Hassasiyet kişiden kişiye, TERAZİDEN TERAZİYE d e ğ i ş i r. w w w . s a r t o n e t . c o m
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ Eylül - Ekim 2018 YIL: 3 | SAYI: 16 PROSİGMA GAZETELİK Uygulaması için Lütfen QR Kodu Taratınız.
MERCK 30 saniyede Pappenheim boyama Hemacolor® Hızlı Boya Kiti (M111674)
> Standart boyamaya eşit, net ve parlak görüntü > Hızlı ve tekrarlanabilir > Farklı pH koşullarında boyama stabilitesi > Zaman ve maliyet tasarrufu > IVD olarak CE sertifikalı
Kulağa Dr. Frankenstein’nın bile kıskanacağı bir şey gibi gelebilir ama bilim insanları artık bir kap içerisinde “beyin” üretebiliyor. Sayfa | 13 w w w . b i o m e d y a . c o m
Sayfa | 04
Sayfa | 12
Sayfa | 15
Nasa, gelirlerini artırmak için uzay araçlarına reklam alacak!
2025’te işimizin yarısını robotlar yapacak!
Obezitenin grip bulaşmasındaki rolü
Uzay araçlarının üretilmesinin ve kullanılmasının oldukça pahalı olduğu bir gerçek! Devlet kurumu olmasına rağmen NASA; reklam sektöründen para kazanmayı hedefliyor.
Dünya Ekonomik Forumu'na göre önümüzdeki 7 yıl içinde makineler ve otomatik yazılımlar iş yerlerindeki işlerin yarısını yapıyor hale gelecek.
Obezitenin grip üzerindeki bilinen etkilerine ek olarak Michigan Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu araştırmacıları yeni bilgiler elde ettiler.
02
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
2018
www.biomedya.com
Alzheimer olan kadın hastalarla ilgili çok önemli bir detay bulundu.
KADINLARDA ALZHEIMER NEDEN ERKEN EVREDE TEŞHİS EDİLEMİYOR? Alzheimer; özellikle yaşlı bireylerin çok sık yakalandığı bir hastalık ancak kanser için bulunan çözümler ne yazık ki bu hastalık için bulunamıyor. Özellikle kadın hastalarda erken teşhis döneminde belirlenemeyen sorunlar ortaya çıkıyor. Bunun üzerine araştırmacılar; konunun üzerinde zaman harcadı ve kadın hastalarla ilgili çok önemli bir detay buldu. Kadınlar listeleri hatırlamakta daha iyiler. Bu üstün “sözel bellek”, genellikle erken bunama belirtilerini maskeler ve hastalığın tespit edilmesini zorlaştırır. Uzmanlar; taramalarda çıkan sonuçlara göre Alzheimer'ın beynin önemli bölümlerine zarar vermeye başladığını söylese bile, kadınların standart hafıza testlerinde bilişsel performanslarını sürdürdüğünü ortaya koydu. Erkekler karşılaştırmalı olarak, hastalığa yakalanır yakalanmaz testlerde kötü performans göstermeye başladı. Kadınlar ise; hastalık belirtileri daha ileri bir hale geldiğinde aniden ve dik bir düşüş gösterdi. Uzmanlar, kadınların belleklerinin hızla bozulmaya başlayacağı ana kadar hastalığın teşhis edilememesinden korkuyor. Illinois Üniversitesi Prof. Dr.
Pauline Maki konu hakkında şunları söyledi; “Bu bulgular, kadınların Alzheimer tanısı konulduktan sonra çok çeşitli bilişsel yetenekler karşısında neden daha hızlı bir düşüş gösterdiklerini açıklamaya yardımcı olabilir. Kadın avantajı fonksiyonel olarak yararlı olabilirken; Alzheimer'ın erken evrelerini maskeleyerek, tanı anında daha ağır bir hastalık yükü ile sonuçlanabilir ve daha sonra daha hızlı bir bozulma meydana gelebilir.” Bulguları kısa bir süre önce Chicago'daki Alzheimer Derneği Uluslararası Konferansı'nda sunan araştırma ekibi, bazı beyin taramaları gerçekleştirdi ve beyinde hafızayla bağlantılı önemli bölüm olan hipokampüsu ölçtü. Alzheimer'ın bir belirtisi olan ve beyinde bulunan plakların bulguları için taramaları inceleyen araştırmacılar; aynı zamanda demans belirtileri olan toksik amiloid ve tau proteinlerinin birikimi için katılımcıların omurilik sıvısını test etti. Erken Alzheimer veya “hafif bilişsel bozukluğu” olan kadınların sözel bellek testlerinde erkeklerden daha iyi olduğu sonucu ortaya çıktı ancak Alzheimer'ın ilerlemesiyle bu fark ortadan kalktı.
Alzheimer Topluluğu'ndaki araştırma yöneticisi Dr. Tim Shakespeare; “Kadınlar dünya çapında bunamadan orantısız olarak etkileniyor. Mesela İngiltere'de bu hastaların yüzde 65'i kadın. Kadınlar, yaşamları boyunca sözel bellek olarak bilinen listeler ve kısa öyküler gibi şeyler için daha iyi bir hafızaya sahip olma eğilimindedirler. Bu çalışma, kadınlarda güçlü hafızanın karşılığı olarak demans’ın erken belirtilerini maskeleyebileceğini düşündürmektedir" açıklamasını yaptı. Yaklaşık 850.000 kişinin bu hastalıkla yaşadığı Britanya'da; tahminen 2025 yılına kadar 1 milyona çıkması öngörülüyor. Geçtiğimiz günlerde, demans araştırmasının kanserde görülen ilerlemelerin 40 yıl gerisinde kaldığı uyarısında bulunan uzmanlar; bunun nedeninin insanların demansı tıbbi bir durum olarak kabul etmekten vazgeçmelerinin ve bunun yerine insanları "yaşlılık" bahanesi ile önemsememeleri olduğunun altını çizdi. HASTALIĞA YAKALANAN İNSANLARA NE OLUYOR? • Beyin hücreleri öldükçe, sağladıkları işlevler kayboluyor.
• Hastalığın ilerlemesi yavaş ve kademeli oluyor. • Ortalama olarak hastalar, tanı konulduktan sonra beş ile yedi yıl sonra ölüyor. ERKEN SEMPTOMLAR • Kısa süreli hafıza kaybı • Kaybolma • Davranışsal değişiklikler • Ruh halindeki değişiklikler • Para ile ilgili konularda veya telefon görüşmesi yapmakta zorluk çekme. SON SEMPTOMLAR • Yakın aile üyelerini, tanıdık nesneleri veya yerleri unutarak şiddetli hafıza kaybı • Saldırgan davranışlar, dünyayı anlamayı başaramama konusunda endişeli ve hüsrana uğramak • Yürümeyi becerememe • Yeme sorunları Kaynak: Dailymail
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2018
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
03
KENDİNİZİ GENÇ HİSSEDİYORSANIZ BEYNİNİZ YAVAŞ ÇALIŞIYOR OLABİLİR! Herkes yaşlanır, fakat herkes yaşını hissetmez. Yakın zamanda yapılan bir çalışmaya göre, öznel yaş olarak adlandırılan bu his “beyin yaşlanmasını” yansıtıyor olabilir. Araştırmacılar, MR yöntemiyle gerçekleştirdikleri bir beyin taraması kullandı. Asıl yaşlarından daha genç hisseden yaşlı insanlar ile tam tersi kendini daha yaşlı hisseden yaşlı insanlar karşılaştırıldı. Sonuç olarak; genç hisseden yaşlı hastaların daha az beyin yaşlanması belirtileri gösterdiği ortaya çıktı. “Frontiers in Aging” adlı açık erişimli dergide yayınlanan bu çalışma, öznel yaş ile beyin yaşlanması arasında bağlantı bulan ilk örnek. Ortaya çıkan bulgular; asıl yaşlarından daha yaşlı hisseden yaşlı insanların, beyin sağlıklarını dikkate almaları gerektiğini gösteriyor. Bizler, bedenimizin ve zihnimizin sürekli olarak değiştiği yaşlanma sürecini sabit bir zaman olarak düşünmeye meyilliyiz. Ancak, geçip giden yıllar herkesi farklı şekilde etkiliyor. Kaç yaşında hissettiğimizi söyleyen ve “öznel yaş” olarak adlandırılan kavram, çoğunlukla asıl yaşlarından daha yaşlı veya daha genç hisseden insanlar arasında değişiklik gösteriyor. Fakat öznel yaş sadece bir his ya da tutum mu, yoksa bedenimizin aslında nasıl yaşlandığını mı yansıtıyor? Bu soru Kore’deki Seoul National
University’den Dr. Jeanyung Chey’in ilgisini çekmiş. Chey; “Neden bazı insanlar gerçek yaşlarından daha genç ya da daha yaşlı hissediyor?” sorusu üzerinde durdu ve şöyle açıklama yaptı: Bazı olasılıklar arasında depresif durumlar, kişilik farklılıkları ya da fiziksel sağlık ayrımı var. Ama bu zamana kadar hiç kimse beyin yaşlanma sürecinin, öznel yaştaki farklılıklar için bir sebep olacağını düşünmedi. İnsanlar yaşlandıkça sık sık bilişsel bozulmalar yaşıyor. Aslında beynimiz; sinir sağlığının düşüşünü yansıtan, gri madde hacminin azalmasının da dâhil olduğu çeşitli yaşa bağlı değişimler gösteriyor. Son zamanlarda gelişmekte olan teknikler, beyin yaşını hesaplamak için yaşlanmayla ilişkili beyin özelliklerini tanımlamada araştırmacılara yardımcı olabiliyor. Chey ve çalışma arkadaşları; bu teknikleri öznel yaş ile beyin yaşlanması arasındaki bağlantıyı incelemek için uyguladı. Yaşları 59 ile 84 arasında olan 68 sağlıklı bireye, MR beyin taraması uygulandı ve beyinlerinin farklı bölgelerinde bulunan gri
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Süleyman GÜLER Akademik Editör / Dr. Emir Alper TÜRKOĞLU Editör / Ecem KOÇER
madde hacimleri incelendi. Katılımcılara; asıl yaşlarından daha yaşlı veya daha genç hissedip hissetmediklerine dair sorular soruldu. Sonrasında da bilişsel kabiliyetleri ve genel sağlıkları hakkındaki algılarını değerlendiren soruların bulunduğu bir anket yapıldı. Hafıza testlerinde asıl yaşlarından daha genç hisseden katılımcıların, yüksek puan aldığı gözlemlenirken; bu kişilerin sağlıklarının daha iyi olduğu ve depresif semptomlar gösterme olasılıklarının düşük olduğu görüldü. Asıl yaşlarından daha genç hisseden bireylerin beyinlerinde, daha fazla gri madde hacmi bulunuyordu. Chen; “Genç hisseden insanların beyni, yapısal olarak daha genç bir beynin karakterlerine sahip” diyor ve “Önemli olan kişilik, öznel sağlık, depresif semptomlar ya da bilişsel işlevler de dâhil olmak üzere diğer olası faktörler hesaba katıldığında bile bu farklılığın sağlam kalması” diye ekliyor. Araştırmacılar; kendini daha yaşlı hisseden katılımcıların gri madde kayıplarında bilişsel görevlerin daha
İdare Merkezi Oğuzlar Mah. 1374 Sok. No:2/4 Balgat - ANKARA Tel : 0 312 342 22 45 Fax : 0 312 342 22 46 Yayın Türü / Yerel Süreli
Chen son olarak şu açıklamayı yaptı; “Eğer bir insan asıl yaşından daha yaşlı hissediyorsa bu durum yaşam tarzını, alışkanlıklarını ve beyninin yaşlanmasına katkı sağlayan aktiviteleri gözden geçirme ve beyin sağlığı için daha iyi önlemler alma adına bir işaret olabilir.” Kaynaklar sciencedaily.com - frontiersin.org
Basım Tarihi EKim 2018 - Ankara Ücretsizdir. İki ayda bir yayınlanır. OKURA NOT BioMedya Gazetesi’nde yayınlanan yazılarda ve makalelerde öne çıkarılan görüşlerin sorumluluğu değil, yazarlara aittir. Yazarlar sundukları çalışmaların
Grafik Tasarım / Gülden KARADENİZ
www.prosigma.net - info@prosigma.net
Hukuk Danışmanları Av. Ersan BARKIN Av. Murat TEZCAN
Basım Yeri Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat / ANKARA Tel: 0 312 397 16 17
Mali Danışman / İrfan BOZYİĞİT / SMMM
Merak uyandıran bir ihtimal de, daha genç hissedenlerin fiziksel ve zihinsel olarak aktif bir yaşam sürmesinin daha olası olması. Bu da beyin sağlığında iyileşmelere sebep olabiliyor. Ancak daha yaşlı hissedenler için bunun tam tersi doğru olabilir.
BioMedya yayın organına ve/veya Prosigma Firması’na
Yardımcı Editör / N. Berat DURMAZ
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
zorlayıcı bir hale gelmesinden bahsediyor. Bundan dolayı da beyinlerindeki yaşlanma sürecini algılayabildikleri hipotezini kuruyor. Bununla birlikte araştırmacılar; bu beyin karakterlerinin öznel yaştan doğrudan sorumlu olup olmadığını şu anda tam olarak bilmiyor ve bu bağlantıyı anlamak için uzun vadeli çalışmalar yapılması gerekiyor.
içinde yer alan şirketlerle danışmanlık ya da başka iş ilişkileri içinde olabilirler. Aynı zamanda reklamlar; reklam verenlerin sorumluluğundadır. Ürün tanıtımı sayfalarında yayınlanan ürün bilgileri, ilgili firmaların sunumları olup üretici firma sorumluluğundadır.
04
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
www.biomedya.com
2018
PLÜTON YENİDEN “GEZEGENLER KULÜBÜ” ÜYESİ Mİ OLUYOR? Gezegen bilimciler, Plüton'u gezegenlikten çıkaran tanımın yetersiz ve eski olduğunu söyleyerek yeni bir gezegen tanımı önerdi. de gezegen olarak sınıflandırılmasını engellemekti. Üçüncü madde eklenmeseydi gezegen sayısında ani bir artış olabilirdi. Bu yüzden IAU böyle bir çözüm geliştirdi.
Uluslararası Astronomi Birliği (IAU) 2006’da yaptığı gezegen tanımlamasıyla Plüton’un 75 yıllık gezegenliğine son vermişti. Bu tanımlamaya göre bir gezegenin üç özelliğe sahip olması gerekiyor; • Bir yıldızın etrafında yörünge üzerinde dönmek,
• Küreye yakın bir şekle ulaşacak kadar büyük bir kütle çekime sahip olmak, • Yörüngesi üzerindeki gök taşlarını temizlemiş olmak. Plüton bu tanımdaki üçüncü maddeye uymadığı için gezegenlikten çıkarılmıştı. Aslında bunun sebebi, Neptün’ün dışında keşfedilen yeni ve büyük gök cisimlerinin
Ancak bu kararın üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen, tartışmalar asla son bulmadı. Şimdilerde ise bazı uzay bilimciler, gezegen tanımının yetersiz ve eski olduğunu savunuyor. Özellikle üçüncü madde, bugün yapılan uzay keşiflerinde gezegenleri sınıflandırmak için kullanılmıyor. Güneş sistemi dışında keşfedilen ve bu maddeye uymayan birçok uzay cismi gezegen olarak adlandırılıyor. Çünkü bu şekilde sınıflandırmanın daha işlevsel olduğu düşünülüyor. Gezegen bilimciler Philip Metzger ve Alan Stern; “Aslında hiçbir gezegen yörüngesini temizlemiyor. Bu nedenle bu tanıma göre bilinen gezegen sayısının sıfır olması gerekir” diyor. Bu maddenin 1802’de yazılan bir makaleye dayandığını söyleyen Metzger, o bilginin hatalı olduğunun daha
sonra kanıtlandığını ve artık kimsenin gezegen tanımını bu şekilde yapmadığını belirtiyor ve gezegen tanımı için sadece ikinci maddenin yeterli olduğunu düşünüyor. Bir gezegenin küre şeklini alabilecek kadar büyük bir kütle çekiminin olması; aynı zamanda jeolojik etkinliğe de olanak sağladığından gezegen oluşumunda önemli bir aşama olarak görülüyor. Ancak bu tanım; Ay, Titan ve Europa gibi uyduları da kapsıyor. Bu yüzden bir uzay cisminin gezegen olması için; “Bir yıldız dışında başka bir gök cisminin etrafında dönmemesi” maddesinin de eklenmesi gerekiyor. Bu güncellenmiş gezegen tanımı kabul edilirse Plüton, 12 yılın ardından yeniden gezegen statüsüne kavuşabilir. Kaynak: New Atlas
NASA, GELİRLERİNİ ARTIRMAK İÇİN UZAY ARAÇLARINA REKLAM ALACAK! Uzay araçlarının üretilmesinin ve kullanılmasının oldukça pahalı olduğu bir gerçek! Devlet kurumu olmasına rağmen NASA; reklam sektöründen para kazanmayı hedefliyor. Şimdilik sadece varsayımsal bir senaryo olarak görülse de tüm veriler, NASA’nın önümüzdeki yıllarda ürün yerleştirme kullanacağı yönünde. Kurum; daha çok gelir elde etmek ve çalışmalarında kullanabilmek için bazı firmalarla reklam anlaşması yapacak.
oluşturdu. Maxar Technologies’den Mike Gold başkanlığında oluşturulan komite, NASA'nın uzay araçlarını ve roketlerini markalaştırmak için reklamcılarla birlikte çalışacak ve astronotların hem dünya üzerinde hem de dışında medya fırsatlarını nasıl kullanabileceğini araştıracak.
NASA; Ağustos ayında yapılan toplantılarda, nasıl ticari faaliyet gösterebileceğine odaklanan bir komite
Hükümet ajansı olan bu kurum kısıtlayıcı politikalara sahip. Kuruluşundan bu yana reklam içeriklerine karşı olan NASA’nın,
reklam desteklerine açık olabilmesi için önemli değişiklikler yapması gerekecek. Yeni yasal düzenlemelere neden olacak olan ticari anlaşmaların, düşünüldüğü kadar karlı olmama ihtimali de ayrı bir tartışma konusu oldu. Aslında daha önce de reklam benzeri çalışmalar yapılmış olsa da tüm devlet çalışanlarının marka anlaşması yapıldığını söylememesi hatta ima bile etmemesi gerekiyor. Örneğin NASA 1985’te Pepsi ve Coca Cola şişelerini mikro yerçekiminde dağıtabilecek bir makine geliştirmişti. Astronotların denemesine izin veren şirket, bu durumu medyayla paylaşma konusunda pek de istekli olmadı. NASA’nın eski yöneticilerden biri olan Alan Ladwig, “Reklam olabilecek ürünlerin gösterilmesi gerektiğinden, fotoğrafların paylaşılması durumuyla ilgili
bazı engeller var” dedi. Böyle bir reklam çalışması, özel şirketler için de hayal kırıklığı yaratabilir. Hükümetle rekabete giremeyecek özel şirketler, reklam gelirlerinin azalacağından korkuyor. Ayrıca bu konu “Diğer devlet kurumlarının gelir sağlamasıyla ilişkili benzer yollar izlemesi için açılan bir kapı mı?” sorusunu da beraberinde getiriyor. Komite başkanı Mike Gold; “Kapitalizm Dünya’da gerçekten iyi çalışıyor. Uzayda da kullanmamak için hiçbir sebep yok” açıklamasını yaptı. Kaynak theverge.com
06
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
2018
www.biomedya.com
DOĞADAKİ ALTIN ORANLARIN FARKINDA MISINIZ? Uzaktan baktığınızda; dalların ve yaprakların gelişigüzel, dağınık bir şekilde dizilmiş olduklarını düşünebilirsiniz.
MEDİKAL BİYOTEKNOLOJİ DERNEĞİ’NDEN “MELEK YATIRIMCILIK” İnsanoğlu nesiller boyu yaşadığı doğanın bir parçası olarak diğer organizmalarla iletişimde olmuş, onlardan fayda sağlamıştır. Canlılardan yararlanılmak suretiyle elde edilen her bir ürün, biyoteknoloji anlamında kullanılmaktadır.
birleştirmenin fayda sağlayacağının altını çizen “Medikal Biyoloji Derneği” bu konuda bilinçlenmenin, ortak hareket etmenin, çağı yakalayan teknolojileri uygulamanın ve bu amaçla bir yol haritası çizmenin gerekliliğini önemsiyor.
Günümüzde gelişen bilişim ve robotik sistemlerin de yardımıyla biyoteknolojinin kapsamı ve sunduğu imkanlar artarak çeşitlenmiştir. Dolayısıyla, organizmalara ait genetik bilgi çok yönlü olarak değerlendirilmekte bu sayede tıp, eczacılık, tarım, endüstri ve birçok alanda faydaya dönüştürülmektedir. Yakın zamanda gelişen teknolojiler aracılığıyla hücresel süreçler ve mekanizmalar hakkında moleküler düzeyde bilgi birikimi ne denli artmış ise tıbbi ve farmasotik problemlere karşı biyoteknolojik uygulamaların çeşidi de aynı oranda artmıştır. Medikal biyoteknoloji, sağlık ve yaşam bilimlerinin interdisipliner ve uygulamalı bir alanı olup gün geçtikçe önem kazanmıştır.
Bunun için de “Melek Yatırımcılık ve Girişim Sermayeciliği” yöntemlerini sunuyor. Yeni bir şirket kurdunuz veya kurmayı düşünüyorsunuz. Yahut bir üniversitede araştırmacısınız; deney sonuçlarınız ve sisteminiz her şeyin yolunda olduğunu gösteriyor. Kendinize ve ürününüze güveniyorsunuz. Önemli bir boşluğu doldurarak hem ekonomiye katkı sağlayacağınıza hem de yakın gelecekte çok kar edeceğinize inanıyorsunuz. Ancak, hedeflerinizi gerçekleştirebilmek için yeterli sermayeniz yok; zira medikal biyoteknoloji alanında ürün geliştirebilmek için yüksek teknoloji ürünü bir altyapıya ihtiyacınız var. Ne yapabilirsiniz?
Peki ya “Medikal Biyoteknoloji Derneği” (MEBİD) kimdir ve ne yapmaktadır? MEBİD, ülkemizi yerli ve milli projelerle dünya liderleri arasına dahil etme hedefi ile kurulan bir sivil toplum kuruluşudur. Özellikle akademisyenlerin, kamu kurumlarındaki araştırmacıların ve sanayicilerin bir araya gelerek medikal biyoteknoloji alanındaki mevcut finansal, altyapısal ve insan kaynağı güçlerini
Bu durumdaki şirketlerin iki önemli çıkış yolu var: Birincisi “Melek yatırımcılık (angel investor)”, ikincisi ise “Girişim sermayeciliği (venture capital)”. 2016 yılından beri faaliyet gösteren MEBİD, bu gibi yöntemlerle yüksek teknoloji ve biyoteknoloji alanında kayda değer bir ivme yakalayacağını düşünüyor.
Oysa bütün bunların dizilişleri, simetrik şekilleri sabit kurallar ve mucizevi ölçülerle belirlenmiştir. Doğadaki altın oran, hatasız bir sistem üzere oluşmuştur. Fersah da, dünyada, canlı ve cansız varlıklarda; ibret verici bir düzen, iltizam, insanoğlunu hayran bırakacak harikalıklar bulundurur. Dünyanın, dünya üzerinde ki canlı ve cansız varlıkların yani tüm kâinat düzeninin oluşumunda görülen altın orandır. Tabiatta bir bütünün parçaları içinde izlenen, asırlardır sanatsal tüm alanlarda uygulanmış, uyum bakımından en olumlu ve geçerli sonuçları ortaya koyduğu sanılan matematiksel bir oran bağıdır.
Tabiatta çarpıcı ve net örneklerine rastlandığı gibi; insanoğlunun bedeninde, deniz kabuklularında ve ağaç dallarında da rastlanır. Örneğin ayçiçeğinin merkezinden dışa, sağdan sola ve soldan sağa doğru tane sayıları altın oranı verir. Buna papatya çeşidini de verebiliriz. Tüm insanların kafatası tam bir oransal dengeye sahiptir. Bir ya da birden fazla saç telinin çıktığı “düğüm yeri” adı verilen bir nokta vardır ki bu noktadan çıkan saç telleri dik şekilde değil; spiral yani bir eğri oluşturarak çıkar. Bu eğrinin açısı da altın oranı verir. Vücudun bir parçası olan kollar dirsek bölgesinden ikiye ayrılır. Bu iki bölüm ayrı ayrı altın oranı verebileceği gibi, kolun tümünün yarısı da kabul görür. Aynı şekilde parmaklar da! Üst boğumunun alt
boğumuna orantısı tamamen oransaldır. Doğada ise tabanının yüksekliğine olan oranıyla Mısır piramitleri en iyi örnek olarak verilir. Üstelik en eski örneklerden
birisidir. Genelde yağışlı havalarda ortaya çıkan salyangozun kabuğu; düzleme
aktarıldığında oluşan dikdörtgenin boyunun enine oranı tam bir sanatsal çalışmadır. Deniz kabuklarında bulunan eğriliğin tanjantı tespit edildiğinde de altın oranı verdiği sonucu ortaya çıkar. Tütün ve Eğrelti Otunda dahi rastlanılan bu oran, aslında en çok Mimar Sinan’la anılır. Eserlerinin çoğunda bu iltizam görülmektedir. Doğadaki altın oran, kristal yapılarda da görülür. Kar taneleri; yakından çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük olmasına rağmen, incelendiğinde altın oranı verir. Bu taneleri meydana getiren uzunlu kısalı dallar, çeşitli uzantıların oranı hep orantısaldır. Kaynak: users.metu.edu.tr
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2018
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
07
ANTIBIYOTIK DIRENÇLI BAKTERILERE KARŞI 40 MILYON DOLARLIK TESIS İrem EKŞİNAR Hindistan merkezli bir küresel ilaç ve biyoteknoloji şirketi olan Wockhardt; ortaya çıkan antibiyotiğe karşı dirençli bakteri tehdidiyle mücadele etmek amacıyla antimikrobiyal ilaçlar geliştirmek için çalışıyor. Şirket, ilaçları üretmek için Dubai’de 40
milyon dolarlık bir üretim tesisi kurdu. Şirket geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı. Dubai’de bulunan en önemli yatırım yerleşim yerlerinden biri olan Jebel Ali Serbest Bölgesi'nde, 10.000 metrekarelik bir tesis açtığını söyledi. Üretim ve Ar-Ge
projesi; aseptik kuru toz ve
dolumun yanı sıra depolama, ürün testi ve ürün stabilitesini de içeriyor. Wockhardt bu tesisi; küresel olarak satışa sunmak ve yeni antibiyotikleri üretmek amacıyla inşa ediyor. Şirket, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) Nitelikli Bulaşıcı Hastalık Programı (QIDP) statüsü verdiği beş yeni ilaca sahip olduğunu dile getirdi. Wockhardt'ın Genel Müdürü Murtaza Khorakiwala; 20 yıl süren bir araştırmanın sonucu olan bu yeni antibiyotiklerin keşfi ve geliştirilmesi için önemli ve yeterli kaynaklara sahip olduklarını belirtti. Bu güne kadar dünya çapındaki tüm sağlık otoriteleri; rutin olarak tedavi edemeyecekleri dirençli bakterilerle mücadele edebilmek için farklı yollar aradı. Son zamanlarda ise artık yeni antibiyotiklere ihtiyaç duyulduğunun alarmını açık bir şekilde dile getirdi. Dünyanın önde gelen ilaç şirketlerinden biri olan Pfizer; bu konuda başı çekiyor. Pfizer; 2016 yılında, antibiyotik portföyü için AstraZeneca'ya 1,5 milyar dolar ödedi ve çok ilaca dirençli bakterileri hedef alan bir antibiyotik Zavicefta'nın hızlı bir şekilde takibini yaptı. Ayrıca, sağlayıcıların ve hatta tüketicilerin kendi alanlarında çalışan patojenleri ve antibiyotik tedavilerini takip etmelerini sağlayan bir veri tabanı ve mobil uygulama geliştirdi. Geçen ay FDA, ilaca dirençli idrar yolu enfeksiyonlarını tedavi etmek için Achaogen’in elde ettiği yüksek güçlü bir antibiyotik olan Zemdri'yi onayladı. İlaç onaylandığında şirketin CEO'su Blake Wise, bir açıklama yaptı. İlacın "Birden fazla antibiyotiğe dirençli enfeksiyona" saldırmasının zor olduğunu ve aslında "güçlü aktiviteyi korumak için" hazırlandığını belirtti. Kaynak fiercepharma.com
08
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
HAVA KİRLİLİĞİNE GÖRE DESEN DEĞİŞTİREN KIYAFETLER Tasarımcı Nikolas Bentel; o bölgedeki karbonmonoksit oranı ile parçacık kirliliğini ölçüp desen değiştiren kıyafetler geliştirdi. İnsanlığın geleceğindeki en büyük sorunlardan birinin hava kirliliği olduğunu düşünen tasarımcı, aktivist yönünü de kullanarak kıyafetler tasarladı. Üründe, mürekkep ve düşük teknoloji içeren hava ölçüm cihazlarını kullandığını ifade ediyor. Üç farklı desene sahip olan kıyafetlerin her biri farklı bir kirlilik değişkenini ele alıyor. Oranları basit dedektörlerle ölçüyor ve eş zamanlı olarak mürekkeple etkileşime girerek farklı desenler ortaya çıkmasını sağlıyor. Tasarımlarının satış fiyatı 500 dolar. “Yolda yürürken kıyafetinizin değiştiğini görmek yeterince ürkütücü olsa da göz ardı ettiğimiz gerçeklerle yüzleşmek için de doğru bir adım” açıklaması yapan Bentel; radyasyonu da tespit eden bir model üzerinde çalıştığını belirtti. Kaynak: aerochromics
MANTAR KÖKLERİNDEN %100 ÇÖZÜNEBİLEN LAMBA Danielle Trofe isimli sanatçı; mantarın bitkisel kısımlarını büyüterek doğada %100 çözünebilen şık lambalar tasarlıyor. Trofe, üretim konusuna yaklaşımı değiştirmek yerine endüstriyel üretimi tamamen ortadan kaldırmak istiyor. Zirai yöntemlerle büyüttüğü mantar görünümündeki lambalardan oluşan MushLume koleksiyonu; özel olarak yapılan kalıplarla oluşuyor. Zirai yan ürünler ile mantarın bitkisel kısımları kalıba ekleniyor ve bir süre bekletiliyor. Bir bitki gibi büyüyen ve toprakta tamamen çözünebilen bu lamba saksılar; aynı zamanda şık görüntüsüyle de dekoratif kaygılara yanıt veriyor. Trofe; yaklaşık 4 milyon yıldır varlığını sürdüren, doğada bulunan modelleri inceleyip taklit eden ve insanların problemlerine çözüm bulmayı amaçlayan bilim dalı “Biomimikri” ile ilgileniyor. Bu sayede de çevreyle dost, biyolojik tasarımlı mantar lambalar üreterek dekorasyon anlayışını doğal bir boyuta taşıdığını düşünüyor.
Eylül - Ekim
www.biomedya.com
2018
PARKİNSON HASTALARINA LAZER AYAKKABI Teknolojinin insanlara yardımcı olduğu pek çok alan var ama ayakkabılara lazer takmanın bunlardan birisi olmasını kimse beklemiyordu. Lazerli ayakkabılar; şaşırtıcı bir şekilde Parkinson hastalarının normal yürümesine yardımcı olabiliyor. Twente Üniversitesi’nden Murielle Ferraye; her birinde birer adet lazer projeksiyon cihazı bulunan ayakkabılar geliştirdi. Bu ayakkabıları giyen kişinin ayak parmaklarının yaklaşık 45 cm önüne, bir çizgi yansıyor. Kullanıcı adımlarını bu çizgiye doğru atabiliyor. Ayakkabı hareket halindeyken lazer kapanıyor. Sadece ayaklar sabit bir şekilde durduğunda çizgi ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde “Neurology” adlı bilimsel dergide yayımlanan çalışmaya göre; 21 adet Parkinson hastasında denenen ayakkabının yürüyüş donmalarını ve yaşanan donmaların süresini yarıya indirdiği görüldü. Kaynak: Tech Crunch
Kaynak: ecovativedesign
OKYANUSTAKİ PLASTİK ATIKLARDAN ÜRETİLEN TUĞLA Amerika merkezli bu girişim, okyanustan toplanan plastik atıkları değerlendirmek için bir teknoloji geliştirdi ve geri dönüştürülen okyanus plastiklerinden dayanıklı tuğlalar oluşturmaya başladı. Yeni Zelandalı mühendis Peter Lewis’in dâhiyane fikriyle ortaya çıkan RePlast teknolojisi, modüler bir platformun plastik atıkları sıkıştırarak farklı şekillerde ve yoğunluklarda bloklar haline getirmesi prensibiyle çalışıyor. Sistem; taşınabiliyor, elektrikle veya yakıtla çalışabiliyor, plastiklerin ayrıştırılmasına ya da yıkanmasına gerek kalmıyor. Üretici firmanın verdiği bilgilere göre; tuğlalar %95 karbon nötr yani zehirsiz bir üretim aşamasından geçiyor. Tuğlaları oluştururken yapıştırıcı ara bir maddeye ihtiyaç olmadığı için sürdürülebilir yapı malzemeleri alanında yeni bir kapı açan RePlast, çevre dostu projelerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlayacak. Şimdiye kadar okyanustan çıkarılan plastiklerden yapılan tuğlalar ile duvar ve yol bariyerleri inşa edildi. Ancak, şirketin aklında hayata geçirmek istediği daha büyük projeler var. Kaynak: byfusion
YAPAY ZEKÂ SAYESİNDE UZAYDA GARİP IŞIKLAR KEŞFEDİLDİ! Kâinatın hala çözülmemiş birçok gizemi var. Biz de bütün evrende nokta kadar yer kaplamayan insanlar olarak, bu sırlardan bir tanesini daha çözmüş olabiliriz! Kaliforniya Üniversitesi Berkeley SETI Araştırma Merkezi'ndeki bilim insanları, yapay zekânın (AI) 2017 yılına ait bir hızlı radyo patlaması (fast radio burst FRB) keşfettiğini ortaya çıkardı. Bu anlık patlamaların milyonlarca yıldızdan daha güçlü olduğu belirtilirken, sebebi hakkında herhangi bir bilgi verilmedi. Bunun üzerine oluşturulan yapay zeka destekli yeni analiz, önceki taramalardan en az 3 kat daha fazla FRB'yi içeriyor. Her ne kadar bu durum kendi başına etkileyici olsa da, FRB 121102'nin (ya da herhangi başka bir FRB'nin) ortaya çıkış sebebi hala bilinmiyor. Bazı araştırmacılar
bunun süpernovalar ya da pulsarlarla (ekseninde dönen nötron yıldızları) ilgili olduğunu düşünürken, bazıları da dünya dışı varlıklarla alakalı olduğunu söylüyor. SETI Araştırma Merkezi'nin de konuyla ilgilenmesinin asıl nedeni bu ikinci ihtimal. Söz konusu veriler Batı Virginia'daki Green Bank Teleskobu'ndan gelirken, Ağustos 2017'de incelediği olay FRB 121102 adıyla anılıyor. FRB 121102, Dünya'dan 3 milyar ışık yılı uzaklıkta bulunan cüce bir galaksiden geliyor ve bu astronomiyle ilgilenenler için oldukça önemli bir konu. Çünkü sürekli tekrar eden hızlı radyo patlaması sunan tek "obje". FRB'lerin 2007'deki keşiflerinden beri sadece tek sefer ışık yaydıkları düşünülüyordu. FRB 121102'nin o güne ait analizleri 21 FRB'yi göstermişken, bu
gerçekte olanın sadece ufak bir kısmını da yansıtıyor olabilir. Doktora öğrencisi Gerry Zhang liderliğindeki SETI araştırmacıları, teleskoplarla toplanan veri setlerinde hızlı radyo patlamalarını (FRB) algılamak için Evrişimsel Sinir Ağları (convolutional neural network - CNN ya da ConvNet olarak da bilinir) kullandılar. Ekip; buna "Breakthrough Listen Projesi" adını verirken yapılan iş, teknik açıdan bakıldığında fotoğraftaki kişinin kim olduğunu anlamak için kullanılan basit bir sinir ağından çok da farklı değil. Şöyle oluyor; Ekip; sinir ağına FRB'lerin nasıl gözüktüğünü öğrettikten sonra, sinir ağı gerekli değerlendirmeleri yapmaya
başlıyor. Breakthrough Listen Projesi de; Green Bank Teleskobu'ndan gelen ve içinde 21 FRB'yi de içeren 400 terabaytlık veriyi işlediğinde yapay zekâ o gün 72 farklı ufak patlama keşfediyor. Yani FRB 121102'den bir günde algılanan radyo patlaması sayısı toplam 93 oluyor. FRB aktivitesinin daha iyi bir şekilde hesaplanması, gelecekte astronomların sinyalleri açıklamak için modeller geliştirmelerine yardımcı olacak. Breakthrough Listen Projesi gibi teknolojiler ise, diğer FRB'lerin daha önce tespit etmediğimiz şekillerde tekrarladığını bile bizlere gösterebilir. Kaynak extremetech.com
10
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
Eylül - Ekim
YOKSA BEŞİNCİ BİR TEMEL KUVVET Mİ VAR? Bir parçacık deneyinin sonuçları fizikçiler arasında tartışma yarattı. Eğer bu tahmin doğru çıkarsa, evrenle ilgili anlayışımız tamamen değişebilir. Radyoaktif berilyumun parçalanması sırasında keşfedilen anomali, bazı araştırmacılara göre evrende henüz bilinmeyen beşinci bir kuvvete işaret ediyor olabilir. Bilim insanları, “Karanlık Bozon”un varlığının mümkün olabileceğini düşünüyorlar. Tartışma, Macar araştırmacılarının berilyum 8’in radyoaktif bozunumu sırasında oluşan parçacıkların incelenmesine dayanan deneyleriyle başladı. Araştırmanın amacı, Karanlık Madde’de “zayıf etkileşimli ağır parçacıklarla” (WIMP /Weakly Interacting Massive Particles) birlikte Karanlık Madde’nin olası bir parçacığı kabul edilen “Karanlık Fotonlarla” ilgili ipuçları bulmaktı. Fakat araştırmacılar bunun yerine bilinmeyen diğer bir parçacığa işaret eden bir anomali keşfettiler. Aşağı yukarı her milyonda bir bozunumda, foton tarafından üretilen elektron ve pozitron aynı yöne doğru değil zıt yönlere doğru vınlıyor. Bu gözlemlerden yola çıkan araştırmacılar; bozunum sırasında yaklaşık olarak bir elektronun 30 misli kütlesine sahip bilinmeyen bir parçacık oluştuğu sonucuna vardılar. Ama burada söz konusu olan; “Bir madde parçacığı mı yoksa kuvvet taşıyan parçacık mı?” sorusunun cevabı netleşmedi. Bu konuya açıklık getirmek isteyen Kaliforniya Üniversitesi araştırmacılarından Jonathon Feng; Macar fizikçilerinin ve daha önceki benzer deneylerin verilerini inceledi. Sonuç olarak da; bozunum verilerindeki anomalinin,
gerçekten de bilinmeyen bir parçacığı işaret edebileceğini gözlemledi. Ancak bu durumda Feng’in teorisi bir adım daha ileriye gidiyor. Yani fenomenin arkasında yepyeni bir gösterge bozonun varlığını tahmin ediliyor. Fiziğin standart modeline, bu kuvvet parçacıkları evrendeki dört temel (zayıf ve kuvvetli çekirdek kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve kütle çekimi) kuvvetin bağlayıcılarıdır. Örneğin bir fotondaki kuarklar, gluonlar tarafından bir arada tutulur; fotonlar da elektromanyetik kuvvetin aktarıcıları olur. Ancak çekim kuvvetinin taşıyıcı parçacıkları şimdiye dek tamamen varsayımsaldır. Feng ve ekibinin görüşüne göre; Macarların potansiyel parçacıkları diğer bir ileti parçacığı olabilir. Çünkü analizlerine göre veriler, ne bir madde parçacığıyla ne de hipotetik “karanlık fotonla” örtüşmüyor. Bunun yerine araştırmacılar; “Bir gösterge bozonunun varlığı, beşinci bir temel kuvvet olarak açıklanabilir” diyor. Diğer bir temel kuvvetle ilgili fikir aslında yeni değil. Fizikçiler uzun bir süredir, karanlık maddenin kendi içindeki bir kuvvetten etkilenebiliyor olabileceği üzerinde tartışıyor. Feng ve ekibi, bozondaki bozunum verilerinde bulunan anomalinin tam olarak beşinci temel kuvvete işaret ettiğinin mümkün olduğu kanısında. Yani karanlık maddenin parçaları, “karanlık bozonlardan” birini değiştirerek birbirleriyle etkileşime girebilirler.
Bozunum verilerinden anlaşıldığı üzere, bu bozon normal maddeyle çok kısıtlı olarak etkileşebilir. Buna göre protonlar üzerinde etkisi olmamasına rağmen elektronlar ve nötronlar üzerinde - her ne kadar çok küçük mesafede olsa bile - etkili olabilir. Ve eğer bu gerçekse; beşinci temel kuvvetin keşfi, evrenle ilgili anlayışımızı tamamen değiştirebilir. Bununla birlikte beşinci bir temel kuvvet ve bozonu için hâlihazırdaki veri tabanı günümüzde oldukça zayıf. Deneyde bir hata olabilir ya da bugüne dek hiç bilinmeyen nükleer fiziksel bir etki olabileceği konuşuluyor. Fakat olayın iyi tarafına bakarsak, söz konusu anomalinin diğer deneylerle kolayca kontrol edilebileceği söylenebilir. Sonuçta potansiyel parçacık, elektronun 30 misli kütlesiyle pek de ağır sayılmaz ve birçok laboratuvarda kanıtlanabilir. Bazı araştırma grupları bu konuda çalışmaya başlamışlar bile. O halde bu parçacık niçin daha önce saptanamadı? Feng; bunu bozonun normal maddeyle etkileşiminin zayıf olmasına bağlıyor. Sadece belli başlı partiküller, belli başlı koşullarda etkilendikleri için bu sinyal uğultuların arasında kaybolup gidiyor. Fizikçiler, yine de arayışların önümüzdeki iki yıl içinde kesin sonuçlar vereceğinden eminler. “Karanlık madde” üzerinde etkili olan bir beşinci bir temel kuvvetin gerçekten de var olup olmadığı da o zaman anlaşılacak. Kaynak sciencealert.com
www.biomedya.com
2018
İLAÇ DEVI GLAXO, DNA TEST ŞIRKETI 23ANDME ILE BIRLIKTE ÇALIŞIYOR! Zeynep Aleyna KAHRAMAN GlaxoSmithKline; genetik test şirketi 23andMe'nin 5 milyon müşterisinden alınan DNA test sonuçlarını, yeni ilaçlarının tasarlanmasında kullanılacak. Ortaklığın bir parçası olarak şirket, 23andMe tarafından paylaşılan DNA test kitlerini alan milyonlarca insanın gönüllü olarak paylaştığı genetik verilerine göz atabilecek. Glaxo, bu konuyla ilişkili 23andMe şirketine 300 milyon dolarlık yatırım yaptı. Aynı zamanda şirketle, Glaxo'ya ilaç geliştirebilmesi ve DNA test analizi yapabilmesi için iş birliği oluşturma hakkı veren dört yıllık bir anlaşma imzalandı. 23andMe; müşterilerine bilimsel araştırmaya katılmak isteyip istemediğini soruyor ve dilediği zaman iptal edebilme imkânı sunuyor. Bu verilere dayanan ilk proje insanları, Parkinson hastalığına neden olan LRRK2 genini taşıyacak olanlar… Geçen yıl Gıda ve İlaç İdaresi; şirketin müşterilere genetik riskleri hakkında on farklı hastalık ve belli oranda bilgi vermeyi vaat eden açık pazar test yapmak istemesine onay verdi. Mart ayında da, insanlara BRCA1 ve BRCA2 genine dayanan meme kanseri risklerini ortaya koyabilecek başka bir test için de onay aldı. Kaynaklar geneticsandsociety.org
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2018
KAYBOLAN GİZEMLİ BEYİN HÜCRELERİ Aslı Nur AKAYDIN
Gelişim Sırasında Ortadan Kaybolan Gizemli Beyin Hücreleri Aslında Yok Olmuyorlar! Bebekler rahimde gelişirken, beyinlerinde “alt tabaka nöronlar” adı verilen beyin hücreleri açığa çıkar. Gizemli bir şekilde, bu nöronlar doğum sonrası gelişim döneminde ortadan kaybolurlar. En azından, bilim insanları böyle düşünüyordu. Şimdi ise araştırmacılar, bu sinsi hücreleri ilk kez yetişkin beyinlerinde tespit ettiler. Gelişim sırasındaki belli zamanlarda, alt tabaka bölge fetüs beynindeki en büyük alanlardan biridir ancak doğumdan sonra bir noktada “alt tabaka nöronlar”ın yok oldukları genel olarak kabul görmekteydi. Buna karşın, yakın zamanda araştırmacılar bu ortadan kaybolan hücrelerin otizmle bağlantılı bağlı nöronlarla genetik açıdan benzer olduklarını keşfettiler. Bu da araştırmacıların “alt tabaka nöronlar”ın gerçekten de yok olup olmadıklarını merak etmeye itti. Bu nedenle Rockefeller Üniversitesi’nden bilim insanlarının yönetiminde ki araştırmacılar, bunu kendilerine bir vazife olarak gördü. Bulgularını Cell Stem Cell’de yayınlayan ekip “alt tabaka nöronlar”ın öylece ortadan kaybolmadıklarını; bunun yerine hafıza, düşünme, dil ve bilinç durumuyla birlikte başka şeylerle de ilişkili olduğunu, beynin önemli bir bölgesi olan serebral korteksin bir parçası haline geldiğini keşfettiler. Ali H. Brivanlou bir açıklamasında; “Alt tabaka ile alakalı anlayış, onların yayıldıkları ve daha sonra da alt tabaka hücrelerinin öylece öldükleri yönündeydi” dedi. Ve şöyle devam etti; “Ama bir hipotez attık ortaya; ya bu alt tabaka hücreleri ölmüyorlarsa? Ya sadece korteksin başka bir seviyesine hareket ediyorlar ya da korteksin bir parçası oluyorlarsa?” Ekip, gelişimin çeşitli noktalarındaki beyin hücrelerini inceledi ve PRDM8 isimli bir proteini fark etti. Bu proteini gözlemlemek önemliydi çünkü normalde bu protein yeni bir konuma göç eden nöronlarda ifade edilir ve hücrelerin beynin kortikal düzlemine hareket etmesine yardım ederdi. Daha
sonra, laboratuvarda üretilen “alt tabaka nöronlar”ın, orijinal pozisyonlarından göçüyor gibi oldukları görülürken; kök hücrelerden oluşan alt tabaka benzeri nöronların da PRDM8 içerdiğini buldular. Bu sebeple araştırmacılar, “alt tabaka nöronlar”ın ölmek yerine sadece hareket ediyor olmaları gerektiğini fark ettiler. “ALT TABAKA NÖRONLAR” ORIJINAL POZISYONLARINDAN GIZLICE UZAKLAŞIYOR! Rockfeller Üniversitesi araştırmacıları; sadece hücrelerin hayatta kalıp hareket ettiklerini bulmakla kalmayıp, aynı zamanda onların olgunlaşıp serebral korteksin derinlerinde bulunan bazı farklı tiplerdeki “derin izdüşüm nöronlar”a (deep projection neurons) dönüştüğünü keşfettiler. Ekip ayrıca, hangi türdeki izdüşüm nöronlarının üretilebileceğini ve değiştirilebileceğini fark ettiler. Hücre göçü gibi olayların düzenlenmesinde görev alan WNT sinyalizasyonunda değişiklik yaparak, kortekse uygun olan izdüşüm nöronlardan ya da başka bir yerde bulunan izdüşüm nöronlardan üretebildiler. İzdüşüm nöronlarını daha iyi anlamak ve onları manipüle etmenin yollarını bulmak önemli çünkü bu hücrelerde olan sorunlar otizm gibi hastalıklarla bağlantılı. Başyazar Zeeshan Ozair; “Otizmle alakalı birçok gen ilk olarak alt tabakada ifade ediliyor ve eğer alt tabaka nöronlar ölmeyip korteksin bir parçası oluyorlarsa bu mutasyonları beraberlerinde getiriyor." açıklamasını yaptı. Bu sonuçlarla; beyinde derin izdüşüm nöronlarını öldüren Alzheimer, Hungtinton ve amiyotrofik lateral skleroz (ALS) gibi hastalıkların tedavisinde yeni yollar bulunabilecek. Çeviri: iflscience.com
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
11
12
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
B I YO T E K N O L OJ I , YA Ş A M B I L I M L E R I V E E N D Ü S T R I L E R I F UA R I
Eylül - Ekim
2018
www.biomedya.com
Dünya Ekonomik Forumu'na göre önümüzdeki 7 yıl içinde makineler ve otomatik yazılımlar iş yerlerindeki işlerin yarısını yapıyor hale gelecek.
2025’TE İŞİMİZİN YARISINI ROBOTLAR YAPACAK! Ancak yapay zekâ; robotik ve kişiye özel ilaçlar, ortadan kaldırdıkları işlerden daha fazlasını sunacağı için işsizlik önemli bir sorun teşkil etmeyecek.
18-20 NİSAN 2019 ICEC – LÜTFI KIRDAR ISTANBUL w w w.expobiotecnica.com
Destekleri ile:
BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) DENETİMİNDE DÜZENLENMEKTEDİR.
12 farklı endüstriden yöneticiler ve uzmanlarla yapılan araştırmaya göre “dördüncü endüstriyel devrim” olarak adlandırılan bu gelişmeler; 75 milyon kişiyi işinden ederken 133 milyon yeni iş yaratacak. WEF Yeni Ekonomi ve Toplum Merkezi Başkanı Saadia Zahidi; şirketlerin çalışanlarının eğitimine ve yeni işlere hazırlanmasına devam etme konusunda etik ve ekonomik mecburiyeti bulunduğunu, ileriye yönelik yaklaşımlar olmazsa işletmelerin zararlı çıkacağını söyledi. Yeni teknoloji raporu; akademisyenlerin ve danışma şirketlerinin çalışanlara yönelik etkilerini belirlemek için yaptığı çalışmaların sonuncusu niteliğinde. Önceki çalışmalar da, otomasyonun birçok işi yok edeceğini öngörüyordu. Ancak yeni araştırma; işsiz kalma oranlarının farklı araştırma gruplarına göre çok büyük farklılıklar gösterdiğini ortaya koydu. Bank of England tarafından 2015’te yapılan bir çalışmanın sonucunda; ABD’de 80 milyon, Birleşik Krallık’ta 15 milyon kişinin 2035’e kadar işini kaybedeceği belirtilmişti. McKinsey tarafından yayımlanan bu yeni rapora göre ise; 2030 yılında yeni teknolojiler tarafından oluşturulan iş imkânları ile bu teknolojilerin yok ettiği iş olanakları eşit olacak. En son analizde; WEF otomasyonun
etkisinin farklı endüstrilerde çok temel farklılıklara sebep olabileceğini ve tahmin edilen iş kayıplarının madencilik, tüketim ve bilgi teknolojileri şirketlerinde en ağır şekilde görüleceğini belirtiyor. Profesyonel hizmet şirketlerinde ise iş kaybı daha az olacak. Şirketlerin eğitim programları yeterli değil! Şirketler, artık sözleşmeli çalışmaya ve serbest çalışan elemanlara yöneldikçe birçok yeni iş de geçmişe göre daha az güvenli hale geliyor. Ayrıca gelecekte çalışanların sahip olması beklenecek yeteneklerle günümüzdeki çalışanların yetenekleri arasında ciddi bir fark olduğu da belirtiliyor. Büyük şirketlerdeki çalışanların yarısından fazlası, dijital teknoloji tarafından yaratılan yeni fırsatlardan yararlanmak için yeniden eğitim görmeli. Ancak şirketlerin sadece yarısı mevcut çalışanlarını kilit roller için yeniden eğitiyor ve sadece üçte biri risk altındaki çalışanlarını eğitme planları olduğunu söylüyor. WEF rapordaki öngörülerin; 20 farklı ülkeden 300 global şirketin yöneticileri, strateji müdürleri ve insan kaynakları uzmanları tarafından verilen bilgilere dayandığını söylüyor. Bu şirketlerin toplamda 15 milyondan fazla çalışanı bulunduğu ve ekonomilerinin küresel gayrisafi yurt içi hasılat toplamının yüzde 70’ini oluşturduğu belirtiliyor. Kaynak: Fortune
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2018
13
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
LABORATUVARDA BEYİN ÜRETMEK! Kulağa Dr. Frankenstein’nın bile kıskanacağı bir şey gibi gelebilir ama bilim insanları artık bir kap içerisinde “beyin” üretebiliyor. Bu teknik, bulgularını Nature dergisinde yayınlayan Madaline Lancaster ve arkadaşları tarafından 2013 yılında geliştirildi. Araştırmacılar, diğer hücre tiplerine dönüşme kapasitesi olan insan kök hücresi ile işe başladı. Bu hücrelerin kendilerini yenileyebiliyor olması; onların farklı bir hücre tipine dönüşmeden bölünebildikleri anlamına geliyor. Bu özellik de araştırmacıların, kök hücre kültürlerini petri kabında üretebilmesine olanak sağlıyor. Bilim insanları, bu hücrelerin nöronlara dönüşmesini uyarmak için tam da doğru olan besin kokteylini ilave ediyor. Bu da; moleküller hücrenin nörona dönüşmesini uyaran hücre içi sinyal iletim yollarını etkinleştiriyor. Daha sonra bir iskelet içerisindeki bu hücreler, dönen bir hazneye inkube ediliyor. Bu haznenin işlevi besin emilimini kolaylaştırmak. Hücreler 8-10 güne kadar, nöral hücreler formuna geliyor ve 1-2 aya kadar neredeyse bir bezelye tanesi büyüklüğündeki serebral organoidlere
dönüşüyor. Serebral organoidler, kültürde üretilmiş sıradan hücrelerin aksine kendilerini “deney kabındaki beyinler” olarak adlandırabileceğimiz noktaya getiren birçok özellik sergiliyor. Gerçek bir insan beyni gibi, serebral organoidlerdeki nöronlar da kendilerini beynin spesifik özelliklerine sahip farklı bölgeleri olarak organize ediyor. Bu bölgeler ön beyin, arka beyin, retina ve diğer nöral doku tiplerinin yapısını kazanabilir. Gerçek dokuda olduğu gibi, farklı nöron tipleri kendi bölgesini oluşturabilir ve farklı bölgedeki bu nöronlar birbiriyle iletişim kurmak için bağlantı oluşturabilirler. “Ancak, organoidler giderek daha karmaşık hale geliyor ve bu bazı endişelere neden oluyor”
Bu tekniğin insan hastalıkları araştırmalarında yararlı olup olmadığını test etmek için; mikrosefalisi olan bir hastadan serebral organoid üretildi. Bu bozuklukta beyin, anormal derecede küçük olur ve tipik olarak bilişsel sorunlar eşlik eder. Bu hastadan üretilen organoidin aynı yaştaki kontrol grubundan üretilen organoidden daha küçük bulunması araştırmacıları memnun etti. Bu iki mini beyinin karşılaştırılmasında, hastadan üretilen organoidin kontrol grubundan alınandan daha az organize olduğu ve nöral kök hücrelerin hücre döngüsünden çok daha erken çıktıkları -bunun anlamı artık sayısını arttırmak için bölünemeyecek olmasıdır- gözlemlendi. Başka bilim insanları da artık insan sağlığını tehdit eden diğer hastalıklara çözüm bulmak için serebral organoidleri kullanıyor. (Zika virüsünün neden olduğu mikrosefali gibi.)
giderek daha karmaşık hale geliyor ve bu bazı endişelere neden oluyor. Geçtiğimiz aylarda, 17 önemli sinirbilimci Nature’da gelecekte sorun olabilecek konular hakkında bir tenkit yayınladı. Eleştiriler arasında kültürde üretilmiş beyinlerin ne kadar “hissedebilir” olduklarının incelenmesi gerektiği var. Bu durumda çıkan sonuç; daha fazla insana benzeyecek “hayvaninsan” kimeralarının yapılmasının riski olduğu. Kulağa bilim kurgu gibi gelse de, araştırmacılar insanlardan üretilen serebral organoidlerin kemirgen beyine yerleştirildiğinde başarılı olduğunu açıkladı. Demek oluyor ki; etik sorunlar, dikiz aynasında görünenden daha yakın yakın. Kaynak ncbi.nlm.nih.gov
“Deney kabındaki beyinler” biyoetik ile uğraşan araştırmacılar arasında bazı tartışmalara neden oldu. Şu anda organoidler, bir insan beyninin çok basit modelleri ve neredeyse 9 haftalık bir fetüsünkiyle aynı. Ancak, organoidler
laboratuvarınızdaki çözüm ortağınız . İşletme Kimyasalları · Analitik Kimyasallar · Laboratuvar Sarf Malzemeleri ve Teçhizatları · Kalite Kontrol ve Laboratuvar Cihazları · İş Güvenliği Malzemeleri . Methenamine for Timed Burning Tablet (zamanlı yanma test tableti) Mahmutbey Mahallesi 2450. Sok. 29. Ada No:101 İSTOÇ - BAĞCILAR / İSTANBUL
0(212) 659 61 95 - 659 61 96 0(212) 659 61 97
TROFLAB Laboratuvar Ürünleri San.Ve Tic.Ltd.Şti
www.troflab.com.tr | info@troflab.com.tr
14
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
BİYOTEKNOLOJİYE HAZIR MIYIZ?
Genetik bilimi geliştikçe, bilim insanlarının canlılar üzerinde yapabileceği değişikliklerin sayısı da artıyor. Bu değişiklikler insan yaşamını daha kolay hale getirme, diğer canlıları koruma ve genel olarak çevresel sorunları önleme gibi amaçlara hizmet ediyor. Ancak bu kadar büyük bir gücün denetim altına alınması şart. Yoksa istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Biyoteknoloji kelimesini duyduğunuzda en başta “genetiği değiştirilmiş bakteriler” aklınıza gelmiştir muhtemelen. Evet, aslında öyle! Ancak bakteri dediğimizde aklınıza kirlilik ya da hastalık geliyorsa daha detaylı okumaya başlayabilirsiniz. Bilim insanları bakterileri bize karşı değil, bizim yararımıza kullanmanın yollarını araştırıyor. Bazı şirketler için bakteriler, ilaç geliştirmede yeni bir yöntem niteliği taşıyor. Yani belirli bir amaç doğrultusunda üretilmiş olanlar, vücutta tümörlerle ve iltihaplarla savaşarak; kanser, şeker ve obezite gibi hastalıkların tedavisinde kullanılabilir. Bir diğeri genetiği değiştilmiş organizmalar ise hayvanlar ve yiyecekler. Kesinlikle kullanım alanları ve yiyecek olarak satılması üzerinde çalışılması ve düzenleme yapılması gereken bir alan. Özellikle laboratuvarda üretilen etler merak konusu. Ne yani, bu etleri kasaptan satın almamız mümkün olacak mı? Karanlıkta parlayan bitkileri, parfümlü yosunları, her zaman açan çiçekleri de
unutmamak lazım. Bitkiler sadece besin değerlerinin ya da raf ömrünün artırılması için düzenlenmiyor. Mesela şehirlerdeki hava kalitesini artırmak için hoş kokulu yosunlar üretiliyor.
Parlayan bitkiler ya da uzun ömürlü çiçekler de geliştirilen diğer ürünler arasında. Bu ürünlerin insanlara karşı bir zararı olabileceği düşünülmüyor ancak doğal ekosistemi bozabilecekleri için denetlenmeleri gerekiyor. Gen yönetimine de kısaca değinecek olursak; yapılan en kapsamlı çalışmalardan birisi sadece bireysel olarak hayvanların değil, bir türün genlerini tamamen değiştirmek üzere yeni nesillere aktarılacak genetik farklılık üretmek… Bu çalışma özellikle sıtma gibi hastalıkları yayan hayvanların genlerini değiştirerek hastalığın önüne geçmeye dayanıyor. “Gelecekte, biyoteknolojik gelişmeler hayatımızda neleri değiştirecek?” sorusunun yanıtını hep birlikte göreceğiz ama bu alandaki sonuçlar iki önemli faktöre bağlı olacak gibi görünüyor. Birincisi geliştirilecek olgunun ihtiyaç duyulması, ikincisi ise bilim insanlarının hayal dünyası… Kaynak: ZDNet
Eylül - Ekim
www.biomedya.com
2018
BİLİM İNSANLARI “ZAMAN KRİSTALLERİ” OLUŞTURMAYI BAŞARDI! Nasıl ki normal kristaller kendi yapılarını belirli uzaysal aralıklarla düzenli bir şekilde tekrar ediyorsa, aynı şekilde bahsi geçen zaman kristalleri de yapılarını belirli zaman aralıkları içinde tekrar ediyor. Physical Review Letters’da yayınlanan makale de konuyla ilgili bazı bilgiler var. Norman YAO liderliğindeki araştırma ekibi, zaman kristallerinin nasıl oluştuğundan ve özelliklerinin nasıl ölçüldüğünden bahsediyor. Sayfanın tamamını siyah yapıp bu görselle bütünleştirebiliriz. İlk olarak zaman kristalleri birkaç ay önce keşfedildi. Maryland Üniversitesi’ndeki araştırmacılar; 10 iterbiyum atomundan oluşan bir diziyi birkaç kez iki farklı lazerin etkisi altında bırakıp, denge dışında tuttular. Materyalin kendisi denge dışında olsa dahi, dizinin belirli aralıklarla kararlı olduğunu gözlemlediler. Bu çalışma; elmas gibi hareketsiz, dengede ve kararlı olamayan yeni çeşit materyallerin geliştirilmesi yolunda önemli bir başlangıç olarak görülüyor. Bilim insanları bu durum hakkında şöyle bir açıklama yaptı; “Eğer bir jöle tatlısını titrettiğinizde farklı bir periyotta bir tepki verseydi, çok garip olmaz mıydı? İşte bu özellik zaman kristalinin özüdür.
‘T’ periyoduna sahip bir harekete, ‘T’ den daha büyük periyoda sahip olan bir salınım ile tepki veriyor.” İterbiyum, dizisi oluşturulmuş zaman kristallerinden sadece bir tanesi. Geçtiğimiz günlerde Harvard’da başka bir düzenek daha yapıldı ve Norman YAO; ikisinde de grubun bir parçasıydı. Bu yeni materyalin yapısı incelemeye alındı ancak sonuçlar henüz yayınlanmadı. Konuyla ilişkili YAO; “Bu maddenin yeni bir hali ve gerçekten dengesiz bir madde olduğu için çok ilginç. Son yarım yüzyılda metaller ve yalıtkanlar gibi sadece dengedeki maddeleri keşfediyorduk. Şimdi ise, dengesiz maddelerle dolu yepyeni bir yer keşfetmeye başlıyoruz” açıklamasını yaptı. Daha önce 2012 yılında Nobel Ödüllü Frank WİLCTEK tarafından öne sürülen “Zaman kristalleri” fikri, şimdilik herhangi bir kullanış alanı olmasa da ileride kuantum bilgisayarlarda kullanılabileceği düşünülüyor. Kaynaklar iflscience.com fizikist.com
www.biomedya.com
Eylül - Ekim
2018
BİYOTEKNOLOJİ VE YAŞAM BİLİMLERİ GAZETESİ
OBEZITENIN GRIP BULAŞMASINDAKI ROLÜ Obezitenin grip üzerindeki bilinen etkilerine ek olarak Michigan Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu araştırmacıları yeni bilgiler elde ettiler. Çıkan sonuç: obezitenin grip virüsünün bulaşmasında önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Bu bulgular, The Journal of Infectious Diseases Dergisinde “Obezite Yetişkinlerde Grip A Virüsünün Yayılma Süresini Arttırıyor” başlıklı makalede yayınlandı. Grip ile enfekte olmuş obez yetişkinler, obez olmayan yetişkinlere göre daha uzun süre virüsü taşıyor ve böylece enfeksiyonların başkalarına yayılma olasılığını da arttırabiliyor. Nikaragua’daki 320 haneden (yaklaşık 1800 kişiden) toplanan verileri kullanan Michigan Üniversitesi araştırmacıları, obezitenin 2015’ten 2017’ye kadar üç grip mevsimi boyunca viral yayılma süresi üzerindeki etkisini araştırdı. Araştırmacılar, grip semptomları ve laboratuvarda doğrulanmış grip hastalığına sahip obez
yetişkinlerin; grip olan yetişkinlere göre %42 daha uzun süre grip A virüsü taşıdığını belirtti. Üstelik sadece hafif derecede hasta olan ya da semptomları olmayan grip hastalığına yakalanmış obez kişiler arasında fark daha da artış gösteriyor. Bu obez yetişkinler, grip A virüsünü obez olmayan yetişkinlere göre %104 daha uzun süre taşıyor. Michigan Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu’nda epidemiyoloji profesörü Dr. Aubree Gordon; “Bu, obezitenin hastalık şiddetini daha fazla etkileyebileceğinin ilk kanıtıdır ve obezite doğrudan bulaşmayı da etkileyebilir” diyor.
15
Zeynep KILINÇ
Viral yayılma süresi, grip virüsü RNA’sının varlığını saptayan ancak virüslerin bulaşıcı olup olmadığını göstermeyen; burun ve boğaz numunelerinin testi ile belirlenmiş. Şu anda devam etmekte olan ek araştırmalar, grip virüsünün uzun süreler boyunca obez bireyler tarafından taşınmasının gerçekten de bulaşıcı olup olmadığını ve hastalığın başkalarına ne derecede yayılabileceğini belirlemeye yardımcı olacak.
Jude Çocuk Araştırma Hastanesi Müdür
Ek olarak; viral yayılma süresinde görülen farklılıklar, insanda epidemiye neden olabilen iki tür grip virüsünden biri olan grip A virüsleriyle sınırlıydı. Michigan araştırmacıları, yetişkinlerde daha az ciddi hastalığa neden olan ve pandemiye neden olmayan B virüsünün; obezite ile arasında hiçbir ilişki bulamadı. Ayrıca çalışmaya dahil edilen çocuklarda, obezitenin viral yayılma süresini etkilemediği görüldü.
“Özellikle aşırı kilolu ve obez kişilerde,
Dünya çapında artan obezite ile ilgili yapılan çalışmalarla desteklenen yeni bulgular, obezitenin grip bulaşmasında giderek daha önemli bir rol oynayabileceğini göstermektedir. St.
de azaltacak mı?” sorusunu gündeme
Yardımcısı Stacey Schultz-Cherry’nin Dünya Sağlık Örgütüyle iş birliği içerisinde yürüttüğü, The Journal of Infectious Diseases Dergisinde yayınlanan yeni çalışmasında; bazı popülasyonlarda gribin yayılması için artan fırsatlar da dâhil olmak üzere hayvanlarda ve kuşlarda grip ekolojisinin potansiyel halk sağlığı etkilerine dikkat çekti. Dr. Schultz-Cherry çalışmasında şu hususlara değindi; bu popülasyonlardaki zayıf aşı tepkisi nedeniyle grip hastalığını önlemek ve kontrol etmek için etkili stratejiler geliştirmek daha önemlidir. Evrensel bir grip aşısının geliştirilmesine odaklanılarak gripten daha iyi korunma mümkün olabilir.” Bu yaklaşımlar; “Sadece hedef popülasyonu korumakla kalmayacak aynı zamanda viral yayılma süresini getiriyor. Kaynak genengnews.com
Mikroskopinin renkli dünyasında Etkin ve tekrarlanabilir sonuçlar, Çalışan ve çevre için maksimum güvenlik… Bakteriyoloji – hızlı, spesifik ve hassas
Kullanımı kolay kit ve solüsyonlarımızı keşfedin.
Hematoloji – hızlı ve güvenilir
Parlak ve uzun süre stabil kalabilen görüntü elde etmenin keyfini sürün.
CertIstaIn®– standart kuru boyalar Garantili boya içeriğine sahip kuru boyalarımızla doğru ve stabil boya solüsyonlarınızı güvenle hazırlayın.
Sitoloji – daha yüksek doğruluk ve etkinlik
Kaliteli sitoloji boyalarımızla güvenilir ve tekrarlanabilir sonuçlar elde edin.
Histoloji – kararlı boyama ve hızlı sonuçlar Özel kullanıma hazır boyalarımızla net görüntüler elde edin ve geliştirilmiş Isoslide® kontrol lamlarımızla boyama doğruluğunuzu garanti altına alın.
Universal reaktifler – her adımda kalite Standardize edilmiş fiksatifler, ksilen ve benzeri maddeler, dekalsifikasyon çözeltileri, gömme ve kapama ajanları ile immersiyon yağlarımızla boyama kalitenizi arttırın.