BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ Eylül - Ekim 2017 YIL: 2 | SAYI: 10 PROSİGMA GAZETELİK Uygulaması için Lütfen QR Kodu Taratınız.
‘ten
Neo® - Ürünler Etkin ve tekrarlanabilir sonuçlar, Çalışan ve çevre için maksimum güvenlik… • İş sağlığı ve çevre güvenliği yönetmeliklerine tam uyum için geliştirilmiş özel formül • Çalışan ve çevre sağlığını tehdit etmez • Ksilen ve entellan ile aynı çalışma prensibi • Yöntem değişikliği gerektirmez • Rutin kullanımlara uygunluk • Geleneksel yöntemler ile karşılaştırılabilir sonuçlar
“VE İNSANOĞLU YAPAY YAŞAMI YARATTI” Kimya ve Fiziğin mantıklı iddiaları ne derse desin biyolojinin atomların bir araya gelmesinden, birbirleriyle reaksiyona girmesinden çok daha fazlası olduğu ve insanda ilahi bir izlenim bıraktığı kesindir. Sayfa | 02
Neo®Clear kokusuz ksilen M109843
Neo®Mount kapama ajanı M109016
w w w . b i o m e d y a . c o m
KUSU KO Z
KS
İLE N
Sayfa | 16 Kansere Asker Hücrelerle Çare Bulunacak Hürriyet gazetesinden Güliz Arslan’ın haberine göre kanserle ‘car-t hücre tedavi’ yöntemiyle mücadele edilerek kanseri yenmek mümkün olacak.
Sayfa | 05
Sayfa | 12
Nadir Hastalıklar bir kader mi?
Onko Koçsel İlaçları
Nadir hastalıklar yapı taşımız olan DNA'da meydana gelen kalıtsal mutasyonlardan kaynaklanır.
Onko-Koçsel İlaçları’yla ilaçın gelişimi, Türkiye’deki biyoteknoloji çalışmalar ve firmaları hakkında konuştuk.
02
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
www.biomedya.com
2017
“VE İNSANOĞLU YAPAY YAŞAMI YARATTI” Kimya ve Fiziğin mantıklı iddiaları ne derse desin biyolojinin atomların bir araya gelmesinden, birbirleriyle reaksiyona girmesinden çok daha fazlası olduğu ve insanda ilahi bir izlenim bıraktığı kesindir. Yüzyıllar boyunca fiziğin yasaları insan tarafından geliştirilmiş, kimyanın reaksiyonları insan tarafından uygulanmış ve gerçekleştirilmiştir tüm bunlar yapılırken de matematik her zaman kullanılmış ve ortak küme olmuştur. Biyoloji ise şimdilerde sentetik biyoloji akımıyla bu yolların hepsinden geçme safhasındadır. Biyoloji tüm alanlarıyla gerçek bir bilimdir, canlı olarak varoluşunu sürdüren her şeyin bilimidir. Sentetik Biyoloji doğada bulunmayan yeni biyolojik parçaların, aygıtların ve sistemlerin tasarımı ve yapımı ile var olan biyolojik sistemlerin belirli görevler için yeniden tasarımı olarak tanımlanmaktadır. Sentetik biyolojinin merkezinde yaşamın tüm parçalarının sentetik olarak (yani kimyasal olarak) üretilebileceği ve bunlardan mühendislik yoluyla işlevsel organizmalar oluşturulabileceği amacı bulunmaktadır. Bilgisayar mühendisliği kavramlarına benzer şekilde: DNA kodu; yaşamı yöneten yazılım, hücre zarı ve hücrenin içindeki tüm organeller ise; yaşamın donanımı olarak düşünülüyor. Tamamen sentetik bir genom üreterek sentetik hücre oluşturmak moleküler biyolog ve genetikçi J. Craig Venter ve ekibinin 15 yıldır üzerinde çalıştığı bir proje iken 1995 yılında ilk defa bir canlı organizmanın -bakterinin- DNA dizilimini çözen Amerikalı Craig Venter ve Hamilton Smith, günümüzde yapay genomu olan bir bakteri üretmişlerdir. Bu bakteri “Teoride atası olmayan bir varlıktır”.. Oluşan yeni hücreye “sentetik hücre” demelerinin sebebi ise bu hücrenin kimyasal olarak sentezlenmiş
DNA parçalarının birleşmesiyle oluşan bir genom tarafından yönetiliyor olmasıdır. Venter ve ekibi daha önce bir bakteri genomunu kimyasal olarak sentezlemeyi başarmışlardır. Ayrıca bir bakterinin genomunu başka türden bir bakteriye aktararak bakterinin türünü değiştirmeyi de başarmışlardır. Bu defa bu iki yaklaşımı birleştirerek tamamen laboratuvarda sentezlenmiş genomun ekspresyonu ile hücreler oluşturmayı başarmışlardır. Bu buluş doğada insan ırkının üstünlüğünü, atom bombasından çok daha iyi bir şekilde ve iyi bir amaçla kanıtlamıştır. Sentetik hücrenin sentezinin ilk aşamasını genomun tasarlanma süreci oluşturmuştur. Genom 1.077.974 harften (A,T,C,G bazları) oluşman Mycoplasma mycoides bakterisi genomu üzerinden tasarlanmıştır. Uzun DNA parçaları sentezlemek zaman ve para açısından yüksek maliyetli olduğu için sentetik genom parça parça sentezlenmiştir. Araştırmacılar ilk önce genomu sanal ortamda kaset olarak adlandırdıkları yaklaşık 1080 bazlık 1078 parçaya ayırmışlardır. Kullandıkları bilgisayar programı her bir parçanın iki ucuna daha sonra parçaların biraraya gelebilmesini sağlayacak yapışkan diziler eklemişlerdir. Ardından bu 1078 kaset tasarımını bir DNA sentez firmasına yollamışlardır. Ardından maya kromozamlarına dönüştürülen bütün haldeki M. mycoides genomu maya hücresinden ayrıldı ve restriksiyon enzimlerinden (DNA’yı belirli dizileri tanıyarak parçalayan enzimler) arındırılmış durumdaki alıcı Mycoplasma capricolum hücresine aktarılmıştır. Sentetik genomun DNA’sı alıcı hücre içinde mesajcı RNA’ya çevrilmiş, mesajcı RNA’nın taşıdığı bilgilerle de yeni proteinler sentezlenmiştir. M. capricolum
genomu, ya M. mycoides restriksiyon enzimleri tarafından parçalandığı ya da hücre çoğalması sırasında yok olduğu düşünülmektedir. İki gün sonra sadece sentetik genoma sahip olan, canlı M. mycoides hücreleri bakteri büyütme ortamı içeren petri kapları içinde belirgin olarak görülebilmiştir. Yapay hayat kelimesi kulağa çok abartılı ve ya etkileyici geliyor evet fakat bilim insanları bunun üzerine özellikle yaratmak fiilinden ziyade “kurcalamak” ya da “değişiklik” kelimelerini kullanmayı tercih ediyorlar. Sentetik Biyoloji teknolojisi gerçekleştirdiği birçok göz alıcı gelişme ile çok fazla gelecek vaat etmektedir. Kısa dönemde daha iyi ilaçlar daha az su isteyen bitkiler daha yeşil benzin, antiviral (virüslere karşı) aşı üretimi ve hatta kimya endüstrisinin yenilenmesi gibi birçok fayda sağlayacak sentetik biyolojinin uzun dönemde ise büyük adımlar atması beklenmektedir. Geçtiğimiz 10 yılda insan genom projesi tamamlandığından beri iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlar yaşamın yazılımının çözümü anlamına gelen DNA dizi analizinin maliyetinin önce hızlı yükselişi ve ardında ani düşüşü olmuştur. Öncesinde yıllar süren ve milyonlar tutan bu analiz işlemi şimdi sadece günler sürüyor ve birkaç bin dolara mal oluyor. Genomlar, sentetik biyolojinin ana maddesidir ve bize biyolojinin atom seviyesinde nasıl işlediğini anlatır. Sentetik biyologlar yeni gen takımları hakkında mantıklı varsayımlarda bulunmak için genom yazılımları geliştirmiştir. Steve Jobs Apple’ın keşfinde büyük rol oynamıştır fakat aynı zamanda binlerce bilgisayar virüsünün oluşumunu da
riske atılmıştır. Ya sentetik biyoloji de istemeden de olsa bakteri ve virüs yayımına sebep olursa? Ya bir terörist kasıtlı olarak bir virüs ya da bakteri tasarlarsa? Kazara kötü bir şey yaratma riski oldukça düşüktür. Çoğu bakteri kolay bir hayatı seçmek için, genellikle çoktan olmuş organik materyalleri yıkmayı tercih eder, direnme güdüsü yoktur. Yaşayan ev sahipleri ise bununla savaşır. Kasıtlı olarak kötü bir şey tasarlama riski ise ergen bir hacker veya terörist veya düzenbaz bir devlet olmanıza göre değişir. Sentetik Biyoloji’nin düşünsel gözlemcileri ise bütün bu risklere çok farklı bir bakış açısı ile yaklaşmaktalar: Açıklık. Zaten geç kalınmış kötüyü önlemeye çalışmanın iyinin önünü kesebileceğini düşünerek bu durumdan uzak durmayı tercih ediyorlar. Bilgi çağında bilgiyi öğrenilmez kılmanın hiçbir yolu yoktur dolayısıyla kötüyü önlemek için en güzel yol kendi tarafımızda iyileri tutmaktır böylece bir problem oluştuğu anda çözümlerde çabuk oluşacaktır. “Kötüyü yok etmek için iyiyi cesaretlendirmek, iyinin ön planda olmasını sağlayacak ve tüm tehditleri uzakta tutacaktır.” Kaynaklar: 1. (Modified from ”Synthetic Biology – And Man Made Life”, retrieved from economist.com) 2. Bilim ve Teknik Dergisi Türkiye Ekim 2010 sayısı 3. Steven A. Benner, S.A., Sismour, M.A. 2005. “SYNTHETIC BIOLOGY” Nature Reviews Genetics.
Yazar: Zalike Keskin Kaynak:derinuzay.org
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2017
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
03
HASTALIK BILIMINDE TEKNIKERLERIN TANI KOYMA SÜRECI ÖNEM KAZANIYOR Patolojinin tıp alanında kritik bir öneme sahip olduğunu ifade eden İAÜ Patoloji Laboratuvar Teknikleri Programı Uzmanı Yeşim Ateş, patoloji laboratuvarı alanında pratiği teorik donanımla bütünleştiren patoloji teknikerlerinin, patologların tanı koyma sürecinde önemli bir rol üstlendiklerine vurgu yapıyor. Patoloji hücrelerde ya da dokulardaki işlevsel ya da yapısal değişiklikleri tanımlamak amacıyla kullanılan, Yunancada ‘Hastalık Bilimi’ anlamına geliyor. Hastalıklara tanı
koymanın ve bilgi edinmenin en önemli yolu vücudun değişik bölümlerinden alınan doku ve biyopsi örneklerinin değerlendirilmesiyle gerçekleşiyor. Patolojik analiz, tıp alanında hastalıkların teşhislerinin doğru ortaya konmasında kritik bir önem sahip. İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ), Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Patoloji Laboratuvar Teknikleri Programı, son teknolojik cihazlarla donatılmış laboratuvarda verdiği uygulamaya dayalı eğitim modeli ile nitelikli patoloji teknikerlerini sağlık alanına kazandırıyor.
İAÜ Patoloji Laboratuvar Teknikleri Programı’nda eğitim veren Uzman Yeşim Ateş, patoloji alanının sağlık açısından hayati bir öneme sahip olduğuna dikkat çekerken, patoloji alanında teoriyle pratiği en doğru şekilde örtüştürecek personelin bu noktada önemli bir rol üstlendiğine dikkat çekiyor. Patologların tanı koyma sürecinin sorumluluğunu üstlenirken patoloji laboratuvarında çalışan teknikerler tanı sürecinde en önemli yardımcılar olduğunun altını çizen Ateş, “Bu nedenle ilerleyen
Yüksek Kalitede Laboratuvarlar için...
LABORATUVAR CİHAZLARI
LABORATORY INSTRUMENTS
NGK SERİSİ Class II
MİKROBİYOLOJİK GÜVENLİK KABİNLERİ Zararlı mikroorganizmalarla yapılan çalışmalarda
KULLANICI - ÇEVRE - ÜRÜN Adres Telefon Faks E-Posta
: İ.O.S.B. Öz Ankara San. Sit. 1464 (675). Sok. No: 37 Yenimahalle/ANKARA : +9 0 3 1 2 3 9 5 6 6 1 3 : +90 312 395 66 93 : info@nukleonlab.com.tr
www.nukleonlab.com.tr +90 312 395 66 13
nükleon tasarım ekibi
ÜSTÜN KORUMA
teknolojinin ve yeni tetkiklerin kullanıldığı bu alanda pratik ve teorik donanımı tam olan patoloji laboratuvar teknikerleri önemli bir yere sahiptir” diyor. Donanımlı patoloji teknikerleri Yeşim Ateş, Patoloji Laboratuvar Teknikleri Programı’nda hastalıklı hücre/dokuların tanısında gerekli yöntem ve teknikleri uygulayabilen bilgi, beceri ve tutumu yüksek olan donanımlı patoloji teknikerleri yetiştirdiklerini kaydediyor. Ateş, üniversitenin laboratuvarlarında en son teknolojilerle donanmış patoloji cihazlarının kullanımıyla geleceğin patoloji teknikerlerine patoloji laboratuvarlarına gelen örneklerin hangi süreçlerden geçtiğine yönelik detayların uygulamalı olarak verildiğini belirtiyor. Patoloji Laboratuvar Teknikleri Programı’nın patoloji laboratuvarının öncesi, sırası ve sonrasındaki tüm işlemleri bilen teknikerler yetiştirmeyi amaçladığını belirten Ateş, “Patoloji alanında gerekli işlemleri uygulayabilecek bilgi/beceriye sahip, patoloji laboratuvarının kalite kontrol ve güvencesini bilen, geliştiren ve denetleyebilen; araştırma patolojisi hakkında bilgi ve becerisi olan; sağlık alanındaki gelişmeleri izleyen ve dolayısıyla ayırdında olan teknikerler yetiştirmek, eğitim hedeflerimiz arasında bulunuyor” diyor. Patoloji teknikerlerinin çalışma alanları Patoloji laboratuvar teknikerinin, patoloji laboratuvarlarında insan ve hayvan dokularının ve sıvılarının mikroskobik incelemeye hazır hale getirilmesine kadar gerekli işlemleri yaparak bunun için gereken en son teknolojiyi kullanabilme becerisine sahip olduğuna işaret eden Uzman Ateş, bu alanda eğitim almış kendini yetiştirmiş mezunların devlet ve özel kuruluşlara ait hastanelerde, özel patoloji ve histoloji laboratuvarlarında, Adli Tıp kurumlarında görev aldığına vurgu yapıyor: “Patoloji Laboratuvar Teknikleri programı olarak; mikrotom ve su banyosunu kesit işlemi için hazırlayabilen, otomatik ve manuel doku takibi yapan, farklı özellikteki dokuları bloklayarak kesit alabilen, doku bloklarından elde edilen kesitlere boyama işlemi yapan, doku örneklerini mikroskopta inceleyerek, normal ve normal dışı hücrelerin ayırımını yapabilen ve deney, test ve analiz bulgularını rapor edebilecek pratik ve teorik donanımı tam olan patoloji laboratuvar teknikerleri yetiştirmeyi hedefliyoruz.” Ücretsiz DGS kursu ile lisansa geçiş imkanı bir ön lisans programı olan Patoloji Laboratuvar Teknikleri Programı’nı bitirenlere ‘Patoloji Laboratuvar Teknikeri’ unvanı veriliyor. Programı başarıyla bitirenlere, İstanbul Aydın Üniversitesi’nde ücretsiz verilen dikey geçiş sınavı kurslarının ardından ‘Hemşirelik’, ‘Biyoloji’, ‘Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri’, ‘Biyomühendislik’, ‘Moleküler Biyoloji’ ve ‘Genetik’ bölümlerine geçiş imkanı sunuluyor. Kaynak: İHA
04
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
apex protect
Eylül - Ekim
2017
www.biomedya.com
BIYOÇEŞITLILIK IÇIN YAĞMUR ORMANLARI!
gücümüz temizoda ürünlerindeki
tecrübemizdir.
Tropik yağmur ormanları ekolojik işlevleri bakımından, yaşamsal önemleri vardır. Oksijen, karbon ve su çevrimleri; dünya genelinde iklim koşullarını dengede tutma açısından hayati önem taşımaktadır. Yağmur ormanları, yüksek düzeyde yağış alan ormanlarla kaplı biyomlardır. Tropikal yağmur ormanları olduğu gibi ılıman yağmur ormanları da vardır. Yağmur ormanlarının en önemli özellikleri flora ve faunasındaki inanılmaz biyoçeşitlilik ve çok sayıda türü barındırmasıdır. En büyük tropikal yağmur ormanları Amazon Basin'deki Amazon Yağmur ormanı, Nikaragua, Güney Yucatan Yarımadası, Orta Amerika'da Belize, Kamerun'dan Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ne kadar Afrika'nın ekvatoryal bölgelerinin büyük kesimi, Myanmar'dan Endonezya ve Papua Yeni Gine'ye kadar güneydoğu Asya, Doğu Queensland, Avustralya ve ABD'nin bazı bölgelerinde bulunmaktadır. Tropiklerin dışında ılıman yağmur ormanları İngiliz Kolombiyası, Güney Alaska, Batı Oregon ve Washington, Batı Kafkas, ülkemizde Artvin'in Hopa ve Borçka İlçesi ve Doğu Karadeniz Gürcistan'ın Ajaria bölgesi, Balkanların batısındaki bölgeler, Yeni Zelanda, Tasmanya ve Avustralya'nın doğu bölgelerinde bulunur.
www.apexprotect.com info@apexprotect.com Tel: (0212) 320 67 57
YAĞMUR ORMANLARININ ÖNEMI: 1 Yağmur ormanları atmosferdeki karbondioksit dengesini koruduğu için
dünya ekolojik sisteminde çok önemli bir yere sahiptirler. 2 Tropik yağmur ormanları karbondioksiti tüketerek oksijen üretirler. Amazon yağmur ormanları, sağlamış olduğu bu çok önemli ekolojik hizmet ile sürekli bir karbondioksit - oksijen çevrimini sağladığından "gezegenimizin ciğerleri" olarak anılır. Dünyamızda ihtiyaç duyulan oksijenin % 20'den fazlası Amazon yağmur ormanlarında üretilmektedir. 3 Yağmur ormanları, atmosferdeki karbon ve oksijen dolaşımında, küresel iklim sisteminde, yeryüzündeki su dolaşımında ve daha birçok dengede rol oynar. 4 Yeni besinler, ürünler ve ilaçlar için muazzam bir kaynak oluşturur. 5 Fotosentez sırasında, atmosferden karbondioksit alıp oksijen vermeleri nedeniyle "dünyanın akciğerleri" olarak adlandırılır. Eğer yeryüzünde böyle bir denge kurulmamış olsaydı, canlılık hiçbir zaman varlığını sürdüremez, kısa bir süre içinde oksijen yetersizliğinden, karbondioksit zehirlenmesinden ve su kaynaklarının yetersizliğinden yok olurdu.
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2017
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
05
NADIR HASTALIKLAR BIR KADER MI? Yrd Doç Dr. Oktay I. Kaplan
Muhammet Şenkal, Tıp Öğrencisi İyi bir üniversitenin hukuk fakültesinden mezun olup kendi işini de kurduktan sonra eşinle beraber İstanbul’da yaşıyorsun. Yazın en sıcak günlerinden birinin sabahında güneşin yeni doğmaya başlayacağı saatlerde annenden beklenmedik bir telefon alıyorsun. Annen telefonda endişeli bir şekilde uzun süredir uyuyamadığından bahsediyor ve içinden uykusuzluk da bir hastalık olabilir mi diye geçiriyorsun. Muhtemelen annen sıkılmıştır düşüncesiyle hemen yola çıkıp anneni ve babanı ziyarete gidiyorsun. Annenin durumunun anlattığından daha sıkıntılı olduğunu gördükten sonra hemen doktora gidiyorsunuz. Doktorlar için de çözülmesi zor bir vaka olmuş oluyor ve her ne kadar sebebini anlaşamasalar da tedaviye uyku ilacıyla başlıyorlar yalnız uyku ilacının etkisiz olduğu hemen anlaşılıyor. Hastalığın ne olabileceği konusunda araştırmalar devam ederken annende halüsinasyonlar ve sayıklama gibi farklı semptomlar da ortaya çıkıyor. İşler daha karışıyor ve annende “dementia” de görülmeye başladıktan kısa süre sonra çok sevdiğin anneciğin hayata gözlerini yumuyor. Neden ölmüştü annen hayatının en güzel yaşlarını yaşıyordu henüz 51 yaşındaydı ve beraber yapacak ne çok şeyiniz vardı. Anneni senden koparan adını bile bilemediğin bu hastalık neydi? Annene otopsi yapılmaya karar veriliyor ve sen tekrar işinin başına İstanbul’a dönüyorsun. Bir gün babandan telefon geliyor ve baban otopsi raporunun geldiğini hastalığın ne olduğunun bulunduğundan bahsediyor. Meraklanıyorsun ve hemen atlayıp memlekete gidiyorsun otopsi sonucunda bulunan hastalığın adı “Ailesel Öldürücü İnsomnia” hastalığı imiş. Baban doktorlardan aldığı bilgiyi sana aktarıp bu hastalığın 50’li yaşlarda kilo kaybı, görme kaybı, uykusuzluk, halüsinasyon, sayıklama ve dementia gibi semptomlarla ortaya çıktığından bahsediyor. Ayrıca bu hastalık kalıtsal bir hastalıkmış ve baban bu hastalık için senin de risk testi yaptırmanı söylüyor. 26 yaşında olan sen endişelenmeye başlıyorsun ve nasıl yani ben de mi risk altındayım düşünceleri seni alıp farklı alemlere götürüyor. Eşinle de konuşuyorsun ve bu testi yaptırmaya karar veriyorsun. Kanını verdikten sonra beklemeye başlıyorsun bir kaç hafta sonra sonuçlar geliyor ve anneni öldüren mutasyonun aynısı sende de varmış.
İnsomnia uykuya dalamama olarak tanımlanabilir ve insomnia nedenleri farklı (stres, dinleneme vb) olmakla beraber milyonları etkilemektedir. İnsomnia, insanlarda fizyolojik sorunlara da neden olmaktadır ve sorunlar kısaca söyledir: yüksek tansiyon, bağışıklık sisteminin zayıflaması, depresyon riski, zihinsel performansın düşmesi, diyabet riski, kalp damar hastalıkları riskinin artması gibi. Bu yukarıda anlatılan kısa hikaye yaşanmış bir hayat hikâyesine benzemektedir. Gerçek hikayenin kahramanı Amerikalı Sonia Vallabh annesini “ailesel öldürücü insomnia” dan 2010 yılının Aralık ayında kaybetti. Annesindeki semptomlar kilo kaybı ve görme kaybıyla başlamıştı ve ilk semptomlar başladıktan sonrasında farklı semptomlar da hastalığa eklenmişti hastalığın ne olduğunu tam anlayamadan annesi vefat etmişti. Sonia, Harvard Hukuk fakültesi mezunu ve eşi Eric Minikel ile beraber Boston’da yaşıyorlar. Sonia, annesini öldüren mutasyonu “prion” adlı geninde taşıdığı haberini aldığında 26 yaşında idi. Sonia Vallabh ve eşi Eric Minikel ikilisi şu anda Harvard Üniversitesi’nde ailesel öldürücü insomnia hastalığı üzerine çalışmalarına devam ediyorlar.
Bu resim http://news.harvard.edu/gazette/ story/2016/03/strength-in-love-hope-inscience/ adresinden alınmıştır. Ailesel öldürücü insomnia hastalığının ortaya çıkma yaşı 50’li yaşlar olduğunu düşünürsek Sonia’yı bu hastalığın kaderinden kurtarma şansımız var mı? Peki bu hastalık neden hala tedavi edilemiyor? 21. yüzyıldayız bir çok hastalığın tedavisinin bulunmuş olması gerekmez miydi? Aslında bu dünya da Sonia’nın yaşadığının benzeri duyguları ve zorlukları yaşayan milyonlarca insan bulunmakta. Ailesel öldürücü insomnia hastalığı da adı sanı duyulmamış 7.000'den
fazla hastalıktan sadece birisi. 21. yüzyıl kavramı insanı biraz yanıltıyor karşımıza şöyle bir gerçek çıkıyor adı dahi duyulmamış “nadir hastalıklar” olarak bilinen bu hastalıkların yalnızca 5% için Amerikan İlaç ve Gıda Dairesinin (FDA) onayından geçmiş tedavi yöntemi bulunmaktadır. Geriye 6500’den fazla kalmakta ve bu hastalıkların tedavisi için bekleyen milyonlar bulunmakta.
Her 10 hastadan 4'ü hastalığın teşhisinin konulması noktasında sıkıntı çekmektedir. Yapılan hesaplamalar nadir hastalığın teşhisinin ortalama 7 yıl sürdüğünü ve bu süreçte nadir hastaların 8 ayrı doktor gezdiklerini ortaya koymuştur. Teknolojinin hızla ilerlemesi ve yeni teknikler sayesinde biyolojik testler daha kolay uygulanabilmekte, nadir hastalıkları tanımlanabilir hale getirmektedir.
Daha az sıklıkla görüldüğünü ifade etmek için "nadir" olarak adlandırılan bu hastalıklarda hastalığın bir çok belirtisi olması ve bu belirtilerin yaygın olmaması sebebiyle bir çok doktor hastalığın teşhisi konusunda zorlanmaktadır “Nadir hastalıklar” tek tek incelendiğinde görülme sıklığı yüksek olmayan ancak toplu olarak bakıldığında azımsanmayacak kadar çok bireyi etkileyen hastalıklardır.
TEDAVI IÇIN YAPILACAK ARAŞTIRMALARDA YETERLI MADDI DESTEĞIN SAĞLANMAMASI
Peki bir hastalığın nadir olup olmadığı neye göre belirleniyor? Nadir hastalık tanımı ülkeden ülkeye farklılık gösterir. Amerika'da hastalık 200.000'den daha az kişiyi etkiliyorsa bu hastalık "nadir" olarak kabul edilir. Bu durum İngiltere'de daha farklıdır. İngiltere, 50.000'den daha az kişiyi etkileyen hastalıkları "nadir" olarak kabul etmektedir. Avrupa'da ise her 2000 kişiden 1'inde bu hastalık görülüyorsa "nadir hastalık" kategorisi içinde yer alır. Amerika'da toplamda 30 milyon kişi bu hastalıklardan etkilenirken Avrupa'da bu rakam 35 milyondur. Türkiye'ye bakıldığında ise nadir hastalıklardan etkilenen kişi sayısı 5 milyon olarak tahmin edilmektedir. Kısacası Türkiye'de her 16 kişiden 1'i nadir hastalığa sahiptir. Tüm dünyadaki rakama bakacak olursak bu rakam 350 milyon kişi civarındadır (1,2) Nadir hastalıkların oluşum nedenine bakıldığında, hastalıkların %80'inin genetik kaynaklı olduğu gözlemlenmiştir. Yani bu hastalıklar yapı taşımız olan DNA'da meydana gelen kalıtsal mutasyonlardan kaynaklanır tıpkı Sonia’da olduğu gibi. Sonia annesinden aldığı mutasyonlu bölge nedeniyle ileride annesinin yakalandığı hastalığa yakalanma riski taşımakta. Nadir hastalıklardan etkilenenlerin %50'si çocuklardır. Bu çocukların %35'i henüz 5 yaşına gelmeden ölmektedir. Çünkü nadir hastalıklar büyük çoğunlukla kronik ve her geçen gün daha da ağırlaşan hastalıklardır. Bu nedenle de nadir hastalar izole bir hayat yaşamak zorunda kalmaktadır. Hastalığın tedavisi ve çaresinin bulunması önünde büyük engeller vardır. Bunların başında (1) hastalığa tanı konulmasının uzun sürmesi ve (2) mekanizması dahi bilinmeyen nadir hastalıkların tedavisine yönelik araştırma yapılacak ilaç üretimi için yeterince maddi destek sağlanmaması gelmektedir. TANININ KONMASININ UZUN SÜRMESI Nadir hastalıklarda doktor tarafından tanı konulması en büyük sorunlardan biridir.
İlaç firmalarının bu alana yatırım yapma konusunda isteksiz olması ilaç ve tedaviyi geciktiren bir diğer sebeptir. İlaç firmalarının nadir hastaların sayısının az olması nedeniyle bu alanı karlı bir yatırım alanı olarak görmemeleri ve yatırım yapmamalarıdır. 1983 yılı nadir hastalıklar için bir dönüm noktasıdır. “Yetim ilaç hareketi” [Orphon Drug Atc (ODA)] başlatılarak ODA'nın teşvikiyle nadir hastalık araştırmaları ve ilaç üretmeye yönelik maddi destek sağlanmaya başladı. Sonrasında Amerika NIH (National Institute of Health) ve FDA (Amerikan İlaç ve Gıda Birliği, Food and Drug Administration) gibi federal programlarda klinik araştırmalarının yanı sıra nadir hastalıkları hedef alan ürün geliştirmeyi de teşvik etmeye başladı. Yetim ilaç hareketi teşvikiyle son 30 yılda 373 yeni ilacı Amerika Gıda ve İlaç Dairesi tarafından onaylamıştır. Bu ümit verici bir rakam gibi görülse de 7000 tane nadir hastalık olduğu ve bu hastalıkların %50'sinin nedeninin bilinmediği, %95'inin ise tedavisinin olmadığı düşünüldüğünde karşımıza pek de iyimser olamayacağımız bir tablo çıkmaktadır. Akademik araştırmacılar bir hastalığın mekanizmasının keşfedilmesinde ve tedavisinin bulunmasında çok önemli rol oynamaktadırlar. Sonia ve eşi Eric kendilerini sarsan bu haberdan sonra başkalarını beklemek yerine kendileri insiyatif alarak ciddi bir kariyer değişikliği yapmaya karar verdiler. Ailesel öldürücü insomia hastalığını daha iyi anlamak ve ona yönelik bir tedavi bulabilmek için işlerini bırakıp tıbbi alana yöneldiler ve Harvard Tıp fakültesinde doktoraya başladılar. Hatta bu alanda ilk yayınlarını Ailesel öldürücü insomia hastalığı üzerine 2016 yılında Science Translational dergisinde yayınladılar. Belki de bu hastalığa katkıyı en fazla yapan kişiler olacaklar. Bu ikili Sonia’da bu hastalığın semptomlatının ortaya çıkmasını engellemek için tedavi yöntemlerine devam ederken dünyada milyonlarca insan kendi hastalıkları için tedavi yöntemi beklemektedir. Ya her hastalık kendi Sonia ve Eric'ini bekleyecek ya da bizler içimizden kendi Sonia ve Eric'imizi çıkaracağız neden siz olamayasınız ki? KAYNAKLAR 1. http://www.berlin-chemie.de/ 2. https://globalgenes.org/rarelist/
06
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
www.biomedya.com
2017
BILIM İNSANLARI MANYETIK ALANI BEYNI UYARMAK İÇIN KULLANIYOR Araştırmacılar, ‘manyetik-termal uyarı’ denilen bir konu üzerine geliştirme çalışmalarında bulundular. Bu çalışmalar nörobilimcilere çok güçlü bir cihaz kazandırdı: beynin belli hücrelerini açıp kapamaya yarayan, beyni minimum düzeyde etkileyen ve uzaktan kullanılabilen bu cihazın aynı zamanda fizyolojik açıdan değişimlerin de görülebilmesinde büyük yardımı dokunacak. Bilim insanları beyinde bulunan küçük bir grup beyin hücresini manyetizma ile aktif hale getirdi. Aktif hale getirilen vücut hareketlerinde: koşmak da dâhil olmak üzere, el ve ayakları hareket ettirme ve kontrollerini kaybetmek de dâhil. Bu çalışmanın başarısı, nörolojik hastalıkların tedavisinde ve geliştirilecek çalışmalarda katkıda bulunabilir. Buffalo Üniversitesi’nde araştırmayı yöneten Prof. Arnd Pralle: “ Şimdilik, davranış kontrolü ve duyguların nöronal haritasını çıkarmak için yapmamız gereken çok işimiz var. Aklımızın bilgisayarı nasıl çalışıyor? Geliştirdiğimiz teknik bu soru için gayretlerimizi gayet iyi bir şekilde destekleyebilecek nitelikte” dedi. Beynin nasıl çalıştığını anlamamız içerisinde, farklı organlarımızın birbiriyle olan etkileşimi ve davranış kontrolü, hastalıklara anahtar tedaviler üretmemiz hatta belli nöron gruplarında hasar ya da işlev bozukluğu da var. Travmatik beyin hasarında, Parkinson hastalığı, distoni ve periferik felç gibi rahatsızlıkların hepsi bu kategoriye giriyor. Gelişmeler Pralle’in ekibi tarafından raporlandı ve ekip, depresyon ve epilepsi gibi beyinde direkt etkisi bulunan rahatsızlıkların tedavisinde de bilim insanlarına destek olmak istiyor. Manyetik-termal uyarı, araştırmacıların ısıyı kullanarak manyetik nano parçacıklarla beyindeki nöronları
uyarmasını sağlıyor. Nano parçacıklar harici manyetik alan tarafından ısıtıldığı zaman beyin hücreleri yanar bu da ısıya duyarlı iyon kanalların açılmasına neden olur. Farelerde Pralle’in ekibi, beyinde üç farklı bölgede başarılı bir şekilde belli motor fonksiyonları aktif hale getirdi. Farelerde yapılan çalışma 15 Ağustos’ta hakemli dergi eLife’ta açık kaynak olarak yayınlanmıştır. Motor korteksinde uyarılan nöronlar hayvanlarda koşmaya neden olurken striatumdaki nöronlar uyarıldığında kendi etraflarında dönmelerine neden oluyor. Beyindeki daha derin bölgeleri aktif hale getiren bilim insanları, farelerde el ve ayaklarını oynatamadığını donakaldıklarını gözlemlediler. Pralle: “Yöntemimizi kullanırken, çok küçük bir grup hücreyi hedefleyebiliyoruz, 100 micrometre genişliğinde, bu da insanların bir saç telinin genişliği kadar” dedi.
yerleştirerek bu hücrelere ısı aktive edilmiş bir iyon kanalı üretmelerini sağlıyor. Sonrasındaysa, araştırmacılar özel olarak hazırladıkları manyetik nano parçacıkları beynin aynı bölgesine enjekte ederler. Bu nano parçacıklar hedeflenen nöronların yüzeyine tutturularak sanki bir soğan zarıymış gibi kaplanır.
çalışıyordu. Önceden tekniğin petri kabında aktif hale getirilmesinde işe yaradığını kanıtlayan Pralle sonrasında küçük bir nematod olan C. Elegans’ın davranışlarını kontrol edebildi. Pralle, manyetik-termal uyarının diğer yöntemlere göre daha avantajlı olduğunu söylüyor.
Beyinde başka bir manyetik alan oluşturulduğunda, nano parçacıklar manyetizmasının sürekli hareket etmesine neden olur bu da hedeflenmiş olan nöronların ısınmasını sağlar. Bu olay ısıya duyarlı iyon kanallarının açılmasına ve böylelikle nöronların ısınmasına neden oluyor. Pralle, neredeyse 10 yıldır manyetik-termal uyarıyı geliştirmek için
Pralle, en iyi ve en çok bilinen teknik optogenetik’in, hücreleri ısıtıp aktif hale getirmek için manyetizma yerine ışığı kullanıyor, ama optogenetik tipik olarak beyne küçük fiber optik kablolar yerleştirilmesini gerektirirken manyetiktermal uyarının uzaktan, beyne daha az müdahale ettiğini belirtiyor.
MANYETIK-TERMAL UYARI NASIL ÇALIŞIYOR Manyetik-termal uyarı, araştırmacıların ısıyı kullanarak manyetik nano parçacıkları beyindeki nöronları uyarmasını sağlar. Öncelikle bilim insanları genetik mühendisliğini kullanarak, hedeflenen nöronlara özel bir DNA zincirini
KAYNAK Buffalo Üniversitesi Haberler, New York.
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Süleyman GÜLER Editör / Taşkın EROĞLU
İdare Merkezi Oğuzlar Mah. 1374 Sok. No:2/4 Balgat - ANKARA Tel : 0 312 342 22 45 Fax : 0312 342 22 46
Grafik Tasarım / Gülden KARADENİZ Yayın Türü / Yerel Süreli
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Araştırmadaki bir sonraki adım, manyetik-termal uyarının farelerin beyninin birçok bölgesinde aynı anda aktif hale getirilmesi ve kapatılması işlemini yapmak üzerine olacak. Pralle Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde araştırmacı ve Harvard Tıp Fakültesi’nde PhD Polina Anikeeva ile birlikte proje üzerine çalışmalarda bulunuyor. Ekip Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından 3,5 milyon dolarlık bütçe ile çalışmalarına devam etmeleri için destekleniyor.
Hukuk Danışmanları Av. Ersan BARKIN Av. Murat TEZCAN
Basım Yeri Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat / ANKARA Tel: 0 312 397 16 17 Basım Tarihi Eylül 2017 - Ankara Ücretsizdir. İki ayda bir yayınlanır. Biomedya Gazetesi’nde yayınlanan yazıların
Mali Danışman / İrfan BOZYİĞİT / SMMM
www.prosigma.net - info@prosigma.net
sorumluluğu yazarlara aittir.
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2017
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
07
GELECEKTEKI ROBOTLARIN IŞLETIM GÜCÜ SENTETIK BIYOLOJI BAZLI OLACAK İnsanlık tarihinde dönüm noktası olabilecek teknolojik bir gelişme yaşandı ve koku alabilen bir bilgisayar geliştirildi. İlk olarak patlayıcıların kokusunu alabilecek şekilde programlanan cihazın, havaalanlarında güvenlik için kullanılabileceğini açıklandı.
Buluşlarını açıklayan biyoteknoloji şirketi, sistemin sağlıkta da kullanılabileceğini belirtti. Hayal gücünü zorlayan bu gelişmenin diğer muhtemel kullanım alanları merakla bekleniyor. Biyoteknoloji şirketi Koniku’nun kurucusu Nijeryalı Oshi Agabi, fare nöronlarıyla
çalışan bir bilgisayar geliştirdiklerini açıkladı. Sistem, kokuları tespit edip tanıyan canlı nöron ve silikon bazlı sensörlerden oluşuyor. Bu yeni buluşlarını TED Küresel Konferansı’nda açıklayan Agabi, sistemin havaalanlarında güvenlik için kullanılabileceğini söyledi. BBC Türkçe’nin haberine göre, “Koniku Kore” ismi verilen modem büyüklüğündeki cihazın gelecekte robotların beynine temel oluşturması öngörülüyor. HASTALIK TEŞHISINDE DE KULLANILABILIR Oshi Agabi ise biyolojiyi geri çevirerek silikon bazlı bir işlemcinin harcayacağı gücün çok küçük bir bölümüyle bunu yapabileceklerini söyledi, “Biyoloji teknolojidir. Derin ağların hepsi beyni taklit ediyor” dedi. “Nöronlara ne yapmaları gerektiği konusunda talimat veriyorsunuz. Biz de patlayıcıları tespit eden bir alıcı sağlamasını söylüyoruz” diyen Agabi, bu teknolojinin havalimanlarında ya da bazı hastalıkların teşhisinde kullanılabileceğine inanıyor. TED konferansı dışında fotoğrafları kamuyla paylaşılmayan cihazla ilgili en büyük zorluk, nöronları canlı tutabilmek. Agabi BBC’ye yaptığı açıklamada, “Bu cihaz bir masada durabilir ve nöronları bir iki ay canlı tutabiliriz. Geleceğin robotlarının işletim gücü sentetik biyoloji bazlı olacak ve bugün bunun temellerini atıyoruz” diye konuştu. İsviçre’nin Cenevre kentinde biyo ve nöro mühendislik üzerine çalışan Wyss Merkezi’nden Prof John Donoghue ise Agabi’nin fikrinin ilginç olduğunu düşünüyor.
Yeni Nesil Dizileme (NGS)
• Amplikon Sekanslama • Hedefe Yönelik Sekanslama (Targeted Sequencing) • Küçük RNA ve miRNA sekanslama • Virüs Tiplendirme • Mikrobiyal Sekanslama • De Novo Sekanslama • Bakteri Tiplendirme • Ekzom Dizileme • Tüm Genom Dizileme
www.sentegen.com
satis@sentegen.com
HIZLILAR AMA APTALLAR
0312 265 0662
0544 265 0662
Donoghue, “Dijital bilgisayarlar hızlı, güvenilir ama aptaldır. Nöronlar ise yavaş ama zekidir. Ama bunları küçük bir kapta canlı ve mutlu tutmak büyük bir sorun. Masamızda bilgisayarımızı nöronların kullanmasını isteyecek miyiz? Bilmiyorum” dedi. Ancak Donoghue, Cenevre’deki bilim insanlarının nöronları bir kapta yaşatmayı ve onlarla bir yıl boyunca iletişime geçmeyi başardıklarını ve bu tür sistemlerin beynin devre sistemini anlamak için heyecan verici olduğunu söyledi.
08
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
www.biomedya.com
2017
MEME KANSERI TEDAVISINDE SON GELIŞMELER VE MEME KANSERININ GELECEĞI! Tıbbi yaklaşımlardaki (denemelerdeki) ince ayrıntıların ortaya konması gelecekte meme kanser hastalarının iyileştirilmesinde ve hastalığın ilerlemesini durdurmada önemli rol oynayacaktır. Dr. Ebubekir Dirican | Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ABD. | ebubekir.dirican@marmara.edu.tr Son 10 yıldır genomik adımlamaların artışı ve hedefe yönelik tedavilerin keşfiyle FDA onaylı ilaçların ortaya konması için birçok klinik deneme yapılmaktadır. Bu çalışmaların başında duktal karsinoma in situ, östrojen reseptör pozitif, HER2 (+), üçlü negatif meme kanser vakalarındaki çalışmalarla kemik metastazı üzerine denemeler de ciddi veriler elde edilmiştir. Eastern Cooperative Oncology Group/ American College of Radiology Imaging Network E4112 denemelerinde duktal karsinomalı hastalarda cerrahi müdahale veya radyoterapiye karar vermeden önce gen ekspresyon analizleri yapılarak önemli veriler elde edilebilmekte ve yol gösterici olabilmektedir. Diğer taraftan endokrin direnç mekanizmalarını anlamak için endokrin ve hedefleyici ajan kombinasyonları ön plana çıkan çalışmalar arasında yer almaktadır. PI3K/AKT/MTOR yolaklarında ilaç hedeflemeleri de östrojen direnç yolaklarındaki önemli odak noktasını oluşturmaktadır. Bildiğimiz gibi everolimus denen ilaç, 2014 yılında BOLERO-4
östrojen reseptör pozitif meme kanserdeki denemeleri sonucunda, FDA tarafından bir mTOR sinyal yolağı inhibitörü olarak onaylanmıştı. Ayrıca PIK3CA mutasyonları östrojen reseptör pozitif meme kanserde oldukça yaygın görülmekte olup, bu mutant protein için çok spesifik inhibitörler geliştirilmiştir. Bunlar arasında buparlisib ve fulvestrant önemli inhibitörler olarak kabul edilmiştir. Bunlar dışında yine endokrin terapiye destek için çeşitli CDK4/6 hücre döngüsü ajanları da keşfedilmiştir. Özellikle palbociclib yakın zamanda FDA onayı alacak gibi görünmektedir. Postmenapozal meme kanser hastaları için de adjuvant aromatase inhibitörleri denenmektedir. HER2 (+) metastatik meme kanser hastalarında pertuzumab kullanımının sağkalımı arttırdığına dair ciddi bulgular saptanmıştır. Bununla birlikte 2017 yılı içerisinde FDA tarafından bir HER2 (+) tirozin kinaz inhibitörü olan neratinib’in onaylanması beklenmektedir. HER2 overeksprese olan hastalarda birçok pipelin
ajan denenmekte ve gelecek zamanlarda çok farklı özellikte bu ajanlardan piyasaya çıkması düşünülmektedir. Üçlü negatif olan meme kanser hastalarına (östrojen reseptör negatif, HER2 negatif ve progesteron reseptör negatif) sacituzumab govitecan denen inhibitör yeni FDA onayı almayı başarmıştır. PARP inhibitörleri de üçlü negatif meme kanser vakalarında denenmektedir. Son olarak androjen reseptörler de bu hasta grubunda değerlendirilmektedir. Son meme kanser grubu olan tedavi bekleyen kemik metastazından muzdarip olan kesim için de nuclear factor κB ligand inhibitörleri denenmektedir. Ayrıca bu gruptaki östrojen reseptör vakalarda denosumab’in sağkalımı arttırdığına dair veriler bulunmaktadır. Sonuç olarak, şifa bekleyen meme kanser hastaları için ucuz, oldukça etkili, toksik etkisi olmayan erken yanıt veren ilaçların veya inhibitörlerin bulunması için bilim
insanlarına çok iş düşmektedir. Ve de en önemlisi bu bilim insanlarının değerli çalışmalarına olan ARGE desteklerin arttırılması ve teşviki için de ciddi devlet katkılarının olması gerektiğini unutmamak gerekir. KAYNAKLAR LB Carpin, LR Bickford, G Agollah , etal: Immunoconjugated gold nanoshell-mediated photothermal ablation of trastuzumab-resistant breast cancer cells Breast Cancer Res Treat 125: 27– 34,2011 Crossref, Medline B Fisher, A Brown, E Mamounas , etal: Effect of preoperative chemotherapy on local-regional disease in women with operable breast cancer: Findings from National Surgical Adjuvant Breast and Bowel Project B-18 J Clin Oncol 15: 2483– 2493,1997 Abstract M Kyndi, FB Sorensen, H Knudsen , etal: Estrogen receptor, progesterone receptor, HER-2, and response to postmastectomy radiotherapy in high-risk breast cancer: The Danish Breast Cancer Cooperative Group J Clin Oncol 26: 1419– 1426,2008 Link M Kyndi, FB Sorensen, H Knudsen , etal: Estrogen receptor, progesterone receptor, HER-2, and response to postmastectomy radiotherapy in high-risk breast cancer: The Danish Breast Cancer Cooperative Group J Clin Oncol 26: 1419– 1426,2008 Link A Prat, B Adamo, MC Cheang , etal: Molecular characterization of basal-like and non-basal-like triplenegative breast cancer Oncologist 18: 123– 133,2013 Crossref, Medline
10
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
2017
www.biomedya.com
E.coli SCALE-UP FERMANTASYONU: 500 ML MINIBIO’DAN 3 L LABORATUVAR BIYOREAKTÖRÜNE kullanılarak gerçekleştirilmiştir. MALZEMELER VE YÖNTEMLER
Yüksek Kimyager Hakan DİBEK ANT TEKNİK CİHAZLAR Applikon Biotechnology Ürün Sorumlusu ÖZET Biyoproses ölçeklendirme (scale-up), yeni veya geliştirilmekte olan bir prosesin laboratuvar ölçeğinden üretim ölçeğine aktarılması anlamına gelmektedir. Maliyeti düşürmek için, küçük ölçekli bir biyoreaktör kullanılarak büyük ölçekli koşulların simüle edilmesi bir biyoprosesi iyileştirmenin ilk adımıdır. Bu çalışmada, Applikon'un 500 mL ve 3 L’lik nominal hacimlerdeki biyoreaktörlerinde tipik bir E. coli fermantasyonu gerçekleştirilmiş ve küçük ölçekten büyük ölçeğe scale-up çalışmaları yapılmıştır. Her iki biyoreaktör için de aynı kültür (cultivation) koşulları kullanılmıştır. Sonuçlar optik yoğunluk (OD600) ölçümleri ve proses kontrolü temel alınarak değerlendirilmiş; parametre kontrolü (pH, T, dO2) ve hücre büyüme profilinin her iki ölçekte de aynı davranış sergilediği gözlemlenmiştir. GIRIŞ Antibiyotikler, alkoller, amino asitler, enzimler ve organik asitler gibi birçok biyoteknolojik ürünün ticari olarak üretimi için başlangıç noktası, küçük hacimli laboratuvar biyoreaktörlerinin yüz binlerce litrelik biyoreaktör ölçeklerine uygun olarak optimize edilmesidir. Bu çalışmanın amacı 3 L ve 500 mL biyoreaktör arasındaki ölçeklenebilirliği araştırmak, proses parametrelerini ve kültür (cultivation) sırasında elde edilen büyüme profillerini değerlendirmektir. Tipik bir E. coli fermantasyonu, toplam hacmi 3 L olan 2 L çalışma hacimli ve toplam hacmi 500 mL olan 400 mL çalışma hacimli iki farklı biyoreaktör
E. coli fermantasyonları 3 L ve 500 mL biyoreaktörlerde gerçekleştirilmiştir. Her iki biyoreaktör için de aynı konfigürasyon, aynı pre-kültür ve besiyeri ile kullanılmıştır. Ayrıca, pH, çözünmüş oksijen (dO2) ve sıcaklık gibi parametreler de her iki sistem için eşdeğer olarak kontrol edilmiştir. Proses esnasındaki biyokütle büyümesi, 600 nm'deki optik yoğunluk (OD600) farklı zamanlarda ölçülerek takip edilmiştir.
şırınga yardımı ile çekilmesiyle alınmıştır. Optik yoğunluk (OD), spektrofotometre ile 600 nm'de ölçülmüştür.
oksijeni kontrol etmek için gaz girişleri ısıtma / soğutma peltieri ve sensörleri ile mini-Bio'nun konfigürasyonu.
C | Aktüatörler ve ayar noktaları • dO2, her iki biyoreaktör için bir hava valfi kullanılarak, % 30 hava doygunluğundan başlayarak yukarı doğru kontrol edilmiştir. • pH, amonyak sıvı çözeltisi (% 25 V / V) kullanılarak pH 7.0’ye ayarlanmıştır. • Sıcaklık 37ºC olarak ayarlanmıştır. Biyoreaktör sıcaklık kontrolü, 500 mL için ısıtma / soğutma peltieri ile 3 L için ise bir ısıtma battaniyesi ve soğuk bir parmak ile sağlanmıştır.
A | 500 mL MiniBio • E. coli’nin batch fermantasyonu için toplam hacmi 500 mL olan 400 mL çalışma hacimli bir cam otoklavlanabilir biyoreaktör (Applikon Biotechnology) • Karıştırıcı hızı, 500 mL için 2000 rpm, kullanılmıştır. Biyoreaktörün proses Şekil 1 | A | Sıcaklık, pH ve çözünmüş oksijeni kontrol etmek için gaz girişleri ısıtma / 3 L için ise 1000ve rpm'e ayarlanmıştır. soğutma peltieri sensörleri ile mini-Bio'nun konfigürasyonu. kontrolünde, bu amaca yönelik özel bir | pH, sıcaklık ve çözünmüş oksijen ısıtma / Belirlenen koşullar için her iki oksijenoksijeni B | pH, sıcaklık ve çözünmüş ölçümBsensörleri ile STR tip gaz (karıştırmalı) kontrol etmek için girişleri yazılım olan my-control kullanılmıştır. Şekil 1 | A | Sıcaklık, pH ve çözünmüş biyoreaktör 3 L.sensörleri ölçüm sensörleri ile STR tip (karıştırmalı) biyoreaktörde ölçülen KLaile yaklaşık soğutma peltieri ve mini-Bio'nun konfigürasyonu. Biyoreaktör konfigürasyonu Şekil biyoreaktör L. 217 olmuştur. B | pH, olarak sıcaklık vesaat-1 çözünmüş oksijen ölçüm sensörleri ile3 STR tip (karıştırmalı) 1A'da gösterilmektedir. Kültür kabı Sonuçlar biyoreaktör 3 L. ve tartışma konfigürasyonunda 2 rushton impeller, 3 L'lik ve 500 mL’lik biyoreaktörler arasındaki ölçeklenebilirliği araştırmak için 7 saat SONUÇLAR VE TARTIŞMA • Her iki kontrolörden (3 L biyoreaktör süreyle paralel E. coli fermantasyonları gerçekleştirilmiştir. bir L-tipi sparger, DO2, pH ve sıcaklık Sonuçlar ve tartışma için Ez-control, 500 mL biyoreaktör için zaman noktalarında ölçülen optik yoğunluk (OD) sonuçları Şekil 2'de sensörleri, numune alma septumu ve 3 L'lik Farklı vemy-control) 500 mL’lik biyoreaktörler arasındaki ölçeklenebilirliği araştırmak için 7 saat kaydedilen parametrelerin gösterilmektedir. 3 L'lik ve 500 mL’lik biyoreaktörler pH kontrolü için bir sıvı ekleme portu süreyle paralel E. coli fermantasyonları gerçekleştirilmiştir. proses değerleri, Applikon arasındaki bulunmaktadır. Farklı zaman noktalarında ölçülen optik yoğunluk (OD) ölçeklenebilirliği sonuçları Şekilaraştırmak 2'de Biotechnology'nin SCADA yazılımı ile için 7 saat süreyle paralel E. coli gösterilmektedir. toplanmıştır. fermantasyonları gerçekleştirilmiştir. • Numuneler, örnekleme septumu boyunca 0.2 mL kültürün steril bir şırınga yardımı ile çekilmesiyle alınmıştır. Optik yoğunluk (OD), spektrofotometre ile 600 nm'de ölçülmüştür. Şekil 2 | E. coli büyümesinin yarı logaritmik gösterimi. B | 3 L Biyoreaktör • E. coli’nin batch fermantasyonu için Bu çalışmanın sonuçları, 3 L ve 500 mL'lik biyoreaktörlerdeki büyüme koşullarının toplam hacmi 3 L olan 2 L çalışma birbirine ve kendi aralarında tekrarlanabilir olduğunu göstermiştir. Her iki ölçek Şekil 2 | E.2coli büyümesinin yarı gösterimi. Şekil | E.yakın coli büyümesinin yarılogaritmik logaritmik gösterimi. hacimli bir cam otoklavlanabilir için de aynı KLa değerinin elde edilebilmesi ve iki kültür kabının benzer geometride biyoreaktör (Applikon Biotechnology) olması, söz konusu konfigürasyonların yukarı ve aşağı ölçeklendirme (scaleup/down) sonuçları, için uygun olduğunu göstermiştir. kullanılmıştır. Biyoreaktörün proses Bu çalışmanın 3 L ve 500 mL'lik biyoreaktörlerdeki büyüme koşullarının Farklı zaman noktalarında ölçülen kontrolünde, bu amaca yönelik özel birbirbirine yakın ve kendi aralarında tekrarlanabilir olduğunu göstermiştir. Heroptik iki ölçek Kontrol Edilen Parametreler (OD) sonuçları Şekil 2'de yazılım olan Ez-control kullanılmıştır. için de aynı KLa değerinin elde edilebilmesi veyoğunluk iki kültür kabının benzer geometride Şekil 3A, 3B ve 3C'de ez-control (3 L biyoreaktör) ve my-control (500 mL biyoreaktör) olması, konusu yukarı ve aşağı ölçeklendirme (scalegösterilmektedir. Biyoreaktör konfigürasyonu Şekil ilesöz kontrol edilenkonfigürasyonların parametreler arasındaki karşılaştırma gösterilmektedir. up/down) için uygun olduğunu göstermiştir. 1B'de gösterilmektedir. Kullanılan
Bu çalışmanın sonuçları, 3 L ve 500 mL'lik insert’ler, 500 mL biyoreaktördeki Kontrol Edilen Parametreler biyoreaktörlerdeki büyüme koşullarının ile aynıdır. Biyoreaktör, dO2, sıcaklık Şekil 3A, 3B ve 3C'de ez-control (3 L biyoreaktör) ve my-control (500 mL biyoreaktör) birbirine yakın ve kendi aralarında ve pH sensörleri ile kurulmuş ve bu ile kontrol edilen parametreler arasındaki karşılaştırma gösterilmektedir. tekrarlanabilir olduğunu göstermiştir. parametreler, Ez-control yazılımı ile kontrol edilmiştir. Havalandırma Her iki ölçek için de aynı KLa değerinin açık borulu L tipi sparger ile elde edilebilmesi ve iki kültür kabının gerçekleştirilmiştir. Kültür kabı benzer geometride olması, söz konusu konfigürasyonunda 2 rushton impeller, konfigürasyonların yukarı ve aşağı numune alma septumu ve pH kontrolü ölçeklendirme (scale-up/down) için uygun için ilave port bulunmaktadır. olduğunu göstermiştir. Şekil 1 | A | Sıcaklık, pH ve çözünmüş oksijeni kontrol etmek için gaz girişleri ısıtma / • Numuneler, örnekleme septumu Şekil 1 | Apeltieri | Sıcaklık, pH ve çözünmüş soğutma ve sensörleri ile mini-Bio'nun konfigürasyonu. boyunca 1.0 mL kültürün steril bir B | pH, sıcaklık ve çözünmüş oksijen ölçüm sensörleri ile STR tip (karıştırmalı) biyoreaktör 3 L.
Sonuçlar ve tartışma
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2017
KONTROL EDILEN PARAMETRELER Şekil 3A, 3B ve 3C'de ez-control (3 L biyoreaktör) ve my-control (500 mL biyoreaktör) ile kontrol edilen parametreler arasındaki karşılaştırma gösterilmektedir.
Şekil 3A | ez-control ve hava valfinin aktüatör olarak kullanıldığı 3 L’lik ve 500 mL’lik biyoreaktörlerdeki çözünmüş oksijen - DO2. Şekil 3A hava valfinin aktüatör olarak kullanıldığı 3 L’lik3 ve 500 Şekil 3A| |ez-control ez-controlveve hava valfinin aktüatör olarak kullanıldığı L’lik vemL’lik 500 mL’lik biyoreaktörlerdeki çözünmüş oksijen DO2. biyoreaktörlerdeki çözünmüş oksijen aktüatör - DO2. olarak kullanıldığı 3 L’lik ve 500 mL’lik Şekil 3A | ez-control ve hava valfinin
biyoreaktörlerdeki çözünmüş oksijen - DO2.
Şekil 3B | ez-control ve bir alkali peristaltik pompanın aktüatör olarak kullanıldığı 3 L’lik ve 500 mL’lik biyoreaktörlerdeki pH. Şekil 3B | ez-control ve bir alkali peristaltik pompanın aktüatör olarak kullanıldığı 3 L’lik ve 500 mL’lik biyoreaktörlerdeki pH. Şekil ez-controlve vebir biralkali alkali peristaltik pompanın aktüatör olarak kullanıldığı Şekil3B 3B || ez-control peristaltik pompanın aktüatör olarak kullanıldığı 3 L’lik3ve L’lik ve 500 mL’lik biyoreaktörlerdeki pH. 500 mL’lik biyoreaktörlerdeki pH.
Şekil 3C | ez-control ve soğuk parmak ve ısıtıcı battaniyenin kullanıldığı 3 L’lik ve 500 mL’lik biyoreaktörlerdeki sıcaklık - T. Şekil 3C | ez-control ve soğuk parmak ve ısıtıcı battaniyenin kullanıldığı 3 L’lik ve 500 mL’lik biyoreaktörlerdeki sıcaklık - T. Şekil 3C | ez-control ve soğuk parmak ve ısıtıcı battaniyenin kullanıldığı 3 L’lik ve Sonuçlar 500 mL’lik biyoreaktörlerdeki sıcaklık aynı - T. koşullar kullanılarak paralel E. coli •3L ve 500 mL'lik biyoreaktörlerde, fermantasyonları gerçekleştirilmiştir. Biyokütle sonuçları, kullanıldığı her iki biyoreaktörün benzer Şekil 3C | ez-control ve soğuk parmak ve ısıtıcı battaniyenin 3 L’lik ve 500 Sonuçlar bir izin sıcaklık verdiğini 3 L kullanılarak ve 500 mL'lik biyoreaktörler •mL’lik 3 büyüme L ve 500oranına mL'lik biyoreaktörlerde, aynı koşullar paralel E. coli için biyoreaktörlerdeki - T.göstermiştir. Sonuçlar sırasıyla 7.12 ve 6.81'lik bir OD600 elde edilmişsonuçları, ve iki biyoreaktörün, % 4.4'lükbenzer bir fermantasyonları gerçekleştirilmiştir. Biyokütle her iki biyoreaktörün • farkla, 3 Lbüyüme ve birbirine 500 mL'lik biyoreaktörlerde, aynısonuçları koşullar kullanılarak paralel E. coli için oldukça biyokütle gözlemlenmiştir. bir oranına izin yakın verdiğini göstermiştir. 3 Lgösterdiği ve 500 mL'lik biyoreaktörler SONUÇLAR fermantasyonları Biyokütle sonuçları, her iki biyoreaktörün sırasıyla 7.12 ve gerçekleştirilmiştir. 6.81'lik bir OD600 elde edilmiş ve iki biyoreaktörün, % 4.4'lükbenzer bir bir büyüme oranına izin verdiğini göstermiştir. L gösterdiği ve 500 mL'lik biyoreaktörler •farkla, İki biyoreaktörde, 3L için ez-control, 500 mL 3için my-control, olmak üzere, iki için farklı birbirine oldukça yakın biyokütle sonuçları gözlemlenmiştir. sırasıyla ve 6.81'lik bir OD600 edilmiş ve arasındaki iki biyoreaktörün, 4.4'lük bir Applikon7.12 kontrolör kullanılmıştır. İkielde konfigürasyon tek fark% sıcaklık L birbirine ve 500Sonuçlar, mL'lik biyoreaktörlerde, aynı koşullar kullanılarak coli farkla, oldukça yakın biyokütle gösterdiği gözlemlenmiştir. kontrolüdür. farklı ölçekteki ikisonuçları biyoreaktörde dO2,paralel pH veE.sıcaklık •• İki3 biyoreaktörde, 3L için ez-control, 500 mL için my-control, olmak üzere, iki farklı fermantasyonları gerçekleştirilmiştir. Biyokütle sonuçları, her iki biyoreaktörün Applikon kontrolör kullanılmıştır. İki konfigürasyon arasındaki tek fark sıcaklıkbenzer • kontrolüdür. İki bir biyoreaktörde, 3L için ez-control, 500 mL için olmak üzere, ikiiçin farklı farklı ölçekteki iki biyoreaktörde dO2, pH ve sıcaklık büyümeSonuçlar, oranına izin verdiğini göstermiştir. 3 L my-control, ve 500 mL'lik biyoreaktörler Applikon kontrolör kullanılmıştır. İki konfigürasyon arasındaki tek fark sıcaklık sırasıyla 7.12 ve 6.81'lik bir OD600 elde edilmiş ve iki biyoreaktörün, % 4.4'lük bir farkla, kontrolüdür. Sonuçlar, farklı ölçekteki iki biyoreaktörde dO2, pH ve sıcaklık birbirine oldukça yakın biyokütle sonuçları gösterdiği gözlemlenmiştir.
• İki biyoreaktörde, 3L için ez-control, 500 mL için my-control, olmak üzere, iki farklı Applikon kontrolör kullanılmıştır. İki konfigürasyon arasındaki tek fark sıcaklık kontrolüdür. Sonuçlar, farklı ölçekteki iki biyoreaktörde dO2, pH ve sıcaklık parametrelerinin mükemmel bir şekilde kontrol edildiğini ve E. coli'nin aynı seviyede büyüdüğünü göstermiştir. • Yapılan çalışmayla Applikon'un 3 L ve 500 mL biyoreaktörleri arasındaki ölçeklenebilirlik kanıtlanmış ve her iki biyoreaktörün de küçük ölçekli prosesler için güvenilir seçenekler olduğu gösterilmiştir.
REFERANS Carolina Santos Fernandes, MSc, Cristina Bernal Martinez, PhD, Paul ter Huurne, BSc, Timo Walvoort, MSc, “E.coli scale-up fermentation from mini to laboratory bioreactor” posteri
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
11
12
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
2017
www.biomedya.com
ONKO KOÇSEL İLAÇLARI
SÖYLEŞIMIZE SIZDEN ŞIRKETINIZI DINLEYEREK BAŞLAYALIM. ONKO KOÇSEL’IN DEĞERLERI, ÖNCELIKLERI VE UZUN VADELI PLANLARI NELERDIR?
Firmamız 1987 yılında kuruldu. İlaç sektöründeki ilk hizmetimiz kan ürünlerini ülkemizde piyasaya sunarak başladı. 1995 yılında kardeş bir kuruluşumuz olan Koçsel İlaç faaliyete geçti. Şu anda Onko-Koçsel İlaçları olarak çalışmalarımızı yürütüyoruz. Bu süreç içerisinde hızlı büyümeye yöneldik ve ülkemizde çok yaygın olmayan ihtiyaç grubuna ait pazarlara girdik. Bunlardan bir tanesi de onkolojiydi. Firmamızın kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Sn. İrfan Koç’un katkılarıyla, Sağlık Bakanlığı ile yapılan çalışmalar neticesinde onkoloji ve hematoloji ayrı bilim dalları olarak görüldü ve bu alanlarda ilerleme kaydedildi. Çok doğru bir alan üzerinde durduğumuza değinmemiz gerekiyor. Çünkü kanser hastalıkları ülkemizde gittikçe artış gösterdi. İlaç anlamında firmamız öncü durumdaydı. Ürün gamımızda bu terapötik alanlara yönelik çok sayıda ilaç vardı, ayrıca bu ilaçların pazarlama stratejisine de hakimdik. Daha sonra 2010 yılına yaklaşırken ülkemizde sağlık politikasına yönelik yapılan bazı reformlarla birlikte yerelleşmeye önem verildi. Bu durum günümüzde de devam ediyor. Çünkü Türkiye’nin onkoloji alanında
kullanılan ilaçların 2014 yılı kutu sayısına baktığımızda %84’ünün ithal, ancak %16’sının yerli üretim olduğunu görmekteyiz. Bu ürünlerin TL tutarlarını incelediğimizde ise %96’sının ithal, sadece %4’ünün yerli olduğu gerçeğiyle yüzleşmekteyiz. Bu yüzden biz de 2010 yılında bu doğrultuda Türkiye’de daha önce olmayan ve onkolojiye yönelik bir fabrika kurmaya karar verdik. 2014-2015 yıllarında iki ayrı üretim tesisini faaliyete geçirdik. Bu tesislerimizde onkoloji, steril likit, non steril solid ve onkoloji olmayan non steril likit ilaç üretimleri yapıyoruz. Mevcut üretim kapasitemiz oldukça büyük, hatta tüm Türkiye’yi kapsayacak konumdadır. Fakat bizim amacımız sadece Türkiye değil. Türk ilaç firmalarının da artık globalleşmesini istiyoruz. BIYOTEKNOLOJIK ILAÇLARIN PAZAR PAYI GITTIKÇE ARTIYOR. BU KONUDA ONKO KOÇSEL OLARAK NE TÜR ÇALIŞMALAR YAPIYORSUNUZ?
Biyoteknolojik ilaçlar, canlı organizmalar kullanılarak üretilen moleküller olarak tanımlanmaktadır. Bu tür ilaçlar dünya genelinde 1990’ların sonundan başlayarak yükselen bir trend sergilemektedir. Bu alandaki büyümenin yeni yatırımlarla sürmesi beklenmektedir. Global büyüklüğü 220 milyar dolar civarında olan biyoteknolojik ilaç pazarı Türkiye’de de hızla büyümektedir. Bu alandaki pazar büyüklüğünün 2019 yılında 445 milyar dolara ulaşacağı, 2030 yılında ise biyoteknolojik ürünlerin tüm ilaç tanı ürünleri içerisindeki payının %80’i bulacağı tahmin edilmektedir. Toplam biyoteknolojik ilaç pazarı 3,4 milyar TL’lik büyüklüğe ulaşan Türkiye’de ise en çok satılan 100 ilacın 31’i biyoteknolojik ürünlerden oluşmaktadır. Bu ürünlerin Türkiye pazarından aldıkları pay yüzde 17’yi bulmaktadır. Bu veriler de yeni yatırımların yolunu açmaktadır. Türkiye’de biyoteknolojik ilaç pazarının geride kalan üç yılda her yıl ortalama yüzde 20’lik büyüme göstermektedir. Sağlık Bakanlığı da
biyoteknoloji üzerine teşvik paketleri hazırlamaktadır. Onko-Koçsel İlaçları olarak bu doğrultuda bakanlıkla görüşmeler yapmaktayız. Bu teşviklerle birlikte Türkiye’de biyoteknoloji konusunun daha hızlı ilerleyeceğini düşünüyorum. ONKO KOÇSEL YAKIN ZAMANDAKI ILAÇ ÜRETIMINI NERELERE TAŞIYACAK? Onkoloji alanında Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdik. Fabrikalarımız kurulduğunda ilk önce Türk GMP belgemizi aldık. Daha sonra Avrupa bizim için öncelikli olduğundan Avrupa GMP belgesi almak için başvurduk. Avrupa GMP için denetimden başarıyla geçtik ve onaylı belgemizi aldık. Türkiye’de ilgili alanda tüm üretim hatlarıyla Avrupa GMP onayına sahip tek firma Onko-Koçsel İlaçları’dır. Ar-Ge merkezimizde onkoloji alanında Türkiye’de GMP onayına sahip ilk ve tek Ar-Ge merkezi konumundayız. Onkoloji ağırlıklı ilaçlar üretiyoruz. Fabrikamızın üstün kapasitesi Türkiye’nin onkoloji anlamında bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde dizayn edildi. Bizim öncelikli amacımız; Türkiye’de hem bilimsel hem de teknolojik anlamda kısıtlı ya da hiç üretimi olmayan ve hayati önem taşıyan ilaçları ülkemizde üretmek, sonrasında da dış ticaret açığımıza yardımcı olabilecek bir şekilde ihracata yön vermektir. Avrupa GMP belgemizi almadan önce Sudan, Malezya, Pakistan gibi ülkelerle çalışmaya başladık. Avrupa GMP’sini aldıktan sonra Avrupa pazarına yönelik çalışmalarımız hız kazandı. Çeşitli ülkelerle görüşmeler yapıyoruz. Diğer taraftan da halen Afrika ülkeleri ve Güney Asya ülkeleriyle çalışmalarımıza devam ediyoruz. En son aşamada da Amerika pazarına yönelmeyi düşünüyoruz. Aslında fabrikamız kuruluş aşamasında Amerikan Gıda ve İlaç Kurumuna (FDA) uygun şekilde dizayn edildi. Bu doğrultuda Amerika menşeli bir danışman şirketle birlikte çalıştık. Amerika’da ofisimizi de açtık. Bunun dışında Bulgaristan’da da bir ofisimiz var.
AR-GE MERKEZINIZDE HANGI PROJELERI YÜRÜTÜYORSUNUZ?
Ar-Ge merkezimizde yürüttüğümüz projelerimizi birkaç gruba ayırabiliriz. Bunlardan ilki jenerik ilaç dediğimiz eşdeğer ilaçlardır. Bir de Türkiye’de ilk sayılacak, bir kaç formülasyonun birleştirilerek hastalar üzerinde daha düşük yan etki profiline sahip ilaçlar ile ilgili çalışıyoruz. Bu ilaçların patentini almak için de hem ulusal hem uluslararası fazda başvurularımızı yapıyoruz. Bu projelerin bazılarını kendi ArGe ekibimiz bünyesinde gerçekleştirirken, bazılarını da çeşitli üniversitelerle ve çeşitli kuruluşlarla işbirliği şeklinde yürütüyoruz.
ÖNCELIKLE TÜRKIYE'DE KISITLI ORANLARDA ÜRETILEN YA DA HIÇ ÜRETILMEYEN, ANCAK HAYATI ÖNEM TAŞIYAN ILAÇLARA ULAŞMAKTA ZORLUK YAŞANILIYOR. BU NEDENLE BIRÇOK HASTA VE YAKINI MAĞDUR, BU KONUDA BIR ÇALIŞMANIZ VAR MI?
Onkoloji alanında son yıllarda en çok konuşulan konuların başında genetik testler, kişiselleştirilmiş tıp ve kişiye özel tedavilerdir. Genetik alanındaki gelişmeler öncelikle onkoloji alanında kendini göstermektedir. Yeni ilaçlar geliştirilmekte, kemoterapi rejimlerinin yanında akıllı ilaçlar ve immünoterepi ilaçlarının kullanımı her geçen gün artmaktadır. Onko Koçsel İlaçları olarak kanser tedavisine yönelik geniş kapsamlı çalışmalar yürüten dünyanın sayılı biyoteknoloji şirketlerinden biri olan ABD’li bir firma ile işbirliği içerisindeyiz. Kanser tedavisinde kişiselleştirilmiş sağlık hizmetleri kapsamında dünyanın
www.biomedya.com
en gelişmiş ve en yüksek fayda oranına sahip moleküler profilleme hizmetini vermekteyiz. ABD’nin dünya devi sağlık kurumu ile kanser hastalarına umut ışığı olabilecek bu genetik danışmanlık hizmeti ile hastada kullanılması planlanan ilaçların etkili olup olmayacağını önceden belirlenebilmektedir. Böylece her hasta kendisine özel en doğru tedaviyi alarak daha etkili bir sonuçlar elde etme şansına sahip olmaktadır. Bunun yanı sıra gereksiz ilaç kullanımı, ilaçların yan etkilerin azaltılması gibi faydalar ile de hastanın yaşam kalitesi iyileşmektedir. Moleküler profilleme hizmeti sayesinde planlanan tedavi yaklaşımı sonuncunda kanserin ilerlemesinin yavaşlatılması veya tamamen durdurulması bile mümkün hale gelmektedir. GELECEK HEDEFLERINIZ HAKKINDA BILGI VERIR MISINIZ?
Onko-Koçsel ilaçları olarak 2017 yılı ilk çeyreği itibariyle 79 ilaç ruhsatına sahibiz. Üretim tesislerimizin faaliyete geçmesiyle birlikte ürün yelpazemiz oldukça hızlı genişleyecektir. Güncel olarak 79 olan ürün sayımız, 2018 itibari ile 200’ü aşacaktır. Planlarımızdaki bazı prosedür ve proseslerin hızlanmasını da beklemekteyiz. Beklenen bu gelişmelerle ürün sayısında daha hızlı bir artış da ön görmekteyiz. İhracat konusunda ise 2016 ve 2017 yılı itibariyle girişimlerimizi ve anlaşmalarımızı tamamlamış bulunuyoruz. 2018 yılında ise kendi tesisimizde üretilecek ürünlerin yaklaşık %30’unu ihracata ayırmayı hedefliyoruz. TÜRK ILAÇ SEKTÖRÜ GENEL OLARAK BIR DURAKSAMA DÖNEMINDEN GEÇIYOR. ÇÖZÜM ÖNERILERINIZ NE OLABILIR?
Eylül - Ekim
2017
Güzel gelişmelerin yanı sıra bazı nedenlerden dolayı ilerleyemediğimiz ve takıldığımız konular var. Örneğin; ülkemizde fiyatlandırma konusunda büyük problemler yaşıyoruz. Biraz daha açıklamak gerekirse; ilaç fiyatlarının hesaplanmasında öncelikle İspanya, Fransa, Yunanistan, İtalya ve Portekiz'den oluşan 5 referans ülke ve ürünün üretildiği, ithal edildiği ülkeler arasından en düşük fiyatlı ülke fiyatı referans olarak seçilmektedir. Ardından Euro cinsinden olan bu referans fiyat, Bakanlıkça belirlenmiş olan sabit bir Euro kuru ile TL’ye çevrilerek ilacın fiyatı elde edilmektedir. Bu aşamada fiyatları olumsuz etkileyen başlıca iki faktör bulunmaktadır. Birincisi; referans olarak aldığımız ülkeler Avrupa’da en düşük fiyatlara sahip ülkelerdir ve ayrıca son yıllarda özellikle İspanya ve Yunanistan’ın yaşadığı ekonomik kriz sonrası fiyatlar önemli ölçüde daha da düşmüştür.
İkinci ve en önemli faktör ise sabit kur değerinin her yıl, bir önceki yıl ortalamasının %70’i alınarak belirlenmesidir. Bu şekilde 2017 yılı için belirlenen kur 2,3421 TL olup (geçen yıla göre %10,65 oranda artış), 4,20’lere kadar yükselen günümüz kurunun çok gerisinde kalmaktadır. Bu durum, kamu sağlığı açısından kritik olan ve Türkiye’de henüz
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
üretimi yapılamayan ithal ürünlerin güncel kur ile belirlenen satın alma fiyatlarının sürekli yükselmesi karşılığında, 2,3421 TL kuru ile belirlenmiş satış fiyatının sabit kalmasına yol açarak firmaların ciddi oranda zarar etmesine yol açmaktadır. Aynı durum imal ürünlerin de bu düşük Euro kuru üzerinden, maliyeti karşılayamayacak kadar düşük fiyat almalarına neden olmaktadır. İmal ürünler ayrıca Türkiye’deki orijinal ürünün referans fiyatının %60’ı kadar referans fiyat almaktadır. Böylelikle bizim gibi yerli firmalar zarara uğramakta ve Türkiye’de olmayan veya sadece ithal edilen molekülleri yerelleştirme çalışmalarımız sekteye uğramaktadır. Üstelik bu ürünler geri ödenmeye başlandığında satış fiyatımıza bir de %10-%41 arası değişen iskontolar uygulanmaktadır. Bu durum sebebiyle Türkiye’de ilaç firmalarının ArGe’ye ayıracağı, kendilerini geliştireceği, teknolojiye yatırım yapacakları bir bütçeleri maalesef kalmamaktadır. Bu sebepten dolayı ülkemizde ilaç sektörünün duraklama döneminde olduğunu görüyorum. Çok uluslu firmalara baktığınızda da artık ülkemize yüksek fiyatlı ürünler ve daha yüksek teknolojilerle geliştirilmiş ürünlerin gelmediğini görüyoruz. TÜRKIYE’DEKI BIYOTEKNOLOJI ÇALIŞMALARINI YETERLI GÖRÜYOR MUSUNUZ? GELIŞTIRILMESI IÇIN ÖNERILERINIZ OLUR MU ?
Türkiye’de, biyoteknoloji çalışmaları diğer öncü ülkelere baktığımızda ne kadar gelişim içinde olsa da oldukça yetersiz kalmaktadır. Buna rağmen bunu geliştirmeye ve ileriye taşımaya
13
çalışan firmaların olması sevindiricidir. Bizde bu firmalardan biriyiz. Genel olarak Türkiye’de ilaç üretim şirketlerinin çoğu jenerik olarak kimyasal sentez ile elde edilen maddeleri kullanarak üretim yapmaktadır. Biz de bu firmalar arasından sıyrılıp ilave olarak bioteknolojik ilaç üretimine yönelik teknoloji transferi ve yatırımlar için ön çalışmalar yapmaktayız. Türkiye’de biyoteknoloji alanındaki araştırma çalışmaları, özel sektördeki genellikle küçük boyutlu araştırma laboratuvarları dışında, üniversitelerin bünyesinde yürütülmektedir. Günümüzde moleküler biyoloji, genetik ve biyomühendislik dallarında lisans eğitimi veren üniversitelerde programların sayısı 50’nin üzerindedir. Ayrıca tıp fakültelerinin hemen hemen tümünde, tıbbi genetik veya tıbbi moleküler biyoloji dallarında ya da bu dalların her ikisinde uzmanlık eğitim programlarının olduğunu görebilmekteyiz. Endüstriyel bazda üretimler ve uygulamalar ülkemizde yaygın olmadığından, bu bölümlerde eğitim gören ve mezun olan kişilerin yurt dışı eğitim firmaları, üretim firmaları ve üniversiteler ile yapacakları işbirlikleri, yetkin endüstriye yönelik kalifiye personel açığının hızla kapanmasını sağlayabilecektir.
See Life Science in a New Light
Learn • Experience • Engage Discover more at www.pittcon.org
February 26 – March 1, 2018 Orlando, FL USA Orange County Convention Center
Life Science 2018 Ad -BioMedya.indd 1
8/25/2017 10:49:47 AM
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2017
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
15
DRD-2017 KONGRESI ERZURUM ATATÜRK ÜNIVERSITESI’NDE!
ÜÇ BOYUTLU YAZICILARLA KISIRLIĞA ÇÖZÜM Üç boyutlu yazıcılarda üretilen biyo-protez fare yumurtalıklarının yerleştirildiği fareler sağlıklı yavrular dünyaya getirdi. Bilim adamları, biyo-protez yumurtalıkları, kısır farelere yerleştirerek doğurganlığı sağladı. ABD'de Northwestern Üniversitesi Feinberg Tıp Fakültesi ile McCormick Mühendislik Fakültesi iş birliğiyle yapılan çalışmada, bilim adamları dişi farelerin yumurtalıklarını alarak yerine biyoprotez yumurtalıklar yerleştirdi. Olgunlaşmamış yumurtaların bulunduğu, üç boyutlu yazıcılarda oluşturulan biyo-protez yumurtalıklar, dişi farelerde hormon üretiminin artırılmasında ve doğurganlığın geri getirilmesinde başarılı oldu. Deneyin sonunda, yumurtlayan dişi fareler doğurdukları sağlıklı yavruları emzirdi. Northwestern Üniversitesi, araştırmayı Youtube'a yüklediği video
Labmedya_240x95mm.pdf 1 9/2/2017 9:30:46 AM
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
ile tanıttı. Araştırmayı yürüten bilim insanlarından, Feinberg Tıp Fakültesi Kadın Sağlığı Araştırma Enstitüsü Direktörü Terese K. Woodruff, çalışmanın biyo-protez yumurtalıkların uzun vadeli ve kalıcı işleve sahip olduğunu gösterdiğini ifade etti. Woodruff, "Biyo-mühendislik kullanılarak, kadavradan nakil yerine insanlarda dokuya sağlığını yeniden kazandıran işlevsel organ yapıları oluşturulabilir. Bu, biyo-mühendisliğin, üreme konusunda tıbba sunduğu kutsal kase." dedi. Bilim adamları, araştırmada, insanlarda güvenle kullanılabilecek bir materyal olan bozuk kolajenden yapılmış biyolojik hidrojel "jelatin" kullandı. Çalışma, kanser tedavisi nedeniyle hormonları ve üreme sistemleri zarar gören kadınların tedavisinde kullanılabilecek sonuçlar sunuyor. Çalışmanın bilimsel makalesi Nature Communications dergisinde yayınladı.
Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi ile İlaç Araştırmacıları ve Uygulayıcıları Derneğinin (ILARUD) birlikte gerçekleştirmeyi düşündüğümüz “International Multidisciplinary Symposium on Drug Research and Development 2017 (DRD-2017)” kongresi 05-07 Ekim 2017 tarihleri arasında Erzurum Atatürk Üniversitesi, Merkez Kampüsü Nenehatun Kültür Merkezi'nde yapılacaktır. 2011’den beri Türkiye’nin dört bir yanından ve yurt dışından araştırmacıları, akademisyenleri, eczacılık fakültesinde okuyan öğrencileri, profesyonelleri, sektörün değerli paydaşlarını ve mesleğe ilgi duyan herkesi bir araya getirerek hem sosyal hem de akademik anlamda bilgi alışverişi sağlamak amacıyla ILARUD her iki yılda bir farklı üniversitelerde ki Eczacılık Fakülteleri ile birlikte “International Multidisciplinary Symposium on Drug Research and Development (DRD)” kongresini düzenlemektedir. 05-07 Ekim 2017 tarihleri arasında DRD-2017 kongresi Erzurum Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi tarafından gerçekleştirilecektir. Erzurum’da gerçekleştirilecek bu kongrenin hedefi ilaçların araştırılması, geliştirilmesi ve uygulama faaliyetlerinin geliştirilmesi olup bu konularda Türkiye’de ve yurtdışında çalışan tüm öğretim elemanlarını ve öğrencilerini bir araya getirmeyi ve
Erzurum’un tarihi ve kültürel zenginliklerini tanıtmayı amaçlanmaktadır. Erzurum Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde ilk kez düzenleyeceğimiz bu uluslararası kongrenin verimli, bilimsel ve sosyal bakımdan zengin, beklentileri karşılayan, hoş bir toplantı olacağını umuyoruz. Sizleri Anadolu’nun zirvesine Erzurum'a davet ediyoruz. Erzurum’da görüşmek dileğiyle, Selam ve Saygılarımızla Prof. Dr. Yücel KADIOĞLU Dekan Address : Faculty of Pharmacy. Atatürk University, Erzurum-Turkey e-mail : yucel@atauni.edu.tr ; yucelkadi@yahoo.com Tel :90-442 2315200 Fax :90-442-2315201
16
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
www.biomedya.com
2017
KANSERE ASKER HÜCRELERLE ÇARE BULUNACAK
Ülkenin sağlık cephesinden sevindirici haberler var: Acıbadem Hücre Laboratuvarı’nın yöneticisi Prof. Dr. Ercüment Ovalı, kanserle mücadelede en başarılı yöntemlerden biri kabul edilen ‘immünoterapi’nin bir çeşidi olan ‘car-t hücre tedavisi’ni yakında Türkiye’de uygulamaya başlayacaklarını duyurdu. Projenin ayrıntılarını Ovalı’ya sorduk. Geçen hafta okuduğumuz ‘Küba’nın kanser aşısı artık Türkiye’de’ haberini, aşının ülkemize gelmesine öncülük eden isimlerden, Anadolu Sağlık Merkezi Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent’le konuştuk. Dünyadaki kanser çalışmalarıyla ilgili gelişmeleri New York Üniversitesi’nde Mikrobiyoloji ve İmmünoloji alanında doktora yapan Cihan Taştan anlattı. Prof. Dr. Ercüment Ovalı: Türkiye, bölgede bunu uygulayan tek ülke olacak Acıbadem Altunizade Hastanesi Kök Hücre Merkezi, Hematoloji Uzmanı, Acıbadem Labcell Hücre Laboratuvarı Direktörü. NEDIR BU ‘CAR-T HÜCRE TEDAVISI’?
Kanserle kendi hücrelerimizi savaştırma yöntemlerinden biri. Diyelim ki, kolumu masaya çarptım. Hemen çarptığım yerde bir grup hücre ölür. O hücrelerin temizlenmesi ve yenilerinin yapılması için bağışıklık sistemi hücreleri devreye girer. Ama bu, vücudun ihtiyacı bitince durur. Eğer durmasaydı, önce kolumuz sonra bütün bedenimiz çürürdü. Bunun olmaması için genetik kod, insanın kendine saldırmasına bir yere kadar izin veriyor. Bir süre öncesine kadar bağışıklık sistemi hücreleri, kanserle mücadeleye karşı kodlansa da, bu ana
kod aşılamadığı için hastalık sadece yavaşlatılabiliyor ya da durdurulabiliyordu. ‘Car-t hücre tedavisi’ sayesinde işte o aşılamayan kod kırılıyor ve yerine yeni bir kod yerleştiriliyor. Vücut sanki bir virüsle savaşıyormuş gibi tümöre saldırıyor. ŞIMDIYE KADAR KAÇ HASTADA DENENDI?
İki binin üzerinde... Şu an erken erişim programı kapsamında bütün seçenekleri tüketmiş hastalarda kullanılıyor. Bir hasta için maliyeti; 400-600 bin dolar civarında. İÇLERINDE TÜRKIYE’DEN BIRILERI VAR MI?
Hürriyet gazetesinden Güliz Arslan’ın haberine göre kanserle ‘car-t hücre tedavi’ yöntemiyle mücade edilerek kanseri yenmek mümkün olacak. daha sık görülen akut lenfoblastik lösemi ile her yaş grubunda görülen lenfoma ve erişkin yaş grubu hastalığı olan myeloma’daki sonuçlar son derece yüz güldürücü. NASIL BIR BAŞARI SÖZ KONUSU?
Sanmıyorum. Bizde böyle bir tedavi imkânı olduğu pek bilinmiyor. "HAYAT BOYU KORUYOR" Ercüment Ovalı: Dizayn ettiğimiz iki genetik yapıyı birleştirip yapay bir virüs yapıyoruz ve bunu bir grup hücrenin içine bırakıyoruz. Hücrelerden bazıları virüsle karşılaşınca öldürücü hale geliyor. Kansere karşı çekilmiş bir bıçağı var gibi düşünün, mıknatısla çekilmiş gibi sadece kanser hücresine gidiyor. Bir de bunlar nefes alan hücreler, sizinle beraber yaşıyor. Bir kez veriliyor. 22 gün... Sonra çıkıyorsunuz. Ama o hayat boyu sizi o kansere karşı korumaya devam ediyor. HANGI KANSER TÜRLERINDE ETKILI?
İleride bütün türlerde etkili olması bekleniyor ama şu an çocukluk çağında
Şimdiye dek kanser tedavisinde alınmış en iyi sonuç. Bu yüzden iki-dört sene içinde kanserin temel tedavilerinden biri olması bekleniyor. Şu anda çoğunluğu Amerika’da olmak üzere Avrupa’da, Çin’de, Japonya’da, Avustralya’da 100’den fazla çalışma yürütülüyor. TÜRKIYE’DE DURUM NE?
Bizde 84 tıp fakültesinde milyon dolarlık Ar-Ge projeleri var ama bu konuda tek bir klinik çalışma hazırlığı yok. Yeni yeni çeşitli ekipler toplanmaya çalışılıyor. Ama biz laboratuvar çalışmalarımızı tamamladık. Car-t hücrelerini, yani ‘genetiği değiştirilmiş hücreyi’ üretmeyi başardık. Ocaktan beri çalışıyoruz. Şimdi fareler üzerinde denemek
için etik onayı bekliyoruz. Aralık gibi insanlar üzerinde test edip martta da erken erişim kapsamına açmayı hedefliyoruz. 2.5 milyon dolarlık bir proje bu... KIMLER ÜZERINDE DENENECEK ILK KEZ?
Her üç kanser türünden (lösemi, lenfoma ve myeloma) onar hasta alacağız. Bütün seçeneklerini yitirmiş hastaların arasından seçilecek ama genel durumlarının iyi olması gerekiyor. Çünkü bu çok da sevimli bir tedavi değil. Hayat kurtarıcı olabiliyor ama yan etkileri de var. O yüzden gücü yerinde olan hastaları kabul etmek zorundayız. TÜRKIYE’DE YAPILMAYA BAŞLADIKTAN SONRA NE DEĞIŞECEK?
Çok komik bir rakama mal edeceğiz. Amerika’daki rakamın yarısı bile değil... Rusya, Ortadoğu ve Balkanlar’da bu tedaviyi uygulayan yok. Dolayısıyla Türkiye, bölgede bu tedaviyi uygulayan tek ülke olacak, bu sayede sağlık turizmi de ivme kazanacak. Devlet şu an bu hasta grubunu hayatta tutabilmek için çok fazla para ödüyor. Ve bu paranın tamamı yurtdışına gidiyor. Bu tedaviyi burada uygulamaya başladıktan sonra o para ülke içinde kalacak. NEDEN ŞIMDIYE KADAR BU ALANDA BIR ÇALIŞMA YAPILMADI BIZDE?
Türkiye’de genetik, tanı üzerine oturmuş
www.biomedya.com
durumda. Genetik manipülasyonla tedavi üzerine, klinikte denenmiş tek yerli makale bulamazsınız. Ama genetik tanıyla ilgili yüzlerce bulursunuz. Neden? Çünkü talep hep o yönden gelmiş. O yüzden herkes bu tedaviyi yapamayacağımızı düşünüyordu. Aslında çok da zor olmayan bir teknoloji gerekiyor bunun için. Zaten bizler grup olarak uzun zamandır sitokinle uyarılmış öldürücü hücreleri kanser tedavisi için üretiyorduk. Şimdi bu hücrelerin genetiğini değiştirmek üzere de ülkemizde bu işi yapacak önemli insanları bir araya getirerek genetiği değiştirebilecek yapay virüsü üretmeyi başardık. Car-t hücreleri bizim buluşumuz değil. Biz burada sadece iyi bir yerli versiyon üretmeyi başardık. Ve şimdi de tümüyle kendi dizaynımız olacak yeni bir Car-t hücresi üzerinde çalışıyoruz. Cihan Taştan: “Asker hücreler geliştirmek için denemeler hızlandı” New York Üniversitesi Mikrobiyoloji ve İmmunoloji programında doktora öğrencisi. "FDA ONAYINI ALDI" Cihan Taştan: Akut lenfoblastik lösemi (ALL) kanseri olan hastaların yüzde 90’ının bu hastalıktan kurtulma şansı yüzde 10. Ancak car-t hücre tedavisi uygulanan iki hasta tamamen kurtuldu. Bu umut verici bulgular neticesinde Amerikan FDA kuruluşu, Novartis ilaç şirketinin sunduğu ‘ALL hastaları için car-t hücre tedavisi’ne geçen hafta onay verdi. 30’un üzerinde hastaya uygulandı, bazı hastalarda yüzde 90’a varan iyileşme gözlendi. Myeloma, glioma, pankreas ve prostat kanserleri için çalışmalar sürüyor. Kanser tedavilerinde kemoterapi ve
Eylül - Ekim
2017
radyoterapi gibi kanserin büyümesini önleyici ve geriletici terapiler, sağlıklı hücrelere de zarar verdiğinden bir süredir sadece kanserli hücreleri hedef alacak ve vücuda zararı az olacak, kişiye özel tedaviler geliştirilmeye çalışılıyor. Hastanın kendi bağışıklık sistemini kullanarak kanseri yenme çalışmaları olarak adlandırabileceğimiz ‘immünoterapi’ araştırmalarının tarihi 19’uncu yüzyıla dayanıyor. 1890’da Dr. William Coley bakteri enfeksiyonu kullanarak kanserin yok olduğunu fark etti. 2000’lerin başında Steven Rosenberg’in öncülüğünde kansere karşı hücresel tedavi yöntemi geliştirildi ve immünoterapi tedavilerinin altın çağı başladı. Kanserli hücreler, bağışıklık sistemi hücrelerinden saklanabilmek için savunma mekanizmaları geliştirebiliyor. Bu mekanizmaları bloke edebilecek immünoterapi ilaçları geliştirildi. Ama bu ilaçlar pahalı oldukları için sınırlı sayıda hastaya ulaşabiliyor. Hem bloke edici immünoterapi ilaçlarının etkisine sahip olabilecek hem de sadece kanserli hücreleri tanıyıp öldürebilecek ‘asker hücreler’ geliştirmek için, CAR-T hücre ve CRISPR genom modifikasyon denemeleri hızlandı. İlk ‘car-t hücresi’ 1989’da, Dr. Zelig Eshhar ve ekibi tarafından üretildi. Ancak ilk insanlı klinik çalışmalar Amerika’da 2013 yılında yapıldı. Prof. Dr. Necdet Üskent: Türkiye öncü ülkelerden biri Anadolu Sağlık Merkezi Medikal Onkoloji Uzmanı ve Onkolojik Bilimler Koordinatörü.
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
17
‘KÜBA AŞISI’ OLARAK BILINEN AŞI NE ZAMAN, NASIL BULUNDU?
AŞININ TÜRKIYE’YE GETIRILMESINI KIM SAĞLADI?
‘Küba aşısı’, 2013’te Küba Moleküler İmmünoloji Merkezi ve Arjantin Buenos Aires Üniversitesi’yle ortaklaşa olarak geliştirildi. 2013’te Küba ve Arjantin Sağlık Bakanlığı tarafından onaylandı. Aşı çalışmalarında başından beri Kübalı bilimadamlarıyla birlikte çalışan ABD Roswell Park Kanser Enstitüsü’nden Prof. Dr. Kelvin Lee de Ulusal Kanser Enstitüsü’nün desteğini alarak ABD ve Kanada’da Vaxira ve diğer Küba aşısı CimaVax EGF için klinik çalışma başlattı. Uluslararası bir klinik çalışmada, aşıyı kullanan ileri evre akciğer kanseri her 100 hastadan 22’sinin ikinci yılın sonunda hâlâ hayatta olduğu, aşı olmayan her 100 hastadan yedisinin hayatta kaldığı görülüyor.
Öncülerden biri benim. Avrupa Medikal Onkoloji Kongresi’nde bilimsel sunumları dinleyip etkilendim. Kübalı araştırmacıları Türkiye’ye davet ettik. Uluslararası Kanser Aşısı klinik çalışmalarına katıldık. Bu alanda öncü ülkelerden biriyiz. Japonya ve Avrupa’da çalışmalar sürüyor.
HANGI TÜR KANSERLERDE ETKILI?
Tüm akciğer kanserlerinin yüzde 85’ini oluşturan ‘küçük hücreli olmayan akciğer kanseri’ ileri evre hastalarında kullanılıyor. Küba ve Arjantin’de meme kanseri ve beyin tümörü tedavisinde de uygulanıyor. TÜRKIYE’DE DE KULLANILIYOR, DEĞIL MI?
Sağlık Bakanlığı tarafından ithali onaylanıp Türk Eczacıları Birliği listesine dahil edilen ancak SGK geri ödemesi olmayan bu aşıyı, etik kurullardan müsaade alınmış, belirli kriterleri taşıyan hastalarda uyguluyoruz.
BUGÜN TÜRKIYE’DEN KAÇ HASTA BU AŞIYI KULLANIYOR?
Uygun kriterleri taşıyan 40 hasta... Diğer CimaVax EGF’nin Türkiye’ye ithal müsaadesi yok. DIYELIM KI BEN BIR KANSER HASTASIYIM, BU AŞIYI KULLANMAK IÇIN NE YAPMAM GEREK?
Öncelikle kanser aşısı konusunda deneyimli bir hastanenin Tıbbi Onkoloji Bölümü’ne başvurmanızı öneririm. Bu hastaneler şunlar: Anadolu Sağlık Merkezi, Amerikan Hastanesi, Acıbadem Hastanesi, Ege Üniversitesi Hastanesi ve Medipol Hastanesi. Bu merkezlerde aşıya uygun olup olmadığınız tespit edilmeli. Daha sonra aşı, Sağlık Bakanlığı bilgilendirilerek TEB’den hastane eczanesine getirilir ve tedavinize başlanır.
18
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
www.biomedya.com
2017
GÜNAH KEÇISI GDO’LAR
Doç. Dr. Sevil SAĞLAM | Ahi Evran Üniversitesi
MÖ. 600 yıllarında yaşamış Romalı tarihçi Leviticus'un, Ortadoğu'daki İbranilerin, bütün yıl boyu birikmiş ve artık küf tutmaya başlamış günâhlarını af ettirmek üzere keçi kurban ettiğine dair yazdıkları yüzyıllar sonra ele geçmişti. Leviticus diyor ki, Yahudiler iki besili keçi alıyorlar, bunlardan ilki hemen Kötülükler Tanrısı Azazel'e kurban ediliyor, öteki keçi ise insanların günâhını yüklenip çöle salınıyor. Günâh Keçisini sanatta pek göremiyoruz, nedense! Salt, İngiliz ressam William Hunt'un 1854 tarihli resmi var; şimdi Liverpool Müzesinde...(1) Sanatta pek görünmese de Günah Keçisi, insanoğlunun gündelik yaşantısında neredeyse her alanda çok fazla görünmekte. Örneğin GDO Konusu. Neredeyse hani gözümüzün üstünde kaşımızın olmasının bile sorumlusu GDO’lar! GENETIK YAPI HANGI YOLLARLA DEĞIŞMEKTE/DEĞIŞEBILMEKTEDIR?
Bitkiler ıslah edilirken yüzyıllar boyunca genetik değişikliğe zaten uğradılar. Ama ne için? Tüketicinin istekleri doğrultusunda daha verimli olsun, daha tatlı olsun, daha uzun olsun, daha kısa olsun, daha ışıltılı olsun vs. için. Bitkilerin genetik yapıları çeşitli şekillerde, zaman içerisinde değişikliğe uğramaktadır. Bu değişiklikler doğada kendiliğinden de olabilmekte, ya da bazı yöntemler kullanılarak insan eliyle de oluşturulabilmektedir. Bu değişikliklerin sebepleri; 1. Mutasyon: DNA moleküllerinde oluşan kalıcı değişikliklerdir (2). Mutasyonlar kendiliğinden ya da insan eliyle olabilmektedir ki hatta ıslahçılar için çeşit geliştirmek bitki genetik kaynaklarını zenginleştirmek için son derece de önemli bir yöntemdir de üstelik. 2. Melezleme: Bitkilerde genetik yapı, klasik ıslah metodlarından biri olan Melezleme ile de değişikliğe uğramaktadır. Genetik biliminin atası kabul edilen, Gregor Mendel 1866 yılında melezlemeye bağlı olarak gelecek nesillerde ortaya çıkan açılımın ve bu şekilde oluşan çeşitliliğin bilimsel temellerini yayımlamıştır. Bu yöntem, bitki ıslahçılarına, yeni ve daha iyi kombinasyonlar (çeşitler) bulmalarına
imkan tanımıştır. 3. GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) Teknolojisi: Bitkilerde genetik yapı dolaylı olarak Agrobacterium bakterisi ile; Partikül Bombardımanı (Biyolistik, Gen tabancası) vb. yöntemler ile de doğrudan gen aktarımı yapılarak değiştirilebilmektedir. Bu teknoloji esasında “Rekombinant DNA Teknolojisi” olarak da bilinmekte ve açıklanabilmektedir. 4. CRISPR Teknolojisi: 2015 yılı ve sonrasında adından söz edilmeye başlanmış olan diğer bir yöntem de “Düzenli Aralıklarla Bölünmüş Palindromik Tekrar Kümeleri Yöntemi” yani CRISPR-Cas9 Sistemi (Clustered Regularly Interspaced, Short Palindromic Repeat)’dir. Bu teknik, özellikle mısır ve soya bitkilerinde yaygın olarak kullanılmaktadır (3). Yani; aslında yüzyıllardır zaten bitkilerin genetik yapıları bir şekilde değişmektedir. Genetik Biliminin, Biyoteknolojinin Tarımsal Üretime sağladığı katkılar inkar edilemez. Yalnızca bir örnek vermek gerekirse; küresel iklim değişikliği artan hava sıcaklıkları ile beraberinde tarımsal üretime ciddi anlamda tehdit oluşturmaktadır. Çeltik bitkisine kuraklığa dayanıklılık özelliği kazandırılmaya çalışılıyor. Neden buğday için de ya da diğer bitkiler için de bu yapılamasın?? Uluslararası Çeltik Araştırma Enstitüsü Araştırmacıları, en şiddetli kuraklıklarda bile gelişebilen çeltik gibi ürünler geliştirmeye çalışıyorlar (4). HABERLERDE GDO
GDO yeniden gündemde! Tarlada yasak, ithalatı serbest. GDO'lu hayvan yemine onay. Domatesin içinden ne çıktığını tahmin bile edemeyeceksiniz: …: GDO'yu sevimli göstermeye çalışıyorlar. Yanlış tarım uygulamaları sonucu, pazardan aldığımız patlıcanın/biberin vb. herhangi bir ürünün buzdolabımızda akşamdan sabaha büyüdüğünün günahını, GDO Teknolojisine yüklemenin adı; Günah Keçiliğidir. Oysaki
ETIKETLEME SISTEMI
tarlasında, bahçesinde ya da serasında patlıcanının tozlanması, döllenmesi ya da veriminin artması için kullandığı bitki büyüme düzenleyiciler ki hormon olarak biliyoruz biz bu bbd’leri; hormonlar, yeterli denetimin yapılmadığı bir tarımsal üretim mecrasında insan sağlığını ciddi ölçüde tehdit eden seviyelerde kullanılmaktadır. GDO ile hormon kavramları birbirine karıştırılmakta ve örnekteki durumun suçlusu GDO’lar görülmektedir.
Bir de bu ürünlerin etiketlenmesi konusu var. 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu'nda genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) içeren ürünlerin etiketlenmesi zorunlu tutulmuştur. Ancak, GDO içermeyen ürünlerin etiketlenmesi tercihe bağlıdır denilmektedir. "Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik"de ise; yönetmelik kapsamında yer alan gıdaların Bakanlık tarafından belirlenen eşik değerin (%0,9) üzerinde onaylanmış GDO'dan elde edilmiş olması
TÜRKIYE’DE GDO HAKKINDA YASAL DÜZENLEMELER
S. No
Tarih
Yasal Düzenleme ve İcraatlar
1
31 Mart-1 Nisan 1998
“Transgenik Bitkiler ve Güvenlik Önlemleri” konulu toplantı
2
14 Mayıs 1998
“Transgenik bitkilerin alan denemeleri” ile ilgili talimat
3
1999
Mısır, pamuk ve patates tarla denemelerine başlanmıştır.
4
26 Mart 2010
5977 Sayılı Biyogüvenlik Kanunu
5
13 Ağustos 2010
Biyogüvenlik Kurulu ve Komitelerin Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik
6
13 Ağustos 2010
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik
7
22 Şubat 2012
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
GDO ve ürünlerine yönelik ülkemizdeki yasal düzenlemeler ve bunların kısaca ne ifade ettiklerini tarih sıralamasına göre şu şekilde verilebilir. Biyogüvenlik Kanunu’na göre; GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi. GDO ve ürünlerinin, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması. Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi. GDO ve ürünlerinin Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı. GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır. …ve yıl 2017; 1998’de başlayan mevzuat çalışmaları neredeyse 20 yıl olacak, hala üzerinde çalışılmaya devam etmektedir.
veya onaylanmış GDO'dan elde edilmiş bileşen içermesi veya GDO içermesi veya GDO'dan oluşması durumunda Türk Gıda Kodeksinde yer alan gerekliliklere ilave olarak etiketlemenin nasıl yapılacağı ile ilgili hususlar yer almaktadır. Ancak Biyogüvenlik Kurulu tarafından bugüne kadar gıda amaçlı olarak onay verilmiş bir gen bulunmadığından ve bu sebeple piyasada bulunan tüm gıdalar GDO'suz olduğundan gıdaların etiketlerinde GDO bulunmadığına dair bir ifadenin yer alması şu an için uygun görülmemektedir (5) . Türkiye’de henüz iş, etiket kısmını tartışma noktasına gelmedi kanaatindeyim. Kaynaklar (1) Şenol M., Günâh Keçisi Aranıyor, http://www.arkitera.com/ gorus/817/gunah-kecisi-araniyor. 29.07.2015 (2) Bayraç ve ark., Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, ODTÜ Bilim ve Toplum Kitapları Dizisi, sayfa:4, ISBN: 978-9944344-30-2 (3) http://www.nature.com/news/crispr-thedisruptor-1.17673 (4) Eisenstein M., Plant breeding: Discovery in a dry spell. Nature, 501:S7–S9, 26 September 2013, doi:10.1038/501S7a (5) http://www.tarim.gov.tr/Konu/1437/GDO-Resmi-Kontrol
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2017
SUYU NASIL TADIYORUZ?
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
19
Biyoteknoloji, Yaşam Bilimleri ve Endüstrileri Fuarı www.expobiotecnica.com
Caltech araştırmacıları, memelilerin dillerinde beş tat hissi varlığına dair bir hücre tepkisi buldu. Su ve limon suyu arasındaki farkı söyleyebilir misiniz? Bu açık bir sorunun cevabı olarak görülebilir, ancak yeni araştırmalar, bu farklı sıvıların aynı damak tadınızı uyarabileceğini gösteriyor. Caltech'teki bilim adamları, mevcut tat ve algı teorilerine meydan okumak için ekşi tat tomurcuğu hücreleri hakkındaki bu yeni bilgileri kullanan bir çalışma yayınladı. Bilim adamları "tat" dendiğinde, suyun tadını iyi alınıp alınmadığından bahsetmiyorlar. Aksine, tat tomurcuklarının suyu beş farklı temel tadı (acı, tatlı, tuzlu, umami ve ekşi) tanıyabilecekleri gibi benzersiz bir madde olarak algılayabilecekleri fikrine bakıyorlar. Bilim adamları böceklerin ve amfibiyenlerin suyun tadına baktıklarını bir süredir biliyorlardı, bu yüzden insanlar için ayrı bir saptama sistemi olabileceğini düşünmek çok da zor değil. Üstelik suyun fiziksel olarak tanımlanabileceği mantıklı sonuçta hayatta kalmamız suya bağlı. Caltech’teki laboratuvarda çalışmayı tamamlayan Yuki Oka, "Su, öylesine önemli bir kimyasal ki, dil üzerinde bazı sensörler olmalıdır" diyor. Oka ve baş yazar Dhruv Zocchi de dâhil olmak üzere araştırmacılar, aslen suyun gerçek bir lezzeti olup olmadığını görmek istiyorlardı, ancak Oka'nın belirttiği gibi, tat algıya dayanıyor. Bu yüzden bunun yerine, memelilere suyu bulmalarını ve diğer sıvılardan ayırt etmelerini sağlayan bir mekanizma bulmaya odaklandılar. Diğer beş büyük tadı algılayan hücrelerden biri suyun tadını algılarsa sorunun cevabını da elinde tutabileceğini düşündüler. Araştırmacılar, tat tomurcuklarının suyla tetiklenip tetiklenmediğini görmek için, lezzet tomurcuklarını tek tek genetik olarak
"susturdu". Daha sonra tükürük suyla ağızdan yıkandığında hangi hücrelerin tepki verdiğini görmek için elektrik kayıtları kullandılar. İlginçtir ki, sonuçlar ekşi hücrelerin yanıt verdiğini gösterdi. Zocchi: "Şaşırtıcıydı”dedi, ama aynı zamanda mantıklı. Araştırmacıların hipotezi, ekşi tat tomurcuklarının belirli bir tada değil, ağızda değişen asitlik seviyelerine tepki verdikleri hipotezidir. Zocchi: “Su yıkadığı tükürükten biraz daha asidik olduğu için, pH'daki düşüş, ekşi hücrelerin tepkisini tetikleyebilir.” dedi. Araştırmacılar, sonuçlara göre, susuz farelerinde hipotezlerini test ettiler. Optogenetics adlı bir teknik kullanarak, mavi ışığı su yerine ekşi tat hücrelerinin tetiği olarak kullandılar. Kurutulmuş fareler bir su musluğunu yaladığında, mavi bir ışık patlaması verildi, ekşi hücrelerde bir yanıt tetikledi. Susuz fareler su çıkmadığı halde musluktan içmeyi sürdürüyordu. Ancak, Oka, susamış durumlarını gidermek için ağzına geri dönmelerini sağlayan "kısmi olarak su hissi" alıyordu. Çalışma basit olsa da, Oka ve Zocchi, algılamanın fiziksel temellerini anlamamız için derin etkileri olabilir diye düşünüyorlar. Oka, "Bu, hissetme kavramımızı ve algıladığımızı değiştiriyor" dedi. Aynı reseptör hem ekşi hem de suyun varlığını tespit ettiği için, bulgular "beş temel tadın varlığına meydan okuyabilir" dedi. Araştırmacılar bundan sonra beyin susuzluk hissi ile ağzın su algısı arasındaki bağlantıya bakmayı planlıyorlar. Bu karmaşık sistemlerin nasıl bir şekilde anlaşılabileceğini anlamak, daha da yeni algı yollarını ortaya çıkarabilir.
YASAM BILIMLERI FUARLARI 19-21 NISAN 2018 ICEC – Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı İSTANBUL
ORGANIZASYON
Kaynak: seeker.com www.ak de n iztan iti m.co m
ww w. pro sig m a. n e t
BU FUARLAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) DENETİMİNDE DÜZENLENMEKTEDİR.