2008/03

Page 1



BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI

YEREL SÜREL‹ YAYIN

Baflkent Üniversitesi Ad›na Sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal Yay›n Genel Yönetmeni: Mete Akyol Yay›n Genel Yönetmeni Yard›mc›s›: Hande Umur Genel Koordinatör: Gülçin Orkut Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü: Çiğdem Ayhan ‹flletme Genel Yönetmeni: Sina Şen Yay›n Dan›flman›: Yaşar Öztürk Türk Dili Dan›flman›: Haydar Göfer Sanat Dan›flman›: Süheyla Dinç Redaksiyon: Fatma Ataman Düzeltme Sorumlular›: Nükhet Alicikoğlu, Emel Kurt

Seçiciler Kurulu: Prof. Dr. Nevzat Bilgin (Anısal Başkan), Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Prof. Dr. Solmaz Doğanca, Prof. Dr. Sevil Öksüz, Prof. Dr. Ender Varinlioğlu, Prof. Dr. Okay Eroskay, Prof. Dr. Fuat Çelebioğlu, Prof. Dr. Sedefhan Oğuz, Prof. Dr. Levent Peşkircioğlu, Necmi Tanyolaç, Haluk Cansın, İzmir Tolga, Alaettin Giray, Ayhan Erten, Nuri Özakyol, İlhan Banguoğlu, Ahmet Aydede, Manuel Bilos, Cengiz Dolunay Sürekli Yazarlar: Yücel Aksoy, Metin Atamer, Nuray Bartoschek, Cahit Batum, Prof. Dr. Yüksel Bozer, Sadi Bülbül, Ali Naili Erdem, Ali Murat Erkorkmaz, Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, İlyas Halil, Pelin Hazar, İlker İnal, Mehmet Muhsinoğlu, Filiz Leloğlu Oskay, Saniye Özden, Yaşar Öztürk, Erdoğan Sakman, Songül Saydam, İzlen Şen, Cheryl Tanrıverdi, Eser Tutel, Engin Ünsal, Dr. Mehmet Uhri, Orhan Velidedeoğlu, Mustafa Yıldız Yönetim Merkezi: 10. Sok., No: 45, Bahçelievler, Ankara Tel: (0312) 212 8016 (pbx) Faks: (0312) 234 1216 ‹letiflim Adresi: Mimoza 4/9, D: 1, Ataşehir, 34750, İstanbul Tel: (0216) 456 2727 (pbx) Faks: (0216) 456 2729 Abone Hizmetleri: (0212) 314 0888 Da¤›t›m: Yaysat Renk Ayr›m›: Mat Yapım Bas›m Tarihi: 29. 02. 2008

Baflkent Üniversitesi’nin bir kültür hizmeti olan Bütün Dünya 2000, Baflkent Üniversitesi kurulufllar›ndan 1. Cadde, No: 77, Bahçelievler, Ankara adresindeki Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve Ticaret A.fi.’nin 3. Cadde, No: 2, Yenimahalle, Ankara adresindeki tesislerinde bas›lm›flt›r. www.butundunya.com.tr butundunya@butundunya.com.tr


Y›l: 10, Say›: 118

M A R T

2 0 0 8

‹ Ç ‹ N D E K ‹ L E R

7 Bir Yazarın Adım Sesleri... METE AKYOL

31 Elli Yıl Önceden Kara Haber Var AT‹LLA ORAL

10 Herostratoslar ORHAN VEL‹DEDEO⁄LU

17 Devrimsel Özellikli 3 Büyük Karar Günü: 3 Mart Günü YAfiAR ÖZTÜRK

24 Yazı Devrimi Fotografı YÖK’ten İstifa Gerekçesi Oldu YAZI ‹fiLER‹ BÖLÜMÜ

26 Büyük, Küçük, Hepimiz Atatürk’ün İzindeyiz

39 Doğruluğun ve Dürüstlüğün Simgesi: Ahlak AL‹ NA‹L‹ ERDEM

PROF. DR. HALUK ORAL

ESER TUTEL

89 Bir Zamanlar Bizim Mahallede MEHMET ÜNVER

93 Kağıt Toplayan Çocuklar MUZAFFER ‹ZGÜ

43 Eski Zaman Ozanlarını Anlatan Bir Eski Zaman Adamı KONUR ERTOP

49 Yabancı Gönüllüler Fark Yaratıyor CHERYL TANRIVERD‹

COfiKUN ERTEPINAR

28 Dost da Edindik Düşmanımızı, Çanakkale’de

81 “Ört’menim Yarın Okula Ben de Gelmesem Olur mu?”

MEHMET MUHS‹NO⁄LU

GÜRBÜZ EVREN

15

Mart SuDokular›

80

1001 Güzel Söz

98

Bilginizi Denetleyin

135

Anne ve Babalardan

146

99 Kim Demiş Atatürk “Alkol Alımına Bağlı Siroz”dan Öldü Diye? DR. fiAK‹R COfiKUNER

102 Plaza Martıları DR. MEHMET UHR‹

105 Ignace Paderewski 118 Telvizyon Nasıl Geliştirildi? 119 Bornoz

AL‹ MURAT ERKORKMAZ

129 Kınalı Keklik 132 Atatürk Fotografları SAD‹ BÜLBÜL

73 Kaşıkçı Elması HANDE UMUR

137 Bir İnsan Neler Yapabilir? NURAY BARTOSCHEK

77 Zirveyi Hedeflemek MET‹N GÖREN

Yürüyen Merdiven

123 Genlerle Oynarken

69 Volitan ‹ZM‹R TOLGA

Sayfa: 143

MET‹N ATAMER

ERDO⁄AN SAKMAN

4

‹lk Dersimiz Türkçe

SERDAR KALKAN

59 “Le Deuxieme Sexe” “İkinci Cins” 63 Sakallı Yaşlıları Değil, Popstar’ı Seyredelim!

B‹R YOLCU VAPURU BATTI KÖRFEZDE

8

YÜCEL AKSOY

55 “Ponzi Dalaveresi”

SONGÜL SAYDAM

Sayfa: 31

Sizden Bize

149 Ebel’in Kumları ‹LYAS HAL‹L

Mankafa Poldi

148

Kareler ve Rakamlar

152

Mant›k Bilmecesi

153

Satranç

154

Bulmaca

156

Ay›n Kitaplar›

158

Bir Fotograf Bin Sözcük 160 5


’DAN S‹ZE Mete Akyol

B‹R YAZARIN ADIM SESLER‹...

Y

azar›m›z Doktor Mehmet Uhri’nin as›l mesle¤i d›fl›nda en çok u¤raflt›¤› konu, yazarl›kt›r. Yazmay› en az doktorlu¤u düzeyinde önemsemesine karfl›n, bir yaz›s›n› ne denli çok be¤endi¤inizi söylemeye görün ona... Sizi o an durdurur ve sözünüzü tamamlaman›za ne olanak verir, ne izin verir. Siz, “Bir hata m› yapt›m acaba?” kuflkusu içinde k›vran›rken o, kendine özgü bir içtenlikle ve inand›r›c› olmak için ç›rp›nd›¤› bir alçakgönüllükle, yazarl›k kimli¤ini de ayn› biçimde tan›mlar: “Benim yazarl›¤›m, amatör heves s›n›rlar› içinde kalm›fl bir zevk u¤rafl›d›r” der. Y›llard›r hep böyle tan›d›¤›m Dr. Mehmet Uhri’yi, yukardaki birkaç sat›rda, size de do¤al olarak böyle tan›tt›m. fiimdi de onun, elindeki bir yabanc› dergiyi gösterirken duyumsad›¤› sevincinden kaynaklanan mutlulu¤unu ya da mutlulu¤undan kaynaklanan bir sevincini anlatay›m:

“Yunanistan’da yay›mlan›yormufl bu dergi” dedi o gün. “Ad›, ‘Polifonies’. Türkçesi, ‘Çok Seslilik’... Yunanca, Türkçe ve Bulgarca yay›mlan›yormufl. Bir de bu sayfaya bak›n...” Onun bakmam› istedi¤i “bu sayfa”da, birkaç ay önce Bütün Dünya’da yay›mlanan “Kilimin Dü¤ümü” bafll›kl› öyküsü vard›. “Nereden bulmufllar, nas›l geçmifl ellerine bilmiyorum ama” dedi. “Kilim konusunda özel bir say› haz›rlamakta olduklar› s›rada görmüfller yaz›m›...” Dr. Mehmet Uhri’yle o gün, birbirimizin ellerini s›k› s›k› kavrayarak “çok özel bir dostluk anlaflmas›” da yapt›k. Bundan böyle o, hiçbir zaman “Amatör heves s›n›rlar› içinde kalm›fl bir zevk u¤rafl›” diye tan›mlayarak haks›zl›k etmeyecek yazarl›¤›na... Onun bu anlaflmam›z› içtenlikle ve inanarak uygulamas› ise, bizim sevincimizden kaynaklanan mutlulu¤umuz, bizim mutlulu¤umuzdan kaynaklanan sevincimiz olacakt›r.• 7


S‹ZDEN B‹ZE MEKTUPLAR B‹ZDEN S‹ZE YANITLAR

Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul butundunya@butundunya.com.tr Faks: 0216-456 2729

ubat ay›ndaki say›n›zda,

fi komflumuz ‹ran ile ilgili haz›rlad›¤›n›z yaz›n›n bir ülkenin iç ifllerine kar›flmak hatta o ülke vatandafllar›n› rencide etmek anlam›na geldi¤ini düflünüyorum. ‹ran halk› istese, Amerika’n›n devrim muhaliflerine olan bunca deste¤i ile fiili’de ve birçok ülkede oldu¤u gibi yönetimi kolayl›kla de¤ifltirebilir. Baflörtüsünün fleriat› getirme gücü olsayd› serbest oldu¤u dönemde san›r›m bunu baflarabilirdi. Bu ülkedeki insanlar›n en önemli sorunu bölünme, kimliksizleflme ve ekonomik ç›kmazlard›r. Avrupa birli¤ini bir kurtulufl olarak gören bir zümrenin bu söylediklerimi yeterince anlamas› zor olacakt›r. Sayg›lar›mla, Mehmet Önder, Tiyatro Sanatç›s›, Tiyatro ve Diksiyon E¤itmeni.

flik bir biçimde yorumlamakta oldu¤unuz izlenimi oluflturmufltur. Komflu evdeki yang›n›n, bitiflikteki evinize s›çramas›n› önlemek için kendi evinizde önlem alma çabalar›n›z, komflunun ev düzenine kar›flman›z anlam›nda yorumlanmaya kalk›fl›l›rsa, iki yanl›fl ayn› anda ifllenmifl olur. Hem olay›n gerçek kimli¤i, tehlikesi ve tehdidi görülememifl, hem de “aba alt›ndaki hançer”i gösterenlere haks›zl›k edilmifl olur. “Bitiflik komfludaki yang›n”›n, kiflinin kendi evinin düzenini etkileme tehdidi karfl›s›nda sessiz kalmas› ve “Komfluda yang›n var” uyar›s›n› onun ev düzenine kar›flmak olarak yorumlamas› görüfllerinin ayn› üretim merkezinden kaynaklanmas› ise ortada, yang›ndan da önce düzeltilmesi gereken ciddi bir çeliflkinin belirtisidir. Mehmet Muhsino¤lu.

YAZARIMIZIN YANITI: lyas dost, “Bütün Dünya”n›n

ir komflu ülkenin iç ifllerine kar›flt›¤›m›z› ileri sürerek suçlaman›z bizde, olaylar› de¤i-

B 8

‹ fiubat 2008 say›s›ndaki öykü-

nü okudum. Bugüne kadar, duygu dün-

yas›n› böylesine güzel anlatan, yaflayan, yaflatan, –nesir türünde– bir fliir görmedim, okumad›m. Böylesine k›sa yaz›lm›fl, uzun yaflatan! Önce Orhan Veli’ye, Bilge Karasu’ya rahmet, Faz›l Hüsnü Da¤larca’ya sa¤l›kl› ömür diledim; sonra yeniden sana döndüm. Seni nas›l kutlayay›m bilemiyorum; en iyisi bu mektubu, içimden geldi¤i gibi söyleflerek bitirmek olsa gerek: Seni görmedim, –eski mi yeni mi bilmiyorum– resminle tan›yorum. Ne de çabuk, ama –bence– o denli de sa¤lam bir dostluk kurmufluz. Ne diyeyim ki? Bilmem flimdi nerelerdesin? Seni çok özlemiflim. Hoflça, sa¤l›cakla, esen kal. U¤urhan Tunçata, Ankara. ay›n ‹lyas Halil, size teflek-

S kür etmeyi bir borç bildi¤im için yaz›yorum. “Bütün Dünya” dergisine ilk yazd›¤›n›z günden beri yaz›lar›n›z› izliyorum. Bu kadar güzel bir flekilde Türkçe’mizi kullan›p, bu muhteflem yaz›lar› nas›l yazd›¤›n›z› gerçekten merak ediyorum. Aff›n›za s›¤›narak size neden Türkiye’de olmad›¤›n›z› sormak istiyorum. Çok uzaklardaki sanat elçimize sayg›lar›m› sunuyorum. Gülçin Hüflan.

YAZARIMIZIN YANITI: ziz Gülçin Hüflan Han›m,

A notunuz için teflekkür ede-

rim. Sa¤ olun. Öykülerimi okumak için ay›rd›¤›n›z zaman, bana büyük bir iltifat... Türkiye’de olmad›¤›m› kim söyledi? Sabah gözlerinizi açar açmaz ya sizin ya baflka bir dostun komflusu oldu¤uma lütfen inan›n. Ancak uyumak için Montreal’e dönüyorum. Bu cevab›m inan›n ki, do¤ru... Biraz Mersin’de, biraz Ankara veya Kayseri’de olmadan sizinle nas›l konuflabilirim. Sevgi ve sayg›lar›mla, ‹lyas Halil. ubat say›n›z› ald›¤›mda kapak sayfalar›n›zda yapt›¤›n›z de¤iflikli¤i ilk bak›flta çok yabanc›lad›m, fakat okumaya bafllay›nca kendimi eski “Bütün Dünya”m›n içinde buldum. Ellerinize sa¤l›k. Peri Berkin, ‹stanbul.

fi ve

en çok küçükken, 60’l› y›llar-

B da, a¤abeyim ‹ngilizce bir dergiye aboneydi. Yaz›lanlardan bir fley anlamaz, ama derginin renkli sayfalar›na bakmaya bay›l›rd›m. Y›llar sonra, bu kez anlayarak, ö¤renerek, ayn› zamanda bakmaktan da zevk alarak okudu¤um dergiyi buldum. Dergiye eme¤i geçen herkese sonsuz teflekkürler. Dündar Elçin, ‹stanbul. 9


TÜRK D‹L‹ Orhan Velidedeoğlu

HEROSTRATOSLAR “Herostratos adl› bir genç, Tanr›ça Artemis’in tap›na¤›n› yakar. Herostratos yakaland›¤›nda ünlü olmak, tarihe geçmek için yakt›m diyecektir. Herhalde, gencin gerçek ad› Stratos idi. Ad›n›n bafl›na hero (kahraman) sözcü¤ü bu olaydan sonra eklenmifl olmal›yd›.” eçen aylarda gazetelerde yay›mlanan üç haber, bende benzer ça¤r›fl›mlar oluflturdu: 21 Aral›k 2007 tarihli Cumhuriyet’te Özgen Acar’›n Tarihe Geçen Herostratos’lar! bafll›kl› yaz›s›ndan bir al›nt›: “‹Ö 356 y›l›nda Büyük ‹skender’in do¤umuna yard›m etmek için Tanr›ça Artemis Efes’ten Makedonya’ya gider. Do¤um gecesi Herostratos adl› bir genç, tanr›çan›n tap›na¤›n› yakar. Herostratos yakaland›¤›nda ünlü olmak, tarihe geçmek için yakt›m diyecektir. Herhalde, gencin gerçek ad› Stratos idi. Ad›n›n bafl›na hero (kah-

G

10

raman) sözcü¤ü bu olaydan sonra eklenmifl olmal›yd›. (...) “Bu olaydan 2517 [?] y›l sonra Malatyal› genç Mehmet Ali A¤ca, Papa 2. Jean Paul’e 13 May›s 1981’de suikast girifliminde bulunacak, yakaland›ktan sonra Tarihe geçmek için, ünlü olmak için yapt›m diyecekti...” *** 16 Aral›k 2007’de ‹zmir’de Aziz Andon Kilisesi’nin rahibi Franchini’yi b›çaklayan Ramazan Bay da Türkiye çap›nda ses getirecek bir eylem yaparak ünlenmeyi amaçlad›m dememifl miydi?.. (Cumhuriyet: 20. 12. 2007) ***

eçen Kurban Bayram›’n›n öncesi ya da ilk günleri, Hürriyet gazetesinde, ülkelerine dönecek Hac›lara Zemzem* suyunun –kuyuda suyun çok azalmas› nedeniyle– ancak bir küçük bidon dolusu verilebilece¤ine; suyun tamamen tükenmesi olas›l›¤›na karfl› da kuyuya baflka kuyulardan su ak›t›lmas›n›n düflünüldü¤üne iliflkin bir haber vard›. Bu haber bana bir olay› an›msatt›. Tan›d›¤›m bir hac› anlatm›flt›: Birkaç y›l önce, Kâbe’den birlikte döndükleri komflusu hac›n›n, kutlamaya gelen kiflilere uzun süre Zemzem da¤›tmas› dikkatini çekmifl ve sormufl: “Ya Hac›, ikimiz de küçük birer el bidonu ile Zemzem getirdik. Benimkisi çoktan bitti, sen hâlâ da¤›t›yorsun, bu nas›l ifl? Hac› gülmüfl ve “Ben getirdi¤im befl litre Zemzem’i otuz litrelik bir bidona boflaltt›m, üzerine de çeflme suyu doldurdum, gelenlere Zemzem niyetine sunuyorum” demifl. (!) Kuyudaki kutsal su (Zemzem) hac›lara da¤›t›lamayacak kadar azal›r da Arap, uzak baflka kuyulardan buraya oluk oluk su ak›t›rsa, bizim “flark kurnaz›” hac›n›n suyu gibi, o suda kutsall›k kal›r m›? Olacak fley de¤il ya, akl› bafl›nda bir mü’min ç›kar, “Kutsal olan kuyu de¤il, Zemzem’dir, baflka kuyulardan gelen su kutsal olamaz!” diyerek bu uygulamaya

G

karfl› ç›kar, bu arada da kuyuda Zemzem tükenirse... Kötü yolla da olsa an›lmak, ünlenmek, tarihe geçmek için Zemzem kuyusunu kirletmeye niyetlenen herostratoslar, sonra ne yaparlar, bilinmez. Zemzem kuyusunu kirletmeye yeltenen Arap’a, bu günah› göze almas›n›n nedenini soruldu¤unda, “Ünlü olup tarihe geçmenin en kolay yolu bu” demifl; dedi¤i de olmufl. Nitekim, bu eylem deyimleflip sözlüklere, ansiklopedilere bile girmifl. ‹flte Büyük Larousse: Zemzem kuyusuna iflemek: Ad›n›n an›lmas›n› sa¤lamak için kötü bir ifl yapmak.” Gerçi, içinde bu h›rs olan insano¤lu, nas›l olsa ünlenmenin bir baflka kolay yolunu bulur: Günümüzde görüldü¤ü gibi kimisi, papaz›, misyoneri, H›ristiyan yurttafl› öldürür ya da b›çaklar; kimisi kaç›r›r, fidye için saklar; kimisi de öz Türkçe sözcükleri yasaklar... (!) *** 17 Kas›m 2007 tarihli Milliyet’te Melih Afl›k yaz›yordu:

“Ç

evre ve Orman Bakanl›¤› Bas›n ve Halkla ‹liflkiler Müflavirli¤i, geçti¤imiz günlerde bakanl›k personeline bir Tavsiye Yaz›s› gönderdi. Ne kadar Türkçeleflti rilmifl sözcük varsa Arapçalaflt› r›lmas›n› istedi. Yaz›da: De¤erli arkadafllar, Türkçemizdeki sözcük çeflitlili¤inin korunmas›, yaflayan ve zen11


BD MART 2008

BD MART 2008

gin bir dil olarak varl›¤›n› sürdürebilmesi için günlük konuflmalar›m›z ve her türlü yaz›flmalar›m›zda ekli dosyadaki kelimelerin kullan›lmas› konusunda hassasiyet ve itina göstermenizi rica eder, iyi çal›flmalar dileriz denildikten sonra, Bakan Veysel Ero¤lu’nun konuflmalarda ve yaz›flmalarda kullan›lmamas›n› istedi¤i sözcükler (siyah dizilenler) ile onlar›n yerine kullan›lmas›n› tercih etti¤i sözcükler flöyle s›ralan›yor: “Amaç: Maksat, Gaye, Atama: Tayin, Belirlemek: Tespit etmek, Bofl: Münhal, Dayanak: Mesnet, Do¤al: Tabii, Durum: Vaziyet, Gereksinim: ‹htiyaç, Görev: Vazife, ‹çermek: ‹htiva etmek, ‹lgi: Alaka, ‹liflik: ek, Kapsamak: ‹htiva etmek, Kat›lmak: ‹fltirak etmek, Koflul: fiart, ‹zlemek: Takip etmek, Kent: fiehir, Neden: Sebep, Ödül: Mükafat, Örgüt: Teflkilat, Örne¤in: Mesela, Öneri: Teklif, Özel: Hususi, Sorumluluk: Mesuliyet, Sonuç: Netice, Sorun: Mesele, Tören: Merasim, Yasa: Kanun, Yasal: Hukuki, Yaflam: Hayat, Yapay: Suni, Yetki: Selahiyet, Yöntem: Usül, Zorunluluk: Mecburiyet (.....)” * rtesi gün 18. 11. 2007 tarihli Milliyet’te, konuyla ilgili, haber görünümünde bir aç›klama yay›mlan›r: Haberin üst bafll›¤›: Personele Arapça Telkini! ‹ri harflerle anabafll›k: Baka n›n haberi yokmufl!

E 12

Alt bafll›k: Çevre Bakanl›¤› Müflaviri’nin personelden Arapça kökenli sözcük kullanmas›n› istemesi tepki çekti

vellio¤lu’nun sözlü¤ünden yararlanarak kullan›labilecek sözcük çeflitlili¤ini bakanl›k personeline aktard›¤›n›” söylemifl.

u aç›klama haberine göre: Çevre ve Orman Bakanl›¤› Bas›n ve Halkla ‹liflkiler Müflaviri, tart›flmalara yol açan yaz›y› do¤rulam›fl ve “Arapçalaflt›rma söz konusu de¤il, Türkçe zenginli¤ini an›msatmak istedim. Türk diline olan kiflisel ilgimden dolay› böyle bir tavsiye yaz›s› gönderdim” demifl ve Ferit Devellio¤lu’nun sözlü¤ünden yararlanarak kullan›labilecek sözcük çeflitlili¤ini bakanl›k personeline aktard›¤›n›, aç›klam›fl. Müflavir Bey’in, haberin iki yerinde yinelenen “Türk diline olan kiflisel ilgimden dolay›...” tümcesi, çok dikkat çekici geldi bana: Sayg›de¤er Müflavir Bey hangi millettendirler ve kendilerinin anadilleri nedir acaba ki Türk di line, böylesine kiflisel bir ilgi duyuyorlar?.. Ö¤renmeyi çok isterim; Türkçeme ilgi gösterilmesi hofluma gider de... Ancak, Türk diline her ilgi duyan kifli, dilde benimsenmifl, kullan›la gelen öz Türkçe sözcüklerimizin yerine Arapçalar›n›n kullan›lmas›n› önerebilir mi? Müflavir bey ilgi göstermifl. Görelim bakal›m, bu ne mene bir ilgiymifl!.. * Müflavir Bey, “Türk diline olan kiflisel ilgisi nedeniyle, Ferit De -

as›l bir aç›nma (itiraf) bu, nas›l bir aç›klamad›r ki, dilde benimsenmifl, kökleflmifl o güzel Türkçe sözcüklerimizin Arapçalar›n› kendisi de bilmiyor; ne yap›yor? Devellio¤lu’nun Osmanl›ca Türkçe sözlü¤ünden Arapça karfl›l›klar› aray›p bulup, sonra da bunlar› personele sunup hava atmaya kalk›yor!.. Amaç, Arapçay› hortlatmak de¤ilse, bu nedir? Herostratosluk mu?.. Devellio¤lu’nun sözlü¤ünü taramas›na karfl›n sözcüklerin Arapças›n› do¤ru saptayabilse ya! Onu da becerememifl. Örne¤in: Bofl sözcü¤ünün Arapças› ‘hâlî’dir, ‘münhal’ de¤il. Münhal, ‘aç›lan, aç›k olan, bofl kalan’ demektir. Yasal sözcü¤ünün Arapças› ‘hukuki’ de¤il, ‘kanuni’dir. Belirlemek sözcü¤ünün Arapças› ise ‘tespit’ de¤il, ‘tâyin’dir (‘tâyin’in 2. anlam› ‘atama’d›r). Tespit, saptama’n›n Arapças›d›r. ‹liflik sözcü¤ünün Arapças› “ek” de¤il, “merbut”tur. Türkçede “iliflik”in –Arapças› de¤il– eflanlamlas› “ekli / eklenmifl”tir. Müflavir Bey’in buluflunun aksine “ek” sözcü¤ü Arapça da de¤ildir. Kökeni kesin bilinmemekle birlikte Osmanl› el yazmalar›nda ve sözlüklerinde, özellikle 1800’lü y›l-

B

N

lardan bu yana yer ald›¤› görülen “ek”’in Arapças› “ilâve”dir. Yöntem’in Arapças› “usül” de¤il, “usûl”; Yetki’nin Arapças› “selahiyet” de¤il, “salâhiyet / salâhiyyet” biçiminde yaz›l›r. Ayr›ca, Devellio¤lu’ndan al›nd›¤› belirtilen ve bas›na yans›d›¤› kadar›yla bu 35 sözcükten 26’s›n›n Arapçalar›n› do¤ru yazabilse ya! Örne¤in flu sözcükler: münhal, münhall; tabii, tabîî; vaziyet, vaz’iyyet; takip, ta’kîb; mesuliyet, mes’uliyyet; mesele, mes’ele; suni, sun’î biçiminde yaz›lmal› de¤il miydi? Devellio¤lu’nun sözlü¤ünde böyle yaz›yor da... fieyhülislâm Bahayi’n›n flu ikili¤i doland› dilime; yinelemekten kendimi alam›yorum: Bize mülhid diyenin kendüde imân olsa; Dahleden dinimize bâri müselman olsa!.. (Kendisinde iman yok, bizlere “imans›z” der; Müslümanl›¤› bilmez, dinimize laf eder.) * as›n Müflaviri Bey bir de: “Bakan’›n bu yaz›dan haberi yok... Benim zaten yaz›flmalarda dilin kullan›m›yla ilgili talimat verme yetkim yok. E¤er amaç bu olsa idi müsteflarl›k ya da bakan makam› genelge yay›mlard›. Sadece çal›flma arkadafllar›ma ‘örnek’ yerine ‘misal’ kelimesini de kullanabileceklerini an›msatt›m” demifl. Bas›n müflavirli¤i kadrosunda-

B

13


BD MART 2008

ki bir görevlinin; bakan›n, müsteflar›n, müsteflar yard›mc›lar›n›n, hattâ personel müdürünün onay›n› almadan, onlar›n bilgileri d›fl›nda bir “bildiri”yi personele sunmas› olanaks›z. Böyle bir iflgüzarl›k, görevin gecikmeksiniz sona erdirilmesini gerektirir. O müflavir bugün hâlâ görevinin bafl›ndaysa, bu giriflim, üst yetkililerin izniyle yap›lmas›na karfl›n “tepki do¤unca, fatura müflavire kesilmifl” görünümü vermiyor mu? ergimizin (Bütün Dünya) 2007 Ocak ve fiubat say›lar›nda sözcük yasaklama üzerine iki yaz›m yay›mland›; orada da yazd›m. Geçmiflte sözcük yasaklamaya kalkan baflbakan, bakan (özellikle milli e¤itim bakanlar›), devlet kurumlar›n›n bafl›ndaki kifliler, görevlerinde belki baflar›l› oldular; ama sözcük yasaklamaya yeltenmeleri nedeniyle toplumdan büyük tepki ald›lar ve adlar›, Türk Dili ve Edebiyat› Tarihi’ne Türkçe Sözcüklerimizi Yasaklayanlar olarak geçti; bundan sonrakiler de öyle yaz›lacak ve bugün Türkçeyi kirletmeye kalkanlar yar›n iyi an›lmayacaklar. *

D

Bu kez de yaz›m›z› Nâbî’den bir dörtlükle bitirelim. Ba¤-› dehrin hem hazân›n hem bahâr›n görmüflüz / Biz neflât›n da gam›n da rûzigâr›n görmüflüz; Çok da ma¤rûr olma kim meyhâne-i ikbâlde / Biz hezâran mest-i ma¤rûrun humâr›n görmüflüz... (Biz dünya ba¤›n›n ilkbahar›n› da, sonbahar›n› da; sevinçli ya da tasal› zamanlar›n› da gördük. Bafl döndürücü yüksek orunlara [mevkilere] ulaflmakla kendini bir fley sanma; gurur sarhoflu binlerce kiflinin ay›ld›¤›ndaki [koltuktan düfltü¤ündeki] periflanl›¤›n› da gördük...) * [*] Kâbe yak›n›nda bulunan bir kuyunun Müslümanlarca kutsal say›lan suyu. Kuyu, Müslümanl›ktan önce de vard› ve o zaman da suyu kutsal say›l›yordu. Günümüzde (1989) bu suyu hac›lar›n bir kap içerisinde ülkelerine götürmeleri ve kendilerini kutlamaya gelenlere sunmalar› gelenekleflmifltir (Büyük Larousse, Bak: Zemzem).• OrhanVelidedeoglu@butundunya.com.tr

Sosyetik kad›n düzenlenen bir av partisine kat›lm›fl; fakat hiçbir fley vuramad›¤› için can› oldukça s›k›lm›flt›. Dönüflte aya¤›ndan yaralanm›fl bir rehber görünce daha fazla sinirlendi ve kendi kendine söylenmeye bafllad›: “fiu duruma bak” dedi. “Rehberleri vurman›n serbest oldu¤unu bana niye söylemediler ki...”• 14

‹LK DERS‹M‹Z TÜRKÇE Saniye Özden

Sözcük bilginizi denetledikten sonra, do¤ru yan›tlar için 16’nc› sayfam›za bak›n›z

1. acele (arapça) – a) tez, ivedi b) h›zl› c) telafll› ç) çevik 2. alelade (arapça) – a) basit b) adice c) ola¤and›fl› ç) s›radan 3. birader (farsça) – a) arkadafl b) dost c) erkek kardefl ç) hemfleri 4. hemflire (farsça) – a) bac›, k›z kardefl b) sa¤l›k görevlisi c) ebe ç) han›mefendi 5. hemzemin (farsça) – a) düz yer b) efl düzlükte c) geçit ç) yerleflik 6. laga luga (bulgarca) – a) bofl konuflma b) yalan c) palavra ç) gevezelik 7. otoban (almanca) – a) çift yol b) otoyol c) asfalt yol ç) uzun yol 8. trafo (almanca) – a) elektrik dönüfltürücü sistem b) elektrik merkezi

c) da¤›t›m sistemi ç) ak›m havuzu 9. flalter (almanca) – a) anahtar b) açacak c) çevirgeç ç) elektrik sistemi 10. komprador (ispanyolca) – a) zengin b) sonradan görme c) arkas› güçlü ç) arac› 11. amigo (ispanyolca) – a) kanka b) arkadafl c) flakflakç› c) taraftar önderi 12. mart (latince) – a) mart ay› b) Mars c) dert ay› ç) dönence 13. anahtar (yunanca) – a) açk› b) temel, as›l c) flifre ç) girifl noktas› 14. animasyon (frans›zca) – a) çizgi film b) canland›rma c) grafikle gösterme ç) yaparak gösterme 15. angaje (frans›zca) – a) ba¤lanm›fl b) etki alt›na girmifl c) ayart›lm›fl ç) sempatizan

15


YAKIN TAR‹H‹M‹Z

‹LK DERS‹M‹Z TÜRKÇE YANITLAR

15’inci sayfam›zda yer alan sözcüklerin do¤ru karfl›l›klar›

1. acele (arapça) – a) tez, ivedi.

7. otoban (almanca) – b) otoyol.

2. alelade (arapça) – ç) s›radan.

8. trafo (almanca) – a) elektrik dönüfltürücü sistem.

3. birader (farsça) – c) erkek kardefl. 4. hemflire (farsça) – a) bac›, k›z kardefl. Kuflkusuz “hemflirelik” mesle¤ini yapan kifli anlam› da yerleflik; ama art›k kaybolmufl karfl›l›¤› “bac›”. 5. hemzemin (farsça) – b) efl düzlükte. Karayolu ile ayn› düzeyde bulunan tren yolu terimi olarak kullan›m› yayg›n: Hemzemin geçit. 6. laga luga (bulgarca) – a) bofl konuflma. Bu argo sözcük, di¤er seçeneklerdeki yan anlamlar›yla da kullan›l›yor.

9. flalter (almanca) – c) çevirgeç. 10. komprador (ispanyolca) – ç) arac›. 11. amigo (ispanyolca) – b) arkadafl. “Arkadafl” de¤il, futbol taraftarlar›n› coflturan kifli anlam› yerleflik. 12. mart (latince) – a) Mart ay›. 13. anahtar (yunanca) – a) açk›. 14. animasyon (frans›zca) – a) çizgi film b) canland›rma. 15. angaje (frans›zca) – a) ba¤lanm›fl.

“fiu fakire bir sadaka” diyerek dilenen yafll› adam, “eli s›k›” bir kifliden kendisine ac›mas›n› istedi: “Bana ac›y›n, bay›m” dedi. “Lütfen yard›m edin.” “Eli s›k›” adam, yafll› adama hemen yan›t verdi: “Tabii ki, iste¤iniz yaln›zca buysa...” dedi. “Memnuniyetle yerine getiririm...”• 16

Yaşar Öztürk

Devrimsel Özellikli 3 Büyük Karar Günü:

3 MART GUNU

3 Mart 1924 tarihinde al›nan üç önemli kararla Türkiye Cumhuriyeti, yap›s›na ça¤dafl bir kimlik kazand›r›rken, dünyan›n ça¤dafl ülkeleri aras›na bundan böyle bu yeni kimli¤iyle kat›larak bir yandan uygar dünyada yerini al›yor, bir yandan da “siyasal co¤rafyas›ndan koptu¤u” arkas›nda kalan ülkelere, ça¤dafll›k ad›m›n›n nas›l at›laca¤›n›n örne¤ini oluflturuyordu.

M

itolojik kahraman Akhilleus’u annesi, o¤lunun her türlü sald›r›dan korunabilmesi için, bir z›rh etkisinde oldu¤una inand›¤› özel bir suya dald›rm›flt›. Bu su, Akhilleus’u tüm yaflam› süresince her türlü sald›r›dan korudu, onun tüm savafllardan tek yara almadan ç›kmas›n› sa¤lad›. Hiçbir ok, onun bedenini etkileyememiflti. Akhilleus’un yaln›zca sa¤ aya¤›n›n topu¤u bu koruman›n d›fl›nda kalm›flt›. Çünkü annesi

o¤lunu koruyucu suya dald›r›rken onu sa¤ aya¤›n›n topu¤undan tutmufl, bu nedenle Akhilleus’un bu topu¤u, koruyucu suya girememifl, bedeninin yaln›zca bu bölümü kutsal suyun korumas› d›fl›nda kalm›flt›. Akhilleus, bedeninin korumas›z bu tek bölümüne yöneltilen bir okun, hedefini bulmas› sonucu öldürülebilmiflti. Deneyimli politika ve devlet adam› merhum Bülent Ecevit “Laiklik Cumhuriyet’in Akhilleus topu¤udur” derken, cumhuriyet dü17


BD MART 2008

zeninin korunmas›nda laiklik ilkesinin ne denli özenle korunmas› gerekti¤inin önemini bir kez daha an›msat›yordu. erfley, Türkiye Cumhuriyeti’nin Akhilleus topu¤unu yüzeysel bir s›yr›k izi b›rakarak geçen sald›r›dan 84 y›l önce bafllam›flt›. 1924 y›l›n›n 3 Mart günü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli, üç önemli kararla pekifltirilmiflti. Bu üç önemli karar, Türkiye’nin öz oluflumunun tarihinde oldu¤u denli, yeryüzünün tüm ülkelerinin oluflumu tarihinde de çok önemli bir yer al›yordu. Çünkü bu üç önemli kararla Türkiye Cumhuriyeti, yap›s›na ça¤dafl bir kimlik kazand›r›rken, dünyan›n ça¤dafl ülkeleri aras›na bundan böyle bu yeni kimli¤iyle kat›larak bir yandan uygar dünyada yerini al›yor, bir yandan da “siyasal co¤rafyas›ndan koptu¤u” arkas›nda kalan ülkelere, ça¤dafll›k ad›m›n›n nas›l at›laca¤›n›n örne¤ini oluflturuyordu. Türkiye’nin 3 Mart 1924 günü ald›¤› bu üç önemli karar, flunlard›: •Hilafete son verilmifl, halifenin devlet düzeninindeki yeri kald›r›lm›fl, böylece devlet yönetimindeki “iki bafll›l›k” sona erdirilmifltir. •E¤itim ve ö¤retim birli¤i sa¤lanm›flt›r. •Genel Kurmay Baflkanl›¤›, Milli Savunma Bakanl›¤› yap›s›na

H

18

al›narak, ordu siyasetin d›fl›nda bir yap›ya kavuflturulmufltur. Hilafetin kökünden kald›r›lmas› ve halifeli¤e son verilmesinde Mustafa Kemal’in iki amac› vard›. Devlet yönetimindeki bir “dinsel makam”› ortadan kald›rarak, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetimini, Ayd›nlanma Ça¤›’na yarafl›r bir kimli¤e kavuflturmak ve... Baflta ‹ngiltere olmak üzere, çeflitli Avrupa ülkelerinin bu “dinsel makam”› içifllerimize kar›flmak için kullanmalar›n›n önüne geçmek... Mustafa Kemal, bu konudaki görüflünü flöyle özetliyordu: “Müstemlekeci devletlerin hiç vazgeçemedikleri usül, Müslüman memleketlerini taassup zincirinde ba¤l› tutmak, böylece göz açmalar›n›, hak ve hürriyet aramalar›n› önlemektir. Bize de, yar›n paylaflacaklar› bir sömürge gözüyle bakt›klar› için, y›llardan buyana bizi, üçyüz milyon Müslüman’›n halifeli¤i sözüyle oyalam›fllar, böylece ulusumuzu taassup bask›s› alt›nda tutmaya u¤raflm›fllard›r.” ürkiye Cumhuriyeti’nin ilk bütçesinin yürürlü¤e girmesinden iki gün sonra, 3 Mart 1924 tarihinde TBMM, hilafeti tarihe gömüyor, Mustafa Kemal ise bu olay› flöyle özetliyordu: “Halifelik geçmiflin bir rüyas› olup zaman›m›zda varl›k nedeni yoktu.”

T

fieyhülislaml›k ve Vak›f Bakanl›¤›’n›n birlefltirilmesi ile oluflturulan fier’iye ve Evkaf Bakanl›¤›’n›n varl›¤›na da, görevine de, halifelik makam›n›n kald›r›lmas› karar› uyar›nca son verilmifl oluyordu. Bu “dinsel” kimlikli bakanl›k, baflta matbaa olmak üzere tüm teknolojik yeniliklere karfl› durmas›yla, belirli bir kesimin gözünde “ifl yap›yor” görünümündeydi. fieyhülislam makam›ysa, hükümet taraf›ndan vebaya karfl› karantina uygulanmas› karar›n› geçersiz k›lmakla ayn› kesimin gözünde “çok büyük bir ifl yapm›fl” konumundayd›. Böylesi önemli bir konudaki hükümet karar›n›n uygulanmas›na karfl› ç›kmas›n›n gerekçesini

fieyhülislam makam›, flu fetvas›yla aç›kl›yordu: “Bu bir bid’attir; ‘Karantina’ denilen fley Frenk adetidir. Ehl-i ‹slam dininde buna riayet caiz de¤ildir.” Bugünkü Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›, iflte bu makam yerine, o gün kuruluyordu. u “büyük gün”de Mustafa Kemal, kafas›ndaki “devrim niteli¤i” içeri¤indeki baflka “sorunlar”a da çözüm getirdi. Bunlar›n bafl›nda, “Milli E¤itim ülküsü”nü gerçeklefltirmek geliyordu. Savafl y›llar›nda bile “milli e¤itim” konusunu düflünen Mustafa Kemal, bu konudaki

B

19


BD MART 2008

BD MART 2008

görüfllerini flöyle özetliyordu: “Bu savafl y›llar›nda bile dikkatle haz›rlanmas› gereken milli e¤itim programlar› gelifltirmeliyiz. Bütün e¤itim sistemimizin verimli olarak çal›flaca¤› temelleri haz›rlamal›y›z. enim inanc›ma göre ulusumuzun geri kal›fl›nda geleneksel e¤itim yöntemleri en büyük etken olmufltur. Milli e¤itimden söz etti¤imiz zaman bütün geleneksel inançlardan, Do¤u’dan ya da Bat›’dan gelen bütün yabanc› etkilerden ar›nm›fl, ulusal niteli¤imize uyan e¤itimi anl›yorum.” Kendilerine ders için verilen s›ralar› “kâfir icad›d›r” diye kabul etmeyen, ö¤rencilerin s›rada bacaklar›n› sallayarak günah iflleyeceklerini söyleyerek ö¤rencilerini s›ran›n üstünde ba¤dafl kurdurarak oturtup ders verdiren kesimden kurtulmak gerekiyordu. ‹flte Mustafa Kemal’in bu konudaki görüflü: “Fikir ve anlay›fl sahibi oldu¤unu büyük olaylarla kan›tlayan bu ulus, Tanr›’n›n gölgesi, peygamberin vekili oldu¤u küstahl›¤›ndaki halife sanl› aymazlara, cahillere ikiyüzlülere vatan›nda, vicdan›nda yer verebilir miydi? Bunu sizden soruyorum. Büyük ulus dünya uygarl›k ailesi içinde sayg›n yer sahibi olmaya Türk ulusu evlatlar›na verece¤i ö¤renimi okul ve medrese ad›ndaki birbirinden tü-

“B

20

müyle farkl› iki tür müesseseye bölmeye flimdi de katlanabilir miydi? E¤itim ve ö¤retimi birlefltirmedikçe ayn› fikirde, ayn› zihniyette bireylerden oluflan bir ulus yaratma olana¤› aramak yersiz fleylerle u¤raflmak olmaz m›?” Tevhid-i Tedrisat (E¤itim ve ö¤retimin Birlefltirilmesi) yasas› ç›kt›. Ayn› 3 Mart günü gerçeklefltirilen bir baflka “devrim” niteli¤indeki kararsa, “ordunun siyasetin d›fl›nda kalmas›n› sa¤lamak” karar›yd›. Bu da, Genel Kurmay Baflkanl›¤› ile Savunma Bakanl›¤› aras›ndaki iliflkiye getirilen ve orduyla bir siyasal kurum olan Savunma Bakanl›¤›’n›n görevlerinin ve sorumluluk alanlar›n›n düzenlenmesiyle sa¤lanm›fl oluyordu. Ordunun siyaset d›fl›nda kalmas›, Mustafa Kemal’in yeni bir görüflü de¤ildi. 1909’da toplanan ve kendisinin de Trablusgarp delegesi olarak kat›ld›¤› ‹ttihat ve Terakki Cemiyeti’nin II. Büyük Kongresi’nde yapt›¤› konuflmada, bu konudaki görüflünü flöyle aç›klam›flt›: rdumuzun içinde bulunan cemiyet arkadafllar›m›z siyasette devam etmek istiyorlarsa ordudan ç›kmal› ve cemiyetimizin halk içindeki örgütü aras›na girmelidirler. Bu biçimde gün bile yitirmeye yer vermeksizin ordumuz

“O

siyasetten uzaklaflmal›d›r. Ve belki de en kutsal› olan özgürordu içinde kalacak dostlar›m›z lük, ancak laiklik ilkesine ba¤da art›k siyaset ile u¤raflmamal› lanmakla korunabilir.” Mustafa Kemal, laikli¤i flöyle ve bütün çabalar›n› ordumuzun güçlendirilmesine çevirmelidir- tan›ml›yordu: “Laiklik, yaln›z din ve dünya ler. Cemiyetimiz de bir an önce örgütümüzü halk›n içinde yaya- ifllerinin ayr›lmas› demek de¤ilrak, ulusumuza dayanan siyasi dir. Bütün yurttafllar›n vicdan, ibadet ve din özgürlü¤ünü sa¤labir parti haline gelmelidir.” Ordu ve siyaset konusu mak demektir. Ona göre düzeltiTBMM gündemine geldi¤inde niz. Türkiye Cumhuriyeti fleyhler, dervifller, müritler bu konuda flunlave meczuplar ülr› söyledi: kesi olamaz. En “Harbiye NezaTürkiye gerçek, en do¤ru reti’nin görevleri Cumhuriyeti tarikat (yol), uyordunun beslengarl›k tarikat›d›r. mesi, giydirilmesi fleyhler, Uygarl›¤›n emir ve ve donat›lmas›d›r. dervifller, gereklerini yapGörevleri aras›nda müritler ve mak, insan olmak emir, komuta yokiçin yeterlidir.” tur. ‹lke olarak meczuplar Harbiye iflleri ile Ve, yüzy›la yaülkesi olamaz. Genelkurmay› birk›n bir süre önce lefltirmek asla bu konuda söyleEn gerçek, do¤ru de¤ildir. di¤i flu sözleriyle en do¤ru tarikat Bat› ülkelerinde o günlerden özel(yol), uygarl›k ve her yerde Gelikle bugünümünelkurmay Baflzün kulaklar›na tarikat›d›r. kanl›¤› ba¤›ms›z da sesleniyor, bub›rak›lm›flt›r.” günümüzün gözMustafa Kemal’in o gün ger- lerine de ›fl›k tutuyordu: çeklefltirdi¤i “devrim niteli¤inde“Bir tak›m fleyhlerin, dedeleki” görüfllerinden “Hilafetin kö- rin, seyyidlerin, çelebilerin, babakünden kald›r›lmas›” konusunun lar›n emirlerinin arkas›ndan sübir amac› da, ilerideki y›llarda rüklenen ve falc›lara, büyücülere, gerçeklefltirece¤i laiklik ilkesinin üfürükçülere, muskac›lara talih önündeki bir engeli kald›rmakt›. ve hayatlar›n›, emanet eden in“Laiklik prensibinde ›srar sanlardan kurulu bir topluma uyediyoruz” diyordu Mustafa Ke- gar bir ulus gözü ile bak›labilir mal. “Çünkü ulusal iradenin, in- mi? Ulusumuzun gerçek görünüsanl›¤a mâl olmufl de¤erlerin flünü yanl›fl anlamda gösterebilen 21


BD MART 2008

ve yüzy›llarca göstermifl olan bu gibi unsurlar ve müesseseler, yeni Türkiye Devleti’nde, Türkiye Cumhuriyeti’nde sürüp gitmeli miydi? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileflme ad›na en büyük ve düzeltilmesi imkans›z bir hata olmaz m›yd›?.. Biz her vas›tadan yaln›z ve ancak, bir bak›mdan faydalan›r›z. O da fludur: Türk ulusunu uygar dünyada, lay›k oldu¤u mevkie ç›karmak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sars›lmaz temelleri üzerinde her gün daha ziyade kuvvetlendirmek... Ve bu-

nun için de istibdat fikrini öldürmek. Tekkelerin amac› halk› meczup ve aptal yapmakt›r. Oysa ki, halk meczup ve aptal olmaya karar vermemifltir. Biz dünya uygarl›k ailesi içinde bulunuyoruz. Uygarl›¤›n bütün gerektirdiklerini uygulayaca¤›z. “Art›k, Türkiye din ve fleriat oyunlar›na sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine baflka yerlerde sahne aras›nlar.”• YasarOzturk@butundunya.com.tr

Adam, sakal t›rafl› olmak için berbere gitti. Dükkanda hiç müflteri olmad›¤›n› görünce berber koltu¤una oturdu. Bir süre sonra yüzündeki kesiklerden kan akmaya bafllad›. Berbere dikkatli bak›nca adam›n içkili oldu¤unun ay›rd›na vard›. Nazik bir biçimde berberi uyarmaya bafllad›: “Görüyor musunuz?” dedi. “Alkolü fazla kaç›r›nca neler oluyor?” Berber büyük bir piflkinlikle yan›t verdi: “Ben de flimdi size bunu söyleyecektim” dedi. “Bafl›n›z› bir türlü dik tutam›yorsunuz.”• Emlakç›l›k yapan bir kad›n, müflteriye sat›l›k daireyi gösterdi. Müflteri daireyi çok be¤endi; fakat karfl›daki duvar›n manzaray› kapatt›¤›n› düflündü: “Evi be¤endim; ama...” dedi. “fiu karfl›daki duvar manzaray› çok kapat›yor.” Emlakç›, evi bir an önce satabilme iste¤iyle, müflteriyi duvar konusunda ikna etmeye çal›flt›: “O duvar› hiç önemsemeyin” dedi. “Oras› cephane fabrikas›d›r. Bir bakars›n›z bir anda havaya uçuvermifl.”• Yaflam sigortas› yapan bir sigortac›, müflteriyi sigortalayabilmek için çok çarp›c› bir örnek vermeye bafllad›: “Düflünün, geçen hafta bir adam› sigortalam›flt›m” dedi. “Ertesi gün kendisine bir kamyon çarpt› ve yaflam›n› yitirdi. Biz hemen elli bin dolar ödedik, siz de bu flansa sahip olabilirsiniz...”• 22


az› Devrimi’nden sonra Mustafa Kemal’in, Anadolu’nun çeflitli yörelerinde bir “baflö¤retmen” kimli¤iyle karatahtan›n bafl›na geçerek Türk ulusuna yeni harfleri ö¤retti¤i ve Yaz› Devrimi’mizin simgesi olan karfl› sayfadaki fotograf, çekildi¤inden tam 80 y›l sonra, en yüksek ö¤renim kurumumuzun en yüksek düzeyinde, bir “görevden ayr›lma” gerekçesi oldu. Baflta Mustafa Kemal olmak üzere, bu fotografta yer alan kifli-

Y

tografta Mustafa Kemal’in yan›nda bulunan bir kifliyi iflaret etmifl ve yaln›zca aile bireyleri ve yak›nlar› taraf›ndan bilinen bir gerçe¤i bize de aç›klam›flt›r: “Bu fotografta Mustafa Kemal’in yan›nda bulunan kifli, benim babam, Ö¤retmen Coflkun Ertep›nar’d›r. O kiflinin o¤lu olarak, benim böylesi bir yönetimdeki YÖK’te görev yap›yor olmam, önce Mustafa Kemal’e, sonra babama ve daha sonra da kendime bir sayg›s›zl›k olufltururdu.” 1928 y›l›n›n ö¤retmeni Cofl-

Yaz› Devrimi Fotograf›

YOK’ten ‹stifa Gerekçesi Oldu lere ömür boyu duydu¤u sayg›s›n› korumak için YÖK Baflkan Vekili Prof. Dr. Aybar Ertep›nar, bundan böyle sürdüremeyece¤ini bildirdi¤i bu görevinden ayr›ld›. Prof. Dr. Ertep›nar, YÖK Baflkanl›¤›’na atanan kiflinin bilimsel ve devrimsel yap›s› ile atand›¤› makam›n gerektirdi¤i üst düzey sayg›nl›¤›n bir bütün oluflturamayaca¤› nedeniyle bu görevinden ayr›lm›fl, gerekçe olarak da, karatahta bafl›ndaki “baflö¤retmen” Mustafa Kemal’in Yaz› Devrimi simgesi fotograf›n› göstermifltir. Prof. Dr. Aybar Ertep›nar, fo24

kun Ertep›nar, ilerideki y›llarda Milli E¤itim Bakanl›¤›, Ortaö¤retim fiube müdürlü¤ü, Halk E¤itim Genel müdürlü¤ü ve Milli E¤itim Bakanl›¤› müflavirli¤i görevlerinde bulunmufltur. ‹zleyen sayfalar›m›zda merhum Coflkun Ertep›nar’›n, bir “24 Kas›m Ö¤retmenler Günü” nedeniyle yapt›¤› ve metni Milli E¤itim Dergisi’nde yay›mlanan “Bir Emekli Ö¤retmenin Veda Konuflmas›” bafll›kl› konuflmas›n›, baflta ö¤retmen ve ö¤renci okurlar›m›z olmak üzere, tüm Bütün Dünya okurlar›yla paylafl›yoruz.•

1928 y›l›nda Kayseri’de çekilen “Yaz› Devrimi’nin simgesi” bu fotografta Mustafa Kemal’in yan›nda görülen kifli, YÖK Baflkan Vekilli¤i’nden ayr›lan Prof. Dr. Aybar Ertep›nar’›n babas› Ö¤retmen Coflkun Ertep›nar’d›r.


Yollar›m›z Hiçbir Zaman Ayr›lmayacakt›r Çünkü...

Büyük, Küçük, Hepimiz

Atatürk’ün ‹zindeyiz EMEKL‹ Ö⁄RETMEN COfiKUN ERTEPINAR’IN VEDA KONUfiMASI

“Sevgili çocuklar›m, benim iyi ö¤rencilerim, “Bugün sizler yeni bir ders y›l›na bafll›yor, bense ö¤retmenli¤imin 50’nci y›l›n› yafl›yorum. Büyük zaman dilimlerinden bir yüzy›l›n yar›s›... umhuriyetimizin kuruldu¤u ac› günler içinden geldim. Mustafa Kemal Gazi’nin, Atatürk’ün yolundan, izinden geldim. Bu yap›ya ö¤retmen yönümle, yönetici yönümle, sanatç› yönümle küçük tafllar koydum. Bunlar aras›nda bilgi, düflünce, duygu ve en önemlisi inanç yap›lar›na harç katt›¤›m sizler de vars›n›z. “Üç y›ldan beri aran›zday›m. fiu anda okuttu¤um ö¤rencilerimle, kendilerine s›n›f d›fl› hocal›k etti¤im sizlerin karfl›s›nda nas›l bir

C 26

heyecan› tafl›makta bulundu¤umu takdir edersiniz. “Sevgili çocuklar›m, “Buras› benim son okulum, sizler son ö¤rencilerim, de¤erli hocalar›n›z da son ö¤retmen arkadafllar›md›r. Demek istiyorum ki, 50 y›l›n özü, sonu hiç unutulmayacak olan› sizlersiniz... An›lar›n›z, hayalleriniz gözlerimden ve yüre¤imden hiç silinmeyecek! Bilimde, sanatta, memleket kaderinde söz sahibi, büyük hizmetler sahibi binlerce ö¤rencimin heykelleflen son görüntüleri, son k›ymetli emanetleri sizlersiniz. Sizleri son dura¤›ma kadar gönlümde tafl›yaca¤›m. “Benim yi¤it, benim güzel, benim iyi ö¤rencilerim, “Bu, benim size son dersimdir. Müsaade ederseniz son dersimi de bofl geçirmeyeyim. Dersimizi bofl geçirmeyelim. Sizlerden 50 y›l boyunca istediklerimi, herfleyin

üzerinde istediklerimi bir kere daha tekrarlayal›m, özetleyelim: Bu vatan›n, bu milletin çocuklar›s›n›z. Vatan, bu millet sizin oldukça siz de vars›n›z, o yoksa sizler de yoksunuz. Ona karfl› mert, çal›flkan ve do¤ru olunuz... a¤›m›z bilgi ça¤›, teknik ça¤›, yüksek kültürler ça¤›d›r. Ö¤renimde amac›n›z, sadece bir yukar› s›n›fa geçme de¤il, sadece bir diplomaya sahip olma de¤ildir. As›l amac›n›z geçerli, etkili, faydal› ve sizi her toplumda, her iflte ön planda tutacak üstün bir kültür ve yetene¤e sahip bulunma olmal›d›r. Ülkelerin nüfusu artt›kça, ülkemizin nüfusu artt›kça buna daha da çok ihtiyaç duyulacakt›r. Bunu da ak›ldan ç›karmay›n›z… “Okulunuzu, ö¤retmenlerinizi seviniz. Büyük baflar›lar›n›z ancak, bu el ve gönül birli¤inden do¤ar. Ailenizi seviniz. Ailesiz mutlu olmak mümkün de¤ildir. Onlar›n eme¤ini, sevgisini, dileklerini iyi de¤erlendiriniz, içinde do¤up büyüdü¤ünüz yuvay› hep s›cak bulunuz, hep s›cak tutunuz. S›cak tutunuz ki, yak›n gelecekteki sizlerin yuvalar› da s›cak ve mutlu olsun. Aileler sa¤lam, yuvalar mutlu olmazsa, vatan zay›f düfler, millet sevgi gücünü kaybeder. “Tanr›'n›n size ve güzel yurdumuza ba¤›fllad›¤› nimetlere ‘fiükürler olsun’ deyiniz. Az bulursa-

C

n›z, bu topraklar› daha verimli, daha sevimli yapmak için biraz da sizler gayret gösteriniz, eksi¤ini tamamlay›n›z. Yani sizlere de ifl düfltü¤ünü biliniz. Yurdumuz buna her yönden elveriflli ve lây›kt›r. Böylece yaflamay›, tabiat› ve dünyay› daha güzel ve daha sevimli bulursunuz. “‹nsanlar›, insanl›¤› seviniz. Dünya art›k çok küçülmüfltür. En uzak ülkeler bile birbirleriyle kap› komflu gibi mesafeleri k›saltm›fllar, yak›nlaflm›fllard›r. Komflular dost geçinmelidir. Birbirlerinin zarar›na davran›fl içine girmedikçe, birbirlerinden sevgilerini esirgememelidirler... “Sevgili ö¤rencilerim, sevgili arkadafllar›m, sevgili anne, baba ve kardefller, “San›yorum ki, bana ayr›lan befl dakikal›k son dersin, son dersimin mânevi zili çalmak üzeredir. Baflar›lar›n›z ve mutlulu¤unuz için yüre¤imin bütün cömertli¤iyle Tanr›'dan dileklerde bulunaca¤›m. Bu bir veda konuflmas›d›r. Yollar›m›z ayr›l›yor demeye dilim varm›yor. Yollar›m›z hiçbir zaman ayr›lmayacakt›r. Çünkü hepimiz; büyü¤ümüz, küçü¤ümüz Atatürk’ümüzün, Ata’m›z›n yolunday›z. B›rakt›¤›m›z iz ve eserlerle bundan sonra da hep beraber olaca¤›z. Bizden sonrakilerle de beraber olaca¤›z. Bir evin baflka baflka odalar›nda gibi... “Hepinizi bu duygu ve düflünceler içinde sevgiyle kucaklar›m.”• 27


YALNIZCA YENMEKLE YET‹NMED‹K

DOST DA ED‹ND‹K DÜfiMANIMIZI, ÇANAKKALE’DE Prof. Dr. Haluk Oral’›n, 5 y›l› aflk›n bir süredir haz›rlad›¤› Çanakkale Savafl›’n›n bilinmeyen “özellikler”ini anlatan çal›flmas›, geçen ay Türkçe “Ar›burnu 1915” ve ‹ngilizce “Gallipoli 1915” adlar›nda iki kitap olarak yay›mland›. Bugüne de¤in gün›fl›¤›na ç›kmam›fl fotograf, belge ve öykülerin yer ald›¤› bu çal›flmada, her iki taraf›n askerlerinin kahramanl›klar›ndan çok insansal yanlar›n› belirten öykü ve belgelere yer verilmektedir. Yazar›n izniyle “Ar›burnu 1915” adl› kitaptan ald›¤›m›z ve Çanakkale’de düflman›m›zla dostluk iliflkileri de kurdu¤umuzun bir kan›t›n› oluflturan bir belgesel fotograf› ek bilgisiyle karfl› sayfam›zda bulacaks›n›z. 28

Avustralyal› Yüzbafl› C. C. Finlay, bir Türk askerinin siperden att›¤› sigara paketinin üstünde yaz›l› flu notu gösteriyor:

“Zevkle için kahraman düflman›m›z. Bize süt gönderin.” 29


50 YIL ÖNCEDEN KARA HABER VAR

500 yolcusunun büyük bölümünü onbir-onsekiz yafllar›ndaki ö¤rencilerin oluflturdu¤u 72 no.’lu Üsküdar fiehir Hatlar› Vapuru ‹zmit Körfezi’nde batt›, yaln›zca otuzyedi kifli kurtar›labildi.

31


KONUK YAZAR Atilla Oral

BIR YOLCU VAPURU BATTI KÖRFEZDE Toplumsal ve denizcilik tarihimize Üsküdar Deniz Facias› olarak geçen “görünen kaza”, Türk sular›nda oluflan ölü say›s› en yüksek deniz facias›d›r. Bu öyle bir faciad›r ki, ölen insan say›s› bile tam olarak tespit edilememifltir. y›l önce 1 Mart günü 72 no.’lu Üsküdar adl› fiehir Hatlar› yolcu gemisi ço¤u ilkö¤renim ö¤renci olan 500’e yak›n yolcusuyla saat 12:45’te ‹zmit Vapur ‹skelesi’nden hareket etti ve... Körfezde bir anda patlayan lodos f›rt›nas›n›n dalgalar›na karfl› koyamay›p yolcular›yla birlikte sulara gömüldü. Gemi kaptan›n›n bu durumda yapabilece¤i hiçbir fley yoktu; çünkü f›rt›na gemiyi sular›n dibine çekmeden kaptan köflkünü gemiden koparm›fl, gemi ve yolcular›ndan önce geminin

50 32

kaptan köflkünü ve kaptan›n› sular›n dibine gömmüfltü. Bu olayda kesin olarak bilinen tek rakam kurtulan kiflilerin say›s›n›n 37 oldu¤udur. Gemiye kaç kiflinin bindi¤i kesin olarak bilinmedi¤i için kaza kurbanlar›n›n say›s› bugün de kesin olarak bilinememekte, kimi kaynaklara göre kurban say›s›n›n 300-400 aras›nda kimi kaynaklara göre 400’ün üzerinde oldu¤u ileri sürülmektedir. Denetimsiz kalan gemi dalgalarla bo¤uflmaya bafllad›. Az önce nefle içinde arkadafllar›yla birlikte yola ç›kan ö¤renciler, bir anda kendilerini ölümün kuca¤›nda

72 no.’lu Üsküdar adl› fiehir Hatlar› yolcu gemisi körfezde bir anda patlayan lodos f›rt›nas›n›n dalgalar›na karfl› koyamay›p yolcular›yla birlikte sulara gömüldü.

buldular. Neye u¤rad›klar›n› bilemeyen çaresiz küçük ö¤renciler ve geminin öteki yolcular›, büyük bir panik içinde, 盤l›klarla gemiyle birlikte ‹zmit Körfezi’nin dondurucu sular›na gömüldüler. u olay flimdi tam 50 y›l geride kald› ama... Yüzlerce anne baban›n yüreklerindeki evlat ac›s› hiçbir zaman geride kalmad›, onlar›n yaflam› süresince canl›l›¤›n› ve ac›s›n› sürdürdü. Toplumsal ve denizcilik tarihi-

B

mize Üsküdar Deniz Facias› olarak geçen “görünen kaza”, Türk sular›nda oluflan ölü say›s› en yüksek deniz facias›d›r. Türk denizlerinden binlerce kilometre uzakta Japon denizlerindeki Ertu¤rul facias›ndan sonra en fazla insan›m›z› bu olayda yitirdik. Bu öyle bir faciad›r ki, ne yaz›k ki ölen insan say›s› bile tam olarak tespit edilememifltir. Ertu¤rul, Refah ve Dumlup›nar gibi öteki deniz facialar›ndaki flehitlerimiz, mesle¤i denizcilik olan, denizlerde görev yapmak için e¤itim alm›fl, subay ve 33


Donanma Komutanl›¤›’nda görevli Mehmetçikler taraf›ndan sudan ç›kar›lan bir ceset... Can yele¤ini takm›fl; ancak vapurdan atlamaya f›rsat bulamam›fl bir felaketzede...

astsubaylar› ve vatan borcunu ödemek için ordumuzun deniz kuvvetlerinde görev yapan bahriye eri Mehmetçiklerdi. sküdar flehitleri ise, genç ihtiyar her yafltan, sivil halktan, okullar›ndan evlerine dönmekte olan ö¤rencilerden olufluyordu. Sadece bu yönüyle bile Üsküdar facias› bafl›m›za gelen di¤er deniz facialar›yla k›yaslanamayacak denli farkl› bir özelli¤e sahiptir.

U 34

Üsküdar vapuru ne Karadeniz’in h›rç›n dalgalar›nda, ne de Ege ve Akdeniz gibi bir baflka aç›k denizde batt›. Bu facia üç yan› denizlerle çevrili yurdumuzun aç›k denizlerin ac›mas›zl›¤›ndan korunakl›, Marmara gibi bir iç denizin k›y›s›nda, ‹zmit körfezinde meydana geldi. ‹zmit körfezi, dünyan›n en dar körfezlerinden olup, üç yan› denizlerle çevrili ülkemizde gölden farks›z bir konumdad›r. Onun bu konumunun özelli¤i nedeniyle, Türk denizcili¤inin kalbi Donanma Komutanl›¤› ve

Üsküdar facias›n›n kurbanlar› tabutlar içinde, sevenlerinin omuzlar›nda, ‹zmit Demiryolu Caddesi’nden sonsuz istirahatgâh›na götürülürken...

savafl tersanelerimiz ‹zmit körfezinde, Gölcük’te kurulmufltur. Ertu¤rul ve Refah gemileri kurtarma araçlar›ndan kilometrelerce uzakta bulunan aç›k denizlerde batm›flt›. Bu facialardaki ölü say›s›n›n yüksek olmas›n›n nedeni, can kurtarma imkanlar›n›n çok uzakta olmas›yd›. Oysa Üsküdar vapurunun batt›¤› yer, kurtarma araçlar›ndan uzakta de¤ildi. Türk denizlerinin hiçbir yerinde olmad›¤› kadar yo¤un can kurtarma olanaklar› bu bölgede yeterince bulunuyordu. Buna karfl›n Üsküdar

facias› kurbanlar›n›n say›s›, aç›k denizlerde meydana gelen facialardaki can kay›plar›n› aratmayacak denli yüksek olmufltur. sküdar facias› kurbanlar› apaç›k bir umursamazl›¤›n, görülmemifl bir sorumsuzlu¤un kurban› oldular. Yak›nlar›n›n cesedini bulabilmek isteyen kederli ve çaresiz insanlar Körfez k›y›lar›nda günlerce bekleyip durdular. Üsküdar vapuru ile birlikte körfezin serin sular›na gömülen yolculardan kimilerinin ce-

U

35


BD MART 2008

sedi, haftalar sonra bal›kç›lar taraf›ndan bulunabildi. Kimi kaza kurban› yak›nlar› ise, arad›klar› cesedi bulamaman›n ac›s›yla bir kat daha ac›lara gömüldüler. imi hukukçular, Üsküdar facias›n›n hukuksal yönünün adalet tarihimizde kötü bir örnek oluflturdu¤unu ileri sürmektedirler. Onlar›n savlar›na göre bu faciada yaflanan haks›zl›k ve hukuksuzluklar say›lmayacak denli çoktur. Dönemin siyasal yöneticileri facian›n sorumlular›ndan hesap sorma gere¤i duymad›lar. Tüm suç, olay s›ras›nda görevi bafl›nda ölen zavall› kaptana yüklendi. Hiçbir yönetici, olaydan sorumlu tutularak görevden al›nmad›. Facian›n ma¤dur etti¤i aileler, facian›n meydana gelmesinden sorumlu olan Denizcilik Bankas›’ndan maddi tazminat alabilmek için y›llarca hukuk savafl› vermek zorunda kald›lar. Kimi aileler zaman›nda dava aç-

K

mad›klar› gerekçesiyle, haklar› olan tazminatlar› kendilerine ödenmedi. Konu TBMM’ye de¤in iletildi¤i halde hâlâ tazminat ödenmemifl aileler vard›r. Hak sahibi olan insanlar içinde aradan geçen 50 y›l boyunca tazminat›n› alamay›p yafllanarak ölenler bile bulunmaktad›r. Dönemin siyasal yöneticileri, facia sonras› verdikleri sözleri k›sa sürede unuttular. Bir bakan, “Suçlular bulunacak ve en a¤›r cezaya çarpt›r›lacakt›r” derken, bir baflka bakan onunla yar›fl edercesine bir cömertlikle “Facia kurbanlar›n›n an›s›na flehitler abidesi” yap›laca¤›n› müjdeliyor, bir baflka siyasal yönetici “1 Mart flehitlerinin an›s›n› yaflatmak için an› kitaplar› bast›r›laca¤›n›” vaat ediyor, sonra hem verdikleri sözü unutuyorlar hem yapmalar› gereken görevlerini unutuyorlard›. Üsküdar facias›n›n tek olumlu yönü, ilerideki yöneticilere bir ders oluflturmas›yd› ama... Galiba o “dersin de pek bir ö¤rencisi olmad›”.•

Kentin lüks semtindeki evde her gün bir kavga ç›k›yordu. Sonunda evin yard›mc›s› bu olaylara katlanamay›p evin han›m›na ayr›lmak istedi¤ini söyledi. Evin han›m› çok k›zd›: “Bu nas›l bir nankörlüktür” dedi. “Ben sana evin bir bireyi gibi davranm›flt›m.” Evin yard›mc›s› bir süre düflündükten sonra yan›t verdi: “Maalesef...” dedi. “Ailenin öteki bireyleri ister istemez sizin yan›n›zda kalmak zorundalar.”• 36

50 YIL ÖNCEDEN YAZIYOOOR... FAC‹AYI YAZIYOR Toplumsal ve denizcilik tarihimizde bir facia olarak yer alan bu büyük kazadan sonra yazarlar ve gazeteciler görüfllerinde flu noktalar› belirttiler. HALDUN TANER: “Bütün ikazlara ra¤men düz denizler için yap›lm›fl, alçak bordal› bir çelimsiz gemiyi üst güvertelerini kapay›p büsbütün havaleli ve netameli hale getirmese idik, yüzlerce yavrumuzu ‹zmit körfezinde yoku yokuna harcamazd›k.” “Tercüman” gazetesi, 9 Mart 1958 BURHAN FELEK: “Kaptan de¤iliz; ama fizik okuduk. Dâva, a¤›rl›k merkezi meselesi ve Arflimet kanununu bilmekten ibarettir. Bunlara karfl› gidenler, tesadüfen yaflarlar.” “Cumhuriyet” gazetesi, 4 Mart 1958 HASAN ÂL‹ YÜCEL: “Bizim için ölüm de¤il, hayat

bir tesadüftür. Bizler, tesadüfen ölmüyoruz, tesadüfen yafl›yoruz.” “Cumhuriyet” gazetesi, 8 Mart 1958 OKTAY AKBAL: “Üsküdar vapuru facias›ndan al›nmas› gereken çok ders var. Ama ders almay› bilmekte kolay de¤ildir. Olaylardan bir fleyler ö¤renen kifli belirli bir olgunlu¤a varm›fl say›l›r. Biz her faciadan sonra birbirinin efli sözler söyler, sonra hepsini unuturuz. Ama bu defa 400 vatandafl›m›z›n ölümü unutulmaz bir ders olmal›... ‹hmallerimizin, kay›ts›zl›¤›m›z›n yaratt›¤› bir sonuç olarak daima haf›zam›zda canl›l›¤›n› muhafaza etmeli.” “Vatan” gazetesi, 6 Mart 1958 37


BD MART 2008

NEZ‹HE ARAZ: “Üsküdar vapurunu, filan kaptan, falan flirket, fiflmekan f›rt›nas› de¤il, bir zihniyet bat›rm›fl, bir zihniyet alabora etmifltir. Bu zihniyet, neme laz›mc›l›k, mesuliyetsizlik, ihmalcilik, savsakç›l›k, laubalilik ve insan de¤eri bilmemek esaslar›na dayan›r.” “Yeni Sabah” gazetesi, 4 Mart 1958

REF’‹ CEVAT ULUNAY: “‹zmit facias› Denizcilik Bankas›’n›n fleklini de¤ifltirmezse hayret ederim. Anlafl›l›yor ki, bu teflekkülün vapur iflletmek hususunda hiçbir kudreti olmad›¤› halde bankac›l›kta bütün dünya bankalar›na parmak ›s›rtacak bir muvaffakiyeti var, zira senelik zararlara ra¤men hâlâ iflas etmez.” “Milliyet” gazetesi, 9 Mart 1958

ÇET‹N ALTAN: “Bu bir kazad›r diye kabahati kaderde bulmayal›m. Ölenler kaderin kazas› de¤il sadece kay›ts›z bafllar›m›zla beceriksiz ellerimizin cezas›d›r.” “Akflam” gazetesi, 2 Mart 1958

HAL‹DE ED‹P ADIVAR: “Ben merhum kaptan›n da, deniz mürettebat›n›n da bunda kabahatleri olmad›¤›na inan›yorum. E¤er bir kabahat varsa o da y›llar y›l› devam etmekte olan bir ihtiyats›zl›¤›m›zd›r.” “Yeni ‹stanbul” gazetesi, 10 Mart 1958

AHMET EM‹N YALMAN: “‹zmit körfezi facias› gibi bir felaketle karfl›laflt›ktan sonra bundan hiçbir ders almazsak, cidden çok yaz›k olur. ‹flte o zaman felaketlerin masum kurbanlar› bizi affetmezler.” “Vatan” gazetesi, 5 Mart 1958 PEYAM‹ SAFA: “Bafl›m›za gelmifl ve gelebilecek bütün felaketlerin as›l amili mesuliyet fluursuzlu¤udur. Bu fluursuzluk devam ettikçe bu memlekette hiçbir zaman can emniyeti olamaz.” “Milliyet” gazetesi, 4 Mart 1958 38

VAL NURETT‹N: “Her felaketten bir ders almal›d›r. Biz acaba ne ders alaca¤›z? Görünür ifllerde bu derece Allahl›k olan bir iflletmecilik makine, tamir ve türlü alet edevatta da elbet Allahl›k olur. Ve iflte ikide bir bafl›m›za böyle kazalar, belalar gelir. “Kabahat ne tayfunda, ne kas›rgadad›r. Kabahat ne flu kaptanda, ne bu ç›mac›dad›r. Kabahat zihniyetimizdedir. ‹flletmecilik anlay›fl›m›zdad›r. Allah büyüktür, fakat tekne küçüktür. Kabahat bunu idrak edemeyiflimizdedir.” “Akflam” gazetesi, 4 Mart 1958

YAfiAMDAN GÖZLEMLER Ali Naili Erdem

DO⁄RULU⁄UN VE DÜRÜSTLÜ⁄ÜN S‹MGES‹:

AHLAK

Ahlak inci gibidir. Çamura bulansa da yine incidir. Ahlaks›zl›k ise toz gibidir. Göklere yükselse de yine tozdur. Hemen hemen tüm düflünürler “Kaybetmeyi ahlaks›z kazanca tercih et. ‹lkinin ac›s› bir and›r. Ötekinin vicdan azab›ysa bir ömür boyu sürer” demifllerdir.

19

Ocak 1923, Gazi’yi dinliyoruz: “Hay›r efendiler, çok namuskâr olunulmal›d›r. fiimdiye kadar yap›lan hatalar›n en büyü¤ü müteflebbislerimizin, ayd›nlar›m›z›n ve özellikle bilginlerimizin en büyük günah› namuskâr olmamalar›d›r.” Siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yap›m›zda yap›lanlar› görüp duydukça Gazi’yi bir kez daha minnet ve flükranla an›yorum. 1980 sonras›n›n en büyük hastal›¤› ahlaksal körlüktür. Ahlak sözcü¤ü etimolojik aç›dan

Arapça “Hulk”, Yunanca “Ethos” Latince “Mos” sözcüklerine dayan›r. ‹ngilizce’de etik olarak kullan›lan sözcü¤ün kökü “Ethos”tan gelmektedir. Ahlak kurallar›n›n tüm zamanlar için geçerli oldu¤u söylenemez. Asl›nda herhangi bir toplumda sistem ahlak› yoksa toplumsal düzende ahlaktan söz edilemez. Bizim flanss›zl›¤›m›z, 1980’den sonra yaflananlard›r. Art›k yeni Faustlar ortadad›r. Bugün sorun yaln›zca ahlaka ayk›r› say›lan davran›fllar›n toplumda giderek yayg›nl›k ve sayg›nl›k kazanmas› de¤ildir. Art›k neyin ahlakl›, neyin ahlak d›fl› oldu¤u39


BD MART 2008

BD MART 2008

nun bilinmez duruma gelmesidir. Rüflveti en güzelinden verenle siyasi nüfuzunu kullan›p servet sahibi olan hangi davran›fl›n içinde de¤erlendirilecektir. lman düflünür Kant “Politikada ahlak d›fllan›nca ahlak›n politikas› yap›lmaya bafllan›r” demifltir. William Shakespeare “Hiçbir miras dürüstlük, kadar zengin de¤ildir” sözlerinin sahibidir. Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun kurucusu Osman Gazi “Bey yalan söylemez. Devletin temelinde yalan olmaz” diyerek ahlak›n yüceli¤ini yinelemifltir. “‹nsan gönül eri olmal›d›r. Ahlaks›z adamdan iyilik gelmez. T›pk› has›r kam›fl›ndan fleker yenilemeyece¤i gibi...” sözlerini fieyh Sadi fiirazi yüzy›llar önce bireylere ve toplumlara arma¤an etmifltir. Bilinen o ki ahlak inci gibidir. Çamura bulansa da yine incidir. Ahlaks›zl›k ise toz gibidir. Göklere yükselse de yine tozdur. Hemen hemen tüm düflünürler “Kaybetmeyi ahlaks›z kazanca tercih et. ‹lkinin ac›s› bir and›r. Ötekinin vicdan azab› ise bir ömür boyu sürer” demifllerdir. Kamuda görev yapan itaatkâr devlet memuru, amirinin emrini mi yerine getirme sorumlulu¤u içindedir, yoksa yasan›n amir hükmüne mi uyacakt›r? Böyle bir açmaz›n içinde olan kamu görevlisini hangi ahlaksal kuralla de-

A

40

¤erlendirece¤iz. Kitaplar “Ahlakl› olmak kiflinin kendi üzerinde egemenlik kurmas›, maddi ve manevi anlamda hiç kimsenin kölesi olmamakt›r” der. Bu boyutuyla ahlak, hak kavram›n›n karfl›s›nda kiflinin tak›nd›¤› tav›rd›r. Ancak bunun yaflamdaki geçerlilik derecesi ne olur? Bu soruya verilecek yan›t “Ahlakl› insan bakacak yüzü olan insand›r” biçiminde olmal›d›r. Do¤rulu¤un ve dürüstlü¤ün simgesi oldu¤u denli gerçe¤in ve güzelli¤in dostudur. Ayd›nl›¤›n rehberi, karanl›¤›n ve ba¤nazl›¤›n düflman›d›r. Herkesin Mersin’e gitti¤i yerde bir baflkalar› tersine gidiyorsa orada ahlak d›fllanm›fl demektir. Kur’an özüyle ahlak ve fazilettir. Vicdansa bir anlamda Tanr›’n›n evidir. Siyasi islam bu özelliklerin yok edildi¤i yerdir. Ve ne hazindir ki, siyasi tarihimiz bunu zaman zaman yaflamaktad›r. ›llard›r uluslar›n yaflam kalitesiyle ilgili yap›lan kamu araflt›rmalar›nda ulusumuz çok düflük bir noktadad›r. Bunun nedenini yaln›zca ekonomide aramak yanl›flt›r. Bir o kadar suçlu olan e¤itimimizdir. Cehaletin yenilemedi¤i yerde ahlak rehberlik görevini önemli ölçüde kaybeder. Ve mutlu ve huzurlu günler yerini bunal›mlara terk eder. Hazreti Pergamber “Biz güzel ahlak› tamamlamaya geldik” diyor. Anlafl›lan o ki

Y

ahlak›n getirdi¤i en önemli ölçü insan olma ölçüsüdür. Kendi kendinin efendisi olmak bir baflkalar›n› aldatmadan yaflamak yalan› semtine u¤ratmamak ve do¤rular› eksiksiz olarak aç›klamak uygar insan›n özelli¤idir. Koçi Bey’in “Yüksek makamlar›n flunun bunun arac›l›¤›yla verilmesi do¤ru de¤ildir. En bilgilisi kim ise ona vermek gerekir” aç›klamas›n›n

üstünden yüzy›llar geçmifl olmas›na karfl›n biz hâlâ o anlay›fla gelememiflizdir. Okul, aile ve mabet ahlak›n üretildi¤i yerlerdir. Okulda anarfli gemi az›y› alm›flsa, mabette namaz›n› k›lan mümin bir kifli, kalp rahats›zl›¤›yla düflüp kalm›fl da, cemaattan hiç kimse yard›m›na koflmam›flsa, melekler a¤lar, yüce pergamber a¤lar. Çünkü Kur’an insaniyettir.•

“Eli s›k›”l›¤›yla ünlü bir adam, avukata baflvurarak bir arkadafl›ndan alaca¤› paran›n yar› yar›ya bölüflmek kofluluyla tahsil edilmesini rica etti. Bu koflulu kabul eden avukat bir süre ortalarda görünmedi. “Eli s›k›” adam bir gün gidip avukat› buldu ve ona durumun ne oldu¤unu sordu: “Ne yapt›n›z?” diye sordu. “Paray› alabildiniz mi?” Avukat “Hay›r” anlam›nda bafl›n› sallad›ktan sonra flunlar› söyledi: “Bu ifl çok zor” dedi. “Ben kendi pay›m› ald›m; ama sizinkinin tahsili olanaks›z gibi görünüyor...”• ‹ki kafadar, ticarete at›lmaya karar verdi. Toptanc›dan kilosu 250 YTL’ye portakal al›p kamyonete yüklediler ve mahalle mahalle dolafl›p ald›klar› fiyata portakallar› satt›lar. Akflam ne kadar kazand›klar›n› hasaplarken kafadarlardan biri merak etti¤i konuyu arkadafl›na da sordu: “‹yi de biz yat›rd›¤›m›z paray› geri ald›k” dedi. “Ama hiç kâr›m›z yok... Peki biz niçin hiç kâr etmedik?” Arkadafl› hiç kâr edememelerinin yan›t›n› kendince verdi: “Kamyonet küçüktü herhalde” dedi. “Yar›n daha büyük bir kamyonet kiralar›z...”• Yarg›ç üçüncü kez karfl›s›na getirilen adama öfkeyle ç›k›flt›: “Sizi bir daha karfl›mda görmeyeyim dememifl miydim?” Adam yan›ndaki polis memurunu gösterdi ve ekledi: “Demifltiniz, yarg›ç bey” dedi. “Ama ne yaz›k ki kendisini bir türlü inand›ramad›m. O denli dayatmama karfl›n, yine de getirdi beni karfl›n›za!”• 41


BÜYÜK YAPITLARIMIZ Konur Ertop

ESK‹ ZAMAN OZANLARINI ANLATAN B‹R

ESK‹ ZAMAN ADAMI Süleyman Nazif’in “Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine” diye tan›mlad›¤› ‹bnülemin Mahmut Kemal ‹nal, Osmanl› döneminde devlet hizmetinde çal›flm›fl, son olarak “Türk ve ‹slam Eserleri Müzesi” müdürlü¤ünde bulunmufltur. ir konuyu k›saca aç›klayan, bilgi veren k›sa yaz› anlam›ndaki “tezkere” sözcü¤ünün Arapça asl›, “tezkire”dir. Bu sözcük bu biçimiyle, geçmiflte ozanlar›n, hattatlar›n, bestecilerin, bilginlerin, din ulular›n›n yaflamöykülerinin derlendi¤i yap›tlar› adland›r›yordu. Anadolu’da 16’nc› yüzy›ldan 19’uncu yüzy›la kadar geçen sürede yaz›lm›fl 25 kadar tezkirede

B

3000’e varan divan ozan›n›n k›sa yaflamöyküleri, yap›tlar›n›n adlar›, fliirlerinden birkaç dizelik örnekler yer almaktad›r. Kimi tezkireler, ötekilerden daha zengin ayr›nt›lar tafl›r. Örne¤in 16’nc› yüzy›l yazar› Âfl›k Çelebi, tazkiresinde birço¤unu yak›ndan tan›d›¤› ozanlar›n davran›fllar›n›, edebiyat çevresiyle iliflkilerini, flakalaflmalar›n› da aktararak kifliliklerini canl› bir biçimde göz önüne sermifltir. Kimi tezkire yazarlar› kendi43


BD MART 2008

BD MART 2008

gilerden yararlanm›flt›r. Bu niteli¤iyle “Son As›r Türk fiairleri”nin yan›nda “Osmanl› Devrinde Son Sadrazamlar”, “Son Hattatlar”, müzik adamlar›yla ilgili “Hofl Sada” gibi ayr›nt›l› yaflamöyküsü kitaplar› da yer al›r. Mercan’da babas›n›n ad›n› tafl›yan ‹bnülemin Mahmut Kemal ‹nal’›n “Mühürdar Emin Pafla kaleme ald›¤› yaflamöyküsü Soka¤›”nda, vasiyetine kitaplar›nda 19’uncu yüzy›l›n ikinci uygun olarak ö¤renci yar›s›yla 20’nci yüzy›l›n ilk yar›s›nda yurdu yap›lan evi döneyaflam›fl ünlüler geçit resmi yapar. min sanat, bilim, siyaset adamlar›n›n cuma ve pam›fl yap›t›d›r. Burada Salim ve Sa- zar günleri biraraya geldi¤i bir külfayi tezkirelerinin b›rakt›¤› yerden tür merkeziydi. Geçmifl dönemin bafllayarak Abdülmecit dönemine ünlülerinin bilinmeyen özellikleri, de¤in yetiflmifl ozanlar ele al›n›r. de¤erli-de¤ersiz yanlar›, tuhafl›klaFatin tezkiresini ‹bnülemin Mah- r›, geçmiflteki siyaset dünyas›n›n mut Kemal ‹nal’›n “Son As›r Türk bilinmeyen yanlar›, pek az kimsefiairleri” (1930-1942) adl› 2352 nin gördü¤ü eski elyazmalar› orasayfal›k yap›t› izleyip tamamlar. da konuflulurdu. Böylece eski edebiyat›m›z›n “tezAhmet Hamdi Tanp›nar gikire” gelene¤i noktalan›r. dip geldi¤i bu evde ‹bnülemin Mahmut Kemal’i çok yak›ndan üleyman Nazif’in “Ne tan›m›fl, onu anlat›rken de flunkendi kimseye ben- lar› söylemiflti: zer ne kimse kendisi“Zaman›m›z›n mucizelerinden ne” diye tan›mlad›¤› biri olan güçlü belle¤i, daha genç ‹bnülemin Mahmut yafllar›nda bafllayan kitap ve belKemal ‹nal Osmanl› döneminde ge merak›, ilginç, garip fleylere devlet hizmetinde çal›flm›fl, son düflkünlü¤ü ve nihayet geçmifle olarak “Türk ve ‹slam Eserleri Mü- ba¤l›¤› ve ifle kendi yaflad›¤› zazesi” müdürlü¤ünde bulunmufltur. man› tesbitten bafllamas›, onu biKaleme ald›¤› yaflamöyküsü kitap- lim ve edebiyat tarihimizde bular›nda 19’uncu yüzy›l›n ikinci ya- gün bulundu¤u yere getirmifltir.” r›s›yla 20’nci yüzy›l›n ilk yar›s›nda fiu de¤erlendirme de Tanyaflam›fl ünlüler geçit resmi yapar. p›nar’›nd›r: Bu ünlülerden birço¤unu yak›n“Mahmut Kemal Bey, güçlü dan tan›y›p do¤rudan do¤ruya bir gözlem yetene¤ine sahiptir, kendilerinden edindi¤i özgün bil- ayr›ca birtak›m an›lar›n› adeta milerinden önceki son tezkireyi temel alarak, yeni yetiflmifl ozanlar› b›rak›lan yerden ele alarak anlatm›fllard›r. Osmanl› döneminin son tezkiresi, Fatin Davut’un 1854’te bas›l-

S 44

zac›yla yazar, bu bak›mdan Geli- p›t›n› daha da çekici k›lar. Bu yabolulu Mustafa Âli Efendi, Naima p›t› tan›tt›¤› yüzlerce kiflinin yan› ve fianizade’ye benzer. Hiç de ih- s›ra, uzun yaflam›fl, görmüfl geçirmal edilecek bir fley olmayan mi- mifl, çok insan tan›m›fl, çok okuzah gücü bu yaz›lara çok özel bir mufl “‹bnülemin Mahmut Kemal” renk veriyor ve onu portre çiz- ad›n› tafl›yan kifliyi canland›rd›¤› mekte birçok romanc›lar›m›z›n için de çekici buluruz!.. üstüne ç›kar›yor.” Yap›tlar›n›n bas›lmas›na desahmut Kemal Bey tek veren, dönemin Milli E¤itim eski yaz›flma dilini Bakan› Hasan Âli Yücel, “Son çok iyi bilir, güzel As›r Türk fiairleri” için flöyle der: kullan›rd›. Kitap“Bu kitab› bafltan afla¤›ya okular›nda ise bir söyyanlar, yaflamöykülerini alfabe s›ra- lefli ustas› olarak görünür. Dilin, s›ndan tarih s›ras›na aktard›klar› za- anlat›m›n zaman içindeki de¤iflman Osmanl› toplumunun 19. yüz- melerinin fark›ndad›r. Genç okury›l›n ikinci yar›s›yla 20. yüzy›l bafl- lar›n bugün onu kolay anlayamalar›ndaki durumunu bütün ç›plakl›- yaca¤›n› düflünmüfl gibi flu aç›kla¤›yla görürler, hele baz› orijinal ki- may› yapm›flt›r: “Her devrin bir üslubu varflilerin özelliklerini yazmasayd›, romana veya tarihe geçirilmesi bizde d›r. (...) Dün yazd›¤›m›z› bugün âdet olmayan geçmifl dönemleri a¤›r buluyoruz. Bugün yazd›¤›yeniden yaflatacak bir kaynaktan m›z› da yar›n a¤›r bulaca¤›m›za flüphe etmemelidir.” mahrum kalmaz m›yd›k?” ‹bnülemin Mahmut Kemal Bey, yap›tlar›nda ‹bnülemin Mahmut Kemal Bey, anlatt›¤› kiflilerin özelyap›tlar›nda anlatt›¤› kiflilerin liklerini say›p dökerken özelliklerini say›p dökerken kendisini kendisini de hiç sak›nde hiç sak›nmadan sergiler, kendisi madan sergiler. Bu büde canl› bir roman kiflisi gibidir. yük yap›tta anlatt›¤› insanlar› sorgulayan, örtmeye çal›flt›klar› yanlar›n› ortaya Neredeyse i¤neyle kuyu kaç›karan, yarg›layan yazar›n kendi- zan Mahmut Kemal Bey, yaflasi de canl› bir roman kiflisi gibidir. möyküleri için yazarlardan, yaKiminin s›rt›n› s›vazlar, kiminden k›nlar›ndan b›k›p usanmaks›z›n hesap sorar! Kendi u¤rad›¤› hak- bilgi toplamaya çal›flm›flt›r. Yers›zl›klardan, vefas›zl›klardan yak›- gi ozan› Eflref’in o¤lundan bekn›r. Ozanlar› anlat›rken yarg›lar›n- ledi¤i bilgi bir türlü eline ulaflda, de¤erlendirmelerinde yans›- may›nca k›z›p söylenmekten yan kendi özellikleri, tepkileri ya- kendini alamaz:

M

45


BD MART 2008

BD MART 2008

“Bir mektubunu ald›m, verdi¤i sözü yak›nda yerine getirece¤ini bildiriyordu. Aradan y›llar geçti. Belki babas›n›n dirilece¤i demler yaklaflt›. Hâlâ o¤lu vaadini gerçeklefltirecek. Heyhat!”

‘Ben iffetsiz güzeli sevmem’ dedim. O (Hayret Efendi), ‘Ben de , o kadar iffetlisini sevmem’ dedi.” “Hançerli Bey’in yal›s›nda bir bilim söyleflisi s›ras›nda –bilgin k›yafetinde– bir cahil, ‘Bu zat›n bu kadar bilgisi varken niçin ‹slam dinini kabul Yaflamöyküleri aras›nda yer yer etmiyor?’ demesine karflakalar, tak›lmalar yer al›r. fl›l›k, ‹zzet Molla ‘Senin Bunlardan birço¤u kad›ns›z bu kadar bilgisizli¤in toplumda anlat›lan, eskilerde pek varken niçin H›ristiyan de yad›rganmayan söz oyunlar›d›r. olmuyorsun?’ der.” Yaflamöyküsü yazar›Müftüzade Reflit Efendi’nin o¤- n›n kendisi de fliirler söyler. Baflkalundan da ayn› nedenle yak›n›r: lar›n›n fliirlerini ise kolay kolay be“Arkadafllar›ndan biriyle, da- ¤enmez. Kitab›na almak zorunda ha sonra posta ile iki mektup kalm›flsa dilinin ucuna gelenleri gönderdim. Aradan aylar geçti, söylemeden de edemez: yan›t gelmedi. “fiiir denilebilecek söz söylemek pek güç bir ifl oldu¤unu Urel, kelin perçemin- fal› Hikmet’in sözleri de do¤ruluden tut bakal›m! yor. Yarad›l›fltan flair olmayanlaBenden çok ilgi- r›n fliir söylemeye kak›flmalar›, lenmesi gereken gözleri görmeyenin eflyay› reno¤ul karfl›l›k ver- giyle, flekliye resmetmek istememezse, tan›d›klar› bilgi vermezler- sine benzer. se, bir yerde bir bilgi bulunmazsa Duymayan duyuramaz, görben, ne yazabilirim?” meyen göstermez. Duyurmak ve Yaflamöyküleri aras›nda yer göstermek için duymak ve göryer flakalar, tak›lmalar yer al›r. mek gerekir.” ‹yi fliir yazamam›fl kimselere Bunlardan birço¤u kad›ns›z toplumda anlat›lan, eskilerde pek de de kitab›nda yer vermesini elefltiyad›rganmayan söz oyunlar›d›r. recek olanlar›, “Yap›t›m›z bir tür Hofl olanlar› da az de¤ildir: tarihtir. Tarihe olaylar›n kiflileri“fiair Kâz›m Pafla, Hakk› Bey’e nin de¤erlisi de girer, de¤ersizi ‘Seni gördükçe kar›na ac›yorum.’ de” diye yan›tlar. Meslektafl› Ali Emiri’ye yap›t›ndemifl, o da ‘Kar›m› görsen bana dada uzunca yer ay›rm›flt›r. Yaflam› ha çok ac›rs›n!’ yan›t›n› vermifltir.” “Bir gece güzellerden söz edi- boyunca toplad›¤› de¤erli yazmayordu, güzel beyitler okuyordu. lar› ba¤›fllayarak Fatih’teki “Millet

G 46

Kütüphanesi”ni kuran, “Tarih Ve Edebiyat Mecmuas›”n› yay›mlayan, benzersiz bir yap›t olan “Divanü Lügat-it-Türk”ü gün›fl›¤›na ç›kararak karfl›l›k beklemeksizin bas›lmas›n› sa¤layan Ali Emiri Efendi’yle Mahmut Kemal Bey aras›nda bir çekemezlik sezilir: endini her bilginin, yap›tlar›n› her yap›t›n üstünde görürdü. (...) Kendi üstünlü¤ünü ispata savaflt›¤› zamanlar habbeyi kubbe, damlay› deniz gibi gösterir, baflkalar›n›n bilgisinden söz açmaya tenezzül etti¤inde ise denizi damla, kubbeyi habbe gibi canland›r›rd›.” Anlatt›¤›na göre yaln›z yaflayan Ali Emiri Bey hastaland›¤›nda yard›m›na koflan Mahmut Kemal Bey’e, ne kadar paras› oldu¤unu aç›klay›p cenazesi için vasiyette bulunmufl. ‹yileflti¤inde ise böyle bir paras› olmad›¤›n› söyleyip bunu kimseye anlatmamas›n› istemifl! Fatin Tezkiresi’nde fieref Han›m’la ilgili olarak gördü¤ü eksiklik onu k›zd›rm›flt›r: “Fatin, Tezkire’yi yazd›¤› s›rada fieref hayatta idi. Yaflamöyküsünü kendinden sormak, gelecektekileri ayd›nlatmak güç bir fley de¤ildi. Galiba kad›n oldu¤u için ona önem vermemifltir. Zaten onun erke¤e de önem verdi¤i görülmemifltir.” Yak›nl›k duydu¤u, be¤endi¤i ozanlar› hofl benzetmeler, yak›flt›rmalar yaparak anlat›r. Birbirinden

“K

ayr›lmayan Orhan Seyfi Orhon ile Yusuf Ziya Ortaç için “Bir beytin iki m›sra›na benzerler” demifltir. Evinin kap›s› efle dosta her dakika aç›k oldu¤u halde, Florinal› Naz›m’a, “Her dakika bana gelmektense Y›lda bir kendine gelsen ne olur” diye tak›l›r. Ahmet Hamdi Tanp›nar için söyledikeri flunlard›r: “fiair Hamdi, okudu¤unu ve okuttu¤unu iyi anlatanlardan ve edebiyat tarihi okutanlar›n en iyi bilenlerindendir. Yazmak istedi¤i bir maddenin ince noktas›n›, en karanl›k köflelerini araflt›r›yor. Baflkalar› gibi ‘duman› do¤ru ç›ks›n, yeter’ demiyor.” ahmut Kemal Bey, sözünü esirgemez. Haks›zl›klar, yanl›fl davran›fllar karfl›s›nda kendini tutamaz. Leyla Han›m evlendikten bir hafta sonra eflinden ayr›lm›flt›r. O, bu ayr›l›kta Leyla Han›m’› hakl› buldu¤u için k›z›p söylenmektedir: “Öyle tabiats›z, terbiyesiz, duygusuz bir herifle evlenmek, birlikte yaflamak için Leyla gibi duygulu, ince bir k›z›n, özellikle bir flair de¤il, o herif gibi bir densiz, bir hayvan olmak gerekir.” ‹bnülemin Mahmut Kemal fliir dünyam›z›n sab›rla toplanm›fl yaflamöykülerini biraraya getirirken bu büyük yap›t› kurup çatan yazar› da sürükleyici bir roman›n baflkiflisi gibi canland›rmaktad›r.•

M

47


B‹R BAfiKA BAKIfi Cheryl Tanrıverdi

YABANCI GÖNÜLLÜLER FARKYARATIYOR Avrupa Gönüllü Hizmet Projesi’nden yararlanarak Antalya’ya gelen ikisi Alman biri Litvanyal› üç genç k›z, 10 ay süreyle Suna-‹nan K›raç E¤itim Park›’nda çocuklar› bir yandan e¤lendiriyorlar, bir yandan da onlar› e¤itiyorlar ve... “Biz de onlarla e¤leniyor, biz de onlardan çok fley ö¤reniyoruz” diyorlar. önüllü olarak yer ald›¤›m sivil toplum kuruluflunda taze bir rüzgar esiyor. Antalya’daki Suna‹nan K›raç E¤itim Park›’na yurt d›fl›ndan üç yeni gönüllünün gelmesiyle, yeni fikirler, bak›fl aç›lar› ve yöntemler de beraberlerinde geliyor. Ders verdikleri çocuklar büyülenmifl durumdalar ve çok hevesliler... Renata, Lena ve Daniela ne zaman koridorlarda yürüseler çevre onlara seslenen çocuklar›n sesleriyle ç›nl›yor. Çocuklar yeni gönüllülerin çok iyi olduklar›n› düflünüyorlar. Ben de öyle...

G

Hepimiz onlardan bir fleyler ö¤rendi¤imiz gibi onlar da bizlerden bir fleyler ö¤rendiklerini söylüyorlar. Avrupa Gönüllü Hizmeti’nin (AGH) kat›l›mc›lar› olarak, zamanlar›n›, enerjilerini ve çabalar›n› yabanc› bir ülkede tam zamanl› gönüllü etkinliklere ad›yorlar. Bu süreçte yaflamlar› boyunca an›msayacaklar› eflsiz ve de¤erli deneyimler ediniyorlar. Yirmiüç yafl›ndaki Renata Greiciunaite Litvanyal›, her ikisi de 20 yafl›nda olan Lena Essing ve Daniela Zürn ise Alman. Renata üniversite e¤itimini siyaset bilimi üzerine alm›fl, Daniela flimdiye 49


Renata Greiciunaite, Daniela Zürn ve Lena Essing (soldan sa¤a) 10 ayl›¤›na Antalya’da gönüllü olarak bulunuyorlar.

de¤in psikoloji e¤itiminin yar›s›n› tamamlam›fl, Lena ise Avrupa çal›flmalar›nda yo¤unlaflmak üzere gelecek y›l Amsterdam’da e¤itimine devam edecek. Üçü de mükemmel ‹ngilizce konufluyor. önüllü ifller yapmaya yabanc› de¤iller, üçü de geçmiflte yararl› ifllerde hay›rl› amaçlar için çal›flm›fllar. AGH onlar için özel bir proje. “AGH’yi y›llard›r biliyordum. Hep gerçeklefltirmeyi düfllemifltim” diyor Renata. Lena bunun iki ifli bir arada yapmak için iyi bir f›rsat oldu¤una dikkat çekiyor. Bir yandan yararl› bir amaca ulafl›lmas›na katk›da bulunurken, öteki yandan ye-

G 50

ni bir kültürle iç içe yafl›yor. Daniela da bunun farkl› bir ortamda ö¤renmeyi sürdürmenin iyi bir yol oldu¤unu söylüyor. Gelecekleri nas›l biçimlenirse biçimlensin, AGH deneyimlerinin onlara yarar› olaca¤›na inan›yorlar. AGH program› 18-30 yafl aras›ndaki gençlere “dünyada ve kendi yaflamlar›nda gerçek bir fark yaratma flans›” sunuyor. Genellikle, ev sahibi ülkenin dilini bilme zorunlulu¤u olmuyor. Yabanc› bir ülkeye al›flma döneminde kiflilere yard›mc› olmak için proje bafllad›¤›nda dil deste¤i veriliyor. Türkiye’de ve öteki ülkelerde gönüllü hizmette bulunanlar yaln›zca yabanc›lar de¤il, Türkler de ayn› programdan yararlan›p Avrupa ülkelerine gidi-

Daniela (solda) ve Renata el sanatlar› dersinde çocuklara düfl güçlerini kullanmalar› konusunda yard›mc› oluyorlar.

yorlar. Böylece karfl›l›kl› anlay›fl, hoflgörü ve arkadafll›k duygular› gelifliyor. Ayr›ca, kat›l›mc›lar yerel topluluklara yard›m ettiklerinden, yeni beceriler edinip kendi kiflisel geliflimlerine de katk›da bulunmufl oluyorlar. ‹flin içindeki herkes için gerçek bir ö¤renme deneyimi olan AGH aralar›nda kültür, gençlik, spor, sosyal sorumluluk ve çevrenin de bulundu¤u birçok proje alan› içeriyor. Sonunda herkes birbirinin kültürü hakk›nda bilgi sahibi oluyor. Üç yeni arkadafl›ma gelince, onlar›n AGH deneyimleri 2007 y›l›n›n Eylül ay›nda 10 ayl›¤›na Antalya’ya geldiklerinde bafllad›. ‹lk olarak bir uyumlanma program›yla onlara yeni projeleri tan›t›ld›. Yeni yaflamlar›na uyum sa¤lama-

lar›na yard›mc› olmas› aç›s›ndan iki haftal›k yo¤un Türk dili e¤itimi ald›lar. fiimdi haftada bir dil dersi al›yorlar. ntalya’daki evleri tam anlam›yla çok kültürlü bir ev. Fransa, Macaristan, Polonya, ‹ngiltere ve Almanya’dan gelen befl genç k›zla bir dairede yafl›yorlar. Hepsi ayn› ev sahibi kuruluflun, gönüllü çal›flmalar›n› izleyen Antalya Gençlik ve E¤itim Derne¤i’nin çat›s› alt›nda toplan›yorlar. Oda arkadafllar›, engelli gençlerle ve lösemili çocuklarla ilgili olmak üzere iki farkl› AGH projesinde yer al›yorlar. Renata, Lena ve Daniela günle-

A

51


BD MART 2008

önüllü çal›flmalar› sonucu Renata, Lena ve Daniela’n›n kazançlar› ne oluyor? Öncelikle, daha önceden hiçbirinin görmedi¤i yeni ve farkl› bir kültürü birebir yaflayarak ö¤reniyorlar. Yeni insanlarla tan›fl›p yeni bir dil ö¤renmeye bafll›yorlar. Nelerden hoflland›klar›n› ve hofllanmad›klar›n› ö¤reniyorlar. Kendilerini daha iyi tan›ma f›rsat› elde ediyorlar. Nas›l özgür olundu¤unu ö¤reniyorlar. Bir gülümsemenin de¤erini anl›yor, sorun çözme, motivasyon, azim, karar verme yetkisi, sab›r, dinleme, anlama ve hoflgörü gibi kiflisel özelliklerini gelifltiriyorlar. Gelecekte iflverenleri onlar›n deneyimlerinden kuflkusuz çok etkilenecekler. Hepsinden de önemlisi, ileride nerede yaflarlarsa yaflas›nlar ve ne yaparlarsa yaps›nlar kendilerini toplumun sorumluluk sahibi birer üyesi yapacak yeteneklere sahip oluyorlar. Bir de tüm bunlar›n üstüne Türk yemeklerinin tad›n› ç›kararak, sahilde koflu yaparak ya da Akdeniz güneflini içlerine sindirerek Antalya’daki yaflamlar›ndan zevk al›yorlar. Deneyimin zenginleflmek de-

G “Bir iki üç, bir iki üç” diye komut veren Lena ö¤rencileriyle dans ad›mlar›n› çal›fl›yor.

rinin büyük bir bölümünü çocuklara eflit e¤itim olanaklar› sa¤lanmas›na katk›da bulunan Türkiye E¤itim Gönüllülerin Vakf›’n›n (TEGV) e¤itim parklar›ndan biri olan Antalya E¤itim Park›’nda geçiriyorlar. Çeflitli s›n›flarda ‹ngilizce’den ka¤›t katlama sanat› origamiye de¤in birçok konuda ders veriyorlar. ki yeni s›n›f oluflturma düflüncesini ortaya att›klar›nda önerileri an›nda kabul edildi. Renata ve Daniela s›rad›fl› malzemelerden yarat›c› tasar›mlar oluflturduklar› bir el sanatlar› s›n›f› açt›lar. Düfl güçlerini kullanmalar› konusunda çocuklara destek oluyorlar. Sonuç olarak da çocuklar kendilerini nas›l ifade edebileceklerini ve yarat›c›l›klar›n›

I 52

nas›l kullanabileceklerini ö¤reniyorlar. Dil sorun de¤il. Renata ve Daniela gerek Türkçe, gerekse gülümseme ya da empati arac›l›¤›yla nas›l iletiflim kurulaca¤›n› biliyorlar. Onlar› anlayabilmek için çaba göstermek çocuklar›n hofluna gidiyor ve hiçbiri s›k›nt› yafl›yormufl gibi görünmüyor. Lena’n›n dans s›n›f›yla ilgili düflüncesi gerçe¤e dönüfltü¤ünde, kalabal›k bir grup k›z ö¤renci topland›. Lena’yla “bir iki üç, bir iki üç” komutlar› eflli¤inde dans eden k›zlar hiçbir dersi kaç›rm›yorlar. Ritmin ve hareketlerin verdi¤i heyecan›n ay›rd›na vard›klar›nda çok e¤leniyorlar. Lena’n›n genç ö¤rencilerinin kendilerine olan güvenleri art›yor ve disiplinli birer insan olma yolunda ilerliyorlar.

mek oldu¤u konusunda hepsi ayn› görüflte. Bununla ilgili Lena, “Birisinin yeni bir fley yapmay› denemesi çok güzel bence” diyor. Üçü de öteki gönüllülere Türkiye’ye gelmelerini, Türk gönüllülere ise yurt d›fl›na ç›kmalar›n› öneriyorlar. Konuya ilgi duyan genç Türkler www.ua.gov.tr internet sayfas›n› ziyaret ederek ve Gençlik Program› bafll›¤› alt›ndaki Eylem 2’yi (Avrupa Gönüllü Hizmeti) okuyarak ifle bafllayabilirler. E¤itim park›ndaki ço¤u çocu¤un iletiflim kurdu¤u ilk yabanc›lar Renata, Lena ve Daniela. Üçü her gün ön kap›dan girerken çocuklar ‹ngilizce’lerini pekifltirmek için koflarak yanlar›na gidip sormaya bafll›yorlar, “Ad›n›z ne? Nerelisiniz?” Kap›dan içeri att›klar› ilk ad›mdan bafllayarak bu üç zeki genç k›z çocuklar için olumlu birer örnek oluflturuyorlar. Farkl› uluslar›n baflar›l› bir biçimde birarada nas›l çal›flabildiklerini do¤rudan kendileri gösteriyorlar. ‹lk izlenimlerin ne denli önemli oldu¤unu hepimiz biliriz. Umar›m çocuklar Renata, Lena ve Daniela hakk›ndaki ilk izlenimlerini hep an›msarlar.• Çeviri: Pelin Hazar

CherylTanr›verdi@butundunya.com.tr

Genç adam, sanat›n› delicesine seviyordu, akl›n› f›rt›nal› deniz resimlerine takm›flt›. Çok çal›flarak ilk sergisini açt›. Aç›l›fl kokteylinde bir kad›n, ressam›n yan›na gelerek onu tebrik etti ve flöyle dedi: “Çok flanss›zs›n›z, ressam bey” dedi. “Siz hiç iyi havaya rastlamam›fls›n›z.”• 53


KÖfiEDEN BUCAKTAN Mehmet Muhsinoğlu

“Ponzi

Dalaveresi”

K›sa sürede “tüm zamanlar›n en büyük dalaveresini gerçeklefltiren doland›r›c›” olarak ünlenen Ponzi, geride bu tip suçlara verilen genel bir ad b›rakt›: “Ponzi Dalaveresi”. arlo “Charles” Ponzi, 1882 y›l›nda ‹talya, Parma’da do¤du. Kas›m 1903’te 21 yafl›nda Amerika’ya göç etti. Tam 16 y›l o kentten bu kente dolaflt› durdu, o iflten bu ifle girdi ç›kt›, y›llarca bulafl›kç›, garson, tezgahtar, hatta ‹talyanca çevirmen olarak bile çal›flt›. K›sa sürede “tüm zamanlar›n en büyük dalaveresini gerçeklefltiren doland›r›c›” olarak ünlenen Ponzi, geride bu tip suçlara verilen genel bir ad b›rakt›: “Ponzi Dalaveresi”. ***

C

Ponzi, Amerika’ya geldikten bir süre sonra Kanada’ya geçti. Sahtecilik suçundan burada cezaevine girdi. Özgürlü¤üne kavuflunca Amerika’ya döndü. Bu kez yabanc› uyruklu kiflileri yasa d›fl› yollardan ülkeye soktu¤u için Atlanta, Georgia’da yarg›lan›p tekrar cezaevine gönderildi. Cezaevinden ç›k›nca 1917’de Boston’a yerleflti. Burada girdi¤i yeni iflinde, öteki ülkelerden gelen mektuplara daktiloyla ‹talyanca yan›tlar yaz›yordu. Bu dönemde hem kendisini hem de gelecekteki “yat›r›mc›lar›” zengin edecek “mekanizmay›” kefl55


Ünlü doland›r›c› Carlo “Charles” Ponzi

fetti. Bir d›flsat›m dergisini öteki ülkelere pazarlayacakt›. ‹spanya’da bir yay›nc›ya mektup yazarak öneride bulundu. spanyol yay›nc› Ponzi’ye gönderdi¤i yan›t mektubuna, uluslararas› posta kuponu da eklemiflti. Kuponun kullan›l›fl› çok kolayd›; Ponzi yerel postaneye gidecek ve kuponu Amerikan posta puluyla de¤ifltirip d›flsat›m dergisini bu pulla ‹spanya’ya gönderecekti. Uluslararas› posta kuponunun ‹spanya’da yaklafl›k 1 cente sat›ld›¤›n›n ay›rd›na varan Ponzi, bunu paraya çevirdi¤inde 6 Amerikan centi elde edece¤ini gördü. Bu hesaba göre ‹spanya’da 100 dolarl›k pul ald›¤›nda, bu Amerika’da 600 dolar tuta-

I

56

r›nda bir de¤ere ulaflacakt›. Bunu paraya çevirdi¤inde ya da üçüncü kiflilere satt›¤›nda “temiz” bir gelir elde edecekti. Böyle bir getiriyi hiçbir banka faizi sa¤layamazd›. 1919 A¤ustos’unda bu “ampul” yand› kafas›nda; “yat›r›m” ad› alt›nda din kardefllerini tokatlayacakt›!.. *** Y›llarca bir iflten di¤erine atlayan, girdi¤i ifl yerlerinden çabucak kovulan Ponzi, k›sa sürede milyoner olma düflünü böylece gerçeklefltirecekti. Tasarlad›¤› plan› önce yak›n arkadafllar›na ve daha sonra gelece¤in yat›r›mc›s› olacak kiflilere aç›klad›: Kendisiyle birlikte yat›r›m yapacak olanlar, 90 gün sonra paralar›n› yüzde 50 fazlas›yla geri alacaklard›. Ponzi, bu “baht› kara” yat›r›mc›lara, kendi paralar›yla ne tür bir yat›r›m yapaca¤›n› –ilke olarak– aç›klam›yordu. Yaln›zca kendisini çok fazla s›k›flt›ranlar›n kula¤›na projeyi f›s›ld›yordu; uluslararas› posta kuponlar› sayesinde büyük paralar kazanacaklard›!.. Yat›r›mc›lar›n hiçbirinin bu “kar›fl›k ifllem” hakk›nda fazla bilgisi yoktu, zaten bu önemli de de¤ildi; önemli olan 90 gün sonunda yüzde 50 fazlas›yla “dönecek” paralard›, avuçlar› kafl›n›yor, gözleri par›ld›yordu. Dalaverecilik tarihine bir “kavim önderi” gibi ad›n› yazd›ran Ponzi, alt› ay içinde Boston’un en ünlü milyoneri oldu.

Ponzi’nin “koruyucu mele¤i” diktatör Benito Mussolini, 1903 y›l›nda ‹sviçre’nin Bern Kantonu’nda tutuklanm›fl ve polis kay›tlar›na böyle geçmiflti.

Kurdu¤u “Menkul K›ymetler Kambiyo fiirketi”ne, yaklafl›k 40 bin kifli 15 milyon dolar, (günümüz rakam›yla ortalama 150 milyon dolar) tutar›nda yat›r›m yapt›. *** onzi “piyasay› k›z›flt›rmak” için ilk dönem yat›r›mc›lar›n ödemelerini tam zaman›nda, hiç aksatmadan yap›yor, bunu gören binlerce kifli, Ponzi’nin ofisi önünde kuyruklar oluflturuyordu. Ofisin tüm dolaplar›, çekmeceleri dolar y›¤›nlar›yla dolup tafl›yordu. Bu ç›lg›nl›¤›n zirveye ulaflt›¤› dönemde, Ponzi günlük ortalama 200 bin dolar “has›lat” elde etmeye bafllad›. Bu arada finansman kay›tlar›n› sorgulayan bir yazar› mahkemeye vermekle tehdit eden

P

Ponzi’yi, daha derin araflt›rma ve soruflturma korkusu sarm›flt›. 1920 y›l› içinde Ponzi’nin kiflisel harcamalar› ola¤and›fl› boyutlara ulaflt›; 100 tak›m elbise, 100 çift ayakkab›yla dolduruyordu gardrobunu art›k... Oniki ay öncesine de¤in girdi¤i her iflten kovulan bu aylak ‹talyan, sayg›n “Hanover Trust Company” adl› flirketin denetim hisselerini 3 milyon dolara sat›n alabiliyordu. Ancak sonunda bafllat›lan devlet soruflturmas› s›ras›nda, defterlerin incelenmesi ve çal›flanlar›n sorgulanmas›, gerçek anlamda bir yat›r›m›n söz konusu olmad›¤›n› ortaya koymufltu. Yaln›zca ilk günlerde yat›r›m yapanlar, daha sonra gelen yat›r›mc›lar sayesinde, Ponzi’ye kapt›rd›klar› paralar› geri alabilmifllerdi. *** 57


BD MART 2008

iramit Dalaveresi” olarak da adland›r›lan bu tür doland›r›c›l›k, 13 A¤ustos 1920 tarihinde binlerce yat›r›mc› paralar›n› geri istedi¤inde kaç›n›lmaz biçimde çökmeye bafllad›. Bu çöküflü çok daha önceden beklemekte olan Ponzi, kaybedilen paray› kurtarabilmek için hiçbir yarar› olmayacak son bir “çare”ye baflvurdu ve 2 milyon dolarl›k kumar oynad›. Sonuçta hapishanenin yolunu tutan Ponzi, 1934 y›l›nda geldi¤i yere; ‹talya’ya sürgün edildi. Zoraki de olsa anayurduna “kavuflan” Ponzi, gazetecilere verdi¤i demeçte, “Dünyan›n beni ba¤›fllayaca¤›n› umuyorum!” diyordu. Bu “uyan›k” ‹talyan evlad›n›n sergiledi¤i “piflmanl›k” tavr›nda, belki de diktatör Benito Mussolini’nin, kendisini yeni kurulan havayolu flirketinin Rio de Janeiro ofisine yönetici atay›p Brezilya’ya göndermesinin etkisi vard›. 1939-1942 döneminde Brezil-

“P

ya’da çal›flan Ponzi, kimi havayolu görevlilerinin döviz kaçakç›l›¤› yapt›¤›n› ve flirketi bu amaçla kulland›klar›n› gözlemledi. Kendisi de “pay” istedi bu ifllerden... Ancak reddedilince, yap›lan döviz kaçakç›l›¤›n› Brezilya hükümet yetkililerine ihbar etti. Bu arada ‹kinci Dünya Savafl›, ‹talyan havayolu flirketinin iflas›na neden olunca, Ponzi yine iflsiz kal›verdi. Bulabildi¤i her ifle girip ç›kma günleri geri gelmiflti. ‹ngilizce ders vererek harçl›¤›n› ç›karmaya çal›fl›yor, kimi zaman Brezilya iflsizlik fonundan yard›m al›yordu. Ponzi Ocak 1949’da, Rio de Janeiro’da yard›msever bir kuruma ait hastane odas›nda son nefesini verdi. Yoksul bir yaflamdan multimilyonerli¤e geçip k›sa sürede yeniden yoksulluk günlerine dönen Ponzi’nin cenazesi için gereken 75 dolar, yard›mseverler taraf›ndan karfl›land›.• m.muhsino¤lu@gmail.com

Genç bir kad›n, eflinin kendisine manevi iflkence yapt›¤›n› söyleyerek boflanma iste¤iyle mahkemeye baflvurdu. Durumu anlamaya çal›flan yarg›ç genç kad›n› sorgulamaya bafllad›: “Efliniz size ne gibi bir manevi iflkence yap›yor, han›mefendi?” diye sordu. Genç kad›n durumu anlatmaya bafllad›: “Eflim duyma engellidir ve iflitme ayg›t› kullan›r, say›n yarg›ç” dedi. “Ne zaman kendisine bir fley söyleyecek olsam, ayg›t› kula¤›ndan ç›kar›p cebine koyuyor.”• 58

EVRENSEL KÜLTÜR Songül Saydam

“Le Deuxieme Sexe” “‹kinci Cins” “Ben kad›nlar› genelde gördü¤üm gibi anlatt›m, bugün de öyle görüyorum: Parçalanm›fl! Kad›n ya evlidir ya bir zamanlar evlilik geçirmifltir ya da evli olmad›¤› için ac› çekiyordur. Dünya her zaman erkeklere ait oldu.

Y

üz y›l önce 9 Ocak 1908 tarihinde do¤an Simone de Beauvoir k›rk yafl›na bast›¤›nda tarihin en eski sorununa dikkat çeken ve çözüm öneren kitab›na ad olarak verdi¤i sözü söyledi: “Le Deuxieme Sexe”. Türkçe “‹kinci Cins” anlam›na gelen söz, modern kad›n hareketlerinin felsefesinin temeli oldu. Dünya dillerinde “ayr›mc›l›k” anlam›nda yer edindi. Fransa’da “Le Deuxieme Sexe”, yay›mland›¤› zaman büyük bir ilgi gördü. ‹ki y›l içinde kitap 97 kez bas›ld›. Erkek egemen dünyadan tepkiler, daha

do¤rusu hakaretlerse, yazar›n› da flafl›rtt›. Oysa o kavgay› de¤il, bar›fl›, çat›flmay› de¤il, uzlaflmay›, düflmanl›¤› de¤il, kardeflli¤i istiyordu bu sözüyle... Kökleri çocuklu¤una uzan›yordu “Le Deuxieme Sexe” sözünün: “Her gün ö¤le yeme¤i, her gün kirli bulafl›klar! Hep yeniden bafllanan; ama hiçbir yere götürmeyen saatler... Benim yaflam›m da böyle mi olacak? ‘Hay›r’ dedim kendi kendime bir tabak y›¤›n›n› duvardaki dolaba koyarken, benim yaflam›m baflka bir fleyler getirecek. Annem çevresindeki öteki tüm kad›nlar gibi anneli¤i bir kad›n›n yafla59


BD MART 2008

m›ndaki en yüce fley olarak kabul etmekteydi. Kendileri de çocuk sahibi olacak çocuklara sahip olmak, hep ayn› bitmeyen flark›y› tekrarlamaktan baflka bir fley de¤ildi. ilgin, sanatç›, yazar, düflünür, tüm bu kifliler içinde herfleyin kendi var olufl hakk›n› elde etti¤i baflka, ayd›nl›k, nefleli bir dünya yaratt›lar. Ben günlerimi bu dünyada geçirmek istiyordum. Burada kendime bir yer yaratmaya kesin kararl›yd›m.” Filoloji ve matematik okuyup felsefe ö¤renimine geçti. Beauvoir, üniversitede ö¤renciyken ölünceye de¤in birlikte yaflayaca¤› Jean-Paul Sartre’la tan›flt›. Ö¤retmenli¤e bafllad›klar›nda birbirlerinden 800 km. uzakta yerlere atand›lar. Simone de Beauvoir yeniden “kendi kendisini buldu”. Kendi ayaklar› üzerindeydi, yaln›z bir kad›n olarak dünyayla karfl›laflt› ve böylece kendi “ben”ini, “Le Deuxieme Sexe” oldu¤unu keflfetmeye bafllad›: “Sanki yaflam öykümde tam bir dönüm noktas› olmufl gibiydi. Buradayd›m, yaln›z elleri bofl, geçmiflimden ve sevdi¤im herfleyden kopmufl art›k ve art›k yapayaln›z günbegün yaflamak zorunda büyük kente bak›yordum. fiimdiye dek tümüyle baflka insanlara ba¤›ml› olmufl-

“B

60

tum. S›n›rlar›m ve hedeflerim belirlenmifl ve bana büyük bir mutluluk verilmiflti. Burada kimse benden haberdar de¤ildi. Bu damlardan herhangi birinin alt›nda haftada ondört saat ders vermek zorundayd›m.” Paris’e döndüklerinde Sartre’nin “Ev” dedi¤i bir otelin ikinci kat›na yerlefltiler. “Böylece hem iki kiflilik yaflam›n olanaklar›ndan yararlan›yor hem de pürüzlerinden kurtuluyor” var güçleriyle yaz›yorlard›. “Le Deuxieme Sexe”i bu kez ‹kinci Dünya Savafl› erteledi: “Aniden tarih beni kendine çekti, paramparça oldum. Kendime geldi¤imde tüm dünyaya yay›lm›fl, liflerimle herkese ve herfleye ba¤lanm›flt›m. Fikirler, de¤erler tümü alt üst olmufltu hatta mutluluk bile önemini yitirmiflti.” erken Sartre cepheye gitti. Tutsak düfltü ve bir kampa kapat›ld›. Simone de Beauvior savafl›, sevdi¤i adama bir fley olmas›ndan korkan bir kad›n olarak yaflad›. Art›k savafl›n içindeki tüm kad›nlar›n kaderini paylafl›yordu. Kaçamak ziyaretler, bekleme, endifleler... “Duygular›m›, umutlar›m›, korkumu isyan›m› yüzleri belirsiz; ama bana varl›¤›n› duyumsatt›ran bir kitleyle paylafl›yordum. Bu kalabal›k her yerdeydi, benli¤imin d›fl›nda ve içimde.” Sartre kurtulup geri döndü-

D

¤ünde savafl›n alevleri dünyaya yay›lm›flt›. Simone de Beauvior savafl›n ac›mas›z korkunç yüzünü gördü. 1946 y›l›nda “fiimdi ne yazmam gerekiyor?” sorusunu kendi kendine sordu. Ard›ndan flu soru geldi: “Kad›n olmak benim için ne ifade etti?” Bu sorularla çarçabuk bafla ç›kaca¤›n› sand›. Sartre ondan daha derin araflt›rmaya girmesini istedi: “Siz bir erkek gibi yetifltirilmediniz, bu daha iyi araflt›r›lmal›” dedi. imone de Beauvoir daha derin bir araflt›rmaya yönelince, “Daha iyi araflt›rd›m ve bir keflifte bulundum: Bu dünya erkeklerin dünyas›d›r, gençli¤im erkekler taraf›ndan uydurulmufl masallarla beslendi ve sanki bir erkek çocukmuflum gibi buna hiçbir tepki göstermedi. ‹lgim o kadar çok artm›flt› ki, ‘Kad›n olmak diye bir fley oldu¤u’nun belli belirsiz bilincine vard›m. K›rk yafl›n› aflm›fl koflullar›n›n ve kazançlar›n›n tüm farkl›l›klar›na karfl›n ayn› deneyimi edinmifl olan birçok kad›nla birlikteydim. Yazd›¤›m için onlardan baflka bir durumda oldu¤um için ve belki de iyi bir dinleyici oldu¤um için bana birçok fley anlat›yorlard›. Yavafl yavafl ço¤u kad›n›n yoluna ç›-

S

kan güçlükleri, tuzaklar›, engelleri görüyordum.” Çal›flmalar› ilerledikçe h›zl› de¤iflim yaflad›: “Kolektif gök mavisinden, di¤er birçoklar›yla birlikte yeryüzünün tozuna düfltüm, yer y›k›lm›fl hayallerle dolmufltu.” Kendi kendine flunu söyledi: “Ne çok aldat›ld›m!” “Ben kad›nlar› genelde gördü¤üm gibi anlatt›m, bugün de öyle görüyorum: Parçalanm›fl! Kad›n ya evlidir ya bir zamanlar evlilik geçirmifltir ya da evli olmad›¤› için ac› çekiyordur. (...) Dünya her zaman erkeklere ait oldu. Ne olursa olsun do¤urma ve emzirme aktif eylemler de¤il, do¤al ifllevlerdir. Bu durumda tasar› yoktur ve bu yüzden de kad›n bun61


BD MART 2008

lardan var oluflunun önemli bir onaylanmas›n› bulamaz. Kendini adad›¤› annelik göreviyle uyuflabilen tek etkinlik olan ev iflleri ona tekrardan baflka bir fley getirmez. Her gün ayn› ifller, hemen hiç de¤iflmeden yüzy›llarca süren bir biçimde yinelenir: Onlardan yeni bir fley üremez. Kad›n›n hiçbir zaman alt›n ça¤› olmam›flt›r, politik güç hep erkeklerin elinde olmufltur. Erkek kurumlar ve efsaneler oluflturarak hakimiyetini gittikçe sa¤lamlaflt›rm›flt›r.” Simone de Beauvoir, Monta-

igne’nin sözleriyle uyar›r: “‹ki cinsten birini suçlamak öbürünü ba¤›fllamaktan çok daha kolayd›r.” “Le Deuxieme Sexe” sözü denli ünlü olan deyimini söyler: “Dünyaya kad›n olarak gelinmez, zamanla kad›n olunur.” Çözümü de ekler: “Çekiflme, erkeklerle kad›nlar birbirlerine insan gözüyle bakmad›kça, yani kad›nl›k flu anki durumuyla kald›kça sürecektir.”• SongulSaydam@butundunya.com.tr

Baba, ortaokul üçüncü s›n›fa giden o¤lunun elinde karneyle salona girdi¤ini gördü. “Birinci dönem ne kadar da çabuk bitti” diye düflündü ve o¤lunun karnesini görmek istedi: “Getir bakal›m karneni” dedi. “Neler yapm›fls›n görelim.” Baba önce karneyi inceledi sonra da o¤luna güzel bir “nutuk” çekmeye bafllad›: “Bir dedi¤ini iki etmiyoruz, ‘Bilgisayar’ dedin, bilgisayar ald›k, ‘‹ngilizce kursu’ dedin ‹ngilizce kursuna gönderdik, gitar kursu, müzik aletleri, ne istersen yap›yoruz. K›z arkadafl u¤runa harcad›¤›n çiçek paras›n›n haddi hesab› yok. Peki bize bunu mu lay›k gördün, o¤lum? Resim ve beden e¤itimi dersleri d›fl›nda tüm derslerin kötü durumda…” Çocuk babas›n›n sözünü keserek hemen kendini savunmaya bafllad›: “‹yi de sevgili babac›¤›m” dedi. “O benim karnem de¤il ki, kitaplar›n› kar›flt›r›yordum, birinin aras›nda bulmufltum yaln›zca...”• San›k, mahkemede yarg›ca iste¤ini bildirdi: “Avukat›m mazereti nedeniyle gelemedi¤i için” dedi. “Oturumu baflka bir güne ertelemenizi rica ediyorum.” Bu iste¤e çok sinirlenen yarg›ç san›¤a ç›k›flmaya bafllad›: “Davac›n›n cebine elini sokup paras›n› al›rken sizi görmüfller. Bu durumda avukat›n sizin için ne söyleyebilir ki, gelmedi¤i için oturumun ertelenmesini istiyorsunuz?” San›k piflkin piflkin gülerek flunlar› söyledi: “‹flte ben de bunu merak ediyorum, say›n yarg›ç...”• 62

EVRENSEL BAKIfi AÇISI Gürbüz Evren

Sakall› Yafll›lar› De¤il,‘POPSTAR’I SEYREDELIM! ki binli y›llar›n bafllar›nda, Ankara Üniversitesi’ne ba¤l› Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora dersleri veriyordum. Seçmeli derslerime gelen ö¤renciler aras›nda çok say›da kaymakam aday›, Polis Akademisi’nden yeni mezun komiser yard›mc›lar› ve Türk Silahl› Kuvvetleri’nden genç subaylar da vard›. Özellikle bu ö¤rencilerden, dersimizin konusu olmad›¤› halde, göreve bafllad›klar›nda, Türkçe’nin kirlenmesine ve bozulmas›na karfl› ç›kmalar›n› ister, genç kuflaklara, ülkenin nas›l kurtar›ld›¤›n› yal›n ve gerçekçi bir dille anlatmalar›n› rica ederdim. Bugün Türkiye’nin hemen her köflesinde kaymakam, komiser, subay olarak görev yapan kimi ö¤rencilerim, gönderdikleri elektronik posta iletilerinde, yaln›zca dil konusunda de¤il, yafla-

I

m›n her alan›nda ciddi bir bozulma gördüklerini anlatarak, umutsuzluklar›n› dile getiriyorlar. Ayr›ca, radyo ve televizyon yay›nlar›na dikkat çekerek, bunlar›n titizlikle denetlenmesinin genç kuflaklar aç›s›ndan önemine iflaret ediyor, yaz›flma dilinin zorlu¤u, anlafl›lmazl›¤› ve hatalarla dolu oluflu nedeniyle yaflad›klar› s›k›nt›lardan söz ediyorlar. Hemen bir an›msatma yapay›m, ben bir “dil ustas›” de¤ilim. Yaln›zca gözlemlerimden hareket ederek konuya iliflkin düflüncelerimi paylaflaca¤›m. San›r›m 2004’ün Mart ay›nda, so¤uk bir çarflamba günüydü, araflt›rma dosyas›n› yar› y›l›n son dersine yetifltiremeyen birkaç ö¤rencimle buluflmak üzere Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin karfl›s›ndaki bir pastaneye gitmifltim. Müflterilerinin ço¤unlu¤unu üniversite ö¤63


BD MART 2008

BD MART 2008

rencilerinin oluflturdu¤u pastane çok kalabal›kt›. Bofl bir masa bulup oturdum. Yan› bafl›mdaki büyük ekran televizyonda, bir TRT kanal› aç›kt›. “Son Tan›klar” adl› bir belgesel bafllad›. lusal Kurtulufl Savafl›’n›, bizzat dönemi yaflayan insanlar›n ve flehit yak›nlar›n›n a¤z›ndan anlatan nefis bir yap›md›. Belgeselin daha önceki bölümlerini izlemifltim. Tekrar da olsa ayn› bölümleri izlemek kesinlikle s›k›c› de¤ildi. Pastanedeki gürültüye karfl›n belgesele yo¤unlaflt›m. Aksakall› dedeler, nur yüzlü nineler tutamad›klar› gözyafllar› eflli¤inde, Büyük Taarruz s›ras›nda geri çekilen Yunan askerlerin köyleri, kasabalar› yakmalar›n›, yafll›, kad›n, çocuk demeden insanlar› katletmelerini, o günleri yaflarcas›na anlat›yordu. Uflak’›n Eflme ilçesinden Salih Dede, sesi titreyerek, “Herfleyimizi kaybedelim; ama vatan›m›z› asla! Vatan› elden giden yaflayamaz” diyordu. Afyon’un bir köyünden Hatice Nine ise, “‘Yunan kaçt›, Türk askerleri geldi’ dediler. Hemen yola ç›kt›k. Bir süre sonra askerlerimiz önümüzden geçmeye bafllad›. Askerlerin k›yafetleri y›pranm›fl, ayakkab›lar› y›rt›lm›fl, kimi de ayakkab›s› olmad›¤› için ayaklar›na bez ba¤lam›flt›. Onlara su, ekmek, peynir uzat›yorduk. Yola devam etmek isteyen ko-

U

64

mutanlar, ‘Bizi durdurmay›n, burada geçirece¤imiz her dakika, Yunan’›n daha çok yeri yak›p y›kmas›, daha çok insan›m›z› öldürmesi demektir’ sözleriyle hem gönlümüzü al›yorlar hem de yürüyüfllerini sürdürüyorlard›.” Yan›mda, k›zl› erkekli bir grup ö¤renci belirdi. K›z ö¤rencilerden biri arkadafllar›na, “‘Popstar’ yar›flmas›n›n dün geceki bölümünü izleyememifltim, birazdan tekrar› var, izleyelim mi?” diye sordu. K›zlardan k›z›l saçl› olan›, “Falanca kanalda filanca dizinin tekrar›n› veriyorlar, isterseniz diziyi izleyelim” önerisinde bulundu. Erkek ö¤rencilerden biri televizyona iyice yanaflarak, alayc› bir ifadeyle, “Bu sakall› yafll›lar yine neler anlat›yor” dedi. Uzun saçlar›n› atkuyru¤u ba¤lam›fl olan› onu yan›tlad›: “Aman ya, ne olacak ki... Kurtulufl Savafl›, gaziler, flehitler, vatan, millet, Sakarya, Atatürk falan... Ayn› hikayeler...” Bu yorum çok hofllar›na gitmifl olacak ki, hep birlikte güldüler. afl›m› kald›r›p her birine ayr› ayr› bakt›m. Göz göze geldi¤im k›z ö¤renci “Kanal› de¤ifltirmek istiyoruz. ‘Popstar’ yar›flmas›n› izleyece¤iz, kumanday› verir misiniz?” diye sordu. Hiç duraksamadan dedi¤ini yapt›m.

B

“Gençlerin hepsi böyle de¤il nucu oldu¤unu savunuyorlar. Küreselleflmenin yararlar›n› ki” dedi¤inizi duyar gibi oluyorum. Hakl›s›n›z; ama anlatmaya soluk almaks›z›n s›ralayanlar, çal›flt›¤›m düflünce biçeminin, küreselleflmenin getirdi¤i kültür genç kuflaklar›n ço¤unlu¤unda emperyalizmi ve dil kirlenmesi egemen oldu¤unu kabul etmek gibi, bir ülkenin gelece¤ine y›k›zorunday›z. Dizilerin, “Popstar” c› etkiler yapan konular söz koya da benzeri programlar›n me- nusu olunca susuyorlar. Bu inrakl›s› gençlere ne diyebilirim sanlarla konufltu¤umda, Türkiki? Sakall› yafll›lar›n kim oldu- ye’deki kent merkezlerine dik¤unu ve ne yapt›¤›n› unutturan- katli bakmalar› durumunda ne lar›, e¤itim ad› alt›nda ezbercili- gördüklerini, radyo ve televizyon kanallar›n› iz¤i dayatanlar›, lediklerinde neler Ulusal Kurtulufl Atatürk’ü içi duyduklar›n›, Savafl› ve Atahepsinden önemtürk’ü içi bofl bofl olarak lisi gördüklerini olarak anlatmaya anlatmaya ve duyduklar›n› devam edenleri devam edenleri nas›l yorumlad›ksorgulamak gerelar›n› soruyorum. kirken, “Popstar” sorgulamak Kentlerimizdetutkunu gençleri gerekirken, ki görsel kirlili¤e nas›l yarg›layabibüyük katk› sa¤laliriz ki? Gençlerin “Popstar” yan tabelalardaki büyük bir bölütutkunu gençleri yaz›larla radyo ve mü, ülkenin iç ve nas›l televizyon progd›fl sorunlar›na ramlar›, kültür duyars›z duruma yarg›layabiliriz? emperyalizmini ve getirildi. Böyle dil kirlenmesini olmas› için de gereken herfley yap›l›yor. Toplu- çok iyi yans›tmalar› bak›m›ndan mu, televizyon dizilerine, “Pops- önemlidir. Baflta ‹ngilizce olmak tar” yar›flmalar›na, dedikodu üzere, birçok yabanc› dilin Türkprogramlar›na, futbol maçlar›na çe üzerindeki yo¤un etkisinin kilitlemeyi hedef edinmifl “bir k›- aç›kça görüldü¤ü tabelalar, dilis›m medya”n›n ve böyle olmas›- mizdeki kirlili¤in ulaflt›¤› noktay› n› ç›karlar›na uygun bulan kimi ortaya koymas›na karfl›n, yetkilisiyasi çevrelerin istedi¤i “arabesk ler 3 maymunu oynamaya devam toplum” gerçe¤iyle karfl› karfl›ya- ediyor. Kebapç›: “Kebapç›’s”, Düy›z. Bu geliflmeleri tehlikeli bul- rümcü: “Dürümland”, Dönerci: mayanlarsa, gelinen noktan›n “Döneristan”, Sandviççi: “Sandküreselleflme sürecinin do¤al so- wich House”, Kahvemiz: “Cafe65


BD MART 2008

BD MART 2008

miz”, Pastane: “Patisserie”, Salon: “Saloon”, Kasetçi: “Music Box”, Tatl›c›: “Tatl›c›’s”, Bal›kç›: “Fish House”, Birahane: “Brasserie” ve daha niceleri... rnekleri ço¤altmaya gerek yok. Günlük yaflamda tan›k oldu¤unuz bir gerçe¤i tekrarlamak, önemli bir konuya parmak basmak anlam›na da gelmiyor. Medyada da durum farkl› de¤il. Özellikle televizyon ve radyo kanallar›ndaki sunucular›n ve spikerlerin, anlam›n› düflünmeden kulland›klar› uydurma ifadelerle, çocuklar› ve gençleri nas›l olumsuz etkilediklerini üzülerek görüyoruz. Avaz› ç›kt›¤› denli ba¤›rmay› spor karfl›laflmas› anlatmak sananlar do¤ru Türkçe kullanabilir mi? Birkaç ay önce özel bir televizyon kanal›nda naklen yay›nlanan basketbol maç›n› izlerken, karfl›laflmay› anlatan ve yorumlayan sunucular taraf›ndan kullan›lan ifadelerin, yaln›zca basketbol sporunu seven çocuklar›n ve gençlerin de¤il, benim gibilerin bile kafas›n› kar›flt›rd›¤›n› anlad›m. Afla¤›daki örnekler, spor karfl›laflmalar› arac›l›¤›yla milyonlarca insana seslenebilenlerin dile verdikleri zarar› kan›tlamas› bak›m›ndan önemlidir. “Kerem inan›lmaz baflar›l›, rakip sahaya çok penetre yapt›”, “Hangi tak›m›n daha iyi antrene

ö

66

edildi¤i ilerleyen dakikalarda görülecek”, “Bence maç ortada, fifti fifti”, “Kaya, driplinglerini ve atraksiyonlar›n› maksimuma ç›kartt›”, “Pres yemeden prese ç›kmal›, hem de non stop”, “fiu ana kadar at›lan say›lar› baz al›rsak kolay kontra yiyorlar diyebiliriz”, “Rakip tak›m›n ataklar›n›n ço¤u say›yla sonuçland›; ama ço¤u da say›yla sonuçlanamad›”, “Oyun kompleks olmaktan uzak, naturel hatta kul denilebilir”, “Listedeki isimleri çek edelim”, “Seyircinin de oyundan impres oldu¤u belli”, “Hakem itirazlar› rasyonel olarak refüze ediyor”. Futbol maçlar›n› anlatanlar da farkl› de¤il. K›sa bir süre önce otomobilimin radyosunda dinledi¤im bir sunucudan not ettiklerimi aktaray›m: tadyum ful dolu, içeri girebilenler girdi, giremeyenler giremedi”, “Konunun uzman› olarak söylüyorum, kalecinin handikap› haftalard›r izledi¤imiz dejanerasyon trendindeki art›fl”, “Maksimum eforla, minimum presing yapt›”, “Rezistesi de iyi”, “Kalecinin çok iyi antrene edildi¤i belli, harika atraksiyonlar yap›yor”, “Murat, driplingleriyle rakiplerini sürklase ediyor”, Meflin yuvarla¤› diyagonala b›rakt›”, “Konuk tak›m›n ataklar› savafl uçaklar›n›n sortilerine benziyor”.

“S

Bu kifliler, anlatt›klar›n› daha Dil kirlili¤i konusunda son sonra dinliyorlar m›? Yöneticile- olarak trafikten tek bir örnek veri onlar› denetliyor ve yönlendi- rece¤im. Kimi özel otomobillerde riyor mu? RTÜK baflta olmak kesinlikle dikkatinizi çeken ‹ngiüzere, sorumlu kurum ve kuru- lizce yaz›lar olmufltur. “Baby on lufllar Türkçe’nin katledilmesi Board” bu durumun somut örnekarfl›s›nda ne yap›yor? Yan›ts›z ¤idir. Dikkat araçta bebek var ankalan sorulara devam etmenin lam›na gelen bu yaz›n›n arka cade anlam› yok. ma yap›flt›r›lmas›n›n nedenini hiç NTV’yi, “en ti vi”, CNN’yi “si en düflündünüz mü? Bu yaz›y› tafl›en”, ‹ngiliz bankas› HSBC’yi “eyç yanlar ya ‹ngilizce bildiklerini kaes bi si”, k›sa mesaj›, es em es n›tlamak istiyorlar ya bunun Türk(SMS) diye okuçe karfl›l›¤› yok diyanlar aras›nda bu ye düflünüyorlar ülkenin önde geya da Türkiye’de Peki RTÜK len siyasetçileri ve herkesin ‹ngilizce baflta olmak medya mensuplar› bildi¤ini san›yorüzere, sorumlu- lar. Baflka ne olada yok mu? Yeri gelmiflken aktarabilir ki? Bu yaz›y› luk sahibi tüm y›m, ‹ngiltere’de tafl›yan bir sürücü, kurum ve yaflayan kimi vaotomobiline arkatandafllar›m›z dan baflka bir arakurulufllar HSBC’den söz ec›n çarpmas› duruTürkçe’nin derken, “Benim munda, “Okuman katledilmesi bankam ‘HaSibe yok mu? ‘Baby on BaC›’” derler. Yine Board’ yaz›s›n› karfl›s›nda de, “eyç es si bi” görmedin mi?” dine yap›yor? diye okumaktan ye sorarsa alaca¤› iyidir herhalde... yan›t› çok merak Cep telefonu ve MSN ise, ül- ediyorum. Birkaç y›l önce, Datkenin gelece¤i diyerek umut ba¤- ça’ya giderken, Denizli-Mu¤la aralad›¤›m›z gençlerin yeni yaz›flma s›nda, bir köy yolundan aniden ve konuflma dilidir. Her ikisinde- anayola ç›kan bir gencin otomoki yaz›flmalar s›ras›nda, “glio”, bilinin arka çamurlu¤unda oku“gdio”, “blio”, “yp›o”, “ed›o”, “so- du¤um, “Ben sevdim de ne oldu, luo”, “bk›om”, “slm”, “mrhba”, Turkcell ve Telsim zengin oldu” “nbr”, “tmm”, “walla”, “war”, “fln yaz›s›, “Baby on Board” uyar›s›n›n filn” gibi k›saltmalar kullan›l›yor. yan›nda ne kadar masum kal›yorSiz bunlar› anlad›n›z m›? Umar›m mufl me¤er... kendinize bir çevirmen aramak Keflke radyo ve televizyon zorunda kalmazs›n›z. kanallar›n›n, vatandafllar›n dil 67


BD MART 2008

konusundaki uyar›lar›n› dikkate alan birimleri olsa... En az›ndan bir telefon numaras›n› bu konudaki flikayetleri kaydetmek için ay›rsalar. Ama bunu yaparken umar›m afla¤›da verece¤im örnekten esinlenmezler. Bilirsiniz, kimi motorlu araçlar›n arkas›nda, “Trafik hatalar› için falanca numaray› aray›n” yaz›l›d›r. Birkaç ay önce, tüm trafik kurallar›n› ihlal ederek birçok sürücüyü zor duruma düflüren bir kamyonetin arakas›ndaki, “Hatal›ysam ara beni” yaz›-

s›n›n alt›ndaki cep telefonu numaras›n› not ettim. ‹flyerine gider gitmez numaray› arad›¤›mda karfl›ma bir kay›t ç›kt›; Orhan Gencebay “Hatas›z kul olmaz” flark›s›n› söylüyordu. Konuya daha çok penetre yapmak istemiyorum. Ayr›ca, bu örneklerle sizi sürklase ettiysem özür diliyorum. Umar›m, daha önceki yaz›lar›m› baz alarak beni tolere edersiniz. Bilmem anlatabildim mi?• GurbuzEvren@butundunya.com.tr

Patron y›llardan buyana yan›nda çal›flan bir adam› yan›na ça¤›rd› ve ona kendisiyle ilgili görüfllerini söylemeye bafllad›: “Onbefl y›ld›r yan›mda çal›fl›yorsun” dedi. “Bugün memnuniyetimi sana göstermek istiyorum. ‹flte tüm çabalar›n›n karfl›l›¤› olarak sana 30 bin YTL’lik bir çek...” Adam kulaklar›na inanam›yordu. Fakat patron, onun teflekkür etmesine f›rsat b›rakmadan sözlerini flöyle sürdürdü: “Senin hakk›n bu...” dedi. “Sen böyle çal›flmaya devam edersen, iki üç y›la kalmaz, bu çeki imzalar›m da belki...”• Adam bal›¤a ç›km›flt›. Hava karard›ktan sonra yorgun arg›n döndü, elindeki büyükçe kese ka¤›d›n› efline uzatt›: “‹flte han›m” dedi. “Bugünkü k›smetimiz...” Üstünü de¤ifltirmek için mutfaktan ç›karken eflinin kendi kendine m›r›ldand›¤›n› duydu: “Aaaa... Ne kadar güzel” dedi efli. “Denizden art›k lakerda da ç›k›yor...” Anne, yüzü pasta içinde mutfaktan ç›kan o¤lunu görünce öfkeyle azarlad›: “Bu davran›fl›n için cezal›s›n” dedi. “Akflama sana pasta yok!” Çocuk yüzünde yaramaz bir ifadeyle gülümsedi: “Ben cezama raz›y›m anne” dedi. “Ama akflam size de pasta yok; çünkü hepsini bitirdim!.”• 68

GELECE⁄‹N EN YEN‹L‹KÇ‹ VE ÇEVREC‹ TEKNES‹:

VOLITAN ‹ZM‹R TOLGA

I

ki Türk bilim adam›, Uluslararas› Tasar›m Ödülleri 2007 (IDA 2007)’de iki dalda birincilik ödülü ald›lar. Bu bilim adamlar› ODTÜ ö¤retim üyesi ve Endüstri Ürünleri Tasar›mc›s› Dr. Hakan Gürsu ve yard›mc› tasar›mc› Sözüm Do¤an’d›r. Onlar›n yönetimindeki “Designnobis” adl› Türk tasar›mc› ekibi, Uluslararas› Tasa-

r›m Ödülleri 2007 (IDA 2007)’de iki dalda da birincilik ödüllerini “Volitan” adl› teknelerinin tasar›m›yla ald›lar. Yaln›zca günefl ve rüzgar enerjisi kullanarak hareket eden, deniz suyundan tatl› su çevrimini gerçeklefltiren, karbondioksit at›k üretmeyen, gelece¤in alternatif teknelerinden birisi olarak tasarlanan “Volitan”, gelece¤in en ye69


BD MART 2008

adet hareketli elektrik motoruyla desteklenmektedir.

rünümüyle Türk tasar›m potansiyelini ve giderek önem kazanan çevre sorunlar›na yarat›c› duyareknenin yelkenleri, bil- l›l›¤›m›z›n tüm dünyaya tan›t›ldi¤imiz yelkenlerden mas›nda önemli bir rol üstlenfarkl›d›r. Kumafltan de- mifltir. Proje, gelifltirilme aflama¤il, sert; ama hafif bir s›nda TÜB‹TAK MAM/Ulusal maddeden yap›lma yel- Enerji Ajans›’nca desteklenmifltir. kenlerin tasar›m›nda, günefl ›fl›nTüm dünyan›n ilgisini toplalar›ndan enerji elde etmeye yara- yan “Volitan” ile ilgili olarak, yan paneller kullan›lm›flt›r. Hare- Türk Deniz Kuvvetleri de bilgiket edebilen bu çifte yelken ve lendirilmifltir. Teknenin tüm telif kanatlar›, onu öteki su tafl›tlar›n- haklar›na sahip olan “Designnodan ay›rmaktad›r. Sistemleri bir bis”, Rusya, Avustralya ve Franbilgisayar arac›l›¤›yla, her çeflit sa’dan siparifl için baflvurular yahava koflulunda yüksek verimle p›lm›flt›r. Ünlü bir Frans›z tekne çal›flabilecek biçimde yönetil- üreticisi kurulufl, ortak üretim mektedir. Yeliçin yan›t bekkenler, günefl lemektedir. ve rüzgar Türk tasaenerjisini topr›m dehâs›n›n lamak için, en bir ürünü olan uygun konu“Volitan”, ma otomatik “Türk’üm” diAkdeniz’in Volitan adl› bal›¤› olarak gelmekyen herkese tedir. Tekne, yap›m›nda kullan›- büyük mutluluk vermektedir. Bu lan malzemelerle, en az 80 y›l, tasar›m›n yaflama geçirilme projey›pranmadan kullan›labilecektir. sine Türk giriflimcilerin, Türk üretiDenge sorununu yelkenlerinin cilerin bir an önce ve yürekten el tasar›m›yla ortadan kald›ran “Vo- vermesi gerekmektedir. “Volitan” litan”, tekne tasar›m›nda devrim düflünün bir Türk gerçe¤ine dökabul edilebilecek pek çok yeni- nüflmesi ve bu düfl teknenin dünli¤i içinde bar›nd›rmaktad›r. ya denizlerinde Türk damgas›n› “Volitan” bir tasar›m harikas› dolaflt›rmas› için bu, büyük bir f›rolmakla kalmay›p kurflun flarj satt›r. “Volitan”›n tasar›mc›s› Dr. pilleri yerine jel akü kullan›m›yla Hakan Gürsu’nun dedi¤i gibi, “Zor çevre duyarl›l›¤›n› da pekifltir- baflar›n›n tad› olanaks›zl›kta baflkamektedir. Bu özelli¤iyle tekne, d›r. Hedeflenmesi gereken tek fley, gelecek için çevreye duyarl› de- geçmifl efsanelerde yaflamak de¤il, nizcili¤in yeni simgesi olarak ge- gelecek için efsaneleri yaratan bir lifltirilmifl, ak›flkan ve s›ra d›fl› gö- millet olman›n yolunu açmakt›r.”•

T

ODTÜ ö¤retim üyesi ve Endüstri Ürünleri Tasar›mc›s› Dr. Hakan Gürsu “Volitan” adl› tekneyle Uluslararas› Tasar›m Ödülleri 2007 (IDA 2007)’de iki dalda birincilik ödülü ald›.

nilikçi ve çevreci teknesi olarak, yar›flman›n büyük jürisi taraf›ndan “en iyi tekne tasar›m›” ve “en iyi ulafl›m arac›” dallar›nda olmak üzere, iki ayr› dalda birincilik ödülü kazand›. ew York’ta her y›l düzenlenen ve dünyan›n en prestijli yar›flmalar›ndan birisi olan Uluslararas› Tasar›m Ödülleri, mimarl›k, iç mimarl›k, moda, ürün ve grafik tasar›m› konusundaki uluslararas›, s›ra d›fl› tasar›m çal›flmalar›n›n ayr› ayr› gruplarda de¤erlendirildi¤i bir organizasyondur ve tasar›m otoritelerince her y›l›n “Tasar›m Oscarlar›” olarak de¤erlendirilmektedir. Dünyan›n önde gelen tasar›mc›lar›n›n ve sponsorlar›n yo¤un kat›l›m›yla gerçeklefltiren yar›flma sonunda

N 70

kazanan yap›tlar, 1 y›l boyunca sayg›n müzelerde, uluslararas› ortamlarda sergilenmektedir. Ad›n› Akdeniz’de yaflayan bir uçan bal›k türünden alan “Volitan”, yak›t ba¤›ml›l›¤›n› tümüyle ortadan kald›ran, gece ve gündüz sürekli yolculuk yapabilen, ayr›ca yüksek manevra gücüne sahip, 32 metre boyunda bir yolcu teknesidir. Bal›¤›n yüzgeçlerini and›ran s›ra d›fl› yelken ve kanatlar›n›n yard›m›yla, koflullara ba¤l› olarak rüzgardan ya da güneflten ya da her ikisinden birden yararlanarak, her hava koflulunda, oldukça yüksek say›labilecek bir h›zda yol alabilmektedir. Nokta dönüflü yapabilen ilk deniz arac› olan “Volitan”, günefl panellerini hareketli kat› yelkenler olarak kullanarak tekne d›fl›nda yer alan 2

71


TOPKAPI SARAYI’NDA B‹R “SOKAKTAN GELEN SOYLU”:

KAfiIKÇI ELMASI

Kafl›kç› Elmas›, Topkap› Saray›’na sokaktan gelmifl bir “cevher”dir. O bir “çöplükte” bulunmufltur ve ilk günlerinde kuyumcu ustalar›n›n, efendilerin, paflalar›n ellerinden geçtikten sonra, önce sadrazama sunulmufl, daha sonra da padiflah›n hazinesindeki yerini alm›flt›r. HANDE UMUR opkap› Saray› Hazine Dairesi’nin “gözbebe¤i” konumundaki dünyaca ünlü Kafl›kç› Elmas›, kendine özgü par›lt›s›n›, yüzy›llar sonra bugün de ayn› görkemiyle sürdürüyor. Bir sanat tarihi uzman›n›n deyifliyle Kafl›kç› Elmas›, çevresinde dizili 49 p›rlantan›n ortas›ndaki kendine özgü eriflilmez boyutu ve göz kamaflt›r›c› parlakl›¤›yla bugün de, y›ld›zlar ortas›ndaki bir a¤ustos dolunay›n›n görkemini ça¤r›flt›r›yor.

T

Dünyan›n “en çok tan›nan” 22 elmas›n›n “duayeni” konumundaki Kafl›kç› Elmas›, her y›l kendisini görmeye gelen yüzbinlerce yerli ve yabanc› konu¤unun bu ilgisi karfl›s›ndaki çekici varl›¤›n› ancak, baflucunda 24 saat aral›ks›z nöbet tutan görevlilerin güvencesiyle sürdürebiliyor. Çok kiflinin sand›¤›n›n aksine Kafl›kç› Elmas›, bir “Soylu Sarayl›” de¤ildir. Hazine Dairesi’nin öteki vitrinlerinde sergilenen komflular› birçok de¤erli mücevherler gibi o, bir hükümdar›n bir padiflaha 73


BD MART 2008

arma¤an› da de¤ildir, herhangi bir padiflah eflinin çeyizinin bir parças› da de¤ildir.

S

özcü¤ün tam anlam›yla Kafl›kç› Elmas›, Topkap› Saray›’na sokaktan gelmifl bir “cevher”dir. O bir “çöplükte” bulunmufltur ve ilk günlerinde kuyumcu ustalar›n›n, efendilerin, paflalar›n ellerinden geçtikten sonra, önce sadrazama sunulmufl, daha sonra da padiflah›n hazinesindeki yerini alm›flt›r. Kafl›kç› Elmas›’n›n “sokak çöplü¤ünden saraya olan yolculu¤u”nun öyküsünü ilk kez, Defterdar Sar› Mehmed Pafla kaleme alm›flt›r. Y›llar sonra Osmanl› tarihçisi Raflid Efendi, bu tek kaynaktan yararlanarak ayn› öyküyü ikinci kez kaleme alm›fl; ama öyküye yeni bir bilgi katmam›flt›r. “Rivayet de bir, maksut da bir” sözüyle tan›mlanabilen bu “yolculuk öyküsü” flöyledir: “1679 y›l›n›n ilk aylar›yd›. ‹stanbul’un Eyüp ilçesinin E¤rikap› semtinde, sokaklarda iflsiz güçsüz gezinen bir adam, kar›flt›rmakta oldu¤u bir çöplükte buldu¤u elmas›, o zamanlar çok de¤erli olan ‘cam’ sand› ve bir kafl›k sat›c›s›na gidip bunu üç adet tahta kafl›kla de¤ifl tokufl etti. Kafl›kç› bir kuyumcuya gidip bu ‘cam parças›n›’ on akçeye satt›. Tafl› gördü¤ü an kafas› kar›flan kuyumcu, ‘Bu parça kesinlikle 74

cam de¤il; ama acaba nedir?’ sorusuna yan›t araya araya sonunda, usta ve bilge bir kuyumcunun kap›s›n› çald›. “Usta kuyumcu, kendisine gösterilen parçan›n cam olmad›¤›n› ilk bak›flta anlamakla kalmad›, bunun çok de¤erli bir elmas oldu¤unu da anlad›. “‘Bana yüklü bir sus pay› vermezsen, elinde böyle de¤erli bir tafl oldu¤unu önüme ç›kan herkese söylerim’ dedi. “Usta kuyumcunun bu sözleri, meslektafl›yla aras›nda büyük bir kavga ç›kmas›na neden oldu. Giderek uzayan tart›flma ve büyüyen kavga sonunda iki kuyumcu aras›ndaki kavga nedeni de, giz olmaktan ç›kt›, sarayda kuyumcubafl›n›n kula¤›na dek gitti. “‘Getirin iki huysuz kuyumcuyu bana’ diye kükredi adamlar›na.

“K

›sa bir süre sonra iki kuyumcu, saray kuyumcubafl›s›n›n karfl›s›nda birbirlerine sar›larak bar›flt›lar ve huzurdan iki dost olarak ayr›ld›lar. Her ikisinin de kuflaklar›nda, kuyumcubafl›n›n elleriyle s›k›flt›rd›¤› birer kese akçe vard›. “Yaln›zca iki kuyumcu de¤il, kuyumcubafl› da mutluydu. Onun kufla¤›na s›k›flt›r›lm›fl akçe kesesi yoktu; ama avucunun içinde alev alev yanarcas›na parlayan ve o güne de¤in bir efli gö-

Dünyan›n en de¤erli mücevheri olarak bilinen Kafl›kç› Elmas›’n›n güvenli¤i, Topkap› Saray› Hazine Dairesi’ndeki özel bölümünde aral›ks›z nöbet tutan görevliler taraf›ndan sa¤lanmaktad›r.

rülmemifl büyüklükte ve parlakl›kta bir elmas tafl vard›. “Saray›n kap›s›ndan giren böylesi de¤erli bir tafl›n varl›¤›, elbette sadrazam›n kula¤›na da gidecekti. “Dönemin sadrazam› Merzifonlu Kara Mustafa Pafla, aradan bir saat geçmeden durumu ö¤renince kuyumcubafl›y› huzuruna ça¤›rtt› ve bu görülmemifl büyüklükteki de¤erli tafl› onun elinden almak istedi; ama... Kendisinin elinden de büyük olan bir baflka el vard› bir ‘basamak’ yukar›da... Bu el, Padiflah IV. Mehmed’in eliydi. “Onun, ‘Bu tafl derhal ifllenecek ve gerçek de¤eri, karat› ortaya ç›kar›lacak’ buyru¤u, an›nda yerine getirildi. “Kuyumcu deyimiyle ‘t›rafl’

edilmesinden sonra tafl›n gerçek de¤eri, kendili¤inden ortaya ç›kt›. Bu tafl, o güne de¤in dünyada efline rastlanmayan 84 karat de¤erinde ve o güne de¤in efline rastlanmayan büyüklükte bir elmas parças›yd›.

“K

uyumcubafl›n›n bu hizmetini karfl›l›ks›z b›rakmad› IV. Mehmed, onu Topkap› Saray›’n›n kap›lar›nda nöbet tutan görevlilerin bafl yöneticili¤ine, “Kapucubafl›l›k” görevine atayarak ödüllendirdi. “‘‹fllenmifl ve gerçek de¤eri ortaya ç›km›fl’ olan böylesi de¤erli bir tafla el koyarak ise bir yandan kendisini ödüllen75


BD MART 2008

dirdi, bir yandan da çöplükten saraya gelen bir tafla ‘Padiflah mal›’ kimli¤i vererek, onun soyluluk flecere a¤ac›n›n fidesini dikmifl oldu.”• Karat Nedir? Karat, 1 gram›n beflte birine (200 mg.) eflde¤er ve baflta p›rlanta olmak üzere, de¤erli tafllar›n a¤›rl›klar›n›n belirlenmesinde kullan›lan a¤›rl›k

HandeUmur@butundunya.com.tr

‹ki acemi er paraflüt e¤itimlerini tamamlad›ktan sonra ilk atlay›fllar› için havaland›lar. Komutanlar› son denetimleri yapt›ktan sonra onlar› bir kez daha uyard›: “Atlad›ktan bir süre sonra paraflütün sa¤ taraf›ndaki ipi çekin, paraflütleriniz aç›lacakt›r. fiayet aç›lmazsa hiç telafla kap›lmay›n, sol tarafta yedek bir ip var onu çekin, sorun kalmaz. ‹ndi¤inizde sizi bir jip bekliyor olacak; sizi karargâha götürecek.” Askerler korkarak da olsa atlad›lar. Bir süre sonra heyecanla sa¤ taraftaki iplerine as›ld›lar; ama hiçbir fley olmad›. Biraz korkuyla da olsa bu kez sol taraftaki iplere as›ld›lar; ama paraflütler yine aç›lmad›. Bu duruma çok sinirlenen askerlerden biri arkadafl›yla konuflmaya bafllad›: “Bu komutan›n hiçbir dedi¤i ç›km›yor” dedi. “Dur bakal›m, afla¤›da jip de yoksa o zaman görüflürüz onunla!”• Bir toplant›da, davetlilerden biri laf aras›nda yan›ndaki kad›ndan kendisi için dünyan›n en büyük yazar›n›n kim oldu¤unu ö¤renmek istedi: “Han›mefendi” dedi. “Size göre dünyan›n en büyük yazar› kimdir?” Kad›n bu soruya hemen yan›t verdi: “Eflimdir, efendim” dedi. “Devaml› yaz›yor.” Adam bu yan›ta çok flafl›rd›: “Sahi mi?” dedi. “Peki neler yaz›yor?” Kad›n bu soruya da hemen yan›t verdi: “Yapt›¤›m al›flverifllerin çeklerini...”• 76

SPORUN DÜNYASI

ölçüsü birimidir. Ayn› zamanda karat›n kökeni Arapça keçiboynuzu anlam›na gelen “k›rrat” sözcü¤ünden gelmektedir. Eskiden keçiboynuzu çekirdekleri a¤›rl›k ölçmek için kullan›l›rd›. 4 tane keçiboynuzu çekirde¤i, 1 karata eflittir.•

Metin Gören

Z‹RVEY‹ HEDEFLEMEK Zirve oluflumunu sa¤layanlar ve zirveyi düflleyenler, “Bir gün mutlaka” tümcesini sessizce kuranlar... Bunlardan biri de kuflkusuz, Çek lokomatifi Zatopek’ti. Ülkesinin varlı¤ını, e¤emen güçlerin acımasız darbelerinden oluflan sistemi içinde yok olmasına, sessiz isyancı Prag’a 113 kilometre uzak bir kasabada do¤mufltu. En büyük tutkusu atletizm sporuydu.

Ç

ocukluk anılarım uzun metrajlı bir film gibidir. Bitmez, tükenmez... Düflündükçe, yeni bir öykü oluflur, beyin sinemalarımda... Yaflanmıfl, yaflanması bir daha olanaksız güzelliklerin demet demet çiçekleridir onlar... Gönül bahçelerimizde soldurmadı¤ımız, yaflam gücümüzle suladıklarımız... Çalıflma odamın duvarına özenle astı¤ım bir fotografa takılır gözlerim, dalar

giderim enginlere... Anneannemin kuca¤ındaki, o mavi gözlü tombul yanaklı sevimli çocu¤un ben oldu¤una inanmakta güçlük çekerim. Dolu dolu yaflanmıfl o güzelim yılların, bir daha ve hiçbir zaman geri gelmeyece¤inin bilinci örter benli¤imi... Ve anılar bu kez alır götürür beni Toros Da¤ları’nın eteklerine... Çukurova’nın insanı çıldırtan sıca¤ından kaçan Adanalılar’ın yayla göçleri için oluflturdu¤u uzun kervanlarına katılırım. 77


BD MART 2008

BD MART 2008

Toroslar’ın eteklerine kurulan ünlü yaylalardan birine üç ay süreli göçlerimiz gelir aklıma... Bürücek, Namrun, Tekir, Kamıfllı arasındaki gidifl ve dönüfllerimiz... oroslar’ın e¤emenli¤ine baflkaldırmayı aklından bile geçirmeyen, da¤ eteklerinde kurulu kolonilerin bu görüntü içinde huzur bulduklarını düflünürüm. Ve arkadafllarımla bafllattı¤ım zirveye do¤ru yürüyüfllerimizi... O küçücük dünyamızın genifl ufuklarına kanat takarak ve o yafllarda olamayacak bir hedefin pefli sıra gitti¤imizi... Sonunda geldi¤imiz noktanın, baflladı¤ımız yerden ancak birkaç kilometre ötede oldu¤unun ayırdında olarak... Daha ileriye gitmekle, geriye dönmek arasında bafllatılan tercih yoklaması sırasında da¤cılardan oluflan bir grup yanımızdan geçerken sormufltuk: “Amca nereye?..” Aldı¤ımız yanıt, bir tümce de¤il sözcüktü: “Zirveye...” ‹sviçreli da¤cı Adolf Swetzgerhart, Alpler’e tırmanamayacak denli yafllı oldu¤unun ayırdında olmadan son kez bu tutkusunu

T

78

gerçeklefltirmek istedi. Aile bireylerinin itirazlarına karflın yola koyuldu. Altmıflüç yaflındaki da¤cıyı, evden ayrılıflının üçüncü gününde hastaneye getirdiler. Zirve yürüyüflü sırasında kaza geçirerek, kayaların üzerine düflmüfltü. Swetzgerhart a¤ır yaralıydı ve yaflama flansı giderek kayboluyordu. ‹sviçreli da¤cı komadan çıkmıfl, yo¤un bakım ünitesine alınmıfltı. Ancak yaflamsal tehlikesi devam ediyordu. Doktorlar, aile bireyleriyle kısa süreli görüflmesine izin verdiler. Yanına gelen tüm aile bireylerine, ünlü da¤cı, “Onu çok özleyece¤im” diyerek, pencereyi gösteriyordu. Adolf Swetzgerhart’ın ne demek istedi¤i anlaflılamadı, ölünceye dek... Hastane hemflirelerinden Anjelike Tanevcski, da¤cı sporcunun iflaretle söylediklerine açıklık getirdi. Adolf Swetzgerhart, iflaret etti¤i pencereden tüm ihtiflamıyla gözüken Alp Da¤ları’nı özleyece¤ini anlatmak istemiflti. Babanın ölümü çocuklarını çok üzdü. Zirve sevdalısı Swetzgerhart, Alp Da¤ları’nın eteklerine kurulmufl Weisstrehause köyünün mezarlı¤ında yatıyor. Baflucuna dikilen mermer tabelanın üzerindeyse ilginç bir yazı göze çarpıyor:

“Sen zirveleri, biz de seni çok özleyece¤iz.” slında, tüm insanlarda ölçütü belli olmayan bir zirve tutkunlu¤u vardır. Ulaflabilmek, yakalayabilmek ve oralarda kalabilmek gibi özümsedi¤i duygu yükleriyle... Fenerbahçe’nin Brezilyalı ünlü yıldızı Roberto Carlos, ‹talya’nın Inter takımında istedi¤ini bulamadı. Avrupa’nın en ünlü takımlarından biri olan Milano kentinin kulübü Roberto Carlos’un forma giydi¤i dönemlerde, baflarısız sonuçlar alıyor ve taraftarlarını mutlu etmiyordu. Brezilyalı oyuncu iki yıl sonra, ‹spanya’nın ünlü takımı Real Madrid’e transfer oldu¤unda, flu açıklamayı yapmıfltı: “Ben zirvede olmayı severim. Real Madrid’i bunun için seçtim.” Roberto Carlos’un, ünlü ‹spanyol takımından sonra, Fenerbahçe’yi seçmifl olmasının nedenini, zirveyi sevmek, zirvede olmak ve de zirve için u¤rafl vermek gibi olgularla özdefllefltirebilir miyiz? Aslında zirve, yani yukarı, yani tavan ya da fleref kürsülerinin bir numarayı gösteren basama¤ı... Bir biçimde puan sıralamasındaki yer... Ya da kazanılan madalyaların çoklu¤u nedeniyle ulaflılabilinecek en son nokta... Ve de bunları sa¤layan güç, bilimsel çalıflma, yetenek ve de benzeri oluflumların yarattı¤ı insan, yani sporcu... Genifl kapsamıyla bilim adamı, e¤itimci, çe-

A

flitli mesleklerdeki insan manzaraları... Zirve oluflumunu sa¤layanlar ve zirveyi düflleyenler, “Bir gün mutlaka” tümcesini sessizce kuranlar... Bunlardan biri de kuflkusuz, Çek lokomotifi Zatopek’ti. Ülkesinin varlı¤ını, e¤emen güçlerin acımasız darbelerinden oluflan sistemi içinde yok olmasına sessiz isyancı, Prag’a 113 kilometre uzak bir kasabada do¤mufltu. Babası maden iflcisi Zatopek’in en büyük tutkusu atletizm sporuydu. Kısa sürede zirve yürüyüflüne baflladı. Yılmadan, bilinç dolgularıyla ve ülkesi için... Çek atlet girdi¤i her yarıflı kazandı, dünya flampiyonalarında, Olimpiyat Oyunları’nda... Ve günün birinde yorgun düfltü, bir dönemin ünlü atleti... Onu yıllarca aramadılar, sormadılar. Üzgün de¤ildi, aksine büyük mutluluk duyuyordu. ‹çini da¤layan bir tek acısı vardı Zatopek’in, ‹ngiliz yayın kuruluflu BBC’ye anılarını anlatırken... eçmiflten, günümüze de¤in, atletizm yaflamından satırbaflları açıyordu heyecanla... Gözleri doldu, bir noktaya takıldı, “Babamı çok özledim” deyiverdi. Ve sonra yüzünde oluflan bir gülümsemenin rotasına girdi: “Ne yazık ki, o benim zirvedeki duruflumu izleyemedi” sözcükleri bir tümce biçiminde dudaklarından dökülüverdi.•

G

MetinGoren@butundunya.com.tr 79


ÖZLEM‹N TADI BAfiKADIR

SUDOKU

ESER TUTEL

Canan Onural

“ÖRT’MEN‹M YARIN OKULA

BEN DE GELMESEM Kolay

Zor CananOnural@butundunya.com.tr Yan›tlar 87’nci sayfam›zdad›r. 80

I

lkokul’u, y›llar; ama y›llar önce Beyo¤lu 29. ‹lkokul’da okudum. Herfleyden önce okulumuz “ilkö¤retim okulu” de¤ildi, yaln›zca ilkokuldu. O zamanlar ilkokullar›n günümüzdeki gibi Nam›k Kemal ‹lkö¤retim Okulu ya da ne bileyim Ziya Gökalp ‹lkö¤retim Okulu diye adlar› yoktu; yaln›zca 23. ‹lkokul, 35. ‹lkokul diye numaralar› vard›. ‹lkokulu bitirince ortaokula geçiyorduk. Günümüzdeki sekiz derslikli ilkö¤retim okullar›; ancak yaklafl›k altm›fl y›l sonra aç›lacakt›. Y›l, 1939... ‹kinci Dünya Savafl›’n›n tüm dünyay› atefle, kana bo¤maya bafllad›¤› günler... He-

OLUR MU?”

nüz alt› yafl›nday›m. Eylül ay› olmal›... Annem bir gün beni ald›, elimden tutarak do¤ru Tünel’de, Beyo¤lu Belediye binas›na götürdü. Bilenler bilir: Bu koca bina “6. Daire” diye an›l›r. Orada anneleriyle, ablalar›yla gelmifl bir sürü çocuk beklefliyordu. Aralar›nda salya sümük a¤lay›p s›zlananlar vard›! Me¤er çiçek afl›s› yap›lacakm›fl! Sa¤l›k memuru, çocu¤un koluna ucu pütürlü kalem gibi bir fleyle birkaç çizik at›yor, çizdi¤i yere de bir iki damla beyaz bir s›v› damlat›yordu. Üstüne de güllaçtan bir kapsül kapatt› m›, a¤lay›p s›zlanmalar sona eriyordu! Hepsi bu kadard› iflte! O gün herkes gibi bana da afl› 81


BD MART 2008

yap›ld›. Ben de biraz korktum; ama hiç de öyle oradakiler gibi ba¤›r›p ça¤›rmad›m. Annem, “Aferin, benim o¤luma!” diyerek saçlar›m› sevdi. Bilmiyordu ki, beni korkutan fley afl›lanmak de¤il, as›l okula gitmekti! eçenlerde, eski öteberiyi kar›flt›r›rken nas›l olduysa o günkü afl› ka¤›d›m elime geçti. fiöyle bir göz att›m. Nereden baksan›z yetmifl y›l öncelerini an›msad›m. Bak›n ka¤›tta neler yaz›yordu: T.C. ‹stanbul Belediyesi - Beyo¤lu fiubesi Hekimli¤i Ad› ve babas›n›n ad›: Eser A. Cemal Yafl›: 7 (Hay›r! Asl›nda henüz 6 yafl›ndayd›m.) Mesle¤i: Talebe Adresi: Kalyoncukulluk C. 12 (Yanl›fl! Do¤rusu, Kameriye Sokak, No:12.) Yukar›da ad› ve mesle¤i yaz›l› zat (!) her türlü hastal›ktan sâlimdir. 14/9/1939 ‹mza: B. (elediye), H. (ekimi) - D. T. Ülgen. Ve alt›nda bir de “Çiçek afl›s› yap›lm›flt›r” kayd›. Daha alt›nda, bir imza da sa¤l›k memurundan... Ama nedense üstünde resmi mühür yok! S›ra, evimizin hemen yak›n›ndaki seyyar fotografç›da vesikal›k fotograf çektirmeye geldi. Asl›nda, ‹stiklal Caddesi’nde çok güzel fotograf çeken büyük fotografha-

G

82

neler vard›. Foto Rekor, Foto Sabah, Foto Süreyya gibi... Ama bizim iflimiz acele, hemen çektirmemiz gerek! Fotograf›, Balo Soka¤›’ndaki, her gün önünden geçti¤imiz yafll› seyyar fotografç›da çektirdik. Bence bu seyyar fotografç›lar asl›nda hiç de seyyar say›lmazlar. Her zaman ayn› yerde dururlar, fotograf çektirmek için gelenleri orac›kta iskemlesine oturturlar, ayaküstü fotograf›n› çekip ›slak ›slak ellerine veriverirler. Yeri, yurdu belli olana, “Seyyar” denir mi hiç! Bir sehpan›n üstünde kocaman ahflap bir kutu makine... Arkas›nda, fotografç›n›n bafl›n› içine soktu¤u siyah› solmufl bir bez torba... Bir de müflterisini oturttu¤u, bacaklar› sallanan tahta bir iskemle... Annem elleriyle flöyle bir saçlar›m› düzeltti. “Hadi gülümsene biraz o¤lum!” dedi. nad›na somurttuktan baflka, elimle saçlar›m› daha da kar›flt›rd›¤›m› çok iyi an›ms›yorum. Nedense annem hiç sesini ç›kartmad›. Böyle kritik bir günde, ufak tefek ayr›nt›lar için benimle z›tlaflmak istemiyordu anlafl›lan... Sonra beni elimden çekifltire çekifltire do¤ruca Parmakkap›’daki, 29. ‹lkokul’a götürdü. Dört yafl büyük ablam da bu ilkokulda okuyordu. O y›l beflinci s›n›fa geçmiflti. Okullar henüz yaz tatili sona ermedi¤i için koca bina da, uçsuz bucaks›z gibi görünen bah-

I

Yak›n zamanlara dek Beyo¤lu 29. ve 45. ‹lkokul’un yer ald›¤› bu bina, günümüzde Ticaret Lisesi...

çesi de bombofltu ve de çevrede ç›t ç›km›yordu. Annem, “Bak, mektebin buras› iflte... Ne güzel, de¤il mi?” dedi. “Abla kardefl ele ele tutuflur, sabah, akflam birlikte gider, gelirsiniz.” ‹lk kez, “Ben mektebe gitmek istemiyorum!” dedim. “Ne demek istemiyorum! Tüm çocuklar zaman› gelince mektebe gider!” “Ablam gibi her sabah m›?” “Elbette her sabah ya! Yok, sal›-cuma... Daha neler!” Okul binas›na giren merdivenleri ç›karken annem yan gözle beni süzüyordu. Do¤ruca kay›t odas›na girdik. S›ra bize gelince nüfus cüzdan›n›n “tasdikli” suretini, alt› adet vesikal›k fotograf›m›, muhtardan al›nm›fl ikametgâh senedini, afl› ka¤›d›n› falan masadaki k›za verdik. Böylece uzun

(hem de çok uzun) sürecek ve bana bir türlü bitmeyecek gibi gelen okul yaflant›m resmen bafllam›fl oldu. Akflam evde babam, “Hay›rl› olsun” dedi. “Allah zihin aç›kl›¤› versin. ‹nflallah okur, büyük adam olursun!” Olurum da, nas›l olurum? kulum nerede miydi? ‹stiklal Caddesi’ne paralel sokaklardan birinde... A¤a Camii’nin karfl›s›ndaki o zamanlar ad› Bursa Soka¤› olan, bugünkü Sadri Al›fl›k Soka¤›’ndan girin; f›r›n›, kebapç›y›, çorbac›y›, kahveleri, barlar›, kulüpleri geçin, Beyo¤lu Ekipler Amirli¤i’nin karfl›s›ndaki sokak sizi do¤ruca bizim ilkokula götürür. ‹ki bina ötesinde uygunsuz evlerin en uygunsuzlar-

O

83


BD MART 2008

dan biri oldu¤unu, y›llar sonra ö¤renecektim. Eee, Beyo¤lu’ydu buras›... fiaflmamak gerekirdi. efl katl›, dev bir binayd› bizim ilkokul... Bodrum kat›yla, etti mi alt›! Birinci kat birinci s›n›flar›nd›, ikinci kat ikinci s›n›flar›n... Tahmin etti¤iniz gibi üçüncü kat üçüncü s›n›flar›n, dördüncü kat dördüncü, en üst kat da beflinci s›n›flar›nd›. Her s›n›f›n A’dan D’ye, hatta belki de E’ye de¤in flubeleri vard›. Beni 1-C’ye kaydetmifllerdi. Ö¤retmenimiz Zahide Ö¤retmen’di. Gözüme o zaman koca bir kad›n gibi gözükmüfltü; ama bugün onun henüz otuzunda bile olmad›¤›ndan eminim. Mesle¤e üçüncü s›n›f ö¤retmeni olarak girmifl, dördü, befli okuttuktan sonra o y›l bizlerle birinci s›n›fa bafllam›flt›. Sizin anlayaca¤›n›z, henüz dört y›ll›k bir ö¤retmendi. Esmer, hafif tombulca bir genç k›zd›. Hani kimilerinin öndeki iki diflinin aras› hafiften aral›k olur ya, onunki de iflte öyle aral›kt›. ‹lk gün ö¤retmen, “Yar›n herkes s›n›fa çok sevdi¤i bir oyunca¤›n› getirsin, burada hep birlikte oynayaca¤›z!” dedi. Benim en çok sevdi¤im oyunca¤›m, üstüne binip öne arkaya salland›¤›m tahta at›md›. Ama flimdikiler gibi yamyass› tahtadan de¤ildi. Gerçek bir ata biner gibi üstüne binilen, at gibi bir att› iflte! Bacaklar›m› aç›p eyerine oturu-

B

84

BD MART 2008

yor, ayaklar›m› da s›ms›k› iki yandaki üzengilere sokuyordum. Dizginleri de elime ald›m m›, dünyalar benim oluyordu! O zamana de¤in Beyo¤lu, Bal›kpazar›’ndaki evimizden ç›k›p tramvayla gitti¤im en uzak yer, Fatih’ti. At›m› odan›n ortas›nda flaha kald›r›yor, d›g›d›k d›g›d›k do¤ru Fatih’e K›ztafl›’ndaki teyzemlere gidiyordum! Yeleleri uçufla uçufla, nallar›ndan atefller saça saça, dörtnala, bir öne, bir arkaya, atlaya z›playa! Bir gün içinde ne oldu¤unu merak ettim at›m›n! Parma¤›mla karn›n›n alt›ndan bezi flöyle bir delip yoklay›nca bafltan sona saman doldurulmufl oldu¤unu gördüm. “Ö¤retmen yar›n at›m› okula getirmemi istedi” dedim. “Herkes en çok sevdi¤i oyunca¤›n› getirecekmifl!” vlad›m, iyi güzel de, bu koca at okula gider mi hiç!” dedi annem. “Götüreceksen, sana Japon Ma¤azas›’ndan ald›¤›m deniz motorunu götür.” “Hay›r, okula at›mla gidece¤im ben!” “Deniz motoru” dedi¤i, elim kadar, tenekeden, içinde mum yanan, yan›nca da arkas›ndan hava kabarc›klar› salarak le¤enin içinde çepeçevre dönmeye bafllayan küçücük bir oyuncak motordu. Ertesi sabah at› okula götürmemiz hiç de kolay olmad›. Ama ne

“E

yalan söyleyeyim, benim gözüm Emel adl› sar›fl›n k›z›n getirdi¤i kocaman, yandan kurmal› otomobilde kald›. Kald› ki, nas›l kald›! Koyu yeflil renkteki, kurunca kendili¤inden yürümeye bafllayan bu otomobil düfllerime girecek denli güzeldi! K›z›n da hani sar› inad› tutmufltu, “Nuh diyor, peygamber demiyor”, s›ms›k› sar›ld›¤› otomobiline, bir kerecik bile olsun elimizi sürmemize izin vermiyordu. Oysa Dilber öyle miydi ya? Onun getirdi¤i oyuncak, yeflilli k›rm›z›l› ifllemeli elbisesiyle kendi gibi tombul, mavi gözlü bir Macar bebe¤iydi. Ne güzel, bebe¤iyle han›m han›mc›k oynuyor, üstelik arka s›ram›zdaki kara kuru Selime’nin de, s›ska Jale’nin de kollar›na almas›na ses ç›kartm›yordu. Sonradan ö¤rendim, me¤er babas› Macar’m›fl Dilber’in... Lüks bir e¤lence yerinde, geceleri Çigan toplulu¤unda keman çalarm›fl! kuldaki ilk iki, üç gün, –sabah 8’den, akflamüstü 3’e dek– iflte böyle gülüp oynayarak geçti: Emel’ler, Dilber’ler... Yani’ler, Rozi’ler... Atlar... Otomobiller... Bebekler... Ve daha neler neler... Ama çok geçmeden bir gün ö¤retmen “A”lar›, “B”leri, “C”leri ve öteki harfleri yazd› karatahtaya... Derken ilk heceler... Sözcükler... Tümceler... Ve, “Ali topu tut”lar ve “Ata ot ver”ler... Hemen arkas›ndan da “1”ler,

O

“2”ler, “3”ler... Yan›lm›yorsam, bugün “Çarp›m tablosu” dedikleri “Kerrat Cetveli”nin ilk üç basama¤›... Me¤er ne çok fley varm›fl, bu okulda ö¤renilip ezberlenecek! kulun bahçesi toprakt›. Ama yüzlerce çocu¤un koflup tepinmesi sonucu sanki tafllafl›p betonlaflm›fl bir toprak! 1871-74 y›llar› aras›nda Beyo¤lu’nu Karaköy’e ba¤layan Galata tüneli, kazma, kürek kaz›l›rken, ç›kan binlerce at arabas› dolusu toprak ve molozun bir bölümü getirilip bizim okulun bulundu¤u yere dökülürken, bir bölümü de Tepebafl›’nda bugünkü TÜYAP’›n ve de Perapalas’›n önündeki araziye boflalt›lm›flt›. Bizler bu dolgu toprak üstündeki bahçede ç›lg›nlar gibi h›rs›zpolis’lik de oynad›k, elim sende de! Pazartesi sabahlar› bayrak törenini de burada yapard›k, 23 Nisan provalar›n› da... Bodrum kat›nda, kap›c›n›n besledi¤i bir de ay› yavrusu vard›. Evet, gerçek bir ay› yavrusu! Parmakl›klar›n arkas›na gelir, sanki bizlerle koflup oynamak isterdi. Ertesi y›l, ikinci s›n›ftayken bu sevimli ay› yavrusunu bir daha göremedik. Bahçenin sa¤ taraf›nda k›zlar için ayr›, erkekler için ayr› tuvaletler vard›. Önünde de bir s›ra musluklar›n s›raland›¤› upuzun bir delikli tafl tekne... Bu musluklardan a¤z›m›za doldurdu¤umuz suyu, gidip gidip k›zlar tuvaleti-

O

85


BD MART 2008

BD MART 2008

nin üstünden içeriye püskürtmekten nas›l da zevk al›rd›k! ‹çeride neye u¤rad›¤›n› flafl›ran zavall› k›z öyle bir 盤l›k kopart›rd› ki, hani müdür bey odas›ndan duyacak diye nas›l da ödümüz kopard›! “fiimdi gidip seni ört’mene flikayet edece¤im!” diye hayk›r›rd› k›z! eneffüslerde koflup terleyince buradaki s›ra s›ra musluklardan buz gibi sular içilir, düflüp toz toprak içinde kal›nca da eller yüzler yine bu musluklarda y›kan›rd›. Kocaman, sapsar› ayvalar, hep bu musluk tafl›na vurularak parçalan›r, öyle yenilirdi. Çocuklar kimden ö¤renmifllerse, “Ayva b›çakla kesilmez. Kesilirse suyu kaçar!” derlerdi. Biri ayvay› musluk tafl›na vurmaya bafllamas›n, hemen çevresi birkaç ars›z çocukla çevriliverirdi: “Bir ›s›r›k vereceksin, de¤il mi?” “Bana da!” “Ben de bir difllik isterim!” Okul binas›na, sa¤l› sollu iki genifl merdivenden ç›k›larak giriliyordu. ‹ki merdivenin kavufltu¤u yerde de, duvarda kocaman bir çan as›l› dururdu. Bu, gerçekten çok kocaman bir çand›. Erenköy istasyonundaki kampanadan da büyüktü! Hani istasyonlarda trenin kalkmas› için istasyon memurunun, “Dan! Dan! Dan!” diye çald›¤› kampanalar vard› ya, onlardan da büyüktü iflte! Bizden önceleri,

T

86

semtte elektrik yokken, görevli hademe ders ve de teneffüs saatini bu koca çan› çalarak haber verirmifl. Derslerin insan›n sabr›n› tüketecek kadar uzun olmas› nas›l da can›m›z› s›kard›! Bahar gelmiflti. Aylardan mart olmal›yd›. Bir ara s›ra arkadafl›m Sula adl› Rum k›z›n›n ö¤retmenin yan›na giderek ona f›s›r f›s›r bir fleyler söyledi¤ini gördüm. Ö¤retmen peki gibilerden bafl›n› sallad›ktan sonra geldi, yan›ma oturdu. “Ne söyledin ört’mene?” diye sordum. “Hiç...” dedi. “Yar›n için izin istedim. O da verdi.” “Yar›n gelmeyecek misin?” “Evet, gelmeyece¤im!” s›rada arka s›ralardan Niko da ö¤retmene gidip ertesi günü için izin istemez mi! Arkas›ndan Eleni ve de Yorgo da onlar› izledi. Bir an için durdum. Madem ki ö¤retmen izin isteyen herkese veriyor, “Bir ben mi kald›m” diyerek ben de yan›na gittim. “Sen niye geldin?” diye flaflk›n flaflk›n bakt› bana... “Ben de izin isteyecektim, ört’menim...” dedim. Kad›nca¤›z gülmemek için kendini zor tuttu. “Akflama annen seni almaya gelecek de¤il mi?” dedi. “Ben onunla konuflurum.” Ne zaman kendi bafl›ma bir ifl yapmaya kalksam, kesinlikle ba-

O

fl›ma bir fleyler gelir. Bu kez de gelmiflti iflte! Ne vard› sanki ö¤retmene gidip izin isteyecek! Bu iflte bir terslik vard›; ama neresindeydi, anlayamam›flt›m. on ders bitti. Çantalar›m›z›, sefertaslar›m›z› toplad›k. Bahçeye ç›kt›k. O zamanlar servis araçlar› olmad›¤›ndan her çocuk evine kendi bafl›na gidip gelirdi. Bakt›m annem gelmifl. Aaa! Bizim ö¤retmenle beni göstererek bir fleyler konuflmuyorlar m›? Annem eve gidene dek bana hiçbir fley söylemedi. Hatta evde de bu konuyu hiç açmad›. Akflam oldu. Babam geldi. Hep birlikte sofraya oturduk. Yeme¤in neresindeydik, bilemeyece¤im... Babam hiç de yeri de¤ilken k›sa bir diskur çekmeye bafllamaz m›! “‹nsanlar de¤iflik dinlerden olabilir” diyordu. “Her dinin kendi bayram› ve kutsal günleri vard›r. Nas›l bizim Cumhuriyet Bayram›m›z gibi ulusal, fieker ve Kurban Bayram›m›z gibi dinsel gün-

S

lerimiz varsa, Rumlar›n da Noel’leri, Paskalya’lar› vard›r. Paskalya’da ‹sa Peygamber’in diriliflini kutlarlar. Kendi bayramlar›nda tatil yapmak onlar›n da hakk›d›r. Yar›n onlar›n Paskalya Bayram›’d›r. Bu bayramda evlerinde k›rm›z› yumurta kaynat›rlar, paskalya çöre¤i yap›p yerler.” Hiç sesimi ç›karmad›m. Mesaj yerini bulmufltu besbelli... Düflüncesizli¤imden ötürü için için kendime k›z›yorsam da, babam›n söylediklerini de hiç üzerime alm›yordum. Mart ay›n›n 14’üncü gününü izleyen pazar günü Rumlar’›n Paskalya Bayram›’d›r. Beyo¤lu’nda ne zaman vitrinlerde k›rm›z› yumurta ve de paskalya çöreklerini görsem, (epey zaman var ki, onlar da görünmez oldu) birinci s›n›ftaki bu anlatt›klar›m› an›msar›m. Ne o? Niçin gülümsüyorsunuz? Sanki çocuklu¤unuzda sizin de olmad› m› hiç böyle yak›fl›ks›zl›klar›n›z?• EserTutel@butundunya.com.tr

“Sudoku”nun Yan›tlar›

Kolay

Zor 87


‹NSANLAR YAfiADIKÇA Mehmet Ünver

B‹R ZAMANLAR B‹Z‹M MAHALLEDE Nalbur Aleko cumhuriyet bayramlar›nda ana caddede kurulan zafer tak› alt›nda davul zurna eflli¤inde çiftetelli oynarken, bir yandan da, “Heyyyt var m› Türkiye Cumhuriyeti’ne yan bakannn” diye coflkulu naralar atard›. ahve çekirdeklerini kavurmaya bafllad›¤›nda tüm mahalleyi enfes bir kokuya bo¤an, efendi, hat›rflinas, herkesin kardefli, a¤abeyi olan kurukahveci Kevork Amca vefat etti¤inde önce Ermeni kilisesinde bir tören düzenlenmifl, ard›ndan onu seven muhitimiz insanlar› tabutunu omuzlay›p hemen bitifli¤indeki caminin musalla tafl›na götürerek gözyafllar› içinde helalliklerini bildirmifllerdi. Bir mücevher koleksiyonu sergilermiflçesine özel olarak ayd›nlatt›¤› caml› tezgah›nda pala-

K

mut lakerdalar› satan Yasef A¤abey buz gibi k›fl geceleri birkaç parça lakerda sat›p üç, befl kurufl kazand›¤›nda en yak›n dostlar› takac› Nurettin ve manav Adem’le kafa çekmek üzere iskelenin yan›ndaki meyhanenin yolunu tutard›. Bal›kç› Niko, gece yar›s› sandal›yla aç›l›p sabaha dek tuttu¤u bal›klardan bir bölümünü satmay›p Müslüman, Musevi, Ortodoks ayr›m› yapmaks›z›n mahallenin yoksul ailelerine, hayr›na da¤›t›rd›. Nalbur Aleko cumhuriyet bayramlar›nda ana caddede kurulan zafer tak› alt›nda davul zurna eflli¤inde bir yandan çifte89


BD MART 2008

BD MART 2008

telli oynarken, bir yandan da, “Heyyyt var m› Türkiye Cumhuriyeti’ne yan bakannn” diye coflkulu naralar atard›.

gere¤ini, daha o çocuk yafl›m›zda ö¤renmifltik. Madam Elefteria’n›n sünnet dü¤ünüm için nefis bir ipek yorgan› arma¤an olarak getirdi¤i günlerde Bekçi Baahallemizin bekçi- rok, caminin hal›lar›n› çalan iki si Barok’un k›z h›rs›z› yakalay›p kollar›n› k›rana kardefli i¤neci dek dövmüfltü. Madam AnastaMatmazel Fani, sia yurt d›fl›nda yaflayan o¤lunun altm›fl›nc› yafl gü- yan›ndan döndü¤ünde vapurnünde züccaciyeci Lazar Am- dan iner inmez, “fiükür memleca’yla evlenip bekarl›¤a veda ketime kavufltum” diyerek topra¤› öpmüfltü. ederken duva¤› yerleri süpüren Ester’in k›z› Bizim hac› amcam›z, bir gelinlik giyFurtuni, mahallebey babam›z, mifl, tören için nin b›çk›n delievinden sinagokanl›lar›ndan Rehan›mannemiz, ga de¤in yürürflat’a gönül vermadam teyzemiz, ken, kendilerini mifl, Terzi Kiryakomflu matmazelimiz, alk›fllayan bizlere zi’nin arabulucuel sallay›p öpülu¤u sonucu evbakkal›n han›m› Raflel cükler gönderelenmifllerdi. HayAbla’m›z, manikürcü rek karfl›l›k verli h›rç›n ve kabaEleni’miz, imam miflti. Dü¤üne day› huylu bir inayr›ms›z tüm san olan Reflat efendimiz, papaz komflular›n› daAbi, Furtuni’yi efendimiz, haham vet etti¤ini söylekendi dinini isteefendimiz vard›. meme gerek di¤i gibi yaflamayoktur san›r›m. s› konusunda öz‹lkokul arkadafl›m›z Da- gür b›rakm›fl, dü¤ünler, cenazeler rio’nun ayn› sinagogdaki Bar baflta olmak üzere tüm törenlerde Mitzva töreninde kat kat kadife sinagogda eflinin yan›nda yerini kumafllara sar›lm›fl kutsal kitap alm›flt›. ‹ki eli kanda bile olsa cuhaham taraf›ndan dualar eflli¤in- ma namazlar›n› asla kaç›rmazd›. Bizim hac› amcam›z, bey bade ortaya getirildi¤inde Müslüman, Musevi, Ortodoks hatta bam›z, han›mannemiz, madam belki de dinsiz tüm davetliler teyzemiz, komflu matmazelimiz, hiçbir uyar› yap›lmadan aya¤a bakkal›n han›m› Raflel Abla’m›z, kalkmam›z gerekti¤ini biliyor- manikürcü Eleni’miz, imam duk. Çünkü komflular›m›z için efendimiz, papaz efendimiz, hakutsal olana sayg› göstermenin ham efendimiz vard›.

M

90

ayramlarda efl, dost, akrabadan el öpüp toplad›¤›m›z harçl›klar suyunu çekti¤inde, olanca ars›zl›¤›m›zla gayrimüslim komflular›m›z›n kap›s›na dayan›r, “Bayram›n›z kutlu olsun Samuel A¤abey, bayram›n›z mübarek olsun Arus Teyze, iyi bayramlar Onnik Amca” dileklerimizle harçl›¤›m›z› beklerdik. Onlar gelece¤imizi bildikleri için zaten bembeyaz mendiller içinde, p›r›l p›r›l liralar› çoktan haz›rlam›fl olurlard›. Muhitimizin en kabaday› k›z› Viktorya’n›n, k›y›da yüzen öteki k›zlar› rahats›z eden birkaç serseriyi evire çevire dövdü¤ü gün, kahvelerin önünden geçerken erkekler kald›r›ma dökülüp “Helal sana k›z Viktorya” diye s›rt›n› s›vazlam›fllard›. H›rant Dink’in flash olarak verilen ölüm haberini ablamla evimizde kahve içerken ö¤rendi¤imiz an gözlerimiz doluverdi. H›rant Dink’i birkaç gazete haberi d›fl›nda pek tan›d›¤›m› söyleyemem. Bu cinayetin siyasi, toplumsal, dini v.s. boyutlar›n›, nedenlerini, H›rant’›n kiflili¤ini ne flimdi ne de sonra tart›flmaya hiç

B

niyetim yok. Yaln›zca bugün elliiki yafl›na gelmifl eski bir ‹stanbullu olarak, k›sa say›lacak bir sürede ne çok güzelli¤i kaybetti¤imizi an›msatmak istiyorum. ‹flte ben en çok buna üzülüyorum. Her gün gazetelerdeki vefat ilanlar›nda bu kentin bir köflesinde ömürlerini titrek birer mum alevi gibi yasam›fl madam teyzelerimizin, Mösyö Artin’lerin, dul bayan Rebeka’lar›n, merhum bay Dimitri’nin efli dul bayan Delpinia’lar›n vefat ilanlar›na rastl›yorum. Cami, kilise ve sinagogun birbirine bitiflik olarak infla edildi¤i, Müslüman ve H›ristiyan tüm ahalisinin dostluk, kardefllik içinde, ac›, tatl› günlerini paylaflt›¤› güzel bir mahallenin çocu¤u olarak içim yan›yor yaln›zca. Mahallemizde madam teyzelerimizi, hac› amcalar›m›z›, Agop’lar›, Ahmet’leri, Sultana’lar›, Mustafa’lar›, Moiz’leri yine yan yana görmek istiyorum ben. Ramazan ay›nda radyolar›n› aç›k tutarak, iftar vaktini komflular›na bildiren, hamursuzlarda, yortularda piflirdikleri yemeklerden muhakkak komflular›na tatt›ran o güzel insanlar›m›z› istiyorum.•

Polis, otomobilin çarpt›¤› adam› sorgulamaya bafllad›: “Kaza nas›l oldu?” dedi. “Otomobilin plakas›n› alabildiniz mi?” Yaral› adam, gözlerinden birini zorla da olsa aralayarak yan›t verdi: “Hay›r, plakay› alamad›m; ama” dedi. “fioförün kahkahas›n› nerede olsa tan›r›m...”• 91


YAZAR DEDE VE TORUNLARI Muzaffer İzgü

Ka¤›t Toplayan Çocuklar

Uçurtma bizden flaflk›n, bizden heyecanl›... Az önce öyle çöp bidonunun yan›nda boynunu bükmüfl dururken birden bir çocu¤un elinde olmak, heyecanla okflanmak... Hemen saçaklar›n› sallamaya, bize teflekkür etmeye bafllam›flt›. Uçurtmay› bir a¤abeyim eline al›yordu, bir de ben... Uçurtma da bize gülerek bak›yordu. Sanki ortas›nda kocaman bir a¤›z varm›fl, o a¤›z aç›lm›fl, kocaman bir gülücük olmufl.

B

iz a¤abeyimle birlikte ka¤›t topluyoruz. Ühüüü, bir ç›k›yoruz evimizden, o sokaktan öteki soka¤a, bu caddeden öteki caddeye, babam›n yapt›¤› iki tekerlekli arabay› çeke çeke gidiyoruz. Böyle yollar›, caddeleri yanyana koysam, samanyolu gibi olur. Samanyolu ya, ö¤retmenimiz bize onun fotograf›n› gösterdi. Böyle yollara sanki y›ld›zlar düflmüfl, upuzun bir yol... Yok hay›r, biz yollara çöp falan dökmüyoruz, tam tersi çöp bidonlar›ndan çöpleri al›-

yoruz. Çöpün hepsini de¤il, can›m... Daha çok ka¤›t, mukavva topluyoruz. Gazoz fliflelerini de, meyve fliflelerini de topluyoruz. A¤abeyim bana da kanca yapt›. Televizyonda bir filmde görmüfltüm, bir korsan vard›, korsan›n kolu yoktu, kol yerine kancas› vard›. ‹flte o kancadan... Bidona yaklaç›nca bir a¤abeyim sall›yor kancas›n›, bir ben... Boyum o denli yetmiyor; ama flöyle parmaklar›m›n ucuna kalk›yorum, bir elimle çöp bidonunun yan›n› tutuyorum, ondan sonra z›pl›yor, kancam› sapl›yorum. 93


BD MART 2008

BD MART 2008

“A¤abey, üç gazete...” “Yafla Muhsin...” “A¤abey, kocaman bir naylon bidon...” “Yafla Muhsin...” “A¤abey, kocaman bir mukavva kutu...” “Yafla Muhsin...” ¤er a¤abeyimin harçl›¤› yeterse, tavuk döner al›yoruz. Tavuk dönerin nerede sat›ld›¤›n› biliyoruz. Ne zaman oraya yaklaflsak dönerin kokusunu almaya bafll›yorum ve a¤z›m sulan›yor. Ama diyemem ki a¤abeyime, “Döner alacak m›s›n a¤abey?” diye... Babam harçl›¤› bana vermiyor ki, a¤abeyime veriyor. A¤abeyim ne derse o oluyor. Bazen naylon torbalara as›l› bayat ekmekler

E

oluyor. Onlar› oradan al›yoruz. Ekmek çoksa evimize de götürüyoruz. Bazen de bu ekmeklerin içine a¤abeyim döner koyduruyor. Uf uf uf, o zaman çekiliyoruz kald›r›m›n k›y›s›na, yani kald›r›m lokantas›na... Kald›r›m lokantas› ya... fiöyle oturmuflsun kald›r›ma, ayaklar›n› uzatm›fls›n ileriye, s›rt›n› dayam›fls›n ka¤›t arabas›na ve elinde döner... Hem de iki lokma fazla döner... Neden iki lokma fazla; çünkü ekme¤ini istemedik dönercinin, kendi ekme¤imiz var. Oh, so¤an› da bol, toz k›rm›z› biberi de bol... Bir de güzel kokuyor ki... Haydi ye bakal›m Muhsin... Ama çabucak bitiyor, birkaç lokmada bitiyor. Çünkü dönerci paras› denli döner koyuyor. Olsun. fiimdi birazdan çeflmeden de suyumuzu içtik miydi, haydi bakal›m, a¤abeyim bir yandan, ben

bir yandan iteriz ka¤›t arabam›z›, tepeleme doldururuz. ndan sonra deponun yolunu tutar›z. Depo da bir uzak ki... Ama iki kardefl olunca, bir öykü a¤abeyimden, bir öykü benden, hele bir de köpek arkadafl bulmuflsak o gün, köpe¤imizle de konufla konufla bir bakm›fls›n›z deponun önündeyiz. “Sefer Amca, biz geldik...” “Uf be, doldurmuflsunuz ka¤›t arabas›n›... Eee baban›z›n hesab›na yazaca¤›m kilolar›... Baban›z da onunla size giysi alacak, ekmek alacak, çanta alacak...” Hay›r, biz okul çantas› istemiyoruz. Çantam›z var. Bir yan› sökülmüfl, tokas›n›n ucu ç›km›fl çantalar çok çöplerde... Biz o çantalardan al›yoruz, y›k›yoruz, dikiyoruz, kullan›yoruz. Hem de benim üç çantam var. Salt çanta m›? Neler neler buluyoruz çöplerden... ‹ki gün önce öyle bir fley bulduk ki, a¤abeyim de ben de gözlerimize inanamad›k. Yepyeni bir ayakkab› m›? Yooo yooo de¤il... Yepyeni bir kazak m›? Yooo yooo de¤il... Yepyeni bir ceket mi? Yooo yooo de¤il... Hay›r hay›r, hiç usunuza gelmez. Benim de gelmezdi, a¤abeyimin de gelmezdi. Hiçbir ka¤›t toplay›c›n›n usuna gelmez. Üç y›ld›r a¤abeyimle birlikte ç›k›yorum ka¤›t toplamaya flimdiye dek parças›n› bile görmedim. A¤abeyim de görmemifl. Ne mi? Kocaman bir

O

uçurtma... Evet evet uçurtma... Öylece çöp bidonunun yan›na koymufllar. Ama bir de hüzünlü ki uçurtma, sanki için için a¤l›yor. ‹tti¤im ka¤›t arabas›n›n ucunu b›rakm›fl, kofluvermiflim. Kaç ad›m kofltum, kaç metre kofltum, kap›verdim uçurtmay› ve ba¤›rd›m: “A¤abeeeey uçurtmaaaa!..” A¤abeyimin de gözleri iri iri olmufl, o da çok heyecanl›, çok flaflk›n... Uçurtma bizden flaflk›n, bizden heyecanl›... Az önce öyle çöp bidonunun yan›nda boynunu bükmüfl dururken birden bir çocu¤un elinde olmak, heyecanla okflanmak... Hemen saçaklar›n› sallamaya, bize teflekkür etmeye bafllam›flt›. çurtmay› bir a¤abeyim eline al›yordu, bir de ben... Uçurtma da bize bak›yordu. Hem de gülerek bak›yordu. Sanki ortas›nda kocaman bir a¤›z varm›fl, o a¤›z aç›lm›fl, kocaman bir gülücük olmufl. “Nesi eksik a¤abey uçurtmam›z›n?” Ay birden “Uçurtmam›z›n” deyiverdim. Uçurtmam›z ya, bizim uçurtmam›z... “Uçuraca¤›z seni uçurtmam›z, uçuraca¤›z!..” Baksana Muhsin, gövdesinin yar›s› yok, ka¤›d› y›rt›lm›fl, yok olmufl...” “Yapamaz m›y›z a¤abey?” “Yapar›z Muhsin... Sonra kuyru¤u da yok...” O anda gördüm, bidonun

U

95


BD MART 2008

BD MART 2008

yan›nda ip vard›, uçurtma ipi, kocaman bir tahtaya sar›lm›fl. Kapt›m ve ba¤›rd›m: “A¤abey ip... ‹pimiz var!..” A¤abeyim güldü. “Uçurtma ipimiz olduktan sonra, gerisi kolay...” dedi. olay ya... Bugün salt kuru ekmek yeriz. A¤abeyimdeki harçl›kla ka¤›t, zamk al›r›z, uçurtmam›z›n ortas›n›n ka¤›d›n› takar›z, kuyru¤unu yapar›z. “H› a¤abey?” Yaflas›n! A¤abeyim de benim gibi düflünüyormufl. Can›m a¤abeyimle uçurtma uçuraca¤›z. “Uçuraca¤›z de¤il mi a¤abey?” Oh, a¤abeyim kocaman kafas›n› sallad›. Yaflas››n!.. Unuttuk. Ka¤›t toplamay›, naylon toplamay›, mukavva toplamay› unuttuk. Sanki uçurtma ortam›za girdi, a¤abeyimin sol elini, benim sa¤ elimi yakalad›, “Ben flurac›kta bir k›rtasiyeci biliyorum” dedi, bizi o yana do¤ru sürüklemeye bafllad›. A¤abeyimle öyle h›zl› gidiyoruz ki, sanki öteki soka¤›n ucunda çöp bidonunun yan›na yöresine öyle çok ka¤›t, öyle çok mukavva, öyle çok naylon koymufllar ki, baflkalar› gelip almadan onlar› almaya gidiyoruz. Hay›r, bidon yok... Bidonlar uzakta, ka¤›tlar, mukkavalar, naylonlar çok uzakta... fiimdi bize tatl› tatl› gülümseyen uçurtmam›z var. Ve bize saça¤›yla k›rtasiyeci dükkan›n› gösteriyor. Ve ka¤›d›n k›rm›z› renkte olmas›n› kula¤›m›za f›s›ld›-

K

96

yor. A¤abeyim dükkana girdi, iki tabaka k›rm›z› ka¤›t, iki tabaka da mavi ka¤›tla ç›kt›. Bir k›rm›z› ka¤›t uçurtman›n gövdesine, üç tabaka ka¤›t kuyru¤a... Ah nas›l da sevinçle gülüyor uçurtmam›z... Yok can›m, biz de gülüyoruz... A¤abeyimin de, benim de gözlerimiz havada... Yer ar›yoruz. Bu uçurtmay› nerede onar›r›z, nerede uçururuz? A¤abeyim parma¤›yla gösterdi. Evet, oray› biliyorum, apartmanlar›n bitti¤i yer... A¤a¤›da kocaman bir dere var. ‹flte o derenin k›y›s›nda... Uf, yokufl mu? A¤abeyim de ben de var gücümüzle itiyoruz ka¤›t arabas›n›... Uçurtma da itecek; ama o flimdi yaral›... Biraz sonra onu tamamlad›¤›m›zda ve gökyüzüne sald›¤›m›zda bütün yorgunlu¤umuz ç›kacak. “‹flte buras›...” diye a¤abeyim ba¤›rd›. c›kmam›flt›k, susamam›flt›k, yorulmam›flt›k. Uçurtmam›z karn›m›z› doyurmufltu, suyumuzu içirmiflti. fiimdi onu yamad›ktan sonra ipini koyuverdik miydi? Can›m a¤abeyimin ne becerikli parmaklar› varm›fl? Ka¤›d› y›rt›yor yap›flt›r›yordu. Ben de uçurtmam›z›n kuyru¤unu haz›rl›yordum, bir k›rm›z›, bir mavi... Ka¤›d› eksikken o denli de¤ildi, flimdi kocaman oldu uçurtmam›z... K›rm›z›s› da bir yak›flt› ki... Yerinde duram›yor ama... A¤abeyim mi, yok can›m uçurtma... “Kuyru¤um da kuyru¤um...” diyor.

A

¤abeyimle ellerimiz o denli h›zl› çal›fl›yor ki... Ka¤›d› y›rt›yor, k›v›r›yor, dü¤ümlüyor, ipin ucuna ba¤l›yoruz. “Dur uçurtma, az kald›, flimdi uçuraca¤›z seni... Salaca¤›z gökyüzüne mavi kuyru¤un maviliklerde bir bu yana, bir o yana sallanacak. Sen de süzüleceksin, arada bir bize oradan selam vereceksin.” Tamam... A¤abeyim de, ben de gözlerimize inanam›yoruz, uçurtma da inanam›yor, çöp bidonunun yan›ndan buralara, buradan gökyüzüne... “‹p neredeydi Muhsin?” “Ka¤›t arabas›nda...” E¤ildim, ka¤›t arabas›ndan ipi kapt›m. “Dur orac›kta flimdi sen ka¤›t arabas›... Biz flimdi ka¤›t toplayan iki kardefl de¤iliz. Uçurtma uçuran iki kardefliz, anlad›n m›?” A¤abeyim ipin ucunu ba¤lad›, uçurtmay› al›p ileriye gitmemi istedi. Uçurtmayla yanak yana¤a kofltuk. Can›m, uçurtma uçurtma kokuyordu. A¤abeyim ba¤›rd›: “B›rak Muhsin!..” Uçurtmay› öptüm ve b›rakt›m. Ve yere uzan›verdim. Uf uf uf, bir uçtu, bir dikildi, bu yana kayd› selam verdi, o yana kayd› selam verdi. Sonra gökyüzüne ç›kt›. Bu yaz bafl›nda gelin etti¤imiz eli k›nal› ablam gibi süzüldü. F›rlad›m, kalkt›m, a¤abeyimin yan›na kofltum. ‹pi bana uzatt›. “Tut Muhsin, sen uçur uçurtmam›z›...” dedi. Uçurtma-

A

m›z a¤abeyimi çok sevmiflti; ama beni daha çok sevdi. Sal›verdim ipini, biraz daha yükseklere ç›kt›. Ç›kt›; ama gözü hep a¤abeyimde ve bende... Üstelik oralardan haberler de veriyordu. “Evinizi gördüm Muhsiiin... Küçük kardeflin Zühre kap›n›n önünde seksek oynuyor. Annen bahçedeki oca¤›n üzerinde size bulgur afl› yap›yor.” Ba¤›rd›m: “Sen de gel uçurtmam›z, bizimle birlikte bulgur afl› yeee...” A¤abeyim, “Gelemez” dedi. “Hem babam uçurtmay› görürse hemen anlar bugün hiç çal›flmad›¤›m›z›...” Uf, hiç usuma gelmemiflti. “Pekiyi ne yapaca¤›z uçurtmam›z› a¤abey?” özlerimiz yöreyi araflt›rmaya bafllad›. Uçurtmam›z› nerede saklayabilirdik? Sonunda a¤abeyim bir a¤ac› gösterdi. “fiunun yapraklar›n›n aras›na Muhsin...” dedi. Ne zor oldu uçurtmam›zdan ayr›lmak... Onu dallar›n, yapraklar›n aras›na öyle güzel saklad›m ki... Kula¤›na da f›s›ldad›m, “Bak çok rüzgar ç›ksa bile, buradan ayr›lmak yok. Sen burada bizi bekle. Mutlaka yine gelece¤iz. Babama senden hiç söz etmeyece¤iz. “Ka¤›t yoktu baba” diyece¤iz. Bekle bizi. Ama a¤lama. Ne var a¤layacak? “Yine gelece¤iz” dedim ya...•

G

97


1001 Güzel Söz Derleyen: Halil Can

TELAfiLA oraya buraya koflarak ifllerinin çok oldu¤unu gösteren kifli, asl›nda çal›flan adam say›lmaz. Seneca

KÜÇÜK fleylerle u¤raflanlar, büyük iflleri göremeyecek duruma gelirler. La Rochefoucauld

‹NSANLAR yaln›z anlad›klar› konularda konuflsalard›, dünyadaki sessizlik dayan›lmaz olurdu. Max Lemer

GERÇEK baflar›, baflar›s›z olma korkusunu yenmektir. Paul Sweeney

NEREDEN bakarsak bakal›m, problemlerin içinden f›rsatlar da oluflur. Nelson A. Rockefeller H‹Ç hata yapmayan insan genellikle hiçbir fley yapmaz. E. J. Phelps DÜNYADAK‹ insanlar›n en mutlusu en az bencil olan›d›r. Korkunç bir hastal›¤› yok etmeye çal›flan bilim adam›, bilgisizlikle savaflan ö¤retmen, kendisini bar›fla ça¤›ran devlet adam›, hak ve adalet için savafl›m veren hukukçu, çocuklar›na ahlak de¤erlerini ö¤reten anne baba... Yaln›zca büyük bir dava u¤runa kendi dar çerçevesinin d›fl›nda yaflayan bir kifli, derin bir mutlulu¤a kavuflur. Frederick Mayer GÜÇLÜ⁄E hemen hemen her insan dayanabilir; fakat onun karakterini s›namak istiyorsan›z, ona yetki verin. Abraham Lincoln 98

DOST, onunla birlikteyken gerçekten oldu¤un gibi görünebilece¤in, ruhunun gizliliklerini ona anlatabilece¤in biridir. Onunlayken kendini korumana gerek yoktur. Jean Jacques Rousseau BÜYÜK olmak, büyük bir fleydir. Fakat insan olmak ondan da büyüktür. Will Rogers ‹DEAL denen fley bir y›ld›za benzer, ona hiçbir zaman ulaflamay›z; ama t›pk› denizcilere oldu¤u gibi bize de yolumuzu gösteren odur. Carl Schutz YAfiAMIMIZDA iflledi¤imiz hatalar›n ço¤u, düflünmemiz gereken yerde duyumsamaktan, duyumsamam›z gereken yerde düflünmekten ileri gelmektedir. John Colbins

HEP‹M‹Z için bir dünya vard›r. ‹yilikle kötülük, günahla suçsuzluk bu dünyan›n içinde el ele yürürler. Oscar Wilde

Kim Demifl Atatürk

“Alkol Al›m›na Ba¤l› Siroz”dan

Öldü Diye? Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm nedeni, aralar›nda yabanc› doktorlar›n da bulundu¤u bir doktorlar kurulu taraf›ndan “alkol al›m›na ba¤l› siroz” olarak aç›klanm›flt›r. ‹ç Hastal›klar› Uzman› Dr. fiakir Coflkuner, bu tan›y› kesinlikle reddetmekte ve “T›p dünyas›n›n o y›llarda böyle bir tan›y› yapabilecek olanaklara sahip olmad›¤›” görüflünü ileri sürmektedir. Afla¤›da Dr. fiakir Coflkuner’in bu konudaki görüflünü aç›klad›¤› yaz›s›n› bulacaks›n›z. DR. fiAK‹R COfiKUNER ustafa Kemal Atatürk’ün öldü¤ü dönemde t›p dünyas› ne bakteri, virüs, patoloji araflt›rmas› ne de otopsi yapabilmek için gerekli teknik yeterlilik ve donan›ma sahipti. Ayr›ca o dönemde görülen sar›l›k türleri ve sar›l›ks›z geliflen, Hepatit virüsüne ba¤l› ortaya ç›kan hastal›klar, Hipokrat Dönemi’nden buyana gizemini koru-

M

maktayd›. Günümüzde bile, nedeni bilinmeyen sar›l›k hastal›¤› geliflmektedir. Bu nedenle, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm raporu son derece çeliflkili ve tart›flmaya aç›kt›r. T›pk› 1930’lu, 1940’l› y›llarda yayg›n olarak görülen öteki sirozlu hastalar›n, hastal›k nedenlerinin tam olarak saptanamad›¤› gibi... Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden yaklafl›k üç ay ön99


BD MART 2008

ce, 3 A¤ustos 1938’de, Dr. Neflet Ömer, Dr. Nihat Reflat, Dr. Kemal Öke, Dr. Süreyya Hidayet, Dr. Akil Muhtar, Dr. Bergmann ve Dr. Epinger’in oluflturdu¤u kurul, yapt›klar› incelemeler sonucu, Ata’m›z›n karaci¤er toplardamar›nda iltihap saptam›fl, bunun nedeninin de O’nun o güne de¤in kulland›¤› ilaçlar›n toksik yan etkileri oldu¤u görüflünde birleflmifllerdi. aha önce, s›tma geçirdi¤i gerçe¤ini de dikkate alan doktorlar kurulu, “kinin” tedavisini önermifllerdi. Ancak ne yaz›k ki, bu tedavi etkili olamam›fl; Ata’m›z›n karaci¤erindeki iltihaplanma daha da yo¤unlaflm›fl ve kendisinin, bugün bile tek çaresi karaci¤er nakli olan, siroz hastal›¤›na yakalanmas›na neden olmufltu. Peki, siroz nedir? Siroz, karaci¤erin iltihaplanmas› sonucu, organda ifllev yitimine neden olan hastal›¤›n ad›d›r. Karaci¤erin iltihaplanmas›na neden olabilecek birçok etken söz konusudur, sirozun ortaya ç›k›fl›ndan önceki evrede: Hepatit B ve Hepatit C virüsü, safra yollar›na yerleflmifl parazitler ya da bakteriyel enfeksiyonlar. Bunlar›n yan›s›ra, s›tma mikrobu, çeflitli ilaçlar, kimyasal maddeler, toksinler ve afl›r› (Dünya Sa¤l›k Örgütü’nün tan›mlamas›na göre, kiflinin içti¤i alkol oran›, iflini

D

100

yapmas›na engel olacak denli çoksa) alkol kullan›m› da sirozun nedenleri aras›ndad›r. Yukar›da de¤indi¤imiz gibi, o y›llarda siroz, çok yayg›n rastlanan bir hastal›kt›. Tüm dünyan›n ekonomik ve sosyal dengesini bozan Birinci Dünya Savafl›, birçok salg›n hastal›¤a neden olmufltu. Ata’m›z›n da gençlik dönemi, Osmanl› Devleti’nin çöküfl ve Birinci Dünya Savafl› y›llar›na denk geliyordu. Genç ve öncü bir asker olarak, Makedonya, Trablus, Yemen, Çanakkale ve Kurtulufl Savafl›’nda, say›lamayacak denli çok cephede savaflt›. Bu cepheler, sefaletin, s›tma, tifo, tifüs, dizanteri gibi pek çok salg›n ve bulafl›c› hastal›¤›n kol gezdi¤i yerlerdi. Düzenli ve sa¤l›kl› beslenme bir yana dursun, ekmek ve su bile bulmak olanaks›zd›. ok olmakta olan bir milleti bilinçlendirip s›f›rdan bir cumhuriyet devletinin kurulmas›na öncülük eden, devrimleriyle, ça¤dafl at›l›mlar›yla ayd›nlanma yolunda tarihte efli olmayan bir 盤›r açan ve yaflam›n›n son an›na dek bilinci yerinde olan Ata’m›z›n ölüm raporunun haz›rland›¤› 1938 y›l›nda, t›p dünyas› keflke, günümüzde bulundu¤u noktada olsayd›. Keflke Ata’m›z›n hastal›¤›, kesinli¤i olmayan bir nedene dayand›r›lmak zorunda kalmasayd›.•

Y

‹flte Buras›, Hac›k›r› Köprüsü Birçok okurumuz, öyküsünü geçen say›m›zda yay›mlad›¤›m›z Toroslar’daki Hac›k›r› Köprüsü’nün varl›¤›n› ilk kez duyduklar›n› söylemifller ve bizden köprünün tam olarak nerede bulundu¤unu bir harita üzerinde göstermemizi istemifllerdir. Okurlar›m›z›n bu iste¤ini iletti¤imiz Hac›k›r› Köprüsü öyküsünün yazar› Say›n Yüksel Oktay, arflivindeki özel bir harita üzerinde Hac›k›r› Köprüsü’nün yerini belirterek okurlar›m›zla paylaflmak üzere bize göndermifltir. Uluk›flla-Yenice ‹stasyonlar› aras›ndaki Pozant›’dan bir istasyon sonra yer alan Hac›k›r› Köprüsü’nün bulundu¤u yer afla¤›daki haritada okla gösterilmektedir.

101


GÖZLE GÖNÜL ARASI Dr. Mehmet Uhri

PLAZA

MARTILARI

“Bence milleti de bu plaza mart›lar›na benzettiler. Tüketimden vazgeçemiyorlar. Bu mart›lar gibi tüketimin ›fl›lt›s› içinde aç aç›na amaçs›zca dönüp duruyorlar. Kendilerini tutsak ediyorlar.” nlar plaza mart›lar›... Plazalar›n ›fl›¤›na kap›l›p sabaha de¤in ayr›lam›yorlar” dedi. ‹stanbul’un gökdelenleri ve ifl merkezleriyle yeni yüzünü yans›tan Levent’te durakta otobüs bekliyordum. Gece ilerlemifl otobüs seferleri seyrekleflmiflti. Caddenin trafi¤i yüklü görünse de ortal›kta pek kimse kalmam›flt›. Gecenin karanl›¤›nda gökyüzünü ayd›nlatarak gökdelenleri oldu¤undan da

“O 102

görkemli gösteren ›fl›klarda kanat ç›rpan mart›lara gözüm tak›lm›fl, durakta oturmakta olan o ana de¤in ay›rd›na varamad›¤›m yafll› beyefendinin bu sözleriyle irkilmifltim. Eliyle mart›lar› iflaret etti. “Gökdelenler yokken mart›lar buralara gelmezdi. Çerçöpten baflka onlar için yiyecek yoktu buralarda...” “Peki flimdi niye buradalar?” “Önce heyula gibi gökdelenler, sonra onlar›n ›fl›klar›na mart›lar geldi buralara... Bakma sen bu binalar›n görkemli göründü¤ü-

ne... Hepsi ifl yeri, gece kimse kalmaz buralarda... Geceleri içleri bofl san›lmas›n diye ayd›nlat›yorlar. Amaç görüntüyü kurtarmak. Mart›larsa ›fl›¤a geliyor, gün ›fl›yana de¤in ayr›lam›yorlar buradan... Yiyecek bulamadan aç aç›na dönüp duruyor helak ediyorlar kendilerini... urakta kulakl›kla müzik dinleyen genç delikanl›yla kenarda grup oluflturmufl birkaç kifliden baflka kimse yoktu. Beyefendinin yan›na oturdum. Bir süre daha plazalar›n ›fl›¤›ndan ayr›lmayan mart›lara bakt›k. Hangi otobüsü bekledi¤ini sordu¤umda Befliktafl’ta oturdu¤unu, hava almak için yürüyüfle ç›kt›¤›n› soluklanmak için durdu¤unu, emekli gazeteci oldu¤unu söyledi. Eliyle kulakl›kla müzik dinleyen delikanl›y› gösterip eskiden iyi kötü herkesin koltu¤unun alt›nda gazete oldu¤undan flimdilerdeyse bu tür aletlerin gazetelerin yerini ald›¤›ndan yak›nd›. Gelen servis minibüsü gece vardiyas›na gitmekte olan kad›nl› erkekli grubu al›p hareket etti. Bizimki eliyle minibüsü gösterip “Gecenin bu saatinde insanlar› çolu¤undan çocu¤undan evinden kopar›p yollara dökmeyi baflar›yorlar ya, helal olsun. Ça¤dafl kölelik böyle bir fley iflte” dedi. “Ne yapacaks›n ekmek paras›, geçim derdi. Büyük kentte yafla-

D

mak, çocuk büyütmek kolay de¤il” diye yan›t verdim. Kafllar›n› çat›p elini kald›rd›. “Yok. O denli basit de¤il... Üstlerine bafllar›na bakarsan anlars›n. Onlar hiç de öyle aç aç›k de¤iller. Bence onlar pek ço¤umuz gibi kredi kart› taksitlerine, borçlar›na çal›fl›yorlar. Üstelik ülkenin durumu da bu insanlardan pek farkl› de¤il...” Bir süre susup gelen geçen arabalara bakt›k. Sonra dönüp, sistemin her zaman ço¤unlu¤u kölelefltirmeye gerek duydu¤unu, bunun için uzun süre açl›¤›, k›tl›¤› kulland›¤›n›, insanlar›n çolu¤u çocu¤u aç aç›k kalmas›n diye köle gibi çal›flmaya raz› oldu¤unu, ülke zenginleflip açl›k korkusu azal›nca sistemden pay isteyen sisteme karfl› duranlar›n say›s›n›n artt›¤›n›, sosyal adalet beklentisinin t›rmand›¤›n› anlatt›. oplumu yeniden kölelefltirmek için yeni tüketim objeleri bulunmal› ve toplum tüketimle kölelefltirilmeliydi. Ne yaz›k ki, bunu baflard›lar. Bu dönüflümde askeri darbelerin de etkisi oldu; ama bana sorarsan en büyük suç biz gazete ve medya çal›flanlar›nda... Bizleri çok iyi kulland›lar. Üstelik içinde olmam›za karfl›n anlayamad›k. Anlad›¤›m›zda da ifl iflten geçmiflti.” “Ne suç iflledi gazeteler?”

“T

103


BD MART 2008

“Önce insanlara yeni tüketim objeleri tan›tt›k. Ev, araba, giyim kuflam, aksesuar, yaflam biçimi, akl›na ne gelirse hepsini tan›tt›k. Dahas› bir bölümünü kuponla çekiliflle verip kolay eriflilebilir san›lmas› için u¤raflt›k.” “Peki ya sonra?” onra s›ra insanlar› borçland›rmaya geldi. Hani bir zamanlar pavyon kad›nlar›n› borçland›r›p çal›flt›r›rlard› ya, iflte milleti de taksitle al›flverifle al›flt›r›p borçland›rd›lar. Borcu bitene de¤in çal›flmak zorunda b›rakt›lar. fiimdi tüm millet taksit ödemek, bitmek bilmeyen borçlar›n› döndürmek için çal›fl›yor. Ça¤dafl kölelik dedi¤im böyle bir fley iflte... Görmüyor musun? Peflin parayla al›flverifl istenmiyor, art›k. Herfley peflin fiyat›na bile olsa taksit ve borçland›rma üzerine kurulu. Ülkeyi de bu duruma benzettiler. Ülke olarak hiçbir zaman bitmeyecek borç içinde yüzüyoruz ve

“S

b›rak ana paray› ödemeyi, borçlar›n faizini ödemeyi baflar› diye yutturuyorlar.” Bir süre sustu. Durakta bekleyenlerin birer ikifler gelen otobüslere binmesiyle ortal›¤a tekrar sakinlik çöktü. Caddenin trafi¤iyse azalm›fl görünmüyordu. Aya¤a kalkt›. Gitmeden eliyle plazalar›n ›fl›¤›nda dolanan mart›lar› gösterip “Bence milleti de bu plaza mart›lar›na benzettiler. Tüketimden vazgeçemiyorlar. Bu mart›lar gibi tüketimin ›fl›lt›s› içinde aç aç›na amaçs›zca dönüp duruyorlar. Kendilerini tutsak ediyorlar. Mart›lar gün ›fl›y›nca anl›yorlar yaflam›n gerçe¤ini... Umar›m bizimkiler de gün gelir anlar. Gerçi pek umudum kalmad›. Kendi çocuklar›ma bile anlatam›yorum. Eski kafal› ve dinozor olmakla suçluyorlar” dedi. Kederlenmiflti. ‹yi geceler dileyerek Befliktafl’a do¤ru a¤›r ad›mlarla uzaklaflt›. Caddenin gürültüsünün azald›¤› anlarda uzaklardan plaza mart›lar›n›n 盤l›klar› geliyordu sanki.• MehmetUhri@butundunya.com.tr

Taksi floförlü¤ü yapan bir adam, arkadafl›na dert yanmaya bafllad›: “Tüm gece çal›flt›m; fakat” dedi. “Müflterilerimin tümü gündüz tarifesi açmam› istiyorlar. Ben de hiç müflteri almamaktansa, gündüz tarifesi aç›yorum.” Arkadafl›, floförü teselli etmeye bafllad›: “Bu durumuna flükret” dedi. “Ya Kuzey Kutbu’nda floför olsayd›n, o zaman alt› ay süreyle gündüz tarifesi açmak zorunda kalacakt›n.”• 104

YAKINDAN TANIDIKÇA Yücel Aksoy

KEND‹N‹ POLONYA’YA ADAYAN SANATÇI:

IGNACE PADEREWSK‹

Y

›l 1922... Dünyan›n en büyük piyanistinin konserler vermek üzere turneye ç›kt›¤›n› haber alan Amerikan müzikseverler, üstad›n verece¤i konserleri kaç›rmamak için hemen harekete geçtiler. Bu haber, Luisiana’n›n küçük bir kasabas›nda yaflayan 16 yafl›ndaki Dorothy’yi çok sevindirmiflti. Ünlü piyaniste adeta tapan Dorothy, az da olsa onun gibi çalabilmek için her gün saatlerce piyano çal›fl›rd›. Ve en büyük iste¤i de elbette, piyanisti konser salonunda dinleyebilmekti. Dorothy, ünlü piyanistin, bulundu¤u kasabaya en yak›n yer olan Kansas City’de konser verece¤ini ö¤rendi. Hemen harekete geçerek bir bilet elde etmeyi baflard› ve konserden bir gün önce yola ç›kt›. Fakat ne yaz›k ki, zavall› k›z, dinlemeyi çok istedi¤i bu konsere yetiflemedi. Çünkü,

birkaç gündür sürekli ya¤an ya¤murun neden oldu¤u seller, tren raylar›n› sürüklemifl, bu yüzden seferler aksam›flt›. Öyle ki Dorothy Kansas City’ye vard›¤›nda konser çoktan sona ermiflti. Üzüntüden tüm gece uyuyamayan genç k›z, ertesi sabah erkenden kalk›p bir sonraki konserin hangi tarihte ve nerede verilece¤ini ö¤renebilmek için piyanistin kald›¤› yere gitti. Ünlü piyanist, bir büyük otelde ya da evde de¤il, bu turne için özel olarak haz›rlanan tren vagonunda kal›yordu. Dorothy kendisini bulamad›; ama efliyle konufltu. Ama ald›¤› bilgiler hiç de güzel de¤ildi. Çünkü yak›n tarihte, çevre kentlerden birinde konser vermeyecekti ünlü piyanist... Dorothy, gözyafllar› içinde, müzi¤ini taparcas›na sevdi¤i kiflinin piyano çal›fl›n› dinleyebilmek için harcad›¤› çabay› ve flanss›zl›k sonucu konseri neden kaç›r105


BD MART 2008

d›¤›n› anlatt› efline... O da üzülmüfltü genç k›z›n flanss›zl›¤›na... Bir süre düflündükten sonra “K›z›m sen oteline dön ve dinlen, ben eflimle bir konuflay›m” dedi. ir saat geçmemiflti ki çalan telefon Dorothy’nin ayn› gün saat 18:00’de özel vagonda olmas›n› bildiriyordu. Genç k›z sevinçten deli gibiydi. Geçmek bilmeyen dakikalardan sonra saat tam 18:00’de özel vagonun kap›s›n› çald›. Kap›y› bizzat Paderewski açt›, insan›n içini ›s›tan bir gülümsemeyle karfl›lay›p onu içeri davet etti. Bir süre sohbet ettiler. Sonra Paderewski Dorothy’ye “Nice krallar, nice ünlüler kendilerine özel konser vermem için yalvard›lar, inan›lmaz paralar önerdiler, kabul etmedim. Fakat bir genç k›z›n a¤lamamas›, üzülmemesi için elimden geleni yapmaya haz›r›m. Gel yan›ma otur” dedi ve çalmaya bafllad›. Chopin’den, Liszt’den Beethoven’den duygu yüklü parçalar› en içten gelen yorumuyla çald›, çald›, çald›... Dorothy, üstada veda ederken, bu yüce insan›n neden yaln›zca büyük bir piyanist de¤il, birçok özelliklere sahip çok de¤erli biri oldu¤unu da anlam›flt›. Onun yaln›zca parmaklar›nda müzik dehas› yoktu; yüre¤i insan sevgisiyle dolu, alçak gönüllü, vermesini seven biriydi. Paderewski, konserine gel-

B

106

mek isteyip de bilet bulamayanlar› hiç geri çevirmezdi. Bir seferinde bilet bulamay›p onu dinleyemeyen on rahibeye özel konser vermiflti. Kendisi gençli¤inde, haftalarca para biriktirip Anton Rubinstein’i dinlemek için Paris’e gitti¤inde yer bulamay›p konseri izleyemeyiflini hiç unutmuyor, kendi konserlerinde kimsenin bu durumu yaflamamas›na özen gösteriyordu. Paderewski’nin üstün niteliklerinin yan›s›ra kimi zay›fl›klar›, düflkünlükleri vard›. Örne¤in bo¤az›na çok düflkündü. Amerika’da turneye ç›kt›¤› zamanlar, gidece¤i yere kendisinden önce sevdi¤i yemeklerin listesi giderdi. En çok nefret etti¤i fley, hava ak›m› olan yerlerdi. Bu nedenle, yolculuk etti¤i araçlar›n pencereleri s›k› s›k›ya kapal› tutulurdu. Konser salonunun s›cak olmas›n› ve kendisini rahats›z edecek en küçük bir hava ak›m›n›n olmamas›n› koflul koflard›. onserlerinden önce hiç olmazsa bir saat dinleniyordu. Sahneye ç›karken de konsantrasyonu bozulmas›n diye kimseyle konuflmazd›. Bir seferinde tam sahneye ç›karken, kendini bilmezin biri onunla konuflmak istemifl. Buna sinirlenen sanatç›, odas›na dönerek yirmi dakika daha dinlenmifl ve sonra sahneye ç›km›flt›. Bir baflka kez, ‹ngiltere’nin Manchester kentin-

K

de konsere geç gelen birkaç kiflinin yapt›¤› gürültü nedeniyle sinirlenip konseri yar›m b›rakm›flt›. Buna karfl›n kimi zamanlar konser program›n›n d›fl›na ç›karak içinden gelen parçalar› çal›p konserin normal süresini bir-iki saat aflt›¤› da olurdu. Çok çal›fl›rd›. Formunu kaybetmemek için her gün saatlerce piyano egzersizi yapard›. “Çal›flmay› bir gün aksat›rsam bunu kendim ay›rd›na var›r›m, iki gün aksat›rsam eflim ay›rd›na var›r, üç gün aksat›rsam dinleyenlerim ay›rd›na var›r” derdi. Ignace Paderewski, 6 Kas›m 1860’da Polonya’n›n Podolia bölgesindeki küçük bir köy olan Kurilovka’da dünyaya geldi. Annesini henüz bebekken kaybeden Ignace’nin müzik yetene¤ini gelifltirebilmesi için babas› hiçbir fedakârl›ktan kaç›nm›yordu. Varflova Konservatuvar›’na girdi¤inde önce bir düfl k›r›kl›¤› yaflad›. Hocalar›, küçük ellerinin, küt parmaklar›n›n piyano için uygun olmad›¤›n›, buna karfl›l›k güçlü ci¤erleri yard›m›yla iyi flüt çalabilece¤ini söyledi. Söylenilenleri yaln›zca dinledi; fakat piyano çalma karar›ndan kesinlikle geri dönmedi. Yaln›zca çok çal›flt›. O denli çal›fl›rd› ki ço¤u kez yeme¤e ay›racak zaman bulamay›p aç yatard›. Delicesine âfl›k oldu¤u Antonina Korsakovna ile evlendi¤inde henüz 20 yafl›ndayd›. Konservatuvarda ö¤retmenlik görevine

bafllam›flt›; ama eline geçen para çok azd›. Tek odal› bir evde oturmalar›na karfl›n yine de çok mutluydular. Ama bu mutluluk uzun sürmedi. Antonina, ard›nda sa¤l›ks›z, engelli bir çocuk b›rakarak do¤um s›ras›nda öldü. z›msanacak bir gelirle Paderewski ve engelli çocu¤uyla yaflam savafl›m›n› sürdürdü; ama iyi bir piyanist olma umudunu hiçbir zaman kaybetmedi. Sahneye ilk kez 1884 y›l›nda, bir aktriste efllik etmek üzere ç›kt›. 1887 y›l›nda Viyana’da ilk konserini verdi. Bunu 1889’da Paris, 1890’da Londra konserleri izledi. 1891 y›l›nda Amerika’ya gitti ve büyük baflar› kazand›. 122 günde 107 resmi konser verdi, fierefine düzenlenen 70 kadar toplant›ya kat›ld›. ‹tiraf etmek

A

107


BD MART 2008

BD MART 2008

gerekirse Amerikal› müzikseverler onu turnenin bafllang›c›nda iyi tan›m›yordu. erece¤i konserlerde mutlaka baflar›l› olmas›, bunun için de elbette çok ama çok çal›flmas› gerekiyordu. Konser biter bitmez oteldeki odas›na geliyor ve zaman geçirmeden piyanosunun bafl›na geçip çal›flmaya bafll›yordu. Ancak, otel müflterilerinin kalorifer borular›na ya da duvarlara “Kes flu gürültüyü de uyuyal›m” tarz›ndaki vurufllar›, daha sonra otel müdürünün bizzat gelerek ikaz› nedeniyle otelde çal›flma olana¤› kalmam›flt›. Ama tüm bu zorluklara karfl›n konserleri çok baflar›l› oldu; ola¤anüstü yetene¤iyle kendini Amerikan halk›na sevdirmeyi baflard›. 1899 y›l›nda ikinci kez evlendi. Efli Barones de Rozen, Amerika’da bulunan bir Rus elçisinin k›z›yd›. Bu arada Paderewski mesleki baflar›lar›na her gün bir yenisi ekliyordu. Fakat hepsinden öte sakat o¤lunun ac›s› onu çok üzüyordu. Hasta çocuk bir türlü sa¤l›¤›na kavuflam›yor, tekerlekli sandalyesinden bir türlü kalkam›yordu. Paderewski ününü duydu¤u bir uzman doktorun görmesi için o¤lunu Augsburg’a gönderdi. Ama çocu¤un yolda giderken geçirdi¤i so¤uk alg›nl›¤› k›sa zamanda zatürreeye çevirerek ölümüne neden oldu.

V

108

O¤lunun ölümü Paderewski için büyük bir y›k›m oldu. ‹çine kapan›p dünyayla iliflkisini kesti. ‹sviçre’nin göller bölgesindeki Morges’de, herfleyden uzak iki y›l geçirdi. Onu düfltü¤ü bunal›mdan kurtaran, Polonya’n›n içinde bulundu¤u tehlikeli durum oldu. Ülkesinde özgürlük çok k›s›tlanm›flt›. Paderewski, yapt›¤› konuflmayla Polonya halk›n› özgürlük savafl›m›na ça¤›r›yordu. Bu konuflmas›ndan 24 saat sonra savafl patlak verdi. 1914 y›l›nda ç›kan Birinci Dünya Savafl›’yla Polonya üzüntülü bir süreç yaflad›. Paderewski bu kez piyanist de¤il, vatan›n›n özgürlü¤ü için canla baflla çal›flan biriydi. Polonyal›lar Paderewski’ye kurtar›c› gözüyle bakmaktayd›lar. O da vatan› için tüm gücüyle çal›fl›yordu. yo¤un ç›rp›n›fl günlerinde (1914’te) sa¤ elinde fliddetli a¤r›yla geliflen bir artrit ata¤› ortaya ç›kt›. Bir arkadafl› ona California’da Paso Robles çamur banyolar›n› önerdi. Bir y›l süreyle orada tedavi gördü. 1917 y›l›nda piyanosunun kapa¤›n› kapatan sanatç› “Polonya özgürlü¤üne kavuflana de¤in bir daha piyano çalmayaca¤›m” dedi. 1919 y›l›nda ba¤›ms›zl›¤›na kavuflan Polonya’n›n kurulan yeni kabinesinde Paderewski

O

baflbakan ve d›fliflleri bakan› oldu. Bu görevi tam bir y›l sürdürdü. Sonra tekrar müzi¤e döndü. Hem de ne dönüfl! 1922 y›l›nda ikinci kez Amerika’ya turneye gitti. 1917 y›lnda kapa¤›n› kapatt›¤› piyanosunun bafl›na ilk kez Amerika’da New York kentinde Carnegie Hall’de geçti. Ola¤anüstü baflar›l› bir konser verdi. Hemen ard›ndan yine New York’da Madison Square Garden’daki konserini 20 bin kifli izledi. 62 yafl›nda olmas›na karfl›n enerjisinden hiçbir fley kaybetmemiflti. 1933 y›l›nda New York Üniversitesi onu müzik doktoru ünvan›yla taçland›rd›. Bir y›l sonra ise 35 y›ll›k eflini kaybetmesi narin kalbinde bir kez daha büyük bir yara aç›lmas›na neden oldu. Tekrar ‹sviçre’ye döndü.

1939 y›l›nda Hitler, Polonya’ya sald›r›nca, Paderewski tekrar özgürlük mücadelesine giriflti. Tüm servetini bu u¤urda harcamaktan çekinmedi. Polonyal›lar onu sürgündeki parlamentonun baflkan› seçtiler. 1940 y›l›nda, 80’inci do¤um y›ldönümünde New York’a geldi, sonra Kaliforniya’daki çiftli¤ine çekildi. Sa¤l›¤› art›k pek iyi de¤ildi. Doktorlar›n tüm uyar›lar›na karfl›n 25 Haziran 1941’de New Jersey’de bir konuflma yapt›. Bu tarihten dört gün sonra New York’da sonsuzlu¤a göçetti. Baflkan Roosvelt’in önerisiyle, yaln›zca ulusal kahramanlar›n defnedildi¤i, Washington yak›n›ndaki Arlington Mezarl›¤›’nda topra¤a verildi.• YucelAksoy@butundunya.com.tr

Üç genç avc› ördek av›na gittiler; fakat hiçbir fley vuramad›lar. Elleri bofl dönerlerken, elinde dört ördek, iki kaz bulunan yafll› bir avc›yla karfl›laflt›lar. Bu durumu gören genç avc›lardan biri dayanamayarak sordu: “Biz hem genciz hem de üç avc›y›z, bir fley vuramad›k” dedi. “Siz bu yafl›n›za karfl›n bu denli av› nas›l vurdunuz?” Yafll› adam sakin bir biçimde flu yan›t› verdi: “Ben sayg›nl›¤›mla vurdum.”• Acemi berber adam›n sakal›n› t›rafl ediyordu. Bir ara adam›n can› yand› ve berbere ba¤›rmaya bafllad›: “Bu nas›l t›rafl?” diye sordu. “Usturay› biraz yat›k tutar m›s›n›z, baksan›za g›rtla¤›m› kestiniz” Berber piflkin piflkin yan›t verdi: “Yalan›n da bu kadar› olmaz” dedi. “Ben iflimi iyi bilirim, hem g›rtla¤› kesilen bir adam hiç konuflabilir mi ki?..”• 109


aln›zca birkaç kez konufltu¤unuz birisinin ad›n› k›rküç y›l sonra an›msaman›z hiç de kolay de¤ildir. Oniki yafllar›nda bir çocukken okul harçl›¤›m› ç›kartmak için evlere gazete da¤›t›yordum ve ad›n› flimdi an›msayamad›¤›m o yafll› bayan da benim müflterimdi. Bana “ba¤›fllama” konusunda öyle güzel ve unutulmaz bir ders verdi ki umar›m, bir gün ben de birisine ayn› duygular›, ayn› güzellikte verebilirim. S›k›nt›dan patlamak üzere oldu¤umuz bir cumartesi günüydü. Arkadafl›mla birlikte yafll› bayan›n arka bahçesinde bir köfleye gizlenerek, yerden ald›¤›m›z tafllar› evin çat›s›na at›yorduk. Att›¤›m›z tafllar›n çat›n›n üzerinden yuvarlanarak, köflelerden afla¤›ya düflmesini, kuyruklu y›ld›zlar›n süzülerek gökyüzünden afla¤›ya do¤ru düflmesine benzeterek e¤leniyorduk. Kendime yerden çok düzgün bir tafl bulmufltum. Elime al›p tüm gücümle f›rlatt›m. Ama tafl bu kez çat›ya de¤il d›fl kap›n›n penceresine gelmiflti. K›r›lan cam sesini duyunca, gizlendi¤imiz yerden f›rlay›p ard›m›za bakmadan oradan soluk solu¤a kaçm›flt›k. Yafll› bayan›n bizi görmüfl olmas› olanaks›zd›. Tüm gece yafll› bayan›n beni yakalayabilece¤ini düflünerek korkudan uyuyamad›m. Ertesi gün gazetesini vermek üzere kap›s›n› çald›¤›m zaman her zamanki gibi içtenlikle güGÖNDER‹: fiEBNEM fiEN lümseyerek nas›l oldu¤umu sordu. Ama ben suçluluk duygusuyla yüzüne bakam›yordum. Sonunda gazete da¤›t›m›ndan kazand›¤›m paray› biriktirmeye karar verdim. Üç hafta sonra tam yedi dolar›m olmufltu. Bir ka¤›da “Cam›n›z› istemeden k›rd›¤›m için çok üzgünüm, umar›m para onar›m için yeterlidir” yazarak parayla birlikte zarf›n içine koydum. Gece havan›n kararmas›n› bekleyerek, zarf› yavaflça yafll› bayan›n posta kutusuna att›m. Ruhum bir anda özgürlü¤e kavuflmufltu sanki... Art›k eskisi gibi yafll› bayan›n gözlerinin içine bakabilece¤imi düflünerek mutluluk duyuyordum. Ertesi gün kap›s›n› çal›p gazetesini uzatt›¤›m zaman gözlerime her zamanki gibi içtenlikle gülümsedi. Bu kez ben de karfl›l›k vererek gözlerinin içine bakt›m. Tam arkam› dönüp gidece¤im anda, “Ah, bir dakika, neredeyse unutuyordum, al bakal›m bu kurabiyeler senin için” diyerek elindeki paketi uzatt›. Evden uzaklafl›rken nefle içinde kurabiyeleri yemeye bafllad›m. Birkaç kurabiye yedikten sonra pakette bir zarf oldu¤unu gördüm. Zarf› açt›¤›m zaman içinde yedi dolar ve k›sa bir not vard›: “Seninle gurur duyuyorum!”•

K‹M, NEY‹, NE ZAMAN, NEREDE, NASIL BULDU?

Y

BA⁄IfiLAMANIN YÜCEL‹⁄‹...

110

Serdar Kalkan

Televizyon

Nas›l Gelifltirildi?

skoçyal› John Logie Baird, 1920’lerde “Baird Çorapalt› Çorap” buluflunun (çorab›n alt›na giyilen bu çorab›n ne ifle yarad›¤› hiçbir zaman anlafl›lamad›) patentini almak için u¤rafl›rken akl›na, görüntü ve sesi elektronik olarak bir yerden bir yere aktarma fikri geldi. Ald›¤› “Yok art›k, daha da neler!” tepkilerine, dönemin zor koflullar›na ve paras›zl›¤a karfl›n hiç y›lmadan çal›flt›. ‹lk yapt›¤› model, flimdiki televizyonlara pek benzemiyordu: Birkaç dikifl i¤nesi, birkaç flapka kutusu, büyükçe bir bisküvi tenekesi, bir bisiklet lambas› ve biraz mühür mumu. Ortaya ç›kan alet Baird’in tam olarak istedi¤i fley de¤ildi; ama bir sonra-

I

ki aflama için önemli bir deneyim oldu. Durumdan çok heyecan duyan Baird teknolojik olanaklar›n daha elveriflli oldu¤u Soho’ya yerleflti ve içi ilginç hurda ve ›v›r z›v›rla dolu olan ilk ciddi laboratuvar›n› kurdu. 1926 y›l›nda, ilk kez insan yüzünün görüntüsünü televizyonda elde etti. Baird, ilk TV çekimlerinde laboratuvar›ndaki dev ›fl›klar›n yayd›¤› yüksek ›s›ya dayanabilecek özel vantrolog kuklalar› kulland›. Bir süre sonra kimi deneyleri için gerçek insan gerekince, parayla genç bir yard›mc› tutmak zorunda kald› ve 1924’te tarihin ilk televizyonun patentini ald›: Televisor. Oldukça ilkel koflullarda üretilen ve eski bir çay kutusunun 111


üzerine monte edilen Televisor’ün motoru, ev yap›m› bir Nipkow diskten oluflmaktayd›; disk tekeri olarak flapka kutusundan kesilen yuvarlak karton, lambay› yerlefltirmek için bir bisküvi kutusu, mil yerine bir dikifl i¤nesi, bu motor için kullan›lan malzemelerdi. Baird’›n buldu¤u ilk anten, enfes bir iletken olan bir Malta haç›yd›. Baird buluflunu, Kraliyet Enstitüsü’ne resmi olarak, ilk kez 26 Ocak 1926’da tan›tt›. 1928’de ise ilk görüntüler Atlas Okyanusu’nun öteki yakas›na, yani Londra’dan New York’a ulaflm›flt› bile (fazla bir fley görmek olanaks›z olsa da)... Böylece Baird ilk televizyon istasyonunu kurdu ve BBC için ilk televizyon

yay›nlar›n› yapmaya bafllad›. Hatta ilk TV oyunu da BBC taraf›ndan yap›lm›flt›. 1930’lar›n ortas›nda ise, televizyon yay›nlar› hem ‹ngiltere’de, hem Amerika Birleflik Devletleri’nde az say›daki zengin kiflilerin evlerinde izlenmeye bafllad›. Al›c›lar›n pahal›l›¤› yüzünden h›zl› bir yay›lma gerçekleflemiyordu. Ancak o dönemde, herfleyini satarak tüm paras›n› TV al›c›s›na yat›ran bir ‹ngiliz köylüsünün söyledikleri çok anlaml›yd›: “Yaflam›m boyunca en büyük düflüm Londra’y› görmek oldu, bunu al›nca art›k gitmeme gerek kalmayacak, ne zaman istersem Londra bana gelecek.”• SerdarKalkan@butundunya.com.tr

Bir inflaatta çal›flan Ali, tembelli¤inden dolay› ustabafl›s› taraf›ndan azarlan›yordu: “Mehmet, arkadafllar›n her defas›nda üç kereste tafl›yor” dedi. “Sen niçin bir tane tafl›yorsun?” Mehmet bir süre düflündükten sonra ustabafl›s›n›n sorusunu yan›tlad›: “Arkadafllar›m çok tembeller ustac›¤›m” dedi. “Çünkü onlar kerestelerin yerine de¤in üç de¤il yaln›zca bir yolculuk yapmak istiyorlar...”• Kad›n k›l› k›rk yararcas›na inceledikten, çekifle çekifle pazarl›k yapt›ktan sonra çinçila kürkü sat›n almaya karar verdi. Paray› öderken bu kürkü ya¤murda giyip giyemeyece¤ini merak etti ve hemen görevliye sordu: “Bu kürkü ya¤murda da giyebilir miyim?” dedi. Görevli kendinden emin biçimde kad›na güvence verdi: “Tabii ki han›mefendi, içiniz rahat olsun” dedi. “Siz flimdiye de¤in ya¤murda flemsiyeyle dolaflan bir çinçila gördünüz mü?”• 112

15 Mart ‹.Ö. 44

‹HANET‹N BELGES‹ SON SÖZLER:

“SEN DE MI, BRÜTÜS? O HALDE YIKIL SEZAR” BARIfi METE

D

ünyan›n neresinde olurlarsa olsunlar yeryüzünün tüm “önde gelen” kiflileri, hiçbir zaman unutmamaya özen gösterdikleri bir hainlik olay›n›, yüzy›llardan buyana her y›l›n mart ay› ortas›nda bir kez daha an›msarlar. Onlar›n, “Aman bizim de bafl›m›za gelebilir” kuflkusu ve önlem almak içgüdüsüyle özenle unut-

mamak istedikleri bu hainlik olay›, siyasal tarih yan›s›ra insanl›k tarihinde de yüz k›zart›c› yerini, yüzy›llar boyunca yüz k›zart›c› kimli¤iyle koruyan Brütüs’ün hainli¤i olay›d›r. Kimi kaynaklara göre Roma ‹mparatoru Sezar’›n yetifltirdi¤i bir yak›n›, kimi kaynaklara göre ise Sezar’›n, eski sevgililerinden Servilia’n›n dünyaya getirdi¤i öz o¤lu olan Brütüs, kendisine en 113

Vincenzo Camuccini, “Sezar’›n Öldürülüflü”

BD MART 2008


BD MART 2008

BD MART 2008

çok güven duydu¤unu bildi¤i Sezar’a b›çak saplad›¤›nda Roma ‹mparatoru için zaman, ‹.Ö. 44 y›l›n›n Mart’›nda, mart›n 15’inde durmufltu. oma ‹mparatorlu¤u’nun her geçen gün giderek tek adam yönetimine girdi¤ini ileri süren cumhuriyetçiler ve soylular, bu gidifle bir “Dur” demenin en etkili ve hatta tek yolunun, Sezar’› öldürmek oldu¤una karar vermifller ve suikast için gizli bir örgüt kurmufllard›. Bu örgüte, Sezar’›n ister o¤lu olsun, ister yetifltirmesi olsun; fakat kesinlikle en çok güven duydu¤u ve en yak›n› kifli olan Brütüs de girmiflti. Örgüt, onbefl kiflilik varl›¤›n› oldu¤u gibi, Sezar’›n öldürülece¤i 15 Mart tarihini de gizlemeyi baflarm›flt› ama... Bir falc›n›n olaylar› üç dört gün önceden bilme yetene¤i, suikastç› gizli örgüt elemanlar›n›n “neflesini kaç›rm›flt›.” Bu falc›, imparator birgün Senato’ya gelirken kalabal›k aras›ndan öne f›rlam›fl ve tüm içtenli¤iyle Sezar’a, “Kendini mart›n 15’inden koru” diyerek uyar›da bulunmufltu. Sezar’›n falc›ya dudak büktü¤ünü ve onun bu “uyar›”s›na önem vermedi¤ini gören suikastç›lar rahat bir soluk alm›fllar, büyük bir sab›r ve elbette gizlilik içinde, mart›n 15’inin

R

114

gelmesini beklemifllerdi. Mart›n 15’inci günü Sezar, her zaman yapt›¤› gibi yine çevredeki kalabal›¤› selamlayarak Senato’ya gelirken, gözleri bir anda, üç gün önce kendisine uyar›da bulunan falc›ya tak›lm›fl ve biraz da küçümser bir ses tonuyla onla alay etmiflti: “Mart›n 15’i geldi, iflte” demiflti. Sezar’›n kendisiyle alay edercesine söyledi¤i bu söz üzerine falc›, tarihe geçece¤ini o an bilmedi¤i flu yeni uyar›s›nda bulunmufltu: “Evet, mart›n 15’i geldi; ama henüz geçmedi.” Roma ‹mparatoru, falc›n›n bu uyar›s›n› da önemsemedi ve Senato’nun merdivenlerinden ç›karak Senato’ya do¤ru yürümesini sürdürdü. Senato’da Sezar’›, suikastç›lar bekliyorlard›. O içeri girdi¤i an tümü birden çevresini ald›lar ve harmanilerinin alt›nda gizledikleri hançerlerini çekerek birlikte sald›r›ya geçtiler. itilus adl› bir soylu, Jül Sezar’›n harmanisini omuzlar›ndan tuttu, afla¤› do¤ru çekerek y›rtt›. Sezar kendini savunmaya haz›rlan›rken birden, elindeki hançerini kendisine saplayan en yak›n›, en güvendi¤i kifli Brütüs’le göz göze geldi. Ve dudaklar›ndan, y›llar boyu yeryüzündeki tüm ihanetlerin belgesini oluflturan flu tarihsel sözü döküldü:

T

“Sen de mi Brütüs!..” dedi önce, sonra da “Böylesi bir ihaneti gördükten sonra yaflamaya de¤mez” anlam›ndaki, yine tarihsel bir ihanet belgesi niteli¤indeki, flu son sözünü söyledi: “O halde y›k›l, Sezar...” u sözünden sonra harmanisini bafl›na örttü, kendini hançerlerin vurufllar›na b›rakt›. Sezar yere y›k›ld›¤›nda, cans›z bedeninde tam 23 hançer yaras› vard›. Suikastç›lar, Sezar’›n ölüm haberinin halk› sevindirece¤ini sanm›fllard›. Kanl› hançerlerini Roma halk›na göstererek “Zalimin vücudu ortadan kalkt›!..” diyerek yapt›klar›n› halka coflkuyla duyurmaya kalkt›klar›nda, halk›n hiç de beklemedikleri ters tepkisiyle karfl›laflt›lar. Romal›lar, “Katillere ölüm!.” diye ba¤›r›yorlard›. Suikatç›lar, halk›n giderek artan ters tepkisi karfl›s›nda kaçmak zorunda kald›lar. Katillerin cezaland›r›lacaklar› haberiyle ya-

B

t›flt›r›lan Romal›lar, suikasatç›lar›n Senato taraf›ndan ba¤›flland›¤›n› duyunca bu kez yeniden ayakland›, Senato’ya sald›rd›, yap›y› atefle verdi. Ortam›n bu kar›fl›kl›¤›ndan yararlanan katiller Roma’da daha fazla kalamayacaklar›n› anlay›nca kaçt›lar; fakat kendilerini izleyen öfkeli Romal›lar’›n ellerinden kurtulamad›lar. Her biri birer hain olan suikastç›lar aras›ndaki “en hain suikastç›” Brütüs ise, kaçt›¤› Makedonya’da yakalanmak üzereyken yaflam›na kendi elleriyle son verdi. Brütüs ad›, tarihin derinliklerinden günümüze, kendisini örnek alan yeryüzünün irili ufakl› tüm hainlerini k›saca tan›mlamak için kullan›lan bir kod ad›na dönüfltü ve yüzlerce y›l›n her 15 mart›nda, “Aman böylesi bir hain bizim de önümüzde arkam›zda, sa¤›m›zda solumuzda olabilir” kuflkusu ve önlem almak içgüdüsüyle, özenle “unutulmamaya çal›fl›lan” bir ihanet simgesi kimli¤inin sahibi oldu.•

Tek kolu olan adam, berbere gitti ve “Saç ve sakal t›rafl›, lütfen” dedi. Saç t›rafl› kazas›z belas›z bitti; fakat berberin acemili¤i sakal t›rafl›nda ortaya ç›kt›. Berber adam›n yüzünü birkaç yerinden kesti. Adam›n kulak memesini de yaralad›ktan sonra çekinerek adama, “Siz daha önce burada t›rafl oldunuz mu?” diye sordu. Adam bir koluna bir de berbere bak›p flu yan›t› verdi: “Hay›r hiç olmad›m” dedi. “Kolumu kat›ld›¤›m savaflta kaybetmifltim.”• 115


UNUTAMADI⁄IM ANIM Türkan Pakel Ataman

S›¤›rc›klar... Balkon penceresindeki tülün arkas›nda alt› küçük kafa, heyecanla kufllar›n gelmesini beklemeye bafllad›k. Biraz sonra küçük kardeflim, “‹flte biri geldi!” diye ba¤›rd›. Balkon demirine bir s›¤›rc›k konmufltu. Bir tane geldi mi kesin ötekiler de gelirdi. Arkas›ndan iki-üç derken tüm balkon kufl c›v›lt›lar›yla dolmufltu. üçüklü¤ümüzün k›fllar›, flimdikilere benzemezdi. Kar, bir kez ya¤maya bafllad› m› haftalarca kalkmaz, saçaklardan bilek kal›nl›¤›nda de¤il, baca¤›m›z kal›nl›¤›nda buzlar sarkard›. Bahçe kap›m›za varmak için kardan bir tünel içinden geçmek zorunda kal›rd›k. Sinemalar›n, tiyatrolar›n yayg›n olmad›¤›, televizyonun ad›n›n bile duyulmad›¤› 1930’lu y›llarda, k›fl gecelerinin en büyük e¤lencesi ev gezmeleriydi. En çok da bize

K

116

gelirdi komflular... Çünkü bizim ev flenlikliydi. Biz befl kardefltik. Mutlaka birimiz komflu çocuklar›n›n akran›yd› ve bize gelmek için can atarlard›. Ödevlerimizi, befl numara gaz lambas›n›n ›fl›¤›nda yerlere uzanarak yapard›k. Ayn› odada büyükler sohbet eder, biz ders çal›fl›rd›k. Ara s›ra konuflmalar›na kulak misafiri olup konuyla ilgili bir fley söyledi¤imizde annem, “Bizi mi dinliyorsunuz? Haydi dersinizi çal›fl›n” derdi. Konuklara, soba üzerinde nar gibi k›zart›lm›fl Bursa kestaneleri,

maflingada piflirilmifl saç örgüsü biçiminde kurabiyeler, mangalda patlat›lm›fl m›s›rlar sunulurdu. En gözde ikram, tel helvas›yd›. is gibi tereya¤›nda kavrulmufl un bir tepsiye yay›l›r, flekerden yap›lan a¤da, önce simit biçimine, sonra sekiz, daha sonra da katlana katlana un üzerinde çevrilerek tel biçimine getirilirdi. Telleri koparmamak büyük bir ustal›k say›l›rd›. Kar üzerinde bekletilerek ç›t›r duruma getirilen helvalar›n tad›na doyum olmazd›. Tüm bunlar, flark›l› türkülü bir flölene dönüflür, kimi zaman da kocaman borulu gramofonda oyun havalar› çalard›. Tombala, k›zmabirader ve fincan oyunu, k›fl gecelerinin vazgeçilmez oyunlar›yd›. Onun için ben, k›fllar› yazlardan daha çok severdim. Okula giderken annem, cebimize s›cac›k birkaç kestane koyar, “Elleriniz üflümesin” derdi. “Sak›n saçak altlar›ndan gitmeyin, bafl›n›za buz düfler” diye de ö¤üt verirdi. Tahta okul çantalar›m›z nöbetlefle el de¤ifltirir, ›s›nma s›ras› üflüyen ele gelirdi. Yol boyunca saçaklar›n alt›nda birbirine sokulmufl, boyunlar›n› k›sm›fl titreflen kufllar görürdük. Hep de gözleri kapal› olurdu nedense... “Bu karda k›flta kar›nlar›n› nas›l doyururlar?” diye merak ederdim. ‹lkbahar olsa, bir saban›n pefline tak›l›r yeni kaz›l-

M

m›fl topraktan börtü böcekle beslenir, solucanlar› da yavrular›na götürürler, yaz›n da bu¤day ve m›s›r tarlalar›nda kar›nlar›n› doyururlard›. Ama ya k›fl›n?.. Ne yer, ne içerdi bu hayvanlar? Babam, “K›fl›n da sizler doyuracaks›n›z” demiflti. Biz de balkon karlar›n› kürer, oraya kufllar için yem atard›k, bayram ederlerdi. Ço¤unlukla da s›¤›rc›klar gelirdi. Bir cumartesi akflam› Ferit A¤abey, “Var m›s›n›z yar›n kufl yakalayal›m?” demiflti. Biz sevinçle “Eveeet, var›››z!” diye ba¤r›flm›flt›k. Ferit A¤abey, karfl› kap› komflumuz Cemile Abla’n›n o¤luydu. Ortaokula gidiyordu, 12-13 yafllar›nda olmal›yd›. Ertesi gün, üzerine çiviler çak›lm›fl iki tahtayla geldi Ferit A¤abey... Bu çivilere misinalar ba¤lanm›fl, uçlar› kovboylar›n kementleri gibi halka biçimine getirilmiflti. Bunlar, bir çeflit kapand›. Balkonun karlar› süpürüldü, kapanlar yerlefltirildi. Bolca da yem serpildi. Kufllar yemleri yerken ayaklar› tak›lacak, biz de yakalayacakt›k. Sevip okflay›p sonra da sal›verecektik. alkon penceresindeki tülün arkas›nda alt› küçük kafa, heyecanla kufllar›n gelmesini beklemeye bafllad›k. Biraz sonra küçük kardeflim, “‹flte biri geldi!” diye ba¤›rd›. Balkon demirine bir s›¤›rc›k konmufltu. Bir tane geldi mi kesin ötekiler de ge-

B

117


BD MART 2008

lirdi. Arkas›ndan iki-üç derken tüm balkon kufl c›v›lt›lar›yla dolmufltu. Bir taraftan sevinç 盤l›klar› at›yor, öteki taraftan da at›lan bu¤daylar› yiyorlard›. Bir flenlikti ki, görülmeye de¤er...

A

ma henüz yakalanan olmam›flt›. Birden Ferit A¤abey, “‹flte, iflte, biri yakaland›!” diye ba¤›rd›. Gerçekten de bir s›¤›rc›k ç›rp›n›yor, misinaya tak›lan aya¤›n› kurtarmaya çal›fl›yordu. Hepimiz balkona kofltuk. Kufllar uçtular. Yakalanan kufl, can havliyle birkaç kez ç›rp›nd›, kapandan kurtularak uçup gözden kayboldu. “Tüh, kaç›rd›k kuflu!” dedi Ferit A¤abey... Biz de üzülmüfltük. Ne güzel yakalanm›flt›. Sevip okflayacakt›k bu kuflu... Sonra kapana bakt›k ve donup kald›k! Misinan›n ucunda yeni kopmufl bir s›¤›rc›k aya¤› sallan›yordu. Biz ne yapm›flt›k? Böyle olsun istememifltik. Kuflu yakalayacak, karn›n› doyuracak, soban›n yan›nda ›s›t›p

sonra da sal›verecektik. Onun da yolunu gözleyen anas›, babas›, kardeflleri, belki de yavrular› vard› çünkü... fiimdi ne olacakt›? Tek bacakla bu s›¤›rc›k yaflam›na nas›l devam edecekti? Telgraf›n tellerine kufllar konacak; ama aralar›nda bizim kuflumuz olmayacakt›. O gece hiç uyumad›m. Yorgan›n alt›nda sabaha dek için için a¤lad›m. Sonra da ö¤retmenim geldi gözümün önüne... Ödevlerini yapmayan çocuklara ceza verirdi. En büyük ceza da tek ayak üstünde tahtada durmakt›. Kimse bir dakika bile duramaz sa¤a sola yalpalar, çakt›rmadan öteki aya¤›ndan destek al›r, bizler de gülüflürdük onun durumuna... Ne zaman kar ya¤sa, ne zaman saçaklarda birbirine sokulup titreflen kufllar görsem, içimde, yüre¤imin ta derinliklerinde bir s›z› duyar›m. Onulmaz bir yara, kanar durur y›llar boyu... Sonra telgraf tellerine tak›l›r gözlerim. Kufllar›n aras›nda, tek bacakl› s›¤›rc›k arar›m bofl yere...•

Bir çift, sivrisineklerden kurtulmak için bafllar›n› battaniyenin içine sokmufllar, uyumaya çal›fl›yorlard›. S›caktan bunalan adam bafl›n› battaniyenin alt›ndan ç›kart›nca uçuflan ateflböce¤ini gördü ve hemen efline seslendi: “Bofluna saklanma!” dedi. “Sivrisineklerden biri elinde fenerle bizi ar›yor. Nas›l olsa bulur...”• Bir kad›n, karfl›s›na ç›kan dilenci kad›na sadaka olarak az miktarda para verdi. Verilen paray› az bulan dilenci, hemen itiraz etti: “Bu denli az paray› ne yapay›m?” diye sordu. Kad›n at›larak yan›t verdi: “Saklay›n›z” dedi. “Rastlad›¤›n›z ilk yoksula verirsiniz.”• 118

HEM NALINA HEM MIHINA Metin Atamer

BORNOZ

Her sabah banyodan sonra bornozumu giyerken, akl›ma babam gelir. Babam› an›msar›m kurulan›rken, çocuk akl›m›n beni düflürdü¤ü durumu an›msar›m, o günlerde çocuk terbiyesi konusunda toplumumuzun nerelerde oldu¤unu an›msar›m, sonra da...

C

ocukken bizimkilerin mahallede birkaç yak›n dostlar› vard›. Haftan›n her günü olmasa da bir ya da iki gün biraraya gelirlerdi. Kendilerine özgü sohbetlerinde neler konuflurlard› pek an›msamamakla birlikte bu dostlardan biri Cihat Bey ad›nda çok flakac› biriydi. Kendisi doktor subayd›. Türkiye’nin baflar›l›, belki ilk çene cerrah› oldu¤unu an›msar›m. Önceden, bugünkü Kara Kuvvetleri Komutanl›¤›’n›n bulundu¤u yerdeydi. Cihat Bey daha sonralar› Gülhane Hastanesi’nin komutanl›¤›n› da yapm›flt›. Bu birim sonralar› Askeri T›p Akademisi’ne dönüflmüfltür.

Ailemizin bir baflka yak›n dostu ise Kemal Cemal Bey’lerdi. Kemal Cemal Bey, Denizli milletvekiliydi ve her gün, o zamanlar Ulus’ta olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giderdi. Kimi zaman meclise de¤in yürür, kimi zaman otobüse binerdi. O tarihte yayg›n taksi hizmeti olmad›¤›n› an›msar›m. Kemal Bey’in efli ö¤retmendi ve o da çok flakac› biriydi. K›fl aylar› Ankara’ya yo¤un kar ya¤ar, her yer karla kaplan›rd›. ‹flte o k›fl gecelerinde böylesi yak›n dostlar›m›z aileler biraraya gelirlerdi. Biz dost ailelerin çocuklar›ysa o günlerde, bizim kömürlükteki uzun tahta merdiveni k›zak gibi kullanarak yokufl119


BD MART 2008

BD MART 2008

tan afla¤›ya kayar, neflemize nefle katard›k. ›fl aylar›nda evlerimizde kömür sobas› yanard›. Bu sobalar›n yayd›¤› s›cakl›k, tüm eve yeterdi. Sobalar›n iç bölümleri atefl tu¤las›yla kapl›yd› ve içlerinde kok kömürü yak›l›rd›. Ankara’da k›fl aylar›nda sat›lan kolyos ya da uskumru al›nd›¤›nda, soban›n üst kapa¤› aç›l›r, bal›klar soban›n üstünde ›zgara yap›l›rd›. Her zaman banyo yapamazd›k. Evlerde haftada bir ya da iki kez banyo yap›l›rd›. Banyo günleri genellikle haftan›n son günlerine denk getirilir, hepimiz s›rayla y›kan›rd›k. Banyoda bulunan bak›rdan yap›lm›fl silindir biçimdeki termosifon o günler yak›l›rd› ve içindeki su ›s›t›l›rd›. Bu termosifonlar›n su deposu alt›nda soba bölümü vard›. O bölümde odun yak›l›r, üstündeki su böyle ›s›t›l›rd›. Evlerde buzdolab› olmad›¤›ndan, yemekler genelde günlük piflirilir, artan yemek olursa mutfaktaki tel dolaplarda saklan›rd›. Çamafl›r makinesi olmad›¤›ndan tüm çamafl›rlar elle y›kan›rd›. Çamafl›rlar biriktirilmez, az da olsalar, hemen hemen her gün parça

K

120

parça y›kan›rd›. Y›kanan çamafl›rlar koridorlara kurulan iplere as›l›r, burada kurutulurdu. O tarihte elektrikli ütüler yeni ç›km›fl, kömürle çal›flan ütülerden yeni yeni vazgeçilmeye bafllanm›flt›. Ne zaman evimize konuklar›m›z gelseler ya da biz dostlar›m›z ailelere konuk gitsek, koridorlardaki bu iplere, hatta üzerlerindeki çamafl›rlara dokunulmazd›. Kimi zaman Cihat Bey, bize geldi¤inde kap›dan girer girmez “Hadi yine bornozlar› asm›fls›n, Kamil Bey” diye babama tak›l›r, sonra da birlikte kahkahalarla gülerlerdi. Kahkaha nedeninin ne oldu¤unu bilmezdik; ama onlar›n kahkahalar›na biz de kat›l›r, onlarla birlikte biz de kahkaha atard›k. Akl›ma bu tümcenin iyice kaz›nd›¤›n› an›msar›m. Yine bir k›fl akflam›, s›k s›k yapt›¤›m›z aile gezmelerinden birinden, eve biraz geç saatte döndük. Evimiz bahçe dairesi oldu¤undan, bina kap›s› yan›s›ra, bahçe kap›s›ndan da içeri girilebiliyordu. Bahçe kap›s›ndan girildi¤inde önümüze uzunca bir koridor geliyordu. Çamafl›r ipleri bu koridorda as›l› olurdu. O gece içeri bahçe kap›s›ndan girdik. Ifl›klar yand›¤›nda iplerin

üstünde bornozlar› gördüm. Akl›ma gülünecek bir konu olarak alg›lad›¤›m tümce geldi: “Baba, yine bornozlar› asm›fls›n” dedim ama... Babamla birlikte kahkaha ataca¤›m›z› beklerken, bir anda yüzümde babam›n fliddetli bir tokad› patlad›. O anda kendimi, koridorun sonunda buldum. Hemen yerden kalkt›m, do¤ru yata¤›ma girip yorgan› bafl›ma çektim ve orada yaratt›¤›m dünyama gömüldüm. Bir türlü anlayam›yordum babam›n bana neden tokat att›¤›n›... Ayn› sözü Cihat Bey Amca söyledi¤inde herkes gülmekten k›r›l›rd›, ben söyledi¤imde ise cezalar›n en büyü¤üne, baba tokad› cezas›na çarpt›r›lm›flt›m. ‹yi de, neden, neden, neden? *** fiimdi her sabah banyodan sonra bornozumu giyerken, ak-

l›ma babam gelir. Babam› an›msar›m kurulan›rken, çocuk akl›m›n beni düflürdü¤ü durumu an›msar›m, o günlerde çocuk terbiyesi konusunda toplumumuzun nerelerde oldu¤unu an›msar›m, sonra da... Sonra da zaman zaman bir kahkaha atmak isterim ama... I›hh... Olmuyor... Beceremiyorum, kahkaha atmay› o anlarda... B›rak›yorum kahkahay› bir yana, hafifçe gülümsemeye çal›fl›yorum. Oluyor. Kendi kendime gülümsemeyi becerebiliyorum. Çevreme bak›yorum, beni görecek kimseler yok... ‹flte o an, el çabuklu¤uyla kendime özgü çok özel birfley daha yap›yorum. Gözlerimi kuruluyorum kendi kendime, bornozumun yakas›yla... MetinAtamer@butundunya.com.tr

Adam›n biri, berberine katologtan seçti¤i bir modeli gösterip bu biçimde t›rafl olmak istedi¤ini söyledi. Berber modeli inceledikten sonra “Memnuniyetle, efendim” dedi. Bir süre sonra adam›n saçlar› “Yok” denecek denli k›sa olunca adam berbere ç›k›flt›: “‹yi de” dedi. “Benim gösterdi¤im fotograftaki adam›n saçlar› bu denli k›sa de¤ildi.” Berber nazik bir biçimde yan›t verdi: “Meraklanmay›n, efendim” dedi. “T›rafl oldu¤u zaman saçlar› sizinkinden de k›sayd›. Sizin gösterdi¤iniz duruma sonradan geldi.”• Adam sabah erkenden ava gitmek için evden ç›kmas›na karfl›n, iki saat sonra eve dönünce efli merakland› ve nedenini sordu: “Hayrola hayat›m?” dedi. “Bir fley mi oldu?” Adam bu soruya homurdanarak yan›t verdi: “Hiçbir fley yok, hayat›m” dedi. “Yaln›zca tüfe¤imi yan›ma almay› unutmuflum...”• 121


ÇOCUK BÜYÜKLER, BÜYÜK ÇOCUKLAR ‹Ç‹N Ali Murat Erkorkmaz

GENLERLE OYNARKEN Geçenlerde bir akflam “Seyretmeye de¤er bir fley olabilir mi?” diye televizyon kumanda ayg›t›n› kurcalarken birden yabanc› kanallardan birinde tan›d›k bir yüze rastlad›m: Dr. J. Craig Venter. Yeni yüzy›la girerken her

haber kanal›n›n kesin konu¤u olarak ünlenmifl bu insan› eminim büyük bir ço¤unlu¤unuz en az›ndan ad olarak tan›mazs›n›z. Yapt›¤› ifli bilen insanlar bile bu iflin alt›nda onun oldu¤unu kolay kolay bilemezler. Popüler bir ad olmaktan çok korkulan bir bi-

lim insan› olarak yine bilim yuma¤› içindeki en önemli dü¤ümlerden birini oluflturmufltur. Ne yapm›flt›r bu Dr. J. Craig Venter beyefendi acaba? ‹sterseniz k›saca an›msayal›m. Lise y›llar›nda yüzme ve marangozlu¤un d›fl›nda pek bir ilgi alan› olmayan bu genç, Vietnam Savafl›’na kat›l›nca yaflam›n gerçeklerini görüp bir bilim insan› olmaya karar verir. Yapmak istedi¤i fley, ulaflmak istedi¤i hedefse oldukça iddial›d›r: Enerji oluflturabilen canl› organizmalar üreterek dünya enerji sorununa çözüm getirme. Bu nedenle “Yapay Yaflam” kavram›na el atar. DNA sürümlü bir dünyan›n, biyoloji ve yaflam moleküllerinin anlafl›labilmesine ba¤l› oldu¤unu düflünerek canl›lar›n yap› tafllar›n› oluflturan genetik alan›na bal›klama girer. Gelifltirdi¤i teknolojiyle kamu kurumlar›n›n çal›flmalar›na meydan okuyarak onlar›n maliyetlerinin k›r›nt›s› denli bir harcamayla onda bir zamanlar› içinde insan genomunu, yani yaflam sarmal›n› çözer. 123


BD MART 2008

BD MART 2008

unun için kendi alt yap›s›n›n kodlar›n› açar ve 2000’li y›llar›n bafl›nda ilk insan sarmal› aç›l›m›n› internet üzerinden bilim dünyas›na sunar. 2007 y›l› ortalar›nda da sarmal›n tümünü açar, yayar masa üstüne... “Buyrun sevgili ve say›n bilim insanlar›, görün bak›n insan gerçekte neymifl?” der. K›sacas› biyolojiyi

B

dijitize eder (Türkçesi, say›sallaflt›r›r ve bilgifllerde ifllenebilir duruma getirir). Bu çal›flmas›yla da yeni yüzy›l›n bilim kap›s›n›n yönünü belirler. En baflta kimi bilim kurumlar›n›n d›fl›nda fazla ilgi bulamayan bu çal›flma, konunun nereye varabilece¤ini tahmin edebilenler taraf›ndan h›zla ele al›n›r. Öyle ya, konu çok kolay... Yarad›l›fl›n gizi a盤a ç›kacak ve bugüne de¤in bili124

nen herfley çöpe at›lacak. Hem ticari hem de askeri kurumlar sinekten ya¤ ç›kartmak, baflta olmak, gücü denetleyebilmek gibi kendilerine göre geçerli nedenlerle büyük paralar harcayarak kapal› kap›lar ard›nda dev laboratuvarlar kurarlar. Yapt›klar› gizli çal›flmalarla kimbilir ne hilkat garibeleri yaratmaktalar oras›n› kimseler bilemez. Ama, bilinen bir fley var ki, baflta Hollywood sinemas› olmak üzere beyazperde ve TV ekranlar› bu konuyu ciddiye al›rlar ve ne kadar tehlikeli bir oyun oynand›¤›n›n 盤›rtkanl›¤› üzerinden rant sa¤lamaya bafllarlar. Gerçekten gezegenimizin, dolay›s›yla insanl›¤›n gelece¤i bu DNA harflerini iyi anlamam›zda m› yat›yor? Geçti¤imiz yüzy›l “Nükleer Yüzy›l” diye adland›r›l›rken içinde bulundu¤umuz ça¤ “Biyoloji Ça¤›” m› olacak? Hani flu hepimizin çok iyi bildi¤i biyoloji... Hani yapra¤›n kesitine, kurba¤an›n kalbine bakt›¤›m›z biyoloji dersi bu denli önemli mi gerçekten? Çevrenize bak›n, ne görürsünüz? Evler, a¤açlar, insanlar, çiçekler, böcekler... Hepsinden de bol bol var. Oysa minicik bir yaprak parças›n› yoktan var etmeye çal›fl›n. ‹flte konu bu. Çevremizdeki zenginlik öyle bir yap›dad›r ki tek bir hücresini bile üretebilmek olanaks›z... M›? Acaba? Yoksa bu art›k geçmiflte mi kalacak? ‹nsan yeni yeni canl›lar üretebilecek mi gerçekten?

Hükümetlerin maskaral›klar›na teslim edilmifl bir gezegen, yaflayan insan toplumlar› bilimsel donan›ma sahip de¤illerse çökmeye mahkumdur. G›da, su, enerji, temiz hava gibi temel tafllar çok kritik bir denge içindedirler. H›zla kirlenebilir, yok olabilir hatta bizi ölüme sürükleyebilirler. Gelece¤imiz, yaln›zca bildi¤imiz yaflam formlar›n› anlamak, denetleyebilmek ve iyilefltirmeye de¤il ayn› zamanda insan zekâs›n›n yarataca¤› yeni yaflam biçimlerini üretmeye ve bunlar› gezegenimizin sa¤l›¤› için kullanmam›za ba¤l›d›r. nsanlar, genetik bilgilerine bak›ld›¤›nda birbirlerinden yaklafl›k yüzde bir oran›nda farkl›lar. Bu daha önce binde, hatta onbinde bir olarak tahmin edilmiflti. Ancak 2007’nin ortalar›na do¤ru elde edilen sonuçlar, iki insan›n benzeme farkl›l›klar›n› yüzde birler seviyesine tafl›makta. Bu farkl›l›klar da kimi zaman oldukça ilginç olmakta. Örne¤in, çevresel zehirleri etkisiz duruma getiren bir gen bulunmufltur; ama bu gen co¤rafyaya ba¤l› olarak farkl› insan türlerinde boy göstermektedir. Avrupa k›tas›n›n neredeyse tümünde olmas›na karfl›n Kafkas halklar›n›n yar›s›ndan fazlas›nda bu gen yoktur. Amerikanya’da y›ll›k sa¤l›k harcamalar› 2006’da 2 trilyon dolar civar›nda olmufl. 2015’de bu say› 4 trilyon dolara ç›kacakm›fl.

Bu rakamlar Dr. J. Craig Vender’in verdikleri. Onun yalanc›s›y›m. Büyük bir bilimsel konferansta verdi¤ine göre do¤ru olmas› gerekti¤ini düflünüp fenal›k geçiriyorum. Gel de bilimsel geliflmeye “Dur” de... Olacak ifl de¤il. Önleyici t›bba geçilemezse vay dünyan›n durumuna... Geçilirse de vay flimdiye de¤in “Hasta tedavi ediyoruz” diye para kazananlar›n durumuna...

I

Darwin, Galapagos Adalar›’nda yüzyüze geldi¤i canl›lar sayesinde evrimin ay›rd›na varabilen bir bilim insan›d›r. Ona göre, canl›lar koflullar yüzünden de¤iflmekteydiler ve bu de¤iflim yüzy›llara yay›lmaktayd›. Uyum sa¤lama iflin anahtar›yd›. Bu de¤erlendirme, yeni yüzy›lda geçerlili¤ini kaybedece¤e benziyor; çünkü insan art›k evrimi planlayarak, laboratuvarda ve 125


BD MART 2008

BD MART 2008

birkaç dakika içinde gerçeklefltirebilecek. Al onun genini, çak bununkilerin üstüne, olsun sana yeni bir canl›... stelik bu yeni canl› senin istedi¤in herfleye sahip ve istemedi¤in hiçbir fleyi içermiyor. Çünkü onu sen tasarlam›fls›n. Özene bezene... Bu Tanr›c›l›k oynamak de¤il de nedir? Çizgi film yaparken sanal Tanr›c›l›k oynad›¤›m› düflünür, konferanslar›mda bunu dile getirirdim. Gerçekte ol-

U

ralam›fllar bile... Tedavi yöntemli t›p yerine önlem yöntemli t›p birinci s›ray› iflgal etmekte. Yani hasta olduktan sonra tedavi edilece¤imize, hangi hastal›k yakam›za yap›flacaksa bunu görüp onun oluflturaca¤› bozuk geni sa¤lam›yla de¤ifltirmek... Bir tür yarad›l›fl›m›zdaki defolar› önceden düzeltmek... Çok harika bir olay. Peki ama kimse hastalanmazsa ve yafllanmazsa, kimse de ölmeyecek demek de¤il midir? Do¤an her iki kifliye karfl› iki kifli ölmezse ne olur dünya nüfusunun durumu? Bu durumda yeni do¤a-

Üçüncü s›rada enerji geliyor. Yine bakteriler makteriler ifl bafl›nda. Sürekli ço¤alan bir benzin hücresi düflünün. O da havadaki karbon moleküllerini kullan›yor. Süper de¤il mi? ‹lk bak›flta öyle. Ancak birçok bilim insan› ve sanatç›, “Madalyonun öteki yüzüne de bak›n diye bas bas ba¤›r›yor. Denetimden ç›kan virüsler, topra¤a kar›flan insan yap›s› bozuk moleküllerin temiz g›da kaynaklar›n› bozmalar› ve havaya

olup birbirini parçal›yordu. Birkaç milyon insan kurtuluyordu topu topu. Aralar›nda, Manhattan’da tek bafl›na kalan, virüsün yarat›c›s› Will Smith kardeflimiz tabii... Yapt›¤› hatay› onarmak u¤runa... Falan filan, gerisini söylemeyeyim, gidin izleyin. Konu çok çok güzel, çekimler çok çok güzel, film çok çok güzel; ama beynimi ne duruma getirdi¤i çok çok kötü. Bu konuyu herkes defalarca düflünmüfl, dinlemifl ve irdelemifltir;

kar›flan do¤a d›fl› üretilmifl organizmalar›n insan geneti¤ini mahvetmeleri gibi... Will Smith’in yeni filmi “Ben Efsaneyim”i izledim. IMAX format›nda, dev ekranda gösteriyorlard›. Galas›na davetliydim ve filmi merakla izledim. Konu basitti: Kansere çare olsun diye genleriyle oynanan k›zam›k virüsü, kanseri yeniyor; ancak de¤iflimine devam ederek dünya nüfusunun onda dokuzunu öldürüyordu. Kalanlar da kuduz

ancak yine de iyi kotar›lm›fl bir film format›nda izlemek bir baflka sars›yor insan›...

Çizimler: Ali Murat Erkorkmaz

mayan karakterler tasarlay›p bunlar› hareket ettirip konuflturmak, a¤latmak, sevindirmek bir tür “Tanr›c›l›k Oyunu” de¤il mi sizce? Yak›n bir gelecekte, bu oyun sanal olmaktan ç›k›p gerçek olmaya do¤ru gidiyor. Öyle ya, yarat› sizin ellerinizde olacak. Üstelik kanl› canl› bir fleyi s›f›rdan tasarlay›p yaflatacaks›n›z. Bu bir mikroorganizma da olabilir, kocaman bir hayvan da... Bilimin bu yönü gelifltikçe yarat›lacak canl›lar da ona göre daha kompleks olacakt›r. Bilim insanlar›, hedeflerini s›126

caklara yer kalm›yor gibi, ne dersiniz? fiimdiye dek do¤mufl olanlar kaz›k çakacaklar dünyaya... ‹kinci s›ray› yeme içme al›yor. Bunu yapabilmek için kimi hücrelerin gen yap›lar›n› de¤ifltirip sürekli ço¤almay› sa¤l›yorlar. Bir fleftali düflünün, büyüdükçe büyüyor. Ya da bir pirzola parças›... Durmadan art›yor. Bunun için de flu son zamanlarda sonunda hepimizi ilgilendiren çevre felaketinin bir numaral› aktörü olan karbondioksitin karbonunu kullan›yor. Bir taflla iki kufl...

ilmden ç›kt›¤›mda akl›m› kurcalayan en önemli fley flu anda binlerce, onbinlerce laboratuvarda benzeri genetik çal›flmalar›n yap›lmas›yd›. Bilim insanlar›n›n hepsinin iyi niyetli ve sorumlu olmalar› beklenemez. Olanlar›n da hepsinin derli top-

F

127


BD MART 2008

lu olmalar›... Yap›lan deneylerde elde edilen baflar›s›z kimi sonuçlar› imha etmek için toprak alt›na gömdüklerini düflünün. Bir ya¤mur sonucu o bozuk genler toprak alt›ndan kimi bitkilerin köklerine yürüyerek o bitkiyi ve daha sonra yine o bitkiden beslenen kuflun genetik yap›s›n› bozamaz m›? Bal gibi bozar. Belki de bu kufl gribi, deli dana gibi modern zamanlar hastal›klar› böyle gelifliyorlar. Belki de grip ve kanserin bu denli çeflidinin olmas›, kimi ihmal, cehalet ya da sorumsuzlu¤a dayan›yor. Bunu bilebilmek olanaks›z olsa da olas›l›k hiç de olanaks›z de¤il.

B

ilimi irdelemeden yaflamak olanakl› m›? Belki olanakl›; ama do¤ru mu? Alal›m ellerinizden cep telefonlar›n›z› deseniz, tüm bilim karfl›t› insanlar olmaz bayra¤› çekerler. Bilim, insan› insan yapan en önemli birkaç ö¤eden biridir. Yeni ufuklar mutlaka araflt›r›lacakt›r, yeni keflifler mutlaka yap›lacakt›r ve sorunlar mutlaka ç›kacakt›r; ama o sorunlar›n üstesinden de yine bilim gelecektir. Bugün sevgi, sayg›, merak, ö¤renme gibi huylar bile bilim128

sel dayanaklarla besleniyorlar. Yaflam biçimlerimizi biçimlendiren tek olgu bilimdir. Bilimden kaçarak hurafelere s›¤›nan toplumlar, karanl›k ça¤lar›n 盤› alt›nda yok olmaktan kurtulamayacaklard›r. Çünkü ay romantik bir ›fl›k parças› de¤ildir ve dünya da öküzün boynuzlar› üzerinde durmamaktad›r. Yaz›n›n bafl›nda sözü geçen Dr. J. Craig Vender arkadafl›m›zdan ö¤rendi¤imiz bir gerçek de ABD halk›n›n yüzde yirmibeflinin dünyan›n günefl çevresinde döndü¤ünü bilmedikleridir. ‹nan›lmaz gibi görünen bu gerçe¤i ay›plamadan önce kendi durumumuzu de¤erlendirmemiz gerekir diye bir iç geçirdim. Durdum, düflündüm ve üzüldüm. Halklar bilimsel temele oturan bir sistemle e¤itilmezlerse dünya da ç›kar öküzün boynuzuna. Doktorlar›n yerini üfürükçüler, bilimin yerini hurafe, insan›n yerini de yaflamlar›n›n sonunu bekleyen organizmalar al›r. Yüzy›l›m›z›n yeni her insan figürü bir bilim insan›, bir sanatç› ve sorgulay›c› bir düflünür olmak zorundad›r yoksa evrim bir ad›m daha atacak ve yerimize daha ak›ll› yaflam biçimleri gelecektir.• AliMuratErkorkmaz@butundunya.com.tr

HAYVANLARIN DÜNYASI Erdoğan Sakman

KINALI

Keklik kuflunun pek çok türü vard›r. Keklik ad›, büyük bir olas›l›kla kuflun, ötüfl biçimine benzetmedir. Bat› Akdeniz’de özellikle Sardunya Adas›’na özel bir tür olan “Alectoris barbara” yani Sardunya kekli¤i, uçufla bafllama yani havalanma s›ras›nda “keklik” diye ses ç›kar›r. Sesini bu türden alan keklik tafll›k, ba¤l›k ve bahçelik alanlarda yaflayan türüyle k›nal› keklik (Perdix perdix ya da graeca) k›rm›z› boyal› gagas› ve ayaklar›yla kendilerini bu renge yak›n k›nayla boyayan k›z ve gelinlere örnek olmufltur. Bu yüzden k›nal› güzellere, hele al›ml› görünenlere “k›nal› keklik” denmifltir. Genellikle eti için avlan›r, özellikle kavurmas› büyük bir ifltahla yenir. Kimi k›rsal alan insanlar›, etten elde ettikleri ya¤› kimi hastal›klar›n iyilefltirilmesinde kullan›r. Fakat avlanmas› san›ld›¤› denli kolay de¤ildir. Ya avc›n›n ç›kard›¤› sesi duyarak havalan›r ya da bir süre ifllenmemifl tarladaki saban izleri içine çökerek çevreye çok uygun çizgili boz tüyleriyle adeta görünmez olurlar.

KEKLIK

129


BD MART 2008

keklik sunarak gönül almalar› da bu kuflun önemli bir özelli¤ine dayan›r. ‹stenilen kokular›n fliflelenip köfle bafl›ndaki dükkanda sat›lmad›¤› günlerde, kad›nlar› çekici yapan kokular› elde etmek büyük çaba gerektiriyordu. Misk öküzü bulmak, erkek geyikten kokulu doku ç›karmak ve benzeri çal›flmalar pek ender olarak baflar›ya ulafl›rd›.

u güzel kuflun can›n› kurtarmak, zarar görmemek ya da üzüntü verecek bir durumla karfl›laflmamak için uygulad›¤› yöntem, bulundu¤u çevreye uymakt›r. ‹nsanlar›n toplu yaflamlar›nda da üzücü durumlarla karfl›laflmamak için bu yöntem uygulanabilir. Örne¤in, kad›nlar›n flalvar ya da tuman giydikleri bir köye k›sa pantolonla gitmek can s›k›c› olaylara neden olabilir. Bu istenmeyen durumdan kurtulman›n yolunu, k›nal› keklik göstermektedir. Keklik avc›lar›n›n kazanc›, yaln›z avlad›klar› keklik ya da keklikler olmamal›, onlar›n amaçlar›na ulaflmak (soy sürdürmek) için girifltikleri beslenme, korunma ve üreme çabalar›yla ilgili ilkelerinin de ay›rd›na varmaya çal›flmal›d›rlar. Kek-

B

130

li¤in ayaklar›ndaki hafif ya¤l› k›rm›z›l›k, kuflun hem ayak ›s›s›n› korumas›n› (k›rm›z› renk ›s›y› emer) hem böceklerin uzaklaflmalar›n› ve daha da önemlisi ç›plak gözle görülmeyen canl›lar›n üreyip zararl› olmalar›n› önler. Bundan esinlenen k›rsal alan insanlar› da, bacaklar›n›n bald›r bölgesini “Dolak” denilen çok uzun flerit bezlerle sar›p korunmay› ö¤renmifllerdir. Bunu, sa¤lam belgeleri ve araflt›rmalar› dayanak göstererek do¤rulamayan insanlar, kekli¤i taklit ederek k›zlar›n, gelinlerin hemen her yere girip ç›kan ve bu yüzden tehlikeli denebilecek denli kirlenen el ve ayaklar›na k›na yakarak hem güzellefltirmifl hem korumufllard›r. El ve ayaklara yak›lan k›na, özellikle parmak aralar›na kolayca yerleflen mantarlar› önler. Sevdikleri k›z ve gelinlere

akat çok genifl bir bölgeye yay›lan kekliklerden kad›nlar›n oldukça itici kokan kulak arkalar›na, burun uçlar›na (ço¤unlukla istenmeyen kösele kokusu bar›nd›r›r) sürdükleri koku elde edilebilir. Hele bu kokuyu kad›na sar›lan erke¤in burnunun geldi¤i boyun yanlar›nda kullanmak iyi bir anlaflman›n bafllang›c› olur. ‹yi kokmak, hem kad›na hem erke¤e güven verir. Koku, tutkular› canland›r›r, düfl gücünü harekete geçirir, yarat›c›l›¤› etkiler, korku, heyecan gibi güç tüke-

F

ten, yarat›c›l›¤› körelten duygular› yat›flt›r›r. Kokular, ilaçlardan daha h›zl› beyni olumlu yönde etkilerler. Bu yüzden k›rsal alan insanlar› keklik kokular›na, bitkilerle hayvanlardan elde edilen kokulara büyük önem verirler. Kekli¤in bu özelli¤ini bilmeyen avc›lar haz›rlanan keklik kavurmas›yla yaln›z mideyi doyururlar. Tüm bunlar eskilerin neden kekli¤i dillerinden düflürmediklerini, hem ondaki özelliklerini, hem ondaki kimi özellikleri sevdiklerine aktararak hem keklik ürünlerinden yararlanarak yaflant›lar›n› nas›l renkli yapt›klar›n› göstermektedir. Özetle, do¤ada olan bitenler üzerinde uzun uzun düflünmeli, büyük küçük demeden canl›lar›n yaflamak dolay›s›yla her gün her an beliren sorunlar›n› çözmek için hangi çözüm ilkelerini kulland›klar› araflt›r›l›p bulunmal›d›r. Do¤a sevmek, yaln›z onu korumay› ve etkisini art›rmay› de¤il, ondan iyi yararlanmay›, ilkelerini anlamay› da içerir.•

Bir ifl adam› sekreterini azarl›yordu: “Odan›za ne zaman girsem” dedi. “Telefonla konufluyorsunuz. ‹fller de y›¤›lm›fl duruyor...” Sekreter bu sözlere karfl› ç›kt›: “Ama beyefendi” dedi. “Telefon konuflmalar›n hepsini ofis için yap›yorum. Müflterilerle...” ‹fl adam› sekreterinin sözünü kesti ve hemen ona bir uyar›da bulundu: “Madem tüm konuflmalar›n›z ofisle ilgili” dedi. “Lütfen müflterilere ‘Sevgilim’ demekten vazgeçin.”• 131


YAZARAK SÖYLEYEREK Sadi Bülbül

ATATURK

Fotograflar›

“Yüzlerce fotograf› aras›nda en güzeli hangisiydi?” diye de sormay›n lütfen bana... Bilemem. Ay›ramam. Seçemem. Ama o güzel sözü an›msatabilirim. Tüm fotograflar› güzeldir O’nun... Çünkü kendisi güzeldir ve “nereden baksa güzel, nereye baksa güzel”dir. nümde çeflitli kurumlar›n yay›mlad›¤› Atatürk fotograflar› albümleri var. “Hangisi Atatürk’ü daha iyi temsil ediyor?”, “Hangisi O’nu ve çizgilerini bize daha iyi yans›tm›fl?”, “O, hangi fotograflarda daha s›cak, hangilerinde daha mesafeli duruyor?” diye merak ettim. Albümleri birer birer, kimilerini de ikifler üçer kez elden geçirdim. Fotograflara bakt›kça birkaç ayr›nt›y› daha iflaretlemem gerekti¤ini anlad›m. Atatürk hangi fotograflarda daha Bat›l›, hangilerinde daha bizden, hangi durufllar›nda daha dinç, hangilerinde daha yorgun görünüyordu? “Geliyorum” diyen hastal›¤›n›n izlerini tafl›yan fotog-

O

132

raflar› da var m›yd›? Asker üniformal› olanlar m›, yoksa smokinli kravatl› yani sivil durufllu olanlar m› daha bask›n biçimde ortaya ç›k›yordu? Bastonlu bastonsuz, b›y›kl› b›y›ks›z, saçl› ve k›smen dökülmüfl saçl›; aç›k ve kapal› alanlarda, kasketli, melonlu, bir tren penceresinde, traktör üstünde, yaln›z ya da halk›n aras›nda, cephede, meclis kürsüsünde... O’nun tüm fotograflar› güzeldir. Anlat›lmaz bir t›ls›m saçar. Gökyüzüne bakarken de, bir k›r bahçesinde dinlenirken de, bir çocu¤un elini tutarken de, flapkal› cumhuriyet kad›nlar› aras›nda da güzeldi. Birbirinden farkl› ve birbirinden güzel bu fotograflara bakt›kça, bir merak›m da flu oldu:

u fotograflarda (ya da hangisinde) O’nun karekterini, kararl›l›¤›n›n, moralinin, umut ya da umutsuzluk derecesini kestirmek olanakl› m›yd›? Onun gülen fotograflar› m› daha çoktu, yoksa hüzünlü olanlar m›? Yani fotograflar, onu ele veriyor muydu? Albümleri kar›flt›rd›kça akl›ma daha pek çok fley geldi. O, fotograf öncesinde herkes gibi saç›n› bafl›n› flöyle bir düzeltmekle yetiniyor muydu yoksa bu ifle daha güzel biçimde mi haz›rlan›yordu? Bir yerde, çekilen fotograflar›, yay›mlanmadan önce, mutlaka kendisinin gördü¤ünü ve onaylad›¤›n›, “Tamam” demediklerinin de çöpe at›ld›¤›n› okumufltum. Y›llar sonra bu konu özel fotografç›s›na da sorulmufl ve o, bu bilgiyi do¤rulamam›flt›. “Atatürk sevdi¤i fotograflar›n› özel olarak saklar; ama sevmediklerini de atmazd›” demiflti. Gördüklerim içinde bence en görkemli fotograflar›, yabanc› devlet adamlar›yla çekilenlerdi. Orada tam bir Bat›l› devlet adam› gibi görünüyordu. Fotograflar›n en hü-

B

zünlü olan› da, sade yap›ml› bir koltuk üzerine oturmufl, bir eline adeta koyacak bir yer bulamayan, öteki elini de açarak yüzüne dayad›¤›, efkarla hiçlik aras›nda, istikametsiz bak›fll› olan›yd›. Bu fotograf›n tarih ve yerini çok arad›m; ancak bulamad›m. Bu fotograf O’nun yanl›zl›¤›n› simgeliyor gibiydi. Gençlik ve orta yafl fotograflar›nda Osmanl› zabitli¤i a¤›r bas›yor, daha sonrakiler gittikçe aç›lan bir tonla cumhuriyet Atatürk’ünü simgeliyor gibiydi. Bu fotograflarda, cumhuriyetin halk adam›, cumhuriyetin devlet adam›, cumhuriyetin koruyucu ve savunucusu, cumhuriyetin ta kendisiydi. Yaln›zca bu da de¤il. Modern bir insan görünümü veriyordu. Bat›l› devlet adam› duruflu tüm fotograflar›nda ay›rt ediliyordu. Yüzlerce fotograf aras›nda beni en çok etkileyenlerden birisi de, TBMM kap›s› önünde çekilmifl, smokinli fotograf›d›r. Mareflal Çakmak ve öteki generaller subay k›yafetleriyle, Atatürk, ‹nönü ve öteki siviller de beyaz smokinlerle Meclis’ten ç›k›yorlard›. Muhteflemdiler. Dünyaya meydan okuyan bir cumhuriyet ordusu gibiydiler. Arkalar›nda TBMM harflerinin 133


BD MART 2008

yaz›l› oldu¤u meclis kap›s› vard›. Bu harfler de, onlar da herhalde dünyan›n en mutlular›yd›. Hepsi de dimdik ve gururluydular. tatürk’ün güzel olmayan fotograf›na hiç rastlamad›m. Bu beni biraz kuflkuland›rd›. “Yoksa” dedim kendi kendime, “Sen onun ‘ak›l’ ve ‘bilim’ rehberine inand›¤›n, ‘ça¤dafll›k’ hedefine imrendi¤in, ‘cumhuriyet’i ile gururlan›p övündü¤ün için onu böyle görüyor olmayas›n?” Belki bir parça da böyleydi; ama tümüyle böyle de¤ildi. Çünkü o fotograflar, gerçekten güzel, zarif ve etkileyiciydi. Merak etti¤im bir konu da flu olmufltu: Atatürk’ün en çok fotograf› nerede çekilmiflti? Cephede mi, devlet adaml›¤› döneminde mi? Ankara’da m›, ‹stanbul’da m›, yoksa Anadolu’da m›? Yine okudu¤um bir yaz› do¤ruysa, fotograflar›n ço¤u Ankara’da çekilmiflti. Öyle ya, Atatürk demek Ankara demek de¤il midir? Ve ikisi birbirini ne güzel tamamlar. Dünyada bir insanla bir kentin birbirine bu denli yak›flt›¤› baflka bir kent var m›d›r? Atatürk fotograflar› masam›n

A

üzerinde ve ben onlara bakmaya doyam›yorum. Nedense gözüme yine O’nun o düflünceli, biraz durgun, biraz da hüzünlü görünen fotograf› tak›l›yor. Bu sanki, bir yaln›zl›k hüznünün, bir yaln›zl›¤›n fotograf›... Bir fotograf›nda da kalabal›k ortas›nda; ama yine yaln›z görünüyor. Kimi gülen fotograflar›nda da bu hüznü duyumsad›m. Yüz hatlar›n›n ayr›nt›lar›nda, insan› rahats›z etmeyen; ancak etkileyen “Hüzün k›r›nt›lar›” da diyebilece¤imiz bir burukluk vard›. Kimilerinde daha derin ve belirgin, kimilerindeyse ancak dikkatle bak›ld›¤›nda görünen bir hüzün... Ama gözlerindeki mavi yine de çakmak çakmakt›. Yüzü herfleye egemendi. El parmaklar› ince ve uzun, bir kalem gibi zarifti. Giyimi modern, kendisi Bat›l›’yd›. Ancak onu Atatürk yapan yine de “baflka bir fley” vard›. Bu neydi? Bilmiyorum. “Yüzlerce fotograf› aras›nda en güzeli hangisiydi?” diye de sormay›n lütfen bana... Bilemem. Ay›ramam. Seçemem. Ama o güzel sözü an›msatabilirim. Tüm fotograflar› güzeldir O’nun... Çünkü kendisi güzeldir ve “nereden baksa güzel, nereye baksa güzel”dir. Kendisi güzel olan›n fotograflar› da güzel olmaz m›?•

Babas› küçük o¤luna barometrenin ne oldu¤unu sordu: “Söyle bakal›m” dedi. “Barometre nedir?” Küçük çocuk bir süre düflündükten sonra flu yan›t› verdi: “Babac›¤›m” dedi. “Barometre, avukatlar›n çal›flt›¤› yer olan baroda kullan›lan metreye denir.”• 134

B‹LG‹N‹Z‹ DENETLEY‹N Diyar Mahmutoğlu

1 “Tutunamayanlar”, “Tehlikeli Oyunlar”, “Korkuyu Beklerken” gibi roman ve öyküleriyle tan›nan, ölümünün 30’uncu y›l›nda büyük bir sempozyumla an›lan yazar›m›z kimdir? a) Yusuf At›lgan b) Bilge Karasu c) Orhan Kemal ç) O¤uz Atay 2 Nâz›m Hikmet fliirlerinden

“Nâz›m Oratoryosu”nu ve Metin Alt›ok’un an›s›na “Metin Alt›ok’a A¤›t”› besteleyen piyano sanatç›m›z kimdir? a) Emre Ar›c› b) Pekinel Kardefller c) Faz›l Say ç) Ulvi Cemal Erkin

c) ‹talya ç) Fransa 5 ‹kinci Dünya Savafl› sonras›nda Yeni Gerçekçilik ad›yla beliren sinema ak›m›n›n do¤du¤u ülke afla¤›dakilerden hangisidir? a) ‹talya b) Fransa c) Almanya ç) SSCB 6 Sineman›n en eski baflyap›tlar›ndan olan “Potemkin Z›rhl›s›”n›n yönetmeni kimdir? a) Sergei Eisenstein b) John Ford c) Dziga Vertog ç) Muhsin Ertu¤rul

çemden sonra gelmifltir? a) Gotik b) Klasik c) Barok ç) Arabesk

7 “Son ‹mparator”, “Çölde Çay”, “Küçük Buda” gibi unutulmaz filmlerin yönetmeni kimdir? a) Michelangelo Antonioni b) Bernardo Bertolucci c) Luchino Visconti ç) Pier Paolo Pasolini

4 1950 sonras›nda sinemada beliren Yeni Dalga ak›m›n›n do¤du¤u ülke hangisidir? a) ABD b) ‹ngiltere

8 “Mona Lisa” tablosunun yarat›c›s› Rönesans ressam› afla¤›dakilerden hangisidir? a) Michelangelo b) J. Bullant

3 Rokoko, mimaride hangi bi-

135


c) Rembrand ç) Leonardo da Vinci 9 Alman ordular›n›n ‹spanya’da Guernica kasabas›n›n bombalamas›n› konu alan “Guernica” tablosuyla ünlü ressam kimdir? a) Goya b) Miro c) Picasso ç) Dali 10 Sinemaya da uyarlanan “Ha-

babam S›n›f›” oyununun yazar› afla¤›dakilerden hangisidir? a) Aziz Nesin b) Cevat Fehmi Baflkut c) Muzaffer ‹zgü ç) R›fat Ilgaz 11 “Toros Canavar›” adl› ünlü güldürü oyununun yazar› kimdir? a) Behiç Ak b) Cahit Atay c) Aziz Nesin ç) Turgut Özakman 12 Türk

tiyatrosunun köklü topluluklar›ndan olan AST (Ankara Sanat Tiyatrosu) kaç y›l›nda kuruldu? a) 1953 b) 1963 c) 1973 ç) 1983 13 1969’da Dostlar Tiyatrosu’nu kuran ünlü oyuncu, yönetmen afla¤›dakilerden hangisidir? a) Genco Erkal b) Ezel Akay 136

YAfiAMDAN YANSIMALAR

c) Ayla Algan ç) Orhan Aklaya 14 “Keflanl› Ali Destan›”n›n yazar› kimdir? a) Haldun Dormen b) Levent K›rca c) Engin Cezzar ç) Haldun Taner 15 Epik tiyatro ak›m›m›n kuru-

cusu Alman yazar ve flair kimdir? a) Peter Weiss b) Bertold Brecht c) Georg Büchner ç) Günter Grass 16 Aziz Nesin’le birlikte “Markopafla” adl› ünlü derginin kurucusu roman ve öykü yazar› afla¤›dakilerden hangisidir? a) Sabahattin Ali b) Suat Dervifl c) R›fat Ilgaz ç) Reflat Enis 17 O¤uz Aral’›n kurdu¤u ünlü mizah dergisi hangisidir? a) “F›rt” b) “G›rg›r” c) “Amca Bey” ç) “Leman” 18 1956’da yay›m›na bafllanan, birçok aktris ve aktörün tan›nmas›na öncülük eden ünlü magazin dergisi hangisidir? a) “Hayat” b) “Ses” c) “Erkekçe” ç) “Yelpaze” Yan›tlar 139’uncu sayfam›zdad›r.

Nuray Bartoschek

“BIR INSAN” NELER YAPAB‹L‹R? Herkesin umutla bekledi¤i o “sihirli de¤nek” var. O sihirli de¤ne¤in ad› “siz”siniz! Ve bu sihirli de¤ne¤i do¤ru kullanmas›n› bilirseniz, yaln›zca kendinizin de¤il, tüm ülkenin, hatta tüm insanl›¤›n gelece¤ini etkileyebilirsiniz.

S

on zamanlarda kiminle konuflsam, herkes gelecek konusunda duydu¤u endiflelerden söz ediyor. Genel olarak bir karamsarl›k, b›kk›nl›k gözlemlemekteyim ne yaz›k ki... Tüm bu yak›nmalar s›ras›nda gözlemledi¤im çok önemli bir ayr›nt›ysa herkesin “sihirli bir de¤nek” beklentisi içinde oldu¤u... Herkes köflesinde, oturdu¤u yerde s›zlan›rken sanki birisi ç›k›p sihirli bir de¤nekle tüm sorunlar› yok edecek! Bir anda ne geçim s›k›nt›s› kalacak, ne e¤itim sorunu ne sa¤l›k sorunu, ne de gelecek endiflesi... Bizler de yine oturdu¤umuz yerden yaflam›n içinde yer almaya devam edece¤iz.

Korkar›m, art›k uyudu¤umuz derin uykudan uyan›p gerçekleri görmenin zaman› geldi de geçiyor. Herfleyden önce “Ben tek bafl›na neyi de¤ifltirebilirim ki?” düflüncesini s›y›r›p atmal›y›z üzerimizden... “Bir insan” pek çok fleyi de¤ifltirebilir, yeter ki sahip oldu¤u gücün ay›rd›nda olsun. Yar›flmalarda yaln›zca bir oy farkla yar›flmay› kazanan ya da kaybedenlere hepimiz tan›k olmufluzdur. Yaflam da hepimizin içinde yer ald›¤› büyük bir yar›flmad›r ve yaln›zca “bir oy” farkla kazanan ya da kaybeden olabiliriz yaflamda... Bir dostumun gönderdi¤i k›sac›k bir bale gösterisi beni derinden etkiledi. Çinli baletin tek 137


BD MART 2008

BD MART 2008

baca¤› yoktu, ona efllik eden balerinin ise tek kolu... Ama sahnede öylesine güzel bir uyum içinde, öylesine baflar›l›yd›lar ki, ikisi birlikte tek bedene dönüflüyor, birbirinin kolu, baca¤› oluyorlard› sanki...

düfltüler, canlar› yand›, hatta belki de çok gözyafl› döktüler; ama hiçbir zaman vazgeçmediler. Baflaramayacaklar›n› söyleyenlere kulaklar›n› t›kad›lar ve yaflam›n içinde “kazanan” olarak yer almay› baflard›lar. Bir savafl› kazanmak için fiu denli baflar›l› olmalar›- ziksel güçten önce düflünsel ve n›n nedeni bizlerden yürek gücüne gereksinim varçok farkl›, üstün bir gü- d›r. Dünya tarihine, ülkemizin ce sahip olmalar› de¤il, tarihine bakt›¤›m›z zaman bubaflaracaklar›na olan inançlar›, nun örneklerini görebiliriz. kendilerine Dünyan›n en duyduklar› gübüyük, en doMustafa Kemal vendi. Onlar nan›ml› ordukoflullar›ndan suna sahip olAtatürk’ün yaflam s›zlanmak yerimak, bir savafl› öyküsü, “bir kazanmak için ne, içlerindeki gücün ay›rd›na yeterli de¤ildir. insan›n” nas›l bir vararak, fizikSahip oldugüce sahip sel engellerinin ¤u gücün ay›rötesine geçmifl, d›nda olan ve oldu¤unun, neleri yaflamda “kaonu do¤ru yolyapabilece¤inin zanan” olada kullanan rak yer almay› “bir kifli” yalen güzel örne¤idir. seçmifllerdi. n›zca kendisinin de¤il, bir “Kazanan” olabilmek için yaln›zca karar al- ülkenin, hatta tüm insanl›¤›n gelece¤ini etkileyebilir. mak yetmiyor elbette... Bunun en güzel örne¤ini heBu zorlu yar›flta y›lmadan, yorulmadan, düfle kalka, baflara- pimizin çok yak›ndan tan›d›¤› mayaca¤›n›z› söyleyenlere ku- “bir kifli” ile vereyim. laklar›n›z› t›kayarak, zirveye ulaHenüz yedi yafl›ndayken baflaca¤›n›za olan inanc›n›z› bir an bas›n› kaybetti. Zor koflullarda bile yitirmeden, kararl›l›kla iler- ö¤renim gördü, gençli¤inde tulemeniz gerekiyor. tukland›, tek bafl›na bir hücrede Çinli balet ve balerin de “ka- yatt›, sürgüne gönderildi, kozanan” oluncaya dek kimbilir mutan olarak atand›¤› ordu dakaç kez ac› içinde ayn› hareket- ¤›t›ld›, savunma bakan› taraf›nleri yapt›lar, kimbilir kaç kez dan iflinden at›ld›, otuzdokuz

B

138

yafl›nda idam cezas›na çarpt›r›ld›. Ama “O” karfl›laflt›¤› güçlükler karfl›s›nda y›lmad›. Kazanaca¤›na olan inanc›n› hiçbir zaman yitirmeyerek 42 yafl›nda Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaflkan› oldu ve bizlere cumhuriyeti arma¤an etti. “O” kendi gücünü halk›n gücüyle bütünlefltirerek “tek beden” olmay› baflard›. Mustafa Kemal Atatürk’ün yaflam öyküsü, “bir insan›n” nas›l bir güce sahip oldu¤unun, neleri yapabilece¤inin en güzel örne¤idir. Köflemizde oturup içinde bulundu¤umuz koflullardan yak›n›yorsak, bu bize yaln›zca zaman kaybettirir. Koflullar›n de¤iflmesi için çaba göstermiyorsak, durumumuzdan s›zlanmaya hakk›m›z yoktur. Bizler bireysel olarak sorumluluklar›m›z›n bilincine varmad›¤›m›z sürece, hiç kimse bize daha

iyi yaflam koflullar›, daha iyi bir gelecek arma¤an edemez. Evet, herkesin umutla bekledi¤i o “sihirli de¤nek” var. O sihirli de¤ne¤in ad› “siz”siniz! Ve bu sihirli de¤ne¤i do¤ru kullanmas›n› bilirseniz, yaln›zca kendinizin de¤il, tüm ülkenin, hatta tüm insanl›¤›n gelece¤ini etkileyebilirsiniz. Yeter ki, sahip oldu¤unuz gücün ay›rd›na var›n ve karar›n›z› verin: Yaflam›n içinde “kazanan” olarak m›, yoksa “kaybeden” olarak m› yer almak istersiniz?•

Yazar›n Özel Notu: Yaz›m›n içinde anlatt›¤›m Çinli balet ve balerinin gösterisini http://youtube.com/watch?v=L nLVRQCjh8c adresinden seyredebilirsiniz.• NurayBartoschek@butundunya.com.tr

Silah satan bir ma¤azaya giren genç ve güzel bir kad›n, tezgahtardan bir tabanca istedi. Tezgahtar kad›n›n kendini savunmak amac›yla m› tabanca istedi¤ini merak etti: “Tabancay› kendinizi savunmak amac›yla m› sat›n al›yorsunuz?” diye sordu. Kad›n sakin bir biçimde tezgahtar›n sorusuna yan›t verdi: “Hay›r” dedi. “Kendimi savunmak için nas›l olsa bir avukat tutaca¤›m.”•

“Bilginizi Denetleyin”in Yan›tlar›... •1) O¤uz Atay •2) Faz›l Say •3) Barok •4) Fransa •5) ‹talya •6) Sergei Eisenstein •7) Bernardo Bertolucci •8) Leonardo da Vinci •9) Picasso •10) R›fat Ilgaz •11) Aziz Nesin •12) 1963 •13) Genco Erkal •14) Haldun Taner •15) Bertold Brecht •16) Sabahattin Ali •17) “G›rg›r” •18) “Ses”• 139


S

üpermarkete al›flverifl için girmemifltim asl›nda.. Otuzyedi y›ll›k eflimi kaybedeli bir hafta olmufltu ve bu dükkanda bile onunla ne tatl› an›lar›m›z vard›. Ben al›flverifl yaparken o ortadan kaybolurdu. Nereye gitti¤ini bilirdim. Elinde üç tane sar› gülle dönerdi hep... Sar› gülleri çok sevdi¤imi bilirdi. ‹çim hem sevgi hem hüzünle doluydu. Birkaç fley al›p sepete att›m. Et reyonunun önünde bifteklere bak›p, bunlara nas›l bay›ld›¤›n› an›msarken bir genç kad›n geldi yan›ma... ‹nce uzun, güzel bir sar›fl›nd›... Kocaman bir pirzola paketi ald›, sepetine att›. Sonra durdu, düflündü, pirzolalar› sepetten ç›kar›p, tekrar rafa koydu. Ona gülümseyerek bakt›¤›m›n ay›rd›na vard› ayn› anda... “Eflim pirzolay› çok sever; ama bu fiyatla da alamam ki... Bilemiyorum...” dedi. Mavi gözlerinin içine bakt›m. “Eflim sekiz gün önce öldü” dedim, sesimin titremesini denetleyerek... “Al›n bu pirzolalar› ve birlikte oldu¤unuz her an›n keyfini yaflay›n.” Pirzolalar› tekrar sepetine koydu ve yürüdü.. Ben •GÖNDER‹: PER‹ BERK‹N• de süt, peynir reyonuna do¤ru gittim. “fiimdi art›k hangi büyüklükte süt almal›y›m?” diye düflünürken, bana do¤ru gelen yeflil elbiseye dikkat ettim. Oydu. Sar›fl›n kad›n... Yüzünde çok hofl ve anlaml› bir gülümseme vard›. Göz göze geldik. “Bunlar› size ald›m” dedi. “Kasaya vard›¤›n›zda, paras›n›n ödendi¤ini göreceklerdir.” Uzand›, yanaklar›mdan öptü ve... Ve sepetime, uzun sapl› üç sar› gül b›rakt›. Ona ne yapt›¤›n›, bu güllerin benim için ne anlam ifade etti¤ini söylemek istedim; ama olanakl› m›?.. Gözyafllar›m görmemi h›zla engellerken, uzaklaflt›¤›n› hayal meyal seçtim. Sepetimdeki sar› güllere bakt›m. Hem de üç taneydiler. Nerden biliyordu?.. Birden anlad›m. Bilmiyordu ki... Dükkanda yaln›z de¤ildim. Gözlerimde yafllarla yukar› do¤ru bakt›m. “Beni unutmad›n, beni hâlâ b›rakmad›n de¤il mi?..” Gene benimle gelmiflti al›flverifle. Bu sar›fl›n kad›n onun elçisiydi.•

SARI GÜLLER

140

KEND‹LER‹NE ÖZGÜ KISA KISA ÖZELL‹KLER‹YLE

BÜTÜN DÜNYANIN

TANIDIKLARI

Her yeni filminin meslekteki en yüksek baflar›s› oldu¤u san›lan Marlon Brando, o filmden sonra çevirdi¤i her filmdeki oyunuyla da ayn› övgüyü ald›. Yap›mc›lardan istedi¤i çok yüksek ücretleri onlara kabul ettirdi ama... Kazand›¤› Oscar Ödülü’nü almay› kabul etmedi. Beyonce Knowles

Josephine

En pahal› parfümlerin reklam filmlerinde rol alan dünyan›n en pahal› reklam oyunculad›ndan flark›c› Beyonce Knowles, alerjisi nedeniyle hiçbir parfüm kullanamamaktad›r. Orta Amerika adalar›n›n küçük bir bal›kç› kasabas›nda, yoksul bir ailenin k›z› olan ve fleker fabrikas›nda çal›flan Josephine dul kald›¤›nda, kendisinden 6 yafl küçük Napoleon ile evlendi.

Marlon Brando

Bir Frans›z gazeteciye Türkiye’deki yönetimi elefltirip, “Baflka bir ülkeye yerleflmek istiyorum” diyen Faz›l Say, bu görüflünü de¤ifltirdi ve ülkesinde kal›p “görevi”ni buradan sürdürmeye karar verdi.

Faz›l Say 141


BD MART 2008

“Rüzgar Gibi Geçti”nin unutulmaz aktristi Leigh, kazand›¤› iki Oscar Ödülü’nü evinde kap› kulpu olarak kullan›r, sürekli bir fleylerden yak›n›r, herfleyin ters gitti¤ini düflünür ve çevresindekilere rahat vermezdi. Wilhelm Tell

Galileo Galilei

Engizisyon Mahkemesi’nde yarg›land›¤› s›rada, her çeflit iflkenceyi ve idam cezas›n› bile göze alan ‹talyan bilim adam› flunu söylemekten hiç vazgeçmedi: “Hepiniz karfl› ç›ksan›z da, Dünya yine de dönüyor.” Yaflam›n›n ileriki bölümünü tümüyle sa¤›r

Beethoven

olarak geçirdi. “9. Senfoni”sini çalan orkestray› tek notas›n› bile kaç›rmadan yönetti; ama alk›fllar› duyamad›. Julius Sezar Orkestra üyeleri alk›fllar› “görmesi” için yüzünü salona çevirmek zorunda kald›lar.

“Geldim, gördüm, yendim” sözünü, Tokat’›n Zile ilçesinde, Pontuslar’la yap›lan befl günlük savafltan zaferle ç›k›nca söyledi. 142

Pelin Hazar

Yürüyen Merdiven

O¤lunun bafl›ndaki elmay› vurduktan sonra, kral›n “Sada¤›nda saklad›¤›n di¤er ok ne içindi?” sorusunu, “O¤lumu öldürseydim, ard›ndan seni öldürecektim” diye yan›tlad›.

NE, NED‹R, NASILDIR?

Vivien Leigh

Asansör, yürüyen bant ve yürüyen merdiven sektörünü bugün aralar›nda ThyssenKrupp ve Otis gibi büyük flirketlerin bulundu¤u birkaç firma yönlendiriyor. ir kattan ötekine ç›kmak ya da inmek için asansörden sonra yepyeni bir düflünceydi yürüyen merdiven... Bugün yürüyen merdiveni kimin sayesinde kulland›¤›m›z› araflt›r›nca karfl›m›za ç›kan sonuç pek flafl›rt›c› de¤il! Nathan Ames, Jesse Wilfred Reno, George A. Wheeler, Charles David Seeberger... Yani bu kez de birden fazla kifli ve bir bulufl! Yürüyen merdivene benzeyen bir makineye ilk patent Massachusetts’te yaflayan Nathan Ames taraf›ndan 1859 y›l›nda al›nm›fl; ancak Ames’in tasar›m›n›n çal›flan bir modeli hiç yap›lmam›fl. 1889 y›l›nda Leamon Souder, ondan üç y›l sonra da George A. Wheeler yürü-

B

yen merdivene benzeyen bir makineye patent alm›fl. Amerikan ‹ç Savafl›’n›n önde gelen adlar›ndan Jesse L. Reno’nun 1861 Kansas do¤umlu o¤lu Jesse Wilfred Reno’nun kafas›nda e¤ik düzlemde hareket eden merdiven düflüncesi henüz 16 yafl›ndayken oluflmufl. 15 Mart 1892’de, hareket eden düzleme patent alan ve tasarlad›¤› bu makineye “e¤imli asansör” ad›n› veren Reno, ilk ifllevsel yürüyen merdiveni 1890’lar›n sonunda New York, Coney Island’daki r›ht›ma kurmufl. Üzerinde bir tafl›y›c› bant›n yer ald›¤› bu düzenek yere 30o’lik bir e¤imle yap›ld›¤›ndan dengede durabilmek oldukça zormufl. Döner basamak düflüncesiyse bu sorunun çözümü olarak gündeme gelmifl. Bir 143


BD MART 2008

e¤lence arac› olarak kurulan merdiveni iki haftada 7500 kifli kullanm›fl; farkl›l›k ve yenilik olarak görülen bu makineye büyük ilgi gösterilmifl. eno’nun yapt›¤› kullan›fll› ilk yürüyen merdiven tüccar bir aileden gelen 1857 Iowa do¤umlu mühendis Charles D. Seeberger taraf›ndan gelifltirilerek 1897 y›l›nda yeniden tasarlanm›fl. Yürüyen merdivenin ‹ngiliz dilindeki karfl›l›¤› “escalator” Seeberger taraf›ndan, Latince’de basamak anlam›na gelen “scala” ve ‹ngilizce’de asansör anlam›na gelen “elevator” sözcüklerinden oluflturmufl. 1899 y›l›nda dönemin asansör üretiminde önde gelen markas› Otis’e kat›lan Seeberger, tasar›m›n› da

R 144

beraberinde getirmifl. Ticari ilk yürüyen merdiveni New York’da birlikte üretmifller. fiirket bu ifl için gerekli araflt›rma ve gelifltirme çal›flmalar›na, planlanan bütçeyi tam dört kat› aflarak o günler için büyük bir rakam olan 30 bin dolar harcam›fl. Seeberger-Otis yap›m› tahta basamaklara sahip yürüyen merdiven ilk ödülü 1900 Paris Dünya Fuar›’nda alm›fl. Charles D. Seeberger “escalator” sözcü¤ünü ayn› y›l marka olarak tescil ettirmifl. Kendi yapt›¤› yürüyen merdiveni gelifltirmeye yönelik çal›flmalar›na bir yandan devam eden Jesse W. Reno’nun Coney Island’da elde etti¤i baflar› onun bu alanda tan›nan bir kifli olmas›n› sa¤lam›fl. 1900 y›l›na gelindi¤inde Reno’nun makineleri al›flverifl merkezlerinde, sergi salonlar›nda ve metro istasyonlar›nda kullan›lmaya bafllanm›fl. 1902 y›l›nda Reno kendi flirketini kurmufl. Seeberger kendisinde bulunan patent haklar›n› 1910 y›l›nda Otis’e satm›fl, flirket 1911 y›l›ndaysa Reno’nun sahip oldu¤u patenti alm›fl. Bir dönem Seeberger’inki ve Reno’nunki olmak üzere iki çeflit yürüyen merdiven üretilmifl. 1920’lerde David Lindquist’in bafl› çekti¤i Otis’li mühendisler Reno ve Seeberger’in tasar›mlar›n› birlefltirip gelifltirince bugün kullan›lanlara benzer “L-modeli” ad› verilen yürüyen merdiven 1921 y›l›nda piyasaya sunulmufl. Yir-

minci yüzy›l›n ilk yar›s›nda kendi yürüyen merdivenlerini üretmeye bafllayan birçok üretici; “escalator” sözcü¤ü 1950 y›l›na de¤in Otis’in tescilinde oldu¤undan, ürünlerine farkl› adlar vermek zorunda kal›yorlarm›fl. Amerikan Patent Ofisi “escalator” sözcü¤ünün hareket eden merdivenleri tan›mlayan genel bir terim oldu¤una karar verince, 1950 y›l›nda sözcük bir markay› temsil etmekten ç›km›fl. Asansör, yürüyen bant ve yürüyen merdiven sektörünü bugün aralar›nda ThyssenKrupp ve Otis gibi büyük flirketlerin bulundu¤u birkaç firma yönlendiriyor. Patent kaynaklar›na bak›ld›-

¤›nda farkl› kifliler taraf›ndan çeflitli yürüyen merdiven tasar›mlar›na iliflkin çok say›da patent al›nd›¤› görülse de, buluflun öyküsünü anlatan kay›tlara geçen ortak birkaç ad var. Ötekilerse tasar›mlar›n›n yeterince ilgi görmemesi ve kullan›labilir olmamas› nedeniyle tarihe gömülmüfller bile... Kimilerince kifliyi tembelli¤e iten bir araç olarak görülse de günlük yaflam›m›z› kolaylaflt›ran, saniyeler de olsa bize zaman kazand›ran büyük bir kolayl›k, yürüyen merdivenler... Kofluflturmacayla geçen günlerimizde k›sa bir süre olsun dural›m, o bizi tafl›s›n!• PelinHazar@butundunya.com.tr

Bir yolcu uça¤› da¤l›k bir yerden geçerken, hostes her zamanki gibi, yolculara çiklet da¤›tmaya bafllad›. Uçakla ilk kez yolculuk yapan yafll› bir adam hostesin neden çiklet da¤›tt›¤›n› merak etti: “Bu çikletleri neden da¤›t›yorsunuz?” diye sordu. Hostes bu soruya nazikçe yan›t verdi: “Yere indi¤imiz zaman kulaklar›n›z›n u¤uldamas›n› önlemek için, efendim” dedi. Uçak havaalan›na ininca yafll› adam, hostesi yan›na ça¤›rarak hem ona teflekkürlerini sundu hem de ondan bir yard›m istedi: “Do¤rusu, çiklet çok ifle yarad›, teflekkür ederim” dedi. “Fakat flimdi onu kulaklar›mdan çekip ç›karmak için bana yard›m etmeniz gerekiyor...”•

“Satranç”›n Yan›tlar›... Atak: 1. Fxf7+ Kxf7 2. Vxf7+ Vxf7 3. Axf7 Fxe4 4. Kxe4 (3... fixf7 4. Kd7+) 1-0 Oyun Sonu: 1... f3! 0-1 (f piyonu kale de¤erinde) Kendi Gelen: 14. dxc5?? Fxf2 0-1 (15. fixf2 Vxd3)• 145


Anne ve Babalardan Dede ve Ninelerden Gönderi adresi: Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbule-posta: butundunya@butundunya.com.tr (e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla olmamas›na lütfen özen gösteriniz.)

Elif ve Ela Günefl, ‹zmir

Kaan Ata Özel, ‹zmir

‹. Aybars Bayam, Ankara

Sinem fiahin, Almanya

Julian Emin Walicki, ABD

Öykü Can, Eskiflehir

Baflak U¤urlu, ‹stanbul

Eylül Naz Türkselçi, Kocaeli

Alp Can Çetin, ‹stanbul

Alptu¤ Güveren, Kars

‹pek Tafldelen, Ankara

Hazar Ǜnar, Kocaeli

Duru Merey, Ankara

Ecem Türkay, Bursa

Ecem Orhan Halil, Bulgaristan

Zeynep B›çakç›lar ve Derin Alk›l›ç, ‹zmir

Özgür Can, Antalya

Sonat Ayd›nl›k, Adana


MEMLEKET ÖZLEM‹

Mankafa Poldi

148

“Güvercinlerle papa¤anlar› çiftlefltirmeyi niçin denemiyorsunuz? Böylelikle güvercin, yolunu kaybetti¤i zaman nerede oldu¤unu sorabilir.”

“Opera nas›ld›, Bay Poldi?” “fiöyle böyle! Sanatç›lardan biri, rolünü o denli az biliyordu ki, birçok yerleri yinelemek zorunda kald›.”

“Beni ba¤laman›za gerek yok. Rehberin paras›n› hemen ödeyece¤im.”

“Bu radyolar›n nas›l çal›flt›¤›na bir türlü akl›m ermiyor, Poldi.” “Çok kolay, teyze... Bir dü¤meyi çeviriyorsun, çal›flmaya bafll›yor.”

İlyas Halil

Ebel’in Kumlar›... “Kumlar bitti” dedi Ebel... “Deniz yaln›z bildi¤im say› kadard›r. Bildi¤im say›lar bitince denizi bilmifl olurum. Herfleyi kendi ölçüm kadar bilirim.”

I

ki ayd›r yürümesini unutmufl, iki ayd›r daldan dala kufl... ‹ki ayd›r Ebel’le yan yana, bazen gölde ördek, yüzüyor, bazen parkta kumru, paytak yürüyordum. Dalda flaflk›n dede, kuca¤›mda Ebel Ece... Dal›nda kaynar kazan, elinde kepçe, yald›z savurdu durdu bütün gece... Yeri gö¤ü, p›r›l p›r›l y›ld›zla doldurmufltu. Her sabah Ebel’in minik eli elimde, sorular bafllard›, dünya yeniden büyüdü, geniflledi. Bildi¤imi an›mdan, bilmedi¤imi kitaplardan anlat›yordum Ebel’e... ‹stesem de, istemesem de Ebel’le olunca kufllar›n kanatlar› s›rt›mda belirirdi, Ebel “Gel” deyince... “Grapa, ac›kt›m” deyince elma, armut sarkar kollar›mdan... Çocuklu¤umdan kalm›fl oyun, a¤aç olur beklerim, Ebel armudu yiyinceye kadar. ***

“Baflta çocuk olmak kolay olmayacak Ebel” dedim. “Seni çocuk oldu¤um soka¤a götüreyim. Orada denemifltim çocuk olmay›, orada filler, zürafalar çocuk boyundayd›. ‘Gidelim’ deyince kar›ncalar bana at, dört nala bahçede koflar dururdum. ‹stedi¤im anda var›lmayacak bir yerdeydim. Dünyan›n en güzel bahçesiydi, çocuk bahçem... “Bak Ebel, bu yenidünya a¤ac›, çocuklar›n dostu... Dallar› yerden bafllar, sar›, tatl› meyvelerin oldu¤u yerde biterdi. “Evet” dedi küçük Ebel... “Dedemin do¤du¤u ülkeye gidelim.” El ele iki çocuk... Ben üzgünü, Ebel’in gözlerinde heyecan... Necibe Nine’min a¤aç alt›nda masallar dinledi¤im günleri yafl›yorduk. “Bak Ebel” dedim. “Bu ilaç sand›klar› oyunca¤›md›. Halklar birbirini k›rarken, bofl sand›klarda büyür çocuklar... Denizden 149


BD MART 2008

toplad›¤›m çak›l tafllar›n› çivite boyard›m. So¤anda k›z›l olur bir çak›l... S›ra s›ra dizerdim, mavi develeri... K›z›l çak›l, kervan bafl› eflekti. Adlar›n› annemden ö¤redi¤im ülkeleri gezerdim.” *** üzel Ebel” dedim. “Gel seni büyük maviye götüreyim. Ak köpüklerinden ötürü Araplar’›n ‘Bahrul Abyad’ dedikleri Akdeniz’e...” Eski zaman sokaklar›n› iki çocuk geçtik el ele... ‹kimiz flaflk›n... Ad› unutulmufl eski bir soka¤›n sonunda, deniz ç›kt› karfl›m›za... Bitmez bir mavi, gök mavisinden daha güzel, ak balonlar, f›flk›r›r ucundan... “Ebel” dedim. “Deniz bu iflte, çocuklu¤umdan kalm›fl ikinci oyunca¤›m... Umar›m ki, yaflayaca¤›n günler bu su kadar çok ola, yaflayaca¤›n y›llar renkleri kadar güzel.” “Kumlar›n› sayabilir miyim?” dedi Ebel... “Denizi ö¤renmek istiyorum.” “Bütün kumlar› sayacak kadar vaktin olmayacak” dedim. “Nerdeyse gün bitecek, Akdeniz’in güzel karanl›¤› ayd›nlatacak yüzünü...” “Olsun” dedi. Ebel “Karanl›k gelse de denizi bilmek isterim. Kumlar›n› saymadan nas›l ‘Denizi biliyorum’ derim” dedi. Minik parmaklar› ile bir kum tanesi tuttu. Avucuna yerlefltirdi. Saymaya bafllad›. “Bir kum” dedi. “‹ki kum...”

“G

150

“Grapa” dedi. “Bu kumlar hep böyle küçük müydü eskiden?” “Evet” dedim. Sonra Ebel, “Üç, dört, befl” diye sayd›, kumlar› küçük avucuna s›ralad›. “Grapa” dedi. “Deniz benim gibi uyur muydu, annesi ‘Uyu’ deyince? Yata¤› var m› ona özel?” “Vard›” dedim. “Oldu¤u yer özel yeriydi Akdeniz’in... Evi sevinç eviydi. Bahçesinde güller hep sevinçti.” Saymaya devam etti Ebel... “Alt›, yedi kum tanesi” dedi, avucuna yerlefltirdi. “Grapa’s› var m› denizin?” dedi.

“V

ar” dedim. “Daha önce ya¤mur bulutunda yaflard› deniz... Tepemizde, gökyüzündeydi evi... Rüzgar estikçe düflürdü küçük damlalar›... Düfltükçe damlalar, deniz oldu toplanan su...” Elinde kum, iki damla deniz... “fiimdi bildim denizi, kumu” dedi. “Nas›l bilirsin?” dedim. “Ebel bak hâlâ saymad›¤›n çok kum var, çok su var.” “Kumlar bitti” dedi Ebel... “Deniz yaln›z bildi¤im say› kadard›r. Bildi¤im say›lar bitince denizi bilmifl olurum. Herfleyi kendi ölçüm kadar bilirim.” Nine Necibe’nin bir laf›n› an›msad›m: “Sevginin boyu kadar güzeldir çiçekler.”•

Mant›k Bilmecesi, Bulmaca fiubat Ay› Yan›tlar›, Çözümleri

Mant›k Bilmecesi Gitti¤i kent Eskiflehir ‹zmir Mersin Ankara Bolu

Ad› Buket Celal Haluk Kemal Nevzat

Eski oto markas› “Fiat” “Honda” “Ford” “Kia” “Volkswagen”

Yeni oto markas› “Kia” “Ford” “Volkswagen” “Honda” “Fiat”

Bulmaca 1 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20

2

3

4

5

6

U R U L L A ⁄ E R U M B A A K A R ‹ N A L R O A N N A N E A Y A T ‹ N E R M T ‹ A N A V A R ‹ N ‹ A N K E R A V A L N ‹ N P A D A B A L U A N T ‹ K K ‹ O R D A T A R

N E C ‹ P H A B L E M ‹ T O ⁄ L U

7

A S ‹ L

8

H E Y A M R O ‹ L A E S E A R S A T A T E O K S M E E K R

9

10

11

12

A T A Ç S T E ‹ L ‹ K A K ‹ N E N S A C E K E E R O R T A V N A T A O Z L E O K A J ‹ K L ‹ ‹ N O A K K O ‹ K K

13

R F A B ‹

14

15

S A Z E N D E

U S A R E

R A A T A D E K A ‹ Y A D L E T E M

halililyas@yahoo.ca 151


MANTIK B‹LMECES‹

KARELER VE RAKAMLAR

Prof. Dr. Yüksel Bozer

Cahit Batum

=

--

--

--

Votka

fiampanya

Viski

Beyaz flarap

K›rm›z› flarap

Fehmi Güngör Tahsin

-=

--

Sak›ncal› Bar

Cahit Cengiz

=

--

H›rka

Kazak

Lütfen dikkat edin: 0-9 aras›ndaki rakamlar, her soru grubunda de¤iflik biçimlerle simgelenmektedir.

Dolu Bar

=

+

Caz Bar

+

Rock Bar

--

+

Blue Moon

=

Kot pantolon

--

Mont

=

Tak›m elbise

+

2007-2008 y›lbafl› gecesi befl bekar erkek yaln›z olarak de¤iflik barlara gittiler. Afla¤›daki ipuçlar›ndan bu kiflilerin adlar›n›, giydikleri k›yafetleri, gittikleri barlar› ve özellikle ne içtiklerini bulunuz. ‹PUÇLARI: 1- Caz Bar’daki Fehmi saat 12:00’den az önce oraya varm›flt›. 2- Kazak giyen kifli k›rm›z› flarapa çok düflkündü. O denli ki gitti¤i bar›n ad› bile baflka bir rengi temsil etmiyordu. 3- Mont giyen kifli Sak›ncal› Bar’a gitmiflti; ama viski içmedi. 4- Tahsin votkay› çok seviyordu ve onu baflka bir içkiyle asla kar›flt›rmazd›. 5- Cahit o gün tak›m elbiselerini giymifl resmi bir davete gitmeye haz›rlanm›flt›. Ancak k›z arkadafl› gelemeyince gitmekten vazgeçen Cahit, Blue Moon’a gitmedi ve teselliyi beyaz flarapta aramad›. 6- “Rock Bar’da beyaz flarap içilmiflti. Ne o ne de h›rka giyen kifli Güngör de¤ildi.

K›rm›z› flarap Beyaz flarap Viski fiampanya Votka Blue Moon Rock Bar Caz Bar Dolu Bar Sak›ncal› Bar

Cahit Batum’dan “Kareler ve Rakamlar”›n fiubat Ay› Çözümü: 264 + 358 = 622 + 427 -- 243 =+ 184 691 + 115 = 806

864 -- 367

515 = 349 -- 160 = -- 207

497

355 = 142

Ad›

K›yafet

Bar

‹çki

YukselBozer@butundunya.com.tr 152

153


SATRANÇ

TOPALOV’UN ‹NT‹KAMI

Mustafa Yıldız 2006’da Dünya fiampiyonlu¤u maç›nda tuvalet krizi nedeniyle aralar› aç›lan Topalov ile Kramnik, ocak ay›nda Hollanda’da geleneksel Corus Turnuvas›’nda karfl›laflt›lar. Bu maçtan önce Topalov’un arkadafl› Cheparinov ile ‹ngiliz Short aras›nda da el s›kma krizi yafland›. Maçtan önce rakibinin elini s›kmayan Cheparinov hakem karar›yla yenik ilan edildiyse de özür dileyince oynamas›na izin verildi. 2006’da yenilen Topalov, Hollanda’ya yaln›zca Kramnik’i yenmek için gelmifl gibiydi. Topalov önce at feda ederek Kramnik’in dengesini bozdu. Her hamlesi yüksek gerilim içinde geçen oyunda vezir fedas› ile iki y›l›n intikam›n› alan Topalov zafere ulaflt›.

EFSANE YAfiAMA VEDA ETT‹

8 7 6 5

Satranç tarihinin efsane oyuncusu Robert James (Bobby) Fischer, ‹zlanda’da bir hastanede, her yafl›n› bir karesinde yaflam›fl gibi satranç tahtas›n›n son karesinde, 64 yafl›nda böbrek yetmezli¤inden yaflama veda etti. ABD’de do¤an Fischer, 15 yafl›nda büyükusta oldu. Y›llar süren savafl›mlardan sonra Sovyet Satranç Okulu’nu tek bafl›na y›kt› ve 1972’de Sovyet satrançç› Spassky’i yenerek dünya flampiyonu oldu. S›ra d›fl› kiflili¤i ve renkli oyunlar›yla satranc›n genifl kitlelere tan›t›lmas›nda büyük katk›lar› olan Fischer, formunun zirvesindeyken Karpov ile flampiyonluk maç› yapmay› kabul etmedi ve satrançtan koptu. 1992’de, Belgrad’da, Spassky ile oynad›¤› nostaljik rövanfl maç› d›fl›nda ortal›kta görünmedi.

8

Spassky-Fischer, 1972: 27... Fxa4! 0-1 (28. Vxa4 29. Vxe4 Tehdit e1 ve g2’den mat!

2

a

b

c

d

e

f

g

h

3

6

2

5

1

4 3 2

8

1

7

a

b

c

d

e

f

g

6 5

Fischer-Gligoric, 1959: 30. g6 fxg6 31. Kh1 Vd4 32. Vh7+ 1-0 (32... fif8 33. Kf1)

4 3 2 1 a

154

b

c

d

e

f

g

h

6

4

7

Fischer-Kupper, 1959: 20. Fxh6! gxh6 21. Ve3 Fg7 22. f6 Kh8 23. Kf1 Vb5 24. Vf3 Kc4 25. Vf5+ 1-0

7

5

8

1

Beyaz kazan›r

OYUN SONU Sapassky-Fischer, 1972

Topalov-Kramnik, Hollanda, 2008

4 3

ATAK Fischer-Spassky, 1972

h

1. d4 d5 2. c4 c6 3. Af3 Af6 4. Ac3 e6 5. Fg5 h6 6. Fh4 dxc4 7. e4 g5 8. Fg3 b5 9. Fe2 Fb7 10. 0-0 Abd7 11. Ae5 Fg7(D) 12. Axf7!! fixf7 13. e5 Ad5 14. Ae4 fie7 15. Ad6 Vb6 16. Fg4 Kaf8 17. Vc2 Vxd4? 18. Vg6 Vxg4 19. Vxg7+ fid8 20. Axb7+ fic8 21. a4 b4 22. Kac1 c3 23. bxc3 b3 24. c4 Kfg8 25. Ad6+ fic7 26. Vf7 Kf8 27. cxd5!! Kxf7 28. Kxc6+ fib8 29. Axf7 Ke8 30. Ad6 Kh8 31. Kc4 Ve2 32. dxe6 Ab6 33. Kb4 fia8 34. e7 Ad5 35. Kxb3 c d e f g h a b Axe7 36. Kfb1 Ad5 37. h3 h5 38. Af7 Kc8 39. e6 a6 40. Ag5 h4 41. Fd6 Kg8 42. K3b2 Vd3 43. e7 Af6 44. Fe5 Ad7 45. Ae6 1-0

Bu oyundan iki gün sonra turnuvan›n onursal oyuncular› Timman ile Ljubojevic aras›nda oynanan oyunda da beyaz›n 17. hamlesine de¤in Topalov-Kramnik partisinin hamleleri oynand›. Siyahlarla oynayan Ljubojevic 17... Vxd4 yerine 17... Khg8 oynad› ve bir figür önde yürüttü¤ü oyunu kazand›. Satrançta yenilik çok zor ama her oyun bir öncekinden yeni oluyor. MustafaYildiz@butundunya.com.tr

Siyah kazan›r

KEND‹ GELEN Ghitescu-Fischer 1960

14. dxc5?? Çözümler 145’inci sayfam›zdad›r. 155


BULMACA Filiz Leloğlu Oskay 1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 4

6

4

SOLDAN SA⁄A: 1) Fotografta gördü¤ünüz tiyatro sanatç›m›z. - Boru sesi. 2) Külhanbeyi ba¤›rmas›. - Hint prenslerine verilen ad. Bir karaci¤er hastal›¤›. 3) Prens ve prenseslere verilen fleref unvan›. - Kilometrenin k›sa yaz›l›fl›. - Bir peynir türü. 4) ‹çi krema ile doldurulmufl bir pasta türü. - Namus. - Akümülatör. - Hububat tozu. 5) Endonezya’n›n plaka imi. - Fiyat›n› art›rma. - “..... gözlerini sevdi¤im dilber / Seni görmeyeli göresim geldi.” (Karacao¤lan). - Ölümlü. 6) Güvence. - Çok iflleyen, canl›, hareketli. 7) Üzerine çivi çak›lacak ayakkab› geçirilen kundurac› arac›. - Erkeklerin ad ya da soyadlar›n›n önüne getirilen sayg› sözü. - Tümör. - Konut. 8) Engel. - Japon çiçek düzenleme sanat›. - ‹spanya’n›n Bask Bölgesi’ndeki ayr›l›kç› örgüt. 9) S›vanacak, boyanacak yerlere boyadan önce sürülen kat. - Kufllarda ve böceklerde uçmay› sa¤layan organ. 10) “Yunus .....” (“Ben yürürüm yane yane / Aflk boyad› beni kâne” dizelerinin flairi). - fiaflma belirten bir ünlem. - “..... Köprüsü” (‹vo Andric’in bir roman›). 11) Lokomotif taraf›ndan çekilen vagonlar dizisi. - Tiyatroda sahnede yerde bulunan kapak. 12) Çay›n etkin maddesi. Masallarda ad› geçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kufl. 13) Kale duvar›. - Kas. Yumurtan›n beyaz k›sm›. 14) Kiraya verilerek gelir getiren mülk. - Plasenta. - Paylama. 15) Güzel sanat. - Çiçe¤i baharat gibi kullan›lan, odunsu sapl›, kokulu bir bitki. - Bir gösterme s›fat›. 16) Osmiyum elementinin simgesi. - Briçte sanzatunun k›sa yaz›l›fl›. 17) Peru’nun baflkenti. - “..... Güler” (Fotograf sanatç›m›z). 18) Amerika Birleflik Devletleri’nin orijinal k›saltmas›. - S›caktan vücutta oluflan k›rm›z› lekeler. 19) Da¤ lalesi. - Silisyumun simgesi. 20) Toros Da¤lar›’n›n kuzey uzant›s› olan da¤lar. - Elma, armut gibi meyvelerin kurutulmuflu.

YUKARIDAN AfiA⁄IYA: 1) “Dut kurusu, süpürge tohumu yedi¤imiz / Ve bir godik arpa için / Sivas kap›lar›ndan geri döndü¤ümüz / Günleri defledik hey / Meri kekli¤im / Oy meri kekli¤im” dizelerinin yazar› olan flairimiz. - Çoban ›sl›¤›. 2) Eski M›s›r’da günefl tanr›s›. - Bir otomobil modeli. - Olumsuzluk eki. - Birleflik Krall›k’›n orijinal k›saltmas›. Samos adas›n›n Türkçe ad›. 3) A¤›zla ilgili. Tehir. - Volkanik tüf. - Anlam. 4) Lale yetifltirilen yer. - Fransa’da bir liman kenti. - Sodyumun simgesi. - Genifllik. 5) Bir yerden dinlenmeden, beklemeden, durmadan geçme. Akarsu vadilerinin afla¤› k›s›mlar›n›n deniz alt›nda kalmas›yla oluflan, girintili ve ç›k›nt›l› k›y›lara verilen ad. - Ali Özgentürk’ün bir filmi. - Dolayl› olarak anlatma. 6) ‹drarla d›flar› at›lan azotlu madde. - Metneryum elementinin simgesi. - Gösteriflsiz, sade yaflamaktan yana olan, rint. - Çanakkale’ye ba¤l› turistik ve arkeolojik bir belde. 7) Amerikan Havac›l›k ve Uzay Dairesi’nin k›sa yaz›l›fl›. - Avrupa’da bir yar›mada. - Satrançta bir tafl. - Cerahat. 8) Aktinyumun simgesi. - Bir nota. Eski dilde su. - Un elemeye yarar gereç. K›rm›z›. 9) Tibet s›¤›r›. - Yeterlilik, kifayet. Çanakkale’nin bir ilçesi. - Bir peygamber. 10) Ayl›k. - Olumsuzluk bildiren bir ön ek. Yunan abecesinde bir harf. - ‹lave. - De¤erli bir tafl. 11) Sahip. - Afrika’da bir ülke. 12) Yapraklar› yuvarlak ve genifl, çiçekleri beyaz, sar›, mavi, pembe renkte, durgun sularda yetiflen bir su bitkisi. - Bu¤daygillerden bir bitki. - Beyaz. 13) Romanya’n›n plaka imi. - Kimi yerlerde ayrana verilen ad. - Hitit. Eda, iflve. 14) Bir kimseye göre çocu¤unun çocu¤u. - Bir g›da maddesi.- Yap›lar›n duvar ve tavanlar›na süslemeler yapan usta, bezekçi. 15) Belirti, alamet.- Budizmde en yüksek mertebe.- Eski dilde yüz.•

FilizOskay@butundunya.com.tr 156

157


B‹ZE GÖNDER‹LEN K‹TAPLARDAN

ATEfiE DÖNEN DÜNYA: SARIKAMIfi, TÜRKÇE’Y‹ DO⁄RU, ETK‹L‹ VE GÜZEL KONUfiMA K‹T-HAPI, MATEMAT‹⁄‹N KÜLTÜREL TAR‹H‹, KLAS‹K MÜZ‹K REHBER‹ Atefle Dönen Dünya: Sar›kam›fl Prof. Dr. Bingür Sönmez, Reyhan Y›ld›z ‹karus Yay›nlar›

ar›kam›fl, Anadolu tarihinin en derin yaralar›ndan biridir. Truva, Çanakkale, Sar›kam›fl ad› s›k s›k geçen; ancak “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” oldu¤umuz olaylard›r. Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun en karanl›k sayfalar›ndan biri olan Sar›kam›fl, ilk kez yay›mlanan belge ve fotograflar eflli¤inde ayd›nlat›l›yor. Prof. Dr. Bingür Sönmez, “Gelece¤imizi emanet edece¤imiz çocuklar›m›za özellikle 1912-1938 aras›ndaki tarihimizi çok iyi ö¤retmemiz gerekir. Aksi halde Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun çöküfl nedenle-

S

158

rini anlayabilmeleri, cumhuriyeti özümsemeleri, sahiplenip gelece¤e tafl›yabilmeleri mümkün de¤il. ‹lkokuldan üniversiteye tarih kitaplar›m›z Türk ve dünya tarihinden savafllarla dolu. Baz›lar› birkaç gün, baz›lar› y›llarca süren bu savafllar› iki sat›rla anlat›p di¤erine geçiyor. Oysa savafl sonucu ne olursa olsun, askerler kadar sivil halk› da etkiler, kad›n ya da erkek, yetiflkin veya çocuk her bireyin trajedilerinin toplam›, toplumsal bir travmad›r savafl” diyor.

Türkçe’yi Do¤ru, Etkili ve Güzel Konuflma Kit-hap› Dilek fienzade Omega Yay›nlar›

ilim ve teknikte ilerleme, iletiflim devrimi ça¤›n› bafllatmas›na karfl›n dilde kirlenme ve bozul-

B

ma da salg›n hastal›k gibi ilerliyor. ‹nternet, cep mesajlar› bir mant›k dili yani matematiksel bir dil olan Türkçe’yi çok olumsuz etkiliyor. Filmlerdeki Türkçe’nin ruhuna uymayan yap›lanma karfl›s›nda do¤ru ve etkili konuflman›n s›rlar› bu kitapta. Kitap yan›nda ek olarak verilen CD, sesli örnekler eflli¤inde okura ›fl›k tutuyor. Önce dilin ne oldu¤u anlat›ld›ktan sonra 11 alt›n kural yal›n biçimde ve örnekleriyle aktar›l›yor. Günlük yaflam, ifl yaflam› aç›s›ndan son derece önemli olan sunum teknikleri gösteriliyor. Kiflisel geliflim kitaplar›na ilgi duyanlar ve tiyatro, sinema ö¤rencileri için el kitab›. Türkçe konuflan, birbirini anlamak isteyenlere dopdolu özenli bir çal›flma.

Matemati¤in Kültürel Tarihi Prof. Dr. Zeki Tez Doruk Yay›mc›l›k

adencilik ve Metalurji Ta“M rihi”, “Bilimde ve Sanayide Kimya Tarihi”, “Do¤a Karfl›s›nda Pratik ve Teknik U¤rafl›”, “Kimya Dili Üzerine Tarihsel ‹ncelemeler”, “Tekni¤in Evrimi” kitaplar› ve yay›mlanmay› bekleyen elliyi aflk›n kültür tarihi çal›flmas›yla ülkemizin say›l› bilimtarihçilerinden olan Prof. Dr. Zeki Tez, bu kez yurt d›fl›nda yürüttü¤ü bilimsel ça-

l›flmalar›n ›fl›¤›nda haz›rlad›¤› matematik tarihi ile okurun karfl›s›nda. Galileo Galilei’nin 1623 y›l›nda yazd›¤› “Do¤a matemati¤in diliyle yaz›lm›flt›r” sözü ile bafll›yor yap›t. Sayma ile bafllayan matematik, günümüzde can verdi¤i bilgisayara uzanan uzun geçmifli daha Türkçe kitaplarda görülmeyen görsel malzemeler eflli¤inde anlat›l›yor. Matematik yeryüzünde ilerlerken Anadolu’da kazand›¤› ivmeler de okura öykü tad›nda sunuluyor.

Klasik Müzik Rehberi Feridun Hürel Say Yay›nlar›

nne karn›ndan bafllayarak bebeklerin, çocuklar›n ve yetiflkinlerin klasik müzi¤in güzelliklerinden yararlanmas› konusunda baflvuru niteli¤inde bir kitap. Bilinçli bir klasik müzik dinleyicisi olmak isteyenler için haz›rlanm›fl kitapta, fotograflar›yla ve kronolojik s›rayla 232 besteci anlat›l›yor. Besteci konusunda bilgelendirmenin yan›nda dinlenmesi gereken yap›tlar s›ralan›yor. Liste önem, yafl, ülke ve alfabetik olarak da s›ralanarak klasik müzik dinleyicisinin en k›sa yoldan bilgilenmesini sa¤l›yor.•

A

159


B‹R FOTOGRAF B‹N SÖZCÜ⁄E BEDELD‹R Gönderi: Çağla Aydoğan

160


TÜRK RESSAMLARI: Hasan Naz›m Balaban

k›fl Hasan Naz›m Balaban, 1955 y›l›nda Bursa, Seç Köy’de dünyaya geldi. Ünlü ressam ‹brahim Balaban’›n o¤ludur. ‹lkokulu Seç Köy’de, ortaokulu Bursa’da okudu, lise ve üniversite e¤itimini ‹stanbul’da tamamlad›. Onbefl y›l çeflitli özel flirketlerde çal›flt›ktan sonra iki arkadafl›yla bir flirket kurup bu ifli 6 y›l süreyle yürüttü. 1997 y›l›nda, ticari ve mekanik ifllerin sanatç› ve hassas yap›s›na uymad›¤›na karar verip ortakl›ktan ayr›ld›. Bu zor karar› almas›nda kendisine, efli ve babas› destek oldu. Do¤du¤undan itibaren resim ve sanat ortam› içinde büyüyüp yetiflen sanatç›, kendini bildi¤inden buyana resim yapmakta olup son 10 y›ld›r tümüyle resimle u¤raflmaktad›r. Babas›n›n toplumcu, somut ve figüratif çizgisini sürdüren Ressam Hasan Naz›m Balaban, bugüne de¤in 70 kadar tablo ve 100’ün üzerinde desen üretti. Bu yap›tlar›n 60’dan fazlas› özel ve tüzel koleksiyonlarda yer almaktad›r.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.