kumpanya, bir leblebi&gazoz meselesidir.
Kumpanya İki Aylık Sanat ve Edebiyat Yayını
Haziran - Temmuz 2017
Kumpanya, bir internet güncesi işbirliği platformudur.
kumpanya.org
Aklınıza takılan herhangi bir şey için bizimle iletişime geçebilirsiniz
iletisim@kumpanya.org
Künye Leblebi ve Gazoz Tedarikçisi
Beyaz Said
Gazoz Kapağı Depozitörü
Nureddin Türk
Küçük Lezzetler Gurmesi
Asya Özvural
Kumpanya’nın Çatlak Çaylağı
Beyza Kumanova
İçindeliler...
Yazılar Anlamlarını Yitirmiş Sözcükler
Rasih Aslantürk Herr Mannelig
Beyaz Said Tuz
Asya Özvural Radyo Yavaşla
Yılmaz Şahin
Çiziler Ön Kapaktaki Görsel
dortef / flickr
Kapak Tasarımları
Beyaz Said
Üfle De Söneyim
Asya Özvural Kış Güneşi
Asya Özvural
Varsayılan Yazı
Varsayılan Fotoğraf
Varsayılan Yazı
Varsayılan İllüstrasyon
Varsayılan Yazı
Little Red Riding Hood
Beyza Kumanova
Nureddin Türk
Varsayılan Kişi
Begüm Konor
Varsayılan Kişi
Fatih Enes Ayan
Üfle De Söneyim Asya Özvural 4 Şubat 2017’de, Asya’nın internet güncesi, La Chute’de yayınlandı. lachute.asia
5
Anlamlarını Yitirmiş Sözcükler Rasih Aslantürk 18 Kasım 2016’da, Rasih’in internet güncesi, Firargah’ta yayınlandı. firargah.com
6
Sevgili yüklük, Üst rafına anlamlarını yitirmiş sözcükler dizdim. Bazıları çamura bulanmıştı, yıkadım, astım, öyle getirdim. Solgunluklarına deva bulamadım yalnız, sesleri çıkmıyor, soluk alamıyorlardı, nefesleri olamadım. Elleri buz kesmişti, ısıtamadım. Söylene söylene tükenmişler, kalabalık ve kirli ağızlarda adları o kadar çok anılmış ki, esas manalarını hatırlayan kalmamış. Bir yağmurla arınmayı hayal ederlermiş, ama kimyasal gazlar emmiş asit damlalarıyla başa çıkamamışlar, kimi harfleri erimiş. Yüklük, böyle bir sürü yara bere içindeler, çok vurgun, çok kurşun yemişler. Hep güvenmiş, hep de yanılmışlar. Çocukların minik kalplerine, masum cümlelerine konuk olmak istemişler, hepsi birden sığamamış. Ağaç dallarına, çiçek taç yapraklarına tutunamışlar. Asit yağmurlarından sonra bulutlara da güvenememişler. Koşmuş fakat yorulmuşlar, düştüklerinde el uzatanları değil, üzerlerine basanları çok olmuş. Yardım istediklerinde herkes başka türlü çekiştirmiş, kesmiş, kırpmış, sivri köşeli kalıplara uydurmaya çalışmış. Sözcükleri kötülüklerine ortak etmişler: İnsanları onlarla yaralamış, onlarla kırıp dökmüşler. Üzülmüş, çok üzülmüşler, öyle ki sessizliğe gömülmüşler. Yüklük, kelimeler de bu dünyanın yükünü kaldıracak güçte değiller artık. Bunaldıkça daha fazla anlatmak/anlaşılmak istiyoruz fakat sözcüklerin de mecali kalmamış, kuytularda saklanıyorlar dile gelmemek için. Söylene söylene tükenmişler, kalabalık ve kirli ağızlarda adları o kadar çok anılmış ki, esas manalarını hatırlayan kalmamış. Bir yağmurla arınmayı hayal ederlermiş, ama kimyasal gazlar emmiş asit damlalarıyla başa çıkamamışlar, kimi harfleri erimiş.
7
Yüklük, böyle bir sürü yara bere içindeler, çok vurgun, çok kurşun yemişler. Hep güvenmiş, hep de yanılmışlar. Çocukların minik kalplerine, masum cümlelerine konuk olmak istemişler, hepsi birden sığamamış. Ağaç dallarına, çiçek taç yapraklarına tutunamışlar. Asit yağmurlarından sonra bulutlara da güvenememişler. Koşmuş fakat yorulmuşlar, düştüklerinde el uzatanları değil, üzerlerine basanları çok olmuş. Yardım istediklerinde herkes başka türlü çekiştirmiş, kesmiş, kırpmış, sivri köşeli kalıplara uydurmaya çalışmış. Sözcükleri kötülüklerine ortak etmişler: İnsanları onlarla yaralamış, onlarla kırıp dökmüşler. Söylene söylene tükenmişler, kalabalık ve kirli ağızlarda adları o kadar çok anılmış ki, esas manalarını hatırlayan kalmamış. Bir yağmurla arınmayı hayal ederlermiş, ama kimyasal gazlar emmiş asit damlalarıyla başa çıkamamışlar, kimi harfleri erimiş. Yüklük, böyle bir sürü yara bere içindeler, çok vurgun, çok kurşun yemişler. Hep güvenmiş, hep de yanılmışlar. Çocukların minik kalplerine, masum cümlelerine konuk olmak istemişler, hepsi birden sığamamış. Ağaç dallarına, çiçek taç yapraklarına tutunamışlar. Asit yağmurlarından sonra bulutlara da güvenememişler. Sevgili yüklük, Üst rafına anlamlarını yitirmiş sözcükler dizdim. Bazıları çamura bulanmıştı, yıkadım, astım, öyle getirdim. Solgunluklarına deva bulamadım yalnız, sesleri çıkmıyor, soluk alamıyorlardı, nefesleri olamadım. Elleri buz kesmişti, ısıtamadım.
8
“Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.” Cemil Meriç
Kış Güneşi Asya Özvural 7 Ocak 2017’de, Asya’nın internet güncesi, La Chute’de yayınlandı. lachute.asia
11
Herr Mannelig Beyaz Said 2 Mart 2017’de, Said’in internet güncesi, BeyazSaid’de yayınlandı. beyazsaid.net
12
Sağ yanımda sık ağaçlarla dokunmuş bir koruluk… Dokunmuş diyorum çünkü bu ağaçların rastgele yan yana gelmiş olmaları mümkün değil. Bir şiirin, bir duanın, mistik bir melodinin ruhundan çalınarak, kanaviçe gibi örülmüş. Sağ yanımda sık ağaçlarla dokunmuş bir koruluk, sol yanımda korunun ruhuna saygısızlık etmeden ve bir mahcubiyetle tek tük inşa edilmiş binalar… Bahçeli bir ev, bir kütüphane, bir okul binası… Kendi ritmimde, dik bir yokuşu tırmanıyorum. Birçok insanın dudaklarını kıpırdatmadan yaptığı şeyi, kendiyle konuşmayı, hesaplaşmayı ve muhasebeyi, dudaklarımın arasından kaçırıyorum. Bu bazen bir şarkının akılda kalan bir iki ezgisi, bazen geçen hafta okuduğum o sıkıcı kitabın beni şaşırtan son cümlesi, bazense nereden geldiğinden emin olamadığım yabancı bir kelime… Bir bozkır gecesinin, gündüzünü unutturan serinliği çarpıyor göğsüme. Ellerimi, ceketimin düğmelerini iliklerken buluyorum. Dizlerimin altı, yorulmanın ilk acısını hissediyor, hafif bir yanmayla. Bütün vücuduma derin bir haz yayılıyor, bu yanmayla birlikte. “Bahar yorgunluğu…” diye mırıldanıyorum. Isınan havalara inat, gecelerin ve soğukların şarkısını dinlemeyi tercih ettiğimi gösterircesine taşıdığım ağır postallarım kaldırımları ezmeye devam ederken, bir hışırtı duyuyorum, koruluktan. Bir yaban köpeği ya da o köpekten kaçan sarman bir kedi ya da o kediden kaçan bir saksağan? Saksağan konusunda haklıymışım ama kaçmaya çalıştıkları bir kedi değil, kerkenezmiş. Güçlü pençelerine sıkıştırdığı saksağanla fırlıyor kerkenez, koruluğun içinden, tek başıma yürüdüğüm bu kaldırımın olduğu yola. Yanında, arkadaşlarını kurtarma hevesiyle mücadele eden iki saksağan daha var. Uykularından bir mevcudiyet kavgasıyla uyanmış bu kuşlar amansız bir mücadele içerisindeyken, kerkenez, saksağanı asfalta, saatte onlarca kilometre hızla çarpıyor. Aynı hızla yere inip, koca
13
pençeleriyle saksağanı kaptığı gibi korusuna geri dönüyor. Artık ümitleri tükenen diğer saksağanlar da peşinden… Kala kalıyorum. Gözlerim korunun karanlığına takılıyor. Şehrin içine sıkışmış bu koruda, beni yaralayabilecek kadar büyük yırtıcı hayvanların yaşamadığına inandırmaya çalışıyorum kendimi. Korkum ve tedirginliğim azalmıyor yine de. Yolun öbür tarafındaki kaldırıma geçmeyi düşünüyorum bir an ama korunun mıknatısı bırakmıyor bedenimi. Yürümeye devam ediyorum. Bir su sesi duyuyorum. Yaşadığım bu tepenin topraklarının çok tehlikeli yeraltı sularına ev sahipliği yaptığını hatırlıyorum bir an. Kuzey yamacından tırmanmaya azmettiğim bu tepenin öbür yamacında, terk edilmiş bir taş ocağının yanı başında oluşan su birikintisinde, neşe içerisinde yüzerken, akıntıya tutulup, suyun dibine çekilen arkadaşımı hatırlıyorum. “Tam bir bataklık…” diye mırıldanıyorum. Bir gün içerisinde, bu kadar ölüm düşüncesi fazla… Suyun altında şişen ve çıkarıldığında hayat ışığını çoktan kaybetmiş olan o bedeni gözümün önünden silmeye çalışıyorum. Acı hatıralardan kendimi sıyırmak için kafamı iki yana salladıktan sonra, yürüdüğüm kaldırımda, ağzında ölü bir fare taşıyan bir tilki ile göz göze geliyoruz. Bir film sahnesinde hissediyorum kendimi. Dakikalarca kıpırdamadan bakıyor, birbirimizi süzüyoruz. “Tilkileri daha büyük hayvanlar zannederdim” diye mırıldanıyorum bu sefer. Bu, kediden biraz büyük, köpekten biraz küçük, ağzındaki fare olmasa sevimli bile sayılabilecek bir hayvan. Sonradan anlıyorum, ben nasıl güvenliğimi düşünüyorsam ve karşımdaki hayvanın bana zarar verip vermeyeceğimi düşünüyorsam, o da bana o gözlerle bakıyor.
14
“I never travel without my diary. One should always have something sensational to read in the train.� Oscar Wilde