2008/09

Page 1



BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI

YEREL SÜREL‹ YAYIN

Baflkent Üniversitesi Ad›na Sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal Yay›n Genel Yönetmeni: Mete Akyol Yay›n Genel Yönetmeni Yard›mc›s›: Mehmet Muhsinoğlu Genel Koordinatör: Gülçin Orkut Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü: Çiğdem Ayhan ‹flletme Genel Yönetmeni: Sina Şen Yay›n Dan›flman›: Yaşar Öztürk Türk Dili Dan›flman›: Haydar Göfer Sanat Dan›flman›: Süheyla Dinç Redaksiyon: Fatma Ataman Düzeltme Sorumlular›: Nükhet Alicikoğlu

Seçiciler Kurulu: Prof. Dr. Nevzat Bilgin (Anısal Başkan), Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Prof. Dr. Solmaz Doğanca, Prof. Dr. Sevil Öksüz, Prof. Dr. Ender Varinlioğlu, Prof. Dr. Okay Eroskay, Prof. Dr. Fuat Çelebioğlu, Prof. Dr. Sedefhan Oğuz, Prof. Dr. Levent Peşkircioğlu, Necmi Tanyolaç, Haluk Cansın, İzmir Tolga, Alaettin Giray, Ayhan Erten, Nuri Özakyol, İlhan Banguoğlu, Ahmet Aydede, Manuel Bilos, Cengiz Dolunay Sürekli Yazarlar: Yücel Aksoy, Metin Atamer, Nuray Bartoschek, Cahit Batum, Prof. Dr. Yüksel Bozer, Sadi Bülbül, Ali Naili Erdem, Ali Murat Erkorkmaz, Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, İlyas Halil, Pelin Hazar, İlker İnal, Muzaffer İzgü, Serdar Kalkan, Özüm Larçın, Mehmet Muhsinoğlu, Filiz Leloğlu Oskay, Saniye Özden, Yaşar Öztürk, Erdoğan Sakman, Songül Saydam, İzlen Şen, Cheryl Tanrıverdi, İzmir Tolga, Engin Ünsal, Mehmet Ünver, Dr. Mehmet Uhri, Orhan Velidedeoğlu, Mustafa Yıldız Yönetim Merkezi: 10. Sok., No: 45, Bahçelievler, Ankara Tel: (0312) 212 8016 (pbx) Faks: (0312) 234 1216 ‹letiflim Adresi: Mimoza 4/9, D: 1, Ataşehir, 34750, İstanbul Tel: (0216) 456 2727 (pbx) Faks: (0216) 456 2729 Abone Hizmetleri: (0212) 314 0888 Da¤›t›m: Yaysat Renk Ayr›m›: Mat Yapım Bas›m Tarihi: 29. 08. 2008

Baflkent Üniversitesi’nin bir kültür hizmeti olan Bütün Dünya 2000, Baflkent Üniversitesi kurulufllar›ndan 1. Cadde, No: 77, Bahçelievler, Ankara adresindeki Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve Ticaret A.fi.’nin 3. Cadde, No: 2, Yenimahalle, Ankara adresindeki tesislerinde bas›lm›flt›r. www.butundunya.com.tr butundunya@butundunya.com.tr


Y›l: 11, Say›: 124

E Y L Ü L

2 0 0 8

‹ Ç ‹ N D E K ‹ L E R

7 Mahallenin Kavgacı Çocuklarına Dikkat.... METE AKYOL

31 Züppe Bihruz Bey KONUR ERTOP

36 Bir Devrim Hareketi

10 Atasözleri (III)

DOLUNAY ERTEN

ORHAN VEL‹DEDEO⁄LU

17 Annesi Hafız, Babası Asker Olmasını İstedi Mustafa’nın YAfiAR ÖZTÜRK

22 İç Barış

42 “Yaşam Sahası” Uğruna Sönen Yaşamlar MEHMET MUHS‹NO⁄LU

52 Küçük Kızların Hentbol Takımı Düşü Gerçeğe Dönüşüyor CHERYL TANRIVERD‹

AL‹ NA‹L‹ ERDEM

24 Türk Pasaportu Taşımanın Zorlukları GÜRBÜZ EVREN

27 Madalyalı Sancağın Sahipleri Var KAYA KARAN

56 11 Eylül SEMRA ATAY

64 Ufak Tefek “Aksilikler” Sizi Üzmesin MESUDE AKSUNGURLAR

66 Kuşların En Akıllısı: Karga ‹ZM‹R TOLGA

69 Eylül Gelince... MET‹N GÖREN

72 Kafka Bir Kez Daha Doğuyor ERAY D‹NÇER

77 “Mafia” SONGÜL SAYDAM

Sayfa: 42

80 Geçimini Kur’an Yazarak Sağlayan Moğol İmparatoru fiEBNEM fiEN

“Yaflam Sahas›” U¤runa Sönen Yaflamlar

83 İlginç Bir Besteci: John Cage YÜCEL AKSOY

4

86 Yeni Öğretmenimiz MUZAFFER ‹ZGÜ

91 Balık Süt Emer mi? ERDO⁄AN SAKMAN

93 Senet MET‹N ATAMER

96 Büyükada

8

Sizden Bize ‹lk Dersimiz Türkçe

15

Eylül SuDokular›

76

Bilginizi Denetleyin

101

Anne ve Babalardan

128

1001 Güzel Söz

149

‹ZLEN fiEN

Sayfa: 130

103 Bütün Dünya’ya Mektup Var ECE SARAÇO⁄LU

105 O Benim Can Dostumdur MUSTAFA OKTAY

109 Bir Takvim Masalı AL‹ MURAT ERKORKMAZ

116 Yaşama “Dalya” Deyip, 150 Yıla Göz Diktiler BARIfi TARKAN

122 İstanbul’da Olduğumu Bilirim ‹LYAS HAL‹L

125 Okumak Yaşamaktır SAD‹ BÜLBÜL

130 Matruşka PEL‹N HAZAR

133 Bir Gece, Bir Tren ve Lizbon ENG‹N ÜNSAL

136 Korku Filmleri, Korkutmuyor Artık MEHMET ÜNVER

142 Bankta Oturan Adam ve Yaşam DR. MEHMET UHR‹

146 Rasgele! SEV‹L ÇALIfiKAN

B‹R AKIMLA ORTAYA ÇIKAN OYUNCAK: MATRUfiKA Mankafa Poldi

150

Kareler ve Rakamlar

152

Mant›k Bilmecesi

153

Satranç

154

Bulmaca

156

Ay›n Kitaplar›

158

Bir Fotograf Bin Sözcük 160 5


’DAN S‹ZE Mete Akyol

MAHALLEN‹N KAVGACI ÇOCUKLARINA D‹KKAT...

B

ütün Dünya’nın bu sayısında size, 69 yıl önce yeryüzüne “Eylül’le gelen” çok önemli bir olayı anımsatıyoruz. Bu olay, insansal aç›dan bak›ld›¤›nda unutulmas› gereken, fakat özellikle bizim, unutamad›¤›m›z ve unutmamamız gereken ‹kinci Dünya Savaflı’dır. “‹nsanlık” sözcü¤ünü bu ifle karıfltırmak istemedi¤imiz için, “‹nsanlık Tarihi” yerine “Dünya Tarihi” tanımlamasını kullanarak söyleyelim, “‹kinci Dünya Savaflı, dünya tarihinin en barbar olayıdır.” Bu kimli¤i, bu olayın kesinlikle unutulması için birincil nedendir ama... Kendilerini Batı uygarlı¤ının yaratıcıları ve temsilcileri olarak tanıdı¤ımız kimi Batılı ülkelerdeki sivil ve asker yöneticilerin, zaman zaman ne denli barbar olabileceklerini göstermesi açısından ise, özellikle bizim, kesinlikle unutmamamız gereken önemde bir nedendir. Anne ve babalarımızın, mahallenin kavgacı çocuklarıyla arkadafllık etmemizi yasaklayan çocukluk günlerimizdeki uyarıları bugün, ülkelerarası boyuttaki “arkadafllık”larımızda da ciddi bir uyarı olma özelliklerini korumalıdır. De¤erli arafltırıcı yazar arkada-

flımız Mehmet Muhsino¤lu’nun, birkaç sayfa sonra okuyaca¤ınız yazısında ayrıntılarını da göreceksiniz; ‹kinci Dünya Savaflı’nın “insansal faturası”nın altındaki toplam rakamlar flöyledir: “73 milyon ölü, 90 milyon a¤ır yaralı...” Savaflın sürdürüldü¤ü 6 yıl içinde “kasıp kavrulan” 61 ülke, altüst edilen yüzlerce kent ve yakılan, yıkılan binlerce, milyonlarca yapı, toplam sayısını belirtti¤imiz insansal ayıbın yanında, pek de önemli bir anlam taflımamaktadır. Uygarlı¤ın yaratıcıları ve temsilcileri olarak tanıdı¤ımız Batılılar’ın, yakın geçmiflte neler yapabildikleri, onların yakın gelecekte neler yapabileceklerinin de bir göstergesidir. ‹flte o nedenle ‹kinci Dünya Savaflı, bir yandan çirkinli¤i nedeniyle kesinlikle unutmamız gereken bir olaydır, öte yandan ise, burnumuzun dibindeki “mahallenin kavgacı çocu¤u”nun, beklenmedik bir anda ve mekanda, beklenmedik ne yaramazlıklar yapaca¤ının göstergesi özelli¤iyle, hiçbir zaman kulak ardı etmememiz gereken, kulaklarımızdaki bir “anne baba uyarısı”dır.• 7


S‹ZDEN B‹ZE MEKTUPLAR B‹ZDEN S‹ZE YANITLAR

Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul butundunya@butundunya.com.tr Faks: 0216-456 2729

S

evgili Gürbüz Bey, Avrupa’y› biraz tan›d›¤›m için yabanc›larla ilgili saptamalar›n›z› ve yorumlar›n›z› keyifle okuyorum. Ama geçen gün Yves Montand ile ilgili yaz›n›z› okuyunca sizi çok flansl› buldum. Yves Montand benim sanatç›l›¤›na (flark›c›l›k ve oyunculuk) hayran oldu¤um bir kiflidir. San›yorum sizin için de öyledir. Tarih size hayat›n›z›n en güzel zenginliklerinden birini yaflatm›fl. Size sevgilerimi sunar, iyilikler dilerim. Sinan Acarel.

M “Bütün Dünya” okuyucusuerhaba Gürbüz Bey, ben bir

yum. Baz› yaz›lar›n›z› okudum ve çok be¤endim. Özellikle Temmuz 2008 say›s›ndaki yaz›n›z› ve Türkçe’mizin do¤ru kullan›lmas› ile ilgili yaz›y›... Bu postay› size göndermemin nedeni sizi bir düflünür olarak görmem. As›l amac›m ise size bir soru sormak... Ergenekon Soruflturmas› ne8

dir? Bu soruflturmay› bana aç›klayabilir misiniz? Bu sorumun yan›t›n› verebilirseniz beni gerçekten ayd›nlatm›fl olacaks›n›z. E¤er benim kim oldu¤umu merak ediyorsan›z, 11 yafl›nday›m ve ad›m Berke... Cevab›n›z› bekliyorum. Sayg›lar›mla, Lami Berke Günay.

M tün Dünya” dergisinin yak›n

erhabalar Gürbüz Bey, “Bü-

takipçisiyim, her yeni say›y› büyük bir heves ve heyecanla bekliyorum. Sizin yaz›lar›n›z› da büyük bir be¤eniyle okuyorum. Temmuz say›s›nda “Avrupa Birli¤i, Türkiye ve Çifte Standartlar” bafll›kl› yaz›n›za bay›ld›m. Düflüncelerinizi öyle güzel cümlelere dökmüflsünüz ki, bir solukta okudum. Ve mutlu oldum; çünkü benim düflüncelerime tercüman olmuflsunuz. Bunun için ayr›ca teflekkür ederim. Yeni say›da görüflmek üzere, sayg› ve sevgilerimle, Fatma Berber.

S “Bütün Dünya” dergisini bir ay›n Muzaffer ‹zgü Bey, ben

arkadafl›m›n ablas› sayesinde tan›m›flt›m. fiimdi düflünüyorum da iyi ki hayat›ma girmifl bu dergi ne kadar çok fley ö¤reniyorum. Sizi temmuz say›s›ndaki yaz›n›z için kutluyorum. Okurken gerçekten çok duyguland›m; çünkü ben de çal›flan bir anneyim. Bebe¤im de benim yolumu böyle gözlüyordur, daha çok küçük; ama ifle giderken arkamdan bak›fl› beni çok etkiliyor. Gerçekten size ve Bütün Dünya Ailesi’ne çok teflekkür ediyorum. Sayg› ve sevgilerle, Betül Levent.

B fl›n elinde derginizi gördüm

ugün dersanede bir arkada-

ve hemen anlad›m “Bütün Dünya” oldu¤unu... Yani derginin iç tasar›m›ndan bile fark› göze çarp›yor. Derginin ona ait olmad›¤›n› bir arkadafl›ndan ald›¤›n› söyledi. Derginin yay›na devam etti¤ini bilmiyordum gerçekten gördü¤üm anda çok sevindim. Bir zamanlar babam›n getirmesini dört gözle bekledi¤im dergiyi, raflarda tükenmeden almak için sab›rs›zlan›yorum. Hepinize teflekkür ederim, eme¤inize de¤iyor! Özden fiahin.

M emekçileri,

erhabalar “Bütün Dünya” derginizi uzun zamand›r okuyorum. Umuyorum ki, bütün gençler okusun ve tan›-

s›n sizi... “Gençler” diyorum; çünkü bu zaman›n gençleri maalesef kitap okumuyor. Tan›d›¤›m herkese sizi öneriyorum. Hatta okutuyorum, okuyanlar›n hepsi de “Çok güzel” deyip elimden al›p okuyorlar. Elinize, yüre¤inize sa¤l›k. ‹yi ki vars›n›z ve sonsuz devam›n›z› diliyorum. Dudu Ertürk, Ankara.

D zel, gerek konular›n seçimi, erginiz gerçekten çok gü-

gerekse anlat›m› aç›s›ndan... Özellikle Türkçe’yi böyle güzel kullanan kaliteli yazarlar›n›z ve piyasadaki birçok dergiden daha kaliteli bir yay›n sunma çabas›nda oldu¤unuz için sizleri tebrik ediyor, baflar›lar›n›z›n devam›n› diliyorum. Nam›k ‹çeli, Sivas.

D günümüzdeki

erginizi her okudu¤umda yozlaflmaya verilebilecek en güzel yan›t diye düflünüyorum. ‹nsana insan olman›n inceliklerini, güzelliklerini an›msatan yaz›lar›n›z› be¤enerek okuyorum. Hayat›n anlam›n› derinlefltirdi¤iniz ve hakk›n› verdi¤iniz için teflekkürler. Rahime Dedeo¤lu Bolu.

H ¤›n›z için sizlere çok teflekayat›ma yeni pencereler açt›-

kür ediyorum. ‹yi ki vars›n›z. Çi¤dem Kusun. 9


TÜRK D‹L‹

d›r, yüceltir; söz vard›r, küçültür. Küçük düflürücü konuflma yapmaktansa susmak daha iyidir.

Orhan Velidedeoğlu

ATASÖZLER‹ Üçüncü Bölüm

G

eçen iki ay›n dergisinde atasözlerine, de¤iflik yönleriyle de¤indim. Bu ay›n yaz›s›nda da atasözleriyle kar›flt›r›lan deyimler, özdeyifller yan›nda uydurma atasözlerini ele alaca¤›m. Birkaç y›l önce aram›zdan ayr›lan, kiflili¤ine sayg› duydu¤um, düflüncelerine inand›¤›m çok de¤erli bir çevirmen/yazar büyü¤ümüzün son y›llar›nda yazd›¤› “Deneme” bafll›kl› flu dergi yaz›s› beni düflündürmüfltü. Diyordu ki: “Mevlana’ya mal edilen bir fliirin son iki dizesi: Üstün olur söz bilenleri, söz edenlerden / Düflünen her kifli de¤erlidir di¤erlerinden. “fiair burada, söz bilenlerle söz edenleri birbirinden ay›rm›fl; birincilere, düflünen kiflilik niteli¤ini arma¤an ederek. Söz bilen kimdir? Buna, sözünü bilen de diyebiliriz. Kimdir o? Sözünü mant›¤a dayayan kifli. Söz edense, gelifli güzel konuflan, mant›¤› azat edip ipe sapa gel 10

meyen gevezenin gevezesi. (...) “Türkçemizde: Söz gümüflse, sükut alt›nd›r diye bir deyim var. Susman›n alt›n olarak de¤erlendirildi¤i bir dünya, bencil bir yaflam felsefesinin, ‘benden sonra tufan’ diyen neme laz›mc› bir yaflam düsturunun i¤renç bir formülüdür. (...) “Diyeceksiniz ki, Türkçede flöyle bir deyim de var: ‹nsanlar konufla konufla, hayvanlar koklafla koklafla anlafl›rlar...” Düflüncelerine inanc›m olan bir yazar›n Söz gümüflse, sükut alt›nd›r ‘felsefesini’, “neme laz›mc› bir yaflam düsturunun i¤renç bir formülü” olarak nitelemesini flaflk›nl›kla karfl›lad›m. Burada gümüfl olan söz, Mevlana’n›n deyifliyle bilinen de¤il, edilen sözdür. Halk aras›nda söylenir: Kifli giyimiyle karfl›lan›r, sözüyle u¤urlan›r. Giyimiyle karfl›lanan kifli kat›ld›¤› toplulukta sözünü bilmez, ipe sapa gelmeyen sözler ederse, onu kimse u¤urlamaz. Söz var-

A

yr›ca, buradaki susmakta, en büyük erdem olan dinleme vard›r; Akdeniz çevresinin s›cak kanl› insanlar›n›n hiç beceremedikleri fley: Dinleyecek; yeri, s›ras› geldi¤inde konuflacak ve kendisini dinletecek. De¤erli yazar diyor ki: “Mant›¤› azat edip ipe sapa gelmeyen geveze...” “‹pe sapa gelmeyen” ya da “ipsiz saps›z” ne demek? Bu deyimdeki “ip” urgan de¤il, “eb/ep”tir ki “s›ra” demektir. “Sap” da balta sap› de¤il tabi. “Sap/sab” da “söz” demektir. “‹psiz saps›z”, (Divanü Lûgat-itTürk’ü ya da Kutadgu Bilig’i okuyanlar bilir) usul, âdap, s›ra gözetmeden, ne dedi¤ini bilmeden konuflan kiflidir ki sözü gümüfle, dahas› tenekeye çevirmektense susmak, dinlemek alt›n de¤erinde itibar kazand›r›r kifliye. Ayr›ca, say›n yazar›n yaz›s›nda deyim diye de¤indi¤i Söz gümüflse sükut alt›nd›r ve ‹nsanlar konufla konufla, hayvanlar koklafla koklafla anlafl›rlar sözleri, deyim de¤il, çok bilinen birer atasözüdür. Emekli C. Savc›s› bir yazar Cumhuriyet gazetesindeki yaz›s›na “Atasözümüz, Ayinesi ifltir kiflinin, diyor...” diyerek bafll›yor ki, bu atasözümüzün Türk-

çesi ve do¤rusu: ‹fli, kiflinin (insan›n) aynas›d›r. Ziya Pafla, ça¤›n›n gere¤i bunu, Âyinesi ifltir kiflinin lâfa bak›lmaz / fiahs›n görünür rütbe-i akl› eserinde biçiminde fliirlefltirmifltir. Anadolu halk›, kendi yaratt›¤› atasözünü Meyveli a¤ac› tafllarlar diyerek öz ve yal›n bir biçimde dillendirirken bu söz Mustafa Makalî’nin deyifliyle üst tabakan›n a¤z›nda, Türkçe/Farsça kar›fl›m›: Atarlar tafl› elbette d›raht-› meyvedâr üzre ’ye dönüflür. Özdemir ‹nce (Hürriyet, 25. 2. 2007): “Bir okurum birkaç kez Keramete k›ç att›rmak deyimini kulland›¤›m için k›n›yor beni. Bu deyimi küfür san›yor. Yar›s›n› kulland›¤›m deyimin tamam›, Keskin zekâ keramete k›ç att›r›r olarak bilinir.”

D

eyim olan, “bir fleyi geride b›rakmak, bir fleyden üstün olmak” anlam›nda k›ç att›rmak’t›r. Keskin zekâ (ak›l) keramete k›ç att›r›r deyifliyse “zeki kifli, bir iflin nereye varaca¤›n›, keramet sahibi geçinen kifliden daha önce sezer” anlam›nda de yim de¤il, atasözüdür. Attilâ ‹lhan (Cumhuriyet, 22. 12. 2000): “...-- atasözünün aksine - at›n önüne eti, itin önüne otu koymayacak...” Bu söz, atasözü de¤il, deyimdir: Ata et, ite ot vermek. Cumhuriyet’te bir baflyaz› (26. 6. 2006): “Dilimizde güzel 11


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

bir özdeyifl vard›r; Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur derler.” Bu söz, özdeyifl de¤il, atasö züdür: Araba devrilince yol gösteren çok olur.

M

etin Erksan (Cumhuriyet, 24. 4. 2001): “Bir Türk atasözü vard›r. Bu atasözü komfludan al haberi der.” Hay›r! Çocuktan al haberi der. Emre Kongar (Cumhuriyet, “Medya Notu” 21. 2. 2002): “Serdar Turgut...‘Tamam, belediye iflini tam yapm›yor, ona i¤neyi bat›ral›m da çuvald›z› da kendimize bat›ral›m ve üstümüze düfleni yapal›m’ demifl. Oysa, bildi¤im kadar bu deyim tam tersinedir. ‹¤neyi kendine, çuvald›z› baflkas›na... biçiminde söylenir” diye yazm›fl. Ne var ki, bu söz deyim de¤il, atasözüdür: Önce i¤neyi kendine, sonra çuvald›z› baflkas›na bat›r... *** Nâbî’nin (1642-1712), “Konuflma aras›nda atasözü söylemeye diyecek yok; ama öyle bir söz söyle ki, gelecek nesillere senden bir atasözü olarak kals›n” anlam›ndaki Sözde darb-› mesel irad›na söz yok ammâ / Söz odur âleme senden kala bir darb-› mesel deyifline özenerek “ya tutarsa” düflüncesiyle atasözü uyduranlar da var san›r›m... Say›n Kongar (Cumhuriyet, “Ayd›nlanma” 15. 3. 1999): “En 12

sevdi¤im atasözlerinden biri, K›rk kat›r m› istersin k›rk sat›r m›? sorusudur.” Bu söz, de¤il atasözü, de¤il deyim, bir özdeyifl bile de¤il; bir masal tekerlemesi. •Ayd›n Engin (Cumhuriyet, “T›rm›k” 19. 9. 2002): Yaz› Atalar Sözü: Göç Gebafll›¤›: “A ri Dönmez...”; •Yaflar Sökmensüer (Hürriyet, 17. 12. 2006): “...köpe¤e, it demek. Ve atasözleri... ‹t utansa don giyer”; •Ali Abal› (Cumhuriyet, 30. 3. 2005): “Bu vesileyle bir atasözü müzü hat›rlayal›m. fiöyle: Benden bana olur ne olursa .. Bafl›m rahat eder, dilim durursa”; •Mithat Tuygun (Cumhuriyet, 20. 2. 2002): Netice olarak atasözünü unutmayaca¤›z. Terörün dini iman› olmaz.

Y

azarlar›n›n atasözü dedikleri bu dört sözün hiçbirini, herhangi bir sözlükte bulamad›m. Bulan bildirirse sevinirim. Emre Aköz’de bir yaz›s›nda (Günayd›n, “Ay›laflmalar” 28. 6. 2002): “Her ne kadar Ay›y› f›r›na atm›fllar, yavrusunu aya¤›n›n alt›na alm›fl gibi bir atasözümüz olsa da... (Ay›y› ‘duygusuz’, ‘ç›karc›’ bir hayvan olarak gösteren dedemizin [atam›z›n] kimli¤ini hep merak etmiflimdir.)...” diyor. (!) Bir söz vard›r: “Frans›z bofl kal›nca babas›n›n, Amerikal› bofl kal›nca dedesinin kim oldu-

¤unu araflt›r›r”. fiükür Tanr›m›za ki, biz Türklerin böyle bir sorunu olmad›¤› gibi, ay›yla ilgili böyle bir atasözümüz de hiç, ama hiç olmad›. Olay, maymunlar üzerinde yap›lan bir deneydir: Özel yap›lm›fl bir kafese yavrusuyla birlikte konan maymun, kafesin taban› ›s›t›ld›¤›nda yavrusunu korumak için onu kuca¤›na al›r. Is› artt›r›l›p ta-

banlar› dayan›lamayacak derecede yanmaya bafllay›nca, yavrusunu yere at›p üzerine ç›kar... (!) Yazarlar›n atasözü, deyim ve özdeyiflleri (vecizenin) kar›flt›rmalar›n›n örnekleri pek çok; ben birkaç›n› sundum. Sorarsan›z, herkesin yan›t› ayn›: Zaman darl›¤›. Ya, okura sayg›?..• OrhanVelidedeoglu@butundunya.com.tr

Üç yar›fl at›, ah›rda kendilerini överek, sohbet ediyorlard›. Birinci at, “K›rkyedi yar›fla kat›ld›m, otuzüçünde birinci geldim” dedi. ‹kinci at, daha bask›n ç›kt›: “O da bir fley mi?” dedi. “Ben seksenyedi yar›fla girdim, yetmiflbeflinde birinci geldim.” Üçüncü at ise, ikisinden de ileri gitti: “Ben yüzotuz yar›fla girdim ve yüzotuzunda da birinci geldim.” Ah›r›n öteki köflesinden bir ses duyuldu: “Ben hepinizi geride b›rak›r›m!” Tüm atlar kafalar›n› birden, sesin geldi¤i yana çevirdiler ve bir taz›yla göz göze geldiler. Taz›, atlar›n merakl› bak›fllar›na ald›rmadan konuflmas›n› sürdürdü: “‹kiyüzden fazla yar›fla kat›ld›m ve hiç kaybetmedim” dedi. Atlar, flaflk›n yüz ifadeleriyle taz›ya bakarlarken içlerinden biri, bu flaflk›nl›¤›n› dile getirdi: “‹nan›lmaz bir olay, bu” dedi. “Yaflam›mda ilk kez duyuyorum bir taz›n›n konufltu¤unu...”• Tiyatroda bir seyirci, oyun bittikten sonra yan›ndaki kifliye merakla sordu: “Oyun s›ras›nda sahneye sürekli olarak domates at›yordunuz” dedi. “Oysa flimdi perde kapan›nca ç›lg›nca alk›fllamaya bafllad›n›z. Nedenini sorabilir miyim?” Öfkeli seyirci, yerden bir fley ald› ve merakl› seyirciye döndü: “Perdenin bir kez daha aç›lmas›n› istiyorum da, ondan alk›fll›yorum” dedi ve yerden ald›¤› iki domatesi gösterdi: “Bunlar elimde kald›...”• 13


‹LK DERS‹M‹Z TÜRKÇE Saniye Özden

Sözcük bilginizi denetledikten sonra, do¤ru yan›tlar için 16’nc› sayfam›za bak›n›z

1. tedbir (arapça) – a) erteleme b) haz›rl›k c) önlem ç) gecikme

9. peyda (farsça) – a) aç›k b) kapal› c) aral›k ç) ortada

2. serlevha (farsça) – a) esin b) bafll›k c) serpme ç) yay›l›

10. zooloji (frans›zca) – a) bitki bilimi b) su mühendisli¤i c) hayvan bilimi ç) nükleer teknoloji

3. piston (frans›zca) – a) itenek b) çekici c) yayl› ç) kesici 4. müfessir (arapça) – a) bat›k b) yorumcu c) ara bozucu ç) etkili 5. konsantre (frans›zca) – a) sterilize b) vadeli c) yo¤un ç) iç bükey 6. kamuflaj (frans›zca) – a) süsleme b) z›mparalama c) cilalama ç) gizleme 7. nizam (arapça) – a) tertipli b) düzen c) iflaret ç) tasar›m 8. pefltahta (arapça) – a) s›rt silece¤i b) havlu c) çekmece ç) dolap

11. zebun (farsça) – a) güçsüz b) güçlü c) eziyet ç) çile 12. üremi (frans›zca) – a) ço¤almak b) hastal›k c) nida ç) solumak 13. sulta (arapça) – a) otorite b) unvan c) disiplin ç) gölgelik 14. skif (ingilizce) – a) k›zak b) paten c) yar›fl kay›¤› ç) sal 15. replik (frans›zca) – a) ilk söz b) son söz c) final ç) girifl 16. ayna (farsça) – a) s›rl› cam b) market c) haber ç) terlik

15


YAKIN TAR‹H‹M‹Z

‹LK DERS‹M‹Z TÜRKÇE YANITLAR

15’inci sayfam›zda yer alan sözcüklerin do¤ru karfl›l›klar›

1. tedbir (arapça) – c) önlem.

9. peyda (farsça) – a) aç›k.

2. serlevha (farsça) – b) bafll›k.

10. zooloji (frans›zca) – c) hayvan bilimi.

3. piston (frans›zca) – a) itenek.

11. zebun (farsça) – a) güçsüz.

4. müfessir (arapça) – b) yorumcu.

12. üremi (frans›zca) – b) hastal›k.

5. konsantre (frans›zca) – c) yo¤un.

13. sulta (arapça) – a) otorite.

6. kamuflaj (frans›zca) – ç) gizleme.

14. skif (ingilizce) – c) yar›fl kay›¤›.

7. nizam (arapça) – b) düzen.

15. replik (frans›zca) – b) son söz.

8. pefltahta (arapça) – c) çekmece.

16. ayna (farsça) – c) s›rl› cam.

Kalabal›k bir arkadafl toplulu¤u, hafta sonu buluflup sohbet ederlerdi. Yine böyle bir günde, topland›lar. ‹çlerinden Ömer adl› kifli, her zaman yapt›¤› gibi f›kralar anlatmaya bafllad›. O denli komik f›kralar anlat›yordu ki, içlerinden biri d›fl›nda hepsi, gülmekten k›r›l›yordu. Ötekiler merak ettiler ve ona neden gülmedi¤ini sordular. Yüzü bir kar›fl as›k adam flöyle yan›t verdi: “Hepiniz biliyorsunuz ki, ben Ömer’le konuflmuyorum” dedi. “Bu nedenle flimdi de¤il, eve gidince gülece¤im!”• 16

Yaşar Öztürk

Annesi haf›z, babas› asker olmas›n› istedi Mustafa’n›n

M

ustafa okula gitme yafl›na geldi¤inde, annesi Zübeyde Han›m ve babas› Ali R›za Efendi, bu konuda ayr› görüflteydiler. Ali R›za Efendi o¤lunun ça¤dafl e¤itim ve ö¤retim veren bir okula gitmesini istiyordu, Zübeyde Han›m ise o¤lunun haf›z olmas›n›, ilahiler okuyabilecek düzeyde “alim” olmas›n› istiyordu. Zübeyde Han›m büyük bir sevinç ve istekle o¤lunu mahalle mektebine gitmeye haz›rlad›. Sabah erkenden mahalle mektebinin hocas› Haf›z Emin Efendi göründü. Önde kendisi arkas›nda ö¤rencileri yürüyordu. Çocuklar› al›p mektebe götürecekti. Mustafa boynunda maflallah ifllemeli, içinde Elifba cüzü bulunan torbas›n› boynuna takt›, istemeye istemeye evin önüne gelen ikifler s›ral› ö¤rencilerin aras›nda yerini ald›. Annesi ve komflu kad›nlar flerbet ve tatl› ikram›nda bulun-

du. ‹lahiler söyleyen çocuklar mektebe do¤ru yol ald›lar. Mustafa, mahalle mektebine de, oradaki ö¤retim yöntemine de bir türlü ›s›namad›. Hocan›n tüm gücü korkutmaya dayal›yd›. Çocuklar› dövüyor, sürekli sert ve ac›mas›z davran›fllarla onlara bask› yap›yordu. Bir gün diz çökerek Arap harflerini ezberlemeye alfabeyi ö¤renmeye çal›flan Mustafa bacaklar› uyuflunca aya¤a kalkt›. Hoca çok sinirlendi. Mustafa kararl› bir biçimde aya¤a kalkt›: “fiemsi Efendi okulunda ders yap›l›rken çocuklar diz çökmüyorlar” dedi. “Ben de diz çökmeyece¤im. Ben de oradaki çocuklar gibi oturmak istiyorum!” Hoca onu dövmek üzereyken, öteki çocuklar da ayakland›lar: Onlar da “Biz de diz çökmeyece¤iz” diye ba¤›rmaya bafllad›lar. Mektepten her gün üzgün gelen Mustafa’n›n bu durumu, Ali R›za Efendi’nin can›n› s›k›yordu. Efline bir gün “Yeter han›m” de17


BD EYLÜL 2008

di ve o¤lunu mahalle mektebinden ald›, kendisinin de istedi¤i fiemsi Efendi’nin okuluna yazd›rd›.

Y

eni okulu 14 y›ll›k bir geçmifle sahipti. Okula ad›n› veren kurucusu fiemsi Efendi Osmanl›’da ça¤dafl e¤itimin öncülerinden biriydi. Mustafa yeni okulunda çok sevinçliydi. Burada herfleyden önce soru sorabilme özgürlü¤ü vard›. Hofluna gitmeyen, onu sinirlendiren tek fley okula giderken giydirilen flalvar›n üstüne sar›lan kuflakt›. fiemsi Efendi kendisinden son derece memnundu. Babas› o¤lunun durumunu sormaya gitti¤i zaman, fiemsi Efendi görüflünü flöyle aç›klad›: “Çok zeki, çok merakl› bir çocuk” dedi. “Durmadan sorular soruyor. Herhalde evde de soruyordur. Sordu¤u sorulardan onun ak›ll› bir çocuk oldu¤u belli oluyor.” Mustafa için güzel günlerdi. Tam iki y›l o¤lunun elinden tutup okula götüren Ali R›za Efendi’nin iflleri bozulmaya bafllad›. K›sa bir süre sonra 1888’de, ba¤›rsak vereminden öldü. Mustafa babas›n› yitirdi¤inde ülkede de durum içler ac›s›yd›. Ülkenin kurtuluflu için büyük umut tafl›yan Mithat Pafla, Taif’te bo¤durulmufltu. Alman Askeri Heyeti, Osmanl› yönetiminde yavafl yavafl egemen olmaya bafllam›flt›. Bir zamanlar Osmanl›’n›n 18

gölü gibi olan Akdeniz ‹ngiliz, ‹talyan, Frans›z ve Avusturya gemilerinin at oynatt›klar› bir alan olmufltu. Denizden kuflat›lan Osmanl› demiryolu ile Ortado¤u ve Arabistan’a yol açmaya çabal›yordu. Demiryolu yap›m›n›n Almanlar’a verilmesi öteki bat›l› ülkeleri k›zd›rm›flt›. Osmanl›’ya karfl› Bat›, yeni oyunlar tezgahl›yordu. H›nçak Ermeni Örgütü kurulmufltu. Osmanl› ülkesi bir araflt›rmac› ve uzman ak›n›na u¤ram›fl, kuflaklar boyunca yan yana kardeflçesine yaflayan Rumlar, Ermeniler, Araplar ve Kürtler, Türkler’e düflman olmaya bafllam›flt›. Osmanl› ayd›nlar› da bofl durmuyorlard›. 21 May›s 1889 günü ‹ttihat ve Terakki Cemiyeti kurulmufl, Damat Mahmut Pafla, Prens Sabahattin Avrupa’ya kaçm›fl, Alman ‹mparatoru Wilhelm ‹stanbul’a gelerek Osmanl› üzerindeki Alman etkisini daha da yayman›n kap›lar›n› aral›yordu.

A

ile Selanik’ten ayr›lmak zorunda kald›. Mustafa, day›s›n›n çal›flt›¤› çiftlikte ailenin tüm u¤rafl›lar›na karfl›n içinde yanan okuma ateflini söndüremiyordu. Çiftlikteki yaz›c› Kamil Efendi’den ona ders vermesini istediler. Mustafa ancak üç gün dayanabildi: “Ben böyle cahil adamlardan ders alamam” dedi. Annesi bu kez komflular› okuma yazma bilen Hatice Han›m’dan

Mustafa Kemal annesi Zübeyde Han›m’la

o¤luna ders vermesini istedi. Mustafa’n›n okuma yazmadan öte bilgiye olan bir açl›¤› vard›: “Ben okul istiyorum” diye dayatt›. Zübeyde Han›m, Selanik’teki görümcesi Hatice Han›m’a bir mektup gönderdi olup biteni anlatt› ve “Mustafa okula gitmek istiyor, acaba sizde kalabilir mi?” diye sordu. Mustafa’n›n halas› biraz huysuz bir kad›nd›. Mektup gideli günler olmufl; ancak bir yan›t gelmemiflti. Zübeyde Han›m o¤lunu okula göndermenin baflka yollar›n› ar›yordu. Derken beklenen mektup geldi. Mustafa okula gidebilecekti. Mustafa’ya

halas›n›n mektubunu gösterdi: “O¤lum, halan mektup gönderdi. Mustafa’y› bizim yan›m›za gönderin. Biz burada okula göndeririz onu diyor.”

O

rtaokul Mustafa’n›n içine sinmeyen bir yap›dayd›. Okul müdürü tüm yetersizliklerini örtbas etmek için disiplin ad›na sertli¤i ve kat›l›¤› öne ç›karan biriydi. Okulda tek etkili ö¤retme yöntemi benimsenmiflti: Korku ve dayak. Ö¤retmenlerin bu yöntemi çocuklar›n da davran›fllar›na yans›yordu. Dayak yiyen, korkutulan çocuk bunu özümseyerek ken19


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

dinden küçüklere ve gücünün yettiklerine uyguluyordu. S›n›flarda kavgadan geçilmiyordu.

M

ustafa kavgac› bir çocuk de¤ildi. Çevreden gelen sataflmalara da elinden geldi¤i ölçüde ald›rm›yordu. Teneffüslerden birinde nas›l olduysa Mustafa’n›n sabr›n› tafl›ran bir olay oldu. Mustafa kendini bir kavgan›n ortas›nda buldu. Ç›kan gürültü pat›rt›ya Kaymak Haf›z ad›nda bir ö¤retmen koflup müdahale etti. Kayma¤› çok sevdi¤i için bu lakapla an›lan ö¤retmenin ilginç davran›fllar› vard›. Her f›rsatta ö¤rencileri öldürürcesine döverdi. Mustafa, Kaymak Haf›z’›n bu huyunu bildi¤i için elden geldi¤ince ona dayak atma f›rsat› sa¤layacak davran›fllardan sak›n›yordu. Onu görünce terler bas›yordu. Dayak atarsa ne yapaca¤›n› düflünürdü. Kaymak Haf›z, daha Mustafa’n›n ad›n› ve kavga edenlerin aras›nda oldu¤unu duyar duymaz sorup dinlemeden, anlay›p ö¤renmeden Mustafa’y› dövmeye bafllad›. Neresine denk gelirse gelsin vuruyordu. Mustafa kanlar içinde kald›. Büyükannesi torununu kanlar içinde görünce bay›lacak oldu: “Yavrum! Ne oldu sana?” Mustafa büyükannesini teselli etmeye çal›flt›: “Ben art›k okula gitmeyece¤im” dedi. 20

Bu durum annesine bildirildi¤inde, Mustafa’y› okuldan al›p mahalle bakkal›n›n yan›na ç›rak vermeyi düflündüler. Mustafa okuldan ayr›ld›¤›na çok üzülüyordu: “Ben okumak istiyorum” dedi. “Ç›rakl›k yap›p, ticaretle u¤raflmak istemiyorum.“ Mustafa okuldan ayr›lm›flt›; ama onun dövülmesi olay›, Kaymak Haf›z’›n da sonu olmufltu. Yöneticiler, onun ö¤retmenlik yapamayaca¤›na karar verdiler. Çiftlikten day›s› s›k s›k geliyor, getirdi¤i yiyecekleri b›rak›yordu. Okul sorunu yeniden gündeme geldi¤inde, k›z kardefline bir öneride bulundu: “Askeri okula verebiliriz Mustafa’y›” dedi “Ne dersin?” Zübeyde Han›m öfkeyle karfl› koydu:

“B

öyle bir fley olamaz” dedi. “Görmüyor, duymuyor musun olup bitenleri? Abdülhamit mektepli subaylar›n pefline hafiyelerini takt›r›yor. Güvenilir olmayanlar› öldürtüyor. Hiçbir fley yapmasa bile bir ihbar mektubu o¤lumun sonu olabilir! Ben o¤lumu göz göre göre ölüme yollayamam.” Day›s› da dayatt›: “Mustafa art›k büyüyor” dedi. “Gittikçe daha çok masrafl› olacak. Bir geliriniz yok. Nas›l okutacaks›n? Askeri okula giderse paras›z okur.”

Mustafa bu konuflmay› istemeden dinledi. Akl›na komflular› Kadir Bey’in o¤lu geldi. Ahmet, askeri ortaokula kaydolmufl, zaman zaman da askeri elbiseleri ile eve gelip gidiyordu. Ahmet’i her görüflünde Mustafa’n›n askeri okula gitme iste¤i yeniden canlan›yordu. Annesine uygun bir dille asker olmak istedi¤ini söyledi. Annesi önce tepki gösterdi; ama o¤lunun okuma iste¤i karfl›s›nda duramayaca¤›n› da biliyordu. Mustafa, annesine tatl› dille kabul ettirdi iste¤ini: “Anne sana yük olmadan bu okulda okuyabilirim” dedi. “Bu okulda kimin o¤lu olursan ol, eflit davran›yorlar.” Zübeyde Han›m dayatmad›; ama içindekini de söylemeden edemedi: “Ben senin asker de¤il, ö¤retmen olman› istiyordum” dedi. Mustafa bu kez, babas›n›n iste¤ini ileri sürdü:

“Anne, biliyorsun rahmetli babam benim asker olmam› çok istemiflti” dedi. “Sen kendin anlatmam›fl m›yd›n bunu bana? Hatta k›l›c›n›, ben do¤du¤umda baflucuma koymam›fl m›yd›?” Zübeyde Han›m söyleyecek baflka söz bulamad›. O¤lu do¤ruyu söylüyordu. Yaflama veda eden efli akl›na geldi. Daha sonra asker olaca¤› için savafl ateflinin ortas›ndaki Osmanl›’n›n durumunu düflündü. Nedense hep kötü, olumsuz düflünceler sar›yordu asker annelerinin yüre¤ini... Çocuklar›na hep kötü bir fley olacak, bafllar›na kötü bir fley gelecek diye düflünmekten kendini alam›yordu asker anneleri... Gözyafllar›n› Mustafa’dan saklad›, onun iste¤ini kabul etti, o¤luna “Peki” dedi. O “Peki” onay›ndan sonras›n› ise hepimiz biliyoruz.• YasarOzturk@butundunya.com.tr

‹tibar›, içinde yaflad›¤›n ortam belirler, karakteri, inand›¤›n do¤rular... ‹tibar, sand›¤›n fleydir, karakter oldu¤un fley... ‹tibar fotograft›r; karakter ise yüz... ‹tibar d›flar›dan gelir; karakter içeriden... ‹tibar, yeni bir toplulu¤a girdi¤inde sahip oldu¤undur, karakter giderken elinde olan... ‹tibar›n bir anda olur, karakterin, ömür boyunca... ‹tibar›n bir saatte ö¤renilir, karakterin bir y›lda a盤a ç›kmaz. ‹tibar mantar gibi büyür, karakter sonsuza de¤in sürer. ‹tibar zengin ya da yoksul yapar, karakter mutlu ya da mutsuz...• William Hersey Davis’ten 21


YAfiAMDAN GÖZLEMLER Ali Naili Erdem

‹C BARIS

Farkl› görüfller zenginli¤imiz olarak alg›lanmal› ve hoflgörü yaflam›n sihirli de¤ne¤i olarak kullan›lmal›d›r. Huzurun ve mutlulu¤un oldu¤u ülkelerde insan› insan yapan evrensel ve ça¤dafl de¤erler yaflama geçirilmifltir.

C

umhuriyet, savafllarla bitmifl bir ayd›nlar kitlesinin yerine yeni bir okumufl s›n›f› yaratmay› baflarm›flsa da cehaleti yenememifltir. Uzunca bir süreden beri cehaletin y›kmad›¤› bina, yakmad›¤› orman, kurutmad›¤› göl kalmam›flt›r. Küllü cahilin cesur her yere sald›r›yor. Sorumluluk da yok, bilim de yok. Bu rezaletleri getirip takdir-i ilahiye ba¤laman›n ‹slam’la ilgisi yoktur. ‹slam, ilmi iman›n önüne koymufltur. “Düflünmüyor musunuz”, “Ak›l etmiyor musunuz” uyar›lar› Kur’an’›n bütününde ›srarla yinelenmifltir. Tanr›, “Denizleri kurutun”, “Dere yataklar›na inflaat yap›n”, “Trafik kazalar›n› ço¤alt›n”, “Yarg›çlar›n yerine kendinizi koyup adliye koridorlar›nda birbirinizi vurun” mu diyor ki, tüm bunlar takdir-i ilahiye ba¤lan›yor. Kur’an’›n 854 yerinde bilim 22

sözcü¤ü geçiyor. Yüce peygamberimiz “Cahillerden Allah’a s›¤›n›r›m” buyuruyor. Benim kufla¤›m Kur’an’la Atatürk’ü birlikte yaflam›flt›r. K›blemiz bir, bayra¤›m›z ayn›yd›. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içindik. Ne camiye gidenleri ne de gitmeyenleri ayr› tuttuk. Dinle laiklik birlikte giderdi. Bir di¤erinin önünde de¤ildi. Kan tahlillerinin peflinde hiç olmad›k. Hiç kimseye “Sen Süryani’sin”, “Sen Alevi’sin”, “Sen Tahtac›’s›n” demedik. Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabah›”, Necip Faz›l’›n “Sakarya”s› ve Nâz›m Hikmet’in “Kurtulufl Destan›” ulusal beraberli¤imizin muhteflem hazineleriydi. Demokrasiye henüz geçmemifltik; ama vatan da, bayrak da, ulus da bizim aflklar›m›zd›. Gün geldi diplomal›, diplomas›z cahillerle Tanzimat Bat›c›lar›’n›n ve kültür züppelerinin

oluflturdu¤u ortam› amaçlar›na uygun bulanlar, halk› düflman kamplar›na böldüler.

I

ç bar›fl bozulmufltur. Dünler içinde “Sa¤c›-Solcu”, “‹lerici-Gerici” diye yap›lan parçalama flimdilerde baflka adlar alt›nda yürütülüyor. 12 Eylül öncesinde de bu oyun tezgahland› ve befl bin evlad›m›z kara topra¤a gömüldüler. fiimdilerde de ayn› öfke seli, ayn› düflmanl›k bulutlar› var. Yirmi y›l parlamentoda bulundum. Befl kez bakan oldum. Kimlerin Türkiye’nin dostu, kimlerin düflman› oldu¤unu gördüm. Ve anlad›m ki, Atatürk’e sevgiyi, sayg›y› yok ederseniz ve ‹slam’› siyasal ve ticari bir araç durumuna getirirseniz iç bar›fl bozulur. Farkl› görüfller zenginli¤imiz olarak alg›lanmal› ve hoflgörü yaflam›n sihirli de¤ne¤i olarak kullan›lmal›d›r. Huzurun ve mutlulu¤un oldu¤u ülkelerde insan› insan yapan evrensel ve ça¤dafl de¤erler yaflama geçirilmifltir. Üzülerek belirtebilirim ki, anayasam›z›n bafllang›c›nda yer alan ilke ve görüfller ihmale u¤ram›fl, “Yarat›c› az›nl›k” diyebilece¤imiz ayd›nlar ulusal de¤erlerimiz yerine Bat›’n›n hayranl›¤›na teslim olunca iç bar›fltaki tahribat ivme kazanm›flt›r. S›k›lm›fl bir yumruk olma yerine birbirinin gözünü oyacak denli kamplaflanlar bilimsel akl› red ederek hurafeleri

savunur duruma gelmifllerdir. Bu böyle devam edemez. 1071’den buyana bu topraklar› vatan k›lm›fl›z. 1919’dan buyana da ça¤dafllaflman›n yollar›nday›z. Herfley güllük gülistanl›k olmad›; ama dünlerin hasta adam›ndan ça¤dafl devletlerin seviyesine ç›kt›k. Bir yüzy›la yak›n zaman diliminin içinde isyanlara, darbelere ve müdahalelere karfl›n ne demokrasiden uzaklaflt›k ne de cumhuriyetten... Bugünlerde yine ayn› birlik ve beraberli¤i göstermeye zorunluyuz. Bu gereklili¤e uyulmaz da “Bu türbanl›, bu türbans›z”, “Bu abdestli, bu abdestsiz”, “Bu sizden, bu bizden”, “Bu demokrat, bu militarist” gibi ayr›mlar›n tuza¤›na düflürülürse ulusa da, ülkeye de, rejime de yaz›k olur. Herkesin ama istinas›z herkesin ve özellikle yöneticilerin, iktidar yanl›lar›n›n, ayd›nlar›n ve bürokratlar›n kat›l›mc› demokrasiye sahip ç›kmalar› kofluldur.

K

abahat ne ‹slam’dad›r ne de demokraside... Biz ikisine de lay›k olman›n savafl›m›n› yeterince vermedik. Öncelikle cehaleti yenemedik. Kara cahilin önünü kesemedik. fiimdi e¤er laik, demokrat, ça¤dafl, ba¤›ms›z yaflama tutkusu ve ulusal bir kültür birleflimi yaflama geçirilmezse al›nacak ekonomik ve sosyal önlemler iç bar›fl› sa¤lamayacakt›r.• 23


EVRENSEL BAKIfi AÇISI Gürbüz Evren

Türk Pasaportu Tafl›man›n Zorluklar› Birinci Bölüm

S

an›r›m 2003 y›l›n›n fiubat sonlar›yd›. Avusturya Hava Yollar› ile Ankara’dan Paris’e gidiyordum. Paris’e var›fl saatinin uygun oluflu ve bilet fiyat›ndaki ucuzluk nedeniyle seçti¤im bu havayolu flirketiyle yapaca¤›m yolculukta, bildi¤im birçok olumsuzlu¤u bir kez daha yaflayacakt›m. Sabah 10:45’te Ankara’dan hareket etmesi gereken uçak Viyana’ya gidiyordu ve biz de burada uçak de¤ifltirip ayn› havayoluyla Paris’e geçecektik. Daha önce birçok kez Frankfurt ya da Münih aktarmal› olarak “Lufthansa” ile Paris’e gitti¤im için, bu tür yolculuklarda yaflananlara al›fl›kt›m. Büyük bir bölümünü “Gurbetçi” olarak adland›r›lan vatandafllar›m›z›n oluflturdu¤u yolcular›n yerlerine yerleflmesi Avusturyal› uçak personelini çok u¤raflt›rd›. Bu yüzden 35 dakika gecikmeli kalkt›k. Türkiye kaynakl› ya da 24

Türkiye’ye yönelik uçufllarda çok s›k rastlanan, “erken gelen oturur” anlay›fl›na Türk havayolu flirketlerinde çal›flanlar al›flm›flt›r. Ama gel de yabanc›lara dert anlat. Uçufl kart›nda verilen yere de¤il de, can›n›n çekti¤i cam kenar›ndaki koltuklara yerleflmeyi, kendisine verilmifl bir hak olarak gören yurdum insan›n›n, koltu¤un as›l sahibi geldi¤inde yerinden kalkmamak için mutlaka direnifle geçmesine yabanc› de¤ildim. “Hemflerim ne olacak sanki! Sen de bofl buldu¤un bir yere otur” diye ak›l vermekten de geri kalmayan insan›m›za kurallar› anlatmaya çal›flman›n, böylesi davran›fl biçimlerine al›flmam›fl Avusturyal›lar için ne büyük bir eziyet oldu¤unu söylememe de gerek yok san›r›m. Yerleflme sorunu nedeniyle gecikmeli kalkan uça¤›m›zda, yine yurdum insan›n›n birçok kez yabanc› havayoluyla yolculuk yapmas›na karfl›n tekrar tekrar konu edece¤i yemek sorununu

yaflayacakt›k. Yiyeceklerde domuz eti olmad›¤› anons edilmesine ve da¤›t›lan broflürlerde de Türkçe olarak anlat›lm›fl olmas›na karfl›n, Türk yolcular›n bir bölümü personele konuya iliflkin sorular yöneltmeye çal›fl›yordu.

H

er ifle burnumu sokmak gibi bir huyum yok; ama yurdum insan›yla yabanc›lar aras›nda çevirmenlik yapmadan duramam. Avusturyal› hosteslerin, “Türkiye seferlerimizde kesinlikle domuz eti kullan›lmayan yemekler sunuyoruz. Üstelik yemekleri de Ankara’da yer hizmetini ald›¤›m›z flirket sa¤l›yor. Bunlar ülkenizde haz›rlanm›fl yemeklerdir” sözlerini, yolculara aktard›¤›mda, ikna olduklar›n› pek söyleyemem. “Ben yiyorum” dedi¤imde, ac›yan gözlerle bakarak, “Sen ye kardeflim; ama bu gâvurlara inan›lmaz” diyenlere, hafiften sinirlenerek, “Madem gâvura güvenmiyorsun neden uça¤›na biniyorsun” diye sordu¤umda, “Uçak baflka, yemek baflka... Hem uçak yenmiyor ki” yan›t›n› al›nca da, “Ne haliniz varsa görün” diyerek yeme¤ime ve kitab›ma döndüm. Yine de yolculu¤un sonuna de¤in, ç›kan her anlaflmazl›kta hosteslerin ricas›n› k›ramay›p çeviri yapmay› sürdürdüm. Uça¤›m›z›n Viyana’ya inifle geçti¤i, yerlerimize oturmam›z ve uçak körü¤e yanafl›p kap›lar aç›lmadan kalkmamam›z anons edildi¤indeyse biraz sonra yaflana-

caklar› tahmin edebiliyordum. Uça¤›n piste inifliyle birlikte, öteki yolcular›n flaflk›n bak›fllar› alt›nda vefakâr yurdum insan› pilotu alk›fllayacak, uçak yanaflaca¤›m›z perona do¤ru yol almaya devam ederken Türk yolcular yerlerinden kalk›p el çantalar›n› ve öteki eflyalar›n› toparlamaya bafllayacak, hostesler heyecanla yerlerinden f›rlay›p Almanca ve ‹ngilizce “Lütfen yerinize oturun” diye uyaracak, anonslar yap›lacak; ama kimse dinlemeyecek, ortal›k kar›flacak, uça¤›n içi köy otobüsünden beter olacakt›. Sanki hemen ç›kmasalar, uçak kalk›p baflka yere gidecekmifl gibi acele edenlerin itifl kalk›fl›n› yerimden izledim. Ç›k›fl kap›s›ndaki kalabal›k çekildi¤inde, beklemeyi ye¤leyenlerle birlikte, y›lg›nl›klar› ve yorgunluklar› gözlerinden okunan personele veda edip uçaktan ayr›ld›m.

T

ransit yolculara yönelik levhalar› izleyerek Paris uça¤›na gidecektim; ama önce pasaport denetiminden geçmem gerekiyordu. Avusturya, Avrupa Birli¤i ülkesi oldu¤u için, gidece¤im ülkenin de¤il, uçak de¤ifltirece¤im ülkenin pasaport polisinden Avrupa Birli¤i’ne girifl yapacakt›m. Transit yolculara ayr›lm›fl pasaport kap›lar›nda, her Avrupa havaalan›nda oldu¤u gibi Avrupa Birli¤i üyesi ülkelerin pasaportlar›n› tafl›yanlara ayr›lm›fl kulübeler vard›. 25


BD EYLÜL 2008

A

vrupa Birli¤i vatandafllar›, pasaportlar›n› flöyle bir göstererek geçerken, “Öteki Ülkeler” yaz›l› 2 kulübenin önünde uzun s›ralar oluflmufltu. Yanaklar› k›rm›z›, iri k›y›m 2 Avusturyal› kad›n görevli kendilerine uzat›lan pasaportlar› uzun uzun inceliyor, ara s›ra karfl›lar›nda duran yolcuya bak›yor, öteki yolculara da beklemeleri gereken yerde bulunan çizgiyi iflaret edip, onu aflmamalar›n› sert tav›r ve komutlarla anlat›yordu. Afrika, Asya ve Ortado¤u ülkelerinin vatandafllar›n›n aras›na kar›flm›fl Paris yolcusu Türkler de pasaport denetiminde ter döküyordu. Yetiflmemiz gereken uçak 45 dakika içinde kalkacakt› ve salyangoz h›z›yla ilerleyen ifllemler yüzünden uça¤› kaç›rabilirdik. Avrupa Birli¤i ülkelerine ayr›lm›fl kulübelerde yo¤unluk yoktu. Alaca¤›m yan›t› bile bile s›ram› arkamdaki yolcuya emanet ederek kulübelerden birine yöneldim. Görevli kad›na pasaportumu göstererek derdimi anlatt›m. Eliyle s›ram› iflaret ederek, “Nein! Raus!” (Hay›r! Defol!) dedi. Yerime dönerken, beni izlemeye niyetlenmifl birkaç yolcunun da geri döndü¤ünü gördüm. ‹çimden beddua (dikkat edin küfür demedim) etmekten baflka yapabilece¤im bir fley yoktu. ‹lk temennim de, “Allah sizi bana muhtaç eder, inflallah” oldu. ‹flte ne olduysa o s›rada oldu. Yan›nda 3 çocuk olan hamile bir Türk kad›n›n›n pasaportunu 15 26

dakikad›r inceleyen görevli, “Almanca bilen Türk var m›?” diye seslendi. Kimseden yan›t almad›¤›n› görünce bu kez “‹ngilizce bilen Türk var m›?” diye sordu. Bedduam tutmufltu. Hemen kulübeye gittim. Kad›n› çocuklar›yla birlikte pasaport denetim kulübelerinin arkas›ndaki bir odaya ald›lar. Beni de ayn› yere davet ettiler. “Çeviri yaparak polise yard›mc› olurum, böylelikle ben de s›ra beklemeden pasaport denetimimi yapt›r›r›m” düflüncesiyle girdi¤im odada genç bir Türk kad›n› daha bekliyordu. Görünüflleri ve tav›rlar› d›flar›daki görevlilerden daha sert olan biri kad›n iki Avusturyal› pasaport polisi oturmam için yer gösterdikten sonra k›saca durumu anlatt›lar.

K‹M D‹YOR “57’NC‹ ALAY’IN SANCA⁄I ES‹R ALINDI” D‹YE?

MADALYALI SANCAGIN SAH‹PLER‹ VAR... Türk Silahl› Kuvvetleri Genel Kurmay Baflkanl›¤›, “Tümüyle flehit olan 57’nci Alay’›n sanca¤›n›n Anzaklar taraf›ndan tutsak al›nd›¤› ve Melbourne Müzesi’nde bulundu¤u” internet yay›n›n›n yalan oldu¤unu kan›t›yla aç›klad›. YAZAN: KAYA KARAN

C

ocuklar› olan kad›n ile genç kad›n Fransa’da iflçi olarak çal›flan efllerinin resmi müracaat› sonucu aile birlefltirme yasas› uyar›nca Paris’e gidiyordu. Çocuklara iliflkin belgelerde eksiklik ya da yanl›fll›klar vard›. Genç kad›n ise kolundaki ve boynundaki alt›n tak›lar nedeniyle sorgulanacakt›. Polislere uça¤a yetiflmek zorunda oldu¤umu an›msatt›m ve iflim bittikten sonra bana yard›mc› olup olmayacaklar›n› sordum. Hallederiz anlam›n› ç›kard›¤›m bir fleyler söylediler. Avusturyal›’n›n yard›m› nas›l olur birazdan görecektim.• GurbuzEvren@butundunya.com.tr 27


ne Müzesi’nde sergilenmekte olan sanca¤›n tan›t›m plaketinde flöyle yazmaktad›r: “‘Bu Alay sanca¤› Gelibolu savafl alan›ndan getirtilmifltir. Türk ordusunun geleneklerine göre bir alay›n sanca¤›, alay›n son eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhaf›z›n da alt›nda ölü olarak yatt›¤› bir a¤ac›n dal›na as›l› olarak bulunmufltur. Kahramanl›k timsali olarak karfl›n›zda duran bu Türk alay› sanca¤›n› selamlamadan geçmeyin.’” *** imlerin ne amaçla ve hangi kayna¤a dayanarak kaleme ald›klar› bilinmeyen bu sözümona bilgiyi, Türk Silahl› Kuvvetleri Genel Kurmay Baflkanl›¤› ciddiye almamakta ve 57’nci Alay’›n tarihsel özgeçmiflini an›msatt›¤› bir aç›klamayla bu dayanaks›z sözümona bilgiyi “yok etmektedir”. Genel Kurmay Baflkanl›¤›’n›n bu aç›klamas› flöyledir: “57’nci Alay’a Çanakkale Muharebeleri’nden sonra, 30 Kas›m 1915’te Sultan V. Reflat’›n iradesiyle alt›n, gümüfl imtiyaz ve harp madalyalar› verilmifltir. “Bu madalyalar, 25 Nisan 1916 tarihinde ‹stanbul-fiile aras›nda bulunan Çelebi Köyü’nün kuzeydo¤usunda toplanan alay›n sanca¤›na törenle tak›lm›flt›r. “Dolay›s›yla alay sanca¤›n›n Çanakkale Muharebeleri s›ras›n-

K Ad›n› tarihe “Dünya’n›n En Kahraman Alay›” olarak yazd›ran, Çanakkale Muharebeleri’ndeki 57’nci Alay’›n ilk komutan› olan Yarbay H. Avni Bey, eski Hava Kuvvetleri Komutan›, Parlamento üyesi, (eski Cumhuriyet Senatosu baflkan›) E. Org. Tekin Ar›burun’un babas›d›r.

Son dönemde çeflitli kifli ve kurulufllar taraf›ndan yönetilen internet siteleri ya da blog sayfalar›nda yer alan ve zaman zaman güncellenip, elektronik posta yoluyla internette dolaflt›r›lan iletilerde, “Dünyan›n en kahraman askeri birli¤i” tan›m›yla tarihe geçen ve tarihte ilk olarak, “iki kez flehit olan” 57’nci Alay ve onun sanca¤› konusunda flu dayanaks›z sözümona bilgi ileri sürülmektedir: “Halen Avustralya, Melbour28

57’nci Alay Sanca¤›’na, Çanakkale Muharebeleri’nden sonra, 30 Kas›m 1915’te Sultan V. Reflat’›n iradesiyle Alt›n-Gümüfl K›l›çl› ‹mtiyaz, Liyakat Madalyalar›, K›l›çl› Mecidiye ve Osmaniye Niflanlar› ile Türk Harp ve Demir Salüp Müttefik Niflanlar› tak›ld›.

da Avustralyal›lar taraf›ndan ele geçirildi¤i iddias› do¤ru de¤ildir. Baz› yay›nlarda bu sanca¤›n bugün Avustralya, Melbourne Müzesi’nde sergilendi¤i iddia edilmektedir. “Bu iddialarla ilgili Melbourne Müzesi’nin de içinde yer ald›¤› dört müze ad›na Victoria Eyalet Müzesi taraf›ndan gönderilen cevabi yaz›da, ellerinde 57’nci Alay’a ait bir sancak bulunmad›¤› bilgisine ulafl›lm›flt›r.” Bilindi¤i gibi Albay Hüseyin Avni Bey komutas›ndaki 57’nci Alay, Çanakkale Savafllar›’nda Mustafa Kemal’in, ‘Ben size taarruz emretmiyorum, ölmenizi emrediyorum’ emrini komutan›ndan son Mehmetçik’ine de¤in 628 kiflilik

varl›¤›yla eksiksiz uygulayan ve tümü flehit olan kahraman alayd›r.

S

imdi tümünün Çanakkale’de, Bomba S›rt›’ndaki 57’nci Alay fiehitli¤i’nde birlikte “uyumakta olduklar›” 57’nci Alay, Çanakkale Savafllar›’ndan sonra yeniden oluflturulmufl ve önce Galiçya Cephesi’nde savaflm›fl, ard›ndan ba¤l› oldu¤u 19’uncu Tümen ile birlikte Filistin Cephesi’nde görev bafl› yapm›flt›. 29 Temmuz 1917-23 Eylül 1918 tarihleri aras›nda Filistin Cephesi’nde birçok çat›flmaya kat›lan 57’nci Alay, Nablus Meydan Muharebesi’nde varl›¤›n›n dörtte üçünden fazlas› flehit ol29


BÜYÜK YAPITLARIMIZ Konur Ertop

Arabas› elinden giden, aflk umudu bofla ç›kan

ZUPPE BIHRUZ BEY 57’nci Alay fiehitli¤i Bomba S›rt›'nda yer al›yor. 628 kahraman flehidimizin an›s›n› yans›tan bu flehitlik,12 Aral›k 1992’de aç›ld›. Bu flehitli¤in yap›m› s›ras›ndaki kaz›larda, ‹ngiliz Yüzbafl› Woiters ve 57’nci Alay 6’nc› Bölük Komutan› Erzincanl› Üste¤men Mustafa As›m Bey’in iskeletleri yan yana bulundu. ‹skeletlerinin yan›nda, ikisinin de tabancalar›, mermileri ve mataralar› duruyordu.

duktan sonra savafl gücünü yitirmifl ve ‹ngilizler’in eline geçmemesi için önce sanca¤›n› yok etmifl, daha sonra ise “son Mehmetçik’ine de¤in” bir kez daha flehit olmufltur. *** omba S›rt›’ndaki 57’nci Alay fiehitli¤i’nin 1992 y›l›nda yap›lan düzenleme çal›flmalar› s›ras›ndaki kaz›larda, ‹ngiliz Yüzbafl› Woiters ve 57’nci Alay 6’nc› Bölük Komutan› Erzincanl› Üste¤men Mustafa As›m Bey’in iskeletleri yan yana bulunmufltu. ‹skeletlerinin yan›nda, ikisinin de tabancalar›, mermileri ve mataralar› duruyordu. Yüzbafl› Woiters’in boynun-

B 30

da, üzerinde kimli¤i yaz›l› künyesi, Üstte¤men Mustafa As›m Bey’in boynunda ise, balmumuyla korunan muskas›ndaki kimli¤i yer al›yordu. ‹ngiliz Yüzbafl› Woiters ve Türk Üste¤men Mustafa As›m Bey bu flehitli¤imizdeki abidenin önüne, bulunduklar› gibi gömüldüler. O gün defin törenine davet edilen Woiters’in ve Mustafa As›m Bey’in yak›nlar›, o günden sonra her y›l ayn› gün ve saatte, ayn› yerde biraraya gelmekte, birbirleriye dakikalarca kucaklaflarak, ailelerinin ve uluslar›n›n toprak alt›nda yan yana yatan kahramanlar›na bir çeflit selam göndermektedirler, tüm dayanaks›z savlar üreten kimbilir kimlere inat...•

ecaizade Ekrem Bey yenilikçi Tanzimat edebiyat›n›n bir temsilcisiydi. Nam›k Kemal, Avrupa’ya giderken “Tasvir-i Efkâr” gazetesinin yönetimini b›rakacak denli ona de¤er veriyordu. Abdülhak Hamit ona “Örnek tutulacak, söylediklerinden ders al›nacak usta” diyordu. Mülkiye Mektebi’nde (Siyasal Bilgiler okulunda) edebiyat dersi okutan Ekrem Bey, ça¤dafl görüflle yaz›lm›fl edebiyat bilgileri kitab› olan “Talim-i Edebiyat”› (Edebiyat Ders Kitab›’n›) yazm›flt›. Burada ileri sürdü¤ü görüfller, verdi¤i örnekler eski edebiyat yandafllar›n›n sert tepkisiyle karfl›land›. Ekrem Bey, genç yazarlar› destekliyor, döneminin ilerisinde edebiyat ilkeleri öne sürüyordu. Galatasaray Lisesi’nden ö¤rencisi olan genç Tevfik Fikret, onun önerisiyle “Servet-i Fünun” dergisinin bafl›na getirildi. Böylece edebiyat›m›z›n en önemli yenilik hareketlerinden biri bafllam›fl oldu.

R

Bu yenili¤e ayak uyduranlar “Dekadan” (Çökerten, Y›kan) diye adland›r›ld›. Bu genç yazarlar gelenek görenekten kopmakla, Bat› öykünmecili¤iyle suçland›. Onlara yol gösterdi¤i için Recaizade Ekrem’e elefltiriler yöneltildi. 31


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

Oysa Ekrem Bey’in kendisi de, yeni edebiyat ak›m›n›n dergisi “Servet-i Fünun”da tefrika edilen “Araba Sevdas› yahut Bihruz Bey’in Âfl›kl›¤›” roman›nda bu elefltirilen tutumu, köklerinden uzaklaflanlar›, Bat›’n›n de¤erlerini kavramayanlar›, gösterifl düflkünlü¤ünü, çal›flmadan yaflamay›, har vurup harman savurmay› yeriyordu.

Y

ay›mland›¤› tarihten 25 y›l kadar önce, 1870’lerde ‹stanbul’daki yaflama tan›kl›k eden roman›n baflkiflisi Bihruz (“‹yi gün” anlam›na gelir), bir valinin o¤ludur. Babas›n›n uzak illerde de¤iflen görev yerleri nedeniyle düzenli ö¤renim görememifl, özel dersler alm›flsa da bir fley ö¤renememifltir. Frans›zca konuflmaya, Bat›l›lar gibi yaflamaya, arabas›yla gezinti yerlerinde dolaflmaya merakl›d›r. Bir devlet dairesinde sözde çal›flmakta, annesiyle birlikte yaflamakta, babas›ndan kalan miras› har vurup harman savurmaktad›r. Frans›zca yap›tlar› do¤ru düzgün anlayamasa, sözde ders almay› sürdürse de Frans›zca konuflmak için Beyo¤lu’na al›flverifle ç›kar. Evinde çal›flanlarla hatta annesiyle Frans›zca konuflmaya kalkar. Çevresindekiler onun ne dedi¤ini, ne istedi¤ini anlayamaz: “Kap›n›n yan›nda ba¤c› k›l›¤›nda iki kifli durmufl konufluyordu. Onlara bakarak sertçe bir eda ile: “Mon ekipaj (Arabam) dedi 32

ve adamlar›n çarçabuk bir fleyler yapmalar›n› bekledi. Fakat herifler bu sözden hiçbir fley anlamam›fllar, birbirlerinin yüzüne al›k al›k bak›yorlard›.” Kulland›¤› yabanc› sözcükleri çevresindekiler baflka türlü anlar, ortaoyunundaki sahnelerin benzerleri yaflan›r: “Bu pililer (burufluklar) nedir?” “Hani neresi kirli? Ben görmüyorum.” “Kirli demedim a can›m pili diyorum sana... Yani burufluk...” “Pekiy... Söyleyelim de bir daha dikkat etsin...” “Hem söyle, hem de yine dikkat etmezse konjediye olaca¤›n› (yol verilece¤ini) kendisine iyice anlat.” “Gonce diyen kim? Kim kime gonce diyor? Anlayamad›m.” “Kom tü e drol! (Ne tuhafs›n!) Gonce demiyorum, konjendiye diyorum, konjendiye... Kovar›m demek.” “Ben art›k oras›n› bilmem.” ... “Öööf be dad› kalfa! ‹nsan› çatlatacaks›n.”

C

aml›ca Bahçesi’nde gördü¤ü Perivefl (“Peri gibi güzel” anlam›ndad›r) Han›m’a gönlünü kapt›r›r. Bu güzel kad›n›n “gönül avc›s›, edal› bir yosma” oldu¤unu anlayamaz. Bir mektup yaz›p onu sevdi¤ini anlatarak ertesi hafta yine parkta görüflmek istedi¤ini bildirir. Yeterli bilgisi olmad›¤› için

sözcükleri do¤ru kullanamaz, mektubuna almaya çal›flt›¤› fliiri iyi seçemez, okuduklar›na do¤ru anlam da veremez.

elinden alm›fllard›r. ‹zmir’e gidece¤i yalan›n› söyleyen Keflfi’yi vapur kalkmadan bulup Perivefl’in mezar›n› ö¤renmeye çal›fl›r, kay›kç› onu baflka bir vapura götüerçekte hafif bir ka- rüp bir sürü paras›n› al›r. d›n olan, arkadafl› Eve gidip gelerek sözde FranÇengi Han›m’la ge- s›zca’s›n› ilerletmesine yard›m zip tozarak gününü eden, as›l amac› Bihruz’dan olagün eden Perivefl bildi¤i denli çok para koparmak de Bihruz Bey’i ciddiye almaz, olan Frans›zca ö¤retmeni, aflk yazd›¤› mektubu buruflturup atar. ac›s› içindeki Bihruz’a romanlar Bihruz’la görüflmeye de gelmez. tafl›r. Daha önce ö¤retmenle “PaBihruz’un ul ile Virginie”, arkadafl› Keflfi “Kamelyal› Ka(“Gizli fleyleri d›n” gibi roRecaizade Ekrem Bey bilen” demekmanlar› okuyan Bat› uygarl›¤›n› yanl›fl tir), Perivefl Hadelikanl›, art›k alg›layan, yaflam›n› n›m’› tan›d›¤›n› ruhsal çöküntü bilgisizce kendine zehir söylemifltir. Peiçindedir. Gereden zavall› bir genci, rivefl’i göremeçeklikle düfllem yaflad›¤› kentin di¤i için üzüntü aras›nda yaflar, çeken, içine kaelinden “Grazigerçekli¤i ortas›nda panan Bihruz’a, ella”, “Manon ustaca anlatm›fl, onun yalan söyleLescaut” gibi benzerlerine do¤ru mekten pek aflk romanlar›n› yolu iflaret etmifltir. hofllanan Keflfi, düflürmez. genç k›z›n tifoAmac› sevgilisidan öldü¤ünü söyler! Bihruz sev- nin mezar›n› bulup orada ona fligilisine bu ölüm biçimini yak›flt›- irler okumakt›r. ramaz, aflk romanlar›nda anlat›lBir Ramazan günü fiehzadebad›¤› biçimde k›z›n veremden öl- fl›’nda Çengi Han›m’›n yan›nda dü¤ünü düflünmeye bafllar. Bir Perivefl’i görüp onunla konuflur. gün k›y›dan uzaklaflan vapurda Ölen kardeflinin mezar›n›n nerePerivefl’i görüp Keflfi’ye anlat›nca de oldu¤unu soran bu tuhaf genarkadafl› bir yalan daha k›v›rarak cin sözlerini yad›rgayan kad›n, Perivefl’e çok benzeyen ablas›yla Perivefl’in kendisi oldu¤unu söykarfl›laflm›fl olaca¤›n› söyler. ler. Bihruz flaflk›nl›k, umars›zl›k Hesaps›z harcamalarda bulu- içinde kalakal›r: “Nefret ve hasretin hepsine nan, borçlar›n› ödeyemeyen Bihruz’un arabas›n› atlar›yla birlikte benzeyen, fakat hiçbiri olmayan,

G

33


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

tarifi imkâns›z bir duygu, gönlünü bir anda kaplay›verdi. Bu garip duygunun etkisi alt›nda ve bir dakika içinde hayat›ndan, ac› veya tatl› hiçbir zevk almaz oldu.” Kad›nlar, “Herif deli mi ne?” diye gülüflerek yürüyüp giderler.

Y

anl›fl Bat›l›laflma’n›n yan›s›ra gerçekten kopmufl aflk izle¤ini iflleyen “Araba Sevdas›” gerçekçi niteli¤iyle Türk edebiyat›nda bir ilki oluflturur. Prof. Dr. Berna Moran, yap›t›n Türk romanc›l›¤›nda iç konuflma tekni¤ini, hatta arada bir bilinç ak›m›n› uygulayan ilk yap›t oldu¤unu, bu niteli¤iyle dünya yaz›n›nda da önceli¤i bulundu¤unu ileri sürmüfltür. Bihruz’un kendi kendine konuflmalar› da Frans›zca sözlerle doludur: “Niçin gelmedi acaba! Niçin?.. Ne sebeple?.. Ah! Parol (söz) tutmazlar ki... Türk kad›nlar› ne kadar biyen edüke (iyi e¤itilmifl) olsalar yine nafile!.. Hiç olmazsa bir haber göndermeli de¤il miydi?..” Kahraman›n ruhsal durumunu çok iyi yans›tan karmafl›k düflleri de roman›n dönemi için önemli yeniliklerindendir: “Mösyö Piyer’in (Frans›zca ö¤retmeninin) s›çray›p hayk›rmas›ndan atlar ürküyor, lando devriliyor... Landonun içinden bir çift kaplumba¤a ile bir de fino köpe¤i ç›k›yor... Derken, bindi¤i ya¤›z at, kendisini bofllu¤a b›rakarak, 34

alt›ndan s›yr›l›yor ve havalan›p uçmaya bafll›yor... Öte tarafta kaplumba¤alar dans ederken fino köpe¤i de ‘Belle Hélène’ operas›ndan okudu¤u bir parçan›n ahengine uyarak yerden yükselmeye bafll›yor... “Bunlara benzer daha bir sürü acayip fleyler... Garip garip flekiller...” Bihruz kendini Frans›zca kitaplarda yalan yanl›fl okuduklar›na, Beyo¤lu’nda gördüklerine kapt›rm›flt›r. Evindeki, çevresindeki yaflam› be¤enmez. Frans›zca’n›n yan›nda kendi dilini sönük, yetersiz bulur: “Mektubun yaz›l›fl›ndaki yavanl›¤› kendi anadilindeki bilgisizli¤ine de¤il de, Türkçe’nin yetersizli¤ine yükleyerek öfkelendi, kendi kendine bir hayli söylendi.”, “Türkçe’de poezi (fliir) yoktur (...) Frans›zca’n›n her lak›rd›s› güzeldir, bizimki gibi kaba de¤ildir.”

Y

erli olan herfleyi, çevresindekileri, halk› küçümser. Evdeki Osmanl›ca sözlü¤ü bir kenara atm›flken bunu “Redhouse” adl› bir ‹ngiliz’in yazd›¤›n› ö¤renince kitab› ciltletip kitapl›¤›na koymaya kalkar. Divan Ozan› Enderunlu Vas›f’›n dizelerini mektubuna almaya çal›flm›flt›r. Anlam›n› sökemedi¤i için, çal›flt›¤› kalemdeki arkadafllar›na gülünç olur: Naim Efendi: “Oras›n› da git flair Vas›f’a sor!..”

Bihruz Bey: “Soray›m... Fakat nerde oturur bu Vas›f flair? Ne ifl yapar?” Naim Efendi: “Karacaahmet’te... fiark›c›d›r.” Giysilerini terzi Mir’den, flekerlemeyi Valöri’den al›r. Heral’in ayakkab›lar›n› giyer, berber ‹zidor’da t›rafl olur. Tatil gününde Çaml›ca’daki bahçe, Bihruz’un ifl yeri, limanda harekete haz›rlanan yolcu vapuru, Ramazan’da fiehzadebafl› Caddesi ve benzerleri, romanc›n›n yaflam› gerçekçi bir biçimde, zengin ayr›nt›lar›yla dile getirdi¤i betimlemeler aras›ndad›r: “Her kafadan baflka bir ses ç›k›yordu. Arada bir kahveci ç›raklar›: ‘‹ki flekerliii! bir sade... Okkal› olsun... Demli taraf›ndan üç çay.... Üç de lokuuum!’ diye ocakç›ya sesleniyor; muhallebici, dondurmac›, leblebici, k⤛thelvac›, e¤lencelik flamf›st›kç›, flekerci, simitçi v.s. gibi, hiçbir mesire yerinden eksik olmayan sat›-

c›lar›n çeflitli ba¤›r›p ça¤›rmalar› kulaklar› t›rmal›yor; fena bir keman, adi bir lavta, so¤uk bir klarnet ve bir de pörsük teften ibaret, sözüm ona, incesaz mevcut halk›n yüzde doksan üç çeyre¤i için bedava olarak tutturdu¤u nefreti makam› ile bu curcunay› tamaml›yordu. Öte yanda, Çaml›ca suyunun kayna¤›na yak›n yerde çad›r kuran kebapç›n›n, k›zg›n atefl üzerinde mavi ve ya¤l› dumanlar› buram buram etrafa yay›lan köftesinin, kebab›n›n, ci¤er tavas›n›n, fasulye piyaz›n›n, aç midelerde ifltah aç›c› kokular› havaya kar›fl›yor; bütün bunlar o güzelim yerin olanca letafetini bozuyor; oras›na alelade bir panay›r manzaras› veriyordu.” Recaizade Ekrem Bey Bat› uygarl›¤›n› yanl›fl alg›layan, yaflam›n› bilgisizce kendine zehir eden zavall› bir genci, yaflad›¤› kentin gerçekli¤i ortas›nda ustaca anlatm›fl, onun benzerlerine do¤ru yolu iflaret etmifltir.•

Omuzunda bal›k çantas› as›l›, elinde kocaman bir olta bulunan adam, bal›kç›dan bir kilo istavrit istedi, paras›n› ödedi ve dükkan›n kap›s›na de¤in gittikten sonra, bal›klar› tek tek kendisine do¤ru atmas›n› söyledi. Bir kilo bal›¤› poflete koymaya haz›rlanan dükkan›n sahibi, müflterisinin bu iste¤ine ak›l erdiremedi: “Benimle oyun mu oynuyorsunuz, beyefendi?” dedi. Müflteri, adama ba¤›rmaya bafllad›: “Kötü bir bal›kç› olabilirim; ama asla bir yalanc› de¤ilim” dedi. “Eflime bu bal›klar› benim yakalad›¤›m› söyleyece¤im...”• 35


YAZAN: DOLUNAY ERTEN

T

ürkiye’nin ilk devlet sanatç›s› Ahmet Adnan Saygun, 75 bestesi, 14 kitab›, 7 çevirisiyle çoksesli müzik tarihimizin temelini oluflturan ve sözcü¤ün hak edilmifl anlam›yla, “Devrimci” unvan›n› alan öncü bir sanatç›m›zd›r. Atatürk’ün iste¤i üzerine, bir ay gibi k›sa bir sürede “Özsoy” adl› operay› besteleyen sanatç›, gece ve gündüz çal›flarak tamamlad›¤› bu çal›flmas›yla “‹lk Türk operas›n› besteleyen sanatç›” unvan›n›n da sahibi olmufltur. Cumhuriyet dönemi çoksesli Türk müzi¤inin en çok seslendirilen yap›tlar›ndan “Yunus Emre” oratoryosunun da bestecisi olan 36

bu büyük sanatç›m›z›, onun “Özsoy” operas›n› bestelemesinin çok duyulmam›fl öyküsünü yay›mlayarak, 7 Eylül’de do¤umunun 101’inci y›ldönümünde bir kez daha sayg›yla an›yoruz. 1934 y›l›, May›s ay›... Ankara, önemli bir konu¤unu a¤›rlamaya haz›rlan›yor. ‹ran fiah› R›za Pehlevi, Türkiye’ye gelecek ve pek çok merak etti¤i Mustafa Kemal’in devrimlerini yerinde gözleriyle görecek, inceleyecek. Mustafa Kemal, çok önem verdi¤i konu¤unun a¤›rlanmas› haz›rl›klar›yla yak›ndan ilgileniyordu. Bu konuda görüflmek üzere bir akflam Çankaya Köflkü’ne davet etti¤i yak›n arkadafllar›na içtenlikle sordu: 37


BD EYLÜL 2008

“fiah Pehlevi’yi derinden etkileyecek bir program için neler yapmam›z› önerirsiniz?” dedi. “Bana bu konudaki görüfllerinizi aç›klaman›z› istiyorum.”

A

rkadafllar›, birbirinden çok de¤iflik önerilerde bulundular. ‹çlerinden kimi, bu önemli konu¤u Orman Çiftli¤i’ne götürmeyi önerdi, kimi Merinos fabrikas›n› gezdirmenin daha uygun olaca¤›n› söyledi. Mustafa Kemal, bu öneriyi ve buna benzer önerilerin hiçbirini be¤enmedi: “Bütün bunlar ‹ran’da da var” dedi. “Onlarda olmayan öyle birfley yapmal›y›z ki, fark›m›z› ortaya koyabilelim.” Arkadafllar›, onun akl›nda önemli bir önerinin sakl› durdu¤unu anlad›lar. Ve bu kez, onlar kendisine sordular: “Siz nas›l birfley düflünüyorsunuz bu konuda Paflam?” dediler. Mustafa Kemal, tüm davetlilerini büyük bir flaflk›nl›¤a u¤ratan flu düflüncesini aç›klad›: “Bir Türk operas› yapaca¤›z!..” dedi. Sofrada evsahibi d›fl›nda herkes faltafl› gibi aç›lm›fl gözleriyle birbirine bak›yor ve hiçbiri seslendirmeden; fakat hepsi içlerinden, sorular üstüne sorular soruyordu: “Opera m›? Hem de bir Türk operas› m›? Yazar›m›z yok, bes38

tecimiz yok, koromuz yok, sanatç›m›z yok, orkestram›z yok... Bir Türk operas› ama, nas›l, neyle, kimle?..” Mustafa Kemal, arkadafllar›n›n suskunlu¤unu bir süre “dinledikten” sonra, önerisini de¤il, karar›n› yineledi: “Bir Türk operas› yapaca¤›z!..” dedi. ‹lk Türk operas›n›n “do¤ufl” öyküsü, iflte böyle bafllad›. *** Mustafa Kemal, önemli konu¤u için yaz›lacak ve bestelenecek operan›n konusunu da kendi belirledi: ‹ranl›lar’›n “fieyhname”sinden esinlenerek oluflturulan bir destan›n konusu, bu operan›n da konusunu oluflturacakt›.

D

estandaki Hakan Feridun’un ikiz o¤ullar› Tur ile ‹raç’›n, do¤duklar›nda fleytan›n gazab›yla birbirlerinden ayr›lmalar›, ayr› yollara gidip birbirlerinden uzaklaflmalar›, yüzy›llar sonra ise buluflup, kardefl olduklar›n› anlamalar› öyküsü, iki kardefl ülke Türkiye ile ‹ran’›n, ayr› yollara gitmelerine karfl›n, kardefl olduklar›n› bilmeleri olgusuyla efllefltirilerek ifllenecekti. Konu güzeldi de bunu, “operan›n sözü” olarak adland›r›lan “libretto” olarak kim kaleme alacakt›? Aran›lan yazar, iki gün sonra

Atatürk, ‹ran fiah› R›za Pehlevi ile Çankaya Köflkü'nde (16 Haziran 1934)

bulundu: Bu görev, Münir Hayri Egeli’ye verildi. Peki, kim besteleyecekti bu librettoyu? ‹lk Türk operas›n›n bestesini yapmak flerefi kime verilecekti? “Bir çocuk vard› Paris’e gönderdi¤imiz” dedi Mustafa Kemal. “fiimdi Musiki Muallim Mektebi’nde (Müzik Ö¤retmen Okulu) ö¤retmenlik yap›yor olmal›. O bu ifl için yeterlidir bence...” Çoksesli bat› müzi¤i ö¤renimi yapmak üzere devlet bursuyla Paris’e gönderilen Saygun, bu ö¤renimini tamamlam›fl, k›sa bir süre önce yurda dönmüfl ve flimdi de “Musiki Muallim Mektebi”nde ö¤retmenlik yapmaktayd›. Mustafa Kemal’in iflareti üzeri-

ne 27 yafl›ndaki bu genç ö¤retmen davet edildi ve Münir Hayri Egeli’nin librettosu verilip, kendisinden bunu bir opera olarak bestelenmesi istendi. O an›n› Ahmet Adnan Saygun, y›llar sonra flöyle anlatm›flt›r:

“Y

aflam›mda en çok sevinç duydu¤um iki günden biri, müzik ö¤renimi yapmam için devlet taraf›ndan Paris’e gönderilece¤imi ö¤rendi¤im gün oldu, biri de benden ‘Özsoy’ operas›n› bestelemem istendi¤i gün oldu. Birincisinde, ö¤reneceklerim nedeniyle çok sevinmifltim, ikincisinde ise, ö¤rendiklerimle ulusu39


BD EYLÜL 2008

ma ve devletime hizmette bulunaca¤›m nedeniyle çok sevinmifltim.” Saygun’un o günkü sevincini, bir kuflkusu izlemifl. “Solistimiz yok, koromuz yok, orkestram›z yok” demifl. “Ben bu besteyi yapsam bile müzi¤i çalacak orkestra nerede, oyunu oynayacak, aryalar› söyleyecek solist nerede, koro nerede?” Ona bu flerefli görevi iletenler, bu “yok”lar› duymam›fllar, bir “var”dan söz etmifller: “Yaln›zca bir ay zaman›n›z var” demifller. Adnan Saygun, o var olan bir ay›n gündüzlerine gecelerini de katt› ve kendisine iki ayl›k bir zaman var etti. Sonra da, “‹flte ilk operam›z” dedi. Ortada bir opera yap›t› vard›; ama bu operay› seslendirecek solistler ve koro elemanlar› yoktu, bir orkestra yoktu. 40

Orkestran›n yayl› sazlar grubu, ‹stanbul’dan Cemal Reflit Rey’in kurmufl oldu¤u yayl› sazlar orkestras› ile takviye edildi. Borulu sazlar grubu da Ankara’daki asker bandolar›ndan sa¤land›. Koro, Ankara K›z Lisesi, ‹smet Pafla K›z Enstitüsü ve Gazi Terbiye Enstitüsü Beden Terbiyesi Bölümü’nün, üstelik nota bilmeyen ö¤rencilerinden kuruldu. Nimet Vahit, Nurullah Taflk›ran, Semiha Berksoy ve Halil Bedii Yönetken de solist olarak görev ald›lar. Provalar bafllad›¤›nda, Riyaseti Cumhur Orkestras› fiefi Zeki Üngör’ün, çal›flmalarda kendinden beklenen yard›m› göstermedi¤i saptand›.

B

u durum Mustafa Kemal’e iletildi¤inde, provalar› kendisinin de izlemek istedi¤ini söyledi. Türk Oca¤›’ndaki locas›ndan Zeki Bey’in genç Saygun’a ç›kartt›¤› zorluklara bizzat tan›k oldu ve k›zman›n da ötesinde, öfkelendi. Zeki Üngör bu davran›fl biçimi nedeniyle orkestran›n bafl›ndan uzaklaflt›r›ld›, flefli¤e genç müzisyen Saygun getirildi. Oluflturulan “mucize”yi ve uykusuz geceleri Adnan Saygun, ileride flöyle yazd›: “Ah bu çal›flma!.. Zaman k›sa, imkanlar son derece s›n›rl›. (…) Ama içimiz coflkun. Yaln›z benim de¤il, bütün görev alm›fl arkadafllar›m›n içi flevkle kayn›-

yor. Acaba o at›l›m üstüne at›l›m y›llar›nda, içimizde duydu¤umuz dinmek bilmez heyecan›, sönmek bilmez atefli flimdiki kuflaklar nas›l duyuyorlard›r?” Ve “Özsoy” 19 Haziran 1934 gecesi, iki devlet adam›n›n huzurunda sahnelendi. Mustafa Kemal, bu mucizenin yarat›c›lar›n› o gece temsilden sonra Çankaya Köflkü’nde kutlad›, a¤›rlad› ve bu iflin olamayaca¤›na inanan kiflilere duyurmak istercesine, coflkusunu salonda yüksek sesle flöyle dile getirdi: “Bu, bir devrim hareketidir!” Mustafa Kemal, “Özsoy” operas› baflar›s› nedeniyle Ahmet Ad-

nan Saygun’a özel kutlamas›n› ise, ondan ikinci bir opera bestelemesini isteyerek yapt›. Konu yine Mustafa Kemal’den gelmiflti. ‹nsan›n yeniden do¤uflu fikri, bir büyük önderin yeni bir ulusu yarat›fl›, yeni cumhuriyet insan›n›n do¤uflu, Saygun’un eflsiz müzi¤i ile ikinci Türk operas› “Taflbebek”de canland›. Saygun’un genç yaflta ve tüm olanaks›zlardan olanaklar üreterek besteledi¤i bu iki Türk operas›, Mustafa Kemal’in müzik devriminin en somut örnekleri olarak, kültür hazinemizdeki onurlu yerlerini bugün de korumaktad›rlar.•

Mehmet akflam eve geldi¤inde efli Ayfle’nin a¤lad›¤›n› görünce flafl›rd›: “Hayrola ne oldu?” diye sordu. Ayfle, bir yandan a¤lamas›n› sürdürürken, bir yandan da eflini yan›tlad›: “Annen bugün bana çok a¤›r bir hakarette bulundu.” Mehmet bu yan›ta çok flafl›rd›: “Annem sana nas›l hakarette bulunabilir ki?” dedi. “Biz Ankara’day›z, annem Urfa’da...” Ayfle, elindeki mektubu gösterdi: “Sana gönderdi¤i mektubu al sen de oku” dedi ve elindeki mektubu efline verdi: “Mektubun sonuna, ‘Ayfle okuduktan sonra bu mektubu Mehmet’e vermeyi unutma’ diye yazm›fl...”• Hakim, san›¤a döndü ve sordu: “Davac›y›, merdivenden itti¤in do¤ru mu?” San›k, sakin bir biçimde yan›t verdi: “Ben yaln›zca bir basamak ittim, ötekilerinden kendisi düfltü.”• 41


KÖfiEDEN BUCAKTAN Mehmet Muhsinoğlu

“Yaflam sahas›” u¤runa sönen yaflamlar...

1

Eylül 1939 Cuma günü sabah saat 5:45’te Hans, arkadafllar› Weber ve Otto ile birlikte, Almanya-Polonya s›n›r›n› geçiyordu. Arkalar›nda, kendilerini ad›m ad›m izleyerek ilerleyen ve onlar›n hemen ard›ndan ayn› s›n›r› geçen 1,5 milyon Nazi askeri vard›. Att›¤› bu ad›mlar›n ‹kinci Dünya Savafl›’n› bafllataca¤›n›, 61 ülkeyi kas›p kavuracak bu ateflin, 25 milyon 173 bin 700 asker, 41 milyon 830 bin 600 sivil, 5 milyon 754 bin 400 soyk›r›m kurban› olmak üzere 72 milyon 758 bin 700 insan›n ölümüne, 90 milyon insan›n a¤›r yaralanmas›na neden olaca¤›n› sabah›n o erken saatinde elbette bilmiyordu Hans! Arkadafllar› Weber de, Otto da, hatta arkalar›ndaki 1,5 milyon Nazi askeri de bilmiyordu. Bu iflin sonunu, o iflin bafllad›¤› bu saatte yaln›zca bir kifli biliyordu. O kiflinin ad›, Adolf Hitler’di. Bu iflin sonunda tarihe, 20’nci yüzy›l›n en büyük ölümcül felaketini bafllatan, üstün Alman ›rk›n›n yaflam sahas› iddias› u¤runa, milyonlarca insan›n yaflam›n› söndüren kifli olarak geçecek olan Hitler... 42

43


BD EYLÜL 2008

Histerik sesiyle flöyle ba¤›r›yordu “Führer” tüm dünyaya:

“B

u akflam Polonya piyade askerleri, kendi topraklar›m›zdan bize atefl açt›lar. Bu sabah saat 5:45’te buna ateflle karfl›l›k verdik. fiu andan itibaren her bombaya, ayn› biçimde kendi bombalar›m›zla karfl›l›k vermeye devam edece¤iz.” Altm›flsekiz ay sürdürdü, savunma maskeli bu iflgal ateflini... Ta ki, 30 Nisan 1945 Pazartesi günü, Berlin’de yeralt› s›¤›na¤›nda kuflatma alt›nda oldu¤u saatlerde, bir gün önce evlendi¤i Eva Braun’la birlikte intihar edinceye de¤in... Cesetlerinin bile ele geçmesini istemiyordu. S›¤›nakta son emrini verdi yan›ndakilere: “Daha sonra bizi yak›n!” Benzin döktüler Adolf ve Eva’n›n cans›z bedenlerine... *** Prusyal› General ve Askeri Stratejist Clausewitz’in, ünlü sözüne göndermede bulunan Alman Tarihçi Eberhard Jaeckel’in belirtti¤i gibi, “Hitler savafl›, politikan›n bir baflka anlamda devam› olarak görmüyordu.” “Hitler için savafl, gerçek bir politik yöntemdi!..” Alman tarihinde Hitler’in oynad›¤› rol üzerindeki çal›flmalar›yla tan›nan, sosyal demokrat Tarihçi Eberhard Jaeckel’e göre, Hit44

ler’in tarihsel anlamda etkisi, Chernobil Nükleer Santrali’nin yol açt›¤› felaketle eflde¤erdi. *** Atatürk, henüz Hitler iktidara gelmeden, 27 Eylül 1932’de ABD Kara Kuvvetleri Komutan› Orgeneral Douglas McArthur’la Dolmabahçe’de yapt›¤› görüflmede, flöyle diyordu: “Versailles Muahedesi Birinci Dünya Harbi’ne sebebiyet vermifl olan amillerden hiçbirini bertaraf edemedi¤i gibi, bilakis dünün bafll›ca rakipleri aras›ndaki uçurumu büsbütün derinlefltirmifltir. “Zira galip devletler, ma¤luplara bar›fl flartlar›n› zorla kabul ettirirlerken, bu memleketlerin etnik-jeopolitik ve iktisadi hususiyetlerini asla nazar-› itibara almam›fllar ve sadece husumet hislerinden mülhem bulunmufllard›r. Böylelikle bugün içinde yaflad›¤›m›z bar›fl devresi, sadece mütarekeden ibaret kalm›flt›r.

“E

¤er siz Amerikal›lar, Avrupa iflleri ile alâkadar olmaktan vazgeçmeyerek Wilson’un program›n› tatbikte israr etseydiniz, bu mütareke devresi uzar ve bir gün devaml› bir sulha müncer olabilirdi. “Bence dün oldu¤u gibi, yar›n da Avrupa’n›n mukadderat› Almanya’n›n alaca¤› vaziyete ba¤l› bulunacakt›r. “Fevkalâde bir dinamizme

malik bu disiplinli millet, üstelik milli ihtiraslar›n› kamç›layabilecek siyasi bir cereyana kendisini kapt›rd› m›, er geç Versailles Muahedesi’nin tasviyesine tevessül edecektir. “Avrupa’da vuku bulacak bir harbin bafll›ca galibi ne ‹ngiltere, ne Fransa, ne de Almanya’d›r. Sadece Bolflevizm’dir. Rusya’n›n yak›n komflusu ve bu memleketle en çok harbetmifl bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden hadiseleri yak›ndan takip ediyor ve tehlikeyi bütün ç›plakl›¤› ile görüyoruz.” McArthur, bunun üzerine flunlar› söylüyordu Atatürk’e: “Sözlerinize tamamiyle ifltirak ediyorum. Bana öyle geliyor ki, Avrupa’da bafllayan bir harp, behemahal Asya’ya da sirayet edecektir. Zira büyük devletlerin Avrupa’daki ma¤lubiyetlerini Japon-

ya, Asya’daki emellerini tahakkuk ettirmek için bir f›rsat addedecektir. Amerika flüphesiz buna bigane kalmayacakt›r. Böyle bir harpte ise Rusya Asya’daki siyasi nüfuzunu geniflletmeye çal›flacakt›r.”

“C

umhuriyet” gazetesinin “Kafkasya” dergisinden al›nt› yap›p, 8 Kas›m 1951’de yay›mlad›¤› ve Türk ‹nk›lap Tarihi Enstitüsü Yay›nlar›’n›n da “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, III, 1918-1937, s. 93-95”de yer verdi¤i bu metin, so¤uk savafl döneminde çok tart›fl›lm›fl, AtatürkMcArthur görüflmesinin tutana¤› Çankaya’da bulunamam›flt›. *** Atatürk’ün, Dolmabahçe’de gözlerini sonsuza dek kapamas›ndan 44 gün önce, 27 Eylül 45


ri ve denizalt›lar› da Polonya’n›n Balt›k Denizi’ndeki limanlar›n› bombal›yordu. Bu yayg›n askeri operasyonun savunma amaçl› oldu¤unu öne süren Hitler, ‹ngiltere ve Fransa’y› bu iddias›na inand›ramad›. 3 Eylül’de iki ülke Almanya’ya savafl ilan etti.

B May›s 1940’ta Rotterdam’› alevler içinde b›rakan Alman bombard›man› sonunda kentte yaflayanlardan 30 bin kifli öldü. Günümüz tarihçileri bu rakam›n yaln›zca 800-980 oldu¤unu öne sürüyor.

1938 Sal› günü ABD Baflkan› Franklin Roosevelt, savafl tehlikesi ve bar›fl›n korunmas› konusunda Adolf Hitler’e yaz›l› bir mesaj gönderdi.

A

lman baflbakan›, Çekoslovakya’n›n Südetler Bölgesi’ni iflgal edece¤i tehditlerini savuruyordu. Roosevelt ise birkaç gün sonra yazd›¤› ikinci mesaj›nda da, soruna bar›fl içinde çözüm bulunmas› dile¤ini tekrarl›yor, ikinci bir büyük savafltan kaç›n›lmas› için Hitler’e neredeyse yakar›yordu. Hitler, ABD baflkan›na gönderdi¤i yan›tta, Südetler’in tarihsel ve kültürel kökleri dikkate 46

al›nd›¤›nda, bölgenin Almanya’ya dönmüfl olaca¤› görüflünü savunuyor, Avrupa’da yayg›n bir savafltan, kendisinin de uzak duraca¤› güvencesini veriyordu. Sonuçta Hitler uluslararas› toplumun tüm çabalar›n› gözard› ederek, Mart 1939’da Çekoslovakya’y› iflgal ediyordu. Hitler, Avrupa’y› denetim alt›na almak ve üçüncü Alman imparatorlu¤unu kurmak hedefine yönelik olarak giriflti¤i bu ilk deneme gibi, Polonya’y› iflgaline de kimsenin ses ç›karmayaca¤›n› san›yordu. *** Ve 1939 Eylül’üne girildi¤inde, Alman savafl uçaklar› Polonya havaalanlar›n›, savafl gemile-

u arada, 23 A¤ustos 1939’da Sovyetler Birli¤i ile sald›rmazl›k pakt› imzalayan Hitler, böylece Polonya’n›n Sovyetler’den yard›m alma olas›l›¤›n› önlüyordu. Daha sonra çarp›c› bir gerçek gün ›fl›¤›na ç›kacakt›: Hitler ve Stalin yapt›klar› gizli bir anlaflmayla, Polonya’y› kendi aralar›nda çoktan paylaflm›fllard›. *** Hitler daha önce, Polonya’n›n iflgalinin 26 A¤ustos’ta bafllamas› emrini vermiflti. Ancak, 25 A¤ustos’ta sald›r› emrini erteledi. ‹ngiltere’nin Polonya’ya bir sald›r› halinde yard›m sözü veren yeni bir anlaflma imzalad›¤›n› ö¤renmiflti. ‹ngiltere’nin olas› müdahalesini önlemek amac›yla, Hitler propaganda ve yanl›fl bilgi yayma çal›flmalar›na bafllad›. Do¤u Polonya’da yaflayan ve Almanca konuflan nüfusa eziyet edildi¤ini öne sürüyordu. Ani bir Alman sald›r›s›ndan çekinen Polonya ise, genel seferberlik bafllatm›flt›. Fransa ve ‹ngiltere, hiç de¤ilse 31 A¤ustos’a kadar bunu dur-

Naziler’in savafl fabrikalar› ve festival merkezi olmakla ünlü Nuremberg kenti, 20 Nisan 1945’te ele geçirildi. Savafl suçlular› burada yarg›land›.

durmas› için Polonya’y› ikna ettiler; bu iki ülke, Almanya’y› bir savafltan cayd›rmak üzere son çabalar› da harcayacaklard›! *** 31 A¤ustos ö¤le yeme¤inden az sonra, Hitler ertesi gün sabah saat 5:45’te Polonya’ya sald›r›n›n bafllat›lmas› emrini verdi. Ayn› gün saat 20:00’de, Polonya üniformas› giydirilmifl Nazi askerleri, Almanya’n›n iflgal edildi¤i gibi bir oyunu sahneye koymufl, s›n›r›n Almanya taraf›ndaki birkaç önemsiz tesise zarar vermifllerdi. Sahnelenen bu oyun s›ras›nda, toplama kamp›ndan getirdikleri ve Polonya üniformas› giydir47


kertip “Y›ld›r›m Savafl›”na destek veriyor, düflman› terörize etmek amac›yla, Polonya kentlerini hiçbir ay›r›m gözetmeksizin bombal›yordu.

P Alman mareflal› Wilhelm Keitel, 7 May›s 1945’te Alman ordusunun onaylanm›fl teslim flartlar›n›, Ruslar’›n Berlin’deki genel karargâh›nda imzalarken...

mifl olduklar› cesetleri de, “olay yerinde” b›rakm›fllard›.

N

azi propaganda uzmanlar› hemen kollar›n› s›vad›: “Bu ba¤›fllanamaz bir sald›rganl›k eylemidir!..” Ve 1 Eylül saat 5:45’te iflgal bafllad›. Nazi diplomatlar› ve propagandac›lar›, Bat›l› karfl›tlar›n› ikna edebilmek için yo¤un çaba harc›yorlard›. Fakat 2 Eylül’de ‹ngiltere ve Fransa, Almanya’n›n 3 Eylül’e kadar geri çekilmesi, aksi durumda savaflla karfl›laflaca¤› ültimatomunu verdiler. 3 Eylül saat 23:00’te ültimatom süresi doldu ve 15 dakika sonra, Baflbakan Neville Chamberlain 48

radyoda yapt›¤› konuflmayla, ‹ngiltere’nin Almanya ile savafla girdi¤ini resmen aç›klad›. K›sa süre sonra Avustralya, Yeni Zelanda ve Hindistan, ‹ngiltere’yi izlediler. Bu arada Fransa da Almanya’ya savafl ilan etti. *** Polonya’da, Alman güçleri bafl döndürücü bir h›zla ilerliyordu. Nazi Almanyas›’n›n gelifltirdi¤i ve “Y›ld›r›m Savafl›” ad› verilen askeri doktrin uyar›nca, z›rhl› birlikler düflman hatlar›n› yar›p geçiyor, motorize piyadeler düflman› bölüp kuflat›yor, panzerleri h›zla ilerlemeyi sürdürüyordu. Bu arada son derece gelifltirilmifl Alman Hava Kuvvetleri, Polonya’n›n hava yetene¤ini çö-

olonya ordusu bir milyon kifliyi silah alt›na alabilirdi; ancak her aç›dan buna f›rsat bulamad›lar. Askeri birlikler güçlü bir savunma pozisyonu almak yerine, Almanlar’la çarp›flmak üzere acele olarak cepheye gönderildiler ve sistematik biçimde yakalan›p yok edildiler. Polonya komutanlar› hiç flans› olmayan bir strateji uygulay›p, a¤›r z›rhl› Alman kuvvetlerine karfl›, süvari birliklerini bile cepheye gönderdiler. 8 Eylül’de Alman kuvvetleri, iflgalin birinci haftas›nda 225 km. ilerleyip, Varflova’n›n d›fl mahallelerine ulaflm›flt›. Polonya silahl› kuvvetleri, Almanlar’a karfl› Bat›’dan bir sald›r›n›n bafllayaca¤›n›, böylece uzun süre dayanabileceklerini umuyordu. Fakat 17 Eylül’de Sovyet birlikleri de Do¤u’dan iflgale bafllay›nca, tüm umutlar yok oldu. Ertesi gün, Polonya hükümeti ve askeri liderler ülkeyi terk ettiler. 28 Eylül’de Varflova Garnizonu, ac›mas›z Alman kuflatmas› karfl›s›nda teslim oldu. O gün Almanlar ve Sovyetler, kendilerine ait iflgal bölgelerini ana hatlar›yla belirleyen bir anlaflmaya vard›lar. Polonya, tarihinde

‹ki sahil koruma askeri Japonya’n›n Ryukyu Adas›’ndaki çat›flmada ölen arkadafllar› için sayg› duruflunda

dördüncü kez, çok güçlü komflular› taraf›ndan paylafl›l›yordu. *** Almanya’ya savafl ilan etmifl olmalar›na karfl›n ‹ngiltere ve Fransa, Polonya’ya çok az yard›m ettiler. ‹ngiltere 4 Eylül’de Alman savafl gemilerini bombalad›. Baflbakan Chamberlain, Almanya’n›n bombalanmas›na ise direniyordu. Almanya, Polonya’y› iflgali s›ras›nda, Bat›’da yaln›zca 23 birli¤ini b›rakm›flt›. Fransa bunun dört misli askeri güce sahip olmas›na karfl›n, tam sald›r›ya geçmedi. Almanya ile aras›ndaki s›n›rda giriflti¤i önemsiz kimi çat›flmalar› da, Polonya’n›n yenilmesi üzerine sona erdirdi. 49


BD EYLÜL 2008

Daha sonra yaflanan 7 ay boyunca, ‹ngiliz-Alman deniz kuvvetlerinin dramatik çat›flmalar› yan›nda, ‹ngiltere ve Fransa genifl çapl› askeri harekâta giriflmedikleri için, kimi gözlemciler taraf›ndan sahte bir savafl› sürdürmekle suçland›lar.

A

ncak, 1940 Nisan’›nda Almanya’n›n Norveç’i, May›s’ta Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve Fransa’y› iflgal etmesi, savafl› fliddetlendirdi. Haziran 1941’de Hitler, aralar›ndaki sald›rmazl›k pakt›n› çi¤neyerek, Sovyetler’e sald›rd› ve Polonya’n›n tümünü iflgal etti. Alman iflgali s›ras›nda yaklafl›k 3 milyon Polonyal› Yahudi, Nazi kamplar›nda öldürüldü. Naziler bu arada Slav ço¤unlu¤a yo¤un bask› ve fliddet uygulay›p, Polonya kültürünü yok etmek amac›yla, özellikle ayd›nlar› sürgün ve infaz ettiler. Sürgündeki Polonya hükümetinin verdi¤i destekle bafllat›lan genifl direnifl hareketi, Naziler’e karfl› etkili bir savafl›ma giriflti.

1945 y›l›nda Polonya’y› Nazi iflgalinden kurtaran Sovyetler, komünist bir hükümeti iflbafl›na getirdiler. Roma’n›n Haziran 1944’te düflmesi üzerine, ‹ngiliz ve Amerikan kuvvetlerinin büyük bölümü Normandiya’ya gönderilmiflti. Nisan 1945’te, tarihin kaydetti¤i bu en büyük askeri operasyon bafllat›ld›. 28 Nisan’da partizanlar taraf›ndan yakalanan Mussolini, hemen orada idam edildi. ‹talya’daki Alman birlikleri 1 May›s’ta, alt› gün sonra da tüm Almanya teslim oldu. Japonya’n›n 2 Eylül 1945’te teslim anlaflmas›n› imzalamas›yla, ‹kinci Dünya Savafl› sona erdi. *** Üstün Alman ›rk›n›n “yaflam sahas›” iddias› u¤runa, milyonlarca insan›n yaflam›n› söndüren Hitler’in ve Eva’n›n benzinle yak›lm›fl cesetlerinden geriye kalanlar, Sovyet askerleri taraf›ndan bulundu. Ancak, Moskova politik amaçlarla bunu uzun süre dünya kamuoyundan gizledi.• m.muhsinoglu@gmail.com

Araflt›rmac›lar bir grup farenin bulundu¤u kafese bir zil koydular ve farelerin zile her bas›fllar›nda onlar› beslemeye bafllad›lar. Bir süre sonra fareler hep birlikte zilin bafl›na geldiler, en yafll› fare zile bast›. Araflt›rmac›lar peyniri getirince de genç bir difli fareye döndü ve görüflünü yazmas›n› istedi: “Not al›n sekreter han›m” dedi. “Kobaylar zile bas›nca yine peynir getirdiler.”• 50


B‹R BAfiKA BAKIfi Cheryl Tanrıverdi

Küçük k›zlar›n hentbol tak›m› düflü gerçe¤e dönüflüyor Antalya’nın kenar mahallelerinden birinde bir grup küçük kız ve hentbol antrenörleri, engellerin onları durdurmasına hiçbir zaman izin vermediler.

T

op ve ayakkab› bulmak için savafl›m vermeleri gerekti¤i zamanlarda bile Türkiye’de bir numara olmay› amaçl›yorlard›. Dersler bafllamadan önce sabah erken saatlerde okullar›n›n betondan bahçesinde düzenli olarak antrenman yap›yorlard›. Antrenörleri orada olmasa bile k›zlar onun söylediklerini uyguluyorlard›. Antrenörleri on-

52

lara inan›yordu, onlar da kendilerine inan›yorlard›. Bu yaz, düflleri gerçek oldu. Antalya’n›n Baflar Mahallesi’ndeki Prof. Dr. ‹hsan Koz ‹lkö¤retim Okulu’nun hentbol tak›m› Türkiye’deki öteki “küçük k›zlar”›n okul tak›mlar›yla olan yar›flta büyük ödülü ald›. Bir numara oldu! Herfley dört y›l önce, Beden E¤itimi Ögretmeni Seda Sevin’in Okul Müdürü Sad›k Özyurt’a k›z hentbol tak›m› kurmak istedi¤ini söyledi¤inde bafllad›. Sevin, kurulacak tak›m› Türkiye’de en iyi yere getirmek istedi¤ini de belirtmiflti cesurca... Böyle bir fley söylemiflti; çünkü ona göre, bir

hedef koymak ve o hedef do¤rultusunda çal›flmak önemliydi.

O

kul parasal aç›dan s›n›rl› oranda yard›mda bulunabilse de, Özyurt, Sevin’e tam onay ve destek verdi. Sevin, ilk antrenman sezonu için bir grup oyuncu toplamaya bafllad›. Oyuncular›n yafllar› uygun olmal›yd› ve hentbol oynamak isteyen k›zlar olmal›yd›lar. 510 kiflilik okulda bu önkoflullara uyan çok az kifli vard›! Sevin yine de bir tak›m kurdu. Beton olan okul bahçesini temizlemesi ve antrenman alan› oluflturmak için çizgiler çizmesi gerekiyordu. Sonra da k›zlara, giydikleri plastik ayakkab›lar yerine düzgün birer ayakkab› alman›n bir yolunu bulmak zorundayd›. Top ve gerekli eflyalar› alabilmek için kredi almas› gerekiyordu. ‹lk antrenmanlar› s›ras›nda k›zlar› izlerken onlara “At, tut, oyna, seyret” diye ba¤›r›yordu. Onlara hentbol oynamay› ö¤retmeye bafllad›. Türkiye flampiyonlu¤u peflinde bir gün Antalya’dan uzaklara yolculuk yapacaklar›, k›zlar›n ak›llar›na bile gelmiyordu. Herkesin, artan hentbol baflar›s›n› aç›klamak için kulland›¤› sözcük “sinerji”ydi. Birlikte çal›flan k›zlar, antrenörleri ve okul herkesin düflleyebilece¤inden daha büyük baflar›lar elde etmeye bafllad›lar. K›zlar›n ailelerinin des-

te¤i de önemli bir rol oynuyordu. Baflkalar› böyle bir fleyi denememek için bile kolayl›kla say›s›z bahane bulacakken, Prof. Dr. ‹hsan Koz ‹lkö¤retim Okulu’nun yaklafl›m› tümüyle ters biçimde oldu. Müdür Özyurt bahane de¤il, sorunlara çözüm ar›yordu her zaman... Seda Sevin ve okuldakiler de ayn› ruha sahiptiler. K›zlar oyunculuklar›n› gelifltirdikçe, antrenörleriyle bütünleflen bir grup oluflturmaya bafllad›lar. Sevin onlara hentbol hakk›nda bildiklerini ö¤retmekle kalm›yor, bir yandan da okul ödevlerinin yap›ld›¤›ndan ve problemlerin çözüldü¤ünden emin oluyordu. Belki de k›zlar›n sosyoekonomik koflullar› çok iyi de¤ildi; ancak Sevin baflar› f›rsat›n› herkes için yaratt›. K›zlar da tak›m oyununun, sporcu olman›n ve disiplinin önemini anlamaya bafllad›lar. Güçlükler karfl›s›nda y›lmamay› ö¤rendiler.

K

›zlar çok çal›flt›. Sevin de öyle... Genç hentbolcular›n› çal›flt›rman›n yan›s›ra parasal destek ve sponsor bulabilmek için yorulmaks›z›n çal›flt›. Okulu tak›ma olabildi¤ince yard›m etse de, olanaklar›n k›s›tl› oldu¤unun ay›rd›ndayd›. Gereken malzemeyi alman›n bir bedeli vard›. Yolculuklar da ortaya yüklü bir fatura ç›kar›yordu. En tepeye ç›kan bu yolda her ad›m sorunlarla dolu olsa da, Sevin 53


Beden E¤itimi Ö¤retmeni Seda Sevin tak›m›n›n baflar›s›ndan bir an olsun kuflku duymam›fl.

Ö¤retmen, k›zlar›n›n baflar›l› olaca¤›ndan bir an olsun kuflku duymad›. Onu dinleyen herkese “Baflaraca¤›z” diyordu. Ö¤retmen arkadafllar›n›, ailesini, arkadafllar›n›, yerel iflletmeleri ve belediye görevlilerini tak›ma parasal destekte bulunmalar› konusunda ikna etti.

B

unlar›n karfl›l›¤› olarak, o ve küçük k›zlar›n›n tak›m› kazanmaya bafllad›. Milli E¤itim Bakanl›¤›’n›n düzenledi¤i turnuvalara kat›ld›lar, Antalya flampiyonu oldular. Sonra, Mersin’deki bölge turnuvas›nda birinci oldular. Ayd›n’daki yar› final maçlar›nda öteki 31 tak›mla baflar›l› bir biçimde savafl›m verdiler. Sonunda, 54

flampiyonlu¤a ulaflt›klar› Samsun’a gittiler. Gittikleri her yerde ilgi çekiyor, hayranl›k uyand›r›yorlard›. Zaferlerinin mutlulu¤u içinde flampiyonluk kupas›yla Antalya’ya döndüklerinde tüm okul onlarla övünç duyuyordu. S›n›f arkadafllar› için, s›k› çal›flma ve azimle neler baflar›labilece¤inin gerçek göstergeleri olmufllard›. Okul Müdür Yard›mc›s› Feyzullah Arslan’›n da belirtti¤i gibi, k›zlar›n bu baflar›s› rastgele elde edilmifl bir fley de¤ildi. Okul arkadafllar›na yaln›zca spor alan›nda de¤il yaflam için de önemli bir ders vermifl, bir hedef belirleyip o do¤rultuda planl› programl› çal›flm›fllard›. Okul yönetimi hem sporun hem de e¤itimin önemini belirtmekte gecikmiyor. Okul Müdürü Sad›k Özyurt hentbolcu k›zlar›n üniversite e¤itimi al›p e¤itimli birer birey olduklar›n› görmek istiyor. Seda Sevin, bir alanda baflar› elde eden bir çocu¤un, bunu öteki alanlarda da elde etmeye çal›flaca¤›na inan›yor. K›zlar›n derslerini ihmal edip etmediklerini denetliyor. Turnuvalara gittiklerinde, k›zlar kitaplar›n› da yanlar›nda götürüyorlar ve derslerine çal›fl›yorlar. Yetenekli birer hentbol oyuncusu olurken k›zlar›n öteki birçok yönde de de¤ifltiklerini belirtiyor Sevin. Kendilerine güvenleri yerine gelmifl, güçlü bir sorumluluk ve disiplin duygusu edinmifller. Ufuklar› genifllemifl, genel kültürleri artm›fl. Olgunlafl›p, toplum

Hentbol tak›m› oyuncular› baflar›lar›n› turnuva zaferleriyle kan›tlad›lar.

içinde farkl› durumlarda nas›l davran›lmas› gerekti¤ini ö¤renmifller.

Y

aln›zca hentbolda de¤il yaflamdaki baflar› için de bir madalya verecek olsayd›m, bunu tüm okula verirdim. Bugünlerde birçok kimse engellerle karfl›laflt›¤›nda bir fley yapmamay› ye¤lerken, bu okul “Hay›r” yan›t›n› hiçbir zaman kabul etmiyordu. Ço¤umuzun al›flk›n oldu¤u rahatl›klar olmadan, o denli büyük bir tak›m ruhu ve coflku yaratm›fllard› ki, kimse onlar› yenemiyordu. Gelecekte elde edecekleri baflar›lar için içten tebriklerimizi ve en iyi dileklerimizi hak ediyorlar. Gelecekten konuflurken Seda Sevin bana, geliflim sürecinde hentbol tak›m›n›n uluslararas› deneyime gereksinim duydu¤unu

söyledi. 2009 y›l›nda ‹talya’da düzenlenecek olan Küçükler Dünya Hentbol Turnuvas› bunun için harika bir olanak. Baflvurular›n bu sonbaharda yap›lmas› gerekiyor. Her zamanki gibi iflin parasal yönü büyük bir sorun. Baflvuru, konaklama, ulafl›m... Bunlar›n hepsinin giderleri var. Seda Sevin nereden destek alaca¤›n› flu anda bilmiyor; ancak, o bildik iyimserli¤iyle, “Bulaca¤›z! Gidece¤iz!” diyor. Geçmiflteki deneyimlere bak›l›rsa, o bir fley söyledi¤inde, gerçekten tam da onu demek istiyor. Elimizden gelen her biçimde yard›m etmeliyiz. Bu hentbolcu k›zlar Türkiye’nin gelece¤i... Ça¤dafl, okumufl ve azimli bu k›zlar deste¤imizi hak ediyorlar.• Çeviri: Pelin Hazar

CherylTanr›verdi@butundunya.com.tr 55


Ondokuz terörist do¤u k›y›s›ndaki üç havaalan›nda plastik maket b›çaklar›yla güvenlik denetiminden kolayca geçmifl, Kaliforniya ba¤lant›l› dört ayr› uça¤a binmifllerdi. Bu yöne gidecek uçaklar› ye¤lemelerinin nedeni, uzun mesafeli uçufllar için bindikleri bu uçaklar›n depolar›n›n yak›tla dolu olmas›yd›. YAZAN: SEMRA ATAY

11

11 Eylül 2001 Sal› sabah› dünya, farkl› bir yol ayr›m›na girece¤i güne bafll›yordu.

56

Eylül 2001, 08:45. “American Airlines” flirketinin 90 bin litre yak›t yüklü Boeing 767 yolcu uça¤›, 11 Eylül 2001 Sal› günü saat 08:45’te, 110 katl› New York Dünya Ticaret Merkezi’nin 80’inci kat›nda, alev topu gibi kocaman bir delik aç›p içeri girdi¤inde, dünya politikas› da farkl› bir ayr›ma giriyordu: “Amerika’dan yana olanlar ve olmayanlar.” Baflkan Bush, bu ifli yapan ve kendilerinden yana olmayanlara fliddetle verilecek karfl›l›ktan söz ederken, “Crusade” (Haçl› Seferi) ifadesini kullan›yor; ancak bunun tüm ‹slam dünyas›n› karfl›ya almak anlam›na gelece¤inin ay›rd›na varan diplomatlar, hemen baflkan›n “a¤z›n›” düzeltiyorlard›: “Terörle kesintisiz savafl›m verece¤iz, Ortado¤u’ya demokrasi götürece¤iz!”

O “hayhuy” içinde, kimse petrolün ad›n› bile a¤z›na alamazd› elbette... *** Boeing 767’nin gökdelene çarpt›¤› anda yüzlerce kifli ölüyor, bir o kadar insan üst katlarda, alevler aras›nda s›k›fl›p kal›yordu. Binan›n boflalt›lmas›na baflland›¤›nda, televizyon kanallar› bu görülmedik “kaza” yerinden canl› yay›na geçmifller, kendilerini bofllu¤a b›rakan insanlar›n dehflet veren görüntülerini ekranlara getirmifllerdi. Birinci çarpmadan 18 dakika sonra, bu kez “United Airlines” flirketinin 175 say›l› seferini yapan Boeing 767 uça¤›n›n yaklaflt›¤› görüldü. Dünya Ticaret Merkezi’ne do¤ru keskin bir dönüfl yapan uçak, güney kulesinin 60’›nc› kat›ndan içeri girdi. Çarpma ve neden oldu¤u büyük patlama sonucu, çevredeki binalar ve afla¤›daki cadde ve so57


kaklar, tonlarca beton, toz, toprak ve cam k›r›¤› alt›nda kald›. Saat 09:03’te art›k bu “kaza”n›n ad› kondu: “Amerika sald›r›ya u¤ram›flt›!..” *** ald›r›y› Suudi Arabistan ve öteki Arap ülkelerinden gelen “‹slamî teröristler” düzenlemiflti. Resmi raporlara göre, kaçak Osama bin Laden’in finanse etti¤i El Kaide terör örgütü, ABD’nin ‹srail’e verdi¤i deste¤in, Körfez Savafl›’na kat›lmas›n›n ve Ortado¤u’da sürdürdü¤ü askeri konufllanman›n intikam›n› almak amac›yla bu eylemi gerçeklefltirmiflti. Kimi teröristler bir y›ldan daha fazla Amerika’da yaflam›fl ve sivil havac›l›k okullar›nda uçufl

S 58

dersleri alm›fllard›. Ötekiler 11 Eylül eyleminden aylar önce Amerika’ya girifl yapm›fllard›. Ondokuz terörist do¤u k›y›s›ndaki üç havaalan›nda plastik maket b›çaklar›yla güvenlik denetiminden kolayca geçmifl, Kaliforniya ba¤lant›l› dört ayr› uça¤a binmifllerdi. Bu yöne gidecek uçaklar› ye¤lemelerinin nedeni, uzun mesafeli uçufllar için bindikleri bu uçaklar›n depolar›n›n yak›tla dolu olmas›yd›. Kalk›fltan k›sa süre sonra kumanday› ele geçiren teröristler, s›radan yolcu uçaklar›n› güdümlü füzelere dönüfltürmüfllerdi. *** Milyonlarca insan New York’ta yaflananlar› dehflet içinde izlerken, “American Airlines” flirketi-

nin 77 say›l› seferini yapan uça¤› da, Washington’un kent merkezine yöneliyor, saat 09:45’te Savunma Bakanl›¤› binas› Pentagon’un bat› bölümüne çarp›yordu. Boeing 757’nin dolu deposundaki yak›t büyük bir patlamaya ve cehennem atefli gibi yang›na yol aç›yor, dev binan›n bu bölümü yerle bir oluyordu. 125 asker ve sivil personelle uçaktaki 64 yolcu o anda can veriyordu. ABD askeri yap›s›n›n merkezine teröristlerin vurdu¤u bu darbeden yaklafl›k 15 dakika sonra, New York’ta yaflanan dehflet, Dünya Ticaret Merkezi’nin güney kulesinin yo¤un toz ve duman bulutlar› aras›nda çökmesiyle, tam bir felakete dönüflüyordu. Saatte 320 km. h›zla esecek en fliddetli rüzgarlarda bile y›k›lma-

yacak gökdelenin çelik yap›s›, tutuflan jet yak›t›n›n yaratt›¤› ola¤anüstü ›s›ya dayanamam›flt›. Saat 10:30’da Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerinden ikincisi de çöktü.

B

inalar› boflaltmak ve üst katlarda s›k›fl›p kalan insanlar› kurtarmak için u¤raflan 343 itfaiyeci ve sa¤l›k görevlisi, 23 polis flefi, 37 liman yöneticisi dahil, yaklafl›k 3 bin kifli can verdi, ço¤u a¤›r olmak üzere 10 bin kifli yaraland› o gün... ‹kiz kulelerin çökme an›nda yaln›zca 6 kifli kurtar›labildi. *** “United Airlines” flirketine ait Kaliforniya ba¤lant›l› dördüncü uçak, 93 say›l› seferi için Newark 59


Uluslararas› Havaalan›’ndan hareketinden 40 dakika sonra, teröristlerin denetimine geçti.

U

ça¤›n hareketi gecikti¤i için yolcular, New York ve Washington’da olup biteni cep telefonlar›ndan ö¤renmifllerdi. Teröristlerin iddias›n›n aksine, uça¤›n bir havaalan›na dönmeyece¤inin ay›rd›na varan kimi yolcular ve uçufl ekibi, bir “isyan” planlad›lar. Yolculardan Thomas Burnett Jr., telefonla efline, “Hepimizin ölece¤ini biliyorum. ‹çimizden üç kifli bu konuda bir fleyler yapacak. Seni seviyorum can›m” dedi. Todd Beamer ad›ndaki öteki yolcunun, “Haz›r m›s›n›z arkadafllar? Haydi davran›n” dedi¤i, 60

hatt› aç›k bir telefondan duyuldu. Uçufl ekibinden hostes Sandy Bradshaw, eflini telefonla arad› ve mutfak bölümüne girdi¤ini, bir sürahiyi kaynar suyla doldurdu¤unu bildirdi. Son sözleri flöyleydi: “Herkes birinci s›n›f bölüme kofluyor. Gitmek zorunday›m. Hoflça kal.” Yolcular›n bir yang›n söndürücüyle kokpite sald›r›p, dört teröristle bo¤ufltu¤u san›l›yor. O s›rada denetimden ç›kan uçak, saatte 800 kilometre h›zla düflmeye bafllad› ve saat 10:10’da, Pennsylvania’n›n bat›s›nda bir k›rsal alana çak›ld›. Uçakta bulunan 45 kifli öldü. Teröristlerin planlad›¤› hedefin ne oldu¤u bilinmiyor. Ancak öne sürülen teorilere göre, Beyaz Saray, meclis, baflkan›n Mary-

land’daki tatil yeri Camp David ve do¤u k›y›s›ndaki bir ya da birkaç nükleer enerji santral›, bafll›ca hedefler aras›nda olabilirdi. *** Baflkan Bush, birinci uça¤›n Dünya Ticaret Merkezi’ne çarpt›¤›n›, Florida’da bir okul ziyareti s›ras›nda ö¤rendi. ‹kinci bir uça¤›n ikiz kulelerden ötekine çarpt›¤› haberi geldi¤i anda, baflkan ö¤rencilerle birlikte s›n›fta kitap okuyordu. O sabah erken saatlerde ald›¤› günlük güvenlik brifinginde, olas› bir terörist sald›r›dan söz edilmifl, kesin ayr›nt› verilmemiflti. Baflkan Bush, bu nedenle Sarasota, Florida’daki Booker ‹lkokulu’na yapaca¤› ziyareti ertelemedi. Daha sonra bir gazeteciye söyledi¤i gibi, çarpman›n kor-

kunç bir kaza ya da pilot hatas› oldu¤unu düflünmüfltü. Kameralar baflkan›n okul ziyaretini filme al›yordu.

B

eyaz Saray fiefi Andrew Card saat 09:06’da odaya girdi. Card, Baflkan’›n kula¤›na e¤ilip, ikinci bir uça¤›n Dünya Ticaret Merkezi’ne çarpt›¤›n› ve milletin, bilinmeyen bir düflman›n sald›r›s›na u¤rad›¤›n› f›s›ldad›. ‹lk anda eli aya¤›na doland›¤› aç›kça görülen Bush, kendini çabuk toparlad› ve yüksek sesle kitap okuyan bir çocu¤u 8-9 dakika daha dinlemeye devam etti. Bush bir hafta sonra Beyaz Saray’da yapt›¤› bas›n toplant›s›nda, o vahim sabah yaflad›¤› floku nas›l yavaflça atlatt›¤›n› flöyle aç›klad›: 61


BD EYLÜL 2008

mu görüflürken, baflkan›n güvenli¤i için pilot uygun seyir yüksekli¤inde daire çizerek uçuyordu. Nebraska’daki Offutt Hava Üssü’ne do¤ru ilerlemeden önce, Louisiana Hava Üssü’nde k›sa süre duraklad›lar. *** kflam saat 18:42’de Baflkan George W. Bush, güvenlik gerekçesiyle ülke s›n›rlar› içinde dolaflt›r›ld›¤› uçuflu tamamlay›p, Beyaz Saray’a döndü. Saat 21:00’de Oval Ofis’te bir televizyon konuflmas› yapan Bush, flunlar› söyledi: “Terörist sald›r›lar bizim büyük binalar›m›z›n temelini sarsabilir; fakat onlar Amerika’n›n temeline dokunamazlar. Bu eylem çeli¤i parçalayabilir; fakat onlar Amerika’n›n çelik gibi kararl›l›¤›nda ufac›k bir çentik bile açamazlar.” Bush, Amerika’n›n verece¤i askeri karfl›l›¤›, konuflmas›n›n sonunda flöyle aç›klad›: “Bu eyleme kendini adayan teröristlerle, onlar› bar›nd›ranlar aras›nda hiçbir ay›r›m yapmayaca¤›z!” 7 Ekim 2001 Pazar günü, Amerika’n›n önderli¤inde Afganistan’da bafllat›lan uluslararas›

A “S›n›f›n ortas›nda küçük çocuklarla birlikte oturuyordum, bir çocu¤un okudu¤u öyküyü dinliyordum ve birden ay›rd›na vard›m, ben baflkomutan›m ve ülkem tam bir sald›r›ya u¤ram›flt›.”

B

ush öykü sona erdi¤inde, çocuklara okuma yetene¤ini gelifltirmelerini, daha çok okumalar›n› ve daha az televizyon seyretmelerini söyledi. Daha sonra çocuklar, ö¤retmenleri ve okul yöneticileri ile birlikte fotograf çektirdi. Parlak ›fl›klar alt›nda kameralar çal›fl›rken, bir gazetecinin Baflkan’a, sald›r›dan haberi olup olmad›¤›n› sordu¤u duyuldu. Çocuklar› korkutmak istemeyen Bush, k›sa bir yan›t verdi: “Daha sonra konuflaca¤›m!” 62

*** Bush fotograf çekiminden sonra bofl bir s›n›fa al›nd›. Geliflen haberleri okul televizyonundan izleyen baflkan, yard›mc›s› Dick Cheney ve New York Valisi George Pataki ile telefon görüflmeleri yapt›. Saatler 09:29’u gösterirken hâlâ okulda olan Bush, ortaya ç›kan trajediyle ilgili ilk aç›klamalar›n› burada yapt›. Gizli servis ajanlar› daha sonra baflkan› h›zla, Sarasota Havaalan› pistinde haz›r bekleyen “Air Force One” uça¤›na götürdüler. Bush, Washington’da Pentagon’u hedef alan üçüncü sald›r›y›, havaalan›na giderken yolda ö¤rendi. “Air Force One” uça¤›na ulaflt›klar›nda, Bush ve Baflkan Yard›mc›s› Cheney telefonla duru-

“Özgürlük Operasyonu” Taliban yönetimini devirdi ve Osama bin Laden’in terör flebekesine büyük darbe indirdi. Taliban rejiminin iflbafl›nda olmamas›na karfl›n, Afganistan’daki savafl›m ve daha sonra bafllat›lan Irak savafl› hâlâ sürüyor, Osama bin Laden ise kaçmaya devam ediyor. *** Son bir 11 Eylül notu: Amerika’n›n u¤rad›¤› bu terörist sald›r›dan 10 y›l önce, yine bir 11 Eylül günü, “Continental Express” flirketine ait bir nakliye uça¤› Teksas’ta, Houston yak›nlar›nda düflmüfl, kazada 14 kifli ölmüfltü. Embraer 120 modeli uça¤›n yer bak›m› s›ras›nda, çal›flma süresi dolan ekip vidalar› s›kma iflini yar›da b›rakm›fl; ancak bunu yaz›l› rapora geçirmemiflti. Arkadan gelen ekip de raporda yer alan “yapmalar› gereken iflleri” yapm›fl, vidalar›n s›k›lmas› iflleminin tamamlanmad›¤› raporda belirtilmedi¤i için, vidalar› s›kmam›flt›! Bu 11 Eylül facias›n›n gerçek “faili” de, 10 y›l sonraki 11 Eylül facias›n›n gerçek “faili” gibi, “meçhul” kalm›flt›.•

Evliliklerinin onuncu y›ldönümünde kad›n tüm içtenli¤iyle sordu: “Bir gün saçlar›m beyazlaflt›¤›nda da sevecek misin beni, can›m?” Efli önce öptü kar›s›n›, sonra da flu yan›t› verdi: “Bir kuflkun mu var?” dedi. “Bugüne de¤in sekiz renginden birini bile sevmemezlik ettim mi, saçlar›n›n?”• 63


Y

ar›n ya da öbür gün ya da herhangi bir gün, sizin de gününüz aksiliklerle bafllarsa, “Amma da flanss›z bir günümdeyim” diyerek yak›nmaya bafllamay›n hemen... Çocu¤unuz o sabah ayakkab›lar›n› h›zl› giyemedi¤i için otobüse yetiflememifl ve okula geç kalm›fl olabilir. Aceleyle kahvalt› ederken çay barda¤›n› üstünüze devirmifl olabilirsiniz. Kap›dan ç›karken aya¤›n›z kayabilir ve düflebilir, üstünüzü, bafl›n›z› kirletebilirsiniz. Hemen bafllamay›n yak›nmaya... Bu yaz›y› akl›n›za getirin ve sonra da sevinin... Fakat bu yaz›y› akl›n›za getirebilmek için, onu önce okuman›z gerekir. Bafllay›n: fiirket genel yönetmeninin o¤lu o gün anaokuluna bafllayacakt›. Babas› okula onu kendisi götürdü ve bu nedenle de o sabah ifline zaman›nda gidemedi... fiirkette çal›flanlar, her sabah s›rayla po¤aça getirmeye karar vermifllerdi. Po¤aça getirme s›ras› o sabah John’dayd›. Po¤açalar› ald›; ama sabah ifle geç kald›. Shebby’nin çalar saDERLEYEN: atinin pili o sabah bitmiflMESUDE AKSUNGURLAR ti. Uyanmas› gereken saatte uyanamad›¤› için o sabah ifle geç gitmek zorunda kald›. Kavflakta bir trafik kazas› olmufltu ve yol kapal›yd›. James o nedenle ifle geç kald›. Larry soluk solu¤a kalmas›na karfl›n otobüse yetiflemedi ve ifline zaman›nda gidemedi. Bob kahvalt›da pantolonuna reçel damlatt›. Otobüs dura¤›na gitmesi gerekirken, pantolonunu de¤ifltirmek için yatak odas›na gitti ve do¤al olarak ifline zaman›nda yetiflemedi. Gary’nin otomobilinin aküsü bozulmufltu. Otomobilini bir türlü çal›flt›ramad› ve ifle geç kald›. Harry tam evden ç›karken telefonun çald›¤›n› duydu. Geri döndü, telefonda bir süre konuflmak zorunda kald› ve ifline zaman›nda gidemedi. Johnnie o sabah bir türlü bofl bir taksi bulamad› ve ifle geç kald›.

UFAK TEFEK “AKS‹L‹KLER” S‹Z‹ ÜZMES‹N

64

Sam’in bir gün önce sat›n ald›¤› ayakkab›s›n›n topu¤u vuruyordu. Tam ifl yerine ulaflt›¤›nda, topu¤unda içi su dolu kocaman bir flifl oluflmufltu. Karfl› kald›r›mdaki eczaneye gitti ve bir yara band› ald›. Fakat ifline geç kalm›flt›. Tüm bu kifliler, bugün yafl›yor olmalar›n›, o sabah bafllar›na gelen bu küçük aksiliklere borçludurlar. O sabah bafllar›na bu küçük aksilikler gelmeseydi, hiçbiri ifline geç kalmayacakt› ve ifllerine zaman›nda gittikleri için de o sabah yaflama veda etmifl olacaklard›. Çünkü o sabah 11 Eylül günüydü ve bu kiflilerin tümünün ifl yerleri, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerindeydi.

Onlar o sabah ifllerine zaman›nda yetiflemedikleri için ikiz kulelere yap›lan uçak sald›r›s›ndan kurtulmufllar ve yaflamda kalabilmifllerdi. fiimdi ne zaman bir asansöre yetiflemezsem, kap›dan ç›karken çalan telefonuma yan›t vermek için geri dönmek zorunda kal›rsam ya da arabam yolda, trafi¤in ortas›nda s›k›fl›rsa, “Bugün aksilikler birbirini koval›yor” diyerek yak›nm›yorum. “Aksilik” dedi¤imiz o ufac›k tefecik olaylar sayesinde kimbilir ne büyük felaketlerden kurtar›lm›fl oldu¤uma inanarak hatta seviniyorum bile... Size de öneririm: Öyle anlarda, siz de benim gibi yap›n...•

‹kibuçuk yafl›ndaki küçük k›z›n› babas›na b›rakan anne evin gereksinimlerini almak için d›flar›ya ç›km›flt›. Küçük k›za bakmak, asl›nda zor bir fley de¤ildi. Küçük k›z, hal›n›n üzerinde çay seti oyunca¤›yla oynarken baba da koltu¤unda gazetesini okuyor, ara s›ra da k›z›n›n kendisine minik plastik fincanla ikram etti¤i sular› çay niyetine içerek oyuna kat›l›yordu. Bir süre sonra anne eve geldi. Baba, anneye sus iflareti yap›p küçük k›z› izlemesini istedi. Bu çok flirin hareketi annenin de görmesini istiyordu. Anne, k›z›n elinde fincanla salondan ç›k›p, biraz sonra içi su dolu olarak fincan› babas›na getirmesini ve baban›n da onu çaym›fl gibi içmesini seyretti. Sonra sakin bir tav›rla elindekilerle mutfa¤a giderken efline seslendi: “Uzanabildi¤i tek su kayna¤›n›n klozet oldu¤unu biliyorsun, de¤il mi?”• Albert Einstein’›n baflar› formülü flöyleydi: “E¤er A baflar›ya eflitse, baflar›n›n formülü flöyle yaz›labilir: “A = X + Y + Z. “Burada X=Çal›flmak, Y=Oynamak, Z=Çeneyi s›k› tutmakt›r.”• 65


DÜNYANIN DÖRT KÖfiES‹ İzmir Tolga

KUfiLARIN EN AKILLISI:

KARGA nsano¤lu yeryüzünün yüzünü de¤ifltirdikçe, kimi hayvan türleri bu de¤iflikli¤e ayak uydurmakta zorlan›yorlar. Ço¤u hayvan türleri bu nedenle zaman zaman, yok olma tehlikesiyle karfl› karfl›ya geliyorlar. Kimi hayvan türleriyse, insano¤lunun bu yok etme çabalar›na h›zla uyum sa¤layabiliyorlar ve önlerinde oluflturulan tehlikeye ald›rmay›p, direniyorlar ve yaflamlar›n› bildikleri gibi sürdürüyorlar. Bu direniflçiler aras›nda fareler, hamamböcekleri ve kargalar, ön s›rada yer al›yorlar. Üçü de pek de fazla sevilmeyen bu hayvanlar aras›nda kargalar›, ötekilere oranla biraz daha yak›n buluyoruz kendimize... Masallarda a¤›zlar›ndaki peyniri

I

66

düflürüp, kendini de tilkinin oyunca¤› durumuna düflürenleriyle de, kendilerine özgü sesleriyle çocuk flark›lar›nda “Gaaak gaaak” diyerek yer alanlar›yla da olsa kargalar, fare ve hamamböceklerine oranla bizim daha yak›n›m›zda yer al›yorlar. Kargalar, olanak buldukça çöplerimizi kar›flt›rarak da, h›rs›zl›k yaparak da, kedi kovalayarak da yaflam›m›za gagalar›n› sokmaktan geri kalmazlar. Zekâs› hiç de küçümsenmeyecek denli yükseklerde dolaflan kargalar flimdi de, alet kullanabilme özellikleriyle araflt›rmac›lar›n konusu oldular. Kargalar›n do¤al yaflamlar›nda alet kulland›klar› uzun zamand›r biliniyordu. Onlar, do¤ada s›k karfl›laflt›klar› bir sorun

için flu çözümü üretmifller ve bu bilgilerini “dededen toruna” kuflaktan kufla¤a aktarm›fllard›r: Bir karga bir deli¤in içinde gagas›yla ulaflamayaca¤› bir kurtçu¤u, çevresinde buldu¤u uygun boyuttaki bir dal parças›n› kullanarak rahatl›kla ç›karabilmektedir. Kargalar›n alet kullanma becerileriyle ilgili olarak yap›lan bir deneyde, rastlant› sonucu, san›landan da yüksek zekâda olduklar›n›n ay›rd›na var›lm›flt›r. eney s›ras›nda bir karga alet kullanmakla kalmay›p –ki yaln›zca kullanmak bile hayvan dünyas›nda çok nadir rastlanan bir durumdur– kullanabilece¤i bir alet bile yapm›flt›r. Deney, kargalar›n delikten sopayla yiyecek ç›karma davran›fl›n› gözlemek için yap›lacakt›. Bunun için flöyle bir düzenek haz›rlanm›flt›: Dibine, kargan›n ulaflamayaca¤› derinlikte bir boru, borunun içinde solucan biçiminde bir et parças›, yak›nlarda da, et parças›na ulaflabilecek uzunlukta bir tel parças›, yan yana konulmufllard›. Tel parças›, o anda bir dal parças› bulunamad›¤› için rastlant› sonucu koyulmufltu. Bu koflullarda odaya bir karga b›rak›l›p, davran›fllar› kamerayla kaydedildi. Karga ilk baflta tam da beklenildi¤i gibi teli deli¤e sokarak ete ulaflmaya çal›fl-

m›fl; fakat birkaç denemesinde de baflar›ya ulaflamam›flt›. Bundan sonra olanlar ise beklenenin ötesinde geliflti. Karga teli delikten ç›kar›p ucunu bükerek kanca biçimine getirdi, sonra da eti bu kancaya tak›p rahatl›kla delikten ç›kard›. Bu, denek kargan›n daha önce ö¤rendi¤i bir

D

fley de¤ildi. Karfl›laflt›¤› soruna, zekâs›yla bir çözüm üretmiflti. Bu heyecan verici zekâ düzeyi, bir hayvan türünün baflar›s› için çok önemlidir. Fakat kargalar›n, en az bu denli önemli olan bir baflka özellikleri ise, edindikleri bilgileri “karga67


dafl”lar›na da aktarmalar›, bu bilgiyi onlarla da paylaflmalar›d›r. nlar, edindikleri bilgileri önce birbirleriyle paylafl›p, sonra yavrular›na aktararak sürekli ve h›zla geliflen bir ortak ak›l oluflturabilmifllerdir. Bu duruma etkileyici bir örnek ifllek Tokyo caddelerinde gözlenmifltir. Kargalar yo¤un Tokyo yaflam›na da ayak uydurabilmifllerdir. Pek ço¤umuzun bildi¤i hatta tan›k oldu¤u gibi kargalar, ceviz gibi sert kabuklu yemiflleri yüksekten kayal›k, asfalt gibi sert zeminlere b›rakarak kabuklar›n› k›-

O

68

rarlar ve rahatl›kla içindeki yemifli yerler. Tokyolu bir karga için durum taflradaki hemcinslerine göre daha kar›fl›kt›r. Tokyo caddeleri, yo¤un trafi¤i nedeniyle cevizin daha kolay k›r›lmas›n› sa¤layabilir. Aral›ks›z geçen arabalar cevizi çi¤ner, kargaya ise onu yemek kal›r. Fakat durumun zorlu¤u fluradad›r: V›z›r v›z›r iflleyen bir caddede karga ezilmeden cevizini yiyecek zaman› nas›l bulabilmektedir? Yan›t çok kolay: Trafik ›fl›klar›n›n renk de¤ifltirmelerini bekleyerek... Ceviz ›fl›klar›n hizas›nda caddeye at›l›yor. Arabalar taraf›ndan eziliyor. Bu s›rada karga yayalarla birlikte ›fl›klar› beklemektedir. Yayalara yeflil yan›yor ve karga tak›m elbiseli, döpiyesli insanlar aras›nda yürüyerek cevizine gidiyor, afiyetle yiyor, sonra da uçup gidiyor. Bu durum kamerayla kaydedilmifltir. Kargan›n bu davran›fl› gözlendikten sonra 5 km. çap›nda bir alandaki kargalar›n ayn› davran›fl› gösterdikleri saptanm›flt›r. Bu keflfin yay›ld›¤› alan belli ki henüz dar. Fakat bir kargadan bir kargaya, bir kuflaktan öteki kufla¤a aktar›l›p, gelecekte tüm dünyadaki kargalar taraf›ndan uygulan›r duruma gelmesi ya da dünyan›n yo¤un trafikli öteki kentlerindeki kargalar taraf›ndan da keflfedilmesi hiç de “olmayacak bir ifl” gibi gözükmüyor.• izmirtolga@butundunya.com

SPORUN DÜNYASI Metin Gören

Eylül Gelince... Eylül gelince, bir hüzün kaplar benli¤imizi... Umutsuz gösteriler bafllar spor dünyam›zda... Bir koca y›l›n son dilimi aylar›n›, endifle yüklü kervanlarla aflmaya çal›fl›r›z. Kuflkusuz bu böyle gelmifltir; ama böyle gitmemelidir. Kervanlara rastlant›lar› yüklemeden ya da “fians” denilen olgular› sporsal oluflumlar›n tümüne göndermeden... araran yapraklar rüzgarla savruldu¤unda sonbahar›n geldi¤ini an›msar›z. Ve biliriz ki, “Ömür” denilen törpü biraz daha eksiltmifltir, yaflam zaman›m›z›... Haziran ay› günlerinin ‹sviçre ile Avusturya’n›n futbol alanlar›na indirdi¤i sa¤anak ya¤murlar›n bir do¤a olay›ndan soyutlanarak, beceri içerikli gol sa¤anaklar›na dönüflmesinin eylül ay› düfllerinin en renkli günleri oldu¤unu düflleriz, mutluluk tablolar›na göz gezdirirken... Ve ulusal tak›m›m›z için kurgulaya-

S

ca¤›m›z tümceleri özenle seçeriz. Varl›¤›m›z›n sporsal alanlarda alaca¤› baflar›larla, en az›ndan ak›lda kalaca¤› ya da an›msanaca¤›n› düflledi¤imizde yüre¤imizin sevgiyle çarpt›¤›n› duyumsar›z. Yaflam›n sonbahar zaman›ndan z›play›p, dünyan›n en kalabal›k ülkesi Çin’i Olimpiyat Oyunlar› nedeniyle ziyaret etti¤imizde ulusal formalar içinde u¤rafl veren sporcular›m›z› görür, sevinir, gururlan›r›z. Futbol olay›n›n beynimizi saran keyfiyle Olimpiyat Oyunlar›’n› baflar› kulvar›nda yar›flt›rabilmenin olanaks›zl›¤›n›n içimize hüzün gönderece¤ini bile69


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

rek... Eylül ay›n›n simgesi sararan yapraklar eflli¤inde bir koflu gideriz, hedefsizli¤e... Onun için hep futbol kulvarlar›nda gezinmek isteriz, düfllemenin bu denli s›n›rs›z oldu¤unun bilinciyle...

O

zcesi, eylül gelince, bir hüzün kaplar benli¤imizi... Umutsuz gösteriler bafllar spor dünyam›zda... Bir koca y›l›n son dilimi aylar›n›, endifle yüklü kervanlarla aflmaya çal›fl›r›z. Kuflkusuz bu böyle gelmifltir; ama böyle gitmemelidir. Kervanlara rastlant›lar› yüklemeden ya da “fians” denilen olgular› sporsal oluflumlar›n tümüne göndermeden... Ve en az›ndan ulusal bir a¤›zla... Yani, Avrupa Futbol fiampiyonas›’nda kazand›¤›m›z baflar›n›n ad›n› koyarak... Yani, bilek hakk›yla flans› çat›flt›rmadan... Eylül gelince bunlar yaflan›r sporumuzda... Tart›flmay›z, tart›flmaktan soyutlar›z kendimizi... Düflündüklerimiz önce öfke selleri olur, beyin denizimize dökülür. Sonra durulur buhar olur, uçup gider gökyüzü derinliklerine... F›rsat buldu¤unda boy gösterir, gazete sütunlar›yla, televizyon ekranlar›nda... “Ben demifltim” diyenlerin böyle demediklerinin asl›nda itiraf›d›r, ekran zaman›... Bir sorumluluktan kaç›fl›n eylül sonras›na gönderilen yalan›d›r tüm bu “Ben demifltim” söylemleri... As70

l›nda kimse bir fley dememifltir. Yaflananlar, yaflat›lanlar›n inanc›ndand›r. Katk›, görev alan sporcularla onlar› yöneten beyin tak›m›n›n yap›t›d›r. “Ben demifltim” diyenlerin asla katk›s› yoktur. Onlar için Türk sporuna katk›, kavgal› programlar›n sa¤lad›¤› sözde reytinglerdir. Eylül gelince içe dönük u¤rafllar›n fanatizm gösterileri bafllar oyun alanlar›nda... Tribünler akla gelmeyecek sloganlar›n üretim merkezleridir. Anonim bir ortakl›k kurulur, sermayesi insan beyni olan... Ulusal u¤rafllar sonucu ortaya ç›kan sorunlar›n çözümü bir baflka bahara kalm›flt›r art›k... Futbol d›fl› tüm örgütlenmeler, geçici bir süre için kapat›lm›flt›r. Olimpiyat Oyunlar› sonras› yaz›lan raporlar›n makama sunumu ve gelecek y›llar›n sporumuza getirece¤i yeniliklerin özeti, asl›nda havanda su dövmenin özeti gibidir.

E

ylül gelince ve eylüller uluslararas› takvim gere¤i büyük organizasyonlar› içeren y›la denk gelmiflse, sararan yapraklar›n savruluflu bir baflka olur. Ve sanki gerçekleri an›msat›r, Olimpiyat Oyunlar›, Avrupa ve Dünya fiampiyonalar› tarihlerinin üzerine düflerek... Öte yanda ve bir baflka alanda ise sihirli kürenin öyküsü oynar stadyumlarda... A¤ustos sonuyla bafllayan ve eylül gelince doruklara t›rmanan bir gösterim sanat›-

d›r bunun ad›... Sararan yapraklarsa özenle bir kenara süpürülür, yeflil alanlar›n renk armonisi bozulmas›n diye... Eylül Türk sporunun bir anlamda sorguland›¤› bir ay gibidir, geçmiflin hesab›n› vermek için... Eylül yeni y›l içinde bir yat›r›m

ay›d›r. Programlar›n bafllamas›na start verir. Ancak ve ne yaz›k ki, “Eylül Mahkemeleri” flimdiye dek hiç kimseyi ne sorgulayabilmifl ne de yarg›layabilmifltir. Çünkü, tan›klar hiçbir zaman konuflmaz.• MetinGoren@butundunya.com.tr

T›kl›m t›kl›m dolu lokantada müflteriler bir yandan yemeklerini yiyorlar, bir yandan da televizyondaki maç› seyrediyorlard›. Müflteriler aras›nda, tak›mlar›n›n önemli bir maç›n› seyretmek için gelen kalabal›k bir topluluk da vard›. Biri sekiz, öteki on yafllar›nda iki çocu¤uyla lokantaya gelen bir çift, güçlükle yakalayabildikleri garsona yemek siparifllerini verdiler ve beklemeye bafllad›lar. Aradan yar›m saatten fazla bir süre geçmesine karfl›n yemekler gelmeyince, çocuklar m›z›ldanmaya bafllad›lar. Anneleri, çocuklar›na beklemeyi bilmelerini söyledi. Tam o s›rada lokantan›n bar bölümündeki topluluktan zafer 盤luklar› yükseldi. Sekiz yafl›ndaki çocuk bu duruma çok sevindi: “Bak›n, orada herkes seviniyor” dedi. “Demek ki garson yemeklerini getirmifl...”• Cezaevinden yeni ç›kan bir kifli, çevresine toplanan arkadafllar›na kafas›ndaki bir soruya yan›t bulamad›¤›n› söyledi: “Bir hafta öncesine de¤in cezaevinde yafl›yordum” dedi. “Sonra nedense ‘Hadi tamam’ dediler, beni d›flar› ç›kar›verdiler.” Arkadafllar›, ortada kafa kar›flt›racak bir durum göremediklerini söylediler: “Süren dolmufltur da ondan sal›vermifllerdir seni” dediler. Cezaevinden ç›kan kiflinin kafas› daha da kar›flt›: “Ne bileyim” dedi. “Orada güzel güzel oturuyordum. Herhangi bir suç da ifllememifltim.” Sonra da, günlerdir kafas›n› kar›flt›ran soruyu kendi kendine m›r›ldand›: “Anlayamad›m gitti bir türlü, beni neden ç›kartt›klar›n›?..”• 71


Kafka, ilerideki y›llarda Çekçe’ye çevrilen “fiato”sunu, “Dava”s›n›, “Dönüflüm”ünü Almanca yazm›fl, yay›mlamak yerine onlar› yak›n dostu Alman yazar Max Brod’a vermiflti ve ondan bir de son istekte bulunmufltu: “Ben öldükten sonra bunlar›n hepsini yak” demiflti. YAZAN: ERAY D‹NÇER

A

vusturya-Macaristan ‹mparatorlu¤u’na ba¤l› Bohemya Krall›¤›’n›n baflkenti Prag’da, bir Yahudi ailenin çocu¤u olarak dünyaya gelen Franz Kafka, Almanlar’la Çekler aras›nda bugün bile paylafl›lamayan dünyaca ünlü bir yazard›r ama... Paylafl›lamayan bir yazar oldu¤unu da, dünyaca ünlü bir yazar oldu¤unu da ö¤renemeden, bilemeden, 41 yafl›nda dünyadan ayr›lm›flt›. Bir Çek kentinde, Çek toplumu içinde dünyaya gelmesine ve bir Çek bireyi olarak yetiflmesine karfl›n Kafka’n›n birinci dili Almanca’yd›. ‹lerideki y›llarda Çekçe’ye çevrilen “fiato”sunu, “Dava”s›n›, “Dönüflüm”ünü Almanca yazm›fl, yay›mlamak yerine onlar› yak›n dostu Alman yazar Max Brod’a vermiflti.

72

Ve tüm el yaz›s› yap›tlar›n› verirken ondan bir de son istekte bulunmufltu: “Ben öldükten sonra bunlar›n hepsini yak” demiflti. Yahudi özlü Max Brod, yak›n dostunun bu son iste¤ini yerine getirmemifl, bu davran›fl›yla onun an›s›na belki sayg›s›zl›k etmiflti ama... Bu yap›tlar› yay›mlayarak hem dünya edebiyat›na büyük bir katk›da bulunmufl hem de ölümünden sonra Franz Kafka’n›n, yeniden do¤mas›n› sa¤lam›flt›. Sa¤l›¤›nda yak›n çevresi d›fl›nda kimse taraf›ndan tan›nmayan Franz Kafka, bu yap›tlar›n›n yay›mlanmas›ndan sonra dünya çap›nda bir üne kavuflmufl ve edebiyat dünyas›nda oldu¤u denli, dünya edebiyat›nda da önemli bir yere sahip olmufltu. Yap›tlar›n›n, ölümünden sonra yay›mlanmas›yla “yeni73


BD EYLÜL 2008

den do¤an” Kafka, yaflamdan ayr›ld›¤› 1924 y›l›ndan tam 84 y›l sonra bu y›l, flimdi bir kez daha dünyaya geliyor. Onun, ölümünden sonra yak›lmas› son iste¤iyle yak›n dostu Max Brod’a verdi¤i el yaz›s› yap›tlar›n›n “yay›mlanmaya olanak bulunamam›fl” olanlar›, Brod’un iki ay önce 101 yafl›nda ölen eski sekreteri Esther Hoffe’nin Tel Aviv’deki evinde bulundu. “Patronu” ünlü Alman yazar›n ölümünden sonra kendisinde ka-

lan bu “belgeleri” Esther Hoffe, 1939 y›l›nda, Almanlar’›n iflgalinden k›sa bir süre önce iki bavulla Prag’dan kaç›rm›fl, o günden sonra da kimseye göstermemifl, evinde özenle saklam›flt›. Edebiyat dünyas› flimdi umutla, bu belgeler aras›ndan “fiato”, “Dava”, “Dönüflüm” ve “Milena’ya Mektuplar” düzeyinde yap›tlar›n ç›kmas›n› ve... Ölümünden seksendört y›l sonra Franz Kafka’n›n, yeniden do¤mas›n› bekliyor.•

“Milena’ya Mektuplar”dan “Beni sana getirecek bir yol bulmufltum, karanl›ktan ayd›nl›¤a kavuflacakt›m. Bu yolu umutla, sevinçle kazm›fl, kendimden de bir fleyler katm›flt›m. Bir ç›rp›da yüre¤imle açt›¤›m bu yolu kapatmak, a¤›r a¤›r dönmek, vazgeçmek zor geliyor biraz, elbet yüre¤im s›zlar. (...) Bak Milena, ‘En çok seni seviyorum’ diyorum; ama gerçek sevgi bu de¤il belki, ‘Sen bir b›çaks›n, ben de durmadan içimi defliyorum o b›çakla’ dersem, gerçek sevgiyi anlatm›fl olurum belki.” “Beklenmedik bir yol kavfla¤›nda sizi görüyorum. Görece¤imi hiç ummad›¤›m, hele böylesine bir karfl›lamay› akl›mdan bile geçirmedi¤ime göre Milena ne yapabilirim? Ba¤›ramam, coflamam, içimde f›rt›nalar kopmuyor art›k, bir sürü delice söz edemem, duymuyorum ki içimde olanlar›! Diz çöktü¤ümü de fluradan anl›yorum, gözlerimin önünde ayaklar›n›z var, okfluyorum onlar›.” “Bofluna yiyorum kendimi. Bir hafta durmamacas›na tafla bir çivi çakmakla görevlendirilmiflim sanki... Ama çivi de iflçi de benim...” “Koca deniz, dibindeki küçücük tafl› nas›l severse, benim de sevgim öylesine y›¤›l›yor üstüne. Tanr› isterse o küçük tafl ben olurum bir gün.” “Sak›n üzülme benim için, bir bu eksikti Milena, benim için üzülmen... Bu elle tutulamayan, bu korkunç sorumluluk durumunu bütün ac›lar›yla yüklenen biri olaca¤›m yerde, sözgelifli odandaki, o her zaman seni görebilen mutlu dolap olsam, ne iyi olurdu. Seyrederdim seni hep, koltukta oturuflunu, mektup yaz›fl›n›, yat›fl›n› ya da uykuya dal›fl›n›...”• 74


EVRENSEL KÜLTÜR

SUDOKU

Songül Saydam

Canan Onural

“Mafia” zellikle “Godfather” (“Baba”) filminden sonra “Örgütlü Suç”un dünya çap›nda ad› olan son y›llarda Türk televizyon dizilerinin yo¤un biçimde ve gelifli güzel iflleyip özendirdi¤i “Mafia” (Mafya) sözcü¤ünün kökeni de varl›¤› ve iflleri gibi karanl›kt›r. 1961 y›l›nda Mustafa Nihat Özön’ün haz›rlad›¤› “Türkçe Yabanc› Kelimeler Sözlü¤ü”nde “Kötülerin kurduklar› gizli bir dernek” karfl›l›¤›n› verdi¤i “Mafia” günümüzde özellikle erkek çocuklar›n özendi¤i, özendirildi¤i bir yap›lanma oldu. Evlerde, sokak aralar›nda ellerinde oyuncak silahlarla erkek çocuklar “Mafiac›l›k” oynuyorlar. ‹talyan kökenli bir örgütlenmenin ad› olan “Mafia”, ilginçtir tarihin her döneminde dünyan›n her yerinde ve her türlü yönetim biçiminin içinde varl›¤›n› sürdürüyor. Uzmanlara göre “Mafia”, “kamusal ve toplumsal ba¤›fl›kl›k düzeninin bozuldu¤u” yerlerde türeyen urlard›r. “Baba” filminin çekiminin ya-

O

Kolay

Zor CananOnural@butundunya.com.tr Yan›tlar 95’inci sayfam›zdad›r. 76

p›ld›¤› sakin, sessiz Corleone kasabas›nda “Mafia” soruldu¤unda, “‘Mafia’ yerin alt›nda, o nedenle yerin üstünde bir fley göremezsiniz” yan›t›n›n verilmesi “Mafia”n›n bir yer alt› örgütlenmesi oldu¤unu gösteriyor. Bu örgütün iflleri, kara ekonomi ve karaborsad›r. Ço¤unlukla,

kumar, kad›n ticareti, uyuflturucu, tefecilik, haraç, rüflvet, içki, insan kaçakç›l›¤›, borçland›rma ve borç tahsilat› gibi yasad›fl› ifllerle u¤raflan, göz k›rpmadan cinayet iflleyen oluflumlard›r. “Mafia” sözcü¤ünün kökeninin ‹talyanca oldu¤unu san›l›r; ancak araflt›rmalar “Gizli olma, 77


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

kapal›l›k” anlam›na gelen Arapça “Hafa”, “Hafi”den geldi¤ini gösteriyor. Türkçe’de bu kökten türetilmifl birçok sözcük var. En bilineni ve yayg›n› da “Hafiye”dir.

8

23 y›l›nda Araplar, Sicilya’y› ele geçirdiler. Arapça birçok sözcük Sicilya’da kullan›m buldu. Bunlardan biri de Araplar’›n askeri ve siyasi güçlerini yitirmeye bafllad›klar›nda s›¤›nd›klar› ma¤aralara verdikleri Hafi’den türetilen “Maha”, “Mafie” ad›yd›. 1658 y›l›ndan kalan belgelerin birinde bir büyücü kad›na “Korkusuz, kendini be¤enmifl, hükmedici” anlam›nda lakap olarak “Mafia” deniyordu. Sicilya’da gizli kapakl› ifllerin yap›ld›¤› yerlere ma¤aralara “Mahfel” ya da “Mahfelya” deniyordu. Bu ma¤aralar› daha sonra Garibaldiciler de kulland›lar. Bu sözcük önce “Mahfelia”ya ard›ndan da gizli kapakl› ifller yapanlar anlam›nda “Mafia”ya dönüfltü. Kökenlerini Sicilya tarihinde flanl› bir olaya ba¤lamak isteyen “Mafia”, Sicilya’n›n ba¤›ms›zl›¤›n› da kendine mal etmeye çal›fl›r. “Mafia” sözcü¤ünün kimi sloganlar›n bafl harflerinin akrostifl yap›larak birlefltirilmesiyle elde edildi¤i de ileri sürülür. ‹lk “Mafia” üyelerinin 30 Mart 1282 “Sicilya Akflam Dualar› ‹syan› ve Katliam›na” kat›lan flövalyeler oldu¤u yaz›l›p çizilmektedir. Palermo’da bir kilisede akflam 78

duas›na kat›lan birkaç Sicilyal› kendilerine hakaret eden Frans›z askerlerine sald›r›p onlar› öldürdü. Olay bir anda tüm adaya yay›ld›. Bir gecede iki bin Frans›z öldürüldü. Yirmi y›l süren savafl boyunca, Sicilyal›lar’›n sözcüklerinin baflharfleri biraraya getirilince “Mafia” sözcü¤ü oluflan “Morte Alla Francia Italia Anela” (Frans›zlar’a Ölüm ‹talya Hayk›r›yor) savafl naras›n› kulland›¤› sav› ileri sürülür. Ço¤u inand›r›c›l›ktan uzak pek çok varsay›m olmas›na karfl›n bir öteki sav da uzlaflmaz cumhuriyetçi olarak tarihe geçen ‹talyan ulusalc› devrimci olan Giuseppe Mazzini (1805-1872)’nin tarihi miras›ndan yararlanmak isteyenlerin kulland›¤› akrostifltir:

“M

azzini Autorizza Furti Incendi Avvelenamenti.” (Mazzini h›rs›zl›k, kundakç›l›k ve zehirlenmeyi onayl›yor.) Garibalciler zafer kazand›klar›nda at›lan “Yaflas›n mafia!” sloganlar› “Mafia” ile iflbirli¤i yapan ABD güçlerinin ‹kinci Dünya Savafl› s›ras›nda Sicilya’ya ç›k›fl›nda yeniden duyuldu. 1863’te G. Rizzotto’nun halk lehçesiyle yaz›lm›fl “I mafiusi della Vicarie” adl› oyununun sürekli temsil edilmesi “Mafia” terimini yayg›nlaflt›rd›. Mafia suçlamas›, ilk kez Palermo’da 1865 y›l›nda yasa d›fl› tahsilat yapanlara karfl› aç›lan davalarda geçti.

O

n y›l geçmeden baflka dillerde de “Mafia” sözcü¤ü kullan›lmaya bafllad›. Birbirleriyle çat›flmaya giren gruplar›n bir savafl›m arac› olarak silahl› çeteleri beslemeleri ve bunlara baflvurmalar› mafian›n kökleflmesine neden oldu. “Mafia” Türkiye’ye gelince, “Mafia” ve ekonomisinin ulaflt›¤› boyut Ankara Ticaret Odas› (ATO)’n›n “Hayat›m›z Mafya” raporunda ortaya ç›kt›: “Türkiye’de mafyan›n cirit att›¤› 100’e yak›n faaliyet alan› bulunuyor. Mafyan›n el att›¤› bu sektörler aras›nda ne yaz›k ki e¤itim yuvas› okullar, flifa da¤›tan hastaneler, keyifle izledi¤imiz futbol bile var. 1 trilyon dolar oldu¤u tahmin edilen dünya örgütlü suç ekonomisinden Türkiye de pay›n› al›yor. Türkiye’de yer alt› ekonomisinin büyüklü¤ü milli gelirin dörtte biri yani 60 milyar dolar civar›nda. Bu rakam Türkiye’nin 2004 y›l› bütçesinin yar›s›n› afl›yor. Kamu yat›r›m› için konan her dört tu¤ladan birisi yasad›fl› örgütlere gidiyor. 1998-2002 y›llar› aras›nda yaklafl›k 17 bin kifli çete üyesi olmaktan polis taraf›ndan yakaland›, küçük bir ülkenin ordusunu donatacak kadar silah ele geçirildi. Rakamlar, mafyan›n baflkentinin ‹stanbul oldu¤unu gösteriyor. Türkiye’deki organize suçlar›n neredeyse yar›s› ‹stanbul’da iflleniyor. Ard›ndan gelen illerse flu biçimde s›ralan›yor: Ada-

na, Ankara, Ayd›n, Antalya, Bal›kesir, Bursa, Gaziantep, Mersin, ‹zmir, Kayseri, Kocaeli ve Samsun. “En yayg›n› otopark mafyas›. Özellikle büyük flehirlerde cadde ve sokaklar› parselleyip görevlendirdi¤i de¤nekçiler arac›l›¤›yla otopark ücreti topluyor. Para vermeyenler dövülüyor, arabalar çiziliyor, lastikler yar›l›yor. ‹stanbul, Ankara, ‹zmir gibi üç büyük ilimizde 2 milyona yak›n otomobil bulunuyor. Otopark ücretlerinin 2-10 lira aras›nda de¤iflti¤i dikkate al›nd›¤›nda sadece otopark mafyas›n›n y›ll›k cirosu milyarlarla ifade ediliyor.

“M

afya örgütleri halkla iliflkiler faaliyeti yürüterek topluma hitap eden yöntemler kullan›yor. Toplumsal de¤erlere sayg› gösteren tav›rlar›, kurduklar› yard›m vak›flar›, adalet da¤›t›yor görüntüsü veren davran›fllar›n›n yan›s›ra tan›nm›fl sanatç›larla kol kola olmalar› mafya imaj›n›n yumuflamas›na neden oluyor. Medyan›n, haber programlar›nda, mafyadan söz ederken kulland›¤› “Ünlü baba”, “Yeralt› dünyas›n›n tan›nm›fl ismi”, “Ünlü kabaday›”, “Çete reisi” gibi üstü kapal› olarak övgü içeren bu terimler, izleyicilerin bir k›sm›nda korku, bir k›sm›nda ise özenti yarat›yor.”• SongulSaydam@butundunya.com.tr 79


Geçimini Kur’an Yazarak Sa¤layan Mo¤ol ‹mparatoru

80

Dünyan›n sekizinci harikas› Tac Mahal’i yapt›ran Mo¤ol ‹mparatoru fiah Cihan ile an›s›na Taj Mahal’in yapt›r›ld›¤› Argümend Banu hatunun o¤lu Mo¤ol ‹mparatoru Alemgir’in, geçimini hattatl›k yaparak sa¤lad›¤› ortaya ç›kar›ld›. YAZAN: fiEBNEM fiEN

I

mparatorlu¤u döneminde alt›n-gümüfl renkleriyle süslenHindistan, Pakistan, Afganis- mifl Kur’an’›n, yanmaz ka¤›t tan ve Bengladefl’i egemenli¤i sayfalar›n›n her biri, ayr› bir koalt›na almas›na karfl›n, impara- ku tafl›maktad›r. torluk yapt›¤› 56 y›l boyunca Tarihçiler, ele geçirilen bu devletten hiçbir gelir almayan ve Kur’an’lar›n toplam say›s›n›n 10 kiflisel gereksinimi için devletin oldu¤u konusunda birleflmekte hiçbir olana¤›ndan yararlanmay› ve polisle yak›n iflbirli¤i yaparak, kabul etmeyen ‹mparator Alem- ‹mparator Alemgir’in el yazmas› gir’in, “ekmek öteki Kuparas›” kazar’an’lar›n›n nabilmek için nerede oldukgeceleri geç lar›n› araflt›rsaatlere de¤in, maktad›rlar. titrek ›fl›kl› Alemgir’in kandiller alt›nson imparator da Kur’an yazoldu¤u Mo¤ol d›¤› ve geçimi‹mparatorlu¤u ni bunlar› satadöneminde rak sa¤layabilHindistan’da Hindistan polisi, 44 yafl›ndaki bir Hindu di¤i anlafl›ld›. tam bir alt›n vatandafl›n›, Alemgir’in 16’nc› yüzy›lda yazd›¤› ça¤ yaflanm›fl Bu tarihKur’anlardan birini 400 y›l sonra çal›p, 50 ve bu genifl sel gerçek, el milyon dolara satmaya çal›fl›rken yakalayacak ve Haydarabad Savc›l›¤›’na sevk edecekti. ülke tümüyle yazmas› çok özel bir Kur’an’› 50 milyon do- Mo¤ol ‹mparatorlu¤u’nun egelara satmakta olan h›rs›z› Hay- menli¤i alt›nda tutulabilmiflti. darabad’da yakalayan Hint poliCengiz Han taraf›ndan sinin, tarihçilerle yapt›¤› iflbirli¤i 1200’li y›llar›n bafllar›nda kurusonunda saptand›. lan ve 1700’li y›llara de¤in 500 Daha önce hiçbir örne¤i ve y›l yaflayan Mo¤ol ‹mparatorlubenzeri görülmeyen 20x40 san- ¤u, 44 milyon km2’lik egementim boyutlar›nda ve 14 kilo a¤›r- lik alan›yla yeryüzünün en l›¤›ndaki 400 y›ll›k el yazmas›, büyük imparatorlu¤uydu.• 81


O

zellikle yabanc› dilde e¤itim verilen okullar›n ö¤rencileri aras›nda, s›k s›k baflvurulan bir güldürmece yöntemi vard›r: Türkçe sözcüklerin hecelerini ya da bir tümceyi o dile çevirmek gibi... Üç bölümde “Türkçe-‹ngilizce Dersi” haz›rlayan bir genç kardeflimiz, “Bir Türk üç düflmana bedeldir” sözünden esinlenerek, “Bir Türkçe sözcü¤ün 17 ‹ngilizce sözcü¤e bedel oldu¤unu” kan›tlamaya çal›fl›yor, “‹ngilizce’ye yeni bafllayanlar ve ileri düzeyde olanlar için çeviri dersleri” veriyor. Birinci ders flöyle: “Bir Türkçe sözcük 17 ‹ngilizce sözcü¤e bedeldir.” Örnek: “Afyonkarahisarl›laflt›ramad›klar›m›zdan m›s›n›z?” ‹ngilizce’ye çevirisi: “Are you one of those people who we unsuccessfully tried to make resemble the citizens of Afyonkarahisar?” Birinci örne¤in Türkçe’sini mi, yoksa ‹ngilizce’sini mi söylemenin daha zor oldu¤una, derse kat›lanlar karar verebilir. ‹kinci derse gelince: Yeni bafllayanDERLEYEN: PER‹ BERK‹N lar için Türkçe’den ‹ngilizce’ye çeviri çal›flmas› yapaca¤›z. Türkçe örnek flu: “Üç cad› üç Swatch saate bak›yorlar. Hangi cad› hangi saate bak›yor?” ‹ngilizce’ye çevirisi flöyle: “Three witches watch three Swatch watches. Which witch watch which Swatch watch?” Al›flt›rma yaparken yukar›daki tümceyi yüksek sesle tekrarlamaya çal›fl›n›z. Arkadan gelecek örnek için yarar›n› göreceksiniz. Evet, üçüncü ve son derse geçelim. Bu çal›flma ileri derecede çevirmen adaylar› için: “Üç travesti cad› üç Swatch saatin butonuna bak›yorlar. Hangi travesti cad› hangi Swatch saatin hangi butonuna bak›yor?” ‹ngilizce’ye çevirisi: “Three switched witches watch three Swatch watch’s switches. Which switched witch watch which Swatch watch’s which switch?” Bu son örne¤i yüksek sesle tekrarlaman›z› önermeyiz. Çevrenizdekiler, sa¤l›¤›n›zdan kuflku duyabilirler.•

‹NG‹L‹ZCE DERS‹...

82

YAKINDAN TANIDIKÇA Yücel Aksoy

‹lginç bir besteci:

P

John Cage

iyanist, a¤›r ad›mlarla sahneye ç›kt›, seyircileri selamlay›p piyanonun önündeki taburesine oturdu. Cebinden bir kronometre ç›kard›, nota sehpas›n›n üzerine dikkatlice yerlefltirdi. Kronometreyi çal›flt›rd›¤› anda, piyanonun aç›k olan kapa¤›n› kapatt› ve huflu içinde diyebilece¤imiz bir pozisyonda, hareketsiz beklemeye bafllad›. Yaklafl›k bir dakika otuz saniye sonra kronometreyi durdurup piyanonun kapa¤›n› açt›. K›sa bir beklemeden sonra yeniden kronometreyi çal›flt›r›p piyanonun aç›k olan kapa¤›n› kapatt›. Yine yaklafl›k bir dakika otuz saniye hareketsiz bekledikten sonra kronometreyi durdurup piyanonun kapa¤›n› açt›. K›sa bir aradan sonra üçüncü kez kronometreyi çal›flt›rd›, piyanonun kapa¤›n› kapatt› ve yine yaklafl›k bir dakika otuz saniye hareketsiz bekledikten sonra kronometreyi durdurdu, piyanonun kapa-

¤›n› açt›, aya¤a kalkt›, seyircileri selamlay›p sahneyi terk etti. Sayg›de¤er okurlar›m›z, “Nedir bu saçmal›k?”, “Yazar deli galiba!.” gibi yorumlar yapmadan lütfen yaz›y› okumaya devam edin. Yukar›da anlat›lan tümüyle gerçek. Tarih 29 A¤ustos 1952...

83


New York yak›nlar›nda Woodstock kasabas›nda düzenlenen modern piyano müzi¤i resitalinde, piyanist David Tudor taraf›ndan seslendirilen (ya da seslendirilmeyen), besteci John Cage’in üç bölümden oluflan bir yap›t›... Yap›t›n ad› “Dört Dakika Otuzüç Saniye”; ama yaz›yla de¤il de 4’ 33’’ olarak betimleniyor. Besteci bu yap›t›yla ilgili aç›klamas›nda sessizli¤in, müzi¤in bir ö¤esi oldu¤u mesaj›n› vermek istedi¤ini söylemifl. ‹lginç müzik çal›flmalar› olan besteci John Cage, 5 Eylül 1912’de Los Angeles’da do¤du. Okul yaflam› çok parlak olan Cage, lisede s›n›f birincisiydi. Fakat yüksek tahsilini yar›da b›rak›p, uzun y›llar Avrupa’da dolaflt›, müzik, sanat, mimarl›k konular›yla ilgilendi. 1938 y›l›nda Seattle’da, vurma çalg›lar orkestras› kurdu¤unu görüyoruz. Ayn› y›l ilginç bir pi84

yanoyu konserlerinde kullanmaya bafllad›. Cage, bu ilginç piyanonun tellerini biribirine ba¤lay›p, aralar›na lastik, tokmak, tahta gibi de¤iflik cisimler yerlefltirerek, geleneksel t›n›s›ndan çok farkl› sesler yakalad›. Cage’in besteleri birbirinden ilginçtir. ‹lk yap›t›na “Landscape No 5” ad›n› verdi. 42 plaktan ç›kan sesleri önce bir manyetik teyp band› üzerine kaydetti, sonra bunu kesti, de¤ifltirdi ve tekrar birlefltirdi. 1952 y›l›nda yapt›¤› ve “Water Music” ad›n› verdi¤i yap›t›n›n çal›n›fl› s›ras›nda birtak›m kaplardan sular dökülür.

C

age’in bestelerinde çok ilginç sahnelere rastlamak olas›d›r. Örne¤in yap›t›n çal›n›fl› s›ras›nda, elbette ki bestenin bir parças› olarak, piyanistin elindeki radyoyu kar›flt›rarak istasyon arad›¤›n›, tarot fal ka¤›tlar›n›n, domino tafllar›n›n ortal›kta dolaflt›¤›n› görürüz. Cage 12 A¤ustos 1992’de yaflama veda etti. Yeniden 4’ 33’’ yap›t›na dönelim: Cage bu besteyi yapmas›na neden olan en önemli etkenin, yak›n arkadafl› ressam Robert Rauschenberg oldu¤unu söyler. 1951 y›l›nda Rauschenberg, “Beyaz Boyamalar” (White Paintings) ad›n› verdi¤i bir seri tablo yapar. Tümüyle beyaz boyal› yedi parçadan oluflan bu ya-

p›t besteciye esin kayna¤› olmufl. Cage’in 4’ 33’’ yap›t› elbette sanat çevrelerinde büyük yank›lara neden olmufl. Onu, müzikte 盤›r açm›fl bir dahi olarak kabul edenler oldu¤u gibi deli ya da flarlatan olarak görenler de var. Ama gerçek flu ki yap›tlar› her zaman ilgi oda¤› oluyor. Ve baflkalar›na da esin veriyor. fiöyle ki: 2002 y›l›nda Mike Batt “Bir Dakikal›k Sessizlik” (A Minute’s Silence) ad›n› verdi¤i bir beste yapt›. Bu da Cage’in bestesi gibi; ama yaln›zca bir dakika süren sessizlikten olufluyordu. Batt’›n bestesi konusunda yapt›¤› aç›klama iki yönden ilginçti: Birincisi “Ben Cage’in dört dakika otuzüç saniyede anlatt›¤›n› bir daki-

kada anlatt›m” ikincisi de “Benim sessizli¤im tümüyle özgün, Cage’inkinden farkl›” diyordu. Konuyla ilgili yorumlar› okurlar›m›za b›rak›p yaz›m›z› bir f›kra ile bitirelim: Sanat galerisinde yeni açt›¤› resim sergisini meslektafl›na gururla gezdirmektedir ressam... Simsiyah boyanm›fl bir tuvalin önünde dururlar. Arkadafl› bir süre bakar ve bir anlam verememifl olacak ki “Bu ne?” diye sorar. Ressam›m›z “Karanl›k bir gecede ormanda yürüyen zenci” diye aç›klar. Konuk ressam bir süre daha tabloya bakar ve “H›mmmmm! ‹lginç!” der.• YucelAksoy@butundunya.com.tr

Kamyon floförü yolda h›zla yol al›rken, “Dikkat alçak köprü!” yaz›l› uyar› levhas›n› görmesiyle köprünün alt›na s›k›flmas› bir oldu. fioför, uyar› levhas›n›n köprüye bu denli yak›n bir yere konulmas›na son derece sinirlenmiflti. Yol kapanm›fl, arkas›nda kilometrelerce araç birikmiflti. Olay gerçekleflir gerçekleflmez haber vermesine karfl›n ekip saatlerce sonra geldi. Araçtan inen polis memuru a¤›r ad›mlarla ilerleyerek kamyonun yan›na gelip floförün bulundu¤u cama do¤ru e¤ildi ve alayc› bir biçimde “S›k›flt›n›z galiba” dedi. fioför sinirlendi¤ini belli etmeden “Hay›r memur bey!” dedi. “Köprüyü tafl›yordum, yak›t›m bitti!”• Sokrat, flansa inan›p inanmad›¤›n› soran bir ö¤rencisine flu yan›t› verdi: “Elbette inan›r›m” dedi. “Sevmedi¤im kiflilerin baflar›s›n› yoksa neyle aç›klard›m?”• 85


YAZAR DEDE VE TORUNLARI Muzaffer İzgü

Yeni Ö¤retmenimiz Okulda son günümüzdü. Ö¤retmenimiz karne da¤›t›yordu; ama hepimiz a¤l›yorduk.

O

¤retmenimiz de a¤l›yordu. Hay›r hay›r, karnelerimizde zay›flar›m›z hiç yoktu. Ö¤retmenimiz de bize zay›flar verdi¤i için a¤lam›yordu. Bize okuma yazmay› ö¤reten, üç y›ld›r okutan ö¤retmenimizi son kez s›n›f›m›zda görüyorduk. Çünkü ö¤retmenimiz bu yaz emekli oluyordu. Ah can›m ö¤retmenimiz, bize söz vermiflti, emekli olmayacakt›, bizi beflinci s›n›f› bitirinceye dek okutacakt›; ama dizlerinden rahats›zd›. Çok zor yürüyordu, bazen sandalyesinden kalkam›yordu, masaya, s›ralara tutunmak zo-

86

runda kal›yordu. O zaman, öyle çok üzülüyorduk ki, hepimiz, kalemlerimizi tutuyorduk; ama gözlerimiz ka¤›tlarda de¤il, ö¤retmenimizdeydi. Yüzünden belliydi, ac›lar çekiyordu. ‹flte, bizim ona öyle bakt›¤›m›z› gördü¤ü günler, “Üzülmeyin çocuklar, kendime söz verdim, siz beflinci s›n›f› bitirmeden b›rakmayaca¤›m” diyordu. Ama olmad›, dayanamad›. A¤r›lar› çok artt›. Doktoru da emekli olmas›n› söylemiflti. Muhsin Ö¤retmen’imiz karnelerimizi da¤›t›rken, hepimizin yanaklar›ndan öpüyordu.

Y

az›n arkadafllar›m›zla her karfl›laflt›¤›m›zda yeni gelecek ö¤retmenimizi konufluyorduk. Yeni gelecek ö¤retmenimizi Muhsin Ö¤retmen’imiz gibi çok sevebilecek miydik acaba? Annelerimiz babalar›m›z da düflünüyorlard›. “Acaba yeni ö¤retmeniniz nas›l biridir?” diyorlard›. Düfllerime giriyordu. Ah nas›l ö¤retmenler görmüyordum ki düfllerimde? Kocaman b›y›kl› ö¤retmen, saçlar›n› ortadan ay›rm›fl okula bisikletle gelen kara kafll›, kara gözlü erkek ö¤retmen, incecik bir genç k›z, hep gülen annem gibi k›v›rc›k saçl› çok sevecen bir han›m, çok fl›k giyinmifl artist gibi bir a¤abey, düfllerimde ö¤retmenim oluyordu. Ama hepsi de bizi çok seviyordu. Hepsi de ayn› fleyi söylüyordu: “Ben de bir Muhsin Ö¤retmen’im” diyorlard›. Hele okullar›n aç›lmas›na az zaman kal›nca, daha çok ö¤retmenli düfller görmeye bafllad›m. Bizim apartmandaki s›n›f arkadafl›m Ela da düfller görüyormufl. Hatta annesi Ela’y› anneme flikayet ediyordu. “Ay bu k›z, her gece bir ö¤retmen de¤ifltiriyor” diyordu. Annem gülüyor, “Bizim Orçun da öyle” diyordu. Ve biz, Ela’yla hep yeni ö¤retmenimizi konufluyorduk. Okulun aç›ld›¤› gün öyle heyecanl›yd›k ki... Otuz çocuk gözlerimizi okulun kap›s›na dikmifl,

içeriye giren her büyü¤ü ö¤retmenimiz san›yorduk. Eli çantal› bir bayan veya erkek gördük müydü, “Yeni ö¤retmenimiz geldi arkadafllar” diye birbirimize haber veriyorduk. “‹flte flu bayan arkadafllar...” “Hangisi?” “fiu can›m, aç›k mavi giysili, baksana, ö¤retmen gibi bak›yor.” Ö¤retmen bak›fl› baflkayd›. Evet evet, ö¤retmenler baflka türlü bakarlard›. Nas›l m›? Onu ancak s›n›f›na yeni ö¤retmen gelecek çocuklar bilirlerdi. Aaaa, o da nesi, bir çocuk aç›k mavi giysili han›m›n yan›na yaklaflt›, “Hala hala” diyor. Birbirimize bak›yor, gülüyorduk. “Veliymifl arkadafllar” diyorduk. Ah, niçin okul müdürümüz, müdür yard›mc›lar›m›z bize kimin gelece¤ini söylemezler. Hatta okul kap›s›n›n önünde s›ra olsak ya, yeni ö¤retmenimiz kap›dan girince, onu selamlasak, çiçek sunsak ya... Niçin söylemiyorlar?

A

y yoksa, flu merdivenlerin en üst basama¤›nda duran genç adam m› ö¤retmenimiz? Ar›yor gibi sanki, öyle bak›yor. Sorsak m› acaba? Aykut, ‹rem, Yasemin sormaya karar veriyorlar. O dört basamak merdiveni h›zla ç›k›yorlar. Onlar gelinceye dek bizim yüreklerimiz gümbür gümbür at›yor. I›h, ö¤retmenimiz de¤ilmifl. Okula bayrak getirmifl, vermek 87


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

için bekliyormufl. Bayraklar› biraz sonra biri getirecekmifl.

P

eki, kim bizim ö¤retmenimiz? Okul kap›s›ndan yan›nda çocuk olmadan giren her büyük bizim ö¤retmenimiz... Kap›da duran okul görevlisi durmadan bizi uyar›yordu: “Çocuklar, lütfen kap›n›n yan›ndan çekilir misiniz?” “Sedat A¤abey, ö¤retmenimizi bekliyoruz.” “Can›m, ö¤retmeniniz biraz sonra gelir.” “Kim gelecek bilmiyoruz ki...” H›h iflte bu bayan... Ay yoksa ö¤retmenimizin kad›n m› olmas›n› istiyoruz? Yoo, hay›r, kad›n olsun, erkek olsun... Olsun olsun, yeter ki ö¤retmenimiz olsun. F›s›ldafl›yoruz: “Nereden bildin Ela ö¤retmenimizin bu bayan oldu¤unu?” “Düflümde gördü¤üm ö¤retmene çok benziyordu.” Bir gülüyorduk ki... H›h, Ela düflünde görmüfl de, bu bayanm›fl da... Ama olamaz m›? Tam da Seher’e müdür beyin odas›n› sormaz m›... Seher parma¤›yla gösterdi. On kifli o bayan›n ard›ndan yürüdük, “Siz ö¤retmen misiniz?” diye sorduk. “Yoo, yarg›c›m” dedi. Demek ki bu bayan da ö¤retmenimiz de¤ilmifl. ‹yi de flu zil bir an önce çalsa ya... Acaba yeni ö¤retmenimiz gelmifl, s›n›f›m›zda m›? ‹çeri sokmu88

yorlar ki nöbetçi ö¤renci a¤abey, ablalar... Kap›n›n yan›ndan hiç ayr›lm›yoruz, Sedat A¤abey de boyuna bize k›z›yor. Muhsin Ö¤retmen’in emekli oldu¤unu bizden ö¤reniyor. “Korkmay›n ö¤retmensiz kalmazs›n›z, gelir bir ö¤retmen” diyor. 3-B s›n›f›n›n ö¤retmenini gördük kap›da... fiimdi onlar da dördüncü s›n›f... S›n›flar›m›z bitiflik. Bafl›na toplan›verdik Selma Ö¤retmen’in... “Ö¤retmenim ö¤retmenim, bizim ö¤retmenimiz kim?” Her zaman yüzü güler Selma Ö¤retmen’in... Yine kocaman güldü. “Ay çocuklar ne bileyim, iki haftad›r okulday›m; ama sizin ö¤retmeninizi görmedim, gelmifltir de karfl›laflmad›k” dedi. Hepimiz birden soluksuz kald›k. Tolga sordu: “Biz ö¤retmensiz mi kalaca¤›z yoksa ö¤retmenim?” “Yok can›m” dedi Selma Ö¤retmen... “Öyle fley olmaz.”

S

elma Ö¤retmen’le daha fazlas›n› konuflamad›k. Kofluverdi ö¤rencileri, yöresini sar›verdiler, “Ö¤retmenim ö¤retmenim” diye ba¤›rmaya bafllad›lar. Ah, Muhsin Ö¤retmen’imiz de emekli olmasayd›, flimdi o da flu kap›dan giriverseydi, anaç tavu¤un bafl›na toplanan civcivler gibi sarsayd›k yöresini, dokunsayd›k, “Ö¤retmenim ö¤retmenim” diye ba¤›rsayd›k. Saçlar›m›z› okflasayd›,

gülseydi, ›fl›kl› gözleriyle bize baksayd›, “Yavrular›m yavrumlar›m, hepinizi çok özledim” deseydi. fiu zil çalsayd› ya... Niçin çalm›yor, kimi bekliyorlar ki? Ses yükselticiden müdürümüzün sesi duyuluyor:

“Günayd›n çocuklar, ben yeni ö¤retmeninizim” diyor. Hani? Zil çalmad› ki, milli e¤itim müdürü gelmedi ki... S›rma, “Ya milli e¤itim müdürünün arabas› bozulursa?” diyor. Uf, flu S›rma da neler söylüyor öyle! O senin baban›n arabas› m› evgili çocuklar, S›rma, okulun kap›s›nda bozulsevgili veliler, ders sun, yolda bozulsun, apartman›n y›l›n›n aç›l›fl›n› sa- önünde bozulsun. y›n milli e¤itim “Çocuklar çekilin milli e¤itim müdürü bizim müdürü geldi” dedi Sedat A¤aokulumuzda yapacaklar. Tören bey. Uuuu... Biz iri yar› birini için konuklar›m›bekliyorduk, zaz› bekliyoruz.” y›f bir adam girdi Ay inanam›yoruz bu Uf uf uf, milli içeri... ‹ki müdür çalan zil sesi mi? Bu e¤itim müdürü 4yard›mc›s›, müdenli güzel mi olurmufl A s›n›f› ö¤rencidür koflarak gelzilin sesi? Ay ne güzel lerinin heyecan›diler. Milli e¤itim bir ezgiymifl de haberimiz n› ve sab›rs›zl›¤›müdürünü içeriyokmufl. Zil sesi de¤il, n› biliyor mu? ye götürdüler. sanki içli bir seslenifl, Ay yoksa birOf of, flimdi “Az sonra ö¤retmeninize likte mi gelecekde çay m› içilekavuflacaks›n›z ler? Milli e¤itim cek? Hal hat›r m› çocuklar” diyen... müdürü ve bizim sorulacak? Haydi ö¤retmenimiz zili çalsan›za!.. birlikte geliyorlar okula... Niçin Ay inanam›yoruz bu çalan zil birlikte gelsinler, yeni ö¤retmeni- sesi mi? Bu denli güzel mi olurmiz okulun yolunu bilmez mi? mufl okul zilinin sesi? Ay ne güzel Art›k okulun kap›s›n›n yan›n- bir ezgiymifl de haberimiz yokda yeni ö¤retmenimizin yan›s›ra mufl. Zil sesi de¤il, sanki içli bir milli e¤itim müdürünü de bekli- seslenifl, “Az sonra ö¤retmeninize yoruz. Milli e¤itim müdürü gelin- kavuflacaks›n›z çocuklar” diyen... ce zil çalacak, biz de s›ra oldu¤uGaliba bu ilk gün en çabuk muz yere koflaca¤›z, bir bakaca- biz s›ra olduk. Sanki olmayan bir ¤›z ki yeni ö¤retmenimiz o koca- güç birkaç saniye içinde hepimizi man kap›dan ç›k›yor, bak›n›yor, s›raya sokuverdi. Kim hangi s›rasonra 4-A s›n›f›n›n nerede s›ra ol- daysa, oraya, ortadaki ortaya, du¤unu ö¤reniyor, yan›m›za geli- yandakiler yana geçiverdi. yor, tam s›ran›n önünde durup Otuz göz, yooo altm›fl göz,

“S

89


BD EYLÜL 2008

iri iri aç›lm›fl kap›ya bak›yor, o kocaman kap›ya... fiimdi ö¤retmenimiz o kap›dan ç›kacak, bak›nacak, belki yan›ndaki ö¤retmen arkadafl›na soracak, sonra merdivenleri inip bizim yan›m›za gelecek. “fiu ö¤retmen mi?” “Aysu, o ö¤retmen ikilerin ö¤retmeni...” “Peki flu ö¤retmen?” “Bahar, o han›m okul aile birli¤i baflkan›...” “fiu zay›f adam?” “Murat, baban seni bir göz doktoruna götürsün, o milli e¤itim müdürüydü ya...” Yan›m›zdaki s›n›f›n ö¤retmeni geldi. Öteki yan›m›zdaki s›n›f›n ö¤retmeni de geldi. Bizim ö¤retmenimiz nerede? Yoksa? Ay hiçbirimiz bunu düflünmek istemiyoruz. Ö¤retmensiz s›n›f›m›za girmek istemiyoruz. Birinci s›n›fa bafllad›¤›m›z ilk y›l, öteki birinci s›n›f›n ö¤retmeni yoktu. fiimdi unuttum, kaç gün sonra gelmiflti. Ya flimdi biz de o birinci s›n›f gibi olursak? O büyük kap›dan Muhsin Ö¤retmen’imiz ç›kmal›... Bize

taa oradan kocaman gülmeli... Ay nas›l alk›fllar›z, nas›l heyecanlan›r, nas›l havaya z›plar›z... “Çocuklar, ben size flaka yapm›flt›m, bak›n emekli olmad›m, yine geldim” dese... Büyük kap›dan bir bayan ç›kt›. Çok genç, siyah saçlar› var. Yüzü öyle sevimli ki... Merdivenleri bir balerin gibi iniyor. Bizim s›ram›za do¤ru geliyor. O mu yoksa bizim ö¤retmenimiz? Bak›n›yor. Tamam tamam... Bizim s›ran›n önünde duruyor. “4-A m› çocuklar?” diye soruyor. “Evet” mi diyoruz, bafl m› sall›yoruz? Gözlerimizi k›rpmadan bak›yoruz. “Ben sizin ö¤retmeninizim çocuklar...” Yüreklerimiz gümbür gümbür, gözlerimiz faltafl›, ö¤retmenimize bak›yoruz. O da bir bir saçlar›m›z› okfluyor, gözleri gülüyor, yanaklar› gülüyor. Milli e¤itim müdürü ne konufltu? Bilmem ki... Okul müdürümüz ne konufltu? Bilmem ki... Yeni ö¤retmenim, can›m ö¤retmenim... Hoflgeldin...•

Annesi, o gün 10 yafl›na basan Mustafa’ya do¤umgünü arma¤an› olarak bankada bir hesap açt›rmak istedi. O¤lunu bankaya götürdü ve ilk hesap açt›ranlar için bankan›n haz›rlad›¤› soru ka¤›d›n› doldurmas›n› söyledi. Mustafa tüm sorular› yan›tlad›ktan sonra, eski bankan›z›n ad›n› yaz›n›z sat›r› karfl›s›na da flöyle yazd›: “Annem.”• 90

HAYVANLARIN DÜNYASI Erdoğan Sakman

Bal›k süt emer mi?

“Disk Bal›¤›” da denilen de¤irmi bal›k (Symphysodon discus) yumurtadan ç›kan yavrular›n› a¤z›na al›p s›¤ ve durgun sulara tafl›yamaz.

O

ysa bu gibi bölgeler hem güvenli hem besin bollu¤u içindedir. De¤irmi bal›k kimi hayvanlar›n yapt›klar› gibi karn›n› doyurup yar› yar›ya sindirdi¤i besinleri yavrular›n a¤›zlar›na vererek besleyemez. Bir haftal›k da olsa k›sa süreli beslemeler yavrular›, kendi bafllar›n›n çaresine bakacak büyüklü¤e ulaflt›r›r. De¤irmi bal›k yavrular›n a¤›zlar›na besin parçalar› verip besleyemedi¤ine göre sorunu çözecek baflka yol

ya da yollar bulmal› yani bu sorun çözülmelidir. Bal›k pullar› mat ve kuru de¤il, parlak ve ›slakt›r. Pullar›n bu ›slakl›klar› üzerlerine s›vanm›fl jelatinimsi bir s›v›dan kaynaklan›r. Bu s›v› sayesinde bal›k hem kayganlafl›r, avc›lara yakalanmaz hem de pullar›n tak›l›p dökülmeleri önlenir, yaralanmaktan kurtulur. Tüm bal›klarda oldu¤u gibi de¤irmi bal›¤›n da pullar› do¤umdan ölüme de¤in hep kaygan kal›r. Baflka bir deyiflle, 91


BD EYLÜL 2008

suda çözülmeyen bu s›v›y› üreten bezler durmadan çal›fl›rlar. Geçen çok uzun zaman içinde, pullar›n aralar›na ve üzerlerine salg›lanan bu s›v›, besleyici özellik de kazanm›flt›r. Vücudunun bu özelli¤inden yararlanan de¤irmi bal›k, daha çok s›v› salg›lay›p bunlar›n pullar aras›nda setler (kabar›kl›klar) oluflturacak denli y›¤›lmalar›n› sa¤lar. Annelerinin çevresinde dolaflan yavrular a¤›zlar›ndan bu yap›flkan s›v›ya tutunurlar. Böylece, hem annelerinin korumas›nda kal›r hem de söz konusu s›v›yla beslenip geliflir (t›pk› memeden süt emer gibi) ve yaklafl›k

HEM NALINA HEM MIHINA bir hafta içinde ba¤›ms›z yaflayabilecek denli büyür ve güçlenirler. Bu olay› gözleyen insanlar, yavru bal›klar›n anneden süt emdikleri izlenimi edinirler. Yavrular› böyle beslemek de¤irmi bal›¤›n buldu¤u çok ilginç bir çözümdür. Bu demektir ki, do¤ada yaflay›p soyu bugüne de¤in gelenler, içinde bulunduklar› koflullara uygun çözümü kuflkusuz bulmaktad›rlar. O halde karfl›laflt›klar› problem ya da problemlerini çözemeyenler, do¤ay› inceleyip en önemsiz görünen bir canl›dan bile kendi problemlerini çözecek bir çözüm yöntemi ya da çözüm ilkesi elde edebilirler.•

Birkaç firmaya baflvurduktan sonra ifl bulabilen U¤ur, ay sonunda ilk ücret zarf›n› al›nca, zarfta 100 YTL fazla oldu¤unu gördü. Uyan›k U¤ur sesini ç›kartmad› ve bu fazladan paray› da keyifle harcad›. ‹kinci ay ödeme gününde ise, ücretinin zarfa 50 YTL eksik konuldu¤unu gördü. Öfkeli bir biçimde yöneticisine gitti ve tüm öfkesiyle ba¤›rmaya bafllad›: “Ücretim 50 YTL eksik ç›kt› zarftan” dedi. “Böyle bir hatay› kabul edemem. Lütfen hatan›z› düzeltin.” Yönetici hafifçe gülümsedi: “Peki ayn› zarfta geçen ay 100 YTL fazla vard›” dedi. “O zaman neden sesini ç›kartmad›n?” U¤ur bir süre düflündükten sonra, yumuflak bir sesle yan›t verdi: “Benim de¤iflmez kural›md›r” dedi. “Yap›lan ilk hatay› her zaman ba¤›fllar›m.”• 92

Metin Atamer

SENET

Genç k›z parktaki çay bahçesinde onu bekliyor, bir bardak çay bo¤az›ndan geçmiyordu. Bir yudum alm›fl genç adam› beklemeye koyulmufltu. Uzaktan genç adam› görünce yüz ifadesini okumaya çal›flt›; ama olmad›. Kar›fl›k bir durum oldu¤unu düflündü.

G

enç k›z, niflanl›s›n›n elini s›k› s›k› tutarak gözlerinin içine bakt›. Söylemeye dili varm›yordu; ama içinden bu arkadafll›¤›n evlilikle ne zaman tamamlanaca¤›n› düflünmekteydi. Sonbahar yavafl yavafl kendini duyumsatt›r›yor, ya¤murun getirdi¤i serinlik insan› zaman zaman ürpertiyordu. Bu mevsim sonu kesinlikle bir yuva kurmay› düflünmekteydi genç k›z; ama nas›l? Daha genç adam›n ifli bile yoktu. “Birinin cesaret vermesi gerekiyor” diye düflündü genç k›z... Birkaç hafta ifl aram›fl; fakat bulamam›flt› genç adam... Sabahlar› erkenden gazete al›yor, ifl ilanlar›na tek tek bak›yor, her adrese giderek ifl olana¤› ar›yordu. Hatta ‹fl ve ‹flçi Bulma Kurumu’na giderek form doldurmufl, dilekçesini verdi¤i k›za flirin görünmek için giyi-

mine bile özen göstermiflti. Sanki kentte bulunan tüm ifl yerleri bu evlili¤in karfl›s›nda sözleflmifl gibi, çal›flma olana¤› vermiyorlard›. Genç adam s›k›ld›kça s›k›l›yor, çalmad›k kap› b›rakm›yordu. “Ne var sanki ifl verseler” diye düflündü genç adam... Kesinlikle baflar›l› olaca¤›na inanmaktayd›. Genç k›z› isterken babas›ndan, tafltan ekme¤ini ç›karabilece¤ini de söylemiflti; ama kimse ona tafl vermeye yanaflmamaktayd›. Genç adamla k›z, akflamlar› el ele tutuflup yollarda yürür, kimi düflleri birlikte kurarlard›. O gün yurt d›fl›ndaki bir ifl için baflvurmufl, onun düfllerini kurmaktayd›lar. Günler bu yollarda, bu düfllerle geçiyor bir türlü ifl bulmak olanakl› olmuyordu. Genç adam umudunu her gün biraz daha kaybediyordu. Bir arkadafl›n›n verdi¤i adrese ifl baflvurusu için 93


ertesi gün gidecekti, bunun için sevinçli bile de¤ildi; çünkü bu senaryolar› çok yaflam›flt›.

S

abah erkenden kalkt›, t›rafl oldu, özenle giyindi, aynada kendine flöyle bir bakt›. “Beni neden be¤enmezler?” diye düflündü. Oysa yaflam›nda o yafla de¤in bireysel birçok baflar› kazanm›flt›. S›k›larak genel müdürün odas›na gitti. Sekreter bir süre beklemesini söyledi. Genç adam kravat›n› düzeltti, sekreterin gösterdi¤i koltu¤a oturdu. Bir süre bekledikten sonra telefon çald›, sekreter “Peki efendim” diyerek ahizeyi yerine koyduktan sonra genç adama içeri girmesini söyledi. Genç adam›n kalbi neredeyse duracakt›. Böyle bilinmez bir kap›dan kaç›nc› kez içeri girdi¤ini düflündü, kap›y› çalarak içeri girdi. Karfl›s›nda as›k yüzlü, fakat güven veren bir müdür vard›. Kafllar› kal›n, k›r saçlar› hafif k›v›rc›k, hatta b›y›klar› bile k›rlaflm›flt›. Müdür birçok soru sormufl, hepsi hakk›nda da olumlu yan›t vermiflti genç adam... Bir konu kalm›flt›, o da, ne ücret istedi¤i... Bu konuda genç adam hiç düflünmemiflti, ne takdir edilirse onu kabul edece¤ini söyledi. K›sa bir sessizlik oldu. Bu süre genç adama birkaç yüzy›l gibi gelmiflti. Müdür biraz tereddüt ettikten sonra “Yar›n sabah gel, ifle baflla” dedi. Genç adam ye94

rinden f›rlay›p müdürün boynuna sar›lmak istedi; ama kendini frenleyerek, sevincini belli etmeden teflekkür etti ve odadan ç›kt›. Yolda yürürken “Oldu bu ifl” dedi kendi kendine; ama hâlâ inanam›yordu. Niflanl›s›na konuyu anlatmak için sab›rs›zlan›yor, onunla buluflaca¤› yere nerdeyse koflar ad›mlarla gidiyordu. Genç k›z parktaki çay bahçesinde onu bekliyor, bir bardak çay bo¤az›ndan geçmiyordu. Bir yudum alm›fl genç adam› beklemeye koyulmufltu. Uzaktan genç adam› görünce yüz ifadesini okumaya çal›flt›; ama olmad›. Kar›fl›k bir durum oldu¤unu düflündü. Genç adam masan›n yan›na geldi, sandalyeye düflercesine oturdu. Bir türlü inanamad›¤› ifle al›n›fl›n›n öyküsünü anlatmaya bafllad›. “Art›k evlili¤in kurulmas›na baflka bir engel kalmad›” diye düflündü genç k›z...

B

ir çat› kat› tuttular, ilk önce badana ve boyas›n› yapt›rd›lar. Ev çok hor kullan›lm›flt›; ama tam istedikleri gibi küçük bir evdi. Art›k bir maafl› vard› genç adam›n, bu nedenle evi döflemeye bafllad›lar. Genç adam, arkadafllar›ndan borç alarak harcamalar› karfl›lamaya çal›fl›yordu. Bir mobilyac›ya gittiler. Koltuk be¤enip minderlerini yapt›rmak için çok ucuz kumafl seçtiler. Ma¤aza sahibine bir miktar peflinat verdiler. Ka-

lan bölümünü de senet yapt›lar. Tam ma¤azadan ayr›l›rken genç k›z›n gözüne iki küçük ve bir büyük sehpa iliflti. Biraz duraklad›lar, genç adam›n cebinde onlar› alacak paras› kalmam›flt›. ‹kisi birbirine bakt›, gözleri çok fley söyledi genç adam›n... Genç k›z ma¤aza sahibinden bu sehpalar›n fiyat›n› sordu. Ald›klar› yan›ttan sonra bir süre daha düflündüler, bunlar› alamayacaklar›n› anlad›lar. Tam ma¤azadan ç›karken ma¤azan›n sahibi “Bir dakika, bu tak›m› be¤endiniz mi?” diye sordu. Be¤endiklerini söyledi

genç k›z, “Ama bunu ödeyecek param›z yok” dedi. Mobilyac›, “Al›n bunlar› borcunuz bittikten sonra ödersiniz” dedi. Yeniden senet yapmak için at›ld› genç adam, eline kalemi alarak... “Yok, senede gerek yok” dedi mobilyac›... “Ödeyemezseniz de benim arma¤an›m olsun.” Ma¤azadan ç›karken genç adam, bu buruk mutlulu¤un verdi¤i gözlerindeki nemi sildi, yutkunam›yor, sanki bo¤az›na bir fley dü¤ümlenmifl öyle duruyordu.• MetinAtamer@butundunya.com.tr

Bir sabah kalbinde fliddetli bir a¤r›yla uyanan kad›n için efli, aile doktorlar› olan yafll› doktoru ça¤›rd›. Hastan›n odas›na girdikten 10 dakika sonra d›flar› ç›kan doktor, adamdan önce bir çekiç, sonra da pense ve tornavida istedi. Doktorun isteklerini flaflk›nl›kla yerine getiren adam sonunda dayanamad› ve doktora sordu: “Eflime ne yap›yorsunuz?” Doktor bu soruyu “Henüz hiçbir fley” diye yan›tlad›. “Yaln›zca çantam› açmaya çal›fl›yorum.”• Bir ilkö¤retim okulunun ikinci s›n›f›nda ö¤retmen, ö¤rencilerine sordu: “Söyleyin bakal›m” dedi. “Konserlerde neden sessiz oturmal›y›z?” Ö¤rencilerden biri at›larak yan›t verdi: “Çünkü uyuyanlar› uyand›rmamal›y›z...”• “Sudoku”nun Yan›tlar›

Kolay

Zor

95


GEZD‹KÇE GÖRDÜKÇE İzlen Şen

‹stanbul’a hem yak›n hem uzak bir ada:

BÜYÜKADA

B

izans döneminde gözden düflen sarayl›lar›n, prenslerin gönderildi¤i bir sürgün yeri olan Büyükada flimdi ‹stanbul’un her mevsim gidilebilecek huzur veren bir köflesi, ‹stanbul’a hem çok yak›n, hem de çok uzak gibi... Bostanc›’dan k›sa sürede ulafl›lan Büyükada, kentin d›fl›ndaym›flças›na gürültüden uzak, a¤açlar ve çiçeklerle süslü, otomobillerdense bisikletleri ve faytonlar› ye¤lemifl bir ada... Sabah saatlerinde bindi¤imiz, denizi bembeyaz köpürten vapur, düdü¤ünü çalarak yanafl›yor Büyükada’n›n çinilerle süslü tarihi iskelesine... Marmara Denizi’ne serpifltirilmifl dokuz adadan en büyü¤ü olan bu adaya yaz gününde heyecanla ilk ad›m› atanlar piknik yapmaya gelenler oluyor, onlar› adadaki evinin yolunu tutanlar ve adaya gezmeye gelenler izliyor. Ben de bu kalabal›¤›n aras›na kar›flarak saat kulesinin oldu¤u meydandan geçiyorum, bisiklet kiralayanlar buradan bisikletlerine binip ayr›l›yor bizden... Fayton dura¤›na yürüyenlerse bindikleri faytonun ritmik nal sesleriyle birlikte uzaklafl›yorlar. Bir faytonun peflinden iki taraf› pembe ve beyaz zakkumlarla çevrili caddeden yürümeye bafll›yorum. Bahçe içindeki beyaz boyal› köflkler, içlerinde kimse yaflam›yormufl gibi sessiz... Kald›r›m›n kenar›nda, bir evin gölgesine sokulmufl, ölümü bekler gibi k›p›rt›s›z duran bir mart›n›n yan›ndan geçiyorum. “Vapurdan simit atarken sa-

96

97


bah 盤l›klar›n› duydu¤um mart›lar onun için mi a¤l›yorlard›?” diye düflünüyorum içimden...

Y

an›mdan bir fayton daha geçiyor, onu izlemek küçük bir meydana ç›kar›yor beni bu kez... Agopyan Köflkü olarak bilinen 4 katl›, bembeyaz, bir zamanlar otel olarak da kullan›lan 22 odal› köflkün önünden bir faytona biniyorum. Caddedeki köflkler, bahçeler, çiçekler aras›ndan geçerken bir filmin içine giriyorum sanki... 1846’daki ilk vapur seferiyle buraya gelmiflim gibi... Dönemin mimari biçemleriyle özenle yap›lm›fl evler yeni yap›lm›fl sanki... Önünden geçti¤im bahçede bir k›z çocu¤u Rumca flark› söylüyor; Ankara tiyatrosu sanatç›lar›n›n burada kantolar, düettolar sergileyece¤i haberi bir ilan biçiminde 98

as›lm›fl duruyor, k›r gazinolar›ndan akordeon, mandolin, gitarlar eflli¤inde flark›lar duyuluyor, insanlar›n nefleyle dans ettiklerini görüyorum. fiakir Pafla Kona¤›’n›n önünden geçerken bir a¤lama sesi kar›fl›yor at arabas›n›n sesine, “Aflkla yaflad›m, ne yaratt›msa aflkla ve sevgiyle yaratt›m” diyen sanatç› Aliye Berger, vapura yetiflmeye çal›fl›rken kalp krizi geçirerek kaybetti¤i efli Kari Berger için a¤l›yor. Sonra bir kalabal›¤›n aras›nda buluyorum kendimi, Adal›lar Anadolu Kulübü’ndeki bir baloya gelen Atatürk’ü alk›fll›yorlar, ben de alk›fllayarak kar›fl›yorum onlar›n aras›na... Nal sesleri yavafllad›kça bugüne dönüyor, Lunapark Meydan›’nda faytondan iniyorum. Meydandaki bir köflede yan yana dizilmifl eflekler çocuklara meydanda tur att›rmay› ya da 202 metreyle adan›n en yüksek tepesi

olan Yüce Tepe’deki Ayios Yeorgios’a gidenleri tepeye ç›karmay› bekliyor. Efleklerin yard›m›n› almadan çam a¤açlar› aras›ndaki toprak yoldan tepeye yürümeye bafll›yoruz. 23 Nisan ve 24 Eylül’de tepedeki kiliseye ç›karak, dileklerinin gerçekleflece¤ini düflünerek buraya gelenlerin; ifl, efl, ev, para, bebek gibi umutlarla çevredeki a¤açlara ba¤lad›klar› bezler, kurdeleler, ka¤›t peçeteler ve art›k kurumufl ›slak mendiller aras›ndan yürüyoruz. Yolun kenar›ndaki banka dinlenmek üzere oturdu¤umda, umut ba¤lanan bu a¤açlar›n da bir gün bu bezlerden, peçetelerden kurtulmay› umut ediyor olabileceklerini düflünüyorum. Buradan bak›ld›¤›nda adan›n kuzeyindeki ‹sa Tepesi ve bu tepedeki Hristos Manast›r› ile yetimhane binas› da görülüyor. 1898’de bir Frans›z flirketi taraf›ndan otel olarak yap›lan; ama

izin al›namad›¤› için hiçbir zaman otel olarak iflletilemeyen bu binan›n Avrupa’n›n birinci, dünyan›n da en büyük ikinci ahflap binas› oldu¤u söyleniyor.

B

ir Rum aile taraf›ndan sat›n al›n›p patrikhaneye ba¤›flland›ktan sonra bir süre yetim Rum çocuklar› için okul olarak kullan›lan ve 35 y›ld›r bofl duran bina yan›ndaki Hristos Manast›r› ile birlikte yemyeflil orman›n içine gömülmüfl gibi duruyor. Yüce Tepe’nin tepesine ulaflt›¤›mda, oradaki k›r lokantas›nda Marmara Denizi, Sedef Adas› ve ‹stanbul manzaras›na karfl› yemek yerken serçeler de tahta masam›zdaki ekmek k›r›nt›lar›n› yiyerek bize efllik ediyor. “H›ristiyan”, “Müslüman” demeden herkesin ziyaret etti¤i kiliseyi gezdikten sonra afla¤› yürüyerek Lunapark Meydan›’n› 99


BD EYLÜL 2008

geçip çam ormanlar› aras›ndan geçen Âfl›klar Yolu’nu izliyorum.

Y

an›mdan faytonlar, bisikletler, eflekler geçerken piknik yapanlar›n oldu¤u Dil Burnu’na geliyorum. Dil Burnu’nun yan›nda bir zamanlar buray› bulup ifl kuran kahveci Yorgo’nun ad› nedeniyle Yorguli denilen ve sonra Yörük Ali ad›n› alan plajda denize giriliyor. Nizam Caddesi’ndeki köflkler aras›ndan yürürken kimi evlerin yaln›z görünümü hüzünlendiriyor beni... Kimi evler, köflkler, içinde yaflayan aileler, bahçesinde oynayan çocuklarla, parmakl›klar›ndan d›flar› sarkan mimozalar›yla çok nefleli görünürken, kimileri de dantel gibi demir kap›lar›n›n ard›nda, kapal› panjurlar›yla, sessizlik içinde bahçelerindeki birkaç çiçekle avunuyor gibiler. 1929-1933 y›llar› aras›nda ‹stanbul’da sürgündeyken Büyükada’da kalan Troçki’nin efli ve o¤lu ile yaflad›¤› köflkün önünden geçerken, buradan ayr›l›rken yazd›¤› mektuptan bir tümce geliyor akl›ma: “Prinkipo (Büyükada) sükünetin ve unutman›n adas›...” fiimdi Adalar Kaymakaml›¤› olan Hacapulos Köflkü’nün bahçesinde dinlenirken, bu köflklerin unutulmufl öykülerini, Reflat Nuri Güntekin ve adan›n renklerini resimlerine tafl›yan Fahr El Nissa Zeid’in burada günlerini nas›l geçirdi¤ini merak ediyorum. 100

Mor salk›mlar, manolya a¤açlar› ve zakkumlar aras›ndan yürüyerek sahile yaklafl›yorum, Anadolu Kulübü ve 1911’den buyana otel olarak kullan›lan görkemli yap›s›yla dikkat çeken Splendid Oteli’nin önünden geçerek iskeleye do¤ru ilerliyorum. Alt› kilise, dört cami ve bir sinagogu buluflturan bu hoflgörülü ada, yaln›zca kalmaya gelenlere de¤il, günübirlik gezmeye gelenlere de pek çok seçenek sunuyor. Naki Bey, Kumsal, Prenses ve Yörük Ali Plajlar›nda yüzmek, çam ormanlar› aras›nda yürümek, faytonlarla Büyük Tur ya da Küçük Tur alarak aday› gezmek, Çankaya Caddesi’ndeki Turing Kültür Evi’nin bahçesinde oturmak, iskelenin yan›na k›y› boyunca dizilmifl bal›k lokantalar›nda yemek yemek bu seçeneklerden kimileri...

G

ünün sonunda aday› arkamda b›rak›p denizin kokusunu içime çekerek vapurla ‹stanbul’a do¤ru yol al›rken Büyükada’da yaflayan bir flairin, Ataol Behramo¤lu’nun dizelerini an›ms›yorum: “Yaflad›klar›mdan ö¤rendi¤im bir fley var / Yaflad›n m› büyük yaflayacaks›n, ›rmaklara, gö¤e, bütün evrene kar›fl›rcas›na / Çünkü ömür dedi¤imiz fley, hayata sunulmufl bir arma¤and›r. / Ve hayat, sunulmufl bir arma¤and›r insana.”• IzlenSen@butundunya.com.tr

B‹LG‹N‹Z‹ DENETLEY‹N Özüm Larçın

1 Piyano çalmaya 4 yafl›nda bafllayan ve ilk senfonisini 17 yafl›nda besteleyen sanatç› afla¤›dakilerden hangisidir? a) Beethoven b) Mozart c) Bizet ç) Vivaldi 2 Arap aylar›ndan Muharrem’in 10’uncu gününün ad› nedir? a) Zerde b) Aflure c) Künefe ç) Muhallebi 3 Osmanl› ordusunun seferle-

rine kat›l›p fliirlerinde etkisine yer veren halk ozan› afla¤›dakilerden hangisidir? a) Kul Mehmet b) Gevheri c) Kul Mustafa ç) Âfl›k Ömer 4 Kulak kaç bölümdür?

a) 1 b) 2 c) 3 ç) 4 5 Bestelendi¤i aletin ad›yla birlikte an›lan müzik parças› afla¤›dakilerden hangisidir? a) Konçerto

b) Senfoni c) Opera ç) Operet 6 Mimar, mühendis ve tan›nm›fl bir tarihi roman yazar› olan kifli kimdir? a) Reflat Nuri Güntekin b) Ömer Seyfeddin c) Abdullah Ziya Kozano¤lu ç) Hüseyin Rahmi Gürp›nar 7 fiiirle müzi¤i biraraya getiren en yayg›n naz›m biçimi afla¤›dakilerden hangisidir? a) Aruz b) Hece c) Koflma ç) Marfl 8 Boksla birlikte yap›lan gürefle ne ad verilir? a) Serbest b) Pankreas c) Judo ç) Grekoromen 9 Osmanl› mimarlar›ndan Kas›m A¤a’n›n en ünlü yap›t› afla¤›dakilerden hangisidir? a) Yeni Cami b) Valide Cami c) Süleymaniye Cami ç) Fatih Cami 101


10 Karagöz’de “suret” ya da

“tasvir” denilen biçimler hangi hayvan›n derisinden yap›l›r? a) Cam›z b) ‹nek c) Öküz ç) Deve 11 Ni¤bolu

Haçl› Seferi’nde Y›ld›r›m Bayezit’e tutsak düflen ve fidye karfl›l›¤› serbest b›rak›lan komutan kimdir? a) Kral Arthur b) Korkusuz Jean c) Kral François I. ç) Kral George VI. 12 Dellâlzâde ‹smail Efendi hangi tür yap›tlar›yla ünlüdür? a) Besteler b) Divan fliirleri c) Hatlar ç) Çiniler 13 “Tepegöz”, “Bams› Beyrek”, “Deli Dumrul” öyküleriyle ünlü olan yap›t hangisidir? a) Saltukname b) Cengizname c) Dede Korkut ç) Göç Destan› 14 Ünlü ressam Eugene Delacroix’in milliyeti nedir? a) ‹ngiliz b) Frans›z 102

c) Alman ç) Rus 15 Kurutulmufl saplar›yla flapka, sepet, iskemlenin oturulacak yeri örülen bitki afla¤›dakilerden hangisidir? a) Arpa b) Bu¤day c) Kam›fl ç) Çavdar 16 Beyin kaç kat zarla korunur?

a) 1 b) 2 c) 3 ç) 4 17 Beygirgücünün 1 saniyede 1 metre yüksekli¤e ç›kard›¤› cisim kaç kilodur? a) 25 b) 50 c) 75 ç) 100 18 Beyaz eti için avlanan eklembacakl›lar›n kabuklular s›n›f›ndan olan hayvan afla¤›dakilerden hangisidir? a) Midye b) Salyangoz c) Istakoz, ç) Ahtapot Yan›tlar 108’inci sayfam›zdad›r.

Okurumuzdan Bütün Dünya’ya Mektup var YAZAN: ECE SARAÇO⁄LU

“I

stanbul Üniversitesi, Felsefe Bölümü’nde okuyan bir ö¤renciyim. Bir felsefe ö¤rencisi olarak, ülkemizin felsefi görüfl ve sorgulay›c›l›¤›ndan çok uzak kald›¤›n› düflünüyorum. Paran›n egemenli¤i alt›na girdi¤imiz bu ça¤da, düflünmenin ve felsefe yapman›n eksikli¤ini ne yaz›k ki duyumsar gibiyim. Haziran 2008 say›n›zda, ‘1001 Güzel Söz’ bölümünde yer verdi¤iniz ünlü felsefeci Schopenhauer’›n dedi¤i gibi hayat›m›zdakilerin de¤erini bilmez olduk, eksiklere ise her zaman h›rsla yaklafl›r hale geldik. Gerek yazarl›k Arthur Schopenhauer hakk›ndaki görüflleri olsun, gerekse felsefi yaklafl›mlar› olsun, kitaplar›n› okumaktan zevk ald›¤›m Schopenhauer, bu görüfllerine karfl›l›k akl›ma ‘Üniversiteler ve Felsefe’ adl› kitab›n›n arka kapak yaz›s›n› getirdi. Bu yaz›y› tüm Bütün Dünya okurlar›na ulaflt›rmak istiyorum: ‘Üniversiteyi kuran felsefe bugün üniversitenin neresinde? Bir zamanlar üniversitenin kap›s›ndan neyin içeri al›n›p neyin al›nmayaca¤›na karar veren felsefe bugün içeri al›nmak için kimlerin kap›s›nda bekliyor? Kendisine zoraki tahsis edilen ve pek kimsenin 103


BD EYLÜL 2008

itibar etmedi¤i izbe köflede felsefe sevdal›lar›na felsefe ad› alt›nda ne sunuluyor? Henüz var olmayan ve hedefine henüz eriflmemifl, onun yolunu dahi kesin bilmeyen bilgi dal› –hatta bizzat olabilirli¤i hâlâ tart›flma konusu olan, dolay›s›yla karfl›laflt›¤› her engelde her seferinde dönüp varl›¤›n› sorgulama ihtiyac› duyan bir bilgi dal› bugün orada nas›l kat›lafl›p donmufltur? Ama ayn› zamanda bütün bilimlerin temelinde yer almas› ve bu yüzden en baflta ulafl›lmas› gereken, bilimden bilgiden öte bir

fley olan felsefenin yerini bugün ne alm›flt›r?..’ Bu yaz› asl›nda felsefe profili ad›na çizilmifl bir tablodur. Yaz›n›n ilk cümlesinde dedi¤i gibi üniversiteyi kuran felsefe bugün üniversitenin neresinde? Art›k gerçe¤in fark›na varmam›z gerekti¤ini düflünüyorum, felsefenin de hakk› olan koltukta oturtulmas›n› da her felsefecinin istedi¤i gibi ben de istiyorum. Bu yararl› dergiyi biz okurlarla buluflturdu¤u için tüm Bütün Dünya ekibine teflekkürlerimi gönderiyorum. Sayg›lar›mla.”•

Genç bir flair, Lamartine’den fliirlerini okuyup, de¤erlendirmesini istemiflti. Lamartine, flairi evine davet etti, fliirlerini gözden geçirdi ve oldukça iyi buldu. Lamartine, hava çok so¤uk olmas›na karfl›n flairin çok az giyinmifl oldu¤unun ay›rd›na vard›. Ona bir miktar para vererek fliirlerini sat›n ald›. fiair sevinç içinde teflekkür ederek d›flar› ç›karken, Lamartine arkas›ndan seslendi: “Paltonuzu burada unutuyorsunuz.” Genç flair, flaflk›nl›kla “Benim paltom yok ki...” dedi. fiiddetli k›fl ortal›¤› sarm›flt›. Lamartine, yumuflak bir sesle “Benim paltomu an› olarak saklamak lütfunda bulunmaz m›s›n›z?” dedi. fiairin gözleri yaflarm›flt›. Teflekkür ederek paltoyu giydi.• ‹flveren, yapt›¤› görüflmenin sonunda, ifle yeni ald›¤› iflçisine bir uyar›da bulunmak istedi: “Lütfen” dedi. “Size ne kadar ücret verdi¤imizi, öteki iflçilere söylemeyiniz.” ‹flçinin bu uyar› karfl›s›nda yan›t› haz›rd›: “Merak etmeyin efendim” dedi. “Ben de en az sizin kadar utan›yorum ücretimden!..”• 104

UNUTAMADI⁄IM ANIM Mustafa Oktay

O Benim Can Dostumdur Mehmet Mutlu, insan olarak da, fikir adam› olarak da, kendisini tan›ma ve de anlama olana¤› olanlar›n yaflam›nda bir ›fl›k, bir mücevher gibi par›ldamaya devam ediyor. O benim can dostumdur.

U

zun ayr›l›k y›llar›ndan sonra o akflam birlikte olman›n tad›n› ç›kar›yorduk. Hava ne kadar so¤uk olsa da kavuflman›n verdi¤i sevinç içimizi anlat›lmaz derecede ›s›tm›flt›. Çocuklar da uyumufl olduklar› için ne duyumsuyor ne duyuyorsak, fütursuz, ona göre davran›yorduk. Yüzdeki gülen ve a¤layan kaslar›n ayn› olmas› o gece iflimizi çok kolaylaflt›r›yordu. A¤lamak gerekiyorsa hiç kendimizi kasm›yor, gülmek gerekiyorsa kat›l›yorduk. Mehmet 22 y›ld›r söyleyemedi¤ini ve benim o güne de¤in bilmedi¤imi söyleyince, a¤lamak da

yetmedi, gülmek de... “Böyle bir can dostum var” diye hep gururlanm›fl ve onunla kendimi yücelmifl duyumsar›m. Anlataca¤›m öykü yokluk içerisinde bile dostluklar› ad›na ekme¤inden vazgeçebilecek denli erdemli, de¤erli ve yi¤it insanlar›n aram›zda yaflad›¤›n›n canl› kan›t›d›r. Mehmet Mutlu’yla dostlu¤umuz, 1967 y›l›nda Elaz›¤ Mezra Ortaokulu 1’inci s›n›f›nda bafllam›flt›. Yaln›zca müzi¤e çok yatk›n ve sesi güzel de¤ildi onun, fen, matematik, tarih ve akl›n›za gelecek her konuda çok baflar›l›yd›. Okul birincisi, herkesin arkadafl›, dostu, ak›l hocas› bir 105


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

ö¤renciydi. Mehmet o günlerde bile günde iki gazete okurdu. Gazeteleri de akflamlar› bakkal›n satamad›klar›ndan ya da okunmufllardan edinirdi.

B

abas› rahmetli Veli Amca, zaman›nda ülkede motorlu tafl›t yok denecek denli azken kamyonlar›yla tafl›ma müteahitli¤i yapm›fl, varl›k içerisindeyken yoklu¤a düflmüfl; ama her haliyle, insan sevgisiyle, görmüfl yaflam›fll›¤›yla, otoriter, o derece de sevecen bir insand›. Veli Amca’n›n, Mehmet’in okuma aflk›na yan›t verebilecek maddi olana¤› yoktu; ama –nas›l baflarm›flt› bilemem– Mehmet o zaman bile küçük bir oday› dolduracak kitaplara sahipti. Y›l 1967, yer Elaz›¤... Ben de belki “Ortalaman›n üzerinde bir ö¤renciydim” diyebilirim, hatta fen derslerim iyiydi; fakat okumay› ve sosyal dersleri hiç sevmezdim. Bu arada ilkokuldan getirdi¤im idealim askeri liseye gitmek ve subay olmakt›. Mehmet’le s›n›f arkadafll›¤›m›z›n bafllad›¤› ilk günlerde bu düflünceyi, ona da afl›lam›flt›m do¤rusu... Birbirimizi o denli çok seviyorduk ki, “‹çti¤imiz su ayr› gitmiyordu” denebilir. Ortaokul y›llar›nda gecemiz gündüzümüz birlikte geçiyor, birlikte Kuleli Askeri Lisesi’ne gitme düflleri kuruyorduk. Son s›n›f›n ikinci döneminden itibaren her gün uzun yollar yürüye106

rek gitti¤im askerlik flubesine baflvuru formlar› geldi¤inde iki tane ald›m. Zarflar›n içindeki evraklar› her ikimiz için de doldurdum, tamamlad›m. Geriye yaln›zca babalar›m›z›n ve mahalle muhtarlar›n›n imzalamas› gibi ayr›nt›lar kalm›flt›. Plan›m›z baflvuru zarflar›n› birbirine ilifltirerek göndermek ve Ankara’da olanakl›ysa ayn› yerde, ayn› zamanda s›nava girmekti. Bu konuda da Mehmet’le çok önceleri anlaflm›flt›k. Ankara’da halamlarda birlikte kalacak, birlikte s›nava girip birlikte Elaz›¤’a dönecektik. K›sa sürede evraklar›m› tamamlam›flt›m. Günler geçmesine karfl›n Mehmet bir türlü s›nav evraklar›n› imzalat›p postaya vermek için geri getirmiyordu. Her gün farkl› bir bahane buluyordu. Bu arada son baflvuru tarihi de yaklafl›yordu. Neredeyse süre sona erecekken, art›k içimde bir kuflku uyanmaya bafllam›flt›.

“M

ehmet herhalde s›navda kendisinden yararlanaca¤›m› düflünüyor, bu nedenle evraklar› benimle birlikte postaya vermek istemiyor. Galiba benim göndermemi bekliyor ve sonra kendisi ayr› baflvurup s›nava da ayr› girmeyi düflünüyor” diye düflündüm. Öyle ya, Mehmet okulun birincisiydi ve benim s›navda kendisinden

yararlanmay› planlad›¤›m› sanmas› normaldi. Kuflkumun ve biraz da k›r›lganl›¤›m›n etkisinde kalarak evraklar›m› postaya verdim.

de bu arada yüksek lisans gibi olanaklar› göz ard› etmiflti. Ayr›l›k bafllad›ktan sonra her mektup, her buluflma bir tufand› sanki gönüllerimizde... O gece ehmet evraklar›n› bafllang›çta belirtti¤im duygu segöndermedi. Ben s›- linin içerisinde ve geç saatlerde nav› yedekten de ol- Mehmet’e son sitemimi dile getisa kazand›m, biraz rirken Mehmet, “Mustafa sana bir sevinç, biraz Meh- fley aç›klayaca¤›m; ama bana k›met’ten ayr›l›¤›n hüznüyle Kule- r›lmayaca¤›na ve bana bundan li’ye gittim. Do¤rusunu söylemek sonra sitem etmeyece¤ine söz gerekirse, o geceye de¤in her se- verir misin?” dedi. Bu tümceyi ferinde ayr›l›¤›sonunu dinlem›z›n nedeni meden kavraolarak Mehmet’i mak olanakl› Mehmet gibi s›nava girmedide¤ildi. Do¤al daha birçok can ¤ini için suçlaolarak “Buyur, dostlar› yafl›yordur m›flt›m. O ise o tabii” dedim. aram›zda... Az say›da hiçbir uygun “Mustafa’cagerekçe göster¤›m, Kuleli s›da olsalar böylesine memifl, sudan nav›na birlikte yüce düflüncelere nedenler ileri gitmeye karar sahip insanlarla ayn› sürmüfl ya da vermifltik. Ama benim ›srarl› o s›nav›n kolay havay› solumaktan sorgulamalar›m› olmad›¤›n› sen gurur duyar›m. geçifltirmiflti. de biliyordun. O gece 1992 Do¤rusunu y›l›n›n fiubat ay›yd›, gününü söylemek gerekirse ben s›nav› an›msam›yorum. Mehmet Samsun kazanaca¤›mdan emindim. SenKarayollar›’nda makine mühendi- dense o derecede emin olamazsi, ben de art›k kurmay k›demli d›m. Sonra düflündüm de... O binbafl›yd›m. Mehmet üniversite okula gitmeyi benden çok sen iss›nav›nda ald›¤› puanla Türki- tiyordun; fakat düflünsene birlikye’nin istedi¤i okulunda okuyabi- te s›nava girsek ve o s›nav› sen lirdi; ama o Elaz›¤’da ve ailesine kazanamazsan, seni geride b›radaha az yük olacak ve de erken- k›p da gidemezdim. Gitsem de den yaflama at›lacak en k›sa yolu gitmesem de çok derin bir hüsseçmiflti. Sonra biri doktor olmak ran yaflard›n o zaman sen... Hem üzere kardefllerinin ö¤renimlerini ikimiz de bugünden daha fazla tamamlamalar›n› sa¤lam›fl kendisi üzülmez miydik? fiimdi... Sen ka-

M

107


BD EYLÜL 2008

zand›n ve gittin. Hem böylesi her ikimiz için de daha iyi oldu san›yorum. Bu güne de¤in de k›r›l›rs›n diye bu düflüncemi sana aç›klayamad›m. Lütfen bundan sonra beni daha fazla suçlama, olur mu?” dedi.

S

olu¤um kesiliyor sand›m. Daha da yo¤un gözyafllar›na, h›çk›r›klara bo¤ulmufltuk hepimiz... Efllerimiz bizden daha çok a¤l›yordu. Bir insan›n, o yaflta bir çocu¤un, arkadafll›¤› ad›na, dostlu¤u ad›na bunu düflünebilmesi ve uygulayabilmesi kolay aç›klanabilecek bir durum de¤ildi. Bu iyilik, ahlak, erdem ve insanl›k örne¤inin üzerimde yaratt›¤› etkiyi hiçbir zaman anlatamam. Zaman geçtikçe kavrad›m ki, Mehmet daha nice erdemlerini çevresindeki insanlarla, dostlar›yla, hatta kendini hiç tan›mayanlarla bile paylafl›yor. Eminim

Mehmet gibi daha birçok can dostlar› yafl›yordur aram›zda... Az say›da da olsalar böylesine yüce düflüncelere sahip insanlarla ayn› havay› solumaktan gurur duyar›m. Kimi zaman da onlar gibi olamad›¤›m için, kap›ld›¤›m afl›r› isteklerimden, yenildi¤im h›rslar›mdan dolay›, insan olabilme yolunda onlar›n yan›nda yaya kald›¤›mdan utan›r, üzülürüm. Merak edenler için söyleyeyim, Mehmet birkaç y›l önce karayollar›ndan emekli oldu, özel bir flirkette çal›flmaya devam ediyor, güzel ut çal›yor. ‹nan›lmaz derecede okuyor, insan olarak da, fikir adam› olarak da, kendisini tan›ma ve de anlama olana¤› olanlar›n yaflam›nda bir ›fl›k, bir mücevher gibi par›ldamaya devam ediyor. Dilerim, k›sa zaman içerisinde biriktirdiklerini yazmaya bafllayacak. Bizler de keyifle okuyaca¤›z. O benim can dostumdur.•

Ö¤retmen hayat bilgisi dersinde bulutlar›n yeryüzündeki sular›n buharlaflmas›ndan olufltu¤unu uzun uzun anlatt›ktan sonra ön s›ralarda oturan ö¤rencilerden birine bir soru sordu: “Söyle bakal›m o¤lum” dedi. “Kara bulutlar neden olur?” Çocuk düflündü, yutkundu; fakat bir fley diyemedi. Arka s›ralarda oturan küçük k›z bu soruya at›larak flu yan›t› verdi: “Kirli sulardan olur ö¤retmenim!..”•

“Bilginizi Denetleyin”in Yan›tlar›... •1) Bizet •2) Aflure •3) Kul Mustafa •4) 3 •5) Konçerto •6) Abdullah Ziya Kozano¤lu •7) Koflma •8) Pankreas •9) Yeni Cami •10) Deve •11) Korkusuz Jean •12) Besteler •13) Dede Korkut •14) Frans›z •15) Çavdar •16) 3 •17) 75 •18) Istakoz• 108

ÇOCUK BÜYÜKLER, BÜYÜK ÇOCUKLAR ‹Ç‹N Ali Murat Erkorkmaz

Bir takvim masal› vimin penceresi Moda k›y›lar›ndan Kalam›fl’a bakar. Hani flu “bir tatl› huzur almaya gelinen” Kalam›fl’a... Önündeki yelken direkleri senfonisini aflamad›¤› için art›k bak›fllar›m k›y›ya ulaflam›yor. Yelkenlere de bay›l›r›m; ama Kalam›fl’›n da göz göre göre göze görünmez oluflu içimi biraz buland›r›yor do¤rusu... Büyük bir flans eseri takvim makinemi yeni bitirmiflim, ilk denemeyi Kalam›fl’›n kumlar›na yapmaya karar verdim. Kedimin, köpe¤imin ve papa¤an›m›n da deste¤iyle makineye yerlefltim ve önce özenle “K” harfini, ard›ndan da s›ras›yla ötekileri tufllad›m. Bir v›nlama, bir inleme ve pat›r kütür seslerden sonra kula¤›ma flafur flufur su sesleri gelmeye bafllad›. Sa¤a

E

bakt›¤›mda, yandan çarkl› bir vapurun yanaflmakta oldu¤unu görüp küçük sandal›m› iskelenin alt›ndaki köprümsü aç›kl›klara yönlendirdim. Bu aç›kl›klar çok ünlüydü. ‹skelenin alt›ndan geçerken kafan›z› e¤mezseniz bafl›n›z› iskeleye de¤il ama bafl›n›za iskele çarpabilirdi. Ayr›ca sandal, Moda kay›kç›lar› Ahmet ve Osman Tanyafl’lardan kiraland›¤› için boyas›n› çizmemek gerekirdi; çünkü Tanyafl’lar sandallar›na çiçek gibi bakarlard›. ‹skelenin sa¤›ndaki kumsal› bir gözden geçirdim. Birkaç flarap fliflesi ve bol miktarda midye kabu¤u aras›nda günefllenen gençler gözüme çarpt›. Bunlar›n ço¤u, Kalam›fl Yelken Kulübü tayfas›yd›. Kuma bafltan kara etmifl bir “Pirate” ve birkaç “Snipe”tan baflka yar›fl teknesi yoktu ortada. Zarif k›sraklar gibi yüksek yüksek bakan “Dragon”lar kulübün bahçesinden d›flar› ç›kmam›fllar109


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

S

ad›k A¤abey’in belden afla¤›s› yoktu. Rulman tekerlekli, dört köfle kesilmifl bir tahta üzerinde oturur, ellerine geçirdi¤i takun-

yams› tahtalarla kendini sa¤a sola götürürdü. Kay›k onar›r, yapar, satard›. Pek gülmezdi. ‹nan›lmaz kal›nl›kta kollar› ve Herkül’ü bile k›skand›racak kol kaslar› vard›. Onun da elinde sat›l›k yelken olmad›¤›n› ö¤renip Moda’ya geri dönmeye karar verdim. ‹lkbahar›n bitifliyle “Keyfim” yerine geliverdi. Bu teknenin sahibi kimdi bilemiyorum; ama may›s bafl›nda gelir, Moda Bur110

nu’na demirlerdi teknesini... Tam bizim evin önüne... Aradan birkaç hafta geçer geçmez de Peter Ustinov arz› endam ediverirdi. Onun teknesi daha büyük ve daha görkemliydi. Rus as›ll› bu ünlü tiyatro sanatç›s›, yönetmen, yazar, falan filan› herkes pek bilmezdi. Oysa ben onun “Romanof ve Juliet” adl› ünlü yap›t›n› tiyatroda seyretti¤imde hayran kalm›flt›m. Adam›n bir dünya vatandafl› oldu¤unu düflünüp dünyada gidecek onca yer varken neden Moda’ya demir att›¤›na anlam veremiyorum. ‹leride de Moda varken onca insan›n neden baflka yerlere sürüklendi¤ine anlam veremeyece¤im. Peter Ustinov’dan izin al›p yelkenlisine t›rmand›m. Elimdeki “Kodak” marka kutu biçimindeki fotograf makinesiyle fotograflar›n› çektim. H›zla k›y›ya dönüp Osman’lar›n çat› aras›na kofltum. Kad›köy Çarfl›s›’n›n içindeki Foto Ok’tan ald›¤›m bayat ilaçlar ve eskimifl kartlar iflte böyle günler içindi. Birlikte filmi y›kay›p bir de kontak bask› ald›k. Amac›m›z fotograf› adama satmak, böylece profesyonel fotografç›l›k yaflam›m›za ilk ad›m›m›z› atmakt›. Yafl›m›z 12 gibi oldu¤undan para isteyemeyip resimleri arma¤an ettik ve amatör kald›k. Osman’›n ileriki y›llarda Ürdün’e gidip kraliyet fotografç›s› olaca¤›n› düflümde görsem inanmam.

Denizin üstü sandal dolu... Hani “‹¤ne atsan yere de¤mez” sözü vard›r ya, bu da onun suya de¤mez çeflitlemesine iyi bir örnek... Sandaldan sandala atlayarak koyun öteki yakas›na ›slanmadan geçebilirim. Herkes ›stakoz örne¤i k›pk›rm›z›, dal›yor ç›k›yor, keyifli kahkahalar suya kar›fl›yor. Arada yanaflan karpuz sandal›ndan karpuz, sandviç ve tost sandal›ndan çeflitli yiyecekler al›yoruz. Ortas›nda kazan kaynayan m›s›r sandallar›n›n kokusu beflyüz metreden burnuma doluyor. Hormonsuz sütlü m›s›rlar çocuklar›n okul harçl›klar›yla bile rahat rahat al›nabiliyor.

B

ir de raftlar var. Moda Deniz Kulübü’nün mavi raft› d›fl›nda, sandallarla yanafl›p ba¤lan›p bir fleyler yiyebilece¤iniz bu küçük deniz evleri daha çok Moda Plaj› civar›na yerleflmifller. K›fl›n nereye gittikleri pek bilinmiyor; ama yaz gelince p›t›rdak gibi sar›yorlar denizin üstünü... Hijyenlikten nasibini almam›fl bu duba üstü mekanlarda köfte ekmek, sosisli sanviç gibi yiyecekler ve so¤uk içecek bulunuyor. Raftlara yaklaflmak plaja yaklaflmak demek ve bu bir yerden sonra tehlike oluflturur; çünkü plaj›n sa¤ taraf›nda yer alan “Kad›nlar Hamam›” adl› bölümü koruyan bir zebellah

var. Sandal› içinde, elinde koca sopas›yla devriye gezen kocaman bir adam gençlere göz açt›rm›yor. Çevresi tahta perdeyle kapal› olan Kad›nlar Hamam›, ça¤d›fl› görünümü ve tutucu yaklafl›m›yla bize, tipik bir “Osmanl› miras›” olarak görünüyor. Oysa plaj› iflleten Bahattin Amca’m›z biraz aksi; ama çok ça¤dafl bir adam. Bizim Osman’›n babas›... Plajdan sürekli müzik yay›n› geliyor. “Bir flark›s›n sen, ömür boyu sürecek” ya da “And Çizimler: Ali Murat Erkorkmaz

d›. K›rm›z› bir “Dragon” için pazarl›k ettim; ama 200 lira benim veremeyece¤im bir bedel di ve alamad›m. Sandal›ma geri dönüp Kurba¤al›dere’ye do¤ru yöneldim.

Then I’m, Not Not, Not Responsible” ezgileri arada bir kesiliyor ve “Paran›z› ve k›ymetli eflyalar›n›z› emanet dairesine teslim ediniz. Emanet dairesine teslim edilmeyen ve zayi olan eflyalardan müdüriyetimiz hiçbir biçimde mesuliyet kabul etmeyecektir. Emanet dairesi plaj giriflinin sa¤ taraf›ndad›r”, ve ard›ndan “Bir flark›s›n seeen, ömür boyu süreceeek”... Bu sesler hiç durmuyor. Dönüp dönüp tekrar ediyor. 111


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

S

andal› Tanyafl’lara geri verip Koço’ya giriyorum. Meyhanenin arka bahçesinde annem bana ve kardefllerime elindeki dergiden bir fleyler okuyor. Yerdeki gazoz kapaklar›n› toplamak daha cazip... Eee, ne de olsa alt› yafl›nday›m. Üçümüze ayn› kumafltan bir fleyler dikmifl. K›rm›z› üstüne sar› desenli bir kumafl... Hande ve Tiraje’ye ask›l› etekler, bana k›sa pantalon... Onlar› b›ra-

k›p kap›n›n d›fl›na ç›k›yorum. Orhan’a rastl›yorum. Birlikte Moda Caddesi’nden saatte kaç araba geçer onu saymaya çal›fl›yoruz. O diyor “Befl, alt›”, ben diyorum “En az on tane”. Kald›r›m kenar›na oturup saat tutuyoruz. Bir yandan gözlerimiz geçen k›zlarda... Eee, art›k liseye gitti¤imizden ilgi alan›m›z da yavafl yavafl de¤iflmeye bafllad›. Sonunda saatte 16 araba geçti¤ini görüp flafl›r›yoruz. Nereden geliyor bunca araba? 112

Yürümeye bafll›yoruz. Yolda Mertol’a rastl›yoruz. Onun akl› da Fatofl’ta... Daha sonra Y›lmaz Güney’in efli olacak Fatofl daha 12-13 yafllar›nda ve tart›flmas›z Moda’n›n gözbebe¤i... Birlikte plan yap›p Fatofl’la Mertol’un tan›flmas›n› sa¤l›yoruz. K›za verilecek gülü Moda Çocuk Bahçesi’nin karfl› köflesindeki evin bahçesinden kopartma görevi bana düflüyor. Pantolonumun bir bölümünü vahfli, kocaman bir “Buldog” köpe¤in a¤z›nda b›rakarak gülü ele geçiriyorum. Fatofl’un öteki talibi Metin ile çok uzamayan bir kavgaya tutufluyorum. O zamanlar jimnastik merak›m, insanlar›n benimle kavga etmesini bir biçimde önledi¤inden Metin de fazla üstelemiyor. Zaten alt kat›m›zda oturan Dündar Bey’in o¤lu... Kardefli Güney aram›z› buluyor. Zaten onbefl yafl›nday›z. Kavga etsen ne olur etmesen ne olur. Onun yerine Metin’le rallilere kat›lmaya karar veriyoruz. Onun bir “Alfa Romeo”su var. Birkaç küçük deneme derken bir gün Metin’le ilgili bir haber al›yoruz. Elli kilometre h›zla Ankara asfalt›nda giderken Hendek civar›nda, yar›flan iki kamyondan kaçabilmek için flarampola girip ç›km›fl. O s›rada bafl›n› cama vurmufl. Annesi Necla Han›m cenazesinde “Tüm arkadafllar› burada, yine parti yap›yorlar” diye h›çk›r›yordu. Hepimiz üniversiteye giderken o karanl›klara gömülüverdi.

Ayflegül Sar›ca’n›n muhteflem kona¤›ndan piyano sesleri caddeye iniyor, herkesi ayn› ritmde yürümeye zorluyor. Az ötede Ahmet Vefik Alp’lerin evinin alt kat›nda müzik çal›flmas› var. Oraya gidiyorum. Erol Evgin de orada... Hep birlikte provalar yap›yoruz.

E

rol’un eviyle benim evim yan yana... Arka balkonlara ç›k›p kikirdiyoruz. Erol flahane Elvis söylüyor. Ben de gitar çal›yorum. Neflet Ruacan bir baflka komflum... Arada bir de Kosova Restoran’a gidip orada müzik çal›fl›yoruz. Mazhar, Fuat, Semih falan filan... Mazhar bizim okuldan... Semih de öyle... Fuat’›n babas› ünlü fotografç› Sami Güner. Semih’e “Moron” diyoruz; çünkü adam›n zekâ seviyesi Einstein’›n 78 kat›. Eminim tüm bu çocuklar ileride çok ünlü olacaklar. Moda’n›n her köflesinden sanat f›flk›r›yor. Emine’nin babas› Yavuz Görey, ‹stanbul Üniversitesi’nin önündeki ünlü heykellerin ve de Türkiye’nin binbir köflesinde rastlayabilece¤iniz trilyonlarcas›n›n yarat›c›s›... Baflka bir heykelci de Atatürk’ün mask›n› ç›kartan Kenan Yontunç. fieref Akdik’ten Hasan Kavruk’a, Haldun Taner’den Piraye’ye sanatç› istilas›na u¤ram›fl Moda... Oysa biz çocuklar›n yaflam› “Tom Miks” ve “Teksas” aras›nda gidip geliyor.

“Red Kit”in yeni say›lar› merakla beklenirken “Pekos Bill” ve “Oklahoma” dergileri geldi¤i saat tükeniyor. Eee, daha televizyon Türkiye’yi ziyaret etmedi. Sinema tek tük... Ver elini resimli roman... Hepimiz, okulda ders kitaplar›n›n içinde konufllanan çizgi kahramanlar›n yerlerine geçip maceradan maceraya kofluyoruz. Evler ya tek kat ya da iki... Sanki sayfiye yeri... Ali daha çocuk... Henüz kendi ad›na don-

durma üretmemifl, “Usta” olmam›fl. O noktada Moda Pak Sinemas› var. Yazl›k sinema... Paten sahas› tutmay›nca yerine oturtulmufl. S›cak yaz gecelerinin buluflma noktas›... Filmden önce ya “Renkli Miki”, ya da “fiov” denilen k›sa konser var. Biz bile ç›kt›k bir kez... Arada bir de ciddi konserler oluyor. Bar›fl Manço’yu, Silüet’leri ve daha nice ünlü grubu ilk kez orada izledim. Moda’n›n tam merkezin113


BD EYLÜL 2008

de... Bankalar›n ve yüksek katl› binalar›n istilas›na de¤in yeflil kalabilen bir alan buras›... ir baflka yeflil alana gidiyorum. Bostan Sokak’taki kilise... Kad›köy Spor’un sahas›n›n tam yan›nda... Bizim balkon iki alan› da görüyor. Biraz ayin seyrediyoruz, biraz basketbol... Kimi zaman da bir gösteri falan oluyor sahada... Onu da izleyebiliyoruz. Arada bir papaz›n domateslerini birbirimize atarak savafl›yoruz. Çocuk park›n›n denize bakan yan›n› doldurdular. Önce cambazhane kuruldu. Tel üstünde yürüyenler, sihirbazlar gibi atraksiyonlarla halk› toplamaya çal›fl›yorlar. “Boncuk” diye bir cambaz var ki, dillere destan... Ne var ki yeterince para kazanam›yorlar. Kimlerse bunlar, yeri biraz daha doldurup çay bahçeleri yapmay› düflünüyorlar. Oysa Moda’n›n ünlü ma¤aralar› ne olacak? Bunu düflünen yok. Hepsini bir kenara b›rak›p Lozan Plaj›’na gittim. Tüm ekip orada... Sandallara binip Dalyan’a gitmeye karar verdik. K›zlar arka sandalda günefllenirken erkekler ön sandalda hem kü-

B

114

rek hem de arka sandal› çekecekler. Yolda çaparileri salland›r›p istavrit tuttuk. Daha sonrada Dalyan’da k›y›ya ç›k›p hepsini afiyetle yedik. fiark›lar söyleye söyleye geri döndük. Gece de Lozan Kulübü’ne gittik. Erol daha yeni yeni profesyonel oluyor. Atilla Berkant ile söylüyor. Ben de arada gitar çal›p Monkees’in “I’m a Believer”›n› söylüyorum. Disko bafll›yor ve Adamo’nun “Tombe La Neige”, yani “Her Yerde Kar Var” flark›s› çal›yor. ‹lk kez duyduk. Bir de d›flar› ç›kt›k ki, gerçekten kar ya¤m›fl yerler bembeyaz... G›c›rdayan karlarda yürüyorum. Büyük o¤lum Kanada’dan gelmek üzere... Orada bir üniversitede yard›mc› profesör... Küçük o¤lum ise Antalya’ya tatile gitmek üzere... K›z›m k›z›n› sabah bana yollam›fl, onu da anaokuluna b›rakaca¤›m. Denizin üstü pahal› yelkenlilerle dolu... Herhalde yaz›n tad›n› ç›kart›yorlar. Oysa kar ya¤›yor. Can›m suya girmek istemiyor sanki... fiu yafl denetim pillerini s›k s›k yenilemek gerekli... Benimki yine eskimifl.• AliMuratErkorkmaz@butundunya.com.tr


YAZAN: BARIfi TARKAN

“Y

afl 70, ifl bitmifl” sözünü geçersiz k›l›p, “150 y›l yaflama” hedefine göz diken insanlar, bu konudaki geliflmeleri büyük bir ilgiyle izliyor. Örne¤in, dünyan›n en yafll› sürücülerinden biri oldu¤u bilinen 101 yafl›ndaki Amerikal› kad›n›n, ehliyetini 4 y›l daha uzatt›rd›¤› haberi flaflk›nl›k yaratt›. Florida’n›n Tallahassee kentinde yaflayan ve 1915’ten buyana otomobil kullanan Lillian Cox, “Bu yaflta ehliyet uzatmaya gidince çok flafl›rd›lar. Ama 4 y›l daha araba kullanabilece¤im” diyor. 1984 model Sedan otomobiliyle Tallahassee yollar›nda direksiyon sallayan Cox, “Yafl›m› gösterdi¤imden eminim; ama kimse bana bunu söylemiyor” diye ekliyor gülerek... 116

Cox, 8 ya da 9 yafl›nda direksiyona geçti¤ini, 2011 y›l›nda 105 yafl›na girdi¤inde hâlâ otomobil sürece¤ini, “daha genç” oldu¤u 95 yafl›nda, her y›l 3-5 kez Tallahassee’den Houston Texas’a (ortalama 11,5 saatte 1.141 kilometre) gitti¤ini anlat›yor. Bu arada bir de itirafta bulunuyor: “Çok h›zl› bir sürücüyüm. Afl›r› h›z yap›yorum!” Lillian Cox, birçok kad›n›n evde oturmay› tercih etti¤i y›llarda, baflar›l› bir ifl yaflam› sürdürüyordu. Her yafltan genifl bir arkadafl çevresi olan Cox, evinin bahçesinde yetifltirdi¤i çiçeklerle de mutluluk ve gurur duyuyor. Seksen yafl›ndaki k›z› ölümcül bir hastal›¤a yakaland›¤›nda, 100 yafl›na yaklaflmas›na ald›rmadan k›z›n› evine getirmek için Teksas’a gitmiflti. ‹ki y›ld›r sevgili k›z›na özenle bak›yor. 117


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

Lillian Cox’un direksiyona geçmesinden 7 y›l önce, 1 Ekim 1908’de Detroit’te Ford, “T” modelinin üretimine bafllam›flt›. ‹lk 19 y›lda 15 milyon üretilen bu modelden 750 otomobil, bugün 100 yafl›n› doldurdu ve halen koleksiyoncular taraf›ndan koruma alt›nda tutuluyor. *** “As›rl›k kifliler uzman› ve savunucusu” Lynn Peters Adler’in 1989 y›l›nda kurdu¤u “As›rl›k Kiflilerden Haberdar Olma Ulusal Projesi” çerçevesinde, 100 yafl›n› dolduranlarla ilgili özel toplant› ve programlar düzenleniyor, an› amac›yla kiflisel takvimleri yay›mlan›yor. “As›rl›k kifliler”den Dorothy Young, “Rosie” Ross, Lillian Cox, Dr. Karl Hartzell ve Elsa Hoffmann, k›sa bir süre önce, ünlü TV y›ld›z› Barbara Walters’›n özel program›nda biraraya gelmifllerdi. 29 Haziran’da 100 yafl›n› dolduran ikizler Eloise Rogers ve Lois Fisher de, otomobil kullanmaya devam ediyorlar. Evleri ayn› cadde üzerinde olan kardefller, her gün s›rayla di¤erini al›p, çarfl›ya, yeme¤e ve e¤lenmeye birlikte gidiyorlar. Eloise 98 yafl›na girdi¤inde Chevrolet otomobilini b›rak›p, 118

“daha dayan›kl›” oldu¤u için bir Honda sat›n alm›flt›. Yak›nlar› taraf›ndan “çok coflkulu” oldu¤u belirtilen Elsa Brehm Hoffmann, 100’üncü do¤um gününde, yeni bir spor Lincoln alm›flt›. Emekli hostes olan Elsa’n›n Ekim 2007’de düzenledi¤i do¤um günü partisine, Amerika’n›n de¤iflik köflelerinden gelen 200 arkadafl› ve yak›n› kat›lm›flt›. Cazc› Leonard “Rossie” Ross 101 yafl›nda olmas›na karfl›n, her Cuma akflam› “Pine Cone Inn”de verdi¤i konserle dinleyicilerin be¤enisini kazan›yor. 90’l› yafllarda bir yang›nda yüzü ve elleri yanan Ross, aylar süren tedavisi s›ras›nda hastane odas›nda trompet çal›flmalar› yapt›¤› için hâlâ müzik yaflam›n› devam ettirebiliyor. Kendini sürekli yenileyen Dr. Karl Hartzell, emekli profesör ve dekan. Klasik müzik dinlemek, koroyla flark› söylemek, piyano çalmak ve haftada iki kez golf oynamak bafll›ca tutkular› aras›nda. H›zl› bir bilgisayar kullan›c›s› olan Hartzell, halen beflinci kitab›yla ilgili

çal›flmalar›n› sürdürüyor. 101 yafl›ndaki doktor, s›k s›k üç o¤lunu ziyarete gitmekten büyük zevk ald›¤›n› vurguluyor. Yaflam sevinci ve sanata duydu¤u ilgi, 100 yafl›n› dolduran Dorothy Young’›n uzun ve baflar›l› yaflam›n›n en güçlü belirleyicisi oldu. Y›llarca ünlü bir dansç› olan Dorothy, 17 yafl›nda dans etmeye, radyo flovlar›nda rol almaya bafllad›. Daha sonra aktrist, yazar ve dikkat çekici bir ressam olan Young 90 yafl›na geldi¤inde, babas› ve erkek kardeflinin mezun oldu¤u Drew Üniversitesi’ne, bu kurumun ald›¤› en büyük ba¤›fl› yapt›. Gençlerin sanat çal›flmalar›n› desteklemek amac›yla “Dorothy Young Sanat Merkezi”ni kurdu. *** Ve her insan› yak›ndan ilgilendiren kritik soruya geldi s›ra: “Yafll›l›k kaç yafl›nda bafllar?” Kraliçe Victoria ile aras› sürekli aç›k olmas›na karfl›n, dört kez baflbakan seçilen ve göreve son geliflinde 83 yafl›nda olan, y›llar sonra Winston Churchill’in “‹lham perimiz” dedi¤i ‹ngiliz Liberal Parti Baflkan› William Ewart Gladstone (18091898) diyor ki: “Beynimiz yeni tecrübeler keflfetti¤i sürece insan genç say›l›r.” Onun bu görüflünün do¤rulu¤una, sözleriyle de¤il; ama

yapt›klar›yla, bak›n kimler tan›kl›k ediyor: “Kristof Kolomb Amerika’y› keflfe ç›kt›¤› ilk yolculu¤unda 50 yafl›n› çoktan aflm›fl durumdayd›. Pasteur kuduz afl›s›n› buldu¤unda 60 yafl›ndayd›. Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’ni bitirdi¤inde 70 yafl›n› geçmiflti. Selimiye Camii’ni tamamlad›¤›nda ise yafl› 86 olmufltu. Galileo, ay›n günlük ve ayl›k çizimlerini yaparken, 73 yafl›ndayd›. Charlie Chaplin, 76 yafl›nda film yönetmenli¤i yaparak, hâlâ iflinin bafl›ndayd›. Goethe, en büyük yap›t› Faust’u ölümünden bir y›l önce, 82 yafl›nda bitirmiflti. Nobel ödüllü Alman doktor Albert Schweitzer 88 yafl›na karfl›n, Afrika hastanelerinde durmaks›z›n çal›flarak ameliyat yap›yordu. Ressam Titian 99 yafl›nda yaflama gözlerini yumdu. “Lepanto Savafl›” adl› ünlü tablosunu ölümünden bir y›l önce tamamlam›flt›. *** Bu arada Hollanda’da 115 yafl›nda ölen bir kad›n›n, bilimsel araflt›rmalar için ba¤›fllad›¤› vücudunda yap›lan otopside beyninin sa¤l›kl› ç›kt›¤› haberi de, yukar›da s›ralad›¤›m›z örnekleri destekliyor. Groningen T›p Merkezi Üniversitesi’nde araflt›rmay› yapan grubun baflkan› Gert Holstege’in verdi¤i bilgiye göre, ömrü boyunca ak›l sa¤l›¤›ndan bir fley kaybetmeyen yafll› kad›n, 115 y›l boyun119


BD EYLÜL 2008

ca beyin sa¤l›¤›n› da korumufltu. Kimli¤i aç›klanmayan yafll› kad›n›n beyninde, Alzheimer hastal›¤›n›n ve öteki ak›l hastal›¤› türlerinin hemen hemen hiçbir belirtisine rastlanmad›¤› bildiriliyor. Evet, yaflam sevincimizi ko-

ruyal›m, beynimizi de¤iflik yöntem ve hobilerle elimizden geldi¤ince çal›flt›ral›m; ama sosyal çevremizi geniflletmekten de geri kalmayal›m. Tanr› hepimize uzun ömürler versin.•

•Gençlik yaflam›n belli bir ça¤›yla ilgili de¤ildir. ‹nsan kendine olan güveni derecesinde genç, kuflkusu derecesinde yafll›d›r. Cesareti derecesinde genç, korkular› derecesinde yafll›d›r. Umutlar› derecesinde genç, umutsuzlu¤u derecesinde yafll›d›r. •Hiç kimse fazla yaflam›fl olmakla yafllanmaz. ‹nsanlar› yaflland›ran, ideallerinin gömülmesidir. Y›llar cildi buruflturabilir; fakat heyecanlar›n teslim edilmesi ruhu buruflturur. ‹nsanlar yaflad›kça yaflland›klar›n› san›rlar, oysa yaflamad›kça yafllan›rlar. •‹nsan yafll› olmaya karar verdi¤i gün yafllan›r. •Güzelli¤i görme yetene¤ini kaybetmeyen asla yafllanmaz. •Yafllanmak bir da¤a t›rmanmak gibidir. Ç›kt›kça yorgunlu¤unuz artar, solu¤unuz daral›r; ama görüfl alan›n›z genifller. Genç adam bir gün ölüm döfle¤inde bulunan bir hastay› ziyarete gitti. Hal hat›r sorduktan sonra evdekilere teker teker bafl›n›z sa¤ olsun demeye bafllad›. “Ey o¤ul!” dediler. “Hasta henüz sa¤. Daha ölmedi ki, baflsa¤l›¤› dileyesin...” Genç adam ise davran›fl›n› flaflk›nl›kla karfl›layanlara flu yan›t› verdi: “Öyle; ama ben her zaman buraya gelemem. Haz›r gelmiflken iki görevi birden yapay›m dedim.”• Doktor, hastas›n› özel bir odaya ald› ve söze flöyle bafllad›: “Size bir iyi, bir de kötü haberim var.” Hasta bir süre düflündükten sonra karar›n› aç›klad›: “Önce iyi haberi söyleyin” dedi. Ve doktor, önce iyi haberi söyledi: “Sizden sonra bir hastal›¤a ad›n›z verilecek.” • 120


MEMLEKET ÖZLEM‹ İlyas Halil

‹stanbul’da oldu¤umu bilirim Birbirini tan›mayan iki insan›n bulduklar› kuru ekme¤i sevinçle paylaflt›klar› gün açl›k derdi bitmifl demektir.

“A

ltm›flbefl Y›l Beklemek Gerek” fliir kitab›m›n Yunanca çevirisinin bas›na tan›t›ld›¤› hafta Atina Hilton’da kalm›flt›m. Otelin kafeteryas›nda, kitab›m› Yunanca’ya çeviren fiair, Büyükelçi Dimitris Illiopoulos ile konuflurken yan masada bir kad›n›n konuflmam›z› izledi¤ini gözlerinden sezdim. Bizi dinlerken, yitmifl bir zaman› düflünüyor, “Bir varm›fl bir yokmufl” ile bafllayan bir masal› yafl›yordu sanki... Büyükelçi Dimitris ayr›ld›ktan sonra, kafeteryan›n garsonuyla bana k›sa bir not gönderdi. Notunda “Konuflman›z› dinledi¤im için kusurumu affedin. 1956 y›l›nda, 16 yafl›nda, ‹stanbul’dan ayr›ld›m. Sizinle tan›fl122

mak iste¤imi hofl görün. Aspasia” diyordu. ‹stanbullu han›m›n masas›na gittim, kendimi tan›tt›m. “Notunuza teflekkür ederim” dedim. “Sizi tan›mak benim için bir sevinç kayna¤› olur.” “K›rk y›ld›r Atina’day›m” dedi. “‹stanbullu Rum veya Atinal› Yunanl› oldu¤umu hâlâ ç›karamad›m. Seninle biraz ‹stanbul’umu tatmak, dilimi duymak istiyorum. ‹stanbullu bir Rum oldu¤umu unutmak istemiyorum. Bebek’ten ayr›ld›¤›mda, gençlik y›llar›md›. Kad›nl›¤›n ilk iflaretlerini duyuyordum. Bahar esmeye bafllam›flt›. Kazan›mda ilk su kabarc›klar› belirmiflti. “O eylül ay›na kadar Rum Ortodoks oldu¤umu biliyordum; ama Türk olmad›¤›m›n fark›nda de¤ildim. Ac› gerçe¤e uyand›¤›m gün,

atalar›m›n beflyüz y›l yaflad›¤› topra¤›n beni istemedi¤ini gördüm.

“O

ysa beflyüz y›l komflular›m›zla yemeklerimizi, musikimizi, adetlerimizi paylaflm›flt›k. ‹ki komflu, ‹stanbul’u yaratm›flt›k. Rum dedelerimden kimi, faydal› olmak için din de¤ifltirmifl yazar, diplomat, bilgin, sanatç› olmufltu. “O eylül ay›, Marmara bana ‘Sen bal›k de¤ilsin’ demifl, beni kumsala atm›flt›. “Ad›m›n Aspasia Stella Mari Dina olmas›n›n kimseye zarar› olaca¤›n› düflünmemifltim. Paskalya Yortusu’nda yumurta boyamam›z, ülkeye yumurta k›tl›¤› getirmeyecekti. Noel’de kiliseye duaya gitmemiz Tanr›’y› gücendirmeyecekti. Çörek yap›nca un bitmeyecekti. Kiliseye gitmek suçsa ikibin y›l, bir Tanr› bu suçumuzu affetmiflti. Hiç olmazsa Aspasia yaflant›s›n› bitirinceye kadar hoflgörünün devam etmesini isterdim. Olmad›. Beni en zor yafl›mda yakalad›lar, kap› d›flar› ettiler. “O y›l s›n›f arkadafl›m Ahmet’e ilgi duymaya bafllam›flt›m. Gelecek günlerimi, bilgimi, güzelli¤imi paylaflmay› düflünüyordum. “‹stanbul Rumlar’a flehir de¤il, bir kültürdü. ‹stanbullu Rum bir sentezdi. Yunanl› de¤ildim. “Beflyüz y›l ailem, komflular›m›z›n musikisini dinlemifl, de¤er ölçülerini, yemeklerini, adetlerini benim-

semifltik. Beflyüz y›l komflular›m›zla kaynaflt›k. ‹stanbul’da yaflam›flt›k. *** “‹ki kültür, iki insan, bir ‹stanbul olmak kolay olmad›. Uykusuz oldu¤umuz geceleri, korkumuzu, zorlu¤umuzu un e¤ittik. Komflumuz Ayfle Han›m’›n iyili¤ini, Sedat Bey’in yard›m iste¤ini su yapt›k. Zorlu¤u, sevgiyi yo¤urduk, hamur olduk. Komfluluk f›r›n›nda pifltik, ekmek olduk. “Y›llar geçti. ‹stanbullu deyince birbirimizin ad›n› bilmeden bizdik. “Baharlar›m›z›, yazlar›m›z› Kurban Bayramlar›n›, Noel sevincimizi paylaflt›k. *** “Ayn› bahçede iki ayr› renkli çiçek... Birimiz nisanda açan, birimiz haziranda koku veren...

“S

onra Nuh Nebi’nin tufanlar› geldi. Keçiyi, fareyi, tilkiyi ald›lar gemiye... Ben Aspasia, giden geminin ard›ndan bakakald›m. “O gün henüz 16 yafl›nda yeni kad›n oluyordum. *** “Oysa ‹stanbul’da de¤iflti¤imi, geliflti¤imi seziyor, sevgimi biriyle paylaflmaya haz›rlan›yordum. O y›l Aspasia güzel miydi, de¤il miydi, flimdi bilemiyorum. ‹stanbul’da olsayd›m, eminim ki, daha mutlu olurdum. Paylafl›lacak ekme¤im oldu¤una sevinirdim. *** 123


BD EYLÜL 2008

“Atina’ya var olmamaya geldim. Türk de¤ildim, Yunan de¤il, kad›n de¤ildim. Mezarda ölüydüm, nefes almay› unutmam›fl. *** “1956 y›l›n› hat›rlar›m. Bebek’te bahar... Renkler tavuskuflu kanad›, a¤açlar bülbül sesleri... Damarlar›mda sevmek, sevilmek saati tik tak ses veriyordu. “O y›l Aspasia, ‹stanbul günefli ayd›n, Bebek güllerinden ten, ya¤mur üstü yeflil bir ottan dudaklar›mda nem... “Yeflil ot kokuyordum. Kendi kokumdan sarhofl, ot kokusunu

Sadi Bülbül

OKUMAK

YAfiAMAKTIR

halililyas@yahoo.ca

Genç kad›n arabas›yla k›rm›z› ›fl›kta geçti¤i için hakim karfl›s›na ç›kar›lm›flt›. Genç kad›n mahkemenin uzamas›n› istemiyordu: “Ben ö¤retmenim hakim bey” dedi. “Lütfen davay› hemen sonuçland›r›n ki, dersime yetiflebileyim.” Kad›n›n sab›rs›zl›¤› karfl›s›nda önce yüzü as›lan hakim, sonra gülümsedi ve emin olmak istercesine sordu: “Demek siz ö¤retmensiniz, öyle mi?” Genç kad›n sonunda hakimin kendisini anlad›¤›n› düflünerek umutla yan›t verdi: “Evet” dedi. “Ö¤retmenim.” Hakim gülümseyerek karar›n› aç›klad›: “Y›llard›r bir ö¤retmenin dava için gelmesini bekledim” dedi. “fiimdi lütfen oturun ve 250 kez ‘Ben k›rm›z› ›fl›kta geçtim’ diye yaz›n.”• Kalabal›k bir aile, bir k›fl günü arabalar›na doluflup yola ç›kt›lar. Yollar hem çok karl› hem de çok kaygand›. Evlerinin birkaç yüz metre ilerisindeki tepeyi aflmak üzereyken, araba kayd› ve yar›m daire çizerek geldikleri yöne geri döndü. Biraz sa¤›r olan büyükanneden baflka herkes korkudan tir tir titriyordu. Büyükanneyse oturdu¤u yerde konuflmaya bafllad›: “Yine mi evde bir fley unuttunuz?”• 124

YAZARAK SÖYLEYEREK

kuzuya, yeflil oldu¤umu haber veriyordum. Sevilmeye haz›r oldu¤umu ilan ediyordum. *** “Konuflman›zdan yazar oldu¤unuzu anlad›m. Düflündüklerimi yazmak isterdim. Ne Türkçe’m ne de Yunanca’m yeterli... Bir gün vakit bulur da bu öyküyü yazarsan çok sevinirim.” Kad›n elimi tuttu. “Yaz›y› yazd›¤›n gün esen rüzgardan ‹stanbul’da oldu¤umu bilirim” dedi.•

eçen ay içinde bir gün, K›z›lay’dan bafllayan “Ankara Okuyor” etkinli¤ine kat›ld›m. Ço¤unlu¤u emekli ö¤retmenlerden oluflan Ankaral›lar o gün, K›z›lay’daki metro giriflinde topland›lar. Önünde ve arkas›nda “Kitap Yaflamd›r, Kitap Yaflamakt›r” yaz›l›, diz kapaklar›na de¤in uzanan be-

G

yaz gömlekler giydiler. Ellerindeki kitaplarla metroya binip okuyarak Bat›kent’e gittiler ve hiç inmeden yine kitaplar›n› okuyarak, K›z›lay’a döndüler. ‹nerken de okuduklar› kitaplar› öteki metro yolcular›na arma¤an ettiler. Bu bir “okuma bayram›” ya da “flöleni”ydi. Amac›, otobüste, trende, tramvayda, metroda okumay› özendirme, bofl geçen saatlerdeki 125


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

israf› an›msatmakt›. O koca koca “yafll› çocuklar” sanki, “Okuyun, nerede olursan›z okuyun, ne bulursan›z okuyun” diyorlard›.

Y

afllar› 60’›, 70’i geçmifl emekli ö¤retmenlerin, yar› ay›rd›na varan gözleriyle, ancak tam bir çocuk heyecan›yla çizdikleri bu beyaz önlüklü okuma tablosu görülmeye de¤erdi. Benim için muhteflem bir ziyafet ve bulunmaz bir an› oldu. Ö¤rencilik y›llar›nda bir gece ada vapuruyla dönüyorduk. ‹nan›lmayacak bir fley oldu: Karfl›m›zdaki s›rada Mevhibe Han›m’la ‹smet ‹nönü oturuyordu. ‹nönü, kal›n caml› gözlü¤üyle elindeki bir kitab›, sallanan vapurun kör ›fl›¤›nda, ›fl›¤›n gelifl yönüne göre, sa¤a sola çevirerek, güçlükle okumaya çal›fl›yordu. O yol boyunca elindeki kitab›n birkaç sayfas›n› okuyabildi; ama hep okudu ve ben gözümü k›rpmadan onu izledim. Ankara flölenimi taçland›ran bu an›mda, eseflendi¤im tek fley o lofllukta kitap okuyan ‹nönü’nün bir fotograf›n› çekememifl olmamd›r. Y›llar öncesinin bir gazete fotograf› da hiç akl›mdan ç›kmaz. Bu ‹ngiltere Baflbakan› Attlee’nin bir fotograf›yd›. Ya¤murlu bir günün sabah›nda, bir otobüs dura¤›nda çekilmiflti. Attlee, otobüs kuyru¤undayd›. Bir elinde flemsiyesi ve kolunun alt›nda günlük 126

çantas›, öteki elinde de okudu¤u gazetesi vard›. Siyasetten çekilerek kendini emekli yapan baflbakan, Londra’n›n bir banliyö semtindeki kütüphanede çal›fl›yor ve her gün ayn› saatte bu duraktan otobüse biniyordu. Fotograf nefisti. Gözlerimi yaflartm›flt›. O gazete sayfas›n› y›llarca saklad›m. Sonra ne olduysa kaybettim. Düflünebiliyor musunuz? Bir baflbakan, siyasetten ayr›l›yor, küçük bir semt kütüphanesinde çal›flmaya talip oluyor, her sabah büyük bir ciddiyetle ve büyük olas›l›kla heyecanla otobüs dura¤›na geliyor, kuyru¤a girerek s›ras›n› bekliyor ve bu arada bir yandan da gazetesini okuyor. Hangi emekli baflbakan, bir kütüphane memurlu¤una raz› olur, oraya her sabah otobüsle gider ve ya¤mur alt›nda bekledi¤i durakta, bir elinde flemsiyesi, öteki elinde gazetesiyle kuyrukta s›ra bekler? “Olacak fley de¤il” demeyin.

O

gazeteyi keflke bulabilseydim ve size gösterebilseydim. Bu fotograf›n bende yaratt›¤› heyecan yaln›zca, s›radan olmayan bir uygar tavr› ve alçakgönüllü¤ü sergilemesi de¤ildir. Heyecan›m›n bir taraf› da yafll›l›kla ilgili... Yafllanmaktan korkmayan insanlar oldu¤unu biliyorum. Ancak tüm insanlar›n yafll›l›ktan korktu¤unu da biliyorum.

K

orkunun temelinde, baflkalar›na gereksinim duyma endiflesi yat›yor tabii... Bu, korkulmayacak bir neden de¤ildir; ancak tesellisi de vard›r. “Yaflamdan kopmamakt›r. Hiçbir fley olmam›fl gibi, u¤rafl›lar içinde çal›flmaya devam etmektir” demeyece¤im. Tabii öyledir; ama benim s›¤›nd›¤›m teselligâh, bir baflka yerde, göz çukurlar›m›n içinde yat›yor. Ben hep flunu diledim: “Tanr›’m gözlerimi en son al ve okumama izin ver!” Fotograf›n çekildi¤i y›llarda Baflbakan Clement Attlee ne düflünüyordu bilmiyorum; ama orta yafllar›n› arkada b›rakm›fl benim ne düflündü¤ümden eminim: “Gazeteler, dergiler, kitaplar

oldukça ve ben onlar› okuyabildikçe yafll›l›ktan korkmuyorum!” Böyle diyorum da, bir yandan da büyük konuflmufl olmaktan korkuyorum. “Elim tutmaz ya da okudu¤umu anlayamazsam gözlerim yeter mi?” diyorum. Ama ‹nönü’nün çekemedi¤im o fotograf›n› çekip de, Attlee’nin kaybetti¤im o fotograf›n› bulup da size bir gösterebilseydim... Okurken, sanki ikisi de baflka bir dünyada yafl›yor ve yafll›l›ktan hiç korkmuyorlard›. O halleriyle sanki hiç yaflama veda etmeyecek gibiydiler. Tabii, yaflama veda ettiler; ancak benim fotograf karemde hâlâ yafl›yorlar. Biri ada vapurunda, öteki bir otobüs dura¤›nda... Birinin elinde kitap, ötekinin elinde gazetesi var. Okuyorlar ve yafl›yorlar.•

Bahçesinde çiçek yetifltirmekten baflka bir u¤rafl› olmayan yafll› bayan, yan eve tafl›nan yeni komflusundan hiç de memnun de¤ildi. Çünkü yeni komflusunun alt› tane tavu¤u vard› ve hepsi günün hemen her saatinde kendi bahçesine geliyorlar, çiçeklerini berbat ediyorlard›. Birkaç kez flikayet etmesine karfl›n yeni komflu ald›rm›yor, “Günün her saatinde tavuklar›m›n peflinden koflamam ki…” diyerek komflusunu dinlemiyordu. Sonunda yafll› kad›n›n akl›na parlak bir fikir geldi. Çarfl›ya gitti, bir düzine yumurta ald› ve gecenin karanl›¤›ndan yararlanarak onlar›, karfl› evden görünecek biçimde çiçeklerin alt›na yerlefltirdi. Ertesi gün yafll› bayan›n bahçesindeki yumurtalar› gören yeni komflu, tavuklar›n›n kendi bahçesinden ç›kmamalar› için her türlü önlemi ald›.• 127


Anne ve Babalardan

Nine ve Dedelerden

Gönderi adresi: Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbule-posta: butundunya@butundunya.com.tr (e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla olmamas›na lütfen özen gösteriniz.)

Almila Kufl, ‹stanbul

Bu¤ra Kayar, ‹stanbul

Amarina Cimilli, Avustralya

Dilhan ve Irmak Taylan, Ankara

Oktay Turan, ‹stanbul

Zeynep Sude Çivleko, ‹zmir

Efe ve Yavuz Sübay, ‹stanbul

O¤ullar›, K›zlar› ve Torunlar›ndan

Nineler ve Dedeler

Mustafa Alp Y›lmaz, Bursa

Funda Ünal, Ankara

Onur Soydan, Afyon

Gamze Ordulu, ‹stanbul

Rana Atefl, ‹skenderun

Yi¤it Eren Aksungur, Bursa

Hatice Ekti, Çanakkale


NE, NED‹R, NASILDIR? Pelin Hazar

R

us halk sanat›n›n dünyaca ünlü simgesi olan matruflka 19’uncu yüzy›l›n sonunda yeni bir ak›mla ortaya ç›kt›. Matruflkan›n, ünlü bir tüccar aileden gelen Savva Mamontov’un Abrentsevo Malikanesi’nde, kardefli Anatoly Ivanovich Mamontov taraf›ndan kurulan çocuk e¤itim atölyesinde ortaya ç›kt›¤› iddia ediliyor. Bas›mevi sahibi, tercüman ve resim koleksiyoncusu olan A. I. Mamontov, atölyesinde yetenekli ve yarat›c› oyuncak ustalar›n›, ünlü Rus sanatç›lar› ve oymac›lar› biraraya getirerek ekonomik ve kültürel geliflmelerin kaydedildi¤i o dönemde sanata katk›da bulunmay› ve koleksiyonuna yeni parçalar eklemeyi amaçl›yordu. Atölyede gerçeklefltirilen bir cumartesi toplant›s›na Budist Bilge Fukuruma’n›n iç içe geçmifl figürü getirilmiflti. Japonlar, hâlâ Rusya’daki Sergiev Posad Oyun130

cak Müzesi’nde sergilenmekte olan bu figürün, ortaya ç›kt›¤› Honshu Adas›’nda bir Rus papaz taraf›ndan yap›ld›¤›n› belirtmifllerdi. 1890 y›l›nda, figürden esinlenen ressam Sergei Maliutin bir Rus kad›n figürü çizdi ve oyma ustas› Vassiliy Zviozdochkin’in biçim verdi¤i tahta oymalar› boyayarak ilk matruflkay› ortaya ç›kard›. 1885 y›l›nda Rus oymac›lar›n iç içe geçen paskalya yumurtalar› yapmalar›, asl›nda onlar›n iç içe geçen figür sanat›na çok da uzak olmad›klar›n› gösteriyordu. 1896 y›l›n›n Aral›k ay›nda St. Petersburg’da aç›lan Japon sanatlar› sergisinde Budist Bilge Fukuruma’n›n, Rus matruflkas›na esin kayna¤› olan figürü de bulunuyordu. 1900 y›l›nda Paris’teki Dünya Fuar›’na Rusya çeflitli matruflka bebekleriyle kat›lm›fl, Mamontov’un efli Maria’n›n sergiledi¤i matruflkalar fuarda madalya kazanm›flt›. Ünü Rusya d›fl›na ç›kmaya bafllayan matruflka

B

131


BD EYLÜL 2008

için çeflitli ülkeler siparifl vermeye bafllam›flt› bile...

O

rtaya ç›kt›¤› atölye, 1890’lar›n sonuna do¤ru kapansa da matruflka gelene¤i, 14’üncü yüzy›ldan itibaren oyuncak üretim merkezi olarak bilinen Sergiev Posad’ta devam etti. Atölyedeki matruflkalar›n hepsi el boyamas›yd› ve ›hlamur, balsa, toz, hufl a¤açlar›yla k›z›la¤açtan elde edilen tahtalardan yap›l›yordu. Dayan›kl› olmas› için tahta aç›k havada en az iki y›l kurutulduktan sonra kullan›l›yordu. Ne zaman haz›r oldu¤unu ancak deneyimli bir oyma ustas› söyleyebilirdi. Matruflkaya verilen biçim belirli ölçülere de¤il, tümüyle ustan›n sezgilerine ve el becerisine dayal›yd›. Matruflka boyac›lar›, matruflkan›n yüzüne ve k›yafetine odaklananlar olmak üzere ikiye ayr›l›yordu. Klasik Rus matruflkas› yap›l›rken en d›fltaki figür, içinde bebeklerini tafl›yan hamile bir kad›n, iç içe duran bebekler ise s›rayla anne olacak olan figürler olarak düflünülmüfltü. Bebeklerde genellikle geleneksel Rus k›yafeti giymifl kad›n resmedilse de, erkek figürleri, çeflitli çiçek figürleri ve dönemin ünlü adlar›n› da görmek olanakl›yd›. Rus masallar›n›n, Rus yazarlar›n kitaplar›ndaki ünlü karakterlerin resmedildi¤i matruflkalar ile Eskimo, Türk, Çin ve Tatar figürleri132

ne sahip etnografik matruflkalar da giderek yayg›nlaflmaya bafllam›flt›. 1967 y›l›nda yap›lan 60 parçal›k matruflka Sergiev Posad’›n en büyük matruflkalar›ndan biriydi. 1970 y›l›nda yap›lan ve Sovyet Lider Lenin’in ad›na sunulan 72 parçal›k matruflka ise bir metre yüksekli¤inde, Rus paras›yla 3000 ruble de¤erindeydi! O dönemde iyi bir Sovyet otomobilinin 5000 ruble oldu¤u düflünülürse, matruflka sanat›n›n ulaflt›¤› noktay› anlamak pek de güç say›lmaz. Birçok dilde “matryoshka, matreshka, matrioska, babushka, babooshka” gibi çeflitli adlarla an›lan ve Latince “anne” anlam›ndaki “mater” kökünden geldi¤i varsay›lan Matruflka’n›n ad›n›, ortaya ç›kt›¤› dönemlerde Rusya’da özellikle iflçi s›n›f› aras›nda gözde olan “Matriona, Matrioshka, Matryoshka, Matriosha” gibi kad›n adlar›ndan ald›¤›, bir de, atölyenin sahibi Mamantov’un bir sevgilisinin ad›ndan esinlenildi¤i söylenir.

K

onuyla ilgili say›lar› k›s›tl› olan güvenilir kaynaklar›n ço¤undaki ortak bilgiler bu flekilde... Ortaya ç›kt›¤› dönemlerden bafllayarak do¤urganl›¤›n, verimin ve anneli¤in simgesi olarak görülen, çok farkl› figürlerine de rastlad›¤›m›z matruflka en ünlü Rus oyunca¤› ve hediyelik eflyas› olmaya devam ediyor.• PelinHazar@butundunya.com.tr

GÖZLEMLER, ‹ZLEN‹MLER Engin Ünsal

Bir Gece, Bir Tren ve Lizbon...

Düflünüyorum, acaba elimde bir demet çi¤dem çiçe¤inin insan› sarhofl eden kokusunun ard›na tak›l›p tüm geçmiflimi geride b›rakarak trenlere, vapurlara atlay›p uzaklara çok uzaklara gitsem, beni hiç kimse tan›masa, ben hiç kimseyi tan›masam ve o uzak iklimlerde çimenler, a¤açlar ve güneflle birlikte yaflasam mutlulu¤u yakalayabilir miydim? Geride kalanlar, kitaplar›m ve her sabah pencereme konan gün ›fl›¤› beni merak edip beni özler miydi?

R

aimund, Bern kentinde bir lise ö¤retmenidir. Kendi halinde yaflayan, yaflam›nda hiçbir heyecan olmayan sade bir insand›r. Bekard›r, yaflam› okulu ve evi aras›nda geçmektedir. Yaflam›na giren insanlar ise yaln›zca ö¤rencileri ve ö¤retmen arkadafllar›d›r. Ya¤murlu bir sabah okul yolundaki köprünün üzerinde yere diz çökmüfl a¤layan bir kad›n görür. Kad›n perifland›r ve elindeki bir ka¤›d› Raimund’a sallay›p bir fleyler anlatmaya çal›flmaktad›r. Raimund yere e¤ilir ve onunla ilgilenmek ister. Kad›n elini uzat›p onun yaka cebinde as›l› duran kalemlerden birini al›r ve Raimund’un avucu-

na bir telefon numaras› yazar. Kad›n Portekizce konuflmaktad›r; ama Raimund bu dilin tek sözcü¤ünü bile anlamamaktad›r. Kad›n› yerden kald›rmaya çal›fl›rken kad›n›n elindeki ka¤›t uçar ve köprüden afla¤›ya do¤ru süzülerek köprünün alt›ndan akan kurfluni renkli ›rma¤›n sular›nda kaybolur. Raimund ne yapaca¤›n› bilemez. Üzüntüyle kad›n›n yüzüne bakar. Çaresizlik ve korku kad›n›n yüzünden ya¤mur sular› gibi akmaktad›r. Kad›n› köprünün üzerinde o durumuyla b›rakmak istemez. Koluna girer ve onunla okuluna do¤ru yürümeye bafllar. Ders verece¤i s›n›fa do¤ru giderken ö¤renciler ona flaflk›nl›kla bakarlar; çünkü Raimund ö¤ret133


BD EYLÜL 2008

menlik yaflam›nda ilk kez bir kad›nla okulun avlusundan içeri girmektedir.

Y

a¤murdan Raimund ve kad›n s›r›ls›klam olmufllard›r. Kad›n› bir s›raya oturtur ve kürsüsüne ç›kar. Akl› kad›ndad›r ve dersine bir türlü bafllayamaz. Kafas›nda kad›na dair yüzlerce soru vard›r. S›n›f›n al›fl›lmad›k sessizli¤inde kad›n bafl›n› yavaflca havaya kald›r›r ve Raimund’u seyreder sonra aya¤a kalkar, kap›ya do¤ru yürür ve sessizce s›n›ftan ç›k›p gider. Raimund flaflk›nd›r. Bu sabah yaflad›¤› olay onun yaflam›n› allak bullak etmifltir. Ö¤rencileri 134

flaflk›nl›k dolu bak›fllarla ona bakmaktad›r. Birden gözleri ›fl›ldar. Yaflam›n›n en önemli karar›n› vermifltir. Bu s›n›ftan ç›kacak, okulla ilgisini kesecek ve bir daha asla ö¤retmenlik yaflam›na geri dönmeyecektir. Bern kentinin sokaklar›nda o Portekizce konuflan kad›n› arayacakt›r. Bulursa onun yaflam›ndaki gizemi, neden o ya¤mur alt›nda a¤lad›¤›n› ö¤renmeye çal›flacakt›r. Onu Bern sokaklar›nda bulamazsa, onu bulmak için Portekiz’e, Portekiz’in baflkenti Lizbon’a gidecektir. Raimund yaflam›na giren o gizemli kad›n› akflama dek gezdi¤i Bern sokaklar›nda bulamaz. Evine döner, küçük bir bavul haz›rlar, ö¤retmenlik yaflam›nda epey para biriktirmifltir ve tren istasyonuna gider. Lizbon’a giden gece treni için bir bilet al›r. Avucunda yaz›l› telefon numaras› ile kad›n› bulaca¤› umudu ile trene biner. Kaç kifli yaflam›nda ans›z›n böyle bir karar verip geçmiflinden tümüyle koparak bir bilinmeyene do¤ru bir gece trenine binebilir bilmiyorum; ama ben Pascal Mercier’in “Lizbon’a Gece Treni” adl› kitab›n› okudu¤umdan buyana ders verdi¤im s›n›flarda derse bafllamadan bir süre ö¤rencilerin yüzlerini seyrediyor ve kendi kendime, “Acaba kitaplar›m› toplay›p, bir daha geri dönmemek üzere uzak çok uzak ülkelere gitsem mi?” diye soruyor ve bir türlü karar veremiyorum. Düflünüyorum, acaba elimde

bir demet çi¤dem çiçe¤inin insan› sarhofl eden kokusunun ard›na tak›l›p tüm geçmiflimi geride b›rakarak trenlere, vapurlara atlay›p uzaklara çok uzaklara gitsem, beni hiç kimse tan›masa, ben hiç kimseyi tan›masam ve o uzak iklimlerde çimenler, a¤açlar ve güneflle birlikte yaflasam mutlulu¤u yakalayabilir miydim? Geride kalanlar, kitaplar›m ve her sabah pencereme konan gün ›fl›¤› beni merak edip beni özler miydi? Ya ben? Yata¤›mda beni bekleyen düfllerimi, radyomun ucundan dökülen o hüzünlü flark›lar› özler miydim? ‹nsan yaflad›¤› y›llara bir yaflam› m› s›¤d›rmal› yoksa o y›llarla birden çok yaflam› tan›flt›rmal› m›yd›? Büyük bir serseri gibi do¤an her yeni günü bir baflka kentte karfl›lamak nas›l bir duygu olurdu acaba? Orhan Veli denizden yeni ç›km›fl a¤lar›n kokusunda k›rlang›ç kufllar›n›n ard› s›ra hiç bilmedi¤i ama çok özledi¤i adalara gitmek isterdi. Ya siz? Yaflam›n›z› tekdüze (monoton) buldu¤unuz, yafla-

m›n›zda hiçbir heyecan olmayan günlerde al›p bafl›n›z› gitmek duygusunu hiç yaflamad›n›z m›? Yeni bir sevdan›n yüzünüzü alev alev yakmad›¤›, çi¤dem kokular›n›n sizi sarhofl etmedi¤i, gelece¤in güvercin kanatlar›yla hiçbir umut getirmedi¤i günleri yaflamak sizi hiç bunaltmad› m›? Yaflam›n›z› daha anlaml› k›lmak, günlerinizi hiç solmayacak renklerle daha da güzellefltirmek ve yepyeni çiçek kokular› duymak için bir akflam eski, renksiz yaflam›n›zdan ç›k›n, bir istasyona gidip bir gece trenine binin ve “Merhaba yeni yaflam›m” deyin. Daha güzel bir yaflam›n ancak cesurlar için var oldu¤unu asla unutmay›n. Ben bir akflam vakti mutlaka elimde bir küçük bavulla bir tren penceresinden yaflad›¤›m onca y›llara “Elveda” diyece¤im ve trenlerin beni götürdü¤ü her yere gidece¤im. Ne zaman bilmiyorum; ama bir gün mutlaka...• enginunsal34@smileadsl.com

Bir avc›n›n “B›ld›rc›n vurdum” diye getirdi¤i; fakat asl›nda çarfl›dan ald›¤› b›ld›rc›nlar› temizlemekte olan efli, b›ld›rc›nlar›n kokmufl oldu¤unu anlay›nca çok flafl›rd› ve efline söylenmeye bafllad›: “Bu ne ifl?” dedi. “Bu b›ld›rc›nlar bozulmufl, çok kötü kokuyorlar.” Avc› efl öfkeyle yan›t verdi: “Ben uçan kuflun kokup kokmad›¤›n› nereden bilebilirim?” dedi. “Ben uçan› da vururum, kokan› da...”• 135


‹NSANLAR YAfiADIKÇA Mehmet Ünver

A

y›rd›nda m›s›n›z? Son y›llarda çevrilen korku filmleri art›k insanlar› korkutmaz oldu. Yönetmenler ne yaparsa yaps›nlar insanlar›n yüre¤ini hoplatmay› bir türlü baflaram›yorlar. Bunu baflaramad›kça da iyice gözlerini karart›p, korkunun dozunu art›rmak amac›yla her filmde bir öncekinden daha yo¤un bir vahflet, daha çok parçalanm›fl beden ve elbette oluk oluk akan kan sergilemekten geri kalm›yorlar. Akla hayale gelmeyen yöntemlerle ve birbirinden kötü ölüm biçimleriyle katledilmifl insanlar, geride kalan kanl› t›rnak izleri, matkaplarla kemikleri delinen genç hostel turistleri, korkunç yarat›klar taraf›ndan kuyular›n diplerine çekilen kad›nlar, çöllerde insan yiyen canavarlar›n kemirdi¤i flanss›z insanlar... Hangi birini anlatay›m. Yine de olmuyor. Seyirciler o filmleri seyrederlerken biraz korkuyorlar. Ifl›klar yan›p da soka¤a ç›kt›klar›ndaysa unutup gidiyorlar. Çünkü son y›llarda günlük yaflam›n sürüp gitti¤i sokaklarda, meydanlarda, al›flverifl merkezlerinde karfl› karfl›ya geldi¤imiz korku ve terör öylesine büyük ki, beyaz perdede eline koca bir balta ya da elektrikli testere al›p önüne

136

geleni do¤rayan sap›klar›n yaratt›¤› dehflet bunun yan›nda hafif bir irkinti gibi kal›r ancak... Yaflad›¤›m›z son on y›l› bir düflünün. Kendisiyle birlikte bir sürü masum insan› da havaya uçuran canl› bombalar›n vücut parçalar› ortal›¤a saç›l›rken, dev binalara çarpan uçaklar o binalardaki binlerce insan› un ufak ederken, anne ve babalar, “Acaba bugün neresi bombalanacak? Soka¤a ç›km›fl olan çoluk çocu¤umuz eve sa¤ salim dönebilecek mi?” diye her gün kayg›yla beklerlerken kim korkar “Elm Soka¤›’ndaki Kâbus”tan, “Testere 4”den, “Halka 2”den, “Halloween”den, “Hostel”den, “Karanl›k Sular”dan... Karanl›k gerçek yaflam›m›z› çevrelemifl zaten. “‹nsanlar art›k bindi¤i belediye otobüsüne birileri molotof kokteyli atar da cay›r cay›r yanar m›y›m?”, “‹fle giderken ya da dönerken yorgun arg›n, t›kl›m t›k›fl dolufltu¤umuz vapura birileri zaman ayarl› bomba koyar da vapurla birlikte denizin dibini boylar m›y›z?”, ya da “Askere yollad›¤›m o¤lum terörist pusular›ndan kurtulup, sa¤ salim baba oca¤›na dönecek mi?” kayg›s›nda... Bu yüzden de¤il “Testere 4”, “Testere 134” bile çevrilse kimsenin umurunda olmayacak. Korku filmlerinin art›k korkut137


BD EYLÜL 2008

may›fl›n›n bir nedeni, günümüzdeki gerçek yaflam›n o filmlerde canland›r›lanlardan bin kat daha korkulu olmas›ysa, bir öteki nedeni de san›r›m o eski korku filmlerindeki romantizm ve insansal vurgunun tümüyle yok olup gitmesidir.

G

ünümüz korku sinemas›nda olaylar›n pald›r küldür bir girifli var, buna karfl›n romantizm ve insansal duygulardan eser yok. “Ne alaka?” diyeceksiniz? Son y›llarda çevrilen korku filmlerinde seyirci daha ilk sahneden itibaren insanl›ktan nasibini almam›fl karakterlere ve duygu yoksunlu¤una al›flt›r›ld›¤› için film boyunca sergilenen dehflet son derece normalmifl gibi geliyor. Yani bu cani ruhludan ya da o canavar suratl›dan zaten bu beklenirdi kabullenifli... Oysa bir zamanlar yazl›k sinemalarda seyretti¤imiz “Drakula’n›n Niflanl›s›”, “Kurt Adam’›n Gazab›”, “Frankefltayn’›n ‹ntikam›” gibi filmler öyle miydi? Akasya, ç›nar, ceviz a¤açlar›n›n çevreledi¤i yazl›k bahçe sinemalar›nda ateflböceklerinin yan›p sönen ›fl›klar›n›n alt›nda o filmleri seyrederken dehflet içinde kal›r, aylarca etkilerinden kurtulamaz, hatta gecenin o saatinde tek bafl›m›za eve dönmekten korkup çakt›rmadan mahalleden a¤abeylerin, ablalar›n pefline tak›l›p, onlar›n eflli¤inde kuytu bir köfledeki evimize ulaflabilirdik ancak. Çünkü o zamanlar yaflam›m›zda canl› 138

bombalar, en kalabal›k meydanlara haince b›rak›lan zaman ayarl› TNT kal›plar›, gökdelenlere çarp›p binlerce insan› yok eden uçaklar olmad›¤› gibi, kabul etsek de etmesek de o eski filmlerde insan›n kan›n› emen korkunç vampirin bile insansal yan› gayet uygun biz dozda vurgulan›yordu. Bu sayede gün ›fl›¤›nda kad›nlar› binbir kurla bafltan ç›kartan yak›fl›kl›, çapk›n Kont Drakula’n›n saat gece yar›s›n› çald›ktan sonra gündüz kur yapt›¤› zarif han›mlar›n boyunlar›n› ›s›rarak, kanlar›n› emece¤ini akl›n›za bile getirmiyordunuz. Ummad›¤›n›z olay gerçekleflti¤indeyse do¤al olarak dehflet içinde kal›yordunuz. Her ne kadar bir korku filmi olsa da, bir önceki sahnede flatosunun muhteflem salonunda güzel bayanlar için en nefis flampanyalar› patlatan Kont Drakula’n›n bir sonraki sahnede kan içen bir canavara dönüflmesi sizi gerçekten irkiltirdi. Çünkü bu de¤iflimi o denli çabuk beklemezdiniz.

O

ysa art›k gün batm›fl, saat gece yar›s›n› geçmifl, fleytanlar›n zaman› gelmifltir. Bu gerçek kafan›za dank etti¤inizde art›k korkmaya bafllam›fls›n›zd›r. fiimdilerde düflündü¤ümde elinde olmayan nedenlerle Kurt Adam ya da Frankefltayn gibi korkunç yarat›klar durumuna gelmifl flanss›zlar›n bizi as›l korkutan yanlar›n›n o korkunç görüntüle-

rinden çok kaderlerinin kötülü¤ünün oldu¤unu anl›yorum. Öyle ya altm›fll› y›llarda yaflam pastel renklerdeydi. Gerçek yaflamda korkulacak çok az fley vard›. O zamanlar bizi en çok korkutan fley annelerimizin, “Aman bahçeden uzaklaflmay›n sizi kaç›r›p i¤neli f›ç›ya atarlar” uyar›s›yd›. Çünkü o y›llarda terörist eylemleri olmad›¤› için güvenlik sistemi kurulmayan havaalanlar› yolgeçen han› gibiydi. Uçak yolcular› acaba birileri güvenli¤i afl›p da yolcu kabinine bomba sokmufl mudur telafl›n› yaflamadan, hava yolculu¤unun keyfini ç›kart›rlard›. Akflam radyo ajans› günümüze göre son derece s›radan kalan birkaç haberi verir, sonra “Muzaffer Akgün’den Türküler” program› bafllard›. Yaflam›m›z o denli korkudan uzakt› ki Kurt Adam’›n korkunç görüntüsünden çok, onun ve kurbanlar›n›n kötü flans› bizi korkuturdu. Ya ayn› fley bizim de bafl›m›za gelirse? Ya bu huzurlu günlerimiz yerini o melun karanl›¤a b›rak›rsa? Ya bizim tavan aras›n›n karanl›¤›na bir Kont Drakula dadan›r da can›m›zdan çok sevdi¤imiz annemizin kardeflimizin kan›n› emerse? Bu güzelim aile mutlulu¤umuz bitiverirse? ‹flte hep bunlardan korkard›k. Oysa günümüzde insanlar art›k her an, her fleyi beklediklerinden tüm korkulara karfl› flerbetlendiler. Her gün TV’lerde görüp, gazetelerde okudu¤umuz terör yüreklerini sertlefltirdi, duygular nas›rland›. Art›k sa-

nal dünyadaki testereli katil ya da matkapl› sap›k korkutmuyor bizleri... Çünkü gerçek yaflamda kalabal›k bir meydandaki çöp kutusuna bomba yerlefltirip onca insan› çoluk çocuk demeden katleden katiller dolafl›yor ortal›kta...

K

urt Adam orman›n k›y›s›nda yaflayan kendi halinde bir oduncuyken fleytani bir kurt taraf›ndan ›s›r›l›nca lanetlenip kurt adama dönüflüyordu. Yapt›¤› tüm katliamlar da bilinci d›fl›nda ruhunu geçici olarak teslim alan canavar›n etkisiyle oluyordu. Onun bunda bir suçu yoktu. Her dolunayda bedeni ve yüzü de¤iflmeye bafll›yor, her yan›n› k›llar kapl›yor, t›rnaklar› korkunç pençelere dönüflürken, yüzü iri bir kurda benzemeye bafll›yor ve iflte 139


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

tam o anda gömle¤ini y›rtarak ç›kart›p dev bir kurda dönüflmüfl olarak tüyler ürpertici bir ulumayla geceye ak›yordu.

Y

ani kimse eline bir bomba verip, “Git bunu en kalabal›k caddede patlat, çoluk, çocuk kim varsa öldür” demiyordu. Zavall› Kurt Adam sabaha karfl› kan revan içinde bir köflede kendine gelip evine dönüyor ve ertesi sabah en sevdi¤i komflusunun gece çok iri bir vahfli havyan taraf›ndan parçalanarak öldürüldü¤ünü ö¤renerek korkunç bir vicdan azab›na kap›l›yordu. Nas›l kap›lmas›n ki? Bir gece önce komflusunu öldüren o vahfli hayvan›n asl›nda kendisi oldu¤u ve bunu bilinci d›fl›nda yapt›¤›n› biz seyircilerle birlikte anl›yordu. O an hepimiz ona hem ac›yor hem de feci bir korkuya kap›l›yorduk. Belki de kap› komflumuz olan tonton amca, ya da mahallemizin en yak›fl›kl› a¤abeyi kimi geceler kurt adama dönüflüp, bizi parça parça etmek için yolumuzu gözlüyordu. Belki de bir gece geç saatlerde son vapurla iflten dönen annemizin karfl›s›nda dikilip, nafakam›z› ç›kartaca¤›m diye can› ç›kan kad›nca¤›z› o korkunç pençeleriyle hemen orac›kta ba¤›rta ba¤›rta öldürmek için planlar yap›yordu. ‹flte bu yüzden korkuyorduk. Çünkü beklenmedik, bilinmedik karabasanlar›n bir anda tepemize çökebilece¤inin mesaj›140

n› verirdi o eski korku filmleri bizlere... K›fl mevsimlerini aile bireyleriyle soba bafl›nda, yazlar›ysa bahçede, çardaklar›n›n gölgesinde geçiren altm›fll› y›llar›n insanlar›n› cidden korkuturdu bu sanal canavarlar›n yaratt›¤› beklenmedik karabasanlar›... Çünkü o zamanlar gerçek yaflamda korkulacak çok az fley vard›. Oysa flimdi herkes yan› bafl›ndakinden korkar oldu. Bir de bakm›fls›n›z ki, hemen karfl› dairede oturan, namaz›nda niyaz›nda diye bildi¤iniz kendi halinde komflunuz bomba yüklü kamyonla konsolosluk binas›na girip kendisiyle birlikte bir sürü masum insan› havaya uçurmufl. Bu tüyler ürpertici gerçe¤i birebir yaflad›ktan sonra iki binli y›llar›n beyazperde canilerinin insanlar› korkutmas› olanakl› de¤ildir. Sokaklarda elini kolunu sallayarak dolaflan katillerimiz vahflet konusunda onlara rahmet okuturlar çünkü... Baflkalar›n› bilmem; ama ben bu Kurt Adam’la, Frankefltayn’a ac›rd›m da...

D

üflünsenize orman›n k›y›s›nda küçücük bir kulübede yaflayan yoksul avc› her kurt adam oluflunda üzerindeki elbiseleri y›rt›p, parçalayarak gecenin karanl›¤›na at›l›yor, ertesi gün yorgunluktan bitap bir biçimde adeta sürünerek evine dönüyordu. O zamanlar ondan hem korkar hem de bu flanss›z kurban için

gözlerim dolar, periflan durumuna yüre¤im s›zlard›. Belki de bu yüzden o eski korku filmleri bizleri korkuturdu. “Neyim demeyip, ne olaca¤›m diyeceksin” mesaj› vard› çünkü o sahnelerde... ‹nsan› düflündürüp, korkutuyordu. Çünkü befl dakika önce insanken, befl dakika sonra korkunç bir canavara dönüflme olas›l›¤› vard›. Oysa günümüzün insanlar› bir dakika sonra bile bafl›na ne gelece¤ini bilememeye öyle al›flt› ki, kimse akl›na bile getirmek istemiyor. Belki çocuklar›n›zla dondurma yemek için soka¤a ç›kt›¤›n›zda ne tür bir katliam yapaca¤›n› çok iyi bilen son derece profesyonel, bir cani uzaktan kumandal› bombayla sizin ve çocuklar›n›z›n yaflam›n› söndürecek. Bu durumda bofl yere para verip bizi gerçek ya-

flamdaki denli bile korkutamayacak filmleri izlemeye ne gerek var. ‹ki binli y›llarda gündelik yaflam zaten tam bir korku filmi. Biraz karamsar bir yaz› oldu de¤il mi? Ama ne yapabilirim ki? Ahhhh... Heyhat... Sevgili Kurt Adam, Dr. Frankefltayn’›n sevgili toplama canavar›, sayg›de¤er Kont Drakula... Günümüzde her köflede pusu kurmufl kana susam›fl gerçek canavarlar› öylesine kan›ksad›k ki art›k korku duygusunu bile unutmaya bafllad›k. Bir zamanlar nas›l olmufl da sizlerden bunca korkmufluz? Herkesin içinde sizler için aman ne korkunç fleyler demifliz. Bu sayg›s›zl›¤›m›z için tüm okurlar›n huzurunda sizlerden özür diliyorum.• yazar.unver@gmail.com

Adam›n karfl›s›na bir peri ç›km›flt›. “Dile benden ne dilersen” dedi. “‹stedi¤in ne olursa olsun gerçeklefltirece¤im.” Adam, olmayaca¤›na en çok inand›¤› bir iste¤ini bildirdi: “Avrupa’dan Amerika’ya uzanan bir asma köprü istiyorum” dedi. “Bunu gerçeklefltirebilir misin?” Peri bir süre düflündükten sonra, adamdan baflka bir istekte bulunmas›n› istedi: “Bu iste¤ini gerçeklefltirmek biraz zor” dedi. “‹stersen baflka bir istekte bulun da, hemen flu anda yerine getireyim.” Adam da bir süre düflündü ve yeni iste¤ini söyledi: “Yeryüzündeki tüm insanlar›n bar›fl içinde yaflamalar›n› istiyorum.” Peri adam›n bu iste¤ini duyar duymaz, hemen karfl›l›k verdi: “Asma köprü kaç metre genifllikte olsun?”• 141


GÖZLE GÖNÜL ARASI Dr. Mehmet Uhri

Ya¤›fll› ve so¤uk k›fl akflam›nda hastane bahçesinde güvenlik görevlileri taraf›ndan bankta yar› bayg›n bulunmufl ve acil servise tafl›m›flt›k. Islanm›fl ve üflümüfltü. Dikkatli bak›l›nca k›l›¤› k›yafeti yerinde bir adam oldu¤u anlafl›l›yordu. Üzerinde darp izi yoktu. Çorab›n›n biri delikti ve bunun görünmemesi için do¤rulup ayakkab›lar›n› tekrar giymek istedi.

Bankta oturan adam ve yaflam

B

ilincinin hafif bulan›k olmas› ilaç ya da alkol alm›fl oldu¤unu düflündürüyordu. Sorular›m›za yan›t vermiyor, konuflmuyor, bofl gözlerle bak›n›yordu. Üzerinden kimli¤ini ö¤renebilece¤imiz belge ç›kmam›fl olmas› adli olayla karfl› karfl›ya oldu¤umuz kuflkusunu uyand›r›yordu. Durumu hastane polisine bildirip tedavisini düzenleyip yat›fl yaparak gözetim alt›na ald›k. Acil servisin yo¤un saatleriydi. Gelen acil hastalar yüzünden servisin çal›flma temposu artm›fl, hastadan hastaya koflturmaktan çal›flanlar birbirinin yüzünü göremez olmufltu. Benzer durumda birkaç hastan›n ayn› anda girifl yapmas› hasta yak›nlar›n›n öncelik talepleri yüzünden tart›flma yaflanmas›na yol aç›yordu. Herkes kendi hastas›n›n daha acil oldu¤unu anlat›p ikna çabas›na girifliyordu. Deneyimlerimiz hasta yak›nlar›n› ikna etmeye çal›flmaktansa onlara hastalar› ile ilgili bir iki küçük ifl vermenin ekibe rahat çal›flma ortam› sa¤lad›¤› yönündeydi. Bir istek ka¤›d› ya da reçetenin peflinde hastane içinde kofluflturmak hasta yak›nlar›n›n o ola¤anüstü saatleri ve telafl› unutmas› için ço¤u kez ifle yar›yordu. Birkaç saat sonra ortal›k yat›flm›fl acil serviste gecenin daha dingin saatleri bafllam›flt›. Bahçeden ald›¤›m›z hastan›n durumunu sor142

dum. Bilinci aç›l›p kendine gelince hiçbir fley söylemeden serumlar› ç›kar›p gitmek istemifl, hastane polisinin kimlik tespitini bitirememifl olmas› ve ajite davran›fllar› nedeniyle hastam›z› yata¤a ba¤lamak zorunda kalm›flt›k. Hastane polisinin gece vardiya de¤iflimiyle gelen emektar polis memuru hastay› tan›d›¤›n› söyleyinceye de¤in kuflkular›m›z devam etti. Polis memuru beni odadan d›flar› ç›kar›p “Doktor bey, bu adama felek vurmufl bir de biz h›rpalamayal›m b›rak›n

gitsin. Tan›yorum onu, zarars›z biridir. Bakmay›n siz onun bu sefil görüntüsüne... Bu ac›l› babay› hastanede tan›yan çoktur” dedi. Bizim ads›z hastam›z›n yedi sekiz ay önce ailecek geçirdikleri trafik kazas›nda eflini ve 7 yafl›ndaki o¤lunu kaybetti¤ini, arabay› kendi kulland›¤› ve kazay› yara almadan atlatt›¤› için kendini affedemedi¤ini anlat›p kaza sonras›nda eflinin ve o¤lunun son saatlerini hastanemizde geçirdi¤i için buradan ayr›lamad›¤›n› söyledi. Ara s›ra gelip hastane bahçesinde banklarda sabahlad›¤›n›, kuflkulu görüntüsüne aldanmamak gerekti¤ini, de¤il alkol almak sigara bile kullanmad›¤›n› vurgulad›. Biraz sonra hastam›z›n yan›na gittim. Sakinleflmiflti. Gözlerindeki bak›fl› anlamland›rmak yine olanakl› de¤ildi. Sanki bofllu¤a bak›yordu. Nabz›n› sayarken elimi tuttu, “Doktor bey, ne olur çözün beni. Ben iyiyim. B›rak›n gideyim” dedi. 143


BD EYLÜL 2008

BD EYLÜL 2008

“Bahçede hayli ›slanm›fl ve üflümüfltünüz. Bilinciniz de bulan›k görününce gözetim alt›na almaktan baflka flans›m›z yoktu. Kimli¤iniz de olmay›nca daha da kuflkuland›k. Hastane polisimiz sizi tan›y›p eski hastalar›m›zdan oldu¤unuzu söylemese ifl büyüyecek karakola kadar gidecekti.”

E

llerini ve ayaklar›n› ba¤layan sarg› bezlerini çözdüm. Yatakta do¤rulup çorab›ndaki deli¤i gizlemek için hemen ayakkab›lar›n› giydi. Bileklerini ovalarken kafas›n› kald›r›p yüzüme bakt›, yine ayn› o bofl bak›fl› gördüm. “Ben mevsimlerimi yitirdim, doktor bey” dedi. “Eflimi ve o¤lumu yitirdi¤im gün mevsimler de ç›k›p gitti yaflam›mdan... So¤ukmufl, ya¤murmufl v›z geliyor. Yaz›, k›fl›, bahar› duyumsam›yorum art›k... Geçen zamanla birlikte bedenim yafllan›yor; ama içimdeki baflka biri için zaman duruyor. ‹çimde öfke dolu biri var doktor bey, o günden beri orada duruyor. Hiç yafllanm›yor, de¤iflmiyor. Susup öylece duruyor.” “Yaflad›¤›n›z trajik olaydan haberim var. Keflke sizi teselli edebilecek bir fleyler söyleyebilseydim. Yafl›yorsunuz. Herfleye karfl›n yafl›yor onlar› da beraberinizde bir biçimde yaflat›yorsunuz.” Kolundaki serumu çektim. Teflekkür etti. Bafl›n› önüne e¤di sessizce bafllayan a¤lama144

s› giderek h›çk›r›¤a dönüfltü. “Yedi yafl›ndayd› o¤lum... ‹lkokula yeni bafllam›flt›. Kitaplar›, içinde yaz›lanlar› merak etti¤ini söyler dururdu. Okumay› söktü¤ü, okuyabildi¤i için çok sevinçliydi. Her akflam birlikte kitap okurduk. Televizyonda maça yetiflelim diye ya¤mura karfl›n h›zl› kullan›yordum. Benim yüzümden oldu. Onlar yaflama veda etti, ben ölemedim.” Ba¤›rmak istiyor gibiydi. Elimi omzuna koyup sakinlefltirmeye çal›flt›m. Elimi eliyle ittirip aya¤a kalkt›. Kendini toparlamaya çal›flt›. “‹nsanlar›n bana ac›mas› daha çok ac› veriyor doktor bey. Unutmak için kendimi iflime vermeye çal›flt›m. Olmad›, yapamad›m. Eve de gidemiyorum. Gündüz neyse de gece olunca dönüp dolafl›p kendimi burada hastane bahçesinde buluyorum.

“O

¤lum yatmadan önce yan›nda olmam› isterdi. Bir keresinde beni yan›na getirebilmek için ‘Birlikte uyursak belki ayn› düflü görürüz’ diye kand›rmaya çal›flm›flt›. Onlardan burada ayr›ld›m, ‘Burada banklarda uyurken belki düfllerde birbirimizi buluruz’ diye umut ediyorum. Kimi zaman da acil servisin önünde kendim gibi ac› çeken birini görür, ona ‘Onu anlad›¤›m› söylerim’ diye bak›n›yorum.”

Birlikte hasta odas›ndan ç›k›p acil servisin d›fl kap›s›na de¤in yürüdük. Üstündekilerin ›slak oldu¤unu söyleyip üflümemesi için pelerinimi verdim. Almak istemedi. Ödünç verdi¤imi, daha sonra geri getirmesi gerekti¤ini söyleyince omzuna att›¤›m pelerine ses etmedi. ‹ç çekerek “Evini yitirmifl kedi gibiyim. Buradan baflka alt›nda bir umut bekleyecek pencerem bile yok. Sevdiklerinizin de¤erini bilin. ‹nsan mevsimlerini yitirince yaz olmufl, k›fl ol-

mufl üflümüfl fark etmiyor. Yaflam devam ediyor, ac›k›yorsun, uykun geliyor; ama içinde baflka biri hep orada öylece duruyor. Öfkesiyle kendini kavuran yavaflça suyu çekilen a¤aç gibi kurumay› bekliyor” dedi. Ç›karken servis çal›flanlar›na selam verip eliyle pelerini gösterdi. “Yine gelece¤im. Sizleri yordum, beni affedin” dedi ve bahçeye ç›k›p gecenin karanl›¤›nda kayboldu.• MehmetUhri@butundunya.com.tr

Ak›l hastalar› toplan›p içlerinden birini masaya yat›rd›lar. Bir baflka arkadafllar›n› da zorla çöp sepetinin içine soktular. Bu durumu gören doktor, neden böyle yapt›klar›n› çok merak etti ve onlarla konuflmaya bafllad›: “Ne yap›yorsunuz, burada?” dedi. “Neden böyle davran›yorsunuz?” Ak›l hastalar› hep bir a¤›zdan yan›t verdi: “Bir fley yapm›yoruz” dediler. “Yaln›zca gazete okuyoruz.” Doktor bu yan›ta çok flafl›rd›: “Peki ama” dedi. “Masadaki arkadafl›n›z gazeteyse çöp sepetindeki arkadafl›n›z ne?” Ak›l hastalar› yine hep bir a¤›zdan yan›t verdiler: “Haaa o mu?” dediler. “O dünkü gazete...”• Ormandaki hayvanlar, canavardan flikayet ediyorlard›. fiikayet konusu ise canavar›n zay›flara bask› yapmas›yd›. En sonunda hayvanlar kral›, meclisi toplamak zorunda kald›. Kral geldi¤i zaman orada yaln›zca canavar vard›. Kral canavarla konuflmaya bafllad›: “Mahkemeye gelmen iyi oldu” dedi. “Fakat seni suçlayanlar›n buraya gelmemesi flaflk›nl›k verici…” Canavar dudaklar›n› yalayarak yan›t verdi: “Gelmifllerdi efendim” dedi. “Gelmifllerdi...”• 145


DEN‹Z‹N TUZU ve TADI Sevil Çalışkan

Rasgele!

R

asgele, günlük yaflamda az kullan›lan, “‹fllerin rast gelsin” anlam›nda güzel bir temennidir. Ancak, konu bal›k av› oldu¤unda bu deyim birden biçim de¤ifltirir ve çok daha güçlü bir anlam kazan›r. Günlerce, so¤u¤a ve rüzgara gö¤üs geren bu insanlara, sonucu belirsiz bir yolculu¤un bafl›nda verilen iyi dilek mesaj›d›r. Çünkü bu avdan bofl dönmek de vard›r. Ama gelin görün ki, çok defa yaflam›m›zda, beklentilerimizle sonradan yaflad›klar›m›z üst üste düflmezler. Bu, bal›k tutmada da aynen böyledir Bu avdan, düflledi¤imiz fleyleri sulara gömerek dönmek de her zaman olas›d›r. Yine, lüferin Bo¤az’a girdi¤i günlerdi. Aylardan eylül, güneflin yak›c›l›¤› azalm›fl, eylül ay›n›n durgunlu¤u ve hüznü kendini duyumsatt›r›yordu. O gün iflim de yoktu. “Günü, bal›kla de¤erlendirmeliyim” dedim. Madem lüfer Bo¤az’a girmifl ben de 146

onu karfl›lamal›yd›m. ‹yi de nas›l? Çünkü bir akflam önce hiç zargana yakalayamam›flt›k. Öyleyse bu kez “ipek” kullanarak zarganay› gündüz tutmay› deneyecektim. Ama önce bu konuda sizleri biraz ayd›nlatmal›y›m: Zarganay› iki biçimde yakalamak olas›d›r. Birincisi, akflam karanl›k henüz çöktü¤ünde, teknenin bodoslamas›na, parlak bir

lamba, tercihen güçlü bir lüks lambas› as›l›r. Lamban›n hemen gerisinde, elinde uygun bir kepçe tutan kepçeci, ayakta durur. Zarganalar, karanl›kla birlikte, ikili, üçlü sürüler halinde yemlenmeye ç›karlar ve yüzeye çok yak›n giderler. Bundan sonra motoru kullanan, zarganalar›n bulundu¤u

sularda motoru yavaflça sürer. Gerisi, kepçeyi kullanan›n dikkat ve becerisine kal›r.

S

›rtlar› meneviflli bal›klar göründü¤ünde kepçeci, kepçeyi h›zla suya dald›rarak zarganalar› yakalar. Bu hofl bir av biçimidir. Çünkü yakalanan her zargana, ertesi gün tutulacak bir lüferin müjdecisidir. Bir zamanlar bu biçimde zargana peflinde o kadar çok koflmufltum ki, uzun süre s›rt› meneviflli zarganalar, düfllerime girer olmufltu. O gece de bu iflte baflar›s›z olunca, bu kez, ertesi günü bekledim ve ikinci yöntemi uygulamaya karar verdim. Bu yöntemde oltan›n ucuna do¤rudan, bir tutam saf ipek ba¤lan›r ve herhangi bir a¤›rl›k konmadan olta teknenin arkas›ndan suya sal›n›r. Zarganalar›n çokça bulundu¤u ak›nt›l› kesimlere gidilerek tekneye hafif yol verilir ve olta 15-20 m. kadar suya sal›n›r. En arkadan su yüzeyinden sürüklenerek gelen sar›-kavuniçi renkli ham ipek, günefl alt›nda parlayarak gelirken zarganalar›n ilgisini çeker ve bal›k niyetine, zavall› zargana ipe¤i yutmaya kalkar. ‹flte bu anda, ipe¤in incecik lifleri, bal›¤›n t›rt›l gibi incecik difllerine bir daha asla ayr›lmamak üzere dolan›r ve bal›k da yakalanm›fl olur. Olur, da, bir saat u¤raflman›n sonunda yaln›zca iki zargana yakalam›flt›m. ‹yice can›m s›k›ld›. Düflün-

düm, arkamdan hiç kimse “Rasgele” dememiflti. Tam bu s›rada hiç beklemedi¤im bir fley oldu. Dikkatle tuttu¤um olta, aynen uçurtma gibi havaya do¤ru yükselmeye bafllad›, çok flafl›rd›m. Çünkü zarganalar›n uçtu¤unu hiç duymam›flt›m. H›zla arkama döndü¤ümde, muzip bir mart› yavrusunun, ipe¤i yutarak havaland›rd›¤›n› gördüm ve birden gülmeye bafllad›m. O gün, mart›lar bile benimle dalga geçmeye bafllam›fllard›. Bu güzel canl›y› incitmemeye çal›flarak onu yavafl yavafl afla¤› çekmeye bafllad›m. Neyse ki mart›, yar› yolda, herhalde “Bu kadar e¤lence yeter” diyerek oltay› b›rakt›. Anlad›m ki o gün, rasgele yerine ve bana rasgitme zaman› gelmiflti. Ben de, tuttu¤um topu topu üç lüferle keyifsiz bir biçimde dönüfle geçtim. Olsun yine de mutlu say›l›rd›m, çocuklu¤umda bofl alanlarda uçurdu¤um uçurtmay› bu kez, bir yavru mart› yard›m›yla deniz üzerinde uçurmufltum. Bu belki de bir ilkti.

D

önüfl yolunda, kaderine raz› insanlar›n mahzunlu¤u içinde düflünüyordum ve yaflamda herfleyin her zaman rast gelmeyece¤i gerçe¤ini tekrarlarken, az ileride, yolumun üzerine, içinde iki deniz eri bulunan bir filika ç›kt›. Bana el ettiler. Yanlar›na sokularak motoru durdurdum. ‹ki saatlik bir turlama sonucun147


BD EYLÜL 2008

da, saç›m bafl›m, rüzgardan darmada¤›n olmufltu ve beni bal›kç› sanm›fllard›, ne gam! Aram›zda flu konuflma geçti: “Amca bize lüfer satar m›s›n?” “Üç tane var; ama kendim için tuttum. Siz bal›¤› ne yapacaks›n›z, gemide yemek yok mu?” Erler boyunlar›n› büktü: “Elbette var; ama komutan bize lüfersiz dönmeyin diye emir verdi!” Durum anlafl›lm›flt›. Lüferleri filikaya att›m. Erlerin gözleri

parlad›, çok sevindiler ve “Biz de, size bunlar› verelim kullanamad›k” diyerek, filika sintinesindeki tüm zarganalar› benim tekneye aktard›lar. Nas›l sevindi¤imi bilemezsiniz! Herfley birden tersine dönmüfl, gerçek lüfer av› flimdi bafllam›flt›. Nefleyle dönerken, tüm bu olan biteni, yorumlamaya çal›fl›yordum. Sizlere de rasgele!..•

Derleyen: Halil Can YAfiAMINI kazanmaktan baflka bir fley düflünmeyen kifliden asil düflünceler beklemek çok güçtür. Jean Jacques Rousseau

AfiK köprü kurmakt›r. ‹nsanlar köprü kuracaklar›na, duvar ördükleri için yaln›z kal›rlar. Newton

CAMDAN evde oturanlar baflkalar›na tafl atmamal›d›rlar. George Nerbert

KONUfiMAYA de¤er olanlarla konuflmazsan, insanlar› yitirirsin. Konuflmaya de¤er olmayanlarla konuflursan, sözcükleri yitirirsin. Bunu bilenler insanlar› da sözcükleri de yitirmezler. Konfüçyüs

sevilc@isbank.net.tr

Londra’dan uçakla Stornoway’e gidecek bir yolcu, Glasgow’da uçak de¤ifltirecekti. Fakat Londra’dan kalkacak uçak gecikme yap›nca, Stornoway yolcusu telaflland›. Hostesi ça¤›rd› ve bu gecikme yüzünden Glasgow uça¤›n› kaç›raca¤›n› söyledi. Hostes, durumu pilota bildirmek için pilot kabinine gittikten k›sa bir süre sonra döndü ve yolcuya güvence verdi: “Merak etmeyin” dedi. “Uça¤›n›z› kaç›rmayacaks›n›z. Glasgow’a indi¤imizde, Stornoway uça¤›n›n sizi bekledi¤ini göreceksiniz.” Gerçekten de uçak Glasgow’a indi¤inde yolcu, Stornoway’e kalkacak uça¤›n onu bekledi¤ini gördü. Yolcu merdivenlerden inerken hostese duygular›n› belirtmeden edemedi: “Çok duyguland›m” dedi. “Uça¤› yaln›zca benim için mi beklettiniz?” Hostes tüm samimiyetiyle gerçe¤i aç›klad›: “Yaln›zca sizin için de¤il, pilotumuz için de beklettik” dedi. “Stornoway’e gidecek uça¤›m›z›n pilotu da sizinle ayn› uçaktayd›.• “Satranç”›n Yan›tlar› Atak: 1. Fd4! (Tehdit: 2. Vf8+#) 1... fig8 ya da 1... h6 2. Vxc3 1-0 Oyun Sonu: 1. g6 fif6 2. g7 fif7 3. Ad5 Ae6 4. Ae7 Axg7 5. h7! 1-0 Kendi Gelen: 19... d5?? 20. Fxh7+ fixh7 21. Vxf8 1-0• 148

1001 Güzel Söz

“B‹R fleyler yapmal›y›m!” her zaman “Bir fleyler yap›lmal›d›r!”dan daha çok sorun çözer. Bits and Pieces EN k›sa yol bilinen yoldur. Napoleon YAPAB‹LL‹RLER; çünkü yapabileceklerini düflünüyorlar. Virgil DÜNYANIN en güçlü insan›, tek bafl›na ayakta durabilendir. Henrik Ibsen

ALTIN dönem arkanda de¤il, önündedir. Francis Bacon EN fazla alçakgönüllü oldu¤una inan›lan kifliler, en aç gözlü ve k›skanç insanlard›r. Benedict Spinoza

BUGÜNLE dünün tart›flmas›na girersek gelece¤i kaybederiz. W. Churchill

CESARET‹N en korkunç düflman›, korkunun kendisidir, korkulan fley de¤il, içindeki korkuyu yenmeyi baflarabilen insan en büyük kahramand›r. George Macdonald

BEN‹ y›kamayan herfley beni güçlendirir. F. Wilhem Nietzsche

B‹R kez s›n›rlar›m›z› kabul etti¤imizde, onlar› aflar›z. Brenden Francis 149


Mant›k Bilmecesi, Bulmaca

Mankafa Poldi

A¤ustos Ay› Yan›tlar›, Çözümleri

Mant›k Bilmecesi Ad Cahide Y›lmaz Mevlüt At›f Sadi

Numara 17 22 27 48 51

Renk Sar› Turuncu K›rm›z› Mavi Yeflil

Yap›m tarihi 1999 1992 1998 1993 2000

Bulmaca “Burada ‘Kap›ya Vurmay›n›z’ yaz›yor. Kap›ya vurmazsam içeri nas›l girebilirim acaba?”

“Poldi, bahç›van›n›z damda yürürken düflmüfl ve baca¤›n› k›rm›fl.” “‹yi olmufl! Yürüyecek baflka yol mu bulamam›fl...”

1 2 3 4 5 6 7 8 9

1

2

Ö Z K A N M E R T

M E R A L A ‹ A S A D A L S M A A N T T A M E L A N A N S U S M A D ‹ K A ‹ Y E S M T A ‹ Y U R A

10 11 12 13 14 15 16 17

“Çiçeklere çok teflekkür ederim, Poldi. Bunlara kimbilir ne kadar para vermiflsindir.”

“Paris’in Louvre Müzesi’ndeki bu heykel 3500 y›ll›kt›r, Poldi. Hazreti Musa da bunu görmüfltür.”

“Hay›r para vermedim, bizim bahçeden toplad›m.”

“Peki ama Hazreti Musa M›s›r’dan Paris’e gelmifl miydi?”

150

18 19 20

K A T A M A R A N

3

4

5

6

7

8

K A V U A R A S R A R A L ‹ R S D E A M A M A T A S E N M T E K E V A A A M E L A L E E M N R E F L ‹ K E N A K A N A E A R N Ü S

9

10

11

B R A T E T ‹ T E M A R K R A fi K A T A N T D E N ‹ S A Z A R D A L Ü ‹ F F L D A O F

12

13

14

15

R Ö V E E R E N T E N E K E M N E Z E A Ü ‹ Y E M L L A A L T ‹ L A M A A L O Z ‹ L E N T E L P A Y

151


MANTIK B‹LMECES‹

KARELER VE RAKAMLAR

Prof. Dr. Yüksel Bozer

Cahit Batum

--

=

--

=

--

--

-=

--

Cahit Batum’dan “Kareler ve Rakamlar”›n A¤ustos Ay› Çözümü: 433 + 311 = 744 + 365 -- 142 =+ 223 798 + 169 = 967

925 -- 391

342 = 583 -- 216 = -- 175

534

126 = 408

Yeflil

Çak›r

Yaz Gülü

1963

1961

1956

1955

1953

Lütfen dikkat edin: 0-9 aras›ndaki rakamlar, her soru grubunda de¤iflik biçimlerle simgelenmektedir.

Sak›z

=

+

Sürmeli

+

960 YTL

--

+

330 YTL

=

225 YTL

--

150 YTL

=

100 YTL

+

O gün befl arkadafl at yar›fllar›na gittiler. Hepsi de az çok para kazand›. Afla¤›daki ipuçlar›ndan bu kiflilerin adlar›n›, do¤um y›llar›n›, kaç para kazand›klar›n› ve hangi ata oynad›klar›n› bulunuz. ‹PUÇLARI: 1- Güngör Çak›r’a oynam›flt›. 2- Yeflil’e oynayarak 100 YTL kazanan kifli ne 1961 ne de 1963 do¤umluydu. 3- F›rat 1953 do¤umlu de¤ildi ve Sak›z’›n yar›flmad›¤› 960 YTL kazand›ran bahsi oynamam›flt›. 4- 150 YTL’yi kazanan 1955 y›l›nda do¤mufltu. 5- 330 YTL kazanan Cahit, Sürmeli’ye oynayan 1956 do¤umlu kifli de¤ildi. 6- 1963 y›l›nda do¤an Ahmet’ti.

Ahmet Cahit Ergun F›rat Güngör Sürmeli Sak›z Yaz Gülü Çak›r Yeflil 100 YTL 150 YTL 225 YTL 330 YTL 960 YTL Ad

Do¤um y›l›

Kazan›lan para

At

YukselBozer@butundunya.com.tr 152

153


SATRANÇ

AÇIK HATLAR ATAK Oyun sürecinde de¤iflmeler sonucu kimi Pantsulaia-Kursova, 2008 piyon ve aletlerin oyundan ç›kmas› ile aç›k hatlar oluflur. Neticede a¤›r aletlerin rolü artar, özellikle kalelerin. Aç›k hatlara sahip olmak, rakibin alan›na birden bire girme, oray› istila etme f›rsat› verir. En iyisi, 7. (2.) yataya sahip olmak; çünkü oradan rakip piyonlara sald›r› düzenlenebilir. Aç›k hatlar›n de¤erleri farkl›d›r. Rakip flah›n yak›n›ndaki dikeye hakim olmak ata¤›n geliflmesine yard›mc› olur. Afla¤›daki konumda beyazlar›n aç›k Beyaz kazan›r hatlar› kullanarak zor durumdan kurtulduOYUN SONU ¤unu izleyece¤iz.

Mustafa Yıldız

KÜÇÜKLER‹N BÜYÜK BAfiARISI: 11 YAfiALTINDA ‹K‹ MADALYA Temmuz’da Singapur’da düzenlenen 4’üncü Dünya Okullararas› Satranç fiampiyonas›’nda 11 Yaflalt› Kategorisi’nde Vahap fianal alt›n, Batuhan Dafltan bronz madalya kazand›lar. Tak›m s›ralamas›nda da 11 Yaflalt› Türk Tak›m› birinci, 13 Yaflalt› Türk Tak›m› üçüncü oldular. Küçük fiampiyondan Güzel Bir Kazanç: 8 7 Vahap fianal-Siyumu Bilguun, 6 2008, Singapur 31. Axf7! fixf7 32. Vf3+ fie7 33. Vxc6 5 Oyun art›k bilinçli bir biçimde kazan›ld›. 4 Rakibin piyon adac›klar› ço¤alt›ld› ve bir pi3 yon t›rt›kland›. Sonraki hamlelerde Vahap, zay›flatt›¤› piyonlardan birini daha düflürdü 2 1 ve rakibini terk etmeye zorlad›. a

8 7 6 5 4 3 2 1

b

c

d

e

f

g

L‹GDEN B‹R OYUN Erturan (Doruk Koleji)-Haznedaro¤lu (Truva), ‹zmit, 2008, B 30 1. e4 c5 2. Af3 Ac6 3. Fb5 e6 4. O-O Age7 5. c3 a6 6. Fa4 c4 7. Fc2 Ag6 8. b3 cxb3 9. axb3 d5 10. d4 dxe4 11. Fxe4 Fe7 12. Fxc6+ bxc6 13. Fa3 a5 14. Abd2 O-O 15. Fxe7 Vxe7 16. Ke1 c5 17. Ac4 cxd4 18. Axd4 Vc5 19. Ke2 e5 20. Af3 Fg4 (D) Beyazlar birden merkezdeki tafllar› de¤ifltirme karar› ald›. Filin açmaz bask›s›na karfl›l›k a dikeyindeki zay›fl›¤›n üzerine gidilmeliydi. 21. Acxe5 Axe5 22. Kxe5 Vxe5 23. Axe5 Fxd1 ‹flte flimdi siyah fil, gücünü gösterdi ve beyaz, kalite kaybetti. 24. Kxd1 Kfb8 25. Ac6 At›n sürekli bir fleyler istemesi siyahlar› ürkütmüyor. O, her defas›nda bir yolunu buluyor. 25... Kxb3 26. Axa5 Beyazc d e f g h a b lar, altta iken bile rakibinin zay›fl›klar›n› yokluyor: Bu kez son yatay zay›fl›¤›n›n üzerine gidiyor. 26... Kxc3 27. Ab7 h5 Sonunda hava deli¤i aç›ld› ve beyaz›n umudu kalmad›. 0-1 154

Tapiolinna, 1929

Romanishin-Ljubojeviç, 1968 8 7 6 h

5 4 3 2 1 a

b

c

d

e

f

g

h

1. Vd8+! Umutsuzluk de¤il, özgün bir kombinezonun bafllang›c›. 1... Kxd8 2. Kxd8+ Ff8 3. Fg5! Amaç ortaya ç›kt›: 3. Fh6 kötü. Çünkü, 3... Ka8!’den sonras› hüsran. Art›k 3... Ka8 iyi de¤il; çünkü 4. Ff6’dan sonra mat tehdidi var. Ancak 3... fig7 4. Fh6+ fif6 5. Kxf8 devam yolu, beyaza üstünlük sa¤lar. Siyah, 7. yatay› hemen kapatma amac›yla 3... Fd7 oynad›. 4. Kh8+! E¤er, 4. Fe7 Fe6! 4... fixh8 5. Kxf8+ fig7 6. Kxf7+ fih8 7. Kf8+ Berabere, sürekli flah. MustafaYildiz@butundunya.com.tr

Beyaz kazan›r

KEND‹ GELEN Guseinov-Bapo¤lu, 2008

19... d5?? Çözümler 148’inci sayfam›zdad›r. 155


BULMACA Filiz Leloğlu Oskay 1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 4 156

6

4

SOLDAN SA⁄A: 1) Fotografta gördü¤ünüz geçti¤imiz aylarda yitirdi¤imiz tiyatro sanatç›m›z. - Berilyumun simgesi. 2) Fazla bön. - Kar›fl›k renkli. - “Fena Halde .....” (Attila ‹lhan’›n yap›t›). 3) “..... Urgan” (“Bir Dinazorun An›lar›”n›n yazar›). - Osmanl›’da sipahi subaylar›na verilen ad. 4) Aktinyumun simgesi. - Güzel kokulu, yapraklar› baharat olarak kullan›lan, çok y›ll›k ve otsu bir kültür bitkisi. - Güzel sanat. - Dokusunda ço¤unlukla gümüfl ve alt›n renginde tel bulunan kumafl ya da metal parlakl›¤› verilmifl deri. 5) Bir seslenme ünlemi. - Uzakl›k anlat›r. - Göçebelerin konak yeri. 6) Ufuklar. - Ondördüncü yüzy›lda Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüfl flair. - “..... Güler” (fotograf sanatç›m›z). 7) Henri Charriere’nin sinemaya da aktar›lm›fl kitab›. - Saç tarama gereci. 8) Bir fleyin en güçlü veya k›vaml› bölümü, hülasa. - Eski dilde ayak. - Klasik Türk müzi¤inde bir çeflit birleflik makam. - Halk dilinde yavru, çocuk. 9) ‹ran kahraman› Rüstem’in babas›n›n ad›. - Halk a¤z›nda k›saca evet. - Vilayet. - Elma, armut gibi meyvelerin kurutulmuflu. 10) A¤›zda güç eriyen bir tür fleker. - Bir göz rengi. - Deniz ya da göl sular›yla çevrilmifl küçük kara parças›. 11) Bir ifli yapabilme gücü, kudret. fiekerin yak›lmas›yla yap›lan flekerleme. 12) Sodyumun simgesi. - Eski M›s›rl›lar’›n üretici dayana¤› olan güç. - Duman lekesi. - Delik ve y›rt›¤› uygun bir parça ile onarma ifli. 13) Bir maç›n say›sal sonucu. - Kemiklerin yuvarlak ucu. - “Elma”n›n halk dilinde ald›¤› biçim. -Yemek. 14) Esrar kullanmay› al›flkanl›k durumuna getirmifl kifli. - Al›nm›fl bir fleyi geri verme. 15) ‹tici güç, ilham verici. - Bir masal da¤›. - Okul, k›flla gibi yerlerde hastalar için ayr›lm›fl bölüm. 16) T›rnak cilas›. - Selin sürükleyip getirdi¤i çok küçük taneli çamurlaflm›fl kum ve toprak kar›fl›m›. 17) Tutsakl›k, kölelik. - Bir soru sözü. 18) Ün, flan. - ‹syankâr olma durumu. 19) ‹lave. - Eli ifle yatk›n, becerikli. Lak ile cilalanm›fl. 20) Raks› meslek edinmifl kad›n. - Hayvanlara ya da eflyaya vurulan damga.

YUKARIDAN AfiA⁄IYA: 1) “Akflam Oldu Hüzünlendim Ben Yine” flark›s›n› da bestelemifl olan, geçti¤imiz aylarda 95 yafl›nda yitirdi¤imiz bestecimiz. - Yap›t. 2) Birleflmifl Milletler Uluslararas› Çocuklara Acil Yard›m Fonu’nu imleyen harfler. - Güney Afrika Cumhuriyeti’nin plaka imi. - Dans. - Japonya’da bir kent. 3) Eski dilde ekmek. - Tibet s›¤›r›. - Boyac›l›kta kullan›lan, k›rm›z böce¤inin üst deri bezlerinin salg›lad›¤› madde. - Köken, bafllang›ç. 4) Belli, aç›k. - Bafll›k, sipersiz flapka. - Yanarda¤ a¤z›. - ‹ngiltere’nin plaka imi. 5) Matematikte sabit bir say›. Satrançta bir tafl. - Eski dilde ek. - Endonezya’n›n plaka imi. - Bal koymaya yarayan küçük tekne. 6) Gelenek. - Davran›fl, tav›r. - Yayla at›l›r. - ‹kinci kez. 7) “Beyaz .....” (Orhan Pamuk’un bir yap›t›). - Do¤um yapt›ran kad›n. - S›cakl›k etkisiyle kat› bir cismin s›v› hale dönüflmesi. - Genellikle tah›l ölçmede kullan›lan belirli hacimdeki kap. 8) Mu¤la’n›n bir ilçesi. H›ristiyan. - Bir kürk hayvan›. - Suriye’nin baflkenti. - Lantan›n simgesi. 9) Yürüyerek giden kimse. - Çeliflki. - Antalya’n›n bir ilçesi. 10) K›rm›z› renkli s›v› bir element. - Yat›l›. - Karda batmamak için ayakkab›ya tak›lan düzenek. 11) ‹ngiliz biras›. - Asalak bir böcek. - Mürekkepbal›¤›n›n bir türü. 12) “..... Gencer (Geçti¤imiz aylarda yitirdi¤imiz soprano sanatç›m›z). - Çoban üstlü¤ü. - Haz›r. 13) “..... Farrow (Amerikal› aktrist). - ‹ri taneli bezelye. - Konut. 14) Baryumun simgesi. Ceylan. - Karelere ayr›lm›fl zemin üzerinde onalt› taflla iki kifli aras›nda oynanan oyun. 15) Boynun arkas›. - Bir pamuk türü. - Osmanl›lar’da al›nan bir vergi türü.

FilizOskay@butundunya.com.tr 157


B‹ZE GÖNDER‹LEN K‹TAPLARDAN

Son Osmanl› Meclisi’nin Son Günleri Pelin Böke Do¤an Kitap

B‹L‹M‹N 4000 YILLIK RES‹ML‹ SERÜVEN‹, SON OSMANLI MECL‹S‹’N‹N SON GÜNLER‹, KOM‹TACI, HAYAL‹N‹Z‹ YORGANINIZA GÖRE UZATIN Say›lar›n ‹cad›ndan Sicim Teorisine Bilimin 4000 Y›ll›k Resimli Serüveni John Langone, Bruce Stuzt ve Andrea Gianopoulos NTV Yay›nlar›

B

ilimin tarihi, insan›n insan olma savafl›m›n›n, insanl›¤›n tarihidir ayn› zamanda. Ülkemizde bilim tarihi konusunda yaz›lan yap›tlar aras›nda içeri¤i, bol görsel malzemesi ve anlat›m›yla farkl› bir yeri olacak kitap ‹Ö 3000 civar›nda ‹ngiltere’de günefle göre konumland›r›lm›fl Stonehenge, M›s›r Piramitleri’nden bafllayan ve 1990’da göreve bafllayan Hubble Uzay Teleskobu’ndan uzay›n görünümüne varan gök158

lerin keflfiyle bafll›yor. ‹kinci bölümde ‹Ö 2600 civar›nda Antik M›s›r flifac›s› ‹mhotep’in birçok hastal›¤› tan›mlamas› ve flifalar›n› listelemesiyle bafllayan ve insan genomunun haritalanmas›na varan serüven “‹nsan Bedeni” bafll›¤› alt›nda aktar›l›yor. “Madde ve Enerji” bölümü ‹Ö 600 civar›nda Miletli Tales’in dünyan›n temel elementinin su oldu¤u sav› ile bafll›yor Kuantum Kuram›’na uzan›yor. “Yaflam›n Kendisi” bölümü ‹Ö 15.000 civar›nda Fransa’da ma¤ara resimleriyle gezegendeki yaflam s›rlar›n›n çözümünü aktar›yor. Kitap “Dünya ve Ay” bölümünün ard›ndan “Zihin ve Davran›fl” bölümüyle sona eriyor. ‹Ö 4000 y›l›nda beyin üzerine bilinen ilk yaz› olan antik Sümer kal›nt›lar›ndan bafllayan yol katediflin siberneti¤e nas›l vard›¤›n› belgeleri, tan›klar›, öncüleri, resim ve fotograflar eflli¤inde sunuyor.

¤ao¤lu Ahmed Bey’in “OsA manl› Meflrutiyeti, kahramanca ölmüfltür. Büyük Harp’te cephelerde dövüfle dövüfle, Mütareke’de düflman istilas›na karfl› hayk›rarak son nefesini vermifltir” diye tan›mlad›¤› Son Osmanl› Meclisi’nin 12 Ocak 1920-12 Nisan 1920 aras›ndaki üç ayl›k k›sa ancak tarihi aç›dan önemli yaflam›n› anlat›yor: “Son Osmanl› Meclisi o dönemin bütün aktörlerinin güç ve etki savafl› içinde olduklar› bir arena ayn› zamanda... Bu meclise odaklanmak ise bize tarihi bir k›r›lma an›n› daha net ve yak›ndan görme imkan› sunuyor.” Kitap ayr›ca Son Osmanl› Meclisi’nin kapanmas›n› farkl› biçimde aktar›yor ve olaylar›n bugüne de¤in yaz›ld›¤› biçimden hayli farkl› oldu¤unu savl›yor.

Komitac› BJK’n›n Kurucusu Fuat Balkan’›n An›lar› Turgut Gürer Gürer Yay›nlar›

JK’n›n “1” no.’lu kurucu üyesi B olan Fuat Balkan’›n an›lar› Türk spor tarihi aç›s›ndan önemli oldu¤u denli yok edilen bir impa-

ratorlu¤un içinden cumhuriyetin nas›l yarat›ld›¤›n› birinci a¤›zdan anlatmas› aç›s›ndan de¤erli. Soyad›n› tafl›d›¤› Balkanlar’da imparatorlu¤un topraklar›n› parçalay›p söküp almaya çal›flanlara karfl› yürütülen savafl›m›n bilinmeyen yönleri, Birinci Dünya Savafl› ard›ndan Kurtulufl Savafl› s›ras›nda gösterdi¤i yararl›l›klar anlat›l›yor. “Milli Mücadele’nin madde ile de¤il tarifi imkans›z bir ruh asaleti ve kuvveti ile yap›ld›¤› bir kere daha görülmüfl ve anlafl›lm›fl olur” diye de¤erlendirdi¤i o günlerden an›lar: Mustafa Kemal’in Fuat Balkan’› ça¤›rmas›, Kurtulufl Savafl›’na kat›lan Befliktafll› sporcular, BJK’nin ilk kulüp binas›n›n bir gecede yap›l›fl›, Lozan dönüflü trende ‹smet ‹nönü ile yap›lan görüflme...

Hayalinizi Yorgan›n›za Göre Uzat›n Acar Baltafl Remzi Kitabevi

“S

on y›llardaki yayg›n anlay›fla göre, baflar›n›n s›rr› sadece istemekte yat›yor. Oysa bu do¤ru de¤ildir. Hiç kuflkusuz ‘baflaranlar’, ‘isteyen’ler aras›ndan ç›kar; ancak her isteyen baflar›l› olamaz. Baflar›l› ve mutlu bir hayat için kiflinin, kendi gerçekliklerini fark etmesi ve onlar›n peflinden gitmesi gerekir. Baflar›ya üç temel ad›mla ulafl›l›r: Do¤ru yöntem, kararl›l›k, disiplin.• 159


B‹R FOTOGRAF B‹N SÖZCÜ⁄E BEDELD‹R Gönderi: Şahap Kişi, Bingöl

160


TÜRK RESSAMLARI: ENDER DANDUL

B‹R ÇOCUK OLSAM Ressam Ender Dandul, 1955 y›l›nda do¤du. ‹stanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu. Akademisyen tasar›mc› ve ressam olarak 25 y›l› aflk›n bir sanat geçmifli olan Ressam Dandul, yurt içi ve yurt d›fl›nda birçok sergi açt›, karma sergilere kat›ld›. Sanatç› resimlerindeki renk ve figürleriyle iç dünyaya yapt›¤› yolculuklar›n her birinde, “kendini gerçek dünyada kendi kendisiyle bulman›n sürpriz sevincini” izleyicilerine yaflatmay› sürdürmektedir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.