiğim için daha çok deneyime açık binlerce kapıyı barındırıyordu. Bende bu kapılardan bir kaçını yeni mezun olmuş bir mimar olarak deneyimlemiştim. Son saatlerimin son yapılarını gezmek üzere yola koyuldum. Daha önceden gece vakti deneyimlediğim Design District bölgesini tekrar deneyimlemek istedim. Bu bölgede birçok butik tasarım mağazaları, ofisleri yer aldığı için asıl canlılığını gün ışığından sağlıyordu. Aynı zamanda Helsinki Üniversitesi’nin kütüphanesine de oldukça 218


Vantaa Haval�manı

yakındı.Dolayısıyla öncelikle design District’te dolaşıp koleksiyonuma eklemek için portmin satan bir tasarım mağazası aradım. Birkaç denemeden ve iyice sokaklarına karıştıktan sonra favori şehrimden hatıra el yapımı bir portmini koleksiyonuma ekleyerek Market Square’e doğru yola çıktım. Bu bölge normal şartlarda Helsinki’nin kalbini oluşturuyor. Açık hava marketleriyle, sokak lezzetlerinin, pazarın ve capcanlı tezgahlarıyla turistlerin ve yerel halkın en uğraş noktası. Ancak gittiğim tarihte birkaç açık tezgâh ve küçük esnaf dışında sezon kapalıydı. Soğuk öylesine artmıştı ki artık sokakta yürüyemiyordum. Sert rüzgar beni geriye savuruyordu. Bu yüzden marketi hızlıca dolaşıp son durağım olan Helsinki kütüphanesine doğru yola çıktım.

Hels�nk� Un�vers�ty

Market Square Des�gn D�str�ct

219


Helsinki University Main Library Anttinen Oiva Helsinki

220


221


Helsinki Üniversitesi’ne ait olan ana kütüphane Anttinen Oiva tarafından tasarlanmıştı. Girişte kullanıcıları eliptik bir galeri boşluğu karşılıyordu. Mekana tüm derinlik hissini veren bu beyaz eliptik kütlenin çeperlerine yayılmış kütüphane birimleri ve çalışma masaları yer alıyordu. Katlarda yaratılan eliptik boşluklar belli bir dizilimde tavana doğru küçülerek ilerlerken çatıya ulaştığında gün ışığıyla çarpışıp mekana doğal ışık sağlıyordu. Aynı zamanda girişte odağı tavana vererek yürüdükçe değişen perspektifler ile hipnotize eden bir kurguya sahipti. Güneşe hasret olan kuzeyin genel mimari anlayışında da temelde gün ışığı yatıyordu.

222


Akdeniz ülkelerine, sıcak iklimlere kıyasla güneşi, doğal ışığı çok daha fazla ve ciddiyete alarak kullanıyordu Finli mimarlar. Kitapları, arşivleri korumak adına dikdörtgen yapının içine atılan eliptik boşluklardan ışık sızdırılmış ve geri kalan karanlık alanlara tüm raflar yerleştirilmişti. Ancak eliptik açıklıklar her ne kadar güneş ışığının yapıya sokulmasına izin verse de aynı tasarım prensibi kullanıcılar için kullanılmamıştı. Boşlukların korkulukları oldukça yüksek ve solid bir şekilde tasarlandığı için katlardaki bağlantı koparılmıştı. Tek bir seviyede, katmanda olduğu hissiyatı yerleşiyordu ve her katta değişen açıklık ise kullanıcıya geçmeden sadece

223


224


aydınlatma için çalışan bir öğe haline gelerek kullanıcı için tüm katlar aynı tanımda çalıştırılmıştı. Galeri boşluğuna çerçevelenen masalar ise göz seviyesi daha da aşağıya çekilmiş ve çepere, sınıra kullanıcı yaklaştırılmamış, boşluk ve kullanıcı arasında rijit bir bariyer kurulmuştu. Parabolik çalışmalar y düzleminde kullanıldığı gibi cepheye de yansıtılmıştı. En sıradan yapılarından kamusal mekanlara kadar 3. Boyutun hareketliliğini, dinamizmini ve mimariye izdüşümünü deneyimleyerek öğrendiğim kente veda vaktiydi. Rotamın son durağına da veda edip tecrübe edindiklerim ve farklı mimari anlayışları keşfettiğim, yaşadığım seyahatim sonuna başarıyla gelmiştim. Kendimi uzun ve soğuk tren raylarına atarak havalimanına doğru ilerlerken yüzümdeki buruk gülümseme her şeye değerdi. Gezdiğim ülkeler, şehirlerarasında kendimi en ait hissettiğim yerden yolculuğumu sonlandırmak tüm duygularımın katlanarak büyümesine neden olmaktaydı. Helsinki’ye uçağın küçücük penceresinden son kez bakarak veda edip gözlerimi kapattım tümü dair uzun bir özümsemeye geçtim.

225


S

ON SÖZ

KAPANIŞ

İskandinavya ülkelerindeki modern yapıları incelemek adına çıktığım seyahatimde 14 gün boyunca 4 ülke, 3 şehir ve 30’u aşkın modern yapı gezdim. Dünyanın önde gelen mimarlarının tasarım yaklaşımlarını, kentlere etkilerini ve kurdukları iletişimleri, her şehrin kendine has özelliklerini ve insanların kent kültürüne katkılarını, yaşayış biçimlerini deneyimledim. Seyahatim boyunca her ülkenin kentlere tanımladıkları farklı değerleri ve kültürü keşfettim. Şehirlerarasında kurduğum bağları çeşitlendirmek adına farklı ulaşım yollarını kullanarak yolculuğumun seyahat halinde oluşuna kadar anlamlandırmaya çalıştım. Sayıların ve somut verilerin daha ötesinde seyahatimin bana kattığı bambaşka değerler oldu. Seyahat sonrası sırt çantamı edindiğim dostluklarla, deneyimlerle, tecrübelerle, anılarla ve hepsinin iç içe geçmiş hallerinden doğan sayısız yaratıcı fikirle doldurdum. Seyahatimin bana kattığı en değerli geri dönüş ise bu mimari fikirlerin geleceğim için yarattığı zemin oldu. Keşfederek öğrenmenin unutulmazlığıyla zihnime kazınan birçok tasarım fikri dallanarak gelecekteki mimari perspektifime kök oldu. 226


Berfu OKER

227

Seyahat rotamın ilk çizgisini çizerek temellerini oluşturan Yaktaş ailesine ve bu çizgiyi bir tasarıma dönüştüren, planlanma sürecinden sonuna kadar desteklerini esirgemeyen, seyahatimin yaratıcısı mimarı saygıdeğer Serter Karataban hocama sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Geleceğine Zemin Yarat yarışmasının seyahat bursu benim için bir tohum niteliğindeydi. 1. Ödülü ile ektiğim ilk tohumun ardından seyahatim boyunca edindiklerim tek bir noktada kesişerek bana binlerce tasarım fikri olarak geri dönmüştü. Bu fikir tohumları ise gelecekte katılacağım yarışmaların tasarım tohumlarını oluşturdu. Seyahatnamemin gelecekte yolu kuzeye düşen bir tasarımcıya, mimari kalemle çizilmiş bir harita olmasını temenni ederim.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.