BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI
YEREL SÜREL‹ YAYIN
Baflkent Üniversitesi Ad›na Sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal Yay›n Genel Yönetmeni: Mete Akyol Genel Koordinatör: Gülçin Orkut Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü: Çiğdem Ayhan ‹flletme Genel Yönetmeni: Sina Şen Yay›n Dan›flman›: Yaşar Öztürk Türk Dili Dan›flman›: Haydar Göfer Sanat Dan›flman›: Süheyla Dinç Redaksiyon: Fatma Ataman Düzeltme Sorumlular›: Nükhet Alicikoğlu, Emel Kurt
Seçiciler Kurulu: Prof. Dr. Nevzat Bilgin (Anısal Başkan), Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Prof. Dr. Solmaz Doğanca, Prof. Dr. Sevil Öksüz, Prof. Dr. Ender Varinlioğlu, Prof. Dr. Okay Eroskay, Prof. Dr. Fuat Çelebioğlu, Prof. Dr. Sedefhan Oğuz, Prof. Dr. Levent Peşkircioğlu, Necmi Tanyolaç, Haluk Cansın, İzmir Tolga, Alaettin Giray, Ayhan Erten, Nuri Özakyol, İlhan Banguoğlu, Ahmet Aydede, Manuel Bilos, Cengiz Dolunay Sürekli Yazarlar: Yücel Aksoy, Metin Atamer, Nuray Bartoschek, Cahit Batum, Prof. Dr. Yüksel Bozer, Sadi Bülbül, Ali Naili Erdem, Ali Murat Erkorkmaz, Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, İlyas Halil, Pelin Hazar, İlker İnal, Muzaffer İzgü, Mehmet Muhsinoğlu, Serdar Kalkan, Filiz Leloğlu Oskay, Saniye Özden, Yaşar Öztürk, Erdoğan Sakman, Songül Saydam, İzlen Şen, Cheryl Tanrıverdi, İzmir Tolga, Engin Ünsal, Mehmet Ünver, Dr. Mehmet Uhri, Orhan Velidedeoğlu, Mustafa Yıldız Yönetim Merkezi: 10. Sok., No: 45, Bahçelievler, Ankara Tel: (0312) 212 8016 (pbx) Faks: (0312) 234 1216 ‹letiflim Adresi: Mimoza 4/9, D: 1, Ataşehir, 34750, İstanbul Tel: (0216) 456 2727 (pbx) Faks: (0216) 456 2729 Abone Hizmetleri: (0212) 314 0888 Da¤›t›m: Yaysat Renk Ayr›m›: Mat Yapım Bas›m Tarihi: 30. 05. 2008
Baflkent Üniversitesi’nin bir kültür hizmeti olan Bütün Dünya 2000, Baflkent Üniversitesi kurulufllar›ndan 1. Cadde, No: 77, Bahçelievler, Ankara adresindeki Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve Ticaret A.fi.’nin 3. Cadde, No: 2, Yenimahalle, Ankara adresindeki tesislerinde bas›lm›flt›r. www.butundunya.com.tr butundunya@butundunya.com.tr
Y›l: 11, Say›: 121
H A Z ‹ R A N
2 0 0 8
‹ Ç ‹ N D E K ‹ L E R
7 Çıktık Açık Alınla, On Yılda... METE AKYOL
10 Ah, Çanakkale!.. Vah, Milli Eğitim!.. ORHAN VEL‹DEDEO⁄LU
17 İnsanı Sever Gibi Sevdi, Ağaçları, Dalları, Yaprakları... YAfiAR ÖZTÜRK
23 Leyla Gencer’i Dinledik Atatürk’ü Alkışladık KADR‹ KAYNAR KÜÇÜKPINAR
25 Uzakta Bir Gün AL‹ NA‹L‹ ERDEM
27 Bir Ülke: Bangladeş Dört Ödül: Nobel Ödülü
35 Prusya Elçimiz Ali Aziz Efendi’nin Düşlerle Beslenmiş Tasavvufi Öyküleri
91 Don Kişot Ve Don Kişotluk SONGÜL SAYDAM
96 Bakkal Amca MUZAFFER ‹ZGÜ
KONUR ERTOP
102 Gustav Mahler 40 Maarif Vekilinin Genelgesi ORHAN VEL‹DEDEO⁄LU
43 Futbolun Benim İçin Eski Tadı Yok Artık GÜRBÜZ EVREN
50 Meşalenin Aydınlattığı Gerçekler MET‹N GÖREN
53 “Yalan Rüzgarı” Ve Profumo Örneği MEHMET MUHS‹NO⁄LU
‹ZM‹R TOLGA
59 Pozitif Psikoloji Güçlü Yönlerinize Odaklanır CHERYL TANRIVERD‹
65 Dünyanın Yeni Harikası Petra NUMAN AYDINO⁄LU
YÜCEL AKSOY
1 05 Temel’den Sevgilerle
YENER ERGÜVEN
1 10 Ardıç Kuşu
77 Mucit Babamın Anısına MEHMET ÜNVER
MEfiALEN‹N AYDINLATTI⁄I GERÇEKLER 4
85 İbrahim Bey Emekli, Şimdi MET‹N ATAMER
‹lk Dersimiz Türkçe
15
1001 Güzel Söz
64
Haziran SuDokular›
70
Bilginizi Denetleyin
133
Anne ve Babalardan
148
Sayfa: 125
DR. MEHMET UHR‹
1 13 Kayıp Aranıyor! NURAY BARTOSCHEK
116 Varanasi ‹ZLEN fiEN
123 Küçük Büyük Buluşlar ‹LKER ‹NAL
125 Altın Kartal Yaz Kış Demeden Yumurtlar ERDO⁄AN SAKMAN
128 Mucizeler Yılıydı 1939 ‹LYAS HAL‹L
ALTIN KARTAL YAZ KIfi DEMEDEN YUMURTLAR
137 Tel Elbise Askısı ve Veksilloji 141 Bir Bayram Sabahında Lüfer Avı SEV‹L ÇALIfiKAN
Sayfa: 50
8
AL‹ MURAT ERKORKMAZ
PEL‹N HAZAR
71 Bırakmaz ki, Ayrılmak Olanaklı Olsun Talas’tan
Sizden Bize
143 Sakla Samanı Gelmez Zamanı SAD‹ BÜLBÜL
145 Beyaz Zambaklar Ülkesinde ENG‹N ÜNSAL
Mankafa Poldi
150
Kareler ve Rakamlar
152
Mant›k Bilmecesi
153
Satranç
154
Bulmaca
156
Ay›n Kitaplar›
158
Bir Fotograf Bin Sözcük 160 5
’DAN S‹ZE Mete Akyol
ÇIKTIK AÇIK ALINLA, ON YILDA...
B
ir insan›n yaflam›nda on y›ll›k bir zaman bölümü, sözü bile edilemeyecek denli k›sa bir süredir. Fakat ayn› süre, bir derginin yaflam çizgisinin çok önemli bir parças›d›r. Üstelik bu parça, o çizginin ilk on y›ll›k bölümünü oluflturuyorsa, önemi birkaç kat daha artmaktad›r. Bütün Dünya flu an, yaflam›n›n bu kat kat önemli ilk on y›ll›k bölümünü “aln›n›n ak›yla” tamamlam›fl olmas›n›n mutlulu¤unu duyumsuyor. Bütün Dünya’n›n bu mutlulu¤unun nedeni, bir sorumlulu¤u kendileriyle ortaklafla yerine getirdi¤i okurlar›d›r. Bir konser ancak dinleyicisiyle, bir tiyatro ancak seyircisiyle oldu¤u gibi, bir dergi de ancak, okurlar›yla bütünleflti¤inde bir varl›k oluflturabiliyor, bir anlam kazanabiliyor. Bütün Dünya bugün varl›¤›n› da, anlam›n› da, kendisiyle bir bütün oluflturan okurlar›na borçludur. Böylesi bir sorumluluk duygusunu paylaflmak bilincine sahip okurlar› olmasayd› Bütün
Dünya, dinleyicisiz bir konser, seyircisiz bir tiyatro kimsesizli¤inde kal›rd›; varl›¤› da k›sa sürede yoklu¤a dönüflebilirdi. Oysa okurlar› onu yaln›zca var etmekle, ona yaln›zca sahip ç›kmakla yetinmediler, çal›flanlar›n›n görev sorumlulu¤una, kendi okur görevi sorumlulu¤unu da katt›lar ve... Kollar›na girerek, ellerinden tutarak, arkas›ndan iterek, önünden çekerek ona güvenlerini de gösterdiler, desteklerini de verdiler. Bütün Dünya’ya onuncu y›l›n›n baflar› ipini gö¤üsleme mutlulu¤unu, iflte bu güvenleriyle, bu destekleriyle, onun çok özel okurlar› tatt›rd›lar. Bu büyük bir baflar›d›r ve bu büyük baflar›, kendilerine özgü özellikleriyle, tüm Bütün Dünya okurlar›n›nd›r. Onlar› tüm içtenli¤imizle alk›fllayarak kutluyoruz ve güvenleri için de, destekleri için de tek tek tümüne, teflekkürlerimizi de iletmek istiyoruz. Umar›z, teflekkür sözcüklerimizi de duyabiliyorsunuzdur, de¤erli okurlar›m›z, alk›fllar›m›z›n coflkulu seslerinde...• 7
S‹ZDEN B‹ZE MEKTUPLAR B‹ZDEN S‹ZE YANITLAR
Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul butundunya@butundunya.com.tr Faks: 0216-456 2729
aha çok taze ac›m; çünkü ye-
D ni ö¤rendim. Me¤er ailemiz-
den bir y›ld›z kaym›fl. Her ay yaz›lar›n› sab›rs›zl›kla bekledi¤im, o konuflur gibi kendine has üslubuna doyamad›¤›m, yaz›lar›n› bir yudumda soluksuzca okuyup bitirdi¤im o yüce insan, biz hayata yeni at›lan gençlerin eflsiz pusulas›, biricik dedesi, babas›... Ac›m›z büyük Bütün Dünya Ailesi olarak; ama biliyoruz sen orada da anlatmaya devam ediyorsun hikayelerini sadece bir süre biz duyamayaca¤›z o kadar... Say›n Eser Tutel, güzel insan çok ani oldu gidiflin... Her ay yaz›lar›nda oldu¤u gibi, yine safl›rtt›n bizi iflte... Orada çok mutlusun, flüphemiz yok; ama unutma olur mu ve bil dualar›m›z, yüreklerimiz hep seninle... Gökçe Günseler. ay›n Nuray Han›m, bu ayki yaz›n›z, beni yine çok etkiledi. Ayn› babam›n bana yapt›¤› ve benim de o¤luma yapmak istedi¤im fleyleri, daha da öteye tafl›ya-
S 8
rak yazm›fls›n›z. Yaz›n›z› saklay›p o¤lumun her yafl gününde okumaya karar verdim. Yaz›n›zdan dolay› çok teflekkür ederim. Yaz›n›za k›z›n›z›n fotograf›n› koyman›z ve kendisini görme f›rsat› vermeniz de çok güzel olmufl. Lara’n›n gözlerindeki samimiyet ve sevecenlik, sizin gibi sevgi dolu ve duyarl› bir insan olaca¤›n›n iflareti san›r›m. Sevginizin ve çabalar›n›z›n daim olmas› dile¤i ile, sayg›lar›m› sunuyorum..... Berkhan Esmer. alan söylüyorsunuz!.. “Her-
Y fleyden öte, o k›y› kasaba-
s›nda bir sevgilim olsun isterdim. Gözlerimin gözlerinde eriyece¤i, ellerimin ellerinde atefller içinde yanaca¤›, Çobany›ld›z›’n›n söndü¤ü ana de¤in ona fliirler okurken beni sab›rla, sevgiyle, özlemle dinleyecek bir sevgili... Benimle ac›lar›m›, sevinçlerimi paylaflan, beni tümüyle sahiplenen, ruhu benimle bütünleflen bir sevgili... Be-
nim baflar›lar›m›n yoluna güller döken, ac›lar›m› bal edip benimle paylaflan belki hiç olmayacak bir sevgili... Benim hiç böyle bir sevgilim olmad›, zaten düflü bile bana yabanc›...” (Bütün Dünya, fiubat 2008) Say›n Engin Ünsal, sevgisiz bir insan hiç böyle dizeler yazabilir mi? ‹flim gere¤i gecikmeli de olsa “Bütün Dünya” dergisini sürekli okuyorum. Sizin köflenizi de açl›kla ve hayranl›kla izliyorum. Ele ald›¤›n›z konular›n›zdan çok, yaz›fl biçiminiz, tarz›n›z “çok etkili”. Yaflam›m boyu ben de hep aldan›fllar içerisinde buldum kendimi... Sevmeyi Tanr›sal bir güç, “vermeyi iman” sayarak... Sizin ve sizin gibileri anlayan naçizane bizlerin oldu¤u sadece bu, insan olmak... Lütfen uzun yaflay›n. Sizlerin duyarl›l›¤›na, daha do¤rusu eski bir deyiflle “hislerimize tercüman olman›za” daha çok ihtiyac›m›z var. Ben hâlâ Adile Naflit’in ve Zeki Müren’in ölümüne inanam›yorum. Lütfen siz uzun ömürlü olun. Sevgi ve sayg›lar›mla daha nice bizlere de mal olan dizelerinizde buluflmak üzere... Sevgi Pekçevik. aflkent Üniversitesi sayesinde yafllar›mda dergimize yeniden kavufltum. Tabii, benimle birlikte bütün ailem de... Eme¤i geçen herkese gönül dolusu sevgiler ve teflekkürler.
B 50’li
Bilgiden bu denli yoksun onca dergiden sonra, noktas›ndan virgülüne kadar bilgi dolu bir dergiye tekrar hayat verdiniz. Her say›n›z›, maafl almak için aybafl›n› iple çeken bir ücretli gibi büyük bir sab›rs›zl›kla bekliyorum. Tüm yazarlar›n›z›n yaz›lar›n› doymayan bir bilgi açl›¤› ile okuyorum. Nereye gitsem, çantamda mutlaka bir say›n›z var. Her buldu¤um f›rsatta okuyorum, hayatta oldu¤um sürece de okuyaca¤›m. Ata’m›z›n ilkeleri do¤rultusunda, bilim ›fl›¤›n›n ayd›nlatt›¤› yolda yay›n yapt›¤›n›z sürece okuyaca¤›m. Yok, yazmaya devam edersem, sayfalar yetmeyecek. Bu nedenle sadece ve k›saca flunu diyorum: ‹yi ki vars›n›z... Sevgi ve sayg›lar›mla, S. Füsun Dinç. ugün dersanede bir arkada-
B fl›n elinde derginizi gördüm ve hemen anlad›m Bütün Dünya oldu¤unu... Yani derginin iç tasar›m›ndan bile fark› göze çarp›yor. Derginin ona ait olmad›¤›n› bir arkadafl›ndan ald›¤›n› söyledi. Derginin yay›na devam etti¤ini bilmiyordum, gerçekten gördü¤üm anda çok sevindim. Bir zamanlar babam›n getirmesini dört gözle bekledi¤im dergiyi, raflarda tükenmeden almak için sab›rs›zlan›yorum. Hepinize teflekkür ederim, eme¤inize de¤iyor! Özden fiahin. 9
TÜRK D‹L‹ Orhan Velidedeoğlu
Ah, Çanakkale!.. Vah, Milli E¤itim!.. ir deyimimiz var: Tüy leri diken diken ol mak... Sözlüklerde, ansiklopedilerde bu deyim tan›mlan›rken, tüyleri diken diken eden sözcükler kor ku, vahflet, dehflet, tiksinti... olarak vurgulan›r. Son y›llarda ve flu son y›llar›m›zda, ülkemizin gelece¤ine korkuyla bakarken bir gazete haberi beni dehflete düflürdü, tüylerimi diken diken etti . Adana Tar›m ‹l Müdürlü¤ü’nde düzenlenen toplant›da konuflan Adana Valisi ‹lhan At›fl, denetlemeye gitti¤i bir okuldaki gözlemini anlat›yor (Cumhuriyet, 28 Mart 2008): “Bir lisede, lise birinci s›n›f ö¤rencisine Adana’n›n ilçelerini sordum; sadece Seyhan, Yüre¤ir, Pozant› dedi [13 ilçeden üçü]. Herhalde Pozant›l›yd›. ‹kinci s›n›f ö¤rencisine sordum ayn› soruyu; Hatay, ‹skenderun, Tarsus diye
B
10
cevap verdi [Hatay ayr› bir il, ‹skenderun onun ilçesi; Tarsus da yine komflu il Mersin’in ilçesi]. “Türkiye’nin komflular›n› sordum, “Yunanistan ve ‹ran” dediler; o kadar. “Lise birinci s›n›f ö¤rencilerine Çanakkale Savafllar›’n› kim anlatacak, diye sordum. Anlatan ç›kmad›. Ayn› soruyu lise üçüncü s›n›ftaki bir ö¤renciye sordum, bilemedi. “Çanakkale Savafllar› nerede oldu; Çanakkale Savafllar› Kars ile Erzurum aras›nda bir yerde mi, yoksa Kars ile Sar›kam›fl aras›ndaki bir yerde mi oldu, diyerek flafl›rt›c› sorular sordum. Ara lar›nda tart›flt›lar, kararlaflt›rd›lar ve Kars ile Erzurum aras›nda bir yerde, yan›t›n› verdiler. “Bu yan›t› al›nca floke oldum. Bu üzücü ve korkunç bir fley...” *** Olamaz, bu kadar da olamaz!.. diye hayk›rmak geldi
içimden; bo¤az›m dü¤ümlendi. ‹nan›l›r gibi de¤ildi. Beni, “Bu kadar da olamaz!” diye hayk›rmaya iten, yüre¤imde depreflen bir baflka ac›yd›: 006 y›l›n›n yaz aylar›... Çaml›dere’deki da¤ evimizin balkonunda otururken dikkatimi çekti. Osmaniye’nin bir büyük ilçesinden gelip sitemizde çal›flan ustan›n, kendisine yard›m etmesi için memleketinden getirtti¤i on sekiz, on dokuz yafllar›ndaki o¤lu, ilerideki bir a¤ac›n alt›nda, cep telefonuyla uzun süre bir yerlerle konufltu. Sonra bir ara bafl›n› kald›rd›, beni gördü, koflarak yan›ma geldi ve “Amca, sen Atatürk’ün ‹stanbul’dan Samsun’a geçti¤i geminin ad›n› biliyor musun?” dedi. fiaflk›nl›k içinde yan›tlad›m: “Band›rma...” Yine o a¤ac›n alt›na kofltu, telefonla bo¤uflurcas›na 15-20 dakika bir yerleri arad›, konuflamad›. Küre¤ini omzuna ald› giderken, geminin ad›n› niçin sordu¤unu ö¤renmek için ça¤›rd›m: Cep telefonu sorusuymufl; belli sürede do¤ru yan›t verenlerin telefonlar›na bir ölçüde ücretsiz konuflmal›k yüklenecekmifl. Verilen süre içinde ba¤lant› sa¤layamad›¤›ndan bu olana¤› kaç›rm›fl. E¤itim durumunu sordum: Lise... (!) Mustafa Kemal’in ‹stanbul’dan Samsun’a geçti¤i tarihi sordum; gününü bildi, y›l›n› an›msayamad›...
2
Lise e¤itimini tamamlam›fl bir genç olarak Atatürk’ün Anadolu’ya geçti¤i tarihi ve bindi¤i geminin ad›n› nas›l olup da bilemedi¤ini sordu¤umda ald›¤›m yan›tsa, yürekler ac›s›. Liseyi önceki y›l bitirmifl. Lise 10’uncu s›n›fa kadar imam hatipte okumufl, o y›l imam hatip lisesi kapat›ld›¤›ndan normal liseye geçmifl. Hiç kitap yüzü görmemifl; bir defteri koltu¤unun alt›na s›k›flt›r›p iki y›l onunla gidip gelmifl; 10 ve 11’nci s›n›flar› da böyle geçiren bu gence lise dip lomas› vermifller. (!) Uluslararas› istatistiklerde, de¤iflik basamaktaki okullardan mezuniyet oran›n› yüksek göstermek u¤runa, okula kaydolmak ve gelip gitmek yeterli mi say›l›yor? Sonras›, zorunlu diploma... Ya daha sonras›?.. u nas›l bir okul; bu nas›l bir ö¤renci; bu ö¤renciyi okutan ö¤retmen nas›l bir ö¤retmen; bu nas›l bir “milli e¤itim” anlay›fl›?.. Bu çocuklar, b›rak›n ülkenin komflular›n›, yaflad›klar› ilin ilçelerini, ülkelerinin co¤rafyas›n› bilmiyorlar. Bu çocuklar, Çanakkale’nin nerede oldu¤unu da bilmiyor; Kars, Erzurum, Sar›kam›fl aras›nda kördü¤üm oluyorlar. Bu çocuklar›n... Çanakkale Savafllar›’n› bilmeyen bu çocuklar›n, Kurtulufl Savafl›’ndan ha-
B
11
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
berleri var m›; Mustafa Kemal kimdir, ne yapt›; biliyorlar m›?.. ay›n Adana Valisi, ö¤rencilere sordu¤u sorular›, onlar› e¤itmekle (ya da e¤itmeden diploma vermekle) görevli ö¤retmenlere sormay› düflünmüfl müdür? Sormad›¤›na göre, “floke” olmaktan öte “kalp krizi” geçirmekten korkmufl olmas›n... *** Cumhuriyet’in de¤erli yazarlar›ndan Say›n Dr. Erdal Atabek de ayn› konuya de¤inen 5 Nisan 2008 tarihli yaz›s›nda “ayn› yürek ac›s›yla” yaraya neflter vuruyor. Bir bölümünü al›nt›l›yorum: “Kendi ülkesinin tarihinden habersiz gençlerin yetiflti¤i bir lise e¤itimi. “Bütün olgunlu¤un altyap›s›n›n oluflmas› gereken lise döneminin e¤itimi. “Elbette bütün liselerimiz, bütün ö¤rencilerimiz bu ac›nacak bilgi düzeyinde de¤il. Pek çok iyi yetiflmifl gencimiz, y›llard›r e¤itim sisteminden yak›n›yor. “Bu sorunun yükünü bütünüyle ö¤rencilere yüklemek de yanl›fl. “Ama y›llard›r anlatmaya çal›flt›¤›m bir gerçek var: “E¤itimimiz kültürden kopuk. Genel kültür dedi¤imiz, olgunlaflma bilincinin altyap›s›n› oluflturan temelden yoksun bir e¤itimi sürdürüyoruz. “Tarih bilinci oluflmuyor. Co¤rafya anlams›z bir ezber dersi du-
S
12
rumunda... Matematik-geometri bafl belas› say›l›yor. Fizik konular›n›n neyi anlatt›¤› düflünülmüyor. Kimya ile uygarl›k aras›ndaki ba¤ kimsenin umurunda de¤il. Biyolojinin neyi anlatt›¤› ve neden anlatt›¤› belirsiz. Müzik varla yok aras›nda. Resim kültürü verilmiyor. [Ya, bir zamanlar liselerde okutulan psikoloji, sosyoloji, mant›k, felsefe derslerine ne oldu?] “Varsa yoksa testler... B›kk›n ö¤renciler... S›nava endekslen mifl y›llar... “Ondan sonra kendi tarihinin en önemli olaylar›ndan haberi olmayan ö¤renciler... “Düflünmeyi ö¤retemeyen bir e¤itim, bilginin sadece hamall›¤› n› yapt›r›r. “Ülkenin as›l felaketi budur...” *** il Derne¤i’nin 1990’l› y›llardaki bir kurultay›nda, üniversitelerde Türkçe dersleri okutulmas›na karfl› ç›kan bir Türk Dili profesörüne yan›t›mda, o günlerde yaflad›¤›m flu olay› örnek göstermifltim: Üzerinde çal›flt›¤›m konuyla ilgili olarak ayn› apartmanda oturdu¤umuz bir profesör arkadafl›mdan bilgi istedim. Do¤rudan kendi konusuyla ilgili bulmad›¤›ndan, yanl›fl ya da eksik bilgi vermifl olmamak için fakülte kitapl›¤›ndan konumla ilgili kaynak kitap getirmeyi önerdi ve birkaç gün sonra da –ilgili bölümü biri o y›l, di¤eri bir önceki y›l bitirmifl– iki ö¤rencinin mezuniyet tezlerini getirdi.
D
rtesi sabah tezleri geri verirken, yararlanabilece¤im bir bilgi bulabilme umuduyla gece bofla geçen saatlerimin öfkesiyle kar›fl›k üzüntüyle sordum: “Bu tezi kabul eden hocalar Türkçe biliyorlar m›? “Biliyorlard›r tabii; niçin sordun?” “Ben bu tezlerin ikisinden de bir fley anlamad›m. Her iki tezin yaz›l›m›, kurallara uygun düzenlenmifl birkaç tümce d›fl›nda son derece bozuk. Bu tezler nas›l kabul edilir? Profesör arkadafl›m, elini omzuma koydu ve ac› bir tebessümle, “Sevgili dostum” dedi, “Bunlar en iyileri, bu tezler de kabul edilmezse bölüm ö¤renci mezun edemez...” (!) *** Günümüzde de¤iflen ne?.. Türk Dil Kurumu’nun Türk Dili dergisinde (2008 Mart), Yrd. Doç. Dr. Münir Erten’in yak›nmas›na kulak verelim: “Bizler, üniversiteye, Türk Dili ve Edebiyat› veya Türkçe Ö¤retmenli¤i Bölümüne gelen ö¤rencilere flu yanl›fl, bu eksik... demekten; onlar›n bilgi yanl›fll›klar›n› düzeltmek, eksik bilgilerini tamamlamaktan dolay› istedi¤imiz düzeyde bir ö¤retim yapamamaktay›z...” Mustafa Balbay ise e¤itimin bir baflka ac› boyutuna de¤iniyor: “E¤itimin bugün ne durumda oldu¤unu anlamak için rakamlar vermek, örnek s›ralamak yerine
E
geçen hafta, iyi bir üniversitenin fizik bölümünde okuyan ö¤rencilerin anlatt›¤›n› paylaflal›m: Bir deney yapt›k... Hocam›z, iki ayr› malzemeden yeni bir malzeme yarat›ld›¤›n› söyledi... S›n›ftaki ö¤rencilerden biri “Hocam, yaratma sözcü¤ünü kullanamazs›n›z, yaratmak sadece Allah’a mahsustur” deyip dersi kilitledi. (Cumhuriyet, 20 Nisan 2008) 23 Nisan 2008’› kutlad›k, flenliklerle... Ne flenlik ama... “Kutlu Do¤um Haftalar› ile karfl›lan›yor 23 Nisan’lar... “Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› bütün illere, ilçelere bu haftan›n ifllerini tek tek s›ral›yor: “Peygamber Efendimiz konulu konferanslar... “Kuran kursu ö¤rencileri için K›rk Hadis Ezberleme Yar›fllar›. “Peygamberim, Hazreti Muhammed konulu yar›flmalar. lke genelinde 13 bin 268 etkinlik; vaazlar, yar›flmalar, ziyaretler. “Ulusal kimlikten dinsel kimli¤e dönüflüm yaflan›yor... “Sonra da ülkede kayg› duyulacak bir fley yok... “23 Nisan 2008... Tarihe bir not düflelim. Unutulmas›n.” (Erdal Atabek’in “23 Nisan 2008” bafll›kl› yaz›s›ndan... Cumhuriyet, 21 Nisan 2008)•
“Ü
OrhanVelidedeoglu@butundunya.com.tr 13
‹LK DERS‹M‹Z TÜRKÇE Saniye Özden
Sözcük bilginizi denetledikten sonra, do¤ru yan›tlar için 16’nc› sayfam›za bak›n›z
1. kabare (frans›zca) – a) gece kulübü b) tiyatro c) dans sahnesi ç) gazino
9. koç (ingilizce) – a) yi¤it b) çal›flt›r›c› c) spor çal›flt›r›c›s› ç) teknik yönetmen
2. gazino (italyanca) – a) müzikli e¤lence yeri b) kahvehane c) bar ç) kulüp
10. nisan (süryanice) – a) T. S. Eliot’ya göre aylar›n en zalimi b) mart ile may›s aras›ndaki ay c) bir kad›n ad› ç) bir erkek ad›
3. kaknem (yunanca) – a) çirkin, huysuz kad›n b) süslü kad›n c) yapmac›k ç) çelimsiz 4. kokona (yunanca) – a) güzel kad›n b) yafll› kad›n c) cad› ç) afl›r› süslü kad›n 5. balyoz (latince) – a) balta b) çekiç c) a¤›r çekiç ç) kazma 6. atafle (frans›zca) – a) elçi b) konsolos c) elçi yard›mc›s› ç) elçilik uzman› 7. ateist (frans›zca) – a) tanr›s›z b) tanr›tan›maz c) tanr› karfl›t› ç) tanr›dan kuflkulu 8. fuar (frans›zca) – a) büyük pazar b) pazar c) sergi yeri ç) panay›r
11. foto (yunanca) – a) ›fl›k b) fotografç› c) fotograf sanatç›s› ç) flipflakç› 12. kafle (frans›zca) – a) damga, mühür b) tu¤ra c) klifle ç) imza 13. erkete (yunanca) – a) gözcü b) cepçi c) yankesici ç) gaspç› 14. gard›rop (frans›zca) – a) dolap b) giysilik c) elbiselik ç) çamafl›rl›k 15. doping (ingilizce) – a) güçlendirici ilaç b) güç kayna¤› c) sporda yasad›fl› al›nan ilaç ç) moral
15
YAKIN TAR‹H‹M‹Z
‹LK DERS‹M‹Z TÜRKÇE YANITLAR
15’inci sayfam›zda yer alan sözcüklerin do¤ru karfl›l›klar›
1. kabare (frans›zca) – a) gece kulübü. 2. gazino (italyanca) – a) müzikli e¤lence yeri. 3. kaknem (yunanca) – b) çirkin, huysuz kad›n. 4. kokona (yunanca) – ç) afl›r› süslü kad›n. 5. balyoz (latince) – c) a¤›r çekiç. 6. atafle (frans›zca) – ç) elçilik uzman›. 7. ateist (frans›zca) – b) tanr›tan›maz. 8. fuar (frans›zca) –
a) büyük pazar. 9. koç (ingilizce) – c) spor çal›flt›r›c›s›. 10. nisan (süryanice) – b) mart ile may›s aras›ndaki ay. 11. foto (yunanca) – b) fotografç›. 12. kafle (frans›zca) – a) damga, mühür. 13. erkete (yunanca) – a) gözcü. 14. gard›rop (frans›zca) – b) giysilik. 15. doping (ingilizce) – a) güçlendirici ilaç.
Ahmet Bey, oturdu¤u semtin ünlü k›l›b›klar›ndand›. Bir gün kendisine çok k›zan efli Havva Han›m, maflayla s›rt›na birkaç kez vurdu. Ahmet Bey bu olaydan sonra solu¤u mahalle kahvesinde ald›. Tam yerine oturacakken arkadafllar›ndan biri Ahmet Bey’e laf att›: “Bugün hava sert” dedi. “Hava” sözcü¤ünü “Havva” anlayan Ahmet Bey hemen yan›t verdi: “Sert olsa ne olur?” dedi. “Vurdu¤u üç dört mafla…”• 16
Yaşar Öztürk
Atatürk ve Çevre
‹nsan› Sever Gibi Sevdi A¤açlar›, Dallar›, Yapraklar›...
Çankaya’daki bahçeyi yapan müdürle alan› dolafl›yordu. Çok yafll› ve genifl bir a¤aç Atatürk’ün geçece¤i yolu kapl›yordu. A¤ac›n bir yan› havuz, bir yan› dik yokufltu. Atatürk a¤aca yaslanarak güçlükle karfl›ya geçti. Müdür at›ld› ve “Emrederseniz hemen keseyim, efendim” dedi. Müdürün yüzüne bakt›: “Yahu” dedi. “Sen hayat›nda böyle bir a¤aç yetifltirdin mi ki, keseceksin.”
5
Haziran Çevre Günü, nedeniyle bu say›m›zda, Atatürk’ün çevre konusundaki duyarl›¤›n› ve özenini yans›tan anekdotlara ve an›lara yer veriyoruz. ‹lk anekdotumuz, ünlü yazar Falih R›fk› Atay’dan: “Baban›z Atatürk” adl› yap›t›nda Falih R›fk› Atay, “Atatürk bir do¤a afl›¤›yd›” diyor ve flu anekdota yer veriyor: “Yurdunun çöl bofllu¤undan ›st›rap duyard›. Bir gün Diyarba-
k›r taraflar›nda atla dolafl›rken yan›ndaki Kurmay Baflkan› ‹smet ‹nönü’ye, “Çabuk bana yeni bir din bul” dedi. Yan›t›n› da kendisi verdi: “A¤aç dini olsun bu... Evet bir din ki ibadeti a¤aç dikmek olsa.” Afet ‹nan ise, Atatürk’ün a¤aç sevgisini flu an›s›yla anlat›yor: “1937 y›l›n›n bahar mevsimiydi. Orman Çiftli¤i’ne Akköprü taraf›ndan gidiyorduk. Çiftli¤in o parças› meyve bahçesi haline konulmufl, fidanlar s›ra s›ra dizil17
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
miflti. fiimdi gölgeli¤i ve bol yeflilli¤i ile çok güzel olan bu yol boyu o zamanlar henüz küçük, çelimsiz a¤açlar›n s›raland›¤› ve yaz mevsiminde dahi pek güzel olmayan bir yerdi. tatürk, bu eski ç›plak topraklar üzerindeki meyve bahçesi haline getirilmifl olan bu yerlere nefle ile bak›yordu. fiimdi uzun kavak a¤açlar›n›n bulundu¤u yol kenarlar›nda iflçiler çal›fl›yor ve fidanlar dikiyorlard›. Atatürk birden floföre ‘Dur!’ diye ba¤›rd›. Yere indi¤inde orada olanlara, ‘Burada bir i¤de a¤ac› vard›, o nerede?’ diye sordu. “Kimse i¤de a¤ac›n› bilmiyordu. Çünkü orada çal›flanlar yenilerini düzenlemekle u¤rafl›yorlard›. Atatürk’ün biraz önceki neflesi kalmam›flt›. Çünkü çiftli¤in ilk çorak günlerinin bir yeflillik an›s› yerinden ç›kar›lm›flt›. Yol boyunca yürüyerek i¤de a¤ac› arad›k. O, ‘‹¤de eski ve çelimsiz bir a¤açt›. Fakat yaflayan ve baharda güzel kokular›n› etrafa saçan bir varl›kt›’ diye s›zland›. “Sonra bir konu açt›: ‘Co¤rafi çevre mi insanlar üzerinde etki yapar, yoksa insanlar m› o çevreye egemen olur?’ diye sordu ve sorusunu yine kendi yan›tlad›: “‘‹nsan zekâs›n›n, herfleye gücü yeter, do¤aya da egemen olur!’
“A
18
“Çiftlik merkezine geldik. Büyük hamam›n yap›s› bitmiflti. Onu gezerken i¤de a¤ac›n› yerinden kimin sökmüfl oldu¤unu da incelemek için ilgili olanlara sorular sordu. Kimse bu küçücük a¤ac›n sonu hakk›nda bir bilgi veremedi. “Atatürk bu önemsiz gibi görünen iflten hüzün duymufltu. Uyar›larda bulundu. A¤açlar korunacak ve bak›lacakt›. “Yeflilli¤in özlemini Kurtulufl Savafl› boyunca çok çekmiflti. Çankaya’y› oturmak için seçmesine gerekçe, orada birkaç büyük kara kavak a¤ac›n›n bulunmas›yd›. Onlar›n rüzgarl› günlerdeki h›fl›rt›s›ndan her zaman zevk duyard›. astal›¤›n›n ilk aylar›nda Çankaya’da dinlendi¤i günlerden birinde Keçiören’den bir dal badem bahar çiçe¤i getirmifllerdi. Bir vazo içinde odas›na götürdü¤üm zaman yüzünde bir nefle belirdi. “‘Bahar gelmifl, ne güzel’ dedi. ‘Fakat bu güzel çiçekler meyve vermeden solacak ve sadece bizim birkaç günlük göz zevkimizi doyurabilecek, ne yaz›k...’ “Bahar kokusunu alabilmek için çiçeklere e¤ilmiflti ve ‘Oh, hayat›n gençli¤i ne nefis!’ demekten kendini alamam›flt›. Fakat bu meyve verecek dallar›n kopar›lmas›ndan da kederlendi¤i görülüyordu.”
“H
Ankara’daki Orman Çiftli¤i’ni boz toprakl›ktan ormanl›k haline soktu, a¤açlar›n dikiliflini, tutuflunu, büyüyüflünü ad›m ad›m izledi. Vatan› yeflil ve bay›nd›r görmek için çal›flt›. Yalova’y›, Florya’y› o de¤erlendirmifl, Bursa’y› kapl›ca kenti yapmak için bizzat u¤rafl›p durmufltu. Planl› Ankara düflüncesi de onundu.
‹stanbul’dan döndü¤ünde binan›n yeni durumunu görmek istedi. Köflkten yan›ndakilerle oraya do¤ru yürüyordu. Bina görünür görünmez durdu ve büyük bir heyecanla “fiu yanda bir a¤aç vard›, ne oldu?” diye sordu.
ankaya’daki bahçeyi yapan müdürle alan› dolafl›yordu. Çok yafll› ve genifl bir a¤aç Atatürk’ün geçece¤i yolu kapl›yordu. A¤ac›n bir yan› havuz, bir yan› dik yokufltu. Atatürk a¤aca yaslanarak güçlükle karfl›ya geçti. Müdür at›ld› ve “Emrederseniz hemen keseyim, efendim” dedi. Müdürün yüzüne bakt›: “Yahu” dedi. “Sen hayat›nda böyle bir a¤aç yetifltirdin mi ki, keseceksin.” Hasan R›za Soyak’›n Çankaya’daki yaverlik dairesi dar gelmeye bafllam›flt›; durumu Atatürk’e iletti. Atatürk, binaAtatürk, Yalova’da bak›ms›z topraklar ve n›n gereksinime yetecek kade¤erlendirilmeyen termal kaynaklar› görünce dar geniflletilmesini uygun üzülmüfl ve gerekli emirleri vermifltir. (12 Eylül 1929) gördü. Yaz›n Atatürk ‹stanSoyak ve yan›ndaki arkadafllabul’dayken geniflletme ifline baflland› ve birkaç ay içinde tamam- r› önlerine bakt›lar, yan›t veremeland›. Bu arada ek yer açmak için diler. Atatürk çok kederlenmiflti; birkaç saniye oldu¤u yerde kald›. büyücek bir a¤aç kesilmiflti:
C
19
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
“Yaz›k, çok yaz›k” dedi. “Yahu bu ifl a¤aca dokunulmadan yap›lamaz m›yd› sanki? Bana söyleseydiniz, çaresini bulurdum.” Sonra geri döndü. Binaya girmeye gerek görmedi. Soyak bir baflka an›s›nda da flunlar› anlat›yor: tatürk çok be¤endi¤i bir yerde küçük bir köy evi, daha do¤rusu, O’nun deyifliyle bir kulübe ve çardak yapt›rmak istedi. Fakat kulübe ve çardak için ay›rd›¤› yerde 20-30 sö¤üt a¤ac› bulunuyordu; bunlar› kesmek gerekiyordu. Daha ilk anda büyük bir güçlükle karfl›lafl›lm›flt›; a¤açlar› bir türlü feda edemiyordu. “Sonunda düflünmüfl, tafl›nm›fl sö¤ütleri yanlara tafl›mak karar› vermiflti. Kendisi için çok önemli bu ifli bizzat yapacakt›. “Çiftlikten yeteri kadar iflçi seçildi, bir gün kendisi baflta ifle geçildi. ‹lkin yerleri de¤ifltirilecek a¤açlar için yeni çukurlar açt›rd›; sonra a¤açlar› söktürüp haz›rlanan çukurlara dikmeye bafllad›. “Sabahlar› erken saatte ifl yerine geliyor, akflam oluncaya kadar iflçilerle birlikte çal›fl›yordu. Ö¤len yemeklerini orada yiyordu; paydos zamanlar› da yere serilen has›r ve kilimler üzerinde dinleniyordu. Günlük resmi iflleri de orada görüyor, haz›rlanan evra¤› yine orada imzal›yordu. “Böylece birkaç gün çal›fl›ld›.
“A
20
Bir akflam art›k ifl bitmifl, kulübe için seçti¤i yer aç›lm›flt›. Kendisi memnun olmakla birlikte biraz düflünceli yere çömelmifl, etraf› gözden geçiriyordu. Ben ayakta durdum. Bafl›n› kald›r›p sordu: “‘Ne dersin çocuk, acaba bu a¤açlar tutacak m›?’ “‘Kesin bir fley söyleyemem Pafla’m’ dedim. “Yerlerini de¤ifltirdi¤i bütün a¤açlar tutmufltu. (...) S›k s›k oraya gider, bazen orada yemek yer, sonra ot minderli sedire uzanarak rahat ve sakin uyurdu.” Bir gün “Soframda iki sap çiçek istiyorum, hiç çiçek yok mu burada?” dedi¤inde sofradakiler “Bu kentte çiçek yetiflmez” demifllerdi. Bu yan›t üzerine oturdu¤u ba¤ evinde çiçekler yetifltirdi. Daha sonra yine bir yemekte Fevzi Çakmak’›n koluna girerek onu ve konuklar›n›, çiçek yetifltirdi¤i yere götürdü. “‹flte bunlar benim ikinci Sakarya zaferim” dedi. tatürk, yaflam› boyunca her uygun anda bir a¤aç gölgesinde dinlenip piknik yapmay› severdi. Çankaya’dan dalga dalga ormanlaflt›rma çal›flmalar› ülkeye yay›ld›. A¤açland›rman›n öncüsü oldu. S›k s›k evden ve iflten kaçarak do¤aya koflmas›n›n nedeni do¤a aflk›yd›. Hastal›¤›n›n ilerlemesi onu yata¤a ba¤lad›. Hasta yata¤›nda Sabiha Gökçen’e, “‹yileflti¤im zaman bir or-
A
mana gidelim, dere kenar›nda küçük bir ev yapt›r›p orada yaflayal›m” diyordu. Salih Bozok, onun bu özlemini gidermek için yata¤›n›n karfl›s›nda rahatl›kla görebilece¤i bir tablo getirdi. Tablo Atatürk’ün s›k s›k sözünü etti¤i ve yaflamay› arzulad›¤› orman manzaras›n› içeriyordu. Atatürk son günlerinde hep o manzaray› seyrederek avundu. Çocuklu¤unda do¤ayla iç içe geçen ortam› özler ve dile getirirdi. Harp Akademisi’ndeyken s›n›f arkadafl› Ali Fuat Cebesoy’la Alemda¤›’nda ormanl›k bir alanda p›nar bafl›nda oturduklar›nda “‹nsan yaflland›ktan sonra kentlerin gürültülü yaflam›ndan kesinlikle uzaklaflmal›, böyle sakin ve a¤açl›k bir yere çekilmelidir” dedi¤ini Cebesoy ölüm döfle¤inde onu görmeye gitti¤inde o günleri an›msayarak, “‹yileflir iyileflmez, Alemda¤›’na gidelim. Acaba o as›rl›k a¤ac›n dallar›
gölge veriyor mu? O ufak p›nar›n sular› yine buz gibi so¤uk mu? Yoksa zaman onu da kurutmufl mu?” diye sordu. Hasta yata¤›nda Afet ‹nan’dan da isteklerde bulundu. Afet ‹nan flöyle anlat›yor: “Hastal›¤› s›ras›nda bana daima tan›d›¤›m ormanl›k yerleri anlatmam› isterdi. Hatta nekahet devri için bir ormanl›k yerde dinlenmeyi düflünmüfl ve böyle bir yerin haz›rlanmas›n› da istemiflti. Benim kendisine en çok anlatt›¤›m yer ise Eskiflehir’in Sudiken ormanlar›yd›. Çünkü çocuklu¤umun bir k›sm› orada geçmifl ve üzerimdeki etkisi daima derin ve unutulmaz olmufltu. Atatürk Sudiken ormanlar›na gidemedi ama… O en güzel a¤açlar›n dikilip yeflerdi¤i An›tkabir’de Ankara’y› yeflillendiren güzel yapan a¤açlar›n ortas›nda yafl›yor, flimdi.”• YasarOzturk@butundunya.com.tr
Ö¤retmen, küçük Ahmet’e gördü¤ü bir a¤ac›n ne a¤ac› oldu¤unu nas›l anlayaca¤›n› sordu: “Söyle bakal›m, yavrum” dedi. “Bir a¤ac›n kiraz m›, yoksa erik a¤ac› m› oldu¤unu nas›l anlars›n?” Küçük Ahmet, bu soruya hemen yan›t verdi: “Dallardaki meyvelere bakar›m, ö¤retmenim…” dedi. “Hangi meyve varsa, a¤aç o meyvenin a¤ac›d›r.” Bu yan›t üzerine ö¤retmen, küçük Ahmet’e bir soru daha sordu: “Peki ya k›fl mevsimindeysek” dedi. “Dallarda meyve yoksa nas›l anlars›n?” Küçük Ahmet bu soruya da hemen yan›t verdi: “O zaman meyvelerin olmas›n› beklerim, ö¤retmenim…”• 21
Afla¤›daki mektup, liseden sonraki ö¤renimini Napoli’de sürdüren Kadri Kaynar Küçükp›nar taraf›ndan 8 May›s 1964 tarihinde yaz›lm›fl ve Tarsus’ta okudu¤u lisedeki edebiyat ö¤retmeni Haydar Göfer’e gönderilmifltir. Dergimizin 10 y›ldan buyana Türk dili dan›flmanl›¤›n› da yapmakta olan Haydar Göfer, eski ö¤rencilerinin kendisine gönderdikleri mektuplar› yay›mlad›¤› “Sevgili Hocam” adl› kitab›nda bu mektuba da yer vermifltir.
44 Y›l Önce Yaz›lan Mektup:
Leyla Gencer’i Dinledik, Atatürk’ü Alk›fllad›k 8 May›s 1964, Hotel Splendid, Napoli “Sevgili Hocam, “En az benim kadar sizi de sevinç ve gurura bo¤acak bir haberi müjdelemek istiyorum. “Çarflamba akflam› buradaki opera evinde Donizetti’nin ‘Roberto Devreux’u oynand›. ‘Kraliçe Elizabeth’ baflrolünde Leyla Gencer oynuyordu. “Napoli, gerek lirik, gerek oda müzi¤i bak›m›ndan hayli parlak bir geçmifle sahiptir. Opera sanat›n›n gerçekten sevilip de¤erlendirildi¤i bir flehir olarak ‹talya’da baflta gelir. “Çarflamba akflam› Leyla Gencer’i siz de dinleyecektiniz. As›rl›k, koca opera salonunu t›kl›m t›kl›m dolduran Napoli halk›, o akflam sanki ç›ld›rm›fl hayranl›ktan... Leyla Gencer’i kaç kere sahne d›fl›na ç›kard›lar, kaç demet gül, karanfil att›lar, hat›rlam›yorum. Geçen sene bir daha alk›fl-
BD HAZ‹RAN 2008
lanm›flt› Leyla... O, art›k dünyaya mal olmufl bir sanatkâr... “Çarflamba akflam› akl›mdan geçenleri anlatamam. Bir an herfleyi unutmufl, ben de o ç›ld›ras›ya alk›fla kap›lm›flt›m; ama art›k Leyla’y› alk›fllam›yordum. Sanki sahneden halk› selamlayan o derin tebessüm, bir uzak ülkeden geliyordu. Mustafa Kemal’di önümüzdeki; Leyla de¤il, Atatürk alk›fllan›yordu.
“O akflam duydu¤um kör bir milliyet hissi de¤il, as›rlard›r bizi körelten yobaz pençeyi silip, Türkiye’yi bütün insanl›¤a mal eden Mustafa Kemal’in sevgisiydi. “Türk denince ‘Barbar’ diye yüz çeviren keferenin, bir Türk sanatkâr›n› böyle ç›ld›ras›ya alk›fllay›fl›, bizlerin Mustafa Kemal’e ne kadar borçlu oldu¤umuzun ifadesi de¤il mi? Kadri Kaynar Küçükp›nar.”
Alkollü oldu¤u tüm davran›fllar›ndan belli olan bir adam, doktora derdini anlatmaya bafllad›: “Sabahlar› bafl›mda büyük bir a¤›rl›kla uyan›yorum ve gün boyunca kendimi ifle veremiyorum.” Doktor biraz düflündükten sonra karar›n› hastas›na aç›klad›: “Sizde önemli bir rahats›zl›k göremiyorum” dedi. “Bu durumunuz içkiden kaynaklan›yor olabilir.” Hasta, doktorun bu karar›n› dinledikten sonra aya¤a kalkt› ve kap›ya do¤ru yürüdü ve “O zaman ben üç dört saat kadar sonra geleyim” dedi. “O zamana de¤in ay›lm›fl olurum.”• Küçük Ahmet televizyondaki K›z›lderililer’in yüzlerini boyad›klar›n› görünce merakla babas›na sordu: “Baba, ne yap›yorlar böyle?” Babas›, gazetesini okumaya devam ederken o¤lunun sorusuna flu yan›t› verdi: “Savafla haz›rlan›yorlar o¤lum.” Küçük Ahmet, ertesi sabah annesini makyaj yaparken görünce koflarak babas›n›n yan›na geldi ve bir konuda babas›n› uyard›: “Baba kötü fleyler olacak” dedi. “Annem içeride savafl haz›rl›¤› yap›yor!”• Bir dostu ünlü yazar Gandolin’e yay›mlanmas› için ikide bir makele gönderip “Zahmet olmazsa virgülleri sen koyuver” diye bir de not ekliyordu. Sonunda bir gün Gandolin, arkas›na flu notu ekleyip yaz›y› dostuna geri gönderdi: “Sevgili dostum! Bir dahaki sefere lütfen siz virgülleri gönderin, yaz›y› ben yazar›m.”• 24
YAfiAMDAN GÖZLEMLER Ali Naili Erdem
UZAKTA B‹R GÜN Yurt yolculuklar›nda Atatürk, “Devletin sahibi sizsiniz. Bizler sadece sizlerin hizmetinde olanlar›z” sözlerini s›k s›k yinelerdi. Sonra bilmedi¤imiz bir fleyler yaflanm›fl olacak ki, “Birey, devlet içindir”e gelinmifl, yani baflkalar› Mersin’e giderken, biz tersine gitmifliz.
A
kflama do¤ru günefl aç›yor, rüzgar olmasa iyi... Bu yeflilli¤in ortas›nda çok fleyleri unutuyorum. Türkiye’den uzakta, bir yabanc› ülkedeyiz. Çocuklara özlemimizi gideriyoruz. Ne görsel ne de yaz›l› bas›nda sorunlar var. Herkes gül gibi geçinip gidiyor Televizyon ekranlar›nda yaflam›n mutlulu¤u programlanm›fl. K›skan›yorum. Niye biz bu güzelliklerden uza¤›z? Niye tüm sorunlar bizleri buluyor ve biri bitmeden bir öteki bafll›yor? Ço¤ald›k da ifllerimiz ondan m› sarpa sard›, yoksa siyasilerden mi kaynaklan›yor? Bu olanlara,
ak›l fikir erdiremez olduk. Cehaleti yenemedi¤imizden mi, ekonomiyi güçlü k›lamad›¤›m›zdan m›, belki de sa¤l›kl› bir demokrasiye kavuflamad›¤›m›zdan... Belki birkaç›ndan, belki hepsinden, sonuçta olumsuzluklar yakam›zdan düflmüyor. Her gün bir yeni bunal›m... Her gün bir k›z›lca k›yamet... Yoksulluk belas› halk›n yar›s›n› can›ndan bezdirdi. Bir avuç seçkinimizse paray› har vurup harman savuruyor. Gelir da¤›l›m›ndaki bu korkunçlu¤u ilk kez yafl›yoruz. Yöneticilerimize göre hepimiz zengin olmufluz. Herkes birbirine soruyor “Sen de zengin oldun mu?” diye... Birilerinin zengin oldu¤u 25
BD HAZ‹RAN 2008
do¤rudur. Ya cemaatten, ya tarikatlerin birinden olacaks›n ya da aileden... Bir tarihte de analar›n›n ç›k›n›ndan servet sahibi olanlar vard›, flimdi dü¤ünlerden...
Y
üzy›llard›r tevhit dini olan ‹slam siyasete alet edilince siyaset bezirgânlar› köfleleri tuttular. Bizden, sizden ayr›m› ac›mas›zca sürüyor. ‹ktidar›n ehliyetsiz yandafllar›n›n mal› götürdü¤ü dillerdedir. PKK vahfleti yeni boyutlar›yla gemi az›ya alm›flt›r. fiehitlerimiz bayrak bayrak gözyafllar›m›zla topra¤a veriliyor. Hükümete göreyse herfley f›st›k gibi... Ekrandan Rodrigez’in gitar konçertosu yay›l›yor. Aflkt›r ezgilerden yükselen, sevdad›r. Bizde ise a¤›tlar, a¤›tlar, a¤›tlar... Bugün burada her yer kapal›... Hazreti ‹sa’n›n gö¤e yükseldi¤i günmüfl. Maddi ile manevi iç içe, pozitivizmle, metafizik yan yana... Dün kraliçenin do¤um günüydü. Bayraklar›n› ast›lar, flenlikler sabahlara de¤in sürdü. Meclis ve kraliçe... Kimseler yad›rgam›yor. Gerçekte yad›rgamay› gerektirecek bir neden de yok. ‹fl desen ifl, ev desen ev, özgürlük desen özgürlük, hukuk desen hukuk var. Bu bir gönenç devletidir. Yollar temiz, insanlar temiz, her yer p›r›l p›r›l... Dün bir vatandafl›m›za “Türkiye’ye dönecek misin?” diye sordu¤umda “Niye döneyim? Bu26
rada insan muamelesi yap›yorlar. Döneyim de itilip kak›lay›m m› yine...” yan›t›n› al›nca devletle, vatandafl, devletle insan iliflkisi tüm uyumuyla yürürlüktedir diye düflündüm burada... Biz de bir zamanlar öyleydik. Yurt yolculuklar›nda Atatürk, “Devletin sahibi sizsiniz. Bizler sadece sizlerin hizmetinde olanlar›z” sözlerini s›k s›k yinelerdi. Sonra bilmedi¤imiz bir fleyler yaflanm›fl olunacak ki, “Birey, devlet içindir”e gelinmifl, yani baflkalar› Mersin’e giderken, biz tersine gitmifliz. fiimdi benim insan›m, benim efendim yabanc› diyorlar da hasretliklerini içine gömüp buralarda insan gibi yaflamay› ye¤lemifltir. Bu ay›p hepimize yeter.
P
encereden seyrediyorum. Bisikletli insanlar geçiyor, bir de köpeklerini gezdirenler... Günefl bir görünüp bir kayboluyor, arada ya¤mur ya¤›yor, ‹zmir’deki gibi... Belli ki denizi özlemiflim. Burada deniz var; ama ne mavi mavi, ne dalgalar› beyaz; ama deniz... “Denizlerden esen bu ince hava saçlar›nda e¤lensin” dizesine tak›l›yorum. Birazdan gazete almaya gidece¤im, borçlar›yla, flehitleriyle yanm›fl, y›kanm›fl insanlar›m›n aras›na gazetenin sayfalar› aras›nda kar›flaca¤›m ve büyük olas›l›kla bayra¤›ma sar›l› bir evlad›m›za a¤layacak, Fatiha yollayaca¤›m.•
DÜNYANIN DÖRT KÖfiES‹ İzmir Tolga
Bir Ülke:
Bangladefl Dört Ödül:
Nobel Ödülü
U
ç bin y›l önceki atalar›n›n, insan›n varl›¤›n›n ve yaflam›n›n anlam›n› de¤erlendirdikleri görüfl, duygu ve felsefelerini, üç bin y›l derinlikteki köklerinin imbiklerinden geçirip kendilerine özgü ortak bir kültüre dönüfltüren Bangladefl halk›n›n bu insansal zenginli¤ine hayranl›¤›n› Bat›, onlar› en üst düzeydeki ödülü Nobel’le üç kez onurland›rarak kan›tlam›flt›r. “Yeryüzündeki kültürler aras›nda en eskilerinden biri” tan›mlamas›yla, kültürler aras›nda özel bir konuma sahip olan Bangladeflliler’in ülkesine bu ödüllerden ilkini, 1913 y›l›nda edebiyat dal›nda, ünlü flair
ve düflünür Rabindranath Tagore getirmifltir. Çevirilerini, edebiyat adam› ve eski baflbakan Bülent Ecevit’in yapt›¤› fliirleriyle Türkiye’de 1940’l› y›llarda tan›nmaya bafllayan Tagore, 1913’te “Gitanjali” adl› yap›t›n›n ‹ngilizce’ye çevrilmesinden hemen sonra ayn› y›l, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alm›fl, ad›n›n dünyada yayg›nlaflarak duyulmas› ise, bu olaydan sonra bafllam›flt›. Dünyan›n “Nobel Ödülü sahibi flair” olarak tan›d›¤› Tagore asl›nda, yazar, düflünür, ressam, müzisyen, e¤itimci ve tümünden önce, bir hümanistti. Tagore’un zihinsel kapasitesi öylesine güçlüydü ki, ça¤dafl› ünlü Albert Einstein onunla 27
Tagore kendisini ziyaret eden ünlü bilgin Albert Einstein ile ve (afla¤›da) Tagore’un Nobel Edebiyat Ödülü Madalyas›
dostluk iliflkisi kurmak ve görüfllerinden yararlanmak istemiflti. Einstein, bir yak›n dostunun yard›m› sonucu Tagore’la tan›flm›fl, hatta onunla dostluk da kurmufltu. agore ile Einstein aras›ndaki bu söylefli banda kaydedilmifl ve bu kay›tlar 1930 y›l›nda “New York Times” gazetesinde yay›mlanm›flt›. Politikaya ilgi duymamas›na karfl›n Tagore, dünya politikas›n› etkileyen düflünce derinli¤ine sahipti. O zamanlar bugünkü Bangladefl’in bir parças› olan Hindistan’›n tarihinde en önem-
T 28
li kiflisi kabul edilen Muhandas Gandhi, Tagore’un bilgeli¤inden büyük ölçüde beslenmifl bir düflünür ve devlet adam›yd›. Tagore ise pek çok konuda farkl› düflünse de, Gandhi ile yak›n iliflkide olmufl ve Muhandas Gandhi’nin dünyan›n her yerinde “yüce ruh” anlam›na gelen “Mahatma” unvan›yla an›lmas›n›n öncüsü olmufltur. Tagore “Medeniyetler Çat›flmas›” ve benzer tezlerinin uluslararas› toplumlarda büyük be¤eni ve yandafl kazanmas›ndan y›llar önce “Kültürlerin Örtüflmesi” kavram›n›n da öncüsü olmufltur. Hindu kökenli bir soydan gelmesine karfl›n yaflam›n›n önemli bölümünü geçirdi¤i Bengal ülkesi, Tago-
Tagore, Ghandi ile yak›n iliflkide olmufl ve Muhandas Gandhi’nin dünyan›n her yerinde “yüce ruh” anlam›na gelen “Mahatma” unvan›yla an›lmas›n›n öncüsü olmufltur.
re’un ünlü yap›t› “Benim Alt›n Bengal’im” anlam›ndaki “Amar Sonar Bangla” adl› fliirini, Bangladefl’in ulusal marfl› olarak kabul ve ilan etmifltir. *** Bengladefl halk›n›n üç bin y›l derinlikteki köklerinin besledi¤i kültür, yaln›zca bir “Tagore” üretmekle kalmam›flt›. Santiniketan’da Tagore’un kurdu¤u bir kolejin yerleflkesinde do¤an bir çocuk, do¤umundan yetmiflbir y›l sonra Tagore’u izliyor, bir Nobel Ödülü de o getiriyordu ülkesine... Profesör Amartya Sen’in, ülkedafl› Rabindranath Tagore’la ortak yan›, yaln›zca onun da bir Nobel Ödülü sahibi olmas› de¤ildi.
Tagore, 1913 y›l›nda Nobel Edebiyat Ödülü’nü ald›ktan 20 y›l sonra, Santiniketan’da bir kolej kurmufltu. Profesör Amartya Sen’in ailesi, onun dünyaya geldi¤i bu yerleflkede oturuyordu. ebe¤in Tagore’la aras›ndaki üçüncü ortak yan ise, Tagore’un ona isim babal›¤› yapm›fl olmas›yd›. Bebek, Tagore’un yak›n bir arkadafl›n›n torunuydu. Torununun ad›n› koymas›n› dede, arkadafl› Tagore’dan istedi. Tagore, Bengal dilinde “Ebedi” anlam›na gelen “Amartya” ad›n› verdi¤i bebe¤in, kendisin-
B
29
BD HAZ‹RAN 2008
timden çok daha fazla, politik koflullarla iliflkili oldu¤unu, bilimsel veriler ve yöntemlerle kan›tlad›. üflüncelerini genifl topluluklara duyurmak için söyledi¤i onun flu sözü, bugün etkili tüm politikac›lar›n bilgelik da¤arc›¤›nda yerlerini alm›flt›r: “Ba¤›ms›z, demokrat ve nispeten özgür bas›n›n var oldu¤u hiçbir ülkede, bugüne de¤in ciddi boyutlarda açl›k ve k›tl›k görülmemifltir.” Amartya Sen, ekonomik olarak Hindistan’dan çok daha ileri durumda olan Çin’de, Mao’nun iktidarl›¤› süresince ortaya ç›kan k›tl›k dönemlerinde 60 milyon insan›n yaflam›n› yitirmesini, öte yandan demokratik rejime geçildi¤inden buyana, Hindistan’da benzer çapta bir durumun hiç görülmedi¤i olgusunu, sav›na kan›t da sunmaktad›r. 1998 Nobel Ekonomi Ödülü, gönenç ekonomisine katk›lar›ndan dolay› Profesör Amartya Sen’e verilmiflti. *** Bir kiflinin yapmakta oldu¤u ifl ya da ifller kartvizitine, o kifli taraf›ndan de¤il de, kendisini yak›ndan tan›yan “baflka kifliler” taraf›ndan yaz›l›yor olsayd›... Bangladefl’te hemen herkes, “Muhammad Yunus” ad›n›n alt›na kesinlikle flu tan›mlamay› yazard›: “Yoksullu¤un ac›s›n› yüre¤inde
D Prof. Amartya Sen ve Nobel Ekonomi Ödülü Madalyas›
den sonra Bangladefl’e ikinci Nobel Ödülü’nü getirece¤ini elbette bilmiyordu. martya Sen, temel kültürünü ülkesindeki okullarda ve çocukluk dönemini geçirdi¤i ülkesinde edinmiflti. Yaflam›n›n önemli bir bölümünü, yoksullu¤un nas›l yok edilebilece¤i konusunda düflünceler üstüne düflünceler üretmekle geçirmiflti. Nobel Ödülü ald›ktan sonra ara vermedi, hatta flimdi de sürdürüyor bu konuda düflünceler üretmeyi... Yaln›zca üretmekle de yetinmiyor, hemen her kamu iletiflim araçlar›ndan yararlanarak, bu düflüncelerini hal-
A 30
ka yay›yor, halkla paylafl›yor. Bu konudaki temel görüflü o, flöyle özetliyor: “Sorunlara çözümler eylemler yaparak de¤il, ak›l kullan›larak, düflünce üretilerek aranmal› ve bulunmal›d›r.” Yoksulluk hakk›nda yapt›¤› çarp›c› yorumlar, dünyan›n dikkatlerini bu insansal düflünüre, dünyan›n en önemli ekonomistlerinden biri kabul edilen Sen’e çevirdi. ‹sim babas› Tagore’la aras›nda flimdi, dördüncü ortak yan da oluflmaya bafllam›flt›: Tagore gibi, Amartya Sen de hiçbir zaman politikayla ilgilenmedi; ama dünya politikas›n› etkiledi. Zengin ülkelerle yoksul ülkeler aras›ndaki temel fark›n üre-
duymad›¤› bir an bile olmayan ekonomist, finansal deha ve Bangladefl’in iyi insan›”. 2006 y›l›ndan sonra da bu tan›mlaman›n bafl›na, onun bir özelli¤i daha yaz›l›rd›: “2006 Nobel Bar›fl Ödülü sahibi”. Ülkesine bir Nobel Ödülü de kendisinin kazand›rmas›n›n gururunu yaflayan Dr. Muhammad Yunus bu ödülünü, kurucusu oldu¤u Grameen Bankas›’yla paylafl›yordu. O bankay› kurmas›n›n öyküsü ise, dünyan›n hiçbir bankas›n›n kurulufl öyküsüne benzemiyordu. Grameen Bankas›’n›n kurulma öyküsünün temelinde, “Çok gereksinim içindeki kiflilere, geri ödenmesi beklenmeden verilen paralar” oldu¤unu söylemek, gerçe¤e ayk›r› olmaz. Dr. Muhammad Yunus, gençlik y›llar›nda özellikle bir konuda çok rahats›zl›k duyuyordu. Sokakta gereksinim duyan kiflilere para verilmesi olay›, onu yaln›zca rahats›z etmekle kalm›yordu, bu ifle bir son vermesi için gece gündüz beynini zorluyordu da... ereksinim içindeki kiflilere geri ödenmesi beklenmeden para verilmesi ya da tefeciler taraf›ndan çok yüksek faizli kredi verilmesi olay›n› “onur k›r›c›” buluyordu Dr. Muhammad Yunus. “Paraya gereksinim duyan kifliye ancak ödünç para verilmelidir” diyerek, as›l katk›s›n›
G
31
BD HAZ‹RAN 2008
yoksullar›n ceplerinden önce, beyinlerine yap›yordu. lerideki günlerde Dr. Muhammad Yunus, hiç de beklemedi¤i ilginç bir olayla karfl›laflt›. Kendilerine “Bunu size sadaka olarak de¤il, ödünç olarak veriyorum” diyerek verdi¤i paralar, bir süre sonra, hiç de beklemedi¤i bir biçimde, geri ödenmeye bafllad›. Üstelik, bir ö¤ün yemek paras› tutar›ndaki bu paralar› “ödünç” alan kifliler, bu paralar› tüketim amaçl› harcamak yerine, daha çok üretmek için bir çeflit kredi gibi kullanm›fllar ve yaflam düzeylerini bir nebze de olsa, yoluna koymaya bafllam›fllard›. Dhaka Üniversitesi’nde yoksullukla savafl›m projeleri üzerinde çal›flan Dr. Yunus 1983 y›l›nda devlet kaynaklar›ndan buldu¤u yaklafl›k 50 bin dolar tutar›ndaki bir fonu, binlerce kifliye kredi olarak da¤›tt›. Bu kredileri kullanan küçük ama çok küçük üreticiler, üretimlerini art›rd›lar; bunun sonucu olarak gelirlerini art›rd›lar ve gönencin giderek tabana yay›lmaya bafllad›¤› görüldü. 50 bin dolarla bafllayan bu at›l›m›n sonunda, bugün yaklafl›k 6 milyon kiflinin yararland›¤› ve birkaç milyar dolar› aflan varl›¤›yla Grameen Bankas› do¤du. Tüm insanl›¤a umut veren bu uygulaman›n ad› “mikro kredi”ydi. Mikro kredi milyonlarca
‹
32
aileye yaflama gücü ve sevinci veren, dünyaya bar›fl umutlar› saçan bir uygulama oldu. Baflar›s› kan›tland›ktan sonra Bangladefl’in s›n›rlar›n› aflt›, baflka ülkelerin gereksinim içindeki insanlar› için de bir umut kayna¤› oldu. Bu ülkelerden biri de Türkiye’dir. Dr. Yunus, bu buluflunun sevgi duydu¤u ülkelerden biri olan ve y›llard›r ziyaret etti¤i Türkiye’de de uygulanmas›ndan büyük bir mutluluk duyuyor. Bir bankay› ve o bankan›n kuruluflunu sa¤layan kifliyi Nobel Ödülü sahibi yapan “mikro kredi” yöntemi, bir süreden buyana, “Grameen Bank Turkey Micro-Credit Project” adl› projeyle Türkiye’de de uygulamaya geçirildi. ilyonlarca Bangladeflli’nin “kurufllar›yla” kurulan Grameen Bankas›, kendisini “yoktan var eden” Bangladefl halk›n›n onurlu yaflam›n›n maddesel düzeyinin yükselmesini sa¤lamakla kalmad›, onurlu savafl›mlar›nda onlara bir de, insansal servetin en büyü¤ünü, Nobel Ödülü’nün onurunu kazand›rd›. Muhammad Yunus’un, “halk taraf›ndan, halk için, halkla birlikte” ve “halk›n kurufllar›yla” kurdu¤u bankan›n kazand›¤› Nobel Ödülü, gerçekte bir baflar›ya sunulan en yüksek düzey-
M
Dr. Muhammad Yunus ve Nobel Bar›fl Ödülü Madalyas›
deki alk›fl olmas› anlam›n›n çok ötesinde, Bangladefl halk›na “Bat› kültürü”nün aya¤a kalkarak gönderdi¤i, “içtenlikli ve sürekli hayranl›k alk›fllar›”d›r. yn› Nobel Bar›fl Ödülü’nün Dr. Muhammad Yunus’un pay›na düflen bölümünün gerçek anlam› ise, bar›fl için yöntem arayan dünyan›n irili ufakl› tüm yöneticilerine, izleyebilecekleri bir “örnek adam”›n varl›¤›n› Nobel Ödülü’nün ›fl›klar› alt›nda göstermektir. Bir yandan siyasal sataflmalar›n hedefi olmaktan kendini korumaya çal›flan, bir yandan yoksullukla savaflan, bir yandan do-
A
¤al afetler karfl›s›nda varl›¤›n›, yoksulluk afeti karfl›s›nda onurunu koruyan Bangladefl halk›, tarihinin üç bin y›l derinliklerindeki köklerinden süzülerek gelen kültürü yan›s›ra, bireysel ve toplumsal terbiyesine de dört elle sahip ç›kmas›n›n ödülünü, hiç kuflkumuz yok, ileride de kazanmay› sürdürecektir. Bat› kültürünün hayranl›k ve takdir alk›fllar›n›n simgesi Nobel Ödülü’nün yaln›zca dördü, Bangladefl için yeterli olmayacakt›r. Bat›’n›n, Bangladefl karfl›s›nda ayakta sürekli hayranl›k ve takdir alk›fllar›n›n seslerini dünya halklar› ve onlar›n yöneticileri, daha uzun y›llar duyacaklard›r.• izmirtolga@butundunya.com 33
•Do¤aya göre tüm insanlar birdir; fakat pratikte birbirinden dehfletli ayr›l›k gösterirler. •Do¤runun ne oldu¤u bilindi¤i halde yapmamak en büyük korkakl›kt›r. •Evinizin efli¤ini temizlemeden, komflunuzun dam›ndaki kardan flikayet etmeyiniz. •Hatan›n en büyü¤ü, hatal› oldu¤unu bilip de onu düzeltmenin çaresine baflvurmamakt›r. •‹nsan›n, ömrü boyunca yönelmesi gereken bir kural› var m›d›r? Varsa, bu olsa olsa iyilik ve sevgi kural› olur. Sana yap›lmas›n› istemedi¤in fleyleri, sen de baflkalar›na yapma. •Üstün bir insan üç fleyden kaç›nmal›d›r: Gençken h›rstan, güçlüyken kavgac›l›ktan, yafll›l›kta da açgözlülükten. •E¤er a¤›rbafll›, de¤erli bir adam görürsen onun arkas›ndan KONFÜÇYUS’TAN gitmeye çal›fl! •Olgun insan güzel söz söylemesini bilen inDERLEYEN: ÖZÜM LARÇIN san de¤il, söyledi¤ini yapan ve yapabildi¤ini söyleyen insand›r. •Kalbine bakt›¤›n zaman orada kötü bir fley görmezsen, ürkülecek ve korkacak ne vard›r? •Alçakgönüllülükle konuflmayan bir kifli, zamanla bununla ilgili tüm sözcükleri de unutabilir. •Sadakat, vefa ve içtenlik her zaman ilk ilkelerin olsun. •Üstün insan öteki insanlara sayg› gösterir, o zaman dünyan›n dört buca¤›nda oturanlar onun kardefli olur. •Uza¤› düflünmeyen adam, ac›y› yan› bafl›nda bulur.•
Ö⁄ÜTLER
34
BÜYÜK YAPITLARIMIZ Konur Ertop
Prusya Elçimiz
Ali Aziz Efendi’nin
Düfllerle Beslenmifl
Tasavvufi Öyküleri
O
smanl› ‹mparatorlu¤u’nun Prusya elçisi Giritli Ali Aziz Efendi’nin bu son görevi iki y›l sürdü. Berlin’de ölen Aziz Efendi, orada topra¤a verildi. fiiirlerinin yan›s›ra tasavvuf konular›yla ilgili “Varidat” (“‹çe Do¤an fieyler”) diye bir yap›t› da vard›. Burada anlafl›lmaz gibi görünen baz› tasavvufi söz ve kavramlar› konu ediniyordu. Aziz Efendi tasavvufun yan›s›ra simya (topra¤› alt›na dönüfltürmeyi amaçlayan ortaça¤ u¤rafl› alan›), cifir ve remil (gaipten haber verdi¤i varsay›lan bilgi alanlar›), sihir, t›ls›m konular›na merakl›yd›. Ancak, felsefeyle, astronomiyle de yak›ndan ilgilenmiflti. Do¤ubilimci Friedrich von Diez
ile bilim, felsefe konular›nda yaz›flmalar› olmufltu. Onun 1796’da yazd›¤› “Muhayyelat-› Ledünn-i ‹lahi” (“Tanr›sal Bilgiye ve S›rlara ‹liflkin Hayaller”) kitab›, ilk kez 1852’de bas›ld›. Tasavvuf ö¤retisi dile getirilirken yer verilen masal ögeleri, cinler, periler, ola¤anüstü olaylar yap›t›n büyük ilgi görmesine yol açt›. Gerçeklikten uzaklaflt›¤›n›, bofl inaçlar› dile getirdi¤ini ileri sürerek yap›ta tepki gösterenler de vard›: Nam›k Kemal, yap›t› “kocakar› masal›” diye nitelerken Ahmet Mithat Efendi de “Çengi” roman›nda gerçeklerden kopmufl, ak›l yolundan uzaklaflarak düfl dünyas›na sürüklenmifl kahraman› Danifl Çelebi’nin bu duruma gelmesinde “Muhayye35
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
lat” ve benzeri kitaplar›n pay› oldu¤unu ileri sürüyordu. onralar› Aziz Efendi, Do¤u masal›ndan Bat› roman›na geçifl yolculu¤unun önemli temsilcilerinden biri say›ld›. Ahmet Hamdi Tanp›nar yap›t›n yerli çizgiler tafl›d›¤›na dikkati çekiyordu: “Aziz Efendi’nin hikayelerinde, olay nerede geçerse geçsin, sokak ve mahalle ad›, gelenekgörenek, giyim-kuflam daima 18’inci yüzy›l ‹stanbul’udur. Konuflma ise, bazan modern bir hikaye duygusu verecek kadar, gerçe¤e yak›n çizgiler ile doludur. Naci Billah’›n hikayesinde, bir gecede haberleri olmadan, kendilerini Yemen’den M›s›r’a gelmifl gören cariyelerin flaflk›nl›¤›, K›ssa-i Recep Befle’de, Recep Befle’nin k›z› ile Süleyman A¤a’n›n o¤lunun evlenmelerine engel olmak isteyen tellak usta, Ermeni iflçi Nazl›’n›n ve komflu Ayfle kad›n›n kurduklar› kumpas, uyarlanm›fl bir hikaye olmas›na karfl›l›k, Molla Emin hikayesinin, o dönem ‹stanbul’unu çok hat›rlatan yanlar›n› oluflturur.” “Muhayyelat”ta, Do¤u masallar› tasavvuf kaynakl› bir düflünce çevresinde birleflirken canland›r›lan ola¤anüstü dünya ile 18’inci yüzy›l Osmanl› toplumunun gerçekleri biraraya gelmifltir. “Muhayyelat” uzun y›llar unutulmufl bir kaynak olarak kald›k-
S
36
tan sonra Behçet Necatigil, kitaptaki bir öyküden bir radyo oyunu oluflturarak yap›ta yeniden ilgi duyulmas›n› sa¤lad›. Düfl dünyas›na, gerçe¤in d›fl›na taflan olaylara çok düflkün olan Nazl› Eray, “Ay Falc›s›” roman›n› Aziz Efendi’nin an›s›na sundu. Bo¤aziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat› Bölümü ö¤retim üyelerinden Zeynep Uysal, “Ola¤anüstü Masaldan Ça¤dafl Anlat›ya: Muhayyelat-› Aziz Efendi” incelemesiyle yap›tta postmodernist roman ögelerinin, üstkurmaca uygulamalar›n›n yer ald›¤›n› gösterdi. Aziz Efendi’nin yap›t› her biri “Hayal” diye adland›r›lan üç bölümden oluflur. Her düflte bir çerçeve öykü yer almakta, bu öykülerin içinde de birbirine ba¤l› iç öyküler bulunmaktad›r. Yazar birinci ve ikinci düflleri Süryani, ‹brani ve baflka dillerden çevrilmifl “Hulasat-ül-Hayal” adl› bir kitaptan al›p sadelefltirdi¤ini aç›klar. ziz Efendi’nin ad›n› verdi¤i bu kaynak belli ki bir düfl-kitapt›r. Ancak yap›tta “Binbir Gece”, “Binbir Gündüz” gibi çok ünlü masal derlemelerinden gelen zengin ögeler vard›r. Bursal› Lamii’nin “‹bretnüma”s› (“‹bret Al›nacak Kitap”) da onun kaynaklar› aras›ndad›r. Eski masallardan aktar›lan ögeler yeni yap›t›n ana izle¤i çerçevesinde ustal›kla birlefltirilmifl-
A
tir. Z. Uysal yazar›n, kaynaklar›yla iliflkisini flöyle de¤erlendirmifltir:
ne onlarla ilgili olarak alt öyküler de anlat›l›r: ‹ki flehzade büyüyünce veziarkl› hikayeler- rin orduyu k›flk›rtmas› sonucu den parçalar ülkelerinden ayr›lmak zorunda al›p bir araya kalarak dedelerinin ülkesine gitgetirerek yeni mek üzere yola ç›karlar. Yolcuhikayeler yarat- luk boyunca t›ls›mlar›n, do¤aüsm›fl, ba¤lant›lar kurmufl, hikaye- tü olaylar›n yer ald›¤› serüvenler leri birbirinin içine yerlefltirmifl, yaflarlar. “Hz. Süleyman’›n mühiskelet olarak kulland›¤› masalla- rü”, “uçan at” gibi t›ls›ml› araçlara yerel motifleri ve tasavvufi r›n yard›m›yla güçlükleri yenip ögeleri katm›flt›r.” kötülükleri alt ederek iki padiflaYap›t› oluflh›n k›zlar›yla turan düfller evlenirler. birbiriyle iliflki‹kinci düfl, Yap›t› oluflturan siz de¤ildir. Üç filozoflar ülkesi düfller birbiriyle düflten ilkinde Atina halk›ndan iliflkisiz de¤ildir. insano¤lunun tüccar Hac› LeÜç düflten ilkinde istekleri, tutkubib’in o¤lu Ceinsano¤lunun istekleri lar› söz konuvat adl› derviflin söz konusudur. sudur. ‹kinci serüvenlerini düflte Tanr›’y› konu edinir. ‹kinci düflte Tanr›’y› aray›fl, üçüncü Cevat, büyü ve aray›fl, üçüncü düflteyse tanr›sihirle ilgili Dodüflteyse tanr›sal sal aflk konu ¤u öykülerinin aflk konu edinilir. edinilir. tan›nm›fl kahraYap›t flöyle man› Ebu Ali Sigeliflir: na’dan Antakya’da gizli bilimleri Birinci Düfl: Isfahan hüküm- ö¤renerek türlü serüvenler yaflar: dar› Harizm fiah’›n o¤lu KamerBir gün kendini Semarcan, kad›nlar›n vefas›z oldu¤una kand’da bulur. Padiflah›n Fitinand›¤› için evlenmekten kaç›n- neidil adl› k›z›, Cevat’tan, hocamaktad›r. ‹ki peri, Kamercan ile s› Ebu Ali Sina’n›n gizli bilgileriÇin padiflah›n›n k›z› Gülruh’un ni ö¤renmeye çal›fl›r. Cevat’›n evlenmesini sa¤lar. fiehzade da- a¤z› s›k› davranmas› gerçekha sonra Basra padiflah›n›n k›z› te onu denemek için düzenlenFerruh ile de evlenir. ‹ki eflinden mifl bu s›navda baflar› kazanmaAs›l ve Nesil adl› flehzadeler s›n› sa¤lar. Böylece Ebu Ali Sidünyaya gelir. Onlar›n serüven- na’dan gizli bilimlerin tümünü leri iç öykülerin konusu olur, yi- ö¤renir. Bu bölümdeki iç öykü-
“F
37
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
de Ebu Ali Sina’n›n kendi serüveni de anlat›l›r. ocas›n›n ölümünden sonra onun yerine geçen Cevat, ‹stanbul’a gelerek sihirbaz bir kad›n›n kurban› Molla Emin’e yard›mc› olur. Daha sonraki iç öyküde Çin hükümdar›n›n k›z› Ferahnaz erkeklerin vefas›z oldu¤unu düflündü¤ü için evlenmekten kaç›nmaktad›r. Keflmirli fiehzade ‹klilülmülk ise kad›nlar›n vefas›z oldu¤una inanmaktad›r. Yaflad›klar› olaylar sonucu iki gencin görüflleri de¤iflecek, böylece yaflamlar›n› birlefltireceklerdir. Bu düflün son iç öyküsünde Mo¤ol Hakan› Karahan kendi yaflad›klar›n› anlat›r. Hakan› kurtaran bir derviflin verdi¤i levhada Cevat kendi ad›n› okur. Düflünde kendisini Mahbubiye adl› kentte bulur, buradaki saraya girince tahtta oturan padiflah›n da kendisi oldu¤unu görür. Üçüncü düflün çerçeve öyküsü M›s›r sultan›n›n o¤lu Naci Billah ile Yemen emirinin k›z› fiahide’yi konu edinir. fiahide’nin kendisiyle evlenmek isteyenlere sordu¤u soruyu hiçbir aday yan›tlayamamaktad›r. Kendini bilime adam›fl Naci Billah, fiahide’nin güzelli¤ini ö¤rendikten sonra ona ulaflmak üzere Yemen’e giderken yolu Seylan Adas›’na düfler. Burada peri padiflah› Rüteym fiah’tan kendisine sorulacak soru-
H
38
nun yan›t›n› ö¤renir. Böylece fiahide’yle evlenerek M›s›r sultan› olur. Ancak ülkesinin sald›r›ya u¤ramas› üzerine taht›n›, ailesini yitirir. fieyh ‹zzettin’den tüm bunlar›n bilim yolundan uzaklaflt›¤› için bafl›na geldi¤ini ö¤renince ona mürit olur. Böylece eski görkemli yaflam›na da kavuflur. Naci’nin veziri K›vamettin, babas›ndan kalan miras› tükettikten sonra fiam’da bir hamamda çal›flmaya bafllam›fl, bu s›rada emirin k›z›na tutulmufltur. Ona kavuflamayaca¤›n› düflünüp üzülürken her derdin bir çaresi bulundu¤unu söyleyen hamamc› ona, yoksul bir hamal olan Recep Befle’nin öyküsünü anlat›r: Recep Befle’nin güzel k›z›, kap›c›bafl›n›n o¤luyla evlenecektir. Dedikodu yüzünden bu evlilik gerçekleflmeyince, Recep Befle k›z›n› yoksul bir Bektafli dervifli ile evlendirmeye söz verir. Bu s›rada sarayda bir göreve getirildi¤i halde verdi¤i sözden caymaz. Derviflin gerçekte flah›n kendisi oldu¤u anlafl›l›r. u öyküyü anlatan hamamc› da gerçekte fiam emiridir. K›z›n› K›vamettin’e verir. Karfl›l›¤›nda ise gidip M›s›r Sultan› Naci’yi öldürmesini istemifltir. Dertli vezir iyi bir insan olan Naci’yi öldürmeye elinin varmad›¤›n› anlat›r. Bu s›rada fiam emirinin ölüm haberi gelir. Onun yerine tahta ge-
B
çen vezir, kar›s›na da kavuflur. Sonuncu iç öyküde, Naci’nin o¤lu Dilagâh’›n sevgilisi Nat›ka’ya kavufluncaya de¤in bafl›ndan geçenler anlat›l›r. Bu serüven de tasavvufi bir geliflme yolculu¤udur. çüncü düflte çerçeve öykü ve ona ba¤l› iç öyküler, kahraman›n dünya bilimlerinden tasavvuf alan›na ve tanr›sal aflka geçerek nas›l olgunlaflt›¤›n› gösterir. T›ls›m›n, büyünün, do¤aüstü yarat›klar›n yer ald›¤› yap›t böylece mecazi aflktan gerçek aflka yükselifli dile getirerek tasavvuf düflüncesiyle temellenir. Tanp›nar yap›t›n esrar keyfi içinde görülmüfl düfller biçiminde düzenlendi¤ine dikkat çeker. Olup bitenleri, Bektafli erenlerinden biri esrar keyfi içinde
Ü
anlatm›fl, sözde onun gördü¤ü düfller, ‹stanbul’da Padiflah Divan› kâtiplerinden Giritli Aziz Efendi’nin mürekkep hokkas›ndan ç›k›p okurlar›n önüne serilmifltir!.. Zeynep Uysal, incelemesinin sonunda yap›t› de¤erlendirirken flu yarg›ya varmaktad›r: “Aziz Efendi üstkurmacaya, postmoderne yaklafl›r. Öte yandan yine tüm düfllerin önemli birer bölümünü oluflturan bir di¤er unsur da yerel motiflerdir. Gerçekle düflü yer yer bu kadar birbirine kar›flt›rmas›na ra¤men yazar yaflad›¤› ça¤›n ve medeniyetin gelene¤ini, yaflant›s›n› ve konuflmalar›n› gerçekçi bir biçimde sergilemekten kaç›nmaz. (...) Muhayyelat, gerçekten de Tanzimat roman›n›n yerelli¤ine, ö¤reticili¤ine, dönemini ve ‹stanbul yaflant›s›n› yans›tmas›na Tanzimat’tan önce örnekler sunar.”•
Adam gösteriflli ve çok büyük bir ev kiralam›flt›. Eve tafl›nd›¤› ilk gece fliddetli bir ya¤mur ya¤d› ve evin tüm odalar›n›n tavanlar› akmaya bafllad›. Ertesi sabah hemen ev sahibine gitti, durumu anlatmaya bafllad›: “Affedersiniz ama...” dedi. “Bu her zaman böyle midir?” Ev sahibi piflkin piflkin yan›t verdi: “Hay›r efendim, olur mu öyle fley” dedi. “Yaln›zca ya¤mur ya¤d›¤› zaman...”• Köpe¤ini t›rafl için berbere götüren bir kad›n, t›rafl fiyat›n›n 20 YTL oldu¤unu ö¤renince berbere flaflk›nl›kla sordu: “Nas›l olur bu?” dedi. “Benim berberim saç›m› 10 YTL’ye kesiyor.” Köpek berberi gülümseyerek yan›t verdi: “Sizin berberinizin ›s›r›lma tehlikesi yok ki...”• 39
nan ahlâk fliar›m›z› (belgimizi: inan›fltaki ay›r›c› özelli¤imizi) sürekli canl› tutmal›y›z.
“Her ulusun kendi inand›¤› ilkeleri her çeflit araç ile yaymak istedi¤i bir dönemde yaflad›¤›m›z› iyi bilmek ve uyan›k olmak zorunday›z. Kökü d›flar›da veya içerde olsa bile düflünüfllerde ifratl› (afl›r›l›) ve taassuplu (ba¤naz) olufl, ulusalilkelerimize ayk›r› ve yurdumuza, ulusumuza, Cumhuriyetimize zararl›d›r. Ulusal gelene¤imizin bafll›ca ilkelerinden büyüklerimize sayg› ve küçüklerimize sevgi ’ye dayanan ahlâk fliar›m›z› (belgimizi: inan›fltaki ay›r›c› özelli¤imizi) sürekli canl› tutmal›y›z.”
Maarif Vekilinin Genelgesi ORHAN VEL‹DEDEO⁄LU elgeli¤imde flöyle bir gezintiye ç›km›flt›m ki, ilginç bir gazeteyYeni le karfl›laflt›m: “Y Adam Haftal›k Fikir Gazetesi. Sahibi ve Baflmuharriri ‹smay›l Hakk› Baltac›o¤lu. Say› 486, 20 Nisan 1944.” O günleri an›msamak için sayfalar› gözden geçirirken 8’inci sayfada bir yaz› dikkatimi çekti: “Maarif Vekili’nin Genelgesi Üzerine” bafll›kl› bu yaz›da toplumsal ideal (ülkü) bunal›m›ndan söz ediliyor. “Maarif Vekili Hasan Âli Yücel’in 4.4.1944 tarihli Anadolu Ajans›yla verilen bildirisinin en
B 40
genel yarg›lar›n› al›yoruz” diye bafllayan bu yaz›y› ve bir di¤er gazetedeki yank›s›n›, sadelefltirerek al›nt›l›yorum: “Her ulusun kendi inand›¤› ilkeleri her çeflit araç ile yaymak istedi¤i bir dönemde yaflad›¤›m›z› iyi bilmek ve uyan›k olmak zorunday›z. “Kökü d›flar›da veya içerde olsa bile düflünüfllerde ifratl› (afl›r›l›) ve taassuplu (ba¤naz) olufl, ulusal ilkelerimize ayk›r› ve yurdumuza, ulusumuza, Cumhuriyetimize zararl›d›r. “Ulusal gelene¤imizin bafll›ca ilkelerinden büyüklerimize sayg› ve küçüklerimize sevgi ’ye daya-
n büyük ve en yenilmez gücün ulusal birlikte oldu¤unu, yap›lmas› olanakl› en etkili kötülü¤ün de inan›fllarda birli¤i zedeleyen bozguncu ruhta bulundu¤unu, do¤a yasalar› gibi kesin bilmeli ve bellemeliyiz. “Bizim inand›¤›m›z düflüncenin temeli (...) yaln›z birkaç y›l için de¤il, gelece¤i de kapsayan tasar›mlar›m›z›n ana hatlar›n› oluflturan ilke; Kemalizm yoludur. Vatan, Türk ulusunun eski ve yüksek tarihi ile ve topraklar›n›n derinliklerinde varl›¤›n› koruyan eserleriyle yaflad›¤› bugünkü si yasî s›n›rlar›m›z içindeki kutsal yurttur. Vatan, hiçbir s›n›rlama ve koflulla ayr›l›k kabul etmez bir bütündür. “Ulus deyince biz ancak flu anlat›fla ba¤l›y›z: Ulus, dil, kültür ve ülkü birli¤iyle birbirine ba¤l› yurttafllar›n oluflturdu¤u toplumsal ve siyasal bir bütündür.” *** Gazete, özetleyerek verdi¤i Hasan Âli Yücel’in bildirisinin ard›ndan 6 Nisan 1944’te Akflam gazetesinde, o günlerin ünlü yazarlar›ndan Necmeddin Sadak’›n konuyla ilgili flu yaz›s›n› yay›ml›yor: “‹deal Buhran› “(Akflam, ‹stanbul): Bu bildi-
“E
riden anlafl›l›yor ki ülkenin baz› bölgelerinde, bilhassa büyük merkezlerde bir ülkü bunal›m› karfl›s›nday›z. fiu veya bu nedenle, flu veya bu etki alt›nda, baz› gençler var ki ruh ve düflün flaflk›nl›¤›na u¤ram›fllard›r. Ne yapacaklar›n›, neye ba¤lanacaklar›n› bilemiyorlar... “Bundan baflka, daha yak›n nedenler aras›nda, kendi toplumumuz içinde töresel k›ymetlerin alt üst olmas›n›, iyi, güzel, do¤ru, çirkin gibi kavramlar›n vicdanlarda yer de¤ifltirmesini de göz önünde tutmal›d›r. Asl›nda, yak›nd›¤›m›z birçok durumlar›n, suiistimal [yolsuzluk], ihtikâr [vurgun], irtifla [rüflvet] gibi aktöre suçlar›n›n derin sebebi de bu de¤il mi?.. “Uluslarda, kavray›c› ve yaflat›c› ülkü, büyük kaynaflma ve manevi toplanma dönemlerinde do¤ar. Yeni Türkiyenin büyük ülküsü, Ulusal Kurtulufl Savafl›nda do¤du. Kemalizm dedi¤imiz budur. Bu ülkü, bütün erdemlerin, özverilerin ülküsüdür... ugün bir ülkü bunal›m› içindeyiz. Vicdanlar› s›ms›k› kavrayacak ba¤lardan yoksun olduklar› içindir ki baz›lar› koyu din ba¤nazl›¤›nda, baz›lar› sa¤ ak›mlarda, baz›s› solcu felsefede kendilerine ülkü ar›yorlar ve bu gibi çeflit çeflit tan›t›mlara kolayl›kla kap›l›yorlar. “Ülkü aramakta geriye dön-
“B
41
BD HAZ‹RAN 2008
mek, bir nehri tersine ak›tmak istemeye benzer. Dünya ile birlikte yürümek, hep ileriye bakmak zorunday›z. Kavray›c›, ba¤lay›c›, tutucu güçlerini çoktan kaybetmifl toplumsal kurullar bir daha canlanamaz. Yap›lacak fley, gençlikte ulusal ülküyü kuvvetlendirmeye çal›flmak. Fakat Milli E¤itim Bakan›n›n da önerdi¤i bu uzun ve çetin e¤itim ve afl›lama iflinden baflka, daha ivedi olan görev, toplumda huzuru bozan etkileflimlere engel olmakt›r. Bunun da yaln›z sözle ve olumsuz yönüyle de¤il, düflün yoluyla ve olumlu biçimde yap›lmas› gerekir. “Yanl›fl ve çekinceli bildi¤imiz insanlar›, tart›flmaktan çekindi¤imiz birer umac› gibi ele almamal›, bu meseleleri aç›kça konuflmal›, hattâ okutmal›d›r. “Örne¤in, gericili¤e ve ba¤nazl›¤a karfl› en güçlü silâh bilim-
dir. Büyük bir toplumsal gerçek olan dini, el sürülmez gizli bir güç olarak b›rakmamal›, toplumbilim bak›m›ndan karfl›laflt›rmal› dinler tarihi biçiminde bütün okullarda k›saca okutulmal›d›r... “Milli E¤itim Bakanl›¤›n›n bildirisinde belirtildi¤i gibi, Türk ulusunun yak›n tarihinde, Kemalizm devrimi, her ulusun ulaflamayaca¤› öyle bir ülkü kayna¤›d›r ki bundan yararlanma yolunu bulmamak yaz›k olur.” *** Evet, tam 64 y›l önceki 20 Nisan gününde tart›fl›lan ülkü bunal›m› ve onunla ilgili yay›mlanan bu yaz›lar, günümüzde yaflanan inanç ve ülkü bunal›mlar›yla büyük benzerlikler tafl›m›yor mu? Ne var ki, saz ayn› saz, çalan el de¤iflmifl..• OrhanVelidedeoglu@butundunya.com.tr
‹ngiliz filozof Bacon, Kraliçe Elizabeth’in bakan›yd›. Bir gün kraliçe onu kendi evinde ziyaret etti. Ne var ki, kraliçe bakan›n›n evini küçük buldu. “Neden evinizi bu denli küçük yapt›rd›n›z?” diye sormaktan kendini alamad›. Ünlü filozofun bu soruya yan›t› flu oldu: “Yan›l›yorsunuz, efendim” dedi. “Ev asl›nda o denli küçük de¤il... Onu küçülten sizin büyüklü¤ünüzdür.”• Annesi kediye olan davran›fl›ndan dolay› küçük Hakan’› uyard›: “Yavrum, çekme öyle kedinin kuyru¤unu” dedi. “Yaz›k de¤il mi hayvana?” Küçük Hakan hemen annesinin “yanl›fl”›n› düzeltti: “Anneci¤im, ben yaln›zca tutuyorum” dedi. “Kedi kendisi çekiyor.”• 42
EVRENSEL BAKIfi AÇISI Gürbüz Evren
Futb lun Benim ‹çin Eski Tad› Yok Art›k... en art›k futbolu sevmiyorum” desem, hem düflüncelerimi tam olarak yans›tmam›fl olaca¤›m hem de birçok okuyucuyu k›zd›raca¤›m. Do¤ru ifade flöyle olmal›: “Türkiye’deki futbolu sevmiyorum ve ilgilenmiyorum. Kimi ülkelerdeki futbola ise flöyle bir göz at›yorum.” Kimi okuyucu hakl› olarak, “Bize ne kardeflim senin futbola iliflkin duygu ve düflüncelerinden” diyecektir. Yine de bu yaz›n›n sonuna de¤in okumas›n› öneriyorum. Ayr›ca, beni ayd›n olarak gören insanlara olan sayg›m ve ayd›n unvan›n›n bana yükledi¤i sorumluluk nedeniyle de, toplumun belki de önemli bir bölümünün hofluna gitmeyecek gerçekleri ayd›n dürüstlü¤üyle dile getirmek zorunday›m.
“B
Ülkemizde erkekler için futbol öylesine önemlidir ki, sohbet konular› aras›nda hep ilk s›ralarda yer al›r. Ayr›ca, aile içi çat›flmalar yaratan, efllerin aras›n› bozabilen futbol yaln›zca Türkiye’de de¤il, dünyan›n birçok ülkesinde erkekler için ayr› bir önem tafl›maktad›r. Korkmay›n, futbol tarihi üzerine bilgiler verme amac›nda de¤ilim. Futbol sektörüne ve aktörlerine yönelik gözlem, tespit ve elefltirilerimi paylaflaca¤›m bir yaz› okuyacaks›n›z. ‹lk sözüm flu: “Futbol art›k bir spor dal› de¤ildir. Hele Türkiye’de kesinlikle de¤ildir.” Sporun özünü oluflturan bar›fl, kardefllik, rakibe sayg›, centilmenlik gibi nice güzel ö¤retinin futbolda bulundu¤unu, hem de Türkiye’deki futbolda yer ald›¤›n› samimi olarak söyleyecek ve sizi de buna ikna edecek bir futbol adam› ç›karsa, lütfen bu yaz›y› yok say›n›z. 43
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
ürkiye’deki futbola küfür, fliddet, kavga, kin, düflmanl›k, flike, siyaset, mafya, haks›z kazanç, kara para, ç›karc› ifl adamlar›, tarikatlar, cemaatler gibi olumsuzluklar›n egemen
dafll›¤›na al›nm›fl kaç sporcu var biliyor musunuz? Futbola yap›lan yat›r›mlar›n, harcanan paran›n çok de¤il yüzde 10’u gerçek spor dallar›na ayr›lsa, Avrupa, dünya ya da olimpiyat flampiyonu sporcular›m›z›n say›s› artmaz m›? Çoktan sona ermifl bir karfl›laflman›n pozisÜlkemdeki futbolu sevmiyorum; yonlar› ve hakem kararçünkü futbol alternatifi olmayan bir lar› üzerine, sonucun spor dal›ym›fl gibi sunulup baflta atde¤iflmeyece¤ini bileletizm olmak üzere öteki spor dalrek günlerce bofl bofl lar›n›n geliflmesini engellemektedir. konuflan kocaman adamlar›n yer ald›¤› oldu¤unu reddedecek bir uz- programlar yap›lmas›n› sa¤lad›¤›, man›n futbol bilgisinden, genel t›pk› dedikodu, magazin, arakültüründen ve samimiyetinden besk e¤lence, çöpçatanl›k ya da kuflku duyar›m. seviyesiz yar›flma programlar› giFutbolu sevmiyorum; çünkü bi en genifl kitleleri uyutmak, ülfutbol alternatifi olmayan bir kenin gerçek gündeminden spor dal›ym›fl gibi sunulup baflta uzaklaflt›rmak, sorunlara, haks›zatletizm olmak üzere öteki spor- l›klara tepki oluflmas›n› engellelar›n geliflmesini engellemekte- mek amac›yla kullan›ld›¤› için dir. Medyan›n yaln›zca futbol ülkemdeki futbolu sevmiyorum. Ülkemdeki futbolu sevmiyoa¤›rl›kl› haberlere, programlara yer vermesi, futbolu sürekli ola- rum; çünkü toplumda düflmanl›k rak ön planda tutmas›, kamu- yaratmaktad›r. Baflta ‹stanbul’un oyunu yönlendirmekte ve futbol sözde büyük kulüplerinin, a¤z›nba¤›ml›s› yapmaktad›r. Cazibe dan ç›kan› kula¤› duymayan kimi merkezi durumuna getirilen fut- yöneticilerinin k›flk›rtt›¤› düflmanbol yüzünden, özellikle çocuklar l›k, ülkenin her köflesine yay›lve gençler öteki spor dallar›na il- makta, arkadafllar, komflular, hatgi duymamaktad›r. Denizlerle ta baba-o¤ul ve kardefller aras›nçevrili Türkiye, su sporlar›nda, da futbol tak›m› farkl›l›¤›ndan teniste, atletizmin farkl› alanla- kaynaklanan tats›zl›klar, çat›flmar›nda ve öteki spor dallar›nda lar, kavgalar ve küslükler yaflandünya flampiyonlar› yetifltireme- makta, cinayetler ifllenmektedir. Askerlik görevini yaparken mektedir. Pekin Olimpiyatlar›’na kat›lacak kafilede Türkiye’yi omuz omuza ülkesi için savaflatemsil etmek üzere Türk vatan- cak gençlerin, stadyumlar›n çev-
T
44
resinde yaln›zca tafl ve sopalarla de¤il, döner b›ça¤›, sallama, pala ve öteki kesici aletlerle birbirlerine sald›rmalar›na ve korkunç fliddet görüntülerine yol açt›¤› için ülkemdeki futbolu sevmiyorum. Tak›m›n›n baflar›s›n› kutlamak için havaya tabancayla atefl açma gibi bir ilkelli¤i sergilerken, balkondaki, penceredeki insanlar› öldürenlerin, kendi mutluluklar› ve sevinçleri için baflkalar›n› mutsuz k›lanlar›n egemenli¤ine geçti¤i için ülkemdeki futbolu sevmiyorum.
süz olan söz konusu yöneticiler, taraftarlar› geren, k›flk›rtan aç›klamalarda bulunup belli kifli ve kurumlar› aç›kça tehdit edebilmekte, futbolu kiflisel ç›karlar› için bir silah olarak kullanmaktad›r. Binlerce insan›n, dünyan›n en büyük korolar›n› oluflturup hep bir a¤›zdan rakip tak›ma, hakemlere ve sonra da kendi tak›m›n›n oyuncular›na, yöneticilerine hakaret etmesine, yakas› aç›lmam›fl küfürler savurmas›na, toplumsal ahlak› ve terbiyeyi katletmesine neden oldu¤u için ülkemdeki futbolu sevmiyorum. Ülkemdeki futbolu sevmiyorum; çünkü yukar›da s›ralad›¤›m olumsuzluklar›ndan ötürü kad›nlar› ve çocuklar› d›fllamakta, b›rak›n stadyumlar› onlar› ekranlar›n bafl›ndan bile uzaklaflt›rmaktad›r. Yoksul ailelerin çocuklar› için kurtulufl yolu olarak gösterildi¤i, onlar› okuldan, e¤itimden, kültürden ve sanattan so¤uttu¤u için ülkemdeki futbolu sevmiyorum.
nkara’y› baflkent olarak görmek istemeyen kimi çevreler hemen her alanda ‹stanbul’u Ankara’ya üstün k›lmaya u¤rafl›rken, Baflkenti “Boflkent” yapma çal›flmalar›nda futbolu da kulland›klar›, ‹stanbul tak›mlar›n›n egemenli¤ini yaln›zca Ankara’ya de¤il, Anadolu’ya kabul ettirmek istedikleri için ülkemdeki futbolu sevmiyorum. Futbolu sevmiyorum; çünkü ad›na Ülkemdeki futbolu “‹fl adam›” denilen kifliler kimi futbol sevmiyorum; çünkü ad›kulüplerine yönetici olup kayna¤› na “‹fl adam›” denilen belirsiz paralar› aklamaktad›r. Bu kifliler kimi futbol kukifliler haks›z kazanç elde etmektedir. lüplerine yönetici olup kayna¤› belirsiz paralar› Ülkemdeki futbolu sevmiyoaklamaktad›r. Bu kifliler, futbol tak›mlar› sayesinde ülke yöneticile- rum, çünkü b›rak›n ‹ngiliz, Franriyle, bürokrasiyle iliflki kurarak s›z ve Alman tak›mlar›n›, Yunan ihaleleri kazanmakta, haks›z ka- ya da Ermeni tak›mlar›yla oynazanç elde etmektedir. Büyük bir nan maçlarda bile, e¤er kendi tabölümü e¤itimsiz, bilgisiz, kültür- k›m› de¤ilse yabanc› tak›mlara
A
45
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
destek verilmesini sa¤layan çok sak›ncal› bir anlay›fl› yerlefltirmifltir. Yurt d›fl›nda yaflad›¤›m y›llarda Avrupa’ya gelen Türk tak›mlar›n› kulüp ayr›m› yapmadan, elinde Türk bayra¤›yla destekleyen
min düflman› dostumdur” anlay›fl›yla bir Türk tak›m›n›n yedi¤i gole ve ald›¤› yenilgiye sevinmeleri, ülkesine ve ulusuna kötülük yapmak de¤il de nedir? Ülkeyi yönetenler taraf›ndan hem bask› arac› olarak hem de gündemi deTaraftarlar›n, “Rakibimin düflman› ¤ifltirmek amac›yla kuldostumdur” anlay›fl›yla bir Türk lan›ld›¤› için futbolu tak›m›n›n yedi¤i gole ve ald›¤› yenilsevmiyorum. giye sevinmeleri, ülkesine ve ulusuAtatürk’e ve laik na kötülük yapmak de¤il de nedir? cumhuriyete her f›rsatta sald›rmay› görev insanlar›m›z›n aras›nda birçok edinmifl medyadaki kimi adlakez yer ald›m. Türk tak›mlar› için r›n, öteki ifllerinin yan›s›ra fut‹spanya’dan ‹sveç’e de¤in Avru- bol yazarl›¤›na ve yorumculu¤una da soyunmalar›, futbol bapa’n›n pek çok ülkesine gittim. hanesiyle daha s›k ekranlarda ordeaux’da ve Nice’de görünmeleri nedeniyle ülkemFenerbahçe’yi, Lyon’da deki futbolu sevmiyorum. Kimi futbol tak›mlar›n›n yöTrabzonspor’u, Milano’da Galatasaray’› des- netimleri, Atatürk ve laik cumteklemek için cebimde- huriyetin yeminli düflman› tariki son paray› verdim. Paris’te Ga- katlar›n eline geçti¤i, bir bölüm latasaray-Paris St. Germain, futbolcu, yönetici ve teknik Lyon’da Trabzonspor-Lyon karfl›- adam, cemaat-tarikat üyesi ollaflmalar› öncesi stat çevresinde du¤u, ötekilerini de kendilerine bekleyen farkl› tak›mlar›n tarafta- kat›lmaya zorlad›¤› için ülkemr› vatandafllar›m›z›n, bir Türk tak›- deki futbolu sevmiyorum. m›n› desteklemenin diyetini, önYukar›da s›ralad›¤›m olumsuzce ›rkç› Frans›zlar’›n ard›ndan luklara bir de taraftar ya da izleyiPKK terör örgütü yandafllar›n›n ci olarak gitti¤iniz futbol karfl›laflson olarak da Türk düflman› Er- mas›nda yaflayaca¤›n›z s›k›nt›lar›, meni gruplar›n tafll› sopal› sald›r›- olumsuzluklar› eklemeniz gerekis›na u¤rayarak ödemelerini hiç yor. Size Ankara 19 May›s Stadyuunutamad›m. Yurt d›fl›ndaki va- mu’nda yaflad›klar›m› anlatt›ktan tandafllar›m›z kulüp ayr›m› yap- sonra bana daha çok hak verecemay›p her türlü sald›r›ya karfl›n ¤inizi umuyorum. Türk tak›mlar›na sahip ç›karken, Otomobilime stadyum çevreTürkiye’deki taraftarlar›n, “Rakibi- sinde park yeri bulup otopark
B
46
paras›n› ödedikten sonra, maç lundu¤unu bilece¤im. Ayr›ca, bileti almak için, her türlü hava ç›kan olaylarda, otomobilimin koflulunda bekletildi¤im, çok ya- de hasar görebilece¤ini de göz vafl ilerleyen bilet kuyru¤una ge- önünde bulunduraca¤›m. çece¤im. Ad›na “Turnike” deniüm bu eziyetlere, s›n›rl› len, yaln›zca “çin iflkencesi” için bütçemdeki dengeleri alt kullan›labilecek demirlerin aras›üst ederek, ödeyece¤im na görevlilerin emriyle s›k›flt›kbilet paras›n› da eklemetan sonra karfl›mda bekleyen poyi unutmamak gerekir. lisler taraf›ndan, bilmem kaç›nc› kez üst aramas›ndan geçirilecek, Baflka bir deyiflle, bu s›k›nt›lar›, cebimdeki çakmak, kalem ve kötü davran›fl› ve nice olumsuzmadeni paralar› önüme uzat›lan luklar› yaflamak için bir de üstüne bir kutuya b›rakmaya sert bir dil- para verece¤im. Bu mazoflistlik le ikna edilece¤im. B›rakt›klar›- de¤il de nedir acaba? Size s›radan bir vatandafl›n m›n bir daha geri al›namayaca¤›, hiç de kibar olmayan bir tarzda yaflayabileceklerini özetledim. söylendikten sonra, oturmak fiimdi, protokol grubuna giren için, tozsuz ve çamursuz bir yer bir bürokrat, bir siyasi ya da bir aray›fl›na geçece¤im. Karfl›laflma- torpillinin durumuna bakal›m. n›n devre aras›nda, bak›ms›z, pis Söz konusu kifli karfl›laflman›n ve insan d›flk›s› kokan tuvaletle- bafllamas›ndan k›sa bir süre önrin, kalabal›k yüzünden güç be- ce, makam arac› ya da özel arala ulaflaca¤›m pisuarlar›nda, her c›yla gelecek, herhangi bir polis iki yan›mdaki insanlar›n, ayak- denetiminden geçmeden, cebinkab›lar›ma ve hatta pantolonuma dekileri kap›da b›rakmadan, s›çratarak gereksinimlerini gider- park yeri ve girifl ücretlerini ödemelerine katlanaca¤›m. Yiyecek ve içecek alKarfl›laflman›n sonunda, iki tak›m›n mak istedi¤imdeyse, taraftarlar› aras›nda kavga ç›karsa, sat›c›lar›n önündeki al›p yiyemedi¤im sandviç yerine, at›kuyruklarda, kimi zalan tafllardan birkaç›n› kafama yeme man maç›n sonuna flans›n›n bulundu¤unu bilece¤im. dek bekleyece¤im. Karfl›laflman›n sonunda, taraftarlar aras›nda olay meden “fieref tribünü” olarak taç›karsa, bir türlü gelmeyen s›ra n›mlanan bölümde, (beraberinde yüzünden al›p yiyemedi¤im getirdi¤i efli, çocu¤u ya da arkasandviçlerin yerine, polis copu- dafl› da olacakt›r) yerini alacak, nu ya da at›lan tafllardan birka- temiz ve genifl bir koltu¤a yerleç›n› kafama yeme flans›n›n bu- flerek maç› izleyecektir. Devre
T
47
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
aras›nda ise, çay›n›, kahvesini rahatl›kla içecek, temiz bir tuvalete gidecek, ard›ndan, tekrar yerini alarak, ikinci yar›y› izledikten sonra, ç›kan kavgalardan, tart›flmalardan vb. s›k›nt›lardan uzak,
yer, fleref tribünüyse geri kalan büyük ço¤unluk için ayr›lan yere ne ad verece¤iz? Kimi okuyucular “Bu ne futbol düflmanl›¤›” diyecektir. Kimisi de yazd›klar›m›, futboldan anlamayan birinin düflünceleri olarak de¤erFutboldaki olumsuzluklar yaln›zca lendirecektir. Bu görüflTürkiye’de de¤il, dünyan›n birçok lerimi anlatt›¤›m kimi geri kalm›fl ülkesinde yaflan›yor. kifliler, “Sen FenerbahBen, en iyi bildi¤im örnek olan çe düflman›s›n, onun Türk futbolunu yazmay› ye¤ledim. için böyle konufluyorkap›da bekleyen arac›na bine- sun” derken, kimi futbol ba¤›mrek, t›pk› geliflinde oldu¤u gibi, l›lar› da “Fenerbahçe taraftar› olgörevlilerin ve güvenlik güçleri- du¤un için Galatasaray ve Befliknin herkesi durdurarak açt›¤› tafl’a düflmanl›k yap›yorsun” tüyoldan evine dönecektir. ründen yorumlarda bulundular. Futbolu spor san›p onu da Fezetlersek, sade bir va- nerbahçe, Galatasaray, Befliktafl tandafl olarak, saatlerce üçlüsüne indirgeyen insanlar›n s›rada bekleyece¤im, futbola iliflkin düflüncelerimi aniçeri girmenin s›k›nt›la- lamalar›n› zaten beklemiyorum. r›na katlanaca¤›m, zor Futboldan, en az televizyonkoflullarda maç izleyece¤im, sal- larda izledi¤iniz, gazetelerde okud›r›lara maruz kalaca¤›m ve tüm du¤unuz yorumcular denli anlabunlar için de akl›mdan zorum d›¤›m› bilmenizi isterim. Okul divarm›fl gibi para ödeyece¤im. ye tutturan annemin korkusunProtokol ya da fleref tribü- dan, ailemden gizleyerek Ankara nündeki kifli, bir eli ya¤da, bir Demirspor’un minik tak›m›nda eli balda olarak tan›mlayaca¤›- bafllayan futbol yaflant›m boyunm›z biçimde maç izleyecek, ca, Ankara’daki amatör tak›mlar hoflça zaman geçirecek ve de da dâhil olmak üzere birçok tabefl para ödemeyecektir. ‹flte bu k›mda yer ald›m. Ankara 19 Magörüntüler, Türkiye’nin her ya- y›s Stad›’n›n d›fl sahalar›nda nice n›nda vard›r. maçlara ç›kt›m, çok zor koflullarBöylesine bir eflitsizli¤in ya- da top koflturdum, kolumdan, bafland›¤› ortamda neden kendime ca¤›mdan yara hiç eksik olmad›. iflkence edercesine futbol karfl›- Arkadafllar›m, hatta yede¤im olan laflmas› izlemeye gideyim ki? Ay- kimi oyuncular Türkiye’nin önde r›ca, bir avuç insan›n bulundu¤u gelen tak›mlar›na transfer oldu ve
Ö
48
ulusal tak›mda oynad›. Önce ailemin sonra da Türkiye liglerinde oynayan birçok Ankara tak›m›n› çal›flt›rm›fl teknik direktörümün yönlendirmesi ve ›srar›yla futbolu bir kenara iterek e¤itime öncelik verdim, yurt d›fl›na gittim. aris’te, üniversitemin futbol tak›m›yla Avrupa üniversiteleraras› futbol flampiyonalar›na kat›ld›m. Futbola yetene¤im olmas›na karfl›n, içimden gelmeden, arkadafllar›ma ayak uydurmak için ve çevremin zorlamas›yla futbol oynad›m. Oysa ben dünya çap›nda bir yüzücü olmak istiyordum. Yüzme sporuna önem verilmeyen, kapal› havuz ve e¤iticilerin bulunmad›¤›, bulunsa bile maddi olanaklar›m›n asla yetmeyece¤i bir ülkede nas›l yüzücü olabilirdim ki? Düfllerimi yüzme flampiyonlu¤u süslerken, yeteneklerime karfl›n, sevmedi¤im futbolda zaten devam edemezdim. Futboldaki olumsuzluklar yaln›zca Türkiye’de de¤il, dünyan›n birçok ülkesinde, özellikle de geri kalm›fl ülkelerde yaflan›yor. Ben, en iyi bildi¤im örnek olan Türk futbolunu yazmay› ye¤ledim. Bu yaz›y› daha anlaml› k›lmak için futbol sektörü ya da endüstrisine iliflkin geçmifl y›llarda bir köfleye not etti¤im verileri sizlerle paylaflaca¤›m. Dünyadaki futbol pazar›n›n kapasitesi 200 milyar dolard›r. Bu pazarda Avrupa’n›n pay› 12,5 mil-
P
yar dolarken, Türkiye’nin pay› ise 450 milyon dolard›r. Bu veriler 2004-2005 dönemini içeriyor. Yine ayn› dönemde Avrupa’n›n önde gelen futbol kulüplerinin y›ll›k gelirlerine iliflkin veriler de flöyle: Real Madrid: 275,7 milyon Avro, Manchester United: 246,4 milyon Avro, AC Milan: 234 milyon Avro, Juventus: 229,4 milyon Avro, Chelsea: 220,8 milyon Avro. 2004-2005 sezonunda 4 büyük Türk tak›m›n›n y›ll›k gelirleri ise Befliktafl: 50,1 milyon YTL. Fenerbahçe: 49 milyon YTL. Galatasaray: 38,1 milyon YTL. Trabzonspor: 9,12 milyon YTL olarak belirlenmifl. ‹flte böylesine büyük miktarda paran›n bulundu¤u bir alanda pastadan pay alman›n çat›flmalara, entrikalara ve olumsuzluklara neden oldu¤u yads›nmaz bir gerçektir. iz bu yaz›y› okurken Türk Ulusal Futbol Tak›m› 2008 Avrupa Futbol fiampiyonas›’nda savafl›m veriyor olacak. Ulusal tak›m›m›z›n baflar›s›n› yürekten isterken, olas› bir zaferin ülkemizde futboldan kaynaklanan olumsuzluklar› da gizlememesini diliyorum. Yaz›y› Portekiz’in faflist diktatörü Salazar’›n sözleriyle bitirelim: “Ben ülkeyi 3 F ile yönetiyorum: Fedo (arabesk tarz› diyebilece¤imiz müzik), fiesta (e¤lence) ve futbol.”•
S
GurbuzEvren@butundunya.com.tr 49
SPORUN DÜNYASI Metin Gören
Mesalenin Ayd›nlatt›¤› Gercekler Türkiye sporun fanatizm gösterilerine tak›lm›fl gidiyordu. Futbol olgusunun galibiyete dayal› skorlar›ndan keyif alan bir toplumun Olimpiyat Oyunlar› gibi ola¤anüstü bir spor oluflumunu düflünecek zaman› hiçbir zaman olmayacakt›. Olimpiyatlar’a kat›lmakla, Olimpiyatlar’› düzenlemenin ay›rd›nda olmal›yd›k. ‹lkine, buldu¤un kadar›yla bir kafile yollars›n. Öteki için ülkece ola¤anüstü bir çaban›n içinde olmal›s›n. ünyan›n en büyük spor organizasyonu Olimpiyat Oyunlar›, Pekin 2008 patentini ald›¤›ndan buyana Çin’e yönelik protesto gösterileriyle siyasal bir ortama do¤ru sürüklendi. Sporun dostluk, kardefllik ve sevgi tomurcuklar›yla büyütülen duygu kanallar›na zehir ak›tt›¤› ve etik olmayan düflüncelere evsahipli¤i yapt›¤› iddia edilen Çin’in bask›lar›na tepki giderek yo¤unlafl›yor. Çeflitli ülkelerde bafllatt›klar› eylemlerin düflünce oluflumlar›yla göstericileri yönlendirdikleri
D 50
öne sürülen cin fikirliler aras›nda orant› kurman›n ise zor olaca¤›n› düflünüyorum. Özgürlü¤ün k›s›tland›¤› ve insan haklar›n›n engellendi¤i gösterilerin yo¤unlu¤unda, bir baflka egemen gücün ya da güçlerin ekonomik anlamdaki bask›lar› sanki kare kare fotograflan›yor. Olimpiyat Oyunlar› gibi dört y›lda bir yap›lan ve tüm ülkelere aç›k bir organizasyonun insan› ç›ld›rtan rakamlardan oluflan ekonomik tablosu, ihale aflamas›nda bozguna u¤rayan ünlü firmalar›n oyun bozucu senaryolarla uluslararas› gösterici rolle-
rini üstlenebileceklerinin sinyallerini de gönderiyor. in’in insan haklar›na yönelik ihlallerine tepkiden endifle duymaya bafllayan Uluslararas› Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) Baflkan› Jacques Rogge, fikir özgürlüklerinin olas› bir tahribata u¤ramamas› için kendilerine özgü bir yöntemle alarma geçtiklerini duyurdu. Rogge oyunlar s›ras›nda politik a¤›rl›kl› protestolar için odalar›nda bayrak ya da pankart bulunduranlar›n yar›flmalara kat›lamayacaklar›n› aç›klad›. Oysa ki, meflalenin ayd›nlatt›¤› gerçekler do¤rultusunda yürümeye bafllad›¤›m›zda, dünya sporunun siyasetin içine girdi¤i, merkez üssünde çok önemli görevleri üstlendi¤i ac› bir gerçek biçiminde yans›d›. Baflkan Rogge gündem oluflturdu¤u önlem paketleri yerine, sporun saçt›¤› güzelliklerden söz edebilmeliydi. Pekin 2008’e kat›lmak istemeyen ünlü sporcular›n hakl› mazeretleri için
C
Çin yetkililerini sert bir söylemle uyarmal›yd›. Etiyopyal› efsane atlet Haile Gebrselassie’nin, Pekin’de hava kirlili¤i nedeniyle ölümün kol gezdi¤ini içerir aç›klamas› dikkate al›nmal›yd›. Çinli yetkililerin, milyonlarca a¤aç dikerek hava kirlili¤ini büyük çapta önlediklerini içeren aç›klamalar›, komedi dünyas›nda gezintiler biçiminde yorumlanm›flsa do¤ru olmal›yd›. Tam onalt› büyük kenti kapsayan hava kirlili¤i olumsuzlu¤unun, soluk alma problemi yaflayan 800 bin insan› yok ediyorsa protestonun insan haklar›n› içeren tepkisi, Olimpiyat Komitesi Baflkan› Rogge ile Çinli yöneticileri derinden yaralamal›yd›. Ve en büyük organizasyonun gündemi spor, hep spor, tümüyle ve de varl›¤›yla spor olmal›yd›. Yerleflik düzendeki dünya insan›nda giderek kirlenen düflünce oluflumlar›, Olimpiyat Oyunlar› gibi bir büyük flölende temizlenmeliydi. Yüre¤indeki atletizm sevgisini takma bacaklar›yla koflarak simgeleyen Oscar Pistorius’a uluslararas› mahke51
BD HAZ‹RAN 2008
melere baflvurmadan önce insansal duygular›n yads›nmaz güzellikleri içinde yar›flmalara kat›lmas›na simgesel de olsa izin verilmeliydi. Doping nedeniyle kararan yüzlerin, bir daha ve hiçbir zaman bu oyunlara kat›lamayacaklar› ilan edilmeliydi. Britanya Olimpiyat Komitesi’nin, doping yapt›¤› için yar›flmalardan men edilen atlet Dwain Chambers’ten, “Doping nas›l yap›l›r?” biçiminde bilgiye gereksinim duymas› Olimpiyat ruhunun yok olufluna yönelik hazin bir düflüncenin göz yafllar› de¤il miydi? Ve iflte böylesine bir küresel oluflumun içinde ülkemiz neredeydi, nas›l duruyordu ya da durmal›yd›? Sanki, çok bilinmeyenli bir denklem gibi bir soruydu bu... Türkiye sporun fanatizm gösterilerine tak›lm›fl gidiyordu. Futbol olgusunun galibiyete dayal› skorlar›ndan keyif
alan bir toplumun Olimpiyat Oyunlar› gibi ola¤anüstü bir spor oluflumunu düflünecek zaman› hiçbir zaman olmayacakt›. Olimpiyatlar’a kat›lmakla, Olimpiyatlar’› düzenlemenin ay›rd›nda olmal›yd›k. ‹lkine, buldu¤un kadar›yla bir kafile yollars›n. Öteki için ülkece ola¤anüstü bir çaban›n içinde olmal›s›n. Sporcu üretiminden, tesis yap›m›na de¤in... Ve Olimpiyat meflalesinin ayd›nlatt›¤› yoldan bilinçli bir biçimde yürüyerek... Üzgünüm, biz Olimpizm ruhunu taflacak bir yap›n›n ne insanlar› ne de ülkesi olabildik. Biz sihirli kürenin pefli s›ra giden ve baflar›lar› güncel yaflay›p çabuk yitirenlerdeniz. Özcesi, biz sporun evrenselli¤ini meflin yuvarla¤›n içine sokan ve onu tekmelemekten s›n›rs›z keyifler alan ilginç bir ülkenin insanlar›y›z...• MetinGoren@butundunya.com.tr
Evlenme yafl› giderek geçmeye bafllayan bir erkek, bir gün annesine telefon etti ve arad›¤› k›z›, en sonunda buldu¤unu söyledi: “K›z› buldum; ama iliflkimizi sürdürmek için flimdi ne yapmam gerekti¤ini bilmiyorum, anne” dedi. “Bana biraz yard›mc› olur musun?” Annesi o¤luna flu öneride bulundu: “fiimdi ona bir demet gül gönder ve baflbafla ev yeme¤i yemek için evine davet et.” Davet gecesinin sabah› anne, o¤lunu arayarak gecenin nas›l geçti¤ini sordu. “Gece tam anlam›yla bir felaketti, anne” dedi adam. “Tüm geceyi peynirli sandviçle geçirdik... Arkadafl›m yemek yapmas›n› bilmiyormufl, me¤er...”• 52
KÖfiEDEN BUCAKTAN Mehmet Muhsinoğlu
“YALAN RÜZGARI”VE PROFUMO ÖRNEG‹
K
amuoyunu yan›ltan, parlamentoya sürekli yalan söyleyen “üçüncü s›n›f” politika esnaf›n›n, bu marifetlerini “Takiyye” ad›yla perdelemesini anlay›flla karfl›layanlar›n, bir “yalan” yüzünden politika yaflam› sönen Profumo örne¤ini anlayabilmesi beklenemez; ama anlayabilecekler için 45 y›l geriye dönelim! Tarih: 05 Haziran 1963... ‹ngiliz Savafl Bakan› John Profumo, “telek›z” oldu¤u öne sürülen Christine Keeler ile seks iliflkisi konusunda, Baflbakan Harold Macmillan’a ve Avam Kamaras›’na “yalan söyledi¤i için” görevinden istifa etmek zorunda kalm›flt›. Keeler’in ayn› dönemde, casus oldu¤undan kuflku duyulan Sovyet Deniz Ataflesi Yevgeny “Eugene” Ivanov ile de iliflkisi ortaya ç›km›flt›. Profumo’nun, ulusal güven-
li¤i tehlikeye düflürecek bir davran›flta bulunmad›¤› güvencesini vermesine karfl›n, büyük yank› uyand›ran bu skandal, hükümetin neredeyse devrilmesine yol açacakt›. Moskova’n›n Küba’ya yerlefltirdi¤i füzeler nedeniyle, ABDSovyet nükleer savafl›n›n efli¤ine gelinen bir dönemde patlak veren “Profumo Skandal›”, dünya kamuoyunun da gündeminde ilk s›ralara oturmufltu. *** K›rkbefl yafl›nda, Oxford Üniversitesi mezunu genç bir politikac› olarak, 1960 y›l›nda Baflbakan Macmillan taraf›ndan Savafl Bakanl›¤›’na atanan John Dennis Profumo, ‹ngiliz ordusu ile ilgili konular›n gözetiminden sorumluydu. Hükümet içinde politik hiyerarfli anlam›nda fazla önem verilmeyen bu görev, gene de Profumo’nun gelece¤in daha üst görevlerine aday oldu¤unu gösteriyordu. 53
Eski film y›ld›z› Valerie Hobson’la evli olan Profumo, efli ve yak›n dostlar›yla birlikte, 1960’lar sosyetesinin “çok renkli” grubunun tam oda¤›nda yer al›yorlard›.
Eski film y›ld›z› Valerie Hobson’la evli olan Profumo, efli ve yak›n dostlar›yla birlikte, 1960’lar sosyetesinin “çok renkli” grubunun tam oda¤›nda yer al›yorlard›. 961 Temmuz’unda bir gece, John Profumo, Lord “Bill” Astor’un Cliveden malikanesinde verilen bir partide, 19 yafl›ndaki Christine Keeler ile tan›flt›r›ld›. H›zl› bir müzik eflli¤inde havuzbafl›nda yar› ç›plak dans eden Keeler, Dr. Stephen Ward’un konu¤u olarak partiye kat›lm›flt›. Sosyete çevrelerinin ortopedi uzman›, ayn› zamanda amatör bir portre ressam› olarak ünlenen Dr. Ward, arkadafl› Lord Astor’un malikane arazisi içindeki bir köflkü kiralam›flt›.
1 54
Keeler, Dr. Ward ile ilk karfl›laflt›¤› günlerde, Londra’da bir gece kulübünde “showgirl” olarak çal›fl›yordu. K›sa sürede doktorun “koruma kanatlar›” alt›na giren Keeler, Londra’da ayn› apartman dairesinde birlikte yaflamaya bafllamalar›na karfl›n, Dr. Ward’›n “özel arkadafl›” olmam›flt›; ancak sosyetenin bu “seçkin” doktoru, Keeler’i “yüksek tabaka mensubu” dostlar›yla “seksüel iliflkiye girmesi” için teflvik ediyordu. *** Dr. Ward, Christine Keeler’i arkadafl› olan Sovyet diplomat› Ivanov’la da tan›flt›rd›. ‹kili fazla gecikmeden “çok özel” iliflkiye giriflmiflti. Keeler, Cliveden malikanesinde düzenlenen partide bakan-
‹ngiliz Savafl Bakan› John Profumo, Christine Keeler ile seks iliflkisi konusunda, Baflbakan Harold Macmillan’a ve Avam Kamaras›’na yalan söyledi¤i ortaya ç›k›nca görevinden istifa etti.
la tan›flt›r›lmas›ndan birkaç hafta sonra, Profumo ile de iliflki kurdu. Ancak her iki erke¤in de kendisine para ödeyip ödemedi¤i anlafl›lamad›. Profumo, bir keresinde Keeler’in annesinin do¤um gününe arma¤an almas› için ona para vermiflti. Çok ateflli geçen birkaç ayl›k bu arkadafll›k, 1961 y›l› sonuna gelindi¤inde noktalanm›flt›. Evli bakan›n bafllang›çta kamuoyunun dikkatini çekmeyen bu “yersiz” iliflkisi, 1963 y›l›n›n ilk günlerinde Keeler’in kar›flt›¤› bir baflka olay nedeniyle gün ›fl›¤›na ç›kt›. Johnny Edge Combe ad›nda bat› Hint adal› bir marijuana kaçakç›s›, eski sevgilisi Keeler taraf›ndan içeri girmesine izin verilmeyince, Dr. Ward’›n Londra’da-
ki dairesine d›flar›dan atefl etti¤i için tutuklanm›flt›. Bu olaya ve yarg› aflamas›na büyük ilgi gösteren gazetelerin yan›s›ra, Profumo ve Keeler’in eski iliflkileri de kamuoyunda söylentilerin oda¤› durumuna geldi. u arada Keeler, Profumo ile iliflkisi oldu¤u haberlerini ve ayn› zamanda Sovyet diplomat› Ivanov’la da arkadafll›k etti¤ini do¤rulay›nca, sosyete çevrelerinin kokteyl partilerde kulaktan kula¤a f›s›ldad›¤› dedikodu, bir anda ‹ngiltere’nin ulusal güvenli¤iyle ilgili skandala dönüfltü. *** 21 Mart 1963’te ‹flçi Partisi’nin Dudley Milletvekili Albay Geor-
B
55
John Profumo hükümetten istifa ettikten sonra politikay› b›rakt› ve kendini, Londra’n›n do¤u kesiminde yard›msever çal›flmalara adad›.
ge Wigg, hükümet üyesi Profumo’nun kimi uygunsuz davran›fllar› hakk›ndaki söylentileri do¤rulamas› ya da yalanlamas› istemiyle, skandal› Avam Kamaras› gündemine getirdi. Muhalefet milletvekili Wigg, Profumo’yu köfleye s›k›flt›rarak muhafazakâr hükümeti güç durumda b›rakmak istemedi¤ini; ancak konunun Ivanov ba¤lant›s› nedeniyle ulusal güvenlik sorununa dönüfltü¤ünü savunuyordu. Di¤er taraftan ‹ngiliz haber alma servisi, kapal› kap›lar ard›nda sürdürdü¤ü operasyonlarla, Profumo’nun ulusal güvenli¤i herhangi bir biçimde riske atmad›¤›, Ivanov’un da casus oldu¤unu gösteren bir kan›t bulunmad›¤› sonucuna varm›flt›. Bununla birlikte milletvekili Wigg’in, konuyu ›srarla gündemde tutmas› karfl›s›nda çaresiz ka56
lan Profumo, 22 Mart’ta parlamento kürsüsüne ç›k›p bir konuflma yapt›. Suçlamalar› kesinlikle reddeden bakan, “Bayan Keeler ile her ne kadar tan›fl›yorsak da, bunda hiçbir uygunsuzluk yoktu” dedi ve savunmas›na flöyle devam etti: “E¤er bu skandal iddialar›, iftira ve karalamalar› parlamento d›fl›nda da yap›l›r ya da tekrarlan›rsa, mahkemeden yaz›l› karar almakta tereddüt etmem.” Profumo’nun skandal iddialar›n› etkisiz duruma getirmek için sürdürdü¤ü çaba birkaç hafta sürdü. ay›s ay›na gelindi¤inde, Dr. Stephen Ward’›n, Keeler ve öteki genç kad›nlar› fuhufla teflvik etmek suçlamas›yla yarg›lanmas›na baflland›. Büyük sansasyon yaratan duruflma s›ras›nda Keeler, Profumo ile iliflkisi hakk›nda yeminli ifade verdi. Bu arada Dr. Ward, muhalefet partisi lideri Harold Wilson’a, Profumo’nun Avam Kamaras›’na yalan söyledi¤ini yaz›l› olarak bildirdi. *** 4 Haziran’da efliyle birlikte tatil yapt›¤› ‹talya’dan dönen Profumo, muhafazakâr parti liderine, Bayan Keeler’in metresi oldu¤unu, 22 Mart’ta parlamentoda yapt›¤› konuflman›n gerçe¤i yans›tmad›¤›n› söyledi ve ertesi gün, 5
M
Haziran’da Savafl Bakanl›¤› görevinden istifa etti. Baflbakan Macmillan, Profumo skandal› konusundaki tutumu nedeniyle yo¤un elefltiri ald›; bas›nda ve parlamentoda, art›k yaflland›¤›, geliflmeleri izleyemedi¤i, yetersiz kald›¤› öne sürülüyordu. kimde kendi hükümeti içinden gelen bask›lar sonucu Macmillan baflbakanl›ktan istifa etti, yerine Alec Douglas-Home getirildi. Fakat 1964 genel seçimlerinde, Harold Wilson’un ‹flçi Partisi taraf›ndan hep birlikte iktidardan “silinip-süpürüldüler”. Bu arada Dr. Stephen Ward, afl›r› dozda hap içerek intihara kalk›flmas› sonucu komaya girdi. Yarg›lanmakta oldu¤u mahkeme taraf›ndan g›yab›nda, “fahiflelikten kazanç sa¤layarak, ahlak d›fl› bir yaflam sürdürdü¤ü” için suçlu bulundu. Dr. Ward bu karardan k›sa süre sonra, zihinsel yetilerini yeniden kazanamadan, komadayken yaflama veda etti. Christine Keeler, ilgili oldu¤u bu davan›n duruflmalar› s›ras›nda yalan yere yemin etti¤i için 9 ay hapse mahkum oldu, Aral›k 1963’te cezaevine girdi. John Profumo hükümetten istifa ettikten sonra politikay› b›rakt› ve kendini, Londra’n›n do¤u kesiminde yard›msever çal›flmalara adad›. *** Kraliçe Elizabeth 1975’te, bu
E
May›s ay›na gelindi¤inde, Dr. Ward’›n, Keeler ve öteki genç kad›nlar› fuhufla teflvik etmek suçlamas›yla yarg›lanmas›na baflland›.
çal›flmalar› nedeniyle Profumo’ya, ‹ngiltere’nin en yüksek onur ödüllerinden biri olan “Britanya ‹mparatorlu¤u Komutan›” unvan›n› verdi. Bu dönemin Baflbakan› Margaret Thatcher, eski Savafl Bakan› için “Ülkemizin ulusal kahramanlar›ndan biri” diyordu. Thatcher, 70’inci do¤um günü törenine Profumo’yu da davet etti ve ona, Kraliçe Elizabeth’in yan›na oturma onuru ba¤›flland›. Eski savafl bakan›n›n “sosyal itibar›n› geri verme” operasyonu böylece tamamlanm›fl oluyor, Lady Thatcher, “Keeler iflini unutman›n zaman› geldi. Profumo çok yararl›, iyi bir yaflam sürdü” diyordu. Profumo 10 Mart 2006’da, geçirdi¤i kalp krizinden iki gün sonra, 91 yafl›nda yaflam›n› kaybetti. Ölümünden sonra kamuoyuna 57
BD HAZ‹RAN 2008
ilan edilen “anma yaz›s›”nda, “bir hükümet üyesinin aflk skandal›yla gölgelenmesi örne¤inin daha önce de görüldü¤ü; fakat bu gizli iliflkinin iyi düflünülmemifl bir davran›fl oldu¤u” belirtildi.
K
endi davran›fl›n› sert söylemlerle elefltiren Profumo, “ailesini korumak için parlamentoyu yan›ltt›¤›n›” öne sürüyor, buna karfl›n arkadafllar›, yak›n çevresi ve sosyete taraf›ndan, ölümünden çok daha önce ba¤›fllanm›fl bulunuyordu. Christine Keeler ise 2001’de, gazeteci-yazar Douglas Thompson ile birlikte, özgeçmiflini anlatt›¤› “Benim Öyküm” kitab›n› yay›mlad›. Keeler’in yaflam öyküsü, “Skandal” filmine ve “Keeler” adl› tiyatro oyununa esin kayna¤› oldu. *** “Profumo olay›na” ad› kar›flan güzellerden Mandy (Marilyn) RiceDavies, Wales’de do¤mufltu. Yafl›ndan daha büyük gösteren Mandy, 15 yafl›nda Londra’ya gelip Birmingham’da büyük bir ma¤azada manken olarak çal›flmaya bafllad›. Burada Christine Keeler ile karfl›laflan Mandy (Marilyn) Rice-Davies, birkaç gün sonra Dr. Stephen
Ward’la tan›flt›r›ld›. Böylece sosyete çevrelerine giren Mandy, Dr. Ward taraf›ndan arkadafl› Lord “Bill” Astor’a “takdim” edildi. Mandy, Keeler’le ayn› apartman dairesinde yaflamaya bafllamas›na karfl›n, Profumo ile hiç karfl›laflmad›; kenar mahallelerdeki evlerini kiraya vererek geçinen ve kötü bir üne sahip Peter Rachman’›n “metreslerinden” biri oldu. Mandy ve Keeler’in kald›¤› apartman dairesinin sahibi de ayn› Rachman’d›. Skandal›n kamuoyunu yo¤un biçimde meflgul etti¤i günlerde, Londra’ya resmi bir ziyarette bulunan Malezya Baflbakan› Tunku Abdul Rahman, havaalan›nda düzenlenen karfl›lama töreninde, görevlilerin, “Ekselans öncelikle ne arzu ederler?” sorusuna verdi¤i yan›tla, büyük bir flaflk›nl›k yaratt›. Konuk Baflbakan, “Mandi istiyorum” diyordu. Christine Keeler’le birlikte ad› Profumo olay›na kar›flan Mandy Rice-Davies’in istendi¤ini san›p, flok geçiren ‹ngiliz protokol görevlilerine daha sonra anlat›ld› ki, “mandi” Malezya dilinde “banyo yapmak” anlam›na geliyordu.• m.muhsinoglu@gmail.com
‹ngilizce dersinde ö¤retmen, ö¤rencisine sordu: “O¤lum, Türkçe söyleyece¤im flu tümceyi ‹ngilizce’ye çevireceksin: “Çocuk, kofltu kofltu, denize düfltü, bo¤uldu...” Bu tümceyi ö¤renci, ‹ngilizce’ye flöyle çevirdi: “The boy t›k›d›k, t›k›d›k, t›k›d›k, culup, glu, glu, glu...”• 58
B‹R BAfiKA BAKIfi Cheryl Tanrıverdi
Pozitif Psikoloji
Güçlü Yönlerinize Odaklan›r
B
ir iyimser misiniz, yoksa bir kötümser mi? Barda¤› yar›s› dolu olarak m› görüyorsunuz, yar›s› bofl olarak m›? Psikolojinin yeni bir dal› barda¤›n yar›s›n› dolu görmenize yard›mc› oluyor. “Pozitif psikoloji” olarak bilinen dal ilk kez 1998 y›l›nda Dr. Martin Seligman taraf›ndan bir grup psikologa tan›t›ld›. Pozitif psikoloji uzmanlar› hastalar›n olumsuz yönleri yerine, olumlu ve iyi yönlerini belirlemeye çal›fl›yorlar. Bizi üzen fleylerin üzerine gitmektense, kendimizi iyi duyumsamam›za neden olan fleylere odaklan›yorlar.
Tarihi boyunca psikoloji genellikle öncelikli olarak kifli zay›fl›klar›na ve baflar›s›zl›klar›na odakland›¤›ndan, bu yeni bir yaklafl›md›. Pennsylvania Üniversitesi’nde (ABD) psikoloji profesörü olan Seligman sorunlar›m›z oldu¤unu yads›m›yor; o yaln›zca, yaralar›m›z› iyilefltirmek için güçlü yönlerimize odaklanarak farkl› bir yaklafl›mda bulunuyordu. Genifl çapl› araflt›rmalar sonucu kimi al›flt›rmalar›n ve tekniklerin ifle yarad›¤›, iyimserli¤in ö¤renilebilir ve ö¤retilebilir oldu¤u sonucuna vard›. Seligman’›n ilk konuflmas›ndan sonraki y›llarda pozitif psikoloji giderek gözde oldu. Yüzlerce 59
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
üniversite onu program›na ald›, kimileri bu alanda yüksek lisans olana¤› da sunuyor. üm dünyada yüksek standartlar› ve s›k› rekabetiyle bilinen Harvard Üniversitesi’nde 2006 y›l›nda en gözde ders pozitif psikolojiydi. Ders araflt›rma ve veri sunmakla kalm›yor, ayn› zamanda ö¤rencilere yaflamlar›n› ve deneyimlerini kuramlarla nas›l ba¤daflt›racaklar›n› ö¤retiyordu. Dersin sonunda birçok ö¤renci pozitif psikolojinin yaflamlar›n›n iyileflmesinde etkili oldu¤unu söylemiflti. Amerika’daki yo¤un ilgiden sonra ‹ngiltere, ‹skoçya, Yeni Zelanda, Avustralya ve Çin’de de seminerler dü-
T 60
zenleniyor, dersler veriliyor. Seligman’›n “Gerçek Mutluluk” adl› kitab› ise 20 dile çevrildi. Özellikle bugünün karmafla dolu dünyas›nda bunal›m her yerde art›flta... Bunal›m gidermeye yard›mc› ilaçlar›n kullan›m› da giderek yayg›nlafl›yor. Birçok kimse için yaflam çok stresli... Sürekli endifle, korku ve sinirlilik art›k s›radan say›l›yor. Böyle olunca da ço¤u kimsenin mutlulu¤a giden yolu aramas›na flafl›rmamak gerekiyor. Pozitif psikolojinin ilkeleri onlara aray›fllar›nda yard›mc› olabilir. Yine de, pozitif psikoloji uzmanlar› sonsuz mutlulu¤un gerçekçi bir hedef olmad›¤›n› unutmamam›z gerekti¤ini söylemekte gecikmiyorlar. Her zaman
mutlu olaca¤›n›z›n güvencesini veren bir hap varsa, ondan h›zla uzaklaflmal›s›n›z! Uzmanlar her duygunun bir amaca hizmet etti¤ini belirtiyor. Mutlulu¤un yan›s›ra korku, k›zg›nl›k ve üzüntü gibi ruh durumlar›na da bürünmemiz gerekiyor. Böylece çevremizde olup bitenlere daha bilinçli yaklaflabiliyor, gerekti¤inde harekete geçebiliyoruz; bu da yaflam›m›z› sürdürmemize katk›da bulunuyor. K›s›tl› miktarda bile olsa mutluluk aray›fl›ndaki sorun, mutlulu¤un nas›l bulunaca¤›n›n belirli bir yan›t›n›n olmamas›d›r. Piyangodan ödül kazanmak ya da ünlü olmak hep mutlu olunaca¤›n›n güvencesini vermiyor. Çeflitli araflt›rmalar›n sonuçlar›, piyango
talihlilerinin ödülü ald›ktan sonra bir süre boyunca afl›r› derecede mutluluk yaflad›klar›n›, birkaç ay sonra ise genellikle ödülden önceki mutluluk (ya da mutsuzluk) seviyelerine geri döndüklerini gösteriyor. aran›n d›fl›nda bizi mutlu edecek bir fleyin olmas› gerekti¤i ortada... Seligman, herhangi birinin ifle yaray›p yaramad›¤›n› görmek için çok say›da yaklafl›m denedi. Araflt›rmas›, içinde bulunulan koflullar nas›l olursa olsun kimi yöntemlerin daha mutlu olmam›za katk›da bulundu¤u sonucunu ortaya ç›kard›. Daha hoflnut olmam›za, yaflam›n daha
P
61
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
anlaml› bir biçim almas›na, daha büyük umutlara sahip olmam›za, daha çok gülümsememize ve gülmemize katk›da bulunuyorlar. Seligman’›n titiz araflt›rmas›n›n ayr›nt›lar› sayg›n akademik dergilerde yay›mland›. eligman yüzden fazla tekni¤i incelerken, iyimserli¤e do¤ufltan sahip olmam›z gerekmedi¤i, bunun üzerinde çal›fl›l›p gelifltirilebilecek bir özellik oldu¤u sonucuna vard›. Deney gruplar›ndaki kat›l›mc›lar baflar›s›zl›klar› nedeniyle kendilerini azarlamak yerine, “Be¤endi¤im yönlerim neler?” ve “Bugün neleri do¤ru yapt›m?” sorular›n› sormay› ö¤rendiler. Mutluluk ipuçlar›n›n flafl›rt›c› ve ola¤anüstü bir tedavi olmad›¤›n› kabul etmekte gecikmeyen Seligman’›n, yarar› oldu¤unu gördü¤ü üç al›flt›rmas› var. Deneye kat›lanlar bu al›flt›rmalar› tan›mlamak için “yaflam de¤ifltiren” ifadesini kullanm›fllard›. Neden siz de denemiyorsunuz? Herkesin yapabilece¤i denli kolay... ‹lki, üç iyi fley düflünmek... ‹kincisi, yeteneklerinizi
S
62
kullanmak... Üçüncüsü ise teflekkür etmek... Nas›l bafllayacaks›n›z? Her gece uyumadan önce, o gün bafl›n›za gelen üç iyi fley düflünün. S›ra d›fl› ya da dünyay› sallayan bir fley olmas› gerekmiyor. Bir arkadafltan gelen telefon, lezzetli bir yemek ya da radyoda güzel bir flark› dinlemek denli basit olabilir. ‹kincisi, güçlü yönlerinizi kullanmak. Her birimiz kimi ifllerde iyiyizdir. Kendimiz ay›rd›na varamasak da arkadafllar›m›z bize söyler: “Bu ifli gerçekten iyi yap›yorsun.” Bu yetenekler cesaret, azim, esprili ve flakac› olmak, kibarl›k, liderlik, alçakgönüllülük ya da ö¤renme iste¤i gibi özellikler olabilir. Günlük ifllerde bu gibi iyi özelliklerinizden birini yeni bir biçimde kullanmaya çal›fl›n. Espri anlay›fl›n›z geliflmiflse örne¤in, bunu hararetli bir tart›flman›n ortas›nda karfl›n›zdaki kifliyi sakinlefltirmek için kullanabilirsiniz. Üçüncü al›flt›rmada, sizin için çok fley ifade eden ve önemli bir fley yapm›fl olan birini düflünmeniz gerekiyor. Durumu ayr›nt›lar›yla an›msay›n ve yaz›n. Olanakl›ysa, o kifliye bir teflekkür mektubu yaz›n ve mektubu ona kendiniz verin.
Bu al›flt›rmalar›n üçü de sahip olmad›klar›n›za de¤il, olduklar›n›za yo¤unlaflman›z› sa¤lar. Kendinizi daha iyi, güçlü ve zinde duyumsars›n›z. Daha iyi uyur, daha sa¤l›kl› olursunuz. En az›ndan pozitif psikoloji uzmanlar› öyle söylüyor. Pozitif psikolojiyi uygulayanlar da ayn› biçimde düflünüyor. Ben de onlarla ayn› fikirdeyim. ‹lk al›flt›rmadan ileri gidememifl olsam da her gece uykuya dalmadan önce o gün yaflad›¤›m üç iyi fleyi düflünmeyi al›fl-
kanl›k biçimine getirdim. Gün içinde ne denli fazla düfl k›r›kl›¤› ya da zorluk yaflad›ysam yaflayay›m, kendimi iyi duyumsamama neden olan üç fley her zaman buluyorum. Art›k al›flt›¤›mdan, genellikle dört, befl ya da alt› iyi fley düflünebiliyorum; ancak o zamana de¤in, beni dinçlefltirecek derin bir uykuya dalm›fl oluyorum bile... Deneyin. Kolay ve ifle yar›yor!• Çeviri: Pelin Hazar
CherylTanr›verdi@butundunya.com.tr
Bir papaz, bir alkolik ve bir mühendis giyotinle ölüm cezas›na çarpt›r›lm›fllard›. S›ra öncelikle papazdayd›. Görevli, papaza ölüm an›nda yukar›ya m›, afla¤›ya m› bakmay› ye¤ledi¤ini sordu: Papaz bu soruya hemen yan›t verdi: “Yukar› bakmak isterim. En az›ndan ölürken yüzüm Tanr›’ya dönük olur.” Papaz›n iste¤i yerine getirildi, giyotin b›ça¤› havaya kald›r›ld› ve b›rak›ld›. Aniden b›ça¤›n h›z› kesildi ve tam papaz›n boynuna santimetreler kala duruverdi. Bu olay Tanr›’dan bir iflaret olarak görüldü ve papaz serbest b›rak›ld›. S›ra alkoli¤e geldi. Bir umutla o da yukar› dönük olmak istedi¤ini söyledi. Ayn› biçimde giyotin b›ça¤› tam adam›n boynuna yaklaflm›flken yavafllad› ve durdu. Bu da Tanr›’n›n bir iflareti olarak kabul edildi ve o da serbest b›rak›ld›. S›ra mühendisteydi. Mühendis de yukar› dönük infaz edilmek istedi¤ini belirtti. Tam b›çak havaya kalkm›flken mühendis aniden ba¤›rmaya bafllad›: “Durun bir dakika, durun bir dakika” dedi. “B›çaktaki sorunun ne oldu¤unu anlad›m.”• 63
KONUK YAZAR Numan Aydınoğlu
1001 Güzel Söz Derleyen: Halil Can ‹Y‹ yaflamak için acele et ve flunu bil ki, her gün bafll› bafl›na bir yaflamd›r. Seneca
YAfiAMIMIZIN bir tek sayfas›n› y›rt›p atamay›z. Biz; ancak tüm kitab› atefle atabiliriz. George e Sand
‹K‹ kolun kucaklayamayaca¤› denli büyük olan a¤aç, saç denli ince bir kökten do¤mufltur. Yedi katl› bir kule, bir toprak y›¤›n› üzerinde yükselir. Bin fersahl›k bir yolculuk da bir ad›mla bafllar. La-Otse
EL‹M‹ZDE olan fleyleri çok seyrek düflünürüz. Eksik olanlar›ysa her zaman... Schopenhauer
HERKES dünyan›n düzene girmesini ister. Fakat çabay› komflusundan bekler. A. Tardieu ‹NSANLAR görevlerini yapman›n kendilerini mutlu edece¤ini, mutlu olman›n da bir görev olaca¤›n› ö¤renselerdi, daha iyi bir dünyada yaflarlard›. Bir insan›n mutlu olmas› baflkalar›n›n da mutlu olmas›n› kolaylaflt›r›r. John Labback B‹R fleyi ilk seferde do¤ru yapman›n kötü taraf›, onu yapman›n ne denli güç oldu¤unu hiç kimsenin anlayamamas›d›r. Waltwest 64
YAfiAMIMDA edindi¤im en büyük bilgi fludur: Kendi kendine yard›m etmeyi bilmeyene hiç kimse yard›m etmez. Pestalozzi YAfiAMDA en kolay fley, insan›n kendisini aldatabilmesidir. Çünkü her insan istedi¤i fleyin genellikle gerçek oldu¤una inan›r. Demosten K‹M‹ kifliler henüz benliklerini bulamad›klar›n› söylerler. Ama benlik insan›n buldu¤u de¤il, yaratt›¤› bir fleydir. Thomas Szasz PARANIZI hâlâ sayabiliyorsan›z, daha gerçek bir zengin de¤ilsiniz demektir. Paul Getty
DÜNYANIN YEN‹ HAR‹KASI PETRA
B
ir dünya harikas›ndan geliyorum. Ad›n›, Yunanca’da “Kaya” anlam›na gelen “Petra” sözcü¤ünden alan, tarihin en eski birkaç yerleflme merkezlerinden birinden geliyorum. Hani hep söyleriz, “‹stanbul insan› flair de yapar, alkolik de” diye... Manzaralar›, do¤al güzellikleri ve tarihsel kimli¤iyle ile elbette kendine özgü bir görkemin sahibi ‹stanbul’umuzla oranlamak için de¤il; fakat bir gerçe¤i saptamak için söyleyelim: Petra da kendine özgü tarihsel bir görkemin sahibi say›l› kentlerden biridir. Özgeçmifl öyküsünün ilk sat›rlar›nda “yafl”›n›n, cilal› tafl dönemine de¤in uzand›¤› ileri sürülüyor. Günümüzde ise, yaln›zca eski bir yerleflim merkezinin uzant›s› olmas›n›n yan›s›ra, yüzy›llar öncesinin yaflam kültürünü simgeleyen bir abide konumu da oluflturuyor. 65
BD HAZ‹RAN 2008
Kaya evleri yer yer, bizim Hasankeyf’imizi ça¤r›flt›r›yor. Kayalar›n kendine özgü yap›sal özelli¤i ve renkleri, Petra’y› dünyan›n yeni 7 harikas›ndan biri seçilmesinin nedenlerini oluflturuyor. etra’n›n do¤as›na, ‹.Ö. 7’nci yüzy›lda yap›lan sarn›çlarla toplanan bahar ya¤murlar› yaflam veriyor. Yüzy›llar boyu sürdürdü¤ü yaflam›nda Petra, farkl› toplumlar›n yaflam merkezi olmakla kalmam›fl, ilerideki y›llarda üç semavi dini de kucaklam›fl, bu dinlere evsahipli¤i de yapm›flt›r. Petra’n›n, dünyadaki yeni 7 harikadan biri seçilmesinin ön s›ralarda gelen nedeni, kenti oluflturan kayalar›n yap›sal özellikleri yan› s›ra, bu kayalar›n, bir boya katalogunu ça¤r›flt›ran
P 66
çeflitli tonlardaki renkleridir. Kente, kifliyi heyecanland›ran görkemli bir do¤al geçitten geçilerek giriliyor. 1300 metre uzunlu¤undaki bu do¤al geçidin geniflli¤i yer yer 2 metreyi geçse de, genelinde 2 metrenin alt›nda bir darl›kta ve her iki kenar›n›n yüksekli¤i ise, yaklafl›k 100 metre dolaylar›nda. Kapal› yer korkusu olan turistlerin, içine girmeden döndükleri bu “tünel-geçit”, do¤an›n mucizesini simgeleyen bir an›t kimli¤i yan›s›ra, tarihsel özelli¤iyle de sergiliyor kendini... Yüzy›llar önce oluflan depremler sonucu ikiye ayr›larak, kente geçifl olana¤› veren ana kayan›n üzerinde gökkufla¤›n›n tüm renkleri, dünyan›n yaln›zca bu noktas›na özgü bir renk cümbüflüne dönüflüyor. Gökkufla¤› benzetmesiyle
anlatmaya çal›flt›¤›m›z görüntü, çeflitli renklerin kayalar üstündeki bir yanmas› ya da bir göz yan›lmas› olay› de¤ildir. Bu renkler, kayalar üzerinde var olan ve hatta dokundu¤unuzda, yumuflak yap›s› nedeniyle elinize bulaflabilen somut renklerdir. 100 metre yüksekli¤indeki ya da kal›nl›¤›ndaki ve 1300 metre uzunlu¤undaki bir kayan›n deprem sonucu ikiye bölünmesi olay›n› Petral›lar, kutsal bir olay olarak yorumlam›fllar, “Kutsal geçit” ad› verdikleri bu tünelin de kutsal oldu¤una inanm›fllard›r. Birçok Petral›, Tanr›’ya daha yak›n olacaklar›na inand›klar› için ölülerinin cesetlerini bu tünele b›rakm›fllar, tüneli bir çeflit “üstü aç›k mezar” olarak da kullanm›fllard›r. ünelin sonunda ç›k›lan genifl alanda, bir firavunun bugün “Hazine” olarak adland›r›lan dev mezar›, yüksek kenarl›, dar ve uzun kutsal tünelden ç›kanlara “Geçmifl olsun… Hofl geldiniz” dercesine yükseliyor. Bu “Hazine” konusunda bize verilen bilgiyi, biz de sizinle paylaflal›m: “Böylesi devasa bir mezara fi-
ravunun ‘paras›z, pulsuz’ gömülmeyece¤ini bilen dönemin Petral›lar’›, firavunun hazinesiyle birlikte gömüldü¤ünü varsayarak mezar›n çeflitli yerlerini kazm›fllar, içine girip ç›km›fllar ama... Ya
T
firavun ‘befl paras›z’ gömüldü¤ünden ya da kendileri çok geç kald›¤›ndan, mezardan elleri bofl dönmüfller. Buna karfl›n mezar, “Hazine”, (The Treasury) ad›n› bugün de koruyor. 67
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
Yol boyunca, kaya mezarlar ve kayalara oyularak yap›lm›fl Tanr› heykelleri s›ralan›yor. Bunlar›n gün ›fl›¤›na ç›kar›ld›¤› çal›flmalar›n yap›ld›¤› yöntemi de aç›kl›yor rehber. Hazinenin
Kutsal Geçit’in ç›k›fl a¤z› önündeki alanda, firavun’un dev mezar›n›n birkaç metre ötesinde, yepyeni bir “insan yap›s› harika” yükseliyor. Bir tiyatro... O dönemde yer almas› önemli özelli¤ine ek olarak, bir baflka önemli özellik daha tafl›yor: Bu tiyatro, dünyada kayalara oyularak yap›lm›fl ilk tiyatrodur. ir do¤a olay›n›, “kutsall›k”la yorumlayan, hazinesiyle gömüldü¤ünü varsayd›klar› firavunun mezar›n› ya¤malamaya kalk›flan ve yaflam›n› bir tiyatro kültürüyle bütünlefltiren halk, özel yaflam›n› hangi koflullarda sürdürüyordu acaba? Uzmanlar›n yan›t›, hiç de iç aç›c› de¤il: “Halk, yaln›zca tek gözlü bir ma¤arada sürdürüyordu yaflam›n›.” Yüzy›llar öncesi bu yaflam biçimi, say›lar pek fazla olmasa da, Petra’da bugün de sürdürülüyor, bugün de kimi aileler, tek gözden oluflan ma¤aralarda yafl›yorlar. Petra, yeryüzünün sözcüklerle anlat›labilecek kentlerinden biri de¤il. Petra’y› duyumsamak, Petra’y› yaflamak, Pet-
B
iki taraf›nda görülen ayak izlerini iflaret ediyor ve o dönemde böyle bir t›rman›fl oldu¤unu ve tüm bu tür çal›flmalar›n “yukar›dan bafllay›p afla¤›ya do¤ru yap›ld›¤›n›” söylüyor. 68
ra’y› att›¤›n›z her ad›mda fotograflamak gerekiyor. Önümüzde t›rman›lacak tam 1100 basamak var. O 1100 basama¤›n sonunda, manast›r var. O manast›ra götürüyor kiflileri o
1100 basamak... Manast›r’›n ne özelli¤i mi var? Varl›¤› d›fl›nda manast›r›n en büyük özelli¤i, Kudüs’e kufl bak›fl› bakmas›n› sa¤l›yor, 1100 basama¤› ç›kabilen kiflilere...•
Bu Yaz›n›n Yazar› Numan Ayd›no¤lu’yla Tan›fl›n 1953 y›l›nda Mardin’de do¤du. ‹lk ve orta ö¤retimini Malatya’da tamamlad›. 1977 y›l›nda Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden matematik mühendisi olarak mezun oldu. 1980 y›l›nda Türkiye biliflim sektörüne yaz›l›mc› olarak kat›ld›. 1983 y›l›nda NCR Biliflim Sistemleri’nde yaz›l›m mühendisi olarak göreve bafllad›. 1989-1997 y›llar› aras›nda önce International Hospital daha sonra da Amerikan Hastanesi’nde biliflim direktörlü¤ü görevinde bulundu. Bir süre sektörel derneklerde yönetim kurulu üyeli¤i ve baflkanl›k yapt›. 1997 y›l›nda NCR Biliflim Sistemleri’ne geri döndü. 2000 y›l› Ocak ay›nda Ortado¤u, Afrika, Do¤u Avrupa Bölgesi D›flkaynak Hizmetleri Bölge Müdürlü¤ü’ne atand›. 2005 y›l›ndan buyana NCR firmas›nda Ortado¤u/Afrika-‹talya ve Türkiye Bölgesi Hizmet-Sat›fl Destek Bölümü yöneticili¤i yap›yor. Görevi gere¤i yapt›¤› ifl gezilerini özenle fotograflamak amac› ile amatör fotografç›l›k e¤itimi ald›. “Telepati” dergisinde ayl›k yaz›lar› yay›mlanmaktad›r.• Bir sirkte her gece tehlikeli numaralar yapan bir trapezci, gösteri s›ras›nda düfltü ve a¤›r yaraland›. Hastaneye ziyaretine giden bir dostu, onun neden bu denli tehlikeli gösteriler yapt›¤›n› ö¤renmek istedi: “Niçin her gece ölümle burun buruna geliyorsun?” dedi. “Neden bu denli tehlikeli gösteriler yap›yorsun?” Trapezci hemen yan›t verdi: “Yaflamak için sevgili dostum” dedi. “Yaflamak için...”• Bir flirketin depo flefi, çok çal›flkan olmas›na karfl›n ans›z›n iflten ç›kar›ld›. Bu olay› duyan öteki fleflerden biri dayanamayarak müdüre depo flefinin iflten ç›kar›lmas›n›n nedenini sordu: “Çok dinamik ve saat gibi çal›flan bir gençti” dedi. “Neden ifline son verdiniz?” Müdür bu soruya gülümseyerek yan›t verdi: “Saat gibi oldu¤u do¤ruydu; ama çalar cinsindendi.”• 69
KONUK YAZAR
SUDOKU
Yener Ergüven
Canan Onural
B›rakmaz ki, Ayr›lmak Olanakl› Olsun
Talas’tan Kolay
Ben Talas’tan ayr›ld›m; ama okuluyla, kentci¤iyle Talas benden ayr›lmad›. Yaflam›m boyunca ben nereye gittiysem, Talas kentci¤i de, Talas Amerikan Ortaokulu da benim hem de peflim s›ra de¤il, yan›m s›ra benle geldi o gitti¤im yere...
K
Zor CananOnural@butundunya.com.tr Yan›tlar 90’›nc› sayfam›zdad›r. 70
ayseri’nden on kilometre uzakl›kta ya da Kayseri’nin on kilometre yak›n›nda, bahar ve yaz aylar›nda yemyeflillikler, k›fl aylar›nda bembeyaz gelinlikler içinde güzeller güzeli bir kentciktir Talas... Ona “Bucak” demeye dilim varm›yor, “Kasaba” demeye gönlüm elvermiyor. Büyük bir köy demenin ise, ona haks›zl›k etmek olaca¤›n› biliyorum. Bir kentcik özelli¤iyle, bir kentcik güzelli¤iyle yer etti beynimde ve gönlümde ve hep o özelli¤iyle, o güzelli¤iyle kald› an›lar›mda... Bir de, bir Amerikan Orta-
okulu vard› bir zamanlar, Talas’ta... Bir ilkokul mezunu olarak gelmifltim o okula, dört y›l sonra yaln›zca ‹ngilizce konuflabilen ve okuyabilen bir ortaokul ö¤rencisi olarak de¤il, o ana de¤in Türkiye’de ve dünyada olup bitenleri de bilen, olup bitecekler karfl›s›ndaysa haz›rl›kl› bir ortaokul ö¤rencisi olarak ayr›lm›flt›m oradan... Ben ondan ayr›ld›m; ama okuluyla, kentci¤iyle Talas benden ayr›lmad›. Yaflam›m boyunca ben nereye gittiysem, Talas kentci¤i de, Talas Amerikan Ortaokulu da benim hem de peflim s›ra de¤il, yan›m s›ra benle 71
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
geldi o gitti¤im yere... Askerli¤imi yapmakta oldu¤um Çank›r›’da da ç›k›verdi birgün karfl›ma y›llar sonra... “Siz benim a¤abeyimsiniz” dedi tan›mad›¤›m bir genç. “Yakan›zdaki rozetinizden tan›d›m sizi.”
¤ü’nden bir yaz› geldi okula... Yaz›kavak Köyü ö¤retmenli¤inden, Orta ilçesindeki bir ilkokula atand›¤›m bildiriliyordu. Atanma karar›na neden olarak da, her an bir mide kanamas› geçirebilece¤im olas›l›¤› gösteriliyordu. Y›llar önce geçirdi¤im bir mide kaHemen Çank›r› Milli E¤itim Müdürlünamas›n›n o yaz tekrar ¤ü’ne gittim ve atanma karar›m›n geri etmesi sonucu hastaneal›nmas›n› istedim. Çünkü benim yerime den verilen bir rapor, yeni bir atama yap›lmad›¤› için 55 me¤er dosyama eklenö¤rencim ortada, ö¤retmensiz kalacakt›. mifl. Yap›lan inceleme sonunda bu raporu göO da “Talasl›”ym›fl, me¤er... O ren yetkililer, benim bir köyde da Talas Amerikan Ortaokulu’nda de¤il de, görevime hastanesi okumufl, me¤er... Aram›zdaki olan bir yerde devam edebilecea¤abey-kardefl iliflkisinin do¤all›¤› ¤imi belirtmifller ve beni bu neiçin, do¤al bir nedendi bu, farkl› denle hastanesi olan Orta ilçezamanlardaki; fakat ayn› mekan- sindeki bir ilkokula atam›fllar. daki ortak yan›m›z... Atanma emrim bana bildirildiBilenler ba¤›fllas›n, bilmeyen- ¤inde, kas›m ay›n›n birinci haftaler için söylüyorum: s› bitmifl, ikinci haftas› bafllam›flt›. Hemen izin al›p iki gün sonra 7 May›s 1960 askeri Çank›r› Milli E¤itim Müdürlü¤ü’ne müdahalesinden sonra gittim ve atanma karar›m›n geri yedek subay aday› al›nmas›n› istedim. Çünkü benim gençlere, isterlerse as- yerime yeni bir atama yap›lmad›kerlik görevlerini ye- ¤› için 55 ö¤rencim ortada, ö¤retdek subay ö¤retmen olarak da mensiz kalacakt›. yapabilme olana¤› tan›nm›flt›. Yetkililer, dosyamdaki sa¤l›k Ben de bu olanaktan yarar- raporuma göre bu atamay› geland›m ve 1964 y›l›nda, Çank›- ri almalar›n›n olanaks›z oldu¤ur›’n›n Eskipazar ilçesinin Yaz›- nu söylediler. kavak Köyü ilkokulu ö¤retmen“E¤er devlet hastanesine gider li¤ine atand›m. ve bu raporun iptal edilmesini Okulda 55 ö¤rencim vard›. sa¤layabilirsen, biz de atama kaTüm sevgimle ve sorumlulu¤um- rar›m›z› durdurabiliriz” dediler. la onlar› yetifltirmeye bafllam›flt›m. Sa¤l›k müdürüne gittim, derBir gün, Milli E¤itim Müdürlü- dimi ona anlatt›m.
2 72
“Maalesef size yard›mc› olamayaca¤›z” dedi müdür. “Hastaneye baflvurman›z gerekiyor. Çünkü bir hastaneden verilen rapor ancak, yine bir hastaneden al›nacak raporla iptal edilebilir.” Sonra da özel bir bilgi verdi:
ce¤im bir fley yoktu. Ben de hastanenin bahçesine ç›kt›m, bir afla¤›, bir yukar› yürüyerek zaman geçirmeye bafllad›m. Benim gibi bahçede dolaflarak baflhekim beyi bekleyen bir kifli daha varm›fl. Yan›ma geldi, önce “Siz de baflhekim beyin dönmesini bekliyorsunuz, de¤il mi?” diye sordu, sonra da bir kuflkusunu dile getirdi: “Çok aksi, çok ters bir adamm›fl baflhekim bey” dedi. “Odas›na girip derdimi anlataca¤›m; ama kendisini k›zd›rmadan, öfkelendirmeden nas›l yapaca¤›m bu ifli, onu merak ediyorum.” O bana, ben de ona baflhekim karfl›s›nda baflar›lar diledikten sonra, ikimiz de yürümelerimize devam ettik. Bir süre sonra bahçenin orta yerindeki a¤aca yaslanm›fl, dik dik bana bakan bir gence tak›ld› gözlerim... Benim de kendisine dik dik bakt›¤›m› görünce yan›ma geldi ve damdan düfler gibi “kar-
aln›z dikkat et, çok sert bir baflhekimi vard›r hastanenin” dedi. “Bakars›n seni k›rabilir, üzebilir. Haz›rl›kl› ol.” Acele devlet hastanesine gittim ve baflhekimi görmek istedim. “Bugün 10 Kas›m’d›r” dedi bitiflik odadaki sekreteri. “Atatürk’ü anma toplant›lar› var. Baflhekim bey oraya gitti.” Kendisinin yard›mc› olup olamayaca¤›n› sordu, ben de durumumu özetledim: “Dosyamdaki bu raporun iptal edilmesi gerekiyor” dedim. “Biraz önce sa¤l›k müdürüne gitmifltim. Ancak hastaneden iptal edilebilece¤ini söyledi.” Bir süre sonra dik dik bana bakan Sekreter han›m›n bir gence tak›ld› gözlerim... Benim de yüzü bir anda de¤iflti: kendisine dik dik bakt›¤›m› görünce “Keflke hiç gitmeyan›ma geldi ve damdan düfler gibi seydiniz sa¤l›k müdü“kardeflim oldu¤unu” söyledi. rüne” dedi. “Bizim baflhekimle aralar› hiç yoktur. Ona gitti¤inizi baflhekim deflim oldu¤unu” söyledi. “Siz de beye söylemeyin. Zaten sert bir benim a¤abeyimsiniz” dedi. yarad›l›fl› vard›r, sa¤l›k müdürüBen, bu tümcenin oluflturdune gittiniz diye size ç›k›flabilir, ¤u flaflk›nl›¤›mla “Kimdir bu tan›sizi üzebilir.” mad›¤›m genç? Amac› nedir buBeklemekten baflka yapabile- nun böyle?” diye kendi kendime
“Y
73
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
sorarken, o kafamdaki tüm kar›fl›kl›¤› bir anda düzeltiverdi: “Yakan›zdaki rozetinizden tan›d›m sizi” dedi. Yakamda, mezun oldu¤um Talas Amerikan Ortaokulu’nun rozeti vard›.
de genç kardeflime yapt›m: “Aman, çok aksi, çok ters ve çok sert bir adamm›fl baflhekim” dedim. “Adamca¤›z› öfkelendirir, tepesini att›r›rs›n, sonra bizim ifl tümüyle ç›kmaza girer.” Genç kardeflim bu kez daha içtenlikli bir biçimde sürdürdü gülmesini: Genç kardeflim bu kez daha içtenlikli “Onun tersli¤i, sertlibir biçimde sürdürdü gülmesini: ¤i, sana bana geçer; ama” “Onun tersli¤i, sertli¤i, sana bana gededi. “Merak etme, anneçer; ama” dedi. “Merak etme, anneme me sökmez. Ben halledesökmez. Ben hallederim senin iflini...” rim senin iflini...” Çocu¤un ne dedi¤i“Ben de Talasl›’y›m, ben de ni, ne demek istedi¤ini anlamaya Talas’ta okudum” diye devam et- çal›fl›yordum ki, bir araba geldi, ti heyecanla... “Yüzünüzden si- hastanenin kap›s› önünde durdu. zin bir s›k›nt›n›z oldu¤u anlafl›l›Biraz önce bahçede konufltuyor, a¤abey... Söyleyin, nas›l yar- ¤umuz iki kifli birbirleriyle yar›fl d›mc› olabilirim size?” ederlercesine arabaya do¤ru koflarlarken, ikisi de bafllar›n› benu gençle demek ay- den yana çevirip, birlikte bekledin› okulda okumufl- ¤imiz müjdeyi verdiler: tuk. Bu k›sac›k bil“Geldi, geldi” dediler. “Baflhegi, bir anda aram›z- kim bey geldi.” Benim de hareketlendi¤imi göda gerçek bir a¤abey-kardefl s›cakl›¤›n›n oluflma- ren genç kardeflim kolumu tuttu: “Acele etmeyin, a¤abey” dedi. s›na yetmiflti. Onun bana bir yard›m› olaca- “Onlar› bafl›ndan savs›n, s›ra bize ¤›n› bekledi¤imden de¤il, derdi- gelince gerisi kolay...” Vermek istemememe karfl›n mi paylaflabilece¤im bir kardeflle karfl›laflt›¤›m için rahatl›kla içimi dayatt›, elimdeki dosyay› ald› ve bana biraz burada beklememi döktüm ona... söyledi. Sonra da a¤›r ad›mlarla Gülmeye bafllad›: “A¤abey, verin bana elinizde- hastane kap›s›ndan girdi. ki flu evraklar›” dedi. “Ben de Bana saatler gibi gelen on, baflhekimi bekliyorum burada... onbefl dakika kadar sonra kap›Gelince kendisiyle konuflaca¤›m. da göründü ve gülerek eliyle Sizin iflinizi de hallettiririm.” iflaret etti: “Hadi gel, a¤abey” dedi. Bana yap›lan uyar›lar›, ben
B 74
“Baflhekim bey sizi bekliyor.” Neler olup, neler bitti¤ine ak›l erdiremiyordum. “Hay›rd›r inflallah” dedim, genç kardeflimin arkas›ndan baflhekim beyin odas›na girdim.
“Bu o¤lan flimdi eve gidecek, sana bu raporu vermedi¤imi annesine söyleyecek. Annesi yan›na k›z›m› alacak, bir de bu o¤lan, üçü birlik olup, ben akflam eve gitti¤imde bafl›ma çullanacaklar. Annesi k›z›m›n da, bu o¤lan›n da önüne geçecek ve bafllayacak beni suçlamaya: “‘O¤lumuzun bir a¤abeyi gelmifl taa buralara kadar ve sen nas›l olur da onun bir iflini yapmazs›n, ha?’ diye kafam›n etini yiyecek. Sonra da evde günlerce ne huzur kalacak, ne tat, ne tuz...” Ben hâlâ neler olup bitti¤ine ak›l s›r erdiremezken, baflhekim beni azarlarcas›na bir ses tonuyla kükredi: “Siz Talasl›lar, birbirinize ne biçim bir ba¤la ba¤l›s›n›z anlam›yorum” dedi. “Anlam›yorum; ama hayran›m da aran›zdaki bu ba¤a...” Okflarcas›na gözleriyle bir süre bakt› bana: “Verece¤im” dedi. “‹stedi¤in
erçekten de bana söylendi¤i gibi, yüzü gülmeyen, sert ve ters yüz ifadeli bir adamd›. Fakat itiraf edeyim, içinizde kendisine sar›lmak isteyece¤iniz bir duygu oluflturan tonton bir yap›s› da vard›. Burnunun ortas›na düflmüfl okuma gözlüklerinin üstünden, ç›plak gözleriyle beni tepeden t›rna¤a süzdü, sonra da düflünceli düflünceli konuflmaya bafllad›: “E¤er do¤ru anlad›ysam daha önce verilmifl bir heyet raporunun iptalini istiyormuflsun” dedi. “‹flte bu imkans›zd›r; çünkü buras› tam teflekküllü bir devlet hastanesi de¤ildir. Bu nedenle sana da, dosyandaki raporu geçersiz k›lacak bir raAnnesi bu o¤lan›n önüne geçecek baflpor veremeyiz burada.” layacak beni suçlamaya: “‘O¤lumuzun Sonra gözlü¤ünü bir a¤abeyi gelmifl taa buralara kadar ve ç›kar›p masas›n›n üssen nas›l olur da onun bir iflini yapmaztüne f›rlatt› ve koltus›n, ha?’ diye kafam›n etini yiyecek. ¤una hem gömüldü, hem yasland›: “fiimdi ben sana bu raporu bu raporu verece¤im sana... ‹ki vermeyince, neler olaca¤›n› da nedenle verece¤im sana bu raposöyleyeyim” dedi. “Bu o¤lan var ru… Biiiir, aran›zdaki bu a¤abeyya, bu o¤lan...” kardefl ba¤›n›za hayranl›¤›mdan Eliyle, benim Talasl› genç kar- verece¤im, ikiiii...” deflimi gösteriyordu: ‹kinci nedenini söylemeden
G
75
BD HAZ‹RAN 2008
önce kocaman bir kahkaha att› baflhekim bey: “‹kiii, evde aile huzurumu bozmamak için verece¤im.” Sonra yine eliyle gösterdi Talasl› genç kardeflimi: “Bu o¤lan var ya bu o¤lan... dedi. “Ben sana bu raporu vermezsem, bu o¤lan ablas› ve annesiyle bir olup, üçü birden dünyay› zehir ederler bafl›ma, yoksa...” Sekreterini ça¤›rd›, daktiloya bir ka¤›t takmas›n› söyledi. Sonra kendi söyledi, sekreteri yazd›. “Ver flimdi o ka¤›d› bana” dedi. Ka¤›da damgalar, mühürler bast›, imza att› ve bana uzatt›: “Al, yavrum” dedi. “Bu rapor senin iflini görür. Hay›rl› olsun...” Kendimi daha fazla tutamad›m,
boynuna sar›lamad›m; ama eline sar›ld›m, yüzünü gözünü de¤il, ama elini öptüm birkaç kez... “Size çok teflekkür, efendim” dedim. “Bu rapora benden çok, asl›nda köydeki 55 ö¤rencimin gereksinimi vard›. Onlar ö¤retmensiz, ortada kalmayacaklar art›k...” Tam 44 y›l geçti bu an›m›n üzerinden... O 10 Kas›m günü Çank›r› Devlet Hastanesi’nin bahçesinde tan›d›¤›m kardeflimi de, art›k aram›zda olmayan babas› baflhekim bey amcay› da, aradan geçen o y›llar boyunca hiçbir zaman unutmad›m, unutmayaca¤›m da... Bir de¤il, binbir nedeni vard›r, kentci¤iyle de, okuluyla da Talas’› unutmamam›z›n, unutmayaca¤›m›z›n da, biz Talasl›lar’›n...•
Bu Yaz›n›n Yazar› Yener Ergüven’le Tan›fl›n 1936 y›l›nda ‹stanbul’da do¤du. ‹lkö¤renimini Ankara Mimar Kemal ‹lkokulu ve Ottawa, Kanada’da da, ortaö¤renimini 1949-1952 y›l›nda Talas Amerikan Ortaokulu ve 1953-1957 y›l›nda TED Ankara Koleji’nde yapt›. Ankara ‹ktisadi ‹limler Yüksekokulu, ‹flletme Bölümü’nden mezun olduktan sonra, çal›flma yaflam›na Amerikan Yard›m Teflkilat› (USAID/T)’nda bafllad›. The Tumpane fiirketi’nde ifl iliflkileri uzman›, IBM Türk fiirketi’nde ve 18 y›l da Caltex Petrol A.fi.’de (ad› sonradan Texaco Petrol A.fi. olarak de¤ifltirildi) genel müdür olarak çal›flt›ktan sonra 1991 sonunda emekli oldu. 1992 y›l›ndan buyana, Bilkent Üniversitesi’nde tam zamanl› ö¤retim görevlisi olarak görev yapmaktad›r. Yener Ergüven, lise s›n›f arkadafl› Füsun’la evlidir. ‹ki erkek çocuk, iki k›z torun sahibidir.• Cezaevi müdürü, hiç ziyaretçisi gelmeyen mahkumun ailesi olup olmad›¤›n› merak etti: “Senin hiç kimsen yok mu?” dedi. “Gelenin gidenin hiç olmuyor.” Mahkum bu soruya boynunu bükerek yan›t verdi: “Var efendim” dedi. “Var; ama hepsi içeride...”• 76
‹NSANLAR YAfiADIKÇA Mehmet Ünver
Mucit Babam›n An›s›na
Babam Mustafa Ünver ‹çin...
abam›n yaflam öyküsü asl›nda bir macera filmi gibidir. Romanya’n›n Kara Ormanlar Bölgesi’nde bir Osmanl› vatandafl› olarak do¤mufl, ailesinin çiftli¤inde büyümüfl, Romen ordusunda askerlik yapm›fl. Ne yaz›k ki durum Balkanlar’da yaflayan Osmanl› vatandafllar› için kötüye gitmeye bafllad›¤›nda tarlalar›n›, çiftliklerini geride b›rakarak, atlar›, koyunlar›, köpekleri de dahil olmak üzere getirebildiklerini bir geminin ambar›na yükleyip anavatana gelmifller. Türkiye’deki yaflama al›flmas›, annemle tan›flmas› apayr› bir öykü... Onunla ilgili en eskiye dayanan an›msa, bahçemizde Bo¤aziçi’ni kuflbak›fl› gören bir a¤ac›n çatal dal›na ikiz kardeflimle benim için yapt›¤› a¤aç eve sermek için kilimler ve yast›klar ç›kartt›¤› o unutulmaz haziran sabah›d›r. He-
B
nüz befl yafl›ndayd›k ve o gece a¤aç evimizde uyumak için yalvarm›fl, bize k›yamayan babam da kabul etmiflti. Sabah yatak odam›zda uyand›¤›m›zda bizi gecenin o saatinde a¤aç evden uyand›rmadan nas›l indirebildi¤ine akl›m›z ermemiflti bir türlü... Kar f›rt›nas›n›n bizleri dört duvar ard›na hapsetti¤i k›fl günlerinde evde oturmaktan bunalmayal›m diye birbirinden ilginç bulufllar yapard›. Bir gece, üç parmak kadar su doldurdu¤u bir tencereyi har›l har›l yanan soban›n üstüne yerlefltirmifl, ayr›ca içine köpürtülmüfl deterjanl› su koyup a¤z›na da rengarenk bir rüzgargülünü ba¤lad›¤› flifleyi o tencerenin içine oturtmufltu. Bir süre sonra flifleden anlaml› bir müzi¤e benzer ›sl›k sesleriyle birlikte baloncuklar ç›kmaya bafllam›fl, ayn› anda rüzgargülü büyük bir h›zla dönerek bu baloncuklar› odan›n dört bir 77
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
yan›na savurmufltu. Düfl gibi bir görüntüydü. Bu babam›n bizi oyalamak için yapt›¤› ilginç bulufllardan yaln›zca biriydi. n ilginç bulufluyla yine bir yaz sabah› tan›flm›flt›k. Kötü bir kaza sonucu oyun arkadafllar›m›zdan birinin bahçelerdeki kör kuyulardan birine düflüp yaflam›n› kaybetmesi sonucu babam bizim de ayn› kaderi yaflamamam›z için ciddi önlemler aray›fl›na girmiflti. An›msad›¤›m kadar›yla s›rf uzaklara gitmeyip güvenli s›n›rlar içinde dolaflal›m diye bahçemizi hiç s›k›lmadan sürekli kalabilece¤imiz cazip bir yer durumuna getirmeye çabal›yordu. Tam o s›rada annem bizi yan›na al›p iki günlü¤üne Ortaköy’de oturan akrabalar›m›za yat›l› misafirli¤e götürdü. ‹ki gün sonra Bo¤az’›n karfl› k›y›s›ndan vapura binip döndü¤ümüz sabah bahçemizde düfl bile edemeyece¤imiz bir görüntüyle karfl›laflm›flt›k: Belirgin bir e¤ime sahip arazide arka bahçeden bafllayarak tüm a¤açlar aras›na makaralar, palangalar, ipler, metal halkalarla bir tür teleferik sistemi kurmufltu babam... Arka bahçedeki, dev incir a¤ac›n›n en kal›n dal›n› ana istasyon olarak kabul ederseniz, babam›n buraya yerlefltirdi¤i sand›k benzeri bir kabine, sandala biner gibi binip içindeki metal kolu çevirmeye bafllay›nca makara düzeni harekete geçiyor ve bu ilkel te-
E
78
leferik bizi a¤açlar›n üst dallar› aras›nda dolaflt›rmaya bafll›yordu. ‹ncir a¤ac›nda bafllayan bu zevkli yolculukta babam›n gelifltirdi¤i teleferik-sand›k bizi önce ceviz a¤açlar›n›n en tepe dallar› aras›nda dolaflt›r›p akasya a¤ac›ndaki, kufl yuvalar›na elle dokunacak denli yak›ndan geçirdikten sonra evimizin dam› üzerinden afl›rt›p ön bahçeye ulaflt›r›yordu. Orada biraz alçal›p bizi bu kez ç›nar, erik, atkestanesi a¤açlar›n›n dallar› aras›nda havada yüzen bir sandal gibi gezdirdikten sonra a¤aç evimize yani alt istasyona getiriyordu. E¤er istersek ayn› yöntemle, yani, yine mekanik kolu çevirerek, ters yöne do¤ru yolculu¤a ç›kabilmemiz de olanakl›yd›. ir öteki sürprizse yine arka bahçeden bafllay›p afla¤›ya de¤in inen bir ray hatt› üzerinde hareket eden iki kiflilik tahta arabayd›. Üst istasyondan bindi¤imizde bahçenin e¤imiyle rayda kayarak afla¤›lara de¤in iniyor, sonra arkas›na ba¤l› baflka bir telle arabay› hiç yorulmadan yokufl yukar› çekip Bo¤aziçi’ne karfl› tekrar tekrar kay›yorduk. Art›k tüm gün ya a¤açlar aras›nda teleferik gezisi yap›yor ya da rayl› arabam›za biniyorduk. Babamsa bu bulufluyla içi rahat bir biçimde ifline gidiyordu. Art›k bahçemizde öyle güzel zaman geçiriyorduk ki, öteki çocuklara uyup uzaklara gitmek akl›m›zdan
B
bile geçmiyordu. Bu durumda komflu arsalardaki kuyulara düflme tehlikesinden de uzakt›k. Ta ki day›m›n çocuklar›n›n bahçede yap›lan sünnet dü¤ününe de¤in... Genifl bahçe sünnet töreni için günler öncesinden temizlenmifl, a¤açlar aras›na bayraklar, flamalar, renkli ampuller gerilmifl, yepyeni yataklar, ipek yorganlar serilmifl, kukla tiyatrosu, hokkabaz ve müzisyenler için bir sahne haz›rlanm›flt›. ‹kindiden buyana sökün eden konuklar erguvan a¤açlar›n›n alt›na kurulmufl yataklar›ndaki sünnet çocuklar›n› ziyaret edip arma¤anlar›n› b›rak›yorlard›. Ahhh, o arma¤anlar! Kardeflimle k›skançl›ktan ç›ld›racak duruma gelmifltik. Neler yoktu ki? Arabalar, trenler, tahta asker setleri, toplar, içine bir çocu¤un rahatl›kla s›¤aca¤› genifllikte kasas› olan kamyonlar, yelkenli tekneler, gemiler, iri gövdeli, koca bacal› römorkörler... Ertesi sabah erken saatlerde teleferi¤i falan unutup day›mlar›n kap›s›na dayan›vermifltik. Bu güzelim oyuncaklara ortak ç›kmazsak içimiz rahat etmeyecekti do¤ru-
su... Art›k günlerimiz onlar›n evinde oyuncaklar aras›nda geçiyordu. Pansumanlar› bitip de bahçeye ç›kacak duruma geldiklerindeyse kamyonlar›, toplar›, arabalar› al›p hep birlikte komflu arsalara do¤ru yolland›k. ‹flte babam ilk kez o akflam iflten döndü¤ünde kuyulara yak›n arsalarda oynad›¤›m›z› görünce kendini kaybedip popomuza birkaç flaplak vurarak bizi cezaland›rd›. S›rf bahçemizde oyalanmam›z için onca ilginç bulufllar yapt›¤› halde bunlar›n de¤erini bilmeyip kendimizi tehlikelere ataca¤›m›z uzak arsalara gitti¤imiz için çok k›zm›fl ve k›r›lm›flt›. Ertesi sabah tüm cazip (!) davetlere karfl›n bahçemizden ç›kmaya yanaflmad›k. Bir sonraki akflam babam elinde neredeyse sand›k büyüklü¤ünde bir kutuyla kap›da beliriverdi. Anneme ifl yerinden birkaç günlük y›ll›k izin ald›¤›n› söyledi. Kutunun içinde incecik beyaz tahta plakalar, boyalar, her biri bir kar›fltan biraz uzun olan dikdörtgen prizmas› fleklinde kal›n tahtalar ve renkli kumafllar vard›. Sabah erkenden kalk›p gitti. Ç›karken anneme, 79
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
“Marangoz Osman A¤abey’in atölyesinde olaca¤›m” demiflti. Üç gün boyunca akflamlar› geç saatlerde döndü. Dördüncü gün biz uykuya yatarken henüz gelmemiflti. Marangozun yan›nda ne yapt›¤›n› merak ediyorduk. eflinci günün sabah› uyand›¤›m›zda hal›n›n üzerinde ak›l almaz bir görüntüyle karfl›laflt›k. Rengarenk kumafllardan üniformalar giymifl olan onlarca asker, topçekerler, kaleler, say›s›z burçlar›yla flatolar, koca damperli kamyonlar, kenarlar› nak›fl nak›fl ifllenmifl saltanat arabalar› bizi bekliyordu. Kardeflimle sevinçten ç›ld›racak duruma gelmifl, gözlerimiz kamaflm›flt›. Tam o s›rada babam›n pencereden seslendi¤ini duyduk: “Bundan böyle baflkalar›n oyuncaklar›yla de¤il, kendi bahçenizde, kendi oyuncaklar›n›zla oynayacaks›n›z.” Babam baflkalar›n›n oyuncaklar›na özenip bu u¤urda evden uzaklaflmam›za üzülmüfl ve bizim için günler boyu marangoz atölyesinde çal›flarak daha güzellerini yapm›flt›. Art›k bir evi dolduracak denli oyunca¤a sahip oldu¤umuz için oyun ve oyuncak peflinde bahçemizden ayr›lmam›za gerek kalmam›flt›. Sabahtan akflama de¤in askerlerimizi, kalelerimizi, toplar›m›z› karfl›l›kl› mevzilendirip meydan muhaberesi yap›yor, saltanat arabalar›na flatola-
B
80
r›n çevresinde tur att›r›yorduk. Art›k day›m›n o¤ullar› her sabah bizim bahçeye damlamaya bafllam›fllard›. Y›llar sonra annem o malzemeleri alabilmek için babam›n, dedesinden yadigâr kalan bir antika saati satmak zorunda kald›¤›n› anlatacakt›. Babam o sonbahar çal›flt›¤› fabrikada geçirdi¤i bir ifl kazas› sonucu sol elinin parmaklar›n› kaybetti. Her gece eve gelen bir sa¤l›k görevlisinin sarg› bezlerini aç›p pansuman yap›fl› zihnime kaz›nm›fl durumda. O olaydan sonra bizler için binbir bulufl yapan, uzun k›fl geceleri soba bafl›nda sürekli ilginç konular bulup anlatan babam›n huyu de¤iflti. Biraz karamsar, dalg›n bir insan olup ç›km›flt›. Gözlerinin içi eskisi gibi pek gülmüyor, anneme iki de bir, “Ahh Nüshet, birimizden biri ölecekse önce ben öleyim. Sen bu çocuklara hem anal›k hem babal›k yapars›n; ama ben yapamam” gibi kayg› tafl›yan sözler söylüyordu. ir süre sonra rahats›zland›. Kalp sorunlar› yafl›yordu. Annemle Samatya hastanesine onu ziyarete gidiflimizi, yafl›m›z›n küçük olmas› nedeniyle içeri al›nmay›fl›m›z›, üst kattaki ko¤uflunun cam›ndan bize el sallay›fl›n›, bulundu¤umuz bahçeden Marmara ve adalar›n tablo gibi göründü¤ünü an›ms›yorum. Bir süre sonra taburcu oldu.
B
Bu kez de bizi olanakl› oldu¤unca çok gezmeye götürmeye bafllad›. Bir gün Florya’ya plaja, ertesi gün Gülhane Park›’na, ondan sonraki günse vapurla Kavaklar’a götürüyordu. Sanki bilemedi¤imiz bir acelesi vard›. Uçaklar› yak›ndan görmemiz için Yeflilköy’e do¤ru yola ç›kt›¤›m›z sabah sokakta karfl›laflt›¤›m›z yengemiz Nadiye Han›m’a, “Çocuklar› uçaklar› görmeye götürüyorum. Yar›n öbür gün ölürüm falan da kimse götürmez sonra” demiflti. Babam o sözü söyledikten bir
gün sonra ifl yerinde geçirdi¤i kalp krizi sonucu vefat etti. Annem iflteyken tan›mad›¤›m›z adamlar›n gelip ablama bir fleyler söylediklerini, ablam›n birden a¤lamaya bafllad›¤›n›, birilerinin anneme haber verdi¤ini an›ms›yorum. Aradan k›rkalt› y›l geçmifl. Güzelim bahçemiz ve flirin evimizdeki yaflam›n de¤erini bilmemiz için binbir çeflit bulufl yaparak bize bu an›lar› arma¤an eden cennetteki mucit babac›¤›ma sevgilerimi yolluyorum.• MehmetUnver@butundunya.com.tr
Hasan, annesini akflam yeme¤ine davet etmiflti. Yemek s›ras›nda anne, o¤lunun ev arkadafl›n›n ne kadar çekici oldu¤unu düflünmeden edemedi ve o¤luyla k›z aras›nda neler oldu¤unu merak etmeye bafllad›. Bunun ay›rd›na varan Hasan annesine bir aç›klama yapt›: “Anneci¤im Ayfle ile aram›zda, inan, hiçbir fley yok” dedi. “Biz yaln›zca ev arkadafl›y›z.” Bir hafta kadar sonra Ayfle, Hasan’a kepçeyi bulamad›¤›ndan dert yanmaya bafllad›: “Annenin yeme¤e geldi¤i geceden buyana kepçeyi bir türlü bulam›yorum” dedi. Nerede oldu¤u konusunda bir fikrin var m›? Sence annen alm›fl olabilir mi?” Hasan bir süre düflündükten sonra, “Ald›¤›n› sanm›yorum ama bir e-posta gönderip ona soray›m” dedi ve annesine flöyle yazd›: “Anneci¤im, sana ‘Ald›n’ demiyorum, ‘Almad›n’ da demiyorum; ama gerçek flu ki bize yeme¤e geldi¤inden buyana kepçe kay›p...” Birkaç saat sonra anneden yan›t geldi: “Sevgili o¤lum, sana Ayfle ile ‘‹liflkin var’ demiyorum, ‘‹liflkin yok’ da demiyorum. Ama gerçek flu ki e¤er o kendi yata¤›nda uyuyor olsayd›, flimdiye de¤in kepçeyi çoktan bulurdu.”• 81
Babam›n bu sorusunun yan›t›n› hep içimden verirdim:
Annemle babam›n gözleri fal tafl› gibi aç›lm›flt›. Duyduklar›na inanam›yorlard›. ‹kisi birden bana sar›l›p beni öyle içtenlikle ve s›ms›k›ca kucaklad›lar ki, sonsuza de¤in konuflsam hiç b›kmadan dinleyecekler gibiydiler beni, ikisi de...
Zor Oldu Babamla Anlaflabilmemiz GÖNDER‹: ORHAN ADIGÜZEL
ir gün susmay› ö¤rendim. Öyle bir sustum ki, belki sonsuza de¤in susacakt›m. Çünkü susmak, benim küçücük dünyamda babamla kurdu¤um ve tümüyle bize özgü iletiflim biçimiydi. Babam akflamlar› eve yorgun dönerdi. Ben gün boyunca evde s›k›l›r, onun geliflini iple çekerdim. O daha kap›dan girer girmez boynuna at›l›r, onunla oynamak isterdim. Babam da bana sar›l›r, öper, koklar sonra da, “Hadi flimdi odana git” derdi. Yemek haz›rlan›nca annem ça¤›r›r, bu kez masada biraraya gelirdik babamla... Annemle konuflurken ben araya girer, sesimi
B
82
duyuramay›nca da ba¤›r›rd›m. Ben ba¤›r›nca babam sinirlenir, “Zaten sabahtan akflama de¤in insanlara laf anlatmaya çal›flmaktan yoruldum, b›kt›m, bir de senin ba¤›rman› dinlemeyeyim flimdi” derdi. Öyle anlarda annem de ç›k›fl›r, “Tüm gün zaten seninle u¤raflt›m, bir çift laf da m› konuflturtmayacaks›n babanla?” diyerek beni odama gönderirdi. Boynumu büker, odama yani cezaevime do¤ru yol al›rd›m. Babam, böyle durumlarda sesini özellikle yükselterek ba¤›r›rd› arkamdan: “Bizim bir odam›z bile yoktu, çocuklu¤umuzda” derdi. “fiimdi bunlar herfleye sahip, hâlâ ne istiyor anlam›yorum.”
eflke benim de bir odam olmasayd›” derdim. “Keflke bizim de evimiz tek odal› olsayd› da, o tek odada hep birlikte otursayd›k” derdim kendi kendime... Fakat bir kez bile bu yan›t›m› sesli vermeye cesaret edemezdim. Yemekten sonra babam kanepeye uzan›r, eline kumanday› al›r, televizyon seyrederdi. Beni üzdü¤üne piflman m› olurdu ya da beni özler miydi bilemem, yan›na gelmemi ister, biraz severdi. Onun izleyece¤i önemli bir fley varsa beni adeta yerimden bile k›p›rdatmazd›. Az›c›k hareket edip koflup oynamaya çal›flsam oda hapsim yeniden bafllard›. Bir gün anlad›m ki, sesimi ç›karmay›p sustu¤umda, babamla daha iyi anlafl›yoruz. O andan sonra konuflmadan oynayabilece¤im oyunlar gelifltirmeye bafllad›m. Önce resim yaparak bafllad›m ifle... Çizdi¤im resimleri babam çok be¤eniyordu:
“K
“Bak böyle uslu uslu oyna.” Kimi zamanlarsa yapt›¤›m resimlerime göz ucuyla bak›yor, kendisine resim konusunda birfley sordu¤umda yan›t veremiyorsa, bana k›z›yor; fakat art›k odama göndermiyordu. Annem de çok hofllan›yordu benim bu yeni yöntemimden: “Son günlerde ne de ak›lland› benim o¤lum” diye komflulara övünerek söz ediyordu bendeki geliflmeden... Resimlerim artt›kça, ortal›k da¤›lmaya bafllad›. Annem “Odan› topla” diyerek beni odama kapat›yordu; ama ben toplama ifline nereden bafllayaca¤›m› bilemiyordum. Bir fleyler yapay›m istiyordum; fakat odam›, annemin istedi¤i gibi toparlamay› bir türlü beceremiyordum. Bir gün annem, bu beceriksizli¤imi a¤›r bir biçimde cezaland›raca¤›n› söyledi. “Odan› derli toplu tutmay› ö¤renemezsen, sana resim yapmay› yasaklar›m” dedi. Suskunlu¤umu, usluluk olarak de¤erlendiren ailem, resim yapmay› da elimden al›rsa, peki ben ne yapacakt›m o zaman? 83
BD HAZ‹RAN 2008
Bu düflüncelerle bir aile tablosu yapt›m. Babam eve gelince onun uygun bir zaman›n› kollad›m. Her zamanki gibi yemekten sonra oturma odas›na geçti¤imizde, babam›n kanepeye uzanmas›n› bekledim ve yapt›¤›m resmi o an getirdim, gösterdim kendisine...
B
abam resimdeki aileye dikkatle bakt›. Önce, “H›››mmm, çok güzel olmufl” dedi, sonra da tablodaki kendini iflaret etti: “Bu adam ben olmal›y›m herhalde” dedi. Ben de parma¤›mla, tablodaki çocu¤u gösterdim: “Hay›r baba, o adam de¤il, bu çocuk sensin” dedim. Babam, kendi görüflünde dayatt›: “Hay›r, bu adam benim” dedi. “Sen bu çocuksun, bu küçük k›z da bir arkadafl›n” dedi. Ben de dayatt›m görüflümde: “Hay›r baba, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük k›z da annem...” Babam daha fazla dayatmad›, benimle u¤raflmay› b›rakt›: “Peki söyle öyleyse bakay›m” dedi. “Annenle beni neden küçük çocuklar gibi yapt›n?” Heyecanla bafllad›m kafamdakileri anlatmaya: “Ben büyüyüp adam olaca¤›m, ifl bulup çal›flaca¤›m, siz yafllan›p küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komflumuz Ahmet Amca ile Ayfle Teyze gibi küçü84
cük kalacaks›n›z. Ben iflten geldi¤imde yorgun olaca¤›m. Siz benimle konuflmak isteyeceksiniz; ama ifl yerinde yorgunluktan kafam fliflmifl olacak, sizi duymayaca¤›m. Çünkü dinlemeyece¤im bile sizi...” Annemle babam birbirlerinin yüzlerine bakt›lar. Ben onlara ald›rmadan sürdürdüm kafamdakileri anlatmay›: “Siz benimle bir fleyler paylaflmak istedi¤inizde ‘Hadi odan›za çekilin de biraz kafam› dinleyeyim’ diyece¤im. Sonra da arkan›zdan ba¤›raca¤›m: “‹stedikleri herfleyi al›yorum, her gereksinimlerini karfl›l›yorum, s›cac›k odalar› da var, daha ne istiyorlar bunlar?” diyece¤im. Annemle babam›n gözleri fal tafl› gibi aç›lm›flt›. Duyduklar›na inanam›yorlard›. ‹kisi birden bana sar›l›p beni öyle içtenlikle ve s›ms›k›ca kucaklad›lar ki, sonsuza de¤in konuflsam hiç b›kmadan dinleyecekler gibiydiler beni, ikisi de...
A
y›rd›nda olmal› insan... Kendisinin, yaflam›n olaylar›n, gidiflat›n ay›rd›nda olmal›. Ömür dedi¤in, flunun fluras›nda topu topu üç günlük bir süredir. Dün geldi, geçti, yar›n› ise, bilmiyoruz. Belki de hiç olmayacak yar›n... O halde ömür dedi¤in süre, yaln›zca bir gündür. O gün de, bugündür. Sevgiyle kal›n, sevdiklerinizle kal›n.•
HEM NALINA HEM MIHINA Metin Atamer
‹brahim Bey Emekli, fiimdi Günün, her günkü günleri gibi s›radan bir gün de¤il de, s›ra d›fl› bir gün oldu¤unun yavafl yavafl ay›rd›na varabilen eflinin çarp›nt›lar› düzene girerken ‹brahim Bey, 50 y›ll›k eflinin kolunda hem bir damat olarak çocuklar› ve torunlar› aras›ndaki yerine hem de yeniden kazand›¤› ordu komutan› kimli¤iyle, bu kez daha kalabal›k erlerden oluflan ordusunun bafl›ndaki makam›na do¤ru yürüyordu, bir yandan da eflinin kolunda, ona efllik ederken...
D
›fl görünümüyle gün, her günkü günler gibi s›radan bir gündü; ama ‹brahim Bey’in yapmas› gereken çok önemli iflleri vard› o gün... Tüm s›radan günlerinde oldu¤u gibi, bu günün sabah› da yine erken saatte uyanm›fl, evden yine, s›radan her günün sabah›nda ç›kt›¤› saatte ç›kmaya haz›rlan›yordu. ‹brahim Bey’in o gün yapmas› gereken en önemli ifli, günün her zamanki gibi s›radan bir gün özelsizli¤i tafl›mad›¤›n›, efline belli etmemesi olacakt›. Y›llarca Devlet Demiryollar›’nda çal›flm›fl, bir y›la yak›n bir süre
önce de emekli olmufltu. Birkaç ay, her sabah ifle gidermifl gibi erken kalk›yor, t›rafl oluyor, giyinip evden ç›k›yor, ö¤leye de¤in çarfl›da, sokakta, parklarda yürüyüp sonra eve dönüyordu. Kolay al›flam›yordu emeklilik günlerinin sabahlar›na... O nedenle sürdürüyordu çal›flt›¤› y›llardaki saatte uyanma al›flkanl›¤›n›, o nedenle kahvalt›s›n› yapar yapmaz, fazla oyalanmadan, yine ayn› saatte ç›k›yordu evden... Gerçi yafl›n›, bafl›n› alm›flt›; ama bedensel sa¤l›¤› da, ruhsal sa¤l›¤› da, fleytan kula¤›na kurflun, yerindeydi. Fakat zaman zaman, kendinin bir ifle yaramad›¤›n› düflünmeden de edemiyordu. 85
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
Akl›ndan bunlar› geçirirken arada bir kendine haks›zl›k etti¤ini düflünüyor, sonra yine bafll›yordu suçlamalar›na: “‹fle yarasayd›n emekli olur muydun?” diye ç›k›fl›yordu. erçi kendi istemiflti emekli olmay›; ama y›llar›n› verdi¤i koskoca Devlet Demiryollar›’nda bir amiri, bir müdürü, hatta emrinde çal›flanlardan biri de ç›k›p da, “Nereye gidiyorsun bizi b›rak›p da, ‹brahim Bey?” diyerek onu bu karar›ndan döndürmeye çal›flamaz m›yd›? “Sensiz nas›l yapabiliriz?” diyebilirlerdi. “Sen olmasan buradaki ifller böyle saat gibi düzgün gitmez ki” diye önüne geçebilirler, “B›rak vazgeç hem de bu yafl›nda emeklilik sevdas›ndan” diye dayatarak onu b›rakmayabilirlerdi. Ama çal›flma arkadafllar›n›n hiçbiri, bunlar›n hiçbirini yapmam›flt›. Elbette sevinçlerinden göbek at›p oynamam›fllard›; ama hemen hepsi de “Hadi hay›rl› u¤urlu olsun” diyerek bu karar›n› onaylam›fllar, emekli oluyor diye onu hatta kutlam›fllard› bile... Çal›flt›¤› günlerde oldu¤u gibi her sabah yine ayn› saatte uyanmas›n›n, ifle gidiyormufl gibi yine ayn› saatte evden ç›kmas›n›n alt›ndaki neden acaba, hâlâ ifle yarad›¤› duygusunu kendi kendine kan›tlamak gereksinimi miydi? Yürüyüfle bafllarken hemen
G
86
her sabah akl›na koflarcas›na gelen ve akl›ndan koflarcas›na giden düflüncelerden biri de buydu. Fakat akl›na gelip de kolay kolay gitmeyen, tak›ld›¤› yerde uzun süre kalan bir de inatç› düflünce vard›. Ayn› saatte uyan›yor, ayn› saatte evden ç›k›yordu; ama kap›dan ç›karken arkas›ndan eflinin etti¤i dua, çal›flt›¤› günlerde etti¤i duan›n ayn› de¤ildi flimdi... Efli y›llarca onu ifle u¤urlarken “Hay›rl› ifller, hay›rl› çal›flmalar” derdi, flimdi “Hay›rl› yürüyüfller, sa¤l›kl› yürüyüfller” duas›yla u¤urluyordu onu... Emekliydi art›k, ifle gitmiyordu; ama evde han›m›n dizi dibinde oturuyor da de¤ildi. Eskiden emekli olmufl arkadafllar›ndan birinde duydu¤u bir sözü hiç unutmam›flt›: “Emeklilik demek, pineklemek de¤ildir.” adem ki art›k kendisi de emekliydi, evde pineklemek yerine, d›flar› ç›k›p, temiz havada uzun uzun yürüyüfller yapmal›yd›. Bu yürüyüflleri zaman geçirmek için de yap›yor olmamal›yd›; özellikle emeklilik döneminde insan, hem bedensel hem de ruhsal sa¤l›¤›n› koruyabilmek için yürümeliydi uzun uzun... Aylard›r, iflte bu nedenle yap›yordu düzenli yürüyüfllerini...
M
Yürüdükçe de, bu konuda duyduklar›n›n gerçekten de do¤ru oldu¤una, daha çok inan›yordu. Çünkü her geçen gün kendini biraz daha sa¤l›kl›, biraz daha hatta, nas›l söylese, gençleflmifl gibi duyumsuyordu. Yaflam› boyunca pek yapmam›flt› böyle uzun uzun yürüyüfller... ‹stemedi¤inden, sevmedi¤inden de¤il, asl›nda zaman bulamam›flt›. Tüm yaflam›, çocuklar›n› büyütmek, yetifltirmek, onlar› okutabilmek, birer meslek sahibi olmalar›n› sa¤layacak okullarda okutabilmek için çal›flmakla geçmiflti hep... Dokuz çocu¤unun yaln›zca sonuncusu erkekti. Onun as›l amac›, öncelikle k›zlar›n›n birer meslek sahibi olmalar›n› sa¤lamakt›. “K›z çocuktur, erke¤e benzemez onlar” derdi hep... “Okumazlarsa, para kazanabilecekleri bir meslek sahibi olmazlarsa, yaflamlar› boyu efllerinin ellerine bakmak zorunda kal›rlar sonra... Hem, bakars›n evlenmeyebilirler de... Ya da evlenir de ayr›labilirler de... O nedenle ekmeksiz kalmamal› bir k›z çocu¤un eli... Hep kendi ayaklar› üzerinde durabilmeli k›z çocuk dedi¤in...”
O¤lunu da elbette, sekiz ablas›n› sevdi¤i ölçüde sevmiflti; ama k›zlar›na nedense gözü gibi özen göstermiflti hep... K›zlar›n, kendi ekmeklerini kendilerinin kazand›¤›n› gözleriyle görmeden onlar› yaln›z b›rakabilece¤i olas›l›¤›, onu çok korkutuyor, kimi geceler uyutmuyordu bile... Göz aç›p kapay›ncaya denli k›sa bir sürede geldi, geçti tüm bu s›k›nt›lar ve onlar›n getirdi¤i tüm bu korkular, uykusuzluklar... Önce en büyük k›z› “elinde ekmekle geldi eve”. Onu, bir y›l sonra küçük kardefli izledi. Dördüncü k›z›n›n da eve ekmekle geldi¤i y›l, büyük k›z› “evden gitti". Gönlünün sevdi¤i, akl›n›n yatt›¤› bir gençle evlendi, kendi evine yerleflti. Büyük k›z›n›n dü¤ün gecesi akl›na gelen bir flakay›, önce akrabalar›na derken, sonra dostlar›na da, arkadafllar›na da anlatmaya bafllam›flt›: “Evde sekizi k›z, bir erkekten kurulu dokuz askerli bir ordunun komutan›yd›m” diyerek bafllam›flt› flakas›na... “fiimdi askerlerimden günü dolmufl olan›n› terhis ediyorum.” En çok kendi sevdi¤i bu flaka87
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
s›n›, daha sonra ikinci k›z›n›n dü¤ününde, ondan sonra üçüncü k›z›n›n dü¤ünde yapm›fl, daha daha sonraki y›llarda sekizinci k›z›n› kendi evine u¤urlad›ktan sonra da yapm›fl; fakat o¤lunun dü¤ününde bu flakas›n›n yerine yenisi yapmak zorunda kalm›flt›: rdumun tüm askerlerini teker teker terhis ettim, flimdi s›ra, kendimi ordu komutanl›¤›ndan terhis etmeye geldi…” demiflti. O¤lunun dü¤ününde konuklar›yla bir yandan halay çekerken, bir yandan da flakas›n› yinelemifl, hatta üstüne yeni ekler yaparak, birkaç kez yinelemiflti de... “Bu gece bizim orduda iki terhis olay› birden yaflan›yor” demiflti. “Bu gece ordumuzun hem son neferini terhis ediyoruz, hem de komutan›n›…” Sonra daha da coflmufl, “Yaln›zca bizim neferin de¤il, ordu komutan›n›n da terhisini kutluyoruz bu gece” diyerek, herkesi kahkahadan k›r›p geçirmiflti. *** Durdu, kuflkuyla çevresine bakt›. Karfl›dan gelen ya da bir iki ad›m yan›nda olan bir kimse yoktu. ‹çinden “Oh” diyerek derin bir soluk ald›, rahatlad›: “‹yi ki bir gören olmad›” diye söylendi kendi kendine... “Yoksa rahatl›kla ‘Deli bu adam’ derdi, benim böyle kendi kendime gül-
“O
88
dü¤ümü gören biri olsayd›.” Madem çevresinde de, karfl›s›nda da kimsecikler yoktu, biraz daha gülmesinde de bir sak›nca yoktu o zaman. “Ama ne nefleli geceydi o, kendi kendimi ordu komutanl›¤›ndan terhis etti¤im gece” diyerek sürdürdü biraz önceki an›s›n›... Sonra evde, efliyle yaln›z bafllar›na kald›klar› o son dü¤ün gecesinin sabah› geldi akl›na... “Kimsesiz kalm›fl gibi olduk, han›m” diyecek olmufltu efline de, nas›l da sert bir azar yemiflti eflinden: “Sus öyle konuflma, bey” diye ç›k›flm›flt› efli. “Ne demek ‘Kimsesiz’ kald›k? Dokuz çocu¤umuz vard›, flimdi onsekiz çocu¤umuz oldu. Allah’›ma flükürler olsun…” Akl›na eflinin bu azarlamas› gelince, o gün yapt›¤› gibi, flimdi bu kez de “Tövbe, tövbe” dedi içinden... *** brahim Bey o gün eve geldi¤inde efli, yine her zamanki güler yüzüyle açt› kap›y›, yine her zamanki güler yüzüyle karfl›lad› onu... Sonra da birlikte oturdular haz›r sofraya... “Biliyor musun, yaflam›m›z boyunca biz hiç senle bir lokantada karfl›l›kl› oturup birlikte bir yemek yemedik” dedi efline ve ona, bugüne de¤in yapmad›¤› bir öneride bulundu: “Var m›s›n gel bu akflam ç›kal›m, bir lokantaya gidelim, karfl›-
‹
bey” dedi her zamanki uysall›¤›yla... “Hadi girelim.” Kap›dan giriflte biri mantosufli onun bu önerisi nu, öteki paltosunu ç›kard›, gökarfl›s›nda hem fla- revliye teslim ettiler. fl›rd› hem sevindi “Biz yemek yemeye gelmifltik” hem de galiba biraz dedi ‹brahim Bey. “Hangi kap›korkar gibi oldu. dan girece¤iz lokantaya?” “Yabanc› bir yerde, o kadar yaGörevli, karfl›l›kl› iki kap›dan banc›n›n içinde yemek yemeyi birini gösterdi, onlardan önce becerebilir miyiz dersin, bey?” di- davran›p kap›y› kendi açt› ve “Buye sordu çekinerek... radan buyurun, efendim” dedi. “Merak etme sen…” dedi ‹b‹brahim Bey yine eflinin kolurahim Bey. “Ben de yabanc›s›y›m na girdi ve birlikte aç›k kap›dan lokantalar›n... içeri ilk ad›mlar›Bir deneriz. Bu n› att›lar ve o an Adam sevgiyle sar›ld› da bizim, felekikisi de, olduklar› efline: “Hep biz onlar› ten bir gece çalyerde durmak evlendirecek de¤iliz ya, mam›z olsun.” zorunda kald›lar. “Evlad›m, han›m” dedi. “fiimdi *** yanl›fl kap›y› gösAkflam saati de onlar bizi termifl olmayayaklaflt›¤›nda evlendiriyorlar bir kez s›n?” dedi ‹braikisi de özenle daha, evlendi¤imiz him Bey. “Buras› haz›rland›lar. Bigeceden tam 50 y›l karanl›k, ›fl›klar› ri t›rafl›n› oldu, sonra bu gece...” yanm›yor.” biri makyaj›n› yapt›, saçlar›n› Görevli bir tarad›lar, en yan›t vermedi. düzgün giysilerini giydiler ve Çünkü orada de¤ildi. Onlar› evden kol kola ç›kt›lar, sokakta içeri ald›ktan sonra dönmüfl, kakol kola yürümeye bafllad›lar. p›dan ç›km›fl ve arkas›ndan da On, onbefl dakika sonra çarfl›- kap›y› kapatm›flt›. da bir lokantan›n önünden geçerTam “Allah Allah, n’oluyor lerken ‹brahim Bey, efline lokan- böyle?” demek üzereyken, bir tay› gösterdi: anda lokantan›n tüm ›fl›klar› “‹flte y›llard›r her gün önünden yand› ve gök gürültüsünü ça¤geçti¤im lokanta, buras›” dedi. r›flt›ran yükseklikte bir alk›fl “Hadi gel, bu lokantaya girelim...” koptu karfl›lar›ndan... Yaflam› boyunca kendisine Çocuklar›n›n dü¤ün gecelebir kez bile karfl› bir görüfl ileri rinde oldu¤u gibi, yine tüm aile sürmeyen efli, flimdi de “Peki, biraradayd›lar.
l›kl› oturup ikimiz bafl bafla bir yemek yiyelim?” dedi.
E
89
BD HAZ‹RAN 2008
‹flte k›zlar›, damatlar›... ‹flte o¤ullar›, gelinleri... ‹flte üç torunlar›... Büyük k›z›yla büyük damad›, babalar›yla karfl›l›kl› göz k›rp›flt›lar. Hiçbir aksakl›k olmaks›z›n herfley, düzenlendi¤i gibi “iflliyordu”. Tümü dev bir koro oluflturmufllar, flimdi karfl›lar›nda bir yandan elleriyle tempo tutuyorlar, bir yandan da “‹yi ki evlendiniz” diye flark› söylüyorlard›. Efli, yürek çarp›nt›lar› içinde adam›n koluna yap›flt›: “Yan›nda tansiyon ilac›n var m›, bey?” diye sordu. “Bir çarp›nt› bafllad› kalbimde... Neler oluyor, ak›l erdiremiyorum. Kötü bir fley yok, de¤il mi?” Adam sevgiyle sar›ld› efline: “Hep biz onlar› evlendirecek de¤iliz ya, han›m” dedi. “fiimdi de
onlar bizi evlendiriyorlar bir kez daha, evlendi¤imiz geceden tam 50 y›l sonra bu gece...” Neler olup bitti¤ini yavafl yavafl anlayabilen ve günün, her günkü günleri gibi s›radan bir gün de¤il de, s›ra d›fl› bir gün oldu¤unun yavafl yavafl ay›rd›na varabilen eflinin çarp›nt›lar› düzene girerken ‹brahim Bey, 50 y›ll›k eflinin kolunda hem bir damat olarak çocuklar› ve torunlar› aras›ndaki yerine hem de yeniden kazand›¤› ordu komutan› kimli¤iyle, bu kez daha kalabal›k erlerden oluflan ordusunun bafl›ndaki makam›na do¤ru yürüyordu, bir yandan da eflinin kolunda, ona efllik ederken...• MetinAtamer@butundunya.com.tr
‹stanbul’da bir fakültede okuyan Ahmet, derslerinin d›fl›nda her konuyla ilgiliydi. Y›l sonu yaklafl›rken kötüye giden derslerini düzeltemeyece¤ini anlad›. S›n›f›n› tekrar edece¤i kesin gibiydi. Hemen annesine telefon etti: “Anneci¤im, san›r›m s›n›f› tekrar edece¤im. Lütfen babam› bu konuya haz›rla.” Ertesi gün Ahmet’e annesinden yan›t geldi: “Baban zaten haz›r... Sen kendini haz›rla.”• “Sudoku”nun Yan›tlar›
Kolay 90
Zor
EVRENSEL KÜLTÜR Songül Saydam
DON K‹SOT VE DON K‹SOTLUK
Don Kiflot ve Don Kiflotluk üzerine üzerine ciltler dolusu yaz›lar yaz›ld› ve yaz›l›yor. Filozof Jose Ortega y Gasset kitab› flöyle tan›ml›yor: “‹nsan onu hayat›nda üç kez okumal›d›r. Kahkahan›n kolayca dudaklara f›rlay›p duygular› harekete geçirece¤i gençlikte, mant›¤›n egemen olmaya bafllad›¤› orta yaflta, herfleye felsefe aç›s›ndan bak›ld›¤› ihtiyarl›kta...” e oldu¤unu, kim oldu¤unu hemen hepimizin bildi¤i Don Kiflot’la ilgili olarak önce, iki de bilinmeyeni bildirelim: Don Kiflot, dünya’da ‹ncil’den sonra en çok okunan ve en çok yabanc› dile çevrilen kitapt›r. Bir bilinmeyeni kald›: Kitaba ad›n› veren roman kahraman›n›n bu ad›, kitab›n çevrildi¤i tüm yabanc› dillere, o dilde kendine yer edinen bir deyim oldu. “Don Kiflot’luk yapmaya kalk›flt›”, “Onun yapt›klar›na Don Kiflot’luk denir”, “O bir önder de¤il, tam bir Don Kiflot” gibi
N
deyifller bugün tüm dillerde kendilerine özgü yerlerini ald›lar. Don Kiflotluk, çok güç koflullarda bile kendi ç›karlar›na ters düflen davalar› savunmaktan hofllanan ya da gereksiz yere kahramanl›k göstermeye kalk›flan her kiflinin tan›mland›¤› bir ad olmufltur. Don Kiflot, yer ald›¤› dillerin deyimleri aras›nda s›k›fl›p kalmakla yetinmedi, çeflitli ülkelerde sinemadan, tiyatroya, çizgi film ve resimden heykele de¤in birçok sanat dal›nda, sanatç›lar için tükenmeyen bir esin kayna¤› da oldu. Cervantes’in ‹spanyolca ka91
leme ald›¤› “Don Kiflot”’un kendine özgü bir baflka özelli¤i de, roman tarihi aç›s›ndan bir kilometre tafl› olmas›d›r. Edebiyatta roman türünün öncü yap›t›d›r, Don Kiflot. on Kiflot’un dördüncü bilinmeyeni ise, gerçek ad›d›r. ‹lk kez 1605 y›l›nda yay›mlanan bu yap›t›n ilk ad›, “La Mancha’l› Yarat›c› Asilzade Don Kiflot”tur. “Don Kiflot” kitab›yla ilgili bu bilinmeyenleri bildikten sonra, flimdi de Don Kiflot’un kendini tan›yal›m. Don Kiflot, 50 yafllar›nda, zay›f yap›l› ince yüzlü, avc› bir çiftlik sahibidir. Duydu¤u ve okudu¤u flövalyelik öykülerinden ve söylencelerinden öylesine etkilenmiflti ki, atalar›ndan
D 92
kalma eskimifl, pasl› z›rhlar› onar›p onlardan kendine giysi yapt›. Fakat mi¤feri eksikti. Onun da çaresini buldu, bir karton parças›n› kesti, katlad›, büktü, bafl›na geçirdi. Tamam iflte, bir mi¤feri de vard› art›k... Canl› bir iskelet görünümünde de olsa, bir de at› vard›. Sorsan›z, bu at›n ‹skender’in görkemli at›ndan üstün ve güçlü oldu¤unu söylerdi size... Sekiz gün düflündükten sonra, kullanaca¤› bir ad da buldu kendine: “Don Kiflot”. Ad› da tamamd›; ama her eksi¤ini tamamlad›¤›nda bir yeni eksi¤i ç›k›yordu ortaya... Sevgilisi yoktu. Bir flövalye için büyük bir eksiklikti bu... Çünkü her flövalyenin kesinlikle bir sevgilisi olmas› gerekirdi. O sorununa bir çözüm buldu: Düfl dünyas›nda bir sevgili yaratt› ve bir de, prenseslere yak›fl›r bir ad verdi¤i sevgilisine: Toboso’lu Dulcinea. Hemen hemen tüm eksikler giderilmiflti; ama bir seyisi yoktu. O iflin de üstesinden geldi. Bir süre sonra valilik sözü vererek Sanço adl› bir çiftçiyi yan›na seyis olarak ald›. Sanço Panço bir anda, efle¤iyle serüvenlerin içinde buldu kendini... Don Kiflot uzaktan dev olarak gördü¤ü yel de¤irmenlerine sald›rd›. Bir sonraki maceras›nda mi¤ferini yitirdi. Bir berberin güneflten korunmak için bafl›na geçirdi¤i trafl le¤enini efsanevi mi¤fer san›p adam›n üzerine sal-
d›r›p elinden kapt›, bafl›na geçirdi. Zaferden zafere at koflturdu. Sonunda öldü¤ünde mezar tafl›na flunlar kaz›nd›: “Burada yatan, ünlü yi¤it soylunun Ölüm bile yenemedi hayat›n› Meydan okudu dünyaya Dünya korktu bostan korkulu¤undan Ç›lg›nca yaflay›p Bilgece öldü” on Kiflot ve Donkiflotluk üzerine ciltler dolusu yaz›lar yaz›ld› ve yaz›l›yor. Filozof Jose Ortega y Gasset, “‹nsan onu hayat›nda üç kez okumal›d›r. Kahkahan›n kolayca dudaklara f›rlay›p duygular› harekete geçirece¤i gençlikte, mant›¤›n egemen olmaya bafllad›¤› orta yaflta, herfleye felsefe aç›s›ndan bak›ld›¤› ihtiyarl›kta” derken Cemil Meriç, “Don Kiflot olun. Tek hürmet etti¤im adamd›r. Kaybedilmifl bir davan›n bu kadar fedakâr bir kahraman› olabilir” diyor, Naz›m Hikmet ise, sevgilisini alk›fll›yordu: “Hakl›s›n elbette senin Dulcinea’nd›r en güzel kad›n› yeryüzünün.” Cervantes’in kendisi de bir Don Kiflot’tu. Cervantes yedi çocuklu yoksulluk, borç ve s›k›nt› içinde bir aile ortam›nda do¤up büyüdü. Sa¤l›k memuru babas› borçlar› yüzünden hapsedildi. Cezas› bitince ailece ka-
D
sabadan Madrit’e tafl›nd›. Çok geçmeden Madrit baflkent ilan edildi. Bu düzenli bir e¤itim alma olana¤› bulamayan Cervantes’e kendi kendini yetifltirme kap›lar›n› aralad›. Cervantes edebiyata fliirle bafllad›. Ölen kraliçe için yazd›¤› fliir onu küçük çapl› üne kavuflturdu. fiiiri bir okul dergisinde yay›mland›. Bu coflkusu uzun sürmedi Cervantes’in ad› bir kavgaya kar›flt›. Sa¤ elinin kesilmesi ve 10 y›l sürgün edilmesi cezas›na çarpt›r›ld›. Bu cezadan kurtulmak için kaçt›. Don Kiflot’un serüvenlerine esin kayna¤› olacak bir yolculu¤a ç›kt›. ‹talya’ya gitti. Bu s›rada Osmanl› K›br›s’› ele geçirdi ve papa büyük Haçl› Ordusu’nu toplamaya bafllad›. Cervantes orduya yaz›ld›. ‹nebaht› Savafl›’na kat›ld›. Savaflta yaraland›. Sa¤ elini kurtar93
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
mak için kaçt›; ancak bir top güllesi ile sol elini yitirdi. ‹spanya kral›n›n kardefli ona tavsiye mektuplar› verdi. Madrit’e do¤ru yola ç›kt›. Ancak yolda Türk korsanlar›n eline düfltü. Köle olarak Cezayir’e götürüldü. an›ndaki mektuplar onu ölümden kurtard›; ama sal›verilmesi için istenen fidyenin de yüksek tutulmas›na neden oldu. ‹spanya kral› fidyeyi vermeyince ailesi para toplamaya bafllad›. Birkaç kez kaçmaya çal›flt›; ama baflar›l› olamad› prangaya vuruldu. Ailesinden gelen fidye yaln›zca kardeflinin sal›verilmesine yetti. Y›llar sonra ailesi fidyeyi ödeyebildi. Hasan Pafla’n›n kölesi olarak ‹stanbul’a götürülürken yolda sal›verildi. O kadar sevindi ki yap›t›nda bunu “Bana sorarsan›z, yeryüzünde insan›n yitirdi¤i özgürlü¤üne kavuflmas› denli büyük bir mutluluk yoktur” sözleriyle dile getirdi. Cervantes tutsakl›¤› s›ras›nda kendisine büyük yararlar sa¤layan, ölümden kurtar›p soylu biri yapan mektuplarla Madrit’te büyük düfl k›r›kl›¤› yaflad›. ‹lgisizlik ve bekledi¤i himayeden yoksun kalmas› onu yazar olmaya zorlad›. Evlendi. ‹ki y›l sonra evlilik d›fl› bir iliflkiden k›z› oldu. Babas›n› yitirince ailesinin tüm yükü üstüne kald›. Önce oyun yazamay› denedi, ar-
Y
94
d›ndan destan yazd›; fakat bunlardan kazand›¤› para, büyük ailesini geçindirmeye yetmedi. ‹fl bulmak için gitti¤i Seville kentinde ‹ngilizler’e karfl› savafla haz›rlanan ‹spanyol donanmas›na yaz›ld›. Ambar memuru oldu. Donanma savafltan yenik ç›k›nca bu kez vergi memuru oldu. Hesap defterlerini iyi tutamayan Cervantes aç›k verdi. Birkaç kez hapse girdi. Hapiste geçen zaman içinde, ona ölümsüz bir ün kazand›racak olan Don Kiflot’u kafas›nda kurgulamaya bafllad›. Don Kiflot yay›mland›¤›nda büyük bir ilgi gördü. ‹nsanlar› gülmekten k›r›p geçirdi. Bir gün saray›n balkonundan bakan kral bahçede gülme krizine tutulan birini gördü. Yan›ndakilere “Ya o adam deli ya da Don Kiflot okuyor” demekten kendini alamad›. Yedi y›l geçmeden kitap Avrupa’ya yay›ld›. ‹ngilizce’ye çevrildi. u ün ve bas›lan kitaplar Cervantes’in ekonomik s›k›nt›lar›n› gideremedi. Bafl› bir türlü beladan kurtulmuyordu. Evinin önünde biri b›çakland›. Ailesiyle birlikte tutukland›. Bir hafta sonra sal›verilen Cervantes ortadan kayboldu. Napoli’ye vali olarak atanan sanatç› dostu bir kontun himayesine girmek istedi. Olmad›. Yaflam› boyunca karfl›laflt›¤› olumsuz-
B
luklara karfl› umudunu asla yitirmedi. O fluna inan›yordu: “Servetini yitiren çok zarar eder. Arkadafl›n› yitiren daha çok zarar eder. Cesaretini yitiren herfleyini yitirmifl demektir. Yaflam›n oldu¤u her yerde umut da vard›r.” Bu arada kimli¤i ö¤renilemeyen bir kiflinin Don Kiflot’un ikinci bölümünü yaz›p bast›rd›¤›n› ö¤rendi. H›zla çal›flarak himayesine giremedi¤i konta adayarak destek ald›¤› Don Kiflot’un ikinci bölümünü yazd›. Berber tas› mi¤ferin alt›nda dünyan›n tüm yükünü s›rtlam›fl, sorunlar› çözmek için çal›flan bir
beyin, zay›f ve hüzünden kurumufl bir yüz, üzerindeki mi¤ferin a¤›rl›¤›yla çelimsizli¤ini, zay›fl›¤›n› gizleyemeyen bir beden, elinde m›zrak, “adaletli bir dünya” için kendisi gibi zay›f at›yla ve efle¤in üzerindeki k›sa fliflman Sanço Panço ile “yel de¤irmenleri” ile savaflmaya ç›kan ölümsüz bir kahraman yaratt›. Cervantes bugün aram›zda yok ama... Onun yaratt›¤› Don Kiflot’lar, zaman zaman aram›zda, zaman zaman da bafllar›m›zda, varl›klar›n› hemen her dönemde sürdürüyorlar.• SongulSaydam@butundunya.com.tr
‹ki yafll› bayan, ö¤le yeme¤inde efllerini çekifltiriyordu: “Onu bir türlü t›rnak yeme al›flkanl›¤›ndan vazgeçiremedim” dedi birincisi. “Hem bu al›flkanl›¤›na sinirleniyorum hem de onu vazgeçiremedi¤im için kendime k›z›yorum.” ‹kinci bayan gülmeye bafllad›: “Benim eflim de ayn› fleyi yap›yordu; ama sonunda kafam› kulland›m, vazgeçirdim bu al›flkanl›¤›ndan...”dedi. Birinci bayan birden heyecanland› ve arkadafl›na, bunu nas›l yapabildi¤ini sordu. “Hiç zorluk çekmedim” dedi kafas›n› kullanan bayan. “Yapt›¤›m tek fley, takma difllerini saklamak oldu.”• Giysileri, elleri ve yüzü çamur içindeki çocuk eve geldi¤inde, kap›dan içeri girmeden annesine sordu: “Say›n Bayan, bilin bakal›m, ben kimim?” Annesi, çocu¤unun yeni ö¤rendi¤i bir oyunu oynamak istedi¤ini sand› ve ellerini yana açarak yan›tlad›: “Kusura bakmay›n; ama beyefendi, kim oldu¤unuzu söyleyemeyece¤im. Çünkü sizi tan›m›yorum.” Annesinin bu yan›t› üzerine çocuk iki ad›m geri yürüdü ve komflu bahçedeki kad›na seslendi ve “Çok hakl›ym›fls›n›z, teyze” dedi. “Dedi¤iniz gibi, beni bu halimle annem bile tan›yamad›.”• 95
YAZAR DEDE VE TORUNLARI Muzaffer İzgü
Bakkal
Amca
Ben Bakkal Amca’y› seviyorum. Bakkal Amca kim mi? Bizim bakkal›m›z can›m... fiu hani köfle bafl›nda ‹hsanlar’›n evi var ya, iflte onun alt›ndaki dükkan... Böylesi kaç metre bilmem, bu yan› kaç metre yine bilmem, iflte ufac›k bir yer... Çuvallar var, çuvallar›n içinde nohut, mercimek, pirinç, fleker, un var. Sonra raflarda makarnalar, ya¤lar, bisküviler, sabunlar, deterjanlar var. Ya o kavanozlarda ne var? Uf uf uf, en sevdi¤im fleyler... fiekerlemeler, çikolatalar, bilmeceli, içi flansl› yumurtalar... Yo yo, o bildi¤imiz yumurtalardan de¤il. Bu da yumurta gibi görünüyor; ama içinden çikolatalar, flekerler ve hediyeler ç›k›yor. Bana kaç tane toka ç›kt›, hem de renk renk... 96
97
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
“Nurii Amcaa, bir tane fiyonk makarna, bir de çiçek ya¤›...”
Bakkal Amca, yaflad›m. Gül kokuyor, yumuflac›k, hem f›nd›kl› olunca öyle güzel ki... er zaman Nuri Amca Gerçekten, ne alacakt›m ben? demeyiz can›m... Çok Lokum akl›m› bafl›mdan ald› gitti. arkadafl›m bakkal›m›- Elbette lokum almayacakt›m. Loz›n ad›n›n Nuri oldu- kumu al›flveriflin sonunda Bakkal ¤unu bile bilmez. Biz Amca bana sunacak. Kavanozun ona hep, “Bakkal Amca” deriz. kapa¤›n› açacak, elime o tahta “Bakkal Amca, on yumurta, o maflay› verecek, “‹çinden bir logünkü teneke peynirinden yar›m kum al Ayça” diyecek. kilo, bir paket de flu sabundan...” Ay ay, arkadafllar›m›zla oynaBakkal Amca’n›n yüzü çok d›¤›m›z evcilik oyunundaki gibi, sevimli... Bir kez kocaman bir “Ay niçin zahmet ettiniz Bakkal kafas› var. KocaAmca?” diyeceman kafada f›ld›r ¤im. Bakkal AmBen Bakkal Amca’m› f›ld›r dönen küca da, “Aaa zahçok seviyorum. Süperçücük mavi gözmet olur mu, ler... Sanki saç› ben sizin Bakkal marketler çocuklara çok uzunmufl giAmca’n›z›m” dilokum vermiyor ki... bi, o k›sa saçlar›yecek. Ben Sonra o süpermarkette n›, bir gün bu de lokumu al›p, kasan›n bafl›nda yana yat›r›r, bir lüp diye midegün öteki yana, me indirece¤im. oturan ablan›n yüzü bir gün de arkaBen onun öyle as›k ki... ya do¤ru tarar. için süpermarKulaklar› da ketleri sevmiyoböyle ç›k›k m›d›r nedir. Sanki ço- rum. Ben Bakkal Amca’m› seviyocuklar›n ne dedi¤ini hemen anla- rum. Süpermarketler çocuklara mak için kocaman kocamand›r. lokum vermiyor ki... Sonra o süGülücü¤ü mü? Hiç eksik ol- permarkette kasan›n bafl›nda otumaz yüzünden... Kocaman yüz, ran ablan›n yüzü öyle as›k ki... sanki kocaman bir gülücüktür. Sanki yaflam›nda hiç gülmemifl. “Ee hofl geldin bakal›m Ayça, ‹nsan›n yüzüne bakm›yor bile... ne alacaks›n bakal›m?” Hep al›nanlara, hep kasaya, hep Benim gözlerim hep o kava- o tufllara bak›yor. Sesi de öyle ses nozlarda... O kavanozlardaki fle- ki, sanki bir ayg›ttan ç›k›yor. kerlemelerde... Yok can›m, öteki “Toplam yirmialt› lira, otuzkavanozdaki lokumlardan da befl kurufl...” olur. fiu kocaman kavanozda f›nBenim Bakkal Amca’m öyle d›kl› lokum var. Ondan verirse demez ki...
H
98
“Ayça’c›¤›m, oniki lirac›k... Yoksa sonra verirsiniz.” Evet evet, hep söyler Bakkal Amca. “Ben flu deftere yazar›m Ayça’c›¤›m, annen akflam geçerken, baban yar›n ifle giderken verir.” eresiye sözcü¤ünü babamdan duydum. Ben do¤madan önce annem çal›fl›yormufl. ‹fl bulamam›fl. Salt babam çal›fl›yormufl. ‹flte o zaman babam›n maafl› peflin al›flverifle yetmedi¤i için veresiye al›yorlarm›fl. Yani borca al›yorlarm›fl. Bakkal Amca bir deftere yaz›yormufl. Babam aybafl›nda maafl›n› al›nca, ilk ifl Bakkal Amca’ya u¤ruyormufl. “Bak bakal›m Nuri Bey, bizim borcumuz ne kadar?” diyormufl. Bakkal Amca da söylüyormufl. Babam borcunu ödüyormufl, Bakkal Amca da defterin o yapra¤›ndaki borcu siliyor, yeni ay›n borç sayfas›n› aç›yormufl. Oh oh oh, flimdi biz süpermarkete gitmifliz. Al›flverifl arabas›n›n içine makarnalar›, sucuklar›, ya¤lar›, deterjanlar›, sabunlar› doldurmufluz. Kasan›n bafl›na gelmifliz. Kasadaki bayan kasan›n tufllar›n› t›kt›klam›fl. “Efendim doksansekiz lira otuzbefl kurufl...” demifl. Annem de, “‹yi, yaz›n flimdi bunu deftere, aybafl›nda size verelim!..” Herhalde o kasadaki ablan›n gözleri böyle büyür büyür, bi-
V
zim Bakkal Amca’n›n gözleri denli olur. “Siz ne dediniz han›mefendi?” “Veresiye” dedim. Elbette güvenlikteki adam› ça¤›rmaz; ama anneme tuhaf tuhaf bakar. Bizim alt›m›zdaki daireye Özge’ler yeni tafl›nd›lar. Onlar Bakkal Amca’dan borca al›yorlar. Yani benim babam›n önceleri yapt›¤› gibi... Özge de Bakkal Amca’y› çok seviyor. Bazen Özge’yle birlikte gidiyoruz. Özge deftere yazd›r›yor diye ona kavanozdan lokum vermemezlik etmiyor. Deftere al›nan fleylerin ederini yaz›yor, sonra kavanozun kapa¤›n› aç›p tahta maflay› Özge’ye uzat›yor. “Buyur Özge Han›m, a¤z›n tatlans›n k›z›m...” en bir fley almad›m. Ama olsun. Bakkal Amca maflay› bana da uzat›yor, “Buyur Ayça Han›m, bir lokum da siz al›n lütfen...” H›h, süpermarketteki abla bize lokum kavanozunu uzatacak ha? Özge de süpermarketleri sevmiyor. Hem öyle flakac›d›r ki bizim Bakkal Nuri Amca’m›z... “Ben duydum ki Bulut, bugün sen matematikten zay›f alm›fl›n...” “Nerden duydun?” “H›h bak, flu iki karga var ya, onlar söylediler.” “Ama yalan söylemifller. Ben matematikten zay›f almad›m.”
B
99
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
“Taman o zaman ben o kargalar› cezaland›r›r›m. Her gün dükkan›n önüne bafl parma¤›m denli peynir koyuyordum, bugün serçe parma¤›m denli koyaca¤›m.”
“fiimdi It›r’c›¤›m...” diye bir bafllar, bir yandan problemi çözer, ard›ndan sa¤lamas›n› yapar. Onun ard›ndan problemi yineler. Onun ard›ndan problemi It›r’a çözdürür. sl›nda hepimiz biliOh oh oh, süpermarkette, yoruz. Bakkal Amca, al›flveriflimizi yapm›fl›z, daha Bulut’u da çal›flt›r- do¤rusu yap›yoruz, o raflara bir mak istiyor. Ne mi? fleyler koyan ablaya kitab›m›z› Matematik can›m? uzatm›fl›z, “Ablac›¤›m, acaba flu Evet, soka¤›m›zda kim kitaptaki problemi çözmemde bana yarproblemi çözemezse solu¤u Bak- d›mc› olabilir misiniz?” kal Amca’n›n yan›nda al›r. Aman Herhalde ablac›k, flaflk›n flaflaman, o zaman k›n gözlerimizin öyle mutlu olur içine bakar. ElSoka¤›m›zda kim ki Bakkal Ambette bakar, o abkitaptaki problemi ca... O kocaman lac›k Bakkal Nuri gülücü¤ünün Amca de¤il ki... çözemezse solu¤u içinde güller Ömer var, heBakkal Amca’n›n açar, bir yana¤› pimiz Ömer’i seyan›nda al›r. Aman kay›s›, bir yana¤› veriz. Soka¤›m›aman, o zaman kiraz olur. z›n gülü... “R” “Ver bakal›m harflerini söyleöyle mutlu olur ki It›r, neymifl bakayemiyor; ama Bakkal Amca.. l›m flu problem bakkala geliyor. bir görelim...” Annesi eline paGörüverir Bakkal Amca... ray› veriyor, uça uça bakkala ge“H›››... H››› daa, h››››... H›››››, liyor, alaca¤›n› al›yor, sonra a¤h››››...” Kafas›n› kafl›r, gözlerini f›l- z›ndaki lokumu çi¤neye çi¤neye d›r f›ld›r devirir. “H››››... H›››› daa, uçup evine gidiyor. ‹flte onu a¤z› h››››... H››››, h››››››...” Gözü kitapta, lokumluyken yakalad›k, hele bir kavanozun kapa¤›n› açar, tahta fley sorduk muydu, onun konuflmaflay› uzat›r, “Çocuklar siz flura- mas›na bay›l›yoruz. O zaman sandan birer lokum al›n bakal›m.” ki a¤z›nda sözcükler lokum gibi “H››››... H››››› daa, h››››››... H›››- eriyor, ne dedi¤i hiç anlafl›lm›yor. ››, h››››››...” Yak›nda Ömer’in sünneti olaSonra, “Hah hah haaaaa!.. cak. Ona hep bile¤ini gösteriyor Çok kolay çocuklar... fiimdi bak Bakkal Amca ve soruyor: It›r...” Ö¤retmeyi ne çok sever “Ne kadar zaman kald› sünBakkal Amca’m›z. nete Ömer?”
A
100
Ömer parmaklar›yla günleri gösteriyor, “Yiymi gün kald› Nuyi Amca...” Bakkal Amca Ömer’e yine bile¤ini gösteriyor. “Ben Nuri’ye öyle bir sünnet hediyesi alaca¤›m ki...” Belli, saat alacak. Evet, Bakkal Amca’m›z bizim dü¤ünlerimize, sünnetimize de gelir. Hasta olanlar› da yoklar. Hem de en iyisinden kolonya getirir. Süpermarkettekiler gelmezler ki... H›h, o marketin patronu mu Ömer’in sünnetine gelecek? Yani flöyle: Ömer soruyor: “Bu mayketin sahibi kim?” “Ne yapacaks›n marketin sahibini küçük?” “Benim haftaya Pazay günü sünnetim vay da...” “Eeee?...” “Habey veyeyim dedim.” u süpermarketler bir zincir... Yani bunun gibi birçok market ‹stanbul’daki birinin... Hem o kifli sünnetçi de¤il ki... En iyisi sen söyle, baban sana bir sünnetçi bulsun.” Eh kasadaki abla da gelmez. O raflara bir fleyler koyan uzun boylu a¤abey de gelmez. Kim gelir. Bakkal Nuri Amca gelir. Bakkal Amca’m›z para da verir. O gün annem iflten gel-
“B
di. Hop kap›m›z›n zili çald›. Bir paket getirmifller, annem istemifl o paketi... “K›rkbefl lira ödemeli han›mefendi” dedi kap›daki adam. nnem çantas›n› açt› bakt›, sonra bana, “Kofl k›z›m Bakkal Amca’ndan yirmi lira iste gel” dedi. Kofltum, Bakkal Amca’dan yirmi lira ald›m geldim. Annem paketi getiren adama verdi. Yani annem beni o süpermarkete koflturacak, “Kofl k›z›m süpermarketten yirmi lira al gel...” diyecek. H›h... Hiç olmaz... Onun için biz çocuklar Bakkal Amca’m›z› çok seviyoruz. O bize flark›lar bile söylüyor. Evet evet, hem de okul flark›lar›... Tart›n›n kefesini eline al›yor, t›m t›m da t›m t›m t›m t›m da t›m t›m... “Haydi çocuklar hep birlikte...” “Da¤ bafl›n› duman alm›fl, gümüfl dere durmaz akar...” Of of of... Nas›l söylesem ki... Olmaz... Olamaz... Hep çocuklar böyle diyoruz. “Olmaz Bakkal Amca olmaz!..” “Ne yapay›m çocuklar, olmuyor art›k, dayanam›yorum art›k...” Dayanam›yormufl Bakkal Amca niye? Neye dayanam›yor ki Bakkal Amca’m›z? “Dayanam›yorum çocuklar, dayanam›yorum!..” Biz Bakkal Amca’s›z m› kalaca¤›z? Biz süpermarketleri sevmiyoruz ki...•
A
101
YAKINDAN TANIDIKÇA Yücel Aksoy
Gustav
Mahler
Gustav Mahler, 7 Temmuz 1860 tarihinde Kaliste’de do¤du. Kaliste Mahler’in do¤du¤u y›llarda Avusturya-Macaristan ‹mparatorlu¤u’na ba¤l› Bohemya’n›n bir kentiydi. Sonra Avusturya’ya dahil edilen kent, bugün Çek Cumhuriyeti’nin s›n›rlar› içindedir. Mahler, Yahudi bir ailenin 14 çocu¤undan ikincisiydi. Kardefllerinden beflini difteri salg›n›nda kaybetti. Geri kalanlar›n da ço¤u genç denilecek yaflta çeflitli hastal›klar nedeniyle öldüler. Mahler’in do¤umundan bir süre sonra aile, günümüzde yine Çek Cumhuriyeti s›n›rlar› içinde bulunan Jihlava’ya tafl›nd›. Mahler’in çocuklu¤u bu kentte geçti. Gustav’›n müzi¤e olan yetene¤inin ay›rd›na varan ailesi, yoksul olmas›na karfl›n ona 6 yafl›ndan itibaren piyano dersleri ald›rmaya bafllad›. Piyanist olarak ilk kez 10 yafl›nda Jihlava’da izleyici karfl›s›na ç›kt›. Onbefl yafl›nda müzikte ulaflt›¤› düzey, Viyana Konservatuvar›na kabul edilmesini sa¤layacak denli mükemmeldi. Okul döneminden sonra, kendisine daha güvenli bir geçim sa¤lamak için 1880 y›l›ndan itibaren orkestra flefli¤ine yöneldi ve geçen y›llar içinde mesle¤inde devaml› bir yükselifl 102
gösterdi. Örne¤in, 1881’de Ljubljana, 1883’te Viyana, 1885’de Prag, 1886’da Leipzig, 1888’de Budapeflte Operalar›nda fleflik görevini baflar›yla sürdürdü. udapeflte’de sahnelenen Wolfgang Amadeus Mozart’›n ünlü “Don Giovanni” operas›n› izlemeye gelen Johannes Brahms, Mahler’in orkestray› ola¤anüstü yönetimine hayran kald›. Hamburg Operas›’yla yapt›¤› sözleflme 7 y›l sürdü. 1897’de Viyana Operas›’yla anlaflt›. Mahler Yahudi bir ailenin çocu¤u olmas›na karfl›n, kendisi bu dine e¤ilim duymad›; Katolik’ti. Çocukken katolik kilisesi korosunda görev ald›. Mahler’in çok önem verdi¤i bir kural› vard›. Hangi operada çal›fl›rsa çal›fls›n her y›l dokuz ay görev yapar, yazlar› mutlaka üç ay›n› beste çal›flmalar›na ay›r›rd›. Ve genellikle de, güney Avusturya’da Wörth Gölü k›y›s›ndaki küçük bir kasaba olan Maiernigg’deki evinde geçirirdi. 9 Mart 1902’de kendisinden 20 yafl küçük Alma Schindler ile evlendi. Alma da müzisyendi ve beste çal›flmalar› yap›yordu. ‹ki k›zlar› oldu. 1907 y›l› Temmuz ay›nda büyük k›z› Anna Maria’n›n difteriden ölümü, zaten bunal›mlar içinde olan besteciyi periflan etmiflti. Mahler’in sa¤l›¤› iyice bozul-
B
du. K›z›n›n ölümü üzerinden bir y›l geçmemiflti ki kalp rahats›zl›¤› oldu¤u saptand›. Bu Mahler’in hareketlerini k›s›tlar duruma geldi. Hem de afl›r› derecede sa¤l›¤›na dikkat eder oldu. Yürüyüflünü bile k›s›tl› yapmaya bafllad›. Hatta bunun için bir pedometre ile ad›mlar›n› say›yor ve fazla yorulmamaya çal›fl›yordu. Psikolojik olarak da rahats›zd›. Operadaki çal›flmalar›ndaki h›rç›nl›klar› çevresinde, her gün biraz daha artan düflmanca duygular yaratt›. Bas›n da kendisi hakk›nda y›prat›c› yaz›lar yazmaya bafllam›flt›. 1907’de dokuz y›ld›r yönetti¤i Viyana Operas› direktörlü¤ünden istifa etti. (Kimi kaynaklara göre istifaya zorland›.) Ama mesle¤inde ulaflt›¤› düzey yads›namayacak denli iyi oldu¤u için ayn› y›l kendisine önerilen New York Metropolitan Operas› yöneticili¤ini kabul edip Amerika Birleflik Devletleri’ne gitti. 910 y›l›nda New York Filarmoni Orkestras›’n› yönetmek üzere bir sözleflme imzalad› ve ikinci kez Amerika’ya gitti. 1911 fiubat’›nda, ki New York’un en yo¤un konserlerinin verildi¤i ayd›r, önceleri nedeni belli olmayan bir ateflli hastal›¤a yakaland›. Harcanan tüm çabalara karfl›n atefli bir türlü düflmüyordu. Yap›lan incelemeler sonras›nda buna streptokok enfeksiyonun neden oldu¤u anlafl›ld›. Son konseri-
1
103
BD HAZ‹RAN 2008
ni atefller içinde ve bitkin bir biçimde yönetti. O dönemde Amerika’da hastal›¤› bir türlü tedavi edilemiyor, atefl düflürülemiyordu. Paris’te bu bakteriye karfl› yeni bir serum gelifltirildi¤ini ö¤renince Paris’e gitti. Ancak burada da uygulanan tedavi bir yarar sa¤lamad›. Kendi iste¤iyle Viyana’ya getirildi. Bu kentte, bir türlü yenemedi¤i enfeksiyon nedeniyle 18 May›s 1911’de son olarak bestelemeye bafllad›¤› 10’uncu senfonisini bitiremeden öldü. Son tümceyi biraz açacak olursak, Mahler, sa¤l›¤›nda 9 senfoni besteledi; ama sonuncusuna “9. senfoni” numaras›n› vermedi, ya da veremedi. Çün-
kü kimi elefltirmenler, Mahler’in giderek artan ölüm korkusu içinde oldu¤unu ve hayran oldu¤u Beethoven ve Bruckner’in, yaz›p bitirdikleri 9. senfonilerinden sonra ölmelerinin onu korkuttu¤unu, kendi sonunun da ayn› olaca¤› pani¤i içinde bu yap›t›na “9. Senfoni” ad›n› vermedi¤ini ileri sürerler. Ac›d›r ki, Mahler de bu düflüncesini do¤rularcas›na, 10. senfonisini tamamlayamadan öldü. Viyana’da Grinzing mezarl›¤›nda topra¤a verildi. Mezar tafl›na da kendi vasiyetine uyularak yaln›zca “Gustav Mahler” yaz›ld›.• YucelAksoy@butundunya.com.tr
Bir çift, pazar sabah› kahvalt› ederlerken köpekleri, her pazar oldu¤u gibi yine a¤z›nda gazeteyle geldi. Kad›n gülerek, “Ne kadar ola¤anüstü bir köpe¤imiz var de¤il mi?” dedi. “Her pazar, biz kahvalt› masam›za oturur oturmaz d›flar› ç›k›yor ve a¤z›nda gazeteyle geliyor.” Adam, eflinin bu sözlerine karfl› ç›kt›: “Ben köpe¤imizde ola¤anüstü bir özellik oldu¤una inanm›yorum” dedi. “Birçok köpek, sahibine a¤z›nda gazete getirebilir...” Kad›n bu sözler karfl›s›nda köpe¤in ola¤anüstü olma nedenini efline an›msatt›: “Fakat biz hiçbir gazeteye abone de¤iliz ki...”• “Sonradan olma zengin” bir ifl adam›, arkadafl›na, liseye giden k›z›n› övmeye bafllad›: “Bizim k›z çok çal›flkan” dedi. “Herfleyi ö¤renmek istiyor. fiimdi Frans›zca, ‹ngilizce ve Cebir dersleri al›yor.” “Sonra da arkadafl›na ne denli hakl› oldu¤unu bir örnekle kan›tlamak istedi ve k›z›n› yan›na ça¤›rd›: “Haydi güzel k›z›m, Cebirce ‘Nas›ls›n›z?’ diye sor da...” dedi. “Senin ne denli çal›flkan oldu¤unu amcan da görsün...”• 104
ÇOCUK BÜYÜKLER, BÜYÜK ÇOCUKLAR ‹Ç‹N Ali Murat Erkorkmaz
Temel’den Sevgilerle Temel bir gün otobüse binmifl ve feryad› basm›fl “Ula yine mü sizsinuz?” diye... Çünkü otobüste bir Amerikal›, bir Frans›z ve bir de Alman varm›fl. Bir Amerikal›, bir Frans›z, bir Alman ve bir de Temel diye bafllayan küçük, komik öykücükler k›saca “F›kra” olarak tan›mlan›rlar. Bunu bilmeyen kimse yoktur, olamaz ve olmamal›d›r; çünkü f›kralar as›k yüzlerimize geçici de olsa gülücük yap›flt›rabilen nadir “fley”lerden biridir. Herkesin her zaman bir f›kraya gereksinimi vard›r; ama kendi ço¤u zaman bunun bilincinde de¤ildir. Geçmifle bakt›¤›mda akl›mda
kalan ilk f›kran›n bana ilkokul s›ralar›nda rastlad›¤›n› an›msar›m. Bir gün domatesle patates bir tren yolunda gidiyorlarm›fl. Domates, patatese habire ne kadar güzel ve pürüssüz oldu¤unu, k›rm›z› canal›c› rengini anlat›p patatesin yamru yumrulu¤uyla alay ediyormufl. Tam o s›rada bir tren gelivermifl. Domates konuflmaktan duymam›fl; ama patates atlad›¤› gibi kaç›p kurtulmufl. Tren domatesin üstünden geçip gitmifl. Patates dönmüfl ve “H›h, salça...” demifl. Bunu anlatt›¤›mda annem kahkahalarla gülmüfltü. Yaflam›n› yitirene de¤in de anlat›p anlat›p 105
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
nnemin güldü¤ü f›kra m›, yoksa benim anlat›m tarz›m m›yd› bunu bilemem ve hiçbir zaman da bilemeyece¤im. “Annemi mutlu etmek için yeni f›kralar ö¤renmeye bafllad›m” desem garip olurdu; ama inan›n nedense ö¤rendi¤im
A
her f›kray› hemen koflup anneme anlat›yordum. Annem ölene de¤in de bu, böyle devam etti. Hasta ve ac› içindeyken bile zorlana zorlana bile olsa kahkahalarla gülerdi. Arkas›ndan tutan öksürükten kurtulur kurtulmaz da telefon rehberinde ne kadar numara varsa çevirip dünya aleme yay›n yapard›. Temel daha do¤mam›flt›, çevrede baflka baflka f›kra kahramanlar› vard›. Deliler, doktorlar, kaynanalar, miflon, ö¤renciler falan filan gibi... 106
Delinin biri el fenerini yak›p öteki deliye sormufl: “fiu ›fl›¤› görüyor musun?” “Görüyorum.” “T›rmanabilir misin?” “Deli miyim ben? Tam t›rmanm›flken kapat da ben de düfleyim, di mi?” Tam bir gerçek yaflam öyküsü... Basit bir çocuk f›kras› k›l›¤›nda felsefe dersi... Gemi aç›k denizde içi ceset dolu bir taka görünce yanaflm›fl kaptan ve yard›mc›lar› cesetler aras›nda henüz ölmemifl birinin ay›rd›na varm›fllar. Adam inliyormufl: “Defineee... Defineee...” “Ne definesi?” diye sormufl kaptan, “Nerede define?” “Farzedelüm dedük.” Sizce bu bir f›kra m›? Adam›n biri F›kra Sevenler Derne¤i’ne gidip bir köfleye oturmufl. F›kra anlatma saati bafllam›fl; fakat insanlar uzun uzun f›kra anlatacaklar›na yaln›zca anlatacaklar› f›kran›n numaras›n› söyleyip kahkahalarla gülüyorlarm›fl. S›ra bizimkine gelince o da bir numara söylemifl. “Otuzüç...” Kimse gülmemifl. Adam baflka bir numara söylemifl. “Yetmifl iki...” Yine kimsede k›p›rt› yok. Birkaç numara daha söylemifl. Yine kimseler gülmeyince sormufl: “Yahu niye kimse benim söyledi¤im f›kraya gülmüyor?” Yan›ndaki adam yan›tlam›fl:
“Anlatmaktan anlatmaya fark var, arkadafl...” Bu herkesin bildi¤i varsay›lan f›kralardan biri... Buna ben de bir ek yapt›m. Yine biri bir numara söylemifl, herkes gülmeye bafllam›fl. Bu arada oturanlardan biri ç›lg›n gibi gülüyormufl. Adam›m›z dayanamay›p sormufl: “Sen niye böyle deli gibi gülüyorsun?” “Ben bu f›kray› ilk kez duyuyorum da onun için...” ir dönem “Hürriyet” gazetesine güldürü eki ç›kart›rd›m. Ad› “Bonbon”du. Cumartesi günleri gazeteyle birlikte da¤›t›lan bu ek, daha sonra “‘G›rg›r’ adl› mizah dergisinin do¤ufluna nedendir” derler. Ekteki f›kralar›n bir bölümü baflka yerlerden al›nmayd›, bir bölümünü de kendim uydururdum. Hem karikatürler çizerdim hem de güldürü yazard›m. Yavafl yavafl komi¤in nas›l uydurulabilece¤i konusunda fikir sahibi olmaya bafllam›flt›m. Afla¤›lama, çift anlaml› kelimeler, iki ayr› kifliye ayn› anda yan›t verirken konular› kar›flt›rma gibi teknikler, düflmek ya da bafl›n› merdivene çarpmaktan oluflan Amerikan tipi komikten çok daha komikti; ama yine de içinde zekâ p›r›lt›s› olmayan f›kra hiçbir zaman ilgimi çekmedi. fiöför a¤z› ve belden afla¤› sözcük ve anlamlar
B
içeren metinler güldürmekten çok somurturlar zaten beni... Safl›k ve fleytanl›¤›n savafl›m›, sürprizler ve bönlü¤ün akl› yenmesi bile yetersizdir ço¤u zaman... Bir dönem de, bir banka için bir çocuk dergisi ç›kartm›flt›m. Otuzalt› y›l önce yapt›¤›m bu çal›flmada “Affedersin La Fontaine” diye bir dizi yapm›flt›m. Ünlü La Fontaine fabl’lar›n› al›p sonlar›n› mahvediyordum. ‹flte bir tanesi: Çizimler: Ali Murat Erkorkmaz
güldü. Ben de böylece bu f›kran›n tarihini an›msad›m durdum.
Çekirge, tüm yaz saz çal›p flark› söyleyerek dans edip durmufl. Oysa kar›nca çal›flm›fl, didinmifl, k›fl için erzak biriktirmifl. Tabii can› da ç›km›fl. K›fl gelip yuvas›na çekildi¤inde yavrular›na yaz›n› mahvetme karfl›l›¤›nda k›fl› ne denli rahat geçireceklerini, oysa zavall› çekirgenin muhtemelen so¤uktan donup ölece¤ini söylerken aniden kap› çal›nm›fl. Kalk›p açm›fl kap›y›... 107
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
elen çekirgeymifl. Alt›nda son model spor bir araba, s›rt›nda kürk, keyfi yerinde... Kar›ncan›n afallad›¤›n› görünce konuflmufl: “Hani tüm yaz saz çal›p dans ediyordum ya, beni bir televizyon yap›mc›s› keflfetti, paraya bo¤du. fiimdi de tatile Paris’e gidiyorum. ‘‹stedi¤in bir fley var m›?’ diye soracakt›m.” “Var” demifl kar›nca, Paris’te ‘La
G
Fontaine’ denen biri var. Görürsen söyle ona, can› cehenneme... Bu öyküyü yazd›ktan yaklafl›k yirmi y›l sonra, Fransa’da, aynen yazd›¤›m biçimde; ama ‹ngilizce olarak görünce gözlerime inanamad›m. Türkiye neresi, Fransa neresi... Demek f›kralar uluslararas› dolaflabiliyorlard›. “F›kran›n makbulü k›sa olan›d›r” derler; ama ben ayn› düflüncede de¤ilim. ‹yi f›kra anlatabilen birini dinlerken daha ilk tümcede gülmeye bafllayabilirim. Anlat108
mak da f›kra denli önemlidir. Kimi insanlar daha f›kray› anlatmadan insanlar› güldürebilirler. Birçok ünlü komedyen konuflmaya bafllamadan önce öylesine bir s›r›t›rlar ki, siz adam›n beyin frekanslar›na kap›l›p kikirdemeye bafllars›n›z. Bir Amerikal›, bir Frans›z, bir Alman ve Temel konufluyorlarm›fl. Amerikal› demifl ki, “Bizde teknoloji çok eskiye dayan›r. Her metre on y›la karfl›l›k gelse, yeri kaz›nca on metre afla¤›da kablolar› göreceksiniz. Bu demektir ki bizde yüz y›ld›r teknolojik iletiflim var.” Kazm›fllar yeri, gerçekten on metre afla¤›da kablolar varm›fl. Frans›z gülmüfl ve “Bizde, demifl, yirmi metre afla¤›da bile kablolar var. Bu da iki yüz y›l eder.” Kaz›p bakm›fllar ki do¤ru... Kablolar orada... Bu kez Alman dönmüfl ve “Bizde ise otuz metre afla¤›da her taraf kablolarla sar›l›. Kaz›n da görün.” Gerçekten de kazd›klar›nda her yerin kablolarla ba¤land›¤›n› görmüfller. Temel kahkahay› basm›fl: “Piyrun pizum oralara. Pakun pakayum iletiflum nasul olirmufl.” Gelmifller Türkiye’ye kazm›fllar kazm›fllar, otuz metre, elli metre, yüz metre... Kablo mablo yok. “Cördinüz mü uflaklar” demifl Temel, pizde pin yildur ‘wireless’ (kablosuz) iletiflim vardur da...” ‹flte bu komik ve güncel...
Muh-temel-en yabanc›larda da ayn› f›kra vard›r; ama bize çok yak›flt›¤›n› düflünmüyor musunuz? Gel de Temel’in pratik zekâs›na hayran kalma... Türkiye’nin en zeki insanlar›n›n Karadeniz’den ç›kt›¤› bence aflikârdan bile aflikâr... Zekâ, pratik çözümler ararken akl›n ataleti çelimsiz kal›r ve bu nedenle ak›ll› insanlar zekileri küçümseme gereksinimi duyarlar. ekiler ileri dönük, uzun soluklu planlar yapmazlar, bu nedenle de k›sa vadede ifl görür gibi olan; ama zamana yenilen çözümler üretirler. Belki de en çok bu nedenle komik duruma düflerler. Herhalde her ülkede f›kralar›n o ülkenin en zekileri üzerine giydirilmeleri bu nedenledir. Son zamanlarda ortaya ç›kan sar›fl›n kad›n f›kralar› ise tam ters hedefe vurma e¤iliminde... “Kula¤›n›za ne oldu han›mefendi?” “Ütü yap›yordum, telefon çald›. Yanl›fll›kla ütüyü kula¤›ma yap›flt›rd›m doktor bey...” “Peki, öteki kula¤›n›z neden yand›?” “‘Doktora telefon açay›m’ dedim de...” Sar›fl›n kad›n›n gösteriflli olmas›, akla karfl› zekân›n frapanl›¤› gibi de¤erlendirilebilirse sistemin mant›k yap›s› da üç afla¤› befl yukar› belirlenmifl olur; ama acaba durum öyle midir? Her nedense
Z
f›kralar en gösteriflliye yamanmakta ustad›rlar. S›radan bir insana ya da pasif bir hayvana f›kra giydirmek zordur; ama bir devlet baflkan›na, bir maymuna ya da güzel bir kad›na ne taksan›z gösterir. Adam›n biri sirk müdürünün odas›na girmifl. O gün de müdür kimseyi ifle almaya gönüllü de¤il. “fiahane bir numaram var” demifl adam. “‹lgilenmiyorum, gidebilirsiniz.” “Lütfen bir kez bak›n. Çok zor bir numara.”
Müdür bafl›ndan savmak için “Pekala, pekala, göster bakal›m” deyivermifl. Adam elinde çantas› yürüye yürüye duvar› t›rman›p baflafla¤› tavan› geçip öbür duvardan yine yürüye yürüye inivermifl. “Ne olmufl?” demifl müdür. “Bu yapt›¤›n› sinekler bile yapar!” Gülmek denli güldürebilmek de zor ifltir; ama kimi zaman sinekler bile yapar.• AliMuratErkorkmaz@butundunya.com.tr 109
GÖZLE GÖNÜL ARASI Dr. Mehmet Uhri
Ard›ç Kuflu “Sevgi yok beyim... Kentte sevgi yok. ‹nsan eme¤ini sever. Ben bu kafl›klar› tek tek elimde yap›yorum. Be¤eninceye de¤in u¤rafl›yorum. Elimin eme¤inin be¤enilip bir yerlerde kullan›ld›¤›n› bilmek hofluma gidiyor. Kent insan›ysa emek vermedi¤i için sevmesini de bilmiyor. Ard›ç kuflu gibi yafl›yor. rd›ç kuflu gibi yafl›yor, semiriyor, ürüyor; ama geride kalan ard›ç a¤ac›n›n çekti¤i ac›y› bilmiyor, görmüyor. Görse bile anlam›yor.” nkara’da iflim uzam›flt›. ‹stanbul’a dönüfl için ald›¤›m biletimi de¤ifltirmem gerekiyordu. Ö¤le aras›nda S›hhiye’deki otobüs yaz›hanesine gidip biletimi erteletmek için acele ediyordum. Kalabal›kta koflarak yaz›haneye ulaflmaya çabalarken çarp›flt›k o yafll› adamla... Sendeledi, elindeki büyük sepette bulunan tahta kafl›k, maflalar yola saç›ld›. San›r›m o da belediye zab›tas›ndan kaç›yordu. K›sa süren flaflk›nl›ktan son-
A
110
ra adam›n kalkmas›na, yola saç›lanlar› toplamaya yard›mc› oldum. Heyecanlanm›fl, rengi solmufl, soluk solu¤a kalm›flt›. Sakinleflmesi için koluna girip yol kenar›ndaki banka oturmas›n› sa¤lad›m. Savrulan kafl›k ve maflalar› toplay›p ben de yan›na oturdum. Sepetten da¤›lanlar› yerine dizip bir yandan da “B›rakm›yor flu belediye zab›talar› üç kurufl para kazanal›m. Eve katk›m›z olsun” diyerek söyleniyordu. Tahta kafl›klar› dizmesine yard›m etmeye çabalarken “Dur hele, flimflir ve ar-
d›ç olanlar› di¤erlerine kar›flt›rma” diyerek engel oldu. “Hepsi tahta kafl›k iflte, ne fark eder?” “Olur mu beyim? fiimflir ve ard›ç ile ›hlamur, gürgen bir olur mu?” “Bilmem. Görsem a¤açlar›n› bile tan›mam herhalde... Ne fark var aralar›nda?” Eline ald›¤› kafl›klardan birinin s›rt›n› parmaklar›yla okflayarak bana do¤ru uzatt›. rd›ç, flimflir sert a¤açt›r. Kolay b›rakmaz kendini, iflleyesin. Zordur ard›çtan kafl›k ç›karmak... Ama y›llarca kullan›rs›n. Ihlamur, gürgen ise yumuflakt›r. Kolay ifllersin; ama çabuk yumuflar, dayanmaz. Daha sonra Sivas’›n Hafik ilçesinde çiftçilik yapt›¤›n›, sa¤l›k sorunlar› nedeniyle k›z›n›n yan›na Ankara’ya yerleflti¤ini, evin geçimine katk›s› olsun diye kafl›k ve mafla yap›p iflportada satt›¤›n› anlatt›. Özellikle ard›ç a¤ac›n›n zor bulundu¤undan yak›nd›. Elindeki maflay› eliyle okflayarak “Ard›ç kuflu a¤ac›n› terk etti. Bir araya gelmeleri çok zor, art›k” dedi. Anlamam›fl gözlerle bakm›fl olaca¤›m ki, aç›klama yapma gereksinimi duydu. “Beyim, ard›ç kuflunu bilmez ço¤umuz... Bilenler de unuttu, gitti. Ard›ç a¤ac› yabanidir. Öyle tohumundan
“A
üretemezsin, çeliklemeyle de olmaz. A¤ac›n üremesi meyvelerinin ard›ç kuflu taraf›ndan yenilip pisli¤i ile at›lmas›na ba¤l›. A¤ac›n tohumu ancak o zaman filizlenebilir duruma gelir.” “Yani bu kufl olmazsa ard›ç a¤ac› üreyemiyor, öyle mi?” “Evet, aynen öyle... Bunlar birbirine mahkum sevdal›lard›.” “Peki sonra ne oldu, kufllar m› azald›?” “Kufllar azalmad›, hatta ço¤ald›lar bile... Ama kentler büyüdükçe çöplükleri de büyüdü. Kufllar ard›c›n meyvelerini yemektense çöplükten beslenmenin daha kolay oldu¤unu keflfettiler. Ard›ç kuflu a¤ac›n› unuttu, flimdi kentlerin, kasabalar›n çöplüklerinde yafl›yorlar. Ard›ç a¤açlar› ise kayboluyor gözümüzün önünden...” Elindeki kafl›¤›, ötekilerin aras›na yerlefltirdi. Sepetine tekrar göz at›p ç›kard›¤› maflay› bana do¤ru uzatt›. “Bak bu ard›ç... Çürümez, nemlenmez. Eskiden ölüleri gömdükten sonra mezarlara konulurdu. Çürümedi¤i için mezar çökmezdi. Son yolculukta arkadaflt›, insanlara... fiimdi de¤er kazand›. Mezarlarda yumuflak a¤açlar› kullan›yorlar.”
111
BD HAZ‹RAN 2008
“Olsun, ayn› ifli gördükten sonra vars›n dayan›ks›z olsun.”
“K
entliler de hep senin gibi konufluyor, beyim... Herkes ard›ç kuflu gibi zorluk çekmektense çöplükten kolay geçinmenin, kolay yaflaman›n yolunu ar›yor. Ard›na bakm›yor. Çocuklar›m bile kasabada yan›mda kalmaktansa ard›ç kuflu gibi kentte daha kolay yafland›¤›n› görüp uçup gittiler. Sorsan hallerinden çok memnunlar. Ama geride b›rakt›klar›n› bilmiyor, görmüyorlar.” “Sonunda sen de gelmiflsin iflte kente... Bu kentten yard›m bekliyorsun.” “Ama ben ard›mda kalanlar›n ay›rd›nday›m. Kentte eme¤in hiç de¤eri yok. Herfley bol, kolay ve ucuz... Biraz paran olsun emek vermeden yaflay›p geçip gitmek olanakl› bu kentte...” “Ne var bunda, kentler hep böyle...” Sustu bir süre... Kafas›n› sal-
lay›p kendi kendine söylendi: “Sevgi yok beyim... Kentte sevgi yok. ‹nsan eme¤ini sever. Ben bu kafl›klar› tek tek elimde yap›yorum. Be¤eninceye de¤in u¤rafl›yorum. K›z›m›n evine katk›m olsun diye sat›yorum ve bu beni mutlu ediyor. Elimin eme¤inin be¤enilip bir yerlerde kullan›ld›¤›n› bilmek hofluma gidiyor. Kent insan›ysa emek vermedi¤i için sevmesini de bilmiyor. Ard›ç kuflu gibi yafl›yor, semiriyor, ürüyor; ama geride kalan ard›ç a¤ac›n›n çekti¤i ac›y› bilmiyor, görmüyor. Görse bile anlam›yor.” Bir süre daha konuflmadan oturduk, o bankta. Ard›ç a¤ac›ndan yap›lm›fl bir çift kafl›k sat›n almak istedim. Sepetine göz at›p seçti¤i kafl›klar› gazete ka¤›d›na sar›p uzatt›. Söyledi¤i fiyattan fazla para vermek istedim, ederinden fazlas›n› almad›. Sepetin ipini omzuna at›p kucaklad›. Helallefltik. S›hhiye’ye do¤ru a¤›r ad›mlarla yürüyerek kentin kalabal›¤›nda gözden kayboldu.• MehmetUhri@butundunya.com.tr
Bir genç, büyükbabas›n› arkadafl›na övüyordu: “Benim büyükbabam tam doksanalt› yafl›nda” dedi. “Bu yafl›na karfl›n temmuz ay› d›fl›nda y›l›n her günü düzenli olarak ata biner.” Arkadafl› büyükbaban›n neden temmuz ay›nda ata binmedi¤ini ö¤renmek istedi. Ak›ll› torunun yan›t› haz›rd›: “Çünkü, sevgili arkadafl›m” dedi. “Büyükbabam› ata bindiren seyis, her y›l temmuz ay›nda izne ç›k›yor da ondan...”• 112
YAfiAMDAN YANSIMALAR Nuray Bartoschek
Kay›p Aran›yor! Ço¤umuz için sab›rs›zl›kla duklar› labirentin ç›k›fl yolunu bekledi¤imiz yaz mevsiminin bafl- göstersin istiyorlar. lang›c› olan haziran ay› binlerce Duygular›n› öylesine güzel genç için stresin zirvesi anlam›na ifade ediyorlar, yüreklerindeki geliyor. OKS, SBS, ÖSS, ÖSYM sevgiyi öylesine cömertce sunuderken binlerce ö¤renci gece ya- yorlar ki, onlar› dinlerken gelecer›lar› karaba¤e iliflkin umutsanlar içinde lar›m yeniden 12-18 Yafllar› Aras›nda uyan›yor. yefleriyor. Sar›fl›n, Kumral, Ama bir de Zaman zayüre¤imi yaman ilkö¤retim Esmer Elinde Test kan yan›tlar okullar›ndan Kitaplar› Bulunan, var elbette... ö¤rencilerle, ö¤retmenlerle S›n›flarda OKS Ç›k›fl›ndan hatta velilerle soruyorum: ÖSYM Yönüne Do¤ru söylefli için ça¤“Çocuklar r› al›yorum. en son ne zaGitmekte Olan Her s›n›fta bir man uçurtma Gençlerimiz Zorunlu ders saatiyle k›uçurdunuz?” Olarak Girdikleri s›tl› söyleflilerBirkaç flansde inan›n zal› çocuk “‹ki y›l Labirentte man yetmiyor önce uçurtKaybolmufllard›r! bize... Gençler mufltum” deröylesine yorken, ötekiler gun, öylesine dolular ki, sitemle- “Uçurtma m›? O da ne?” dercesirini dile getirmek, seslerini duyu- ne yüzüme bak›yorlar. “Peki, en son ne zaman sakrabilmek için teneffüse bile ç›kmak istemiyorlar. Birisi onlar› lambaç oynad›n›z, ip atlad›n›z gerçekten anlamaya çal›flarak can ya da top oynad›n›z? B›rak›n kula¤›yla dinlesin, içinde kaybol- oyun oynamay› en son flöyle 113
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
kafan›zda hiçbir sorun olmadan ne zaman çimenlerin ya da k›y›da kumlar›n üzerinde ç›plak ayakla yürüdünüz?” Tüm s›n›f tek bir a¤›zdan sorumu yan›tl›yor: “Hiçbir zamannn.” irisi di¤erlerinden cesaret alarak “Ö¤retmenim, tüm bunlar› ne zaman yapaca¤›z ki... Sabah›n yedisinde kalk›p okula gidiyoruz. Okuldan sonra da genellikle dershaneler, kurslar aras›nda kofluyoruz. Eve gelince uyku saatine de¤in ödevler, testler tüm zaman›m›z› al›yor. Hafta sonlar›m›zda öteki günlerden farkl› de¤il ne yaz›k ki?” diyor. Hepsi de öylesine koflulland›r›lm›fllar ki bu yar›fla, istedikleri okullar› kazanamazlarsa dünyan›n sonu gelecek san›yorlar. Dergimizin nisan say›s›nda k›z›ma yazd›¤›m mektubu okuyan ö¤renciler ›srarla “Keflke bu mektubu ailelerimize de okutsan›z; çünkü onlar bizim çabalar›m›z›n ay›rd›nda bile de¤il, onlar adeta kendi aralar›nda bir bahis oynuyorlar üzerimize... Kimin çocu¤u daha fazla puan alacak onu düflünüyorlar yaln›zca... Ve sürekli ‘Biz sizin sahip olduklar›n›z›n yar›s›na sahip de¤ildik’ diyerek bizi nankörlükle, de¤er bilmezlikle suçluyorlar” dediler. K›z›m›n arkadafl›na soruyorum:
B
114
“Bir hedefin var m› gelecek için, ne olmak istiyorsun?” Çocuk a¤z›n› açmadan anne at›l›yor hemen “Onun bir fley söylemesine gerek yok, biz doktor olmas›na karar verdik, o kadar özel ders ald›r›yoruz, dershaneye gönderiyoruz, o da bizim bu çabam›z› bofla ç›karacak de¤il ya, gece gündüz çal›fl›p doktor olacak, baflka yolu yok!” diyor. Tekrar çocu¤a dönüyorum: “Peki, sen istiyor musun doktor olmay›?” Çocuk ac› içinde k›vranarak, adeta yalvar›rcas›na gözlerimin içine bak›yor. Anne kesin bir dille “Onun ne istedi¤i önemli de¤il!” diyor. “Biz ne diyorsak o olacak, paras›n› biz veriyoruz.” ‹çim s›zl›yor. Anne kendi çocu¤undan söz ederken “paras›n› verdi¤i için” herfleyi istemeye hakk› olan bir patron gibi konufltu¤unun ay›rd›nda bile de¤il. ir baflka çocuk ise “Valla, s›navlar umurumda de¤il, babam sa¤olsun, baraj› aflarsam özel üniversiteye giderim, daha olmad› yurt d›fl›nda okurum” diyor. Bir yanda kendi gelece¤ini kendi belirlemek isteyen; ama ailenin flans tan›mad›¤› bir kesim, öte yanda az say›da da olsa ne kendi gelece¤i, ne de baflkas›n›n gelece¤i konusunda en küçük bir endifle duymayan, maddi olanak-
B
lar›n sonuna de¤in sunuldu¤u, sorumsuz bir gençlik... sl›nda çocuklara bu koflullarda “Sen ne olmak istiyorsun?” diye sorman›n bile bir anlam› yok. Ailenin karar›n› da bir yana b›rakal›m. Asl›nda nereyi tutturabilirlerse o konuda e¤itim görecekler. Yani doktor olmak isteyebilir; ama puan› mühendisli¤e yetiyorsa mühendis olacak. Ya da Mimar olman›n düflünü kurmalar›na karfl›n kendilerini veterinerlik e¤itimi görürken bulabilirler! Sonuç mu? fiöyle bir bakal›m çevremize... Çal›flt›¤› iflten memnun, o ifli yaparken gerçekten mutluluk duyan kaç kifli var? Böyle kiflilerin say›lar› o denli az ki, bu nedenle ifl yerlerinde genellikle as›k suratl›, mutsuz, her an patlamaya haz›r, istedi¤i için de¤il, yaln›zca zorunlu oldu¤u için, aybafl›nda maafl›n› alabilmek için çal›flan insanlar›n aras›nda ruhumuz kararmakta... Kulaklar›m›z› t›kad›¤›m›z, a¤›r sorumluluklar›n alt›nda ezilen çocuklar›m›z bizden h›zla uzaklaflmakta... Sevgili anne babalar, e¤itimcilerimiz, lütfen çok geç olmadan bir fleyler yapal›m. Çocuklar›m›z›n yetenekleri do¤rultusunda e¤itim görmelerini sa¤layam›yorsak, en az›ndan onlar›n üzerine bahis oyna-
A
mayal›m. Onlar›n gelece¤i için kayg›lan›rken, en güzel y›llar›n› onlardan çalmayal›m. Hiçbir fley yapam›yorsak onlar› dinleyelim, anlamaya çal›flt›¤›m›z› onlara duyumsatal›m. En güzel y›llar›nda yaflam› ›skalamalar›n› biraz olsun engellemeye çal›flal›m. Bir akflam test kitaplar›n› kapat›p birlikte gülelim, aç›k havada dolaflal›m. Onlarla herfleyden önce arkadafl olal›m. Sevgili gençler... Tüm y›l çal›flt›n›z, çabalad›n›z. fiimdi lütfen yaslan›n arkan›za, derin bir soluk al›n, pencereyi aç›n, aç›k havaya ç›k›n, temiz havay› soluyun ci¤erlerinize... S›nav sonras›nda sizi elefltirenlere, suçlayanlara kulaklar›n›z› t›kay›n lütfen... Hepinizin elinizden geleni yapt›¤›n›za inan›yorum. Buna siz de yürekten inan›n. orkmay›n, OKS, SBS, ÖSS, ÖSYM ve daha pek çok s›nav yaflam›n sonu de¤il. Önünüzde güzel bir yaz sizi bekliyor, gereksiz üzüntü ve piflmanl›klarla yaflam› kendinize zehir etmeyin. Gençlerimizin yetenekleri ve istekleri do¤rultusunda e¤itim görebilecekleri, sevdikleri ifllerde çal›flan insanlar›n huzurlu bir toplumu oluflturduklar› günleri hep birlikte görebilmek dile¤iyle...•
K
NurayBartoschek@butundunya.com.tr 115
GEZD‹KÇE GÖRDÜKÇE İzlen Şen
Ölümün Sonsuz Mutlulu¤a Dönüfltü¤ü Yer:
Varanasi Hindistan’›n kuzeybat›s›ndaki Himalayalar’dan do¤up geçti¤i topraklarda 300 milyondan fazla insana yaflam veren kutsal Ganj Nehri, 7 kilometre boyunca Varanasi kentinin içinden geçiyor. Nehir, Varanasi’den sessizce ak›p giderken, Hindistan’›n farkl› yerlerinden trenlerle, otobüslerle ya da yürüyerek gelen insanlar da kente do¤ru ak›yor, önce dar sokaklara yay›l›yor kalabal›k, sonra Ganj Nehri’nin k›y›s›na do¤ru ak›yor insan seli... Hinduizm’in önemli tanr›lar›ndan “Yarat›c› ve Yok edici” Tanr› fiiva’n›n bu dünyadaki evi oldu¤una inan›lan kent, kutsal kitaplarda Hindistan’›n ruhani merkezi olarak geçiyor. Hindular için bu kutsal kentte yaflam›n› yitirmek sonsuz mutlulu¤a, huzura ve kurtulufla (Moksha’ya) ulaflmak anlam›na geldi¤inden, halk ülkenin farkl› yerlerinden Varanasi’ye yaflam›n› yitirmek için geliyor; burada yaflamlar›n› yitirdiklerini, bedenlerinin yak›larak küllerinin Ganj Nehri’ne serpildi¤ini düflleyerek geliyorlar. “Benares” ve “Kashi” de denilen, Vara (Kutsal) ve Nasi (Yerleflim alan›) Irmaklar›n›n aras›nda oldu¤u için Varanasi ad›n› alan, kuruluflu ‹.Ö. 1400’e uzanan kent, dünyan›n en eski yerleflim merkezlerinden biri. Hintliler, kente ayr›ca “Ö¤renen ve Yanan Kent” diyor116
117
lar, ö¤renme Hindistan’›n en eski ve büyük yüksek ö¤renim kurumlar› olan Benares Hindu Üniversitesi ile Sanskrit Üniversitesi’nden gelirken, yanma da ölülerin yak›l›fl›n› simgeliyor. indistan’›n ünlü sitar ustalar› Ravi Shankar ve Bismillah Khan’›n da mezun oldu¤u Benares Üniversitesi’nin flifal› bitkilerden de ilaç yap›lan eczac›l›k bölümü, falc›l›k ve dokumac›l›k gibi farkl› bölümleri de var. ‹pek kumafl toplar›n›n, hal›lar›n, ipek üzerine simle ifllenmifl minyatürlerle bezeli de¤erli örtülerin sat›ld›¤› dükkanlara da evsahipli¤i yapan Varanasi’nin ipeklerinin ve beyaz ipek üzerine alt›n sim ifllemeli Benares gelinliklerinin ünü yaln›zca Hindistan’a de¤il, tüm dünyaya yay›lm›fl.
H 118
‹pekler ve alt›n simlerin sergilendi¤i, paras› olanlar›n al›flverifl yapt›¤› dükkanlar›n hemen önünde, sokaklarda, kald›r›mlarda, yol kenarlar›nda uyuyan, yemek pifliren, yaflayan yoksul insanlar var. Ölümden sonra “yeniden do¤um”a inanan halk, yoksullu¤u da zenginli¤i de sorgulamadan, flikayet etmeden kabul ederek, kendine verilen yaflam› sürdürüyor. Sabah saat 05:30’da, kentin dar sokaklar›ndan Ganj Nehri k›y›s›na do¤ru yürürken, sanki havadaki külü, isi, duman› soluyorum. Yol kenarlar›nda yaflayanlar›n yakt›klar›, üzerinde yemek piflirdikleri atefllerin aras›ndan yürürken farkl› kokular yay›l›yor çevreye; hayvan d›flk›s›, kaynam›fl süt, tütsü, ya¤ ve baharat kokular› birbirine kar›fl›yor. Yürüdü¤üm sokak kalabal›k, Ganj Nehri’ne giden yolda benim gibi turistler
de var, nehirden alaca¤› suyla dükkan›n› kutsayarak açacak esnaf da, elindeki gü¤ümü nehir suyuyla doldurup ev ifllerine evini kutsayarak bafllayacak ev kad›nlar› da, ibadet etmeye, günahlar›ndan ar›nmaya gidenler de... Çevre sessiz, kimse konuflmuyor, ço¤unluk ç›plak ayakla yürüdü¤ünden ayak sesi bile duyulmuyor, kimi zaman kad›nlar›n ayak bileklerindeki halhallar›n sesleri, bebeklerin a¤lamalar› ve yafll›lar›n inlemeleri sessizli¤i bozuyor. Yaklafl›k 15 dakikal›k bir yürüyüflten sonra nehre ulafl›yoruz. “Nehre inen basamaklar” anlam›na gelen, her mevsim suyun de¤iflen yüksekli¤ine göre nehre ulaflmay› sa¤layan “ghat”lar›n neredeyse tüm basamaklar› insanlarla dolu. Bak›r gü¤ümlerini suyla doldurup y›kananlar, tümüyle suyun içine girerek dua edenler,
küçük yapraklardan yapt›klar› kaplara yerlefltirdikleri kadife çiçekleriyle süslü mumlar› suya b›rakanlar... Parlak y›ld›zlar gibi ak›yor suyun üzerinde mumlar... ehir k›y›s›n› daha iyi görebilmek için ince, uzun teknelerden birine biniyorum. Nehrin k›y›s›nda, yüzü güneflin do¤du¤u yöne dönük olarak basamaklar›n hemen üzerine yanyana yerleflmifl saraylar yafllanm›fl, eskimifl. Binalar sanki mihracelerin orada oturdu¤u eski güzel günleri özler gibi buruk, terk edilmiflliklerini bast›rmak ister gibi yoksul ve aç insanlara açm›fllar odalar›n›... O insanlar gibi evlerin de kap›lar›, pencereleri k›r›lm›fl, dökülmüfl, ölümü bekler gibi... Hintli kad›nlar›n bileklerine dizdikleri rengarenk cam bilezik-
N
119
BD HAZ‹RAN 2008
ler gibi, nehir kenar›ndaki basamaklar da yan yana sar›, turuncu, k›rm›z›, yeflil sarili kad›nlarla, yar› ç›plak erkeklerle dolu. Dualar tümüyle düzlük olan karfl› k›y›dan do¤an günefle karfl› yap›l›yor. Tekneyle ilerlerken, banyo ve
yun geçti¤i yerlerdeki tafl, toprak, maden ve bitkilerden ald›¤› güçle, her türlü kiri ve kötülü¤ü temizledi¤ine inand›klar› için çamur görünümünde de olsa nehrin suyunu içenler de var. Bir kutsanma biçimi olduklar›na inand›klar› için kusanlar, diflini f›rçalayanlar, gözleri sürmeli, elleri, ayaklar› k›nal› bebeklerini suya bat›ranlar, nehir suyuyla gargara yap›p, bo¤az›n› temizleyenler, yüzenler... uson ya¤murlar› ya¤d›¤›nda tümüyle sular alt›nda kalan bu basamaklar›n nehre uzak kalan bölümlerindeyse, sekizgen biçimdeki balkonlarda, mantar gibi görünen kumafl flemsiyelerin alt›nda oturararak meditasyon yapanlar ve dua edenler var. Orta yafll› bir kad›n, s›r›ls›klam olmufl sar› renkli sarisiyle beline dek suyun içine girmifl, ellerini gö¤sünde birlefltirip bafl›n› öne e¤erek selam veriyor, elindeki bak›r kaseden bafl›na döktü¤ü su, aln›nda kafllar›n›n tam ortas›ndaki k›rm›z› boyan›n üzerinden süzülüp, tekrar nehre kar›fl›yor. Zaman geçtikçe gün a¤ar›yor, günefl turuncu bir kadife çiçe¤i gibi yusyuvarlak yükseliyor neh-
M
ibadet için kullan›lan yan yana s›ralanm›fl “ghat”larda farkl› görüntülere tan›k oluyorum. Suyun içine do¤ru yürüyenler, dualar ederek, kutsanarak, Ganj Nehri’nde günahlar›ndan ar›nd›r›yorlar bedenlerini, ruhlar›n›... Bu su120
rin üzerinde. Ganj, ona gelenlerin ruhlar›n› y›karken, ölüleri günahlar›ndan ar›nd›r›rken, çamafl›r y›kamaya gelenleri de geri çevirmiyor. Kad›nl›, erkekli bir grup, nehir kenar›ndaki tafllara çarpa çarpa çarflaflar›, sarileri, iç çamafl›rlar›n› y›k›yor, 45-50 derece s›cakl›kta çabuk kuruyacaklar›n› bilerek hemen oradaki basamaklara ve setlere yay›yorlar. Güneflin ilk ›fl›klar›yla birlikte, ölü yakma törenleri için ayr›lan “ghat”lardan da dumanlar tütmeye bafll›yor. Y›llard›r sönmeden yanan Kutsal fiiva ateflinin burada oldu¤una, yeryüzünün burada yarat›lm›fl ve burada son bulaca¤›na inan›lan “Manikarnika Ghat”ta, dumanlar›n yükseldi¤i ateflin hemen arkas›na turuncu kefenlere sar›l› cans›z gövdeler dizilmifl. Bu gövdeler, kutsal nehrin sular›yla yapt›klar› son banyodan sonra, odunlar ve dallar üze-
rine yat›r›larak alevlere teslim ediliyor. Atefl ölenin büyük o¤lu ya da en yak›n erkek akrabas› taraf›ndan, bedenin çevresinde birkaç tur döndükten sonra tutuflturuluyor. Saçlar› tümüyle t›rafl edilerek, beyaz elbiseler giyen bu kifli, ailenin öteki erkekleriyle birlikte bedenin küle dönüflmesine tan›kl›k ederken, ailenin kad›nlar› töreni uzaktan izliyorlar. aln›zca ayaklar› aç›kta kalan bedenler en fazla 6 saat sonra küle dönüflerek, Ganj Nehri’nin sular›yla bulufluyor. Hamile kad›nlar, yedi yafl›ndan küçük çocuklar ve din adamlar› yak›lmaktansa kefene sar›l›p bir tafl ba¤lanarak Ganj Nehri’ne b›rak›l›yor. Bir yanda kutsal törenlerde ölümün sonsuz mutlulu¤a dönüflmesi ve Ganj Nehri’nde y›ka-
Y
121
BD HAZ‹RAN 2008
nanlar›n yüzündeki huzur, öteki yandaysa bu törenlerden, odunlardan para kazanan ticaret, cesetlerin küllerini kar›flt›rarak aranan alt›n ve mücevherler iki farkl› dünyay› ayn› kentte buluflturuyor gibi... Hem gerçek hem de gerçek ötesi bir dünya... Sars›c›, silkeleyici, yaflam› ö¤retici, kimi zaman da ziyaretçilerini gözyafllar›na bo¤an bir dünya...
N
üfusun dörtte birinin Müslüman oldu¤u Varanasi’deki din ayr›l›klar› da sürekli bir çat›flma potansiyeli yaratarak Ganj k›y›s›ndaki huzura bir çeliflki oluflturuyor. Buradaki bir baflka gerçek de ölümün varl›¤›n›n kimseyi korkutmamas›, ölüm gündelik yaflam›n bir parças› Varanasi’de... Yüzlerce tap›na¤›n oldu¤u bu kentte ölüm kurtulufl, ölüm özgürlük demek... Tekneden inip neredeyse iki kiflinin yan yana zor yürüdü¤ü dar sokaklara girdi¤imde dilenciler sar›yor çevremi... Buraya ölmek için gelmifl yafll›lar ve hasta-
lar›n ço¤u dileniyor, aralar›nda burnu, kula¤›, parmaklar› olmayan cüzzaml›lar var. Sokaklarda kutsal say›ld›¤› için dokunulmadan gezen inekler, maymunlar dolafl›yor, yemek piflirenler, sebze, meyve satanlar, saç, sakal trafl› yapanlar, dikifl dikenler, parma¤›yla difl f›rçalayanlar hepsi darac›k sokaklarda yan yana... Bu renkli, kötü kokulu ortamda okula giden çocuklar için de, yoksullar için de, zenginler için de yaflam devam ediyor. Yaflamdaki do¤um ve ölüm yolculuklar› sürerken, Ganj Nehri sessizce Varanasi’den ç›k›p Bengal Körfezi’nde denizle buluflup buharlafl›p ya¤mur olarak Himalayalar’a do¤du¤u topraklara dönüp yeniden Varanasi’ye gelmek üzere yeni bir yolculu¤a bafll›yor. Ben de ellerimi gö¤sümde birlefltirip bafl›m› hafifçe e¤erek “Namaste” diyerek selaml›yorum Varanasi’yi... Hindular’›n bu selam›n›n zihin, beden ve sözü, ruhu ve yüre¤i birlefltirdi¤ini bilerek...•
İlker İnal
Kimi milat öncesi ça¤lar›n en derininden, kimi yaln›zca 10-15 y›l önceden gelip yaflam›m›z›n tam merkezine yerleflti. Ampulden cep telefonuna, prezervatiften televizyona, bisikletten difl f›rças›na, internetten kibrite, sutyenden kurflunkaleme CD’den radyoya... Herhangi birinin eksikli¤ini düflünebiliyor musunuz?.. Kurgulu radyo, 1991: Üstüne tak›l› kolun çevrilmesiyle çal›flan ve elektri¤i olmayan geliflmemifl bölgeleri dünyadan haberdar eden
IzlenSen@butundunya.com.tr
Konuflmac› saatlerdir konufluyor ve ara vermek de istemiyordu. Kendisini dinleyenlerden biri “Biraz yoruldunuz, galiba” dedi. “Befl dakika dinlenseniz...” Konuflmac› bu öneriyi geri çevirdi, “Hay›r, hiç yorulmad›m” dedi. Konuflmac›n›n bu sözleri üzerine dinleyenler toplu bir biçimde yeni bir öneri daha getirdiler: “O halde” dediler. “B›rak›n biz biraz dinlenelim...”• 122
KÜÇÜK BÜYÜK BULUfiLAR
Kurflunkalem, 1564: Kurflunkalemde kurflun olmad›¤›n› biliyoruz. Böyle denmesinin nedeni, kalemlerde kullan›lan grafit maddesinin, 1564’te ilk bulundu¤unda mucitler taraf›ndan kurflunla akraba oldu¤unun san›lmas›d›r. Lastik bant, 1845: Ka¤›t, zarf ve daha birçok fleyi bir arada tutmak için kulland›¤›m›z lastik bantlar›n patenti, 1845’te bantlar› üretmeye bafllayan Lond-
kurgulu radyoyu, eski profesyonel yüzücü Trevor Baylis tasarlad›. Bayliss, Afrika’da hâlâ güvenli seks e¤itiminin ulaflamad›¤›, do¤um kontrol yöntemlerinden habersiz insanlar›n bulundu¤u bölgeler oldu¤unu ö¤renince böyle bir radyo gelifltirmeye karar vermifl. 123
BD HAZ‹RAN 2008
ra’daki bir lastik firmas›n›n sahibi olan Stephen Perry’ye ait. Lazer, 1960: Teorik temelleri Einstein taraf›ndan at›lan lazer ›fl›nlar›n› ilk oluflturan, fizikçi Theodore Maiman’d›.
Makineli tüfek, 1884: Makineli tüfe¤in yarat›c›s› Amerikal› Hiram Maxim, esinini bir arkadafl›n›n flu sözlerinden alm›fl: “Zenginli¤e giden yol, Avrupal›lar’›n birbirlerinin bo¤az›n› daha verimli bir biçimde kesmelerini sa¤layacak bir bulufltan geçiyor.” Matbaa, 1454: 500 küsur y›l önce Johannes Gutenberg taraf›ndan gelifltirilen bask› makinesinde ilk olarak 300 adet ‹ncil bas›lm›flt›. Bu ‹ncil’lerden 48’i günümüze de¤in gelebilmifl ve her biri bugün milyonlarca dolar de¤erindedir. Mekanik saat, 1092: Mekanik saatlerin ilk örnekleri 11’inci yüzy›lda Çin’de ortaya ç›karken, ilk meydan saati 1335’te Milan kontunun saray›na konulan saatti. Mikroçip, 1958: 1952 y›l›nda Geoffrey Dummer adl› bir mühendisin tasar›m›yla ortaya 124
ç›kan mikroçipe bugünkü biçimini ABD’li mühendis Jack Kilby vermifl. Mikrodalga f›r›n, 1946: Radar dalgalar› üzerine araflt›rma yapan ABD’li Dr. Percy Spencer, laboratuvara girdi¤inde cebinde tafl›d›¤› gofretin eridi¤ini görünce, bu iflte bir ifl oldu¤unu anlam›flt›. Bir y›l içinde ilk mikrodalga f›r›n prototipini gelifltirdi. Mikroskop, 1590: Zacharias Janssen’in tasarlad›¤› mikroskop sayesinde bitkilerin hücrelerden olufltu¤unu, bitlerin k›ll› bacaklar› oldu¤unu ö¤renmek ortaça¤ insanlar›n› çok flafl›rtm›flt›. Mouse, 1964: Amerikal› radar teknisyeni Douglas Engelbart taraf›ndan gelifltirilen “mouse”lar›n dünyadaki nüfusunun bu y›l›n sonunda 1 milyar› aflmas› bekleniyor.
Nintendo Gameboy, 1989: 80’lerin sonunda piyasaya sürülen “gameboy”lar›n ard›ndan çok oyun konsolu piyasaya ç›kt›; fakat “gameboy”un efsane oyunlar› “Tetris” ve “Super Mario Land” unutulamad›.•
HAYVANLARIN DÜNYASI Erdoğan Sakman
H
ayvanlar aras›nda yaflad›¤› koflullarda ortaya ç›kan sorun ya da sorunlar› çözemeyen hiçbir canl› yoktur. Kaya kartal› ya da alt›n kartal da (Aquila chrysaetos) çok önemli bir sorunla karfl› karfl›yad›r. Sanki bu kartal için de¤iflmez bir kuralm›fl gibi, ilk ç›kan civciv, ikinci ç›kan› ço¤u zaman parçalay›p yer. Alt›n kartal bu sorunu çözüp birden çok yavru büyütüp soyunun sürmesini sa¤lamal›d›r. ‹lkbaharla bafllayan bolluk günlerinde bile ormandaki hay-
Alt›n Kartal Yaz K›fl Demeden Yumurtlar vanlarla beslenen avc›lar, alt›n kartal›n yeteri kadar besin almas›na engeldirler. Çünkü onlar›n da besleyecek yavrular› vard›r. Bunun ay›rd›na varan anne ve baba kartallar güç de olsa k›fl›n yumurtlay›p civciv ç›karman›n yavrular› koruyaca¤›na ve h›zla gelifleceklerine karar vermifllerdir. Alt›n kartal k›fl›n yapraklar›n› döken genifl yaprakl› a¤açlar›n oluflturdu¤u ormanlarda yaflar. Orman taban›ndaki herfley karla kapl› oldu¤undan en silik bir canl› izinin bile hemen ay›rd›na var›l›r. Beslenmek amac›yla kar üzerinde gezinenler, ne kadar ha125
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
fif ayakl› olurlarsa olsunlar, kendilerini ele verirler. D›flk›, kan gibi maddelerden yay›lan radyo dalgalar›n› alg›lar ya bunlar›n sahiplerini hemen bulur ya da yaflad›klar› alan› sürekli ve yo¤un biçimde gözetler. lt›n kartal çok usta bir uçucu oldu¤undan kanatlar›n›n ola¤andan yatay olan durumunu a¤aç dallar› aras›nda uçabilmek için düfley durumuna getirerek hiç olmad›k aral›klardan h›zla geçer. Bu özellikleri avlar›na, iki-üç metre önde ilerleme olana¤› bile vermez. Tüm bunlara ek olarak orman taban›ndaki en hafif ç›t›rt›y› bile duyar, bafl›n› do¤ru yöne çevirerek gürültü ç›karan› görür. ‹nsanlardan iki kat daha iyi gördü¤ü
A 126
söylenir. Böylece, fiziksel özellikleri ve kazan›lm›fl becerileri sayesinde k›fl›n daha bol ve rahat avlanaca¤› sonucuna varm›flt›r. Fakat k›fl›n orman taban›nda gezinenler genellikle tavflanlar ve farelerdir. Y›lan, kertenkele ve kurba¤alar görünmezler. Tüm bu hayvanlardan oluflacak besinin çeflitlili¤i büyük civcivin hem iyi beslenmesini hem açl›k duygusunu gidermesini sa¤lay›p kardefline sald›rmas›n› önler. Alt›n kartal çeflitlilik yerine bolluk yarat›p küçük civcivin öldürülmesini önlemeyi amaçlar. Hele bu durum, her civcivin genlerine yerleflti¤inden onlar› durdurmak oldukça güçtür. Üçüncü bir civciv olursa ikinci, kendine yap›lanlar› üçüncüye uygular. Ayn› duruma leyleklerde de rastlan›r. Leylek anne babas› yuvadan yavru atmazlar.
Bir kartal yavrusu denli y›rt›c› olmad›¤›ndan kardeflini didik didik edip yiyemeyen ilk yavru, küçük kardeflini gagas›yla ite ite yuvan›n kenar›na de¤in getirir ve oradan afla¤›ya atar. Böylece, yuvaya gelen tüm besinler ona kal›r. Nedeni, en k›sa sürede büyüyüp kendini kurtarmakt›r. Çünkü anna-baba korumas›n›n uzun sürmeyece¤ini bilir. Alt›n kartal çiftinin ilk civcivi de k›sa sürede büyüyüp kendini koruyacak duruma gelmek için yuvaya gelen besinlerden bol bol yiyip büyümek ister. Bu nedenle, ikinci bo¤az olan kar-
deflini yok eder. Yaflam çevrelerinde bol besin olan y›llarda civcivin bu sald›rganl›¤› görülmez. Alt›n kartal›n bu durumundan esinlenerek denilebilir ki, insanlar aras›nda sorunsuz ya da en az sorunla yaflamay› sa¤layacak besin paylafl›m› h›rslar›, k›skançl›klar› ve sonuçta düflmanl›klar› azaltabilir ya da önleyebilir. Alt›n kartal sorunu çözmek için yaflam biçimini bile de¤ifltirmifl, öteki avc› kufllar y›l›n uygun zamanlar›nda rahat yaflarlarken kartal bilerek kendini güç koflullara b›rakm›flt›r. Bunun temel nedeni, soyu sürdürmektir.•
Çal›flanlardan biri müdürün odas›na girdi, “Bugün biraz erken ç›kabilir miyim?” diye sordu. “Eflimle birlikte al›flverifle gidece¤iz de...” Müdür öfkeyle “Olur mu öyle fley” dedi. “Nerede görülmüfl bu?” Adam büyük bir memnuniyetle ellerini o¤uflturmaya bafllad›. “Çok çok teflekkür ederim, efendim, sa¤ olun, eksik olmay›n, efendim” dedi. “Benim de istedi¤im buydu. ‹zin vermedi¤inizi hemen eflime haber vereyim...”• Aralar›nda toplanm›fllar hasta olan arkadafllar›ndan söz ediyorlard›. ‹çlerinden biri, “Konsültasyon yapmak için üç doktor geldi. Bir odaya kapand›lar ve aralar›nda uzun uzun konufltular” dedi. Durumu yeni ö¤renen bir arkadafllar› merakla sordu: “Peki bir karara vard›lar m›?” Durumu anlatan arkadafl›, doktorlar›n karar›n› aç›klad›: “Evet, vard›lar” dedi. “Her biri 500 YTL isteyecek...”• 127
MEMLEKET ÖZLEM‹ İlyas Halil
Mucizeler Y›l›yd› 1939 abah sevinciyim, rüzgara benzerim. Bahçede iki dal ve güller, aralar›nda eser, gezerim. Geceyim koku ile büyür genifllerim. Güller, gül oldu¤undan sevinçli, sevinç saç›yorlar, esiyorlar. Rüzgar›m, yapraklar oyunca¤›m... ‹ki dal ben, çiçek dolu avucumun içi, ço¤alacaklar yak›nda... Günefl gelin gelir her sabah özel soka¤›ma... Oyun dolu çocuk koflar›m yal›n ayak haziran günlerine... Ar› ben, “Soka¤a oyun günleri geldi” diye ellerimi ç›rpar›m. ‹lkokula bafllayal› üç y›l olmufl. Günlerim kanatl› böcek, renklere kokulara bulaflm›fl gezerim. Yazd›. Renk perileri gökyüzünden, kokular ortansyalardan... Geyiklere binmifl, yeleleri yelde geyiklerle uçuyordum. Bahçemizde armutlar, elmalar k›z›l, sar›, büyük... Ben a¤açlara t›rmanm›fl çocuk, rüzgarda sallan›yorduk. ***
S
128
Renkler sihirdi güneflte, sar› k›z›l, mor... Sabah güneflinden sar› inmifl ›fl›kt›m ben, saniye be saniye günü gölgeye itiyordum. K›z›ld›, bat›ya göçen gün, gece mor, sessiz uzan›rd› topra¤a... *** Sesler sihir, sihirli bahçede... Gonca, gül olur a¤z›n›, yapra¤›n› aç›nca, rüzgarda... Begonvil kokular›n›, masal yapard› yel, büyümekten korkan çocuklara... *** Haziran geldi, bahçemize ›fl›k geldi. Günler, yemekle doyulmaz taze ekmekti. *** Haziran iki kap› aras› unutulmufl bir avuç zaman... Böcek sesi dolu, sevinç anlatan... *** Çocuktum. Dokundu¤um yeflil, dalda çiçek, elma olurdu, ben sevinince... *** K›sa bir süredir acele büyümekteydim. Dokuz yafl›nda olmufltum, o yaz... Mahalle arka-
dafllar›mla bezden topla futbol oynayacak, haftal›k “Binbir” roman dergisini okuyacakt›m.
Sevincim kursa¤›mda kald›. fiiflko babam zebellah gibi karfl›ma dikildi. Göbe¤ini hoplata hoplata “Eh o¤ul, büyüdün art›k” llerim cebimde ›sl›k dedi. “Yar› delikanl› oldun. Yar›n çalacak, çocuk gün- benimle eczanede ç›rak olarak lerimi rafa kald›ra- ifle bafllayacaks›n.” cak, sonra bir gün “Ç›rak olmak istemiyorum” flekere banm›fl elma dedim. “Çocuk olaca¤›m.” yer gibi anacakt›m. “Olmaz, ifl ö¤reneceksin” dedi babam, “Paras›z kald›¤›n gün çal›fl*** Zamana oyun oynamay›, fla- mad›¤›na piflman olur, iflin yorgunfl›rtmay› seviyorlu¤unu arars›n.” dum. Bir pence“Yahu” deremde günefl pardim. “Bu yaflta “Mucize” dedi annem, larken, öteki penben nas›l para“Dikkat etmedi¤in ceremde ya¤mur s›zl›k çekerim.” bir gerçe¤in güzelli¤i, ya¤d›¤›na, hem “O¤ul” dedi güzelli¤in gerçe¤i ya¤mad›¤›na hababam, “Kifli her y›flan›yordum. yaflta paras›zl›k söylemesi... Mucize çeker. Yiyece*** gören, yalan sevmeyen Bahçeye ç›k¤in olmad›¤› sihirbazd›r. Sihirli bir t›m. A¤açlar bügün yiyeceksiz hayat yaflar. Zengin yümüfl. Dut dalde¤il, paras›zs›n olur zengin olmadan, lar›ndan, k›z›l eldemektir. ‹fl hamutluluk bulur malar sark›yoryat› sana açl›k du. Babama “Dut ile toklu¤un, üzüldü¤ü an bile...” a¤ac›n›n alt›nda, sarhoflluk ile komflu k›z› Viay›k olman›n ki’yi gördüm” dedim. “Elmaya birbirine ne kadar yak›n oldubenzersin” dedim.“Difllerim do- ¤unu ö¤retecek.” kunmadan yana¤›n› ›s›rd›m.” “Baba” dedim. “Dokuz yafl›nday›m sarhofllukla benim ne *** ‹flte böyle o gün, yaflant›m›n ilgim var.” dokuzuncu haziran ay›, renk“Verdi¤in cevaplardan” dedi li bafllam›flt›. Murtlar›n ak›, çi- babam, “Ç›rak olman›n sana çok çeklerin k›z›l›, eriklerin sar›s›, fley ö¤retece¤ini görüyorum.” hep bizim bahçedeydi. Sevinç“Neden?” dedim. liydim. Renkler içinde yaz tatili“Örnek mi istiyorsun” dedi ne bafllayacakt›m. babam, “Devenin oldu¤u ülkede uzun yolu sab›r k›salt›r. Susuzlu***
E
129
BD HAZ‹RAN 2008
¤a dayanan›kl› olmay› ö¤retir.” “Hey Allah’›m” dedim. “Baba flu mahalleye bak, çöle benzer yan› var m›?” *** gün s›n›f› geçti¤ime, yar› delikanl› oldu¤uma piflman olmufltum. Bilmece gibi konuflan fliflko babama k›zmaya hakk›m olmad›¤› için k›z›yordum. Oysa yaz gelmifl, günler suda ›fl›ldayan çak›l tafllar›na benziyordu. Çocuk oldu¤unu bilen çocuk olup çocuklu¤umu yaflamak istiyordum. “Baba” dedim. “Müsaade edersen ben yar› delikanl› de¤il, kendim olmak istiyorum. Hani kim olursa olsun birinin yar›s› olmak pek istenilecek bir matah de¤il.” “Ne biçim söz bu?” dedi babam, “Ay›p de¤il mi, utanm›yor musun?” “Utan›yorum” dedim. “Ama yine hiç kimsenin yar›s› olmak istemem. Delikanl› olmam› beklersen daha iyi ç›rak olurum. O zaman iflin yar›s›n› ö¤renece¤ime tamam›n› ö¤renirim. Ç›rakl›k bana ne ö¤retecek sanki...” “Ö¤retecek” dedi babam, “Her gün faydal› bir bilgi edineceksin. Yedi¤i ekme¤i iyi tutmas›n› bilmeyen, ekme¤i çamura düflürür. Ekme¤in nas›l tutuldu¤unu ö¤reneceksin.” “Hoppala” dedim. “Ekmek yemesini bilmeyen kimse var m›?” “Bana bak” dedi babam,
O
130
BD HAZ‹RAN 2008
“Ömür boyu dokuz yafl›nda kalmana raz› de¤ilim. Yar›ndan tezi yok, ç›raks›n o¤ul.” “Okulda ö¤renirim” dedim. “Hay›r” dedi babam, “Okulda sana say› saymas›n› ö¤retirler. Burada para saymas›n› ö¤reneceksin.” *** Anneme dert yand›m. “Ben eczac› ç›ra¤› olmak istemem” dedim. “Her gün hasta ile u¤raflmak hofl de¤il. Babam›n anlams›z sözlerinin bana ne faydas› var?” “Baban” dedi annem, “Gerçeklerin çirkin yüzünü ö¤retiyor sana... Büyüyünce ne demek istedi¤ini anlayacaks›n.” “Ben sihirbaz olaca¤›m” dedim. “Onlar herfleyi bilir.” “Sihirin varl›¤›na inanma” dedi annem, “Sihirbazlar›n yapt›klar› göz boyamaktan baflka bir fley de¤il. Ama gerçe¤i sihirli görmek istersen, güzelli¤i görmeyi ö¤ren. Gerçekte beliren sihir, güzeldir. Mucize olur.” “Mucize nedir?” dedim. ucize” dedi a n n e m , “Dikkat etmedi¤in bir gerçe¤in güzelli¤i, güzelli¤in gerçe¤i söylemesi... Mucize gören, yalan sevmeyen sihirbazd›r. Sihirli bir hayat yaflar. Zengin olur zengin olmadan, mutluluk bulur üzüldü¤ü an bile...” “Mucizeyi nerede bulurum?” dedim. “Nas›l görece¤im?”
“M
“Etraf›na bak” dedi annem, “Küçük fleyler hep mucize dolu...” ***
Elma a¤ac›n›n alt›nda durduk. Annem elma dal›n› silkeledi. Ya¤mur damlalar›n› yüzümde buldum. “Üstünün bafl›n›n ne koktu¤u›l 1939. Yafl›m dokuz- nu biliyor musun?” dedi annem. du. Annemle ko“Bir fley kokmuyor” dedim. nuflmamdan sonra, “Ama ›sland›m san›r›m.” her sabah günefl do“Yörene dikkat etmedin” de¤unca, bahçede di annem, “Bak topraktan dua¤açlar›n alt›nda, çiçeklerin için- man ç›k›yor.” de mucize arad›m. Mucizeyi gör“Evet” dedim. sem nas›l tan›yaca¤›m› düflünü“Bak hava elma kokuyor” dedi. yordum. Neye “Kokuyor” benzedi¤ini bildedim. sem annemin de“Baflka” dedi. “Mucize karfl›na di¤ini daha iyi “Toprak da ç›kmaz” dedi annem, kavrayacakt›m. kokuyor” dedim. “Mucizeyi senin Mucizeyi na“Buldun” detan›mlaman gerek. s›l bulaca¤›m› di annem, “Daanneme sordum. ha önce duymaSevdi¤in fley mucizedir. “ M u c i z e d›¤›n bir koku Sevginin son ölçüsüdür. karfl›na ç›kmaz” buldun. Ya¤mur Sevmesini bilen insan›n dedi annem, “Muüstü toprak kokarfl›s›na her an cizeyi senin takusu ile tan›flt›n bir mucize belirir. n›mlaman gerek. bugün. fiimdi yiHer an ‘Merhaba’ Sevdi¤in fley muyece¤in elma, cizedir. Sevginin ya¤mur kokadiyen bir mucize var. son ölçüsüdür. cak, ya¤mur üsSevmesini bilen tü toprak tad› insan›n karfl›s›na her an bir mucize verecek. Elmay› ›s›r›nca bu habelirir. Yolda, ya¤murda, bahçede ziran gününü ›s›racaks›n. Her her an ‘Merhaba’ diyen bir mucize elma yedi¤inde dokuz yafl›n› var. Ancak duymas›n› bilmen ge- yaflayacaks›n. Bak ilk mucizeyi rek. Sana bir örnek vereyim. Mey- gördün, tatt›n iflte.” velerin ya¤mur üstü tatlar›n›n de“Gel” dedi. “Ya¤mur ya¤m›fl¤iflti¤ini biliyor muydun?” ken sana bir fley daha gösterece“Hay›r” dedim. ¤im. Bahçenin sebze ekilen köfle“Gel bahçeye ç›kal›m” dedi. sine gittik. “Ama her taraf çamur” dedim. “Etraf›na iyi bak” dedi. “Ne “Olsun” dedi annem, “Mucize görüyorsun?” dolu bir fley göreceksin.” “Marul ekili bir bahçe” dedim.
Y
131
BD HAZ‹RAN 2008
“Baflka ne görüyorsun?” dedi annem. Sustum. Karfl›l›k vermedim. “Sar› gözlü minik çiçe¤i görüyor musun?” dedi annem. “Evet” dedim. “Bu çiçekler” dedi. “‹ki bin y›ld›r her bahar bu bahçede ç›kar. Romal›lar’dan kalma nergistir. Koklaman› istiyorum.” Koparmak için e¤ildim. “Koparma” dedi annem, “‹kibin y›l bu bahçede yaflamas›n› becermifl bitkiyi yok etme.” “Kokusu güzel” dedim. “Bu küçük çiçek iki bin y›l bu kokuyu tafl›d›” dedi annem, “Kokusunu de¤ifltirmedi. Koku verme zaman›n› flafl›rmad›. Yapt›¤› ifli sevdi, sab›rla yapt›. Bu ikinci mucize...” Sonra elimden tuttu, “Gel” de-
di. “Sana evin önündeki mandalina a¤ac›n› gösterece¤im.” Mandalina a¤ac›n›n önünde durduk. “A¤aca bak” dedi annem, “Ne görüyorsun?” Annemin dediklerini biraz anlar gibi olmufltum. Haziran ay›ndayd›k. A¤açta mevsimin son mandalinalar›... Üstleri bafllar› ya¤mur damlalar› ile ›slakt›. “Mandalinalar ›slak” dedim. “Ben ›slak olsayd›m eve koflar, kurulard›m kendimi...” Annem güldü. “Buldun” dedi. “Mucizeler kap›s›n›n anahtar› elinde flimdi...” Mandalinaya bakt›m. Mandalina dalda ›slak beklemesini bilirse, ben ç›rak olmas›n› beceririm herhalde...• halililyas@yahoo.ca
B‹LG‹N‹Z‹ DENETLEY‹N Diyar Mahmutoğlu
1 ‹lk Türk roman› olan “Taaflfluk-› Talât ve Fitnat”›n yazar› afla¤›dakilerden hangisidir? a) Ahmet Mithat Efendi b) fiinasi c) fiemsettin Sami ç) Reflat Nuri 2 Halit Ziya Uflakl›gil’in ünlü
roman› “Aflk-› Memnu” ad›n›n Türkçe’deki anlam› nedir? a) Yasak aflk b) Aflktan memnun c) Aflka sürgün ç) Aflka mahkum
Yeni zengin olmufl adam, gitti¤i lüks lokantada garsona siparifl vermeye bafllad›: “Bana lütfen bir flifle flarap getirin” dedi. “Fakat en pahal› flarab›n›z hangisiyse onu getirin.” Garson müflterisinin flarap y›l›n› söylemedi¤inin ay›rd›na var›nca bir yanl›fll›k yapmamak için flarap y›l›n› ö¤renmek istedi: “Hangi y›l istersiniz?” Adam duraksamadan yan›t verdi: “Bir sak›ncas› yoksa hemen bu y›l, flimdi istiyorum.”•
3 Yakup Kadri Karaosmano¤lu’nun tiyatroya da uyarlanan, ünlü roman› hangisidir? a) “Kiral›k Konak” b) “Ankara” c) “Yaban” ç) “Sodom ve Gomore”
Sinoplu filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta yürürken, zenginli¤inden baflka hiçbir özelli¤i olmayan kibirli bir adamla karfl›laflt›. ‹kisinden biri kenara çekilmedikce, ikisinin de geçmesi olanaks›zd›. Kibirli zengin, küçümser bir tav›rla ünlü filozofa bakt› ve “Ben, bir serserinin önünden çekilmem” dedi. Diyojen, umursamaz bir biçimde karfl›l›k verdi: “Fakat ben çekilirim.”•
hangi flairimizin y›l› ilan edildi? a) Tevfik Fikret b) Mehmet Akif Ersoy c) Naz›m Hikmet ç) Yahya Kemal Beyatl›
132
ren mitoloji kahraman› afla¤›dakilerden hangisidir? a) Herkül b) Atlas c) Epimeteus ç) Prometeus 6 “Kagemufla”, “Ran”, “Düfller”, “Yedi Samurai” gibi unutulmaz filmlerin Japon kökenli yönetmeni kimdir? a) Akira Kurosava b) Yasujiro Ozu c) Hayao Mizayaki ç) Hideo Nakata 7 Kayseri kökenli ve as›l soyad› da “Kazanc›o¤lu” olan ünlü ABD’li sinema yönetmeni afla¤›dakilerden hangisidir? a) Norman Mailer b) John Casavetis c) Elia Kazan ç) Q. Tarantino
4 Kültür Bakanl›¤›’nca 2008
5 Tanr›lar›n yaflad›¤› Olimpos’tan atefli çal›p insanlara geti-
8 Son bölümünü yazar›n eflinin yazd›¤› ünlü bir savafl roman› hangisidir? a) “Savafl ve Bar›fl” b) “Waterloo” c) “Moskova Önlerinde” ç) “Garp Cephesinde Yeni Bir fiey Yok” 133
9 Osmanl› Devleti yurttafl› ola-
14 23 Nisan Ulusal Egemenlik
rak Rusçuk’ta do¤mufl, 1981’de Nobel Edebiyat Ödülü alm›fl yazar hangisidr? a) Necip Mahfuz b) Yorgo Seferis c) Elias Canetti ç) Orhan Pamuk
ve Çocuk Bayram›’nda yazd›¤› bir yaz›n›n bafll›¤› “Eylenin Çocuklar” oldu¤u için yarg›lanm›fl yazar›m›z hangisidir? a) Aziz Nesin b) Naz›m Hikmet c) ‹lhan Selçuk ç) R›fat Ilgaz
10 Afla¤›dakilerden hangisi Yaflar Kemal’in roman› de¤ildir? a) “‹nce Memed” b) “Yer Demir Gök Bak›r” c) “Binbo¤alar Efsanesi” ç) “Yedi Ç›nar Yaylas›” 11 “Halikarnas Bal›kç›s›” ad›yla yazan Cevat fiakir Kabaa¤açl›’n›n Bodrum’a sürgün ediliflini anlatt›¤› roman› hangisidir? a) “Aganta Burina Burinata” b) “Mavi Sürgün” c) “Ötelerin Çocu¤u” ç) “Deniz Gurbetçileri” 12 Mevlana Celaleddin Rumî fliirlerini hangi dilde yazm›flt›? a) Türkçe b) Farsça c) Arapça ç) Rumca 13 Önce müzisyen olarak tan›nan, sonra yazarl›k, yönetmenlik ve köfle yazarl›¤› da yapan sanatç›m›z kimdir? a) Sezen Aksu b) Orhan Gencebay c) Zeki Müren ç) Zülfü Livaneli
15 1876-1924 y›llar› aras›nda ya-
BÜTÜN DÜNYANIN
TANIDIKLARI
Edgar Allan Poe
flam›fl ünlü Türk düflünürü afla¤›dakilerden hangisidir? a) R›za Tevfik b) Beflir Fuat c) Abdullah Cevdet ç) Ziya Gökalp 16 1069’da “Kutatgu Bilig”i yazan Yusuf Has Hacip hangi Türk toplumundand›? a) Gazneli b) Akkoyunlu c) O¤uz ç) Karahanl› 17 Aksak Timur, Timurlenk hangi imparatorlu¤un hükümdar›yd›? a) Mo¤ol b) Timur c) Cengiz ç) Hun 18 “Ölü Timur Gökyüzüne Ba-
k›yor” fliirinin yazar› ünlü flairimiz hangisidir? a) Yahya Kemal Beyatl› b) Oktay Rifat c) Melih Cevdet Anday ç) Faz›l Hüsnü Da¤larca Yan›tlar 144’üncü sayfam›zdad›r.
134
KEND‹LER‹NE ÖZGÜ KISA KISA ÖZELL‹KLER‹YLE
Walt Disney
Kendisini evlat edinen Allanlar Ailesi’ni yaramazl›klar›yla o denli çok üzdü ki, baba Allan ölüm döfle¤indeyken ziyaretine gelen Poe’yu yan›na ça¤›rd› ve yorgan alt›nda saklad›¤› bastonuyla kafas›na vurdu. Sonra da son sözünü söyledi: “At›n bu genci evimizden.” Do¤ufltan soylu bir kifli olan Uma Karuna Thurman, Baron Karl von Schlebrugg’un üçüncü göbekten torunudur. Ailenin karfl› koymas›na ald›rmad› ve “Özgür bir kifliyim” diyerek kameralar›n karfl›s›na geçti.
Uma Thurman
Bir fareye ekmek parçalar› vererek onla kurdu¤u dostluk, ilerideki y›llarda kendini hem milyonlarca dolarl›k servetin, hem de dünya çap›nda bir ünün sahibi yapt›. Lise ö¤rencili¤i y›llar›nda okulunun futbol
Cameron Diaz
tak›m›n›n “ponpon k›z”l›¤›n› yaparak okulda herkes taraf›ndan k›sa zamanda tan›nan Cameron Diaz, baflta dersler olmak üzere tüm randevular›na geç kalmas›yla da ayr› bir özelli¤in sahibi olmufltu. Kameralar›n karfl›s›na geçti¤indeyse bu özelli¤ini unutmufl setlere ço¤u zaman iflçilerden önce gelmeye bafllam›flt›. 135
BD HAZ‹RAN 2008
George Clooney
NE, NED‹R, NASILDIR?
Önce babas›n›n mesle¤ini seçti, sonra onla
Pelin Hazar
rekabet edemeyece¤ini anlay›nca radyo ropörtajc›l›¤›n› b›rakt›, sinemaya geçti. Özellikle genç k›zlar taraf›ndan sevilen oyuncu evinde bir domuz beslemektedir. Ann Blyth
Adolf Hitler
Bir Bulufl:
Hollywood’un 1950’li y›llardaki vazgeçilmez kad›n oyuncusu kendi oynad›¤› filmleri bir kez seyreder, ikinci kez kesinlikle seyretmezdi.
Tel Elbise Ask›s› Bir Bilim:
Ressam olmak istemiflti, ama resim yapmay› beceremeyince vazgeçti. Politikaya girdi, Almanya’n›n bafl›na geçti. Verdi¤i sözleri tutmaz, “Ben tüccar de¤ilim ki, verdi¤im sözü tutmak zorunda olay›m” derdi. Nam›k Kemal
Gençli¤inde papaz olmay› istedi ama papaz okulunda ancak bir y›l kalabildi, okuldan kaçarak ayr›ld›. Papaz okulundaki bir ö¤retmeni onu y›llar sonra beyazperdede görünce de¤iflik addaki bu oyuncuyu sesinden tan›d›, arad›, Tom Cruise buldu, okuldan neden kaçt›¤›n› sordu. Onun, “Çünkü size lay›k olamayaca¤›m› anlam›flt›m” yan›t›n› duyan papaz kendisini ba¤›fllad›. 136
Büyük vatan flairi Nam›k Kemal, karfl›s›ndaki kifliye sayg›s›n›, sa¤ elini kalbi üzerine koyarak gösterirdi. Tekirda¤’daki an›t› onun bu özelli¤inin belirtilmesini isteyen kardefllerinin iste¤i do¤rultusunda yap›ld›.
Veksilloji
M
ichigan’da, 1880 y›l›nda çeflitli tel aletler ve abajur üreten “Timberlake Wire and Novelty Company” ad›nda bir flirket kuran John B. Timberlake, yüzy›l sona ererken mucitlik yönü de bulunan çok say›da iflçiyi flirketine kazand›rmay› baflarm›fl. Tel elbise ask›s› iflte o iflçilerden biri olan Albert J. Parkhouse taraf›ndan 1903 y›l›nda gelifltirilmifl. Parkhouse bir ö¤len, her ö¤len oldu¤u gibi, yeme¤ini yedikten sonra çal›flt›¤› flirkete dönünce flapkas› ve paltosunu asmak için ayakl› ask›ya gitti¤inde, tüm ask›lar›n yine dolu oldu¤unu görmüfl. Bu durumla s›k s›k karfl›laflmaktan, paltosunun gün boyu bir sandalyede as›l› kalmas›ndan ve
k›r›flmas›ndan b›kan Parkhouse bir parça tel al›p birbirinin karfl›s›nda yer alan iki büyük parça biçimine getirdikten sonra, iki ucunu da birlefltirip k›v›rarak bir kanca biçimi vermifl. Paltosunu, bugün elbise dolaplar›n›n olmazsa olmaz› biçimini alan yeni ask›s›na ve ask›y› da bir deste¤e asarak yerine gitmifl. fiirket bunun iyi bir fikir oldu¤unu düflünmüfl olacak ki, flirketin avukat› Charles Patterson 25 Ocak 1904’te bulufla patent almak için baflvuruda bulunmufl. O günlerde flirketler, çal›flanlar›n›n tüm bulufllar›na patent alma hakk›na sahipmifl. Özellikle 19’uncu yüzy›l flirketlerinde görülen bu durum, Amerikan piyasas›nda iflçi-iflveren iliflkisinde son derece ola¤anm›fl. 137
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
Konuyla ilgili tümünde olmasa da kimi kaynaklarda yer alan bilgilere göre, tel elbise ask›s› 1869 y›l›nda Connecticut’ta patenti al›nan bir ask›dan esinlenilerek gelifltirilmifl. rand Rapids’de bir manifaturac› olan Meyer May 1906 y›l›nda, ürünlerini üçgen ask› kollar›nda sergileyen ilk perakendeci olmufl. 1900 ve 1906 y›llar› aras›nda çeflitli elbise ask›lar›na 90’›n üzerinde patent al›nm›fl olsa da, tel ve en kolay kullan›ma sahip olan› Parkhouse’unkiymifl. fiirket onun bulufluyla büyük kazanç elde ettiyse de Parkhouse hiçbir pay alamam›fl! Buluflu için kendisine ödeme yap›lmam›fl. Avukat Patterson patent al›n›rken “gelifltiren kifli” bölümüne kendi ad›n› yazm›fl! Dolay›s›yla ilk zamanlarda iflin asl›n› Parkhouse’un yaln›zca ifl arkadafllar› biliyormufl. K›sa bir süre sonra Parkhouse iflten ayr›larak Los Angeles’a tafl›nm›fl ve kurdu¤u tel aletleri flirketinde 1927 y›l›ndaki ani ölümüne de¤in çal›flm›fl. *** Veksilloji sözcü¤ünün tan›m› Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlük’ünde “Bayrak bili-
G
138
mi” olarak yer al›yor, “Bayrak bilimi” ise “Bayrak, sancak, flama vb. simgelerin ölçüsü, biçimi, cinsi ve kullan›m›yla ilgili kurallar› koyan bilim dal›, veksilloji” olarak aç›klan›yor. Birçok kaynakta “bayrak bilimi” olarak geçen veksillojinin henüz bir bilim dal› olmad›¤›n› düflünenler de var. Bafllang›çta armac›l›¤›n bir alt disiplini olarak kabul edilen veksilloji kimi zaman göstergebilimin bir dal› olarak da de¤erlendiriliyor. Veksilloji sözcü¤ü Amerikal› siyaset bilimi profesörü Whitney Smith taraf›ndan 1957 y›l›nda, henüz 17 yafl›ndayken oluflturuldu. Eski Romal›lar’da askeri birliklerin kulland›¤› özel bir bayra¤a verilen ad olan “vexillum” sözcü¤ünün ve “-ology” ekinin birlefliminden olufluyor. Sözcük ilk kez 1958 y›l› Ekim ay›nda “The Arab World” (“Arap Dünyas›”) dergisinde yer ald›. Smith’in yaflam›n› bayraklara adad›¤›n› söylemek yanl›fl olmaz. Konuyla ilgili çok say›da yaz›s› ve kitab› var, hatta “The New Yorker” dergisi Whitney Smith’e “Bay Veksilloji” ad›n› verdi. 1961 y›l›nda Gary Grahl ile yaln›zca bayraklarla ilgili ilk dergiyi
“The Flag Bulletin: The International Journal of Vexillology” (“Bayrak Bülteni: Uluslararas› Veksilloji Dergisi”) ad›yla ç›karmaya bafllad›. Ayn› ikili 1962 y›l›nda “Flag Research Center”› (Bayrak Araflt›rma Merkezi) kurdu. ‹lk Uluslararas› Veksilloji Kongresi Smith ve Klaes Sierksma taraf›ndan 1965 y›l›nda Hollanda’da düzenlendi. 1967 y›l›nda “North American Vexillological Association”›n (Kuzey Amerika Veksilloji Birli¤i) kurulmas›na da o öncülük etti. Birli¤in düzenledi¤i organizasyonda Amerika ve Kanadal› bayrak araflt›rmac›lar›, tasar›mc›lar› ve koleksiyoncular› her y›l biraraya geliyorlar. Birli¤in verdi¤i ödüller aras›nda “Whitney
Award” (“Whitney Ödülü”) ad›yla, veksillojiye katk›da bulunanlara verilen bir ödül de var. 1967 y›l›nda haz›rl›klar›na bafllanan FIAV (“Fédération Internationale des Associations Vexillologiques” - Uluslararas› Veksilloji Birlikleri Federasyonu) 1969 y›l›nda resmi olarak kuruldu. ‹ki y›lda bir Uluslararas› Veksilloji Kongresi düzenliyor ve 1969 y›l›ndan buyana kongrenin sponsoru durumunda. 23’üncü Uluslararas› Veksilloji Kongresi 2009 y›l›nda Yokohama, Japonya’da düzenlenecek. ‹lgililere duyurulur!• PelinHazar@butundunya.com.tr
“Satranç”›n Yan›tlar› Atak: 1. Ae4 Ve5 2. Af6+ 1-0 Oyun Sonu: 1. fif5 fib6 2. fif6! fib7 3. fif7 fib8 4. fie6 fic7 5. fie7 (5. fixd5=) fic6 6. fid8 fid6 7. fic8 fic6 8. fib8 fib6 9. fia8 1-0 Kendi Gelen: 25. Axb7?? Vb6 0-1 (26. Vxb6 axb6 ve at düfler.)• 139
DEN‹Z‹N TUZU ve TADI
‹K‹ fiEY
Sevil Çalışkan
GÖNDER‹: SEVTAP EZMEN
‹ki fley kalitesiz insan›n özelli¤idir: •fiikayetçilik... •Dedikodu... ‹ki fley çözümsüz görünen problemleri bile çözer: •Bak›fl aç›s›n› de¤ifltirmek... •Karfl›ndakinin yerine kendini koyabilmek... ‹ki fley yanl›fl yapman› engeller: •fiah›s ve olaylar› ak›l ve kalp süzgecinden geçirmek... •Hak yememek... ‹ki fley kifliyi gözden düflürür: •Demagoji (Laf kalabal›¤›)... •Kendini a¤›ra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)... ‹ki fley insan› nitelikli insan yapar: •‹radeye hakim olmak... •Uyumlu olmak... ‹ki fley ekstra de¤er katar: •Hitabet ve diksiyon e¤itimi almak... •Anlayarak h›zl› okumay› ö¤renmek... ‹ki fley geri b›rak›r: •Karars›zl›k... •Cesaretsizlik... ‹ki fley kaflif yapar: •Nitelikli çevre... •Biraz delilik... ‹ki fley ömür boyu bofla kürek çekmemeni sa¤lar: •Bask›n yetene¤i bulmak... •Sevdi¤in ifli yapmak... ‹ki fley baflar›n›n gizidir: •Ustalardan ustal›¤› ö¤renmek... •Kendini güncellemek... ‹ki fley baflar›y› mutlulukla birlikte yakalaman›n gizidir: •Niyetin saf olmas›... •Ruhsal fark›ndal›k... ‹ki fley milyonlarca insandan ay›r›r: •Sorunun de¤il, çözümün parças› olmak... •Yaflama ve herfleye yeni (özgün, orijinal, farkl›) bak›fl aç›s›yla yaklaflabilmek... ‹ki fley geliflmeyi engeller: •Afl›r›l›k (mübala¤a, abart›, ifrat, tefrit)... •Felakete odaklanm›fl olmak... ‹ki fley çözüm getirir: •Tebessüm (gülümseme)... •Sükut (susmak)... ‹ki fleyin de¤eri kaybedilince anlafl›l›r: •Anne... •Baba... ‹ki fley geri al›nmaz: •Geçen zaman... •Söylenen söz... ‹ki fley ulaflmaya de¤erdir: •Sevgi... •Bilgi... ‹ki fley yaflamda önemli olan herfley içindir: •Soluk alabilmek... •Soluk verebilmek... 140
Bir Bayram Sabah›nda
Lüfer Av›
O
nce tad›na doyum olmayan lüferin kendisinden bafllamal›y›m. Bence lüfer bal›klar›n kral›d›r. Bal›k gibi bal›kt›r. Gerek görüntü ve biçim, gerekse lezzetinin bir benzeri yoktur. Ama canl›yken elinizi yanl›fll›kla a¤z›na dokundurursan›z, sizi kimse kurtaramaz. Öteki önemli bir özelli¤i de son derece zeki olmas›d›r. ‹flte bu zekâs›, bizim gibi amatör lüfer heveslilerinin can›na “Tak” dedirtir. Bir kez, yem seçer, bayat yemi asla yemez. Lop eti sever, zargana etine çok düflkündür. Hele oltaya canl› bir zargana tak›lm›flsa lüfer adeta kendini kaybeder. Biz amatörler için bir zargana, bir lüfer demektir. Ustalar içinse, zarganadan yaprak ç›karmak kofluluyla, bir zargana iki
lüfer demektir. Zargana, kuyruktan bafla de¤in, omurgaya paralel, parçalamadan muntazam kesilirse, buna “Yaprak ç›karmak” denir. Bu biçimde iki yem elde edilmifl olur. Lüferle ilgili heyecanlar›n yaflanmas›, bal›¤›n kava¤a ç›kmas›yla de¤il, lüferin Karadeniz’den Bo¤az’a girmesiyle bafllar. Bunun için de, a¤ustos ay› sonlar›yla, eylül ve ekim aylar›, beklenen zamanlard›r. Lüferin, Marmara’ya do¤ru ak›fla geçti¤inin ilk haberleri, Bo¤az’›n yukar›lar›ndan, Fener’lerden, fiile’den, Anadolukava¤›’ndan gelir ve büyük heyecan bafllar. ‹flte yak›n geçmiflte kalan tatl› bir eylül sabah›, Bo¤az’da lüfer göründü haberi, bizlere de ulaflt›. Bu an› bekleyen o¤lum Murat, hemen olta kutusunu alarak haz›rl›¤a bafllad›. 141
BD HAZ‹RAN 2008
B
u güzel eylül sabah›, ortal›k olabildi¤ince sakin ve ›ss›z bir görüntü veriyordu. Uzaktan, bal›¤a ç›kan teknelerin topland›¤› yer görülebildi¤i için, tekne yo¤unlu¤u, o noktada bal›k olup olmad›¤› hakk›nda bir fikir verirdi. Ancak, bulundu¤umuz yerden bir fley göremiyorduk. Hafif puslu sabah, Yeniköy k›y›lar›n› seçmemize izin vermiyordu. Fakat motorumuz, çakara yaklaflt›kça, ortal›kta hiçbir teknenin olmad›¤› anlafl›ld›. Benim kadar Murat da bu ifle flafl›rd›. Böyle bir fleye ilk kez tan›k oluyorduk. Hiç de¤ilse üç befl tekne olmal›yd›. Bunun bir tek aç›klamas› olabilirdi, bal›k yoktu. Bal›k ak›n› kesilince, “Bal›k kesti” denir ve tekneler birer ikifler, bal›k yerini terk eder, orada da kimse kalmazd›. Anlafl›lan, ya o gün hiç bal›k yapmam›flt› ya da sonradan bal›k kesmiflti. Bu durum can›m› çok s›kt›. Zargana yakalamak için bofluna uykusuz kalm›flt›k. Olta kutusunu aya¤›mla sertçe iteledim ve denizi seyretmeye bafllad›m. Murat birden, “Baba, bugün bayram, onun için kimse yok galiba!” diye hayk›rd›. Böyle bir fleye olas›l›k vermedi¤im için güldüm. Güldüm; ama sonradan Murat’›n hakl› oldu¤u da anlafl›ld›. Bizim d›fl›m›zda profesyoneller ve amatörler, hemen herkes, bal›k yerine bayram› ye¤lemifllerdi. Murat olta atmak için uygun 142
bir yer ararken ben, yar› bayg›n zarganalardan birini alarak, önce gagas›ndan, sonra gövdesinden hiçbir zaman öldürmeden, uzun oltan›n, pefl pefle ba¤lanm›fl i¤nelerine takt›m ve hafifçe suya b›rakt›m. Tam “Bal›k yok” diyecektim ki, sözler a¤z›mda dondu kald›. Daha olta yoldayken bal›k atlam›flt› ve yakalam›flt›m. Ben iri lüferi, büyük bir heyecanla tekneye al›rken, Murat, bir baflka lüferi yukar› çekiyordu. Bu bir lüfer de¤il, iri bir kofanayd›. Bal›k havada bir yay çizerek, birden oltadan kurtuldu ve büyük bir flans, sandal›n içine düfltü.
‹
¤ne s›k›ca ba¤l› oldu¤u misinadan çözülmüfltü. Ayn› anda, s›çray›p kaçabilece¤i telafl›yla, yerde debelenen bu kofanan›n üstüne atlad›m ve s›k› s›k› sar›ld›m. Bir yana savrulmufl gözlü¤ümle, gülünecek durumdayd›m. Murat da zaten gülüyordu. Ustal›¤›m burada bitmiflti. ‹lk kez bir lüfer av›nda at›p çekme yapm›flt›k. Say›l› yemler k›sa sürede tükendi. Ancak, afla¤›s› lüfer kayn›yordu. Parçalanan yemlerden arta kalanlar› da de¤erlendirdik. Ayn› anda hem çok mutluyduk hem çok üzgün. ‹nsan h›rs›n›n sonu yoktur. K›sa sürede, birisi kofana olmak üzere alt› lüfer yakalam›flt›k. Bu, bizim gibi amatörler için büyük baflar›yd›. Kula¤›n›zda olsun! Çok daha bol yemle özellikle bayram sabahlar›n› ye¤leyin.•
YAZARAK SÖYLEYEREK Sadi Bülbül
Sakla Saman› Gelmez Zaman›
Dayan›kl› toprak ve enfes renk terkiplerinin yarat›c›s› ünlü Kütahyal› çini ustalar›n›n öykülerini dinlemifltim. Büyük ustalardan kimileri vard› ki, bulduklar› kar›fl›m formüllerini ç›raklar›na hiçbir zaman duyurmam›fl, çini hamurunu kendisi karm›fl ve gizlerini kendileriyle birlikte götürmüfllerdi.
B
ilgisini kendisine saklayanlardan hiç hofllanmam. Hele o bilginin baflkas›na ulaflmas›nda, saklayan›n hiçbir zarar› yoksa... Öylelerini hiç sevmem. Dayan›kl› toprak ve enfes renk terkiplerinin yarat›c›s› ünlü Kütahyal› çini ustalar›n›n öykülerini dinlemifltim. Büyük ustalardan kimileri vard› ki, bulduklar› kar›fl›m formüllerini ç›raklar›na hiçbir zaman duyurmam›fl, çini hamurunu kendisi karm›fl ve gizlerini kendileriyle birlikte götürmüfllerdi. Ev kad›nlar› aras›nda yemek ve temizlik konusunda sa¤lad›klar› kimi kolayl›klar›, söylemekle yetinip bunun ne oldu¤unu anlat-
mayanlar oldu¤unu da duymufltum. Bu türden giz kaç›rmalar›n meslek sahipleri aras›nda fazlas›yla oldu¤unu biliyorum. Burada bafl›, doktorlarla avukatlar›n çekti¤ini söyleyebilirim. Gazetecilerin haberi kendilerine saklayarak atlatmalar› konusu da var tabii; ama o çok farkl› bir olayd›r. Kendisine bir davada yarar sa¤layan; ancak henüz herkesin bilmedi¤i bir emsal Yarg›tay karar›n›, buna gereksinimi olan arkadafl›ndan bile kaç›ran avukatlar› yutkunarak, bir ölçüde hofl görsem bile, bir tedavide ya da ameliyatta nas›lsa buldu¤u bir kolayl›¤› kendisine saklayan doktorlar› hiç affedemem. Hak arama yolu da kuflkusuz kutsald›r; an143
BD HAZ‹RAN 2008
cak insan sa¤l›¤›n›n söz konusu oldu¤u bir yerde giz saklamak ne demektir? Yaln›zca ay›p de¤il, herhalde günaht›r da...
A
¤z›yla diliyle oradan oraya laf götürüp getiren ve bundan müthifl zevk alan insanlar›n, sözünü etti¤im gizleri saklamaktaki baflar›lar› beni hep düflündürmüfltür. Ama flu sonuca vard›m: Bu kifliler dedikodular› tafl›rken de, ifl ve meslek gizlerini saklarken de, ayn› bencillikten yola ç›k›yorlar. Önemli olduklar›n› göstermek... “O haberi ben herkesten önce duyar›m”›n keyfiyle, “Onu yaln›zca ben bilirim ve kimseye vermem”in keyfi asl›nda ayn› keyiftir. Giz vermeden ölen ünlü çinici ustas›yla ilgili olarak bana anlat›lan bir öykü üzerine, anlatan çini ustas›na, dayanamay›p “Böyle hainlik olur mu?” demifltim. Ald›¤›m yan›t, tüylerimi diken diken etti. “Buna hainlik diyemeyiz”
dedi. “Rengi kendi bulmufl, elbette kendisi kullanacakt›r. Ve elbette bu gizini öteki dünyaya götürecektir.” Yani o ustan›n 3-5 kuflak torunu olan usta da öyle düflünüyordu. O da yeni bir terkip bulsa, bunu kimseye vermeyecekti. Kendi bulmufltu ya... Bakt›m onunla anlaflamayaca¤›z. Yan›ndan ayr›ld›m ve düflünmeden de edemedim. Uygarl›k sak›n, bu gibi insanlar yüzünden rötarlarla gelmifl olmas›n? Bu dünyada bulunan kolayl›klar›n ve güzelliklerin saklanmas›n›n tek bir mazereti olabilir. Bunlar› gerçekten öteki dünyaya götürmenin olanakl› olmas›... Anlafl›lan saklay›c›lar, götüreceklerinden emindiler. Ve tabii, kendilerinden yaklafl›k 6-7 bin y›l önce yaflam›fl Sümerler’in çivi yaz›l› bir atasözünden de habersizdiler: “Madem biliyorsun, öyleyse neden ö¤retmiyorsun?”•
Ünlü Frans›z yazar Balzac, yemek yemeyi çok seviyordu. Bir gün dostlar›ndan biri, onu restoranda, önünde duran iri bir tavukla gördü. “Bunu yaln›z yemeyeceksiniz, herhalde” dedi¤inde ünlü yazar flu yan›t› verdi: “Tabii ki hay›r” dedi. “Bezelyeleri bekliyorum.”•
“Bilginizi Denetleyin”in Yan›tlar›... •1) fiemsettin Sami •2) Yasak Aflk •3) “Yaban” •4) Yahya Kemal Beyatl› •5) Prometeus •6) Akira Kurosava •7) Elia Kazan •8) “Garp Cephesinde Yeni Bir fiey Yok” •9) Elias Canetti •10) “Yedi Ç›nar Yaylas›” •11) “Mavi Sürgün” •12) Farsça •13) Zülfü Livaneli •14) ‹lhan Selçuk •15) Ziya Gökalp •16) Karahanl› •17) Timur •18) Melih Cevdet Anday• 144
GÖZLEMLER, ‹ZLEN‹MLER Engin Ünsal
Beyaz Zambaklar Ülkesinde...
1
948 y›l› olmal›yd›. Yat›l› okudu¤um ortaokulda birinci s›n›f ö¤rencisiydim. O y›l s›n›f›m› geçip Kozlu’ya annemin, babam›n, kardefllerimin yan›na özlemle geri dönmüfltüm. Kolay de¤ildi o yafllarda evden yedi, sekiz ay uzak kalmak... Arkadafllar›m, okul müthifl keyif vericiydi. Bugün bile süren dostluklar›n temeli o y›llarda at›lm›flt›; ama aile özlemi de bir baflka türlüydü. Babam o y›llarda Kozlu’da görev yap›yordu. Okul dönüflü beni Zonguldak Tren ‹stasyonu’nda karfl›lam›flt›. Kötü bir otobüsle k›vr›la k›vr›la giden yoldan Koz-
lu’ya dönüyorduk. Bir tepenin ard›ndan görünen Karadeniz, köpüklü dalgalar›yla beni selamlad›¤›nda ne denli heyecanlanm›flt›m. Evimiz, denizin hemen k›y›s›nda bir tepenin yamac›ndayd›. Dalga sesleri odamda sürekli yank›lan›yor ve ben doyamad›¤›m o denizi, o dalgalar› sevinçle seyrediyordum. Zaten ondan sonra deniz k›y›s›nda bir evde oturamad›¤›m için, bugün bile Kozlu’yu, o evi ve o dalga seslerini, özlemin içimi s›zlatan ac›s›yla an›ms›yor ve ar›yorum. O yaz her nas›lsa elime bir kitap geçmiflti. Daniel Defoe’nun “Robinson Crusoe” adl› kitab› nereden, kimden ald›¤›m› hiç an›m145
BD HAZ‹RAN 2008
BD HAZ‹RAN 2008
sam›yorum. Gündüzleri evimizin önündeki kayalara oturup o kitab› büyük bir keyifle okudum. yaz› Robinson’un ›ss›z adada buldu¤u yerli Cuma ile yaflad›¤› olaylar› düflünerek, öyle ›ss›z bir adada tek bafl›na dalgalarla, kufllarla, a¤açlarla mavi bir gökyüzü alt›nda yaflaman›n ne büyük bir keyif oldu¤unu düflleyerek geçirdim. Gençlik y›llar›m›n müthifl kitab› bana okuma zevkini tatt›rd› diyebilirim. Okumay› Robinson ile sevdim ve bugün bile bu sevginin tutsa¤›y›m. Ali Da¤’›n eteklerinde kurulu okulumuzda ders çal›flmaktan, spordan ve kitap okumaktan baflka yapacak bir fley zaten yoktu. ‹flte o günlerde ad›n› çok duydu¤um; fakat okumaya bir türlü f›rsat bulamad›¤›m bir kitab›n ad› bir çivi gibi haf›zama çak›lm›flt›: “Beyaz Zambaklar Ülkesinde”. Geçen y›lbafl› k›z›m Gaye y›lbafl› arma¤an› olarak bir kitap paketi ile bize geldi. “Sevgili babac›¤›m, sana verilebilecek en güzel arma¤an kitapt›r” dedi ve beni gerçekten çok sevindirdi. Paketi heyecanla açt›m ve kitaplar›n aras›nda “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” (Koridor Yay›nlar› 7. Bask›) kitab›n› görünce müthifl heyecanland›m. K›z›ma bu kitab› y›llard›r okumak istedi¤imi; ama bir türlü k›smet olmad›¤›n› söyledi¤imde çok sevindi. Kitab› bü-
O
146
yük bir merakla okumaya bafllad›m. Ben “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitab›n›, karla kapl› Finlandiya’da geçen bir aflk öyküsü olarak düfllemifltim oysa ne kadar yan›lm›fl›m. Kitap bir ülkenin do¤uflunu, kuruluflunu, toplumsal yap›s›n›n sa¤lam bir temel üzerine oturuflunun flafl›rt›c› gerçe¤ini anlat›yordu. Kitab›n yazar› Grigoriy Petrov 1866 y›l›nda Petersburg’un Yamburg kasabas›nda do¤mufl bir Rus vatandafl›. Bir rahip olan Grigoriy müthifl bir hatip. Kilisede verdi¤i vaazlar onu tüm Rusya’da ünlü yap›yor. Rus Meclisi olan Duma’ya seçiliyor; fakat Bolflevik Devrimi’nin baflar›l› olmas› üzerine Rusya’dan kaç›p bir süre Gelibolu Mülteci Kamp›’nda konuk oluyor. Daha sonra Yugoslav hükümetinin daveti üzerine Belgrad’a yerlefliyor ve tüm Avrupa’y› gezip elli kitap yaz›yor. ezdi¤i ülkeler içinde en çok Finlandiya onu etkiliyor. Finliler’in atalar› ‹.Ö. 100-‹.S. 100 y›llar› aras›nda Fin Körfezi’nden bugünkü topraklara geliyor. Finliler 1811 y›l›na de¤in ‹sveçliler’in egemenli¤i alt›nda yafl›yorlar. 1808 y›l›nda Rus Çar› I. Aleksandr’›n Finlandiya’n›n yar›s›n› iflgal etmesi üzerine zamanla Rusya’n›n egemenli¤i alt›na giriyor ve Rusya’da Ekim Devrimi’nin baflar›l› olmas› üzerine Finlandiya 6 Aral›k
G
1917’de ba¤›ms›zl›¤›n› ilan ediyor. Kitab›n kapa¤›nda bu kitab›n Atatürk taraf›ndan askeri okullar›n müfredat program›na al›nmas›n›n emredildi¤i yaz›yor. Atatürk Kurtulufl Savafl›’n› birlikte verdi¤i ve cumhuriyeti birlikte kurdu¤u Türk ordusunun gelecekteki komutanlar› yetifltirecek askeri okullarda bu kitab›n okutulmas›n› istemesi çok anlaml›; çünkü Atatürk’ün kurdu¤u cumhuriyetin gelece¤ine bu yeni komutanlar› da ortak etmek istedi¤i anlafl›l›yor. “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adl› kitap bir ça¤dafl toplumun a’dan z’ye nas›l kuruldu¤unu ve nas›l kurulmas› gerekti¤ini örnekleriyle çok çarp›c› biçimde anlat›yor. Toplum yönetiminin, aile yap›s›n›n, köylülerin e¤itilmesinin, din adamlar›n›n yetiflti-
rilmesinin, k›flla e¤itiminin, din adam› yetifltirilmesinin, toplum yaflam›nda sporun ve e¤itimin nas›l olmas› gerekti¤ini ve Finlandiya’da bunun nas›l sa¤land›¤›n› yazar, y›llarca Finlandiya’da gezerek, incelemeler yaparak, gözleyerek kitab›na aktarm›fl. Ülkesini seven her Türk’ün bu kitab› mutlaka okumas› ve Türkiye’nin nerede yanl›fl yapt›¤›n› anlamas› ve yap›lan yanl›fllar› sorgulamas› gerek. Ülkemiz Kurtulufl Savafl› sonras›nda Finlandiya’n›n geçti¤i evrelerden geçse, sorunlara onlar gibi yaklaflsa bugün ülkesinin Atatürk’ün istedi¤i gibi ça¤dafl bir toplum olmas›n› isteyenler kayg› içinde yaflamaz, bunca anlams›z savafl›m› hüzünle seyretmezdi.• enginunsal34@smileadsl.com
‹ngiltere’nin simgeleflmifl iki ad›, yazar George Bernard Shaw ile Baflbakan Winston Churchill, birbirlerine tak›lmaktan özel bir zevk al›rlard›. George Bernard Shaw bir gün, oyununun ilk gecesi için Winston Churchill’e iki davetiye gönderdi ve yan›na da flöyle bir not ekledi: “Size iki davetiye gönderiyorum. Oyunuma bir dostunuzu da al›p gelebilirsiniz. Tabii bir dostunuz varsa…” Winston Churchill, bu i¤nelemenin alt›nda kalmad›. Hemen bir not yazarak Shaw’a karfl›l›k verdi. Churchill’in notu flöyleydi: “Çok üzgünüm, o gece baflka bir yere söz verdi¤im için oyununuzu seyretmeye gelemeyece¤im. Fakat ikinci gece gelebilirim. Tabii oyununuz ikinci gece oynarsa...”• 147
Anne ve Babalardan Nine ve Dedelerden Gönderi adresi: Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbule-posta: butundunya@butundunya.com.tr (e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla olmamas›na lütfen özen gösteriniz.)
Tan Küflü Ergin, ABD
Zeynep Ünalan, Ankara
Emre fiahin, Avustralya
Damla Er, Ankara
Efe Halil, ‹zmir
Nehir Ya¤l›kara, ‹stanbul
fievval Akça, Kars
O¤ullar›, K›zlar› ve Torunlar›ndan
Nineler ve Dedeler
Beyza Çak›rl›, Tekirda¤
Caner Aç›l, ‹stanbul
Erva Ar›c›, Adana
Emine Erginer Ayt›
Uygar Güçlü, Bursa
Onur Akçimen, Adana
Kaya Arslan, Ankara
Mant›k Bilmecesi, Bulmaca
Mankafa Poldi
May›s Ay› Yan›tlar›, Çözümleri
Mant›k Bilmecesi Ad› Orhan Kevser Berna Melih Esma
Masadaki yeri A B C D E
Yafl› 34 40 27 31 28
Görevi Sat›fl eleman› Muhasebeci Müflteri temsilcisi Sekreter Veznedar
Bulmaca “Buraya oturamazs›n›z, bu koltuk, 14. Louis’nin koltu¤udur.”
“Ne o, elbiseyle mi yatacaks›n›z?”
1
“Zarar› yok... Kendisi gelince kalkar›m.”
“Evet! ‹nsan kimi zaman düflünde utan›lacak kiflilerle karfl›lafl›yor, ay›p oluyor.”
3
2
4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17
“Poldi neyin var?” “Köpe¤im kayboldu.” “Üzülme, gazetelere ilan veririz.” “‹yi de köpe¤im okuma bilmiyor ki...” 150
“Yaraland›n, bunu anlad›m; yaralar›n›n dikilmesi gerekiyor, bunu da anlad›m. Fakat seni dikifl makinesinin alt›na nas›l soktular, iflte bunu anlayamad›m!”
18 19 20
1
2
3
D E M ‹ R T A fi C E Y H U N
O M A C A
⁄ A fi R A A R K A T M A R E H V A N H A A T K A R A A L Z ‹ Ç S E
S U S A
C U M B A E G E Ü S M
4
5
6
7
8
N K U B ‹ A R A H L O N A H O K K A M D A M A S T M L ‹ P K A U R ‹ L A D ‹ L R U A T A Y A F T S A E M A T A E K ‹ R K Ü
9
10
11
12
13
14
15
A S U M A N
N A A K A R B A R M A A N D T A ‹ R U A Y N A K A N A N E
E D E B ‹ Y A T
C E F A
E T E N E
L
R A S P U T ‹ N ‹ M A M
A R
D MO U R S U A ‹ A L
N T D ‹ ‹ F K A O N U A Z A E K M A S
151
MANTIK B‹LMECES‹
KARELER VE RAKAMLAR
Prof. Dr. Yüksel Bozer
Cahit Batum
---
=
--
--
-=
--
Cahit Batum’dan “Kareler ve Rakamlar”›n May›s Ay› Çözümü: 327 + 466 = 793 + 301 -- 134 =+ 167 628 + 332 = 960
735 -- 210
322 = 413 -- 109 = -- 101
525
213 = 312
24
Sevinç
Alper
S›rr›
Sokak
Mahmut
Ahmet
Eczane
=
Ali
Lütfen dikkat edin: 0-9 aras›ndaki rakamlar, her soru grubunda de¤iflik biçimlerle simgelenmektedir.
Mehmet
Eczac›
18
=
+
17
+
13
--
+
12
=
Reha
--
Ovac›k
=
Mutlu
+
O bayram, kasabada befl tane eczane nöbetçiydi. Afla¤›daki ipuçlar›ndan eczanenin ve eczac›n›n ad›n›, hangi sokakta oldu¤unu ve bayram›n ilk günü kaç kiflinin eczaneye u¤rad›¤›n› bulunuz. ‹PUÇLARI: 1- Deva Eczanesi’nin sahibi Mehmet de¤ildi, Ahmet de. Ama S›hhat Eczanesi’nin sahibi S›rr›’yd›. 2- Sevinç Sokak’taki eczaneye 13 kifli u¤ram›flt›. 3- Alper Sokak’ta olmayan Mahmut’un eczanesine 24 kifli u¤ram›flt›. 4- Kurtulufl Eczanesi Mutlu Sokak’tayd›. 5- Sevinç Sokak’ta olmayan Ahmet’in eczanesine 18 kifli de u¤ramam›flt›. 6- Reha Sokak’taki eczanenin sahibi Mehmet olmad›¤› gibi bu eczaneye ne 17 ne de 24 kifli u¤rad›. 7- fiifa Eczanesi’ne 12 kifli u¤ram›flt›; ama Reha Sokak’ta de¤ildi. 8- Ovac›k Sokak’taki eczanenin sahibi Ali’ydi.
S›hhat fiifa Kurtulufl Deva Ça¤ 12 13 17 18 24 Alper Sevinç Mutlu Ovac›k Reha Eczane
Eczac›
Sokak
Kifli say›s›
YukselBozer@butundunya.com.tr 152
153
SATRANÇ
AVRUPA B‹REYSEL fiAMP‹YONASI’NDAN
Mustafa Yıldız
ATAK Mamedyarov-Savchenko
8 7 6 5
BAKÜ’DE B‹R Ç‹NL‹ FIDE’nin yeni bir düzenlemesi olarak iki y›l sürecek Grand-Prix Turnuvalar›n›n ilki 20 Nisan-6 May›s 2008 tarihlerinde Azerbaycan’›n baflkenti Bakü’de yap›ld›. Turnuvada üç Azeri büyükusta fiehriyar Mamedyarov (2752), Timur Recebov (2751) ve Vugar Gashimov (2679)’un yan›s›ra Magnus Carlsen (2765), Peter Svidler (2746), Sergey Karjakin (2732), Michael Adams (2729), Gata Kamsky (2726), Alexander Grischuk (2716), Etienne Bacrot (2705), Ivan Cheparinov (2695), Wang Yue (2689), Ernesto Inarkiev (2684) ve David Navara (2672) oynad›lar. Rakibe beraberlik önerisi yapman›n yasak oldu¤u turnuvada Çinli GM Wang Yue ve bu denli büyük bir turnuvada ilk kez oynayan Gashimov ile Carlsen 1-3 dereceleri paylaflt›lar. Sergei Karjakin-Wang Yue, Bakü, 2008 1. e4 e5 2. Af3 Ac6 3. Fb5 Af6 4. 0-0 Axe4 5. d4 Ad6 6. Fxc6 dxc6 7. dxe5 Af5 8. Vxd8 fixd8 9. Ac3 fie8 10. h3 Fe7 11. g4 Ah4 12. Axh4 Fxh4 13. Ff4 Fe6 14. fig2 Fe7 15. Kfd1 Kd8 16. f3 h5 17. b3 a5 18. Ae2 a4 19. Ad4 Ka8 20. Axe6 fxe6 21. Fg3 g6 22. Fe1 c5 23. c4 b6 24. Fc3 fif7 25. Kd2 axb3 26. axb3 Kxa1 27. Fxa1 Ka8 28. Fb2 Fg5 29. f4 Fxf4 30. Kf2 g5 31. Fc1 hxg4 32. hxg4 fig6 33. Fxf4 gxf4 34. Kxf4 (D) fig5 35. Kf6 fixg4 36. Kxe6 fif5 37. Ke7 Ka3 38. e6 Kxb3 39. fif2 Kb4 40. Kxc7 fixe6 41. Kh7 Kxc4 42. Kh6+ fid5 43. Kxb6 Ke4 44. Kb1 c4 45. Ke1 c3 46. Kxe4 fixe4 47. fie1 0-1 8 7 6 5 4 3 2 1
8 7
3 2 1 a
b
c
d
e
f
g
h
Georgescu-Gureviç, Filibe, 2008 Yukar›daki konumda beyaz Af6 ile g8’deki kaleyi istiyor. GM Gureviç kararl› biçimde kalesini fil ile de¤ifltiriyor: 24... Kxg3 25. fxg3 fxe4 26. Fe2 Fc5 27. Khf1 Fd4 28. g4 Va6 (so¤uk ve sinsi bir hamle!) 29. g5?? beyaz, hamlesini yapar yapmaz uyan›yor ve oyunu terk ediyor. Neden? Çünkü 29... Ab4 hamlesinden sonra konumu savunacak gücü kalm›yor.
Beyaz kazan›r
OYUN SONU Botvinnik,1939
6 5
8
4
7
3
6
2
5
1
4 a
b
c
d
e
f
g
h
‹narkiev-Kamisky Oyununda Kritik An 34. hamlede siyah, e4 sürüflüyle piyon çatal› at›yor. Bu konumda 35. Vd4+ ve sonra at›n› da e4 piyonunun süngüsünden kurtarmas› beklenen ‹narkiev, sürpriz biçimde 35. Fd4+ hamlesini yap›yor. ‹ki piyon fazlas› olan beyaz böylece bir alet geri düflüyor ve deneyimli flampiyon Kamisky, oyuna a¤›rl›¤›n› koyuyor. Oyun flöyle sürdü: 35… Af6 36. Vd1 exf3 37. Vxf3 fig6 38. Vxf4 Ah5 39. Vh2 Kbe7 40. Vg1 Ke2 41. c d e f g h a b Ka8 Vh4 42. Kb8 fih6 43. Kb6 Fxh3! 44. Kxd6+ fih7 45. g3 Fg2+ 46. fixg2 Vxg3 47. fif1 Vh3+ 48. Vg2 Ag3+ 0-1 154
4
Beyaz kazan›r
KEND‹ GELEN
3
Onischuk-Morozevich
2 1 a
b
c
d
e
f
g
h
Tahirov-Atakifli, Filibe, 2008 Oyunun 45. hamlesi: Beyaz, 46... Vf3 çifte tehdidi yüzünden fili alam›yor. 46. Vb6 oynay›p h6’dan karfl› atak peflinde. Oysa Atakifli’nin as›l tehdidi, kale fedas›yla mat! 46... Kh1+ 0-1 (47. fixh1 Vh3+ 48. fig1 Ke1+#)• MustafaYildiz@butundunya.com.tr
25.Axb7?? Çözümler 139’uncu sayfam›zdad›r. 155
BULMACA Filiz Leloğlu Oskay 1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 4 156
6
4
SOLDAN SA⁄A: 1) Fotografta görülen yazar›m›z. - Hint prenseslerine verilen ad. 2) Hint-Avrupa dil ailesinin ‹rani diller grubuna ait bir dil. - Lale bahçesi. - Endonezya’n›n plaka imi. 3) Dolayl› olarak anlatma. - Yedinci sanat. - Operalarda solistlerden birinin orkestra eflli¤inde söyledi¤i parça. 4) El ustal›¤› isteyen ifller. - Bir nota. - Söz dinleme, boyun e¤me. 5) En k›sa zaman. ‹flaret. - Tavlada bir say›. - Trabzon’un bir ilçesi. - Manganezin simgesi. 6) Yi¤it. - Ayakkab›n›n alt bölümü. - Uzakl›k anlat›r. 7) Üzerinde deney yap›lan canl› ya da fley. - As, ermin. 8) Ekinlerin harmanda dövülüp taneleri ayr›ld›ktan sonra kalan, hayvanlara yedirilen ufalanm›fl saplar›. - Satrançta bir tafl. - Matem. - Eski M›s›r’da günefl tanr›s›. 9) Boru sesi. - “Büyük .....” (Turgut Uyar’›n yap›t›). - Kliring. 10) Üç tabur ve bunlara ba¤l› birliklerden oluflan asker toplulu¤u. Köflk. - “..... Büyürken Uyuyamam” (Necati Cumal›’n›n bir yap›t›). 11) Anlay›fl, sezifl, sezgi. - Delil. 12) Konuflmada art arda gelen kelimelerden birincisinin sonundaki ünsüzün, ikincisinin bafl›ndaki ünlüye ba¤lanarak söylenmesi. - Bir organ›m›z. 13) Büyük bal›klar› tutmakta kullan›lan, küçük bal›k biçiminde, ucu i¤neli kurflun parças›. - Bir göz rengi. - Ankara’n›n bir semti. 14) Bir elçili¤e ba¤l› uzman. - Bir fleyi yap›p yapmamaya karar verme gücü, istenç. - Halk dilinde a¤abey. 15) Bir nota. - Atomal. - Örnek al›nacak söz. 16) Buyruk, komut. - Mavi renkli, de¤erli bir korindon türü. 17) De¤ersiz, önemi olmayan. - Dokuma tezgah›nda tara¤› tutan a¤aç ya da metal parça. 18) Taze olmayan. - Efli olmayan, biricik. 19) Kifli ya da kurulufllar›n genel a¤da oluflturdu¤u de¤iflik konulardaki bilgilendirici sayfalar. Genifllik. - Yunan abecesinde bir harf. 20) Vilayet. - Aç›k art›rma ile sat›fl.
YUKARIDAN AfiA⁄IYA: 1) 1969 y›l›nda do¤mufl, ülkemizde de konserler vermifl Azerbaycanl› kad›n piyanist, besteci ve flark›c›. - Bir nota. 2) Yak›nma ya da hafifseme yoluyla flimdiki zaman. - En küçük sosyolojik birim. - Motorlu, dört tekerlekli kara tafl›t›. 3) Anlama yetene¤i. - Alkollü sert içki. - ‹ri taneli bezelye. - Gelir. 4) Güney Afrika’n›n plaka imi. - ‹liflkin. - “Selvi Boylum, Al Yazmal›m” roman›n›n bafl kad›n kahraman›. Tar›m ürünlerinden al›nan onda bir oran›ndaki vergiler. - Hayvan yiyece¤i. 5) S›cak esen bir rüzgar. - Dinükleik asidin k›sa yaz›l›fl›. - Bafll›ca içece¤imiz. - Bir g›da maddesi.Bir nota. 6) Seçkin. - Bir cetvel türü. - ‹flçi. Osmiyumun simgesi. - ‹leri sürülen düflünce. 7) Unvan, titr. - Bir duygu, tasar› ve güzelli¤in anlat›m› sonucunda ortaya ç›kan üstün yarat›c›l›k. - Yönerge. - Sodyumun simgesi. 8) Ebediyen. - Ustal›k, hüner. 9) Büyüme, geliflme. - Kimi yörelerde ayrana verilen ad. - Karadeniz’e özgü küçük bal›kç› teknesi. Yeralt› suyunu tutan ve ileten kayaç ortam›na verilen ad. 10) Güney Afrika Cumhuriyeti’nin plaka imi. - Bir say›. - Kanun. - ‹lkel benlik. - Bir spor dal›nda eriflilmifl derecelerin en üstünü. 11) Baryumun simgesi. - Akdeniz’de hapishanesiyle ünlü bir ada. - “Tar›k Dursun .....” (yazar›m›z). - Eski dilde ilaç. 12) Erden çavufla kadar olan askerler. - Olmas› ya da yap›lmas› istenen bir fleyin zihinde ald›¤› biçim, proje. 13) Bir fleyin olmas›na çok az kalmak. - ‹liflki kurma, münasebet. 14) Ç›plak. - fiark›, türkü. - Kirlili¤i gösteren iz. 15) Bir fleyin yap›lmas› için tan›nan süre. - Atatürk’ün, Kurtulufl Savafl› bafllar›nda gidip genelge yay›nlad›¤› ilimiz - Kök, sap ve yaprak biçiminde farkl›laflmam›fl bir bitkinin yaflama ve büyüme organ›.•
FilizOskay@butundunya.com.tr 157
B‹ZE GÖNDER‹LEN K‹TAPLARDAN
CEPHEYE G‹DEN YOL, KORKU KÜLTÜRÜ N‹Ç‹N ‘MIfi G‹B‹’ YAfiIYORUZ, BÜTÜN YÖNLER‹YLE TÜRK HALK EDEB‹YATI B‹LG‹LER‹, KIfi MASALLARI Cepheye Giden Yol Emir K›v›rc›k Goa Yay›nlar›
u Ç›lg›n Türkler” ve “Dirilifl” kitaplar›yla yak›n tarihimizi ayd›nlatan sevdiren Turgut Özakman kitab› flu sözlerle öneriyor: “Her Türk gencinin ulusumuzun ve tarihimizin en önemli iki savafl›n›n kazan›lmas›nda pay› olan, eme¤i geçen o ‘ç›lg›n Türkler’den biri olan Behiç Erkin’in baflard›klar›n› bilmesi ve kendisini tan›mas› gerekir. ‹flte bu kitap Çanakkale Harbi’mizin ve Kurtulufl Savafl›’m›z›n lojistik zaferinin bafl›ndaki kahraman komutan›n, Mustafa Kemal’in yak›n arkadafl› Behiç Bey’in gerçek hikayesidir.” Demiryollar›n›n Kurtulufl Savafl›’nda oynad›¤› önemli rolü
“fi
158
ö¤renmek isteyenler için kurumun komutan› ve genel müdürü Behiç Erkin’in an›lar› çok fley anlat›yor.
Korku Kültürü Niçin ‘M›fl Gibi’ Yafl›yoruz Do¤an Cücelo¤lu
“Bir toplumda ‘korku kültürü’ egemense orada ne ‘gerçe¤e koflulsuz sayg›’ vard›r ne de ‘can’ önemsenir. Herfley oldu¤u gibi bilimsel düflünce de geliflemez. Ve hayatlar ancak ‘m›fl gibi’ yaflan›r. Oysa toplumda hem bireyler için, her türlü olumlu düflüncenin sayg› gördü¤ü ve geliflebilece¤i de¤erler ortam›n› ve bu de¤erlerin yer ald›¤› anlam verme sistemlerini oluflturman›n yaflamsal önemi vard›r. Bizimle yolculu¤a var m›s›n›z? Korku kültüründen kurtulmak için üçümüz el ele verdik, ayd›nl›¤a bir ad›m att›k, bize kat›lmak ister misiniz? Haydi öyleyse!”
Bütün Yönleriyle Türk Halk Edebiyat› Bilgileri Ahmet Özdemir
Remzi Kitabevi
Bordo Siyah Yay›nlar›
ürkiye’yi gezerken bir yandan da psikolojik bir sorgulama yaflamak ister misiniz? Do¤an Cücelo¤lu, o¤lu Timur ve ö¤retmen Arif’le birlikte ‹stanbul’dan Amasya’ya, Ni¤de’den Silifke’ye, Taflucu’ndan Afyon’a ve yeniden ‹stanbul’a uzanan yolculuk boyunca “Niçin ‘m›fl gibi’ yafl›yoruz ve bunu niçin sürdürüyoruz?” sorusunu ve yan›tlar›n› tart›fl›yorlar ve ça¤r›da bulunuyorlar:
o¤uflundan günümüze Türk halk edebiyat›n› merak edenlere k›sa, öz ve anlafl›labilir bir anlat›mda baflvuru kayna¤›. Sözlü ve yaz›l› edebiyat›n seçkin örneklerinin yer ald›¤› kitapta Orhun Yaz›tlar›, Surnameler, cönkler, ünlü Türk destanlar›, âfl›k edebiyat› ve ürünleri, türküler, maniler, hoyrat ve ninniler, tekerlemeler, bilmeceler, Köro¤lu, Dede Korkut, Kerem ile Asl›, masallar, menk›beler, f›kralar, atasözleri,
T
D
deyimler, ilengeçler, yeminler, mezartafl› yaz›lar, seyirlik oyunlar, kukla ve ortaoyunu vb. bafll›klar alt›nda inceleniyor. Türk halk edebiyat›n›n tarihçesi örnek metinlerle ad›m ad›m ele al›n›yor.
K›fl Masallar› Tar›k Demirkan Yap› Kredi Yay›nlar›
aha önce haz›rlad›¤› “Her Güne Bir Masal” kitab›yla hem büyükleri hem de küçükleri sevindiren yazar›n yeni çal›flmas› dört mevsimi kapsayacak. Andersen, Anadolu, Tibet, Macar, Fin, Estonya masallar›ndan oluflan kitab› Feridun Oral resimleriyle daha al›ml› bir biçime getirmifl. Çocuklar›n belle¤ini masallarla bezemek, onlar›n düfl güçlerini isteyenler için güzel bir çal›flma. ‹lkbahar, yaz ve sonbahar masallar› bu kitab› izleyecek. Masallar›n özgün kaynaklardan al›nmas› kitab› farkl› k›l›yor. Andersen’in “Küçük Çam A¤ac›” masal›yla bafllayan flölen “Sultan›n O¤lu ve Üç Limon”, “Sihirli Kese”, “Bir K›fl Masal›”, “Kuzey Ifl›klar›” “Damlac›¤›n Yolculu¤u”, “Kutupay›s›yla K›fl Perisi”, “Kar Kraliçesi”, “Dünyay› Dolaflan Dört Kardefl” ve “Kar Dondurmas›” gibi masallarla devam ediyor.•
D
159
B‹R FOTOGRAF B‹N SÖZCÜ⁄E BEDELD‹R Gönderi: İlyas Göker
160
TÜRK RESSAMLARI: BEK‹R ÜSTÜN
GEL‹NC‹KLER Bekir Üstün, 1979 y›l›nda Ni¤de’de dünyaya geldi. Annesiyle ç›kt›¤› bir gezintide do¤an›n güzelli¤i karfl›nda tepkisiz kal›namayaca¤›n› anlad› küçük yafllarda... ‹lkokulda ev ödevi olarak yapt›¤› resme ö¤retmenini inand›ramad›¤› için kopyac›l›kla suçlan›p yedi¤i tokatla bafllayan resim serüveni hocas› Sabahattin Camc›o¤lu’yla buluflturdu onu... Camc›o¤lu’ndan desen, kompozisyon e¤itimi ald›. A. Hamdi Tanp›nar’›n “Kolaydan kaçan hakiki sanatkâr bilir ki, hayat ve hadisat›n idrak› ancak insan ruhu üzerinde düflünenlere ve onu anlamaya ve tespit etmeye çal›flanlara nasip olabilir” sözünü kendine ilke edinen ressam düflündeki do¤ay› görme çabas›yla duygular›, özlemleri ve do¤al güzellikleri tuval üzerinde renklere dönüfltürmeye çal›flt›. Figür ve portre çal›flmalar›yla da dikkat çeken Ressam Bekir Üstün, ‹stanbul’daki atölyesinde resim yaparak yaflam›n› devam ettirmektedir.