2007/11

Page 1



BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI

YEREL SÜREL‹ YAYIN

Baflkent Üniversitesi Ad›na Sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal Yay›n Genel Yönetmeni: Mete Akyol Genel Koordinatör: Gülçin Orkut Sorumlu Yaz› ‹fllerii Müdürü: Çi¤dem Ayhan ‹flletme Genel Yönetmeni: Sina fien Yay›n Dan›flman›: Yaflar Öztürk Türk Dili Dan›flman›: Haydar Göfer Sanat Dan›flman›: Süheyla Dinç Kapakk Fotograf›: Baflkent Üniversitesi Arflivi

Seçiciler Kurulu: Prof. Dr. Nevzat Bilgin (An›sal Baflkan), Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Prof. Dr. Solmaz Do¤anca, Prof. Dr. Sevil Öksüz, Prof. Dr. Ender Varinlio¤lu, Prof. Dr. Okay Eroskay, Prof. Dr. Fuat Çelebio¤lu, Prof. Dr. Sedefhan O¤uz, Doç. Dr. Levent Peflkircio¤lu, Necmi Tanyolaç, Haluk Cans›n, ‹zmir Tolga, Alaettin Giray, Ayhan Erten, Nuri Özakyol, ‹lhan Banguo¤lu, Ahmet Aydede, Manuel Bilos, Cengiz Dolunay Sürekli Yazarlar: Yücel Aksoy, Metin Atamer, Nuray Bartoschek, Cahit Batum, Prof. Dr. Yüksel Bozer, Sadi Bülbül, Ali Naili Erdem, Ali Murat Erkorkmaz, Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, ‹lyas Halil, Pelin Hazar, ‹lker ‹nal, Mehmet Muhsino¤lu, Filiz Lelo¤lu Oskay, Saniye Özden, Yaflar Öztürk, Erdo¤an Sakman, Songül Saydam, ‹zlen fien, Cheryl Tanr›verdi, Eser Tutel, Engin Ünsal, Dr. Mehmet Uhri, Orhan Velidedeo¤lu, Mustafa Y›ld›z Yönetim Merkezi: 10. Sok., No: 45, Bahçelievler, Ankara Tel: (0312) 212 8016 (pbx) Faks: (0312) 234 1216 ‹letiflim Adresi: Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul Tel: (0216) 456 2727 (pbx) Faks: (0216) 456 2729 Abonet: (0212) 314 0888 Da¤›t›m: Yaysat Renk Ayr›m›: Mat Yap›m

Redaksiyon: Fatma Ataman Düzeltme Bölümü Sorumlular›: Nükhet Aliciko¤lu, Emel Öksüz Kurt

Elektronik Posta: butundunya@butundunya.com.tr ‹nternet Sitesi: www.butundunya.com.tr Bas›m Tarihi: 31.10.2007

Baflkent Üniversitesi’nin bir kültür hizmeti olan Bütün Dünya 2000, Baflkent Üniversitesi kurulufllar›ndan 1. Cadde, No: 77, Bahçelievler, Ankara adresindeki Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve Ticaret A.fi.’nin 3. Cadde, No: 2, Yenimahalle, Ankara adresindeki tesislerinde bas›lm›flt›r.


Kas›m 2007 Y›l: 10, Say›: 114

‹çindekiler Atatürk de Bizim ‹çin A¤l›yor, Galiba...

Mustafa Kemal Atatürk’ü 7 Hac› Feyyaz’dan Ö¤rendim (1)

METE AKYOL

39

CHERYL TANRIVERD‹

GÜRBÜZ EVREN

Türk Harflerinin Kabulü 10 Abdürrahim Tuncak Anlat›yor – 11 ORHAN VEL‹DEDEO⁄LU

El

43

METE AKYOL

Elveda Büyük Atatürk

17

YAZI ‹fiLER‹ BÖLÜMÜ

10 Kas›mlar

27

Saltanat, 85 Y›l Önce Bu Ay Kald›r›ld›

Reflid Galib’in Çek Hâdisesi

29

M‹LLET DERG‹S‹

Atatürk’ün Kimli¤i

33

CEMAL KUTAY

36

YAZI ‹fiLER‹ BÖLÜMÜ

50

55

59

Sayfa: 101

101

Ö¤retmenim “Büyük ‹nsan”d› 107 Küçük Hasan

63

Balon Bal›¤› Difl G›c›rdat›r 113 ERDO⁄AN SAKMAN

MUZAFFER ‹ZGÜ

Demokrasi Eskidi mi?

69

115

AL‹ MURAT ERKORKMAZ

MEHMET MUHS‹NO⁄LU

Kültür Üçlemesi...

Ola¤anüstü Yetene¤e Sahip Sanatç›

DR. MEHMET UHR‹

121

73

‹zlenimcilik Ak›m›n Babas›: Oscar Claude Monet 124

75

YÜCEL AKSOY

Bir Osmanl› Bahçesi

MET‹N GÖREN

Hasret

111

KADR‹YE BERÂT AKKAN

KONUR ERTOP

Sporcunun En Güzel Tan›m›

4

Alt›n Kafesteki Bülbülüm, Ben! EL‹F ECE T‹RKEfi

YÜCEL AKSOY

Mustafa Kemal Pafla Evleniyor ve Latife Han›m Ankara’ya Gidiyor

8 15 78 87 106 132

SAD‹ BÜLBÜL

‹çerdekilere Pek Benzeyen D›flardakiler

“Halk›n Tap›na¤›”nda “Ölüm Kokteyli”

Sayfa: 43

98

Sizden Bize 89 ‹lk Dersimiz Türkçe Kas›m SuDokular› 93 Bilginizi Denetleyin Mankafa Poldi 1001 Güzel Söz

ENG‹N ÜNSAL

SONGÜL SAYDAM

Ç›t›p›t› K›z

Esaret ve Cesaret

GUY DE MAUPASSANT

‹da Da¤›’nda Üç Arkadafl

YAfiAR ÖZTÜRK

“O Liberté! Que de Crimes On Commet Dans Ton Nom!”

AL‹ NA‹L‹ ERDEM

Evdeki Çiçeklerle Konuflmak Gerçekten ‹fle Yar›yor mu?

79

‹LYAS HAL‹L

MET‹N ATAMER

“Çok Özel” Bir Mutlulu¤um

Kad›köy Vapurunun Pervanesinin F›rlay›p Gitti¤i Gün 81

NURAY BARTOSCHEK

ESER TUTEL

PEL‹N HAZAR

Bulafl›k Makinesi

Alt›n Kafesteki Bülbülüm, Ben! Bir Baflkad›r Memleketim 133 Anne ve Babalardan 144 137 Kareler ve Rakamlar 152 Mant›k Bilmecesi 153 141 Satranç 154 Bulmaca 156 Ay›n Kitaplar› 158 148 Bir Fotograf Bin Sözcük 160 5


Atatürk de Bizim ‹çin A¤l›yor, Galiba... •Mete Akyol - Bütün Dünya• tatürk’ü her and›¤›m›zda, birbiriyle z›t iki duygu seli kaplar benli¤imizi. Onun yapt›klar›n› gözlerimizin önüne getirdikçe, elimizde olmaks›z›n gö¤sümüzün kabard›¤›n›, kollar›m›z›n güçlendi¤ini, içimizin içimize s›¤maz oldu¤unu duyumsar›z. Onun varl›¤›ndan kaynaklanan bir övünme hakk› ve gurur duygusunu, yüklü bir miras›n paydafl› kimli¤imizle, o anda da bir kez daha sahipleniriz. Her 19 May›s’ta onun arkas›ndan biz de ineriz Band›rma Vapuru’nun iskelesinden, her 12 Haziran’da biz de var›r›z onun yan›nda Amasya’ya, Temmuz’larda Erzurum Kongresi’nde, Eylül’lerde Sivas Kongresi’nde biz de yerlerimizi al›r›z... Sonra y›l›n son ay›n›n, son günlerinin Orta Anadolu k›fl›na ald›rmadan, “Çekmeye kalksan gelmez, itmeye kalksan gitmez”

A

bir otomobille, biz de geliriz Ankara’ya onun pefli s›ra. Her y›l›n 23 Nisan’›nda, biz de toplan›r›z onla TBMM’de... 29 Ekim’lerde cumhuriyetin kuruluflunun sevincini, 30 A¤ustos’larda zaferimizin coflkunu biz de yaflar›z onla. Ve her y›l 9 Eylül’de, biz de gireriz ‹zmir’e, onun ad›mlar›n› izleyerek... Sonra 10 Kas›m’lar› getirir her y›l›n sonbaharlar›... ‹flte o zamanlar bir bu¤udur kaplar gözlerimizi... ‹çine duman kaçm›fl gibi yaflar›r, çevresini duman alm›fl gibi yafla dönüflür gözlerimiz. Biz her y›l›n her 10 Kas›m’›nda Atatürk’ü yitirdi¤imiz için a¤lar›z. Kimbilir flimdi de Atatürk, bu ay kapak fotograf›m›zdaki üzülen, ac›yan, içinin s›zlamas›n› yans›tan gözleriyle bak›yordur bize ve... Galiba flimdi de o bizim için a¤l›yordur, takvimlerin her günü ve her gecesi...• 7


ve yükünüz çok a¤›r. Herfley için sa¤ olun... Mustafa Deniz Sar›kaya, Sultanhisar, Ayd›n.

Sizden Bize

Mektuplar

Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul butundunya@butundunya.com.tr Faks: 0216-456 2729

üyük Türk milletinin büB yük, güçlü ve ulu önderi Atatürk, ba¤›ms›zl›k aflk›yla yakm›fl oldu¤un meflale, yurdumuzun dört bir yan›na ›fl›k tutmufl, kahraman ecdad›m›z› yek vücut hale getirmifltir. Bu birliktelik ve inançla y›k›lmaz bir abide olan Türk’ün her ferdi tarihi bir üstünlük, kudret ve baflar› göstermifltir. Zaferden sonra silah› b›rak›p aziz vatan›n kalk›nmas› için tüm Türk halk›yla birlikte sürdürdü¤ün ça¤dafl ve müreffeh Türkiye olma yolundaki çal›flmalar ve yenilikler, bugün de Türklü¤ün ve insanl›¤›n yüksek de¤er yarg›lar› aras›nda yer almaktad›r. Esaret alt›nda b›rakmadan bize sa¤lad›¤›n bar›fl, hür fikir ve yükselebilme ortam›nda vatan ev8

latlar›m›z t›pk› a¤açlar gibi yeni filizler vermeye ve yükselmeye devam edecektir. Harun Reflit Haseki, ‹stanbul. adece bir düfltü yolculuk... S Sadece bir düfl... 16 May›s 1919’da bu düfl yolculu¤una at›lan ilk ad›mlar, kara talihimizi yenmek içindi. Ata’m ›fl›¤› yakt›; ama etraf hala simsiyaht›. Bunu nas›l ayd›nlatabilirdi? ‹flte “Bütün Dünya” simsiyah olan› ayd›nlatan bir cevap niteli¤indeydi. Ata’ma ne mutlu sizin gibileri yeni nesile b›rakabildi. Ama Ata’m sensizlik y›k›yor bizi, a¤›r tahribe u¤rad›k. “Bütün Dünya” a¤›r tahribat› biraz olsun hafifletiyor ama... Sizden beklentilerimiz büyük

erhaba Say›n Gürbüz EvM ren, “Türkler Hakk›nda Do¤rular› Söyleyen Yabanc›lar da Var” adl› yaz›n›z› okudum ve sizin rican›z üzerine düflüncelerimi size iletmek istedim. Öncelikle sessiz kalmam›z›n en önemli nedeni bu konuda e¤itimsiz b›rak›lmam›zd›r. Okullarda ö¤renciler tarih dersini sadece s›navda baflar›l› olmak için ö¤reniyorlar (!) Üstelik “tarih” bilincinin henüz yerleflmemifl oldu¤u bir dönemde... E¤itimden sonra gelen suçlu kurum da (sat›n al›nm›fl) medyad›r. Onbefl flehit verdi¤imiz flu ac› dolu günlerde kaç tane televizyon kanal› bu durumu protesto eden bir yay›n yapt› ya da kaç tane gazete bir türban sorunu kadar bu konuya önem verip manfletten haber yapt›? (Gözden kaç›rd›klar›m varsa kusura bakmay›n.) Terörü yok etmek için, kendimizi ispatlamaya çal›flt›¤›m›z milletlere ba¤›ml› oldu¤umuz flu dünyada sizce ne kadar çabalarsak kendimizi do¤ru ifade edebiliriz? Ayr›ca neden baflkalar›n›n bizim hakk›m›zda iyi düflünmelerini isteyelim? fiu anda ülkemin gelece¤i konusunda o kadar karamsar›m ki içimden geçenleri ifade edecek kelime bulam›yorum. Son olarak, ben Türk’sem, baflkalar›n›n benim ›rk›m hakk›nda ne düflündü¤ü beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Ülkemin gençli¤i özentilik peflinde koflarken, aka-

demisyenler terörü k›nayan bir aç›klama yapmazken, ülkem –kimse itiraf etmek istemese de– art›k ba¤›ml› konuma düflmüflken neyleyim benim hakk›mda iyi düflünen yabanc›y›! Aylin Fet. ost ac› söyler” diye bir sö“D zümüz vard›r. Ben de “Bütün Dünya”m›z›n dostu oldu¤um için flimdi size “ac›” söyleyece¤im. Her sat›r›n› yararlanarak, büyük bir dikkatle okudu¤um “Bütün Dünya”m›n Eylül 2007 tarihli say›s›nda rastlad›¤›m bir hata, beni derinden yaralad›. Yaz›lar›n› severek ve birçok yeni bilgi ö¤renerek okudu¤um Say›n Songül Saydam’›n “Devlet Benim” konulu yaz›s›n›n bafll›¤›nda, Fransa Kral› IV. Lui’nin bu sözünün Frans›zca’s› yanl›fl yaz›lm›flt›. Do¤ru olarak yaz›l›fl› “L’etat C’est Moi” olan bu söz, benim güzel “Bütün Dünya”mda, “L’etat C’est Mai” olarak yaz›lm›flt›. Yaz›n›n bafll›¤›nda bu hatay› görünce önce bunun bir dizgi hatas› oldu¤unu sanm›flt›m. Fakat yaz›n›n içeri¤inde de ayn› hatan›n yinelendi¤ini görünce, bunun bir dizgi hatas› olmad›¤›n›, üzülerek söylüyorum, bilgi hatas› oldu¤unu anlad›m. Bu tek harflik hatan›n beni çok üzdü¤ünü bilmenizi istiyorum. Bu beni ilk üzüflünüz. Umar›m son üzüflünüz olsun. Sevgilerimi ve sayg›lar›m› sunar›m. “Dost” Nevin Gürkan, Emekli Tarih Ö¤retmeni, Kayseri. 9


“Büyük Türk milletine, onun bütün emeklerini k›s›r yapan çorak yol haricinde, kolay bir okuma yazma anahtar› vermek laz›md›r... Bu okuma yazma anahtar› ancak Latin esas›ndan al›nan Türk alfabesidir. Basit bir tecrübe, Latin esas›nda Türk harflerinin Türk diline ne kadar uygun oldu¤unu, flehirde, köyde yafl› ilerlemifl Türk evlâtlar›n›n ne kadar kolay okuyup yazd›klar›n› günefl gibi meydana ç›karm›flt›r.”

Türk Harflerinin Kabulü

T

ürkiye Büyük Millet Mec“Milletin yüzde doksan› okuma lisi’nde “Türk Harflerinin yazma bilmiyorsa, hata, Türk’ün Kabul ve Tatbiki Hakk›n- seciyesini anlamayarak, kafas›n› da Kanun” 1 Kas›m birtak›m zincirlerle saranlar›nd›r...” 1928’de kabul edildi. Gazi, Sarayburnu konuflmas›nGazi Mustafa Kemal, kanunun dan sonra 23 A¤ustos, Tekirda¤’da; kabulünden önce, 9 A¤ustos akfla- 26 A¤ustos, Bursa’da; 1 Eylül, Çam› ‹stanbul’da Sarayburnu Par- nakkale’de; 2 Eylül, Gelibolu’da; k›’ndaki bir toplant›da 15 Eylül, Sinop’ta; 16 Latin harflerine iliflkin Eylül, Samsun’da; 18 konuflmas›nda halka Eylül, Amasya’da; 19 Türk Dili flöyle sesleniyordu: Eylül, Tokat ve Si“Arkadafllar, güzel vas’ta; 20 Eylül, fiardilimizi ifade etmek k›flla ve Kayseri’de için yeni Türk harfleTürk harfleriyle ilgili rini kabul ediyoruz. verdi¤i dersler yan›nBizim güzel, âhenkli, da halk›n, özellikle de zengin lisan›m›z, yeni memur ve ö¤retmenTürk harfleriyle kenlerin yeni harflere ilgidini gösterecektir... sini denetliyordu. Orhan “Yeni Türk harfle21 Eylül’de AnkaVelidedeo¤lu ra’ya dönen Gazi, rini çabuk ö¤renmelimutlulu¤unu ve haldir; [onlar›] her vatank›na teflekkürünü dafla, kad›na, erke¤e, hamala, sandalc›ya ö¤retiniz. Bu- flöyle aç›klam›flt›: “Türk milletinin, hay›rl› oldu¤unu, vatanseverlik, milliyetseverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yapar- na kanaat getirdi¤i bu yaz› meseleken düflününüz ki, bir milletin, bir sinde bu kadar yüksek fluur (bilinç) toplumun yüzde onu, yirmisi oku- ve intikal (anlama, kavrama) ve bilma yazma bilir, yüzde sekseni, hassa istîcal göstermekte (sab›rs›zdoksan› bilmez; bu ay›pt›r. Bundan lanmakta) oldu¤unu görmek benim insan olanlar›n utanmas› lâz›md›r... için cidden büyük bir saadettir.” 10

1 Kas›m 1928 günü, Baflvekil ‹smet Pafla’n›n önerdi¤i bu kanunun görüflülmesinden önce Gazi Mustafa Kemal, TBMM’yi aç›fl konuflmas›nda flöyle der: “Aziz Arkadafllar›m!

“H

erfleyden evvel her inkiflaf›n yap›tafl› olan meseleye temas etmek isterim. Büyük Türk milletine, onun bütün emeklerini k›s›r yapan çorak yol haricinde, kolay bir okuma yazma anahtar› vermek laz›md›r... Bu okuma yazma anahtar› ancak Latin esas›ndan al›nan Türk alfabesidir. Basit bir tecrübe, Latin esas›nda Türk harflerinin Türk diline ne kadar uygun oldu¤unu, flehirde, köyde yafl› ilerlemifl Türk evlâtlar›n›n ne kadar kolay okuyup yazd›klar›n› günefl gibi meydana ç›karm›flt›r. Büyük Millet Meclisi’nin karariyle Türk harflerinin kat’iyet ve kanuniyet kazanmas›, bu memleketin yükselme mücadelesinde bafll› bafl›na bir geçit olacakt›r. Milletler ailesine, münevver yetifltirmifl büyük bir milletin dili olarak girecek olan Türkçeye bu yeni canl›l›¤› kazand›racak olan Üçüncü Büyük Millet Meclisi, yaln›z ebedî Türk tarihinde de¤il, bütün insanl›k tarihinde de mümtaz bir sîma kalacakt›r...” *** ‹flte o 1928 y›l›nda Adana’da Maarif Emini (Milli E¤itim Müdürü) olarak bulunan, sonraki y›llarda Sinop’tan milletvekili olan (1943-1946) ve o tarihlerde yay›mlad›¤› Tanzimat’tan sonraki Türk edebiyat› üzerindeki inceleme ve yap›tlar›yla “edebiyat tarih-

çisi” olarak ünlenen ‹smail Habib Sevük (1892-1954), biri 27 A¤ustos 1928’de, di¤eri, Türk Harfleri Kanunu’nun kabul edildi¤i 1928 Kas›m ay› içinde, o günlerin önemini, duygu yo¤unlu¤unu, heyecan›n›, coflkulu, gösteriflli ve süslü anlat›m›yla dile getiren iki konuflma yapar.* Bugün, yaln›z tarihsel de¤il, birer ibret belgesi niteli¤indeki bu konuflmalar›n –ki Adana’da 27 A¤ustos’ta yap›lan ilk konuflman›n befl bin kifliyi aflk›n bir toplulukça izlendi¤i not edilmifltir– unutuldu¤u, belki de unutturulmak istendi¤i köflesinden, bir kere daha, gün ›fl›¤›na ç›kartmak gere¤ini duyuyorum. (Konuflma metinlerini asl›na ba¤l› kalarak yazd›m. Bugün kullan›lmayan baz› sözcüklerin yan›na ayraç içinde anlamlar›n›, o günkü söylenifliyle sözlüklerde yer almayan baz› sözcüklerin yan›na da köfleli ayraç içinde aç›klamalar›n› ekledim.) Yeni Harflerin Kabulü “Ey ümmî (okuyup yazmadan yoksun) kalan vatandafllar›m; ey okuyup yazmay› ö¤renemeyenler, sizlere hitap ediyorum!

“D

ünyan›n her lisan›nda ve her edebiyat›nda cehli karanl›¤a, ilmi nura benzetirler. Ey karanl›¤a bakanlar, ve mezara kadar ayd›nl›k ümidine veda edenler; sizlere hitap ediyorum! “Âman›n (körün) ne oldu¤unu bilirsiniz; gözlerinin içinde ebedî karanl›¤a gömülüdür, mezara kadar da öyle gidecektir; mütevekkil (ka11


Türk Harflerinin Kabulü

Bütün Dünya • Kas›m 2007

derine boyun e¤mifl), ümitsiz, koyu bir zulmet (karanl›k) içinde yaflar. Fakat bir gün, bir mucize, bir füsun (sihir), bir ameliyat onun gözlerini aç›vermifltir. Oh, ebedî karanl›ktan ›fl›¤a kavuflur. O âma ne kadar sevinmifltir, de¤il mi? O sevincin saadeti ne hudutsuzdur, de¤il mi?

“E

y ümmî vatandafl! ‹flte sen de flimdi öyle bir mucize önündesin. Sen ki okuma yazmaya ölüme kadar veda etmifltin. Senelerce ve senelerce u¤raflarak cehlin karanl›¤›ndan kurtulmana hiç imkân yoktu. ‹flte Gazi, sana flimdi bu imkân› verdi. Bir iki ay u¤raflacaks›n; bir iki ay de¤il, hattâ bir haftal›k emekle, iflte mezara kadar tafl›yaca¤›n o karanl›k gitti ve sen de okuyup yazanlar›n gündüzü ve nuru içinde olacaks›n. “fiimdiye kadar biz ayd›nl›kta, siz karanl›kta, birbirimizi tan›m›yorduk. Art›k o gece, Gazi’nin flimflekli parmaklariyle, siyah bir kefen gibi y›rt›ld›. Art›k siz de, biz de hep gündüz içindeyiz. Geceler iflte as›l flimdi gündüz oldu! (Bravo sesleri, alk›fllar) “Ey münevverler (ayd›n kifliler), ey yeni harfleri okuyup yazanlar! Sizlere sesleniyorum; yeni harfleri bilmeyene nerede rastlarsan; sokakta, kahvede, her yerde, ona bu harfleri ö¤retmeye mecbursun. Bunu sana yaln›z Gazi emretmedi, millet de senden bunu istiyor. Bu senin hem hakk›n, hem vazifen, hem flerefindir. Biri ç›kar da ‘bana zorla m› ö¤reteceksin’ derse, ‘benim hürriyetim yok mu’ derse... Hay›r, ey böyle diyen ve böyle dü12

flünecek olan! Sorar›m sana, bu arz üstünde (yeryüzünde) da¤lara ç›km›fl tek bafl›na yaflayan m›s›n? Sen ki bu milletin ferdisin, milletin muzafferse sen de ma¤rur, milletin ma¤lûpsa sen de münhezim (bozguna u¤ram›fl); milletin zenginse sen de müreffeh (varl›kl›), fakirse sen de bedbaht (mutsuz), milletin müstakilse (ba¤›ms›zsa) sen efendi, milletin esirse sen de kölesin! Hangi hürriyet; iflte bin bir ba¤la milletine ba¤l›s›n, bütün mukadderat›n (yazg›n) milletinin mukadderat›na perçinlenmifl; hangi hürriyet?.. “‹flte yeni harfler bütün millete teammüm edince [taammüm: yayg›n duruma gelince], bütün millet mes’ut olacak. Milletin saadetine kasdedene düflman diyoruz, ona karfl› silahlan›yoruz. Sen de öyle düflünmekle bu milletin saadetine kasdetmifl olmuyor musun? “Ey münevver, milletine savlet eden (sald›ran) eli k›rmak nas›l vazifense, milletinin saadetine kasdedecek o zihniyeti k›rmak da öyle vazifendir. Kara hürriyet yok, kendi hodgâml›¤›n› [hod-kâm: bencil] milletinin bedbahtl›¤›nda arayan hürriyet yok. fiimdiye kadar felaketleri yenmek için harpler yapt›k; flimdi de saadet harbini yapmaktay›z.

“H

aydi, ey saadet harbinin mücahitleri; ey yeni harfleri nurdan birer süngü gibi takanlar; haydi, Baflkumandan emir verdi, hep birden ileri!..” (fiiddetli ve sürekli alk›fllar) ***

T

ürk harflerinin TBMM’de kabulünü izleyen ilk günlerde yap›lan ve sanki Arap harfleriyle konufluyormufl gibi sunulan; ama onlardan kurtulman›n sevincini yans›tan, çok sanatl› ikinci konuflma: Eski Harflere Veda Hitabesi “Çöller ve nebiler (Tanr› buyru¤unu bildiren kimseler) diyar›ndan kalkarak bundan tam on as›r evvel, bafl›n›zda akeller [Arap erkeklerinin bafllar›na örttükleri genifl örtünün kaymamas› için bafla geçirilen ayarl› çember: agel], s›rt›n›zda mefllahlar [Arap ileri gelenlerinin giydi¤i bütün bedeni örten uzun ve kolsuz üstlük: mafllah], bizim içimize girdiniz. Hem de bir eve bir misafir girer gibi de¤il, bir mahlülde bir mâyî erir gibi (eriyi¤e kar›flm›fl s›v› gibi), bir ci¤ere bir hava sokulur gibi, bir hüviyeti (kimli¤i) baflka bir hüviyet yapar gibi bütün benli¤imize kar›flarak ve bütün benli¤imizi kar›flt›rarak bin sene evvel içimize girdiniz. “Bu bin sene içinde Türk dehas› sana nelerini vermedi ve sen onun nelerini almad›n? Hattatlar senin karfl›na geçti; çatlak kam›fl kalemi sar› (tunç) divitin içindeki siyah mürekkebe bat›rarak, de¤irmi minderler üstünde belleri bükük, bir dizi kalk›k, tam bin sene boylar›n›z› daha ahenkli, kamburlar›n›z› daha yumuflak, flekillerinizi daha mevzun (ölçülü) yapmak için, tam bin sene, gözlerinin nûrunu ve dehalar›n›n ibda›n› (yarat›c›l›¤›n›) döktüler. O kadar ki, sevgilinin endam›n› o hatlardaki eliflere ve yârin çeflman›n› (sevgilinin gözlerini) hatlardaki vavlar›n (Araplar›n “v” harfi) gözlerine benzetmek adetimiz olmufltu!

“Kad›na f›trat›n (yarat›l›fl›n) en dilber fliiri derler. Ressam›n f›rças› ve heykelcinin kalemtrafl› Allah›n yaratt›¤› o fliirden bile daha mükemmelini yaratm›fl! Ah mefllahl› harfler, bin sene evvel geldiniz, Türkün dehas›na dediniz ki: o f›rçay› at, bu kam›fl kalemi al, o kalemtrafl› f›rlat, bu tunç diviti önüne koy, o kad›n› ve o tabiat› b›rak, bizi güzellefltir. Ah, bin sene bize bunu yapmayayd›n›z, biz bin sene sanata ve befleriyete (insanl›¤a) kim bilir ne lâyemut bedialar (ölümsüz güzellikte yap›tlar) verecektik. “Yaln›z befleriyete karfl› müftehir olacak (övünülecek) de¤il, befleriyeti kendimizle müftehir edecek o eserlerden tam bin sene mahrum kald›k. ‹flte as›l bu hüsran›n azametine (beklenene ulaflamaman›n yaratt›¤› ac›n›n büyüklü¤üne) a¤l›yoruz!..

“N

e malûmm›ydi, diyorsunuz; öyle dâhi ressamlar ve heykeltrafllar yetifltirece¤iniz neden belli miydi, demek istiyorsunuz? Yok, bundan, bir baflkas› flüphe etse bile sizin buna bir zerre flüpheye hakk›n›z olamaz. Bak›n›z sizin o e¤ri bü¤rü flekillerinizi Fuzulî eline ald›, onlardan yapt›¤› her m›sraa titreyen ve titreten birer kalp koydu. O m›sralardan mürekkep (oluflturulmufl) her fliire elemden bir umman derinli¤i verdi, o çaprafl›k m›sral› fliirler ebediyyete h›çk›r›yor. Nef’i, senin flekillerinden dizilmifl m›sralar› birer mi¤fer gibi yekdi¤erine çarpt›. Onun elinde havas›z kalm›fl bir kartal gibi hayk›rd›n! Nedim’in elinde ise seni bir billûr zemzeme (na¤meli ses, ezgi) ve bir gümüfl fuvvara [fevvar ’dan 13


Bütün Dünya • Kas›m 2007

fevvâre: f›skiye] sand›k. Zevk-ü tarapla nak›fll› fluleler serpen bir “flehrâyin” gibi (zevk ve nefle ile süslü p›r›lt›lar saçan gösteriflli flenlikler gibi) gözlere nur ve kalplere surur [sürûr : sevinç] oldun.

“M

efl’aleleri yanarda¤›n a¤z›ndan tutuflturunuz. Ateflten birer pervaz halinde (uçuflan atefller gibi) karanl›klar› y›rta y›rta her mefl’ale bir yere kofluyor. “Nam›k Kemal’in elinde iflte bu hale geldiniz. Her m›sra›n›z onun ruhunun volkanlar›ndan alevlendi. Ve her m›sra bir mefl’ale gibi gitti¤i kalpleri alevlendirdi. Hâmit’in eline düflünce de seni bazan homurtulu bir girdibat [gird-bâd ’dan gird-i bad: dönerek esen rüzgar, girdap] gördük, bazan bir ishak (sesi dokunakl› bir kufl) gibi terennümünü (güzel ve tatl› sesini) dinledik. An oldu ki, arfla çakan flimflekler gibi haflmetli, an vard› ki bahçede aç›lm›fl çiçekler gibi muattard›n (güzel kokuluydun). Hâflim ise seni gözlerin görmeye al›flmad›¤› yeni ziyalarla ve elmas trafl ifllemeli salk›mlarla bir âvize gibi parlatt› ve onun elinde böyle âvize gibi salland›n! “Bu millet bunlar› hem de seninle yapt›. Senin o akelli ve mefllahl› k›yafetini evire çevire, iri kemikli kelimelerimizi senin ince zarflar›nda eze büze, baz› kelimeleri bir zürafa boynu gibi uzatarak, baz› kelimeleri cendereye konmufl gibi s›karak, bu millet bu ifli bin senedir bin bir emekle yapt›. Seni kendimize intibak ettirece¤iz diye bin sene kendi güzel dilimizi inlettik. Bu bin senelik iniltiden ve bu bin bir emekten sonra, sana bir 14

milletin verebilece¤i en son kemâli (olgunlu¤u) verdik. Lâkin ne bilelim, me¤er o en son kemâl sana en kat’i zeval (yok olma) imifl! “Ölüflün, diriliflimiz oluyor. Zarar›m›z fâni (sona erici), kâr›m›z namütenahidir (sonsuzdur). Âtinin o layetenahiyetine, hâlin bu fâniyeti feda olsun! (Gelece¤in o sonsuzlu¤u u¤runa, bugünkü durumun tükenifli gözden ç›kar›ls›n!) Bunu düflünüfldür ki, bize ölümünü düflündürmüyor. Kalan diri, istirapsa [›st›rapsa] kalmas› neye? Giden ölü, îtilâ ise (yüceltilmifl ise) gitmemesi neye? Ferdin üzüntüsü, ki millete saadettir, o üzüntüden üstün zevk olamaz. “Cenazeni teflyi ederken (u¤urlarken) gözlerde yafl yoksa sebep bu; kalplerimiz sevinçle çarp›yorsa sebep bu, ruhlar›m›zda matemin rükudetine bedel (durgunlu¤una karfl›l›k) hayatiyetin cûfl ve huruflu (coflkulu ça¤lay›fl›) varsa sebep bu. Yeni hayata at›lanlar›n heyecan›, ufuktan ufka s›çrayanlar›n hamlesi, varl›klar› adem (yok), ademleri (yokluklar›) var edenlerin iradesi; geceleri parçalayarak sabahlar› açanlar›n, zamanlar› bir birine çarparak as›rlar› yekdi¤erinde çalkayanlar›n, tarihleri yerlere sernigûn [ser-nigûn: bafl afla¤›, tepetaklak] ederek yerlerden tarihleri yaratanlar›n iman›: Haydi, ey bundan on as›r evvel çöller ve nebiler diyar›ndan kalkarak, bafl›n›zda akeller, s›rt›n›zda mefllahlar içimize giren, bütün benli¤imize kar›flarak bütün benli¤imizi kar›flt›ran bin senelik harfler, haydi, ebediyen Allaha ›smarlad›k!..”• [*] Taha Toros, Türk Hatipleri, Güney Matbaa ve Gazetecilik T.A.O. 1950 OrhanVelidedeoglu@butundunya.com.tr

‹lk Dersimiz Türkçe

Saniye Özden Sözcük bilginizi denetledikten sonra, do¤ru yan›tlar için 16’nc› sayfam›za bak›n›z

1. aristokrasi (frans›zca) – a) Aristoteles’in önedi¤i yönetim biçimi b) soyluerki c) krall›k ç) hanedanl›k

7. demokrasi (frans›zca) – a) laik yönetim b) cumhuriyet c) ço¤unluk yönetimi ç) seçkinler yönetimi

2. oligarfli (frans›zca) – a) tak›merki b) seçkinler yönetimi c) diktatörlük ç) tek kifli yönetimi

8. teokrasi (frans›zca) – a) dinsel bak›fl b) din adamlar›n›n yönetimi c) ruhban s›n›f erki ç) dinsel yönetim

3. otokrasi (frans›zca) – a) kendi kendinin yönetimi b) tek kifli yönetimi c) askeri yönetim ç) padiflahl›k

9. laiklik (frans›zca) – a) din karfl›t› yönetim b) devlet ifllerini dinin etkisi d›fl›nda tutmak, laisizm ç) dinsizlik ç) dinsel özgürlük

4. meritokrasi (frans›zca) – a) hak edenler yönetimi b) iyilerin yönetimi c) varl›kl›lar›n yönetimi ç) hünerlilerin yönetimi

10. cumhuriyet (arapça) – a) ulusal egemenlik b) ço¤unluk yönetimi ç) meflruti yöneyim ç) halk yönetimi

5. monarfli (frans›zca) – a) tek kifli yönetimi b) liyakatli kifli yönetimi c) az›nl›k yönetimi ç) dinsel yönetim

11. sekülarizm (frans›zca) – a) dünyac›l›k b) yaflamsall›k c) dünyasall›k ç) öteki dünya karfl›tl›¤›

6. plütokrasi (frans›zca) – a) mollalar yönetimi b) ço¤ul yönetim c) güçlülerin yönetimi ç) varl›kl›lar›n yönetimi

12. fundamentalizm (frans›zca) – a) din yanl›l›¤› b) din ba¤l›l›¤› c) köktendincilik ç) dindarl›k

15


‹lk Dersimiz Türkçe

Yan›tlar 15’inci sayfam›zda yer alan sözcüklerin do¤ru karfl›l›klar› 1. aristokrasi (frans›zca) – soyluerki. Hemen hemen tüm yönetim terimlerinde oldu¤u gibi, Frans›zca’ya Yunanca’dan geçmifl olan “aristokrasi”, “aristos” (en iyi) ile seçti¤imiz sözlüklerde oldu¤u gibi “yönetim”, “güç” anlam›na gelen “kratia” sözcü¤ünün bilefliminden oluflmufltur. “Erk” sözcü¤ü ise Öztürkçe’dir; “bir fleyi yapabilme gücü”, “iktidar” anlam›ndand›r. 2. oligarfli (frans›zca) – tak›merki. Antik Yunanca’dan kalma, Türkçe’ye Frans›zca’dan geçme bu terim “birkaç kiflinin, bir küçük zümrenin yönetimi” anlam›ndand›r. Belirli bir yönetim içinde etkin olan küçük gruplar da “oligarflik zümre” diye adland›r›l›r. 3. otokrasi (frans›zca) – tek kifli yönetimi. Bu sözcü¤ün de Türkçe’ye ulaflmas› üsttekiler gibidir. Bir hükümdar›n ya da birkaç kifli d›fl›nda kimsenin yönetimde söz sahibi olmad›¤› yönetim biçimi. Eskiden “Mutlak›yet” denirdi, Öztürkçe önerisi “saltç›l›k”. 4. meritokrasi (frans›zca) – hak edenlerin yönetimi. Meritokrasi kavram›, aristokratlar›n bir sav› olarak do¤du. Ancak, aristokratlar›n mülkiyeti karfl›s›nda yeni bir zengin s›n›f do¤unca (burjuvazi) bu kavram yeni zengin s›n›f› gösterir oldu. Bugün de tart›flmal› bir kavramd›r. 5. monarfli (frans›zca) – tek kifli yönetimi. Osmanl›’daki yönetim, padiflahl›k, tam bir “monarfli”ydi. 19’uncu yüzy›lla birlikte “Mutlak›yet” de dendi. Yeni Osmanl›lar, kimi terimlerin Osmanl›ca’s›n› kullanmay› seviyorlard›. 6. plütokrasi (frans›zca) – varl›kl›lar›n yönetimi. Eski Yunan uygarl›¤›nda tüm yönetim biçimleri denenmifl ya da var olanlara belirli bir ad verilmiflti. Plütokrasi bugün de “zenginler yönetimi, egemen zümre yönetimi” anlam›nda kullan›lmaktad›r.

16

7. demokrasi (frans›zca) – ço¤unluk yönetimi. Art›k Türkçeleflmifl, daha do¤rusu evrenselleflmifl bir sözcük olan demokrasi, Yunanca “demos” (halk, tüm insanlar), “kratia” (yönetim) kavramlar›n›n bilefliminden oluflur. Bu sözcük de Türkçe’ye Frans›zca’dan geçmifltir. 8. teokrasi (frans›zca) – dinsel yönetim. “Theos” (tanr›), “kratia” (yönetim) sözcüklerinin bileflimi olan terim, egemenli¤in din temsilcilerinde, ruhban s›n›fta oldu¤u bir yönetim biçimidir. Vatikan Devleti, tipik bir teokrasidir. 9. laiklik (frans›zca) – devlet ifllerini dinin etkisi d›fl›nda tutmak, laisizm. Laiklik de Antik Yunan terimidir. Sözlük anlam›, “Siyasal ve toplumsal sistemin din ve devlet ayr›l›¤› ilkesine dayanmas›; bunu savunan anlay›fl”t›r. 10. cumhuriyet (arapça) – ulusal egemenlik. “Cumhur” Arapça, “halk, umum, herkes” demek. Latince “repubblica” sözcü¤ünün tam karfl›l›¤›. Baflka hiçbir ayr›cal›kl› grubun, zümrenin ya da s›n›f›n de¤il egemenli¤in tüm ulusta, tüm halkta oldu¤unu yönetim biçimi. 11. sekülarizm (frans›zca) – dünyac›l›k. Asl›nda “dünya iflleri”, dünyevi ifller anlam›nda kullan›l›r; ama sözcü¤ün kökü Latince seeculum (dünya). Ahireti de¤il de dünyan›n sorunlar›yla ilgili her fleyi gözetmek, dünya ifllerini önemseyerek devleti yönetme biçimi anlam›ndaki sözcük, Frans›zca “Secularisme”den geçmifl. Türk Dil Kurumu “dünyac›l›k” olarak tan›mlamakta; ama “zamansall›k” kullan›m› da unutulmamal›. 12. fundamentalizm (frans›zca) – köktendincilik. En çok kullan›lan sözcüklerden biri. Ama Türkçe’si “köktendincilk” de yayg›nlafl›yor; biraz özen gösterilse, tümüyle yerleflecek de...

Mustafa Kemal Atatürk’ün naafl›n›n ‹stanbul’dan Ankara’ya götürüldü¤ü 19 Kas›m 1938 tarihli “Cumhuriyet” gazetesinin birinci sayfas›. Lütfen sayfay› çeviriniz →

17


Ölümün Ac›s›yla Yazd›lar Bu bölümdeki yaz›lar, tan›nm›fl yazarlar›m›z›n O’nun ac›s›yla kaleme ald›klar› ve 10 Kas›m 1938 tarihini izleyen gazetelerde yay›mlanan yaz›lardan derlenmifltir.

T

abutu arkas›ndan, dün, bütün ‹stanbul’u bir etek gibi çekti götürdü. ‹ki kilometreden fazla uzayan mevkip, ilâhî bir sadelik ve huzur içinde ona yak›fl›r bir vakarla a¤›r, a¤›r yürürken yüreklerden için için elem s›z›yordu. Günlerden beri yafl döke döke kurumufl gözlerin k›zarm›fl derinliklerinde millî kederin flüphesiz ifadesi okunuyor ve onu ebedi makam›na u¤urlayan muzikan›n hazin notalar› gönüllerin en hassas tellerini titretiyordu. Gördüm ki, bu adam bizi sade bir millî felaketten kurtarmakla, sade bizi dünyaya tan›tmakla, sade bizi medeniyete ulaflt›rmakla, sade bize benli¤imizi ba¤›fllamakla kalmam›flt›. Ölümüyle bize ac›man›n, elem duyman›n ve Burhan Felek bir millî yas ile millî vicdan›m›z› s›zland›rman›n da ulviyetini göstermifl, hatta tatt›rm›flt›. Ölüm, insanlar›n –marazi haller müstesna– hiç istemedikleri ve daima içtinap ettikleri ac› bir fley. Onun için ölüme g›pta edilmez. Lakin ne bahtiyar adamm›fl, ne talihli adam imifl! Büyük adamlar›n bafl›nda belki en talihlisi imifl. Çünkü hayat›nda her tuttu¤unda muvaffak oldu, her istedi¤ini yapt› ve iyi yapt›; ve eserini emin ellere b›rakarak gözünü yumarken kâinat› ard›ndan a¤latt›. Ne Türk sanca¤› bir daha bu kadar büyük, bu rütbe flanl› bir cesedi örter, ne dünya bayraklar› bir daha bu kadar vakur, bu rütbe asil bir ölümün önüne serilebilir. O bir kere do¤mufltu, bir kere öldü...•

G›pta Edilen Yegane Ölü

Tan, 20.11.1938 18

Y

eni Türkiye Ankara’da do¤du. Ankara, 1923’ten sonra her gün bir safha daha tekemmül eden manzaras› ile, yeni Türkiye’nin bütün ümran ve teknik inkiflaf›n› kendinde hulâsa eder: Harabeler içinden f›flk›ran yepyeni bir flehir; ink›razlar içinden f›flk›ran yepyeni bir vatan. ‹nk›lâb›n bütün mutlak ve mücerred, göze görünmeyen k›ymetlerini, mücessem ifadesinde, teker teker müflahadeye imkan verecek tarzda gözönüne koyan Ankara, bize her zaman, Atatürk’ün bafl›nda gizli modern ve mâmur bir Türkiye rüyas›n› ebedi ve aç›k bir resim halinde göstermifltir: Atatürk’ün tahakkuk ve tecessüm etmifl en güzel rüyas›d›r. Bugün onun cenazesini karfl›layan Ankara, gözlerini bir yumsa, on befl sene evvel g›rtla¤›na ç›kan batakl›¤›n ve on befl sene evvel g›rtla¤›n› kurutan bozk›r›n nas›l bir harikulâde istihale ile flimdiki modern flehre dönüverdi¤ini hat›rlayacak, sonra da, gözlerini açar açmaz, iki vatan, iki devir, iki tarih aras›ndaki fark› Peyami Safa derhal karfl›s›nda bulacakt›r. Bu mucizeli istihaleyi yapm›fl insanlar›n bafl›nda gelen Atatürk’ün trenden ayaklar›yla de¤il, baflkas›n›n elleriyle ve dimdik de¤il, tarihin en k›ymetli, fakat en hazin hediyesi halinde, bir tabut içinde indirildi¤ini görünce, ne kadar a¤lasa, dö¤ünse, y›rt›nsa yeridir. Fakat Ankara bir flehir halinden bir sembol haline yükseleli çok var. Ankara art›k ne sadece bir flehir, ne sadece bir vilayet, ne de sadece bir merkezdir; bir vatan, bir zafer ve bir ink›lâp hulâsas›d›r. Atatürk’ün de bir insan halinden bir sembol halinde yükselifli yeni de¤ildir. Atatürk de ne sadece bir insan, ne sadece bir fief, ne sadece bir kahramand›. Bir millet, kollektif bir fluur, millî bir kudret hulâsas›yd›. Bu iki sembol flimdi tek bir cevher halinde birlefliyor. Bu cevhere Türkiye’nin Bafl›, Kalbi, Ruhu, ne derseniz deyiniz, fakat unutmay›n›z ki, O mezar›n içinde de¤ildir, O canl› bir vatan hulâsas›d›r ve mezar onun içindedir.•

Ankara Ve Atatürk

Cumhuriyet, 21 ‹kinciteflrin (Kas›m) 1938 19


Gençler: Bundan yirmi sene önce ben de sizin gibi bugün a¤lad›¤›n›z, ça¤lad›¤›n›z gibi dertli, elemli, coflkun ve ateflliydim. Ben de sizin gibi kürsüler üstüne ç›kar, en gür sesimle yaslar›m›, hicranlar›m› hayk›r›rd›m. Bundan yirmi sene önce, ben de sizin gibi yumruklar›m› göklere kald›r›r, karfl›mdaki genç kalabal›¤› yüre¤imden kopan h›çk›r›kl› sözler-

Hasan Ali Yücel

Size G›pta Ediyorum le coflturur, kükretirdim. Fakat bütün bunlar ne içindi, biliyor musunuz, gençler, biliyor musunuz? Can çekiflen vatan içindi, ölen devlet içindi, bafls›z ve periflan kalan millet içindi. G›pta ediyorum size, gençler; siz de bugün hayk›r›yorsunuz, a¤l›yorsunuz; yasl› ve hicranl›s›n›z; dertli ve elemlisiniz. Fakat ne için ve kimin için? Bizim ölümüne a¤lad›¤›m›z vatan› kurtaran için, y›k›lan devleti yeniden kuran için, bafls›z ve periflan Türk milletine bafl olan kahraman için... O’nun hat›ras›n› anarak, O’nun ölümüne yanarak, O’nun hür yaratt›¤› vatanda, ancak istiklâl havas›n› içmifl gö¤üslerinize O’nun sevgisi, O’nun gururu dolarak a¤l›yorsunuz. Size g›pta ediyorum. Do¤um tari20

hiniz, ‹stiklâl mücadelesinin do¤umuna rastl›yor. Size g›pta ediyorum, gençler; kara bayraklarla ink›raz› remzedilmifl bir devrin ac›, öldürücü zehrini tatmaks›z›n O’nun açt›¤› tarihi ça¤›n içinde dünyaya geldiniz. Size g›pta ediyorum. Sözleriniz beni a¤latt›. Gözleriniz beni a¤latt›. Ölümüne a¤lad›¤›n›z büyük insan, sizi dinleyenler aras›nda bulunsayd›, (ah bulunsayd›...) kimbilir, O nas›l coflar, taflar ve bahtiyarl›klar›n en ilâhîsini nas›l bir heyecan tufan› içinde duyard›. En çok duyan O idi. Öyle duymasayd› siz, bugün böyle her kula nasip olmaz bir asaletle atefl dolu yüreklerinizi bu kadar necip bir boflal›flla milletin kalbine dökebilir miydiniz? Gençler, size g›pta ediyorum; koskoca Türk milletine, O’nu a¤latmak emniyet ve tesliyet verebildiniz. Sizden önceki nesilden olup da Büyük Ata’s›ndan ödev alm›fl bulunanlar, yar›n size, ellerindeki vazifeyi teslim ederlerken fanilere vadedilmifl huzur ve gururun en yükse¤ini hissedecekler. Size g›pta ediyorum, gençler; on yedi milyona istikbali iflaret ve ebedilî¤i hissettirdiniz. Vatan topra¤› üstünde vücuda getirdi¤iniz kalabal›¤›n kaynayan, coflan, koyu sath›n›, aziz Atatürk’ün göklerden yere akseden gölgesi olarak takdis ediyorum. Gençler, size g›pta ediyorum; size g›pta ediyorum gençler!...• Tan, 19.11.938

A

ta’n›n naafl› Ankara’da. O’nu, evvelki gün ‹stanbul, görülmemifl bir teessür ve heyecanla son defa selamlam›flt›. Dün de, ‹zmit’ten itibaren Ankara’ya kadar demiryolu güzergâh›ndaki yüzlerce kilometrelik Anadolu topra¤›, her kar›fl›n› ayr› ayr› kurtard›¤› yerler, onun son geçifli önünde gözyafllar› dökerek e¤ildi. Bugün de Ankara, kendi yaratt›¤› flehir, ona son hürmet ve tazim vazifesini a¤layarak yapacak. Devlet merkezinin Devlet fiefi’ne son selam›nda, yaln›z

Abidin Daver

Huzurunda Dünyan›n E¤ildi¤i Adam Ankara’n›n de¤il, bütün Türkiye’nin ve bütün dünyan›n selam ve hürmeti mündemiç bulunacakt›r. Bugün, Ankara’da bu Büyük Türk’ün naafl› önünde e¤ilen bütün medeniyettir, bütün insanl›kt›r. Çünkü bu Büyük Türk, ayn› zamanda büyük insand›r ve medeniyetin en büyük hâdimlerinden biridir. ‹htiyar dünya, nice büyük fatihler, cihangirler gördü; fakat bunlar›n birço¤u, kan selleri üstünde yükseldiler, maddeten yükseldikçe manen alçalanlar› çoktur. Bütün dünyaya tahakküm etmek h›rslar›, onlar›n dehalar›n›, medeniyeti yiyen bir dev haline getirdi. Halk adam› olarak ifle bafllad›lar, fakat zafer onlar› sarhofl etti; demokrat iken despot, halk ço-

cu¤u iken halk› hor görüp imparator oldular. Kendileri için can veren halk›n kemikleri üstünde kurduklar› saltanat› halk› ezmek için kulland›lar. ‹nsan olduklar›n› unutarak insanl›¤› çi¤nediler. Cihangir olarak ülkeler fethettiler; fakat medeniyetin kalbini fethedemeden bu dünyadan göçtüler. Atatürk, bu çeflit büyük adamlardan olmad›. O, Türk yurdunu kurtard›ktan sonra k›l›c›n› k›n›na koydu. Vatan› parçalanmak tehlikesi varken bir harb ilâh› olan bu Büyük Türk, memleketini ve milletin istiklâlini kurtar›nca hemen bir sulh perisi oldu. Kendisine inanan ve gösterdi¤i yolda can veren halk kütlelerini, yeni maceralar peflinde koflturmad›, öldürtmedi. Halk çocu¤u oldu¤unu asla unutmad›. Bunu unutmad›¤› için de, hep halk içinde ve halk için çal›flt›. Kendini daha fazla yükseltmek için, aras›nda yaflad›¤› halk› yükseltti. O baflbu¤luktan tacidarl›¤a inmedi, fakat halk›n bafltac› oldu. O, kurtard›¤› memleketi, tarihte çok görüldü¤ü gibi, tekrar bat›rmad›; milleti ben kurtard›m; hayat›n› bana borçludur, ne istersem yapar›m, diye düflünmedi. Bir hastay› ölümden kurtaran doktorun nas›l o adam› öldürmeye hakk› yoksa, bilâkis daha sa¤lam yaflatmak, nas›l vazifesi ise, O da, öyle yapt›; milletin nabz›n› elinden b›rakmad› ve kendi ölürken onu, güzel, sa¤lam, kuvvetli ve ebed-payidar olarak b›rakt›. ‹nsanl›¤a, medeniyete hizmet etti¤i içindir ki bugün Ankara’da tabutu önünde bütün insanl›k ve medeniyet hürmetle e¤iliyor ve matemini tutuyor.• Cumhuriyet, 21 ‹kinciteflrin (Kas›m) 1938 21


G

özlerimi yanan meflalelere dald›rd›m. Bunlar uzanm›fl kollar›m›z ki, avuçlar›na tutuflan gönüllerimizi atm›fl›z, alev alev yan›yor. Alev alev yanan gönüllerimize gözlerimi dald›rd›m. Ne ilâhî bir yan›fllar› var! Bunlar, öyle alevler ki, kendilerini pervanelere de¤il, h›çk›r›klara tavaf ettiriyor ve bu h›çk›r›klar bitmiyor. Bir kap›dan girip bir kap›dan ç›kanlar›n her biri bu kubbeye bin yeni h›çk›r›k kat›yor. Bu kubbe alt›nda hava kalmam›flt›r, h›çk›r›k teneffüs ediyoruz. K›rk sekiz saatten beri uykusuzum. Bu mihrab›n öyle bir cazibesi var ki, ayr›l›nm›yor. Ancak dizlerimin derman› kesilince iç salonlardan birine giriyor, bir kanapeye iliflip Saray’›n çak›ll› yollar›n› dolduranlara bakarak biraz dinleniyor tekrar oraya dönüyorum ve ne zaman oraya dönsem de¤iflmeyen iki fley görüyorum: Tabut befl adam. Halk ak›n ak›n geçiyor, ordunun en temiz çelikten sayg›s›n› sunan bilekler de¤ifliyor, polisler de¤ifliyor, fakat yanan alt› meflalesi ile bu tabut ve bu siyah elbiseli befl Nizamettin Nazif adam de¤iflmiyor. Topuklar›n› askerce birlefltirmifller, tabanlar›ndan parkeye yap›flt›r›lm›fllarm›fl gibi, dondurulmufllarm›fl gibi k›m›ldamadan oradad›rlar. Bunlar befl adamd›r ki, yaflad›¤› devirde yaflam›fl, ölmeyi bile herkesin bir nimet sayd›¤› büyü¤ün yan›nda, onunla bir çat› alt›nda yirmi y›l bulunmufl olmak gibi eflsiz bir saadeti tatm›fllard›r: Gece yar›s›ndan bir saat sonra, sayg› seli dinince, nöbet de¤ifltiren generallerin ard›ndan, onlar›n da, can evlerinden vurulmufl gibi yorgun ad›mlarla iç salonlara geçtiklerini gördüm. Onlar› konuflturmadan, K›l›ç Ali’den birkaç hat›ra, Mehmet’ten son günlere ait birkaç not almadan yahut onlar›n konufltuklar›n› duyup kaydetmeden bu tarihi geceleri dilsizlikten kurtarmaya imkan m› vard›? Dolmabahçe’nin bir labirenti and›ran bombofl dar koridorlar›n› dolaflarak son tarih kongresinin topland›¤› büyük salona gelince, generaller paltolar›n› giyip veda ettiler, saylavlar Baflyaver Celâl’in odas›na girdiler. Bir an gözlerim generallerden birine, Selimiye kumandan› genç Osman Tufan’›n levent endam›na tak›ld›. Onun bir gün evvel bu sarayda ö¤le yeme¤inde söyledi¤i flu sözleri tekrar duyar gibi oldum.

Dolmabahçe’de Son Gece

22

“Tabutu generaller tafl›yacak dedikleri zaman Ata’n›n bir seyahat esnas›nda bana okuttu¤u bir fliiri hat›rlad›m: ‘Çekmez küre’nin s›rt› bu tabutu cesimi...’ “Bu böyledir de, be hey Atam, ya benim s›rt›m bu tabutu nas›l tafl›r?” Sonra Baflyaver’in odas›na do¤ruldum. Dolmabahçe Saray›’n›n bu odas›na, salona iki kap›s› olan bir koridordan geçilir ve yan›nda nöbetçi yavere mahsus bir baflka küçük oda vard›r. Kap›s› aç›kt›. ‹çeriye bakt›m. Yaver fiükrü bir büyük rütbeli subayla konufluyor ve bir koltukta saylav Cevat Abbas gözlerini meçhul bir köfleye dald›rm›fl düflünüyor. Hafif hafif sesler gelen Baflyaver odas›na girdi¤im zaman bana büyük bir nezaketle yer gösterdiler. Burada adli t›p üstadlar›ndan Doktor Hayrullah da vard›. Bir dakika sonra odaya Profesör Neflet Ömer girdi ve Doktor Hayrullah, bana yar›da kalm›fl bir sözü tamaml›yormufl zann›n› veren bir tav›rla: “O gazete, bu haberi nas›l uydurabilmifl?” dedi. “Atatürk’ün son günlerde sa¤ elini oynatamad›¤› iddias› sadece ay›p ve yaland›r. Ne demek? Felç mi gelmifl sa¤ eline ki, bu el oynat›lamam›fl.” Baflyaver Celâl ma¤mum bir sesle onu teyit etti: “Ben pazartesi günü akflam› yan›na girdi¤im zaman, kap›n›n önünde durmufltum. Kolunu uzatt›, iflaret etti, yata¤a yaklaflt›m. Sonra sal› akflam›, Hasan R›za odaya girmiflti...” Profesör Neflet Ömer sözünü kesti: “Ben de oradayd›m.”

“Evet... Siz de orada idiniz... Hasan R›za, ‘Buz vereyim mi efendim?’ dedi¤i zaman cevab›: ‘Evet veriniz,’ olmufltu ve Hasan R›za buz verdikten sonra, ‘‹yi geliyor mu efendim?’ derken, kolunu yine oynatm›fl ve ‘Pek iyi,’ demiflti, çok iyi dikkat ettim.” Doktor Hayrullah, pek muztarip bir sesle: “Bu tarihi hadisenin bir tarihi noktas› unutulmamal›d›r. O üç çocuk gibi hastabak›c› dünyada bulunmaz.” Profesör Neflet ilave etti: “Evet... Mehmet, R›dvan ve Binbir’in yapt›¤›n›, bir hastabak›c› yapamaz. Zira buna insan takati yetmez. Bu üç çocuk onun bafl› ucundan dokuz ayda bir defa ayr›lmam›fllard›r. Uyumad›lar, yemek yemediler ve bakt›lar.” K›l›ç Ali derin derin içini çekti: “Nur içinde yats›n...” Odada bir an bir sükût oldu. Bundan istifade ederek bir merak›m› tatmin etmek istedim. Adlî t›p üstad› Hayrullah’a sordum: “Fethimeyit yap›ld› m›?”

H

epsi hayretle yüzüme bakt›lar. Doktor böyle bir suale muhatap olmaktan azap duydu¤unu ihsas eder bir sesle mukabele etti: “Fethimeyit mi? Böyle bir fley düflünmedik bile.” Baflyaver: “Dünyan›n en selahiyettar t›p üstadlar› taraf›ndan o kadar dikkatle muayene edilmiflti ki...” dedi. “Bilinmeyen taraf› kalmam›flt›. Fethimeyit neyi ö¤retecekti?” Fikrimi flöyle izah ettim: 23


Bütün Dünya • Kas›m 2007

“G

eçenlerde Romanya Kraliçesi öldü, kalbini ç›kard›lar, beynini ç›kard›lar. fiimdi, kalbi çok sevdi¤i saray›n›n bir köflesinde ve beyni müzededir. “Pilsudski’ye de böyle yapt›lar... Sonra naafl tahnit edildi¤ine göre...” Profesör Hayrullah, çok insani bir sayg› içindeydi. Gözlerini dald›rarak: “Bu haber do¤ru de¤il...” dedi. “Naafl tahnit edilmedi. Biz, buradaki bütün tabipler Ata’n›n kalbini ve beynini saklamak cihetini akl›m›za bile getirmedik.” K›l›ç Ali, dalg›n dalg›n: “Kalbi çarp›yor...” diye söylendi, “‹flte içerde. Beynine gelince eseri meydanda.” Profesör Hayrullah devam etti: “Bu cesedi profane etmek olurdu. Böyle bir fleye cüret edemezdik. Hatta profane etmekten, kudsiyetini ihlal etmekten çekindik, bütün arzumuza ra¤men öpmedik bile.” Bunun üzerine di¤er bir tarihi noktay› tesbit etmek istedim. Profesör Neflet Ömer’den flu sualime cevap vermesini rica ettim: “Hastal›k ne zaman deklare oldu?” Profesör sualimi cevaps›z b›rakmad›. Büyük bir nezaketle: “Son Bursa seyahatinden ve Yalova’ya gelmezden önce.” “Bursa’da iken Atatürk rahats›z m›yd›?” “Maalesef... Evet.” Bu k›sa cevap ile içim burkuluverdi. Zira o seyahatinde Atatürk’ün yan›bafl›ndayd›m. Günlerce gece yar›lar›na kadar devlet iflleri ile u¤raflm›flt›. Bursa Belediye24

si’nin balosunda, ne nefleli kahkahalar›, ne dinç bir yürüyüflü vard›. Saatlerce dansetmiflti, saatlerce flark› söylemiflti. “Bu hastal›k tedavi edilebilir mi?” “Maalesef hay›r.” “Bu hastal›¤a karfl› bir bünyenin azami ne kadar tahammülü olabilir?” “Nihayet bir y›l; fakat böylesi milyonda birdir.” “Atatürk ne kadar tahammül edebildi.” “On bir ay.” Adlî t›p üstad›, hem bir hakim vakariyle, hem bir tabip selahiyetiyle bu sözleri tasdik etti: “Kendilerine t›bb›n bütün imkanlar› ile, azami surette itina edilmifltir. Bundan ötesine t›bb›n aczi müsellemdir.” O da gene bir k›sa sükûta gömüldü. D›flardan çak›llar› çi¤neyen ayaklar›n sesi geliyor, ar› kovan› u¤ultusu ile halk geçiyor, durmadan, bitmeden geçiyordu flimdi hepimiz sözleflmifl gibi bu seslere kulak vermifltik. Birden K›l›ç Ali elini dizine vurarak do¤ruldu: “Son dakikas› görülecek fleydi...” dedi. “Kumanda eder gibi öldü. Dalg›nd›, birdenbire gözleri aç›ld›. Gözbebekleri ›fl›ldad›, t›pk› cephedeki gibi, bir emir vermek ister gibi dudaklar› k›m›ldad›. Fakat bir fley söylemedi ve son nefesini verdi. Tam bir fief, bir Baflkumandan gibi...” Susam›flt›m, bir bardak su aramak için koridora ç›kt›m. Hademe yoktu. Salona geçtim kimse yok. koskoca salonlar bombofl. Nöbetçi sivil memurlar›n oturduklar› odaya do¤ru yürüdüm birden Mehmet’le karfl›laflt›m. Ata-

Dolmabahçe’de Son Gece

türk’ün yata¤› yan›ndan dokuz ay ayr›lmayan Mehmet, Bursa’daki balo gecesi coflmufl, yan›na gelmifl. “Nas›l?” demiflti “Var m› bizimki gibi bir baflka fief? Hangisi bu derece halk›n içindedir? Elini uzat, omuzuna dokun. Yan›bafl›nda iflte...” Ve yerden gö¤e kadar hakl›yd›. Bu saf memleket çocu¤unun o sözleri kadar o anda ve her zaman hakikat olan ne vard›? Susad›¤›m› unutuverdim. Bir kenara çekildik, Ata’n›n son dokuz ay›ndan bana flu sahneyi anlatt›: “On beflinci y›l flenlikleri yap›l›rken çok takatsizdi. D›flardan patlat›lan maytap seslerini iflitti: ‘Bu ne Mehmet?’ dedi. Ben sustum. R›dvan cevap verdi: ‘Gök gürlüyor galiba Atam’ diyecek oldu. Güldü: ‘Çocuk mu kand›r›yorsun?’ dedi ‘maytap yak›l›yor, flenlik var...’ Yüzünde nuranî bir hal vard›. Bu s›rada Saray’›n önüne bir vapur gelmifl, ‹stiklâl Marfl› çalm›flt›, bir iki saniye kadar gözlerini kapad›, dinledi, sonra gülümseyerek gözlerini açt›: ‘Seviniyorlar...’ dedi. ‘Sevinecekler tabii. Sevinmekte hakl›d›rlar. On befl y›l Cumhuriyet... Bu sevinilecek neticedir.’” Sonra cebinden ç›kard›¤› bir resmi göstererek: “Bu...” dedi, “En son elbiseli resmidir. Savarona’da ben çektim. Bunu ald›¤›m zaman... Çok rahats›zd›. Doktorlar asgari kuvvet sarfetmesine dikkat ediyorlard›. Ecnebi doktorlar›n geldikleri günlerdeydi. Bir koltu¤a oturmufl, gözlerini denize dald›rm›flt›. Öyle masum, öyle içli bir hali vard› ki, bana çok dokundu. Atatürk’ün bu

samimi an›n› tesbit etmek hevesiyle hemen makineme sar›ld›m ve resmi ald›m.” Ona sordum: “En son ne zaman gazete okudu?” “Sal› günü.” “Siz mi okurdunuz? Kendisi mi okurdu?” “Hay›r. Bizzat kendisi al›r, göz gezdirirdi.” Ve birdenbire benim devaml› tecessüsüme isyan etti: “Yoksa siz yanl›fl m› düflünüyorsunuz? O son dakikas›na kadar haf›zas›n› ve zekas›n› muhafaza etti, okudu. On beflinci y›l için yazd›rd›¤› nutkunu tashih etti. Ölümünden bir gün evveline kadar günde iki defa muntazam t›rafl oldu. Titizli¤inden, tertemizli¤inden zerre kaybetmedi. Zira Atatürk bir an nefsine itimad›na kaybetmedi. Ölümü hiç hat›r›na getirmedi. ‹yileflece¤im, iyi olaca¤›m demekte ›srar etti durdu.”

G

ece yar›s›ndan sonra saat üç. Genifl mermer merdivenlerden bahçeye iniyorum. fiimdi ayak sesleri dinmifl, kap›lar kapanm›flt›r. Lambalar› yanan odalardan birinde Üstünda¤, bafl›n› iki eli aras›na alm›fl düflünüyor. Emniyet direktörü Salih K›l›ç telefonla konufluyor. Baflyaverin odas›ndan da benden baflka ayr›lan olmam›fl galiba. S›rt›m› kamç›layan rüzgarla itile itile merasim kap›s›ndan geçiyorum. fiehir öyle bir sessizli¤e gömülmüfl ki Befliktafl caddesinin ç›narlar›ndan düflen yapraklar, uçurumlara devrilen kayalar gibi gümbürdüyor.• Tan, 20.11.1938 25


B

üyük bir da¤›n etekleri alt›nda bulunanlar, tabiat›n bu yüce flaheserini olanca ihtiflam› ile nas›l seyredebilirler? Görebilecekleri ancak bir iki çay›r, bir iki koruluk, dere, çiçekler, yemifller, kuzular ve çobanlard›r. Atatürk’e dair yaz› yazanlar, onu bütün unsurlar› ile kavrayamamakta, bunun için mazurdurlar. Sadece bir k›sm›n›, bir parças›n› anlatabiliyorlar. Kimbilir, as›rlar›n ortas›na çekilip uzaktan bakarak, onu oldu¤u gibi, bütün hututiyle tasvir edebilecek dâhi müellifler belki sonradan zuhur eder. O azametli mevcudun flu mütevaz› köflemde hayranl›kla seyretti¤im bir hususiyeti de, isminin tam müsemmas› olufludur: Gazay› baflarm›fl, memleketi ›st›fa ettirmifl, kemalini buldurmufl, milletinin babas› olmufltur. Tarihin di¤er büyük kumandanlar›, ink›lâpç›lar›, ›slahatç›lar›, onunla mukayese edilince, çocuk bücürlü¤ünde, beceriksizli¤inde kal›yorlar. Öyle çocuklar ki, cemiyetin flu veya bu parças›na merak sarm›fllard›r; bir saat Vâ-Nû mekanizmas›n› kurcalar gibi mevcut, kurulu bir fleyi bozmufllar; harabe haline getirmifllerdir; yahut en baflar›l›lar›, olsa olsa, parçalad›klar›n› temizleyip yerine takabilenler, cemiyetteki bir k›s›m ifllemeyi düzeltebilenler ki, bunlar da bahtiyar ve nadir ›slahatç›lard›r. Büyük kumandanlar›n “her zaferi bir harabe, bir medfendir.” Büyük ink›lâpç›lardan hangisi “Bozdu¤undan daha iyisini yapabildi!” diye sarahatle, icma-› ümmetle gösterilebilir? Bozdu¤unun yerine, hiçbir unsuru ziyan etmeksizin, yeni unsurlar yarat›p ilave etmek flarti ile, yepyeni, tamamen, mükemmel, her teferruat› cami ve alâl›¤› münazaünfih olmayan eserler yaratm›fl biri varsa, o da Atatürk’tür. Tekmil muhitini eczas›na ay›rm›fl, ö¤renmifl; kiminin nerede, nas›l ve hangi anda daha iyi kullan›laca¤›n› kestirmifl ve hiçbir zerreyi ziyan etmeden, hiçbir kuvveti aleyhine çevirmeden, her mevcudu, hatta eski düflmanlar›n›, hatta muhali, hatta muz›r› faydal› yapm›fl, flaheserini kurmufltur. Bu evsafta da onun benzeri yoktur.•

Ondaki Kullanma Kudreti

Akflam, 16 Teflrinisani (Kas›m) 1938 26

Meflruiyetini tarihten alan Gazi, ne bir peygamber ne de bir deccaldir. O içimizden biridir. O yozlaflmadan ça¤dafllaflmay› özümsemifl bir dehad›r. Bar›fl›n dostu, savafl›n kartal›d›r. O, bizim herfleyimizdir. Ruhun flad olsun Atatürk’üm...

10 Kas›mlar

A

n›lar›n el feneriyle delâ- torlu¤un külleri aras›ndan yükseletlerin ve ihanetlerin gir- len devletimiz, ulus devlet, üniter daplar›n› ayd›nlatman›n devlet ve laik devlettir. heyecan› içinde Gazi’yi Ancak Türk tarihinin ve Türk an›yoruz. ‹ki Mustafa Kemal’den kültürünün üzerinde kurulan fani olan› yüce Allah’›n huzurun- cumhuriyet bugün de tehditler alda ebedi istiratgâh›ndad›r. Fikirle- t›ndad›r. Ulus devlet özelli¤i bir rin, ideallerin ve ba¤›myandan Avrupa Birli¤i, s›zl›klar›n Mustafa Kedi¤er yandan Ortado¤u mal’i ayd›nl›k ufuklar› Yaflamdan projesi içinde eritilmekte iflaret ediyor. küreselleflmenin Gözlemler olup Kaç 10 Kas›m geçti? sonucu olarak da ulus Gözyafllar›m›zdan kaç devlet olamayaca¤› savdeniz olufltu? lar› yinelenmektedir. Türk’ün unutulmufl Devletin, ulusun, bimeziyetlerinin gelece¤in reyin ve akl›n ba¤›ms›zl›yüksek uygarl›k ufkun¤›n› gerçeklefltirmek Atadan bir günefl gibi parlatürk’ün idealidir. Kendi yaca¤›n› müjdeleyen Gaayaklar› üzerinde, bafl› zi’nin manevi huzurundadik bir devlet... Ali Naili y›m. Elemim, umudun iç Türklük bilincini Erdem özümsemifl bir ulus... içe yar›nlara kofluyor. Bir süreden beridir Ve hurafelerden, önyarbir teslimiyetçi politikad›r gidiyor. g›lardan temizlenmifl olup tutGazi’li günlerden eser yok... Ne sakl›¤›n her çeflidini reddetmifl ulusal duygular›m›z yafl›yor ne de bireyle bilimin dostu bir ak›l Gaulusal kimli¤imiz... “Ne mutlu zi’nin hedefleridir. Uygarl›k Avrupal›s› olmay› Türk’üm diyene” adeta eskimifl AB’ye teslimiyet olarak yorumlama bir moda oldu. Yanm›fl ve y›k›lm›fl bir impara- anlay›fl› ulusal onuru tahrip etmifltir. 27


Bütün Dünya • Kas›m 2007

fiimdi bu 10 Kas›m’da da öfkelerimiz, flikayetlerimiz var.

Y

üce ‹slam dininin siyasallaflmas› yan›nda federatif devlet modellerine özenme tutkusu ulusal varl›¤›m›z› tehdit ediyor. Tanr›’y› insana, insan› Tanr›’ya yaklaflt›ran ekmel din olan ‹slam’› oy pazarlar›nda kullanma cüreti düflmanlar›n a¤z›n› suland›r›yor. Ve tüm bu olumsuzluklar›n üstünde terör belas› artan bir h›zla sürüyor. Ne yaz›kt›r ki, ulusal kimlik olgusunu ön plana alan ve bunun gere¤i olarak da cumhuriyetin çat›s› alt›nda yaflayan gruplar›n tümünü Türklük flemsiyesi alt›nda toplama ve bütünlefltirme becerisi Türkiyelilik olgusuyla y›prat›l›yor. Tarihsel bir gerçektir ki, ulusal benli¤ini kaybeden uluslar tarihin sayfalar›ndan silinirler. Hâlâ uyan›lmayacak m›d›r? Ve büyüyen tehlike hâlâ görülmeyecek midir? Kökü geçmiflte olan gelece¤i ça¤dafl boyutlara ulaflt›rmak bu topraklar›n üzerinde yaflayanlar›n görevidir. Buhranlardan kurtulman›n yolu

olan Atatürk metodolijisidir ki, anlam› bilim, deney ve ak›l çizgileri içinde olaylara çözüm getirmektir. Çünkü O, bugün de bir çaredir. O sayg›n bir devlet olmam›z›n güç kayna¤›d›r yine... Dünler içinde oldu¤u gibi bugün de ihanetler vard›r. Daha küçük, daha güçsüz bir Türkiye sevdas›yla yat›p kalkanlar eksik de¤ildir. Ancak parçalanm›fl, bölünmüfl bir Türkiye özlemiyle sat›lm›fl olanlar›n varl›¤›na karfl› akl›n ve iman›n birlikteli¤inde ba¤›ms›z ve zengin bir yurt var olmaya devam edecektir. “Servetim ve iftihar›m Türk yarat›lmakt›r” diyen Gazi’nin devrimlerine karfl›n Türkiye’yi kendi kimli¤imin d›fl›nda olan yerlere tafl›maya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Sözde Atatürkçü geçinenlerle, tarihin mezarl›¤›nda yaflayanlar bilmelidirler ki: Meflruiyetini tarihten alan Gazi, ne bir peygamber ne de bir deccaldir. O içimizden biridir. O yozlaflmadan ça¤dafllaflmay› özümsemifl bir dehad›r. Bar›fl›n dostu, savafl›n kartal›d›r. O, bizim herfleyimizdir. Ruhun flad olsun Atatürk’üm...•

Genç k›z ifl yerinde sevgilisine mektup yaz›yordu. Arkas›ndan müdürünün gizlice mektubu okumakta oldu¤unun ay›rd›na vard› ve mektubunu yazmay› flöyle sürdürdü: “Sevgilim, bizim merakl› müdürümüz bu yazd›klar›m› okumasayd›, sana daha da özel konular›m›zdan söz etmek isterdim...” Genç k›z bu tümceyi yazar yazmaz, arkas›ndan müdür öfkeyle karfl› ç›kt›: “Asla do¤ru de¤il bu...” dedi. “Beni haks›z yere suçluyorsunuz...” Sonra da k›zg›n k›zg›n söylendi: “Yazd›klar›n›z› okudu¤umu da nereden ç›kar›yorsunuz, böyle?”• 28

Bu yaz› Millet Dergisi’nin Kas›m 1947 tarihli say›s›ndan al›nm›flt›r.

Reflid Galib’in Çek Hâdisesi •Millet Dergisi - Bütün Dünya•

A

tatürk, bütün menfi iddiac›lar›n aksine son derece münakaflay› sever ve karfl›s›nda itiraz ve hattâ isyan edenleri bile hofl görürdü. Hakl› olsun olmas›n, bir kimse ona samimî olarak inand›¤› bir mevzuda itiraz ederse fevkalâde memnun olur, büyük sükûnetle münakaflay› kabul ederdi. fiahsen k›zd›¤› mevzularda bile ekseriya muhatab›n› sonuna kadar tahammülle dinler, fikrini aç›kça söylemesine müsaade ederdi. Yaln›z, ink›lâp aleyhinde söz söylenmesine ve demagoji yap›lmas›na müsaade etmezdi. Serbest F›rka hâdiselerinden

sonra ‹stanbul’a geldi¤i zaman en küçük teflekküllerin genç fleflerini kabul etmifl ve onlar›n her türlü fikir ve tenkitlerini büyük bir dikkatle dinlemifl oldu¤unu hat›rlayanlar pek çoktur. Hattâ, genç bir nahiye parti reisinin kendisine: “Efendim, Halk Partisi bir parti de¤ildir. Böyle parti olmaz” dedi¤i zaman etrafta uyanan büyük tepkiye karfl›: “Bu gencin söyledikleri hepimiz için ders doludur” cevab›n› verdi¤i de meflhurdur. Bu yaz›m›z›, bu havan›n ›fl›¤› alt›nda okumalar›n› okuyucular›m›zdan rica ederim. 29


Atatürk ‹szarak imza etti. tanbul’da idi. Çeki kopard›. Her vakit ve her Tam bu s›rada vesile ile halk›n birisi elini uzataras›nda ve t›. Bu zat Reflit halkla beraber Galib’ti. Atadolaflmaktan türk’e e¤ildi: zevk alan büyük “Bu paray› adam etraf›ndavermemelisiniz, ki mütad zevatla efendim” dedi. beraber Beyo¤Genç doktolu’na ç›km›flt›. run bu kat’î söBu s›ralarda da zü karfl›s›nda Beyo¤lu’nda yeAtatürk’ün gözni bir müessese lerinde flimflekaç›lm›flt›. Ad› da ler çakt›. Türkuvaz’d›. Bu Ve Reflit Dr. Reflit Galib kelime, AtaGalib: türk’te güzel intibalar uyand›rm›flt›. “Bu para yerine masruf olmuTürkuvaz kelimesi firenk dilinde yor, san›r›m” diye ilâve etti: Türk mavisi, boncuk mavisi, gök Atatürk: mavisi diye çeflitli Türkçe adlar› “Nereye istersem oraya sarf edeolan bir rengin ad›yd›. Atatürk’e rim, benim param de¤il mi?” dedi. Reflit Galib sadece: verilen izahat aras›nda Türkuvaz “Milletin paras›d›r, size emanetkelimesinin yeflim tafl› rengi oldutir” dedi. ¤u da söylenmiflti. Herkes büyük bir f›rt›nan›n kotomobiller, Türkuvaz’›n paca¤›n› bekliyordu. Fakat hayretler önünde durdular. ‹çeri içinde Atatürk’ün çeki y›rtt›¤›n› ve girildi, halk fliddetle Ata- kalk›p saraya döndü¤ünü gördüler. türk’ü alk›fllad›. Ona bir Birkaç akflam sonra idi. Saraymevki haz›rlanmak istendi. O, her- da sofra kurulmufltu. kesin aras›nda bir yeri seçti. MüesMaarif Vekili Es’ad Bey de orasesenin orta yafll› sahibesi geldi. dayd›. Mevzu maarif meselelerimizHürmetlerini sundu. Ata kendisin- di. Atatürk, herkese fikrini sormaya den izahat ald›. Sonra da böyle bir haz›rlan›yordu. Reflit Galib söz ald› lokal gelifltirmek ve yaflatmak için maarif gidiflini gayet terbiyeli fakat tavsiyelerde bulundu. Müessesenin fliddetli bir dille tenkit ederek Es’ad sahibesi bütün bunlar› yapmak için Bey’i itham etti. Rahmetli Es’ad Bey lâz›m gelen paraya mâlik olmad›¤›- fevkalâde centilmen bir adamd›. Bu n› söyledi. O vakit: tenkitlerden çok üzülmüfltü. Bunu “Ne kadar lâz›md›r?” diye sordu. gören Atatürk: “Yok Reflit Galib Bey” dedi, Kad›n mübhem bir rakam söyledi. Atatürk çekini istedi. Aç- “Ben kendi soframda hocam›n t› ve kad›n›n söyledi¤i rakam› ya- (çünkü Es’ad Bey Ata’n›n hocas›y-

O

30

Atatürk, 2 Aral›k 1930’da “Türkuvaz”da yemek yiyor. Yan›nda Ruflen Eflref Bey, arkas›nda ise “Türkuvaz”›n garsonlar› ve Madam Vera bulunmaktad›r. d›) bu kadar üzülmesini istemem” dedi. O vakit Reflit Galib: “Beni mâzur görünüz. Vak›a buras› sarayd›r. Fakat sultan saray› de¤il, millet saray›d›r. Sofran›zdaki zât da sizin hocan›zd›r. Fakat sultan›n hocas› de¤ildir. Sizi sultan yerine koymad›¤›m için serbestçe konufltum” dedi. Atatürk, fena halde üzüldü. “Sus...” dedi. Reflit Galib: “Millet ve memleket meseleleri konuflulurken susamam...” cevab›n› verdi. Atatürk bütün bütün k›zd›: “Kalk sofradan” diye ba¤›rd›. Reflit Galib yerinden kalkmad›. O vak›t Ata: “Sen kalkmazsan ben kalkar›m” dedi. Havlusunu toplad› ve sofra-

dan kalkt›. Bütün sofrada oturanlar aya¤a kalkt›lar. Herkes sofray› terke haz›rlan›yordu. Atatürk geri döndü:

“S

ize ne oluyor? Oturun oturdu¤unuz yerde...” emrini verdi. Ve salonu terk edip gitti. Ortal›¤› derin bir korku ve a¤›r bir hava kaplad›. Herkes susmufl ve ne yapaca¤›n› düflünmeye bafllam›flt›. Biraz sonra Ata’n›n yaveri içeri girdi: “Gazi Hazretleri emrediyorlar. Kendileri olmad›¤› halde sofraya devam edilecektir ve kimse yerini terk etmeyecektir.” Reflit Galib ertesi sabah Ankara’ya döndü. Onun ebedî nikbetini bekleyenler birkaç ay sonra Maarif Vekili oldu¤unu ö¤rendiler.• 31


Mustafa Kemal Atatürk’ün “Fani Vücudu”nun Aram›zdan Ayr›l›fl›n› Belgeleyen Rapor

Atatürk’ün Kimli¤i •Cemal Kutay - Millet Dergisi*• Laik: Atatürk laikti. Kurdu¤u Cumhuriyetin vas›flar›ndan birisini de laiklik teflkil ediyordu. Din ve dünya ifllerini birbirinden ay›rmas›n› dinsizlik fleklinde anlayanlar çoktu. Fakat, flahsen, mevzuu oldu¤um bir hat›ray› burada nakletmek isterim. Halkevinin büyük salonunda bana iltifat etti¤i bir akflamd›. Haz›r bulunanlardan biri: -Efendim namaz da k›lar, dedi. ‹yiniyetli olmayanlar bu sözün sarf›nda beni gözden düflürmenin hedef tutuldu¤unu sanabilirlerdi. Ben bile bundan endifle ettim. Atatürk: -Do¤ru mu? dedi. Rahmetli Necip Ali at›ld›: -Do¤rudur, paflam dedi. Ben namaz k›ld›¤›n› gördüm. Hem namaz k›larken kendini kaybeder, sapsar› olur. Ama onun namaz› da kendisine mahsustur. Akl›na esti¤i zaman k›lar. Bu ibadeti de bir nevi sanatt›r. Atatürk gene bana döndü: -Niçin namaz k›l›yorsun? dedi. Cevap vermek mecburiyetinde idim: 32

-Namaz k›ld›¤›m zaman bir huzur duyar›m. Bu huzura muhtaç oldukça da namaz k›lar›m, dedim. Atatürk sadece: -Hakl›s›n dedi. Bu sözü ne tonda söyledi¤ini tasavvur edemeyece¤im. Yaln›z biraz evvel beni namaz k›l›yor diye bahis mevzuu eden zat›n mosmor oldu¤unu hâlâ hat›rl›yorum. ‹nkilâpç›: Atatürk’ün en büyük vasf› ink›lâpç›l›kt›r: “Duran düfler”, O’nun bir atasözüdür. Kendisine, tasarlad›¤› ink›lâplar› ne zamana kadar ikmal edebilece¤ini soran bir yabanc› gazeteciye flu beyanatta bulunmufltu: -‹nk›lâplar bir insan›n ömrüne s›¤maz. Bazan, milletin ömrü bile buna yetiflmez. Türk milleti gibi tarihi tarihle bafllayan bir milletin ink›lâpç›l›k vasf› ebedîdir. Ben ancak kendi ömrüme s›¤anlar› baflaraca¤›m. Muakiblerim zamanlar›n›n gerektirdi¤i devrimleri baflaracakt›r. Ve böylece sürüp gidecektir. Bizzat tashih etmek lütfünde bulundu¤u bir piyesin üzerinde 33


Atatürk’ün Kimli¤i

iyiye, do¤ruya, güzele do¤ru, cümlesine bir de “daima yeniye do¤ru” kelimelirini eklemiflti. Kendilerine veznin bozulmas› ihtimalini söyledi¤im zaman: -Zarar yok vezin bozulsun, fakat venilik ifltiyak› kals›n. Bu da bir yenilik olur. Cevab›n› vermifllerdi. Milliyetçi: Bugün Türk milleti bir defa daha Ebedi Atas›n›n ayr›l›k y›l›na katlan›yor. O vefakâr insan›n Türk milletinden bekledi¤i vefa kendisine milli arma¤an›m›zd›r. Cumhuriyetin onuncu y›ldönümünü kutlama haz›rl›klar› yap›l›yordu. Bir s›ra vecizeler haz›rlanm›flt›. Bunlardan birinde: “Atatürk bizim en büyü¤ümüz, en bütünümüzdür.” yaz›l› idi. Vecizelerin listesi kendisine sunuldu¤u vakit, O flöyle bir tashih yapt›: “Atatürk, bizden biridir. Atatürk Türklü¤ü ile iftihar ederdi. Ve: -Büyük Türk milletinin bir ferdi, -Büyük Türk milletinin naçiz bir uzvu, Tabirleri kendi hakk›nda en gururla kulland›¤› cümlelerdi. “Ne Mutlu Türküm diyene!” vecizesi onun her gün tekrarlad›¤›m›z Ata sözüdür. Buna ra¤men Atatürk asla rasist de¤ildi. Daha ink›lâb›n bafllang›ç günlerinde “Papa Eftim”i Türk ortodoks kilisesinin Anka34

ra’daki reisi sayd›¤› zamandanberi, cins ve din fark› olmaks›z›n Türkiye’de yaflayan herkesi Türk sayar ve bunun haricindeki her türlü tefsiri redderdi: -Taassub ve yobazl›k bizimle beraber bu topra¤›n mahsulü olan yurd kardefllerimizi baflka mezhep ve dinlerin salikleri olduklar› için senelerce ve senelerce kendimizden ayr› sayd›rm›flt›r. Hatal› telkinler yüzünden onlarda da sanki baflka bir milletin ferdi imifller gibi yanl›fl bir intiba uyanm›flt›r. Bu kanaatla iki tarafl› mücadele etmelidir. Bir taraftan yanl›fl olarak “az›nl›k” dedi¤imiz vatandafllar›m›z, Türk dilinin ve Türk kültürünün kendi mallar› oldu¤unu hissetmelidirler. Di¤er taraftan da biz onlara bu yolda, rehber olmay›z. Bu sözleri, Atatürk’ün “milliyet” ölçülerini anlatan dikkate flayan cümlelerle doludur. Rahmetli Reflit Galib’in bir çal›flmas› üzerindeki el yaz›l› tashihlerinde flu cümleler de çok flayan› dikkattir: “Türk soyu istila yolile ve di¤er yollarla münasebete girdi¤i kavimler ve soylarla genifl ölçüde kad›n al›fl verifli yapm›flt›r. Bu al›fl verifl bir anda soyu bozmufl gibi görünür. Fakat, Türk milletinin as›rlar boyunca soyca dejenere olmamas›nda genifl muhit de¤ifltirmeler, seyahatler, harpleri de büyük rol oynam›flt›r.

Muhit, tesalup milletleri daima dejenere etmifltir. Amerikan milleti gibi, Türk soyunun baflka soylarla bu flekilde kar›flmas›n› iyi karfl›lamak laz›md›r. Soyculuk kötü, yanl›fl ve geri bir zihniyettir. fiu halde Atatük’ün anlad›¤› “milliyetçi” zihniyet en ileri manada bir milliyetçiliktir. ‹nsan: Atatük’ün en büyük hususiyeti insanl›¤›d›r. “‹nsan” olabilmenin zevkini tadan ve yaflayabilen bu büyük adam›n Mark Twain niflan› hikayesini burada yadetmek isterim. Bilindi¤i gibi Amerika’n›n hümor dehas› olan Mark Twain bütün Anglosakson milletlerinin nefle ve insanl›k sembolü halini alm›flt›r. Onun ölümünden sonra da ad›na bir cemiyet kurulmufltur. Bu cemiyetin insanl›¤a ümit ve nefle getiren büyük adamlara mahsus bir madalyas› da vard›r. Atan›n son y›llar›nda bir cemiyet Atatürk’e, Mark Twain niflan›n› tavsiye etmek istemiflti. Gönderilen mektupta: “Bütün bir gaml› millete iyi günleri ve gülmeyi ö¤reten büyük klavuz.” tabiriyle hitap ediliyordu. Atatürk bu madalyay› memnunlukla kabul etmiflti.

Öldü¤ü zaman Ruzvelt’in, büyük Amerika devlet adam›n›n söyledi¤i flu cümlelerini hat›rlamam›z ne kadar yerinde olur: “Atatürk sultanlar›n saraylar›na varis olabilirdi. Orada diledi¤i gibi haremler kurar ve diledi¤i gibi keyif sürebilirdi. Halbuki, o umumi gazinolarda halk›n aras›nda halkla beraber e¤lenme¤i tercih ediyordu.” Böylelikle bütün milletine yaflama rehberi olma¤› istemiflti. Ben onun plajlardaki resimlerini gördü¤üm zaman heves ettim. ‹lk f›rsatta, Hudson’daki plajlara giderek resimlerimi ald›rd›m ve gazetelere verdim.” Ruzvelt’in flu meflhur sözü herkesçe malumdur: “Ne yaz›k ki, onun büyük flahs›n› yak›ndan görmek f›rsat›n› ebediyen kaybettim. Cumhurbaflkanl›¤› sürem biter bitmez Türkiye’ye kadar gitmek ve kendisini görmek istiyordum.”• *Millet Dergisi, Kas›m 1947

Yay›n Genel Yönetmenin notu: Yaz›ld›¤› dönemde kullan›lan yaz› biçimi ve dilini aynen nakletmek amac›yla yaz›daki biçim ve sözcükler özellikle de¤ifltirilmemifltir.

Nefleli bir toplant›n›n oldukça ilerlemifl bir saatinde bir vatandafl, “A be Paflam” diye söze bafllad›. “Ne vakittir merak ederiz; Millî Mücadele’nin sonuna do¤ru, ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!..’ emrini vermifltiniz. Aradan bunca zaman geçti. Ordulara son ya da ikinci hedefi göstermediniz. Akdeniz ilk hedef oldu¤una göre, ikinci hedef neresidir?” Atatürk kendisine teklifsizce “A be Paflam” deyiflinden Rumelili oldu¤u anlafl›lan bu vatandafla dikkatle ve yumuflak bir gülümsemeyle bakt›ktan sonra, masadaki kadehini alarak kald›rd›: “A be hemflerim” dedi. “Hele flimdilik ilk hedefin flerefine içelim...”• 35


“B Bu topraklar›n sonuncu evrensel kahraman›, son dehas›, idam ferman›yla birlikte bu ülkenin kulluk flans›n› da y›rtt› ve tarihin matematik ak›fl›n› de¤ifltirdi. Elliyedi y›lda yapt›¤› ömrünün yap›t›n›, kendisi gibi cesur olaca¤›n› umdu¤u gençlere emanet etti. “Gençli¤e Hitabe”si, Atatürk’ün gerçek vasiyetidir. Bu vasiyet, az say›da yüceye, çok say›da cüceyi yenebilece¤i cesareti afl›lamaktad›r. Yücelik cesaret ister, cücelik esaret. Kafalar›n tutsak al›nabilmesi için önce, yüreklerdeki cesareti unutturmak gerekir. Atatürk’ün Türk gençli¤ine sesleniflini, iflte bu cesaretimizi her zaman diri tutabilmemiz için okuduk, ö¤rendik, özümsedik, bugüne de¤in okul ça¤lar›m›zda...

Esaret ve Cesaret •Yaz› ‹flleri Bölümü - Bütün Dünya•

sa’dan önce 502 y›l›nda Roma, Kral II. Porsenna’n›n komutas›ndaki Etrüsk ordular› taraf›ndan ablukaya al›nm›flt›. Kentin tüm yollar› tutulmufl, bu¤day bulunmaz olmufltu. Roma halk› açt›. Gaius Mucius adl› genç patrisyen (toprak sahibi), tarihinde böyle bir kuflatma görmemifl olan kentin, Etrüskler taraf›ndan kuflat›l›p, afla¤›lanmas›n› onuruna yediremiyordu. Duydu¤u utançtan kurtulabilmek için kendisini yok etmeye karar verdi. Senatoya gitti, senatörlerden izin istedi: “Tanr›lar’›n yard›m›yla soylu bir amaca hizmet etmek için Tiber Nehri’ni geçece¤im” dedi. “Kentten ç›k›yorum; fakat 36

bunu firar ediyorum sanmay›n.” Senatörlerin izin vermesinden sonra Gaius Mucius, pelerininin alt›na bir hançer gizledi ve düflman saflar›na s›zd›. Etrüsk karargâh›na vard›¤›nda, komutan Porsenna ve baflyaverinin yan yana oturmakta olduklar›n› gördü. Askerlerin ayl›klar›n› da¤›t›yorlard›. Gaius Mucius, hangisinin Porsenna oldu¤unu bilemedi¤i için hançerini rastgele sallad› ve... Hançeri, komutan yerine baflyaverine rastgeldi, onu öldürdü. K›sk›vrak yakalan›p Porsenna’n›n önüne getirildi¤inde, Gaius Mucius’un yüzünde korku de¤il, karfl›s›ndakini ürküten bir görünüm vard›.

en bir Romal›’y›m!” dedi Porsenna’ya. “Seni öldürmek istiyordum; fakat tan›yamad›m, baflyaverini öldürdüm. Seni öldürmek için gösterdi¤im cesareti, flimdi kendim ölmek için göstermeye haz›r›m. Ac›da ve savaflta cesaret, bir Roma erdemidir. Sana kin besleyen bir ben de¤ilim. Ard›mda ayn› yolu izleyecek onurlu birçok Romal› var. Her an bir hançer, karargâh›n›n ortas›nda gö¤süne inecektir. Roma gençli¤i sana savafl açt› Porsenna! Ard›na ordular›n› alamayaca¤›n, ordular›n›n gücüyle yapamayaca¤›n, teke tek bir savafl olacak bu... Sen ve bir Roma genci aras›nda geçecek bir dövüfl olacak bu!” *** Genç Romal›’n›n cesareti ve onuru, komutan› hem ürkütmüfl hem de öfkelendirmiflti. Romal› gençlerin kendisine karfl› haz›rlad›klar› komployu tüm ayr›nt›lar›yla anlatmas›n› emretti ve bir tehditte bulundu: “E¤er bu komployu aç›klamazsan” dedi. “Seni, bir atefl çemberinin ortas›na ald›rt›r, yavafl yavafl yakt›r›r›m...” Savafl divan›n›n ortas›nda, Tanr›lar’a tütsü yakmak için kullan›lan kutsal bir ocak vard›. Gaius Mucius sa¤ kolunu kutsal ocaktaki ateflin içine dald›rd› ve yüzünde en küçük bir ac› yans›mas› olmaks›z›n komutana bir cesaret ve onur dersi verdi: “‹yi bak ve iyi ö¤ren, Porsenna” dedi. “Onur söz konusu oldu¤unda, beden ac› tan›maz...” Ateflten çekmedi¤i kolunun bir odun gibi yanmas›na karfl›n önünde k›-

p›rdamadan duran Romal› gencin irade gücü, Etrüsk kral›n› sarsm›flt›. Adamlar›na, onu ocaktan uzaklaflt›rmalar›n› emretti. “Seni özgür b›rak›yorum, onurlu Romal› genç” dedi. “Benden çok, kendi can›n› yakt›n. E¤er benim askerim olsayd›n, onurunu ve cesaretini hem överdim hem de bunlarla kendim övünürdüm. Seni savafl yasalar›yla cezaland›rmayaca¤›m. ‹flkence görmeyeceksin. Seni ba¤›fll›yorum, Roma’ya dönebilirsin.” Genç Romal›, kral›n bu cömertli¤ini karfl›l›ks›z b›rakmad›: “Madem onura ve cesarete sayg›n var, o halde benden tehditle alamad›¤›n›, iyilikle ö¤reneceksin” dedi. “Roma gençli¤inin seçkin neferleri biz, üç yüz patrisyeniz. ‹çlerinde en flansl› ben ç›kt›m. Seni öldürmek görevini ilk ben üstlendim. Ard›mdan tek tek ötekiler gelecek. Seni öldürmeyi baflaramayan olursa, s›ray› onun arkas›ndaki patrisyen alacak. S›radaki hiçbir arkadafl›m›z, kendinden öncekinin baflar›s›zl›¤›ndan etkilenmeyecek. Seni öldürmeyi baflar›ncaya kadar, bu görevi biz Roma gençleri flerefle üstlenece¤iz.”

G

aius Mucius’un onuru ve cesareti karfl›s›nda Roma’ya ve Romal›lara üstün bir sayg› duyan Kral Porsenna, bu sayg›s› nedeniyle savafltan vazgeçti, Roma’ya elçiler gönderdi ve... Romal›lar’a bar›fl önerisinde bulundu. Gaius Mucius ise, sa¤ kolu olmad›¤› için Roma’da, “Scaevola”, yani “Solak”, takma ad›yla an›ld›. *** 16 May›s 1919 günü, ‹smail 37


Bütün Dünya • Kas›m 2007

Hakk› Efendi’nin kaptanl›¤›nda ‹stanbul’dan Karadeniz’e aç›lan Band›rma Vapuru’nda 76 kifli vard›. 22 kurmay subay, 25 er ve erbafl, 8 müflavir ve katip, 21 mürettebatla 76 genç adamd›lar. Mustafa Kemal Pafla Samsun’a ç›kt›¤›nda, ard›ndan 54 genç yürek geliyordu. Önden gelenlerle birlikte, 300 etmiyorlard›, henüz; ama dört y›l sonra, yüzbinleri bulacakt› say›lar›... Bu topraklar›n sonuncu evrensel kahraman›, son dehas›, idam ferman›yla birlikte bu ülkenin kulluk flans›n› da y›rtt› ve tarihin matematik ak›fl›n› de¤ifltir-

di. Elliyedi y›lda yapt›¤› ömrünün yap›t›n›, kendisi gibi cesur olaca¤›n› umdu¤u gençlere emanet etti. “Gençli¤e Hitabe”si, Atatürk’ün gerçek vasiyetidir. Bu vasiyet, az say›da yüceye, çok say›da cüceyi yenebilece¤i cesareti afl›lamaktad›r. Yücelik cesaret ister, cücelik esaret. Kafalar›n tutsak al›nabilmesi için önce, yüreklerdeki cesareti unutturmak gerekir. Atatürk’ün Türk gençli¤ine sesleniflini, iflte bu cesaretimizi her zaman diri tutabilmemiz için okuduk, ö¤rendik, özümsedik, bugüne de¤in okul ça¤lar›m›zda...•

Atatürk’ün Türk Gençli¤ine Hitabesi Ey Türk Gençli¤i! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en k›ymetli hazinendir. ‹stikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahlar›n olacakt›r. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düflersen, vazifeye at›lmak için, içinde bulunaca¤›n vaziyetin imkan ve fleraitini düflünmeyeceksin! Bu imkan ve flerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. ‹stiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düflmanlar, bütün dünyada emsali görülmemifl bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatan›n kaleleri zaptedilmifl, bütün tersanelerine girilmifl, bütün ordular› da¤›t›lm›fl ve memleketin her köflesi bilfiil iflgal edilmifl olabilir. Bütün bu fleraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta h›yanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri flahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düflmüfl olabilir. Ey Türk istikbalinin evlad›! ‹flte, bu ahval ve flerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmakt›r. Muhtaç oldu¤un kudret, damarlar›ndaki asil kanda mevcuttur. Ankara, 20 Ekim 1927 38

Hac› Feyyaz, Mustafa Kemal dedi¤inde önce k›sa süren bir sessizli¤e bürünür, sonra sesi titreyerek, “Mustafa Kemal Pafla’y› bize Allah gönderdi. O, milletin önüne düflmeseydi kim bilir ne olurduk o¤ul” der, cebinden mendilini ç›kar›p, benden gizlemeye çal›flt›¤› gözyafllar›n› silerdi.

Mustafa Kemal Atatürk’ü Hac› Feyyaz’dan Ö¤rendim (1)

lk kez bu denli sinirlenmifl kapl›calara ya da Erzurum’a gezgörüyordum dedem Hac› meye gitmek, Mukaddes teyzem Feyyaz’›... Yüzü k›pk›rm›z› ol- ve yengelerimi tand›r ekme¤i lamufl ba¤›r›yordu: vafl, yo¤urt ve peynir yaparken “Sen kimsin be adam! Sen kim izlemek ise, tatilimin öteki güzeloluyorsun da Mustafa Kemal Pa- likleriydi. Ama dedemin dizlerifla’y› din düflman› ilan ediyorsun! nin dibinde seferberlik y›llar›n›, Sen nas›l bir din adam›s›n? Nankör, Ruslar’a nas›l tutsak düfltü¤ünü, mübarek cuma günü söyleyecek Ermeni çetelerinin yapt›¤› katlisöz mü kalmad›?” amlar›, yoklu¤u, k›tl›¤›, açl›¤› ve tan›mlanmas› zor fedaVakit namazlar›n› evkârl›klar sonucu kazan›de k›lan Hac› Feyyaz, cuEvrensel lan Ulusal Kurtulufl Sama namazlar› için, Erzurum-Horasan-Kars tren Bak›fl Aç›s› vafl›’n› dinlemenin yeri bir baflkayd›. yolunun kenar›nda, üçgen olarak tan›mlanan Hac› Feyyaz, Kaz›m bölgedeki camiye giderKarabekir Pafla’y› anlat›rdi. Dedem, namazdan ken heyecanlan›r, Mustasonra çarfl›ya u¤rar, Anfa Kemal dedi¤inde ise, kara’dan gelen torunlar›önce k›sa süren bir sesna, yani bana ve k›z karsizli¤e bürünür, sonra defllerime I¤d›r Ovas›’n›n sesi titreyerek, “Mustafa Gürbüz yeni ürünü olan meyveKemal Pafla’y› bize Allah lerden al›rd›. gönderdi. O, milletin Evren ‹lkokul y›llar›nda, önüne düflmeseydi kim benim için yaz tatili, bilir ne olurduk o¤ul” Horasan’a gitmek, day›lar›m, tey- der, cebinden mendilini ç›kar›p, zelerim, kuzenlerim, yengelerim, benden gizlemeye çal›flt›¤› gözanneannem ve sevgili Hac› de- yafllar›n› silerdi. demle birlikte olmakt›. Aras NehYaln›zca bu gözyafllar› bile, deri’nde, Nihat day›mdan yüzmeyi demin büyük önder Atatürk’e olan ve bal›k tutmay›, Ebubekir, sevgi ve sayg›s›n›n kan›t›yd›. Hac› Mümtaz ve Latif day›lar›mdan at Feyyaz’›n bulundu¤u yerde Mustabinmeyi ö¤renmek, Ali R›za da- fa Kemal’e kötü bir söz etmek y›mla Pasinler’deki (Hasankale) kimsenin haddine de¤ildi. 39


Bütün Dünya • Kas›m 2007

C

aminin Yozgat’tan gelen yeni hocas›, 30 A¤ustos Zafer Bayram›’na rastlayan cuma günü, Atatürk’ü elefltirerek bafllad›¤› vaaz›nda, kimseden ses ç›kmad›¤›n› görünce, hakaretlere, iftiralara yönelmifl, bu duruma çok üzülen dedem, yüre¤ine çöken a¤›rl›kla ibadetini tamamlay›p, kendini d›flar› zor atm›flt›. Hac› Feyyaz, hocan›n daha önce de, Çanakkale Zaferi’ne iliflkin Cuma Hutbesi’nde, “Zaferin, Mustafa Kemal diye bir subay sayesinde kazan›ld›¤› ö¤retiliyor. Bu yaland›r. Bu savafl› evliyalar kazand›rm›flt›r” demesine de çok içerlemiflti. Caminin kap›s›nda bekledi¤i genç hocaya, “Bak hoca efendi, dinimiz nankörlü¤ü ve yalan› büyük günah sayar. Mustafa Kemal olmasayd›, buralar› Ermenistan olur, sen de hocal›k yapacak bu camiyi bulamazd›n. Dinimizin güzelliklerini anlatmak varken, iftira etmek, yalan söylemek, nankörlük yapmak niye? demifl, Yozgatl› hoca ise, “Bizi, o din düflman› de¤il, milletin inanc› kurtard›” yan›t›n› vermiflti. Maddi durumu çok iyi olan dedem, büyük küçük, yerli yabanc› herkese gösterdi¤i sayg›n›n yan›s›ra cömertli¤iyle de tan›n›yordu. Özellikle ‹kinci Dünya Savafl›’n›n k›tl›k günlerinde, ekme¤in karneye ba¤land›¤›, yiyecek bir lokman›n zor bulundu¤u o dönemde, ambar›ndaki unu, bu¤day›, kilerindeki yiyece¤i, açl›¤› ve yoklu¤u yaflayanlarla paylaflt›¤› için yaln›zca Horasan’da de¤il, tüm bölgede sevilip say›lan Hac› dedem, hocan›n yan›t› karfl›s›nda açm›fl a¤z›n› yummufl gözünü, adam› adeta do¤du40

¤una piflman etmiflti. Çevreden yetiflenlerin güçlükle sakinlefltirdi¤i Hac› Feyyaz, müftüyü de yan›na alarak, el öpüp, özür dilemeye gelen hocay›, “Nankörlük ve yalan, Allah’› da gücendirir kulu da” diyerek, hiçbir zaman affetmedi. Evin önünde, yeflillikler içindeki bostan›n yan›ndan akan su boyunca s›ralanan kavak a¤açlar›n›n alt›nda oturmay› seven dedem, minderine ba¤dafl kurmufl, karfl› tepelerin eteklerinden geçen Aras Nehri’nin üzerindeki kemerli eski köprüye bak›yordu. Sessizce minderin bir ucuna oturdum. Elini bafl›ma koydu, saçlar›m› okflad›. “Dede, Atatürk’ü neden çok seviyorsun?” Geriye do¤ru yasland›, derin bir iç çektikten sonra, “Söyle bakal›m balam, okulda Mustafa Kemal’i size nas›l ö¤retiyorlar?” Hemen aya¤a kalkt›m, “Atam Atam, sen kalk ben yatam...” diye ezberimdekileri s›ral›yordum ki, ses tonu biraz sertleflen Hac› Feyyaz, “Dur balam, bunlar› sayma bana, bu sözlerin ne anlam› var ki? Baflka neler ö¤retiyorlar?” dedi. Bu kez ciddi bir tav›r tak›narak, “Saat dokuzu befl geçe, Atam Dolmabahçe’de gözlerini kapam›fl, bütün dünya a¤lam›fl...” diye devam ediyordum ki, Hac› Feyyaz daha da sert bir ses tonuyla, “Yeter o¤ul yeter, Mustafa Kemal böyle ö¤retilmez” dedi. ‹flte tam bu s›rada önümüzdeki bostan›n içinden, m›s›rlar›n aras›nda gizlenerek geçmekte olan büyük ezemin (teyze) o¤lu Mehmet’i gören dedem, “Mehmet, gel buraya... Sen söyle balam, okulda Mustafa Kemal’i na-

Mustafa Kemal Atatürk’ü Hac› Feyyaz’dan Ö¤rendim (1)

s›l ö¤retiyorlar?” diye seslendi. Hac› Feyyaz’›n sesini duyan her torun gibi Mehmet de bir solukta geldi. Tahtaya kalkm›fl ö¤renciler gibi haz›rola geçen eze o¤lu Mehmet, “Küçük yaflta babas›n› kaybeden Mustafa, yaz tatillerinde day›s›n›n tarlas›nda k›zkardefli Makbule ile kargalar› kovarm›fl... Matematik ö¤retmeni, derslerdeki baflar›s› nedeniyle Mustafa’ya Kemal ad›n› da vermifl...” diye say›p dökerken dedem dayanamad›, çok üzgün bir yüz ifadesiyle, “Olmaz balam olmaz, Mustafa Kemal’i böyle ö¤renemezsiniz” dedi. Hac› dedemin torunlar›na tek bir tokat bile att›¤›n› görmedim. Ama sinirlendi¤ini anlayan bir torun da asla orada durmazd›. Mehmet, azar iflitece¤ini sanm›fl olacak ki, tüm h›z›yla harman yap›lan çay›rlara do¤ru kofltu gitti. Bir süre torununun arkas›ndan bakan Hac› Feyyaz, yan›ndaki testiden biraz su içtikten sonra bana döndü, “Beni iyi dinle balam, anlatacaklar›m› hiç ama hiç unutma. Yeri gelince baflkalar›na da anlat ki, onlar da unutmas›n” dedi. “Mustafa Kemal Pafla bu milleti öylesine derin ve karanl›k bir kuyunun içinden çekip ald› ki, o günleri yaflamayanlar ne kadar anlat›rsak anlatal›m bunu tam olarak anlayamaz.” Dedem, insanlar›n, Ermeni çetelerinin yapt›¤› katliamlar›n etkisiyle, var›n› yo¤unu ka¤n›ya, at arabas›na yükleyip kaçabildikleri kadar uza¤a gittikleri günlere döndü. Gidemeyenler için o dönemin korku içinde bafllar›na gelecekleri bekledikleri günler oldu¤unu, sonra Kaz›m Karabekir Pa-

fla’n›n ordusunun, Erzincan’dan bafllayarak Ermeni ordusunu önüne kat›p, her köyü, kasabay› kurtararak Horasan’a gelmesinin yaratt›¤› sevinci anlatt›. Hac› Feyyaz’a göre, Kaz›m Karabekir’in kazand›¤› bu zafere karfl›n, uzun y›llar Rus iflgalini görmüfl, Ermeni çetelerinin katliamlar›n› yaflam›fl insanlar için buralarda kalmak kolay de¤ildi. Anlatt›klar›n› ilgiyle dinledi¤imi gören Hac› Feyyaz yavaflça yerinden do¤ruldu, Sar›kam›fl’a do¤ru döndü ve elini o yöne uzatarak, “Rusya’da ihtilal olmufl, Rus askerlerinin ço¤u gitmiflti. Havan›n hâlâ so¤uk oldu¤u mart ay›n›n ortalar›nda, Ermeni ve onlarla kalm›fl Rus askerlerinin Sar›kam›fl’a do¤ru kaçt›klar›n› gördü¤ümüzde sevinçten uçacak gibi olmufltuk” dedi. “Ama Ermeni askerleri ve çetelerinin yan› bafl›m›zdaki Sar›kam›fl’ta oldu¤unu bilerek yaflamak bizi tedirgin ediyordu. Ya geri gelirlerse korkusunu da kafam›zdan atam›yorduk.”

H

orasan ve çevre köylerde kalan az say›daki insan›n, yaflanan iflgal ve katliamlar yüzünden ne yapaca¤›n› bilmez bir halde yollara düfltü¤ünü anlatan dedem, bu belirsizliklerle dolu günlerde Mustafa Kemal Pafla ad›n›n kulaktan kula¤a yay›ld›¤›n›, herkesin, beklenilen kurtar›c›y› Allah’›n nihayet gönderdi¤ine inanmaya bafllad›¤›n›, bugünlerdeki düflüncenin, “Kaz›m Karabekir Pafla Do¤u’yu kurtard›, Mustafa Kemal de tüm memleketi kurtaracak” yönünde geliflti¤ini söyledi. 41


Bütün Dünya • Kas›m 2007

Hac› Feyyaz iflaret parma¤›n› Aras Nehri’nin karfl› k›y›s›ndaki K›r›k Köyü’ne çevirdi, köyü göstererek, “Bir gün K›r›k yolundaki tarlada çal›fl›rken, arkadafl›m Yetim Samet nefes nefese yan›ma geldi, ‘Feyyaz, hadi kalk Erzurum’a gidelim. Mustafa Kemal Pafla geliyormufl’ dedi.

Y

aflad›¤›m›z o karanl›k günlerde Mustafa Kemal ad› bizim için ›fl›ktan da öteye bir günefl demekti. Hemen anama kofltum, elini öptüm, izin istedim. ‘Git o¤ul, git de gör o yi¤it paflay›, sonra gel bizlere de anlat’ deyince, hiç vakit kaybetmeden yola ç›kt›k.” Horasan-Erzurum aras›ndaki mesafe 80 km.’dir. Feyyaz ve arkadafllar› Yetim Samet, Acem Ali ve Veli Baba Köyü’nden Kürt Halit, birkaç günlük yürüyüflün ard›ndan temmuz ay›n›n ortalar›nda Erzurum’a ulafl›rlar. “Erzurum’da daha ilk günümüzdü. Çifte Minareler taraf›nda bir kalabal›k toplanm›flt›. ‘Paflalar geliyor’ dediler. Subaylar›n ço¤unlukta oldu¤u bir grup bize do¤ru yürüyordu. Grup ilerledikçe kalabal›k yar›l›yor, hem yol veriyorlar hem de ‘Yafla Mustafa Kemal Pafla’ diye ba¤›r›yorlard›. Pafla bana iyice yaklaflm›flt› ki, askerler yoldan çekilmemi söyledi. Sanki donmufl kalm›flt›m. Bir yere k›p›rdayam›yordum. Paflan›n gök mavisi gözlerine bakmak mümkün de¤ildi. Mihriban bibimin (halam›n) gözleri de ayn› renkteydi. Bibimin gözlerine de bakamazd›m. “Ama paflan›n bak›fllar› adeta insan›n içini delip geçiyor, sanki karanl›klar› ayd›nlat›yordu. ‹flte o 42

an anlad›m ki, dualar›m›z kabul olmufl, Allah memleketimizin kurtar›c›s›n› göndermiflti.” “B›rak›n o delikanl› kals›n” diye askerlere seslenen Mustafa Kemal sordu: “Ad›n nedir senin evlad›m?” “Mustafa o¤lu Feyyaz, Pafla’m” Elini omzuma koydu, “Erzurumlu musun?” “Seni görmek için Horasan’dan geldik.” “Demek Horasan’da benim geliflim konufluluyor. Peki, ne için geldi¤imi biliyor musunuz?” “Memleketi kurtarmak için toplant›lar yap›yormuflsun, ordu kuracakm›fls›n Pafla’m.” Mustafa Kemal’in yüzüne bir gülümseme yay›ld› ve yana¤›m› okflay›p sordu: “Çocuk, ailen var m› senin?” “Annem ve dört bac›m var. Hepsi yoluma bakar Pafla’m.” “Bak evlad›m, daha iflin bafl›nday›z; ama Allah’›n izniyle ordumuzu kuraca¤›z ve hep birlikte memleketimizi kurtaraca¤›z. Haz›r olun, size de çok ifl düflecek. Ça¤›rd›¤›m›z an, nerede olursan›z olun, koflup gelin.” Pafla sözlerini bitirdikten sonra Feyyaz’›n s›rt›n› s›vazlar ve yan›ndakilerle uzaklafl›p gider. Dedem bir süre orada öylece kalakal›r. Daha sonra bir elinden Yetim Samet, bir elinden de Acem Ali tutar, “Hadi Feyyaz gidelim” derler. Dedem kendini toparlay›p, “Bak›n dadafllar, Mustafa Kemal Pafla nereye ça¤›r›rsa ben oraya giderim” diyecektir.• GurbuzEvren@butundunya.com.tr

uncak Abdürrahim T Anlat›yor

Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi taraf›ndan, Mustafa Kemal Atatürk’ün evinde büyütülen, yetifltirilen, ö¤renimi Mustafa Kemal Atatürk’ün istedi¤i do¤rultuda ve koflullarda özel olarak yapt›r›lan Abdürrahim Tuncak, Mustafa Kemal ve ailesinin Akaretler ve fiiflli’deki evlerinde, daha sonra Çankaya Köflkü’nde ve ‹zmir’de onla birlikte oldu¤u y›llardaki gözlemlerini ve an›lar›n›, yaln›zca Mete Akyol’a anlatm›flt›. Abdürrahim Tuncak’la tan›flmas› olay›n› “yaflamsal talihim” olarak niteleyen ve onun, Mustafa Kemal’le ilgili olarak anlatt›¤› an›lar›n›n bir bölümünü olsun yay›mlama izni alabilmesini “mesleksel ödülüm” diyerek övünçle tan›mlayan Mete Akyol, bu an›lar› flimdi “Bütün Dünya” okurlar›yla paylafl›yor. Abdürrahim Tuncak’›n an›lar›n›n sat›rlar›nda oldu¤u denli, sat›r aralar›nda da yak›n tarihimizin bugüne de¤in kaleme al›nmam›fl birçok gerçe¤iyle karfl›laflacaks›n›z. Lütfen sayfay› çeviriniz →

43


Abdürrahim Tuncak Anlat›yor - 11 Mustafa Kemal Pafla Evleniyor ve...

Latife Han›m Ankara’ya Gidiyor, Abdürrahim ‹zmir’de Kal›yor...

S

alih Bozok, Mustafa KeSalih Bozok’un an›lar›ndan almal Pafla’n›n bir “çay ziya- d›¤›m›z bu bölümden sonra ayn› feti” görünümündeki ni- olay› ve devam›n› flimdi de Abdürkah törenini an›lar›nda rahim Tuncak’tan dinliyoruz: flöyle anlat›yor: “Muammer Bey’in köflkünde “Mustafa Kemal Pafla, ‘çay ziyafeti’ verilece¤i annesinin kabri bafl›ndan gün Mustafa Kemal Pafla, ayr›ld›ktan sonra, hep özel bir otomobille beni Benim beraber, Muammer Karfl›yaka’daki köflkten Bey’in Göztepe’deki köfl- Gazetecilik ald›rm›fl, Göztepe’deki küne geldik. Onu karfl›laköflke getirtmiflti. Günlerim yanlar aras›nda bulunan“Muammer Bey’in lardan baz›lar›n›, bir gün köflküne sabah getirilsonra Muammer Bey’in dim. Evde ola¤anüstü köflkünde verece¤i çay bir durum oldu¤u kolayziyafetine bizzat kendi l›kla anlafl›l›yordu. davet etti. Akflama do¤ru Mustafa “Muammer Bey’e de, Kemal Pafla arkadafllar›yla ‹zmir kad›s›n› davet et- Mete Akyol birlikte eve geldi. ‹zmir mesini söyledi. kad›s› da gelince, bu ola¤anüstü durumun ne ol“Görünüflte bir çay zidu¤u art›k belli olmufltu. yafeti olan bu toplant›, gerçekte bir nikah töreninden baflka Mustafa Kemal Pafla evleniyordu. bir fley de¤ildi. Fakat Mustafa Kemal Ve flu anda da nikah› k›y›l›yordu. Pafla o güne kadar bunu, yak›nlar›n‹zmir kad›s›n›n k›yd›¤› nikahta dan baflka kimseye söylememiflti.” Fevzi Çakmak Pafla, Mustafa Kemal Pafla’n›n tan›kl›¤›n› yap›yor*** 44

Mustafa Kemal Pafla, 29 Ocak 1923’te ‹zmir’de evlendi¤i Latife Han›m’›n ailesiyle... (Soldan sa¤a) Bald›z Rukiye Han›m, Mustafa Kemal Pafla, kay›nvalide Adviye Han›m, bald›z Vecihe Han›m, kay›npeder Uflflakizâde Muammer Bey ve Latife Han›m... du. Latife Han›m’›n tan›kl›¤›n› ise, ‹zmir Valisi Abdülhalik Renda Bey yap›yordu. “Eski yöntemle k›y›lan bu nikahta, gelin han›ma parasal bir de¤er biçilmesi gerekiyordu. “Evlenen çiftin birbirinden ayr›lmas› durumunda bu de¤erin, damat taraf›ndan, gelene¤e göre, ‘gelin’e ödenmesi gerekiyordu. Boflanma durumunda kad›n›n, bir çeflit parasal güvencesini oluflturan bu ‘de¤er biçme’ gelene¤ine uyularak, Latife Han›m’a da bir de¤er biçildi. “Latife Han›m’a biçilen bu ‘de¤er’, 40 gram gümüfltü. “Mütevaz› bir çay ziyafetiyle yap›lan nikah töreninden bir gün sonra, Mustafa Kemal Pafla, Latife Han›m’la köflkten ayr›ld›. Önce k›sa bir gezi yapacaklar, sonra da Ankara’ya döneceklerdi. “Köflkten ayr›lmadan önce,

Mustafa Kemal Pafla, beni ça¤›rd›. Yan›nda kay›npederi Muammer Bey de vard›. “‘Abdürrahim, seni Muammer Beyefendi’ye emanet ediyorum’ dedi. ‘Kendileri senin her ihtiyac›n› karfl›layacaklar. Okuluna ‹zmir’de devam edersin, yaz tatillerinde de Ankara’ya bana gelirsin.’ “Beni yanaklar›mdan öptü ve gitti.

“O

günden sonra tam iki y›l süreyle, Göztepe’de, Muammer Bey’in köflkünde kald›m. Yedi ve sekizinci s›n›flar›, ‹zmir’de okudum. Yaz tatillerinde ise Ankara’ya gidiyor, Çankaya Köflkü’nde kal›yordum. “Latife Han›m beni çok sevmiflti. Mustafa Kemal Pafla’n›n zaman zaman bana flakadan tak›lmalar› karfl›s›nda Latife Han›m, 45


Bütün Dünya • Kas›m 2007

benim yan›mda yer al›r, benim savunuculu¤umu yapard›.

“Z

übeyde Han›m, y›llard›r kendine hizmet eden Ayfle Abla’ya gelinlik çeyizi için 100 alt›n lira ay›rm›flt› ve bu hususu da vasiyetnamesinde belirtmiflti. “Ayfle Abla, meclisteki bir katiple evlendirildikten sonra, Mustafa Kemal Pafla köflkte bir gün bana flakadan tak›ld›: “‘Annem vasiyetnamesinde Ayfle’ye gelinlik çeyizi olarak 100 alt›n lira b›rakm›flt›. Ayfle de bu parayla evlendi’ dedi ve gülmeye bafllad›: “‘Annem vasiyetnamesinde sana da 25 alt›n lira b›rakm›flt›, Abdürrahim’ dedi. ‘Bu kadar çok paran oldu¤una göre, art›k seni de evlendirebiliriz. Var m›s›n evlenmeye?’ “Mustafa Kemal Pafla’n›n bu flakadan tak›lmas› karfl›s›nda ben utanc›mdan k›pk›rm›z› kesilmifl, bafl›m› önüme e¤mifl sessiz duruyordum. “Latife Han›m yine yard›m›ma yetiflti: “‘B›rak›n Abdürrahim’e böyle tak›lmay› Pafla’m’ dedi. ‘Baksan›za çocukca¤›z utanc›ndan k›pk›rm›z› oldu, konuflam›yor. Hem anneniz han›mefendinin vasiyetinde ona b›rakt›¤› 25 alt›n, onun dü¤ün masraf› olarak b›rak›lm›fl de¤ildir. O paran›n manevi bir anlam› vard›r. Önemli olan anneniz han›mefendinin onu da düflünmüfl, miras›ndan ona da pay ay›rm›fl olmas›d›r.’ “Köflkte birlikte kald›¤›m›z sürece Latife Han›m iflte böyle ‘güç’ anlar›mda benim yan›mda olurdu; 46

ama ben de onun, yaln›z kald›¤› anlar›nda ç›kt›¤› at gezilerinde yan›nda olurdum. “Atlar›m›za biner, Çankaya ve Dikmen s›rtlar›nda geziler yapard›k. Bofl zaman buldukça, bu at gezilerine Mustafa Kemal Pafla da kat›l›rd›. “Bir gün Mustafa Kemal Pafla, Latife Han›m ve ben, atlar›m›za binmifl, Çankaya Köflkü’nün arkas›ndaki tepelerde gezinti yaparken, Mustafa Kemal Pafla ileride Elmada¤’›n eteklerinde bir köyü iflaret etti: “‘fiu köy Mühye Köyü’dür’ dedi. ‘Benim bir Veli Çavufl’um vard›. Onun köyüdür, bu köy... Haydi oraya gidelim. Veli Çavufl’u ziyaret edelim.’ “Atlar›m›z› sürdük. Mühye Köyü’ne gittik. “Mustafa Kemal Pafla’n›n köye girdi¤ini gören halk, birbirlerine seslenerek haber verdiler. Köyde ne kadar insan varsa, bir anda çevremizi sard›. Veli Çavufl da vard› köy halk›n›n aras›nda... “‘Merhaba Veli Çavufl’ dedi Mustafa Kemal Pafla. ‘Birer so¤uk ayran›n› içmeye geldik.’ “Veli Çavufl, sevincinden parçalan›yordu.

“‘P

afla’m emredin, Pafla’m emredin’ diye ç›rp›n›yor, kad›nlar ise bir ç›rp›da kofltuklar› evlerinde, ayran haz›rl›yorlard›. “‘Çok güzel bir yo¤urdum da var, Pafla’m’ dedi Veli Çavufl. ‘Emrederseniz, onu da getireyim.’ “Mustafa Kemal Pafla’n›n ‘Çok iyi olur. Veli Çavufl’ demesi üzerine Veli Çavufl, kaflla göz aras›nda

Latife Han›m Ankara’ya Gidiyor, Abdürrahim ‹zmir’de Kal›yor...

evine kofltu, kocaman bir tencere yo¤urt getirdi.

“M

ustafa Kemal Pafla, yere ba¤dafl kurdu, oturdu. Ben de yan›na oturdum. Latife Han›m güçlükle ba¤dafl kurabiliyordu. Onun için o, dizlerini büktü, dizlerinin üstüne oturdu. “Mustafa Kemal Pafla, yo¤urt tenceresinin kapa¤›n› kald›rd› ve ifltahla yeme¤e bafllad›. Latife Han›m yo¤urttan bir kafl›k ancak yiyebildi. “Yaln›zca Veli Çavufl de¤il, Mühye Köyü’nün tüm halk› bizi köyün sonuna kadar u¤urlad›lar.” *** “Latife Han›m, iki y›l kadar sonra, Mustafa Kemal Pafla’yla aras›na giren k›rg›nl›k nedeniyle Ankara’dan ayr›ld›. ‹zmir’e, babas›n›n yan›na döndü. “Mustafa Kemal Pafla ise, kay›npederi Muammer Bey’e emanet etti¤i beni ‹zmir’den yan›na, Çankaya Köflkü’ne getirtti. “Liseyi Ankara’da bitirdim. Sonra yabanc› özel ö¤retmenler tutuldu bana ve Frans›zca ile matematik dersleri ald›r›ld›. Daha sonra ise, bir üniversite ö¤rencisinin bilmesi gerekti¤i kadar ‘teknik bilgi’ ve ‘yabanc› dil’ ö¤renebilmem için ‹stanbul’a gönderildim. ‹stanbul’da, ‹stanbul Valisi ve Belediye Baflkan› Muhittin Üstünda¤’a emanet edildim. “Vali ve Belediye Baflkan› Üstünda¤, o günlerde Belçikal› bir firman›n sahibi oldu¤u ‹ETT’nin Belçikal› Genel Müdürü Hansens’e götürdü beni ve ‘Bu gencin özenle yetiflmesini istiyoruz’ dedi.

“‹ETT Genel Müdürü Hansens, yabanc› özel ö¤retmenlerden bana Frans›zca ve matematik dersleri ald›rd›. Ayn› zamanda da, Silahtara¤a Elektrik Fabrikas›’nda bir y›l süreyle staj yapabilmemi sa¤lad›. “Frans›zca’y›, üniversitede ders izleyebilecek kadar ö¤renmifltim; ama dersler yine de devam ediyordu. Matemati¤im de gayet iyi idi. Gönderilmem düflünülen Grenoble Üniversitesi’nde, hocalar›m ve s›n›f arkadafllar›m karfl›s›nda mahcup duruma düflmeyecektim. “Fakat bir gün, Mustafa Kemal Pafla’dan gelen bir emirle, Frans›zca ö¤renimim durduruldu. Yeni tutulan yabanc› bir özel ö¤retmenden bu kez, Almanca dersleri almaya bafllad›m. “Almanca’y› da üniversitede ders izleyebilecek derecede ö¤rendi¤imde, Mustafa Kemal Pafla beni yan›na ça¤›rd›: “‘Okuman için seni Almanya’ya gönderiyorum’ dedi. ‘Berlin Teknik Üniversitesi’ne gideceksin ve mühendis olacaks›n. Memleketin teknik adama ihtiyac› var.”

“B

erlin’de Türkiye büyükelçisi, Kemalettin Sami Pafla’yd›. Mustafa Kemal Pafla’n›n sadece silah arkadafl› de¤il, ayn› zamanda çok güvendi¤i, samimi bir arkadafl›yd› da... “Mustafa Kemal Pafla beni, ona emanet etti. “Berlin’deki üniversite ve di¤er masraflar›m, tamamen Mustafa Kemal Pafla taraf›ndan karfl›lan›yordu. Mustafa Kemal Pafla gerekli paray› Büyükelçi Kemalettin Sami Pafla’ya gönderiyor, o da hem e¤i47


Bütün Dünya • Kas›m 2007

tim masraflar›m›, hem iafle ve ibade masraflar›m› bizzat kendisi yap›yor, hatta belirli sürelerde ald›¤›m cep harçl›klar›m› da, yine bizzat kendisi veriyordu.

li Celal Bey’le karfl›laflt›m. “Celal Bey, hastanede Salih Bey’in odas›nda bana bir ifl önerisinde bulundu: “‘Türkiye’ye döndü¤ünde bana gel ve sana münasip bir ifl veerlin Teknik Üniver- reyim’ dedi. sitesi’nden mezun “Türkiye’ye döndü¤ümde, oldu¤umda, art›k ‘Celal Amca’n›n ziyaretine gittim. elektrik mühendisiy- Kendisine teflekkürlerimi arzetdim. Fakat bir fabrikada staj yap- tim ve ifl önerisini kabul edememam gerekiyordu. AEG fabrika- yece¤imi söyledim. “Çünkü bir mesle¤im vard› ve bu mesle¤imi icra edebilece¤im en münasip yer ise, bugün k›saca ‘EGO’ diye bilinen, Ankara Elektrik, Gaz ve Otobüs ‹flletmesi’ydi. Orada, kendi buldu¤um, kendi iflime girdim. Baflka hiçbir yerde çal›flmad›m. Oradan, ‘EGO’dan emekli oldum.” *** Mustafa Kemal Pafla’n›n “manevi çocu¤u” olma özelli¤inden yaln›zca o Abdürrahim Tuncak, May›s 1981’de an›lar›n›n günlerde de¤il, yayay›mland›¤› “Milliyet” gazetesinin teflekkür flam›n›n hiçbir döneminde yararlanplaketini ald›¤› gün efli Mualla Tuncak’la mak istemedi¤inlar›nda staja bafllad›m. Staj yapt›- den Abdürrahim Tuncak, daha ile¤›m s›rada bir gün, Salih Bey’in riki y›llarda tan›flt›¤› kiflilere bu (Bozok) hastaland›¤›n› ve Ber- “özel durumu”ndan asla söz etmelin’de bir hastaneye kald›r›ld›¤›n› mifl ve tüm yaflam›n›, kendi deyiduydum. Hemen ziyaretine miyle, “Mustafa Kemal Pafla’n›n gittim. Salih Bey’in odas›nda, sa¤lad›¤› alt›n bilezik olan mesleonu da ‘amca’ olarak bildi¤im ve ¤iyle” sürdürmüfltür. tan›d›¤›m kiflilerden ‹ktisat VekiAbdürrahim Tuncak, kendisini

“B

48

Latife Han›m Ankara’ya Gidiyor, Abdürrahim ‹zmir’de Kal›yor...

üç yafl›ndan beri, korumas›na alan ve büyütüp yetifltirilmesini sa¤layan Mustafa Kemal Pafla’n›n onu niçin nüfusuna geçirip resmen evlat edinmedi¤i sorusuna ise, flöyle yan›t vermektedir: “Atatürk, gençli¤e hitabesiyle, cumhuriyeti ve vatan› bütün Türk gençli¤ine emanet etti¤ine göre, gerçekte hepimiz, onun manevi evlatlar›y›zd›r.” Bu “yak›nl›¤›n” özel anlam›n› ise Abdürrahim Tuncak, s›k s›k yinelemek zorunda kald›¤› flu sözleriyle aç›klam›flt›r: “Bana, Mustafa Kemal Pafla’n›n o¤lu olup olmad›¤›m› soran herkese flu yan›t› veriyorum: ‘Ben, kendimi bildi¤imde üç yafl›mdayd›m ve Akaretler’deki evimizde, Zü-

beyde Anne’min kuca¤›ndayd›m. Bana, Mustafa Kemal Pafla’n›n beni birgün eve getirdi¤i ve “Bu çocu¤u biz büyütece¤iz” diyerek beni Zübeyde Anne’me teslim etti¤i söylendi. Bu konuda, bu bilgi d›fl›nda hiçbir bilgim yoktur. Mustafa Kemal Pafla’n›n o¤lu olup olmad›¤›m› bu nedenle bilmiyorum. Onun evinde yetiflmifl olmam ve onu yetifltirip büyüten bir anne taraf›ndan yetifltirilip büyütülmüfl olmam, yaflam›mdaki en büyük flans›m ve flerefimdir. Bu flerefimi ömrüm boyunca korumaya dikkat ettim ve bunu baflard›m da...’” Biri erkek ve biri k›z iki çocuk babas› Abdürrahim Tuncak, 10 A¤ustos 1998 tarihinde yaflam›n› yitirmifltir.•

Çocuklar hem bir köpe¤i çekifltiriyor hem de aralar›nda kavga ediyorlard›. Onlar›n bu durumunu gören bir adam, yanlar›na gitti ve azarlamaya bafllad›: “Ne diye çekifltiriyorsunuz bu hayvan›?” dedi. “Yaz›k de¤il mi ona?..” Çocuklardan biri durumu aç›klad›: “Aram›zda bir karar verdik” dedi. “Bu köpek içimizdeki en iyi yalan söyleyenin olacak...” Adam, bu aç›klamay› duyunca iyice sinirlendi: “Siz hiç utanm›yor musunuz?” dedi. “Ben sizin yafl›n›zdayken yalan söylemeyi akl›m›n ucundan bile geçirmezdim.” Bu sözler üzerine çocuklar hep birlikte ba¤›rmaya bafllad›lar: “Çok iyi, çok çok iyi...” dediler. “Buyrun köpe¤i siz kazand›n›z...”• Uzun zaman önce borç olarak verdi¤i paray› geri alamam›fl olan adam, sokakta evin yard›mc›s›n› görünce yan›na gitti ve bir öneride bulundu: “Hasan Bey’den param› almama yard›m edersen...” dedi. “Bu paran›n yüzde 10’unu sana veririm.” Evin yard›mc›s› biraz düflündü, sonra da kendisinin önerisini anlatmaya bafllad›: “As›l siz benim birikmifl maafllar›m› almama yard›m edin...” dedi. “Ben size yüzde yirmi veririm.”• 49


600 y›ll›k Osmanl› Hanedan› saltanat›, 85 y›l önce 1 Kas›m 1922 tarihinde TBMM’de, Türk ulusunun temsilcilerinin ikisi d›fl›nda, tümünün oylar›yla kald›r›ld›. Bir y›l sonra kurulacak olan cumhuriyetin önündeki en büyük engel saltanat›n kald›r›lmas›na karfl› ç›kan iki milletvekilinden biri, Mersin Milletvekili Selahattin Bey, öteki ise ileride ‹zmir’de Mustafa Kemal’e suikast girifliminde bulunan çetenin elebafl›s› Ziya Hurflit’ti.

Saltanat, 85 Y›l Önce Bu Ay Kald›r›ld›

G

ünümüzden tam 85 y›l kurulufl ortam› ve iklimi haz›r duönce bu ay, 1 Kas›m ruma getirilmiflti. 1922 tarihinde, 600 y›lLaik cumhuriyete gidiflin ilk l›k Osmanl› Hanedan› iflaretini Mustafa Kemal, Erzurum saltanat›, TBMM’de ikisi d›fl›nda Kongresi s›ras›nda o günlerin tamilletvekillerinin tümün›¤› Mazhar Müfit Kannün oylar›yla kald›r›lsu’ya vermiflti. m›fl, böylece bir y›l sonMustafa Kemal’in yaYak›n ra kurulacak cumhuriarkadafllar›ndan Tarihimiz k›n yetin önündeki en büMazhar Müfit Kansu, onyük engel de afl›lm›flt›. la konuflmalar›ndan sonTBMM’nin bu karara ilerideki hedefin cumr›ndan iki hafta sonra, huriyet oldu¤unu sezin17 Kas›m 1922 tarihinde lemifl ve Mustafa Keise son padiflah Vahdetmal’e sormufltu: tin, taht›n› b›rakmak ve “Baflar› ve zaferi elde bir ‹ngiliz savafl gemisiyettikten sonra hükümet bile ‹stanbul’dan ayr›lmak çimi ne olacak?” demiflti. Yaflar zorunda kalm›flt›. Mustafa Kemal, ayn› Öztürk Önce saltanat›n, k›sa soruyu sorunun sahibibir süre sonra da hilafetin ne sormufltu: kald›r›lmas›yla, Mustafa Kemal’in “Siz ne olmas›n› düflünüyoryüre¤indeki ve beynindeki laik sunuz?” demiflti. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Mazhar Müfit, edindi¤i izlemiönündeki iki büyük engel kald›r›l- ni içtenlikle flöyle aç›klam›flt›: m›fl ve uygar yeni Türk Devleti’nin “Toplant› s›ras›nda yaln›zca 50

‘ulusal egemenlik ilkesine dayal› tam ba¤›ms›z bir Türk devleti’nden söz edip padiflahl›k ve halifeli¤e hiç de¤inmedi¤inize göre, neden ‘ba¤›ms›z bir Türk Cumhuriyeti’ demediniz?” Mustafa Kemal, yan›t›n› vermeden önce k›sa bir girifl yapm›flt›:

“A

zizim Mazhar Müfit Bey, bu konuda flimdiden bir fley söylemek istemem” demiflti. “Hatta konuyu hiç açmamak uygun olur. Çünkü bu konuyu tart›flman›n henüz zaman› gelmemifltir, geldi¤inde görüflürüz. Karar verilen herfleyin uygulanmas› için uygun zaman› beklemek ve o zaman›n geldi¤ini bilmek gerekir. fiimdi yaln›zca düflman bask›s› alt›nda bulunan padiflah› ve düflman iflgali alt›ndaki yurdumuzu kurtarmak için çal›flt›¤›m›z› söylemekte yarar var.” Ve bu önsözlerinden sonra Mustafa Kemal, ulusal bir giz olarak saklad›¤› karar›n› ilk kez orada, o an aç›klam›flt›: “Aç›kça söyleyeyim” demiflti. “Hükümet biçimi, zaman› geldi¤inde cumhuriyet olacakt›r.” Bu hedefine varmak için Mustafa Kemal’in önünde, öncelikle üstesinden gelinecek Kurtulufl Savafl›, zafer engelleri, sonral›kla ise saltanat ve hilafet vard›. *** Mustafa Kemal’in laik cumhuriyet için Samsun’dan bafllatt›¤› ba¤›ms›zl›k yürüyüflü, Erzurum’dan sonra Sivas Kongresi, Ankara’da TBMM ve hükümeti, Sakarya ve Afyonkarahisar Zaferleri’nden sonra ‹zmir’de ufuktaki

noktas›na ulaflt›. Gün a¤arm›fl Birinci Dünya Savafl›’n› kazanan devletler Mustafa Kemal’in öncülü¤ündeki Kurtulufl Savafl›’nda yenilgiye u¤ram›fllard›. Düflman devlet, Mudanya Ateflkes Antlaflmas›’yla yenilgilerini kabul etmelerine karfl›n hâlâ ‹stanbul’da padiflah ve onun sözde bir hükümeti varm›fl gibi davran›yorlard›. Lozan görüflmelerinin bafllayaca¤› duyulmufl; ama Ankara yeteri kadar sevinememiflti. Çünkü ‹tilaf Devletleri, Ankara hükümetini tan›mazl›ktan geliyorlar, Lozan’a kesinlikle ‹stanbul’dan, padiflah›n hükümetinden temsilci gönderilmesini bekliyorlard›. Bu konudaki düflüncesi herkes taraf›ndan merak edilen Mustafa Kemal ise, alt›n› çizerek bar›fltan ve ulusal egemenlikten söz ediyordu. Onun bu sözleri en çok ‹stanbul’da sarayda yank›lan›yor, bu durum ‹ngiliz gizli servisi arac›l›¤›yla Londra’ya bildiriliyordu: “Padiflah Y›ld›z Saray›’nda titreyerek oturuyor!”

A

nkara’da da huzursuz olanlar vard›. Saltanattan yana olanlar Mustafa Kemal’i en yak›n arkadafllar› Rauf Bey, Refet Pafla’yla birbirine düflürerek saf d›fl› etmek istiyorlard›. Özel bir görüflmede Mustafa Kemal, en yak›n›ndaki arkadafllar›n›n büyük bir bölümünün bile flöyle düflünceler tafl›d›klar›n› ö¤reniyordu: “Padiflaha ba¤l› kalmak borcumuzdur. Halifeli¤e ba¤l›l›¤›m›z ise görgümüzün gere¤idir. Bizde genel durumu tutmak güçtür. Bunu; ancak herkesin eriflemeyece¤i ker51


Bütün Dünya • Kas›m 2007

Saltanat, 85 Y›l Önce Bu Ay Kald›r›ld›

Gazi Mustafa Kemal Pafla, Kaz›m Karabekir, Fevzi Çakmak ve As›m Paflalar... Erinden mareflaline de¤in bir kahramanlar grubu. Arkada ‹stanbul ve Ankara gazetecileri yer almaktad›r.

600 y›ll›k Osmanl› Hanedan› saltanat›n›n kald›r›lmas›na iliflkin meclis karar›

tede yüksek görülmeye al›fl›lm›fl bir makam sa¤layabilir. O da padiflahl›k ve halifeliktir. Bu makam› kald›rmak, onun yerine baflka nitelikte bir varl›k koymaya çal›flmak, y›k›ma yol açar ve büyük ac› do¤urur, bu ifl hiç uygun olmaz!”

stedi¤i herfleyi yapt›rabilme gücüne sahip olan Mustafa Kemal, bir diktatör de¤ildi. O “Diktatör di¤erlerini iradesine boyun e¤direndir. Ben kalpleri k›rarak de¤il, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim” düflüncesindeydi. Böyle yaparak iflleri s›rayla yoluna koydu. ‹stanbul’a “ulusun egemenli¤i”ni bildirmesi için Refet Pafla’y› görevlendirdi. Tüm ‹stanbul onu karfl›lamak üzere yollara dökülmüfl, caddeler Türk bayraklar›yla donanm›flt›. Refet Pafla ‹stanbul’da, gazetecilere ulusu temsil eden 52

TBMM Hükümeti ve Mustafa Kemal ad›na geldi¤ini aç›klayordu: “Öyle bir duygu ile geliyorum ki, o duyguyu tasvir edebilmek benim de elimde de¤il” diyordu. “Herhalde bu dakikada anlayabildi¤im bir fley varsa o da egemenli¤i eline alan bir ulusun ne kadar büyük iflleri baflarabilece¤ini bir kez daha kuvvetle hissetmifl olmamd›r.” Görevlilerin engelleyemedi¤i onbinler hep bir a¤›zdan, “Yaflas›n TBMM... Yaflas›n Gazi Baflkumandan›m›z... Yaflas›n flanl› ordu...” diye ba¤›r›rken, sevinç gözyafllar›n›n kar›flt›¤› müzikadan, kurtulufl, özgürlük ve ba¤›ms›zl›k melodileri yükseliyordu. Halk›n bu sevgisi karfl›s›nda gözyafllar›n› tutamayan Refet Pafla, padiflah ve sadrazam ad›na kendisi ile görüflmek isteyenlere, flu yan›t› veriyordu: “Anadolu bir ‹stanbul hükü-

meti tan›mad›¤› gibi do¤al olarak bu hükümetin sadrazam›n› da tan›mamaktad›r.” Mustafa Kemal kararl›yd›. Saltanatç›lar›n kendisine karfl› oynamaktan çekinmedikleri oyunlar›n› tersine çevirdi. O, “Söylev”inde bu konuyu flöyle aç›klamaktad›r:

“G

enel görevimin gerektirdi¤i temel ifli yapma ve uygulama zaman› gelince de hiç duraksamad›m. Tevfik Pafla’n›n telyaz›lar› dolay›s›yla padiflahl›¤› halifelikten ay›rmaya ve önce padiflahl›¤› kald›rmaya karar verdi¤im zaman ilk yapt›¤›m ifllerden biri de hemen Rauf Bey’i Meclisteki odama ça¤›rmak oldu. Rauf Bey’in Refet Pafla’n›n evinde sabahlara dek dinledi¤im düflünce ve görüfllerini hiç bilmiyormufl gibi ayakta kendisinden flunu istedim: ‘Halifelik ve padiflahl›¤› bir-

birinden ay›rarak padiflahl›¤› kald›raca¤›z! Bunun uygun oldu¤unu kürsüden söyleyeceksiniz!’ Rauf Bey’le bundan baflka hiçbir fley konuflmad›k. Rauf Bey odamdan ç›kmadan önce, yine bu amaçla ça¤›rm›fl oldu¤um Kaz›m Karabekir Pafla geldi. Ondan da bu yönde konuflmas›n› rica ettim. (ki Kaz›m Karabekir mecliste ilk kez konuflacakt›. [Bütün Dünya’n›n notu]) (...) Rauf Bey kürsüden bir iki kez konufltu ve dahas› padiflahl›¤›n kald›r›ld›¤› günün bayram olarak kabul edilmesini de önerdi.” TBMM topland›¤›nda Mustafa Kemal, çok sert bir konuflma yapt›: “Egemenlik ve saltanat hiç kimse taraf›ndan hiç kimseye ilim icab›d›r diye görüflmeyle tart›flmayla verilmez. Egemenlik ve saltanat kuvvetle ve zorla al›n›r. fiimdi Türk ulusu egemenlik ve saltanat›n› kendi eline fiilen alm›fl bu53


Bütün Dünya • Kas›m 2007

lunuyor. Bu bir oldu-bittidir. Söz konusu olan ‘Ulusa saltanat›n›, egemenli¤ini b›rakacak m›y›z, b›rakmayacak m›y›z?’ meselesi de¤ildir. Mesele zaten oldu-bitti haline gelmifl bir gerçe¤i dile getirmekten ibarettir. Bu kesinlikle olacakt›r. Burada toplananlar, meclis ve herkes meseleyi do¤al görürse fikrimce yerinde olur. Aksi takdirde yine gerçek gerekti¤i gibi ifade olunacakt›r. Fakat ihtimal kafalar kesilecektir. ‹flin ilmi taraf›na gelince hoca efendilerin merak ve endiflelerine hiç yer yoktur. Bu konuda ilmi aç›klamada bulunay›m” diyerek ‹slam tarihinden çarp›c› örnekler sundu. Ve 600 y›ll›k Osmanl› Hanedan›

saltanat›, 85 y›l önce 1 Kas›m 1922 tarihinde TBMM’de, Türk ulusunun temsilcilerinin ikisi d›fl›nda, tümünün oylar›yla kald›r›ld›. Bir y›l sonra kurulacak olan cumhuriyetin önündeki en büyük engel saltanat›n kald›r›lmas›na karfl› ç›kan iki milletvekilinden biri, Mersin Milletvekili Selahattin Bey, öteki ise ileride ‹zmir’de Mustafa Kemal’e suikast girifliminde bulunan çetenin elebafl›s› Ziya Hurflit’ti. Son padiflah, TBMM’nin bu karar›ndan iki hafta sonra, 17 Kas›m 1922 tarihinde, taht›n› b›rak›p, bir ‹ngiliz savafl gemisiyle ‹stanbul’dan ayr›lmak zorunda kald›.• YasarOzturk@butundunya.com.tr

Tüm koltuklar dolu... Hava aç›k, rüzgars›z... Fakat uçak taklalar at›yor, alçal›p yükseliyor. Bu duruma dayanamayan bir hostes en sonunda pilot kabinine girdi. Pilotun kahkalarla güldü¤ünü görünce de çok sinirlendi: “Yolcular heyecan içinde...” dedi. “Oysa siz burada kahkahalar at›yorsunuz.” Pilot bu soruyu yine gülerek yan›tlad›: “Peki...” dedi. “Siz benim neye güldü¤ümü biliyor musunuz?” Hostesten “Hay›r, bilmiyorum” yan›t›n› alan pilot kendi sorusuna kendi yan›t verdi: “Ak›l hastanesinden kaçt›¤›m› ö¤rendiklerinde...” dedi. “Yüzlerinin ne duruma gelece¤ini düflünüyorum da...”• Evin kedisi ve papa¤an› hangisinin daha zeki oldu¤unu tart›fl›yorlard›. Kedi bu konudaki düflüncelerini aç›klamaya bafllad›: “Sen benim kadar zeki de¤ilsin” dedi. “Ben evi farelerden korurum. Sahiplerimin kuca¤›na oturur, minderime kurulurum.” Papa¤an aniden kedinin sözünü kesti: “Olabilir; ama” dedi. “Ben de konufluyorum.” Kedi bu sözleri duyunca gülmeye bafllad›. Kahkahalar›n›n aras›nda da papa¤ana flunlar› söyledi: “‹yi de...” dedi. “Biz yar›m saattir ne yap›yoruz?..”• 54

Madam Roland’›n ölüme gönderenler ak›tt›klar› kanda bo¤uldu. “Rüzgar gülü” bas›n›n yazd›klar› uçup gitti; ancak Roland’›n ölümle karfl›laflmadan hemen önce söyledikleri hâlâ yank›lan›yor: “O liberté! Que de crimes on commet dans ton nom!”

“O Liberté! Que de Crimes On Commet Dans Ton Nom!” “Ey Özgürlük! Senin Ad›na Ne Suçlar ‹flleniyor!”

“O

liberté! Que de cri- mi’nde de olanca güçleriyle yer almes on commet d›lar. Parisli iflçi kad›nlar tarihte ilk dans ton nom!”, “Ey kez kendi ifllerini kendileri görözgürlük! Senin mek üzere kollar›n› s›vad›lar. Kuad›na ne suçlar iflleniyor!” rucu Meclis’te erkekler yeni FranTarihte yüzy›llard›r canl›l›¤›n› s›z Anayasas› üzerine derin tart›flkoruyan bu sözü, günümüzden malara dalm›flken kad›nlar, çamatam 214 y›l önce, Jeanne fl›rc›lar, terziler, hizmetçiManon Roland söylemiflti. ler, atölye iflçileri, iflçi eflleBu söz, k›saca “Mada- Evrensel ri yiyecek bulamamaktan me Roland” ad›yla tan›nan flikayetçiydiler. Ekme¤in Kültür Jeanne Manon Roland’›n ucuzlat›lmas› iste¤iyle 6 son sözü olmufltu. bin kad›n Paris belediye Madame Roland, bu binas›na yürüyüfle geçti. ölümsüz sözünü özgürlük Öfkeliydiler ve “Hay›r” yaan›t› önünde, o an›ta ban›t›n› kabul etmiyorlard›. 14 Temmuz’da subay karak söylemifl, sonra da ve erlerin bulundu¤u k›flbafl›n› çevirip duraksamalaya sald›ran halk›n ön dan an›t›n önündeki giyosaflar›nda, ellerinde tafl ve tine uzatm›flt›. Onun bu Songül davran›fl›, yaflam›n›n yalSaydam sopalar›yla kad›nlar da vard›. Devrimden sonra n›zca son sözünü de¤il, ço¤u kad›n, evlerine ve iflson gününü de ölümsüzlerinin bafl›na döndü. Malefltirdi. O günün tarihi, 8 dame Roland, Madam Du Barry, Kas›m 1793’tür. Claire Lacombe, Lucile Desmo*** Devrimde kad›nlar öndeydi; ulins, Olympe de Gouges, Théroama nedense gölgede kald›lar. igne de Méricourt gibi kad›nlarsa, Onlar, tarihin hemen her döne- çocuklar›yla ve ev iflleriyle u¤raminde oldu¤u gibi, Frans›z Devri- flan kad›nlardan de¤ildiler. Onlar› 55


“O Liberté! Que de Crimes On Commet Dans Ton Nom!”

Bütün Dünya • Kas›m 2007

politik yaflam baflta olmak üzere, kad›n-erkek eflitli¤i gibi toplumsal konular ilgilendiriyordu.

J

iroden Manon Roland, bir kuyumcunun k›z›yd›. Hem zengin hem de büyüleyici bir kad›n olan Manon Roland, kendinden yirmi yafl büyük ifl yeri müfettifli Jean-Marie Roland ile evlendi. Kad›n olmak zordu ve seçene¤i s›n›rl›yd›: “Kad›n olmak gerçekten can›m› s›k›yor. Farkl› bir ruhla do¤mal›ym›fl›m ya da farkl› bir cinsiyetle... O zaman kendime memleket olarak edebiyat cumhuriyetini seçebilirdim. Yazar olmak için asla bir istek duymad›m, bu unvan› edinen bir kad›n›n kazand›¤›ndan çok daha fazlas›n› yitirdi¤ine çok önceleri tan›k oldum. Erkekler öyle bir kad›n› sevmiyor ve hemcinsleri de onu elefltiriyorlar. Yap›tlar› kötüyse onunla alay ediyorlar. Yok e¤er iyiyse, kendisinin yazmad›¤›n› söylüyorlar. Kiflili¤inde, al›flkanl›klar›nda, davran›fllar›nda ve yeteneklerinde kusurlar ar›yorlar.” Ak›l hocal›¤›n› yapt›¤› efli, Kurucusu Meclis’e Jironden milletvekili olarak girdi, ‹çiflleri Bakanl›¤›’na de¤in yükseldi. Aralar›nda Robespierre’in de bulundu¤u birçok politikac›n›n geldi¤i ünlü bir salonu vard›. Manon Roland salondaki sohbetleri, önceleri sohbetlere kat›lmadan ve konuflanlara sezdirmeden dinliyordu: “Kendi cinsiyetime düflen rolü biliyordum ve bunu hiçbir zaman b›rakmad›m. Toplant›lar benim yan›mda oldu; ama onlara hiç kat›lmad›m. Çemberin d›fl›nda bir masada oturur, onlar tart›56

fl›rken elifli yapar ya da mektup yazard›m. Ama on tane mektup yazmam gerekse, ki bazen öyle olurdu, a¤›zlar›ndan ç›kan tek bir sözcü¤ü bile kaç›rmazd›m, bazen kendi düflüncemi söylememek için dudaklar›m› ›s›rmak zorunda kal›rd›m.” Monarflinin y›k›lmas›yla ço¤unlukla erkeklerin yapt›¤› ateflli tart›flmalar›n ortas›nda kald›. Ulusal Meclis’in her ad›m›n› izleyen Roland, efli ve yak›n dostu Buzot’nun konuflmalar›n› haz›rl›yor ve gazetelerde yay›mlat›yordu. Meclis kararlar›nda etkisi apaç›kt›. Bunlar aras›nda kad›nlardan yana boflanma yasas› da vard›. Doru¤a varan Jironden-Jakoben çat›flmas›nda Roland’›n “‹lkeleri u¤runda savaflmay› göze alan yaln›zca birkaç kararl› adam vard› ve sonunda onlar, Buzot, Pétion ve Robespierre ile s›n›rl› kald›. Biz kad›nlar sizin kalbinizde hüküm sürmek istiyoruz” dedi¤i Jirondenler’in lideri Robespierre yönetimi ele geçirdi.

E

flinin k›flk›rtmalar›yla konvansiyon önünde Daton ve Robespierre’e sald›r›ya geçen Jean-Marie Roland XVI. Louis’in idam edilmesine fliddetle karfl› ç›kt›. Kral idam edilince bakanl›ktan istifa etti. Tarihte “Terör” dönemi olarak an›lan dönem bafllad›. Jean-Marie Roland hakk›nda tutuklama emri ç›kt›¤›n› ö¤renince kaçt›. O kaç›nca Madam Roland tutukland›. Öteki cumhuriyetçi kad›nlar sessizlik içinde kal›rken Roland bofl durmad›. Virginia Woolf’un deyifliyle cezaevinde de olsa art›k

bir yazar›n ya da kad›n›n en önemli gereksinimi olan “kendine ait bir oda”s› vard›. Kendini yazmaya verdi: “Tutsakl›¤›m›n ilk dönemini yazarak geçirdim. Bunu öylesine h›zla ve zevkle yapt›m ki daha bir ay geçmeden küçük bir kitab› dolduracak denli yazm›flt›m. Ne yaz›k ki defteri emanet etti¤im kifli kendisinin de tutuklanaca¤›ndan korktu¤u için siyasi tan›kl›¤›n kaleme al›nd›¤› ve cezaevinden gizlice kaç›r›lan defterleri atefle atm›flt›. Beni atefle atmas›n› tercih ederdim!”

dünyan›n önünde suçlu oldu¤umu ilan ediyorum. Devrim s›ras›nda yasalar›n ve adaletin s›k s›k unutuldu¤unu biliyorum, burada bulunmam bunun kan›t›.” Hakk›nda idam karar› verilece¤ini biliyordu Madam Roland... Arkadafl› Sophie Grandchamp’a giyotine götürülürken kendisini izlemesini istedi: “Senin varl›¤›n bu i¤renç yol-

B

efl ay boyunca kald›¤› cezaevinde Jakobenler’i alaya alan, Jirondenler’i öven “Tarihi Notlar”, Kiflisel Hat›ralar”, “Portre ve Anektotlar” adl› üç ciltlik an›lar›n› yazd›. Büyük bir s›k›nt› içindeyken bile yalvarmay› reddetti. Mahkemede, “Evimden oniki yafl›ndaki k›z›m›n kollar›ndan Madame Roland, “O liberté! Que de crimes on kopar›ld›m ve tutukcommet dans ton nom!” sözüyle tarihe geçti. lanmama neden olacak hiç bir gerekçe sunamayan culu¤un uyand›rd›¤› korkuyu haemirler yüzünden hapsedildim. fifletecektir. En az›ndan bana lay›k Ben kimin dürüst ve mert bir birisinin böylesine korkunç bir s›yurttafl, kimin vatan›na sad›k yü- nama s›ras›nda beni terk etmeyece gönüllü bir insan oldu¤unu cek olan metanetime sayg› duyagözlerimle görüyorum. E¤er dost- ca¤›ndan emin olurum.” lar›m›n iyi duygular›n› korumakla Sophie arkadafl›n›n bu iste¤ine suçlu durumuna düflmüflsem tüm uydu. Son görüfltüklerinde giydi¤i 57


Bütün Dünya • Kas›m 2007

giysilerle giyotinin karfl›s›ndaki köprünün ucuna yerleflti. Dimdik onun yüzüne bak›yordu:

“C

anl› ve sakindi, gülümsüyordu... Köprüye yaklaflt›¤›nda gözleri beni arad›. Bu son unutulmaz randevuda beni gördü¤ünde yaflad›¤› memnuniyeti yüzünden okudum.” Marilyn Yalom, Madam Roland’› flöyle de¤erlendiriyor: “Yüzlerce Frans›z kad›n›n daha giyotine giden yolda cesurca yürüdü... Ancak hiçbiri bafl›ndan sonuna de¤in soylu bir cumhuriyetçi olan Madam Roland denli ilkelerine sahip ç›kmad›. Yine hiçbiri ölüm gösterisinin ölümünden son-

raki flöhretine bir fleyler kataca¤›ndan emin olmaya Madam Roland denli özen göstermedi.” Ertesi gün bas›n “Kad›nlar! Asla konuflmak iste¤iyle halk meclislerine kat›lmay›n. Narin cinse uygun görülen suskun çevrede kal›n ve ‘her aç›dan bir canavar olan’ Madam Roland’›n ak›betine u¤ramaktan sak›n›n” diye yazd›. Madam Roland’›n ölüme gönderenler ak›tt›klar› kanda bo¤uldu. “Rüzgar gülü” bas›n›n yazd›klar› uçup gitti; ancak Roland’›n ölümle karfl›laflmadan hemen önce söyledikleri hâlâ yank›lan›yor: “O liberté! Que de crimes on commet dans ton nom!”• SongulSaydam@butundunya.com.tr

Adam sekreterinin evinden geceyar›s› ayr›ld›. Kendi evinin önüne gelince cebinden ç›kard›¤› tebefliri giyisilerine sürdü ve eve girdi. Eve girer girmez de onu bekleyen efli ba¤›rmaya bafllad›: “Çabuk söyle bana...” dedi. “Neredeydin gecenin bu saatine kadar?” Adam bir süre düflündükten sonra o gece yapt›klar›n› bir bir anlatmaya bafllad›: “Sekreterimle yeme¤e ç›kt›k” dedi. “Oradan da bir bara gittik. Bardan sonra da onun evinde kahve içtik.” Efli adam›n yüzüne ve giysilerine dikkatlice bakt›ktan sonra yeniden ba¤›rmaya bafllad›: “Senin bu yalanlar›ndan b›kt›m, art›k” dedi. “Gecenin bu saatine de¤in arkadafllar›nla bilardo oynad›n de¤il mi?.. Saatlerce o pis yerde tebeflir tozlar› içinde kalm›fls›n. Seni yalanc› seni... Bir de beni kand›rmaya çal›fl›yorsun...”• Nefleyle kap›dan içeri giren genç kad›n, gazetesini okuyan efline yapt›klar›n› anlatmaya bafllad›: “Sana sevinece¤in bir haber vereyim mi hayat›m?” diye sordu. “Bugün tam üç kez k›rm›z› ›fl›kta geçtim; ama bir kez bile olsun polise yakalanmad›m. Biriktirdi¤im üç ceza paras›yla da kendime güzel bir elbise ald›m.”• 58

Ak›l Hastanesi Baflhekiminin Kaleminden:

‹çerdekilere Pek Benzeyen D›flardakiler “F. Celalettin’in bütün hikâyelerinde bugüne dünün duyarl›¤›yla bakan bir ruhun özlemlerini, korkular›n› ve kuflkular›n› görüyoruz.” Prof. Sabri Esat Siyavuflgil

Ö

ykülerini “F. Celalet- hastalar› birer ikifler dünyadan tin” diye imzalayan Dr. çekilirken onu çok usta bir öyküFahri Celal Göktulga, cü olarak tan›yan kuflaklara yeniBak›rköy Ruh ve Sinir leri eklenmektedir. Hastal›klar› Hastanesi baflhekiUstan›n ilk öykü kitab› 1923’te miydi. Mesle¤e Üsküdar’daki yay›mlanm›flt›. Daha sonra eski kiToptafl› Ak›l Hastal›klataplar›ndan seçti¤i öyr› Hastanesi’nde bafllakülere yenilerinin de m›fl, daha sonra Manieklendi¤i birkaç kitab› Büyük sa’da baflhekim olarak bas›ld›. 1973’te, Yap›tlar›m›z daha görev yapm›flt›. Her ölümünden iki y›l önce gitti¤i yeri hastalar için “Bütün Hikâyeler” baflen elveriflli biçimde gel›¤› alt›nda yetmifl öykülifltiriyordu. Bak›rsünü biraraya getirdi. köy’de onbefl y›l emek 1950’lerde Türk öyverdi¤i hastaneye befl kücülü¤ünde belirli bir bin kiflilik mutfak kurolaya dayanan, flafl›rt›c› durdu¤unu, çevreye bir sonuca ba¤lanan k›rkiki bin çam a¤ac› Konur Ertop eski öykü anlay›fl› aladiktirdi¤ini, hastalar›n bildi¤ine de¤iflmiflti. ölüm oran›n›n yüzde Yeni yazarlar art›k otuzyediden yüzde alt›ya düfltü- “olay” anlatmak yerine bir “du¤ünü anlat›r. “Düflünen Adam” rum”u, yaflamdan bir “kesit”i yanyontusu onun döneminde bahçe- s›tmay› ye¤liyordu. Fahri Celal ise deki yerini alm›flt›r, bugün orada geleneksel, “konulu öykü” anlay›kendisinin de bir büstü bulun- fl›na ba¤l›yd›: maktad›r. Emekli baflhekimin eski “Benim anlad›¤›m manada hi59


‹çerdekilere Pek Benzeyen D›flardakiler

Bütün Dünya • Kas›m 2007

kâyenin bir bafl›, bir sonu olmal›d›r. E¤er yoksa adama ‘E, sonra?’ deyiverip iki paral›k ederler.”

B

u tutumuna karfl›l›k, bambaflka bir öykü 盤›r› açan genç meslektafllar› hiç de kendilerine uzak bir yazar saymad›lar onu, öykülerine hak etti¤i de¤eri verdiler. Prof. Sabri Esat Siyavuflgil onun öykülerinin, geçmiflte kalan bir dünyan›n derin izlerini tafl›d›¤›na dikkat çeker: “F. Celalettin’in bütün hikâyelerinde bugüne dünün duyarl›¤›yla bakan bir ruhun özlemlerini, korkular›n› ve kuflkular›n› görüyoruz.” Zahir Güvemli, “eski”yi canland›ran bu öykülerin “ça¤dafl” yan›n› vurgular: “Onun bütün sihri ve büyüsü, kompozisyonunda. En klasik göründü¤ü yerde ola¤anüstü modern bir hikâye tekni¤ini baflar›yla uygulay›fl›, gerçekten büyük bir de¤erin ifadesidir.” Ruh ve sinir hastal›klar› uzman›, kendi hastalar›nda gözleyip ilginç buldu¤u özellikleri, türlü nedenlerle oluflmufl kiflilik sapmalar›n› gösterirken d›flarlarda sa¤l›kl› diye dolafl›p duranlar›n da içerdekilerle nice ortak yan›n› ortaya seriyordu. 1910’lardan bafllay›p k›rk y›l kadar süren bir dönemin dikkatli gözlemcisi oldu. Bu süre boyunca meslektafllar›n›n dünyas›n›, eski ‹stanbul kadar taflrada da serüvenlerine tan›kl›k etti¤i insanlar› zaman zaman üzünçle, yeri geldi¤inde b›y›k alt›ndan gülümseyerek canland›rd›. ‹nsan yaflam›nda birarada bulunan dram ö¤esiyle gülmeceye o da yan yana yer ver60

di. Art›k unutulan ev içi yaflamlar›n›, töreleri, e¤lence dünyas›n› anlatt›. Anlat›s› eski ‹stanbullular, varl›kl›lar, okumufllar, bilgisizler, halk adamlar›, kad›nlar, taflral›lar, yafll›lar-emekliler, düflkünler, çapk›nlar, zarars›z deliler gibi birbirinden çok ayr› çevrelerden, ayr› konumlarda insanlar›n canl› konuflma diliyle besleniyordu. Fahri Celal’in öykülerinde ana konulardan biri, kimi yerde kendi de¤erleriyle yücelen, kimi yerde eksik yanlar›yla gülünçleflen eski zaman insanlar›d›r. Bunlar aras›nda en canl› görüntülerden biri kendi babaannesi “Pancaro¤lu Emine Hatun”dur: Alt› o¤lunu tek bafl›na okutmufl, dul kalan gelinlerine, torunlar›na kol kanat germifltir. Nargilesini içer, mahalle kahvesinde a¤›rlan›r. Ölünce gö¤sünde, erkenden ölmüfl ilk o¤lunun fesini bulurlar! Eski zaman insanlar› aras›nda ça¤dafl yaflam biçimi geliflirken, gelenek-görenekler yenilenirken de¤iflime ayak uyduramayanlar göze çarpar. “Vefa Meselesi” öyküsündeki emekli pafla, bir dostuna dert yanar:

“E

fendim bin üç yüz (Miladi 1884) tarihinden sonra adam yetiflmedi. Damatta ifl yok, güç yok. fiöyle bir bilgisini yoklayay›m dedim, eçhel-i min Karagöz (Karagöz’den daha cahil)... (...) Ne Fuzuli’yi bilir, ne Baki’yi... Cevdet Tarihi’nden soray›m dedim, habersiz.” Alay olsun diye “Prodromos Pafla” diye adland›r›lm›fl yersiz yurtsuz, yar› kaç›k öykü kahrama-

n›, bir yerlerde yüklü bir para bulaca¤› günü düfllemektedir.

E

fli dostuyla yiyip içerek yaflam›n› tamamlayacakt›r. Derken içinde befl bin lira olan bir cüzdan bulur. Ancak paralar›n yan›nda sahibinin kart› da vard›r: “Ben bu paray› götürüp yerine vermeliyim dedi. Ben istiyordum ki bu paray› bulay›m, k›rk y›l bunun için erken erken sokaklar› arand›m, fakat cüzdan›n kimin mal› oldu¤unu belli eden bir adresi olmamal›yd›. Hep Allah’tan bunu istedim, vermedi. Prodromos Pafla’y› o k›fl donmufl buldular.” Doktor-öykücünün kalemi t›p adamlar›n›n, hastanelerin, hastalar›n dünyas›ndan görüntüler getirir: “Gaflet” öyküsündeki yafll›, bekar memur, karfl› pencerede görüp be¤endi¤i genç kad›na musallat olmufltur. Otomobil kazas› geçirerek götürüldü¤ü hastanede bak›m›yla ilgilenen doçentin o kad›n oldu¤unu görünce utanca kap›l›r. Biraz toparlanp kaçarcas›na hastaneden ayr›l›r. “Eldebir Mustafendi”, Bo¤aziçi’nde köy köy dolaflan bir diflçidir; ama herkesin her ifline yard›mc› olur: “Sanki oduna gidenin baltas›, suya gidenin sakas›yd›.” “Geri Çevir Herifi” öyküsünde eski hekimlerin çal›flma koflullar› dile getirilir: “O zamanlar muayenehanelerimiz yoktu da eczanelerde hasta beklerdik. Eczac› iflinin ehli, bir eski kurttu. Befl-alt› hekimi, hiçbirini dar›ltmadan, öyle, yollu yolunca idare ederdi. S›ra, edep, erkân bilirdi.”

Do¤um için ça¤r›lan doktor, evin bulundu¤u tepeye yaklafl›nca, arabac›ya evden ba¤›r›rlar: “Ulan, bir k›z›m›z oldu, çevir herifi geriye!” “Uzaktan Davul” öyküsündeki doktorun karfl›laflt›¤› durum da farks›zd›r: “Bir kad›n hem bo¤ula bo¤ula gülüyor, hem de payl›yordu: -fiimdi ne diye bu herifi getirdin? Ben sana hastay›m dedim mi? Sav flunu... Adam›n sesi: -E art›k geldi herifca¤›z... fiimdi nas›l git derim, zaten ters bir ihtiyar... Ayaklar›n›n topra¤› olay›m, b›rak gelsin içeri... Zaten dünya kadar para verece¤iz...” Öykücü, “Bunaklar”, “Kin”, “Deliye Selam” gibi öykülerinde, s›ra d›fl› kahramanlar›n›n kiflilik özeliklerini sergiler, ruh durumlar›ndaki dü¤üm noktalar›n› ustal›kla gösterir. “Evham” öyküsündeki emekli Sad›k Bey, hastanede karfl›laflt›¤› eski tan›d›¤› Hüseyin Bey’in “Sizi öldü biliyordum!” demesi üzerine düflünceye dalar:

“D

emek bir yafltan sonra insanlar hem ölüyorlar, yaflarken, derdine derman ararken, hem de dostlar: ‘Cenazende ben kendim bulundum’ diye ölmedi¤ine flafl›p kal›yorlar.” Öykücüye hukuk düzeninin, devlet dairelerinin iflleyifl düzenindeki aksamalar da esin kayna¤› olmufltur: “Hakirin ‘Devairi ‹flgal’ (Devlet dairelerini meflgul etme) adl› bir biçare hikâyem vard›r. On yedi, on sekiz yafllar›nda, babadan kal61


Bütün Dünya • Kas›m 2007

E

ski k›na gecesi e¤lenceleri, dü¤ün törenleri, kad›n dedikodular›, sarhofllar›n e¤lenti boyunca dar›l›p bar›flmalar›, kaç-göç döneminde kaçamak çapk›nl›klar, eski usul boflanmalar, mahkemelerde yaflananlar, devlet dairelerinde memurlar›n çal›flma biçimleri, birbirleriyle iliflkileri, mezarl›kl›, mescitli eski sokaklar, kenar mahalle insanlar›n›n günlük yaflam›, eski tiyatro gösterileri, yazar›n yedeksubay olarak kat›ld›¤› Çanakkale Savafl›’ndan an›lar, izlenimler, cephelerde çarp›flm›fl askerlerin dünyas› vb. öyküleri besler. “Bunaklar” öyküsü, Paris’te okumufl bir paflazadenin giyim kuflam›n›, ayr›nt›lar›yla tan›t›r: “Ben diyeyim k›rk, siz deyin yüz kat elbise ile döndü. O bonjurun biz reye pantolonlusunu bilirdik ya, ona morundan tut da aç›k grisine kadar rengârengini, yeleklerin beyaz benekli al›ndan s›çan rengi güderisine kadar›n›, Allah bilir, onda gördüm. Dört kat âlâs›ndan redingotu vard› ki, beherini birer defa s›rt›na giymifl midir aca-

ba? Dik, çift yakal›, önü aç›k yahut çift dü¤meli, belli, belsiz, dar, bol envai kostümler... Efendime söyleyeyim getrler, plastron boyunba¤lar›, hepsi de birbirinden âlâ... Ben jaketatay›n alt›na befl dü¤meli, podösüet potin giyilmesi icap edece¤ini, Hüda bilir, ondan ö¤rendim, ay›p de¤il a...” Salon insanlar›yla, ayak tak›m›yla ‹stanbul yaflam›ndan ayr›nt›lar canland›ran öykücü, kentin özellikerine, dokusundaki de¤iflmelere de tan›kt›r: “O mahalle öyle kal›vermiflti. Delik gibi pencereli, kibrit kutusu flekilli apartmanlar gözükmüyordu. Bahçenin yüksek çitlenbik a¤açlar zamanenin z›rtlak, densiz güneflini bile içeri b›rakm›yordu. Tramvay sesleri, otomobil düdükleri o kadar uzaktayd› ki...” Yazar›n Manisa’da görev yapt›¤› y›llardaki gözlemleri baflka bir izle¤i gelifltirerek taflra, köy öykülerini besler. Örne¤in “Salg›n” öyküsü, imparatorluk döneminde köye vergi toplamaya gelen görevlilerin uygulad›¤› a¤›r bask›, sark›nt›l›k olaylar›n›, bir köylü k›z›n›n ölümünü, bir köy çocu¤una suç yüklenmesini konu eder. Fahri Celal geçmiflteki yaflam›n ilginç yanlar›n› sergilerken bir t›p adam› olarak da insan kiflili¤inin derinlerde kalm›fl yanlar›n›, iç çeliflkilerini, tutkular›, zaaflar› ortaya sermifltir.•

Bir müfettifl, ö¤retmeni ve ö¤rencileri denetlemek için derse girdi ve akl›na gelen ilk soruyu ö¤rencilere sordu: “‹çinizde en uslu kim?” Ö¤renciler hep bir a¤›zdan soruya yan›t verdiler: “Ö¤retmenimiz...”• 62

Gözünüz Ayd›n, Çocuklar!..

Bir “Dede”niz bizim Geldi Dünyaya ✔

ma bir davay› üstlenen bir hac› beyin seksenine do¤ru davas›n› kazand›ktan sonra ‘Hak yerini buldu, hamdolsun, fakat flimdi ben sudan ç›km›fl bal›k gibiyim, ne ifl görece¤im?’ demesiyle biter.”

“Yazar Dede” Muzaffer ‹zgü Bütün Dünya’n›n Çocuklar›yla Lütfen sayfay› çeviriniz →


Muzaffer ‹zgü’nün Bilgi Yay›nevi’nde yay›mlanan tüm kitaplar›n›n editörlü¤ünü yapan Biray Üstüner, Türk mizah yaz›n›n›n ve çocuk öykülerinin dev yazar›n› kendine özgü yetkinli¤iyle anlat›yor.

Çocuklar›n “Yazar Dede”si Muzaffer ‹zgü

M

Muzaffer ‹zgü, ‹zmir’de kendi ad›n› tafl›yan sokakta... 64

ilyonlar› aflan tiraj› ve da, öykü ve romanlar›nda da gülöykü, roman, sinema, meceyi her zaman canl› tutmay› çocuk edebiyat› ödül- baflaran, toplumsal›n bireye yans›leriyle ülkemizin en yan –ço¤u zaman olumsuz– izdüçok okunan yazar›, toplumsal flümlerini edebiyata bilinçli ve uskara mizah›n keskin gözlü, sivri ta kalemiyle aktaran Muzaffer ‹zkalemli ustas›, çocuklar›n “yazar gü, “Borç bini afl›nca millet gülermifl” diyor. “Biz art›k güldede”si, güldüren ve mece yazmasak da halk düflündüren bir “ça¤dafl bu yüzden gülüp duruNasreddin Hoca” MuKonuk yor” diye ekliyor. zaffer ‹zgü... Yazar 70’i aflk›n çocuk kitaNerede durdu¤umub› yazan ‹zgü, 7-14 yafl zu, olaylara ve durumlara aras› çocuklar›n, her yenereden bakt›¤›m›z›, neni kitab›n› sab›rs›zl›kla ye nas›l yaklaflt›¤›m›z› bekledi¤i bir yazar. Çünöyle ac›mas›z; ama do¤ru kü kalemini yöneten biçimde sunuyor ki “Pes” beyninde ve yüre¤inde diyor insan. hâlâ bir çocuk duyarl›l›Titiz bir gözlem gü¤›, duygusall›¤› ve heyecünün, hoflgörüyü elBiray can› tafl›yor. Çocuklar› den b›rakmayan bir Üstüner çok iyi tan›yor, onlar› elefltiriyle bütünleflti¤i, anl›yor ve çok seviyor. sa¤l›kl› gülmecenin, soBu sevgisi de asla karfl›l›ks›z kal- mut gerçe¤i aflan s›cak, iyimser m›yor. Fuarlarda, imza günlerinde ve par›lt›l› bir sentez biçiminde c›v›lt›l› bir çocuk selinin içinde göz doldurdu¤u yap›tlar›yla Muonu izlerseniz, yazar-okur de¤il, zaffer ‹zgü’nün kitlelere mal dede-torun iliflkisinin heyecan›n› olan mizah› yurdumuzda oldu¤u duyumsayabilirsiniz. kadar d›fl ülkelerde de birçok Yetiflkinlere yönelik yap›tlar›n- ödül kazand›.• Lütfen sayfay› çeviriniz →


Afla¤›da “Bütün Dünya Çocuklar›” için kaleme ald›¤› ilk öyküsünü okuyaca¤›n›z De¤erli Yazar Muzaffer ‹zgü, 29 Ekim 1933’te Adana’da do¤du. Yoksul bir çocukluk geçirdi. Hem bulafl›kç›l›k, garsonluk, sinemalarda gazoz sat›c›l›¤› gibi ifllerde çal›flt› hem de okudu. Diyarbak›r ‹lkö¤retmen Okulu’nu bitirdi; uzun y›llar ilkokul ö¤retmenli¤i yapt›, sonra ortaokul Türkçe ö¤retmeni oldu. Emekli olduktan sonra ‹zmir’e yerleflti. Edebiyat›m›z›n en üretken yazarlar›ndan olan ‹zgü’nün, 70’i aflk›n çocuk kitab› olmak üzere, tiyatro oyunlar›, öykü ve romanlar›ndan oluflan toplam 113 yap›t› bulunmaktad›r.

Ç›t›p›t› K›z

B

enim ad›m Ç›t›p›t› de¤il kumralm›fl. Ana s›n›f› ö¤retmeniki. Benim ad›m Çiçek... mi de hiç üzmezmiflim. Hiç üzer Annem de babam da çi- miyim? Bize neler neler ö¤retti çekleri çok seviyorlar- Aysu ö¤retmenim. Ben zaten ilk m›fl, ad›m› Çiçek koymufllar. ‹yi ki günden sevdim Aysu ö¤retmenikoymufllar. Can›m isterse mi. Su gibi temiz, ay gibi gül olurum, can›m isterparlak bir yüzü vard›. se lale olurum, can›m is- Yazar Dede Bir gün kalkt›m, “Ö¤terse papatya olurum. ve Torunlar› retmenim birfley söyleyeBazen de badem dal› bilir miyim?” dedim. olurum. Niçin, olamam “Söyle ç›t›p›t› k›m›? Badem a¤ac›n›n çiz›m...” dedi. çe¤i çiçek de¤il mi? Ben “Ö¤retmenim, siz su biliyorum, anneannemin gibi temizsiniz, yüzünüz yazl›¤›nda badem a¤ac› de ay gibi parlak” dedim. var. Bir kezinde gördüm, Uf aman, ö¤retmebadem a¤ac› pembe genim nas›l kucaklad› belinlik giymiflti. ‹flte ben o Muzaffer ni, nas›l öptü, nas›l saçpembe gelinli¤im. lar›m› okflad›... ‹zgü Niye bana Ç›t›p›t› di“Sen de öylesin Çiçek, yorlar? Bilmem ki ç›t›p›sen de öylesin” dedi. t›ym›fl›m iflte. Üstümü hiç kirletAma ben ana s›n›f›na bafllad›¤›m mezmiflim, saçlar›m hep taral› ilk gün a¤lam›flt›m... Ay flimdi ne olurmufl, ayakkab›lar›m p›r›l p›r›l- çok utan›yorum. Okula annemle m›fl, boyum da ne uzun ne k›say- birlikte gelmifltik. fiimdi annem beni m›fl, kafllar›m yay gibi, saçlar›m bu s›n›fa b›rak›p gidecekti ha... 66

C›k olmaz!.. Öyle bir s›k› tutmufltum ki annemin elini. Gözlerimden de öyle yafllar boflal›yordu ki. Annem, “Yavrum, can›m, Çiçekci¤im...” diyor, bana sar›l›yordu.

A

na s›n›f› ö¤retmenim, saçlar›m› okfluyor, elimden tutuyor, oyuncaklar›n yan›na götürüyor, kum havuzunu gösteriyor, elime renkli hamurlar vermeye çal›fl›yor, “Bak hep bunlarla oynayaca¤›n›z Çiçek” diyordu ama ben gözyafllar›m› tutam›yor, annemin elini b›rakam›yordum. Ay, akl›ma geldikçe utan›yorum. Nas›l da ba¤›rm›flt›m annemin ard›ndan, “Beni b›rak›p gitme anneci¤im” diye... H›h, sanki gece de orada kalacakt›m. Oysa ki akflam üzeri servis arac›na binecek, evimizin önünde görevli abla beni indirecek, kap›m›z›n zilini çalacak, anneme, “Biz geldik” diyecekti. Gerçekten de öyle oldu. Annem bana bir sar›ld› ki kap›n›n önünde, ben de ona öyle bir sar›ld›m ki... “Ben hemen ayr›lmad›m ki Çiçek okuldan, seni pencereden hep gözetledim” dedi. fiafl›rd›m. “Hem yar›n yine seninle gelece¤im...” demez mi? “Niçin anneci¤im?” “Okuluna al›flman için Çiçekci¤im...” “Ben büyüdüm anne...” “Hemen bir gün içinde mi?” Annem bir gün sonra servis arabas›na bindi, yine okuluma geldi. Ay anneeeci¤im... Bir gün son-

ra yine geldi... Bir hafta hep geldi. Babama söyledim. Babam da, “Gelsin gelsin...” demez mi? Ay ben istemiyorum. Ben Yavuz, ben Açelya, ben Orhan de¤ilim ki...” Orhan hep a¤l›yordu. Annesiyle birlikte oturuyorlar, eliflini birlikte kesiyorlar, hamura birlikte biçim veriyorlar, flark›y› birlikte söylüyorlar... Aman aman annesinin sesi de öyle bir kal›n ki, hepimizi bast›r›yordu. Ö¤retmenimiz gülüyordu, biz de gülüyorduk. Biz gülünce Yonca Teyze sesini daha çok kal›nlaflt›rarak ba¤›r›yordu. Açelya’n›n annesi de boyuna Açelya’ya birfleyler yedirmeye çal›fl›yordu. Onlar için her dakika beslenme saatiydi. “Yala Açelya, yut Açelya, ›s›r Açelya, çi¤ne Açelya!..” Ö¤retmenimiz, “Bak›n Güler Han›m...” diyor, ama Açelya’n›n annesi ö¤retmenimizi dinlemiyordu ki... “Ay Açelya sabah kahvalt› yapmad› ö¤retmeni. Akflam da yeme¤in ortas›nda uyudu ö¤retmeni. Uykusunda tost yiyece¤im anne, sandöviç yiyece¤im anne, diye say›klad›” diyordu.

Y

avuz’un annesinin elinde de hep kolonyal› mendil... Yavuz kalem tutuyor, hop, Leman Teyze Yavuz’un ellerini siliyor, Yavuz saçlar›n› kar›flt›r›yor, hop, Leman Teyze Yavuz’un saçlar›n› kolonyal›yor, Yavuz “Hapfluu” diyor, Leman Teyze bütün s›n›fa kolonyal› mendil da¤›t›yordu. Bir sabah, “Anneci¤im, art›k benimle gelme” dedim, hem de 67


Bütün Dünya • Kas›m 2007

çok kesin konufltum. Babam kahkahalarla güldü, annem kahkahalarla güldü.

“N

için gülüyorsunuz? Art›k ben okula bir bafl›ma gitmek istiyorum. Servis arac›na binerim, giderim” dedim. Babam da annem de, “Ay ay ay flu Çiçek’e de bak!” dediler. Ben de dedim: “Anneci¤im, benimle gelmek istersen, okula gitmem. O zaman da seni servis arac›na bindirmezler...” Annemin dudaklar› titredi. Bana sar›ld›. Bafl›n› sallad›. Offfffff!.. Ay Of mu dedim? Dedim ya. Annem s›n›fta durmuyordu Açelya’n›n, Yavuz’un, Orhan’›n annesi gibi, ama hep okuldayd›. fiöyle bir bahçeye ç›ksam annemi oralarda görüyordum. Bu y›l hay›r... Hay›r anneci¤im hay›r. Ben art›k birinci s›n›f›m. Kocaman k›z oldum. Hem benim numaram var. Numaram var ya. Bin bir... Evet evet bin bir. ‹lk kez Aysu ö¤retmenim sordu: “Numaran kaç Çiçek?” “Bin bir ö¤retmenim...” “Ay benim ç›t›p›t› k›z›ma bin bir yak›fl›r. O zaten bin bir çiçek içinde bir tane” dedi. Hem önlü¤ümün rengi de de¤iflti. Sonra yakam var... Hiç numaras›, önlü¤ü, yakas› olan bir çocu¤un s›n›f›nda annesi olur mu? Zaten bir s›rada iki çocuk oturuyoruz. Yani annem gelip aram›za m› oturacak? Pekiyi, annem oturursa, bizim arkam›zdaki çocuklar Funda ö¤ret68

menimi nas›l görecekler? Olmaz anneci¤im olmaz!.. Hiç olmaz... Ö¤retmenim daha ikinci gün s›n›f baflkan› seçimi yapt›rd›. Aysu ö¤retmenin ana s›n›f›ndan gelenlerin hepsi beni seçtiler, öteki çocuklar da, “Ç›t›p›t› olsun” dediler... Ben baflkan›m. Baflkan›n annesi oturmufl s›ran›n ortas›na. Hay›r anneci¤im hay›r!.. Ana s›n›f›ndayken biz zil çal›nca soluklanmaya ç›km›yorduk. fiimdi soluklanmam›z var. Zil çald› m›yd› uçuyoruz bahçeye. Anneci¤im o akasya a¤ac›n›n alt›nda. Olmaz. “Bin bir Çiçek Y›lmaz...” “Buraday›m ö¤retmenim...” (Ama annem yok) Bunu içimden söylüyorum. Benim annem, Yavuz’un annesi, Açelya’n›n annesi, Orhan’›n annesi bir süre akasya a¤ac›n›n alt›nda oturdular. Daha sonra benim annem gelmez oldu, ondan sonra öteki anneler... Biz büyüdük can›m. Açelya da büyüdü, Yavuz da büyüdü, Orhan da büyüdü. Biz koskocamaaan birinci s›n›f olduk bu y›l. Ama Aysu ö¤retmenimizi hiç unutmad›k.

Y

ooo, Funda ö¤retmenimizi de çok seviyoruz. Bize öyle güzel çizgiler çizdiriyor ki, öyle güzel masallar anlat›yor ki. Ama her gün bir kez olsun Aysu ö¤retmenimi görmeden duram›yorum. S›n›fa giriyorum, yana¤›na bir öpücük konduruyor, ç›k›yorum. Ö¤retmenlerimin kokusu, annemin kokusuna benziyor...•

Müritlerini y›llard›r, ad› konmam›fl bir düflman›n sald›r›s›yla korkutan Jim Jones, onlar› “Devrimci ‹ntihar” ad›n› verdi¤i toplu ölüme haz›rl›yordu. Böyle bir sald›r› an›nda nas›l davranacaklar›n›n e¤itimini bile yapt›r›yordu.

“Halk›n Tap›na¤›”nda “Ölüm Kokteyli”

“K

arizmatik, günefl tap›nd›klar› liderleri taraf›ndan, gözlü¤ü ile artist gi- “birlikte intihar etmeleri” buyrubi yak›fl›kl›; ancak ¤u verilmiflti. Silah tehdidi alt›nda tutulan birparanoyak” liderlerine “âfl›k gözlerle” bakan, “Hal- kaç mürit, bir kazan içindeki “meyk›n Tap›na¤›” mezhebinin mürit- ve özü ve flekerle tatland›r›lm›fl siyanür” kar›fl›m›ndan oluflan “ölüm leri Guyana’ya göç ettiler. kokteyli”ni içmeyi reddeBu gariban; ancak diyordu. Direnenler ya da “dini bütün” (?) Amerikaçmaya yeltenenler, vukal›lar, bat›da VenezüelKöfleden la, güneyde Brezilya, Bucaktan rularak öldürüldüler. Sonuç, yan yana, üst kuzeyde Atlantik Okyaüste k›vr›l›p kalm›fl 913 nusu ile çevrelenen ve ceset! Bunlardan 276’s› Güney Amerika’n›n kuzeydo¤usunda yer alan, çocuklara aitti!.. eski ‹ngiliz Guyana*** James Jones ad›ndas›’n›n gözlerden ›rak yöki papaz, “Halk›n Tap›resine yerlefltiler. na¤›” mezhebini 1950 Ve buraya “Jonesy›l›nda Indianapolis’te town” ad›n› verdiler. Mehmet 215 bin kilometreka- Muhsino¤lu kurdu. Irkç›l›¤a karfl› vaaz veriyordu. “Birlik, relik topraklar›n, orberaberlik, kardefllik” manla kapl› bir köflesinde tar›mla u¤raflacak, mezhep li- söylemine dayal› bu yeni mezderleri Jim Jones’in yönetiminde, hep, en çok Afrika kökenli Amegünlük “ibadetlerini” aksatma- rikal›lar’›n ilgisini çekiyordu. Cemaat 1965 y›l›nda Califordan sürdüreceklerdi. Ancak 11 Kas›m 1978, hepsi- nia’n›n kuzeyinde Ukiah’a, 1971 y›l›ndan sonra da San Francisnin “k›yamet günü” oldu. “Âfl›k gözlerle” bakt›klar› ve co’ya yerleflti. 1970’li y›llarda pa69


Bütün Dünya • Kas›m 2007

paz Jones’in kilisesi, bas›n taraf›ndan doland›r›c›l›k, üyelerine tecavüz ve çocuklara kötü davranmakla suçlan›yordu. Bu elefltirilerden kurtulmak isteyen Jones, yüzlerce müridini Güney Amerika’ya göç ettirdi. Guyana’n›n balta girmemifl ormanlar› içinde tar›mc›l›k yapacaklard›.

B

u arada, 13 Kas›m 1977 tarihli “San Francisco Examiner” gazetesinde yay›mlanan bir habere göre, “Halk›n Tap›na¤›” mezhebinden ayr›lmak istedi¤ini aç›klayan Bob Houston ad›ndaki bir genç, ertesi gün tren tekerleri alt›nda parçalanm›fl olarak bulundu. Baba Sam Houston, iki k›z torununun da gezi amac›yla New York’a gitti¤ini; ancak bu yolculu¤un ‘Jonestown’da son buldu¤unu, torunlar›n›n geri gelmedi¤ini söylüyordu. Bu arada “Halk›n Tap›na¤›”ndan ayr›lan bir grup eski üye, California’n›n Demokrat temsilcisi Leo Ryan’›, ‘Jonestown’a gidip, bu cemaatle ilgili araflt›rma yapmaya ikna ettiler. *** Milletvekili Ryan, Demokrat Parti’den 4 üye, bir grup gazeteci ve gözlemci ile birlikte, 17 Kas›m 1978 günü ‘Jonestown’a ulaflt›. Ziyaretin ilk günü normal geçti, Jones konuklar› onuruna akflam yeme¤i bile düzenledi. Yemek s›ras›nda milletvekili Ryan’a gizlice haber ulaflt›ranlar, kimi müritlerin tap›naktan ayr›l›p kendileriyle birlikte ABD’ye dönmek istedi¤ini, ‘Jonestown’da cezaland›r›lacak kifli70

lere iflkence yap›lan çukurlar oldu¤unu belirtiyorlard›. ‹kinci gün Ryan ve beraberindeki grup ayr›lmaya haz›rlan›rken, “Halk›n Tap›na¤›” mezhebinin birkaç üyesi yanlar›na yaklafl›p Guyana’dan çekip gitmelerini istediler. Papaz Jones, müritlerin bu davran›fl›na üzülmüfl görünüyordu. Ayn› anda yard›mc›lar›ndan Don Sly, Ryan’a b›çakla sald›rd›. Milletvekili bu sald›r›dan yara almadan kurtuldu. Papaz Jones, daha sonra müritlerine milletvekili Ryan ve beraberindekilerin pusuya düflürülüp harekete haz›rland›klar› s›rada uçak pistinde öldürülmeleri emrini verdi. Resmi rapora göre saat 17:00’de, Temcilciler Meclisi üyesi Leo Ryan ve yan›ndakiler uça¤a binerken, “Halk›n Tap›na¤›” mezhebine ait bir kamyon ve traktör piste yaklaflt›; 4-5 dakika süren yayl›m atefl sonunda, uçak hareket edebilme yetene¤ini kaybetti. Ryan ve heyetindeki 4 kifli burada yaflama veda ettiler. Havaalan›ndaki bu sald›r›yla hemen ayn› saatte, esas “k›yamet günü” ‘Jonestown’da yafland›:

P

apaz Jones, sesi sonuna dek aç›lm›fl güçlü hoparlörden yay›nlanan konuflmas›nda, müritlerine “ölümün güzelli¤i”ni anlat›yor, onlar› ‘Jonestown’un orta yerinde birlikte intihar etmeye ça¤›r›yordu. Jones konuflmas›nda, sanki havaalan›nda olacaklar› bilmiyor da, kehânetini aç›kl›yor gibi bir tav›r tak›n›yor ve milletvekili Ryan ve yan›ndakiler uçakta öl-

“Halk›n Tap›na¤›”nda “Ölüm Kokteyli”

James Jones ad›ndaki papaz, “Halk›n Tap›na¤›” mezhebini 1950 y›l›nda Indianapolis’te kurdu. Irkç›l›¤a karfl› vaaz veriyordu. “Birlik, beraberlik, kardefllik” söylemine dayal› bu mezhep, en çok Afrika kökenli Amerikal›lar’›n ilgisini çekiyordu. dürülecekler diyordu. Bu nedenle politik güçlerin “Halk›n Tap›na¤›” mezhebini y›kmaya çal›flaca¤›n›, ‘Jonestown’a düzenlenecek sald›r›da, merhametsizce öldürüleceklerini söylüyordu. *** Müritlerini y›llard›r, ad› konmam›fl bir düflman›n sald›r›s›yla korkutan Jones, onlar› “Devrimci ‹ntihar” ad›n› verdi¤i toplu ölüme haz›rl›yordu. Böyle bir sald›r› an›nda nas›l davranacaklar›n›n e¤itimini bile yapt›r›yordu. Daha sonra ele geçen bir band kayd›, yaflanan vahfletin nas›l bafllad›¤›n› ve geliflti¤ini gün ›fl›¤›na ç›kard›:

Bebek ve çocuklara yaflama flans› verilmesini isteyen birkaç anne, “düflman elinde onursuz ölüm” seçene¤ini an›msatan bir grubun protestolar› aras›nda susturuldular.

B

u arada büyük bir kazan içindeki “ölüm kokteyli” toplant› alan›na getirildi ve müritlere da¤›t›lmaya baflland›. Önce 276 bebek ve çocu¤un a¤z›na enjektörle zehir s›k›ld›. Çocuklar›n›n ölümünü seyreden anne ve babalar, ayn› zehiri içmeye bafllad›lar. Jim Jones’un cesedi de, di¤erlerinin yan›nda bulundu. Ancak, bafl›nda kurflun yaras› vard›. Belki bir 71


Bütün Dünya • Kas›m 2007

yard›mc›s› taraf›ndan vurularak öldürülmüfl ya da intihar etmiflti! Kaçmay› baflaran müritlerden Stanley Clayton ve Odell Rhodes’in haber verdi¤i Guyana askerleri, ertesi gün ‘Jonestown’a ulaflt›klar›nda, korkunç manzarayla karfl›laflt›lar: Toplam 1.100 kifli oldu¤u belirilen “Halk›n Tap›na¤›” mezhebinin 913 üyesi, “ölümün güzelli¤i” ile buluflmufltu! *** Paranoyak bir papaz›n yol açt›¤› bu trajediyle ilgili soruflturma

ve araflt›rmalar sonucu, Amerikan D›fliflleri Bakanl›¤› arflivinde 8 bin sayfal›k belge y›¤›n› olufltu; hepsi de gizli tutuluyordu! Kamuoyunda ise çeflitli komplo teorileri üretiliyor, Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü’nün (CIA) “‹nsan beynini denetleme” projesini gelifltirmeye çal›flt›¤›, bu amaçla papaz Jim Jones’i mafla olarak kulland›¤› öne sürülüyordu.•

Ola¤anüstü Yetene¤e Sahip Sanatç›

m.muhsinoglu@gmail.com

Gemide can› çok s›k›lan yolcu, biraz sohbet etmek için dümencinin yan›na gitti. Sohbet ederlerken dümenci iki gecedir uyumad›¤›n› söyledi. Bu duruma üzülen yolcu dümenciye bir öneride bulundu: “Dümeni bana ver” dedi. “Sen de biraz kestir.” Çok uykusu olan dümenci yolcunun dümen kullanmay› bildi¤ini düflündü ve kestirmek için koltu¤a uzand›. Yolcunun denetimindeki gemi bir süre sonra karaya do¤ru gitmeye bafllad›, daha sonra da büyük bir gürültüyle karaya oturdu. Gürültüye uyanan dümenci büyük bir panikle yerinden f›rlad› ve yolcunun yan›na gitti, ona ba¤›rmaya bafllad›: “Ne yapt›n böyle?” dedi. “Nas›l oldu bu, çabuk söyle?” Yolcu, kendisine ba¤›r›lmas›n›n haks›zl›k oldu¤unu belirttikten sonra kendini flöyle savundu: “Ben bir fley yapmad›m ki, dostum” dedi. “Deniz bitti...”• Zengin ifl adam› sokakta rastlad›¤› eski okul arkadafl›na yard›ma gereksinim duydu¤u için 100 YTL verdi. Okul arkadafl› bu durumdan hiç de memnun olmad›: “Bu kez yaln›zca 100 YTL mi veriyorsun?” diye sordu. “‹ki y›l önce 500 YTL, bir y›l önce 250 YTL, flimdi de yaln›zca 100 YTL, ha?..” ‹fl adam› arkadafl›n›n bu sitemi üzerine özel durumunu aç›klamak istedi: “Geçen y›l evlendim, bu y›l da bir çocu¤um oldu” diye bafllad›, fakat arkadafl› onun sözünü yar›da kesti:: “Tamam, tamam, anlad›m” dedi. “Desene benim paramla aile geçindiriyorsun art›k...”• 72

‹ki bölümden oluflan bu dizimizde, insanl›¤›n evrimine katk›da bulunan kiflilerin önce, “insansal özelliklerini yans›tan yaflam öyküleri”ni sunuyor, sonra da ileriki sayfalar›m›zda, bu kiflinin insanl›¤a katk›s›n› aç›kl›yoruz.

Oscar 15 yafl›na geldi¤inde art›k tan›nm›fl bir karikatürist olarak çevresinde ün yapm›flt›. Çizimleri, resim gereçleri sat›lan bir dükkanda sergileniyor ve büyük ilgi görüyordu. Her bir karikatürden 10-20 frank aras›nda para kazan›yordu. Hatta an›lar›nda “Karikatürist olarak çal›flmalar›m› sürdürseydim k›sa zamanda milyonerdim” diyordu. 4 Kas›m 1840’da Paris’te r›nda “Karikatürist olarak çal›flmado¤du. Ticaretle u¤raflan lar›m› sürdürseydim k›sa zamanda babas›n›n mesle¤i gere¤i milyonerdim” diyordu. Karikatürlerinin sergilendi¤i aile 1845 y›l›nda Normandiya sahilindeki Le Havre’a tafl›nd›. Ba- dükkana gelip giderken, ayn› yerbas›, o¤lunun da kendisi gibi ti- de ya¤l›boya resimleri sergilenen caretle u¤raflmas›n› ve bunu Eugene Boudin ile tan›flt›. Boudin, meslek edinmesini istiyordu; Oscar’›n çizimlerine bakt›¤›nda, onda inan›lmaz bir yeteama Oscar’›n gözü sanat nek görüyordu. “Yaflam›a¤›rl›kl› çal›flmalardayd›. Ortaokula bafllad›¤› ‹nsanl›¤a n› karikatür yaparak m› 1851 y›l›nda karikatür geçireceksin, sen ressam Adanan olmal›s›n” diye onu reyapmaya merak sard›. Yaflamlar sim yapmaya özendiriGün geçtikçe bu yetene¤ini gelifltiren Oscar 15 yordu. Boudin, kapal› yerlerde, atölyelerde deyafl›na geldi¤inde art›k ¤il de aç›k havada resim tan›nm›fl bir karikatürist olarak çevresinde ün yapmay› çok seviyordu yapm›flt›. Çizimleri, resim ve Oscar ile dostluklar› ilerledikçe onu da yan›na gereçleri sat›lan bir dükal›p k›rlarda resim yapkanda sergileniyor ve büyük ilgi görüyordu. maya götürdü. Oscar, k›Yücel Her bir karikatürden 10sa zaman içinde ya¤l›boAksoy 20 frank aras›nda para ya resim yapmay› ve kazan›yordu. Hatta an›laözellikle aç›k havada ça-

1

73


Bütün Dünya • Kas›m 2007

l›flmay› sever olmufltu. Ola¤anüstü yetene¤i sayesinde, k›sa zamanda büyük ilerleme kaydetti. Boudin de tüm bilgilerini bu yetenekli gence aktarmay› sürdürdü. Oscar art›k resim yapmaktan baflka birfley düflünmüyordu; karikatür çal›flmalar›n› da b›rakm›flt›. nnesinin d›fl›nda tüm ailesi onun bu düflkünlü¤üne karfl› ç›k›yor, resim yapman›n kar›n doyurmayaca¤›n› ileri sürerek bu sevdadan vazgeçmesini istiyordu. Ama o kararl›yd›, resim yapmay› sürdürecekti. 28 Ocak 1857’de çok sevdi¤i annesini kaybedince, evden ayr›l›p teyzesinin yan›na yerleflti. Böylece, onun ressam olmas›n› engelleyen baba bask›s›ndan da kurtulmufl oldu. Ayr›ca teyzesi de onu bu konuda destekliyodu. Oscar, Boudin’den çok fley ö¤renmifl olmas›na karfl›n, art›k bir noktadan sonra Le Havre’da resim konusunda ilerleme olana¤›n›n olmad›¤›n›n bilincindeydi. 1859 y›l›nda, sanat›n baflkenti Paris’e gitti. Di¤er bir deyiflle do¤du¤u kente döndü. Paris’in bohem yaflant›s›na al›flmakta hiç zorlanmad›. Sanatç›lar›n devam etti¤i barlara, kafelere gitti, yeni dostluklar edindi. Bu arada resim bilgisini gelifltirmek için de bofl durmad›. Küçük bir bedel karfl›l›¤›nda herkesin resim

A

çal›flmas›na olanak tan›yan ‹sviçre Akademisi’ne (Academie Suisse) devam etti. ‹zlenimcilik ak›m›n›n ileride kilit adlar›ndan olacak Cezanne ve Pissaro ile burada tan›flt›. Ne var ki, bu dönemde yapt›¤› resim çal›flmalar› onu baflar›ya tafl›yacak verimlilikte olmad›. Asker yaflam›n› çok seven bir arkadafl›, bu tutkusunu sürekli Oscar ile paylafl›rd›. Çünkü onun da böyle bir yaflant›ya e¤ilimi vard›. Aç›k havada uzun yürüyüfller, silah sesleri, sald›r›lar, bask›nlar, çöl çad›rlar›nda geçen gizemli geceler... Serüvenlerle dolu bir yaflam›n cazibesine kap›lan Oscar sonunda asker olmaya karar verdi. Yine babas›n›n tüm karfl› koymalar›na karfl›n orduya yaz›ld› ve yedi y›ll›k bir sözleflme yaparak, kendi iste¤iyle Afrika’ya gitti. Cezayir’de ilginç an›larla dolu iki y›l geçirdi. Herfley tam istedi¤i gibiydi. Ama ikinci y›l›n sonunda tifoya yakaland›. Hastal›¤› atlatt›ktan sonra, dinlenip kendine gelebilmesi için alt› ay süre ile Paris’e gönderildi. Oscar’›n niyeti tekrar Cezayir’e dönüp askerli¤e devam etmekti. Ancak teyzesi Madam Lecadre 3 bin frank ödeyerek Oscar’›n orduyla olan sözleflmesinin feshedilmesini sa¤lad›. Ama bir koflulu vard›: Oscar’›n sanat e¤itimi almas›... Ressam›n ilginç yaflam›n›n devam›n› 124’üncü sayfam›zda bulacaks›n›z.•

Karfl› kald›r›ma geçmek için yeflil ›fl›¤›n yanmas›n› bekleyen güzel bir k›z›n yan›na yaklaflan delikanl› konuflmaya bafllad›: “Affedersiniz” dedi. “Ahmet ‹lter ad›nda bir genç tan›yor musunuz?” Güzel k›z›n “Hay›r” anlam›nda bafl›n› sallamas› üzerine genç adam gülümseyerek ona flöyle bir öneride bulundu: “Öyleyse onunla tan›flmak ister misiniz?”• 74

‹ngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in konuflmasından bir bölüm... Edinburg kentinde bir spor kompleksinin açılıflını yapan kraliçe flöyle diyor: “Türk halkının lideri Mustafa Kemal Atatürk, ‘Ben sporcunun zeki çevik ve ayn› zamanda ahlaklısını severim’ demifl. Ben de aynı ifadeleri kullanmak istiyorum.”

Sporcunun En Güzel Tan›m›

A

tatürk, “Ben sporcunun Ancak ve ne yazık ki, bu hazeki, çevik ve ayn› zaman- rika özdeyifl, kirlenen dünya ve da ahlaklısını severim” öz- onu kirleten çılgın liderler yüdeyifliyle, ulusunun tüm zünden anlamıyla adeta çatıflır sporcularına çok anlamlı bir ileti biçime geldi. göndermiflti, yıllar önce... Diktatörlerin spor Yedi sözcükten oluflan ve sporcu dünyasına tümce, savafl yorgunu bakıflları rejimin devaSporun gençlerin adeta andı dumı içindi. SporcuDünyas› rumuna gelmiflti. nun zeki ve de çevik olÇevik olabilmeyi peması onların benimsediriyodik antrenmanlar so¤i oyunun gere¤inden nunda elde edebilmek olmalıydı. Ahlak kavolasıydı. Zeki ve ahlaklı ramları ise ahlaksız liolabilmenin öz kayna¤ı derlerce ölüm ça¤ıran ise kuflkusuz kendisiydi. tehditler sonucunda Yüce Atatürk, zeki ve sporculardan koparılaahlaklı olmay›, beyninde rak alınmıfltı. Metin yarattı¤ı ola¤anüstü kurDiktatör MussoliGören gularla, çevikli¤e de¤in ni’nin 1938 yılında dütaflımıfl bir liderdi. Çevikzenlenen ve ‹talya’nın li¤in, beyin merkezindeflampiyonlu¤uyla noktaki zekâ birikimleriyle örtüflmesi lanan Dünya Kupası sırasında, ve halkımızın yap›s›ndan eksik Teknik Direktör Puzzo ile futetmedi¤i ahlak ilkelerini özümse- bolculara saldı¤ı korku literatürmesi, Atatürk’ün özdeyiflini ulus- lere geçti. Çılgın diktatör tarafınlararası platformlara taflıdı. dan ‹talya Ulusal Takımı kampı75


Bütün Dünya • Kas›m 2007

na gönderilen üzeri çiçeklerle süslenmifl kutudan arma¤an yerine, bir mektup, bir tabanca ve de elli adet kurflun çıkmıfltı. Mussolini’nin Puzzo’ya hitaben gönderdi¤i mektubun satır aralarında ölüm kol geziyordu. ‹talya Ulusal Takımı’nın ünlü teknik direktörü, elleri titreyerek zarfı açtı, mektubu yüksek sesle okumaya baflladı:

“B

ay Puzzo, ‹talya flampiyonlu¤u kazanamazsa, o silaha kurflunları doldur, futbolcularının beyinlerine gönder. Son kurflunu ise kendine sakla... Çünkü, baflka çaren yok.” ‹talya tüm rakiplerini yenerek flampiyon oldu. Puzzo ve futbolcular da ölümün efli¤inden döndü. Mussolini flampiyonluk kupasını kaldırırken, teknik direktör ile oyuncular korkuyu hâlâ yaflıyorlardı. Puzzo’nun ölümünden sonra yayımlanan anılarının aras›nda yer alan flu tümce beni hâlâ derinden yaralar: “Tanrım bana yardım et ya da canımı al... Bir delinin sanki fleker niyetine gönderdi¤i kurflunuyla ölmek istemiyorum.” Bir baflka çılgının sesi ise ‹spanya’dan gelmiflti. Ülkesini yıllarca, kan ve barut dekorları önünde yöneten General Franco bir arayıfl içindeydi. Etnik çatıflmalar ve ülkeyi sarsan olaylar yönetimini tehlikeye düflürmeye bafllamıfltı. Franco’ya ilginç bir öneri getirildi ve Real Madrid dünyanın en büyük takımı oluverdi. Diktatör, ‹spanya halkının kendine yönelik öfkesini, Real 76

Madrid’in yıllarca kazandı¤ı kupaların içine keyifle döktü. 1978 yılında Arjantin’de düzenlenen ve ev sahibi takımın flampiyonlu¤uyla kapanan Dünya Kupası, sporcunun ahlaki de¤erlerini tartıflmaya götüren bir flampiyona oldu. Ardiles, Kempes, Housemann gibi Arjantinli yıldızların belki hiçbir fleyden haberleri yoktu. Ancak diktatör General Videla Redondo’nun iste¤inin yerine getirilmesi gerekiyordu. Peru farklı yenilmeli ve finalde Hollanda’nın karflısına çıkılmalıydı. Gere¤i yapıldı ve Peru’ya tam 6 gol atıldı. Arjantinli oyuncuların zeki ve çevikli¤i diktatör Videla Redondo’nun ahlak kavramıyla çeliflki yaflarken, perde kapandı. Bir Afrika ülkesi olan Uganda da diktatörlü¤ünü çılgınlı¤a vardıran ‹di Amin’in uluslararası bir yarıflmayı finifle 40 metre kala kaybeden atlet Kalaguma’yı, “Beni nasıl rezil edersin” diyerek kırbaçlattı¤ı bültenlere düflmüfltü. ‹di Amin’in hırsını alamayarak, ülkesi adına koflan atleti kendisinin de kırbaçladı¤ı öne sürülmüfltü.

R

omanya’nın dünya yıldızı jimnastikçi Nadia Comaneci, ülkesinin özgürlü¤e kavuflmasından sonra BBC’de yapılan bir röportajında, Çavuflesku’yu iflaretleyerek, “Bu kötü adamla aile bireylerinin hiçbirini artık rüyamda bile görmek istemiyorum” demiflti. Bir sporcunun zekili¤i, çevikli¤i ve de ahlakı, hatta uluslaraarası kimli¤i bir diktatörün zıpla-

Sporcunun En Güzel Tan›m›

yan, hoplayan inanılmaz hareketler yapan oyunca¤ı olmufltu. Atatürk’ün özdeyifliyle asla örtüflmeyecek bu davran›flların, yönetim tarzları diktanın kesin çizgilerini taflıyan o ülkelerde flimdi demokrasi kokuları içinde bahar rüzgarları esiyor. Ve onlar sporcunun zeki, çevik ve de ahlaklısını seviyorlar. Milan kulübünün sahibi, ‹talya eski baflbakanı Berlusconi, futbola sevdalı Hollanda Kraliçesi Beatrix gibi... ‹ngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in konuflmasından bir bölüm... Edinburg ken-

tinde bir spor kompleksinin açılıflını yapan kraliçe flöyle diyor: “Türk halkının lideri Mustafa Kemal Atatürk, ‘Ben sporcunun zeki çevik ve ayn› zamanda ahlaklısını severim’ demifl. Ben de aynı ifadeleri kullanmak istiyorum.” Büyük Atatürk’ü içinde bulundu¤umuz kasım ayının genifl yelpazesi içinde gün ve saat gözetmeden bir kez daha saygıyla anıyorum. Ve onun yüce varlı¤ını, yaflamımın her saniyesinde duyumsayarak...• MetinGoren@butundunya.com.tr

Müfettifl s›n›fa girdi, en arka s›raya oturdu ve ö¤retmenden derse devam etmesini rica etti: “Lütfen derse devam edin” dedi. Ö¤retmen Vedat’› derse kald›rd› ve ona flu soruyu sordu: “Söyle bakal›m Vedat” dedi. “Amasya Antlaflmas›’n› kim bozdu?” ‹lk kez bir müfettiflle karfl›laflan Vedat bu soruya heyecanla yan›t verdi: “Ben yapmad›m” dedi. “Ben bozmad›m ö¤retmenim...” Vedat’tan istedi¤i yan›t› alamayan ö¤retmen ayn› soruyu Halil’e sormak üzereyken s›n›fta müfettiflin sesi duyuldu: “Bu ö¤renciyi hiç gözüm tutmad›” dedi. “Antlaflmay› bu bozmufl olabilir. ‹yi araflt›rmal›...”• Komiser, bir h›rs›z›n girdi¤i evin han›m›na birkaç soru sorduktan sonra anlayamad›¤› bir noktay› aç›kl›¤a kavuflturmak istedi: “Evdeki tüm dolaplar›n ve çekmecelerin kar›flt›r›lm›fl oldu¤unu, içlerindeki tüm eflyalar›n yerlere saç›ld›¤›n› söylüyorsunuz ve bu durumla karfl›laflt›ktan tam alt› saat sonra ‘Evimize h›rs›z girmifl’ diyerek polisi ar›yorsunuz” dedi. “Evinizdeki bu manzaray› gördü¤ünüz an anlamam›fl m›yd›n›z evinize h›rs›z girdi¤ini?” Evin han›m› içtenlikle yan›tlad› komiseri: “Hay›r anlamam›flt›m, komiser bey” dedi. “Eflimin kravat arad›¤›n› sanm›flt›m.”• 77


Kas›m SuDokular› •Haz›rlayan: Canan Onural - Bütün Dünya•

Her gün televizyonda do¤ru haber izlemeye çabalar›m. Haberin hem benim için hem de tüm Türk halk› için iyi bir haber olmas›n› tüm kalbimle beklerim. Y›llard›r her gün Güneydo¤u’dan gelen üzücü haberlerin yerine iyi bir habere hasretim. “Bölücü terör örgütüne gerekli cevap en k›sa zamanda verilecektir” sözlerinin yerine gere¤inin yap›lmas›na hasretim... Bitmiyor, bitmiyor... Hasretin böylesi bitmiyor... Bitmesinden vazgeçtim, üstelik her geçen gün daha da art›yor.

Hasret Kolay

Zor

CananOnural@butundunya.com.tr Yan›tlar 110’uncu sayfam›zdad›r.

78

D

ün akflam güzel bir tür- rin geliflmesine ve yenilerinin kü dinlerken nelere gelmesine ön ayak olacak ne bir hasret kald›¤›m› dü- araflt›rma yap›lmakta ne de flündüm. Bu özendirilmekte. Muzaftürkülerimiz Anadofer Sar›sözen gibi arafllu’nun yöresel ezgileri- Hem Nal›na t›rmac›, derleyici bir ni dile getiren muhte- Hem M›h›na ikinci sanatc›y› ne zaflem yap›tlard›r. Bu türman görürüz diye dükülerde ifade edilen flünür, hasret çekerim. sözler kimi yörelerin Çocuk y›llar›m›zda kendi lehçeleriyle ifade ev gezmeleri vard›, inedildi¤inde sonsuz kesanlar dostlar›n› ziyaret yif verir. Hangi birini eder, sohbet ederlerdi. örnek tutay›m diye düBu dostluklar insanlar› flünmem bile, her biri birbirine yaklaflt›r›r, bir baflka güzeldir. dayan›flmay› art›r›rd›. Metin “Ben seni sevdi¤imi Akflamlar› evlerde topAtamer dünyalara söyledim” lan›l›r, çocuklar ayr› sanki tüm dünya bu oynarlar, anne ve bahaberi bekliyormufl gibi bir ol- balar günün meselelerini konugu... Bunlar gelifligüzel söylenen flurlard›. Akflamlar› bu ziyaretlersözler olmasa gerek. Bu türküle- de çay içilir yan›nda bisküvi ve79


Bütün Dünya • Kas›m 2007

rilir, kimi zaman da evlerde piflirilen po¤aça ikram edilirdi. Bu ikramlar›n abart›ld›¤› çok nadir olurdu. Kimi zaman tombala oynan›r, kimi zaman de¤iflik oyunlar gelifltirilirdi.

B

ugünlerde ise televizyon ekranlar›nda üretilen diziler ve öteki kültür d›fl› programlar, insanlar› birbirinden uzaklaflt›rmaktad›r. Ekrana ba¤lanan insanlar›n, yo¤un ifl yaflam›n›n da verdi¤i yorgunlukla ev gezmelerini ihmal etti¤ini görmekteyiz. Ayr›ca kentlerdeki yerleflim yerleri ve mahalleler birbirine uzak yerlerde oluflmaktad›r. Bu mesafelerin uzak olmas›, ziyaretlerin oluflmas›n› olumsuz etkilemektedir. Ben bu akflam gezmelerine çok hasretim. Her sabah gazete sayfalar›n› aç›p iyi bir haber arar›m umutsuzca... Bunun için sayfalar› pefl pefle çeviririm. Bafl sayfalar mutlak bir kötü haberin müjdecisi gibi gelir bana, okumak istemem. Bafl sayfada polisiye konulu bir haber vard›r. Kim ilgilenir, kim zevk al›r bu haberlerden anlamakta güçlük çekerim. Bu haberler emniyeti ilgilendirdi¤i için pek sevmem. ‹ç sayfalardan medet umar›m. ‹ç sayfalar›n da içeri¤ini anlamakta güçlük çekerim. Boy boy reklamlar›n aras›nda okunacak iyi bir haber araflt›rmak bofluna oldu¤unu bile bile arar›m. Derken beni bezdiren küçük ilanlar sayfalar› bafllar. Bunlar› da neden bu gazetenin içine koyarlar bir bilen varsa söylesin. Bu ilanlar için ayr› bir sar› ek gazete ç›kar›lmal›. Gerek80

sinim sahipleri isterlerse al›p okuyabilirler derim kendi kendime. Ba¤›ms›z, yans›z iyi habere, iyi bir gazeteye hasretim. Çocukken f›r›ndan ekmek al›rd›m taze taze, öyle güzel kokard› ki... Yolda kendimi tutamaz kenar›ndan kemirirdim. Ald›¤›m ekmek bir tencere büyüklü¤ündeydi. Un fiyatlar› artt›, ekmekler küçülmeye bafllad›. Ekmekteki un katk› maddeleri de¤iflti¤inden ekmekteki lezzet de de¤iflti. Ben hâlâ o mahalle f›r›n›ndan ald›¤›m siyah ekme¤e hasretim. Eskiden esnaf müflterisini gördü¤ünde güler yüzle karfl›lar, hürmet ederdi. Yapt›klar› ifli çok severlerdi, müflteriye ekmek param diye sayg› gösterir, iflini severek yapard›. fiimdi ise esnaf müflterisini baflka gözle görmekte, sayg› ve hürmet bir tarafa, ne yafll›ya sayg› ne de çocuklara sevgi gösterilmesi gerekti¤ini unutmufl bir toplum oldu¤umuzu izlemekteyim. Ben güler yüzlü, sayg›l› esnaf›m›za hasretim.

H

er gün televizyonda do¤ru haber izlemeye çabalar›m. Haberin hem benim için hem de tüm Türk halk› için iyi bir haber olmas›n› tüm kalbimle beklerim. Y›llard›r her gün Güneydo¤u’dan gelen üzücü haberlerin yerine iyi bir habere hasretim. “Bölücü terör örgütüne gerekli cevap en k›sa zamanda verilecektir” sözlerinin yerine gere¤inin yap›lmas›na hasretim... Bitmiyor, bitmiyor... Hasretin böylesi bitmiyor... Bitmesinden vazgeçtim, üstelik her geçen gün daha da art›yor.•

Kad›köy yolcu vapuru, henüz büyük bir onar›mdan geçirilmedi¤i 1960’l› y›llarda Kad›köy iskelesinde...

Kad›köy Vapurunun Pervanesinin F›rlay›p Gitti¤i Gün!

H

erhalde altm›flbefl, yetNe heyecan verici bir olayd› o mifl y›l öncesi olmal›... yafllardaki bir çocuk için vapura Yazlar›, babam›n, ara- binmek! Vapura bindi¤im o mutda bir ifli gere¤i Kad›- lu günlerde, san›rd›m ki, bindi¤iköy’e geçece¤i günler, miz flehir hatt› vapuBeyo¤lu Bal›kpazaru koca bir transatr›’ndaki evimizde bu- Özlemin Tad› lantik! Geçti¤imiz linalan beni de yan›na man sular› da azg›n Baflkad›r al›p vapura bindirdi¤idalgalar›n gemimizi ni çok iyi an›ms›yobir o yana, bir bu yarum. Nas›l an›msana kald›r›p kald›r›p mam, vapurla karfl› taatt›¤› uçsuz bucaks›z rafa geçmenin zevki, bir okyanus! baflka nerede vard› ki? Hangi vapurlar m› Akl›ma geldikçe, babaçal›fl›rd› o y›llarda ma bir daha ne zaman Kad›köy’e? Ya Kad›Eser Tutel Kad›köy’e gidece¤imiköy, Moda, Kalam›fl, zi sorar dururdum. Burgaz, Heybeliada 81


Kad›köy Vapurunun Pervanesinin F›rlay›p Gitti¤i Gün!

fiehir Hatlar› ‹flletmesi’nde 1970’li y›llarda kullan›lan vapur biletleri... (3x5,5 cm.) beflizleri ya da Suvat ile Ülev ikizleri... Kim bilir, belki de Maltepe, K›nal›ada, Pendik’ten biri... Zaten ne kald› ki, fiirket’ten sat›n al›nan Göztepe ile Erenköy’den baflka?

O

zamanlar girifllerde jetonun kullan›lmaya bafllanmas›na henüz uzun y›llar vard›. Akbil gibi elektronik geçifl kolayl›klar› m›? Güldürmeyin insan›! Böyle bir buluflun o y›llarda hiç kimsenin akl›n›n ucundan bile geçmedi¤inden eminim... Vapura, giflelerin birinden bilet al›narak girilirdi. Biletler karton olup dikdörtgen biçimindeydi. Ve mevkiine göre ya aç›k yeflildi, ya da aç›k pembe... Subay, ö¤renci, astsubay ve er biletleri de hep de¤iflik renklerdeydiler. Gidifldönüfl biletleri ise ortas›ndan katlan›p kesilerek kullan›l›rd›: Giderken gidifl taraf›, dönerken de dönüfl taraf› uzat›l›rd› memura... Görevli memur, elinde pens benzeri bir z›mba, bu biletleri delerek iptal ederdi. Annemle, ablamla falan hep birlikte vapura bindi¤imiz za82

man, salona geçer otururduk. Kad›köy’e varmadan da yerimizden kalkmazd›k. Ama babamla ikimiz birlikte oldu¤umuzda, içeriye girip salonda oturdu¤umuzu hiç an›msam›yorum. Yol boyunca, babamla orada burada gezinir dururduk. Önce vapur kalkarken gemicinin halat› çözmesini seyrederdik, sonra da makine dairesinin penceresinden afla¤›daki makineleri... Makine dairesinin penceresine henüz boyum eriflmedi¤i için babam beni koltuklar›m›n alt›ndan tutarak bafl›m› pencere hizas›na kald›rmak zorunda kal›rd›. O anda burnuma buhar, kömür tozu ve yanm›fl makine ya¤› kokular›ndan oluflan s›cak bir hava çarpard›. Bu koku çok hofluma giderdi. Hem ne çok boru vard› çevrede? Belim kal›nl›¤›nda s›ra s›ra, beyaz beyaz borular... Bir de bakard›m ki, yaz olmas›na karfl›n babam›n gözlükleri bu¤ulanm›fl! Biri sa¤da, öteki solda, dev gibi iki koca makinesi vard› geminin... ‹kisinin de bafl›nda birer adam bulunurdu. Kaptan, makinistlere ne yapacaklar›n› makine

telgraf›yla iflaret ederdi. Makine telgraf›, kocaman yuvarlak bir saate benziyordu. fiu farkla ki, saatin biri akrep, öteki yelkovan, iki ibresi olmas›na karfl›, bu makine telgraf› denen fleyin tek bir ibresi vard›. Tam ortada “Stop” (Dur) yazard›. Bir tarafta “Ahead” (‹leri), öte taraf›nda “Astern” (Geri)... Bunlar da kendi aralar›nda “Full” (Tam), “Half” (Yar›m), “Slow” (A¤›r) diye üçe bölünmüfltü. (Sonradan bu “Turn ahead” sözcü¤ünün bizim dilimizde “Tornayt”, “Turn astern”in de “Tornistan” biçimine geldi¤ini ö¤renince, ne yalan söyleyeyim, çok flaflm›flt›m. Zaten sonraki y›llarda bu ‹ngilizce sözcükler yerlerini Tam yol, Yar›m yol vs. gibi Türkçe sözcüklere b›rakm›flt›.)

upuzun p›r›l p›r›l parlayan çelik kollar eklem yerlerinden öyle bir ters k›vr›l›rlard› ki, bu çok hofluma giderdi. ‹sterdim ki kaptan makineyi hep tornistana geçirsin. Makine dairesini seyretmek ne denli zevkliyse, kazan dairesini seyretmek de o denli ürküntü vericiydi. Ayaklar›nda tak›r tukur tahta takunyalar, bacaklar›nda ya¤l› bir ifl pantolonu, s›rt›nda ku-

K

aptan, yukar›dan makineye bir komut verdi¤i zaman ortadaki ibre bu yaz›lar›n birinin üzerine do¤ru dönerken ayn› zamanda da “Çan çan çan!” ya Kaptan, makinistlere ne yapacaklar›n› da “Ç›n ç›n ç›n!” diye makine telgraf›yla iflaret ederdi. bir çan sesi duyulurdu. ‹ki makinenin de çan sesleri birbirinden az çok farkl›y- rumdan kararm›fl bir gömlek, elind›: Biri ince, öteki kal›nca... ‹ki de kâh koca bir kürek, kâh ucu makinist, ibrenin gösterdi¤i ko- k›pk›rm›z› kesilmifl uzun mu uzun muta göre, kendi makinesinin demir bir flifl, durmadan ter içinde önündeki kollar› ya ileri iter, ya çal›flan ateflçiye çok ac›rd›m. Ceda geri çekerler, koca makineyi hennem atefliyle dolu oca¤a s›k çal›flt›r›rlard›. Yanaflma s›ras›nda, s›k kürek kürek kömür sallar, makine tornistana geçirilirken o atefllerin daha iyi yanmas› için de 83


1952 y›l›nda hizmete giren “Bahçe” tipi ekspres gemilerden birinin üst güvertesindeki lüks bölmesi... ikide bir elindeki uzun fliflle korlar› flifllerdi. Kararm›fl bir mendille, boynunu, ensesini silmesini, sonra da bir köflede duran testisinden yar›m bardak su doldurup içmesini içim ac›yarak izlerdim.

M

akine ve kazan dairesini yeterince seyrettikten sonra giriflteki merdivenlerden ç›k›p büfenin önüne gelirdik. Tam o s›rada susayaca¤›m tutard› benim... Bazen de tuvalet gereksinimi! “Babaaa, susad›m!” Babam büfeciden bir flifle Tafldelen al›r, önce bir barda¤›n› bana içirir, sonra da kalan›n› kendi içerdi. Tabii günümüzdeki gibi flifleyi bafla dikerek de¤il de cam bardakla içerdi. Kulland›ktan sonra at›lan plastik bardaklar henüz gelifltirilmemiflti. Kald› ki, kerli ferli yafll› birinin de flifleyi 84

bafl›na dikerek su içmeye kalk›flmas›n›n çevreden hiç de hofl karfl›lanmad›¤› günlerdi o günler... Su fasl› bittikten sonra bafl taraftaki ikinci mevki aç›k güverteye ç›kard›k. Dire¤in alt›na dek yürünür, oradan dire¤in çevresinde uçuflan mart›lar seyredilir, sonra da kaptan köflkündeki “Efendi Kaptan”a selam verirdik. Bu selam fasl›n› hiç aksatmazd›k. Bir keresinde, “Niçin selaml›yoruz kaptan›?” diye sormufltum. “Niçin olur mu o¤lum? Bak bizi denizin üstünde selâmetle nereden nereye götürüyor! Zor ve kutsal bir ifltir kaptanl›k...” demiflti. Bir seferinde kaptan›n, verdi¤im selama hem elini sallad›¤›n›, hem de çok k›sa bir düdük çalarak karfl›l›k verdi¤ini çok iyi an›ms›yorum. “Ben de kaptan olaca¤›m!” dedi¤imi çok iyi an›ms›yorum. Ama olmad›m, o baflka...

1952 y›l›nda hizmete giren “Bahçe” tipi ekspres gemilerden birinin ana güvertedeki salonun lüks bölmesi... K›fl günlerinde özellikle ifl saatlerinde hayli kalabal›k olurdu Kad›köy vapurlar›... O zaman yer bulamazsak pek çok beyefendi ve han›mefendi gibi biz de alt salona inip oturmak zorunda kal›rd›k. Bu salonun pencereleri yoktu, bu nedenle de çevreyi seyredemezdiniz. Pencere yerine yuvarlak lombozlar› vard› bu salonun... Bu lombozlar›n önünden sular ç›rp›narak geçerdi. Denizlerin mavi rengine koflullanm›fl çocuk akl›m, deniz suyunun türkuazdan neftiye, firuze mavisinden tirfleye de¤iflen renklerini büyülenmifl gibi seyrederdim. Oturdu¤umuz yer elbette deniz yüzeyinin alt›nda kal›rd› ki, bu çok endiflelendirirdi beni! Hani, içeriye sular hücum ederse, nas›l kaçar kurtuluruz gibilerden... Kad›köy vapurlar›n›n orta salonunun arka k›sm›ndaki, dört-

kenar› kesme kristal camlarla ayr›lm›fl bölme, vapurun “lüks mevkii”ydi. ‹stanbul’un en fl›k ve kibar han›mefendileriyle bu lüks bölmede karfl›laflabilirdiniz. Burada oturmak isteyenler, bilet paras›na yak›n bir ek para daha ödemek zorundayd›lar.

V

apur hareket edince bir biletçi de oraya gelir, burada yolculuk yapanlar›n biletlerini z›mbalad›ktan baflka, ayr›ca mevki farklar›n› da makbuz keserek tahsil ederdi. Lüks bölmede ayakta dursan›z bile, fiyat fark›n› ödemek zorundayd›n›z. Keza, üst güvertenin arka k›sm› da aç›k lüks bölmeydi. Bu lüks k›s›mlar›nda, s›ra s›ra kanepeler yerine, kadife minderli koltuklar ve dört köfle masalar yer al›rd›. Zamanla önce bu masalar›n örtüleri kald›85


Bütün Dünya • Kas›m 2007

r›ld›, sonra da koltuklardaki kadife minderler... Günümüzde ço¤u vapurun perdeleri bile yok! Bir yaz günü yine babamla vapura binmifl, karfl›ya geçiyorduk. Sarayburnu’nu henüz dönmüfl, Haydarpafla mendire¤ine do¤ru yol almaya bafllam›flt›k. Bir de bakt›k ki, dalgak›ran›n gerisinden geçecek yerde Ah›rkap› Feneri’nin önlerinden Kumkap›’ya do¤ru ilerliyoruz! Yolcular, babam da dahil, merakla ne oldu gibilerden çevreye bakmaya bafllad›lar. Bir fley olmufltu; ama ne olmufltu, kimsecikler anlayamam›flt›. Derken gemicilerin birin-

den ö¤rendik: Me¤er, vapurun iki pervanesinden biri yerinden f›rlam›fl, biz tek pervaneyle büyükçe bir daire çizmekteymifliz! Neyse, kaptan tek pervaneyle yol alman›n neden oldu¤u rota sapmas›n› dümenle düzelterek vapuru yar›m yolla da olsa geri döndürdü de güç bela yanafl›p Kad›köy’e ba¤lad›k. Hangi vapur muydu bu pervanesi f›rlayan? Ne bileyim? Çocuk akl›mla babama sormay› ak›l edememifltim ki söyleyeyim!• EserTutel@butundunya.com.tr

Tren bir istasyonda durdu, kompart›mana bir çift girdi. ‹çerideki yolcu öyle dalg›nd› ki, onlar›n gelifllerinin, bavullar›n› yerlefltirmelerinin ay›rd›na varmad› bile... Bir süre sonra yeni gelen adam, dalg›n yolcuya sigara ikram etti: “Bir sigara al›r m›s›n›z?” diye sordu. Bunu duyan adam biraz kendine gelir gibi oldu: “Teflekkür ederim, kulanm›yorum” dedi. Çift bir süre sonra çikolata yemeye bafllad›. Adam yine dalg›n yolcuya da ikram etti: “Çikolata al›r m›s›n›z?” Dalg›n adam yine sigara ikram edildi¤ini düflünüp kafas›n› hiç çevirmeden yan›t verdi: “Teflekkür ederim, kullanm›yorum...” Onbefl, yirmi dakika sonra adam yine konuflma gere¤i duydu ve dalg›n adama bu kez eflini tan›tt›: “Bu eflim, Neriman...” dedi. Dalg›n adam yine kafas›n› çevirmeden yan›t verdi: “Teflekkür ederim, kullanm›yorum...”• Çapk›n adam yafll›l›¤›na karfl›n genç kad›nlara kur yapmaya devam ediyordu. Bir partide çok güzel bir genç k›z görünce hemen yan›na yaklaflt› ve her zamanki kompliman›n› yapt›: “Tüm yaflam›m boyunca neredeydiniz?” diye sordu. “Genç k›z, çapk›n adama bir süre bakt›ktan sonra flu yan›t› verdi: “‹lk yar›s›nda yoktum zaten...”• 86

Bilginizi Denetleyin •Haz›rlayan: Diyar Mahmuto¤lu - Bütün Dünya• 1 Jul Sezar’›n Zile’de Persler’i yendi¤inde söyledi¤i ünlü söz afla¤›dakilerden hangisidir? a) Para, para, para! b) Sen de mi Brütüs? c) Seni de bu söz öldürecek! ç) Geldim, gördüm, yendim! 2 Çocu¤un befl duyusunu kul-

lanmas›n› sa¤layan özgür bir ortamda, yaparak ö¤renmesi üzerine kurulu e¤itim yöntemini gelifltiren Maria Montessori hangi ülkenin vatandafl›d›r? a) ‹talya b) Fransa c) ‹ngiltere ç) ‹spanya 3 “Mülk” sözcü¤ünün “Adalet

mülkün temelidir” sözündeki anlam› nedir? a) Mülkiyet b) Memleket c) Tafl›nmaz mal ç) Devlet 4 Aralar›nda “Y›lanlar›n Öcü”, “Anadolu Garaj›”, “Onuncu Köy” gibi yap›tlar›n bulundu¤u 80 roman ve öykünün yazar› kimdir? a) Talip Apayd›n b) Fakir Baykurt c) Dursun Akçam ç) Osman fiahin 5 1949 y›l›n›n Eylül ay›nda ‹zmit’te yapt›¤› konuflmada, “Türkiye’nin küçük bir Amerika” ola-

ca¤› öngörüsünü ilk kez ileri süren politikac› kimdir? a) Celal Bayar b) Adnan Menderes c) Nihat Erim ç) Refik Koraltan 6 17 fiubat 1959’da, THY’nin Viscount tipi uça¤› Londra-Gatwich Havaalan› yak›nlar›na düflmüfl, 14 kifli yaflam›n› yitirmiflti. Bu kazadan kurtulan o dönemin Türkiye baflbakan› kimdir? a) ‹smet ‹nönü b) Hasan Saka c) Recep Peker ç) Adnan Menderes 7 1950 seçimlerinden sonra kurulan Menderes Hükümeti’nde D›fliflleri Bakanl›¤›’na getirilen ünlü edebiyat tarihçisi kimdir? a) Samet A¤ao¤lu b) Refik Koraltan c) Fuat Köprülü ç) Kemal Zeytino¤lu 8 Orhun Yaz›tlar› neredir?

a) Mo¤olistan b) Türkmenistan c) K›rg›zistan ç) Özbekistan 9 Orhun Yaz›tlar›’n› hangi bilgin çözmüfltür? a) Wilhelm Thomsen b) V. Bartold c) E. J. V. Gibb ç) A. Tietze

87


Bilginizi Denetleyin 10 Dünya’n›n Günefl çevresinde döndü¤ünü kan›tlayan fizikçi kimdir? a) ‹. Newton b) G. Bruno c) F. Bacon ç) M. Kopernik 11 “Tarih bize insanlar›n tarihten hiçbir fley ö¤renmedi¤ini ö¤retir” diyen filozof hangisidir? a) ‹. Kant b) G. Hegel c) E. M. Cioran ç) ‹bn-i Haldun 12 “Kafla¤›” adl› öykü kitab›n›n yazar› kimdir? a) Nabizade Naz›m b) Kemalettin Tu¤cu c) Ömer Seyfettin ç) Gülten Day›o¤lu 13 “Affan dedeye para sayd›m /

Satt› bana çocuklu¤umu” dizeleriyle bafllayan “Çocuklu¤um” fliirinin flairi afla¤›dakilerden hangisidir? a) Cahit S›tk› Taranc› b) Cahit Külebi c) Cahit Irgat ç) Cahit Zarifo¤lu 14 ‹talya’da operaya uyarlanan “Te-

neke” adl› öykünün yazar› kimdir? a) Kemal Tahir b) Orhan Kemal c) Yaflar Kemal ç) Kemal Bekir 15 “Hababam S›n›f›” filminde “‹nek fiaban” rolünün unutulmaz oyuncusu afla¤›dakilerden hangisidir? a) fiener fien

88

b) Münir Özkul c) Tar›k Akan ç) Kemal Sunal 16 ‹ttihat Terakki Cemiyeti’nin sivil önderi kimdir? a) Talat Pafla b) Enver Pafla c) Cemal Pafla ç) Yakup Cemil 17 “Düflünüyorum öyleyse var›m” önermesinin sahibi filozof afla¤›dakilerden hangisidir? a) Aristoteles b) Socrates c) Descartes ç) Empekdokles 18 2004 y›l›nda yaflam›n› yitiren, Filistin özgürlük savafl›m›n›n önderi kimdir? a) Yaser Arafat b) Enver Sedat c) Mahmut Abbas ç) Ebu Nidal 19 ‹ngiltere’nin devlet yay›n kuruluflunun k›sa ad› hangisidir? a) NBC b) BBC c) CNBC ç) ITR 20 1939 y›l›nda ‹kinci Dünya Savafl›’n›n bafllad›¤›, bugünse “Dünya Bar›fl Günü” olarak kabul edilen gün hangisidir? a) 1 Eylül b) 1 May›s c) 8 Mart ç) 14 fiubat Yan›tlar 110’uncu sayfam›zdad›r.

Evdeki Çiçeklerle Konuflmak Gerçekten ‹fle Yar›yor mu?

“G

ünayd›n, nas›ls›n? Ah, ne güzel bir çiçek. ‹yi bir ifl ç›kard›n! Ancak biraz susam›fl gibisin. Seni biraz sulayay›m.” Evdeki çiçeklerimle böyle konuflurken zorland›¤›m oluyor. Belki de bu yüzden öyle görünüyorlar. Arkadafllar›ma çiçeklerinin o denli güzel görünürken benimkilerin neden bu denli kötü göründü¤ünü sordu¤umda, çiçekleriyle konufltuklar›n› söylüyorlar. Gerçekten bir yarar› olur mu?

2003 y›l›nda yap›lan bir araflt›rmaya göre Almanlar’›n yar›s›, çiçeklerle konuflman›n onlar›n büyümesine olumlu etki etti¤ine inan›yor. Bitkilerle iletiflime inanan kad›n oran› (yüzde 63), erkeklerinkinden yüzde 35 daha fazla. Bana öyle geliyor ki öteki ülkelerde de ayn› araflt›rma yap›lsa benzer sonuçlar al›n›r. Yaln›zca konuflman›n de¤il, müzi¤in de çiçeklerin büyümesine katk›da bulundu¤u düflünülüyor. Bilim adamlar› bitkilerin ›fl›k, 89


Evdeki Çiçeklerle Konuflmak Gerçekten ‹fle Yar›yor mu?

Bütün Dünya • Kas›m 2007

›s›, rüzgar ve titreflim gibi d›fl uyar›c›lara tepki verdiklerini bilseler de, konuflman›n ve müzi¤in onlar üzerinde etkisi oldu¤u kan›s›na genellikle karfl› ç›k›yorlar. Ancak bu, birçok kiflinin düflüncesini de¤ifltirmiyor.

olan ilgi de artmaya bafllad›. 1848 y›l›nda Alman filozof ve profesör Gustav Theodor Fechner “Nanna” adl› kitab›nda bitkilerin duyumsayabildiklerini yazm›flt›. E¤er onlarla konuflulur, onlara önem verilir ve flefkat gösterilirse bu, sa¤l›klar›na olumlu bir biçimde yans›yordu. nsanlar saks›lara bitkiler ko1900’lerden bafllayarak, Hintli yup evlerine getirmeye bafl- bilim adam› Jagdish Chandra Bose lad›klar›nda, büyük olas›l›k- bitkiler üzerinde birçok deney gerla onlara en iyi nas›l bakabi- çeklefltirdi. Yumuflak ve sakin müleceklerini de düflünmeye baflla- zikler çal›nd›¤›nda daha çabuk büm›fllard›. Eski tablo ve heykeller- yüdüklerini, yüksek sesli ve gürülden, Yunan ve Roma uygarl›kla- tülü ortamlarda ise büyümelerinin r›nda saks›da çiçek yetiflyavafllad›¤›n› öne sürdü. tirildi¤ini biliyoruz. M›Bose, bitkilerin ac›y› dus›r, Hindistan ve Çin’de- Bir Baflka yumsad›klar›na ve hayBak›fl ki eski uygarl›klarda da, vanlar›n kas hareketleriyle genellikle evin avlusunverdikleri tepkiler benzeri da saks›da bitki bulunurtepkiler vererek floka mufl. Japonlar, ev dekospazmlarla yan›t verdiklerasyonunda kullan›lmak rine de inan›yordu. Vejeüzere a¤aç ve bitkilerin taryenli¤i herkes taraf›nestetik bir biçimde bodan bilinen ‹ngiliz oyun durlaflt›r›ld›¤› “bonzai” yazar› George Bernard sanat›nda ustayd›lar. Shaw, söylendi¤ine göre Cheryl 17’nci yüzy›lda ‹ngiliz Bose’nin laboratuvar›n› zitar›m uzman› Hugh Platt Tanr›verdi yaret etmifl ve kaynar su“The Garden of Eden” ya at›lan lahanan›n çaresiz (Cennet Bahçesi) adl› kive ac› dolu ç›rp›nmalar›n› tab›nda evde çiçek yetifltirmekle görünce dehflete düflmüfltü. ilgili bilgiler vermiflti. 19’uncu 1966 y›l›nda, Amerikal› bilim yüzy›l›n ortalar›nda ‹ngiltere ve adam› Cleve Backster, çiçek yapFransa’da bu konuda daha fazla raklar›ndaki elektrik direncini ölçkitap yay›mland›. Evde çiçek ye- mek için yalan makinesiyle detifltirmek giderek yayg›nlaflt›. Bu- neyler yapm›flt›. Bitkilerin öteki gün birçok ev bitkisinin kökü tro- yaflam türleriyle iletiflim kurabilpikal ya da astropikal bölgelere diklerine ve kiflilerin akl›ndan geözgü bitkilerden al›n›yor; çünkü çenleri okuduklar›na inan›yordu. d›flar›daki ›s›yla ilgisi olmaks›z›n Difl hekimi George Milstein kapal› alandaki ›l›k koflullarda ko- 1970 y›l›nda, bitkilerin büyümesilayl›kla büyüyorlar. ni h›zland›racak yumuflak melodiKapal› alan bahçecili¤ine olan ler de içeren “Music to Grow ilginin artmas›yla bitki psikolojisine Plants By” (Bitkileri Büyüten Mü-

90

zik) ad›yla bir albüm ç›karm›flt›. Üç y›l sonra, Dorothy Retallack farkl› türlerde müzikle yapt›¤› deneylerinin sonuçlar›n› anlatt›¤› “The Sound of Music and Plants” (Müzi¤in Sesi ve Bitkiler) adl› bir kitap yay›mlam›flt›. Bir üniversitede üç denetim odas› kullanarak gerçeklefltirdi¤i deneyde, caz müzi¤i çald›¤›nda bitkilerin öne e¤ildiklerini, sert müzik çald›¤›nda ise arkaya yasland›klar›n› belirtmiflti. Retallack, bitkilerin rahatlat›c› müzikten hofllan›p, uyumsuz müzikten hofllanmad›klar› sonucuna varm›flt›. Ço¤unlukla, bitkilerin klasik müzik ye¤ledikleri sonucuna var›lan sonraki araflt›rmalar, “pozitif” ve “negatif” müzik kavramlar›na odaklanm›flt›. Sert müzik bitkilerin kuruyup büzülerek ölmelerine neden olabiliyordu.

aras›na girdi ve birçok okuyucunun haf›zas›nda yer etti. Bilim adamlar› bitkilerin alg›layabildiklerine, sinir ya da duyu sistemleri olmad›¤› gerçe¤ini an›msatarak ›srarla karfl› ç›ksalar da, araflt›rmalar devam ediyor. Frans›z fizikçi ve müzisyen Joel Sternhe-

P

eter Tomkins ve Christopher Bird taraf›ndan yaz›lan “The Secret Life of Plants” (Bitkilerin Gizli Yaflam›) adl› kitap 1973 y›Alman filozof ve profesör Gustav Theodor l›nda büyük ses getirdi. Fechner, “Nanna” adl› kitab›nda Bitki psikolojisiyle ilgi- bitkilerin duyumsayabildiklerini dile getirdi. li ilginç araflt›rmalar› ayr›nt›lar›yla anlatan ve deneyler- imer, proteindeki amino asitlere den ilgi çekici örnekler veren ki- denk geldi¤i iddia edilen nota ditap, bitkilerin iletiflim kurabildik- zileri besteledi. Müzi¤in, bitkilerin leri yönünde güçlü iddialar öne daha fazla protein üreterek büyüsürüyordu. En çok sat›lan kitaplar melerini sa¤lad›¤›n› öne sürüyor. 91


Bütün Dünya • Kas›m 2007

T

ers iflleyen ve protein sentezini engelleyen melodiler de yaz›yor. Çevresel yönden zararl› kimyasallar kullanmak yerine, yabani otlar›n büyümesinin onun melodileriyle denetlenebilece¤ini önerecek denli de ilerlemifl durumda. Geçenlerde, Güney Koreli bir

grup, tah›l bitkilerine aralar›nda Beethoven, Debussy ve Vivaldi’nin de bulundu¤u 14 farkl› parça çald›. Bir bütün olarak etkisi görülmese de, notalar ›fl›¤a duyarl› iki geni etkiledi. Genler yüksek seviyede seslerde daha aktif oldular. Araflt›rmac›lara göre müzik, bitkilerin çiçek açmas›nda uyar›c› rol oynayabilir. 92

Bilim adamlar›n›n büyük ço¤unlu¤u konuflman›n ve müzi¤in bitkileri etkiledi¤ini gösteren deneyleri kabul etmiyor. Deneylerin hatal› oldu¤unu ve teorinin hiçbir zaman bilimsel yöntemlerle kan›tlanmad›¤›n› belirtiyor, bitkilerin olsa olsa solu¤umuzdaki nem ve karbondioksitten belki biraz yararlanabileceklerini söylüyorlar. Ancak etkilerin ölçülebilmesi için bir bitkiyle saatlerce iletiflim kurmak gerekiyor. Bitkilerinizle konufltu¤unuzda, konuflmaktan daha fazlas›n› yapm›fl oluyorsunuz bence. Kurumufl mu, böceklenmifl mi ya da yapraklar› sararm›fl m› görebiliyorsunuz. Onlarla daha çok zaman geçirerek onlara daha fazla özen gösteriyorsunuz. Onlarla tek tek ilgilenmeye bafll›yor ve eflsiz bir yaflam biçimi olan her birine sayg›yla yaklafl›yorsunuz. Suya ya da gübreye gereksinim duyuyor mu? Yeterince ›fl›k al›yor mu? Saks›s› çok mu küçük? Dikkat ederseniz, bitki bunlara kendi yöntemleriyle, yapraklarla, açt›¤› çiçekleriyle ve kokusuyla “yan›t” veriyor. Uzun konuflmalar yapsan›z da yapmasan›z da, onlar›n dilini anlamak önemli. Bir fleyi merak etmiflimdir hep. Buradaki bitkilerimle Türkçe mi konuflmal›y›m?• Çeviri: Pelin Hazar

CherylTanr›verdi@butundunya.com.tr

Guy de Maupassant’dan Bir Öykü:

El

G

izemli Saint-Cloud olay›na iliflkin görüfllerini belirten Mösyö Bermutier’nin etraf›nda bir çember oluflmufltu. Söz konusu çözümlenmemifl cinayet Paris’te geçti¤imiz ay›n konusu olmufl, hiç kimse aç›klama getirememiflti olaya. Mösyö Bermutier arkas›n› flömineye vermifl ayakta konufluyordu. Kan›tlar çerçevesinde soruflturmay› yönetmifl, çeflitli varsay›mlar üzerinde durmufl; ama hiçbir sonuca varamam›flt›. Ona daha yak›n olmak için birkaç bayan oturduklar› sandalyelerden kalkm›fl, büyük bir ciddiyetle konuflan savc›n›n dudaklar›na gözlerini dikmifl halde ayakta duruyor, heyecandan titriyorlard›. Bütün kad›nlar› gerçek bir açl›k duygusu gibi rahats›z edip eziyet çektiren o aç gözlü ve doymak bilmez korku duyma iste¤inin pençesine düflmüfllerdi. K›sa bir suskunluk oldu. Yüzü di¤erlerinden daha solgun gözüken bir kad›n bozdu sessizli¤i: “Kesinlikle dehflet verici” dedi. “Do¤aüstü bir yan› var olay›n. San›r›m gerçekte ne olup bitti¤ini hiçbir zaman bilemeyece¤iz.” Savc› ondan yana döndü: “Bu çok büyük bir olas›l›k, Madam. Fakat size flunu söyleyebilirim: Kulland›¤›n›z ‘do¤aüstü’ sözcü¤ü burada tamamen konu d›fl›. Beceri ile planlanm›fl ve ustaca gerçeklefltirilmifl bir cinayetle karfl› karfl›ya bulunuyoruz. “Üstelik öylesine gizemle örtülü ki cinayet eylemini olay› kuflatan an93


El

Bütün Dünya • Kas›m 2007

lafl›lmaz koflullardan ay›r›p ortaya ç›karmakta tamamen baflar›s›z kalm›fl bulunuyoruz.

“F

akat soruflturmas›n› yapt›¤›m eski bir olay›n gerçekten do¤aüstü yan› vard›. O olayda da kan›t yetersizli¤inden ötürü araflt›rmay› b›rakmak zorunda kalm›flt›k.” Birkaç kad›n sözbirli¤i etmifl gibi hep bir a¤›zdan ba¤›rd›: “Lütfen anlat›n bize!” Mösyö Bermutier’nin yüzünde bir soruflturma savc›s›ndan beklenebilecek ciddiyette bir gülümseme belirdi. Sürdürdü konuflmas›n›: “Anlataca¤›m olayda do¤aüstü herhangi bir fleyin var oldu¤una inand›¤›m› bir an için bile düflünmeyin lütfen. Hakk›nda hiçbir fley bilmedi¤imiz olgular› tan›mlamak için ‘do¤aüstü’ yerine ‘aç›klanamaz’ sözcü¤ünü kullansak çok daha iyi olur. Bu soruflturmada en çok olay› haz›rlayan koflullarla sonucu ilgimi çekmiflti. Olanlar› flöyle özetleyeyim: “O zamanlar etraf› yüksek da¤larla çevrili güzel bir körfezin k›y›s›nda kurulu küçük, beyaz bir kasaba olan Ajaccio’da inceleme savc›s›yd›m. Öncelikli ilgi alan›m Vendetta, yani kan davalar›na iliflkin vakalard›. Kifliler aras›ndaki bu özel savafl gelene¤i çok ac›kl›, yaban›l, destans› olaylar yönünden zengin ve öç alma konusunda akla gelebilecek en ilginç öykülerin kayna¤›d›r. Nesilden nesile aktar›l›rken canl› tutulan, k›sa süreli yumuflamalar olsa bile yok olmas›na asla izin verilmeyen bu nefret duygusu için öyle çok cinayet ifllenmifltir, öyle korkunç tuzaklar kurulmufltur 94

ki vakalar›n ço¤u geçmiflteki soyk›r›mlar›n, neredeyse destans› say›lan eylemlerin isimlerine yarafl›r içeriktedir. ‹ki y›l boyunca kan davalar›ndan, kiflinin yaln›zca tek bir düflmandan de¤il, onun soyundan gelenlerden ve akrabalar›ndan da öç almakta direnen bu ürkünç Korsika tutkusundan baflka bir fley duymad›m. Bu kanl› ö¤reti ad›na bo¤azlanan yafll› adamlar, çocuklar ve kuzenler tan›d›m. Kula¤›ma gelen Vendetta öykülerinin say›s› an›msayabildiklerimden fazlad›r. “Bir gün bir ‹ngiliz’in körfezin öte ucunda birkaç y›ll›¤›na bir ev kiralad›¤›n› duydum. Marsilya’dan geçerken ifle ald›¤› bir Frans›z hizmetçiyi de getirmiflti yan›nda. “Çok geçmeden çevredekiler garip kiflilikli bu adama iliflkin dedikodular üretmeye bafllad›. Adam evde tek bafl›na oturuyor, bal›k tutmak ve ava gitmek d›fl›nda evden ç›km›yordu. Hiç kimseyle görüflmüyor, hiç kasabaya inmiyor ve her sabah bir iki saat tabanca ve tüfe¤iyle at›fl talimi yap›yordu.

“B

u ‹ngiliz birçok söylentinin konusu olmufltu. Baz›lar› onun asl›nda yüksek rütbeli birisi olup siyasi nedenlerden ötürü ülkesinden kaçt›¤›n›, kimisi de iflledi¤i ciddi bir suçun sonuçlar›ndan kaçmak için sakland›¤›n› söylüyordu. ‹nsan›n kan›n› donduran türde ayr›nt›lardan söz edecek kadar ileri gidenler de vard› aralar›nda. “Bir inceleme savc›s› s›fat›yla, do¤al olarak bu adama iliflkin, olabildi¤ince çok bilgi toplamak istiyordum. Fakat daha fazlas›n› ö¤-

renmenin olanaks›z oldu¤unu anlad›m. Adam›n ad› Sir John Rowell’d›.

“E

limden geldi¤ince ve yeterli sand›¤›m bir düzeyde gözlem yap›yor; fakat buna karfl›n adam›n yapt›klar›nda kuflku çeken herhangi bir fley bulam›yordum. Öte yandan söylentiler büyüyerek ve yay›larak etrafta dolaflmay› sürdürdü¤ünden bu yabanc›yla kiflisel iliflki kurman›n görev alan›ma girdi¤ini düflündüm. Amac›m› gerçeklefltirmek için düzenli olarak evinin yak›nlar›nda avlanmaya bafllad›m. Arad›¤›m flans›n aya¤›ma gelmesi için bir süre beklemem gerekti. Sonunda bu flans bir keklik biçiminde geldi. Kuflun konumu benim için kolay hedef oluflturdu ve vurdu¤umda kufl ‹ngiliz’in burnunun dibine düfltü. Köpe¤im kekli¤i getirdi¤inde hemen elime al›p kaba davran›fl›m için Sir John’dan özür dilemek ve tüfe¤imin vurdu¤u av› kabul etmesini rica etmek için yan›na gittim. “‹ri yar› bir adamd›, k›z›l saçl› ve sakall›yd›; k›saca bir tür flehirli ve a¤›rbafll› Herkül’dü. O geleneksel ‹ngiliz kat›l›¤›ndan eser yoktu halinde. Uygar davran›fl›m için sevecenlikle teflekkür etti bana. Frans›zca konufltu. Aksan› Manfl’›n karfl› yakas›ndan geldi¤ini belli ediyordu. Aradan bir ay geçti¤inde befl alt› kez buluflup konuflmufltuk bile. “Bir akflam evinin önünden geçerken bahçede bir sandalyeye, ata biner gibi ters oturmufl pipo içerken gördüm onu. fiapkam› ç›kar›p selam verdim, o da beni bira içmeye ça¤›rd›. Ça¤r›s›n› yineletmedi¤imi söylememe gerek

yok san›r›m. Titiz bir ‹ngiliz inceli¤iyle a¤›rlad› beni. Övgüyle Fransa’dan ve Korsika’dan söz etti; bu ‘ülkeye’ ve ‘körfezin bu yakas›na’ düflkünlü¤ünün gittikçe artt›¤›n› söyledi. “Büyük bir özenle ve ilgi gösterdi¤imi belli ederek yaflam› ve planlar› hakk›nda sorular sordum ona. Hiç flafl›rmad› ve çok yolculuk yapt›¤›n›, Afrika, Hindistan ve Amerika’y› gördü¤ünü söyledi. Sonra gülerek ekledi: “‘Serüvenlerden üzerime düflen pay› tam olarak ald›m.’ “‹zleyen dakikalarda avlanmadan söz açt›m. O da bana kaplan, fil, suayg›r› ve hatta goril avlarken bafl›ndan geçen ilginç ayr›nt›lar› anlatt›. “‘Bunlar›n hepsi tehlikeli hayvanlar’ dedim. “Gülümseyerek yan›tlad›: “‘Fakat insandan daha tehlikelisi yoktur.’ “Birden güldü; güçlü ve yaflam›ndan hoflnut kalm›fl bir ‹ngiliz’in gülüflüydü bu. ‘Zaman›nda epey insan avlad›¤›m da oldu’ dedi.

“S

onra konuflmay› ateflli silahlara yöneltti ve eve girip tabanca ve tüfek koleksiyonuna bakmaya davet etti beni. “Salondaki duvarlara as›lan kumafllar alt›n ifllemeli siyah ipektendi, alev gibi parlayan büyük sar› çiçekler kapl›yordu kumafllar›. “‘Japon yap›m› bir kumafl’ dedi. “Fakat en genifl panelin ortas›nda garip bir nesne dikkatimi çekti. Kare biçimindeki k›rm›z› bir kadife parças›n›n üzerinde siyah bir fley kabartma gibi duruyordu. 95


El

Bütün Dünya • Kas›m 2007

“Y

ak›n›na gittim. Bir eldi bu, bir insan eli; iskelet eli de¤il, kurumufl, esmer ve sar› t›rnakl› kesik bir el. Kaslar›n ç›k›nt›lar› belliydi, bile¤in az yukar›s›ndan düzgün biçimde kesilmifl olan kemiklerin üzerinde yara kabu¤undaki gibi kurumufl kan izleri vard›. “Bile¤in çevresine kal›n bir zincir tak›l›yd›. Bu çirkin örgene perçinlenmifl ve di¤er ucu duvara tutturulmufltu. Bir fili bile dizginleyecek denli sa¤lam gözüküyordu. “‘Bu nedir?’ diye sordum. “Tam bir dinginlik içinde yan›tlad› ‹ngiliz: “‘O benim en iyi düflman›ma aitti. Amerika’dan getirdim. K›l›çla kesildi ve derisi kesin bir taflla kaz›nd›ktan sonra sekiz gün güneflte kurumaya b›rak›ld›. Biraz flansl› oldu¤umu söylemem gerek.’ “Ürkünç kal›nt›ya dokundum. Çok iri yap›l› birine ait olmal›yd›. Ola¤an›n üzerinde uzun parmaklar benzer büyüklükte kaslara ba¤l›yd›; yer yer deri parçalar› yap›fl›kt›. Böyle, derisi yüzülmüfl haliyle i¤renç bir görünümü vard› elin. Yaban›l bir öç alma eylemine tan›kl›k etmifl olmal›yd›. “‘Çok güçlü biriydi herhalde’ dedim. “‘Öyleydi,’ diye yan›tlad› ev sahibim sakin bir tav›rla. ‘Ama ben daha güçlü ç›kt›m. Onu zincire vurup dizginlemeyi baflard›m.’ “fiaka yapt›¤›n› sand›m. ‘Fakat zincirlemeye ne gerek var?’ diye sordum. ‘Kaçacak de¤il ya!’ “Sir John çok ciddi bir tav›rla, ‘Hep kaçmaya çal›fl›yordu’ dedi. ‘Onu zincirlemek zorunda kald›m.’ “Sorgulayan bir bak›flla yüzüne 96

bakt›m adam›n. Deli miydi, yoksa sadece flakac› m›? Fakat yüzü sakin, gizemli ve sevecen ifadesini koruyordu. Konuyu de¤ifltirdim. Silah koleksiyonuna bakt›m ve çok be¤endim. “Fakat dikkatimi bir fley çekmiflti: Salonda, çeflitli mobilya parçalar›n›n üzerinde hepsi de dolu olan üç tabanca vard›. Adam, her an olas› bir sald›r›n›n korkusu içinde yafl›yor gibiydi. “Onu birkaç kez daha ziyaret ettim, sonra gitmeyi b›rakt›m. Çevredekiler art›k ona al›flm›fllard›, hiç kimse düflünmez olmufltu onu. “Bir y›l kadar sonra kas›m›n sonuna do¤ru bir sabah hizmetçim Sir John Rowell’in gece bir cinayete kurban gitti¤i haberiyle uyand›rd› beni. “Baflkomiser ve jandarma yüzbafl›s›yla ‹ngiliz’in evine gittim. fiaflk›n hizmetçi kap›da kekeleyip duruyordu. Hemen ondan flüphelendim; ama sonradan suçsuz oldu¤u anlafl›ld›. “Katilin kimli¤i hiçbir zaman bilinemedi.

“S

alona girdi¤imde gördü¤üm ilk fley Sir John’un cesediydi, ortada yat›yordu. Yele¤i y›rt›larak aç›lm›flt›, neredeyse birkaç iplik tutuyordu. fiiddetli bir çat›flma olmufltu anlafl›lan. “Adam bo¤ularak öldürülmüfltü. Kararm›fl ve fliflmifl yüzü korkunçtu, gözlerinde de korkunç bir ifade vard›. Kenetlenmifl difllerinin aras›nda bir fley vard›, kanla kapl› boynu keskin bir aletle befl yerden delinmiflti. “Bize kat›lan bir doktor, ölü adam›n boynundaki parmak izleri-

ni uzun uzun inceledikten sonra flu tuhaf sözleri m›r›ldand›: “‘Adam bir iskelet taraf›ndan bo¤ulmufl gibi geliyor bana.’

“S

›rt›mdan bir ürperti geçti; hemen duvara, elin durdu¤u yere bakt›m. Art›k orada de¤ildi. Zinciri kopmufl, sallan›yordu. Sonra cesede e¤ildim. Difllerinin aras›ndaki nesne, ortadan kaybolan elin bir parma¤›yd›; ikinci bo¤umundan ›s›r›larak kopar›lm›flt›. “Araflt›rmada kan›t bulunamad›. Hiçbir pencere ve kap› zorlanmam›flt›. Mobilyalar›n hiçbirinde çat›flma belirtisi yoktu. ‹ki bekçi köpe¤i olay s›ras›nda uyumay› sürdürmüfltü. “Hizmetçinin ifadesi k›saca flöyleydi: “Geçen ay boyunca efendisi sürekli olarak tedirgin gözüküyordu. Birkaç mektup alm›fl ve gelir gelmez atefle atm›flt› onlar›. S›k s›k eline bir k›rbaç al›yor ve öfkeden çok bir ç›lg›nl›k nöbeti içinde kurumufl eli k›rbaçl›yordu. Bu arada el, cinayet an›nda duvardaki yerinden yok olup gitmiflti. Hiç kimse bunun nas›l oldu¤unu bilmiyordu. Efendisi geceleri çok geç saatte yat›yor ve kap› ve pencereleri kilitlemeye özen gösteriyordu. Elinin alt›nda her zaman bir silah bulunduruyordu. Geceleri s›k s›k alçak sesle konufluyordu. Biriyle tart›fl›yor gibiydi. Fakat cinayet gecesi hiç ses ç›karmam›flt›. Hizmetçi onu ancak içeri girip kepenkleri açt›¤›nda görmüfltü, ölü olarak. fiüpheli hiç kimse yoktu akl›nda. “Ölen adama iliflkin bildiklerimin hepsini ilgili makamlara ilettim. Bütün ada tarand›; fakat hiçbir sonuç ç›kmad›.

“Cinayetten üç ay sonra çok korkunç bir karabasan gördüm: O ürkünç eli evimin duvarlar›nda ve perdelerinde bir akrep ya da örümcek gibi h›zla sürünürken gördüm düflümde. Üç kez uyand›m, üç kez yine uykuya dald›m ve üç kez o i¤renç fleyi parmaklar›n› bacak gibi kullanarak odada dolafl›rken gördüm. “Ertesi sabah haberi geldi: El, Sir John’un mezar›n›n üzerinde bulunmufltu. Adam›n ulafl›lacak akrabas› olmad›¤›ndan hemen oraya gömmüfllerdi eli. ‹flaret parma¤› yoktu. “‹flte, bayanlar. Öyküm burada bitiyor. Baflka bir fley bilmiyorum.” Kad›nlar dehflet içinde kalm›fllard›, yüzleri sararm›fl, titriyorlard›. ‹çlerinden biri at›ld›: “Fakat hiçbir çözüm getirmediniz, aç›klama yapmad›n›z! Hiç olmazsa ne oldu¤una iliflkin kendi düflüncenizi söyleyin, yoksa eminim hiçbirimizi uyku tutmayacak!” Savc› gülümsedi; fakat gözlerindeki ciddi ifade de¤iflmemiflti.

“D

üfller söz konusu oldu¤unda korkar›m yorgan›m hep nemli olacak. Belki hoflunuza gitmeyecek; ama olaya iliflkin görüflüm asl›nda basit: Bence elin sahibi ölmemiflti ve onu aramaya geldi. Ne yapt›¤› hakk›nda hiçbir fikrim yok. Fakat tüm olay›n bir vendetta ile ba¤lant›l› oldu¤u yolundaki tahminim a¤›r bas›yor.” “Hay›r” diye m›r›ldand› bayanlardan biri, “Bu bir aç›klama say›lmaz.” Hâlâ gülümseyen savc› noktay› koydu: “Görüflümü be¤enmeyece¤inizi söylemifltim.”• Çeviri: Haluk Erdemol

97


Kaz Da¤lar› müthifl güzellikte çam orman›yla kapl›. Giderken ve dönerken iki kez karaca gördük. Ulusal parkta avlanmak yasak. Karaca, ay›, yabandomuzu, çakal rehberimizin gördü¤ü hayvanlar aras›nda... Uzun bir t›rman›fltan sonra düzlük bir alana ve da¤›n zirvesine ulafl›yoruz.

‹da Da¤›’nda Üç Arkadafl

da Da¤›’nda yaflayan tanr›lar- na inanan üç kad›n öne ç›kar. Bundan biri bir ölümlüyle evlen- lar Hera, Athena ve Afrodit’tir. Zemeye karar verir ve bir flölen us bu üç güçlü tanr›yla bafl›n› beladüzenler. Bu flölene K›skanç- ya sokmamak için onlara döner, l›k –baflka ad›yla Nifak– Tanr›s› “Bu elmay› al›n ve ‹da Da¤›’n›n ted›fl›nda tüm tanr›lar› davet eder. pesinde yaflayan Paris’i bulun. En fiölenin tam orta yerinde güzelin kim oldu¤una o Nifak Tanr›s› ça¤r›lmad›karar versin” der. ¤› dü¤ün törenine davet‹da Da¤›’n›n tepesinde Engin’den yaflayan siz konuk olarak gelir. Paris çok yak›fl›kElinde alt›n bir elma var- Gözlemler, l›d›r. Üç kad›n tanr› onu d›r. Elman›n üzerinde ‹zlenimler bulur, alt›n elmay› ona vedünyan›n en güzel kad›rirler ve içlerinden en gün› yazmaktad›r. Elmay› zeline bu elmay› vermelegelinle damad›n oturdurini isterler. Elmay› ver¤u masaya koyar ve “Bu dikten sonra Hera, “Beni benim dü¤ün arma¤aseçersen seni dünyan›n n›m... Bunu buradaki en en güçlü insan› yapar›m” güzel kad›na vermenizi der. Athena, “Beni seçeristiyorum” der. sen seni dünyan›n en zeEngin Damat tanr› bunun ki insan› yapar›m” der. Afzor ve belal› bir ifl oldurodit ise, “Beni seçersen Ünsal ¤unu bilir; çünkü törensana dünyan›n en güzel de birçok kad›n tanr› k›z› Truval› Helen’i verivard›r ve onlar› k›zd›rmak iste- rim” der. Yak›fl›kl› Paris elmay› Afmez. Zeus’u yard›ma ça¤›r›r. Zeus rodit’e verir ve Truval› Helen’e kaelmay› eline al›r ve “En güzel ol- vuflur ard›ndan da Truva’y› yok du¤una inanan tanr› kad›n gelsin, edecek ünlü Truva Savafl› bafllar. ödülünü als›n” der. 9 A¤ustos günü üç okul arkaKalabal›k içinden güzel oldu¤u- dafl›, ben, Hulusi Sa¤lamer ve Er98

Yazar›m›z Engin Ünsal, iki okul arkadafl› Hulusi Sa¤lamer ve Erdo¤an Yönel’le ‹da Da¤›’nda... do¤an Yönel ‹da Da¤›’na Paris’i aramaya ve varsa o güçlü üç kad›n tanr›yla buluflmaya karar verdik.

H

ulusi’nin kulland›¤› arabayla Erdo¤an’›n oturdu¤u Burhanl›’dan yola ç›kt›k. Eceabat’tan bo¤az› geçtik ve Çan, Kalk›r, Yenice üzerinden Kaz Da¤lar›’n› aflarak Edremit’e geldik. Ö¤le yeme¤i molas›ndan sonra Küre’den ‹da Da¤› yoluna sapt›k. Orman ‹daresi ‹da Da¤›’n› ulusal park ilan etmifl. Her önüne gelen da¤a ç›kam›yor. Yan›n›za hem bilgilendirme hem de sizi gözetme amaçl› bir rehber almak zorunlulu¤u getirmifl. Afl›r Alt›nöz adl› biyolog bir rehber bize kat›l›yor. Alt›nöz, Amerika’da okumufl; ama flimdilerde yazlar› rehberlik, k›fllar› zeytincilik yapan son derece bilgili bir arkadafl... Onun öncülü¤ünde da¤›n 25 kilo-

metrelik tozlu yolunu arabayla t›rmanmaya bafll›yoruz. Paris söylencesini bize o anlat›yor. Kaz Da¤lar› müthifl güzellikte çam orman›yla kapl›. Giderken ve dönerken iki kez karaca gördük. Ulusal parkta avlanmak yasak. Karaca, ay›, yabandomuzu, çakal rehberimizin gördü¤ü hayvanlar aras›nda... Uzun bir t›rman›fltan sonra düzlük bir alana ve da¤›n zirvesine ulafl›yoruz. Yerler kayal›k ve yol olmad›¤›ndan arabay› park edip üç kilometrelik Sar›anak›z Efsanesi’nin do¤du¤u tepede kurulu tafltan bir kulübeye do¤ru yürüyoruz. Yolda rehberimiz Afl›r, bizim görmedi¤imiz ve yaln›z bu da¤da yetiflen birçok bitki hakk›nda bilgi veriyor. Onun uyar›s›yla yürürken dikkat ediyoruz gerçekten da¤›n çok zengin bir bitki örtüsü var. Her y›l a¤ustosun 18’inde Yörükler ve Türkmenler bu kayal›k alanda top99


Bütün Dünya • Kas›m 2007

lan›p konaklayarak bir tür anma törenleri düzenlerlermifl. Bu konuda daha genifl bilgi isteyenlerin kendisine altinoz@yahoo.com adresinden ulaflabileceklerini söyledi.

S

onunda da¤›n en tepe noktas›na ulafl›yoruz. Tafltan yap›lm›fl kulübe babas›n›n istedi¤i adamla evlenmeyen Sar›k›z’›n ölsün diye sürgün edildi¤i bu tepede yaflam savafl› verirken yapt›¤› ve içinde yaflad›¤› kulübeymifl. Yaln›zl›k ve yüce da¤ onu ermifl yapm›fl ve gelen köylülere y›llarca flifa da¤›tm›fl. K›z›n›n ermifl oldu¤unu duyan baba k›z›ndan özür dilemek için ona gitti¤inde çok susam›fl ve babas›na ac›yan ve ermiflli¤inden dolay› Sar›k›zana ad›n› alm›fl olan k›z› elini uzat›p Edremit Koyu’ndan babas›na bir avuç su vermifl. 1750 metre yükseklikteyiz. Edremit’te hava 35 dereceydi. Burada 21 derece oldu¤unu araban›n göstergesi söylemiflti. Ona Paris’in ve kad›n tanr›lar›n nerede oldu¤unu soruyoruz. Eliyle ilerideki çam orman›n›n oldu¤u yeri gösterip “Oralarda bir yerlerde saklan›yorlar. Canlar› istedi¤inde kendilerine inananlara göründükleri söyleniyor” dedi. Onlar› göremedik; ama 1750 metre yüksekten Edremit Körfezi’ne bakt›k. Doyumsuz bir manzara vard›. Sisler içindeki bir Ege Denizi da¤›n ihtiflam›na

ayna tutuyordu sanki... Ülkemizin do¤as› gerçekten çok güzel; ama de¤erini biliyor muyuz? Günefl yavaflça alçal›yordu. Üflümüfltük. Bizimle gelen Erdo¤an’›n torunu Ece kulübenin yan›na bir ev yapt›. Söylenceye göre burada tafltan bir ev yapan›n mutlaka bir evi oluyormufl. Rehberimiz, “Birer dilek tutun ve buradan bir tafl al›n. Dile¤iniz gerçekleflti¤inde o tafl› geri getirmelisiniz” dedi. Hulusi yirmiiki ayl›k k›z› için bir dilek tuttu. Ne oldu¤unu bize söylemedi. “Ölürsem Kumru’nun bu tafl› geri getirmesini vasiyet edece¤im” dedi ve yerden bir tafl al›p özenle cebine koydu. Dönüfl yolunda suyu buz gibi bir çeflmeden su içtik. Kaz Da¤lar›’na “Binbir p›nar› olan da¤lar” da deniyormufl. Yol boyunca belki yüzlerce çeflmeden geçtik; ama hepsi kurumufltu. Do¤a kendisine ihanet eden, kendisine hor davranan insano¤lundan öcünü almaya haz›rlan›yor diye düflündük. Yol boyunca okul an›lar›ndan söz ettik, okulda söyledi¤imiz flark›lar› söyledik, hocalar›m›z› rahmetle and›k. O gün kutsal bir da¤da çocuklar gibi flendik. Mitolojideki tanr›lar acaba bizi gözlediler mi diye merak etmekten de kendimizi alamad›k.• enginunsal34@smileadsl.com

Büyük bir flirketin genel müdürü yönetim kurulu toplant›s›nda aç›klama yap›yordu: “Rakip flirketlerde yönetim kurulu üyelerinin yüzde ellisi çal›fl›yor, yüzde ellisi de hiçbir fley yapm›yor” dedi ve ekledi: “Arkadafllar, memnuniyetle belirtmek isterim ki, bizde durum bunun tam tersidir.”• 100

A

nnem, büyük bir uluslararas› flirkette çal›fl›yor. Çok çeflitli ülkelere gitti, oralarda çal›flt›. Tabii ben de onunla gittim oralara... fiimdi Dubai’deyiz. Üç y›l önce geldik buraya... Annemin o büyük flirkette ne ifl yapt›¤›n› merak ediyor musunuz? Çocuklu¤umun o ilk üç yafl›ndan kurtulur kurtulmaz, bunu ben de merak etmifltim. “Sen orada ne ifl yap›yorsun, anne?” diye sormufltum. Annem bana hiç anlamad›¤›m bir yan›t vermiflti: “Dünyan›n neresinde bir çelik bulursam, onu hemen sat›n al›p buraya getirtiyorum” demiflti. Anlayamam›flt›m ki... “Dünyadaki tüm çelikleri mi, anneci¤im?” O kadar da de¤ilmifl. Onlara y›lda flimdilik 300 bin ton kadar› yetiyormufl. Ama o da az birfley de¤ilmifl. Dünyadaki tüm çelikler de¤ilmifl; ama yine de dünyan›n çeli¤iymifl, bu kadar çok çelik... Onu da anlamam›flt›m tabii... K›sa yol•Elif Ece Tirkefl - Bütün Dünya• dan gittim: “Yani sen flirkette çok önemli bir kiflisin, öyle de¤il mi anne?” demifltim. O da “Evet” demiflti. Annemin o büyük uluslararas› flirkette ne ifl yapt›¤›n› hâlâ merak ediyor musunuz? Duydunuz iflte... “Benim annem çok önemli bir kiflidir.” Ben annemin tek ve biricik k›z›y›m. O yabanc› ülkelere giderken iki fleyi yan›ndan eksik etmez. Bavulunu ve beni... Taaa Kanada’dan tutun da, dünyan›n neresine

!

Alt›n Kafesteki Bülbülüm, Ben

101


Elif Ece Tirkefl, üyesi oldu¤u atl› spor kulübünde “en yak›n oyun arkadafl›”na sar›larak gezi sonras› teflekkürlerini belirtiyor... gittiyse, onla birlikte ben de gittim oralara... Türkiye’de ana okulunda bafllad›¤›m okul yaflam›m›, o nedenle flimdi Duabi’de sürdürüyorum.

“O

kul” deyince akl›ma hemen ö¤renci kimli¤im geliyor. fiimdi de “Okul” dedim, yine ö¤renci kimli¤im geldi akl›ma... Nüfus cüzdan›ndan sonra her çocu¤un ikinci kimlik belgesi ö¤renci kimli¤idir ya... Bu kimlik benim, üçüncü kimli¤im oldu. Çünkü ö¤renci kimli¤imden çok önce, bir pasaport sahibi olmufltum. Beni tüm çocuklardan ayr› k›lan bir baflka özelli¤im daha var: Hani her çocuk, konuflmay› bile ö¤renmeden yürümeyi ö¤renir ya... Ben yürümeyi ö¤renmeden önce uçmay› ö¤rendim. 102

Yedinci yafl günümde arkadafllar›mla en çok hangi konuda konufltu¤umuzu da söyleyeyim mi? Havayollar› flirketleri aras›ndaki kalite fark›n› tart›flt›k. Hangi havayolu flirketinde daha iyi yemek verilir, hangisinde koltuklar daha yumuflakt›r, hangi havayolu flirketi en yeni filmleri oynat›r, tüm bunlar› en iyi ben bildim hep... Dünyada renk renk insanlar oldu¤unu ilkokulun ilk y›llar›nda ö¤rendim. Baflka ülkelerden gelen çocuklar›n baflka diller konufltuklar›n› da ilkokuldaki ilk y›llar›mda ö¤rendim. Hem Müslüman ö¤rencileri, hem de H›ristiyan ö¤rencileri memnun etmek için, hem Müslümanlar’›n bayramlar›nda, hem de H›ristiyanlar’›n bayramlar›nda okulumuz tatil ediliyor. Onlar›n bayramlar›nda tatil olunca biz H›risti-

Elif Ece Tirkefl, “önemli kifli” annesi fiebnem fien’le birlikte do¤um günü pastas›n› kesiyor... yan arkadafllar›m›za sar›l›yoruz, “Yaflas›n H›ristiyanlar” diyoruz; bizim tatilimizde H›ristiyan arkadafllar›m›z bize sar›l›yorlar, “Yaflas›n Müslümanlar” diyorlar. Bu tatiller bize inan›lmaz sevinç veriyor. Okulumun oldu¤u ülkede evimizin olmas›na karfl›n, yaz tatilinde Türkiye’ye gelirken annemin “Evimize gidiyoruz” demesini bir zamanlar hiç anlam›yordum. Yirmi günlük tatil için annemin yar›m saatte bavul haz›rlay›fl›n› seyretmeyi, toplam› 30 kiloyu geçmeyecek en hafif eflyalar›m›z› seçerken anneme yard›mc› olmay›, bavulumuzun a¤›rl›¤›n›n 30 kiloyu geçmedi¤ini anlamak için annemin elinde bavulla evdeki tart›ya ç›kmas›n› ve tart›n›n üstünden düflmesin diye benim de onun arkas›nda kollar›m› açarak beklememi, tatil boyunca “evde” annean-

neme ve dedeme anlat›rken herkesi nas›l da güldürdü¤ümü, flimdi kendim de gülerek an›ms›yorum. Bir özelli¤imi daha söyleyeyim derken galiba bir gizimi aç›klayaca¤›m:

H

er tatilde Türkiye’ye giderken “Evimize gidiyoruz” diye kofla kofla ve sevinçle gidiyorum; tatil dönüflü Dubai’deki evimize dönerken de buraya “Evimize gidiyoruz” diye kofla kofla ve sevinçle geliyorum. Türkiye’den dönerken annem bavulumuzu peynir, zeytin, yufka, sucuk, denizbörülcesi, mant›, piflmaniye, baklava, leblebi, çekirdek, tarhana ve lokumla dolduruyor. Bunun için de, Dubai’de gümrükten geçinceye de¤in benim kalbim küt küt at›yor, akl›m da “Ya güm103


Bütün Dünya • Kas›m 2007

rükçüler bavulumuzu açarlar da bu yiyeceklere izin vermezlerse”den baflka birfley düflünmüyor.

B

urada annemle al›flverifle gitti¤imizde, raflarda Türk mal› bir yiyecek görünce kendimi tutam›yorum, sesimin ç›kabildi¤i kadar yüksek bir sesle “Ciyaaaaaakkkk” diye sevinçle 盤l›k at›yorum. Ben bilmiyorum; ama annem öyle söylüyor, bu da “hayretler edilecek” bir özelli¤immifl benim... Çünkü bir markette “etinden et kopar›lm›fl gibi” 盤l›k atan dünyadaki tek çocuk benmiflim. Asl›nda ben de istemiyorun öyle 盤l›k atmay›; ama ne yapay›m, elimde de¤il... O anlarda kendimi tutam›yorum. Marketlerde belki bir milyon çeflit pirinç var; ama annemin flikayetini size de söyleyeyim, “flöyle tane tane pilav” yapacak bir pirinç bulmak olanaks›z burada... Tencereden ç›kan her pirinç topunu gördükçe bir yandan tane tane pilav yiyemeyece¤imiz için üzülüyorum, bir yandan da annemin “h›rs›ndan çatlayaca¤›” karar›n›n bir gün gerçekleflebilece¤ini akl›ma getirip korkuyorum. Ben “humus”u yaln›zca anneannemin yapt›¤›n› san›rd›m. Burada gördüm ki, me¤er hemen her yerde humus yap›l›yormufl ve buradaki hemen her ulustan insanlar, humus yiyebiliyormufl. Baflka ülkelerde herkes nas›l “McDonald’s” seviyorsa, burada da her ulustan insanlar humusu öyle seviyorlar. Türkiye’deki bizim tavuklu dürüme burada “Shawarma” diyorlar; bildi¤imiz zeytinya¤l› dolmaya da 104

“Vine Leaves” yani “Asma yapra¤›” ad› vermifller. Bir de, dünyan›n her ülkesindeki “Pepsi”nin ad›, burada “Bebzi” olmufl. Yaln›zca benim de¤il, bu ülkede yaflayan öteki insanlar›n da çok özel özellikleri var. Burada herkes, paltoyu dünyan›n en a¤›r ve en gereksiz giysisi olarak kabul ediyor. Benim giysi dolab›mda bile yaln›zca yazl›k ve baharl›k giysiler var. Biliyor musunuz, ben y›llard›r hiç bot giymedim. Birçok arkadafl›m botun ne oldu¤unu bile bilmiyor burada... Arkadafllar›m da benim gibi alg›l›yorlar m› bilmiyorum; ama bana göre burada dünyan›n en güzel sesi, ya¤mur sesi... O ses, Türkiye’yi an›msat›yor bana burada... Biraz da dedikodu gibi fleyler söyleyeyim: Burada “Maaflallah” dedi¤im zaman beni herkes anl›yor. “‹nflallah” dedi¤imde de herkes anl›yor ama... Birisinin “‹nflallah” dedi¤ini duyan herkes, bir koro gibi, hep birlikte “‹nflallaaaahhhh” diyor. Hani Türkiye’de hapfl›rd›¤›m›z zaman bizi duyan herkes “Çok yafla” der ya... Onun gibi bir fley iflte...

A

rada s›rada, çevremizde büyükler de varken, arkadafllar›m›zla göz k›rp›fl›p onlara bir oyun oynuyoruz: ‹çimizden biri yüksek sesle “‹nflallah” diyor, bir anda herkes iflini gücünü, konuflmas›n› b›rak›yor, bize dönüp bir koro düzeni içinde hep bir a¤›zdan “‹nflalllaaaaaahhhhh” diye karfl›l›k veriyor. Dünyada sanki baflka otomobil üretilmiyormufl gibi burada

Alt›n Kafesteki Bülbülüm, Ben...

hemen herkes “Jeep” kullan›yor. Müslüman ülke olmas›na karfl›n koskoca Dubai’de gevrek ve pide yok. Annem çeflitli tarifler deneyerek evde pide yapmay› deniyor; ama pilavdaki flanss›zl›¤› pide denemelerinde de onu yaln›z b›rakm›yor. Türkiye’deki pidelerin tad›n› tutturmay› bir türlü baflaramad› benim “önemli kifli” annem... Tavukgö¤sü de yok burada... Hatta okulda arkadafllar›ma “En sevdi¤im tatl› tavukgö¤südür” dedi¤imde onlar kusacak gibi yap›p

benle alay ediyorlar, “Tavu¤un da tatl›s› m› olurmufl hiç?” diyorlar. Burada en çok sevdi¤im fley, dedemin bahçesinden getirdi¤imiz çiçek tohumlar›n› bahçemize ve balkonumuzdaki büyük saks›lara dikmek, sonra da içimden “‹nflallah kavrulmazlar da yaflarlar” diye dualar ederek onlar› günde birkaç kez sulamak... ‹flte bu “yokluklar”›n d›fl›nda burada herfley çok güzel ama... Ben yine de dört gözle yaz tatilinin gelmesini bekliyorum, 20 günlü¤üne evimize gitmek için...•

Reklamc› yaflam›n› yitirmifl, öbür dünyaya göçmüfltü. Melekler kendisini karfl›lay›p önce cennete götürdüler. ‹çeride yüzlerce melek flüt çal›yor, say›s›z insan s›k›nt›dan esneyerek bofl bofl dolafl›yorlard›. Melekler daha sonra reklamc›y› al›p cehenneme götürdüler. Burada herkes deliler gibi dans ediyordu. Tüm bu görüntülerden sonra melekler reklamc›ya sordular: “‹kisini de gördün” dediler. “Hangisini istiyorsun?” Reklamc› hiç düflünmeden yan›t verdi: “Tabii ki cehennemi...” dedi. Melekler adam› do¤ruca cehennemin kap›s›na b›rakt›lar. Reklamc› daha ilk ad›m›n› at›p da kendini kaynar sular›n içinde bulunca ac›yla ba¤›rmaya bafllad›: “Bana yalan söylediniz” dedi. “Benim biraz önce gördü¤üm cehennem böyle de¤ildi ki...” Onu dinleyen meleklerden biri yan›t verdi: “Elbette de¤ildi” dedi. “Senin dünya mallar›na yapt›¤›n reklamlar gibi... Biz sana biraz önce cehennemin reklam›n› gösterdik.”• Yeni bir demiryolu hatt› döflenecekti. Mühendis, arazisini satmaya yanaflmayan yafll› bir köylüyle tart›fl›yordu. Tart›flma uzad›kça sinirlenen mühendis, yafll› köylüyü tehdit etmeye bafllad›: “Bu durumda yap›lmas› gereken tek fley var” dedi. “Raylar› evinizin içinden geçirmek.” Yafll› köylü bu tehdidin flaka oldu¤unu anlamam›flt›: “Raylar› evimin içinden mi geçireceksiniz?” diye sordu ve ekledi: “O zaman flunu bilmelisiniz ki, her tren geçiflinde kalk›p kap›y› açaca¤›m› san›yorsan›z, çok yan›l›yorsunuz...”• 105


Mankafa Poldi

Hepimizin yaflam›nda önemli insanlar vard›r. Babam›z, annemiz, bir aile yak›n›m›z ya da bize unutulmaz yaflam dersleri kazand›ran mahalle bakkal›m›z, ifl orta¤›m›z, rastlant› sonucu tan›d›¤›m›z bir taksi floförü ve ötekiler... Ben 68 yafl›nday›m ve yaflam›m›n en önemli insan›n›n, ilkokul ö¤retmenim R›za Ertem oldu¤undan eminim.

Ö¤retmenim “Büyük ‹nsan”d›...

H

“Sizi gece yar›s› uyand›rd›¤› için özür diledi mi?” “Niçin özür dilesin ki?.. Beni onun sesi de¤il, telefonun zili uyand›rd›.”

“Banyo ald›n›z m›, bay›m?” “Bu soruyu niçin soruyorsunuz? Yoksa bir tanesi kay›p m›?”

“Day›n›n çocu¤u yoktu, de¤il mi Poldi?” “Evet, bekard›. Geçenlerde kaybetti¤iniz baban›z›n çocu¤u var m›yd›?”

“Lokantaya varmak için daha 2 km. yolumuz var; bense ad›m atacak durumda de¤ilim.” “Abartma! ‹kimizin de pay›na birer kilometre düflüyor. Bu denli k›sa yolu gidemeyecek kadar yorgun de¤ilsindir.”

106

epimizin yaflam›nda Ben 68 yafl›nday›m ve yaflaönemli insanlar vard›r. m›m›n en önemli insan›n›n, ilkoBabam›z, annemiz, bir kul ö¤retmenim R›za Ertem olduaile yak›n›m›z ya da bi- ¤undan eminim. ‹lkokulu, o taze unutulmaz yaflam dersleri ka- rihlerde 20 bin dolay›nda nüzand›ran mahalle bakkal›m›z, ifl or- fuslu bir ilçe olan Uflak’ta Müjde ta¤›m›z, rastlant› sonucu tan›d›¤›- ‹lkokulu’nda okudum. 1950’li y›llard›. Kentte bir tek m›z bir taksi floförü ve ötekiler... gazete sat›c›s› vard› ve Sözünü etti¤im kifli40-50 adet günlük sat›fl› ler, yaz›lar›n› okumad›¤›olurdu. Gazeteler bir gün m›z gün kendimizi eksik Yazarak öncesinin tarihini tafl›r ve duyumsad›¤›m›z köfle trenle ‹stanyazarlar›, ezberimizden Söyleyerek Uflak’a bul’dan gelirdi. ç›kmayan fliirlerin flairleri ya da unutamad›¤›m›z Ö¤retmenim R›za Eröykülerin, romanlar›n tem her gün gazete yazarlar› ve kahramanlaalanlar›n bafl›ndayd›. r› de¤il, birebir karfl›laflt›Tren geç kalsa, huzur¤›m›z, tan›flt›¤›m›z ve tasuzlan›r ve gazete bayin›d›¤›m›z insanlard›r. sinde beklerdi. Gazete, Bunlar›n bir bölümü, s›n›ftaki masas› üzerinSadi yaflam›m›z›n bir dönemide durur ve hepimizin Bülbül nin önemlileri olmufllarokumas›n› sa¤lard›. Ö¤d›r ve sonra unutulmuflretmenim, sa¤lam bir lard›r. Bir bölümü de yacumhuriyet ö¤retmeniyflam›m›z›n tüm dönemlerinde di ve s›k› bir CHP’liydi. “Ulus” önemlerini hep korumufllar ve hat- gazetesi okurdu. S›n›f›m›z›n duta gittikçe artan derecelerde sür- var›nda, gösteriflsiz bir koltukta, dürmüfllerdir. Bunlar yaln›zca Cumhurbaflkan› ‹smet ‹nöönemli de¤il, ayn› zamanda de¤er- nü’nün, 50 yafllar›nda çekilmifl, li insanlard›r. Geçici dönemlerin sade fotograf› as›l›yd›. (O zade¤il, tüm yaflam›m›z›n en önemli manlar televizyon yoktu. Çok az yön verici ve ayd›nlat›c›lar›d›rlar. say›daki evlerde üstü örtülü, ce107


Ö¤retmenim “Büyük ‹nsan”d›...

Bütün Dünya • Kas›m 2007

reyanl› radyolar vard› ve bunlar, örtüsü kald›r›larak yaln›zca haberlerde dinlenirdi.)

Ö

¤retmenimiz, 8-10 yafl›ndaki bizleri büyük adam yerine koyar ve bizimle gazete haberlerini tart›fl›r, düflüncelerimizi ve sorular›m›z› dinler, bir ö¤retmen gibi de¤il, bir arkadafl›m›z gibi bize yan›t verirdi. O y›llarda benim bir baflka ö¤retmenim de, ateflli bir CHP karfl›t› olan day›md›. O, DP yanl›s› “Zafer” gazetesini okur ve bana, CHP’yi sevmeyen düflüncelerini afl›lard›. Ben de çocuk kafamla bu telkinlerden etkilenir, bizde yaratt›¤› demokratl›k duygusundan ald›¤›m cesaretle de, ö¤retmenime s›k s›k karfl› ç›kard›m. Ancak o, bana hiç k›zmaz ve sözlerimi sakince dinlemeye devam ederdi. ‹lkokula gitti¤imde 6 yafl›ndayd›m. Demek ki tüm bunlar 6-11 yafllar› aras›nda oluyordu ve ö¤retmenimle ben, CHP-DP tart›flmalar› yap›yordum! fiimdi düflünüyorum da, “Olacak fley mi bu?” diyorum. Ö¤retmenim R›za Bey, herkesi sayg› ile dinleyen, çok okuyan bir insand›. “Kütüphane” denilen bir yer oldu¤unu ve orada bulunan Yunan klasiklerini o bize tan›tt›. Halkevini ve halk kütüphanesini onun sayesinde ö¤rendik. Ö¤retmenimin güçlü bir adalet duygusu vard› ve demokrasiye, devrimlere yürekten ba¤l› bir insand›. Ona her soru sorulabilirdi. Hiçbir soruyu küçümsemezdi. Adeta, “soran insan”a hayrand›. 108

Matematik derslerinde sonucu bilenden çok, do¤ru yolda çözüm arayan› üstün tutard›. Çarflamba günü ö¤leden sonralar› bizi baflka okullara götürür ve okulun ö¤rencileriyle tart›flmalar yapard›k. Ö¤retmenimiz bu tart›flmalara, okullar›n öteki ö¤retmenlerini ve kentin ileri gelenlerini davet ederdi. Bunlardan birinde, bizleri dinleyen Sad›k Karahan adl› bir ilkokul müfettiflinin ö¤retmenime, “Bu çocuklar› bu kadar fl›martmakla iyi etmiyorsun” diye ç›k›flt›¤›n› an›ms›yorum. Ancak ö¤retmenim bundan hiç etkilenmedi ve okullar aras› tart›flmalar›m›z devam etti. ‹lkokulun son s›n›f›nda, okullar›n kapanma döneminde DP, CHP’yi büyük bir yenilgiye u¤ratarak 14 May›s 1950’de iktidar oldu. Ö¤retmenimiz bir gün s›n›fta bize, “Bu konuda neler düflünüyorsan›z yaz›n” dedi. Ka¤›t kalemlerimizi ç›kard›k ve yazd›k. Benim yaz›m›n bafll›¤›n› dün gibi an›ms›yorum: “Demokrasinin Zaferi...”

Y

az›mda, day›mdan etkilenen özentilerle CHP’yi neresi oldu¤unu bilmedi¤im “tarihin çöplü¤ü”ne att›¤›m›, DP’yi ve ona oy veren halk›m›z› da nerede oldu¤unu bildi¤im göklere ç›kard›¤›m› an›ms›yorum. Ö¤retmenimiz, kompozisyonlar›m›z› toplayarak evine götürdü. Ben geceyi çok s›k›nt›l› geçirdim. Kan›n› ak›tsan›z CHP f›flk›racak ö¤retmenimi üzmüfl, incitmifl ve biraz da ileri gitmifl olman›n kor-

kusuna kap›ld›m. Ertesi sabah okula bu korkuyla gittim. Ancak korktu¤um olmad›. Ö¤retmenim s›n›fta benim yaz›mdan söz etti.

B

eni yine bir “büyük adam” yerine koyarak tebrik ediyor ve seçim sonuçlar›n›n gerçekten bir demokrasi zaferi oldu¤unu söylüyordu. Yaz›m› s›n›fta bir de bana okutturdu. Onu daha önce bu denli mutlu görmemifltim. De¤erli ö¤retmenimle y›llar sonra, 1959 y›l›n›n bir sonbahar gününde Gülhane Park›’nda bulufltuk. ‹stanbul’a bir hastal›¤› için gelmiflti ve beni de aram›flt›. Art›k o, biraz daha yafll›, bense gazetecilik yapan, hukuk fakültesinin 3’üncü s›n›f ö¤rencisiydim. Park›n çay bahçesinde onunla yine siyaseti ve günlük konular› konufltuk, tart›flt›k. Ayn› insand›. Beni yine dikkatle dinliyor, sorular soruyor ve sonra da kendi düflüncelerini söylüyordu. Afl›r› DP karfl›tl›¤›ma bir tepkisi olmad›; ancak, sevindi¤ini de belli etmedi. O yine “eski CHP’li”ydi. Ö¤retmenimle daha sonra üniversiteye gittik ve birlikte, o günlerin iktidar›na karfl›, hukuku savunan ateflli konuflmalar yapan Prof. Rag›p Sar›ca’n›n bir dersine girdik. O günlerde iktidar, Emekli Sand›¤› Yasas›’n›n bir maddesindeki “görülen lüzum üzerine” gerekçesine dayanarak, hukuk denetimine tutulmayan azil ve atamalar yap›yordu. Prof. Sar›ca o gün, idarenin hiçbir karar ve eyleminin yarg› denetimi d›fl›nda kalamayaca¤›n› ve bas›n özgürlü¤üne yap›lan bask›lar›, örnekleriyle anlatt›. O kanun

maddesinin bir “hukuk canavar›” oldu¤unu, kendinden geçerek, heyecanla ifade etti ve sonra da, mendiliyle, bu¤ulanan gözlerini sildi. Prof. Sar›ca’n›n o dersi, nefis bir anlat›md› ve ikimize de yap›lm›fl bir ikram oldu. Benim için güzel bir arma¤and›; çünkü konuflmay› hemen bir yaz› biçimine getirdim ve çal›flt›¤›m “Vatan” gazetesine götürdüm. Konuflma ertesi sabah manfletten verildi. Sar›ca Hoca’n›n dersi, ö¤retmenimi de çok duyguland›rm›fl ve kendisi için de, tam bir ziyafet olmufltu. Prof. Sar›ca’n›n, hukukun üstünlü¤ü ve bas›n özgürlü¤ü ile ilgili sözleri onu a¤latm›flt›. Dünyada hiçbir fley, ayn› yafllardaki bu iki insan›n (bir hukuk profesörü ile bir taflra ilkokulu ö¤retmeninin) yafll› gözlerindeki bu “buluflma”s› denli heyecan verici olamazd›. Aradan geçen 50 y›ldan sonra flimdi, sa¤ olup olmad›¤›n› bilmedi¤im, izini kaybetti¤im ö¤retmenim R›za Bey’e sesleniyorum: “Sevgili Ö¤retmenim,

“H

er gün okumadan rahat edemedi¤im gazete düflkünlü¤ümü sana borçluyum. ‘Soru’nun ‘yan›t’tan daha önemli oldu¤unu, karfl›t düflünceli insanlar›n da sayg›ya lay›k olduklar›n›, insanlar› anlaman›n ilk koflulunun, onlar› ‘önyarg›s›z dinleme’ oldu¤u, baflkalar›n›n düflüncelerine sayg› göstermenin ve (kim olursa olsunlar) onlar› ‘insan’ yerine koyman›n önemini, hukukun, adaletin demokrasi, düflünce öz109


Bütün Dünya • Kas›m 2007

gürlü¤ü ve hoflgörünün ne demek oldu¤unu ben senden ö¤rendim. “Yaflam›ma yön veren sen oldun. Senin önemini ve yaflam›mdaki de¤erini biliyorum. Prof. Sar›ca’n›n o dersini birlikte dinlemifl ve birlikte duygulanm›fl olmam›z, yaflam›m›n en büyük tesellilerinden biri oldu. Yoksa kendimi sana karfl› çok borçlu duyumsayacakt›m. Ama yine de,

yan›t› hâlâ bulamad›¤›m bir sorum var sana ö¤retmenim. “Senin hiçbir soruya k›zmad›¤›n› ve soru soranlar› sevdi¤ini bilmenin cesaretiyle soruyorum: “‘8-10 yafl›ndaki küçücük çocuklarla, hem de bundan yar›m yüzy›l önce, nas›l oluyor da herfleyi ama herfleyi tart›flabiliyordun? Sahiden hiç korkmuyor muydun?’” Evet sen, büyük bir insand›n.•

Ünlü piyanist Arthur Rubinstein, baflar›yla biten konserlerinden birinde küçük bir k›z›n an› defterini imzalamak istememiflti. Mazeret olarak da ellerinin çok yorgun oldu¤unu ileri sürmüfltü. Bu mazereti duyan küçük k›z ünlü piyaniste “Ellerinizin ne denli yorgun oldu¤unu biliyorum” dedi. “Ama benim ellerim de en az sizinkiler denli yorgun...” Ünlü piyanist bu sözleri duyunca çok flafl›rd›: “‹yi de senin ellerin niçin yorgun?” diye sordu. Küçük k›z hemen yan›t verdi: “Niçin olacak” dedi. “Sizi alk›fllamaktan...”•

“Kas›m SuDokular›”n›n Yan›tlar›...

Kolay

Zor

“Bilginizi Denetleyin”in Yan›tlar›... •1) Geldim, gördüm, yendim •2) ‹talya •3) Devlet •4) Fakir Baykurt •5) Nihat Erim •6) Adnan Menderes •7) Fuat Köprülü •8) Mo¤olistan •9) Wilhelm Thomsen •10) M. Kopernik •11) G. Hegel •12) Ömer Seyfettin •13) Cahit S›tk› Taranc› •14) Yaflar Kemal •15) Kemal Sunal •16) Talat Pafla •17) Descartes •18) Yaser Arafat •19) BBC •20) 1 Eylül• 110

Unutamad›¤›m An›m “Unutamad›klar› an›”lar›n›, paylaflmak isteyen okurlar›m›z›n kaleme alacaklar› ve 600-800 sözcük tutar›ndaki an›lar›ndan her ay birini bu sayfada yay›mlayaca¤›z. Bafl›na “Unutamad›¤›m An›m” notunu eklemenizi rica etti¤imiz yaz›lar›n›z›, Mimoza 4/9, D: 1, 34750, Ataflehir, ‹stanbul adresine mektupla, (0 216) 456 2729 numaraya faksla ya da butundunya@butundunya.com.tr adresine e-postayla gönderebilirsiniz.

Küçük Hasan •Kadriye Berât Akkan - Bütün Dünya•

I

l›k bir bahar akflam›nda, yüre¤imde bir heyecanla ilk geliflimdi Dargeçit’e... Yurt topra¤›m›n yüzlerce buca¤›ndan biriydi, aradan geçen bunca y›la karfl›n hiç ama hiç unutamad›¤›m Dargeçit... (Dargeçit, Mardin’in Midyat ilçesine ba¤l› bir bucakt›r.) Mesle¤imin ilk görev yeriydi. Boncuk gözlü, kirli yüzlü, kara lastik ayakkab›l›; ama bir okadar da sevimli, bilgiye susam›fl güzel ö¤rencilerimle iki y›ld›r birlikteydik. Y›l 1986, aylardansa martt›. Dördüncü s›n›f olmufl, s›n›f mevcudu olarak da 85 kifliye ulaflm›flt›k. S›n›flar›n kalabal›k oluflu, iflimizi her geçen gün biraz daha zorlaflt›r›yordu. Okul müdürü, bizlerle iflbirli¤i yaparak bu duruma bir çare bulmaya çal›fl›yordu. Sonunda çare bulundu... “Afla¤›mahalle” olarak adland›r›lan ve okula çok uzak bir bölgeden iki kahvehane kiralan›p derslik biçimine getirildi. Art›k, sabahlar› afla¤›mahalledeki derslikte, ö¤leden sonralar›ysa okulda ders verecektik. Verilen

görevi kabul ettik; fakat bu kez de baflka bir sorun ortaya ç›kt›. S›n›flar bölünecekti... Ö¤renci listeleri al›nd›. Listenin sonunda yer alan yirmi ö¤renci afla¤›mahalleye gönderildi. Bu durumu s›n›fta ö¤rencilere aç›klamak oldukça zor oldu. Tüm gün okula gelmek yerine yar›m gün kahveden bozma dersli¤e gelmek çocuklar› mutlu etmemiflti. Hele yüzüme utangaç; ama sevgi dolu bir gülümsemeyle bakan Hasan... Kara gözlü, bu¤day tenli, al yanakl›, kara kafll› Hasan... Hasan’›n yafll› gözleri, buruk yüre¤i biraz da küskün bak›fl› beni çok etkilemiflti. Art›k her sabah afla¤›mahalleye gidiyor, o günün derslerini iflliyor, “Teflekkürler ö¤retmenim” sözleriyle çocuklar›m taraf›ndan u¤urlan›yordum. Aradan birkaç gün geçti. Bir akflam tek odal› köy evimde sonraki günün haz›rl›klar›n› yaparken duydu¤um sesle irkildim. “T›k, t›k, t›k...” Kap›m›n önüne minik tafllar›n at›ld›¤›n› duyuyor; ancak ç›k›p bakmaya korkuyordum. Sabah kap›m›n 111


Bütün Dünya • Kas›m 2007

önünü tafllarla dolu buldum. Bu olay, bir hafta boyunca devam etti.

B

ir akflam ev sahibim bu gizemli kifliyi yakalad› ve bana getirdi. Gözlerime inanamad›m. Bunu yapan Hasan’d›. Korkmufltu, titriyordu. ‹çeriye al›p sakinlefltirdim. Kap›ma tafl atmas›n›n nedenini sordum. Yüzüme bakam›yor yaln›zca susuyordu. Bir süre sonra kendini güvende duyumsay›nca “Ben sizi çok seviyorum, ö¤retmenim” dedi. “Siz beni ve arkadafllar›m› afla¤›mahalleye gönderdiniz. Art›k sizi tüm gün göremiyorum. Sizi görmek ve sizinle konuflmak için buraya geldim. Siz kap›ya ç›k›n ve beni görün diye de minik tafllar att›m. Ne olur beni affedin.” Yüre¤im erimifl, gözlerim dolmufltu. Beni her zaman, her yerde görebilece¤ini, konuflabilece¤ini ve onu çok sevdi¤imi söyleyince rahatlad›. Sevinçle evinin yolunu tuttu. Hasan ›fl›l ›fl›l gözleriyle yine gülümsemeye bafllam›flt›. Aradan bir ay geçti. Her zamanki gibi afla¤›mahalleye derse gitmifltim. Hasan s›n›fta yoktu. ‹çimi bir s›k›nt› kaplad›. Ö¤leden sonra kendi s›n›f›ma döndüm. Dersler birbirini izliyor, soluklanmalar bahçe nöbetiyle geçiyordu. Üçüncü soluklanma bitmifl, ö¤rencileri s›n›flar›na almaya çal›fl›yordum. Bir anda büyük bir patlama sesi duyuldu. Ard›ndan bir tane daha...

Korkmufl, kayg›lanm›fl, paniklemifltim. Çünkü buras› terörün yafland›¤›, köylerin bas›l›p masum insanlar›n öldürüldü¤ü, s›k s›k çat›flmalar›n ç›kt›¤›, Türk Silahl› Kuvvetleri’nin güvenli¤i sa¤lamak için canla baflla çal›flt›¤› bölgelerden biriydi. Ö¤retmen arkadafllar›m da flaflk›n ve endifleliydi. Bir saat sonra 5 askerin okula gelifliyle durum ayd›nland›. Dargeçit’in çevresindeki tepelerde oyun oynayan birkaç çocuk, tepede bulduklar› iki el bombas›yla oynarken bombalar arka arkaya patlam›fl ve üç minik beden paramparça olmufl, yüreklerinin sesi bombalar›n sesine kar›fl›p susuvermiflti. O çocuklardan biri de benim ›fl›k gözlü küçük Hasan’›md›. Zaman durmufl, yüre¤im iki tafl aras›nda kalm›flt› sanki... Ah Hasan! Ah!.. Küçük Hasan!.. Bu minicik, masum yavrular›n sonu böyle olmamal›yd›. Bugün aradan 20 y›l geçmesine karfl›n Hasan ve çeflitli yerlerde terör kurban› olan ö¤rencilerimi unutam›yorum. Her Ö¤retmenler Günü benim için Hasan’› an›msatan, yüre¤imi burkan, gözlerimi dolduran; ama bir o kadar da azmime azim, gücüme güç katan günler oldu. Yeni Hasan’lar› kurban vermemek, bilinçli insan yetifltirip bilinçli bir toplum oluflturabilmek için ben buraday›m. Bu benim mesle¤im; çünkü ben bir ö¤retmenim...•

Astsubay, acemi erlere ilk dersini verirken sordu: “Paflayla binbafl› aras›nda ne fark vard›r?” Acemi erlerden biri hemen yan›t verdi: “Pafla yafll›d›r, fliflmand›r, babad›r, izin çoktur. Binbafl› gençtir, zay›ft›r, serttir, nöbet çoktur.”• 112

Balon Bal›¤› Difl G›c›rdat›r

G

enel anlamda konufl- öteki haberleflme, elektrik arac›¤›mak, bir canl›n›n ç›kar- l›yla yap›land›r. Bir iletken içinded›¤› sesin karfl› canl› ta- ki elektri¤in k›sa ve uzun süreyle raf›ndan bekkesilmesi ve bunun harflenen tepkiyi leri nas›l simgeleyece¤i gösterecek biçimde alg›- Hayvanlar belirlenmifl “Mors” haberlanmas› demektir. ProbAras›nda leflme düzenidir. Böylece lem, seslenenin ya da yarat›lan nokta ve çizgilekonuflan›n bekledi¤i teprin belli biçimi bir dilin kinin gösterilmesi olunharflerine karfl›l›k olduca, kullan›lan ortam›n ille ¤undan bu iflaretleri gönses olmas› gerekmeyebiderenin söyledikleri (kolir. Örne¤in, gemiciler bir ufltuklar›) anlafl›labilir. gemiden kimi bayrak Kimi a¤açlar ve kabenzeri bez ya da levha m›fllar kimyasallar üretip kullanarak öteki gemiyle çevreye yayarak kendi Erdo¤an görüflürler. Bu yönteme türlerinden öteki bireySakman “Semafor” denilir. lerle iletiflim kurarlar. Bu Ses gerektirmeyen bir kam›fllardan birine bir y›l 113


dadanan zararl›, kam›fl›n ertesi y›l büyük çapta de¤ifliklik yapmas› sonucu ayn› zarar› veremez. Bunu, üretti¤i kimyasalla çevredeki tüm kam›fllara bildirdi¤inden o y›l kam›fll›kta bu zararl›n›n etkisi hemen hemen görülmez.

ki insan›n ya da iki insan toplulu¤unun haberleflmesi için duman, ayna iflaret direkleri gibi çok çeflitli araçlar kullan›lm›flt›r. Fakat suda yaflayan canl›lar›n en önemlilerinden olan bal›klar hiçbir iletiflim arac› kullanamazlar. Karfl›l›kl› konuflmay› temelde iletiflimi, vücut hareketleriyle ya da su içinde duyulabilen kimi gürültülerle veya ürettikleri az ya da çok güçlü elektrikle yaparlar. Birçok türü bulunan kimileri tatl›, kimileri tuzlu sularda yaflayan balon (fliflen) bal›klar›n (Sphoeroides maculatus gibi) kimi isteklerini ya da istemediklerini vücut hareketleriyle (beden diliyle) belirtir. Az›l› bir avc› ile karfl›laflt›¤›nda etinin zehirli oldu¤unu gövdesini dikenlerin sard›¤›n› dolay›s›yla yemeklik olmad›¤›n›, yüzme kesesini su doldurup yutulamayacak denli irilefltirerek anlat›r. Böylece su yüzeyine ç›kar. Yüzeyin tehlikelerini bilen avc›lar art›k ona yaklaflamazlar. 114

Ad›n›n balon bal›¤› ya da fliflen bal›k olmas›n›n nedeni, avc›lar› cayd›rmak ya da densizlerin yapt›klar›na k›zd›¤›n› göstermek için gövdesini ilk vücut büyüklü¤ünün birkaç kat› denli fliflirebilmesidir. Bal›klar›n ço¤u gibi balon bal›¤› da vücut dilini kullan›p iletiflim kurmakla birlikte örne¤i çok olmayan kimi bal›klar gibi difllerini g›c›rdatarak da haberleflmeyi baflar›r. A¤z› çok küçük oldu¤undan g›c›rdatman›n oluflturdu¤u ses dalgalar›, a¤›zdan güçlü dalgalar biçiminde ç›kar ve oldukça uzaklara ulafl›r. Balon bal›¤›n›n nas›l ve ne tür ses ç›kard›¤›n› araflt›rmak önemlidir. Çünkü sonarla çal›flanlar bu gibi sesleri komflu teknelerden gelen pervane seslerinden ay›r›p düzgün bir karar vermek için bu ve bunun gibi daha birçok sesi tan›mak zorundad›rlar. Alg›lanan binlerce sesin hangi araca ya da canl›ya iliflkin oldu¤u seslerin frekanslar›ndan an›nda tan›yan bilgisayarlar yard›m›yla anlafl›l›r. Özetle, do¤a her yönden titizlikle incelenmeli ve kullan›m alan› olup olmad›¤›na bak›lmaks›z›n canl›lar›n özellikleri tan›nmal›, yaflamak için problemlerinin çözüm ilkeleri saptanmal›d›r.•

Demokrasi Eskidi mi?

nsan›n kendisini yönetmesi mi “gerçekler” hemen su yüzeyiilk bak›flta çok do¤ru ve adil ne yükseliverdiler. ‹fle eldeki bir olgudur. Mu? Acaba öyle malzemeyi kurcalayarak bafllamidir? Yoksa bu yaln›zca bir d›m. ‹flte proje: halk efsanesi midir? Turist rehberYap›lacak ifl: ‹nsanlar›n idare li¤i yanl›fl m›d›r? edilmeleri... (En öz taBugünlerde “Sen›m bu olsa gerek.) çimler” “Meçimler” Amaç: Mutluluk, derken akl›m› flu deadil düzen, falan filan... mokrasi ve toplum yöDetaylar: Ekononetimi kavramlar›na tamik, sosyal, e¤itsel, k›lm›fl buldum. Herkes sa¤l›ksal, falan filan... sa¤a bakarken, solda Zaman: Yaflam h›zla ne oldu¤unu görmeye akt›¤› için hemen, derçal›flmak benim uslanhal, acilen, falan filan... maz huylar›mdan biri Temel öge: ‹nsan Ali Murat oldu¤u için da¤›tmaya (falan› filan› yok..) Erkorkmaz karar verdim yüzy›lla“‹fl”e yukar›dan ve “Çocuklar›” bakt›¤›n›zda iki kiflilik r›n do¤rusunu... bir ifl yerinin yöneDaha en baflta ki115


timiyle bir ülke yönetimi aras›nda en önemli fark›n bir kalabal›k oldu¤unu görürsünüz.

B

u kalabal›k içinde insanlar yönetenler ve yönetilenler diye ikiye ayr›l›rlar. fiirketlerde “memur” ve “iflçiler”e karfl›n “müdürler” ve “patronlar” vard›r. Devletlerde de “halk” ve “hükümet” bu görevleri paylafl›rlar. Tamam m›? Tamam.

Diyelim ki sizin bir flirketiniz var. Bu flirketi yönetmek için bir sistem kurmak istiyorsunuz. Ne yapars›n›z bunun için? Yetkin birilerini arars›n›z, de¤il mi? Ararken ne yapars›n›z? Konunuzda bilgi ve deneyime sahip insanlara ve kurumlara dan›fl›rs›n›z. fiirketinizi bilimsel olarak yönetecek ve sizi mutlu kazançlara tafl›yacak insanlar› arar, bulur ve iflin bafl›na geti116

rirsiniz. Çünkü bilirsiniz ki temel olan bilimselliktir ve flirketin bilimsellik d›fl› yönetilmesi sizi yaln›zca ve yaln›zca iflasa götürür. fiirket çal›fl›nca da yapaca¤›n›z üretimle ilgili vaatler ve sözler gündeme gelir. Hem devlete hem de son kullan›c›ya verece¤iniz garantiler vard›r. Mal›n kalitesi, fiyat›, teslim zaman›, falan filan... Bunun için sözleflmeler imzalan›r, çekler, senetler havada uçuflmaya bafllar. Sözünüzü tutamazsan›z, fliddetsiz ve fliddetli cezalara çarpt›r›l›rs›n›z. Diyelim ki, konunuz inflaat... Diyelim ki, mal sahibiyle bir sözleflme yaparak 24 ayda inflaat› anahtar teslim bitireceksiniz. Ve diyelim ki, inflaat›n detaylar› da flöyle, flöyle ve flöyle olacak. Ya olmazsa? Ne olacak olmazsa? Geç biten her gün için ceza ödemez misiniz? Hatta cezaevine girmez misiniz? Çünkü temel olan sözlerin yerine getirilmesidir. Devlet yönetimi de flirket yönetiminden farkl› de¤ildir. Yöneticiler hükümet, çal›flanlar halkt›r. ‹fl hacmi inan›lmaz boyuttad›r ve gerçekten do¤ru ellerde olmak zorundad›r yoksa iflas kaç›n›lmazd›r. Peki, hükümet üyeleri sözlerini yerine getirmediklerinde niye ceza ödemiyorlar? Nas›l öylece çekip gidebiliyorlar ellerini kollar›n› sallayarak? Kimler seçer yöneticileri? Halk m›?

Demokrasi Eskidi mi?

Halk›n büyük ço¤unlu¤u b›rak›n devlet yönetiminin nas›l olmas› gerekti¤ini, evlerini bile yönetmekte yetersiz. E¤itim düzeyleri yetersiz oldu¤undan olaylara bilimsel yaklaflmaktan uzak, günlük yaflama tutunmaya çal›flmakta... Kahveler a¤z›na dek kendini yetifltirmek diye bir sorumluluktan uzak duran insanlarla dolu. Yollar da öyle... Okullar da... Gençler bilgifller oyunlar›n›n ard›nda adlar›n› bile zor heceliyebiliyorlar. Okuyan

da k›sa yoldan köfleleri dönmeye çal›flm›yorlar ki? Özellikle bilime yeterli puan vermekten kaç›nan ülkemizde televizyonlarda i¤renç ba¤›rt›larla göbek atmak, “televole kültürü”nden vurgun vurmak varken neden üç befl kurufla k›t kanaat yaflay›p bilime s›¤›n›yorlar ki? Madem o denli ak›ll›lar, göremiyorlar m› dünyaya bir kez gelindi¤ini ve popüler kültüre paralel hareket etmeyenlerin aç öleceklerini?.. Ne yaz›k ki, bilime inanmayan-

neredeyse yok. Herkes Amerikanyal› olma telafl›nda... Merdivene yüz veren kimse kalmad›. Halk›n derdi asansörle ç›kmak... T›rmanmak zahmetli... Herkes çocu¤unu okutmak istiyor; ama ideal meslek futbolculuk ile mankenlik aras›nda bir yerlerde... Fakat o da ne? Kendilerini konular›na adam›fl flu bilim insanlar› da neyin nesi? Üniversitelerde, hastanelerde falan araflt›rma yapan bu az›nl›k neyin peflinde? Neden onlar

larla inananlar›n aras›ndaki oran tüm dünyada binde bir gibi...

Çizimler: Ali Murat Erkorkmaz

Bütün Dünya • Kas›m 2007

B

u korkunç olgu, inananlar›n bafl›nda ateflten bir çember oluflturmakta. Genifl halk kitleleri hâlâ hurafe peflinde... Okuduklar› halde e¤itilemeyenler de iflin cabas›... “Cahil halk rahat yönetilir” ilkesi hâlâ her ülkede geçerli... Hangi hastanede bir hasta tedavi edilirken hademeler, hasta117


Demokrasi Eskidi mi?

Bütün Dünya • Kas›m 2007

bak›c›lar, hemflireler, doktorlar ve hastalar› ziyarete gelenler eflit oy hakk› ile nas›l bir tedavi uygulanaca¤›n› oylarlar? Biiip. Do¤ru yan›t “hiçbirinde” olacakt›.

E

vet, hiçbir hastane böyle bir saçmal›k yapmaz. Konu ortopediyse, ortopedist doktorlar, kalpse kalpçiler, beyinse beyinciler biraraya gelip “konsültasyon” yapa-

rak, yani bilimsel bir kurul oluflturarak yap›lacak eylemi kararlaflt›r›rlar. Siz b›rak›n hasta yak›n› olmay›, hastan›n kendisi olsan›z bile yap›lacak ifllem hakk›nda söz söyleyemezsiniz. Bir hademenin bir doktorla eflit yetkiye sahip olmas› sizce do¤ru mudur? Devlet yönetimi de bir operasyondur. Hem de öyle bir operasyondur ki, b›rak›n o ülkede yafla118

yan vatandafllar›n geleceklerini mahvetmesine, öteki ülke sakinlerini bile periflan edebilecek güce sahiptir. Süper güçlerin yüzy›llard›r Ortado¤u’yu hallaç pamu¤u gibi atmalar› buna iyi bir örnektir. Milyonlarca insan›n kaderi “iflini bilen” yöneticilerin verecekleri kararlara ba¤l›d›r. Yukar›daki amcalar›n bir küçük k›p›rdan›fllar› afla¤›daki day›lar›n ve halalar›n milyonlarcas›n›n mahvolmas›na neden olabilir. Oysa bugün her vatandafl ayn› oya sahip. Ayn› ve eflit. Devlet yönetimi konusunda doktora yapm›fl bilim insanlar›n›n da, kahve köflelerinde piflpirik oynayarak yaflam›n› geçirenlerin de... Üstelik say›sal ço¤unluk çok büyük oranlarda kahve köflelerinde... Bilimciler ne yaparsa yaps›nlar verecekleri her ak›ll› oya karfl› bilinçsiz binlerce oy gelip onlar› ezecek. Yani görünen o ki bilim asla de¤erlendirilemeyecek. ‹flin bir öteki yönü de alan farkl›l›klar›... Ben bir mimar olarak Bay›nd›rl›k Bakanl›¤› konusunu bir tar›m iflçisinden çok daha iyi bilirim. Tar›m iflçisi de kendi konusunu bilir. Doktorlar ve hemflireler sa¤l›k alan›n›, sanayiciler sanayiyi falan filan... Bizim mimarlar olarak birkaç yüz bin oyumuza karfl›n yaklafl›k yetmifl milyon insan farkl› oy vermekte. Bu her

alanda geçerli; çünkü her alan tümün yaln›zca bir parças›. Ülkelerde hiçbir konunun çal›flanlar› o ülke nüfusunun yar›s›ndan fazlas›n› oluflturmazlar. Bu nedenle konu d›fl› olanlar her zaman konu içi olanlardan fazla oya sahiptir. ‹flte yanl›fl buradad›r. Seçimler bir partiye, bir lidere endekslidir. O parti lideri kimleri nereye koyarsa sihirli de¤nek onlardad›r. Üstelik ayn› insanlar bir tar›m bakan› olurlar, bir sa¤l›k... Bir dönem sonra da savunma... Onlar da diledikleri kiflileri atarlar en üst düzey makamlara... Ne ekspertiz vard›r ortada ne de bilimsellik.

çal›flmalarla ödüller alan sa¤l›k çal›flanlar›n›n daha da çok oy hakk› oldu¤unu düflünün. Oy oranlar›n›n kiflilerin yapt›klar› hizmetler ve o alandaki geçirdikleri y›llara göre artmas› da iflin detaylar›ndan biri... Oysa herkese eflit ve tek bir oy ne kadar rahat. Siz yaflam›n›zda ne yaparsan›z yap›n, ister h›rs›z olun, ister tembelin teki, bir sosyoloji profesörüyle ayn› oya sahipsiniz bu ülke yönetiminde...

O

ylar hem alanlara göre hem de kademede kullan›labilse bilime de yer aç›labilir. Öyle ya, ülke hepimizin ve hepimiz kaderimizi belirleyecek yöneticilerimizi seçerken söz sahibi olmal›y›z. Nas›l m›? Kiflilerin bilimsel yetkileri, çal›flma alanlar› ve en önemlisi baflar›lar› oran›nda farkl› oy yüzdeleri olabilse bugünkünden daha baflar›l› insanlar yönetime gelebilir. Örne¤in sa¤l›k bakan› ve üst düzey yöneticileri seçilecekken s›radan halk›n birer oyu, sa¤l›k personelinin ise farkl› oy say›lar› olmas› gerekir. Hastabak›c›lar›n befler, hemflirelerin onar, doktorlar›n yüzer oyu olmas› gibi kademelenme daha bilinçli seçime yol açar. Yapt›klar›

Y›llar önce Kad›köy Maarif Koleji’nde okurken bir ö¤renci temsilcisi seçimi yap›lm›flt›. Ö¤retmenlerin bizlere seçtirtmeye çal›flt›klar› Turhan adl› arkadafl›m›z çok ak›ll›, uslu, derslerinde baflar›l› hofl bir arkadafl›m›zd›. Ama gelin görün ki iflin içinde muziplik vard› ve bizim aday›m›z s›n›f›n en matrak, karnesi en k›r›kl› gençlerinden ‹hsan’d›. ‹ki119


Bütün Dünya • Kas›m 2007

si de sevdi¤imiz gençlerdi; ama serde gençlik vard› ya, s›rf ö¤retmenlere ters düflme ad›na ‹hsan mutlaka seçilmeliydi. S›k› bir kampanya bafllat›ld›. Elim kaleme yatk›n oldu¤u için iflin propaganda yönünü ben üstlendim. Bir y›¤›n poster çizdim. Hatta bir slogan›m “Gemi Da¤ Gibi Dalgalarla, ‹hsan Sorunlar›n›zla Bo¤uflur” o zamanlar fliirlerinin bas›lmas› yasak olan Naz›m Hikmet’in bir laf›yla örtüfltü¤ü için okula sivil polis gelmiflti. Konserler düzenlemifl, allem etmifl kallem etmifl “cahil” alt s›n›flar›n ‹hsan’› benimsemelerini sa¤lam›flt›k. ‹hsan seçilmifl, bir ay sonra da bir disiplin suçundan okuldan kovulmufltu. Yerine gelen Turhan çok ak›ll› bir biçimde görevini yapm›flt›. Konu gelip elitizme dayan›yor gibi görünüyor; ama bu düz bir elitizm de¤il. Bu, bilim elitizmi. Bilime dayal› olmayan hiçbir fleyin ak›ldan destek alamayaca¤› varsay›l›rsa bilim elitizmi yaflam›n tüm ayr›nt›lar›nda yer almas› gereken esas temel tafl›d›r. “Hamili kart yak›n›md›r” tümcesinin yerine “Bilime dayal› çözüm yak›n›md›r” devreye girmekte gecikirse

korkar›m zaten çat›rdamakta olan tavan tümden çökecektir. Demokrasi s ö z c ü ¤ ü gelifltirildi¤inde bilim henüz filizlenmekteydi. ‹nsanlar›n neredeyse tümü hemen hemen ayn› fleyleri yapmaktayd›. Ne sanayi vard› ne de bilgifllerler. O gün için tutarl› olan “bilim yerine insan adedine dayanan” yönetimler dünyay› bugüne de¤in flöyle böyle; ama çok kanl› ve periflan bir halde tafl›d›lar. Ama art›k uzaya gidiliyor. O¤lum Kanada’da arabada giderken ben Bodrum’da denizde onunla konuflabiliyorum. Art›k insan›n içini röntgen filmleriyle görüntülemiyorlar. Dijital BT ile p›r›l p›r›l fotograf›n› çekiyorlar. Havan›n dört gün sonra kaç derece olaca¤› biliniyor. Her y›l bir y›¤›n üniversite aç›l›yor. Art›k bilim dönemi ve bilim a¤›rl›¤›n› halk yönetime koymak zorunda. Annemin benim bafl›m a¤r›d›¤›nda bana ilaç önermesine fazla ses ç›kartmam. Akl›m yatmazsa da o ilac› almam; ama beni ameliyat edecek insan›n annem de¤il bir doktor olmas›n› isterim. Nas›l bir ameliyat gerekti¤ini de vatandafllar›m›n oylar›yla belirlemem.• AliMuratErkorkmaz@butundunya.com.tr

Cinayet suçuyla tutuklanan adam, idama mahkum edilmiflti. Yarg›ç mahkemede karar› ve nedenlerini okuyordu; ama yaz› oldukça uzundu. Yarg›ç dayanamad› ve elindeki ka¤›d› suçluya uzatt›: “Al bu ka¤›d›, o¤lum” dedi. “Bunu daha sonra sakin kafayla okursun...”• 120

“Son 50 y›lda Anadolu’da yaflanan göçlerin kentlerde hiç etkisi olmad› m› san›yorsun? ‹nsanlar›n kente gelince hemen kentli oldu¤unu düflünmüyorsun umar›m. Kentlerin köyleflmesinden yak›nanlar bana kal›rsa birincilerin istilas›na u¤ram›fl üçüncüler... Ve o üçüncüler bir fleyleri sürdürebilmek çocuklar›na daha iyi yaflam sunabilmek için askerin, devletin kat› önlemler almas›na bugünden raz› görünüyor.”

Kültür Üçlemesi... •Dr. Mehmet Uhri - Bütün Dünya•

G

örevli gitti¤im Van’da kal›fl›m›z uzad›kça yar›aç›k cezaevindeymifl duygusu giderek daha çok duyumsan›yordu. Birbirini kesen dört ana cadde ve bu caddelerin ortas›nda kentin en büyük çarfl› alan›, ne yöne gidersen git benzer bina, insan ve sokaklar... Kendine cezaevleri kurmada hayli baflar›l› olan ve cezaevlerini baflkalar›yla k›yaslayarak rahatlayan benim gibi büyük kent insanlar› için anlafl›l›r, anlat›l›r durum de¤ildi duyumsanan s›k›nt›... Öyle bir kent ki flöyle gidip geliyorsunuz bitiyor. Kaçmaya kalksan›z genelde k›fl koflullar› f›rsat vermiyor, ço¤u kez de kendiniz vazgeçiyorsunuz. Üstelik s›k›lmay› gerektiren durum olmamas›na, ifllerin yolunda gitmesine karfl›n kendinle bafl bafla kalacak yer bulamama endiflesi ya da ço¤umuzun yapt›¤› gibi tüketerek bir fleyleri unutacak büyük al›flverifl merkezleri olmamas›n›n verdi¤i garip hapsedilmifllik duygusuyla kentin iskele bölgesine göl kenar›na att›m, kendimi... Gün bat›m› yaklaflm›flt›. Rüzgar sert esiyordu. Tatvan vapuru iskeleden aç›lm›fl yola koyulmufltu. Güneflin Van Gölü üzerinde yapt›¤› renk oyunla-

r›na dalm›flt›m. Sakince gözden kaybolan güneflten artan ›fl›klar bulutlara vuruyor, gökyüzünde yang›n varm›fl duygusu uyand›r›yordu. Bir süre k›y›da yürüdüm. Dalgalar›n sesi ara s›ra duyulan mart› 盤l›klar›na kar›fl›yordu. K›y›ya vuran gölün sodal› suyunun çekilirken b›rakt›¤› köpükler k›sac›k ömürlerinde batan günefle “Merhaba” diyecek zaman bile bulamadan gözden kayboluyor, yerini yenilerine b›rak›yordu. Gölün uçsuz bucaks›zl›¤›n›n verdi¤i özgürlük duygusu kentin s›k›nt›s›n› atmama yetmiflti. Ancak çekilen güneflle birlikte giderek daha sert esen rüzgar› geç duyumsad›m. Hayli üflümüfl, titriyordum. ‹skeledeki restorana girip soban›n yan›na yerlefltim. Biraz ›s›n›p gevfleyince yandaki masada oturan adam dikkatimi çekti. Sonradan bölgede y›llard›r kaz› ve araflt›rmalar yapan arkeologlardan oldu¤unu ö¤rendi¤im beyefendi kitaplar›na gömülmüfl ara s›ra ald›¤› notlara göz at›yordu. Kendisini merakla izledi¤imi görünce bana bak›p gülümsedi ve “Bir süredir buradan sizi izliyordum” dedi. “Üflümemifl olman›za hayret etmifltim ki pes edip geldiniz.” 121


Kültür Üçlemesi...

Bütün Dünya • Kas›m 2007

“Do¤rusu kentte s›k›ld›m” dedim. “Kaçacak yer bulamay›nca gölün kenar›na kaç›p kendimle bafl bafla kalay›m istedim; ama günefl çekilince d›flar›s› h›zla so¤udu.”

G

ülümsedi. Masas›na davet edip iki çay söyledi. Sordu¤um için arkeolog oldu¤unu bölge tarihi üzerine y›llard›r emek verdi¤ini, çal›flmak için s›k s›k iskeleye geldi¤ini, Van Bölgesi’nin konumu nedeniyle bilinen tarih boyunca kültür ve uygarl›klar›n kar›flt›¤› bir yer oldu¤unu anlatt›. Bölgenin bugün bile göç al›p göç veren dinamik nüfusa sahip oldu¤undan söz edip “Görünen flu ki, günümüzde keflifmifl gibi sunulan uygarl›klar çat›flmas› buralarda tarih boyunca hep varm›fl” dedi. “Peki çat›flm›fllarda ne olmufl o uygarl›klar?” diye üsteledim. Elinin iflaret, orta ve yüzük parmaklar›n› gösterip üç iflareti yapt›: “Bu bölgenin bilinen 10 bin y›ll›k tarihini, kültürünü inceledim. Anlad›¤›m kadar›yla kültür özünde köklerini insan›n var oluflsal kayg›lar›ndan al›yor. ‘Uygarl›klar çat›flmas›’ dedi¤in nedir, ne amaçla kullan›l›yor bilemem; ama bana kal›rsa tarih boyunca birbirinden farkl› 3 kültür var olmufl, hep... Uygarl›klar ise bu kültürlerin üzerinde oluflmufl ya da çat›flm›fl.” Sonra eliyle tek tek parmaklar›n› gösterip “Birincisi can›n› kurtarma, kendine yaflayacak, o günü kurtaracak yaflam alan› aray›fl›yla göç edenlerin kültürü” dedi. “‹kincisi o gün için can›n› kurtarm›fl, bulundu¤u yaflam alan›nda karn›n› doyurup kendini devam ettirebi122

len; ancak bunu sürdürebilmek gelen göçlere karfl› koyabilmek için silahl› güç bulundurmak zorunda olanlar›n kültürü...” “Peki ya üçüncüsü?” “Birinci ve ikinci aflamay› geçip gelecek kuflaklar›n› da güvence alt›na almay› baflararak özgürleflen gelece¤e insanl›k yarar›na izler b›rakmaya çal›flan daha geliflmifllerin kültürü de üçüncüleri oluflturuyor” dedi. “Biz arkeologlar genellikle üçüncülerin b›rakt›¤› yap›tlar› bulup o günlerin yaflam›na, yaflam biçimlerine dair yorumlar yapabiliyoruz.” “Bu üç kültür aras›nda hayli fark olsa gerek” dedi¤imde kafas›n› sallad›: “Görünüyor ki, savafl ve yok olma kayg›lar›ndan yeni ç›km›fl birinciler için kültür, fliddet egemen savunma refleksleri do¤uruyor” dedi. “Kaba güç gibi savunma mekanizmalar› kültüre egemen oluyor. ‹zlerini her yerde görüyoruz.

“T

oplum güvenli¤ini askeri önlemlerle de olsa sa¤lam›flsa dahas› askeri önlemlerle açl›¤› önlemifl sosyal paylafl›m› oluflturabilmiflse var oluflsal kayg›lar›ndan ar›nm›fl yeni bir kültüre ikincilerin kültürüne yelken aç›yor. Bu kültür kaba gücü d›fllayan; ama var oluflu sürdüren askeri önlemlere kucak açan bu nedenle bireysel özgürlüklere s›rt çeviren özellikler tafl›yor. Toplum asker yetifltiren asker kültürüne sahip insanlar yetifltiriyor. Güvenli¤ini sa¤lam›fl savafl ve açl›ktan kurtulmufl gönenç toplumlar›ndaysa özgürlükler üzerinde yeni kültür, üçüncülerin kültürü beliriyor.

“B

u kültür kaba güce dayanan savunma refleksleri içeren savafl kültürüne uzakt›r, bu kültür açl›k savafl gibi var oluflu tehdit eden durumlarda özgürlüklerin rafa kald›r›lmas› ve askeri önlemler al›nmas›na da uzakt›r. Öteki toplumlar gibi var olufl kayg›lar› kalmam›flt›r. Bu kültür bunlardan çok daha ötede bireysel özgürlük kültürünü özünde bar›nd›r›r. ‹nsanl›¤›n bilgi birikimine en büyük katk›y› böylesi toplumlar ve onlar›n bireyleri yapm›fl, tarih boyunca...” “Peki bu üç kültür buralarda oldu¤u gibi biraraya geldi¤inde yaflanan çat›flmalar nas›l sonuçlan›yor, hangi kültür kazan›yor. Üçüncüler mi?” diye sorunca elini sallayarak, Keflke öyle olsayd›” dedi. “Tarih bize gösteriyor ki, hiçbir uygarl›k ne denli geliflmifl olursa olsun birincilerin sald›r›s›ndan kendini kurtaramam›fl. Ve ne yaz›k ki, hep birinciler kazanm›fl. Koskoca Roma ‹mparatorlu¤u’nu Vizigotlar denen barbar bir kavim ortadan kald›rm›fl.” “Bu durumun hiç istisnas› yok mu?” Kitab›n› aç›p içinden “Van Bölgesi Uygarl›klar›” bafll›¤› alt›nda s›ralanan maddeleri gösterdi. “Bildi¤im kadar›yla yok. Sald›r›ya u¤rayan ya da kendini sald›r› alt›nda duyumsayan geliflmifl dedi¤imiz üçüncüler y›k›m› önlemek çocuklar›na yaflanabilir bir ülke b›rakabilmek için ikincilerin kültürüne inmeye raz› olup daha totaliter askeri rejimlere dönüflmüfller. Gelecek kayg›s› ile bireysel özgürlüklerinden feragat edip askeri önlemlere totaliter yönetimlere yani ikincilerin kültürüne raz› olarak yaln›zca y›k›m›

geciktirebilmifller. Biraz zaman kazanabilmifller o kadar. Bu topraklarda yaflayan Urartular, Medler, Persler, Bizansl›lar hepsi göçlerden nasibini alm›fl kimi biraz zaman kazanmak için geri ad›m atm›fl; ama sonuçta hepsi tarihten silinmifller. Dahas› bu durum günümüzde de geçerlili¤ini koruyor.” “Günümüzde de mi? Nas›l yani?” “Son 50 y›lda Anadolu’da yaflanan göçlerin kentlerde hiç etkisi olmad› m› san›yorsun? ‹nsanlar›n kente gelince hemen kentli oldu¤unu düflünmüyorsun umar›m. Kentlerin köyleflmesinden yak›nanlar bana kal›rsa birincilerin istilas›na u¤ram›fl üçüncüler... Ve o üçüncüler bir fleyleri sürdürebilmek çocuklar›na daha iyi yaflam sunabilmek için askerin, devletin kat› önlemler almas›na bugünden raz› görünüyor.” “Peki ya sonras›?”

“S

onras› ayn› filmin yeni versiyonu... Birincilerin kültürünün kentlere egemen olmas›. Onlar›n çocuklar›n›n ikincil kültürü oluflturma çabalar›yla devam eden sosyal devinim. ‘Filmin hangi bölümündeyiz?’ diye soracaksan hiç sorma? Kendine hangi kültüre ait oldu¤unu ve hangilerinin kültüründe yaflad›¤›n› sor ya da herfleyi bofl ver hiçbir fley sormadan yafla. Ben öyle yap›yorum. Daha az ac› veriyor.” Gün bitmifl karanl›k her yere çökmüfltü. Çay için teflekkür edip izin istedim. Arkeologu orada kitaplar› ve notlar›yla bafl bafla b›rak›p kente döndüm. Karanl›k her yeri kapl›yor, sokaklar h›zla tenhalafl›yordu. Van’da yaflam gece vardiyas›na bafllam›flt›.• 123


1874 sergisine Monet 12 resim ile kat›lm›flt›. Bir elefltirmen de sergi için, Monet’in “‹zlenim” adl› yap›t›yla güya alay ederek, “‹zlenimcilerin Sergisi” ifadesini kullanm›flt›. Ama bilmeden yeni bir ak›m›n ad babal›¤›n› yapm›fl oldu. 1886’daki 8’inci ve son sergide art›k “‹zlenimcilik” deyimi iyice yerleflmiflti.

‹zlenimcilik Ak›m›n›n Babas›:

Oscar Claude Monet zlenimcilik (Empresyonizm) ak›m›n›n da kurucusu olarak bilinen Oscar Claude Monet’nin yaflam öyküsünü 74’üncü sayfam›zda kad›¤›m›z yerden aktarmay› sürdürüyoruz. ‹kinci Paris deneyimi, Monet’nin sanatsal yap›s›n›n özünü oluflturur. Bu kez Charles Gleyre’in atölyesine devam etti. Zaman ilerleyip de bilgisi artt›kça, akademik çal›flmalardaki geleneksel resim anlay›fl› Monet’de düfl k›r›kl›¤› yaratt›. Eskiler ne yapt›ysa yeni nesil de onun peflinden gidiyor, kendilerinden birfleyler katmay› pek düflünmüyorlard›. Yarat›c›l›k diye bir fley yoktu. ‹flte bu çeliflkileri yaflad›¤› dönemde Gleyre’in atölyesinde tan›fl›p yak›n dostluk kurdu¤u Renoire, Bazille ve Sisley ile yeni yaklafl›mlar› paylaflt›lar. Kapal› ortamlardan ve yapay renklerden kurtulup aç›k havada do¤al ›fl›kta resim yapmaya bafllad›lar. Fontainebleau Orman› onlar için ideal bir ortamd›. Çal›flmalar›, dönemin tipik “Salon” resimlerinden çok farkl›yd›. 1863 y›l› sonunda dört arkadafl Gleyre’in atölyesinden ayr›ld›lar. Belki çok küçük bir ayr›nt› gi-

‹nsanl›¤a Adanan Yaflamlar 124

bi görünse de 1840 y›l›nda boya tüplerinin gelifltirilmesi, ressamlar› atölyelerine ba¤›ml›l›ktan kurtard›. Monet ve arkadafllar›n›n da yeni bir ak›m yaratmas›na yard›mc› oldu. Önceden, toz boyalar haflhafl ya¤›yla kar›flt›r›larak macun durumuna getiriliyordu. Her ressam kendi boyas›n› kendi haz›rl›yordu. Boyalar, domuzun idrar torbas›ndan yap›lan küçük keseciklerde korunurdu. Ressam, gerekti¤inde bir çiviyle deldi¤i keseyi s›karak gereksinim duydu¤u kadar boya ç›kar›rd›. Ama bu yöntemde boya k›sa sürede kat›lafl›rd›. Tüp boyalar ç›k›nca hem tafl›nmas› hem uzun süre kat›laflmadan korunmas› sa¤lanm›fl oldu. Monet ile, yak›n dostu Bazille’in Batignolles semtinde ortak bir atölyeleri vard›. Monet ve arkadafllar›, semtin ad›yla, Batignolles Grubu olarak tan›n›yordu. Her pazartesi akflam› ayn› sokaktaki “Cafe Guerbois”da toplanan grup sanatsal konularda fikir al›flveriflinde bulunuyordu. Tüm konuflmalar›n hedefi, yap›tlar›n›n “Salon”da sergilenmesiydi. Her ne kadar grup olarak “Salon” anlay›fl›yla yap›lan çal›flmalara karfl› olsalar da, ünle125


Oscar Claude Monet

Bütün Dünya • Kas›m 2007

nebilmek için resimlerinin orada sergilenmesi gerekiyordu. aris’te, varl›¤›n› 200 y›ld›r sürdürmekte olan “Salon” ad› verilen çat› alt›nda toplu sergiler düzenleniyordu. Sanatç›lar, sergilenmesini istedikleri resimlerini buraya verirler, Frans›z Güzel Sanatlar Akademisi üyelerinden oluflan bir jürinin onaylad›¤›, bir baflka deyiflle sergilenmeye de¤er bulduklar› resimler “Salon”a kabul edilirdi. Ressamlar›n büyük ço¤unlu¤u, yap›tlar›n›n burada sergilenmesiyle ün kazan›yordu. Büyük çaba göstermelerine karfl›n, Monet ve arkadafllar›n›n resimleri ise her seferinde kurul taraf›ndan reddediliyordu. Gerekçe ise fluydu: “Belli bir konunuz yok. Neyi anlatmak istedi¤iniz anlafl›lm›yor. Kaba f›rça darbeleriyle sürülen renkler hiçbir klasik görüflü içermiyor.” Monet’nin “Yeflil Elbiseli Kad›n” ya da “Camille” ad›n› verdi¤i tablosu “Salon”un 1866 sergisine kabul edildi. Monet fleytan›n baca¤›n› k›rm›flt›. Bir sonraki y›l için “Bahçede Kad›nlar” tablosunu yapmay› planlad›. Bu tablo çok büyük olacakt›. Bunun için bahçesine 2,5 metre derinli¤inde bir çukur kazd›rd›. Tablo, bir makara sistemiyle afla¤› yukar› kolayca hareket ettirilebilecekti. Bu tablo çal›flmas› s›ras›nda bir gün Monet’yi ziyarete gelen arkadafl› Coubert, onun tual önünde hareketsiz oturmakta oldu¤unu gördü. Nedenini sordu¤unda, günefl ›fl›nlar›n›n a¤aç yapraklar›n›n üzerine düflmesini bekledi¤ini

P

126

ö¤rendi. Ressam böylece yapraklar›n renginin en do¤al an›n› yakalam›fl oluyordu. Ayr›ca resimdeki ›fl›k tualin her taraf›nda ayn› fliddette olmal›yd›. Monet’nin büyük titizlikle yapt›¤› “Bahçede Kad›nlar” tablosu 1867 “Salon” sergisine kabul edilmedi. Bu, ressam için büyük bir darbe oldu. Monet’nin resim çal›flmalar› yo¤un biçimde sürerken, parasal sorunlar da da¤ gibi büyümüfltü. Üstelik, “Yeflil Elbiseli Kad›n” tablosuna ve sonraki birçok resmine modellik yapan Camille Doncieux ile gönül iliflkisi meyvesini vermifl, 1866’da ilk çocuklar› Jean dünyaya gelmiflti. Yeni do¤an bebek, do¤al olarak masraflar› daha da art›rm›flt›. Sürekli ev de¤ifltiriyorlard›. 1868 y›l›nda intihara etmeyi denedi; ama kurtar›ld›. Bir gemi sahibi olan Mösyö Gaudibert Monet’ye parasal yard›mda bulundu. Kimi dostlar› da ona resim siparifl ettiler. Ancak problem bir türlü çözülemiyor, yaflamlar› sefalet içinde sürüyordu. 870 y›l› Monet için hareketli geçti. Önce, çocuklar› Jean ve (1878 y›l›nda do¤acak olan) Michael’in annesi Camille ile evlendi. “Ö¤le Yeme¤i” ad›n› verdi¤i tablosunu “Salon”a gönderdi; ama kabul edilmedi. Yap›t›n›n bir kez daha reddedilmesi sanatç›y› k›zd›rd›. Monet karar›n› vermiflti, bundan sonra “Salon”a resim göndermeyecekti. Fransa ‹mparatoru III. Napoleon 19 Haziran 1870’te Prusya’ya savafl ilan etti; ama kaybetti. Fransa kar›flm›flt›. Monet, ortam›n

1

kar›fl›k olmas› nedeniyle ve de parasal sorunlar›n›n alt›nda daha fazla ezilmeye dayanamayarak, eflini ve çocuklar›n› Fransa’da b›rak›p Londra’ya kaçt›. Savafl karfl›t› olan Monet, kaç›p can›n› kurtard›; ama çok yak›n dostu Bazille onun kadar flansl› de¤ildi. fiavaflta vurularak yaflama veda etti. Monet en iyi dostunu kaybetmiflti. onet’nin Londra’ya kaçmas› bir yönden çok iyi oldu. Ona ve grubundaki ressam arkadafllar›na sonradan parasal yönden büyük destek sa¤layacak olan, sanat yap›tlar› pazarlay›c›s› Paul Durand-Ruel ile tan›flt›. Savafl bitip de Monet Paris’e dönünce DurandRuel onun tüm tablolar›n› sat›n ald›. O da hemen Paris yak›nlar›nda Seine Nehri k›y›s›nda bir köy olan Argenteuil’de bahçe içinde müstakil bir ev kiralad›. Monet, Renoire, Sisley, Degas, Cezanne, Pissaro ve Morrisot’nun dahil oldu¤u 11 ressam 1873 y›l› Aral›k ay›nda “Sosyete Anonim”i oluflturdular. Bu toplulu¤un amac›, yap›tlar›n› ba¤›ms›z bir sergide biraraya getirmekti. Bunu hemen eyleme geçirip 15 Nisan 1874’de “Nadar” adl› Parisli bir fotografç›n›n sütdyo-

sunda ilk kez yap›tlar›n› sergilediler. Bu sergi, akademik çal›flmalar›n niteliklerine, dolay›s›yla “Salon”a karfl›yd›. Sanat çevresi de sergiye ve yap›tlar›na tepkili oldu. Örne¤in Monet’nin bu sergideki

M

“Yeflil Elbiseli Kad›n” “‹zlenim - Gündo¤umu” adl› yap›t› devrim olarak de¤il anlams›z olarak de¤erlendirildi. Sanatç›n›n “Capucines Bulvar›” adl› tablosu 127


Oscar Claude Monet

Bütün Dünya • Kas›m 2007

da elefltiriliyordu. Bu yap›tta insanlar birer nokta olarak gösterilmiflti. Bu da elefltirmenlerce, insan soyuna hakaret demekti. 874 sergisine Monet 12 resim ile kat›lm›flt›. Bir elefltirmen de sergi için, Monet’in “‹zlenim” adl› yap›t›yla güya alay ederek, “‹zlenimcilerin Sergisi” ifadesini kullanm›flt›. Ama bilmeden yeni bir ak›m›n ad babal›¤›n› yapm›fl oldu. 1886’daki 8’inci ve son sergide art›k “‹zlenimcilik” deyimi iyice yerleflmiflti. Monet, 1876 y›l›nda ikinci izlenimciler sergisine 18 tablosuyla kat›ld›. Bu arada, yap›tlar›n sergilendi¤i salonun sahibi Ernest Hoschede ile tan›flt›. Monet’nin hayran› olan Hoschede onu Rottenburg’daki malikanesine davet etti ve ona malikanenin bahçesinde bulunan kendi resim atölyesini kullanmas›n› önerdi. Bu arada Hoschede birçok izlenimcinin de tablosunu sat›n alarak onlara parasal yönden de destek oldu. Hoschede’nin 1878’de iflleri bozulunca elindeki tüm tablolar›, hatta evini satmak zorunda kald›. Paris’in 45 kilometre d›fl›ndaki Ventheuil’de bir eve tafl›nd›lar. O s›ralarda ikinci o¤lu Michael’i do¤uran Camille Monet çok hastayd› ve iyileflmesi olanaks›z görünüyordu. Hoschede Ailesi, çaresiz ve bak›ma gereksinim duyan Monet Ailesi’ni yanlar›na ald›lar. Camille’in 5 Eylül 1879’da yaflama veda ediflinden sonra, Alice Hoschede, Monet’nin o¤ullar›n› da kendi çocuklar› gibi büyüttü. Ernest Hoschede’nin ölümüyle dul kalan Alice Hoschede, Monet ile

1

128

birlikte yaflamaya bafllad›. 1892 y›l›nda evlendiler ve bu evlilikleri Alice’in 1911 y›l›nda yaflama veda edifline dek sürdü. Monet, Argenteuil ve Le Havre’a gidip gelirken trene bindi¤i St. Lazare Gar›’n› bir ressam gözüyle incelemifl ve günün farkl› saatlerinde ›fl›k oyunlar›n›n neden oldu¤u anlam de¤iflikliklerinden çok etkilenmiflti. ‹zlenimcilerin 1877’deki üçüncü sergisine Monet toplam 30 tabloyla kat›ld›. Bunlardan 7 tanesinde yaln›zca St. Lazare Gar›’n› çal›flm›flt›. Monet, bu gar ile ilgili bir an›s›n› da flöyle anlat›yor: “St. Lazare Gar›’n›, tam trenin kalk›fl an›nda gösterece¤im. Lokomotiflerden ç›kan yo¤un buharlardan çevre zorlukla görülebilecek. Büyüleyici bir gürünüm, bir düfl dünyas› olacak.” Bu resmi elbette ezberden yapmay› düflünmemiflti. Günefl ›fl›nlar›n›n lokomotifleden ç›kan buhar›n üzerindeki oynaflmalar›n› yakalayabilmek için resmi yerinde yapacakt›. ar müdürü ile görüfltü. Ona, “Bir gar resmi yapaca¤›m. Bu ya Nord ya St. Lazare olabilir. Ama sizinki çok daha nitelikli” diye iltifat edince fazlas›yla etkilenen müdür, tren makinistine, Monet resim yaparken lokomotifin buhar ç›karmay› sürdürmesini söyledi. Sanatç› burada özellikle trenlerin ç›kard›¤› buhar›n gar›n görüntüsü üzerindeki etkilerini inceliyordu. Ayr›ca günün de¤iflik saatlerinde ›fl›¤›n yapt›¤› de¤iflimleri de yine bu yedi resimde betimlemeye çal›flt›.

G

Camille öldü¤ünde Monet’nin parasal s›k›nt›s› sürüyordu. 1881 y›l›nda, Monet’nin Londra’da tan›flt›¤› sanat yap›tlar› pazarlay›c›s› Paul Durant-Ruel, tablolar›n› satmak üzere Monet ile bir sözleflme imzalad›. Bu sözleflme, ressama her y›l 30 bin frank gelir sa¤layacakt›.

bilmek için 1891 y›l›nda dizi resim yapma çal›flmalar›na bafllad›. Dizi resimlerinin ilki “Saman Y›¤›nlar›”yd› ve çok baflar›l› oldu. Bunu “Kavaklar” serisi izledi. Sonra “Rouen Katedrali” dizisi

arasal yönden rahatlayan Monet, 1883 y›l›nda Paris’e yak›n, Sen Nehri üzerindeki Giverny köyüne tafl›nd›. Burada “Elma Cenderesi” diye adland›rd›klar› bir eve, Monet, iki o¤lu, Madam Hoschede ve befl çocu¤u yerlefltiler. Monet, bu tarihten sonraki yaflam›n›n tümünü burada geçirdi. 1887 y›l›nda DurandRuel, New York’ta bir sanat galerisi açt› ve Monet’nin tablolar›n› burada sergiledi. 1889 y›l›nda Monet ve ünlü yontu dehas› Rodin ile birlikte Paris’te bir sergi düzenlediler. Monet, günefl ›fl›¤›n›n, nesnelerin üzerinde yaratt›¤› etkiyi görmüfltü. Ayr›ca, günün de¤iflik saatlerinde ayn› nesnenin üzerine gelen “Güneflin Ifl›klar› Alt›nda Rouen Katedrali” gün ›fl›¤›n›n aç›s› de¤iflti¤inde, ›fl›k-gölge etkileflimi saye- geldi. S›rf katedralin resmini yasinde, nesnede anlam de¤iflikli¤i- pabilmek için katedrale bakan bir ne neden oldu¤unu da keflfetti. oda kiralad›. Burada, günün farkBu keflfinin gerçekli¤ini kan›tlaya- l› saatlerinde ›fl›¤›n katedralin ay-

P

129


Bütün Dünya • Kas›m 2007

n› bölümleri üzerindeki de¤iflmelerini görüntüledi. Katedralin toplam 30 tablosunu yapt›. rt›k parasal yönden rahatlam›flt›. 1895’te sergiledi¤i “Ruen Katedrali” resimlerinin her birini 15 bin franka satt›. Giverny’deki oturdu¤u evi ve yan›ndaki çay›r› sat›n ald›. Alice ile evlendi. Evini bir çiçek bahçesine çevirebilmek için alt› bahç›van tuttu. Ayr›ca yine evinin bahçesinde, Japonya’dan özel olarak getirtti¤i çiçeklerle bir nilüfer gölü oluflturdu. Nilüfer gölü üzerine yapt›rd›¤› “Japon Köprüsü”, son yap›tlar›n›n konusu oldu. Hem deli gibi çal›fl›yor hem de geziyordu. 1899-1900-1901 y›llar›nda ‹ngiltere’ye yapt›¤› gezilerde Thames Nehri, Westminister Katedrali ve benzer önemli yap›tlar› içeren 100’den fazla tablo yapt›. 1907’de Alice ile birlikte, özel flöförünün kulland›¤› otomobil ile ‹spanya’ya gitti. 1908 ve 1909’da Venedik’e gitti. ‹zlenimcili¤i, dönemin sanat elefltirmenlerinden biri esprili bir biçimde kafay› ›fl›¤a takm›fl bir ak›m olarak tan›mlam›flt›. Monet’nin, 1896 y›l›ndan buyana yaflama geçirmek istedi¤i bir düflü vard›: Büyük boyutlarda ve çok say›da nilüfer çiçe¤i tablolar› yapmak; bunlar› büyük bir salonun dört duvar›n› da çepeçevre saracak biçimde yerlefltirmek... Bu projesini uzun süre gerçeklefltiremedi. Sonunda, Frans›z Baflbakan› Clemenceau 1915 y›l›nda sanatç›ya, nilüfer çiçeklerini tamamlarsa, ona uygun bir ortam sa¤layaca¤› sözünü verdi. Monet’nin

A

130

düflü art›k gerçek oluyordu. S›rf bu tablo serisini yapabilmek için Monet 23 metreyi aflan uzunlukta bir atölye yapt›rd›. Ve bu muhteflem proje 1926’da tamamland›. Monet yaln›zca resim yapmak, onlar› sat›p para kazanmak gibi yüzeysel duygu ve davran›fllar içinde olmayan bir sanatç›yd›. Çevresine sürekli soran gözlerle bakard›. Örne¤in, resim çal›flmalar› s›ras›nda çok ama çok önemli bir ayr›nt›y› keflfetti. O güne dek ressamlar gölge için siyah ve tonlar›n› kullan›yordu. Ama Monet gölgelerin siyah olmad›¤›n› ayr›msad›, gölge yapmak için tamamlay›c› renkleri kulland›. S›radan renkler gibi gölgelerin de çevrelerindeki renkleri yans›tt›¤›n› gördü. Gölge renklerinin de çeflitli ve yo¤un oldu¤unun ay›rd›na vard›. Monet bu bulufluyla insanlar›n renge bak›fl aç›s›n› kökünden de¤ifltirdi. Bu konuda yapt›¤› say›s›z çal›flma sonras›nda izlenimlerini flöyle aç›kl›yordu: “Gölge, önünü kesen nesneden dolay› belli bir yönden gelen ›fl›¤›n kayb›d›r. Ayn› zamanda da çevresinden yans›yan ›fl›¤› üzerine al›r. Bu nedenle de her gölge çok farkl›d›r ve kendine özgüdür.” na göre renk, parlakl›¤›n› konrast›n gücüne borçludur. Renkler, bütünleyicileriyle yan yana geldiklerinde en parlak görünümlerine kavuflurlar. Tualin üzerinde hiçbir ön taslak çizim yapmadan do¤rudan boyayla çal›fl›rd›. Tuale renk yans›tmamak için koyu renkli elbiseler giyerdi. Monet, suyla ilgili resimler ya-

O

Oscar Claude Monet

pabilmek için kendisine bir “yüzen atölye” ya da “stüdyo tekne” yapt›rd›. Resim yapmak için gereken malzemelerini bir kay›¤a dolduruyor, sonra kay›¤a binip k›y›dan aç›l›yor ve planlad›¤› resim çal›flmas›n› yap›yordu. K›saca objeyle bütünlefliyordu. Onun kay›k içinde resim çal›flmalar› yapmas›, arkadafl› Eduard Manet’nin de çok hofluna gitmiflti. Monet, Camille ve tekneyi, 1874’de yapt›¤› “Kay›k” adl› tab-

losunda ölümsüzlefltirmifl oldu. Monet, 1923 y›l›nda bir katarakt ameliyat› oldu. 1925 y›l›nda, yüksek beklentilerini karfl›lamad›¤› gerekçesiyle kimi tablolar›n› yakt›. Yaflam›n›n son an›na dek resim yapmay› sürdürdü. Ama yakaland›¤› akci¤er kanserinden kurtulamayarak 6 Aral›k 1926’da yaflama veda etti.• YucelAksoy@butundunya.com.tr

Emniyet amiri, çal›nan arabas›n› iki gün sonra evinin kap›s›nda buldu. ‹çinde k›sa bir not vard›. Notta flunlar yaz›l›yd›: “Say›n müdür, iki günlük bir ifl için gereksinim duydu¤umdan araban›z› alm›flt›m. Bunu h›rs›zl›k olarak de¤erlendirmemenizi rica ederim. Gerçekten affetti¤inizi anlarsam çok mutlu olaca¤›m. Notla birlikte b›rakt›¤›m biletlerle hafta sonunda tiyatroya gelirseniz, affedildi¤imi anlay›p özür dilece¤im.” Emniyet amiri efliyle birlikte hafta sonu tiyatroya gitti ve özür dileyecek kifliyi bekledi. Bu ifle cesaret eden adam› gerçekten merak ediyordu; ama tiyatroda yan›na hiç kimse gelmedi. Emniyet amiri evine dönünce evinin soyulmufl oldu¤unu gördü. Aynan›n önüne b›rak›lm›fl bir de not vard›. Notta flunlar yaz›l›yd›: “Evinizi soymam›z için bize iki saatlik bir zaman verdi¤iniz için çok teflekkür ederiz.”• Adam komedi filmi izliyor ve kahkahalarla gülüyordu. Gözü önündeki koltu¤a iliflince donakald›. Kocaman bir köpek de komik sahnelerde kahkahalar at›yordu. Ifl›klar yan›nca köpe¤in yan›nda oturan adama do¤ru e¤ildi ve flaflk›nl›¤›n› belirtti: “Beyefendi” dedi. “Köpe¤inizi görünce küçük dilimi yutuyordum. Hiç böyle bir fleyle karfl›laflmam›flt›m. Ne ak›ll› bir köpek bu...” Köpe¤in sahibi tüm bu sözleri dinledikten sonra kendi flaflk›nl›¤›n› anlatmaya bafllad›: “Benim için de sürpriz oldu” dedi. “Filme gelmek istemiyordu. Daha önce bu filmin roman›n› okumufl ve be¤enmemiflti...”• 131


1001 Güzel Söz •Derleyen: Halil Can - Bütün Dünya• •Dünyada herkes mutlu olmak ister. Fakat sizi mutlu eden fley ne oldu¤unuz ve ne yapt›¤›n›z de¤il, sizin görüfl ve duyuflunuzdur. Dale Carnegie •‹nsan›n herfley aya¤›na gelir, insan yaln›z beklemesini bilmelidir. Benjamin Disraeli

•E¤er yaflamda gerçekten bir anlam varsa, ac›da da bir anlam olmal›d›r. Ac› da yaflam›n kader ve ölüm denli silinmez bir parças›d›r. Ac› ve ölüm olmaks›z›n insan yaflam› tamamlanm›fl olmaz. Victor E. Frankl

•Kendinizden baflka kimse size bar›fl getiremez. Ralph Waldo Emerson

•Mal›n› kaybeden bir fleyini kaybeder, namusunu kaybeden birçok fleyini kaybeder. Cesaretini kaybeden herfleyini kaybeder. Cicero

•Yaflama yeniden bafllasayd›m, saniyelerin nabz›n› tutard›m. Fyodor M. Dostoyevski

•Zaman›n› bofla harcama; çünkü zaman, yaflam›n kendisidir. Benjamin Franklin

•Küçük fleyler yaflam›n bütününü oluflturur. Charles Dickens

•Güç ve güveni hep d›fl›mda arad›m; ama bunlar insan›n içinden gelir. Ve her zaman oradad›rlar. Sigmund Freud

•Mutsuzluk yaflad›¤›m›z olayda de¤il, bizim ona gösterdi¤imiz tepkidedir. Thomas A. Edison •Yaln›z kendisini düflünen insan, yumurtas›n› piflirmek için komflusunun evini yakar. Francis Bacon •‹nsan; ancak yüre¤iyle bakt›¤› zaman do¤ruyu görebilir. Gerçe¤in mayas›n› gözler göremez. A. S. Exupery 132

Ü

nlü fotograf sanatç›s› S›tk› F›rat, Bir Baflkad›r objektifiyle sizi Türkiye’nin Benim da¤lar›na ve ovalar›na, tarihine Memleketim ve bugününe... Özetle, “havas›na suyuna, tafl›na topra¤›na” götürüyor, sonra da size, o an karfl›n›zdaki görüntünün neresi oldu¤unu soruyor. Onun, “Bir Baflkad›r Benim Memleketim” bafll›¤› alt›nda sundu¤umuz fotograflar›n› izlerken size, hem bir bilmece çözmenin S›tk› F›rat heyecan›n› duyumsatmay›, hem de sizi bir sanat fotograflar› sergisinde gezdirmeyi amaçl›yoruz. Bu arada Türkiye’nin, belki de ilk kez görece¤iniz yörelerini keflfedecek, hiç kuflkumuz yok, bir kez daha hayranl›kla flöyle diyeceksiniz:

“Bir Baflkad›r Benim Memleketim”

•Sevgi, sevgi üreten bir güçtür. Güçsüzlük, sevgi üretememektir. Erich Fromm •Dostlara ac›lar›n› paylaflt›¤›n› göstermek, birlikte yas tutmakla de¤il, onlara elbirli¤iyle yard›m etmekle olur. Epikuros •Sevmek, bir baflkas›n›n yaflam›n› yaflamakt›r. Honoré de Balzac

a) Adana b) Bursa c) ‹zmir ç) Malatya Lütfen sayfay› çeviriniz →

133


a) ‹znik Gölü b) Eber Gölü c) Van Gölü ç) Sapanca Gölü

a) ‹znik Gölü b) Ç›ld›r Gölü c) Karagöl ç) Beyflehir Gölü

a) Burgazada b) Akdamar Adas› c) Bozcaada ç) Sivriada

a) Meke Gölü b) Kufl Gölü c) Nemrut Gölü ç) Tuz Gölü Yan›tlar 140’›nc› sayfam›zdad›r.

134

135


“Ba¤ a¤açlar›n›n kesilmesini memleketin yarar›na yapt›¤›m› bilmenizi isterim. Ba¤a bir Türk havas› getirdi¤imi san›yorum. Bu ifli yapmadan, Türk tarihimizi iyice araflt›rd›m. Türkler’in Orta Asya’dan geldi¤ini biliyorsunuz. ‘Hayat›m›z›n eski Türk yaflam›na dönmesinde fayda vard›r’ dedim. ‹nflallah bir gün bu dedi¤imi hat›rlar, ‘Gelece¤i Mehmet Bey görmüfltü’ dersiniz.”

Bir Osmanl› Bahçesi

Y

az bafl›nda St. Lambert Savafl y›llar›nda Muhammed’in Belediyesi, köy halk›n- tatt›¤› ac› gönül ac›s›, açl›ktan padan, yeflil çimenlerin gö- ras›zl›ktan kötüydü. Mahalleyi 95 rünüflünü bozan ebegü- y›la yak›n bir süre için etkiledi ve meci otlar›n› yok etmelerini isteyin- hâlâ etkiliyor. ce 90 y›l önce yemifl ba¤›m›z›n baMuhammed’i tan›d›¤›m zaman fl›na gelenleri hat›rlad›m. Mehmet Amca olmufltu. Zalha Teyze’nin o¤lu Savafl biteli 22 y›l olmuflMuhammed, Birinci Memleket tu. ‹kinci Dünya Savafl› Dünya Savafl›’n›n ikinci bafllamak üzereydi. MehÖzlemi y›l›nda bir Türkmen k›z›met Amca evlenmifl çoluk na vurulunca dünyan›n çocu¤a kar›flm›flt›. Ama sonu geldi. Ba¤›m›z güilk aflk›n›n, ilk yenilgisime gitti. Annemin çonin yaras› kapanmam›flt›. cuklu¤undan kalan an›Kambiyo Müdürlü¤ü’nde lar yand›, kül oldu. 20 lira asli maafll› devlet Olay yüzünden mamemuruydu. Ald›¤› yürek hallenin k›zlar› üzüntüyaras›ndan her zaman üzlerinden yas tuttular. ‹lyas Halil gün bir yüzü, yorgun bir Yüzlerinde beliren hicabak›fl› vard›. Yörük Güllü b› gizleyecek yer bulahâlâ s›rt›ndaym›fl gibi mad›lar. Muhammed’e konulan kambur durur, kambur yürürdü. efsunu bozmak için, bir ayl›k Mehmet Bey’in Arapça fliir oruç tuttular. Yafll› analar karala- yazd›¤›n› nenemden duymufltum. ra büründü. Muhammed baflka fieyh Ahmet Nabati’nin Kur’an habir mahallenin k›z›na kapt›r›la- tim okulunu bitirdi¤i söylenirdi. cak delikanl› de¤ildi. Klasik Arapça’y› iyi bilirdi. Kitaba 137


Bir Osmanl› Bahçesi

Bütün Dünya • Kas›m 2007

merak›m› fark edince sonradan Baki’nin, Nedim’in oldu¤unu bildi¤im kasidelerini okur, Osmanl› kültürünü iyi bildi¤ini belirtmek isterdi. Bana bir gün “Bu fliirleri anlayacak yafla geldi¤in gün, dilimizin ne kadar zengin oldu¤unu anlayacaks›n” demiflti.

B

izim ba¤› viraneye çeviren adam›n fliirsever Mehmet Amca oldu¤unu ö¤renince flafl›rm›flt›m. Üzüntü verici öyküyü ilk annemden duydum. Annemin sevinçli bir günüydü. Ba¤da oyuna dalm›flt›m. Yaz ortas›ndayd›k. Yine savafl y›llar›n›n a¤z›ndayd›k. A¤açlardan dut topluyordum. Annemin sesini duydum. Beni ça¤›r›yordu, gel elini yüzünü y›ka akflam yeme¤i haz›r diyordu. “Biraz daha kalabilir miyim?” dedim. Sevinçli kad›n üzgün bir çocuk oldu. fiimdi annemin sesi kula¤›mda... Eski zaman gramafon dinliyormufl gibi... “Ben de senin gibi bu ba¤a çok düflkündüm” diyordu. O an bana ba¤›n öyküsünü anlatan ses annemin de¤ildi. Çocuk an›lar›n› yaflayan 14 yafl›nda küçük bir k›z anlat›yordu. Oyun dünyas›n› yitirmifl bir çocuk konufluyordu. Dut a¤ac›ndan inmifl yan›nda durmufltum. Annem bana bakm›yor, gül fidan›n›n yan›nda güllere öyküsünü anlat›yordu. Bana döndü, “Hofl gör o¤ul” dedi. “Seni uyand›rmak istemedim. Dinledi¤in kufllar› ürkütüp kaç›rtmak istemedim.” “Bu ba¤da mutlu günlerimi yaflarken, senin yafl›na yak›nd› yafl›m. 138

Babas›z büyüyordum. Ba¤›m baba kuca¤› yak›nd› bana... Denizde gemimdi. fiark› söylemeyi denedi¤im yerdi. Bebek y›llar›mda geçirdi¤im bir hastal›k yüzünden kulaklar›m a¤›r iflitirdi. Yaln›z ba¤da kulaklar›m› sa¤l›kl› buldum. Duymak istedi¤imi duyard›m. Bahçede a¤açlar konuflurdu benimle, çiçekler öterdi dallarda... Bana öter, türkü öterlerdi. Kar›ncalarla konuflur, onlara okudu¤um kitaplar› anlat›rd›m. Ar› kanat ç›rp›nt›lar› müzikti kulaklar›mda... Ya¤mur damlalar› erik çiçeklerine düflerken yavafl de¤er dikkatle ›slat›rlard›. Çocuk olmay› iyi biliyordum. Çocuklu¤un verdi¤i gönül rahatl›¤›n›, iyi olmay› seviyordum. Çocuk olmaktan çok fley ö¤reniyordum. Arkamda yürüyen Tanr›’n›n ayak sesini duyard›m arada bir... Bir gün ayak sesini önümde duyaca¤›mdan, onu görece¤imden emindim. “Sonra büyük savafl bafllad›. O günkü ad› “Harbi Umumiye”... O y›l 14 yafl›ndayd›m. Ba¤da herfleyden her yerden uzak asude bir hayat›m vard›. Ba¤da yemifl a¤açlar›n›n içinde iyiyi kötüyü, gündüzü geceyi ilk olarak, büyümüfl bir insan gibi tart›p ölçmeyi beceriyordum. Soka¤a aç›k pencerem ba¤d›.

“K

ufllar›n öttü¤ü na¤meleri ben yarat›r, kufllara söyletirdim. Ba¤›mda seslerin sanatç›s› bendim. Kufllar bana sa¤›r oldu¤umu unuttururlard›. ‹stedi¤im flark›y› öter, istedi¤imi kula¤›ma f›s›ldard›. Mahallemiz bugün gibi Silifke Caddesi’nden bafllar, ba¤lar Bahçe Mahallesi’ne kadar uzan›rd›.

“T

oros Da¤lar›’na yaklafl›nca mahallede inek sesleri bafllard›. Gübre kokusu havay› doldururdu. Mahallenin ortas›ndan su arklar› geçer, denize dökülürdü. “Toroslar’›n kekik kokan ya¤mur sular› baharda eriyen lahana ak, kar sular› akard›. O y›llar›n çocuklu¤u güzel bir devirdi. “Kasaba dil bak›m›ndan kar›fl›k bir sebze çorbas›yd›. Nüzhetiye, Kiremithane ve Bahçe Mahalleleri genellikle Arapça konuflurdu. Mahmudiye Mahallesi’nin baz› sokaklar›nda Giritlice... Çarfl›ya yak›n bir iki sokakta Yahudi ‹spanyolcas› duyulurdu. Bizim mahallenin insanlar› uysal, hepimiz topraktan do¤mufl, topra¤›n çocuklar›yd›k. Türkçe yaln›z devlet babaya ihtiyac›m›z oldu¤u zaman gerekliydi. Güzel Türkçe’yi yaln›z devlet erkan› ve da¤daki yörükler konuflurdu. “Küçük kasabam›z ar› kovan›yd›. Bal yap›yor, bal yiyiyorduk. Ticaretle canlanan kent her gün biraz büyüyor, yabanc› ifl adamlar›n›n dikkatini çekiyordu. Kasabada bir iki ‹ngiliz ailesi, üç befl ‹talyan, ifl bilen tüccar yerleflmifl, Çukurova’n›n ürünlerini M›s›r’a, Avrupa’ya ihraç ediyorlard›. “1914 Büyük Savafl› patlay›nca yabanc› dil bilen halk›n bir k›sm› Kuflçular Köyü’nde Almanlar’›n demir yolu flantiyesinde ifl buldular. Almanca bilen day›lar›n ifl bulanlar›n aras›ndayd›. Biz de p›l›m›z› p›rt›m›z› toplay›p Toroslar’a tafl›nd›k. “Aile, Kuflçular Köyü’nde demiryolu flantiyesinde ifl bulunca ba¤›n bak›m›n› ailenin ev ifllerine yard›m eden Zalha Teyze’nin o¤lu Muhammed’e b›rakt›k.

1918’de savafl bitip eve dönünce, ba¤, kel tarlaya dönmüfltü. Yemifl a¤açlar› kesilmifl yerine bodur elma fidanlar› duruyordu. “Muhammed A¤abey zay›flam›fl, üzüntülü bir insan olmufltu. Ço¤u zaman gözünde gereksiz bir damla yafl belirirdi. Day›n, Muhammed’e ‘Kardeflim bahçeyi neden kel tavu¤a çevirdin?’ deyince ‘Bu ifli memleket için, vatan u¤runa yapt›m’ dedi. ‘Oldu bir kere hofl gör. O günlerde Anadolu’dan yabanc›lar› yurt d›fl›na sürüyorlard›. Üstelik Güllü “Ay›p de¤il mi?” dedi. “Bahçeyi böyle gâvur b›rak›yorsun.” Güllü’yü neden dinledi¤imi bilmiyorum. ‹ri gözleri miydi, yoksa gülüflü müydü? fiimdi söyleyemem. “‘Hata yapt›¤›m› biliyorum flimdi. Bir yanl›fla kurban gittim. Hofl gör. O günler kasabada vatan hainlerine karfl› bir tepki vard›.

“‘K

ona¤›n›z›n kirac›s› Gümrük Müdürü Selahattin Bey’in evlatl›¤› Gülizar bana “Mehmet yak›fl›kl›m” demiflti. “Ba¤›m›z yabanc› kökenli meyve a¤açlar› ile dolu. Memleketin tehlike içinde oldu¤u bir devirde nereden kaynakland›¤› belli olmayan incir, erik, fleftali, portakal a¤açlar›n› ba¤da tutmakta bir fayda görüyor musun? Bildi¤in gibi incir bir Yunan meyvesidir. Bütün Ege incir a¤açlar› ile dolu... fieftali a¤açlar›n›n kökeni Bursa’d›r, Bu a¤açlar›n Ermeniler taraf›ndan buraya getirildi¤ini biliyoruz. Ermeniler’in bu ülkeye faydal› bir fley yapmayaca¤›n› hepimiz biliriz. Ba¤daki meyveler, ne olduklar› belli olmayan muzur 139


Bütün Dünya • Kas›m 2007

meyveler... Memleket savafl içinde, yabanc› kökenli meyvenin bize zararl› olaca¤›n› bilmemiz gerek. Örnek mi istiyorsun? Portakal›n Portekiz’den gelmifl bir meyve oldu¤unu biliyoruz. Bana kal›rsa bu meyvelerden kurtulmak gerek.”

“‘B

a¤ mahallede bölücü bir hava yarat›yordu. Bundan kurtulmak gerekti. Ba¤ a¤açlar›n›n kesilmesini memleketin yarar›na yapt›¤›m› bilmenizi isterim. Ba¤a bir Türk havas› getirdi¤imi san›yorum. Bu ifli yapmadan, Türk tarihimizi iyice araflt›rd›m. Türkler’in Orta Asya’dan geldi¤ini biliyorsunuz. “Hayat›m›z›n eski Türk yaflam›na dönmesinde fayda vard›r” dedim. ‹nflallah bir gün bu dedi¤imi hat›rlar, “Gelece¤i Mehmet Bey görmüfltü” dersiniz. Bana “‹yi yapt›n teflekkür

ederim” diyece¤inize bana k›zd›¤›n›za flafl›r›yorum. Yetkili devlet büyüklerimizin ne düflündü¤ünü bilseydiniz bu anlams›z fleyleri söylemezdiniz. Gitmeden sizi büyü¤üm saym›flt›m. Onun için k›zg›nl›¤›n›z› hofl görece¤im. Biliyorsunuz hepimiz Orta Asya’dan geldik. Geldi¤imiz kentlerden biri Almaata’yd›. Atalar›m›z›n “alma”y› çok sevdi¤ini anlamak için bundan iyi örnek olabilir mi? Elman›n Türk yemifli oldu¤unu bilmenizi isterim. Devletimiz savafl içindeyken yabanc› meyvelerin içimizde casus gibi kalmalar›na gönlüm raz› olmad›. Kabul edemedim. Portakallar›, incirleri, erikleri kestim. Hele Arap kökenli hurmalar›n aram›zda olmalar›na hiç gerek yoktu. Bunu böyle bilmenizi isterim. Ve affetmenizi dilerim.’”•

halililyas@yahoo.ca

Bir eyalet valisi, Kayser Tiberlus’a vergilerin art›r›lmas›n› önermifl ve flu yan›t› alm›flt›r: “‹yi bir çoban, koyunlar›n›n yününü k›rpar; ama derisini yüzmez.”•

“Bir Baflkad›r Benim Memleketim”in Yan›tlar›...

Bursa

Sapanca Gölü, Sakarya

Karagöl, fiavflat, Artvin 140

Akdamar Adas›, Van

Meke Gölü, Karap›nar, Konya

Bu ay “çok özel” bir mutlulu¤umu paylaflmak istiyorum sizlerle... Bu y›l Milli E¤itim Bakanl›¤›’n›n ilkö¤retim alt›nc› s›n›flar için haz›rlanan Türkçe kitab›nda “Sevgi Paylaflt›kça Ço¤al›r” bafll›kl› yaz›m yay›mland›. Bunun ne denli büyük bir mutluluk oldu¤unu anlatmak için sözcükler yetersiz kal›yor.

“Çok Özel” Bir Mutlulu¤um...

B

u ay sizlerle “çok özel” bir Merve Han›m, Mustafa Bey en zor mutlulu¤umu paylaflmak günlerimde dualar›n› eksik etmediistiyorum. Yaz›lar›mda s›k ler benden, Yalova’dan resim ö¤s›k dergimizin yazarlar› ve retmeni Sevgili Ayflegül, bir resim okurlar› olarak hep birlikte sevgi defterini sevgi, dostluk sat›rlar›yla dolu bireylerden oluflan, kocaman doldurarak, ald›¤›m en güzel, en içbir aile oldu¤umuzu gururla vurgu- ten ve en yarat›c› arma¤anlardan luyorum. Dergimizde yaklafl›k se- birini gönderdi bana... Gazetecikiz y›ldan buyana yaz›yorum. Bu Yazar Say›n Mesut Günsev Bey, yasekiz y›lda yaflama ve insanlara ilifl- z›lar›m› televizyon program›nda kin gözlemlerimi, kimi zaman hü- okuyarak, kitab›nda yay›mlayarak zünlerimi, kimi zaman mutlulukla- bu sevgi ba¤›n›n K›br›s’a dek ulaflr›m› paylaflt›m sizlerle... Geçirdi¤im mas›n›n mutlulu¤unu duyumsatt› trafik kazas› sonucu aylarca yatakta bana... Moralimin çok bozuk olduyatarken, yurdumuzun dört bir ya- ¤u bir gün, hiç beklemedi¤im bir n›ndan gelen s›cac›k, anda aray›p beni rahats›z sevgi dolu içten iletilerietmekten çekinir bir sesle niz, telefonlar›n›zla beni “Nuray Han›m, iyi ki vars›Yaflamdan n›z! Yaz›lar›n›z bize yaflam yaflama ba¤layan bir köprü oluflturdunuz. Yans›malar gücü veriyor” derken, o Yaln›zca beni de¤il, ailean asl›nda sizin iki sözcümi de konuk ettiniz ev¤ünüzün bana nas›l yalerinize... Ö¤retim y›l› flamsal bir güç verdi¤inin bafllad›¤› zaman hiç yüay›rd›nda de¤ildiniz. Böyzünü görmedi¤im, sesini le anlarda, dergimizde duymad›¤›m, Zekiye yazd›¤›m için ne denli Ö¤retmen kilometrelerflansl› oldu¤umu düflünce uzaktan, Kahramandüm hep... Yaflamda hiçNuray marafl’tan ileti gönderebir maddi de¤erin, yazrek k›z›m Lara’ya baflar›- Bartoschek maktan ve okurlar›mla lar diledi. Konya’dan aramda oluflan sevgi ba141


Bütün Dünya • Kas›m 2007

¤›ndan daha güzel bir tat veremeyece¤ini düflünüyorum.

lk fliirim yay›mland›¤›nda ilkö¤retim üçüncü s›n›fa gidiyordum. Yazd›¤›m fliirin yüzlerce kifliye ulaflt›¤›n› düflünmek beni son derece heyecanland›rm›flt›. Ortaokul y›llar›mda fliir yar›flmalar›nda derece ald›¤›m zaman ayr› bir tat duyumsad›m. Henüz okur iletileri yoktu; ama tüm okulda, hatta ilde dereceye girmek de farkl› bir güzellikti benim için... Evde annemin daktilosunun bafl›na oturup “Ben büyüyünce yazar olaca¤›m” derdim s›k s›k... Sonras›nda yerel gazetelerde, deniz, yelken, dal›fl dergilerinde yazd›m. Ülkesini, yaflam›, insanlar› seven, sorumlu bir birey olarak güncel sorunlar karfl›s›ndaki tepkilerimi, ulusal gazetelere gönderdi¤im yaz›lar›mla dile getirdim. Dergimizde ilk yaz›m yay›mland›¤›nda ise henüz böylesi güzel bir aile çat›s› alt›na kat›lmakla ne denli flansl› oldu¤umun ay›rd›nda de¤ildim. Hele dergide birkaç yaz›m yay›mland›ktan sonra yaziiflleri bölümündeki arkadafllar›n yol gösterici, yap›c› ö¤retilerine kulaklar›m› t›kayarak, “Ben art›k yazar›m, benim kimseden bir fley ö¤renmeme gerek yok, ben bu ifli biliyorum” diye düflünme hatas›nda bulundum. De¤erli arkadafllar›m y›lmad›lar, u¤raflt›lar, didindiler benimle... Yaln›zca yazma yetene¤ine sahip olman›n iyi bir yazar olmak için yetmeyece¤ini, bu iflin bir de tekni¤i oldu¤unu, daha bir f›r›n ekmek yemem gerekti¤ini güzellikle, sab›rla, sevgiyle ö¤rettiler bana... Aradan üç y›l geçtikten sonra da beni çok nazik bir biçimde araya142

rak kutlamalar›n› ve yaz›lar›m› art›k bir okurum kimli¤iyle okuduklar›n› söylemelerini hiç ama hiç unutamayaca¤›m. Onlar›n her birinin bana karfl› gösterdikleri sab›r ve hoflgörü için ve elbette emekleri için de kendilerine çok teflekkür ederim. Onlar›n, yazmaya bafllad›¤›m ilk aylardaki uyar›lar› karfl›nda o günlerde gösterdi¤im tepkilerimi an›msay›nca, inan›n çok utan›yorum. “Sen art›k bir meslektafl›m›zs›n” diyerek bana arma¤anlar›n en anlaml›s›n› veren yöneticilerimizin bu “cömertli¤ine” karfl›n, biliyorum ki daha ö¤renece¤im yüzlerce fley var. ‹nsan büyüdükçe, olgunlaflt›kça asl›nda ne denli “küçük” oldu¤unun ay›rd›na var›yor. ‹lk okur iletileri ise çok çok özeldi benim için... Kendi kendime “Hiçbir okur iletisini yan›ts›z b›rakmama” sözü verdim. Bundan birkaç y›l önce genç bir okurum “Ailesi ile yaflad›¤› sorunlar nedeniyle tam intihar› düflündü¤ü bir anda benim yaz›m› okudu¤unu ve yaflama tekrar dört elle sar›ld›¤›n›” yaz›nca yapt›¤›m iflin ne denli ciddi bir sorumluluk gerektirdi¤inin daha bir ay›rd›na vard›m.

S

izler bizi hiç tan›m›yorsunuz; ama yine de büyük bir içtenlikle bizi evlerinize konuk ediyorsunuz. ‹flte bu nedenle, bu ay “çok özel” bir mutlulu¤umu paylaflmak istiyorum sizlerle... Bu y›l Milli E¤itim Bakanl›¤›’n›n ilkö¤retim alt›nc› s›n›flar için haz›rlanan Türkçe kitab›nda “Sevgi Paylaflt›kça Ço¤al›r” bafll›kl› yaz›m yay›mland›. Bunun ne denli büyük bir mutluluk oldu¤unu anlatmak için sözcükler yetersiz kal›yor. Ya-

Yazar›m›z Nuray Bartoschek, Çatalar›k ‹lkö¤retim Okulu Türkçe ö¤retmeni Necla Bu¤day ve Yadigar ve Sanem kardefllerle... z›mda anlatt›¤›m annesini ve babas›n› trafik kazas›nda kaybetmifl, alt› y›ldan buyana bana “Nuray Anne” diyen Yadigar ve Sanem kardefllerin bu y›l alt›nc› s›n›fta okuyor olmalar› da ayr› bir güzellik katt› mutlulu¤uma... Okumakta olduklar› Çatalar›k ‹lkö¤retim Okulu’na giderek Türkçe Ö¤retmeni Necla Bu¤day’›n dersine konuk olarak kat›ld›m. Sanem ve Yadigar k›zlar›m›n duyduklar› gurur ve mutluluk her fleye bedeldi. S›n›ftaki tüm çocuklar sevgiyle dolad›lar kollar›n› boynuma, yanaklar›ma onlarca öpücük kondurdular. Tek tek ders kitaplar›n› imzalad›m. Birlikte güldük, yaflama iliflkin, sevgiye iliflkin sohbetler ettik. Okuldan ç›karken dünyan›n en mutlu ve flansl› insanlar›ndan biri oldu¤umu duyumsad›m. O gün yazar olman›n en büyük ödüllerinden birini daha ald›m. Yaz›m›n tüm Türkiye’deki ders kitaplar›nda olmas›, gelece¤i oluflturacak minik ö¤rencilerin yaz›mdan etkilenerek

“Büyüyünce ben de Nuray Abla gibi yard›ma gereksinimi olan çocuklar›n ellerinden tutaca¤›m” diye düflünebilecekleri bana verilebilecek en güzel arma¤and›.

B

u “çok özel” mutlulu¤umu sizlerle de paylaflmak ve bir kez daha sizlere de teflekkür etmek istedim. Okudu¤unuz için, içten iletileriniz için, beni bugüne getirdi¤iniz için, kilometrelerce öteden ailenizin bir bireyi olarak evinize konuk etti¤iniz için hepinize çok teflekkür ederim. Dergimizde yazmaya bafllad›ktan sekiz y›l sonra , flimdi gönül rahatl›¤› ile ve gururla diyorum ki, “Daha ö¤renece¤im çok fley var. Ve ö¤rendi¤im her yeni fley benim için yeni bir mutluluk. Yaflam boyu, ö¤renmeye aç, iyi bir ö¤renci olarak kalaca¤›ma söz veriyorum.”• NurayBartoschek@butundunya.com.tr

143


Anne ve Babalardan, Dede ve Ninelerden... Bu sayfada, anne ve babalar›n, dede ve ninelerin gönderdikleri fotograflar yer almaktad›r. Her çocuk ve özellikle her torunun güzel oldu¤unu bildi¤imizden, yay›mlanacak fotograflarda yaln›zca, fotograflar›n güzel çekilmifl olmalar›n› ve teknik aç›dan yay›mlanabilir nitelik tafl›malar›n› dikkate alaca¤›z. Fotograflarda çocuklar›n ad ve soyadlar› yan›s›ra bulunduklar› kentin ad›n› da lütfen belirtiniz. Gönderi adresi: Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul e-posta: butundunya@butundunya.com.tr (e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla olmamas›na lütfen özen gösteriniz.)

Miraç Efe Özdinç, Zonguldak

Ali Eren Güngör, Ankara

Serena Yapaöz, ‹stanbul

Duygu, Can ve Koray Seyman, ‹stanbul Alara Ahmeto¤lu, ‹zmir Asl› Ayd›nlar, Sakarya

Ata Y›lmaz Emre, ‹stanbul

Alper Tar›m, Rize

Alleshanee L. Karan, Avustralya

Alp Dinçer, Giresun


Dilara Keçecio¤lu, ‹stanbul

Do¤a ve Derya Tafll›, KKTC

Toprak ve Ömer Kaç›na, Mersin

Eylül Sürücü, Eskiflehir

Öykü Ç›nar, ‹zmir

Ekin ve Serhat K›l›ç, Ankara

Ya¤mur Bayraktar, Hatay

Mert Baflol, Ankara

Seval Ulusu, ‹stanbul

fievval ve Selçuk Sa¤lam, Rize

‹. Ka¤an O¤uz, ABD


mas› gerekti¤ini düflündü. “E¤er bir bulafl›k makinesini kimse gelifltirmeyecekse ben denerim” diyerek ifle koyuldu.

fl›k makinesini 1893 y›l›nda fiikago Dünya Fuar›’nda sergilediyse de, restoranlar ve oteller d›fl›nda makineye ilgi gösteren olmad›. Yine de fuarda en yüksek ödülü kazanenç makine mühendisi d› ve alanda mutfaklar› bulunan George Butters ile çal›- dokuz iflletme ifllerini kolaylaflt›raflan Cochrane, ABD Pa- ca¤›n› düflündükleri bu makinetent ve Marka Ofisi’nin den sat›n ald›. kay›tlar›na göre, önce bulafl›klafiirketi 1926 y›l›nda, “Kitcher›n boyutunu ölçmüfl, sonra ta- nAid” markas› alt›nda elektrikli baklar›n ve bardaklar›n s›¤aca¤› ev aletleri üreten “Hobart”a sat›lmetal sepetleri yapm›fl ve alt›nda d›. Hobart, 1949 y›l›nda ürün pervane bulunan bak›r ›s›t›c›ya yelpazesine bulafl›k makinesini yerlefltirmiflti. Temel de ekledi. fiirket daha amac›, makineyi tüm ev sonra “Whirlpool” tarahan›mlar›n›n ve hizmetf›ndan sat›n al›nd›. Ne Nedir, çilerin kolayl›kla kullaBulafl›k makinesinin Nas›ld›r? evlere girmesi ve yaynabilece¤i biçimde tasarlamakt›. Ev han›mlar›g›nlaflmas› 1950’lerde n› bulafl›k makinesinin gerçekleflti. Buluflundan gizli yarar›yla da etkilehemen sonra yayg›nlaflmeyi planl›yordu; hemas›n› engelleyen etmen y›kamak istemedikkenler aras›nda o zaleri bulafl›klar› makineye manlar makineyi çal›fldoldurarak göz önünden t›rmak için gereken su miktar›n›n fazla olmas› kald›rabileceklerdi. Pelin ve kad›nlar›n bulafl›k y›Cochrane’in efli, o 44 Hazar kamay› rahatlat›c› bir yafl›ndayken öldü, bulueylem olarak görmeleri flunu eflinin ölümünden bulunuyordu. Fiyat›n›n k›sa bir süre sonra tamamlad›. Kendisinden ayr› sat›lan pahal› olmas› öteki bir etkendi. motorun yerlefltirildi¤i bir bölme1950’lere gelindi¤inde, savafl ye sahip bulafl›k makinesi “Garis sonras›nda gönenç seviyesi artCochrane” en verimli biçimiyle maya bafllad›, kad›nlar için bofl birkaç dakikada 240 parça bulafl›k zaman daha çok önem kazand›. y›kay›p kurutabiliyordu. Cochra- Mutfakta zaman harcamak yerine’in buluflundan büyük heyecan ne efllerine ve çocuklar›na daha duyan arkadafllar› ve komflular›, fazla zaman ay›rmak istiyorlard›. makineyi evde ve ticari kullan›m Bulafl›k makinesi gün geçtikçe için üretmeye bafllamas› konusun- daha çok eve girdi. da onu teflvik ediyorlard›. CochraVarl›kl› ve sosyal yaflam› güçlü ne 28 Aral›k 1886 y›l›nda buluflu- bir kad›n›n o dönemlerde böyle na patent ald›. Kendi flirketini ku- bir merak›n›n olmas› kimilerine ilrarak, pazarlamaya bafllad›. Bula- ginç gelse de, Josephine Garis

G

Bulafl›k Makinesi

1

880’lerde s›radan bir günde bir kad›n, Josephine Garis Cochrane, kirli tabaklar› ve bardaklar› önüne al›p düflünmeye bafllad› ve kendi tarihini yazd›. Ondan önce denemede bulunanlar olmufltu; ancak baflar›l› olamam›fllard›. 1850 y›l›nda Joel Houghton, elle çevrilen bir tekerle¤in su s›çratarak bulafl›klar› temizledi¤i tahta bir düzene¤e patent alm›flt›. Buluflu pek ifle yaram›yordu; ancak ilk patentin sahibiydi. 1865 y›l›nda L. A. Alexander da bir model gelifltirdiyse de, makinenin kaderi bir öncekinden 148

farkl› olmad›. 1839 Ohio do¤umlu Cochrane ifllevsel bir bulafl›k makinesi üreten ilk kifliydi. Efli tüccar ve politikac› olan Cochrane, hareketli sosyal yaflamlar› nedeniyle evde s›k s›k parti veriyordu. Bu e¤lence akflamlar›ndan sonra tüm bulafl›klar› evin hizmetçileri y›k›yordu; ama yine de Cochrane’in bir sorunu vard›! Hizmetçiler bulafl›k y›karken evin 17’nci yüzy›ldan buyana aileden aileye geçen, dolay›s›yla da büyük de¤er tafl›yan porselenlerini birer birer k›rmaya bafllam›fllard›. Kendisi bulafl›k y›kamaktan nefret etti¤inden, acilen bir çözüm bul-

149


Cochrane mucitlik ruhunu fiikagolu bir mühendis olan, batakl›k sular›n› çekmek için kullan›lan bir hidrolik pompa gelifltiren babas› John Garis’ten ve vapurun ilk patent sahibi büyük dedesi John Fitch’ten ald›¤›na inananlar da vard›. Bir bayan olarak fikirlerinin kabul görmesi o denli kolay de¤ildi. Erkek mucitlerin fikirleri ve eylemleri baflar›s›zl›kla sonuçlan›nca, onun çabalar›na önem verilmeye bafllanm›flt›. Makineyi, çok de¤er verdi¤i porselenlerine bir çözüm olarak gelifltirmesi asl›nda bugün için biraz ilginç. De¤er verdi¤imiz hassas mutfak gereçlerimizi makineye koymak yerine elde y›kamay› ye¤leyenlerimiz ço¤unluktad›r. Bulafl›k makinesinin mutfak dünyas›na gerek zaman aç›s›ndan gerekse maddi olarak avantaj de¤il dezavantajlar getirdi¤ini düflünenler de var. Bulafl›klar› sudan geçirmek, makineye dizmek, sonra yeniden yerlerine koymak ve bu arada birkaç çeflit deterjan kul-

lanarak bir de elektrik harcamak onlar›n gözünde bulafl›k makinesinin ifllevselli¤ini ortadan kald›r›yor. Öteki taraftan, bulafl›klar›n insan elinin dayanamayaca¤› s›cakl›kta suyla y›kan›yor olmas› ve böylelikle bakterilerin elde y›kan›rken oldu¤undan daha iyi temizlenmesi, insan gücünden ve özellikle son dönemlerde yaflamsal önem tafl›yan sudan tasarruf ediyor olmak bulafl›k makinesinin önemini art›r›yor. 1913 y›l›nda ölen Cochrane bulufluyla ilgili flunlar› söylemiflti: “fiu an bildiklerimi o zaman bilseydim, bu ifle asla cesaret edemez ve giriflemezdim; ancak o zaman da bu ola¤anüstü deneyimden yoksun kal›rd›m.” Bulafl›k makinesini pazarlama aflamas›nda, icat ederkenkinden daha fazla zorland›¤›n› ancak y›lmad›¤›n› belirtmiflti Cochrane. Çaba, kararl›l›k ve sab›r sonucu ortaya ç›kan bir bulufl daha...• PelinHazar@butundunya.com.tr

Mant›k Bilmecesi, Bulmaca Ekim Ay› Yan›tlar›, Çözümleri Mant›k Bilmecesi Soyad› Alper Aslan Yalç›n Kurt Y›ld›z

Ad› Kemal Ferruh Harun Faik Mehmet

Atak: 1. Fxh6 gxh6 2. g7 1-0 Oyun Sonu: 1. fig7 Fb3 2. h5 fid7 3. h6 Fc2 4. fif7! Fb3+ 5. e6 Fxe6+ 6. fif6 Fg8 7. fig7 1-0 Kendi Gelen: 11. Ke3?? c5 12. Vd1 Ag4 alet ya da kalite kayb› 0-1• 150

Çal›flt›¤› süre 1 hafta 4 hafta 3 hafta 5 hafta 2 hafta

Bulmaca 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

1

2

3

4

E R T A N M I S I R L I

D A ‹ M A

‹ C R A A T

T H P ‹ ‹ S A ‹ S ‹ S A L M ‹ T A R A K B ‹ Z O R A E N A A R S A T A E N E M O A L T A L K ‹ T A E T E K R K S E N A ‹ T A

13 14 15 16

“Satranç”›n Yan›tlar›...

Yapt›¤› ifl Garson Barmen Bellboy Telefoncu Güvenlik

17 18 19 20

S A N A T Ç I

S O B S I L O D I K R A C R I ‹ N N E R A R

5

6

7

8

9

A H L A T

F A K R C A ‹ L B ‹ ‹ Ç L E ‹ Y A E T T A M Y A A N T A F ⁄ A A Ç N A

B Y A L A K B A A A

10

11

12

13

14

15

A Y A A K K ‹ R A A R K E I A ‹ K Y ‹ N A O

L ‹ K E N

A L A M E T

K E S ‹ K

E ‹ A S R Y A O N K U R L A

‹ P T A L D A M

151


Prof. Dr. A. Yüksel Bozer

Cahit Batum

Mant›k Bilmecesi

Kareler ve Rakamlar

--

=

--

=

--

--

410 YTL

380 YTL

370 YTL

350 YTL

300 YTL

C D E

=

300 350 370 380 410

YTL YTL YTL YTL YTL

‹çi siyah ‹çi siyah P›rlantal› Takvimli Saniyeli

Cahit Batum’dan “Kareler ve Rakamlar”›n Ekim Ay› Çözümü: 273 + 462 = 735 + 428 -- 217 =+ 211 701 + 245 = 946

Saniyeli

A B

--

--

Esin

Emel

Lütfen dikkat edin: 0-9 aras›ndaki rakamlar, her soru grubunda de¤iflik biçimlerle simgelenmektedir.

Takvimli

=

+

P›rlantal›

+

‹çi siyah

--

+

‹çi siyah

=

Zerrin

--

Pervin

=

Meral

+

Bir saatçinin vitrininde duran befl de¤erli kad›n saatini befl de¤iflik kad›n sat›n ald›. Bu saatlerin fiyatlar› ve özellikleri farkl›yd›. Afla¤›daki ipuçlar›ndan saatlerin dizilifl s›ras›n›, kim taraf›ndan sat›n al›nd›¤›n›, özelliklerini ve fiyatlar›n› bulunuz. ‹PUÇLARI: 1- Tablada birinci s›rada duran içi siyah saat vitrinde fiyat› 380 YTL olan saat ile Zerrin’in sat›n ald›¤› saat aras›nda duruyordu. Ad› geçen bu üç saatin özellikleri farkl›yd›. 2- Takvimli saat Meral’in sat›n ald›¤› ile fiyat› 300 YTL olan saatin aras›ndayd›. 3- Vitrinde ortada duran saati Emel sat›n ald›. Bunun fiyat› karfl›dan bak›ld›¤›nda hemen sa¤ taraf›nda duran saatten pahal›yd›. 4- Saniyeli saat fiyat› 410 YTL olan saatin karfl›dan bak›ld›¤›nda hemen sol yan›ndayd›. 5- fiekilde Ave E ile gösterilen saatlerin aras›ndaki fiyat fark› 20 YTL’ydi. 6- Pervin’in sat›n ald›¤› saat Zerrin’in sat›n ald›¤› saatten daha pahal›yd› ve p›rlantal› saatin karfl›dan bak›ld›¤›nda hemen sa¤›ndayd›.

861 -- 385

399 = 462 -- 210 = -- 175

476

189 = 287

Ad›

A

Saatin yeri

B

C

Özelli¤i

D

E

Fiyat›

YukselBozer@butundunya.com.tr

CahitBatum@butundunya.com.tr 152

153


‹STANBUL FEST‹VAL‹’N‹ GM GUREV‹Ç, ‹ZM‹R AÇIK’I IM SAN‹K‹DZE KAZANDI

Mustafa Y›ld›z

Satranç KÜBRA ÖZTÜRK ‹K‹NC‹ KEZ AVRUPA fiAMP‹YONU OLDU

8 7 6 5 4 3 2 1

H›rvatistan’›n Sibenik kentinde 42 ülkeden 758 sporcunun kat›ld›¤› Avrupa Yafl Gruplar› fiampiyonas›’nda WFM Kübra Öztürk, 9 tur sonunda 7,5 puan toplayarak üst üste 2’nci kez Avrupa flampiyonu oldu. 18 Yafl Genel Kategorisi’nde 9 tur sonunda 6,5 puan toplayan sporcumuz IM Emre Can Avrupa dördüncüsü oldu. (Kaynak: TSF Web Sitesi) Kübra Öztürk-Dorota Sikorska 81... e2’den sonraki konum. Beyaz kazan›r: Avrupa flampiyonumuz 82. fic6! oynay›p rakibinin vezir ç›k›fl›na izin veriyor; ama 2 hamlede matla tehdit ediyor. (82... e1V 83. b7+ fib8 84. a7+#) 1-0 Kübra Öztürk, fil c d e f g h a b çifti oyun sonunu kusursuz oynad›.

29 A¤ustos-8 Eylül 2007 tarihlerinde Feshane salonlar›nda 451 yar›flmac›n›n kat›l›m›yla yap›lan 6. ‹stanbul Uluslararas› Satranç Festivali Aç›k Turnuvas›’n› TSF lisans›yla oynayan Türk Ulusal Tak›m› birinci masa oyuncusu GM Mikail Gureviç 9/8 puanla yenilgi almadan kazand›. Turnuvan›n konuklar› aras›nda komflu ülkelerden çok say›da sporcunun yan›s›ra Slovenya ve Almanya ve Brezilya’dan da satrançç›lar›n bulunmas› dikkat çekti. Festival kapsam›nda yap›lan Üniversiteler Tak›m Turnuvas›’nda Gürcistan Ilia Chavchavadze Üniversitesi birinci oldu; 16 Yaflalt› Turnuvas›’n› Azerbaycan’dan Riad Sariyev kazand›.

154

Annageldiev-Kotanasvili

Beyaz kazan›r

OYUN SONU Isenegger, 1946

8 7 6 5 4 3 2 1 a

YEN‹ DÜNYA fiAMP‹YONU ANAND Eylül ay›nda Meksika’da 8 GM aras›nda her rakiple 2 maç üzerinden döner sistemle yap›lan Dünya fiampiyonlu¤u Turnuvas›’n› ELO listesinin ilk 8 s›ras›nda yer alan Hint oyuncu Vishwa- 7 nathan Anand (ELO 2792) kazand›. 6 Anand, turnuvay› hiç yenilmeden 4 kazançla ve 9 puanla bitirerek yeni dünya 5 4 flampiyonu oldu. Anand-Morozevich 3 55... Ve4 Beyaz kazan›r. Atak oyunun ye2 ni y›ld›z›, Rus GM Morozevich yeni flampiyonun sa¤lam oyunu karfl›s›nda bir varl›k gös- 1 c d e f g h a b teremedi. 56. Ke5! Siyah vezirle kaleyi alamaz: (56... Vxe5? 57. Ag4 flah-vezir çatal›.) Siyah, vezirini kalenin tehdidinden kaçarsa e6 piyonu ilerler.

ATAK

b

c

d

e

f

g

h

GM Gureviç-GM Gasanov 32... Kxg3?? Tam bir “Kendi Gelen” hamlesi. (32... Ke4 ile direnebilirdi.) Bir piyon kazand›¤›n› sanan siyahlar, bu kötü hamle nedeniyle alet yitirdi: 33. d6+ fif8? (33... fih8 biraz daha iyi.) 34. Kxh7 Beyaz, piyonu geri ald›, üstelik Kh8 ile mat etmek istiyor. 34... fie8, zorunlu. 35. Fb5+ fif7 yine zorunlu. 36. fih8 fie6 37. d7! Axd7 38. Ke8+ fid6 Kd8 ve at düfltü. 1-0 9-17 Eylül 2007 tarihlerinde 192 yar›flmac›n›n kat›l›m›yla yap›lan 6. ‹zmir Uluslararas› Aç›k Satranç Turnuvas›’nda Gürcistan’dan IM Tornike Sanikidze 9/8 puanla birinci oldu. MustafaYildiz@butundunya.com.tr

Beyaz kazan›r

KEND‹ GELEN Aç›kal›n-Balc›, 2007

11. Ke3?? Çözümler 150’nci sayfam›zdad›r.

155


1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 4

156

6

4

15

Filiz Lelo¤lu Oskay

SOLDAN SA⁄A: 1) Fotografta YUKARIDAN AfiA⁄IYA: gördü¤ünüz müzisyenimiz. 1) 1902-1992 y›llar› aras›nda yaBaya¤›. 2) Genellikle üç tabur flam›fl, flehir tiyatrolar›nda yöve bunlara ba¤l› birliklerden netmen, oyuncu ve yönetici oluflan asker toplulu¤u. - Makolarak görev yapm›fl tiyatrocusim Gorki’nin ünlü yap›t›. muz. - Birine geçici olarak b›raNak›fl ifllemek için gergef gibi k›lan eflya. 2) “Sen ..... gözlerinkullan›lan, kumafl› germeye de yeflil hareler / sen büyük, güyarayan, tahtadan çember. zel ve muzaffer / ve ulafl›ld›kça Bulmaca ulafl›lmaz olan hasretimsin” (N. 3) S›k s›k küçük, önemsiz kazalar yapan. - Kendi iste¤iyle H. Ran). - Kement. - Bir zaman iflten ya da bir hizmetten ayr›lbirimi. - On dört dizeli bir Bat› ma. - Endonezya’n›n plaka imi. 4) Bir fliir türü. - Güzel sanat. 3) Bir ifli zaman›nda yas›n›r komflumuz. - Üzerine yap› yap›l- pan. - Herhangi bir nedenle solu¤unu içinde mak için ayr›lm›fl yer. - Gümüflün sim- tutarak kendini zorlama. - Briçte sanzatunun gesi. 5) Bafllang›çta yer alan. - A¤›r- k›sa yaz›l›fl›. - ‹lgi eki. 4) Alt›n, gümüfl gibi mabafll› karfl›t›. - Üreme olana¤› olma- denlerden yap›lm›fl fleylerin safl›k derecesi. yan, döl vermeyen. 6) Eski M›s›r’da Yemek. - Bir etkinli¤in k›sa bir süre durdurulgünefl tanr›s›. - “Ziya Osman .....” mas›. - Anlama yetene¤i. 5) Üzüntü, s›k›nt› ve (Türk flairi). - F›nd›k, badem ve toz tedirginli¤i olmayan. - fiark›, türkü. - Düzenleflekerin ö¤ütülerek elde edildi¤i kar›- me. 6) Suudi Arabistan’›n plaka imi. - Davran›fl›m. 7) Hararet. - Türkiye’nin plaka fl› kaba, sert ve gönül k›r›c› olan. - Bir say›. imi. - ‹nsan vücudunun d›fl yüzü, cilt. Tavlada bir say›. 7) Ans›z›n, birdenbire. - Eski - Sahip. 8) Büyük bal›klar› tutmakta dilde ayak. - Yaz›daki mürekkebi kurutmak kullan›lan, küçük bal›k biçiminde, için dökülen çok ince ve renkli bir tür kum. ucu i¤neli kurflun parças›. - Bulgu. - Niflastal› tanelerin, su ile kaynat›larak bulamaç Baharat sat›lan dükkan. 9) Radyas- k›vam›na getirilmifl durumu. - ‹skambilde birli. yon. - Eski dilde bayram. - Fas›la. 8) Et sat›lan dükkan. - Genelge, sirküler. - Fi10) San›. - Asya’n›n güneybat›s›nda yakac›, gösteriflçi, kas›nt› ve dominant erkek bir okyanus. - Bir tür yaban mersini. tipi. - Bir gücü temsil eden de¤nek. 9) Alt uç11) Oyularak yap›lan süsleme. - Bir lar›na bir çubuk ba¤lanm›fl bulunan iki düfley iflin ustas›. - Bir nota. 12) ‹ri taneli bir ipten yap›lm›fl sal›nca¤a benzer bir jimnastik bezelye cinsi. - Görkem. 13) Ak›l. - arac›. - “Git” anlam›nda kullan›lan bir sözcük. ‹ran’dan geçerek Kuzey Hindistan’a - Söylev. 10) Yank›. - Radon elementinin simyerleflen halk. - Güney Amerika ›rk›n- gesi. - D›flal›m. - Sarhofl ya da külhanbeyi badan olan. 14) Müstahkem yer. - Boya- ¤›rmas›. 11) Birinin geçindirmekle yükümlü c›l›kta kullan›lan, k›rm›z böce¤inin üst bulundu¤u kimselere, mahkeme karar›yla deri bezlerinin salg›lad›¤› madde. - Bir ba¤lanan ayl›k. - ‹sim. - Söz dinleme, boyun geyik türü. 15) Genifllik. - Ajanda. - ‹t- e¤me. 12) Nazi hücum k›tas›n› imleyen harfler. mek ifli. 16) Yasaklama. - Kad›nlar›n - S›cakla so¤uk aras›. - Er, onbafl› ve çavufllara giysi alt›na giydikleri etek. 17) Tak›m. verilen genel ad. 13) Tarla s›n›r›. - Yard›mc›. - Hububat tozu. 18) Sodyumun sim- A¤›rl›k yitimi. 14) Küskün. - Yiyece¤i ortaklagesi. - Bir tavla gereci. - Soyundan ge- fla sa¤lanan toplant›. 15) “..... keklik bir kayalinen kifli. 19) Bir toplulu¤un ileri ge- da su içer” (Bal›kesir türküsü). - A¤r› Da¤›’n›n lenleri. - Mezopotamya’da yaflam›fl bir eski ad›. - Nikelin simgesi.• halk. 20) Küçük ma¤ara. - Japonya’da FilizOskay@butundunya.com.tr bir kent.

157


Bize Gönderilen

Kitaplar

Tümüyle kitapseverlere yönelik bu bölümümüzde, yeni yay›mlanan kitaplar›n duyurumu yap›lmaktad›r.

Dünya Tarihi ‹nsanlar, Tarihler, Olaylar Alfa Yay›nlar›

.Ö. 15.000 y›l›ndan 2007’ye de¤in neler olup bitmifl hiç merak ettiniz mi? Bu kitap, insanl›k tarihinin uzun; ama yavafl ad›mlarla ilerleyiflinin öyküsü... Ayn› sayfada “Asya-Avustralya”, “Afrika”, “Avrupa”, “Amerika”y› ayn› tarihte birlikte eflzamanl› gösteren kitap, “Bilim ve Teknoloji”, “Sanat ve ‹nsanl›k” sütunlar› içinde dünyay› daha iyi kavrama olana¤› sunuyor. Okur, kronolojik ilerleyifl içinde dünyay› bir aç›dan de¤il, dört bir yandan görebiliyor. On bin y›l önce insanl›¤›n Güneydo¤u Anadolu’da yerleflik yaflama, avc› toplay›c›l›ktan tar›mc›l›¤a geçti¤i andan, kan ve gözyafl›n›n eksik olmad›¤› 2007 y›l›na de¤in uzanan yolculu¤u arkeolojik

158

buluntular, resim heykel, fotograflar›n eflli¤inde anlat›l›yor. Tarihin ak›fl› içinde kimlerin gelip kimlerin gitti¤i görüldü¤ü gibi ayn› zamanda insanl›¤›n yaflananlardan ç›kar›lmas› gereken binlerce dersten pek az pay ç›kard›¤› da ortaya konuluyor. Kitab›n sonundaki ünlü kiflilerin k›sa ve öz yaflam öyküleri ise ayr› bir kaynak durumunda.

Isaac Asimov Dolu Dolu Yaflad›m Janet Jeppson Asimov Hit Kitap

ules Verne’nin “Ay’a Yolculuk” kitab›yla uzaya aç›lan insanlar› evrende geziye ç›karan bilimkurgunun gelmifl geçmifl en usta kalemi Asimov’u kendi kaleminden tan›tan an›lar... Fakat an›lar›n› efli ve çocuklar›n›n tamamlamak zorunda kald›¤›n› ve ac› bir gerçe¤i, Asimov’un AIDS’den öldü¤ünü son bölümde ö¤reniyoruz. Al›nan

J

kanlar›n henüz HIV virüsü testinden geçirilmedi¤i bir dönemde, 1983 y›l›nda baypas ameliyat› olan Asimov’a kimden al›nd›¤› belli olmayan kan verildi. Ertesi gün bafllayan atefl onu ölüme götüren ilk iflaretti. Yedi y›l sonra eflinin iste¤i üzerine yap›lan test korkunç gerçe¤i ortaya ç›kard›. Doktorlar›n önerisiyle hastal›¤› kamuoyuna aç›klanmad›. Ölümcül hastal›¤›n pençesinde yaflam savafl› verirken yazmay› sürdürdü. “Daima daktilomun bafl›nda yaz› yazarken bafl›m klavyeye düflüp, burnum iki tuflun aras›na girerek ölmek istemiflimdir; ama bu mümkün olacak gibi görünmüyor. (...) Gelece¤in nas›l olaca¤›n› göremeyece¤im için kendime ac›yor de¤ilim. Ben de yapt›¤›m bunca ifle bak›p rahatl›yorum. ‹leride yaflam›n nas›l olabilece¤ine iliflkin pek çok hayal kurdum, üzerine kitaplar yazd›m, çal›flt›m, adeta gelece¤i gördüm ve yaflad›m ben...” diyor Asimov.

Antikça¤’dan Günümüze Sanatta Mitoloji Roberto Carvalho de Magalhaes Alfa Yay›nlar›

50’nin üzerinde tablo, fresk, heykel, mozaik ve vazo reprodüksiyonuyla mitoloji dünyas›nda görsel yolculuk yapmak isteyenler için özenli bir çal›flma. 18 bölümden oluflan yap›tta görsel malzemenin güzelli¤i yan›nda mitolojiye kaynak-

5

l›k eden edebiyat›n ünlü yap›tlar›ndan parçalar da yer al›yor. K›sa; ama doyurucu, yormayan bilgiler ›fl›¤›nda, s›n›rlar› ve ça¤lar› aflarak bugün de hâlâ kendinden s›kça söz ettiren, sineman›n bitip tükenmek bilmeyen konu kayna¤› olan mitolojinin kahramanlar›, önemli olaylar› bu yap›tta birarada. Kitab›n sonunda kifliler sözlü¤ü ve sanatç›lar dizini de yer al›yor.

Fikret Ürgüp Bütün Hikayeleri Haz›rlayan: Haldun Soygür Okuyan Us Yay›nlar›

ç Hastal›klar› Uzman›, Pskiyatr, Ressam Fikret Ürgüp’ün özgün öykülerini biraraya getiren bu çal›flma ona bir de öykücü kimli¤i veriyor. Fikret Ürgüp, öyküleriyle Orhan Veli, Sait Faik, Cahit S›tk› gibi dostlar›n›n edebiyat afl›na renk ve lezzet kat›yor. En verimli ça¤›nda ölüme yenik düflen, Mina Urgan’› gözyafl›na bo¤an Fikret Ürgüp tüm öyküleriyle yeniden aram›zda. “(...) Eski Yunan mezarlar›n›n üzerlerindeki kabartmalarda ölü geride kalan›n elini s›karken o kadar ciddidir ki... Dost olabilecekler, toplum içinde birbirlerini baz› iflaretlerden tan›rlar. Resmini yaparken Van Gogh’a bakan Dr. Gachet’in gözlerindeki s›cak anlay›fl. Bir anan›n çocu¤unun ensesini tutufltaki karfl›l›ks›z flefkat. Hakiki bir el s›k›flmas› gibi..”•

159


Bir Fotograf

Bin Sözcü¤e Bedeldir

Fotograf: Ece fieker, Adana

160


Milliyet’ten

TÜRK Sanatç›lar›: Ercan Akyol

“fiüheda F›flk›racak Topra¤› S›ksan, fiüheda” Ercan Akyol, 1953’te Üsküp’te do¤du. Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nden mezun oldu. ‹lk karikatürü 17 yafl›ndayken “Ustra Mizah Dergisi”nde yay›mland›. 1974 ile 1982 y›llar› ars›nda “Özgür ‹nsan”, “Toplum”, “Ayr›nt›l› Haber”, “Çarflaf”, “Çivi” gibi birçok dergi ve gazetelerde çizdi. Günlük karikatür çizmeye 1982’de “Günefl” gazetesinin “Arka Pencere”sinde bafllad›. 1988 y›l›nda “Milliyet” gazetesine geçen Akyol, halen bu gazetenin “Aç›k Pencere” köflesinde karikatürlerine devam etmektedir. 1988 y›l›nda Yugoslavya Jez (Kirpi birincilik) Ödülü ve 2006 Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü’nü alan Akyol’un yurt içi ve yurt d›fl›nda da birçok ödülü vard›r. Evli ve 1 çocuk babas›d›r. Kitaplar›: “Çiziyorum 1980-1990” (Türkiye’nin demokrasiye geçifl sürecini kapsayan kitab›), “Çiziyorum 2003”, “Çiziyorum 2004”, “Çiziyorum 2005”, “Çiziyorum 2006”.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.