S p
9
Bütün Dünya 2000
Yıl: 12 Sayı: 135
‹Ç‹NDEK‹LER
8
Atatürk gibi düşünmek Orhan Velidedeo¤lu
14 30 Ağustos Yaflar Öztürk
18 Mustafa Kemal’in İnebolu Konuşması fiebnem fien
23 Herkes Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni Bilmeli
57 60 64
Meriç Velidedeo¤lu
32 Pavlov’un köpekleri ve Ergenekon Kerem Doksat
36 “Berlin’de Yargıçlar vardır” Alaeddin Giray
38 “Çocuğumu satıyorum...” 39 Atatürk Rölyefi Buca’da Açılıyor” Bar›fl Tarkan
67 71
Konur Ertop
52 “İntikama susayanlar yargıyı görevlendirdi” Mehmet Muhsino¤lu 2
111 Yarım kalan bulmaca
2. Dünya Savaşı’nda meğer bunlar da olmuş. Yazar dede ve torunları Bir ağabey görevi yaptık Balkanlar’da “Perseid” göktaşı yağmuru yaklaşıyor Cheryl Tanr›verdi
83
Yılan süt emer mi? Erdo¤an Sakman
85
İnsanlar düşünürken Ali Murat Erkorkmaz
91 93
Ali Naili Erdem
47 Süleyman Çelebi’nin Mevlit’i 600 yaşında
35 yıl sonra gelen teşekkür.
Engin Ünsal
79
Padişah “George Washington isimli birini tanımıyorum” dedi Gitsek de, tozsak da orada bir köy var uzakta, Belçika’da. Bar›fl Tarkan
96
Mehmet Ünver
109 İçimi acıtan şey
Muzaffer ‹zgü
75
102 Frances Farmer’ın hüzünlü yaşamı
Nuray Bartoschek
Yürük ‹yriboz
43 Yoksa siz de benim gibi misiniz? 45 Kutsal isyan
Düşlerimiz de bizim, gerçeklerimiz de.
Mesut Günsev
Gürbüz Evren
29 Fransa bu lekeyi ebediyen taşıyacak
Bu pazar giderek azar Metin Gören
A⁄USTOS
Doğa’nın özgürleştiği yer Kelebekler Vadisi ‹zlen fien
Sadi Bülbül Mehmet Uhri
2009
13 ‹lk dersimiz Türkçe 42 F›rçalayarak 70 Bilginizi denetleyin 82 A¤ustos sudokular› 148 Anne ve babalardan
115 Brezilya’da takma ad geleneği
151 Çözümler sayfas›
118 Atlas Okyanusu’nda bir Türk ülkesi
152 Kareler ve rakamlar
Y›lmaz K. Kazanc›
122 Büyükler öyle de demişler, böyle de Engin Soylu
124 Kızılderili kültürü Bar›fl Tarkan
128 Adem Oğlu ve ufuk turu
153 Mant›k bilmecesi 154 Satranç 156 Bulmaca 158 Ay›n kitaplar› 160 Bir foto¤raf bin sözcük
Ça¤dafl Korkut
132 Aral Denizi faciası Semra Atay
134 Yalnızlık Canan Erk
136 Sihirli bahçe ‹lyas Halil
138 Astor Piazzola ‹lyas Halil
142 Üçüncü türle ilişki öyküleri Semra Atay
136 Sihirli bahçe ‹lyas Halil
Herkes Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi’ni Bilmeli (Sh. 23) 3
BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI
Bütün Dünya
’DAN S‹ZE
Mete Akyol
1 A⁄USTOS 2009
2000
Baflkent Üniversitesi Ad›na Sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal Yay›n Genel Yönetmeni Mete Akyol Yay›n Genel Yönetmeni Yard›mc›s›: Mehmet Muhsinoğlu Genel Koordinatör: Gülçin Orkut Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü: Turgut Keskin ‹flletme Genel Yönetmeni: Sina Şen Yay›n Dan›flman›: Yaşar Öztürk Türk Dili Dan›flman›: Haydar Göfer Sanat Dan›flman›: Süheyla Dinç Redaksiyon: Fatma Ataman Düzeltme Sorumlusu: Nükhet Alicikoğlu
Baflkent Üniversitesi’nin bir kültür hizmeti olan Bütün Dünya 2000, Baflkent Üniversitesi kurulufllar›ndan 1. Cadde, No: 77, Bahçelievler, Ankara adresindeki Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve Ticaret A. fi.’nin 3. Cadde, No: 2, Yenimahalle, Ankara adresindeki tesislerinden bas›lm›flt›r.
4
Seçiciler Kurulu: Prof. Dr. Nevzat Bilgin (An›sal Baflkan) Prof. Dr. Ahmet Mumcu Prof. Dr. Solmaz Doğanca Prof. Dr. Sevil Öksüz Prof. Dr. Ender Varinlioğlu, Prof. Dr. Okay Eroskay Prof. Dr. Fuat Çelebioğlu, Prof. Dr. Sedefhan Oğuz, Prof. Dr. Levent Peşkircioğlu, Necmi Tanyolaç, Kaya Karan, Alaettin Giray, Ayhan Erten, İlhan Banguoğlu, Ahmet Aydede, Manuel Bilos,Cengiz Dolunay Sürekli Yazarlar: Yücel Aksoy, Metin Atamer, Nuray Bartoschek, Cahit Batum, Prof. Dr. Yüksel Bozer, Sadi Bülbül, Haluk Cansın, Ali Murat Erkorkmaz, Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, İlyas Halil, Pelin Hazar,İlker İnal, Muzaffer İzgü, Özüm Larçın, Mehmet Muhsinoğlu, Filiz Leloğlu Oskay, Saniye Özden, Yaşar Öztürk, Erdoğan Sakman, İzlen Şen, Cheryl Tanrıverdi, İzmir Tolga, Engin Ünsal, Mehmet Ünver, Dr. Mehmet Uhri, Orhan Velidedeoğlu, Mustafa Yıldız Yönetim Merkezi: 10. Sokak No: 45, Bahçelievler, Ankara Tel: (0312) 212 80 16 (pbx) Faks: (0312) 234 12 16 ‹letiflim Adresi: Sedef Cad. 2446 Ada, 1. Parsel, A Blok, Kat: 3, Da: 16, Ataşehir, 34750 İstanbul Tel: (0216) 456 27 27 (pbx) Faks: (0216) 456 27 29 Abone Hizmetleri: (0212) 314 08 88 Da¤›t›m: Yaysat Renk Ay›r›m›: Mat Yapım Bas›m Tarihi: 06 / 05 / 2009 www.bütündünya.com.tr butundunya@butundunya.com.tr
Çok Özlüyorum
A
ylar var, en yak›nlar›ma, en sevdiklerime hasret kald›m. Bir zamanlar hemen hergün kendileriyle doyamaya doyamaya konufltu¤um uzaktaki arkadafllar›m, dostlar›m, bugünlerde telefonda sesimi duyar duymaz bir bahane uyduruyorlar, benden kaç›yorlar. Onlar beni, korktuklar›ndan ar›yam›yorlar, ben ise onlar›, korkutmamak için aram›yorum. Kafl›mdan, saç›mdan ya da gözümden, kula¤›mdan m›d›r bilemiyorum ama, bir yerimden beni bir teröriste benzettiklerini kesinlikle biliyorum. “Kusura bakma, senin telefonun kesinlikle dinleniyordur” diyorlar çünkü. Bu viraja geldi¤imizde, hemen flaka kulvar›na yönlendiriyorum konuflmam›z›: “Do¤rusu telefonumun dinlenip dinlenmedi¤ini bilmiyorum ama, zavall›n›n son aylarda çok yoruldu¤unu çok iyi biliyorum” diyorum. “O nedenle telefonumun kesinlikle bir süre dinlenmesi gerekti¤ine ben de inan›yorum…” Konufltu¤um arkadafl›m, benim “dinlenilen telefonum” yüzünden, kendisinin de dinlenilmesinden korkuyormufl asl›nda. “Ne o? Yoksa sen de mi bir terör
çetesi kurdun da darbe yapmaya haz›rlan›yorsun?” H›mmm… Bu sözümdeki suç unsurundan çok, günah unsuru rahats›z ediyor onu. “Tövbe de” diye hak›r›yor telefonun öteki ucundan. “Hem de bir kez yetmez, en az üç kez tövbe et…” Bir baflka arkadafl›m “Nas›ls›n?” deyip, hat›r›m› sormaya görsün. Dü¤mesine dokunulmufl ses alma ayg›t› gibi onun bu sorusuna da ayn› yan›t› veriyorum: “Valla” diyorum. “Bu ortamda ne kadar iyi olunabilirse, ben de iflte o kadar iyiyim diyeyim…” Yumuflat›lm›fl tonlu da olsa, karfl›mdan hemen bir azarlama geliyor: “Yahu hat›r›n› soral›m dedik, hemen siyasete bafll›yorsun” diyor arkadafl›m. “B›rak flimdi flu yaz gününde siyaseti de, sa¤l›¤›n nas›l, keyfin ne alemde, onu söyle…” Sonra o da ne ar›yor, ne soruyor… Ben onu arad›¤›mda ise bu kez “fiimdi çok meflgulum, ben seni sonra arar›m” deyip, kaç›yor. Öyle korkuyorlar ki benden… Oysa ben onlar› çok özlüyorum… Yaln›zca onlar› m›?... Kendileriyle, doyamaya doyamaya konuflabildi¤im günlerimi de çok özlüyorum. • 5
S‹ZDEN B‹ZE MEKTUPLAR B‹ZDEN S‹ZE YANITLAR Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul butundunya@butundunya.com.tr Faks: 0216-456 2729
D
eğerli Bütün Dünya Ailesi, Son üç sayı sergilediğiniz “ayakta duruşunuz” için sizi tüm beynimle tebrik etmek istiyorum. Temeli kültür olan dergimizin geçirmekte olduğumuz politik olaylar karşısında seyirci kalmamasını tebrik etmeyi bir görev bildim. Bu tavrınızı alkışlamamak size haksızlık olurdu diye düşünüyorum. Gönül istiyor ki sizin bu duruşunuz, memleketimizin aydınları tarafından örnek alınsın. Bütün Dünya Ailesi’nin her mensubunu ayrı ayrı tebrik ediyor, size “varolun” diye sesleniyorum. Saygılarımla. Zekai Karatay, Konya
B
izde bir tabir vardır: “Asker yolu bekler gibi” denir. Her ay Bütün Dünya’yı bizim evde eşim ve üç oğlum, asker yolu bekler gibi bekliyoruz. Birkaç sayınızda sizin savaşçı yanınızı da tanıdık. Savaşınızı da bilhassa aydınlarımıza örnek olacak şekilde veriyorsunuz. Hepinizden, kendinize çok dikkat etmenizi rica ediyoruz. Sevindik Ailesi’nden Bütün Dünya Ailesi’ne saygılarımızı ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Nihat Sevindik, Gaziantep
6
T
emmuz ayında çıkan sayınızda, dünyanın en ünlü tıp profesörlerinin ülkemizin gururu Prof. Dr. Mehmet Haberal’a gönderdikleri “geçmiş olsun” mektupları, bir Türk olarak hem göğsümü kabarttı, hem de yüzümü kızarttı. Dünyanın en büyük tıp otoritelerinin bile dünya çapında bir tıp adamı olarak kabul ettikleri gururumuz Prof. Haberal’a ülkemizde bizim yaptığımız haksızlık, hiçbir ölçüye sığmamaktadır. Bir dünya çapındaki şöhretini “terörist” diye tutuklamak herhalde dünyada sadece bizde görülüyor. Prof. Mehmet Haberal’a biz de “Geçmiş olsun” diyoruz ve kendisinden, bu memleketin insanlarına olan inancını daima korumaya devam etmesini diliyoruz. Onu milletçe seviyoruz. Her zaman da arkasında destekçisiyiz. Lütfen selam ve saygılarımızı kendisine de bildirin. Mehmet Türksever, Şanlı Urfa
B
ütün Dünya’ya gelen okur mektuplarıyla birlikte geçen ay, “izleyici mektupları” da aldık. Kendisine birçok okur mektubu gönderilen yazarımız Gürbüz Evren’e geçen ay
Bütün Dünya aracılığıyla iki de “izleyici mektubu” geldi. Kardeş yayın kuruluşumuz Kanal B’de Cuma akşamları yayınlanan “Bekleme Odası” programındaki başarısı nedeniyle Gürbüz Evren’e gönderilen bu kutlama mektuplarının ikisinden aldığımız bölümleri, arkadaşımızın övüncü ortaklaşmak duygusuyla aşağıda yayımlıyoruz:
S
ayın Gürbüz Bey, Bu yazımı sizi kutlamak için gönderiyorum. ''Bekleme Odası'' porgramını, programlarınızın farkına vardığımdan beri, kesintisiz ve tam bir sadakatle izliyorum. Birçok programınızı çok beğendim. Büyük bir emek karşılığı hazırladığınızı, uzaktan da olsa, görüyorum. Programlarınızın çoğu, zevkle seyrettiğim BBC'deki benzer yayınlardan daha doyurucu, daha öğretici ve düşündürücü ayrıca mesleki olarak daha iyi. Bilmem böyle bir mukayese yapılabilir mi ? Dün akşamki yayınınız, LOZAN, bana göre bugüne kadar yaptıklarınızın herhalde en iyisiydi. Bu sözüm önceki bazı programlarınızın iyi olmadığı anlamına gelmemeli. Programın güncelliği, sağladığı bilgi, günümüz olayları karşısında taşıdığı önem (anlayana) açılarından bence mükemmeldi. Gönül isterki o program, zorla başka kanallarda da tekrarlansın (beyhude temenni.....). Haddim olmayarak bir teklifim
olacak ; kitaplarınızı okuduğum için biliyorum kaleminiz kuvvetli, teklifim dünkü programı kitap haline getirmeniz. Utanmasam, ''ders kitabı'' haline getirmek diyeceğim. En iyisini siz bilirsiniz. Türkiye'ye böyle bir program armağan ettiğiniz için çok teşekkür ederim ve sizi bütün kalbimle tebrik ederim. Selam, sevgi ve saygılarımla, Ahmed Demirer İstanbul
S
ayın Gürbüz Evren, saygı, saygınlık ve sayınlıkla hiç ilgisi olmayan pek çok “sayın”ın baş tacı edildiği şu ortamda gerçekten sayın olan kişilere sayın demek, bana çok zor geliyor. O nedenle size izninizle, “’Sevgili yavrum’ diye hitap etmek isitiyorum. Programlarınızın tiryakisiyim. Hiçbirini kaçırmam. Çok üzülerek ya da içim kan ağlayarak izlerim ama son programınızdaki (Lozan) röportajlar, o her yaştan ve kesimden insanların bu kadar önemli bir tarihten bihaberliği beni çıldırttı. Bereket o delikanlımız imdada yetişti.Yine de bir tesellidir mi diyelim, yoksa oturup şu perişan halimize ağlayalım mı bilemiyorum. Sizi meşgul ettiğim için özür dilerim. Her saniyeniz benim için çok kıymetli. Size teşekkür ediyor, çalışmalarınızın devamını, daima sağlıklı, mutlu ve başarılı olmanızı diliyorum. Nebahat Karaağaç, Ayvalık, Balıkesir” 7
BD A⁄USTOS 2009
8
9
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
11 10
BD A⁄USTOS 2009
Hazırlayan: SANİYE ÖZDEN
.......................................................................................................................................................................................................................................
Bu ay köşemizi dilimizde yer etmiş yabancı sözcüklerin karşılıklarına ayırdık. Bilginizi sınayın.
G
alile, dünyanın yuvarlak olduğunu ve kendi etrafında döndüğünü ileri sürdüğü için, tutucu ve tutuklayıcı engizisyon mahkemesinde yargılanıyordu. İleri sürdüğü gerçeği geri alırsa serbest bırakılacak, fakat görüşünde diretirse yakılarak öldürülecekti. Çaresiz kalan Galile sözlerini geri almak sorunda kalmış ve ölüm cezasından kurtulmuş, serbest bırakılmıştı. Can dostu yardımcısı, büyük hocasını iyi tanıyordu. Onun, inancını ya da gerçeği söylediği sözlerini geri almayacağına inanıyordu. O nedenle Galile’nin evinde, “kara haberi” bekliyordu. Onun “yakılarak öldürüldüğü” haberini bekleyen can dostu, mahkemeden gelecek bu kara haber yerine karşısında, mahkemeden hocasının gelmekte olduğunu görünce onun sözlerini geri aldığını anladı ve büyük bir üzüntüyle hocasını şu sözle karşıladı: “Yazıklar olsun bir kahramanı bile olmayan ülkeye…” Can dostunun bu sözüne büyük düşünür şu karşılığı verdi: “Yanlış söylüyorsun, dostum” dedi ve onun sözünü şöyle düzeltti: “Yazıklar olsun gerçeğin dile getirilmesi için bir kahraman arayan ülkeye.” 12
(Yan›tlar 151 sayfada) 13
.......................................................................................................................................................................................................................................
YAKIN TAR‹H‹M‹Z Yaşar Öztürk
Bu Yıl 87’nci 30 Ağustos Yıldönümü Zaferi’mizi ama… ilk kez 85 Yıl Önce 30 A¤ustos Zaferimiz, devlet gündemindeki Kutladık… yo¤un olaylar nedeniyle ilk y›ldönümünde kutlanamam›flt›
u yıl 87’nci yıldönümünü kutlayacağımız 30 A ğ u s t o s zaferimizi ilk kez, 85 yıl önce, zaferin ikinci yıldönümünde kutlamıştık. 1922 yılında kazandığımız zaferimizi birinci yıldönümünde kutlayamamızın nedeni, o yılımızın olağanüstü yoğunlukta olaylarla dolu olmasıdır. 1923 yılında Lozan görüşmeleri başlamış, bir süre sonra kesilmişti. Aynı yıl yeni bir seçim yapılmış, TBMM yenilenmiş, Lozan görüşmeleri yeniden başlamış, Lozan 14
Barışı imzalanmış ve TBMM’de onaylanmıştı. İşgal güçleri İstanbul’u terk etmek zorunda bırakılmış, Ankara Başkent olmuş ve Cumhuriyet ilan edilmişti... Böylesine yoğun geçmesi nedeniyle bu büyük zaferimizin ilk kutlaması ikinci yıldönümünde, tarihimizin en önemli meydan savaşını k a zan d ığım ız D um lupınar ’da kutlanmıştı.
Mustafa Kemal Dumlup›nar’da”fiehit Asker” an›t›n›n temelini atmaya giderken
BD A⁄USTOS 2009
karakteri, kesinlikle zafer k a z a n m a k kararlılık ve iradesi ve bağımsızlık ateşi kesin baskın ç ı k m a y ı s a ğ l a y a b i l i r. ” Darülfünun, Türk Ocakları ve Öğretmenler Dumlup›nar’da”fiehit Asker” an›t› temel Birliği adına yapılan konuşmalardan atma töreninden sonra foto¤raf çekimi sonra Yargı ve Barolar adına Muhittin örende, zaferin kahramanı Baha Pars kürüsüye çıktı, bugüne de Mehmetçik anılıyor ve ışık tutan konuşmasının bir kendisine ulusunun minnet bölümünde şöyle dedi: “Dumlupınar ve şükranını simgeleyen yengisi rastgele bir zafer değildir. Bu “Meçhul Asker Anıtı”nın zaferle Türkiye’yi iki parçaya ayıran temeli atılıyordu. Yurdun dört bir çizgi yok edilmiş, Türkiye’nin bir yanından gelen kişiler Dumlupınar’da yanında tutsaklık, zulüm ve işkence, birleşiyorlar, bu büyük adaletsizlik ve kanunsuzluk Bu zaferle egemen iken, bu zaferle vatan zaferimizi bir bayram havasında kutluyorlardı. mahkemele- bir bütün durumuna konulmuş Törenler Gazi Mustafa hak üstün gelerek adalet ve rimize Kemal ve eşi Latife Hanım’ın kanun yaygınlaştırılmıştır. Bir “Meçhul Asker Anıtı”nın ilk hakettikleri gün önce vatanın bir bötaşlarını koymaları ile bağımsızlık lümündeki mahkemelerimiz başladı. verilmiştir. düşman baskısı altında Önce Genelkurmay Başkanı bunalırken, bu zaferle Fevzi Çakmak, Dumlupınar zaferinin mahkemelerimize hakettikleri askeri boyutunu dile getirdi ve şöyle bağımsızlık, yurttaşlara özgürlük, dedi: “Dumlupınar zaferi ile dünyaya konuşma özgürlüğü verilmiştir. Bugün bir kere daha kanıtlanmış oldu ki, her yurttaş hakkını savunmada özgür, varolma savaşında yalnız maddi savaş düşündüğünü yazmakta serbest, adalet araçları değil, ancak ulusların seçkin ve yasaların kutsal koruyuculuğu nitelikleri, yüksek maneviyatı, ulusal altında yaşamaktadır.” 15
BD A⁄USTOS 2009
Törende Gazi Mustafa Kemal de bir konuşma yaptı. Onun konuşmasından birkaç bölümü aşağıda yayımlıyoruz: Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk ulusunun uğradığı zararları ancak bir yolla giderebiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den Mustafa Kemal, ”fiehit Asker” an›t› başka bir şey düşünmemek. Ancak bu hakk›nda düflüncelerini söylerken. anlayışla hareket ederek her türlü esenlik ve mutluluk hedeflerine emanet edilen adamlar, ulusun, kuvvet uluşabiliriz. ve gücünü yalnız ve ancak yine ulusun izim ulusumuz vatanı için, gerçek ve elde edilebilir çıkarları özgürlüğü ve egemenliği yolunda kullanmakla yükümlü için fedakar bir olduklarını bir an h a l k t ı r ; b u n u Bir ulusun ruhu h a t ı r l a r ı n d a n kanıtladı. Ulusumuz yaptığı zabtolunmaçıkarmamalıdırlar. devrimlerin kıskanç ...Gerçek belirince dıkça o ulusa savunucusudur da. Benliğinde yalan ortadan kalkar. egemen bu erdemler yerleşmiş bir Safsatalar, hurafeler ulusu yürümekte olduğu doğru kafalardan çıkmalıdır. Her olmanın yoldan hiçbir kimse, hiçbir türlü yükselmeye ve olanağı yoktur kuvvet alıkoyamaz. gelişmeye yetenekli olan Harp, muharebe, sonunda ulusumuzun toplumsal ve fikri devrim meydan muharebesi yalnız karşı adımlarını kısaltmak isteyen engeller karşıya gelen iki ordunun çarpışması kesinlikle ortadan kaldırılmalıdır. değildir. Ulusların çarpışmasıdır. ...Bir ülkeyi zorla elegeçirmek ve Meydan muharebesi ulusların bütün işgal etmek o ülkelerin sahiplerine maddi, manevi güç ve erdemleriyle egemen olmak için yeterli değildir. ve her türlü araçlarıyla çarpıştığı Bir ulusun ruhu zabtolunmadıkça, bir sınav alanıdır. Bu alanda, bir ulusun kararlılığı ve iradesi çarpışan ulusların gerçek kuvvet kırılmadıkça, o ulusa egemen olmanın ve değerleri ölçülür. olanağı yoktur. Oysa yüzyılların ...Kendilerine bir ulusun geleceği doğurmuş olduğu bir ulusal ruha, 16
güçlü ve sürekli bir ulusal iradeye hiçbir güç direnemez. ...Mahkum olmak istemeyen bir ulusu, tutsaklığı altında tutmağa gücü yetecek kadar kuvvetli despotlar artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. ...Ulusal Egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Ulusların tutsaklığı üzerine kurulmuş kuruluşlar her yerde yıkılmaya mahkumdurlar. ...30 Ağustos muharebesi Türk tarihinin en önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Ulusal tarihimiz çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu ve dünya tarihine yeni akım vermekte kesin etkili bir meydan muharebesi anımsamıyorum. azi Mustafa Kemal, konuşmaları arasında önemli bir yer tutan bu konuşmasının sonunda da gençlere seslenmiş ve şu sözleriyle, Cumhuriyet’i kendilerine emanet ettiğini bildirmiştir: “Gençler! Cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile, insanlık üstünlüklerinin, vatan sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli simgesi olacaksınız. Ey yükselen yeni kuşak! Gelecek sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek sizsiniz.” 17
BD A⁄USTOS 2009
.......................................................................................................................................................................................................................................
Yazan: fiEBNEM fiEN
Gazi Mustafa Kemal’in ‹nebolu Konuflmas›
T
(Kimi dönemlerde hofla gitmeyen)
Gazi Mustafa Kemal o gün ilk kez flapka giyerek yeni k›yafet yasas›n›n müjdesini vermifltir.
C
umhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’i İnebolu’ya davet etmek üzere oluşturulan kurulun üyeleri İnebolulu tüccar Mustafa Battak, Balıkçılar Kahyası Kaptan İlyas, Belediye Meclis Üyesi eczacı Ali Haydar Bey, ilköğretim müffetişi Latif Bey ve İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi Mustafa Selim 18
şapka giyerek, Kastamonu’dan tüm yolboyunda ve bugün burada, içten Türkiye’ye, yeni kıyafet yasasının bulunuşlarıyla onur duyduğum müjdesini vermiştir. saygıdeğer İnebolu'lularda gördüğüm ürk Devrim Tarihi’nde aydınlanma, yüksek anlayış ve Kastamonu’yu özel bir gelişme derecesi gerçekten övgüye onurun sahibi yapan bu d e ğ e r d i r. G e r ç e k t e n ö n e m l e devrimsel adımından bir gün sonra, belirtemeye değerdir. 27 Ağustos 1925 tarihinde Gazi Güzel kalpli arkadaşlar! Mustafa Kemal, İnebolu’da da Bu açık gerçeğin tersini ileri devrimsel bir konuşma yapmış ve sürenlerin de varlığını düşündükçe acı Kurtuluş Savaşı’mızda “Anadolu’ya duyuyorum. Bu gibiler ulusa, ulusun açılan kapı” görevi yapan bu eğilimine, ulusun yüksek emellerine kentin halkına teşekkürlerini ne kadar yabancıdırlar. Bu "...Bu dar bildirmiştir. gibiler kendi yanılgılarını görüfllüler Gazi Mustafa Kemal’in genel sanmak derin İnebolu konuşması, ülkemizin ulusu her yanılgısındadırlar. Kendi dar ilerideki kimi dönemlerinde türlü düşüncelerini ölçü alarak “anımsatılması pek hoş ilerleme ve ulusu her türlü ilerlemeden, yüksek karşılanmamıştır.” her türlü yüksek yenilikten Bu konuşmanın geniş yenilikten yoksun bırakmaya yoksun bir bölümünü, “ülkemizin kalkışıyorlar. Ulusun uygarlık b u g ü n k ü d ö n e m i n d e b›rakmaya ve insanlık yolundaki uzun a n ı m s a t ı l m a s ı y a r a r l ı kalk›fl›yorlar." adımlarını durdurmak için olacaktır” umudumuzla aynen adeta çırpınıyorlar. Fakat o gibiler yayımlıyoruz: niçin düşünmüyorlar ki, buna artık “Efendiler, olanak kalmamıştır. Bu hitap nedeniyle ufak bir Ey memleketini seven ve noktayı tekrar edeyim. "Efendiler" memleketi, ulusu için hayatını dediğim zaman başka yerlerde vermekten çekinmemiş bulunan olduğu gibi, burada da bunun değerli vatandaşlar! anlamı "Hanımefendiler" ve ep beraber bütün dünyaya "Beyefendiler"dir. açık olarak dile getirelim ki, Bu gezim ne kadar yerinde oldu. bunca devrimlerin bilinçli Bütün gördüklerim her açıdan beni kahramanı olan bu ulus, uygarlık çok mutlu etmiştir. Çankırı'da, güneşinin bütün sıcaklığını almıştır. Kastamonu'da, Ankara'dan İnebolu'ya Kuşku duymaya yer var mıdır ki, kadar bütün bu üçyüz elli kilometrelik bu sıcaklığın alevleri elbette
Gazi Mustafa Kemal’in İnebolu ziyareti.
İmece, bu yüce görevlerini tamamladıkları 1925 yılının Ağustos ayı başında Çankaya Köşkü’nden ayrılırken mutluluktan havalara uçuyorlardı ama… Davetlerini memnunlukla kabul ettiğini bildiren ve en yakın zamanda İnebolu’ya geleceğini söyleyen Bu ziyaretin Gazi’nin, bu sözünü Türkiye üç hafta gibi “en Cumhuriyeti y a k ı n z a m a n d a ” tarihinde yerine getireceğini önemli bir elbette bilmiyorlardı. yer alaca¤› Hatta bu davet ak›llardan sahibi İnebolulular, bile Gazi Mustafa geçmiyordu. K e m a l ’ i n bu ziyaretinin Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir yer alacağını akıllarından bile geçirmiyorlardı. Bu gezisinde Gazi Mustafa Kemal, Kastamonu’da çok önemli bir konuşma yapmış ve o gün ilk kez
H
19
BD A⁄USTOS 2009
Gazi Mustafa Kemal yaptığı kıyafet devrimi sonrasında kendi giyimiyle halka örnek oluyordu
emrivaki biçiminde verimli olarak fışkırmaktadır. Efendiler, Türkiye Cumhuriyet'ini kuran Türk halkı uygardır. Tarihte uygardır, gerçekte uygardır. Fakat uygar dünyaya -ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi söylüyorum- uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, düşüncesiyle, anlayışıyla uygar olduğunu kanıtlamak ve göstermek zorundadır. Uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla uyga r ol duğ u n u g ö s t e r m ek zorundadır. ısaca, uygarım diyen, Türkiye'nin, gerçekten uygar olan halkı başından aşağıya kadar dış görünümüyle de uygar ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermeye zorunludur. Bu son sözlerimi çok açıkça belirtmeliyim
E
K 20
ki, bütün ülke ve dünya ne demek istediğimi kolaylıkla anlasın. Bu açıklamamı yüce heyetinize, genel olarak hepinize bir soru ile yönelterek yapmak istiyorum, soruyorum: Bizim kıyafetimiz ulusal mıdır? (Topluluktan “Hayır” sesleri yükselmektedir.) Bizim kıyafetimiz uygar ve uluslararası mıdır ? (Topluluktan “Hayır” sesleri yükselmektedir.) Size katılıyorum. Deyimimi hoş görünüz. “Altı kaval, "...Türkiye’nin üstü Şişhane” diye uygar olan açıklanacak bir halk› d›fl kıyafet ne ulusaldır görünümüyle ve ne de uluslarde uygar ve arasıdır. O halde olgun insanlar kıyafetsiz bir ulus oldu¤unu olur mu arkadaşlar ? filen (Topluluktan “Hayır, göstermek kesinlikle hayır” seszorundad›r." leri yükselmektedir.) Çok değerli bir cevheri çamurla sıvayarak, dünyanın gözü önüne koymakta anlam var mıdır? Ve “Bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat göremiyorsunuz” demek uygun mudur? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak zorunludur ve doğaldır. Cevherin korunması için bir koruyucu yapmak gerekiyorsa onu altından ya da platinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında kararsızlık uygun mudur? Bizi kararsızlığa yöneltenler varsa
onların ahmaklığına ve bönlüğüne bulunmayacağım. Bu yüce varlığı hükmetmekte hâlâ mı duraksayacağız? özellikle huzurunuzda hoşgörü ile geçemem. İzniniz olursa bir iki söz Arkadaşlar, söyleyeceğim ve siz ne söylemek uran kıyafetini araştırıp canlandırmaya yer yoktur. istediğimi kolaylıkla anlayacaksınız. Gezim sırasında köylerde değil, Uygar ve uluslararası kıyafet bizim için, çok cevherli ulusumuz için özellikle kasaba ve kentlerde kadın yakışır bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. arkadaşlarımızın, yüzlerini ve Ayakta iskarpin ya da potin, bacakta gözlerini çok sıkı ve özenle pantolon, yelek, gömlek, kravat, kapatmakta olduklarını gördüm. Özellikle bu sıcak mevsimde yakalık, ceket ve doğal olarak bu tarzın, kendileri için bunların tamamlayıcısı olmak "Bizans üzere başta güneş siperlikli papazlar›n›n kesinlikle azap ve ıstırap verici olduğunu tahmin başlık... Bunu çok açık ve Yahudi söylemek isterim. Bu başlığın hahamlar›n›n ediyorum. Erkek arkadaşlar, adına şapka denir. Redingot gibi, özel k›yafeti bu biraz bizim bencilbonjur gibi, smokin gibi, frak olan cübbeyi liğimizin eseridir. Bu belki gibi işte şapkamız. Buna “caiz ne zaman, ne çok iffetli ve dikkatli olduğumuzun gereğidir. değildir” diyenler vardır. Onlara için ve nas›l Fakat saygıdeğer arkadaşlar, diyeyim ki “Çok gafilsiniz, çok giydiler?" kadınlarımız da, bizim gibi cahilsiniz.” Ve onlara sormak isterim: “Yunan anlayış ve düşünce sahibi insanlardır. başlığı olan fesi giymek caiz olur da, Onlara son gerekleri telkin etmek ve şapkayı giymek neden olmaz?” ulusal ahlakımızı anlatmak ve onların Ve yine onlara, bütün ulusuma dimağını ışık ile, incelik ile donatmak anımsatmak isterim ki, “Bizans esası üzerinde bulunduktan sonra fazla papazlarının ve Yahudi hahamlarının bencilliğe gerek kalmaz. Onlar da özel kıyafeti olan cübbeyi ne zaman, yüzlerini dünyaya göstersinler. Ve gözleriyle dünyayı dikkatle ne için ve nasıl giydiler?” Bu konuya ilişkin sözlerimi görebilsinler. Bunda korkulacak bir bitirmeden önce birkaç söz daha şey yoktur. rkadaşlar, söylemek isterim. Özellikle söylüyorum. Efendiler, Korkmayınız. Bu gidiş Toplum hayatının temeli, aile hayatıdır. Açıklamaya gerek yoktur ki aile, kadın zorunludur. Bu zorunluluk bizi yüksek ve erkekten kurulmuştur. Kadınlarımız ve önemli bir sonuca ulaştırıyor. hakkında erkekler hakkında söz İsterseniz bildireyim ki, bu kadar söylediğim kadar fazla açıklamada yüksek ve önemli bir sonuca ulaşmak
T
A
21
.....................................................................................................................................................................................................................................
EVRENSEL BAKIfi AÇISI Gürbüz Evren
BD A⁄USTOS 2009
için gerekirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun zararı yoktur. Önemli olarak şu uyarıyı yaparım ki, bu durumun korunmasında inat ve tutuculuk, hepimizi her an kurbanlık koyun olma eğiliminden kurtaramaz. anım ve Bey Arkadaşlarım! Size bildiğiniz bir gerçeği kısa bir tümce ile yineleyerek sunacağım, beni hoş görünüz. Uygarlığın coşkun seli karşısında direnmek boşunadır. Ve o, gafil ve itaatsizler konusunda çok amansızdır. Dağları delen, gökyüzünde uçan, göze görünmeyen
H
parçacıklardan, yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen uygarlığın güç ve yüceliği karşısında ortaçağ anlayışlarıyla, ilkel uydurmalarla yürümeye çalışan uluslar yok olmaya ya da hiç olmazsa tutsak olmaya ve aşağılanmaya mahkumdurlar. Gerçek şudur ki, Türkiye Cumhuriyeti halkı yenilikçi ve gelişmiş bir ulus olarak sonsuza kadar yaşamaya karar vermiş, tutsaklık zincirlerini ise tarihte görülmemiş kahramanlıklarla parça, parça etmiştir."•
Her günün sözü •Her gün, kendime, tüm yaşam sorunlarımı aynı anda çözmeye çalışmayacağıma ve sizden de bunu beklemeyeceğime söz vereceğim. •Her güne, kendim, siz ve içinde yaşadığım dünyaya ilişkin yeni şeyler öğrenmeye çalışarak başlayacağım. Böylece herşeyi yeni doğmuş gibi duyumsayacağım. •Her güne, birbirimizi daha iyi tanıyabilmemiz için, size üzüntümün yanısıra sevincimi de iletmeyi düşünerek başlayacağım. •Her güne, her ikimizin de farklı biçimde gelişip değiştiğimizi anımsayarak, sizi can kulağıyla dinlemeyi; görüş açınızı öğrenmeye çalışırken, kendi görüş açımı sizi 22
rahatsız etmeden aktarma yolunu bulmayı kendime anımsatarak başlayacağım. •Her güne, bir insan olduğumu ve ben kusursuz oluncaya dek sizin kusursuz olmanızı istemeyeceğimi kendime anımsatarak başlayacağım. •Her güne, dünyamızdaki güzellikleri daha çok fark etmeye çalışarak başlayacağım. •Her güne, ellerimi uzatıp sevecenlikle size dokunmayı kendime anımsatarak başlayacağım. Çünkü sizi duyumsamaktan yoksun kalmak istemiyorum. •Her güne, yeniden seven insan olma sürecine giderek başlayacağım ve sonra neler olacağını izleyeceğim.•
Herkes Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi’ni Bilmeli
T
ürkiye’deki yaygın kanının aksine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa Birliği’nin değil Avrupa Konseyi’nin bir kurumudur. Avrupa Konseyi 10 devlet tarafından 3 ağustos 1949’da kurulmuş, Türkiye de, bugün 47 üyesi olan Konseye 8 Ağustos 1949’da katılmıştır. Avrupa
Konseyi’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ise, 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanmış, 3 Eylül 1953’de yürürlüğe girmiştir. AİHM, AİHS ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış temel hakların ihlal edilmesi durumunda sadece bireylerin değil, sözleşmeye taraf devletlerin, belirlenmiş kurallar uyarınca başvurabileceği bir yargı organıdır. Fransa’nın Strasbourg kentinde bulunan AİHM, sözleşmeye taraf devlet sayısına eşit sayıda yargıçtan o l u ş u r. M a h k e m e ’ n i n A‹HM’e üyelerini, Avrupa bireysel K o n s e y i baflvuru için P a r l a m e n t e r l e r kifli, hak ve M e c l i s i h e r özgürlü¤ünün s ö z l e ş m e c i çi¤nendi¤ini devletin gösterdiği ve ma¤dur 3 adaydan oluşan edildi¤ini ileri l i s t e d e n , o y sürmek çokluğuyla 6 yıllık zorundad›r. 23
BD A⁄USTOS 2009
bir dönem için seçer. Üye devletlerden birisi hak ve özgürlükleri ihlal edilen kişinin kendi vatandaşı olup olmadığına bakmaksızın, diğer devletlerin sözleşmeyi ihlal ettiği iddiasıyla mahkemeye başvurabilir. İHM’e bireysel başvuruda bulunabilmek için kişi, hak ve özgürlüğünün çiğnendiğini ve mağdur edildiğini ileri sürmek İlk derece mahkemesine başvuru, zorundadır. iç hukukta başka bir yargı yolunun AİHM, ayrıca içtihat yani emsal tanınmadığı örneğin, temyiz yolunun yoluyla “potansiyel” ve “dolaylı” kapalı olması durumunda yeterlidir. mağdur kavramlarını getirmiştir. Bazı İç hukuk yollarının tüketilmesinin durumlarda sadece bir yasanın varlığı, gerekmediği durumlar da vardır. kişinin mağdur olmasına yol açabilir. Mahkeme eğer, iç hukuk yolunun İşte bu gibi durumlarda, yasanın kişiye etkisiz olduğunu saptarsa, iç hukuk uygulanmadan da zarar yolunun tüketilmesinin v e r e b i l e c e ğ i k a b u l A‹HM, gizli zorunlu olmadığına karar edilmiştir. Bunun en somut telefon verir. Sözleşmenin ihlali ö r n e ğ i i s e t e l e f o n dinlenmesi süreklilik gösteriyorsa ve buna dinlemeleridir. AİHM, gizli için yap›lan bir karşı başvurulabilecek bir hiç t e l e f o n d i n l e n m e s i baflvuruda hukuk yolu yoksa AİHM’e amacıyla çıkarılan yasa potansiyel bir gidilebilir. nedeniyle yapılan bir ma¤durluk Sadece siyasal propaganda başvuruda potansiyel oldu¤unu amacıyla yapılan başvurular mağdurluk olduğunu kabul kabul etmifltir ile yanıltıcı, gerçekdışı bilgi etmiştir. Çünkü sadece içeren başvurular, “başvuru yasanın varlığı mağdur olmaya tek hakkının kötüye kullanılması” olarak başına yeterlidir. kabul edilmiştir. AİHM bir başvuruyu İHM, bir başvuruyu esası kabul edilebilir görürse taraflar bakımından incelemeye almak arasında dostça çözüme ulaşılması için iki koşul öngörmüştür: için girişimde bulunur. Sözleşmenin a) İç hukuk yollarının ihlal edildiği saptanırsa ve davalı tüketilmesi, devletin iç hukuku bunun b)Başvurunun, mahkûmiyet düzeltilmesine olanak tanımıyorsa, kararından sonra ki 6 aylık süre içinde Mahkeme zarar gören tarafa tazminat yapılmasıdır. ödenmesine karar verir. Tazminat,
A
A 24
BD A⁄USTOS 2009
şikâyetçinin uğradığı maddi ve manevi 1858 davada karar açıkladı ve zararlarla iç başvuru yollarının bunlardan 1605'inde AİHS’nin en az tüketilmesi nedeniyle yapılanlar da bir maddesinin ihlal edildiğine dâhil, AİHM önündeki masrafları da hükmetti. kapsar. Mahkemenin kesin nitelikteki hlal kararlarının büyük kararları bağlayıcıdır. Devlet bu karara çoğunluğunu adil yargılanma ve uymak zorundadır. İnsan haklarına mülkiyet haklarıyla ilgili davalar saygıyı ihlal eden bir taraf devlete oluşturmaktadır. İşkence ise bir karşı tek yaptırım, Avrupa Konseyi başka mahkûmiyet konusudur. statüsünün 8. Maddesi uyarınca, üye Türkiye<http://www.porttakal.com/ devletin üyeliğinin askıya alınması haberleri/turkiye/> son 6 yılda ya da Konseyden ihraç edilmesidir. işkenceden ötürü AİHM’de açılan AİHM’e sözleşmeye taraf davalar nedeniyle 14 milyon lira devletlerin resmi dillerinde, faksla tazminat ödemiştir. veya elektronik posta ile Şimdi iki önemli hatırlatma başvurulabilir, ancak bunu A‹HM’ne yapalım; posta ile gönderilecek taraf yasaların üstünde olduğu başvuru metniyle teyit etme devletlerin taraf devlet-lerce kabul zorunluluğu bulunmaktadır. resmi edilmiştir, Üzülerek söylemek gerekir dillerinde b) AİHM kararları devletler ki, Türkiye’nin AİHM faks veya bakımından bağlayıcıdır. karnesi çok kötüdür. Türkiye elektronik Türkiye, AİHM’e bireysel AİHM’e 2008’de en çok posta yoluyla başvuru hakkını 1987’de, şikâyet edilen ülkeler baflvurulabilir. AİHM kararlarının bağlayıcı arasında Rusya’nın ardından olduğunu ise 1989’da ikinci sırada yer almıştır. Aynı yıl etti. AİHM’in gündeminde bulunan 97 Lütfen bu satırları da dikkatle bini aşkın başvurunun yaklaşık 11 okuyun: binini Türkiye'ye karşı yapılmış ürkiye, Mayıs 2004’te şikâyetler oluşturmuştur. Anayasa’nın 90. maddesinde ürkiye, 2007’yi de hakkındaki yaptığı değişiklikle, Avrupa 9 bin 150 başvuruyla yine Hakları Sözleşmesi ile Türk Rusya'nın ardından ikinci sırada yasaları arasında uyuşmazlık kapatmıştı. Veriler, Türkiye'nin varsa, sözleşme hükümlerinin esas 1998 - 2008 döneminde alınacağını kabul etti. İşte bu AİHM’in hakkında en fazla karar nedenledir ki, yargılama sürecinde açıkladığı ülke unvanına sahip AİHM’in “içtihat” yani “emsal” olduğunu gösteriyor. AİHM bu oluşturan kararlarının dikkate alınması dönemde Türkiye'ye karşı açılmış gerekir. Hukukçular, Türkiye’de AİHS
‹
T
T
25
B
u konu AİHS’nin Adil Yargılanma Hakkı başlıklı 6. Maddesi’nin 1 Bendinde şöyle açıklanmaktadır: “Herkes, cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” Burada hemen “Makul Kuşku” ile uyuşmazlığın sürekli yaşan- konusuna da dikkat çekmek masına karşın hiçbir hâkimin bugüne gerekiyor. Tutukluluk halinin dek özellikle de mülkiyet davaları devamına karar verilirken, sanığın konusundaki içtihatları kanıtları ortadan kaldırma, d i k k a t e a l m a d ı ğ ı n ı Hukukçular kaçma ya da yeniden suç Türkiye’de vurguluyor. işleme olasılığının Uzman hukukçulara A‹HS ile uyufl- bulunduğu somut olarak göre, halen İstanbul mazl›¤›n sürekli o r t a y a k o y u l m a l ı d ı r. Başsavcılığı tarafından yaflanmas›na Tutuklama süresi uzadıkça yürütülen ve mahkeme karfl›n hiç bir gerekçeler daha da ayrıntılı kararıyla yasaklanmasına hakimin içtihat- ve somut olmalıdır. rağmen Türk tarihinin en lar› dikkate 2) Masumiyet karinesi, yani önemli efsanelerinden almad›¤›n› suçu kanıtlanana kadar kişi vurguluyor. birinin adıyla anılan suçsuzdur ilkesinin ihlali: soruşturma ve buna bağlı davada Bu konu AİHS’nin Adil Yargılanma yaşandığı iddia edilen ihlaller Hakkı başlıklı 6 Maddesi’nin 2. nedeniyle AİHM’de davalar açılacak Bendinde şöyle açıklanmaktır: “Bir ve Türkiye önemli miktarlarda suç ile itham edilen herkes, suçluluğu tazminat ödemek yasal olarak sabit oluncaya kadar zorunda kalacak. suçsuz sayılır.” zmanlar, AİHM’e başvuru 3) Telefon dinlemeleri, özel n e d e n i o l a c a k i h l a l l e r i yaşama ait bilgilerin medyaya A İ H S ’ n d e k i h ü k ü m l e r i sızdırılması, soruşturmanın gizliliğine hatırlatarak şöyle sıralıyor. uyulmaması: Bu konu AİHS’nin Özel 1) Uzun tutukluk süreleri ve Hayatın ve Aile Hayatının Korunması i d d i a n a m e l e r i n g e c i k m e s i : başlıklı 8 Maddesi’nin 1 Bendinde
U 26
BD A⁄USTOS 2009
beden dilini de kullanarak konuşması gereken avukatlara m a h k e m e salonunda yeterli açıklanmaktadır: “Herkes özel ve aile yer ayrılmaması ve avukatların hayatına, konutuna ve haberleşmesine s a v u n m a y a p a r k e n e n ç o k saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.” kullandıkları araçlardan biri olan Sadece özel konuşmaların değil, dizüstü bilgisayarlarının kimi zaman konuyla hiçbir ilgisi olmayan salona alınması şikâyetlerin başında konuşmaların bile iddianamede yer geliyor. İşte bu konu da AİHS’nin alması, önemli bir ihlal olarak bu Adil Yargılanma Hakkı başlıklı 6 maddenin kapsamına girmektedir. Maddesi’nin 3. Bendinin b fıkrasında 4 ) M a h k e m e kısaca açıklanmıştır: salonunu n h e r k e s in Uzman “Savunmasını hazırlamak rahatlıkla ulaşabileceği hukukçulara için gerekli zamana ve yerde olmaması: Bu konu göre, Türk kolaylıklara sahip olmak.” AİHS’nin A d i l tarihinin en 6) Söz konusu soruşturma ve Yargılanma Hakkı başlıklı önemli efsane- dava ile ilgili olarak dile 6 M a d d e s i ’ n i n 3 . lerinden biriyle getirilen sorunlardan biri de Bendinin b fıkrasında an›lan davadaki gizli tanık uygulamasıdır. Bu kısaca açıklanmıştır: ihlaller nedeni k o n u , A İ H S ’ n i n A d i l “Savunmasını hazırlamak ile Türkiye Yargılanma Hakkı başlıklı 6. için gerekli zamana ve önemli miktarda Maddesi’nin 3. Bendinin d k o l a y l ı k l a r a s a h i p tazminat öde- f ı k r a s ı n d a şöyle olmak.” Mahkeme’nin bir mek zorunda açıklanmıştır: “İddia cezaevinde kurulması, kalacak. tanıklarını sorguya çekmek tutuklu yakınları ve veya çektirmek, savunma avukatlarının buraya giderken tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı yaşadıkları büyük ulaşım sorunları koşullar altında çağırılmasının ve söz konusu maddenin kapsamına dinlenmesinin sağlanmasını istemek.” girmektedir. Birçok gizli tanığın bu davada 5) İstanbul Başsavcılığı’nın kullanılması şikâyet konusudur ve yürüttüğü soruşturma ve buna bağlı aktardığım maddenin kapsamına devam eden davanın duruşmaları girmektedir. sırasında savunma tarafının yaşadığı 7) Tutukluların yaşadığı sağlık sıkıntılar çok sık dile getiriliyor. sorunları: AİHS’ne göre tutukluluk Savunma yaparken rahat bir ortamda, koşulları insan haysiyetine uygun 27
........................................................................................................................................................................................................................................ BD A⁄USTOS 2009
Yazan: MER‹Ç VEL‹DEDEO⁄LU
olmalı, tutukluluk hali güçlükler, Uzman hukukçulara göre, sıkıntılar ya da acılar getirmemelidir. yukarıdaki ihlaller konusunda AİHM’e Bu durum AİHS’nin 3. Maddesi’nde başvurmak için iç hukuk yollarını şöyle özetlenmiştir: “Hiç kimse tüketmeyi beklemek gerekmiyor. Eğer işkenceye, insanlık dışı ya da onur yargılamanın sonu belli değilse, ne kırıcı ceza veya işlemlere tabi zaman biteceği konusunda kesin bir tutulamaz.” İşte bu madde özellikle görüş yoksa ve hak ihlalleri devam hasta bir kişinin tutukluluğunun ediyorsa, AİHM’e hemen başvuru devamının insanlık dışı ya da onur yapılabilir. Ayrıca, AİHM’in, kırıcı muamele olup olmadığı yukarıdaki ihlallerden biri nedeniyle incelenirken dikkate alınmaktadır. başvuran kişi lehinde karar vermesi unun için ise kişinin tutukluluk durumunda, aynı ihlali sırasındaki bakım ve yaşayan kişiler kararı içtihat tedavisinin yeterli A‹HM Türk yani emsal olarak o l u p o l m a d ı ğ ı , yasalar›yla, gösterebilecektir. hastanın durumunun A‹HS’ndeki madİHM ihlal olup olmakötüleşmesi olasılığının deler aras›nda dığına karar verirken bulunup bulunmadığı, uyuflmazl›k Türk yasalarıyla kişinin sağlık durumuna görürse sözleflAİHS’ndeki maddeler bakıldığında, tutukluluk meyi dikkate arasında bir uyuşmazlık halinin devamının doğru alacak ve A‹HM görürse sözleşmeyi dikkate olup olmadığı araş- kararlar› alacaktır. Bunun ardında da tırılacaktır. Burada bir kez uygulanacakt›r. Türk mahkemelerinin daha Makul Kuşku” konusunu verdiği karar değil AİHM kararı uyguhatırlayalım. Ağır sağlık sorunları lanacaktır. Bunun nedeni de Anayaşayan bir kişinin tutukluluk halinin devamı için, sanığın kanıtları ortadan yasa’nın 90. Maddesinde yapılan kaldırma, kaçma ya da yeniden suç değişikliktir. Söz konusu madde ise işleme olasılığının bulunduğu kanıt- şöyle: “Usulüne göre yürürlüğe konullanmalıdır. Uzmanlar, İstanbul muş Milletlerarası Antlaşmalar kanun Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma hükmündedir. Bunlar hakkında ve buna bağlı olarak görülen dava Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa sırasında, sağlık durumları bozulduğu Mahkemesi’ne başvurulamaz. Usulüne ve ağır sağlık sorunları yaşadıkları göre yürürlüğe konulmuş temel hak halde bazı kişilerin tutukluluk hallerinin ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası devamına karar verilmesinin, teminatla antlaşmalarla kanunların aynı konuda tahliye edilmemelerinin AİHM’de farklı hükümler içermesi nedeniyle Türkiye’nin başını çok ağrıtacağını çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” öngörüyorlar.
B
28
A
Fransa bu lekeyi ebediyen tafl›yacak
L
e Matin gazetesinin yayımladığı, 1894 yılında görülen “Dreyfüs Davası”na neden olan “düzmece” belgeydi. Le Matin’in okuyucularından bir bankacı, belgedeki elyazısını tanıyıverir. Yazı, mahkum olan Dreyfüs’e değil, otuz yıllık bir müşterisine aittir. Böylece Yüzbaşı Dreyfüs’ün suçsuz olduğu açığa çıkıyordu. Ne ki, onu mahkum eden askeri “yargı” ve “yürütme” (hükümet) bunu zaten biliyorlardı. Alsace Loren’i, Almanya’ya kaptırmanın hesabının sorulmasını önlemek için, Ünlü davanın suçsuz bu davaya, halkı mahkumu Yüzbaşı Alfred Dreyfus “oyalayacak”
112 y›l önce, 1897’de düzmece (sahte) bir belgenin “fotokopi”sini yay›mlayan “Le Matin” gazetesi, Fransa’n›n ne denli altüst olaca¤›n› biliyordu. bir “can simidi” gibi sarılmıştı Fransız Hükümeti. Dolayısıyla yapılan yargılamanın ne denli “göstermelik” olduğu şimdi kesinlik kazanıyordu. Olup bitene sessiz kalıp “suç ortağı” olmak istemediğini belirten, dönemin ünlü yazarı Emil Zola, hemen Le Figaro gazetesinde durumu halka açıklayan yazılarına başlar. reyfüs, Musevi olduğundan o sıralarda Fransa’yı saran Ya h u d i k a r ş ı t l ı ğ ı n ı körükleyen ve hükümet yanlısı gazeteler, anında Zola’ya saldırıya geçerler. Onun da “Yahudi Sendikası”nın üyesi olduğunu bildirirler. Oysa böyle bir sendika, kurulu ya da “örgüt” yoktur. iktidarı eleştirenleri susturmak, sindirmek için yaratılan “düş”sel bir örgüttür bu; günümüz diliyle “sanal”dır. Sonunda Emil Zola, Cumhurbakanı
D
29
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
D
(Zer dûz: Altın işlemeli.) Cumhuriyet’ten
...........................................................................................................
30
A
inandığım- hoşgörüsüne sığınarak: “Zer dûz cüppe giydirsen, niteliksiz adam, yine niteliksiz adamdır”. Ve bir ülkenin yönetimi böyle bir adamın ağzını açıp kapamasına bağlıysa, “düzmece belgeler” o ülkede uçuşur, bunlara dayanan bitmez tükenmez sorgulamalar, tutuklamalar, yargılamalar sürer durur. Daha da acısı, ülkenin insanları tüm bu olup bitene alışır; suspus olur; kıpırdamadan öyle oturur, izler... Bizim gibi mi, ne dersiniz?
Bir yaşlı usta, Yaşlı adam, çırağının yanına oturdu ve çırağının sürekli şöyle dedi: “Yaşamdaki acılar tuz şikayet etmegibidir, ne azdır ne de çok... Acının sinden bıkmıştı. miktarı hep aynıdır. Acın olduğunda Bir gün çırağını yapman gereken tek şey acı veren şeyle tuz almaya ilgili duygularını genişletmektir. Onun gönderdi. Herşeyden mutsuz olan çırak için artık bardak olmayı bırak, göl döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç olmaya çalış.”• ......................................... ..... tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, söyleneni yaptı; ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. Genç adam uzun “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama bir süredir süren öfkeyle “Acı” diye yanıt verdi. Usta şikayetleri için doktora gülümseyerek çırağını az ilerideki gölün gitti. Doktor, hastasını baştan kıyısına götürdü. Bu kez de bir avuç aşağı muayene etti ve tanılarını sıraladı: tuzu göle atıp gölden su içmesini söyledi. “Karnında su toplanıyor, adalelerinde Söyleneni yapan çırak, ağzını koluyla kireçlenme var, böbreklerinde kum var. silerken aynı soruyu sordu: Karnında da demir fazlalığı saptadık.” “Tadı nasıl?” Genç adam, doktoru şaşkına çeviren “Ferahlatıcı?” dedi genç çırak. bir mutlulukla yerinden sıçradı: Yaşlı adam, “Tuzun tadını aldın mı?” “Desenize doktor bey” dedi. “Beton diye sordu. “Hayır” diye yanıtladı çırağı... gibiyim!”•
................................................................
T
korkunç “soykırım” da belki olmazdı, diye düşünülüyor. ma yine de, “niteliksiz adam”a “nitelik” kazandırmaya çalışmanın bir anlamı olmadığının örneklenmiş olmasının da önemi vurgulanıyor. Gerçekten Hitler’e yani bir “niteliksiz adam”a, üniversitelerde günde iki değil isterseniz üç kez “doktor” cüppesi giydirilseydi, ona kesinlikle bir “nitelik” kazandırılamazdı. Çünkü, Ziya Paşa’dan esinlenerek ve -var olduğuna ...........................................................................................................
urmak, ara vermek, bıkmak, Felix Faure’a, umutsuzlanmak yoktur... “Suçluyorum!” Yi n e d e Z o l a ’ y ı başlıklı ünlü mahkemeye çıkarırlar. mektubunu Tarihe “Emil Zola Davası” adıyla yazar. Mektubu geçecek olan yargılamada, yazarın yayımlamayı karşısında yine bir “düzmece belge” yalnızca “Auror” vardır. Ama belgenin kendisi yoktur. gazetesi kabul Dava boyunca, hem Zola hem eder. ”Dreyfus Davası”nın ünlü ”mektup-bildiri” Ayrıca gazete, avukatları belgeyi isterlerse de “belge” sini yazan Emile Zola ortaya çıkmaz. Ne ki, “yürütme”nin mektubu ilan olarak da (200.000) basıp, Paris avucundaki “yargı” Zola’yı mahkûm eder. “Hakikat toprağa duvarlarına asar. İnsan hakları tarihinde de onurlu Kuşkusuz düzmece gömülünce, onun orada yerini alacak olan bu belgelere dayanan daha da büyüdüğünü” söyleyen Zola’nın mektup-bildiri,gerekse davalar düşer. saptaması, bu “düzmece ardından yaşanan süreç, o Ama ”güçler belge” için de geçerli olur. sırada Fransa’da “güçler ayrılığı”nın Dal budak saran olay, sıkı ayrılığı” olmasına karşın, uygulanmama“yürütme”nin “yasama”ya sının tehlikelerini bir araştırmayla ele alınınca belge bulunur; bu -askeri de olsa- “yargı”ya el göstermesi da “düzmece”dir. atmasının, bunları nedeniyle çok Kuşkusuz davalar düşer. amaçları dorultusunda önemlidirler. Ne var ki, her iki yönlendirmesinin, bir ülke için ne tehlikeli sonuçlar yaratacağının “yargılama” da Fransa’nın alnına kara bir damga gibi yapışır kalır. Ama, tarihsel bir “uyarı”sıdır. Kuşkusuz “güçler ayrılığı”nın “söz”de kalıp günümüzde de geçerli olan. oplumun tutumuna gelince; uygulanmamasının getireceği Fransız halkının büyük bir tehlikeleri göstermesi bakımından çok bölümü Zola’nın arkasınönemlidirler. dadır. “Aydınlar” adı verilen Öte yandan, “ırkçı”lığın “Zola bir “birlik” oluturulur. Tüm örgütler; Davası”ndan sonra Fransa’da gittikçe sosyalisti, başkaldırıcısı, işçisi, insan azalması da dikkat çekici olarak haklarını koruyanı, ünlü yazarlar bulunur. Komşu Alman halkı da bir (Anatol France), bilim adamları hepsi “Dreyfüs Olayı” bir “Zola Davası” bu oluşumun içinde yer alır. yaşasaydı, o “niteliksiz adam”ı seçip Eylemin biri biter, biri başlar. başlarına getirmezler, böylece o
..........................................................................................................................
31
BD A⁄USTOS 2009
Prof. M. KEREM DOKSAT ‹stanbul Üniversitesi Cerrahpafla T›p Fakültesi Psikiyatri Bölümü
Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve refleksini nas›l yok edersiniz?
B
ilirsiniz, ünlü Rus bu şartlı refleks söner; devafizyolog Pavlov, “Temel mının tesisi için arada et de k ö p e k l e r i n e e t güvenlik duy- gösterilerek pekiştirilmelidir. verirken bir yandan zil gusu ortadan Hiçbirimiz dünyaya Türk, çalınca ve bunu defalarca kalk›yor. Meksikalı, Sünnî veya Katolik yapınca, bir süre sonra eti Pavlov’un olarak gelmeyiz; bunlar bize görmeden de zil sesini köpeklerin- öğretilen değerler, yâni işitince hayvanın salyası deki gibi a¤›r şartlı reflekslerdir. Eğer akmaya başlar. Bu şartlı travmalarla pekiştirilmezlerse, zamanla r e f l e k s t ı r : H a y v a n ı n flartl› refleks- sönerler. tabiatında olmayan bir uyaran lerimiz Birgün Pavlov'un ensti(zil ses), onu tabiatında k›r›l›yor.” tüsünü su basar. Köpeklerin e t i g ö r m ü ş g i b i h e y e c a n - bir kısmı boğulur bir kısmı da günlerce landırmaktadır. terörize olur, çünkü ölümden zor Ama eğer sürekli olarak zil çalıp, kurtulmuşlardır. Kurtarılabilenler hiç et göstermezseniz, bir süre sonra tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil 32
çalar, köpeklerde tık yok! Şu müthiş düşmanlığın kökenlerini inceler. sonuca varır: ağır travmalar Peki inceleme dediğimiz şey nedir? (Ergenekon ve sosyo ekonomik Burada izlenen yol ulusal ya da şartlar), şartlı refleksleri ortadan etnik düşmanlıkların ortadan kaldırır. İnsanı veya hayvanı en doğal, kaldırılması değil, ABD’nin tehdit en ilkel hâline geri döndürür. olarak gördüğü ulusların ulusal ir yandan hergün 15–20 şehit, bilinçlerinin, tarihlerinin ve 'kanları yerde kalmayacak' b e n l i k l e r i n i n s o r g u l a n m a s ı , denip, sürekli kanlarının yerde aşındırılmasıdır. kalması, bir yandan Ergenekon Kısacası milli duygunun yok bilmem ne deyip, büyük edilmesidir etnik psikiyatrinin bir çoğunluğunun suçsuz “Amaç görevi. İşte bizi ilgilendiren olduğuna herkesin emin uluslar›n şey de budur. olduğu, hâttâ tek suçu ulusal bilinçBir ulusun ulusal bilincini, Atatürk'ü ve onun ilkelerini lerinin tarih- ulusal duygusunu ve refleksini sevmek olan insanların, lerinin ve nasıl yok edersiniz? Bunun sabaha karşı evlerinden benliklerinin denenmiş, sınanmış bir alınarak hapse atılmaları… sorgulanmas› yöntemi vardır, o ulusun Bir yandan orada burada ve afl›nd›r›l- tarihsel varlığını sorgulamaya araba yakarak, polise taş mas›d›r.” açarsınız. Yani o ulusun atarak etnik kalkıştarihini yeniden tartışırsınız. malar…Hepsini toplarsanız, temel Meselâ Türkler kendilerini kahragüvenlik duygusu ortadan kalkıyor. man bir ulus olarak mı görüyorlar? Pavlov'un köpek-lerindeki gibi, bu O zaman onlara ne kadar korkak kadar ağır travmalarla şartlı bir ulus olduklarını göstermek reflekslerimiz (millî duygularımız gerekmektedir! ve tepkilerimiz) kırılıyor. a da Türkler atalarını, Batılı emperyalistler yok etmek yani Atatürk'ü çok mu istedikleri uluslara saldırırken, o yüceltiyorlar? ulusların önderlerinden başlarlar işe. O zaman onlara Atatürk'ün Çünkü ulusal bütünlüğü sağlayan ne kadar sıradan biri olduğunu ulusal önderdir. Bunu gayet iyi bilen gösterin. emperyalistler bu noktada psikoloji Farkındaysanız son on yıldır tam bilimini de yardıma çağırırlar. Meselâ da böylesi bir dönemden geçiyoruz. Ermenilerle Türkler arasında ulusal Sözde demokratlık, tartışma kültürü bir düşmanlık mı var, orada adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi “uzmanlar” girer devreye ve bu kabul etmemiz isteniyor?
B
Y
33
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
Psikolojık harbin etkisi çok büyük Diyorlar ki, siz soykırımcı bir milletsiniz! Ermenilere soykırım bir hızla bu şekilde yayılıyor. onra sıra kürtlere geliyor! uyguladınız. Sizden tartışmanızı istiyorlar. Biz diyoruz ki, hayır uygulamadık! Tartışma başlıyor ve yine O zaman uyanık emperyalist diyor kaybediyorsunuz... ki: Tamam madem uygulamadınız, Bir düşünelim son dönemde neleri bunu hemen reddetmeyin, tartışalım, tartışmaya açtırdık ve neredeyız? öyle bir sonuca varalım. -Bugün Misak-ı Milli’yi pek Size mantıklı geliyor, nasılsa biz suçsuzuz, tartışmadan galip ayrılırız önemsemiyoruz. -Kırmızı çizgileri umursamıyoruz. dıyorsunuz. Ama tartışma masası -Türk dilinin önemi kurulduğunda, hiç de ortada kalmamış. eşit bir tartışma şansı olma- “Gerçekleri bir de -Bu ülkede federasyon da dığını görüyorsunuz. Bir bakıyorsunuz, tüm tele- biz anlata- olabilir. l›m. Ama -Ermenilerden özür vizyonlar, gazeteler, aydınlar anlatam›dileyebiliriz. sizin Ermenileri katlettiğinizi yorsunuz, çünkü tüm -Kürtlere biraz toprak yaymaya başlıyor. propaganverebiliriz. Kanıtları var mı? da kanalKısacası ulusal varlığıElbette yok! lar› size kamıza ait hayatı her alanda Ama yalan bir kez yayıldı pat›lm›fl.” ve konuda kaybetmiş mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı çok oldu mu, gerçeğin sesi durumdayız. ... Peki sıra neye geldi? çıkmaz oluyor. Sıra Atatürk'e geldi. ayır diyorsunuz, gerçekleri Çünkü önemli olan ulusal önderi bir de biz anlatalım. Ama anlatamıyorsunuz, çünkü tüm yok etmektir.O halde tüm önderlere propaganda kanalları size yapılanı Atatürk'e de yapalım. O'nun ne kadar zalim bir diktatör kapatılmış. İşte o zaman anlıyorsunuz tartışmaya açmak denilen tuzağı. olduğunu tartışalım. O'nun aslında zaafları olduğunu Çünkü bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetlerı yüksek tartışalım. Hatta o'nun anasını bile tartışalım. insanlar bile ‘acaba’ demeye başlıyor! Evet, emperyalistlerın gündeminde Acaba gerçekten Ermenileri biz bu vardır.. mi katlettik? Tartışın diyorlar, biz sizin atanızın Yani ulusal benlikte ilk kırılma anasını tartışmak istiyoruz! yaşanıyor...
S
H 34
Sonra? Sonra da sıra sizin ananıza bir Osmanlı paşası olabilirsiniz. gelecek Ya da Dolmabahçe'den çıkartmayı -xxxizleyen bir padişah. İşte asıl psikolojik harp cephesi Belki de evinin perdesini kapatan, de burada kuruluyor! sıradan ve suskun bir Türk... Yıllar öncesine gidiyorsunuz... Ama aslında hepsi aynı kapıya ve aynı Mondros imzalanmış. kişiliğe çıkar. İzlersiniz! Her şeyi! Sonra düşman askerleri İstanbul'a Ya da ilk kurşunu atan Hasan ç ı k a r t m a y a p m a y a b a ş l ı y o r . Tahsin olursunuz. Hasan Tahsin’e Milyonlarca Türk sadece izliyor! kadar bu ülkede düşmana hiç kurşun Demek ki önemli olan ilk adım, atılmadığını bilmek ne kadar utanç işgali izlettirebilmekmiş! verici aslında! Ama aynı zamanda bir de Peki, Hasan Tahsin’i ne masa! Tartışacaksınız. “Emperya- kadar tanıyoruz? Hasan Tartışma masasında bizim listler Tahsin’i Hasan Tahsin sadrazam emperyalistlere beyinleriyapan nedir? yalvarıyor, biraz acıyın diye. mize ve 'İlk kurşun'dan önce de yürekleriPeki izleyerek, tartışarak mize kurşun atmıştır Hasan yüzy›l›n nereye varabilirsiniz? Tahsin. ç›kartma-xxx-xxxEmperyalistler aslında şu s›n› yap›Hasan Tahsin’in insani ve yor..” anda beyinlerimize ve sıradan yanıdır bu. yüreklerimize yüzyılın Hiçbir insan kendisine, atasına, çıkartmasını yapıyor. milletine, bayrağına, değerlerine Mehmet Akif, Çanakkale için ne küfrettirmez. diyordu: n basit insan gerçeğidir. 'Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki İlkokulda bir çocuğa dünyada eşi? küfretmeye kalkarsanız, sizinle En kesif orduların yükleniyor durumunu tartışmaz, bunun dördü beşi, cevabı suratınıza yiyeceğınız -Tepeden yol bularak geçmek için yumruktur. Marmara'yaNeden? Çünkü çocuğun en insani Kaç donanmayla sarılmış ufacık ve sıradan yanıdır bu! bir karaya.' İşte ergenekon olayı, Ermeni -xxxsorunu, Kürt açılımı ve insani denilen Çıkartma sürerken iki tavır var alınacak. Biri İstanbul'da işgalcileri (Mustafa) belgeselinin bam teli de karşılayan ve onlardan tokat yiyen burası. •
‹
E
35
BD A⁄USTOS 2009
Yazan: ALAEDDİN GİRAY ....................................................................................................................................................................................................................................... Bir değirmenci, bir sözüyle, Prusya Kralı Büyük Frederick’in başını öne eğdirdi:
"Berlin’de Yargıçlar Vardır" Değirmenini zorla da olsa satın almak isteyen Prusya kralı Büyük Friedrich’e değirmencinin söylediği “Eğer Berlin’de yargıçlar yoksa!” sözü, adalet, bağımsız yargı ve bağımsız yargıç kavramları söz konusu olduğunda dünyanın dört bir yanında bugün de yankılanmaktadır. Öğrenimini ve uzmanlık çalışmasını uzun yıllar kaldığı Almanya’da tamamlayan ünlü ekonomist Alaeddin Giray, “Şimdi zaman da, mekan da uygundur” diyerek, bu sözün öyküsünü Bütün Dünya okurları için kaleme aldı. Türkiye’de yıllardır, nedense, ”Berlin’de yargıçlar vardır” biçiminde kullanılan bu sözün öyküsünü ve içerdiği anlamını ilgiyle okuyacağınıza inanıyoruz.
erli yersiz çeşitli bahanelerle dinlerdi. Bu gezileri sırasında bir gün, savaş açtığı komşu ülkelerin yolunun üzerinde eski bir un değirmeni topraklarını kendi ülkesine gördü. Suları pırıl pırıl berraklıkta, şirin katan ve biraz da bu nedenle bir derenin kenarındaki bu değirmen, “Büyük” sıfatıyla anılan Büyük Frederick’in büyük ilgisini çekti. Prusya Kralı Büyük Frederick, Beraberindeki adamlarıyla birlikte çevresindekilere sert değirmene gitti, davranışları ve acımasız değirmenciyi çağırttı: kararlarıyla da tanınıyordu. “Senin bu değirmenini çok Büyük Frederick, sevdim” dedi. “Bunu satın savaşa çıkmadığı “boş almak istiyorum. Kaç para zamanları”nda köylere istersin?” gider, kimi patates Çevredeki tüm tarlalarında, kimi buğday ülkeleri korkudan titreten kralının, kendi ülkesinde de tarlalarında çalışan ne denli sert ve acımasız köylülerle konuşur, Prusya Kralı Büyük Frederic olduğunu değirmenci çok sorunlarını kendilerinden
Y
36
iyi biliyordu. Buna karşın kralına, hiç de beklemediği bir karşılık verdi: “Bu değirmeni satın alabilecek kadar para, kimsede yoktur” dedi. Büyük Frederick, değirmencinin bu yanıtını ciddiye almadı, hafifçe tebessüm etti: “Benim bu ülkenin kralı olduğumu bilmiyor musun?” dedi. Değirmenci boynunu büktü: “Elbette biliyorum, büyük kralım.” Büyük Frederick bu kez, tüm sertliğiyle kükredi: “Madem bu ülkenin kralı olduğumu biliyorsun” dedi. “O halde değirmenini satın alabileceğim kadar paramın olduğunu da biliyorsundur.” ralın böylesi sert konuşması, değirmenciyi korkutmadı: “Bakın anlatayım büyük kralım” dedi ve anlatmaya başladı: Bu değirmen, dedemden kalmıştır. Dedem 60 yıl işletmiş bu değirmeni ve burada ölmüş. Dedemden sonra değirmenimizi babam işletmeye başladı. O da 50 yıl kadar işletti ve o da burada öldü. Şimdi sıra bende… 60 yıldan bu yana değirmenimizi ben işletiyorum. Daha kaç yıl işletirim, orasını bilemem ama, benim de burada öleceğimi biliyorum. Sırada oğlum var. Benden sonra o işletecek bu değirmeni…” Değirmenci bunları anlattıktan sonra sözünü şöyle noktaladı: “Değirmenimiz, işte bu nedenle satılık değildir” dedi. “Satılık olmayan bir malı ise satın alabilecek
K
para hiç kimsede yoktur.” eğirmencinin bu yanıtı karşısında Büyük Frederick sinirlendi: “Ben bir kralım” dedi. “Çok beğendiğim bu değirmeni alamayacak mıyım, yani? Bunu mu demek istiyorsun?” Bu kez değirmencinin dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi: “Bu değirmeni asla satın alamazsınız demiyorum, Büyük Kralım” dedi. “Bu değirmeni satın alabilirsiniz ama yalnızca bir koşulla satın alabilirsiniz…” Büyük Frederick merakla sordu: “Bir kralın önüne sürülen o koşul nedir?” Değirmenci, işaret parmağıyla ufukları gösterdi: “Orada, Berlin’de yargıçlar yoksa eğer” dedi. “Ancak o zaman satın alabilirsiniz değirmenimi…” Ülkesine ülkeler katan Prusya Kralı Büyük Frederick, değirmencinin bu sözü karşısında bir şey söyleyemedi. Boynunu büktü ve adamlarıyla oradan ayrıldı. arayına döndükten sonra ise, “Bir ülkenin en güçlü kurumu hukuktur” diyerek ülkesindeki hukuk düzenini güçlendirici çalışmalar başlattı. Bu çalışmalar tarihte “Frederick Yasaları” olarak yer alırken, değirmencinin krala verdiği “Berlin’de yargıçlar yoksa eğer” yanıtı ise, “Berlin’de yargıçlar vardır” biçiminde yerini aldı siyasal, toplumsal, hukuksal ve insansal tarihte…•
D
S
37
.......................................................................................................................................................................................................................................
Yazan: BARIfi TARKAN
Mustafa Kemal’e yardım etmek için bir Hintli kadın çocuğunu satışa çıkarmıştı
“Çocuğumu Satıyorum... Satılık Çocuk Var...”
H
int Müslümanları, yeni bir devlet kurma çalışmaları sırasında Mustafa Kemal’e destek vermek amacıyla kendi aralarında yardım toplamaya başlamışlardı. Ülkenin çeşitli yörelerindeki Müslüman Hintliler, olanaklarının elverdiği ölçüde maddi katkılarda bulunuyorlardı. Peşaver kentinde de toplanan halk yapacakları yardımı açıklarken, bir kadının şu sözü duyuldu: “Çocuğumu satıyorum...Çocuğumu satıyorum...” Topluluktaki tüm başlar, bu sesin geldiği yana çevrildi, tüm gözler, bu sözün sahibi kadının üzerine dikildi. Çok yoksul olduğu ilk bakışta giyiminden ve çökük avurtlarından anlaşılan kadın, birkaç aylık çocuğunu elleriyle havaya kaldırmış, herkese duyurabilmek için sesinin var gücüyle bağırmayı sürdürüyordu: “Çocuğumu satıyorum... Satılık çocuk var... En büyük parayı kim verirse çocuğumu ona satacağım, parayı da Mustafa Kemal’e göndereceğim.” Kalabalıktan bir kişi, önündekileri sağa sola iterek kendine yol açtı ve 38
kadının yanına geldi. “Önce çocuğunu sıkı sıkı bağrına bas, sonra da bu parayı al” dedi.Ve cebinden çıkardığı avuç dolusu yüklü tutarda kağıt parayı, kadının avucuna sıkıştırdı: “Bu paradan istediğin kadarını Mustafa Kemal’e gönder, kalanını da kendine ve çocuğuna ayır.” Kadın gözyaşlarını tutamadı, içini çeke ağlayarak varlıklı adamın ellerine sarıldı, öpmek istedi. Sonra da kalabalığın orta yerindeki masaya yaklaştı, masanın çevresindeki görevlilere elindeki paranın tümünü verdi. “Tümünü” dedi. “Bu paranın tümünü, Mustafa Kemal’e göndermeniz için veriyorum size...” Görevli, önündeki kayıt defterine paranın tutarını yazarken, bu bağışı yapan kadına adını da sordu. ”Mihriban” dedi. “Adım Mihriban...” Görevli, önündeki defterde bağışı yapan kişi hanesine Mihriban yazdıktan sonra kadın, bir ad daha yazdırdı: “Bir de Mustafa yazın Mihriban’ın yanına” dedi. “Oğlumla birlikte yapıyoruz bu bağışı...”•
Atatürk Rölyefi
Buca’da Aç›l›yor Brezilya’nın 32 metre yüksekliğindeki ünlü Reedemer Heykeli’nin (İsa Heykeli) önüne geçerek, dünyanın en yüksek 10 heykeli arasına girecek olan Atatürk Rölyefi, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda İzmir, Buca’da açılacak. Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı’nın verdiği bilgiye göre, birçok açıdan dünyanın en büyük heykel çalışmaları arasında yer alan bu yapıt, Çaldıran Mahallesi, Taş Ocakları Mevkii’nde, kayaların biçimine uygun olarak ve yaklaşık 40 m. yüksekliğinde, 3 boyutlu olarak konuşlandırılıyor. Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı, Mask’ın yer alacağı tepede çevre düzenlemesinin yapılacağını ve alanın gece ve gündüz aydınlatılacağını söylüyor.
Siz olsaydınız ne yapardınız?
Prof. Özcan Köknel, "Çatışan Değerlerimiz" adlı kitabında şöyle bir örnek vermiş: "Erkek kedi bir ağaca çıkmış ve inmek bilmiyor. Kediyi o ağaçtan indirmek için ne yaparsınız?" Şıklar : a) Ağaca Tırmanırsınız. b) Merdiven dayayıp tırmanırsınız. c) "Gel pisipisi" diye seslenirsiniz d) Dişi bir kedi getirirsiniz. e) İtfaiyeyi çağırırsınız. Sorunun değerlendirmesi şöyle: a) Ağaca tırmandıysanız; cesur ve girişkensiniz. İyi bir "satış temsilcisi" olursunuz.
b) Ağaca merdiven dayadıysanız; hedef için plan yapabiliyorsunuz. İyi bir "halkla ilişkiler müdürü" olursunuz c) "Gel pisipisi" diye seslenirseniz, saflık derecesinde iyimsersiniz. Sakın kendi işinizi kurmayın. d) Dişi bir kedi getirdiyseniz; kendi işinizi kurup çok başarılı olabilirsiniz. e) İtfaiye gibi kurtarıcı görevlileri aradıysanız; sorumluluğu başkalarına atmayı beceren "iyi bir üst düzey yönetici" olursunuz. Bu alıntıya ek yapanlar olmuş: f) Ağacı kesersiniz, böylece başka kedilerin çıkmasını da engellemiş olursunuz:Sizden mükemmel bir " kamu yöneticisi " olur. g) "Bana ne" deyip yolunuza devam edersiniz. Sizden çok iyi bir "adam sen de"ci vatandaş olur.
...............................................................................................................................................
......................................................................................................................................................... .........................................................................................................................................
40
açıklaması yanında, Atatürk Rölyefi için bugüne değin yapılan çalışmaları şöyle sıralıyor: •Arazinin jeolojik, jeofizik ve jeodezik etüdleri son aşamalarına dek ilgili üniversite tarafından yapılmıştır. •Bu etüdler sonucunda herhangi bir depremde düşme olasılığı olan en küçükten en büyüğe dek tüm kayalar, tahribatsız genleşen dinamitle yerinde parçalanıp kaldırılmıştır. •Rölyefe ulaşımı sağlayacak yol açılıp rölyefin oturtulacağı zemin ve kaya aynasının kazı ve temizleme işlemi yapılmıştır. •Rölyefin oturacağı ve yaslanacağı tüm kayaların yapıları taşıma güçleri, testler ve hesaplamalar sonucu belirlenmiş, yatay ankraj çivilerin çakılacağı kayalar belirlenmiştir. Yatay ve düşey ankrajlar, açacak uygun makine ve ekipman belirlenmiştir. •Rölyef kabuğunu oluşturacak
hasırları belirlenmiş ve mukavemet deneyleri tamamlanmıştır. •Rölyefi modüler olarak hazırlayacağımız 5 dönümlük alanın tesviye çalışması tamamlanmıştır. •Rölyef montajının yapılacağı yerde, yapımına esas teşkil edecek 4 metrelik maketin ön çalışması olan 1 metre yüksekliğindeki maket tamamlanmıştır. •Rölyefi ve birlikte oluşturulacak yapay kayaların araziye yerleşim durumunu en gerçekçi biçimde sağlayabilmek için, fotogrametrik teknolojiyi kullanmak üzere ilgili üniversite ile görüşmelerimiz sürmektedir.•
...............................................................................................................................................
ustafa Kemal Atatürk’ün, “Ben bütün İzmir ’i ve bütün İzmirliler’i severim. Güzel İzmir’in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim” sözünün yer aldığı Buca Belediyesi web sitesinde, uygulaması süren Atatürk resminin, belediye ve akademisyenlerden oluşan bir kurul tarafından seçildiği belirtiliyor. Atatürk Maskı’nın kaya zemin üzerine işlenmesi işinin teknik danışmanlığını, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi Jeoloji, Jeofizik ve İnşaat Bölümü öğretim üyeleri yapıyor, İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi de projeye katkıda bulunuyor. Fizibilite ve projelendirme çalışmaları bittiğinde, tahminen 50 ton çelik hasır, 500 m3 püskürtme beton ve 300 ton çelik konstrüksiyon kullanılmış olacağı da verilen bilgiler arasında... eğişik branşlarda 15 mühendisin görev aldığı projeye göre, maskın yer alacağı tepede çevre düzenlemesi yapılacak, ayrıca bu alan gece ve gündüz aydınlatılacak. Buca Belediyesi, “Bu rölyef çalışmasıyla ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün adına yakışır bir eser yaratmakla birlikte, hem ilçemizin hem de kentimizin tanıtımına olanak sağlayan bir proje kazandırılmış olacaktır”
............................................................................................................................................................
41
BD A⁄USTOS 2009
FIRÇALAYARAK Serdar Günbilen
oksa siz de Y aynen benim gibi misiniz ?
Siz de aynen benim gibi…
Üzüldü¤ünüz bir anda, üzüntünüzü gidermek için bir kadeh olsun içki Sabah uyand›ktan sonra, ay›labilmek için koyu bir kahve içmek içmeyi… • Siz de aynen benim gibi… zorunda kalm›yorsan›z, Sinirlendi¤iniz bir anda, sinirlerinizi • Siz de aynen benim gibi… yat›flt›rmak için sakinlefltirici bir ilaç Kolunuz ya da baca¤›n›z k›r›ld›¤›nda almay› düflünmüyorsan›z, bir a¤r›, parma¤›n›za i¤ne batt›¤›nda • Siz de aynen benim gibi… Ülke bir ac› duymuyorsan›z , sorunlar› konusunda görüflünü • Siz de aynen benim gibi… Yatak söylemek isteyen bir dostunuzu, odan›z›n tavan›n›n köflesindeki tuttu¤unuz tak›m›n do¤ru dürüst bir örümcek a¤›ndan ve oradan sarkan transfer yapamad›¤› konusundaki örümcekten rahats›zl›k duymuyorsan›z, görüfllerinizle susturabiliyorsan›z, • Siz de aynen benim gibi… Tüm • Siz de aynen benim gibi… ulusu etkileyen bir olay karfl›s›nda Yanl›fll›kla bir kiflinin aya¤›na bast›¤›n›zda piflmanl›k duymuyor ve etkilenmeyebiliyorsan›z, • Siz de aynen benim gibi… özür dilemeyi akl›n›zdan bile Karfl›laflt›¤›n›z en olmad›k bir olay geçirmiyorsan›z, karfl›s›nda “Adam sen de” deyip, • Siz de aynen benim gibi… küçücük bir tepki bile Tansiyonunuz yükseldi¤inde ilaç göstermeyebiliyorsan›z… almadan düflmesini sa¤layabiliyorsan›z, • Siz de aynen benim gibi… • Siz de aynen benim gibi… (Lütfen sayfay› çeviriniz) 42
43
......................................................................................................................................................................................................................................
BD A⁄USTOS 2009
YAfiAMDAN GÖZLEMLER Ali Naili Erdem
Kutsal ‹syan Seviye belirleme s›navlar› bitti. Baflar›l› olanlar isyanlar›n› dile getirmifller: "Yetenekleri s›f›rlayan ezbercili¤in bitmesi ve bize k›yd›n›z; bari kardefllerimize k›ymay›n›z" yakar›fl›nda bulunmufllar.
...Yeryüzünün en flansl› ve en mutlu “yaflayan” varl›¤›s›n›z.
44
U
ygur Türklerine yapılan toplu katliamlarla içimiz kan ağlarken, bu güzel yavrularımızın sözleri bardağı taşırdı. Bir sorunlar ülkesi olup, çıktık. Gün yok ki kafamızı altüst eden bir sorun yaşamayalım. Hani insanın “Kavanoz dipli dünya, yapacağın bu muydu?” diyesi geliyor. Çağdaşlaşmayı ve aydınlanmayı amaçlamış ülkeler için eğitim, fevkalade önemlidir.
Cumhuriyetin kuruluşunda bu önem, “Cumhuriyet sizden fikren, ilmen, fennen sağlıklı ve yüksek karakterli koruyucular bekliyor” sözleriyle açıklanmıştır. Ezbere dayalı bir eğitim, bilinenlerin tekrarıdır. Öğrenci, üreten, araştıran ve sorgulayan birisi olmak yerine, bir kaset, bir CD gibidir. Akıl dışlanmış, düşüncenin yerini hazır formüller almıştır. Çocuklarımızın isyanı bunadır. Haklıdırlar. Herşeyi öğrenme 45
.......................................................................................................................................................................................................................................
BD A⁄USTOS 2009
tutkusuyla dolup, taşan genç yaşları, ezberin labirentlerinde tutsak kılmak afedilmez bir hatadır. izim eğitimimizin milli, laik, çağdaş bilime endeksli, genel ve eşitlikçi olması gibi işlevselliği de saptanmıştır. Bundan geriye bir adımın olmaması beklenmişse de aksi olmuş, ezbercilik tahtını kurmuştur. Seviye sınavına giren çocuklarımız “Bizim yeteneklerimizi körelten bu sistemle gururlanamayız” diyorlar. Ne yapılmalıdır? Sistem değiştirilmeli, akıl ve ilim, eğitimin itici gücü olmalıdır.Tablet fikirlerin yuvalandığı kafalar değil, kendi akıllarıyla doğruları, gerçekleri bulan kafalar yetiştirilmelidir. Bunun için de obje ne okul, ne kitap, ne öğretmen olmayıp, öğrenci olmalıdır. Bu, çetin bir uğraşı gerektirir. Ancak meyvesi, özgür, bağımsız, demokrat bir Türkiye olur. Bu yapılmaz da “Böyle gelmiş, böyle gider” denilirse, olayların nedenlerini araştırmayan, fikir tembelliğinin rahatlığı içinde “Armut piş, ağzıma düş” sefilliği sürüp gider. Beyinsellik eğitimin özüdür. Bu, gönlün yatsımazı değildir. Çünkü iyi insan, iyi vatandaş ancak, sağlıklı beyinler kadar vicdanlı gönüllerle olur. Çağdaş eğitim budur. Bu eğitimde öğrenci, doğruyu arayan bir zeka olduğu gibi, iyiyi ve güzeli de arayan
B
46
bir vicdandır da. İşte bu öğrenci, kendi başına bilgi üretir. O artık yönetilen bir karaktere değil, yöneten bir karaktere endekslenmiştir. Çağımız bir arayış hummasındadır. Mumyalaşmayan akıl iktidardır ve yaşamak, yenileşmektir. Ezbercilikle yenileşilemez. İki bin yıl öncesinin bilinenlerini tekrarla bir yere varılamaz. Bu nedenle eğitimcilere düşen görev, kendini yönetecekleri yetiştirmektir. Bu da özgürlüğün ve kişiliğin, eğitimin her kademesinde ısrarla verilmesine bağlıdır. üşünen, düşündüğünü korkusuzca söyleyen, serbest fikir alış veriş terbiyesine sahip olan ve tartışma kültürünü içine sindirmiş gençler, ancak ezberci bir sistemin dışında yetişebilir. Yarınlarımızın güvencesi olacak yavrularımızın isyanına kulak vermek ve gerekenleri yapmak, vazgeçilmez bir görevdir.
D
BÜYÜK YAPITLARIMIZ Konur Ertop
S
ÜLEYMAN ÇELEBİ’NİN ‘MEVLİT’İ 600 YAŞINDA Doğum tarihi, doğum yeri demek olan "Mevlit" sözcüğü, Hz. Peygamber’in doğum gününü kutlamak için yazılmış yapıt, bu yapıtın okunduğu tören anlamını taşır.
K
öylü-kentli, okumuş-okuma-mış, genç-yaşlı, gelenekçi-tutucu herkes “Mevlit”i cami-de, evde, TV’de birçok kez dinlemiştir. “Mevlit”ten hiç değilse birkaç dizeyi hemen herkes ezbere bilir. Ülkemizde mevlit törenlerinde güzel sesli mevlitçilerin ezgiyle okuduğu etkileyici yapıt, Süleyman Çelebi’nindir. Mevlit yalnız Hz. Peygamber’in doğum günü olan mevlit kandilinde değil, öteki kandillerde, doğum, sünnet, ölüm gibi nedenlerle, sevilen, sayılan büyükleri anma yıldönümü gibi günlerde de okunur. “Mevlit”in “Bahir” denilen bölümleri arasında ilahilere yer verilir. Mevlit yazarı Süleyman Çelebi’nin kendi adını andığı dizelerin ardından ozanın ruhuna fatiha okunur. Mevlit sırasında tütsüler yakılır, gülsuyu serpilir. Katılanlara mevlit şekeri dağıtılır. Mehmet Âkif’in “Sait Paşa İmamı” 47
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
adındaki öykülü şiiriyle Halide Bunun üzerine Arap, Mısır’a ve Edip’in “Sinekli Bakkal” romanında Halep’e giderek kendisinin haklı mevlit törenleriyle ilgili ayrıntılara olduğunu gösteren fetvalar getirmiş. yer verilmiştir. Hz. Muhammet’in önceki tüm ursa’da Ulucami’nin peygamberlerden üstün olduğuna imamı olan Süleyman inanan Süleyman Çelebi, İranlı vaizin Çelebi, “Vesilet-ün- görüşlerini çürütmek için beş beyitlik N e c a t ” ( K u r t u l u ş u bir şiir yazmış: Sağlayacak “Ölmeyip İsa göğe Araç) diye adlandırdığı Hz. Muhammed’in bulduğu yol yapıtını 1409 yılında, tüm peygamberÜmmetinden olmak için günümüzden tam 600 yıl lerden üstün idi ol” olduğuna inanan önce kaleme aldı. (“Hz. İsa’nın ölmeyip göğe Camide bir gün İranlı Süleyman Çelebi çıkması, Hz. Muhammet’in bir vaiz, Bakara Suresi’nin İranlı vaizin ümmeti arasında yer “Biz onun (Tanrı’nın) görüşlerin alabilmesi içindi.”) diye çürütmek için peygamberlerinden başlayan dizeleri çok beş beyitlik bir hiçbirini ötekinden beğenilmiş. şiir yazmıştır. ayırmayız” ayetini konu Süleyman Çelebi’nin, bir edinerek bu ayet gereğince süre sonra tamamladığı yapıtında bu Hz. Muhammet’i Hz. İsa’dan üstün dizeler de yer alır. Süleyman tutmanın yanlış olacağını söylemiş. Çelebi’nin “Vesilet-ün-Necat” adını Dinleyenlerden bilgili bir Arap, verdiği yapıtı, “Mevlit” diye anılır. bu yorumun doğru olmadığını ileri evlit”te Hz. sürmüş. Bu ayetin özne Tanrı olursa Peygamber’in “Peygamberler arasında, peygamber yalnızca doğumu olmaları bakımından, bir fark anlatılmaz. görmeyiz” demek olduğunu, özne Mucizelerinin, insan olursa ayetin “Bütün p e y g a m b e r l e r i n p e y g a m b e r Mirac’a çıkışının Mekke’den olduklarına, aralarında bir fark Medine’ye göçün, ölümünün etkili gözetmeksizin inanırlar” demek bir dille konu edinildiği yapıtın pek olacağını açıklamış. Yine Bakara çok yerinde peygambere coşkulu Suresi’ndeki, “Bu peygamberlerin övgüler vardır. “Mevlit”, Hz. Peygamber’i konu bazısını bazısına üstün kıldık” ayetine dayanarak vaize karşı çıkmış. edinen, onu öven, onun yaşamını Ancak cemaat ona katılmamış. anlatan bir yapıttır. “Siyer” diye
B
M
48
Erzurumlu Darir’in Hz. Muhammed’in hayatını anlatan ”Siyer-i Nebi” adlı eserinden bir betimleme
adlandırılan bu tür yapıtlar, genellikle düzyazı iledir. Süleyman Çelebi kendisinden önceki siyer kitaplarından, bu arada Erzurumlu Darir ’in manzum yapıtından yararlanmıştır. aha sonraları mevlit yazan pek çok ozan olduysa da hiçbirinin yapıtı, Süleyman Çelebi’ninki denli beğenilmedi. Ne var ki onun yapıtı, kendi kaleminden çıkan özgün biçimini yitirmekte gecikmedi. Birtakım bölümleri unutuldu. Sayfalarına başka ozanların mevlitlerinden bölümler karıştı. Süleyman Çelebi’nin “Mevlit”inin günümüze ulaşan en eski elyazması, ozanın ölümünden yüz yıl sorasının tarihini taşır. Daha sonraki elyazmaları arasında büyük ayrılıklar vardır.
D
Mevlithanlar (mevlit okuyanlar) yararlandıkları basma kitaplara, sözlü geleneğe bağlı olarak “Mevlid”i farklı biçimlerde okurlar. Mevlit töreninde okunan ilahiler başka başka ozanlarındır. Mevlit kitaplarına “Geyik Öyküsü”, “Güvercin Öyküsü”, “Hz. İbrahim Destanı”, “Hz. İsmail Destanı”, “Kesikbaş Öyküsü” gibi bölümler de eklenmiştir. Süleyman Çelebi’nin yapıtında görülen hiçbir değişiklik, “Mevlit”in en sevilen, uzun yıllar edebiyat kitaplarına örnek diye alınan, en etkili bölümlerinden “Merhaba Bahri” denli şaşırtıcı değildir. urada Hz. Muhammet’in doğumu sırasında olanları, annesi Hz. Emine anlatmaktadır: “Ak bir kuş gelip kanadıyla sırtımı sıvazladı; tam o sırada o din sultanı doğdu, yerler gökler ışığa boğuldu” der. Ardından tüm varlıklar Hz. Muhammed’i selamlar: “Cümle zerrat-ı cihan edip nida Çağrışuban dediler kim merhaba Merhaba ey âl-i sultan merhaba Merhaba ey kân-ı irfan merhaba Merhaba ey sırr-ı Furkan merhaba Merhaba ey derde derman merhaba.”
B
(“Evrenin tüm zerreleri seslendiler, bağrışıp merhaba dediler. Merhaba ey yüce sultan, merhaba. Merhaba ey bilgelik hazinesi merhaba. Merhaba 49
BD A⁄USTOS 2009
ey Kuran’ın gizli anlamını bilen merhaba, merhaba ey derde derman olan merhaba.”)
B
öylece uzayıp giden bu güzel dizeler Ahmet adlı bir ozanın Süleyman Çelebi’den 60 yıl sonraki yapıtından alınıp “Mevlit”e eklenmiştir. Ahmed’in “Mevlit”inde çok güzel başka parçalar da vardır: “Aşktır âhir yeldiren bu yelleri Aşktır âhir söyleten bu dilleri ... Aşkdurur hem gül olup hem hâr olan Aşkdurur Mansur olup hem dâr olan Akl-ı kül hem aşk ile buldu vücud Hem melâik aşk ile etti sücud.” (“Sonunda bu yelleri estiren aşktır, bu dilleri söyleten aşktır... Aşktır hem gül olan hem diken olan. Aşktır hem Mansur hem onun çekildiği darağacı olan. Evrenin genel uyumu aşkla var oldu, melekler aşkla secde kıldı.”) Usta bir ozan olan, tasavvufu iyi bilen Ahmed’in “Mevlit”inin el yazmaları kitaplıklarda yatarken, yapıtından yalnızca bir parçanın başka bir yapıta eklenerek başkasının adıyla yaşaması, sanatın şaşılacak gizlerindendir! Süleyman Çelebi’nin “Mevlit”i, aruz vezniyle yazılmıştır, her beytin iki dizesi birbiriyle uyaklıdır. Yapıtta iki tane de kaside biçiminde yani her beytinin ikinci dizesinin ilk beyitle 50
BD A⁄USTOS 2009
uyaklı bölüm vardır. Her bölümün sonunda şu beyit yinelenir: “Ger dilersiz bulasız oddan necat Aşk ile derd ile eydün es-selat” (“Cehennem ateşinden kurtulmak isterseniz aşk ile, dert ile Tanrı bizi bağışlasın deyin.”) “Mevlit”, Eski Anadolu Türkçesi’nin edebiyat yapıtlarında daha yaşadığı dönemin bir ürünüdür. Sonraki yüzyıllarda unutulacak “Ağdırmak (çıkarmak, yükseltmek), artık (sonra), assı (fayda, kazanç), ayrık (başka), baş (yara), bile/birle (ile, beraber), buncılayın (bunun gibi), Çalap (Tanrı), denlü (türlü), dirlik (hayat), don (elbise), etmek (ekmek), eyitmek (demek, söylemek), girü (yine), görklü (güzel), ıssı (sahip), imdi (şimdi), irgürmek (getirmek), kaçan (ne zaman), kamu (bütün), kancaru (nereye), kanda (nerede), key (çok iyi), kiçi (küçük), kimesne (kimse), nesne (eşya), od (ateş), saçu (saçılan para), sağış (sayı, hesap), tamu (cehennem), tan (hayret), uçmak (cennet), yağı (düşman), yavuz (kötü), yazuk (zarar, ziyan), yeğ (en iyi), yeğrek (daha iyi)” gibi birçok söz kullanılmıştır. evlit” yaşayan bir yapıt olduğundan 600 yıl boyunca sözlü gelenek, artık anlaşılmayan Türkçe sözcüklerin yerine dizelerde Arapça, Farsça karşılıklarını
M
g e ç i r m i ş t i r. B u g ü n anlaşılamayan ise bu yabancı sözcükler olmaktadır. Yapıtın en eski yazmasında yer alan şu yoldaki dizeler Süleyman Çelebi’nin apaçık, arı-duru, içtenlikli anlatımının güzel örnekleridir: “Allah adıyla olur her iş tamam”, “Misk gibi kokusu canlarda tüte”, “Cümle mahlukat onun emrindedir”, “Tutun imdi can kulağın bu sözeTa beyan edem bu sözü hoş size”, “Hem Muhammet gelmesi oldu yakın-Çok alâmetler belirdi gelmeden”, “Görmeyenlere haber verdiler”, “Aşk ile her kim ki dinlerse bunuAçıla gönünde rahmet gülşeni”, “Dediler oğlun gibi hiçbir oğulYaratılalı cihan gelmiş değil”. Mevlit”, Süleyman Çelebi’nin İslam Peygamberi’ne beslediği derin
Evliliğinde şiddetli fırtınalar ve süre gelen geçimsizlik yaşayan adam, evini terk ederek annesinin evine gelmişti. Annesi ona sarıldı ve bir öğüt verdi: Git, eşinin söylediklerini dinle, oğlum, dedi. Adam annesinin öğüdünü tuttu; o akşam eve gittiğinde, eşinin söylediklerini dinlemeye başladı.
sevgiyi yüzyıllar boyunca geniş halk kitlelerine de aşılamıştır. Ancak yapıtın çok önemli başka bir yanı insan kişiliğine, toplumsal ilişkilere yön veren eğitici yönüdür. “Bir nefes nefs arzusuna uymadı”, “Lutfu gibi adli hadsiz çoğ idi”, Hem tevazu’la kanaatti işiArpadandı ekmeği vü hem aşı”, “Canını hırs oduna yakmadı ol”, “Ömrü içre yalan söylemedi”, “Fi’l ü sözüyle kişi incitmedi”, “Gönlüne yol bulmasın kibr ü haset”, “Kılmagıl hiç kimse aybına nazar”, “Kimse hakkında deme hiç ayb söz” gibi öğütler hiç eskimeyen insan değerlerini kazandırmayı amaçlar. “Şairi gibi bunun eksiği çokOlmaya bir beyti kim eksiği yok” diyen alçakgönüllü Süleyman Çelebi’nin gösterişsiz yapıtına, geniş halk toplulukları sevgisini yüzyıllardır aralıksız sürdürmektedir.•
Aradan kısa bir süre geçtikten sonra adam, yine aynı nedenle, yine annesine geldi. Annesi bu kez oğluna şefkatle sarıldı ve onun saçlarını okşamaya başladı. Sonra da kulağına, yeni bir öğüt fısıldadı:“Şimdi eve git ve... Eşinin sana söyleyemediği her sözcüğü dinle” dedi. “Çünkü sevgiye ulaşan yolun kapısının gerçek anahtarı, sevdiğini kulaklarından önce, kalbinle dinleyebilmektir.” 51
BD A⁄USTOS 2009
.......................................................................................................................................................................................................................................
YAKIN TAR‹H‹M‹Z Mehmet Muhsinoğlu
"‹ntikama susayanlar yarg›y› görevlendirdi"
2. Dünya Savafl›’ndan sonra Japon savafl suçlular›n› yarg›lamak için yap›lan ”Tokyo Duruflmalar›” yarg›çlar›ndan Hintli Radhabinod Pal, ABD’yi bu sözlerle suçluyordu:
II.
Dünya Savaşı’ndan sonra “Yasukuni Shrine” sitesinde, Hintli “Uzakdoğu Uluslararası Askeri yargıç Radhabinod Pal için, yıllar Mahkemesi” ya da “Tokyo Duruşma- önce verdiği bu karar ve 1.235 sayfalık ları” adıyla anılan yargı sürecinde, karşı oy yazısı nedeniyle, 2005 yılında diğer 10 yargıcın verdiği ölüm yapılan bir anıt yer alıyor. The New York Times’ın 31 cezalarına karşı çıkan ve “Japonya’nın saldırgan amaçlarla değil, kendini Ağustos 2007 tarihli sayısında, Ko savunma ve kurtuluş için savaştığını” Sasaki imzasıyla yayımlanan bir yazıda, “Kendi ülkesinin öne süren Hintli yargıç yurttaşları tarafından çok Radhabinod Pal, az anımsanan Hintli Pal’ın, Japonların gönlünde ölümünden 40 yıl sonra taht kurmuştu. “Japon bile, Japonya’da hâlâ İmparatoru uğruna önemli kişi” olduğu savaşırken” ölen asker belirtiliyor. ve sivillerin anısına, Kamuya ait NHK b a ş k e n t To k y o Yargıç Radhabinod Pal radyosunda yayımlanan ve yakınlarında kurulan 52
”Uzakdoğu Uluslararası Askeri Mahkemesi” (Tokyo Duruşmaları)
55 dakika süren bir programda, ayrıca satışa sunulan 309 sayfalık kitapta, “Radhabinod Pal’ın yaşamı, düşünceleri ve Japonya üzerindeki etkileri” anlatılıyordu. -xxxAğustos/2007’de Hindistan’a resmi ziyarette bulunan Japon Başbakanı Shinzo Abe, New Delhi parlâmentosunda yaptığı konuşmada, yargıç Radhabinod Pal’dan saygı ve övgüyle söz ettikten sonra, 81 yaşındaki oğlu Prashanto Pal ile görüşmek için Kalküta kentine gitmişti. 23 Ağustos 2007 Perşembe günü gerçekleşen görüşme sırasında Başbakan Abe, Radhabinod Pal’a duyduğu hayranlığı dile getiriyor, Hindistan’ın sömürge olduğu yıllarda İngiltere’ye baş kaldıran ve II.Dünya Savaşı sonrası Japon yöneticileri ölüm cezasına mahkum edilirken, Tokyo’dan yana tavır takınan Hintli yargıcın anısına saygılarını sunuyordu.
Bu görüşmede Prasanta Pal, Başbakan Abe’ye babasının 4 fotografını hediye ediyordu. Fotograflardan ikisinde, eski Japon Başbakanlarından Nobusuke Kishi ve yargıç Radhabinod Pal birlikte görülüyordu. Başbakan Shinzo Abe daha sonra, İngilizlere karşı şiddetle direnişi savunan ve yargıç Pal’ın en katı destekçisi olan Hintli ulusalcı Subhash Chandra Bose’yi de ziyaret ediyordu. Diğer taraftan Hindistan Başbakanı Manmohan Singh de, 14 Aralık 2006 Perşembe günü Japon parlâmentosu “Diet”te konuk olarak yaptığı konuşmada, iki ülke arasındaki ilişkilerden söz ederken, şunları söylüyordu: “Adalet ilkelerine bağlı olan yargıç Ra dha binod Pa l, J a ponya ’da günümüzde bile anımsanıyor. Bu olay derin dostluğumuzun ve tarihimizin kritik anlarında birbirimize destek olduğumuzun kanıtıdır.” -xxx“Uzakdoğu Uluslararası Askeri Mahkemesi”nin, müttefik ülkeler temsilcisi olan yargıçları ara- Yargıç Radhabinod Pal hayranı Japon Başbakanı sında, Hintli Shinzo Abe Radhabinod 53
BD A⁄USTOS 2009
servis edilen” notlarıPal’ın İngiliz ve Amerikalı Japonya’nın komşu ülkeler yetkililer tarafından neden arasındaki kötü imajını seçildiği, bugün de düzeltmeye çok yararlı kesinlikle bilinmiyor. olmayacağı uyarılarına Hintli Pal diğer 10 karşın- ertesi gün kimi yargıcın aksine, savaş gazetelerde geniş yer dönemi Japon liderlerinin buluyordu. Asya’daki savaş nedeniyle Yargıç Radhabinod Pal -xxxsuçlanamayacağını, çünkü Amerika’nın Hiroşima Japonlar tarafından onların saldırgan değil, Nagazaki’de kullandığı bugün de tartışma konusu “ m e ş r u s a v u n m a v e atom bombalarının Nazi vahşetinden daha yapılan “savaş suçları” k u r t u l u ş ” a m a c ı y l a kötü olduğunu arasında (B) ve (C) mücadele ettiklerini öne vurguluyordu g r u b u n a a y r ı l a n l a r, sürüyordu. Başbakan Abe gibi ulusalcı Asya’nın değişik bölgelerinde politikacıların iktidara gelmesinden yargılanmış, (A) grubunda suçlanan sonra, aynı dünya görüşünü paylaşan 25 Japon lideri ise Tokyo’da, 11 akademisyenler ve gazeteciler, yargıçlı uluslararası mahkemenin Japonya’nın savaş tarihini gözden önüne çıkarılmıştı. Bu grupta yer alanlar, “Saldırgan geçirmek ve gerekirse düzeltmeler yapmak için kamuoyunda baskı amaçlarla savaş çıkarmak, barış ve insanlığa karşı suç işlemekle” oluşturdular. Bu kampanya sonucu “Tokyo suçlanıyordu. Hindistan’ın Kalküta Yüksek Duruşmaları” çevresinde oluşan “kültür savaşı“nda, bir anlamda Mahkemesi’nde yargıç olarak görev “mihenktaşı” olan yargıç Pal, yeniden yapan ve bir “Asya ulusalcısı” olarak, sahne ışıkları altına getiriliyordu. sömürgeciliğe karşı görüşleriyle Japon Başbakanı Abe, Hindistan tanınan Radhabinod Pal, “Nanjing parlâmentosunda yaptığı konuşmada katliamı” gibi suçların bile (B) ve (C) ve yargıcın oğlu Prashanto Pal ile 20 grubunda yargılanması gerektiğini dakika süren görüşmesinde, “Tokyo savunuyor, “intikam almaya susamış Duruşmaları”nın yasallığına ve olanların, yargı sürecini utanç verici dürüstlüğüne dolaylı göndermelerde b i ç i m d e g ö r e v l e n d i r d i ğ i n i ” bulunarak, gölge düşürmeye söylüyordu. 25 sanığı suçlu bulan diğer yarçalışıyordu. Başbakan Abe’nın Prashanto Pal gıçların kararına karşın, “Her kişi ve ile yaptığı görüşmenin “el altından olayı ayrı ayrı ele alacağını ve 54
BD A⁄USTOS 2009
iddianamade öne sürülen tüm suç- sertti ve Amerika Birleşik lamalardan, herkesin sorumlu Devletleri’nden söz ederken ağır tutulamıyacağını” belirten yargıç Pal, sözcükler kullanırdı. Ona göre bu arada Amerika tarafından Hiroşima bütün emperyalist güçler, aynı ve Nagazaki’ye atom bombaları gangster şebekesinin birer atılmasının, “Nazilerin işlediği suçlarla parçasıydı. Pal, bu görüş ve karşılaştırıldığında, çok daha kötü bir tutumunu hep korudu.” -xxxvahşet olduğunu” vurguluyordu. Savaştan sonra başvurulan Ya rg ı ç P a l , A m e r i k a ’ n ı n J a p o n y a ’ y ı “ a ç ı k ç a s a v a ş a “kurnaz taktikler” bir yana kışkırttığını” iddia ediyordu. bırakılacak olursa, Yargıç Pal politikacılar tarafından birçok kez -xxxSan Francisco Barış Anlaş- Japonya’ya davet edildi ve onur nişanı yağmuruna ması’nın imzalanması ve tutuldu. “Tokyo Duruşmaları” 1950’li yılların kararlarının Japonya Başbakanı Nobusuke tarafından kabulü üzerine, Kishi, yargıç Pal’ın en Amerikan işgali 1952 büyük hayranı ve yılında sona erdi. destekçisiydi. Bu arada yargıç Pal’ın Kishi “Tokyo 1.235 sayfalık karşı oy Duruşmaları”nın (A) yazısıyla ilgili yayın yasağı grubu sanıkları arasında da kaldırıldı. 1950’lerin Japon yer almış, ancak suçlu Japon ulusalcıları, Başbakanı Nobusuke “Tokyo Duruşmaları”nın Kishi, yargıç Pal’ın en bulunmamıştı. Kishi, büyük destekçisiydi daha sonra Başbakan utanç verici olduğunu savunurken, bu belgeyi de dağıtmaya olan Shinzo Abe’nin dedesi ve politik rol modeliydi. başladılar. Yargıç Pal’ın anısına kurulan Örneğin, Hokkaido Üniversitesi K a m u P o l i t i k a s ı O k u l u “Japonya-Hindistan Dostluk profesörlerinden Shi Nakajima, Derneği”nin Başkanı Hideaki Kase, bir konuşmasında şunları “Yargıç Pal” adlı kitabında, “Tokyo Duruşmalarını eleştirenlerin, Pal’ın söylüyordu:“Bizler için yargıç karşı oy yazısından seçtikleri kimi Pal’ın varlığı büyük bir huzur ve paragrafları” gündeme getirdiklerine şükran sebebidir. Japonya’nın tek dikkati çekiyor, şöyle devam ediyordu: suçlu olmadığını açıkça söyleyen “Pal, Japonya konusunda çok başka bir yabancı yok!” 55
...................................................................................................................................................................................................................................
SPORUN DÜNYASI Metin Gören
BD A⁄USTOS 2009
Ancak, daha sonra Japon B a ş b a k a n l a r ı n d a n Ya s u h i r o Nakasone’ye bir dönem danışmanlık yapan aynı Hideaki Kase, “Yargıç Pal’ın Nanjing katliamı dahil, verdiği kararın tümüyle görüş birliği içinde olmadığını, Çinlilerin ve müttefiklerin Nanjing konusunda sürdürdükleri tamamen yalana dayalı bir propagandanın kurbanı olduğunu” öne sürüyordu. Harvard Üniversitesi’nin Güney Asya tarihçisi Sugata Bose’ye göre; birçok Hintli sömürgecilik karşıtlarının, Batılı güçlerle yarışan Japonya için besledikleri hayranlık duygusu yanında, Asya’da uyguladığı yayılmacılık ve sömürgecilik politikası nedeniyle, bu ülke hakkında sahip oldukları “çelişkili” görüş ve düşüncelerini, yargıç Pal da paylaşıyordu. Sugata Bose, Hindistan bağımsızlık hareketinin lideri olan büyük amcası Subhash Chandra Bose’nin, Çin’i işgal eden Japonya’yı eleştirdiğini, ancak İngilizlere karşı bir Japon müttefiki olduğunu anımsatıyor ve diyor ki: “Güney ve Güneydoğu Asya açısından bu karmaşık bir görüş… Japonların sağladığı yardım nedeniyle bir ölçüde var olan minnet duygusu yanında, aynı zamanda ölümcül bir şüphe de vardı Japonya hakkında… Buna karşın Subhash Chandra Bose ve sömürgecilik karşıtlarının kurduğu 56
Hindistan Ulusal Ordusu, Japonya’nın yardımını kabul etmişti.” “Yargıç Pal bir Hintli olarak bütün bunları biliyordu” diyen tarihçi Sugata Bose, sözlerini şöyle noktalıyor: “…Belki de yargıcın görüşlerini, dolaylı olarak bunlar etkilemiş olabilir!” • Yargıç Radhabinod Pal, 27 Ocak 1886’da Bangladeş’in S a l i m p u r köyünde doğdu. Başkanlık Koleji’nde matematik ve Kalküta Üniversitesi’nde anayasa hukuku eğitimi gördü, 1923-1936 yılları arasında aynı üniversitede profesör olarak ders verdi. 1941 yılında Kalküta Yüksek Mahkemesi’nde yargıç; 1944 yılında Kalküta Üniversitesi’nde rektör yardımcısı oldu. 1927’de Hindistan Hükümeti’nin hukuk danışmanlığını yapan Pal, 1946 yılında “Uzakdoğu Uluslararası Askeri Mahkemesi” yargıçlığına getirildi.“ Tokyo Duruşmaları”ndan sonra, Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu üyeliğine seçildi ve 1952-1966 döneminde görev yaptı. 10 Ocak 1967’de, 81 yaşında öldü.
BGiderek u Pazar Azar
Kulüplerimizin de yads›nmayan bir sermaye gücüyle dünya futboluna büyük zarar verece¤i bu olufluma, k›y›s›ndan kenar›ndan girdi¤ini gözlüyoruz. Ekonomik krizler dünya ülkelerini akla gelmedik yöntemlerle önlem almaya z o r l u y o r. “ Y ı k ı l m a z ” , “Sarsılmaz”, “Bir şey olmaz”, “Etkilenmez” gibi klasik söylemlerle tanımlanmaya çalışılan ve her açıdan dünyanın en güçlü ülkesi konumundaki Amerika bile paketlerini açtı, gelebilecek tehlikeleri örnekler sunarak vatandaşlarına bıkmadan, usanmadan anlatıyor. Güçlü ülkelerin birçoğu örneğin, İngiltere, Fransa, Almanya bir
anlamda yelkenleri suya indirdiler, gelişmeleri dikkatle izliyorlar. Amerika’nın dünyayı saran, milyonları televizyonların başına adeta çakan NBA (Amerika Profesyonel Basketbol Ligi) bile canlılığını yitirdi gibi... Gururumuz Hidayet Türkoğlu aylarca gündem yarattığı bu ilginç pazarın Amerika ekonomisine kazandırdığı değerin tartışılmaz gerçeği ile kriz önlemlerini örtüştürmek sanırım doğru ve sağlıklı bir yaklaşım olmayacaktır. Ancak 57
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
çıkan Milan kulübü başkanından, denizin içinde boğulmakta olan onlarca kadın “Bizi de kurtar” biçiminde bir yakarış sözcüğüyle yardım istiyorlardı.
hareketlerindeki durağanlık, dünyanın en kaliteli ve ekonomik boyutları yüksek liginde de ciddi önlemler alındığının bir göstergesi biçiminde aklımıza takıldı. ugün dünyanın tartışılmaz en büyük spor oluşumlarından biri olan İngiltere Futbol Ligi’nde şampiyonluk uğraşı veren ünlü takımların birçoğunda, muhasebe hesapları yoğunlaştırıldı. Güçlü kulüpler kasalarının ticari bir söylemle “Kırmızı Bakiye” yani zarar tabloları sunmaması için çaba gösteriyor. İngiltere’nin dünyaca ünlü takımı Manchester United, “Demirbaş oyuncum” biçiminde lanse ettiği Ronaldinho’yu gözünü kırpmadan İspanya’ya uğurladı. Portekizli oyuncunun Real Madrid’e transfer oluşu, tam doksan milyon Euro’nun kulüp kasasına kısa süreli bir zaman dilimi içinde akmasını sağladı. İngiltere’nin “Sir” unvanlı İskoç teknik direktörü Alex Ferguson’un, transfere karşı çıktığını işaretleyen tepkili açıklamaları çok kısa sürdü. Olayın perde arkasından Ferguson’nun, “Sus konuşma, sonra işinden olursun” biçiminde ilginç bir uyarı aldığı ortaya çıktı. Ünlü teknik direktörün direniş söylemiyle iş garantisi arasındaki savaş kısa sürede sona erdi. Ferguson, Amerikalı patronlarına boyun eğmek zorunda kaldı. Manchester United ise bir süre daha Ronaldinho’dan gelen büyük 58
Baflbakan Berlusconi’nin tak›m› Milan krizi atlatabilmek için, Kaka’y› Real Madrid’e bavullar dolusu parayla satt›.
parayla krize karşı savaşını sürdürebilecek. Kriz, bir zamanların futbol ülkesi İtalya’yı da etkisi altına aldı. Başbakan Berlusconi’nin takımı Milan krizi atlatabilmek için, kırmızı-siyahlı formayla özdeşleştirdiği Brezilyalı futbolcu Kaka’yı Real Madrid’e bavullar dolusu parayla sattı. İtalya başbakanı ve Milan kulübünün sahibi Berlusconi’nin, İtalya’nın ünlü spor gazetesi “La Gazetta Sport”a çıkan açıklaması da ilginçti:“Kaka’yı sattım, kriz denizinde boğulmaktan kurtuldum.” talya başbakanının bu açıklaması karikatür sanatçılarına günlerce malzeme oldu. Etkili gazeteler, kadınlara düşkünlüğüyle başka üne sahip olan Berlusconi’nin karikatürlerini birinci sayfadan yayımladılar. Başbakanla ilgili bir karikatür ilginçti. Brezilyalı oyuncu Kaka kucağında, kriz denizinden sahile
Real Madrid Baflkan› Florentino Perez s›n›rs›z serveti ve taraftar deste¤iyle güç gösterisi yap›yor
Bu denli esprili yaklaşımlardan sonra madalyonun öteki yüzündeyse krizi umursamayan birçok alıcı ülke ve onların ünlü kulüpleri vardı. İspanya ve Real Madrid bu konuda liderdi. Efsane bir takım yaratabilmek için tanımı zor bir harcamaya giren Başkan Florentino Perez “Paranın hiç önemi yok. Yeter ki, Real Madrid kupaların tümünü müzesine götürsün” diyordu. Perez, bir anlamlı yarışın içindeydi. Sınırsız bir servete sahip olmanın psikolojik, ancak olumsuz oluşumları içinde hırsa dayalı bir çelişki yaşayan Real Madrid başkanı, arkasına aldığı taraftarla bir güç gösterisi de yapıyordu. Perez, son yıllarda İspanya futbolunun tek egemen gücü olan Katalanlar’ın takımı Barcelona’yı alt edebilmenin ince hesapları içindeydi. Müthiş transferler, su gibi harcanan paralar ve bir ünlü kulübün yeşil alanlarla siyasi arenalar arasında ring yolculuğu yapacak olması... Çok daha önemlisi Başkan Florentino Perez’in sağlayacağı güç... Özcesi, açamayacağı kapının bulunmadığı ve de servetine
yenilerinin katılacağı sınırsız iş sahaları... Bugün, İngiltere ve İtalya’dan İspanya’ya... Yarın İspanya’dan bir dolu ülkeye... Tüm bunlar, futbol denilen dev bir sanayinin hammaddesi insan olan bir ürüne yatırdığı çılgınlığa varan inanılmaz yatırım biçiminde algılanmalıydı. Bu pazar, giderek azar. Kulüplerimizin de çılgınlığa varmasa da azdığı ve yadsınmayan bir sermaye gücüyle dünya futboluna büyük zarar vereceği bu oluşuma, kıyısından kenarından girdiğini gözlüyoruz. Ve ayırdında olmadan demeç salvolarının, onlarınki gibi tümceler oluşturduğuna tanıklık ediyoruz. Şampiyonluk için söylemler, peş peşe üç yıl gibi erişilmesi zor zaman dilimlerine bölünüyor. Ve paranın adının olmadığı bir eylemin özümsendiğini gözlüyoruz. lkemizin yerini haritada bile bulamayanların üzerine ö r t e c e k l e r i y o rg a n l a r ı n uluslararası paraların tomarlarından oluşacağının sözünü verenlerin, günü ya da sezonu kurtarmalarıyla futbolumuzu kurtarmalarının arasındaki tampon bölgenin de ayırdında olmalıdır. Ezeli rekabetin yadsınamaz olgusuyla ülke insanını zor durumda bırakan ekonomik olumsuzluğu, bir futbol karşılaşmasının tribün keyfi hizmetine sunarsak, bu ilginç pazar ülke boyutlarını aşarak azar.• 59
BD A⁄USTOS 2009
.......................................................................................................................................................................................................................................
YAfiAMDAN YANSIMALAR Nuray Bartoschek
D
üfllerimiz de bizim, gerçeklerimiz de... Televizyonda haberleri sunan spiker “ Uluslararas› Bar›fl Görüflmesinde al›nan karara göre dünya üzerinde sürekli bar›fl› sa¤lamak için tüm silahlar›n kullan›m› yasakland›" dedi¤i anda, odadaki konuflmalar birden kesildi. Yemek masas›nda yerini almaya haz›rlanan ev halk›, “Do¤ru mu duydum?” diye soran gözlerle birbirimizin yüzlerine bakt›k.
S
“Bundan böyle yeni bir dönem bafll›yor. Bundan böyle savafllar yok, insanlar açl›k, yoksulluk ve savafllar nedeniyle ölmeyecekler. “
piker, haberi okumayı sürdürüyordu: “Kararda ayrıca ülkelerin ellerinde bulunan tüm silahların imha edilmesine, silahlanmaya ayrılan bütçenin öncelikle yoksul ülkeleri kalkındırmak için, sağlık, beslenme ve eğitim gibi öncelikli gereksinimler için kullanılmasına karar verildi. Evet sevgili izleyiciler, şu anda birlikte, tarihsel bir olaya tanıklık ediyoruz…” Annem heyecanla “ Çok şükür bu günleri de gördük” dedi. Ağabeyim “Bir dakika bugün ayın kaçı?" diye sordu.
O
nun aklından geçenleri ben bilgisayarlarının ekranlarının okudum: “Nisan ayında karşısından kalkmıyorlar, arkadaşları olmadığımıza göre Nisan Bir şakası ile "em –es- en" kullanarak olamaz sevgili abiciğim" dedim. görüşüyorlar. Hayır, hayır. Yanlışlıkla değil, Aramıza annem girdi: “Kahvaltı hazır, haydi sen koş, bakkaldan taze bilerek yazdım. Hiçbir çocuk, "msn" ekmek al" dedi bana. “Önce kendimize harflerini “me-se-ne" olarak gelelim sonra da bu güzel olayı söylemiyor. Okullara söyleşiye k u t l a y a l ı m . ” H a b e r l e r d e gittiğimde, bilseniz kaç öğrenciden duyduklarımın şaşkınlığını üzerimden "arasıra ‘çet’ yapmak" önerisi atamadan, kendimi sokağa attım. alıyorum. Bu önerilerini yapmadan Sokakta çocuklar, neşe içinde oyun önce elbette "em-es-en"im olup oynuyorlardı. Bu kez de onları olmadığını soruyorlar. görünce şaşırdım. Doğrusu, son dört yıldır “Ama dün gece belgesel aynı evde oturmamıza kanal›n› izledikten sonra karşın, bu mahallede bu bilgisayar ve televizyon d e n l i ç o k ç o c u k karfl›s›nda daha az olduğunun ayırdında zaman geçirmeye, değildim. Günün bu karar verdik.” s a a t l e r i n d e sokaklarımız genellikle boş olurdu. O anda ayağıma bir top çarptı, beni Yalnızca bizim mahallemizde değil, bu düşüncelerimden uzaklaştırdı. tüm mahallelerde de tüm sokaklar Oyun oynayan çocuklardan biri bomboş olurdu bu saatlerde.. Hatta kibarca “Çok çok özür diledi" ve oyun parklarında bile tek tük çocuklar "Amacının asla beni rahatsız etmek görürdüm arada sırada. Hani, dışarıdan olmadığını" söyledi. birisi gelse, bu şehirde hiç çocuk yok O an ayırdına vardım; kibarca sanır. özür dileyen bir çocuğun varlığını ışarıdan mı? Hangi dışarıdan meğer ne denli çok özlemiş söz ediyorum ki! Aslında olduğumun. gerçeği çok iyi biliyorum. Yalnızca Sabahtan bu yana süren bizim mahallemizde, benim yaşadığım şaşkınlığımla çocuğun yüzüne ilde değil, her yerde durum aynı. baktım.“ Sizleri ilk kez sokakta Çocuklar artık sokakta oynamak o y u n o y n a r k e n g ö r ü y o r u m " istemiyorlar; Evlerindeki dedim. "Nasıl kalkabildiniz
D
61
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
bilgisayarlarınızın karşısından?“ Çocuk tüm içtenliğiyle yanıt verdi:“Son günlerde televizyonda izlediğimiz belgesellerin etkisi sonucu sanırım“ dedi. Çocuğun yanıtı merakımı gidermekten öte, şaşkınlığımı bir kat daha artırdı. “Televizyonda izlediğiniz belgeseller mi?" diye sordum. "Sizler televizyonda belgeselleri mi izliyorsunuz?"
Çocuk bilgiç bilgiç “Yapılan araştırmalara göre televizyonun karşısında saatlerce oturmak, beyin hücrelerimizi olumsuz etkiliyormuş" dedi. "Annem hep ‘Aptal kutusu’ derdi ama ben pek ciddiye almazdım. Bilimsel araştırmalara bakılırsa annem az bile söylüyormuş. Biz de arkadaşlarımızla karar aldık, bundan böyle bilgisayar başında geçireceğimiz saatlerde sokakta oynamaya, televizyon başında geçireceğimiz ocuk yine içtenlikle yanıt verdi: saatlerde de kitap okumaya karar “Doğruyu söylemek gerekirse verdik." yakın zamana değin belgesel Her köşe başında açılan izlemiyorduk” dedi. büyük süpermarketlere “Ama dün gece belgesel Kahvalt›l›klar› ve günlük inat hala küçük dükkanını kanalını izledikten sonra gazeteleri al›p, tan›k kapatmamakta direnen yalnızca bilgisayarın oldu¤um konuflmalar› bakkal Ahmet amcanın değil, televizyonun anlatmak iste¤iyle başı kalabalıktı bugün. karşısında da daha az uçarcas›na eve geldim. Alışverişe gelen zaman geçirmeye, daha müşteriler sabah fazla açık havada haberlerinde duydukları inanılması oynamaya karar verdik.” güç haberi tartışıyorlardı heyecanla. Onun bu yanıtı ilgimi daha çok çekti: Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. "Ben dün gece televizyon ğretmen Veli bey biraz öfkeyle izleyemedim" dedim. “Ne vardı sizi karışık olarak “Onca silahı bu denli etkileyen?" hiçbir ülke yok etmez” dedi. “Hem o zaman bir tehlike karşısında nasıl savunacağız kendimizi?” Muhtar Özcan bey “Veli bey, kurtulun artık gereksiz kuşkularınızdan “ dedi ve haberin gerçekliğine yürekten inandığını gösterircesine devam etti “Bundan böyle yeni bir dönem başlıyor. Bundan böyle savaşlar yok, komşun açken, tok uyumak yok,
Ç
Ö
62
insanlar açlık, yoksulluk ve savaşlar nedeniyle ölmeyecekler. “ Birkaç kişi haberin gerçekliğine ya da “işlerliğine” kuşkuyla yaklaşırken, diğerleri bir bayram sevinci içerisindeydiler.
K
ahvaltılıkları ve günlük gazeteleri alıp, tanık olduğum konuşmaları anlatmak isteğiyle neredeyse uçarcasına eve geldim. Evde de durum farklı değildi. Kardeşimin “Geç bile kaldılar, olması gereken buydu zaten” sözüne karşılık ağabeyim hala olayın gerçekliğine inanmakta zorlanıyordu. Sabah gazetelerini elimden kapıp okumaya başlayan kızım “Aaa anne bak “ dedi heyecanla. “ Dünya çapında ün sahibi bir profesörümüz, tıp dünyasına katkısı nedeniyle bir ödül daha kazanmış. Yarın akşam cumhurbaşkanlığı konutunda ödül töreni varmış, ne güzel değil mi?” . Gazeteyi elime alıp baktım. O da ne? Bu işte bir tuhaflık var. Kızımın okuduğu haber neredeyse gazetenin yarısını kaplamış. Başlıkta kocaman puntolarla
“HOCAM, SENİNLE GURUR DUYUYORUZ “ yazıyor. Profesör, devlet büyükleri ile birlikte objektiflere mutlulukla gülümsüyor. Hemen altındaki haberi okuyorum bu kez . Engelliler maratonunda altın madalya kazanan sporcumuzun fotoğrafı var. Sporcumuz "Devletin biz engellilere, sağladığı olanaklar, bizim gerçekten yaşamın içinde yer almamızı sağladı. Bu yaşama sevinci ile ülkemize daha pek çok madalya getireceğimize inanıyorum” demiş.. Sağ alt köşede bir başka haber var : “Piyanist kardeşler ödüle doymuyor.” H ız lıc a tü m s a y f a la r ın ı tarıyorum gazetenin. İnanılır gibi değil! Sanki birisi elinde sihirli bir değnekle dokunmuş ve tüm yaşam biçimimizi değiştirmiş.
H
eyecanla “Anne, şu gazetelere bir bakar mısın lütfen? “ diyerek sandalyemden fırladığım anda, çayları doldurmakta olan kardeşimle çarpışıyoruz. Çaydanlıktaki kaynar suyun yakıcılığını o an tüm bedenimde duyumsuyorum ve acıyla çığlık atıyorum. Gözlerimi açıp uyanıyorum. Gerçeğin tüm yakıcılığını yüreğimde duyumsuyorum. Sessiz bir çığlık atıyorum. Odadakilerin hiçbirinde en ufak bir kıpırtı yok. Kimseden çıt çıkmıyor. Duymuyorlar çığlığımı,sanki... • 63
Yazan: MESUT GÜNSEV
35 Y›l
Sonra Gelen Teflekkür
Tan›nm›fl gazeteci Ergin Konuksever 35 y›l önce K›br›s Savafl›’nda yaflam›n› kurtaran Rum doktoru geçen ay K›br›s’ta buldu...
K
›br›s Türk Bar›fl Harekât›’nda, Rum mermisiyle a¤›r yaralanan ve esir düflen o dönemin Günayd›n gazetesi muhabiri, tan›nm›fl gazeteci Ergin Konuksever, 35 y›l önce yaflam›n› kurtaran Rum doktor Andreas D. Demetriades ile, bu olaydan sonra ilk kez bir araya geldi.
Irak, ‹ran, Afganistan, Pakistan ve K›br›s’ta savafl muhabirlikleri yapan Ergin Konuksever, yaflam›n› borçlu oldu¤u Rum doktoru, y›llar süren uzun çal›flmalar sonras›nda buldu. Bu arada K›br›sl› Türk kanser uzman› Ahmet Elgin’in 3 ay› aflk›n araflt›rma yapmas› ve Rum hastanelerindeki kay›tlar› inceleyip, dönemin cerrahlar›yla iletiflim kurmas›n›n da katk›s›yla, gazeteci Konuksever Rum doktora ulaflt›. Lefkofla’da Ledra Palace s›n›r kap›s›nda buluflan Ergin Konuksever 35 y›l önce yaflam›n› kurtaran Rum doktor Andreas D. Demetriades ile teflekkür yeme¤inde
ve kucaklaflan iki ayr› cephenin savafl arkadafllar›, kol kola yürüyerek KKTC D›fl Bas›n Birli¤i’nde beraber bir ö¤le yeme¤i yiyerek an›lar›n› tazelediler. Türk gazeteci ve Rum doktor Rum doktor Andreas D. Demetriades 35 y›l önce Ergin d u y g u s a l a n l a r Konuksever’in s›rt›ndan ç›kard›¤› kurflun yerlerini inceliyor... yaflarken, Rum doktor Demetriades Hamitköy’de acil do¤um yapmas› , gazeteci Konuksever’in 35 y›l önce gereken, Yüksel Ahmet isimli kad›n› dikti¤i kurflun yaralar›n› yeniden hastaneye yetifltirmek için bindi¤imiz muayene etti. Rum doktor “bundan araç yanl›fl yola sapt›. O anda sonra sen benim kardeflimsin” yan›mdaki flöförün a¤z›ndan giren ifadelerini kullan›rken, gazeteci Ergin mermiyi gördüm. Rum askeri atefliyle Konuksever ise “35 y›l sonra doktora floför an›nda hayat›n› kaybetti ve teflekkür etmenin mutlulu¤unu üzerime düfltü. Ben ise foto¤raf yaflad›m” dedi. makinesi ile elimi araban›n cam›n›n onuksever, doktor d›fl›na ç›kard›m. Bas›n diye ba¤›rd›m. Demetriades’i s›n›r Rum askeri bizi durdurdu. Asker kap›s›na kadar kol kola karn›ma silah›n› dayad› ve ‘Ben de götürdü ve bundan sonra gazeteciyim, ama bugün sen benim daha s›k görüflmek istedi¤ini düflman›ms›n’ dedi, o anda vuruldum. vurgulayarak, doktora “bunda sonra A¤›r yaralanm›flt›m, yarama havlu ‹stanbul’da da bir evin var” dedi. bast›r›p beni hastaneye kald›rd›lar.” Gazeteci Ergin Konuksever, “Hastanede kan kaybederken, 2’inci K›br›s Bar›fl harekat›nda kap›daki bir k›s›m görevlilerin, gazetecilik yapt›¤› dönemde, Rum ‘B›rak›n kanamadan ölsün’ tart›flmas› kurflunlar›yla vuruluflunu ve doktorla yapt›klar›n› anlad›m. Yine o anda bafllayan öyküsünü flöyle anlatt›; Rum hemflireler, kan kaybedip “2’inci harekat›n birinci günüydü. ölmem için karn›m› yumrukluyordu. O dönemde filmlerimizi gazeteye Tam o s›rada mavi gözlü ve genç bir doktor içeriye girdi ve o doktorun askeri helikopterle gönderiyorduk.
K
65
Fotograflar: Efkan Karatafl
ad›n› 35 y›l sonra ö¤rendim. Hemflirelere k›zd›: ‘Ben Hipokrat yemini etmifl bir doktorum, benim için Türk, Rum asla fark etmez. Sizi ameliyat edece¤im, benim gözetimim alt›ndas›n›z. Korkmay›n.’ dedi. Doktor, ayn› zamanda, bana zarar verilmemesi için kap›da önlemler de ald›rm›flt›.. O doktor, 35 y›ld›r arad›¤›m Andreas D.Demetriades’mifl.” “Tam bu s›rada arabada yan›mda olan, birlikte esir düfltü¤ümüz ve afla¤›da sa¤lam b›rakt›¤›m Anka muhabiri arkadafl›m Adem Yavuz’u karn›ndan vurulmufl halde yan›ma yat›rd›lar. Adem’i EOKA’c›lar hastanenin kap›s›nda karn›na silah›
‹ki “yeni dost” kucaklaflarak ayr›ld›lar. 66
dayayarak vurduklar› için Rum Doktor Demetriades 6 kez ameliyat etti¤i halde kurtar›lamad› ve flehit oldu.” “Aradan geçen bu süre zarf›nda bu doktora bir teflekkür bile edememek s›k›nt›s›n› yafl›yordum.” um doktor Andreas D.Demetriades ise o günleri flöyle özetledi: “Ben savafl s›ras›nda yaral› asker ve sivilleri tedavi ediyordum. Hastane Yeflil hatt›n yak›nlar›ndayd›. Bir Türk gazetecinin a¤›r yaral› olarak getirildi¤ini duydum. Normalden üç kat daha seri hareket ederek müdahale ettim. Çok kötü bir savaflt›. Yüzlerce yaral› ve ölü vard›. O gün biz Türk askerlerinin tüm Lefkofla’y› alaca¤›n› duymufltuk ve bekliyorduk. Bu asker tüm Lefkofla’y› al›r demifltik. Erken müdahalenin ne anlama geldi¤ini ve müdahale için ‘alt›n saat’in ne oldu¤unun çok iyi bilincindeydim. Çünkü 2’inci dünya savafl›nda müdahalelerin gecikmesi yüzünden yaral›lar›n yüzde 60’› öldü. Buradaki flans›m›z cephenin hastaneye çok yak›n olmas› ve müdahaleyi erken yapabilmemizdi. Yaral›n›n Rum ya da Türk olmas› benim için hiçbir anlam tafl›m›yordu ve müdahale ettim. Aradan geçen bunca zaman sonras›nda buluflmak beni çok sevindirdi. Biz bir arkadafl, hatta kardefliz.”
R
.........................................................................................
2.
Dünya Savafl›’nda Me¤er Bunlar da Olmufl… Elsie Mitchell adl› bir ö¤retmen ve befl ö¤rencisi 5 Mayıs 1945’te, Gearhart Dağı’na geziye çıkmışlardı. Öğrencilerden biri, dağın yamacında görüp merak ettiği bir demir parçasına dokundu. O anda büyük bir patlama oldu, öğretmen ve beş öğrencisi yaşamlarını yitirdiler. Olayın nedeni çok sonra anlaşılabildi: Öğrencinin dokunduğu demir parçası, Japonların Amerika’ya gönderdiği en az 6.000 “bomba yüklü balon” dan biriydi. Bu kaza, Amerikan tarihinde düşman saldırısı nedeniyle Amerika kıtasında sonu ölümle biten ilk ve tek olaydır.
Derleyen: Prof. Dr. YÜRÜK ‹YR‹BOZ
Amerikal› komutan George Patton, Sicilya’da savaş bunalımı yaşayan bir askeri hastanede tokatlamış ve bu davranışı nedeniyle Amerika’da, özellikle asker anne ve babalar arasında büyük bir tepki yaratmıştı. Patton o günlerde daha büyük bir savaş suçu daha işlemiş, fakat onun bu suçu “üzeri örtülerek kamuoyundan gizlenmişti.” Sicilya çatışmasından önce Patton birliklerine, kendi birlikleriyle aralarında 180-200 metre kalmasına karşın geri çekilmeyip, savaşmaya devam eden düşman askerlerini esir almamalarını, teslim olsalar bile öldürülme- General George Patton lerini emretmişti. Onun, büyük bir savaş suçu olan bu emri nedeniyle Sicilya’da binlerce asker ve uluslar arası hukuk, sözcüğün tam anlamıyla bir cinayete kurban gitmişlerdi. ‹ngiliz Mareflal Bernard Montgomery, ülkesinin Başbakanı Winston Churchill ile savaş süresince 67
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
birçok konuda tartıştığını, bu tartışmaların en şiddetlisini, iki adet dişçi koltuğu nedeniyle yaptıklarını söylemişti.Normandiya Çıkartması’ndan hemen sonra Mareşal Montgomery, iki adet dişçi koltuğunu gönderilmesini Mareşal Montgomery i s t e m i ş , B a ş b a k a n Churchill ise savaş sırasında bunun gereksiz bir lüks olduğunu ileri sürmüştü. Tartışmayı kazanan Montgomery, “Diş ağrısı çeken bir askerin iyi savaşamayacağı” görüşünü “bir asker olarak savunmuş”, bu taktiği sonunda savaşta ülkesinin başbakanına karşı da bir zafer kazanmıştı. Alman iflgalciler Paris’ten ç›kar›ld›ktan sonra, F r a n s ı z yetkililer ünlü modacı Coco Chanel’i, kendisinden yaşça küçük bir Alman askeriyle olan ilişkisi nedeniyle gözaltına almışlardı. Yaşı 60’ın biraz üstündeki Chanel, sorgusu sırasında olayı kabul ettiğini söylemiş, savunmasını” şu tek Coco Chanel tümceyle yapmıştı: “Benim yaşımdaki bir kadın, kendisine aşık olan bir erkekle karşılaşırsa, onun pasaportuna bakmayı aklına getirmez.” Bu savunmasından sonra yargıç, Chanel’in serbest bırakılmasına karar vermişti. 68
Stalingrad’da Ruslar taraf›ndan çevrilen Alman 6. Ordusu, 194243 kışında açlıktan ve soğuktan ölmek üzereydi. Yiyecek yoktu, yeterli giysiler yoktu ve yakıt yoktu. Berlin’den, gereksinim duyulan yardım malzemelerinin yola çıkarıldığı haberi gelince bitkin orduda bir umut rüzgarı esti. Birkaç gün sonra beklenen yardım sandıkları geldi. Sandıklar büyük bir sevinçle açıldı ama içinden çıkanları görünce tüm askerler donup kaldılar. Yanlış bir düzenleme sonuncu hazırlandığı anlaşılan yardım sandıklarından, sol çiftleri olmayan binlerce ayakkabı, dört ton baharat ve milyonlarca prezervatif çıkmıştı.
2. Dünya Savafl› s›ras›nda taraflar gaz kullanmama konusunda birbirlerine güvenmediklerinden, ellerinde zehirli gaz bulundurmaya karar vermişlerdi. Aralık 1943’de Almanlar İtalya’daki Bari limanına saldırarak, 100 ton hardal gazı yüklü bir bağlaşık gemiyi vurmuş, bu olay sonunda çok sayıda bağlaşık kuvvetler askeri, ölümcül biçimde zehirlenmişti. Gaz kurbanlarını tedavi eden doktorlar, gazın akyuvarlarda özel bir etkisi olduğunun ayırdına vardılar ve bunun kanser tedavisinde etkili olabileceğini saptadılar. Doktorlar,savaştan sonra, başta Chicago Üniversitesi olmak üzere
Amerika’nın üç üniversitesinde hardal gazı bulgularıyla ilk kanser kemoterapisini oluşturdular.
Alan Magee, 3 Ocak 1943’te Fransa göklerinde vurulan ve kontrolden çıkan Amerikan B-17 bombardıman uçağında kule topçusuydu. Paraşütü kullanılamaz durumda olmasına karşın, o yine de atladı. Yaklaşık 6000 metre yükseklikten St. Nazaire tren istasyonunun camlı tepesine düşen Alan Magee, ağır yaralandı ve bilincini yitirdi. İyileştikten sonra 84 yaşına değin yaşayan Magee’nin 6 kilometrelik düşüşüyle ilgili ayrıntılı bilgiler saptandı ama, bu yükseklikten düşen bir kişinin sağ kalmasındaki giz, bir türlü anlaşılamadı. Kimi uzmanlar, Magee’nin istasyonun tepesinin açısına uygun bir açıda düşmüş olabileceğini varsayıyor ve onun, ancak bu nedenle ölümden kurtulmuş olabileceğini ileri sürüyorlar.
Tarihe Mitsuo Fuchida gibi tan›kl›k eden kifli çok yoktur. Japon komutan Fuchida, Pearl Harbor’da ilk dalganın başındaydı ve karşı tarafta büyük şaşkınlık yaratan “Tora! Tora! Tora!” kodunu pilotlarına o iletmişti. Fuchida, altı ay sonra
Midway savaşı öncesi, Akagi yük gemisinde ani bir apandisit ameliyatı geçirdi. Uçuşa katılamadığından, Amerikan uçaklarının saldırısına hedef olmamıştı. Sonraları Hiroşima’yı ziyaret eden Fuchida atom Japon komutan bombası saldırısından Fuchida bir gün önce, bir rastlantı sonucu kenti terk etmiş, bu kez atom bombasından kurtulmuştu. Savaştan sonra, tavuk yetiştirmeyi yeğleyen Fuchida, Japonya’yı işgal eden Amerikan ordusuyla bir anlaşma yaptı ve Amerikalıların topçu birliğinin yumurta gereksinimini karşılamaya başladı. Amerikan ve Kanada askeri birlikleri, Japon iflgalcilerin kökünü kaz›mak için 1943 yılında Aleut Adaları’ndaki Kiska’ya saldırdılar. Çarpışmada en az 28 Amerikan ve Kanada askeri öldü, 50 asker de yaralandı. Bu kadar kayıp verdikten sonra Amerikan ve Kanada birlikleri, Japonlar’ın adayı haftalar önce terk ettiklerini öğrendiler ve… Günlerdir düşmana değil, birbirlerine ateş etmiş olduklarının, birbirlerini öldürdüklerinin ve yaraladıklarının ayırdına vardılar.• 69
.......................................................................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
YAZAR DEDE VE TORUNLARI Muzaffer İzgü
KUfiLUKTA
fiÖLEN VAR
Babamın azığını ben götürürüm. “Azık” mı ne? Elbette azığın ne olduğunu bilmezsiniz. Biz “Azık” deriz işte... abamın azığını ben götürürüm. “Azık” mı ne? Elbette azığın ne olduğunu bilmezsiniz. Biz “Azık” deriz işte... Annem çıkının içine bir haşlanmış yumurta koyar, birazcık peynir, birkaç tane zeytin... Varsa bir tane salatalık, bir tane de domates... İşte babamın azığı, yani kuşluğu... Uuu, siz kuşluğu da bilmezsiniz. Biz köyde iki öğün yeriz. Bir kuşluk zamanı yeriz, bir de tarladan döndükten sonra akşam yeriz. Babam sabah erkenden kalkar, tarlanın yolunu tutar. Eğer tarlada işi çoksa, annem de babamla birlikte gider. Eğer 70
Yanıtlar 151. sayfada
tarladaki iş azsa, babam yalnız gider. Annemle babam birlikte giderlerken kuşluklarını yanlarında götürürler. Ay bu kuşluk, kuşluk... Kahvaltı zamanı canım... Yani şimdi “Saat on” mu desem, “On otuz” mu desem, yo yo “Onbir” diyemem. Saat onbirde kuşluk olmaz. Kuşluk dokuzla on arası olur. Eğer babam işi bırakamazsa, on otuz da olur. İşte o zaman babam tarlamızın ortasındaki o tek ağacın altına gider. Zaten o ağacın altında babamın içeceği su da vardır. Babam suyunu 71
BD A⁄USTOS 2009
yanında götürür. Sırtını ağaca dayar, önce suyunu içer, sonra benim götürdüğüm çıkını açar, ekmeği eline alır, kocaman bir lokma ekmek koparır. nnem çağırıyor:“Hasaaan, Hasaaan!..” Dut ağacının yanında oyuna dalmışız ki, dut ağacı bile bizim oyunumuzu izliyor.“Hasaaan, Hasaaan!..” Aman, aman, aman... Şimdi annem kızar. Arkadaşlarım soruyorlar: “Babana azık mı götüreceksin Hasan?” Başımı sallıyorum:“Hııı...” “Biz de gelelim mi Hasan?” Başımı kaldırıyorum: “I-ıh...” “Atınla mı gideceksin Hasan?” Başımı sallıyorum: “Hııı...” Atım mı? Tahta atım canım... Bir tahta parçasını elimle tutup bacağımın arasına alıyorum, öteki elimde de kamçı...Vuruyorum bacağımın arasındaki tahtaya...“Uç Kuş atım uç!..” Atımın adı Kuş... O tahta parçasını babam buldu, babam oydu, en ucuna at başı gibi bir şey yaptı. asaaaan, Hasaaaan!..” Annem iyice kızmış, belli... Uçtum gittim eve... Annemin elinde babamın azık çıkını...“A oğlum, babacığın iyice acıkmıştır, neredesin?” “Geldim anneciğim geldim. Bağla çıkını sırtıma...” Uuu, kapının yanında Kuş’um beni bekliyor, kişniyor, kişniyor, “Haydi bana bin, beni uçur!..” diyor. 72
BD A⁄USTOS 2009
Uçuyoruz. Topraklı yolda ikide bir arkama bakıyorum, bakalım Kuş’um toz çıkarıyor mu, çıkarmıyor mu? Çıkarıyor. Hem de nasıl toz... “Deh Kuş’um deh, babam çok acıkmıştır. Gözü yoldadır. Hasan’ını bekliyordur.”Dıgıdık, dıgıdık, dıgıdık... Kiraz ağaçları dallarını sallıyorlar, yapraklarıyla bana göz kırpıyorlar.
üle güle Hasan... Koştur Kuş’unu, baban çok acıkmıştır” diyorlar. Evet biliyorum, çok acıkmıştır. Ama şimdi ya o kiraz ağaçlarının üzerinde kiraz olsaydı, hı, kırmızı kırmızı sulu sulu, ballı ballı... Ve hepsi birden bağırsalardı: “Kopar beni Hasan, ye beni Hasan!.. “Ben de bağırmaz mıyım? Bağırırım: “Kiraz zamanı sevgili kiraz ağaçları, kiraz zamanı...” Şu deredeki suya da bak, benimle
yarış ediyor. Sen beni geçemezsin. Şimdi atıma bir “Deh” daha dedim miydi, görürsün sen!.. “Deh Kuş’um deh...” en de hep önüme çıkarsın karatavuk... Niye sana “Karatavuk” demişler ki? Kuş olmaya kuşsun, ama tavuk değilsin. Haydi, “Kara civciv” deseler olurdu. Niye olurdu? Çünkü öyle tavuk gibi kocaman değilsin. Karatavuk, sırtımdaki çıkına bakıyorsun değil mi? O çıkın babamın karatavuk... Sen git yiyeceğini bul. Şimdi babam yola bakıyordur, tozu gördü müydü, bilir ki ben yaklaşıyorum. Cık, gelme ardımdan karatavuk... Babam öyle acıkmıştır ki, sana hiçbir şey vermez. Küstün mü bana? Canım ne bileyim ben, bugün geciktim de... Ama istersen ardım sıra gel, babacığım sana da bir iki lokma ekmek atar. u kirpiye de bak... Benden korkmadı canım, atımdan korktu. Büzüldü, kıvrıldı, bir torbacık oldu. O torbanın içinde kirpicik var. Kirpicik şimdi atımın ayaklarının sesini dinleyecek, ses kesildi miydi, yavaş yavaş yumağını çözecek, oklarını bir bir açacak, sonra ardımdan gülümseyecek. “Hıh, beni torba sandı” diyecek. Sanki ben onun kirpi olduğunu bilmiyorum. Eh, kirpi aklı işte... Yoruldun mu atım? Acaba Kuş mu yorulmuş, yoksa benim bacaklarım mı?
Hayır hayır dinlenemem. Şunun şuracığında ne kaldı ki? Kargan çiçekleri rüzgarda dans ediyorlar. Sarı güz çiçekleri, karganları alkışlıyorlar, balarıları çiçekten çiçeğe konarak vızvız türküsü söylüyorlar. tım mı? Sık sık solumaya başlıyor. Babam bağırıyor: “Hasaan!..” geldim, vardım baba vardım.” Evet vardım. Babam elini yüzünü yıkıyor, lıkır lıkır su içiyor. “Ne vardı öyle koşacak oğlum?” “Ben koşmadım baba, Kuş’um koştu.” Babam başımı okşuyor, çıkını belimden çözüyor, düğümü açıyor. Babamın azığı, ama içinde iki tane haşlanmış yumurta var. Niye iki tane? Çünkü biri benim...Ay ay, Sarıkız, demek ki iki gün üst üste yumurtlamış. O zaman bir yumurta kimin? Hasan’ın... Belki de yumurt l a r k e n bağırmıştır: “Gıt gıt gıdak, yumurtam sıcak, biri Hasan’ın olacak!..” Koşmuşum, yorulmuşum, karnım da acıkmış. Haydi bakalım yıka ellerini Hasan... Babam kocaman bir bazlama parçası uzattı bana... Umh, mis gibi kokuyor. Bir ısırık... 73
.......................................................................................................................................................................................................................................
GÖZLEMLER, ‹ZLEN‹MLER Engin Ünsal
BD A⁄USTOS 2009
ooo, yumurtamın kabuğunu kimseye soydurtmam. Onun kabuğunu ben soyacağım. Çıtır çıtır, hop bu yandan, çıtır çıtır, hop öteki yandan... Ay soyduğum yumurta titriyor. Korkuyor mu acaba? Ay hiç yumurta korkar mı Hasan? Uf, annem karma da yapmış. Böyle kağıdı külah yapmış, içine karabiber, kimyon, kırmızı toz biber katmış. Şimdi bu karışıma bana bana yumurtamı yiyeceğim. Babam bir tane yeşil biber uzatıyor. Hart biberden, hap yumurtadan, hüp sudan... Babamla hiç konuşmuyoruz; ama gözlerimizle konuşuyoruz. Babam Sarıkız’ın yumurtasının çok lezzetli o l d u ğ u n u s ö y l ü y o r, b e n d e bazlamanın tadının çok güzel olduğunu söylüyorum. Kuşlukta şölen var. Annem kayısı kurusu da koymuş, erik kurusu da koymuş. Uf onların kokuları, balları... abam yastıkları gösteriyor. Yok canım, öyle başımızı koyup yattığımız yastık değil bunlar... Ona “Yastık” diyorlar işte, böyle hazırlanmış toprak, yanına küçücük arıklar açılmış. İşte babam bu arıkların yanına bir şeyler ekecek. Bilmem ki ne ekecek? Ektikten sonra direkler dikecek, direklerin arasını da naylonla kapatacak. “Ah oğlum yaptığım şey çok ilkel... Bunun gelişmişi sera, ama ben onu yapamıyorum” diyor. Ben seranın ne 74
olduğunu bilmiyorum. Babam yorulmuş, ama biliyorum işi çok... Akşama dek çalışacak. Ben biraz sonra atıma binip köyün yolunu tutacağım. “Ben gidiyorum babacığım...” “Güle güle oğlum...”Babam arkamdan bağırıyor: “Yolda oynama, dosdoğru köye git.” “Peki baba...” Haydi bakalım Kuş’um, düş bakalım köy yoluna... Konarak, göçerek, lale sümbül biçerek, Kuş’umla söyleşerek, tozu dumana katarak, sonbahar rüzgarını yutarak...”Uç Kuş’um uç!..” Şimdi eve varınca yine acıkacağım. Ühüü yumurta içimde eridi, bitti. Şöyle kocaman bir bazlama alırım, üzerine yağ sürerim, toz şekeri de gezdirdim miydi üzerinden, uf uf uf!.. Amanın bazlamanın neresinden ısırsam? Bağırdım: “Haydi kirpi gel benimle... Sana yağlı şekerli bazlama vereyim.” Yok ki... “Haydi karatavuk düş arkama... Sana mısır tanesi vereyim.” Yok ki... Nereye gitmiş kimbilir? “Güz çiçekleri siz gelin. Dut ağacının altına gelin. Arkadaşlarım oradadırlar, hep birlikte çiçek şarkıları söyleyelim.” “Kiraz ağaçları siz hiç yerinizden kıpırdamayın, benim kirazlarımı hazırlayın. Şurada kiraz zamanına ne kaldı ki? Yakında okullar açılacak, ablamla bineceğiz minibüse, taşınacağız okulumuza, birinci dönem bitecek, ikinci dönem bitecek, bahar gelecek. Aaaa, bir de bakacağız ki, gelinliklerinizi giymişsiniz kiraz ağaçları...•
ir "A¤abey Görevi" Yapt›k Balkanlarda H
Kosova’n›n ikinci büyük kenti Prizne
aziran ayının başlarında Türkiye önem kazanıyordu. Yeni cumhuriyetlerin Otel Lokanta ve Eğlence Yerleri İşçileri çalışanları ve işçi önderlerinin bu konuda Sendikası (TOLEYİS) Genel Başkanı yeterli birikimi yoktu. TOLEYİS ve onun Cemail Bakındı’dan Kosova’nın Prizren genel başkanının öncülüğünde kurulan kentinde yapılacak bir seminerde tebliğ Avrasya Federasyonu bu konuda bir sunmak üzere davet aldım. Sayın görev üstlenmiş ve Balkan sendikalarına Bakındı, seminerin içeriğini anlattığında bilgi yardımında bulunup onların yolunu aydınlatmaya konunun çok önemli çalışıyordu. Cemail olduğu anlaşılıyordu. Başkan bu girişime Balkanlar’da, özellikle “ M i s y o n e r yeni kurulan cumhusendikacılık yapıriyetlerde, sendikacılık yoruz” diyerek çok yeni bir kavramdı. önem veriyordu ve Liberalleşmeye çalışan bu yüzden bu güzel bir ekonomik yapı girişime destek içinde işçilerin sendiTürk sendikac›lar, Prizne’de sendikac›l›¤› vermek gerekiyordu. kalarda örgütlenmesi anlat›p, bilgilerini paylaflt›lar.
75
BD A⁄USTOS 2009
o s o v a ’ y a s e n d i k a n ı n ve yol yenileme çalışmalarını büyük m i n i b ü s ü y l e g i d e c e k t i k . bir hızla sürdürmeye devam ediyordu. Sendikanın yöneticileri, iş yerlerinden Kavala, Antalya benzeri bir kent... Yüksek dağların ve t e msi l c i a rk ad a ş l ar, ormanların arasından deniz Kocaeli Üniversitesi’nden Kosova’daki kenarındaki kente Yrd. Doç. Dr. Sayim iflçiler yeni iniyorsunuz. Deniz kenarı Yorgun ve ben, 10 Haziran çiçekler içinde, lüks sabahı çok erken bir saatte liberal düzene villalarla dolu... Kavala’ya yola çıktık. kısa zamanda veda edip Cemail Başkan, önde, nas›l uyum Selanik’e doğru yol aldık. kendi kullandığı arabayla sa¤layacaklar›n› Atatürk’ün doğduğu kente bize kılavuzluk yapacaktı. gelmek bizi çok Başkan, Balkanlar’ı avucubilmiyorlard› heyecanlandırdı. Otele nun içi gibi bildiği için onun yerleştikten sonra sahilde öncülüğü bize yaşamda dolaşmaya başladık. Selanik, aynen görmemiz çok zor olan yerleri görmemizi İzmir... Kordon boyuna sıralanmış sağladı. yüksek apartmanların ortasına psala Sınır Kapısı’ ndan geçtikten kurulmuş bir parkta Atatürk’ü, sonra Yunanistan’ın Kavala kentine devrimlerini, onun büyüklüğünü doğru yol aldık. AB üyesi olan konuşurken Atatürk’ü ve Yunanistan, AB fonlarıyla mükemmel Atatürkçülüğü küçümseyenlerin yollar yapmış, tünelleri ışıklandırmış Türkiye’ye nasıl bir ihanet içinde olduğunu anımsadık ve bu yüzden tutuklanan aydın insanları üzülerek andık. Ertesi gün ilk işimiz, büyük önderin doğduğu evi ziyaret etmek oldu. Anı Toleyis Sendikas› Baflkan› d e f t e r i n e o n u n Cemail Bak›nd› aydınlık yolundan söz ve Engin Ünsal Prizne’de eden yazılar yazdık. Makedonya’ya gitmeden Manastır ve Gümülcine kentlerine uğradık. Osmanlı’nın izlerini canlı tutan bu kentlerde onun torunlarıyla özlemle kucaklaştık. Buralarda yaşayan
BD A⁄USTOS 2009
T ü r k l e r, d i l l e r i n i , d i n l e r i n i , kaplamış. Köyleri, kasabaları iki katlı geleneklerini büyük bir titizlikle villa tipi evlerle dolu... Evlerin korumuşlar. bahçeleri sanki birer çiçek tarlası... ümülcine’de, Çukur Çayevi’nde Suyu bol bir ülke Makedonya... çaylar, Türk kahveleri içtik. Kaynak suların beslediği Ohri Çayevi, Osmanlı Çarşısı’nın içinde... Gölü’nün çevresini dolaştık. Gölün Tüm dükkanlar Türkler ’in... kendisi, çevresini kaplayan evler, Çayevinde Türk içecekleri satılıyor oteller birer mimari şaheseri... O gece ve Türk televizyon kanalları O h r i ’ d e k o n a k l a d ı k . O h r i , seyrediliyor. Gümülcine sanki Balkanlar’ın Paris’i... Burada da Türkiye... Sendikanın Türkler’in yoğun olduğu minibüsü üzerine, iş yerleri, lokantalar var. Selanik’te sendikanın adı, yasalardan Türkçe konuştuğumuzu Atatürk’ü ve işçiye güvence sağlayan duyan insanlar hemen kimi maddeler Türkçe çevremizi sarıp bize eserlerini yazılmış, Türk bayrakyardımcı olmaya, dostluk küçümseyenlerin larıyla halay çeken işçi k u r m a y a ç a l ı ş t ı l a r. nas›l bir ihanet Hepsinde bir Türkiye kızlarımızın resimleri boyanmıştı. Minübüsü içinde olduklar›n› özlemi var ve Türk gören Türkler hemen hükümetinin ilgisizan›msad›k. çevremizi sarıyor ve bizden liğinden uzun uzun anavatan haberleri yakındılar. soruyordu. Hepsinin bir Türk kentinde osova, Sırp zulmünden yeni akrabası, Türkiye’de okuyan çocukları kurtulmuş, harap bir ülke... Sırp olduğunu öğreniyoruz. Hepsi sımsıcak kıyımı sırasında çok kayıp vermiş, duygularla bizlere sarılıp yardımcı evleri bombalanmış, kadınları zulüm olmak istiyorlardı. görmüş. Çoğu Arnavutluk’a sığınmak Makedonya, yeni bir Balkan zorunda kalmış. Hem Makedonya cumhuriyeti... Çok güzel bir doğası hem de Kosova’da Hristiyanlar’la var. Dağları yemyeşil ormanlarla Müslümanlar arasında bir çekişmenin kaplı... Üzüm bağları, meyve bahçeleri varlığı açıkça gözleniyor. Üsküp’te tüm yerleşim alanlarının çevresini dağın tepsine kocaman bir haç dikilmesi bunun açık bir göstergesi... Prizren’de seminer iki gün sürdü. Gümülcine Osmanl› Karadağ, Bosna-Hersek, Arnavutluk, Çarfl›s›’nda Makedonya’dan katılan sendikacılara Çukur ekonomik kriz, özelleştirmeler ve Kahve 77
.......................................................................................................................................................................................................................................
B‹R BAfiKA BAKIfi Cheryl Tanrıverdi
BD A⁄USTOS 2009
bunların sendika özgürlüğü üzerindeki olumsuz etkilerini anlattık. osova İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Haxhi Arif, Kosova’da yapılan özelleştirmeyi “yüzyılın soygunu” olarak tanımladı. Galiba siyaset tüm ülkelerde aynı biçimde işliyor. Bu ülkelerde sendikacılık oldukça yeni... Kosova’nın bir iş yasası, bir sendikalar yasası yok. Birleşmiş Milletler uzmanları onlara yardımcı olmaya çalışıyor. Bu genç cumhuriyetlerin insanlarına hüzünlü bir vedadan sonra sabah erkenden yola çıktık. Bulgaristan’dan çıkmadan Haskova adlı kente uğradık. Kentin tüm sokaklarında, parklarında ıhlamur ağaçları vardı. İlk kez tümüyle ıhlamur kokan bir kent görüyordum. “Neden bizim belediyelerimiz sokaklara, parklara ıhlamur ağacı dikmezler?” diye sorguladım.
T
rafik polisi, aşırı hız yapan motosikletli bir genci durdurdu ve gence yüklü bir ceza yazdı. Acele bir işi olduğu belli olan genç, heyecanlı bir biçimde birşeyler anlatmaya çalıştı, fakat polis kendisini susturdu, “Tek sözcük daha söylersen, seni karakola götürür, polise karşı gelmekten gözaltına alırım” dedi. Heyecanlı genç bu uyarıya aldırmadan yeniden konuşmaya kalkınca, trafik polisi “Seni uyarmıştım” diyerek genci karakola götürüp gözaltına aldı. İki saat sonra trafik polisi, gencin yanına geldi ve 78
A¤ustos’taki ›fl›k flölenine davetiyeniz var
Üsküp tepesine dikilen haç müslümanhristiyan çekiflmesinin aç›k göstergesiydi.
Tüm gün yolculuk yaptık. Yola çıktıktan onsekiz saat sonra evimin önündeydim. İngilizce’de bir deyiş var: “East or west, home is best” (Do¤u ya da bat›, ama en güzeli evim). Yatağıma uzandığımda bu sözün doğruluğuna hak verdim.• onu biraz olsun avutmak istedi, “Bir saat sonra başkomiser gelir ve eminim seni serbest bırakır” dedi. ”Çünkü şu saatlerde kızının düğünü var ve kesinlikle keyifli döner.” Genç, başını iki yana salladı, “Hiç de keyifli döneceğini sanmıyorum ” dedi. “Çünkü damat benim...”• ‹nsan Ömrü: •‹lk baflta anne-babalar›m›z›n çocuklar› •Sonra çocuklar›m›z›n anne-babas› oluruz •Daha sonra anne-babam›z›n anne-babas› •En sonunda da çocuklar›m›z›n çocuklar› oluruz
"Perseid" gök tafl› ya¤muru yaklafl›yor ğustos ayında gece gökyüzüne bakarsanız, disko ışıklarından ya da büyük bir kentin silüetinden çok daha göz alıcı bir ışık gösterisine tanıklık etme şansına erişebilirsiniz. Bu gösteriyi ön sıralardan izleyebilirsiniz, bilet satın almanıza gerek yok. Üstelik, gözleriniz dışında hiçbir şeye gereksinim duymayacaksınız. Ajandanıza bunu ekleyin! “Perseid” (kahraman) Gök Taşı Yağmuru’na az kaldı! Ortaya çıktıkları takımyıldızlardan adını alan “Perseid” gök taşlarının yıldızlarla bir ilgisi yok aslında... “Akan yıldız” ya da “Kayan yıldız” olarak da
A
adlandırılan gök taşı, bir yıldız değil... Uzaydan atmosfere yüksek hızla giren parçaların çok ısınıp hava parçacıklarına sürtünerek yanmaya başlamasıyla ortaya çıkıyor. Yanma sonucu ortaya çıkan ışık izlerine “Gök taşı” (Meteor) deniyor. er yıl ağustos ayında Dünya’ya, “Swift-tuttle” Kuyrukluyıldızı’ndan taş ve toz parçacıkları gelir. Küçük parçalar atmosfere girdikçe, “Perseid” Gök Taşı Yağmuru olarak bilinen olağanüstü ışık gösterileri kimi zaman sergilenir. Bu yıl gösterinin en yoğun olacağı gecenin 12 ağustosu 13 ağustosa
H
79
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
bağlayan gece olması bekleniyor. Eğer o gece gökyüzü açık, bulutsuzsa ve ay ışığı çok yoğun değilse, hep anımsanmaya değer bir gökyüzü gösterisine davetli olabilirsiniz. ki yıl önce –ay küçük yarım ay biçiminde olacağından– özellikle de 13 Ağustos 2007’nin sabah erken saatlerinde gök taşlarının rahatlıkla görülebileceğini okumuştum. Gökyüzü çok karanlık olacaktı ve gök taşları siyah fonda görülebilecekti. Gece iki buçukta uyandım ve şezlongta arkama yaslanıp gökyüzünü izleyerek birkaç saat geçirdim. Gözlerim
‹
karanlığa alıştıkça, orada burada ışık alevlerinin ayırdına varmaya başladım. Kimisi kısa ve kesik kesik kıvılcımlar biçimindeyken kimisi uzun ve büyük çaplı ışıklardı. O soldaki bir gök taşı mıydı? Peki ya şu sağdaki tepedeki? Heyecanım arttıkça saymaya başladım. Kısa sürede 24 tane saydım. Kimi kişiler daha şanslı oluyor ve yüzlercesini görebiliyorlar; ancak ben de kendi sonucumdan sevinç duymuştum.”Perseid” Gök Taşı Yağmuru, yıl boyu gerçekleşen çok 80
sayıda gök taşı yağmurundan yalnızca biri aslında... Bilim adamlarına göre, dünyada her gece gök taşı oluşuyor. Sayı belirgin bir biçimde artınca buna gök taşı yağmuru deniyor. “Perseid” Gök Taşı Yağmuru en gözde olanlardan biri; çünkü yazın sıcak gecelerinde gerçekleşiyor ve birçok kişi tatildeyken gökyüzünü izlemeye zaman buluyor. Ç oğu gök taşı o denli küçük ki onların ayırdına bile varmıBüyük uzay yoruz. Toz zerreleri kayaları bile gibi görünebilirler; ancak saniyede 70 yeryüzüne kilometreye değin ulaşmadan inanılmaz bir hızla atmosfere ilerleyebiliyorlar. çarpıp küçük Çoğu, dünya yüzeyinin 100-200 parçalara kilometre üzerinayrılıyor deyken yanıp parçalara ayrılıyor. Büyük uzay kayaları bile henüz yeryüzüne ulaşmadan atmosfere çarpıp küçük parçalar biçimini alıyor. Dünya’ya ulaşanlar ise “Meteorite” (yere düşen gök taşı) olarak biliniyor. zmanlar, çoğu çok küçük olmak üzere her yıl yaklaşık 500 gök taşının yeryüzüne ulaştığını tahmin ediyorlar. Bilinen en büyük gök taşı olan, güneybatı Afrika’daki 54 bin kilogramlık Hoba Gök Taşı’nın Dünya’ya 80 bin yıldan uzun bir süre önce geldiği düşünülüyor. Çağlar boyu, kimi kanıtlanan kimiyse kanıtlanamayan birçok gök taşı öyküsü ortaya çıkmıştır. Çoğu kimse,
U
1954 yılında Ann Hodges’in evine düşen 4 kilogramlık göktaşı
dinozorların soyunun tükenmesini bir gök taşı çarpışmasına bağlıyor. Büyük toz bulutlarına neden olan çarpışmanın güneşi kapattığına, bitki ve hayvanlar arasındaki dengeyi bozduğuna inanılıyor. Ann Hodges 1954 yılında oturma odasının çatısından giren 4 kilogramlık bir gök taşı nedeniyle yaralanmış. Gök taşı, Alabama Doğa Tarihi Müzesi’nde sergileniyor. Haziran 2009’da, 14 yaşındaki alman Gerrit Blanke, bezelye büyüklüğünde bir gök taşının sol elini yaraladığını iddia etmiş. Ancak uzmanlar onun bu öyküsüne inanmamış. Kişilerin gök taşlarını izlerken ciddi biçimde yaralanmalarıyla sonuçlanan, kayıtlara geçen hiçbir olay bulunmuyor. Gök taşı yağmurunu en iyi biçimde izlemenin yolu kentten uzaklaşarak gökyüzünün iyice karanlık ve çevrenin açık olduğu bir yere gitmek... Hava karardığında gök taşları izlenebilir olsa da, en büyük gösteri gece yarısı ve sabaha karşı gerçekleşir. Ciddi gözlemciler ufukta uzun süreli gök taşları görmeyi umarak akşam erken saatlerde gökyüzünü izlemeye başlarlar. Bu güzel ışık görüntülerine sıklıkla
rastlanmadığından, biri için bile tüm gece gökyüzünü izlemeye değer. Uzunca bir süreç olacağından, rahat bir sandalyede oturmak ya da yere uzanmak en iyisi... Ağustos ayında gök taşlarını görebilmek için, kuzeydoğu yönünde “Perseid” Takımyıldızına doğru bakmalısınız. Dışarıda birkaç saat geçirmeyi planlıyorsanız, yanınıza böcek kovucu, içecek, bir hırka ya da battaniye alabilirsiniz. Dürbün ve teleskop işe yarasa da, görüş alanınızı daraltır. Gözlerinize güvenip gökyüzünün olabildiğince büyük bölümünü görüş alanınıza almak daha iyi olacaktır. Yakınlarda bir gözlemevi varsa, böyle zamanlarda herkese açık geceler düzenlenebileceğini unutmayın. ugün eski çağlara oranla dünyamız ve güneş sistemimizle ilgili çok daha fazla bilgi sahibi olsak da, o zamanlar kişilerin “kayan yıldızları” doğaüstü güçler, melekler, kızgın tanrılar ve gezgin ruhlarla nasıl bağdaştırdıklarını imgelemek güç değil. “Yıldızların Dansı”, “Altın Yağmuru” ya da “Ateş Yağmuru” gibi renkli adlar doğaüstü durumları tanımlamada kullanılırmış. Batıl inançlar üretilmeye devam edilmiş, kişiler kayan yıldız görünce dilek tutmaya başlamışlar. Şimdi gök taşının oluşum nedenleri belli, ancak siz yine de eğlence olsun diye dilek tutmak isteyebilirsiniz. Eğer öyleyse, 12 Ağustos gecesi uyanık olun ve “Perseid”leri zirveye ulaşırken izleyin!•
B
81
.......................................................................................................................................................................................................................................
HAYVANLARIN DÜNYASI Erdoğan Sakman
SUDOKU Nüket Alicikoğlu
Sudokuyu Yapamayanlar İçin
Sudokusuz Yapamayanlar İçin Yanıtlar 151. sayfamızdadır.
Is›nmak zorunda olan y›lanlar samanlar üzerine yatarak, gevifl getiren s›¤›rlar›n (özellikle ineklerin) kar›nlar›n›n alt›na girerek k›sa sürede ›s›nabileceklerini bilirler. Sığırların otlatıldıkları meralarda içecekleri su da bulunur. Bu su kaynakları ya dereler ya da geniş havuzlar yapan gözelerdir. Bu gibi suların varlığı sayesinde çevrede birçok hayvan yaşar. Özellikle kurbağalar ve yetişen bol tohumlu bitkilere yaşamları bağımlı sıçan ve fareler başta gelirler. Fare ve sıçanların varlığı ve su bulunması özellikle su yılanlarının yöreye yerleşip üremeleri için iyi bir başlangıçtır. Kurbağaların varlığının sonucu, “İribaşlar” denilen
yavrularıdır. Su yılanları bunları baş av sayarlar. İribaşların su içinde çok hareketli olmaları su yılanlarını oldukça yorar ve çevrenin soğuk sularında avlanırken vücut ısıları da düşer. Bir süre avlandıktan sonra ya güneşlenmek amacıyla dışarı çıkıp kıvrılarak yatarlar ya da ve özellikle bulutlu havalarda ısınacak başka yerler ararlar. Bu gibi yerler, ya kuru otlar ya da samanlıklar ve ahırlardır. Taze hayvan gübresinin çıkardığı gazlar tüm ahırı adeta kalorifer varmış gibi ısıtır. A h ı r l a r ı n bulunmadığı yerlerde “Tokat” adı verilen, kalın dal saplarıyla çevrilip yükseltilmiş yerlerde de ısınmak olanaklıdır. Isınmak zorunda olan yılanlar (ısınmazlarsa hızlı hareket edemezler 83
82
BD A⁄USTOS 2009
...........................................
......................
...
Şans oyunlarına meraklı arkadaşına sordu: “Her hafta loto, toto oynuyorsun... Diyelim 500 milyar lira kazandın, ne yaparsın?” Yanıt anında geldi: “Paranın yarısını hemen patrona verir, işten atılma korkusu olmadan yaşamımın sonuna değin gül gibi yaşarım...”• 84
u manzarayı görenler geriye d oğru düşünüp yılanın davranışının nedenini bulmaya çalışmadan, çevrelerine yılanın inekten süt emdiğini gözleriyle gördüklerini yayarlar. Yılan değil inekten hiçbir hayvandan süt emecek yapıda değildir. Yılanın davranışını doğru açıklayabilmenin temeli, doğayı yakından inceleyip iyi tanımaktır.•
...................................................
...............................................................................................
ve kolay avlanırlar) bu gibi yerlere gelir ve samanlar üzerine yatarak, geviş getiren sığırların (özellikle ineklerin) karınlarının altına girerek kısa sürede ısınabileceklerini bilirler. İnekleri seçmelerinin nedeni, sütleri sağılırken ya da alınırken insan eli ya da buzağı, danaların ağızlarının değmelerine alışkın olduklarından yılanın sürtünmesine pek aldırış etmemeleridir. akat ineğin tehlikeli olacak biçimde yan değiştirmelerinden kendini koruyamayan bu üşümüş yılanların en doğal tepkileri ineği ısırmak olur. Yılan için ısırılmaya en uygun yer, karşısındaki canlının en yumuşak bölümü ya da memeleridir. Yılan memeyi ısırınca inek acı acı homurdanır. Bu sesi bakıcılar iyi tanırlar ve hemen koşup geldiklerinde yılanı sanki süt emiyormuşcasına memelerden birini ağzına almış bulurlar.
Bir grup eski arkadaş, yarım yüzyıl önce mezun oldukları okullarının mezunlar lokalinde toplanmış, sohbet ediyordu. Birden, masalardan biri üstünde duran bir cep telefonu çaldı. Topluluktan biri kalktı, telefonu açtı. Ötekiler, şu konuşmaya tanık oldular: “Alo, merhaba.” “Merhaba canım, kulüptesin değil mi?” “Evet.” “Çok iyi! Ben de bir kürkçü mağazasındayım. Burada çok güzel bir kürk beğendim. Fiyatı yalnızca 5000 dolar. Satın alabilir miyim, canım?” Adam, duraksamadan yanıt verdi: “5000 dolarlık bir kürk mü beğendin, karıcığım? Bana sormana ne gerek var, elbette satın alabilirsin.” Ve karşıdan gelen sevgi sözcüklerine aynen karşılık verdi: “Hoşçakal canım... Ben de seni çok seviyorum.” Konuşma bittikten sonra adam, elindeki cep telefonunu havaya kaldırarak arkadaşlarına sordu: “Bu telefon hanginize aitti?” •
ÇOCUK BÜYÜKLER, BÜYÜK ÇOCUKLAR ‹Ç‹N Ali Murat Erkorkmaz
‹
‹nsanlar düflünürken
nsan düflünen hayvand›r derler. dinozorlar nereden gelebilirler, nas›l Derler, derler de acaba bu ne avlan›lacak, yemekte kim kimin derece do¤ru bir yaklafl›md›r? yan›nda oturacak, di¤er kabile Hayvanlar hiç mi bireylerine derdini nas›l düflünemezler? ‹nsan ne zaman Henüz anlatacak, bunlar›n hepsi sorun. düflünür, ne zaman içgüdüsüyle konuflma Henüz konuflma keflfedileme hareket eder? keflfedilemedi¤inden konuya ‹lk ça¤lara gidelim. Bgo, 28 di¤inden uygun sesler ç›kartarak kiflilik bir homo-sapien, yani konuya iletiflim kurmak gerekmektedir. insan toplulu¤unun reisidir. uygun sesler Ee, hal böyle olunca da ifller Aya¤a dikilip de homo-erectus ç›kartarak baya¤› zorlafl›yor say›l›r. olamam›fl maymunlara tafl iletiflim Diyelim ki Bgo ç›kart›rcas›na gururlu bir sa¤lanmak- arkadafllar›na “Ben biraz yaln›z yürüyüflle kabilesini birlik ve tad›r. kal›p tekerle¤i icat etmek beraberlik içerisinde müreffeh istiyorum” diyecek. Yand› yar›nlara götürmeye çal›flmaktad›r. garibim. Gel de garip sesler ç›kartarak Yapacak çok ifli vard›r. Öyle ya, anlat tekerlek nedir diye. ünyas›nda
85
BD A⁄USTOS 2009
D
çiçek böcekten baflka fazla bir fley yok. Üstün zekal› bir kabile arkadafl› olan Mnog çok ileri görüfllüdür. O kendi aleminde yaflamak zorundad›r çünkü kimse onun ne demek istedi¤ini bir türlü anlayamaz. Gelin Bgo ile Mnog aras›nda geçen flu küçük diyalo¤a kulak verelim: Bgo: Grrr. Gnamana grogg mongrorgg. (Tercümesi: Haydi yürü karfl› ma¤araya dev sinek avlamaya gidelim) Mnog: Olmaz, gelemem. MP3 çal›c›s›n› ne zaman icat edeceklerinin hayali kuruyorum. Bgo: Groggo mrog ggnumma gramma kroggo m›roggo g›rrr. (Tercümesi: Yaaa..) Mnog: Düflünsene bir zaman gelecek bütün ma¤aralara ADSL ba¤lanacak. Bgo : Gnomg. (Tercümesi: Dev sinekler bugün var, yar›n yok. Kes z›rvalamay› da gidip toparlayal›m flunlar›.) Mnog: 3G bile olabilecek. Hatta 3H, ve 3I bile olabilecek, yeter ki boru hatt› projesini bitirip ma¤aralar› ›s›tabilelim. Bgo: Gnommog gror nmog nmog. Honk. (Ulen kaç yafl›na geldin hala konuflmay› k›v›ramad›n, söylediklerinden hiç birfley 86
BD A⁄USTOS 2009
anlayamad›m. Ben gidip dev sinek avlayaca¤›m. Geldin geldin, gelmedin aç kald›n. Yengelere anlat›rs›n. Mnog: Karn›n m› a¤r›yor, niye garip sesler ç›kart›yorsun? ‹flte siz de duydunuz konuflulanlar›. Bgo’nun düflünecek fazlaca birfleyi yok. Ö¤renmesi gereken bilgi miktar› “ancakl›k” durumda. Oysa Mnog bu fasikülü tamamlam›fl. ‹lgi duysun duymas›n, düflünmesi ve yapmas› gereken çok fazla “fley” var. Art›k hepimiz birer Mnog durumunday›z. Cern’de ne deney yap›l›yor bilmek zorunday›z. Afganistan’da bugün kaç kifli öbür Dünya’ya yolland›, Irak petrolleri nereden da¤›lacak, hepsi bilinmek zorunda. Öyle ya, madem entellektüel bir varl›¤›z, bu yüklere katlanmak zorunday›z. iz orta okulda tarih dersinde K›br›s ç›kartmalar›n› okumam›flt›k. K›br›s’›n yerini bile zor gösterirdik. Aya da henüz gidilmemiflti, o parlak ve romantik bir ›fl›kt›. Biyoloji dersinde Genom denilen bir bölüme rastlamam›flt›k. ‹nsanlar› leylekler getirmezdi belki ama fazla detay da verilemezdi. DNA belki de bir boya markas›yd›. K›sacas› bütün bu bilgiler ve daha br milyon metreküp bilgi
B
henüz oluflmam›flt›. Bu nedenle ama gemi sintinesi parlatma bilinmese de “olurcalar”dand›. ya¤lar›nda %2 indirim var. Hemen ma gelin görün ki zaman flimdi derhal koflun ve al›n. denilen fleytan ölçüsünün - Tatile gitmek için hiç do¤ru durdurulamaz grafi¤i zaman de¤il ama Derhalgez Tatil art›k yatay bir seyir fiirketi size Irak’ta heyecanl› günler izlemiyor, de¤me asansörlere tafl vadediyor. Tank›n›z yar›m saat sonra ç›kart›rcas›na dikildi gidiyor. Eskiden kalk›yor, biz sizin bankan›zla her yüzy›lda bir yar›m litre bilgi anlaflarak biletleri ald›k bile. Öle güle ürerken flimdi her dakika bir trilyon ödeyin. ton yeni bilgi birikiyor ve bütün bu - Kredi kartlar›nda görülmedik bilgiler çocuklar›m›z›n önüne ders indirim. Siz de flimdi çal›nt› bir kredi olarak konuluyor. kart› sahibi olabilirsiniz. Derhal Bir çeflit Bilgi Caddesi olan www.korsanamcabanaInternet her gün yeni bulvarlar Bir çeflit daçal›nt›malver.çal sitesine açarak, gitgide h›zlanan bir “bilgi girip hayat›n›z› kayd›r›n. trafi¤e yatakl›k etmekte. caddesi” olan Böyle mesajlar almayan Eskiden a¤›zdan kula¤a Internet var m› aran›zda? Büyük abiler aktar›lan bilgi, yaz›l› bas›n› da gitgide ve ablalar sizin yerinize bir tarafa at›p görsel ve iflitsel h›zlanan bir düflünebildikleri için size de medyadan üzerimize sald›rarak trafi¤e onlar›n dediklerini yapmak kiflisel alanlar›m›z› kuflatmakta. yatakl›k kal›yor, hepsi bu. ‹nan›n bir Televizyon, bilgifller, cep etmekte. çok insan bay›l›yor buna. telefonu, saat kameras›, “Yaflas›n, benim ismime apandisit kablosu, ci¤er sote falan soygun yapm›fllar” diye sevinen nice derken neredeyse alyuvarlar›m›za insan var çevremizde. Yeter ki yerleflmekte. insanlardan “düflünmek” gibi a¤›r bir Cep telefonlar› art›k konuflmak ifl istenmesin. için de¤il, görsel, iflitsel, titreksel ne aten devletler de düflünen varsa her türlü teknolojiyle bize vatandafllar›n› pek hücum etmek için varlar. sevmezler. Bu tür Reklamlardan ikazlara, sohbetlerden davran›fllar tarih boyunca suç sat›fllara her abukluk art›k bu küçük say›lm›flt›r. Bütün Dünya tarih oyunca¤›n içinde. boyunca bunu yaflam›flt›r ve flu anda - Hortumbank’›n ödemesi 27 gün da Bütün Dünya ayn› fleyi sonra. Lütfen aksatmay›n yoksa gelr yaflamaktad›r. Ergenekon evinizi bafl›n›za y›kar›z. Mergenekon deyip durdururlar - Kullanmak zorunda de¤ilsiniz düflünenlerin suç ifllemesini Alimallah.
A
Z
87
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
Alçaktan geçerek, paçay›? bafl›n› e¤erek, ortalarda Yan›t basit. Acil dolaflmayarak durumlar d›fl›nda o görevlerini yerine kadar çok düflünmeliyiz getiren ezberci ve ki bir çok karar verme devlete sayg›l› mekanizmam›z›n vatandafllar her ülkenin altyap›s›, düflünmekten yöneticilerinin bafl çok reflekse ba¤l› tac›d›rlar. Öyle ya, hareket edebilsin. Bu herkes düflünürse kaos reflekslerin geliflmesi de ç›kmaz m›? Piramit hiyerarflisi ne tamamen düflünme egzersizlerinden güne duruyor? geçer çünkü refleksler “H›zl› Düflünmek ne kadar gereklidir? Düflünme” jokerlerdir. Düflünmemek için bahaneler Araba kullanma becerisi ne kadar geçerlidir? Ezberci ve geliflmifl insanlar bir tehlike akip kale önünde devlete an›nda “Acaba flimdi frene mi aya¤›na gelen topu sayg›l› bassam gaza m›?” diye kalecnin solundan vatandafllar d ü fl ü n m e z l e r . Ö y l e y a , m› sa¤›ndan m› gönderse yoksa her ülkenin önlerindeki arac› sollarken bir arkadafl›na pas m› verse yöneticileri karfl›lar›na ç›kan kamyondan düflüncesi br oyuncunun sonu nin bafl kurtulabilmeleri için ya fren olabilir. Burada düflünmek tac›d›rlar. yap›p durmaya çal›flacaklar, ya yerini reflekslere b›rakmak da h›zlar›n› artt›rarak zorundad›r. önlerindeki arabay› bir an evvel Merdiven inerken vücut sollayacaklard›r. Tek tek araç h›zlar›, fonksiyonlar›n› bilinçli bir flekilde mesafeleri, tehlikeleri, en iyi kontrol etmeye çal›flan kifli sonunda kendini merdivenin dibinde yerde yatarken bulur. Sa¤ baca¤›m› ön ve afla¤›ya atarken gövde a¤›rl›¤›m› sol baca¤›m›n üstüne vermeliyim diye düflünen bir ak›l, pattadanak tepetaklak geliverir. Yar›flmalarda h›zl› yan›t verebilmek de düflünme eylemin terse yat›ran bir ifllemdir. Pekala herfley iyi hofl da bu tür durumlarda düflünmek yanl›flsa nas›l kurtaraca¤›z
R
88
çözümleri düflünmeye kalksalar k›sa yoldan tahtal› köyü boylayabilirler. Oysa refleksleri bütün bu ifllemleri çattadanak yapabilir ve saniyenin küsurat› kadar bir zaman içinde uygulama bafllar. Kararlar›ndaki isabet tamamen düflünme-refleks egzersizlerini ne kadar fazla yapt›klar›na ba¤l›d›r. Yeni ça¤ insanlar› düflünmek yerine kendileri için düflünecek alet edevatla donan›p muhterem beyinciklerini kullanmay› unutmaktalar. Do¤al olarak elektrik kesilince veya pilleri bitince kar ortas›nda oturan kiraz tanesi edas›yla aval aval bakarlar. usu kuran kurtlar iflbirli¤i yaparken bunu reflekslerini kullanarak de¤il düflüne düflüne, özene bezene yaparlar. Bir belgeselde izlemifltim, tek hücreli terliksiler yine kendleri gibi tek hücreli olan bir amibi ortalar›na al›p yiyip bitiriyorlard›. Mikroskop alt›ndaki görüntülerden ald›¤›m izlenim, yapt›klar› her hareketin bilinçli oldu¤uydu. O tek hücreleri içinde nas›l bir düflünme ayg›t› vard› ki birbirlerini yemek yerine üçü bir olup baflka bir kulübe üye bir yarat›¤a pusu kuruyorlar, üç taraftan çevirip olmayan a¤›zlar›yla yiyip bitiriyorlard›. Ayn› insanlar gibi.. Düflünmek ciddi bir ifltir.Konu hakk›nda ne kadar bilginiz varsa o kadar düflünebilirsiniz. Turizmle
P
u¤raflan bir insana tatil y ö r e l e r i hakk›nda bir soru sorarsan›z o konuda sizden daha fazla düflünebildi¤ini görürsünüz. Tabii sonuç ta ona göre daha veriml olur. Oysa bugün bilgi o kadar yo¤un ve de¤iflken ki, düflünebilmek çok ciddi bir zaman ifli. Neyi nas›l toparlayaca¤›n›z ve de¤erlendirece¤iniz insan ölçülerinin d›fl›na taflm›flt›r. rt›k bu ifller için beyinleriniz de¤il makineler devreye giriyor. Hangi tatil plan› daha makul, karar› siz de¤il bilgiflleriniz veriyor. Bunun için gereken bilgileri de toparlayan o. Al›flverifl merkezlerinde kulland›¤›n›z her kart, sizin için veri taban›na bir bilgi kaydediyor. Ne yiyip ne içti¤iniz, harcama limitleriniz, zevkleriniz, hobileriniz, hangi toplum katman›na aitsiniz hepsi teker teker kategorize ediliyor. Yani k›sacas›, uluorta fiflleniyorsunuz. Üstelik bu bilgiler de haraç mezat sat›l›yor. Siz yeflil bir gömlek al›nca ertesi gün size o gömle¤e uyumlu bir pantalon
A
89
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
satmaya çal›fl›yorlar. Paran›z bitince kredi vermeye, krediyi öeyemeyince mahkemeye vermeye kalk›yorlar. Ama bütün bunlar› siz düflünmeden yap›yorlar. Üstelik baflka kimse de düflünmüyor. Sadece aptal bir yaz›l›m herkesin hakk›nda bilgi toplay›p de¤erlendirmeler yap›yor, o kadar. avafl yavafl düflünme y e t e n e ¤ i m i z i kaybediyoruz. Makineler bizler için düflündüklerini iddia ededursunlar, biz Homosapienler, milyonlarca y›lda gelifltirdi¤imiz iletiflim yöntemimiz olan karfl›l›kl› konuflmay› yüzlerini bile görmedi¤imiz kiflilerle “chat”leflmeye, mektuplar›m›z› “e-mail”lemeye terkettik bile. ‹nsan insanla de¤il, insan makineyle iliflkisine kitlendik. Yak›nda makineler insanlar gibi düflünebilecek mi? Bana kalsa evet, düflünecekler ve kararlar› onlar verecekler. Biz de kafataslar›m›z içindeki süngerlere bak›p bak›p “Gnom g›rrrr mgrogg mgorrorgog” falan diyece¤iz.
Y
90
OLAY: Bir piliç yolda karşıdan karşıya geçiyordu. SORU: Piliç niçin karşıdan karşıya geçiyordu? YANITLAR: Rene Descartes: Yolun öbür tarafına geçmek için. Eflatun: İyiliği için. Gerçek, öteki taraftadır. Aristoteles: Karşıdan karşıya geçmek pilicin doğasıdır. Karl Marx: Tarihsel olarak kaçınılmazdı. Hipokrates: Pankreasının aşırı salgısı yüzünden. Sigmund Freud: Pilicin karşıdan karşıya geçmesiyle ilgilenmeniz, sizde güçlü ve latant bir cinsel güvensizlik duygusunu ele vermektedir. Buda: Bu soruyu sormak, sizin kendi piliç doğanızı inkar etmektir. Galilei: Oysa piliç karşıdan karşıya geçiyor. Charles de Gaulle: Piliç belki yolun karşısına geçti, ama otoyolun karşısına henüz geçmedi. Einstein: Pilicin yolun karşısına geçmesi ya da yolun pilicin ayakları altında yer değiştirmesi, tümüyle sizin gösterdiğiniz referansa bağlıdır.•
adişah III.Selim P “George Washington isimli
bir hükümdar tanımıyorum” dedi ve... ABD’nin Osmanlı’ya önerdiği
A
“ilk ve tek” Türkçe Antlaşmayı imzalamadı.
tlantik’in “karşı sahili”nde yeni kurulan Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ülkeleriyle aynı güç düzeyinde olmasa da, 1783 yılında denizlerde tek başına bayrak
Yaptığı anlaşmayla ABD’yi vergiye bağlayan Padişah III. Selim
dalgalandırmaya başlamıştı. Boston limanına bağlı Bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi, 25 Temmuz 1785 tarihinde, Atlantik’te Cadiz açıklarında Osmanlı gemileri tarafından ele geçirildi. Bu gemi, kaptan Isaac Stevens’ın yönetimindeki ve Boston limanına bağlı Maria adlı bir gemiydi. Bu olaydan kısa bir süre sonra, Kaptan O’Brian yönetimindeki ve Philadelphia limanına bağlu Dolphin adlı gemi de, aynı biçimde Osmanlı gemileri tarafından ele geçirildi. 1793 yılının Ekim ve Kasım aylarında 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçince, 27 Mart 1793 tarihinde Amerikan Kongresi’nde bu konuda bir görüşme yapıldı. Görüşmeler sonunda Osmanlı denizcilerine karşı konulmasına ve bunu başarabilmek için de, en az 91
BD A⁄USTOS 2009
hiçbir gemiye dokunulmaması koşulu karşılığında ise 642.000 altın ve yılda 12.000 Osmanlı altını ödemek koşulunu kabul etti. Böylece ABD yıllık vergiye bağlanmış oluyordu.
D
ili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan George Washington imzalı bu antlaşma Padişah III. Selim tarafından, “Ben bu isimde bir hükümdar tanımıyorum” gerekçesiyle muhatap alınmamış, bu nedenle antlaşmayı “karşı taraf” adına Cezayir Beylerbeyi Dayı Hasan Paşa imzalamıştır. 22 maddelik Türkçe antlaşmayı imzalayan ABD Başkanı George Washington
Osmanlı gemilerinin olduğu denli güçlü ve donanımlı savaş gemileri yapılmasına karar verildi. u kararıyla Kongre, Osmanlı gemilerinin tehdidi karşısında ABD donanmasının temellerini atıyor ve bu konuda kullanması amacıyla Başkan George Washinton’a 700.000 altın harcama yetkisi veriyordu. ABD, denizlerdeki Osmanlı tehdidine karşı bu önlemle yetinmedi, Osmanlı devletiyle bir antlaşma yapmayı da kabul etti. Bu antlaşmaya göre ABD, Cezayir’de bir cezaevinde tutulan tutsakların serbest burakılmaları için Osmanlılılara 2.270.000 Meksika doları ödemek zorunda kaldı. Ayrıca Atlantik’te ve Akdeniz’de ABD sancağı taşıyan
B
92
Osmanlılar 1793 Yılı’nda 11 ABD gemisini ele geçirmişlerdi
ABD’nin iki yüzyılı aşkın tarihinde yabancı bir dille imzaladığı tek anlaşma olma taşıyan bu antlaşma, ABD’nin yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul ettiğini kanıtlayan tek Amerikan belgesi olması açısından da büyük bir değer taşımaktadır.•
Yazan: BARIfi TARKAN
Gitsek de, Tozsak da Orada Bir Köy Var Uzakta, Belçika da...
B
elçika’nın Liege il sınırları içinde bir köy var! Ahmet Kutsi Tecer’in ünlü dizelerindeki gibi, “Orda bir köy var, uzakta / O köy bizim köyümüzdür / Gezmesek de, tozmasak da / O köy bizim köyümüzdür” demek geliyor içimizden ama... Olmuyor. Çünkü bu köy, gitsek de, tozsak da, bizim köyümüz de¤il. Bu köyün adı, Faymonville... Özelli¤i ise, Türkler’le hiçbir iliflkisi olmamasına karflın, burada yaflayanların, çevredeki öteki köy ve kasaba halkı tarafından, “Türk” olarak anılması... ‹flin daha da ilginç yanı, köy halkı da “Türk” olarak söz ediyor kendinden... Tarihsel bilgiler, bu konudaki iki rivayeti, belge olarak gösteriyor.
‹lki, 16’nc› ve 17’nci yüzy›lda Avrupa’daki Osmanlı fetihlerinden zarar görenler için yapılan yardımlara, Faymonville köylülerinin katılmamasına tepki olarak, Türk adıyla anılmaya baflladılar. ‹kinci rivayete göre köy halkı, Osmanlılar’a karflı yapılacak bir Haçlı Seferi’ne katılmayı reddedince kendilerine Türk adı takıldı.
93
BD A⁄USTOS 2009
Köyün Türk özelli¤i her yıl flubat ayında düzenlenen karnavalda yaflatılıyor. Köy halkı karnavalda Türk kostümleri giyerek, ellerinde Türk bayraklarıyla resmi geçit yapıyorlar. aymonville belediye binasının giriflinde bulunan tafl oymada, Türk bayra¤ı yer alıyor. Köyün “RFC Turkania Faymonville” adında bir de futbol kulübü var. Belçika’da yaflayan “gerçek” Türkler, bu karnavalı flöyle anlatıyorlar: “Her y›l karnavallarda Türk ve Osmanlı kıyafetleri giyilerek, Türk bayra¤ı sallanıyor. Bu Birli¤i’ne ba¤lı görüntüleri kaçırmak Faymonville Dernekleri yeni derne¤imiz ‘Turkish istemedi¤imizden, bu y›l biz belediye Lady’ yaklaflık 100 kifliyle de bu karnavala katıldık. binas›n›n Brüksel’den bu güzel gün “So¤uk ve karlı bir kıfl gününe rastlamıfltı karnaval; giriflinde için gelmiflti. Sabırsızlıkla fakat öylesine güzel ve bulunan tafl beklenen ve saat 14:00 civarında bafllayan e¤lenceliydi ki, katılanların oymada, karnavalda, son derece hiçbiri ne so¤u¤u ne de karı d u y u m s a d › . S a b a h Türk bayra¤› renkli sahneler vardı. “Öncelikle ellerinde saatlerinde Mol, Genk ve yer al›yor. Türk bayraklarıyla at Beringen’den katılan üstünde ilerleyen kifliler karnavalın yaklaflık 70 kifliyle yola çıktık. Hem gerçekleflti¤i meydana çıktılar, daha otobüste bizi köyün tarihi hakkında sonra kalabalık bir orkestra çeflitli bilgilendiren hocamız sayesinde hem müzikler çalarak ilerlemeye baflladı. de karnavalın nasıl olaca¤ının “Bunların yanısıra rahip giysili heyecanı içinde yolun nasıl geçti¤ini gençler, kırmızı siyah ‹spanyol anlamadan, ö¤leye do¤ru kıyafetleri içinde fırfırlı etekleriyle Faymonville’e vardık. dans eden kızlar, üzerinde kocaman “Gitti¤imizde henüz karnaval bir yunus maketi bulunan bafllamamıfltı. Bizden baflka, Türk
F
94
BD A⁄USTOS 2009
arabalarıyla, sanki Tahiti Adası’ndan coflkuya katıldık, hatta karnavala gelmiflçesine rengarenk giysileriyle gelen Faymonville halkına ve dans edip oynayanlar, sarı, mavi, Türkler’e, yanımızda götürdü¤ümüz pembe, yeflil tonlarında giysilerle, 200 adet küçük boyda Türk yüzleri yine bu renklerle boyanmıfl bayraklarını da¤ıttık. Onlar da Türk melekler, boyalı yüzleriyle bayraklarını büyük bir marfllar çalan orkestra, Onlar da keyifle taflıyarak, karnavalın kömürcü giysileri, içinde coflkusuna coflku kattılar. Türk ellerinde siyah boyalarla Bol bol resim çekerek bu bayraklar›n› karnavala gelenlerin güzel görüntüleri yüzlerini boyamaya çalıflan büyük bir ölümsüzlefltirdik. gençler, konfetiler atan “Akflama do¤ru saat keyifle küçük çocuklar, arabaların 16:00 civarında sona eren tafl›yarak, karnavalın ardından, güzel üzerinden kalabalı¤a fleker atanlar ve de tüm bu karnaval›n ve renkli bir gün geçirmenin karnaval için gelen vermifl oldu¤u mutlulukla coflkusuna otobüsümüze binip yola kalabalı¤ın coflkusu görülmeye de¤erdi. koyulduk. Bunu kaçıranlar coflku “Katılımcıları en çok üzülmesin diyemeyece¤iz; katt›lar. memnun eden görüntü ise ama bir sonraki yıl kuflkusuz, karnavalcılar tarafından yapılacak kutlamaları taflınan Türk bayra¤ı idi. Bizler de kaçırmamalarını ve özellikle de ellerimizdeki bayraklarımızla bu yabancı bir ülkenin topraklarında Türk bayra¤ının sürekli dalgalandı¤ı böyle güzel ve coflkulu kutlamaların yapıld›¤ı günü görmelerini içtenlikle öneririz.” Sonra da “Bizden söylemesi” diyorlar ve... Gelecek yıl flubatta, olabildi¤ince çok sayıda Türkle kutlamak istiyorlar, Türk köyündeki Türk gününü...• 95
GEZD‹KÇE GÖRDÜKÇE İzlen Şen
Do¤an›n Özgürleflti¤i Yer
Kelebekler Vadisi
F
Mutlu oldu¤umuzda yüzümüzde bir kelebektir gülümseme, korktu¤umuzda yüre¤imizde, heyecanland›¤›m›zda karn›m›zda uçuflan bir kelebek... Üzüldü¤ümüzde gözyafllar›m›za, sevindi¤imizde duda¤›m›z›n kenar›nda oluflan ince çizgilere konar sanki kelebekler... Yard›m etti¤imizde elimizden uçup gider, gereksinimi olan›n elinden tutarak kanat ç›rp›fllar›yla onun yüre¤ini serinletir sanki... Belki de bu yüzden sevmeyen yoktur kelebekleri... Kanat ç›rp›fllar›, çiçekten çiçe¤e uçufllar›, rengarenk desenleriyle kelebekler yaflama sevgi, güzellik, umut katarlar sanki...
ethiye, Ölüdeniz yak›nlar›ndaki Kelebekler Vadisi’ne giden teknede rüzgar ve denizden s›çrayan tuzlu su damlalar› tenimi okflarken kelebekleri düflünüyorum. Koyun kenar›ndaki kayal›¤› döner dönmez, vadi ayn› fotograflarda gördü¤üm haliyle ç›k›yor karfl›ma... Dimdik kayalar›n aras›na uzanm›fl yemyeflil vadinin denizle birleflti¤i yerdeki k›y›ya yanafl›yor tekne... Vadinin denize aç›lan yüzünde, parlak beyaz kireçtafl› çak›llar ve kumlardan oluflan 250 metre uzunlu¤undaki k›y›da iskele olmad›¤› için k›y›ya iyice yanaflan tekneden denize b›rak›yorum kendimi... Bu s›rada gökyüzünde pembe dev bir gölgelik gibi uçan bir paraflüt de k›y›ya inmek üzere üzerimden geçiyor. Vadiye Babada¤ üzerinden kendilerini bofllu¤a b›rakt›klar› paraflütlerle gelenler de var. Tekneden iner inmez
bacaklar›mdaki deniz suyunun serinli¤iyle vadinin derinliklerine do¤ru yürümeye bafll›yorum. 1995 y›l›nda 1’inci derecede do¤al S‹T alan› olan 130 dönümlük arazide yap›laflmaya izin verilmedi¤i için bölgede bulunan az say›daki yap›dan biri olan “Butterfly Valley” (Kelebekler Vadisi) adl› kampingrestoran›n yan›ndan geçip “fielale” yaz›l› tabelay› izleyerek yürüyorum. Sar› bir kelebe¤in peflinde ilerledi¤im patikada “Tafl Ev” yaz›l› beyaz bir evin yan›ndan geçiyorum. elebekler Okulu Projesi çerçevesinde çeflitli sanatsal aktivite, atölyeler, kiflisel geliflim e¤itimlerini ve film gösterimlerinin yap›ld›¤›, ev yap›m› limonata ve keklerin haz›rland›¤› bir ev olan Tafl Ev flu anda sessizlik içinde... Bu iki yap› d›fl›nda vadide, k›y› bölümünde konaklama için kullan›lan üzeri sazdan örtülerle kapat›lm›fl tahta
K
97
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
odalar ve çad›rlar d›fl›nda pek bir yap› yok gibi. Patikay› kesen çitlerin aras›ndaki tahta bir kap›dan geçtikten sonra, Babada¤ eteklerindeki Devrent Bo¤az›’ndan do¤an Sarp Deresi’nin izinde ilerlerken, vadiyi çevreleyen kaya duvarlar›n 400 metreye varan yüksekli¤i daha da duyumsan›r duruma geliyor. 1500 metre uzunlu¤undaki kanyonun arka ucundaki flelalelere giden yolda önüme zakkum a¤açlar› ç›k›yor, adaçay›, kekik kokular›yla sar›lm›fl a¤açlar›n aras›ndan, örümceklerin, çekirgelerin, kaplumba¤alar›n aras›ndan yürüyorum. Burada kelebekler de, insanlar da, do¤a da daha özgür sanki... A¤açlar›n dallar› birbirine sar›lm›fl, çekirgeler, örümcekler daldan dala atl›yor, zakkumlar su içmek için dereye e¤ilmifl gibi... Çiçek çocuklar›n›n vadisi oldu¤unu kan›tlarcas›na tahta tabelalar üzerine çiçek resimli rengarenk notlar
98
yaz›lm›fl yol boyunca... “Dünyay› seviyoruz”, “Çöp atmay›n›z”, “Bitkilere ve hayvanlara zarar vermeyiniz”, “Sessiz olun, tafl düflebilir, kelebekler ölebilir”. adide ilerledikçe yolda yürümek de zorlafl›yor, patika önce iniflli, ç›k›fll› sonra kayal›k bir hal al›yor, zakkumlar›n boyu 7-8 metreyi buluyor. fielaleye yaklaflt›kça çevredeki keçilerin sesleri daha yak›ndan duyuluyor, örümcek a¤lar› daha da yo¤unlafl›yor kayal›klarda... fielaleye gelince biraz serinliyorum, biraz daha cesaret ve enerjiniz varsa kaya duvarlardan t›rman›p tepedeki Faralya Köyü’ne de ç›kabilirsiniz. Eski tafl yap›lar›, Likyal›lar ve Bizansl›lar’dan kalma lahitleri ve kale kal›nt›lar›yla güzel bir köy olan Faralya’dan (yeni ad›yla Uzunyurt) farkl› bir vadi manzaras› görmek olanakl›. Tarihi ‹.Ö. 4’üncü yüzy›la dayanan “Perdikia” adl› Likya
V
yerlefliminin kal›nt›lar›na ev sahipli¤i yapan bu köyde vadiyle ilgili birçok fley anlat›lsa da anlat›lan öykülerin en ilginci Despina’n›n öyküsü... ir zamanlar vadideki tafl evde yaflayan Despina’n›n yük dolu çuvallar› kayalar›n üzerindeki köye nas›l ç›kard›¤› hâlâ anlat›l›yor. Kumsaldaki kayan›n üzerine oturup gözlerinden yafllar süzülerek, denize aç›l›p bir daha dönmeyen denizci sevgilisini bekleyen ve birgün ortadan kaybolan Despina’ya ne oldu¤u bilinmiyor. Despina’n›n vadisi, arabalardan, otoyollardan, apartmanlardan, lüks ve gürültülü yaflamdan uzakta, 100’den fazla do¤al bitki türü ve 80 farkl› çeflit kelebe¤iyle huzur veriyor ziyaretçilerine... Parlak siyah üzerine beyaz çizgileriyle birer kaplan› and›ran kaplan kelebekleri (Euplagia quadripunctaria) yaz aylar›nda flelalenin çevresindeki kayalar›n kovuklar›nda yüzlerce üyelik genifl bir koloni halinde yaflayarak, gündüz uyuyup gece görünüyorlar onlar› görmek isteyenlere... Araflt›rmac›-fotografç› R›fat K›lar 70’li y›llarda “Güdürümsu” denilen bu vadiye Kelebekler Vadisi ad›n› verirken bir gün buraya dünyan›n
B
birçok farkl› ülkesinden gezginlerin, sanatç›lar›n ve do¤aseverlerin gelece¤ini düflünmüfl müydü bilmiyorum. Buraya gelenlerin ülkeleri, dinleri, dilleri farkl› olsa da, ortak noktalar› lüks bir tatil biçimi beklemeden huzur, sessizlik ve do¤ayla yaflam aray›fl› içinde olmalar›... Burada kanyondaki yürüyüfllere ek olarak k›y›da günefllenerek, yüzerek, kitap okuyarak zaman geçirebilir, “138
Ad›m” yaz›l› tabelay› izleyerek Dal›fl Okulu ve taze deniz ürünlerinin sat›ld›¤› Bal›kç› Bar›na¤›’na gidebilirsiniz. Burada konaklamaya karar verirseniz, gece aktivitelerinden de yararlanabilir, vadi kumsal›n›n sol yamac›ndaki terasta yer alan Rock Bar’›n kayalara oyulmufl dar merdivenlerinden ç›karak dalgalar›n sesine kar›flan müzik parçalar›n› dinleyebilirsiniz. 99
BD A⁄USTOS 2009
K
elebekler Vadisi’nden ayr›l›rken k›y›da gecenin nas›l oldu¤unu düfllüyorum, gecenin karanl›¤› daha da karanl›k olmal› burada... Hiç ›fl›¤›n olmad›¤› k›y›da uzand›¤›mda karanl›kta ateflböcekleri gibi görünmeli y›ld›zlar, elimi uzat›p tutacakm›fl›m gibi yak›n olmal›, ay ›fl›¤› denizin yüzeyinde kelebekler gibi uçuflurken sessizlikte dalgalar›n sesini dinlemeli... Rüzgarla birlikte y›llar önce dinledi¤im bir müzikal flark›s›n› m›r›ldanmal›y›m içimden: “Ya mavisinde bir çiçe¤in, ya pembesinde, Bazen de bir sö¤üt dal›n›n serin gölgesinde, Yafla dostum gönlünce,
B
ömrünün keyfini sür, ‹nsanlar de¤ilse de, kelebekler özgürdür. Ya sabah›nda bahar›n, ya gecesinde, Bazen de bir çi¤ damlas›n›n, yal›n gerçe¤inde, Yafla dostum dünyay›, ömrünün keyfini sür, ‹nsanlar de¤ilse de, kelebekler özgürdür Ya düfllerinde bir çocu¤un, ya sevgisinde, Bazen de yafll› bir ozan›n, iki dizesinde, Ara dostum dünyay›, ömrünün keyfini sür, ‹nsanlar de¤ilse de, kelebekler özgürdür.”
izlensen@butundunya.com.tr
ir kad›n seansta eflinin ruhunu ça¤›rdı: “Eyyy ruh, geldinse masaya üç kez vur.” Masaya üç kez vuruldu¤unu duyan kadın, eflinin ruhunun geldi¤ini anladı ve ona sordu: “Ey ruh, bizden bir dile¤in var mı?” dedi. Ruh dile¤ini söylemekte gecikmedi: “Varsa bir puro verin.” Medyum ve adamın efli ruha bir puro verdiler. Ruh, puroyu alır almaz bir anda çekip gitti. “Ayy...” dedi kadın heyecanla “Ona ‘Cennette misin?’ diye soramadım, hemen gidiverdi.” Bu yakınmayı duyan medyum kafasını kaldırdı ve “Hanımefendi, merak etmeyiniz” dedi. “Efliniz puronun yanında atefl istemedi¤ine göre, pek cennette de¤il galiba!..” 100
‹NSANLAR YAfiADIKÇA Mehmet Ünver
F rances Fhüzünlü armer’›n yaflam› B
Tek istedi¤i sade ve huzurlu bir yaflamd›; ama bunu ona çok gördüler.
ugün onu çok az kifli an›msar. Oysa ünlü yönetmen Otto Preminger onun için, “Çal›flt›¤›m en yetenekli oyuncuydu” demifl, sayg›n sinemac›lar Greta Gabro ile eflde¤er tutmufllard›r. Frances Farmer, 1914 y›l›nda Amerika’n›n Seattle kentinde orta direk bir ailenin k›z› olarak dünyaya geldi. Seattle o zamanlar d›fl mahallelerinden itibaren bafllayan yemyeflil çam ormanlar›, yokufllar›nda ulafl›m sa¤layan tramvaylar›, okyanus k›y›s›ndaki flirin r›ht›mlar›yla sakin bir hayat yaflamak isteyen biri için son derece ideal bir yerdi. ‹flte Frances Farmer’›n kötü kaderi, bu kentte yaflad›¤› güzel çocukluk y›llar›n›n ard›ndan genç k›zl›¤a ad›m att›¤› günlerde bir güzellik yar›flmas›na kat›lmas›yla bafllad›. Jürinin karfl›s›na ç›kan öteki adaylar›n tersine fiziksel güzelli¤inin yan›s›ra parlak bir zekâ ve üst düzey bir entelektüalite tafl›yordu. Herkesin favorisiydi ve
yar›flman›n birincisi seçildi. Sineman›n geliflmekte oldu¤u y›llard›. Hollywood yeni yüzler ve yetenekler ar›yordu. Bir anda karfl›lar›na ç›kan bu p›r›l p›r›l genç k›z› kendi flirketlerinde sözleflmeye ba¤layarak ondan yeni bir y›ld›z yaratmak yap›mc›lar›n ve stüdyo sahiplerinin hedefi oluverdi. enüz onsekiz yafl›na basmam›fl, profesyonel yaflama iliflkin deneyimi olmayan bu genç k›z› bir stüdyoya ba¤lamak hiç de zor olmad›. Çünkü kurt yap›mc›lar, tüm yaflam› boyunca bir film y›ld›z› olmay› düflledi¤i halde bu iste¤ine kavuflamam›fl olan anne Bayan Farmer’›n ne kadar h›rsl› oldu¤unu hemen keflfetmifllerdi. Frances yafl› küçük oldu¤u için bir film sözleflmesine imza atamazd›. Oysa vesayeti alt›nda bulundu¤u annesi Bayan Farmer pekala onun yerine atabilirdi. Öyle de oldu. Bayan Farmer sanki bu filmleri kendisi
H
103
BD A⁄USTOS 2009
oynamak istemedi¤i melodram tarz› filmlerde y›llarca oynamak zorunda kald›. Yap›mc›lar› çok memnun eden gifle baflar›lar›na ulaflan bu filmlerin onun yetene¤inden çok fiziksel güzelli¤ini ön plana ç›karmak için yap›ld›¤›n› görüyor ve buna isyan ediyordu. yr›ca ünü her geçen gün artmas›na karfl›n Frances, Hollywood’un flaflal› dünyas›n› hiç sevememiflti. O bir taflra k›z›yd›. 1920’li y›llar›n flirin Seattle kentinde yaflad›¤› huzurlu ve gözlerden uzak yaflam›n› özlüyordu. Hollywood’un göz al›c›, ama ayn› zamanda insan k›y›m makinesine dönüflmüfl ikiyüzlü yaflant›s› ona göre de¤ildi. Güzelim kentinde b›rakt›¤› arkadafllar›n› ve evini özlüyordu. Oysa zaman›nda annesi taraf›ndan imzalanm›fl bir y›¤›n sözleflme onu s›ms›k› ba¤lad›¤› için bu ac›mas›z kentte kalmak ve ba¤l› oldu¤u stüdyonun ticari filmlerinde oynamak zorundayd›. K›r›lgan ve sinirli yap›s› istemedi¤i halde çevirmekle yükümlü oldu¤u bu filmler karfl›s›nda zorlan›yordu. O kaliteli yap›mlarda oynamak, beyazperdede yetene¤ini ve zekâs›n› ön plana ç›kartmak istiyordu. Öte yanda sinema çevrelerinin hiç de dostça olmayan davran›fllar› ve asl›nda iyi bir sinema kariyeri yapmay› isterken kabullenemedi¤i kötü yap›mlarda
A çevirecekmifl gibi önüne dayanan çok say›da sözleflmeyi k›z›n›n yerine güle oynaya imzalad›. Böylelikle de dünyadaki kötülüklerden habersiz olan k›z›n›n ölüm ferman›n› imzalam›fl oldu. 1936 y›l›nda çevirdi¤i ilk filmi ‘‘Too Many Parents’’ sinemaseverlerin büyük ilgisiyle karfl›laflt› ve çok iyi bir gifle baflar›s› yapt›. Seattle’›n flirin bir mahallesinde do¤up büyüyen Frances art›k bir Hollywood y›ld›z›yd›. Seyirci onu Greta Garbo ile k›yaslamaya bafllam›flt›. Bir anda kazand›¤› bu ünün ard›ndan kendisini ba¤layan sözleflmeler gere¤i kimilerini hiç de sevmedi¤i ve 104
oynamaya zorlanmas› giderek onu y›pratmaya bafllam›flt›. Tüm cesaretini toplay›p bu filmlerde oynamay› reddetti¤inde yap›mc›lar›n ciddi bask› ve tehditleriyle karfl›laflt›. Henüz reflit de¤ilken annesinin onun ad›na imzalad›¤› sözleflmeler nedeniyle hapse bile girebilirdi. Art›k gerçe¤i her geçen gün daha iyi anlamaya bafllam›flt›. bu dünyan›n insan› de¤ildi. Bir an önce ya kaç›p gitmeli ya da bu sözleflmelerden kurtulup daha do¤ru düzgün bir sinema kariyeri yapmal›yd›. Ne yaz›k ki, kendisini alt›n yumurtlayan tavuk olarak gören Hollywood yap›mc›lar›n›n ç›karlar› u¤runa hiç tereddüt etmeden bir insan› ac›mas›zca nas›l harcayabileceklerini henüz bilmiyordu. Frances sinema kariyeri ve özledi¤i sakin yaflam aras›nda s›k›fl›p kalm›flt›. Hollywood’un bol ›fl›lt›l› ve
O
ikiyüzlü dünyas›nda tek dostu bile yoktu. Kendisini anlat›lamayacak denli yaln›z duyumsuyordu. onuç olarak giderek alkolün ve kimi ilaçlar›n tutsa¤› olmaya bafllad›. Bu al›flkanl›klar› sonucu daha sinirli ve sald›rgan bir kifli olmufltu. Durumu filmlerinden büyük paralar bekleyen yap›mc›lar› huzursuz ediyordu. Onu birkaç kez uyard›lar; ama onlar› dinlemedi bile... Hayli içkili oldu¤u bir gece kar›flt›¤› bir kavga sonucu tutukland›. Polis memurlar›na karfl› koymufltu. Mahkeme zorunlu olarak psikiyatrik tedavi görmesi gerekti¤ine karar verdi. Daha önceleri böyle bir sorun yaflamam›flt›. Hassas ruhunun içine girdi¤i sahte dünyayla çat›flmas› sonucu bu duruma düfltü¤ünün ay›rd›ndayd›. E¤er eski yaflam›na dönerse hiçbir fleyi kalmayaca¤›n› düflünüyordu. Bu nedenle doktorlar›yla iflbirli¤i yapmad›. Onlar da Frances’e manik depresif teflhisi koyarak uzun süre kalaca¤› baflka bir tedavi merkezine sevk ettiler. O günden sonra Frances kendini psikiyatrik tedavi oldu¤u söylenen, bol miktarda fliddeti ve say›ca abart›lm›fl elektrofloku içeren bir grup karanl›k uygulaman›n tuza¤›nda buldu. Bu sözüm ona tedaviler her geçen gün yetene¤ini ve kiflili¤ini ruhundan s›y›r›p at›yordu. Onu hâlâ iyi bir gifle has›lat› olarak gören
S
105
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
sinema yap›mc›lar› bu çaresiz ve korumas›z durumundan yararlanmak için hiç zaman kaybetmediler. Zaman›nda imzaland›¤› halde çevirmeye yanaflmad›¤› film sözleflmelerini bahane ederek mahkemeye baflvurdular. Ak›l hastanesinden almay› planlad›klar› raporla art›k bir yetiflkin oldu¤u halde velayetini bir kez daha annesine verdirmeyi düflünüyorlard›. öylece onu yeni projelerde istedikleri gibi kullanacak ve ayn› zamanda kendilerine karfl› koymufl olan bu yaln›z k›zdan intikamlar›n› alacaklard›. ‹lk olarak Frances’in hastanede gözlem alt›nda
B
kalma süresinin uzat›lmas›n› sa¤lad›lar. Doktorlar onu kobay gibi kullanarak çok say›da insülin flokuna tabi tuttular. O zeki ve yetenekli k›z onca flokun beyninde yaratt›¤› tahribat›n ard›ndan art›k kolay kolay konsantre olam›yor, s›k, s›k haf›za kayb› yafl›yordu. Bir seferinde ziyaretine gelen yak›n dostu John’a, ‘‘Burada her geçen gün sahip oldu¤um iki fleyi, inanc›m› ve yarat›c›l›¤›m› sistematik bir biçimde yok ediyorlar’’ demiflti. Sonunda John’un yard›m›yla ak›l hastanesinden kaçt›. S›¤›nd›¤› annesine tek iste¤inin ikiyüzlü ve ac›mas›z Hollywood’dan uzak, sade bir yaflam sürmek oldu¤unu söyledi. Oysa Bayan Farmer kendi gençlik düflü olan sinemay› ve ünü elinin tersiyle iten k›z›na karfl› yap›mc›lar›n zalim velayet plan›na kat›lm›flt› bile... z k›z›n› ihbar ederek onun tekrar ak›l hastanesine yat›r›lmas›n› sa¤lad›. Hastanede Frances’e “Tedavi” ad› alt›nda yap›lanlar sözcü¤ün tam anlam›yla vahfletti. Saatlerce ç›r›lç›plak bedenine s›k›lan buz gibi bas›nçl› suya maruz b›rak›lmak da tedavisine eklenmiflti. Kimi görgü tan›klar› günde alt› ya da sekiz saat süreyle bu so¤uk su terapisine dayanmak zorunda kald›¤›n› anlatm›fllard›r. Günler sonra tam
Ö
taburcu edildi. Bir Hollywood y›ld›z›n› tedavi etmifl olmakla böbürlenen doktoru, meslektafllar›na ve medyaya, Frances’e uygulad›¤› tedavinin “Anti sosyal bir kiflili¤in nas›l düzeltilece¤i konusunda önemli bir gösterge oldu¤unu” anons etti. rances eve döndükten sonra sürekli olarak tekrar ak›l hastanesine kapat›lmak, bir hücreye hapsedilmek korkular› yaflamaya bafllad›. Baflta annesi olmak üzere kimseye güveni kalmam›flt›. Herkesin kendisini kand›rd›¤›n›, sürekli olarak bafl›na çoraplar öreceklerini düflünüyor, uzaklara kaçma planlar› yap›yordu. Birkaç kez denediyse de polis taraf›ndan eyalet s›n›r›nda yakaland›. Bunun sonucu olarak annesiyle görüflen doktorlar› tedavisinin devam etmesine karar verdiler ve May›s 1945’te tekrar ak›l hastanesine yat›r›ld›. Bu kez durumu “Dante’nin Cehennemine” inmekten farks›zd›. Akl›n› tümüyle yitirmifl insanlar›n yan›s›ra kimi suçlularla da ayn› ko¤ufllarda t›k›fl t›k›fl yaflamak zorunda kald›. Yiyecekleri önlerine atan hastabak›c›lardan ve öteki hastalardan kapabilmek için kavga etti, tacize u¤rad›. Yine çok say›da elektrofloka maruz kald›. Deneme amac›yla kendisine kimi ilaçlar verildi. Son doktoru Amerika’n›n önde gelen cerrahlar›ndan biri olan
F
ve transorbital lobotomy ad›yla bilinen cerrahi müdahaleyi gelifltiren Dr. Walter Freeman’di. Bir ünlüyü tedavi ederek gelifltirdi¤i yöntemi ispatlama hevesinde olan doktor, tümüyle izole edilmifl ve kendisinden baflka hiçbir yetkilinin bulunmad›¤› bir odada Frances’le uzunca bir süre yaln›z kald›. Ona detaylar› hiçbir zaman tam olarak bilinmeyen bir operasyon yapt›. Bunun sonucunda rances bir daha asla eski Frances olamad›. Sonralar› kimi hastane görevlileri Dr. Freeman’in ona lobotomy uygulam›fl olabilece¤ini iddia ettiler. Sonuç ne olursa olsun Frances art›k yaflayan bir ölü gibiydi. Bu olaydan sonra taburcu edildi. Frances’in bu periflan durumu onu büyük tantanalar ve reklam kampanyalar›yla Hollywood’a döndürmeyi planlayan yap›mc›lar›
F
.......................................................................................................................................................................................................................................
YAZARAK SÖYLEYEREK Sadi Bülbül
BD A⁄USTOS 2009
flok etmiflti. P›r›l, p›r›l bir oyuncu olarak sinemaya bafllayan ve ilk y›llar›nda büyük övgüler kazanan bu hassas k›z, parçalanm›fl ruhu, sald›r›ya u¤ram›fl, taciz edilmifl bedeniyle bir köfleye at›ld›. Oysa bir zamanlar Greta Garbo ile k›yaslanacak derecede gelecek vaat eden bir y›ld›zd›. ›k›lm›fl bir limon gibi bir köfleye at›l›veren flanss›z kad›n çekildi¤i inzivada uzun bir süre darmaduman edilmifl iç dünyas›n› onarmak ve dibine itildi¤i sefaletten kurtulmak için savafl›m verdi. Y›llar sonra onu an›msayan ve bu biçimde yaflamas›na dayanamayan bir yönetmen, Frances için televizyonlardan da yay›nlanan bir jübile gecesi organize etti. Gecede Hollywood’un onu unutmamas› ve tutsak oldu¤u
S
sefaletten kurtar›lmas› için kendisine filmlerde rol verilmesi ça¤r›s› yap›ld›. O jübile gecesinin ard›ndan kimi yap›mc›lar ona birkaç filmde üçüncü, dördüncü derecede roller verdiler. Ama art›k hiçbir fley eskisi gibi olam›yordu. Ak›l hastanelerinde yaflad›klar› sonucu p›r›l p›r›l zekâs› sönüp gitmifl, yetene¤i yok olmufltu. Bu nedenle Hollywood taraf›ndan çok çabuk unutuldu. rances yaflam›n›n geri kalan bölümün Indiana’da bir TV kanal›nda program sunuculu¤u yaparak geçirdi. 1970 y›l›nda g›rtlak kanserinden yaflam›n› yitirdi¤inde tüm yaflam› boyunca oldu¤u gibi yapayaln›zd› ve tek dostu John yan›nda yoktu. Hep sade ve huzurlu bir yaflam arzulam›fl, ama kimileri bunu ona çok görmüfltü.•
F
yazar.unver@gmail.com
Radyoculuk Tarihimizin ‹lkleri... •‹lk naklen maç nakli 1933 y›l›nda yap›ld›. Yer ‹stanbul, eski topçu k›fllas›ndan bozma Taksim Stadyumu. Maç› anlatan spiker: Sait Çelebi. •‹lk kad›n spikerimiz Emel Gazimihal, 1938’de Ankara Radyosu’nda çal›flmaya bafllam›fl. •‹lk yurt d›fl› radyo yay›n› 1938’de Ankara’dan yap›ld›. •‹zmir Radyosu ise 1949’da belediye taraf›ndan kuruldu, 1953’te devlet radyosu kimli¤ini kazand›. •‹lk portatif radyolar 1950’lerin bafl›nda görüldü. •‹lk reklamlar›n okunmas›na 1951’de baflland›. •‹lk il radyolar› 1961’de Ankara, ‹stanbul, ‹zmir, Adana, Antalya, Gaziantep, Kars ve Van’da kuruldu. Bu radyolar, kültür a¤›rl›kl›yd›lar ve ancak il çevresine yay›n yapabiliyorlard›.• 108
‹çimi ac›tan fley
Gönlüm, t›pk› bir fl›r›ngayla yap›lan afl› gibi, bilgilerin yeni kuflaklara aktar›lmas›n› istiyor.
çimi acıtan çok şey var. Birbirinin ne söylediğini anlamamak bunlardan birisi... Aynı düşünce, duygu, sevinç, keder, fıkra, anekdot, güzel söz, kavram ve hatta tek sözcüğü herkesin başka başka –ve bazen de tam tersiyle– anlaması içimi daraltıyor. Çünkü anlaşmazlıklar, buradan doğuyor. Önyargılar, kızgınlıklar, kompleksler ve daha pek çok neden de buna eklenince birbirimizi anlamamız güçleşiyor ve kimi zaman da olanaksız duruma geliyor. Neyse... Benim sözünü edeceğim asıl içimi acıtan şey bu
değil. İnsanın bilgisini, görgüsünü, hassasiyetlerini ve deneyimlerini başkalarına geçirememesine içerliyorum asıl... Buna, çocukluğumdan buyana hep üzüldüm. Haydi o zamanlar çocuktum, gençtim, orta yaşlıydım. Peki bu ileri yaşımda niye hâlâ üzülüyorum? ir anne, bir baba bilgi ve deneyimini nasıl oluyor da çocuğuna anlatamıyor, ona aşılayamıyor? O korumasız çocukcağızın o basit bilgileri öğrenmesi ve deneyimleri edinmesi için, kendisinin de bir anne, baba olmasını –ve kimi zaman daha 109
BD A⁄USTOS 2009
sonrasını– beklemesi, ne kadar acı... O geçen yıllara yazık değil mi? S i z d o ğ u y o r, b ü y ü y o r, öğreniyor ve yaşama veda ediyorsunuz. Çocuğunuz da öyle... Onun çocuğu da öyle yapıyor. Bir dede oğluna, oğul toruna kendi birikimini geçiremeden yaşama veda ediyor. Bu yüzden yaşanan kavgalar, mutsuzluklar bir yana bireysel ilerleme karınca ‹nsanlar ayn› fleyleri eseflenmekten de hızıyla oluyor. vazgeçemiyorum. Bu kopukluktan "ayn› fley" olarak Bu da yetmizarar gören yalnızca alg›lam›yor yormuş gibi –ve bireyler de değil... Bunun nedense– aksilik, bir de insanlık boyutu var. Bugün ana karnında başlıyor. Halkın deyişiyle insanlığın ve uygarlığın aldığı “Bir alimden bir zalim” doğuyor. mesafeyle övünüyoruz; ancak bu, hep Doğan zalime ise laf anlatmak hiç sıfırdan başlayan insanların zaman olanaklı olmuyor. Yazımın başında kaybıyla alınmış bir mesafedir. insanların aynı şeyleri “aynı şey” ğer kuşaklar, kendinden sonra olarak anlamadıklarından gelenlere kendi birikimlerini birebir aktarabilmiş olsalardı yakınmıştım. Bu “anlamama” ile, belki bugün insanlık, olanın bunu onlara anlatamama arasında iki katı bir uygarlık düzeyinde olurdu. yakın, gizli bir ilgi olduğunu da Neyse ki, yazı geliştirilmiş ve insanlar düşünmüyor değilim. Sorumlusu kim bilgilerini bu araçla –bu aracı yoluyla– olursa olsun ama sonuçta... ilgilerin aktarılamaması, bu birbirine aktarabiliyorlar. kopukluk benim içimi Ama herkes bilgilerini, yakıyor, canımı acıtıyor; deneyimlerini oğluna, kızına ve ancak yapılacak bir şeyin sonuçta insanlık da bir sonraki kuşak insanlarına dolaysız aktarabilselerdi, olmadığını da biliyorum. Ne diyeyim? bu ne muhteşem bir şey olurdu? Belki de, bunda da bir hayır vardır. Gönlüm, tıpkı bir şırıngayla yapılan Ortada, irili ufaklı milyonlarca bilgi aşı gibi, bilgilerin yeni kuşaklara küpünün dolaştığı, öteki türlü bir aktarılmasını istiyor. Bunun olanaklı dünya belki de hiç çekilmez olurdu. olmadığını biliyorum; ancak Kim bilir?.. 110
.......................................................................................................................................................................................................................................
GÖZLE GÖNÜL ARASI Dr. Mehmet Uhri
Yar›m Kalan
Han›mefendinin ilerlemifl yafl›n›n yan›s›ra hastal›¤›n›n da son aflamas›na gelinmiflti. Destek tedavisi d›fl›nda t›bben yapacak fazla bir fley kalmam›flt›.
D
Bulmaca
urumunun ayırdındaydı. Kabullenmiş görünüyordu. O sabah hasta yatağında doğrulup gece iyi uyuyamadığından, sıkıntılı düşler gördüğünden yakınıp ilaçlarının değiştirilmesini istedi. Hemşirenin başucuna bıraktığı ilaçları o sabah içmemişti. İlaçlarına baktığımı görünce başını öne eğdi sonra eliyle ilaçlarını işaret etti ve “İlaç dediğin içinde ne olduğunu bilmediğin, yuttuğunda iyileşme umudunu da beraberinde aldığına inandığın bir şey olmalı” dedi.
“O kadar basit değil, ama bir açıdan haklısınız.” “İşte, benim bu ilaçlardan umudum kalmadı. Onları içmeme karşın kendimi daha iyi duyumsamıyorum. Her geçen gün bir önceki günü aratıyor. O yüzden ilaçlarımı değiştirmenizi, yeni ilaçlarla birlikte umutlarımın tazelenmesini istiyorum. Bana yardımcı olacaksınız değil mi?” Bu sözleri söylerken bile hastalığın izi yüzünde görülüyordu. Gözleri ferini yitirmiş, rengi solmuştu. İleri derecede zayıflamıştı. Tedavisini gözden geçirip ilaçlarını değiştireceğimi yeni ilaçların daha iyi geleceğini söyleyip odadan çıkarken cebinden çıkardığı kağıdı uzattı. “Bu çile daha ne kadar sürer bilmiyorum; ama sona yaklaştığımı duyumsuyorum. Günü geldiğinde beni son yolculuğumda yalnız bırakmak 111
BD A⁄USTOS 2009
istemeyecek birini arayıp haber vermenizi istiyorum. Ama sizden rica ediyorum şimdi değil, günü geldiğinde” dedi. Kağıtta bir ad ve telefon numarası yazıyordu. Birkaç gün sonra hastamızın durumu ağırlaşıp yoğun bakıma alınınca verdiği numarayı arayıp haber verdim. Kısa süre sonra hallerinden hayli varlıklı oldukları anlaşılan orta yaşlı kadın ve eşi hastaneye gelip hastamızı görmek istediler. Yoğun bakım koşullarında kısa ziyaret izni alan kadın hastamızın yanına ilişti. Tuttuğu elini öpüp yanağına dokundururken sessizce ağlamaya başladı. Bir süre öylece kaldı. Hastamız zorlukla gözlerini açıp gelen kadını karşısında görünce yüzü aydınlandı. “Daha zamanı gelmedi, kuzucuk. Erken haber vermişler sana, evine git dinlen, yorulma buralarda” dedi. Öteki yanıt vermedi. Yanaklarından gözyaşı süzülüyor ve gülümsüyordu. Hastamız tekrar uykuyu daldı. Ziyareti sonlandırıp dışarı çıktık. Eşiyle birlikte odama davet ettim. Bir süre sonra sakinleşip bugüne değin neden haber vermediğimi sordular. Durumu açıkladım. Kadın eşine sarılarak “Yine beni korumuş, üzülmemi sıkılmamı istememiş” diye tekrar ağlamaya başladı. Akraba olduklarını düşünüp yakınlık derecesini sorunca hastamızın gelen kadını doğumundan itibaren büyütüp yetiştiren bakıcısı olduğunu öğrendim. Doğduğu gün yatılı bakıcı olarak işe 112
alınmış üniversite eğitimi için yurt dışına gidene değin hiç ayrılmamışlardı. “Beni o büyüttü. Hem annem oldu hem babam... Varlıklı, ama sorunlu çok çalışan bir anne babanın elinde büyüdüm. Onlar hep meşguldü, aradığım zaman onlara ulaşma olanağı genellikle olmazdı. Onların zamanı uygun olduğu zamansa ben genellikle uyumuş olurdum. İşte bu ortamda onların uzaklığını hiç duyumsattırmadı bana. Ben onun kuzusuydum. Kimi kimsesi var mıydı hiç bilmezdim. O hep yanımdaydı.”
Bir tek bana görünür o kocaman sessiz evin içini sevgiyle doldururdu “Sonra ne oldu? Aramadınız mı?” “Nasıl desem? Üniversiteden sonra işe başladım, evlendim. Çok şey değişti yaşamımda. Onun eksikliğini çocuğum olduğunda anladım. Çalışma yaşamıma ara verip onun beni sevip bana baktığı gibi çocuğumu büyütmeye özen gösterdim. Bir ara ulaşmayı denedim; ama bulamadım. Ayrılırken arkama bakmamamı her zaman yakınındaymışım gibi yaşamamı öğütlemiş “Beni aramaya kalkma, günü gelince ben seni ararım” demişti. Bu sözlerden sonra gözyaşlarını tutamadı. Eşi teselli etmek için sarılınca omuzlarını silkip doğruldu. “Evimizdeki cam eşyalardan biri gibiydi o... Baktığında görünmeyen,
ama her zaman işlevi olan bir cam eşyaydı sanki... Annem ve babamın yanında görünmez olurdu. Bir tek bana görünür o kocaman ve sessiz evin içini sevgiyle doldururdu. İnsanları sevmeyi ben ondan öğrendim Şimdi orada öylece yalnız yatıyor. İyi görünmüyor. Yapabilecek bir şey yok mu?” “Durumu hayli ciddi. Tıbben elimizden geleni yaptık. Ancak hastalık iç organlarına yayılmış durumda. Yanında olup elini tutmanız ona bu zor döneminde iyi gelecektir sanırım.” O gece ve ilerleyen günlerde kadın hep hastanemizdeydi. Eşi de boş durmamış başka hastanelerden getirdiği hekimlerin görüşlerine başvurulmuştu. Hastamızın bilinci ara sıra bulanıklaşıyor ağrıları yüzünden uyutmak zorunda kalıyorduk. Kadın ise gün boyu yanında oturup ona kitap okuyordu. Hastamızın onu duymuyor olabileceğini söyleyince kitap okumayı sürdürmek istediğini bunun kendine iyi geldiği yanıtını verdi. Ertesi gün hastamız bir ara gözlerini açıp sevgili kuzusunu yanında görünce yüzü yine aydınlandı. Bana dönüp “Bu kez gördüğüm düş çok güzeldi. Güzel sesler, anlamlı sözlerden oluşan bir denizde yüzüyordum. Ilık bir rüzgar esiyordu. Verdiğiniz ilaçlar daha iyi geldi sanki, doktor bey” dedi. Sonra kuzusuna dönüp sevgi dolu gözlerle baktı. “Ben iyi olduğum kadar iyiyim, git dinlen, yorulma buralarda... Çocuğunu yalnız bırakma” dedi. Elime 113
BD A⁄USTOS 2009
uzanmaya çalıştı. Yatağında doğrulmak istedi. “Size sözünü ettiğim o sıkıntılı düşlerimde hastane koridorlarını aşıp uçuyor, kalabalıkların arasına karışıyorum. Sonra o kala-balıklarda hapsolmuş duyumsuyordum kendimi... Kalabalıklar beni boğuyor gibiydi. Uyandığımda ise yine o lanet hastalığımla birlikte kendim oluyorum. Karabasan işte, nereye kaçsan olmuyor. “Gençken kendime güvenirdim. Çabalayarak bir şeyleri değiştirebileceğime inanırdım. İnsana kendini anımsattığı için hastalıkları severdim. Sonuçta iyileşip yine o kalabalıklara dönecektim nasıl olsa...” “Şimdi durum çok farklı sanırım.”“Hastalık böylesine amansız olunca kendinden kaçamıyorsun. O seni seven kalabalıkların gücü de seni tutmaya yetmiyor. Bir yandan zaman akıp gidiyor. Karabasandan beter.” Kuzusuyla yine göz göze geldiler. Kadın sarılıp hastamızın saçlarını okşadı. Yaşlı kadın “Bulmaca oyunumuzu unutmadın değil mi? Oyunu artık sen sürdüreceksin.Biliyorsun insanların buna gereksinimi var” dedi. Birkaç gün sonra organ yetmezlikleri ile hastamızın durumu ağırlaştı. Hastane çalışanlarına teşekkür için yayımlanan gazete ilanı dışında geride bir şey bırakmadan aramızdan ayrıldı. Kadın ve eşi hastaneden ayrılırken teşekkür için odama uğradıklarında “Merakımı mazur görün ama şu bulmaca oyunu nedir?” diye sordum. Kadın çantasından çıkardığı bir
bölümü çözülüp bırakılmış gazetelerin bulmaca eklerini gösterdi.
Genç k›zl›¤›m›zda birlikte gezer, kafelere oturur ve bunun gibi yar›s› çözülmüfl bulmacalar› masalara b›rak›rd›k “İkimizin sessizce oynadığı bir oyundu bu...Gelenler masalarında yarısı çözülmüş bulmaca bulur ve genellikle tamamlamaya çalışırdı.” “Niçin yapardınız bunu?” “İnsanların çözememekten korktukları için bulmacaya hiç başlamadıklarını, yarım bırakılmış bulmacaların ise ilk sahibine ait olduğu düşünülüp korkusuzca çözülebileceğini, o sayede insanların kendine güven duyabileceklerini öğretmişti bana. ‘İnsanları ayakta tutan güven duygusudur. Bu kalabalıklar insanı güvensiz yapıyor. Onlara yardımcı olmalıyız’ derdi.” Tekrar teşekkür etti. Çantasından çıkardığı yarısı çözülmüş bir bulmacayı masama bırakıp “Oyunu öğrendiniz. Bunları ne yapacağınıza kendiniz karar verin” dedi. Kocasının koluna girip ağır adımlarla odadan çıkıp gittiler.•
B
rezilya’da yaln›zca futbolcular›n de¤il, hemen herkesin birer takma ad› var. Ancak iflin can s›k›c› taraf›, hiç kimse kendisinin nas›l ça¤r›laca¤› konusunda önceden onay veremiyor. Bu arada Brezilyal›lar’›n dayanamad›¤› bir baflka konu da; herfleyin sonuna “inhos” ya da “inhas” tak›s›n› eklemek… Örne¤in bir fleyler içebilirsiniz, “cafezinho”da… Bir yabanc›ya ‹ngilizce “bir dakika beklemesini” söylerken, “moment” yerine “momentinho” diyebilirsiniz rahatl›kla… Ya da arkadafl›n›zla köfledeki pub’ta buluflmay› önerirken,
“pertinho”ya gelmesini söyleyebilirsiniz! *** Brezilya kültüründe adlar› k›saltmak ya da kiflilere takma ad vermek çok yayg›n bir uygulama. Dünyan›n de¤iflik ülkelerinde e¤itim gören ve Portekizce konuflan ö¤rencilerin, neden sözcüklerin ard›na “inhos” tak›s›n› ekledi¤ini sorgulayan toplumbilimciler, bu gelene¤in kökenini bulmaya çal›fl›yorlar. Öteki futbol tak›mlar›n›n aksine, Brezilyal› futbolcular ilk adlar›yla, ço¤unlukla da takma adlar›yla ça¤r›l›yorlar. Örne¤in, Ricardo Izecson dos Santos “Kaka”, Marcos 115
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
Evangelista de Moraes “Cafu”, Frederico Chaves Guedes “Fred”, Nelson Jesus da Silva “Dida” gibi… rezilya futbol tarihine bakt›¤›m›zda, en ünlü sporcular›n soyad›n› fanatik taraftarlar bile zorlukla an›msar. Pele’nin gerçek ad›, Edson Arantes do Nascimento, Dunga’n›n, Carlos Caetano Bledorn Verri, Zico’nun, Artur Antunes Coimbra. Farkl› spor dallar›nda da takma ad kullanmak çok yayg›n Brezilya’da… Ünlü tenisçi Gustavo Kürten “Guga”, 1980’lerin ünlü boksörü Adilson Rodrigues “Maguila”, Brezilya ulusal voleybol tak›m›n›n 1,90 metre boyundaki koçu; Bernardo Rocha de Rezende “Bernardinho” takma ad›yla biliniyorlard›. *** Sokaktaki sade vatandafltan ünlü sporculara, pop flark›c›lar›ndan bürokratlara, aktörlerden cumhurbaflkanlar›na de¤in, hemen herkesin bir takma ad› var. Bunlar aras›nda takma ad›n›, resmen kimlik kay›tlar›na geçirtenler de görülüyor. Örne¤in, Brezilya Cumhurbaflkan› Luiz Inacio Lula da Silva’n›n, do¤du¤unda ad› Luiz Inacioda Silva’yd›. Sendikac› olarak çal›flt›¤› y›llarda kendisine verilen “Lula” takma ad›n›, kimlik kay›tlar›na geçirtmiflti! 1964 y›l›nda askeri darbeyle
B
116
Brezilya Cumhurbaflkan› Luiz Inacio Lula da Silva’n›n, do¤du¤unda ad› Luiz Inacioda Silva’yd›.
devrilen eski Cumhurbaflkan› Joao Goulart, tüm ülkede “Jango” takma ad›yla tan›n›yordu. 1980’lerdeki askeri diktatörlükten sonra, Brezilya’n›n ilk Cumhurbaflkan› olan Jose Sarney’in ise tümüyle farkl› bir ad› vard›. Jose Ribamar de Araujo, çocuklu¤unda Jose do Sarney “Sarney’in o¤lu Jose” diye ça¤›r›l›yordu. Bir süre sonra babas›n›n ilk ad›, bu Kuzey Brezilyal› politikac› ailenin soyad› oldu, Sarney’ler.. Eski Cumhurbaflkan› Fernando Henrique Cardoso, yurt d›fl›nda “Cardoso” olarak biliniyor, Brezilya’da ise yaln›zca “FHC” diye ça¤›r›l›yordu. Yine 1956-1961 y›llar›nda Cumhurbaflkan› olan Juscelino Kubitschek, tüm ülkede
Pele’nin gerçek adı, Edson Arantes do Nascimento’dur.
ayn› biçimde “JK” k›saltmas›yla an›l›yordu. iflilerin ilk ad ya da takma adla ça¤r›lmalar›n›n kökeni, kölelik ça¤›na dayan›yor. Yabanc›larla iliflkisi olan Brezilyal›lar’›n en çok flafl›rd›klar›, kad›n ve erkeklerin bayan, bay ve benzeri s›fatlarla an›l›p, ça¤r›lmalar›... Öne sürülen bir teoriye göre, kiflilerin ilk adlar›n›n kullan›lmas›, 1888 y›l›na de¤in süren kölelik ça¤›nda bafllam›flt›. Brezilya’da yaflayan ‹ngiliz gazeteci-yazar ve futbol uzman› Alex Bellos, bu al›flkanl›¤›n kölelik döneminin kal›nt›s› oldu¤una inan›yor. O ça¤larda köleler, özgür
K
insanlardan ay›rt edilebilmeleri için takma adlar› ya da ilk adlar›yla ça¤r›l›yorlard›. Kimi uzmanlar, zorla H›ristiyanlaflt›r›lan Yahudi ve kuzeybat› Afrikal› Müslümanlar’a takma ad verildi¤i yorumunu, Brezilya tarihi üzerinde yapt›klar› yo¤un araflt›rmalara dayand›r›yorlar. 16’nc› yüzy›lda Portekiz’den Brezilya’ya göç edenler, kendi dinlerinden H›ristiyanl›¤a dönmüfl kimseler olarak tan›nmak istemiyorlard›. Onlara H›ristiyan soyadlar› verildi¤i için, bu nedenle kendilerini ilk adlarla tan›tmaya bafllam›fllard›. Alman kültür düflünürleri Theodor Adorno ve Max Horkheimer’in, ünlü “Ayd›nlanma Diyalekti¤i” kitaplar›na göre, ilk ad kullanma tercihi, yeni dünya döneminin tipik bir olgusuydu. Her iki düflünür Amerika’daki sürgün y›llar›nda, eski ça¤lara ait bu al›flkanl›¤›n yeni Amerikan toplumunda, bireyler aras›ndaki uzakl›¤› gidermek amac›yla, “Bob” ya da “Harry” gibi kal›plara dönüfltü¤ünün ay›rd›na vard›lar. Geleneksel uygulama olsun ya da olmas›n, spor topluluklar›nda ilk ad kullanma, yak›n dostluklar›n kurulmas›na katk›da bulunuyor. “Deutsche Welle”den Soraia Vilela’ya göre, uzun adlar›n k›salt›lmas›n›n nas›l yararl› oldu¤u, özellikle Brezilya örne¤inde aç›kça görülüyor.• 117
Gönderen: YILMAZ K. KAZANCI
A tlas Okyanusunda
38 adadan oluflan ülkenin baflkenti ise, Grand Turk. Adalar›n toplam yüzölçümü 430 kilometrekare, nüfusu ise 25 binin üzerinde...
Bir Türk Ülkesi
Atlas Okyanusu’nda “Türk” ad› tafl›yan bir ülkenin var oldu¤unu biliyor muydunuz? Karayipler yak›nlar›nda yer alan ve ad› “Turks ve Caicos Adalar›” olan bu ülke, ‹ngiltere’nin sömürgesi konumunda... 38 adadan oluflan ülkenin baflkenti ise, Grand Turk (Büyük Türk)’tür. Tüm hükümet binalar› ve bakanl›klar, Grand Turk ad›ndaki bu adada bulunuyor. Adalar›n toplam yüzölçümü 430 kilometrekare, nüfusu ise 25 binin üzerinde... uzey Atlas Okyanusu’ndaki bu tropikal adalar, B a h a m a ’ n › n güneydo¤usunda yer al›yor, ayn› zamanda Amerika ve Küba’ya da yak›n konumda bulunuyorlar. Adaya Türk ad›n›n verilmesinin nedeni ise, pek de inand›r›c› olmayan bir gerekçeyle aç›klanmaya çal›fl›l›yor. ‹ddiaya göre adada bulunan bir kaktüs bitkisi, Osmanl› döneminde 118
kullan›lanfese benzedi¤i için buraya Türk Adalar› ad› verilmifl! Bu iddian›n sahibi, bölgeyi sömürge olarak ellerinde tutmaya devam eden ‹ngilizler!.. Oysa adalar›n Türk ad›yla an›lmas›, fesin Türkler taraf›ndan kullan›lmaya bafllanmas›ndan yüzlerce y›l öncesine dayan›yor.
Kuzey Atlas Okyanusu’ndaki bu tropikal adalar, Bahama’n›n güneydo¤usunda yer al›yor, ayn› zamanda Amerika ve Küba’ya da yak›n konumda bulunuyorlar.
‹ddiaya göre adada bulunan bir kaktüs bitkisi, Osmanl› döneminde kullan›lan fese benzedi¤i için buraya Türk Adalar› ad› verilmifl! Bu iddian›n sahibi, bölgeyi sömürge olarak ellerinde tutmaya devam eden ‹ngilizler!.. Oysa adalar›n Türk ad›yla an›lmas›, fesin Türkler taraf›ndan kullan›lmaya bafllanmas›ndan yüzlerce y›l öncesine dayan›yor.
1869 y›l›na gelindi¤inde, “Turks ve Caicos Adalar›”n›n “Ay-Y›ld›zl›” bayra¤›n› de¤ifltirmeyi baflarm›flt› ‹ngilizler!
119
BD A⁄USTOS 2009
S T
ürk Adalar› ad› 1688’de ilk kez Coronelli ad›nda ünlü bir ‹talyan haritac›n›n çizdi¤i Frans›zca haritada yer al›yor. Ülkenin flu andaki resmi ad›n›n yer ald›¤› ilk tarihi belge Frans›zca ve “Türk” sözcü¤ü burada aynen geçiyor. Coronelli’nin söz konusu haritas›nda, adalar›n ad› “Ide Caiquos, Caiquos and I. Turche” biçiminde yaz›l›. Üstelik Türkler de, ancak 1800’lü y›llarda fesle tan›fl›yor ve fes giymeye bafll›yor. 16-18’inci yüzy›llarda ‹spanyol, Frans›z ve ‹ngilizler aras›nda el de¤ifltiren adalar›n ad›, 16’nc› yüzy›lda ‹spanyollar’›n elindeyken bile yine “Türk Adalar›”yd›. Bu ad›n fesle uzaktan yak›ndan hiçbir ilgisi yok. Adan›n ad›n› de¤ifltirmek isteyen ‹ngilizler, ada halk›n› yüzy›llard›r kulland›klar› bu addan vazgeçirmeyi
baflaramam›fllard›. ‹ngilizler bunun üzerine, adayla Türkler aras›ndaki ba¤›, “fes benzerli¤i” masal›n› uydurarak kesmek istemifllerdi. 1869 y›l›na gelindi¤inde, “Turks ve Caicos Adalar›”n›n “Ay-Y›ld›zl›” bayra¤›n› de¤ifltirmeyi baflarm›flt› ‹ngilizler! Baflkent Grand Turk (Büyük Türk) adas›n›n ad› nereden geliyor ve adaya ad›n› veren bu büyük Türk kimdi?.. 15-17’nci yüzy›llarda Osmanl› denizcilerinin, Akdeniz ve Atlantik’e yelken aç›p bu sularda korsanl›k yapt›klar› biliniyor. Ayr›ca, Piri Reis’in haritas›nda bu adalar›n bulundu¤u yerde kay›k resimleri yer al›yor. “Caicos” (Kaykos) sözcü¤ü de “Kay›k” anlam›na gelmektedir. Bu adalar›n Kristof Kolomb’tan 25 y›l önce Türkler taraf›ndan keflfedilerek ele geçirildi¤i –adaya Türk denizcilerinin gelmesinden sonra– Bat›l›lar taraf›ndan “Büyük Türk, ‘Grand Senior’, Muhteflem
üleyman” adlar›yla an›lan Kanuni Sultan Süleyman’dan esin al›narak, baflkente “Grand Turk” ad›n›n verildi¤i san›l›yor. Bu bilgileri do¤rulayan Küba’n›n eski Ankara Büyükelçisi E. G. Abascal flu aç›klamay› yap›yor: “‘Caicos’ sözcü¤ü, Türkçe’deki kay›ktan geliyor. Adan›n ad› Türkler’in burada bulundu¤unu gösteriyor. Küba’n›n en ünlü bölgesinin ad› ‘Matatorcos’, yani Türkler’in öldü¤ü yer! Bunun bir felaket sonucu oldu¤una iliflkin bilgiler var. ‹spanyol gemisi San Agustin 28 fiubat 1596’da Havana’ya geldi¤inde, mürettebat›n 45’i Müslüman, kimilerinin adlar›, Ramazan, Recep, Yusuf, Ali, Hüseyin’di. Bat› Anadolu ve Karadeniz’den gelmifllerdi. 1640 y›l›nda Küba’n›n güneyinde bir ‹ngiliz ticari gemisi, Türk korsanlar› taraf›ndan ele geçirilmiflti.”
Küba büyükelçisinin verdi¤i önemli bir bilgi de, ‹ttihat ve Terakki döneminde Enver Pafla’n›n Küba’ya özel bir görevli göndererek, bu konu hakk›nda araflt›rmalar yapt›rmas›yd›. Büyükelçi, “Bu görevlinin Küba’da tarihi araflt›rmalar yapt›¤›n› ve bir rapor haz›rlad›¤›n› biliyoruz” diyor. Di¤er taraftan posta hizmetlerinde “Turks ve Caicos Adalar›”n›n ad› s›k s›k yanl›fl yaz›ld›¤› için, adaya gönderilen mektuplar›n bir bölümü önce Türkiye’ye geliyor. Türk posta idaresi de mektuplar› tekrar adaya gönderiyor. Geçti¤imiz y›llarda kimi Avrupa ülkelerinin, Türkiye sanarak bu adalara da vize uygulamas› bafllatmas›, yetkililerin yapt›klar› resmi yaz›flmalarla durdurulmufl. Bu arada ada vatandafllar› dünyan›n neresine giderlerse gitsinler, önce Türkiye’den gelmediklerini anlatmak zorunda kal›yorlarm›fl!•
“Kendini tanımak”, kiflinin o ana dek yaptıklarını gözden geçirmek için arkasına baktı¤ı an de¤il, o andan sonra yapacaklarına bafllayabilmek için adımını ataca¤ı andır.• Sydney Harris
Derleyen: ENG‹N SOYLU
Büyükler
Öyle de demifller Böyle de demifller Sular yükselince, bal›klar kar›ncalar› yer. Sular çekilince de kar›ncalar bal›klar› yer. Kimse bugünkü üstünlü¤üne ve gücüne güvenmemelidir. Çünkü kimin kimi yiyece¤ine, suyun ak›fl› karar verir! Evet, bir Afrika atasözü böyle diyor. *** izim atasözlerimizden biri de flöyle der: binince bey oldum san›r, flalgam afla girince ya¤ oldum san›r. Kimi görgüsüz ve e¤itimsiz kimselerin bir rastlant› sonucu, hiç de lay›k olmad›klar› önemli bir göreve geldiklerinde sergiledikleri tav›rlar› elefltiren bu söz gibi, atalar›m›z›n yüzlerce y›ll›k deneyimlerinden süzülüp gelen, binlerce atasözümüz var. Yaln›z bunlar aras›nda, anlam olarak birbirini destekleyenler oldu¤u denli, birbirleriyle ters düflebilecek anlamlar içeren atasözlerimiz de bulunuyor. fiakac› bir dostun de¤erlendirmesine göre, “Kimi konularda atalar›m›z aras›nda amma da derin
B
122
fikir ayr›l›klar› varm›fl, me¤er” dedirtecek denli bu “Birbirleriyle ters düflen” atasözlerimizden birkaç›n› afla¤›da sizle paylafl›yoruz: *** • Damlaya damlaya göl olur. Tafl›ma suyla de¤irmen dönmez. • ‹yi insan laf›n›n üstüne gelir. ‹ti an, çoma¤› haz›rla. • Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Nerde çokluk, orda bozukluk. • Fazla mal göz ç›karmaz. Az› karar, ço¤u zarar. • Söz gümüflse, sükut alt›nd›r. Sükut ikrardan gelir. • Harama uçkur çözülmez. Güzele bakmak sevapt›r. • ‹ki gönül bir olunca, samanl›k seyran olur. ‹ki ç›plak bir hamama yak›fl›r. • Bülbülün çekti¤i dili belâs›. Bilmemek de¤il, sormamak ay›p. • Efle¤e alt›n semer de vursan, eflek yine eflektir. Ye kürküm ye. • E¤ri otur, do¤ru söyle. Do¤ru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
• Düflenin dostu olmaz. Dost kara günde belli olur. • Erken kalkan yol al›r. Acele ifle fleytan kar›fl›r. • Birlikten kuvvet do¤ar. Körler sa¤›rlar, birbirini a¤›rlar. • Tatl› dil y›lan› deli¤inden ç›kar›r. Lafla peynir gemisi yürümez. • ‹yilik yap, denize at. Merhametten maraz do¤ar. • Yüzü güzel olan›n, huyu da güzel olur. Yüzü güzel olan› de¤il, huyu güzel olan› sev. • Ak›l ak›ldan üstündür. Akl›n yolu birdir. • El elden üstündür. Alet ifller el övünür. • Ac› patl›can› k›ra¤› çalmaz. Yafl›n yan›nda kuru da yanar.
• Zorla güzellik olmaz. Zora da¤lar dayanmaz. • Öfke baldan tatl›d›r. Öfke ile kalkan zararla oturur. • ‹nsan k›ymetini insan bilir. ‹nsano¤lu çi¤ süt emmifl. • Anas›na bak k›z›n› al, kenar›na bak bezini al. Befl parma¤›n befli birbirine benzemez. • Eski dost düflman olmaz. Güvenme dostuna, saman doldurur postuna. • Harama el uzat›lmaz. Üzümünü ye, ba¤›n› sorma. Günün “anlam ve önemini” vurgulayan Afrika atasözü ile noktalayal›m: Kimin kimi yiyece¤ine, suyun ak›fl› karar verir!..•
Ekonomi dersinde ö¤retmen, tüm s›n›fa sordu: “Ülkede iflsizli¤i önlemekten sorumlu olsayd›n›z, nas›l bir yöntem uygulard›n›z?” Ö¤rencilerden biri, düflünmeden görüflünü aç›klad›: “Ülkedeki tüm kad›nlar› bir adaya, tüm erkekleri ise baflka bir adaya yerlefltirirdim” dedi. Ö¤retmen, bu ilginç uygulaman›n ülkedeki iflsizli¤e nas›l bir çare olaca¤›n› sordu. Ö¤renci bu soruya da duraksamadan yan›t verdi: “Her iki adada kimse bofl durmayacak, kimi küçük, kimi büyük boyda da olsa, sabahtan akflama dek herkes kay›k yapmaya bafllayacakt›r.”• Sacha Guitry’e “Dünyada en güzel fley nedir?” diye sordular. Guitry, bu soruyu “Sevmek” diye yan›tlad›. “Peki ondan sonra?..” “Sevilmek” dedi Guitry. “Neden sevmek, sevilmekten daha güzel?” diye sordular. Guitry, “‹nsan” dedi. “Sevildi¤inden daha çok sevdi¤inden emindir de ondan.”• 123
Yazan: BARIfi TARKAN
K›z›lderili Kültürü
Bize bir çok söz verdiler, an›msayamad›¤›m›z kadar çok; bir tekinin d›fl›nda hiçbirini tutmad›lar. Topraklar›m›z› alacaklar›n› söylediler ve ald›lar.
124
B
ir K›z›lderili kitabesi: Yalan, tohumdur, bire k›rk verir. Verdi¤i k›rk›n her biri bir tohumdur ki, o da bire k›rk verir. Bilgi de tohumdur, bire yüz verir. Verdi¤i yüzün her biri bir tohumdur ki, sana bilgelik, torunlar›na da esin verir. Zekâ sudur, tohumlar› yeflertir. Yalan› da bilgiyi de... Yetenek toprakt›r, ne ekersen onu biçersin. Ekmezsen üzerinde ayr›k otlar› biter. Emek günefltir, tohuma da, suya da, topra¤a da yaflam verir. Kader çad›r›ndaki kilim gibidir, ipli¤ini Ulu Manitu verir, sen dokursun. Deseni sendendir, renkleri Tanr›’dan... fians do¤al gübredir, ne zaman nereye düflece¤i belli olmaz. Kilimine düflerse kirletir,
desenini de¤ifltirir. Oysa topra¤›na düflerse besler. Bu kitabe okuyana ilham, yazana derman, da¤›tana flans getirir. *** Kendilerine özgü kültürleri olan K›z›lderililer’in kimi atasözleri de flöyle: Yaflarken, ölüm korkusunun kalbine girmesine asla izin verme. Baflkalar›n›n görüfllerine sayg› göster ki, onlar›n da sana sayg› göstermesini isteyebilesin. Yaflam› sev, eksiksiz yafla, yaflam›ndaki tüm fleyler güzel olsun. Uzun yaflamak için gerekeni yap ve baflkalar›na da ayn› amaç için yard›mc› ol. Büyük ayr›l›fl günü geldi¤inde, soylu bir ölüm flark›s› haz›rla. 125
BD A⁄USTOS 2009
B
ir dostla karfl›laflt›¤›nda ya da uzaktan gördü¤ünde, hatta yaln›z bir yerde bir yabanc› önüne ç›kt›¤›nda, bir söz söyle ya da mutlaka selam ver. Tüm insanlara sayg› duy; ama asla yaltaklanma. Sabah günefl do¤du¤unda, ›fl›k için, yaflam›n ve sa¤l›¤›n için flükret. Buldu¤un besinler ve yaflam sevincin için flükret. fiükredecek bir neden bulam›yorsan, içindeki kusuru ara. Ölüm zaman› geldi¤inde, kalbin ölüm korkusuyla dolmas›n; böyle olanlar zamanlar› geldi¤inde birazc›k daha yaflamak için a¤lay›p dua ettiler ve bu yüzden farkl› bir yaflam› yaflad›lar. Kendi ölüm flark›n› söyle ve bir kahraman›n eve dönüflü gibi öl. Dünyaya ba¤lan ve orada sayg›yla yafla. Seni izleyenlere daima sayg›l› davran. Eme¤ini en iyi amaca yönelt. Son bal›k öldü¤ünde, son nehir kurudu¤unda, son a¤aç kesildi¤inde, beyaz adam paran›n yiyip karn›n› doyurabilece¤i bir madde olmad›¤›n› anlayacak. Gereken her yerde yard›mc› ve flefkatli ol. Düflüncelerine ve bedenine iyi bak. Yapt›klar›n›n tümünden sorumlu ol. Arkamda yürüme, ben öncün
126
verdiler, an›msayamad›¤›m kadar çok; bir tekinin d›fl›nda hiçbirini tutmad›lar. Topraklar›m›z› alacaklar›n› söylediler ve ald›lar” diyor. uzey Amerika’ya ilk eriflen insanlar, yeni bir k›taya ayak bast›klar›n› tahmin bile etmemifllerdi. Atalar›n›n binlerce y›ld›r yapt›¤› gibi, Sibirya k›y›lar›nda av peflinde koflup durmufllard›. ‹lk yerleflimciler Seminoller, Çerokiler ve Mifluki kabileleri ile karfl›laflt›lar. ‹spanyol kaflifler ise, Kaliforniya’da Soson, Payitu, Kahula, Mevuk ve di¤er kimi kabileleri buldular karfl›lar›nda... 19’uncu yüzy›lda, Avrupal›lar bat›ya do¤ru göç ederken, K›z›lderililer’i yaflad›klar› kendi topraklar›ndan sürmüfllerdi. Bu dönem bat›da Apaçi, Siyu, Komançi ve öteki kabilelerle yap›lan soyk›r›m savafllar› sürecidir. Bu savafllardan geriye kalan çok az say›da yerli ise, K›z›lderililer için ayr›lm›fl ve “rezervasyon” olarak bilinen küçük bir alanda yaflamaya mecbur tutulmufllard›. Bugün ABD’de hükümet taraf›ndan tan›nan 554 K›z›lderili kabilesi var. 1626 y›l›nda Hollandal›lar’›n sat›n ald›¤› New York’ta ise 85 binden fazla K›z›lderili yafl›yor. Amerika’da 300’den fazla K›z›lderili yerleflim bölgesi bulunuyor.•
K olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yan›mda yürü, böylece ikimiz eflit oluruz. Ölüler güç ve bilgilerini beraberinde götürmez, yaflayanlara ekler. Düflman›m› cesur ve güçlü yap! E¤er onu yenersem utanç duymayay›m. fieytan hakk›nda konuflmay›n. Gençlerin kalbinde merak uyand›r›r. Bir kez “Al flunu” demek, iki kez “Ben verece¤im” demek-ten iyidir. Su gibi olmal›y›z. Herfleyden afla¤›da, ama kayadan bile güçlü. Bir baflkas›n›n kabahati hakk›nda konuflmadan önce, daima kendi makoseninin içine bak. Kehanet, olas› bir olay› kesin bir bak›fl ile görmekten baflka bir fley de¤ildir. Hava ya bulutlu olacakt›r, ya da günefl açacakt›r.
Komflun hakk›nda hüküm vermeden önce, iki ay onun makosenleriyle yürü. Do¤um yapan herfley diflidir. Kad›nlar›n ezelden beri bildi¤i dünyan›n dengelerini erkekler de anlamaya bafllad›klar› zaman, dünya daha iyi bir dünya olmak üzere de¤iflmeye bafllam›fl olacakt›r. Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti de¤il. Oysa bilgi mazidir, hikmet ise gelecek. Aflk› tan›d›¤›nda, Yarat›c›’y› da tan›rs›n. Yarat›c›’n›n kelimeleri mefle yapra¤› gibi sarar›p düflmez, çam yapra¤› gibi ilelebet yeflil kal›r. *** Sioux Kabilesi’nden Mahpiu Luta (K›rm›z› Bulut) 400 y›l önce dünyan›n öbür ucundan gelen “soluk benizliler” için “Bize birçok söz
127
BD A⁄USTOS 2009
Yazan: ÇA⁄DAfi KORKUT
Adem O¤lu ve
Ufuk Turu Zirvelerde uluslararas› toplant›lar yap›l›p, dünya krizle bo¤uflup yoksullafl›rken, uyuflturucu ve silah ticaretinden kazan›lan para her geçen gün art›yor...
A
demo¤lu, durumuna bakmay›p “içmeye ayran bulamazken, ihtiyaç molas›na taht›revanla gider” gibi, ço¤u Afrika’da, yaklafl›k 1 milyar aç insan› doyurmak için her y›l en az 30 milyar dolar gerekirken, silahlanma yar›fl›nda 1,339 trilyon dolar harcan›yor, 194 milyon kifli ise, marihuana, esrar, kokain veya eroinle “ölebilmek” u¤runa, uyuflturucu sektörüne milyarlarca dolar ödüyor. Bu arada “kara mizah” gibi geliflmeler de, “geliflmifl” ülkelerde görülüyor: Sigaraya karfl› kat› yasaklar getiren Hollanda, lokallerde, kafelerde marihuana içenlere özgürlük tan›yor. “Coffee shop” diye an›lan ünlü kafelere gidenler, içine 128
tütün kar›flt›rmamak kofluluyla, marihuana içmeye devam edebilecekler. “Tuzu kuru” kimi ülkelerde bu özgürlükler yaflan›rken, bir lokma için ç›rp›nan milyonlarca insan›n durumuna gelince: akistan ve Tayland’da tarla ve silolar ya¤maya karfl› askerler taraf›ndan koruma alt›na al›n›rken, M›s›r ve Haiti gibi ülkelerde yap›lan zamlar halk›n ayaklanmas›na yol aç›yor. BM G›da ve Tar›m Kurumu (FAO)’nun Baflkan› Jacques Diouf, dünya genelinde kargaflaya neden olan pahal›l›¤›n, üretimde art›fl beklenmesine karfl›n devam edece¤ini, yüksek g›da fiyatlar›n›n
P
günde 1 dolardan az gelirle kabul edilen “Bin Y›l Kalk›nma geçinmeye çal›flan milyonlarca kifliyi Hedefleri”nin ilkinin, açl›k çeken tehdit etti¤ini belirtiyor. insan say›s›n› 2015 y›l›na kadar yar› eliflmekte olan ülkelerde yar›ya azaltmak oldu¤una dikkat ekmek, pirinç, süt, ya¤ çekerek, “Bu kendi bafl›na zorlu bir gibi temel g›da görev. Ayr›ca yaln›zca di¤er ülkelerin maddelerinin fiyatlar› gerisine düflmüfl Afrika ile de s›n›rl› h›zla yükseliyor. Bu¤day ve de¤il. Dahas›, müthifl bir BM genel sorunlar yuma¤› ile karfl› pirinç fiyatlar› bir önceki y›la göre yüzde 100, m›s›r sekreteri, karfl›ya kalmak üzereyiz” ise yüzde 200 oran›nda Afrika’da uyar›s›nda bulunuyor. art›yor, tah›l fiyatlar›n›n Birle fl mifl M ille tle r “yeflil özellikle kalabal›k nüfusa Dünya G›da Program›’n›n devrimi” (WFP) gözlemlerine göre, sahip Çin ve Hindistan’dan teflvik gelen talepte art›fl olmas› daha önceleri farkl› ve besin nedeniyle yükseldi¤i öne amac›yla, de¤eri yüksek g›dalar› sürülüyor. Afrika Birli¤i alabilen aileler, art›k tek bir FAO, geliflmekte olan tah›l ürününe yöneliyor ve ve di¤er günde üç yerine iki, hatta tek ülkelerde yerel g›da taraflarla ö¤ün yemek yiyor. üretimini art›rmak için çiftçilerin gübre, tohum ve çal›flmalar›n WFP bu y›l dünya hayvan yemini daha kolay sürdü¤ünü genelinde 73 milyon insan› –ki elde etmesi gerekti¤ini Darfur’da her gün yiyecek vurguluyor. buna vurgularken, akaryak›t sa¤lad›¤› 3 milyon kifli de giderlerinin yükselmesinin de yol dahil– doyurmay› planl›yor. Ancak açt›¤› pahal›l›k sonucu, bu ülkelerde WFP’nin bunu yapabilmesi için yaln›zca halk›n gelirinin yüzde 60 ila 80’ini g›da fiyatlar›ndaki art›fl› karfl›layabilmek g›daya harcamak zorunda kald›¤›na amac›yla, ek 500 milyon ABD Dolar›’na dikkat çekiyor. gereksinimi var. *** Kurakl›k ve su bask›nlar›na karfl› Birleflmifl savunma sistemleri oluflturulmas›n› Milletler isteyen BM genel sekreteri, açl›¤a G e n e l kal›c› bir çözüm bulacak bilim ve Sekreteri Ban teknolojileri ortaya koyarak, Ki-moon, Afrika’da “yeflil devrimi” teflvik dünya liderleri amac›yla, Afrika Birli¤i ve di¤er taraf›ndan taraflarla çal›flmalar›n sürdü¤ünü 2000 y›l›nda vurguluyor.
G
129
BD A⁄USTOS 2009
K
›rk kadar devlet adam› ve yoksul ülkeler için parmak k›p›rdat›lmad›. FAO Baflkan› Jacques 192 ülkenin g›da ve tar›m Diouf her y›l açl›kla savafl›m için en uzmanlar›n›n kat›ld›¤› az 30 milyar dolar gerekti¤ini söyledi. Roma Zirvesi’nden ise “Zirve’den sadece 7 milyar dolar olumlu bir sonuç ç›kmad›¤›n› yard›m sözü ç›kt›. vurgulayan Papa 16. “‹talya D›fliflleri Bakan› FAO Baflkan› Benedikt’in yay›n organ› Franco Frattini, bir ‘G›da “L’Osservatore Romano” Jacques Bankas›’ kurulmas›n› gazetesi, “Yaln›zca laf Diouf her y›l önerdi. Yan›t veren bile salatas› yap›ld›. Herkes olmad›. açl›kla kendi ç›kar›n› ortaya koydu. “Dünyay› açl›ktan Cesaret tutsakl›¤a ve savafl›m için kurtarmak için kürsüye egoizme yenildi, olan yine en az 30 ç›kan VIP devlet adamlar› aç insanlara oldu” diyor. konuflmalar›ndan hemen Zirvede hedefin, ço¤u milyar dolar sonra, Roma’n›n ünlü Afrika’da yaklafl›k 1 milyar gerekti¤ini ‹talyan restoranlar›nda aç insan› doyurmak kendilerine ziyafet çekip, söyledi. oldu¤unu belirten gazeteci ‘Tatl› Hayat’ döneminin Reha Erus, toplant›yla ilgili ünlü Soka¤› ‘Via Veneto’nun Roma notlar›n› flöyle özetliyor: cafelerinde kahve içip, yan›nda “Evet, zirve fiyasko ile konyak yudumlad›lar. sonuçland›. Acil g›da yard›m› isteyen “Eflleri de yine ünlü marka butiklerinin bulundu¤u lüks sokaklarda, binlerce euro harcayarak gardroblar›n› yenilediler.” *** “Tok ne anlar aç›n halinden?” örne¤i, zirvelerde, uluslararas› toplant›larda bunlar yaflan›rken, Birleflmifl Milletler’in uyuflturucu ve suçla savafl›m›ndan sorumlu birimi, 2006 y›l›nda dünyada 15 ile 64 yafl aras›nda 166 milyon insan›n, –dünya nüfusunun yaklafl›k yüzde 4’ü– marihuana ya da esrar kulland›¤›n› aç›kl›yordu. 2008 Y›l› Dünya Uyuflturucu Raporu’nda ayr›ca 2006 y›l›nda, kokain kullanlar›n say›s›n›n 16, eroin
130
kullanlar›n say›s›n›n ise 12 milyon oldu¤u kaydediliyordu. Kolombiya ve Afganistan’da, militanlar›n ellerinde bulunan bölgelerde uyuflturucu üretiminde art›fl oldu¤u bildiriliyordu. yuflturucu üretiminde yüzde 100’e yaklaflan bu art›fl raporu yan›nda, Avrupa Futbol fiampiyonas›’n›n bafllayaca¤› günlerde, spor dünyas› bir baflka uyuflturucu haberiyle sars›l›yordu: Romanya milli tak›m›n›n ve ‹ngiliz Chelsea kulübünün golcü futbolcusu Adrian Mutu’ya, 2004 y›l›nda yap›lan kan testinde kokain kulland›¤› belirlendi¤i için, FIFA taraf›ndan 18,6 milyon dolar para cezas› verilmiflti. Mutu’yu 2003’te Parma’dan 25,3 milyon dolara transfer eden Chelsea kulübü ise, bu geliflme üzerine futbolcudan 16 milyon dolar tazminat istiyordu. *** “Açl›k, pahal›l›k, uyuflturucu” derken, silahlanma yar›fl›yla ilgili bir rapor gündeme “bomba” gibi düfltü: Uluslararas› Bar›fl Araflt›rmalar› Enstitüsü’nün Stockholm’de yapt›¤› aç›klamaya göre, dünyada askeri harcamalar, son 10 y›lda yüzde 45 artm›fl, 2007 y›l›nda 1,339 trilyon dolara yükselmiflti. Silahlanmaya, kifli bafl›na y›lda 202 dolar harcan›yordu. 1998 ila 2007 y›llar›nda, askeri harcamalar en fazla Do¤u Avrupa’da
U
Uyuflturucu ticaretinden kazan›lan kara para milyarlarca dolar› buluyor...
artm›fl, bu ülkelerin harcamalar› yüzde 162 art›fl kaydetmiflti. Dünyadaki harcamalar›n yüzde 45’ini ABD’nin 547 milyar dolarla tek bafl›na yapt›¤› bildirilen rapora göre, geçen y›l ‹ngiltere 59,7 milyar dolarla ikinci, Çin 58,3 milyar dolarla üçüncü, Fransa 53,6 milyarla dördüncü, Japonya 43,6 milyar dolarla beflinci s›rada geliyor, bunlar› Almanya 36,9, Rusya 35,4, Suudi Arabistan 33,8, ‹talya 33,1, Hindistan 24,2 milyar dolarla izliyordu. “Silahlanma yar›fl›” ile ilgili rapora tüy diken “son dakika” haberi ise Amerika’dan geldi. Yüksek Mahkeme, Washington’da silah tafl›may› yasaklayan yasay›, 4’e karfl› 5 oy’la, anayasal haklara ayk›r› bulmufltu. Özellikle baflkent halk›na tan›nan silah tafl›ma özgürlü¤ünün ne anlama geldi¤ini, geleneksel dü¤ün kutlamalar›m›zla, futbol maçlar›ndan sonra oluflan konvoylar›m›zla ilgili haberlerden dolay› iyi biliriz. Bu “Amerikanvari” özgürlü¤ü ulusumuza kazand›ranlar›n ruhu flâd olsun!..• 131
BD A⁄USTOS 2009
Yazan: SEMRA ATAY
Aral Denizi
Bir zamanlar›n zengin bal›kç›l›k endüstrisi merkezi günümüzde gemi mezarl›¤›na dönüfltü...
K
Facias›
Denizi’ndeki çekilme. Küresel ›s›nman›n ve sulama projelerinin yol açt›¤› bu felaketin sonucu, uydudan al›nan fotograflarda net biçimde görülüyor. ir zamanlar çok hareketli bir bal›kç›l›k merkezi olan Muynak, kilometrelerce çekilen Aral Denizi’nden günümüze kalan “kurak k›y›lar›” ile, geçmiflin düflünü yaflat›yor günümüzde... Geçmiflte bölgenin en önemli ekonomik kayna¤› olan endüstriyel bal›kç›l›k ve İnsanların doğaya verdiği zarar sonucu konservecili¤inin merkezi oluşan olumsuz çevre koşulları, dönüp Muynak kentinde, bugün bal›k dolaşıp insanları, Muynak gibi kentleri ve restoranlar›ndan geriye tüm yaşamı vuruyor. Muynak günümüzde, yaln›zca tabela ve reklam Sovyetler döneminin gurur kaynağı olan panolar› kalm›fl durumda... balıkçılık filolarından geriye kalan paslı Bölgede tek tür tar›mc›l›¤›n gemilerin mezarlığına dönüşmüş a¤›rl›k merkezi olan pamuk durumda... üretimi, ›rmak ve nehirlerin denize ulaflmas›n› engelliyor. Bu durum ve buharlaflma, Aral Denizi facias›n›n daha da h›zlanmas›na yol aç›yor.
arakalpakistan, Özbekistan’a ba¤l› ve bu ülkenin bat› kesiminde yer alan özerk bir cumhuriyet. Baflkenti Nukus. Yüzölçümü 165.000 km2. Nüfusu yaklafl›k 1 milyon 200 bin. Bu nüfusun 400 bini Karakalpak, 400 bini Özbek ve 300 bini Kazak. Ülkenin kuzeyinde bulunan Muynak kentinin nüfusu ise, bugün birkaç bin kifliye inmifl durumda. Nedeni 1980’li y›llardan buyana Aral
B
Afl›r› çevre kirlenmesi nedeniyle, mevcut akarsularda tuzlanma ve zehirlenme oranlar› da büyük ölçülere ulafl›yor. ‹nsanlar›n do¤aya verdi¤i zarar sonucu oluflan olumsuz çevre koflullar›, dönüp dolafl›p insanlar›, Muynak gibi kentleri ve tüm yaflam› vuruyor. Muynak günümüzde, Sovyetler döneminin gurur kayna¤› olan bal›kç›l›k filolar›ndan geriye kalan pasl› gemilerin mezarl›¤›na dönüflmüfl durumda... urumufl deniz yata¤›nda esen güçlü rüzgarlar›n yol açt›¤› kirli tozkoparan f›rt›nalar›, yörede yaflam›n› sürdürmeye çal›flan insanlar›n, kronik ve fliddetli hastal›klara yakalanmalar›na neden oluyor. Denetlenemeyen iklim de¤ifliklikleri yüzünden, yazlar daha s›cak, k›fllar daha so¤uk geçiyor. Aral Denizi bir zamanlar dünyan›n en büyük tuzlu sular› aras›nda dördüncü s›rada yer al›yordu. Sovyetler Birli¤i’nin sulama projelerinin etkisiyle, 1960’l› y›llardan buyana sürekli olarak çekiliyor ve giderek küçülüyor. 2004 y›l›nda yüzölçümü yüzde
K
25 küçülen Aral Denizi’nin tuz oran›, yaklafl›k 5 misli artt›. Bunun sonucunda çevrenin do¤al bitki örtüsü ve canl› hayvan türü yok oldu. 2007 y›l›nda ise yüzölçümü ilk boyutlar›n›n yüzde 10’una düfltü ve Aral Denizi üç ayr› göle dönüfltü. Bu göllerden ikisinin sular›n›n afl›r› tuzlu olmas›, bal›k türlerinin yaflamas›na olanak b›rakm›yor. Bir zamanlar›n zengin bal›kç›l›k endüstrisi merkezi ve bal›kç› kentlerine iliflkin “eski” k›y›lar›n, günümüzde gemi mezarl›¤›na dönüflmesi sonucu yaflanan bu çöküfl, iflsizli¤e ve ekonomik darbo¤aza yol aç›yor. Aral’›n yok oluflu, bu sonucu çok daha önceden bekleyen Sovyetler için sürpriz de¤ildi. Daha 1964 y›l›nda Aleksandr Asarin, Hidro Proje Enstitüsü’nde bu kötü kaderi dile getiriyor ve flunlar› söylüyordu: “Bakanlar ve Politbüro Konseyi taraf›ndan onaylanan befl y›ll›k plan›n bir parças› olarak, belki de Aral Denizi’nin kaderini belirleyecek bu projeye, alt kademede hiç kimse karfl› ç›kamaz.”• 133
BD A⁄USTOS 2009
UNUTAMADI⁄IM ANIM Canan Erk
Yaln›zl›k
Bir zamanlar uzak bir Afrika kentindeydim ve çevremdeki insanlara karfl›n çok yaln›zd›m. ‹nsanlar beni tatl› bir sab›rla anlamaya çal›fl›yor, bulabildikleri en basit tümcelerle yan›tl›yorlard›. Duygular›m, özlemlerim, düfllerim, öfkelerim, yarg›lar›m, gözlemlerim aktar›lamadan kafamda birikiyorlard›.
K
onuflmak ne güzeldir. Bir tümce söylersiniz, kafan›z›n içindeki dolaflm›fl yumak çözülmeye bafllar. Söyledikçe herfley netleflir, düflüncelerinizi aktarabilmek size coflku verir. Sonra dinlersiniz. Karfl›n›zdakinin bafl›n›n içinde dönen difllilerin ç›kard›¤› sesi duyars›n›z kimi zaman... Onu anlad›¤›n›zda gözlerinde beliren ›fl›¤› görürsünüz. Bir zamanlar uzak bir Afrika kentindeydim ve çevremdeki insanlara karfl›n çok yaln›zd›m. Çünkü onlar›n dilini bilmiyordum. Kreflteki o¤lumun tümceleriyle bafllad›m konuflmaya... Art›k bir yetiflkin de¤il, bir çocuktum. ‹nsanlar beni tatl› bir sab›rla anlamaya çal›fl›yor, bulabildikleri en basit tümcelerle yan›tl›yorlard›.
134
Duygular›m, özlemlerim, düfllerim, öfkelerim, yarg›lar›m, gözlemlerim aktar›lamadan kafamda birikiyorlard›. Ne denli yaln›zd›m. Birileri olmal›yd›, birilerini bulmal›yd›m! Beni her gördü¤ünde “Kayzeri, Kayzeri...” diye gözleri dolan Ermeni pastac›, y›llar önceki sisli çocuklu¤undan yaln›zca “Otur burada!”y› bulup ç›karabilmiflti. Rodos’tan göçmüfl Yahudi dostlar ise h›nz›r sözler an›ms›yorlard›. ünler geçtikçe al›flverifl yapmaya, otobüsle oraya buraya gitmeye, ayn› tümceyi kullanarak eflimi ifl yerinden aramaya bafllad›m. De¤iflen bir fley yoktu asl›nda... Keyifli sohbetlerin bir ucunda oturuyor, kendi yaln›zl›¤›mla yetiniyordum.
G
Günlük gazetelerin limana giren ve ayr›lan gemilerin listesini yay›mlad›klar›n› keflfetti¤imde çok sevindim. O s›ralarda Süveyfl Kanal› kapal›yd› ve gemiler Ümit Burnu’nu dolafl›yorlard›. Bu gemilerin aras›nda Türk gemileri de olmal›yd›. Sab›rla, aylarca tarad›m listeleri bir tan›d›k ada rastlar›m diye... Sonradan ço¤unun limana girmeden aç›ktan ikmal yapt›klar›n› ve yollar›na devam ettiklerini ö¤rendim. Iflte tam da bu s›rada bir gemici haberi ulaflt› evimize... Hastalanm›fl, mide kanamas› geçirdi¤i için helikopterle gemisinden kentteki hastahaneye tafl›nm›fl, tedavi edilmifl, o da benim gibi dil bilmiyormufl, araflt›rm›fl bizi bulmufl. ir arife günü telafl›na kap›ld›m sevinçle... “Perdeleri de y›kamal› m›yd›m acaba?”, “Ülserliler ne yerdi?”, “Yo¤urt, evet yo¤urt mayalamak”. O¤lum flaflk›n gözlerle anlamaya çal›fl›yordu heyecan›m›, uçuyordum evin bir ucundan bir öbürüne... Onu gördü¤ümde bafl› öne e¤ikti, durmufl, ellerini kap›n›n iki yan›na dayam›fl, birinin burnuyla ötekinin topu¤unu iterek ayakkab›lar›n› ç›kar›yordu. Gözyafllar› gözlerime do¤ru yal›nayak ilerledi. Bu hareketi kim bilir kaç kez izlemifltim. Sonra
B
bafl›n› kald›rd›. ‹nce solgun bir yüzü, aln›n›n yukar›lar›ndan bafllay›p dümdüz afla¤›ya uzanan bir burnu vard›. Küçük birbirine yak›n gözleri yorgundu. “Merhaba yenge” dedi. erhaba yenge... S›cak tozlu yaz rüzgar›, bir döndü kap›n›n önünde, sonra uzaklarda ne varsa içeri tafl›d›. Afl›nm›fl, yuvarlanm›fl tepeler, h›fl›rdayan kavak yapraklar›, bakanl›k dolmufllar›n›n kibar, yafll› floförleri, babam›n gülen gözleri, Samanpazar’›ndaki ufak tefek postac›, annemin terli¤inin sesi, kardeflimin yaz boyu kurumayan güzelim saçlar›ndaki deniz kokusu, ›slak k›fl akflamlar›n›n serçeleri... Sar›ld›k Beykoz’lu bal›kç› Adem’le birbirimize, a¤lad›k. Saatler boyu konufltuk, hemen hiçbir fley yemedi, perdelere bakmad› bile... O¤lumu dizlerine oturttu, hastal›¤›n›, ailesini, geçmiflini anlatt›. Sakin bir adamd›, acele etmeden konufluyordu, sab›r ve anlay›flla dinliyordu. Gariptir, bir k›sac›k gün beni tedavi etti. Sonralar› yaln›zl›k çekmedim, o güzel güney kentinde mutlu oldum. Adem benim en iyi tan›d›¤›m fleylerin simgesiydi. Bana “Yenge” demifl, ayakkab›lar›n› kap›da ç›kartm›fl, bana memleketimi getirmiflti. Kaybetti¤imi sand›¤›m herkes ve herfley orada duruyor, benim dönmemi bekliyordu.•
M
135
.......................................................................................................................................................................................................................................
EBEL’‹N DUASI İlyas Halil
1947 yıl değildi. Gemi azıya almış küheylan, eyerinde oturmuş. Ardım toz, önüm duman... Lise öğrencisi idim yolu garip... Çocukluğumu eski urba dolabına asıp komşu kızı kokan bir mevsime koşuyordum. Nedenini bilmeden... Okulda, Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet, “Düşünmeyi seviyorsan Eflatun’u bil” diyordu. Annem “Şiir seveceksen kendini öğren” demişti. te yandan Mr. Maynard bize verdiği ekonomi dersini benim yaşta, çıplak nazenin yapmış. Kafamda uryan bir gelin idi iktisat... Bana el ediyor, “Gel” diyordu. Boş vaktimde kitaplıklarda Adam Smith ve Karl Marx’ın kim olduklarını arıyordum. O yıl okula iki şaşı gözle bakıyordum.
Ö
*** O yaz başı, bahçemize sihir eken kadın sevinçliydi. Yıllar sonra 177 Sokak’ta doğduğu evin ikinci katına taşınmıştı. Baba evinde mutluluğa her gün yeni bir tanım buluyordu. Çocukluğunu geçirdiği çiçekler, böcekler bahçesi penceresinin altındaydı. Tagore’un, Halil Cibran’ın şiirleri tekrar mırıldanacaktı.
baş 136
Bahçeye nane kokusu ekecek, yeşil verince, pazartesi mutlu...
enceresinden içeri maydanoz yapraklı yeşil güneş girince, çarşamba güzel... Yeşil portakal soymuş gibi gün ışığı ellerinde koku olunca, cuma sevinç dolu... Olacaktı. *** Akşam güneşi sebil çeşme... Sesini dinler gibi, yüreği hüzün dolunca gün batımında hüzün... İki ekmek diliminin arasına toprak kokusunu katık yapmak, toprak kokusunu ısırınca “Çok şükür, doydum” demek...Bu minval üzerine aylar, yıllar saçlarının ağaracağını umut etmek...“Güzel” diyecekti. *** Çok geçmeden fırtına bulutları evin damında belirdi. Kızıl kiremitli evin ak güvercinleri uçtu gitti. Kara kargalardan kara sesler duydu. oktor Atasu’nun haberi kötü idi. O an doğuya bakan pencereler karardı. Zift koyu... Zift yapışık... Zindan kara oldu. Güneş eve dokunmadan batıya gidiyordu. Sihirli bahçecinin göğüs kanseri geri gelmişti. Günleri sayılacak kadar azalmış. Yakında İstanbul’a tedaviye gidecekti. *** İstanbul’a tedaviye gitmeden önce
P
D
BD A⁄USTOS 2009
beni yatak odasına çağırdı. “Gel otur oğul” dedi. “İki güne kadar İstanbul’a gidiyorum. Ne zaman döneceğimi bilmiyorum. Dönemezsem beni hoş gör. Sana bir hayli iş bırakacağım. Külfetli olacak. Ne yaparsın yaşam bu... Kestirmesi yok. Ola ki uzun bir süre seni yalnız bırakacağım, gitmeden yapılacak bazı şeyleri bilmeni istiyorum. Küçüklerin okumasına, okullarına göz kulak olacaksın. Yük ağır olacak. Haberin olsun. iliyorsun, 17 yıldan beri en yakın arkadaşım sendin. Uzun kış, çocuktun, geceleri sana öykü anlatınca yalnızlığım azalıyordu. Sana üzülmesini öğrettim. Gözlerinde yaş belirince sevinmiştim. ‘Oğul büyüyor’ diyordum.“Öğüdümü hoş gör. Bu gerçeği günlük yaşamından öğrenmeni isterdim. Olmadı. Seni uyarmadan ayrılmak istemedim. “Mandalina sevdiğini biliyorum. Mandalina pırasa veya patates koksaydı, ne yapacaktın?” “Şaşırırdım” dedim. Neyin ne olduğunu, kimin kim olduğunu bilmez, aradığımı bulamazdım.” “Evet” dedi. “Ölçülerini sağlam tutmalısın. İnsanları hataları ile ölçme. Kurdukları düş, yaşamak istedikleri rüyaları ile sev. Çocuktum, bahçemizin insan gibi nefes alan, sevinen bir yaratık olduğunu gördüm. Bir çocuk gibi renkli kokulu rüyası vardı. Rüyasına bahar ile
"B
başlar, her ağaca yeni bir renk, her yaprağa yeni bir koku bulurdu. Yaz gelince ağacın renklerini değiştirir, kokuları yenilerdi. ‘Güz’ deyince yeniden renk bulurdu ağaçlarına...” omşumuz Muallime (öğretmen) Roza’ya bahçecinin neden değiştiğini sordu. Yaşlı kadın güldü: “Gerçeği öğrenmek istiyorsan” dedi. “Kendine arkadaş olacak çiçek bul. Çiçeği sev, çok sev. Sevgi sorar, sormaya zorlar seni... İçimizden akan hayat suyunun nasıl aktığını öğrenirsin.” “İnsanlar rüyalarını çiçek kokusundan, renginden yaparlar. Hatırlarım beş yaşındaydın. parmaklarının arasında bana bir menekşe vermiştin. ‘Bu benim arkadaşım’ demiştin. Kurduğun ilk düştü menekşe, ilk rüya... O günden buyana her kurduğun düşte menekşenin kokusunu, rengini gördüm. Kişinin içinde yaşattığı düşün güzelliği, sevdiği şeylerin kokusundan, renginden belli olur. O günden buyana her menekşe gördüğümde kuracağın rüyaları düşündüm. ğul rüyasız insandan uzak dur. “Sev ki, merak edesin. Merak et ki, bilesin. Bilince renkler, kokular çoğalır. Rüyalar gerçek olur.” O günden sonra sihir yapan bahçecimizi görmedim. İstanbul’dan geri dönmedi.•
K
O
137
.......................................................................................................................................................................................................................................
YAKINDAN TANIDIKÇA Yücel Aksoy
Piazzola, bandoneonu ile
Astor Piazzola Tango müzi¤inde devrim yapan sanatç›
Piazzola, 11 Mart 1921’de Arjantin’in başkenti Buenos Aires’ten
400 kilometre uzakta, Atlantik kıyısında bir sayfiye yeri olan Mar del Plata’da doğdu. Yoksul bir İtalyan göçmeni olan ailesi 1924 yılında New York’a gelip yerleştiler. Babası müzisyendi ve o dönemin efsanevi adı şarkıcı ve besteci Carlos Gardel’in orkestrasında çalıyordu. Evlerinin bulunduğu semt, küçük Astor’un yetişmesi yönünden çok kötüydü. Mahalle arkadaşlarından Rocky Marciano sonradan dünya ağır sıklet boks şampiyonu olacak; ama öteki arkadaşlarının bir bölümü New York’taki Sing Sing, bir bölümü de Kaliforniya’daki Alcatraz Hapisanesi’nde zorunlu olarak yaşamlarını sürdüreceklerdi. Ama Astor’u müzik kurtardı diyebiliriz. Dokuzuncu doğum günü armağanı olarak babası ona pırıl pırıl bir bandoneon almıştı. Bandoneon, akordeona benzer bir çalgıdır. Almanya asıllı bu müzik aleti daha sonra tango ile bütünleşmiş ve Arjantin orkestralarının vazgeçemeyeceği bir enstrüman olmuştur. Bandoneonu tangonun ruhu olarak tanımlayan Piazzola, akordeonla tango çalmayı, dondurmayı hardalla yemeye benzetir. Astor bir taraftan bandoneon çalma derslerine devam ederken diğer taraftan da
tangonun yeni formunu oluşturmuş, birçok yönetmenin filmlerine ruh katmış, caz, klasik müzik ve geleneksel tangonun harmanlanmasından oluşan yeni bir müzik türü yaratmıştır.
sağlam b i r müzik kültürü edinebilmek için piyanist Bella Wilda’dan teorik müzik dersleri alıyordu. Nitekim Astor yaşamı boyunca bir Bach ve Rachmaninov fanatiği oldu.
B
andoneon derslerine başlayalı henüz bir yıl olmuştu ki, tango şarkılarının unutulmaz adı Carlos Gardel iyi bir bandoneoncu arıyordu. Astor’u dinleyip çok beğendi ve hemen orkestrasında görev verdi. 1936 yılında Piazzola’nın ailesi tekrar Mar del Plata’ya döndü. Astor burada da boş durmayıp bir tango orkestrasında çalışmaya başladı. 1938’de Buenos Aires’te şansını denemeye karar verdi. Bir süre ufak tefek işler yakalayan Astor, bir yıl sonra Anibal Troilo orkestrasında iş bulup uzun sure bu orkestra ile çalıştı. Başarı merdivenlerini hızla tırmanırken bandoneon çalma konusunda da zirveye ulaşmıştı. Tüm başarılarına ve yoğun çalışmalarına karşın teorik müzik eğitimine de bıkmadan usanmadan devam ediyordu; çünkü iyi bir müzisyen olabilmek için çok iyi müzik bilgisine gereksinimi olduğunun bilincindeydi.
T
roilo grubundan 1944 yılında ayrılıp şarkıcı Francisco Fiorentino’ya eşlik edecek kendi orkestrasını kurdu. 140
Bu arada, orkestrası kendi bestelerini de seslendiriyordu. 1949 yılında dans müziğine bir süre ara verdi ve Ravel, Bartok, Stravinsky çalıştı, Amerikan caz müziğini inceledi. 1954 yılında kazandığı bir bursla Paris’e gitti. Burada tanıştığı müzisyenler ve özellikle Nadia Boulanger, ona özellikle tangoyu bırakmayıp tekrar canlandırmasını ve daha değişik bir yorum kazandırmasını önerdi. 1955’te Buenos Aires’e dönen Astor hemen, sekiz kişiden oluşan bir grup kurdu. Bu grup, bir şarkıcıya ya da dansçıya eşlik etme yerine yalnızca müzik yapıyordu. 1958’de grubu dağıtarak New York’a gitti. 1960’da tekrar Buenos Aires’e dönüp beş kişiden oluşan yeni bir grup kurdu. 1973’de bir kalp krizi geçirdi. İyileştikten sonra daha duygusal bir ortamda yaşam sürmeyi düşünerek İtalya’ya geldi. 1976’da Buenos Aires’te büyük bir konser verdi.
N
e yazık ki Astor Piazzola’nın ünü her gün artarken sağlığı ise gün be gün düşüş gösteriyordu. 1988’de bypass ameliyatı oldu; ama çabuk toparlandı ve 1989’da büyük bir turneye çıktı. 1990’da tekrar bir kalp krizi geçirdi. Bu kriz onun çalışma ve beste yapma yaşamının sonu oldu. Yaklaşık iki yıl sonra 4 Temmuz 1992’de, ardında birbirinden güzel besteler ve saygın bir ad bırakarak çok sevdiği Buenos Aires’te yaşama veda etti.•
.......................................................................................................................................................................................................................................
YAZAN: SEMRA ATAY
G
eçtiğimiz aylarda İngiltere, Florida ve Rusya’dan sonra, Kumburgaz ve Kemer’de uçan daire/UFO görüldüğü haberleri ve amatör fotografçıların çektiği kimi görüntüler, 62 yıl önce ABD'nin New Mexico eyaletininde yaşanan “Roswell UFO olayı”nı bir kez daha gündeme getiriyor, tartışmaları yeniden alevlendiriyordu. Roswell kasabasında geçen bu olayla ilgili kayıtlara göre, ABD'nin Idaho Eyaleti'nde kurtarma pilotluğu yapan Kenneth Arnold, 24 Haziran 1947 Salı günü, kayıp bir uçağı Washington'daki Cascade Dağları üzerinde aramaya çıkmıştı.
P
ilot bu uçuş sırasında, tahminen saatte 120.000 mil hızla giden ve 4 m.boyunda, disk şeklinde 9 uçan daire gördüğünü iddia ediyordu. 142
B
kasabası ise her yıl Bundan iki hafta Temmuz ayında UFO sonra, 8 Temmuz 1947 Festivali” düzenlemeye Salı günü, Roswell ve “Uluslararası UFO kasabası yakınlarında, Müzesi ve Araştırma "fincan tabağı" Merkezi”nde turistleri biçiminde bir cismin ele Amerikal› eski bir askeri ağırlamaya devam ediyor. geçirildiği duyuluyordu. yetkili, “Roswell üssü yak›n lar›na düflen bir UFO olduVerilen bilgiye göre ¤unu ve içinde uzayl› 27 Mayıs 1995 Cuma Roswell kasabasındaki cesetleri de bulundu¤unu” günü, Londra bir çiftlikte ustabaşı ölüm döfle¤inde itiraf etti. Müzesi'nde basın olarak çalışan W.W. toplantısı yapan İngiliz TV Brazel, “ışıldayan, garip bir takım programcısı Ray Santili, elinde 16 parçalar” bulmuştu toprak üzerinde… mm'lik 14 bobinden oluşan ve ABD Brazel bulduklarını şerife götürmüş, ordu istihbarat birimlerine ait o da bunları yakındaki hava üssünün olduğunu söylediği filmleri yetkililerine teslim etmişti. Üssün kamuoyuna açıklıyordu. yetkilileri de “uçan bir disk” kalıntıları Filmler “Roswell UFO kazası” bulun-duğunu açıklamışlardı.Yerel bir sonrasıyla ilgili görüntüleri ve bazı gazete bu haberi birinci sayfasında dünya dışı, ya da insan olmayan yayım-layınca, kamuoyunda “gizemli canlılara yapılan otopsi sahnelerini uçan daire/ UFO efsanesi” başlamış içeriyordu. Wikipedia’nın verdiği oluyor, ancak bu iddiasını hemen geri bilgiye göre, film 82 yaşındaki ordu alan hava kuvvetleri, bunun bir fotoğrafçısı Jack Barnett'ın özel “araştırma balonu” olduğunu arşivine aitti. Temmuz 1947'deki bildiriyordu. Roswell UFO kazası sırasında çekilmişti ve Barnett bir kopyasını da kendisine saklamıştı. u olaydan 50 yıl sonra; 24 İşte bu Haziran 1997 Salı günü, ABD Hava b e k l e n medik Ünlü Kuvvetleri New Mexico eyaletindeki ufoolay, konunun Roswell askeri üssü yakınlarına düşen lojist önemini daha da “yabancı” cisimle ilgili olarak, 231 Stany artırıyordu. Friedman: ”Baz› sayfalık bir raporu kamuoyuna Amerikalı eski UFO’lar›n zeki açıklıyordu. bir askeri yetkili, sistemlerle kontrol Yıllardır öne sürülen çeşitli edilen uzay araçlar› “ABD’nin New oldu¤unu gösteren komplo teorileri bir yana, Roswell Mexico eyale- binlerce kan›t var”
B
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
tindeki Roswell askeri üssü yakınlarına düşen cismin içinde uzaylı cesetleri de bulunan bir UFO olduğunu ve bunların Amerikan ordusu tarafından gizlendiğini” ölüm döşeğinde itiraf ediyordu.
Kumburgaz ve Kemer’de UFO görüldüğü haberleri heyecan yaratmıştı
söylenişiyle ‘flying saucer’ (uçan tabak) ilk kez bundan tam 60 yıl önce kullanıldı. Vesilesi ise Kenneth Arnold adlı satış elemanı ve pilot olan ABD’li şahsın gördüğünü iddia ettiği dokuz ‘uçan cisim’ idi. Bu tuhaf objeler Washington’daki Rainier Dağı’nın üstünde ‘V’ şeklinde uçuyordu Arnold’ın anlattığına göre. Takvimin 24 Haziran 1947 tarihini gösterdiği gün Arnold şu cümleyi kurdu: ‘Tuhaf cisimler düzensiz şekilde, havada sekerek ve kanatları yukarı aşağı eliptik hareketlerle titreşerek ilerliyordu – tıpkı suyun üzerinde kaydırılan ‘bir fincan tabağı’ gibi’. Dünyaya yayılan bir altkültür böylece doğmuş ve isimlendirilmiş oldu.”
O dönemde üssün halkla ilişkiler subayı olan ve 2008 yılında ölen Teğmen Walter Haut, ölümünden sonra açılmak üzere yazdığı mektupta, ABD ordusunun birçok teknolojiyi bu "kazada" ele geçen dünya dışı uzay mekiğinden aldığını da öne sürüyordu.
D
iğer taraftan “Uçan dairenin 60 yılı” konusunda, “Wired, FBI, British Defense Ministry, Centre National D’Etudies Spatiales, Project Blue Book Archive” kaynaklarından yararlanan Noyan Ayan’ın, bir web sitesinde yaptığı çeviriye göre, bu konuda yaşanan gelişmeler şöyle özetleniyordu: “Uçan daire” tamlaması, ya da orijinal İngilizce 144
Rusya’da bir amatör foto¤rafç› taraf›ndan çekilen görüntüler.
‘Bazı UFO’ların zeki sistemlerle kontrol edilen dünyadışı uzay araçları olduğunu gösteren binlerce kanıt var’ şeklinde konuşan tanınmış ufolojist Stanton Friedman, ortada kozmik bir Watergate skandalı yaşandığını, zira eldeki verilerin kesinliğine karşın ABD devletinden onyıllardır
doğrulayıcı bir açıklama gelmediğini, pek çok ‘gerçek’ verinin örtbas edildiğini, binyılın en büyük fenomeninin de böylece gündem dışı tutulduğunu savunuyor. ‘Karşıt görüşler beni kaygılandırmıyor’ diyor Friedman, ‘çünkü bilimsel verileri ön planda tutanların uçan dairelerin varlığı konusunda ikna olmaları zor olmuyor’.
2
.Dünya Savaşı sırasında müttefik kuvvetlerine bağlı uçakların pilotları sıkça ‘onları takip eden ışık topları’ndan bahsettiler. Resmi kayıtlara da geçen bu gizemli ışık topları ‘foo fighters’ takma adıyla anıldı ve Almanlar’ın gizli silahı olduklarına inanıldı. Savaştan kısa süre sonra hayalet roketler Avrupa’nın her yerinde görülmeye başlandı. 1946’da sadece İsveç’te en az bin ‘hayalet roket’ vakası rapor edilmişti.” “Ancak ‘uçan daire’ler tarihte hiçbir dönemde, bugün olduğu kadar günlük hayatın bir parçası olmuştu. 2002’de yapılan Roper anketine göre her yedi Amerikalı’dan biri ya bir UFO ‘görmüştü’ ya da bir tanışları dünyadışı varlıklara rastlamış ve bunu onlara anlatmıştı. Daha yeni tarihli bir araştırmaya göre ise ABD nüfusunun yarısı, dünyadışı varlıklarla ilk ‘resmi’ karşılaşma için medya tarafından ‘halkın hazırlandığını’ düşünüyor.” “Her yıl dünyada binlerce kişi UFO
gördüğünü iddia ediyor. Yetkili organlara ya da medyaya bildirilen vakaların hesabını tutmak zor; zira en inançlı ufolojistler bile bu UFO görme vakalarının çoğunda görülen şeyin ya bir uçağın yarattığı hale, ya kar fırtınası ya da orografik bulut olayları olduğunda hemfikir.”
Y
azar Jenny Randles, UFO’lar ve paranormal olaylar hakkında bugüne kadar 50’den fazla kitap yazdı. Ancak bugüne kadar dünyadışı varlıkların ziyareti ya da devlet tarafından örtbas edilme olaylarına ilişkin gerçek bir kanıt bulamadı. Öte yandan ABD Hava Kuvvetleri tarafından yürütülen ‘Mavi Defter Projesi’ (Project Blue Book), 1952 ile 1970 yılları arasında rapor edilmiş 15 bin UFO vakasını içeren 20 yıllık dev bir ‘uçan daire’ araştırması olarak güvenirli kaynaklar arasında yerini aldı.”
”Cennetin Kap›s›” tarikat›n›n kurucusu Marshall Herff Applewhite
“1997’de Marshall Herff Applewhite’ın liderliğini yaptığı Heaven's Gate (Cennetin Kapısı) 145
BD A⁄USTOS 2009
isimli tarikatın üyeleri topluca intihar etti. Çünkü tam o tarih ve saatte ölürlerse ruhlarının bir uçan daire tarafından götürüleceğine inanmışlardı.” “Daha uzun ömürlü olan UFO tarikatları arasında Aetherius Society ve International Raelian Movement (Uluslararası Raelyen Hareket) de vardı. Bunlardan ikincisi Rael takma adını kullanan eski motosiklet yarışçısı Fransız Claude Vorilhon tarafından 1974’te kuruldu. Rael’in ‘öğreti’sine göre ‘Eloha adlı bir uzaylı kendisiyle iletişime geçmiş ve ona insan ırkının aslında kendileri tarafından yapılan DNA araştırmalarının sonucunda ortaya çıktığını söylemişti.
Raelyen Hareket tarikat› kurucusu Frans›z Claude Vorilhon
Eloha’nın Rael’e anlattıklarına göre ‘İncil ve diğer kutsal kitaplar a s l ı n d a Ta n r ı y a d a o n u n peygamberleriyle değil uzaylı canlılarla iletişimi konu ediniyordu’. İsa ve Muhammed peygamberlerle arasında bu anlamda ‘akrabalık 146
BD A⁄USTOS 2009
Hipnoz altına alınan çift, kendilerinden geçmiş halde ‘kaçırıldıklarını ve üstlerinde detaylı tıbbi deneyler yapıldığını’ hatırladı ve anlattı. Çiftin hikayesi, John G. Fuller tarafından 1966’da ‘The Interrupted Journey’ (Bölünen Yolculuk) adıyla yayımlandığında tüm dünyada büyük ilgi uyandırdı.” ”Uzayl›larla temas” öyküleri büyük ilgi uyand›ran çift: Betty ve Barney Hill
ilişkisi’ olduğunu iddia eden Rael, binlerce insanı ikna etmeyi başardı. Tarikat şu sıralar Las Vegas’ta dev bir merkez kurma hazırlıkları yapıyor.” “Efsanevi yazar Erich von Daniken’in söyledikleri de bir şekilde Rael ile paralellik gösteriyor. Daniken, yüzyıllar önce dünyayı ziyaret eden uzaylı astronotların o zamanki insanlar tarafından ‘tanrı’ yerine konduğunu ve bunlara efsanelerde, yerel sanatlarda ve dini metin ve ritüellerde yer verildiğini savunuyor.”
U
zaylılarca ‘temas edilen’ kişi-lerin anlattıkları, bilimsel UFO araştırmacıları tarafından çoğunlukla göz ardı edildi; ta ki Betty ve Barney Hill çiftinin ortaya çıkıp, 19 Eylül 1962 gecesi otomobilleriyle giderken bir UFO tarafından takip edildiklerini bildirene kadar. Eve döndüklerinde yolculuklarının büyük bölümünü hatırlamadıklarını fark etmişlerdi.
E
n eğlenceli komplo teorileri Steven Spielberg'in yazdığı ve yönettiği 1977 tarihli Close Bay Poldi’nin aklına takılanlar: •Yüzmek zayıflatıyorsa balinalar neyi yanlış yapıyorlar? •Mısır yağı mısırdan, ay çiçek yağı ayçiçeğinden elde ediliyorsa; bebek yağı nereden elde edilmektedir? •Neden insanlar gökyüzünde 400 milyar yıldız var denildiğinde inandıkları halde, yeni boyalı yazan yüzeyi elleriyle yoklarlar? •Niçin limonlu gazozların içerisinde bir sürü suni tatlandırıcı varken bulaşık deterjanında gerçek limon suyu kullanılmaktadır? •Evli insanlar gerçekten daha mı uzun yaşamaktadırlar yoksa öyle mi hissetmektedirler? •Işık 300.000 km/sn hızla yayıldığına göre karanlık hangi hızla çökmektedir? •Teflona hiçbir şey yapışmadığı halde teflon tavaya nasıl yapışmıştır? •Niçin fare kokulu kedi maması yok?
Encounters of the Third Kind (Üçüncü Türle Yakın İlişkiler) adlı film, bazı ufolojistler tarafından ‘devlet destekli proje’ olarak yorumlandı. Onlara göre film, ‘dost uzaylıların varlığına kamuoyunu alıştırmayı’ hedefleyen devlet projesinin bir uzantısıydı. Film insanlar üzerinde o kadar etkili oldu ki, İngiliz Lordlar Kamarası bile 1979’da, üç saat süren bir oturumda uzaylılarca kaçırılma olaylarını tartıştı. İngiliz Hükümeti yine de UFO’ların uzaylı olmadığını ve ulusal tehdit oluşturmadığını resmen açıkladı.”• •Eğer uçağın kara kutusu kaza anında parçalanmıyorsa neden bütün uçak bu kutunun üretildiği maddeden yapılmıyor? •
Koca Ragıp Paşa, sadrazamlığı sırasında yanındakilere “Rüşvet almadığınıza yemin eder misiniz?” diye sordu. Hazır bulunanlar, hemen yemin ettiler. Şair Haşmet, bir köşede sessizce oturuyordu. Ragıp Paşa “Haşmet, sen de memuriyette bulundun. Ama yemin edemiyor musunı” diye sordu. Şair Haşmet biraz düşündükten sonra şu yanıtını verdi: “Efendim halk arasında ‘Yalan yere yemin eden çatlar’ diye bir inanış vardır. Şimdi bekliyorum. Buradakilerden hiç kimse çatlamazsa, ben de yemin edeceğim.”• 147
BD A⁄USTOS 2009
Anne ve Babalardan
Nine ve Dedelerden
Gönderi adresi: Bütün Dünya, Mimoza 4/9, D: 1, Ataflehir, 34750, ‹stanbul e-posta: butundunya@butundunya.com.tr (e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla olmamas›na lütfen özen gösteriniz.) Akif ve Furkan Baylaz, Bingöl
Denizcan Müftüo¤lu, Ankara
Ela Okumufl, Konya
Cemre Diler, Antalya
Halil Bayram, Uflak Ata Gani ve Dora Nur Birben, Rize
Elif Kovanl›kaya, Tekirda¤
Oğulları, Kızları ve Torunlarından
Nineler ve Dedeler
148
Onur Sidar fienyuva, Bingöl
Ya¤mur ‹dil Alt›nordu, Hatay
Zirve Berdibek, Bingöl
Salih fien, Ankara
Onur Talha Kas›m, Samsun
Demirhan Kaya, Ankara
Nezihe Öztekin, Mersin
Sultan Çoban ve torunu Cafer Çoban, Mu¤la 149
BD A⁄USTOS 2009
BD A⁄USTOS 2009
“Sudokunun Yan›tlar›”
Mankafa Poldi
Sudokuyu yapamayanlar için
“Geçen hafta demiryollarını öyle bir dolandırdım ki sorma!” “Ne yaptın, Poldi?” “Dönüş biletim olmasına karşın trenle dönmedim.”
“Ne güzel değil mi, Poldi? Bu ışın demetinin üzerine çıkıp gökyüzüne tırmanmak isterdim.” “Ben istemem. Aniden ışığı keserlerse ne yaparım?”
‹lk dersimiz Türkçe 1-d-Sürekli TV kanalı değiştirme 2-b-Yoga felsefesini uygulayan 3-a-Bir tür ince meşin 4-b-Zekâca geri kimse 5-d-Kısa ve ince değnek 6-c-Suyu sıkılmış meyve posası 7-b-Bir tür balık
Sudokusuz yapamayanlar için Temmuz Ay› Mant›k Bulmacas› Firma Abat Cemre Doğan FRC Coşkunlar
Baflkan Alper Cengiz Yılmaz Fuat Ferit
Merkez İstanbul Ankara Konya Bursa Eskişehir
Teklif 112,80 111,80 102,72 109,90 101,48
“Bilginizi Denetleyin”
“Balıkları tuttuğumuz yeri bir yere kaydetseydik keşke!” “Ben bunu düşündüm. Sandalın kenarına bir işaret koydum.” 150
“Heykel güzel ama, keşke buraya getirilirken daha özenli taşınsaydı da kolları kırılmasaydı!”
1-(c) Faize Ergin 2-(d) Feridun Ergin 3-(a) Ergograf 4-(b) Ergokrasi 5-(b) François 6-(a) Ludwig Erhard 7-(d) Erie 8-(c) Kızıl Erik 9-(b) Kenan Erim 10-(a) Eritropsi 11-(b) Erke 12-(c) Behiç Erkin 13-(b) Agâh Erozan 14-(d) Nurettin Ersin 151
KARELER VE RAKAMLAR Cahit Batum
MANTIK B‹LMECES‹ Prof. Dr. Yüksel Bozer Anadolu’nun de¤iflik befl ilinden befl kifli k›sa bir süre için Ankara’ya geldi ve befl de¤iflik otelde kald›lar. Afla¤›daki ipuçlar›ndan bu befl kiflinin ad›n›, soyad›n›, nereden geldi¤ini ve hangi otelde kald›¤›n› bulunuz.
-
=
-
=
-
=
-
Yıldız
Anadolu
Sahra
Büyük
Ankara
Otel
Giresun
Elazığ
Diyarbakır
Bulut
Lütfen dikkat edin: 0-9 aras›ndaki rakamlar, her soru grubunda de¤iflik biçimlerde simgelenmektedir.
-
İl
Soyadı
Çankırı
=
Bolu
+
+
Erkut
=
Gün
-
Arkoç
=
Küçük
+
+
‹PUÇLARI: 1- Diyarbak›r’dan gelen soyad› Gün olmayan Ramazan her zaman kald›¤› otele yerleflti. 2- Elaz›¤’dan gelen kifli Büyük Otel’e yerleflmiflti. 3- Giresun’dan gelmeyen soyad› Gün olan kifli Y›ld›z ad›ndan çok hofllan›yordu. 4- Akgün Bulut, Anadolu Oteli’nde kalm›yordu. 5- Giresun’dan gelen kiflinin ilk ad› Elaz›¤’dan gelen kiflinin ilk ad›ndan bir harf fazla oldu¤u gibi otelinin ad› da Elaz›¤l› kiflinin kald›¤› otelin ad›ndan bir harf fazlayd›. 6- Erkut Çank›r›’dan gelmiflti; ancak ilk ad› Yusuf de¤ildi. 7- Sahra’da konaklayan Arkoç’un ilk ad› Sadi de¤ildi.
Mustafa Yusuf Sadi Ramazan Akgün Ankara Büyük Sahra Anadolu Yıldız Bolu Çankırı Diyarbakır Elazığ Giresun
Adı
Soyadı
Geldiği İl
Kaldığı Otel
Cahit Batum’dan Kareler ve Rakamlar’›n Temmuz Ay› Çözümü 312 + 376 = 688 328 214 = 114
813 377
444 = 369 155 = 222
640 + 162 = 802
436
289 = 147
yukselbozer@butundunya.com.tr 152
153
BD A⁄USTOS 2009
SATRANTÇ Mustafa Yıldız
ÜNLÜ SATRANÇ USTALARI (1): PHILIDOR Françoise Andre Danican Philidor, 7. 11. 1726’da Paris yakınlarında doğdu. Müzisyen ve satranç ustası. Fransız komik operasını bestelemiştir. “Analysis of The Game of Chess” adlı satranç kitabı yazmıştır. “Piyonlar satrancın ruhudur” sözleri onundur. 31. 07. 1795’te ölmüştür. Brül-Philidor, Londra, 1783 1. e4 e5 2. Fc4 c6 Çağdaş teori, bu hamlenin yapılmasını 2... Af6 3. d3’ten sonra tavsiye eder. 3. Ve2 d6 4. c3 d3!? 4... f5 5. d3 Af6 6. exf5 Fxf5 7. d4 Philidor, uygun piyon yapısı elde ediyor, ona göre bu, temel üstünlüktür. 7... e4 8. Fg5 Beyaz g1’deki atı geliştirmekte zorlanıyor. 8… d5 (D) 9. Fb3 Fd6 10. Ad2 Abd7 11. h3 h6 12. Fe3 Ve7 Siyahın üstünlüğü bariz bir biçimde görülmekte. 13. f4 h5! Şimdi g4 sürülemez; çünkü h4 tehdidi var. 14. c4 a6! 15. cxd5 cxd5 16. Vf2 O-O 17. Ae2 b5 18. O-O Ab6 19. Ag3 g6! 20. Kac1 (Beyaz, 20. Axf5!? gxf5 21. Vg3+ ile oyunu canlandırma fırsatını kaçırıyor. 21... Vg7’e ise 22. Vg5 Vxg5 23. fxg5 Afd7 24. Ff4 çok güzel karşı oyun.) 20… Ac4 21. Axf5 gxf5 22. Vg3+ Vg7 23. Vxg7 Şxg7 24. Fxc4 bxc4 (24... dxc4! ve Ad5’ten sonra oyun birkaç hamlede biterdi.)25. g3 Kab8 26. b3 Fa3 27. Kc2 cxb3 (D) 28. axb3? (28. Axb3’ten sonra beyazların pozisyonu savunulabilirdi.) 28... Kbc8 29. Kxc8 Kxc8 30. Ka1 Fb4 31. Kxa6 Kc3! 32. Şf2 Kd3 33. Ka2 Fxd2 34. Kxd2 Kxb3 35. Kc2 h4! 36. Kc7+ Şg6 37. gxh4 Ah5 38.Kd7 Axf4 Siyahın stratejisi iki bağlı geçer piyon elde etmek. 39. Fxf4 Kf3+ 40. Şg2 Kxf4 41. Kxd5 Kf3 42. Kd8 Kd3 43. d5 f4 44. d6 Kd2+ 45. Şf1 Şf7 46. h5 e3 47. h6 f3 Beyaz terk etti. Daha sonra Larsen, Philidor’u zamanının çok önünde olduğundan dolayı “Büyükustaların Piri” olarak tanımlamıştır! 154
KULÜPLER fiAMP‹YONASINDAN ‹LG‹NÇ KONUMLAR Zafer Gücin-Halil fientu¤, Konya, 2009 Siyah taşların birbirleriyle ilişkileri zayıf ve ağır bir saldırı tehdidi altında bulunan şaha yardım etmekten çok uzaktalar. Bir atın gidebileceği en kötü karelerden biri olan g7’deki atın piyondan farkı yok. Beyazın iki ağır taşı ile yapacağı saldırı çok etkili. 43. Vh3 f5 44. Vh8+ Şf7 45. g6+ güzel bir çekme! 45... Şxg6 46. Vh7+ Şf7 47. Fh5+ 1-0 GM Bagaturov-IM Annaberdiev, Konya, 2009 14. Fg4?! Siyahın bulduğu artistik hamle etkili olmuyor. 15. hxg4 Axg4 16. Ke1 c5 17. Ade2 Bu at savunmada çok işe yarayacak 17... Vh2+ 18. Şf1 Axe3+ 19. fxe3 Ke6 etkisiz bir tehdit. 20. Şf2 Kf6+ 21. Af4 Kxf4+ Saldıran tarafın taşlarını değiştirmemesi gerekirdi. Neredeyse sonuç alacak taş kalmadı. 22. exf4 Fd4+ 23. Vxd4 Çok sert ve şaşırtıcı bir karşılık. (23. Şf3 de yeterli olurdu.) 23... cxd4 24. Kh1 Vxh1 Siyahın saldırısı sona erdi; ama oyun sonu için umut içinde. 25. Kxh1 dxc3 26. Kc1 a5 27. Kxc3 a4 28. Kd3 axb3 29. axb3 Ka2+ 30. Şg1 Ka1+ 31. Şh2 Ka3 32. e5 dxe5 33. c5 Aa8 34. Kd7 Kxb3? (Atı kaybettiren ağır bir hata) 35. Kd8+ Şg7 36. Kxa8 1-0
PROBLEM Cepijni, 1968
OYUN SONU Matison, 1929
Çözümler 147’nci sayfam›zdad›r.
mustafayildiz@butundunya.com.tr.
Beyaz Kazan›r 155
BD A⁄USTOS 2009
BULMACA Filiz Leloğlu Oskay 1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
1 SOLDAN SA⁄A: 1) Fotografta görülen flair, gazeteci ve fotograf sanatç›m›z. Uçurum. 2) Asya ile Avrupa’y› ay›ran s›rada¤lar. - Üzüm veren a¤aç. - Bir ilimiz. 3) Baston. - ‹ki ya da daha çok sesin ayn› anda kula¤a hofl gelecek bir biçimdeki uyumu. - Radonun simgesi. 4) Veri. - Bir nota. - Geri, art. - Boru sesi. 5) Kilolitrenin k›sa yaz›l›fl›. - Alkol. Kamu. 6) Gelir. - Bir zaman birimi. 7) Yaprak sigaras›. - Benzenden türeyen bir amin. - Küçük su yolu. 8) ‹talyan Radyo Televizyon Kuruluflu. - Kars ilindeki ünlü harabeler. - Alfred Hitchock’un ünlü bir filmi. - Güzel sanat. 9) Çok taneli bir meyve. - Bir flark›da her k›tadan sonra tekrarlanan ve bestesi de¤iflmeyen parça. 10) Lantan›n simgesi. - Cemal Gürsel’in lakab›. - Alan, meydan. - Mikroskop cam›. 11) Çamafl›r›n k›r›fl›kl›¤›n› gidermeye yarayan bir gereç. - “Lale .....” (Türkiye’nin ilk kad›n futbol hakemi). Kaz Da¤lar›’n›n mitolojik ad›. 12) Ana, baba ve çocuklardan oluflan en küçük toplumsal birim. - Yeniçeri k›fllas›. 13) Samimi. - Giysilerin dik durmas›n› sa¤layan kola. - Yunan mitolojinse savafl tanr›s›. 14) ‹skambilde bir ka¤›t. - Tarihsel dokusu nedeniyle koruma alt›na al›nm›fl bölge. - S›cak veya so¤uk havay› dengeli olarak savuran araç. - Bir nota. 15) “..... Kad›s›” (Musahipzade Celal’in bir yap›t›). - Özverili. 16) Y›lmaz Güney’in Cannes’te ödül alan filmi. - Gezinti teknesi. 17) ‹çinde, görüntü ve seslerin kaydedildi¤i, gerekti¤inde yeniden kullan›lmas›n› sa¤layan bir manyetik fleridin bulundu¤u küçük kutu. - Para ile ilgili olan. 18) Art› uç. - Ya¤ma. 19) Caka. 20) Elekten geçirme. -fiair.
2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 1
156
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
YUKARIDAN AfiA⁄IYA: 1) 1882-1965 aras›nda yaflam›fl; tarihçi, edebiyat araflt›rmac›s› ve siyaset adam›m›z. - Bir peygamber. -Antalya’n›n bir ilçesi. 2) Eski dilde ulaflt›rma. - Ukrayna’n›n plaka imi. - “Nurullah .....” (Elefltirmenimiz).
- Çin’in para birimi. 3) Ka¤›t kesilerek yap›lan eski Türk sanatlar›ndan biri. Cerahat. -Günefl do¤madan önceki alacakaranl›k. - Ondört dizeli bir Bat› fliir türü. 4) Lübnan’›n plaka imi. - Hava ile ilgili. - Bir haber ajans›m›z›n simgesi. Vasilik. 5) Uzakl›k iflareti. -Her zaman kullan›lmayan, çoklukla e¤itimsiz kiflilerin söyledi¤i sözler. -Otomobillerde direksiyon ile lastikler aras›ndaki ba¤lant›y› sa¤layan demir çubuk. Demirin simgesi. 6) Kabar›k görüntü vermek için farkl› malzemelerle yap›lan iç giysisi. - Fas›la. - Bir nota. -Titan›n simgesi. 7) “..... Hamdi Bey” (‹lk müzecimiz). -“Anais ...” (“Albatrosun Çocuklar›”n›n yazar›, Frans›z edebiyatç›). -Çok dikkat ve özenle davranan. Kad›nlar›n deniz giysisi. 8) Toprak Mahsulleri Ofisi’nin k›sa ad›. - Asya’da bir ›rmak. - Soyluluk. - “Suat .....” (Karao¤lan tipinin yarat›c›s›). 9) Yanda olan, yana düflen. - Mürekkep hokkalar›na konulan ham ipek. - Yabanc›. - Ömer Seyfettin’in bir yap›t›. 10) ‹ridyumun lekesi. -Atl› asker. - 1908-1985 y›llar› aras›nda yaflam›fl, Türk Tarih Kurumu’nun kurucular›ndan ilk tarih profesörümüz. 11) Eski dilde su. -Eski Türkler’de bir hükümdarl›k unvan›. “fievket ...” (1913-1988 y›llar› aras›nda yaflam›fl, “Hayat Böyledir” adl› kitab› da bulunan flair ve yazar›m›z). - ‹sim. 12) Kendi kendine ve baflkalar›yla iletiflim ve etkileflim eylemini oyun tarz›nda ortaya koyma. - fiaflma belirten bir ünlem. - Kastamonu’nun bir ilçesi. 13) Yön, taraf. -Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nün k›sa ad›. - Param›z› simgeleyen harfler. -Utanç duyma.14) Tarla s›n›r›. - Bir cetvel türü. - Arjantin’in plaka imi. - Bir zaman birimi. - Tav›r, davran›fl. 15) ‹stanbul’un bir semti. Konuk a¤›rlama. - Atlas Okyanusu’nda bir tak›mada.•
filizoskay@butundunya.com.tr 157
B‹ZE GÖNDER‹LEN K‹TAPLARDAN
Devlet-i Aliyye
Çok Gururlu, Çok K›r›lgan K›ymetini Bil Herfleyin Devlet-i Aliyye Osmanl› ‹mparatorlu¤u Üzerine Araflt›rmalar - 1 Halil İnalcık Türkiye ‹fl Bankas› Yay›nlar›
O
smanl› tarihi konusunda ö¤retmenlerin ö¤retmeni Halil ‹nalc›k’›n üç ciltten oluflacak seçmelerin ilk kitab› ç›kt›. Altm›fl y›l› aflan bir süreden beri yapt›¤› araflt›rmalar› belli bir bak›fl ve kronoloji içinde okuyucular›na s unm a y› pl a n l ay a n Os m an l › tarihçili¤inin ça¤›m›zdaki en büyük adlar›ndan biri olan Halil ‹nanc›k, “Bu üç cildi planlarken Osmanl› Devleti’nin bir beylikten Orta-Do¤u ve Balkanlar’› hükmü alt›na alan güçlü ve köklü bir imparatorluk haline gelifli ve alt› yüzy›l 158
dayan›fl› sürecini aç›klamay› tasarlad›k. Bu süreci anlamak için yaln›z politik olaylar› incelemek yeterli de¤ildir. Bugün tarihçiden siyasi olaylar alt›nda toplumsalekonomik alt yap› geliflmelerinin incelenmesi istenmektedir. Alt yap› koflullar›na gelince, nüfus hareketleri, göçler, kitlelerin temel ihtiyaçlar›, tar›m ve ticaretin bu ihtiyaçlar› karfl›lama flekilleri, flehirleflme ve herfleyden önce sorunlar› aç›klamada tarihi geçmiflten geleneksel zihniyet ve kurumlar çerçevesinin tespiti, tarihçiden beklenen tarihsel analizdir. (...) Dünya tarihinin ve Türk tarihinin en büyük sorunlar›ndan biri 14. yüzy›lda Bat›Anadolu’da ortaya ç›kan bir Türkmen beyli¤inin yar›m yüzy›l içinde Tuna’dan F›rat’a kadar uzayan bir imparatorluk halinde geliflme sorunudur. Ancak Osmanl› Beyli¤i’nin kuruluflu, ilk siyasi çekirde¤in ortaya ç›k›fl› ile Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun kuruluflu sorusunu birbirinden ayr› iki tarihi süreç olarak ele almak gerekir” diyor.
Çok Gururlu, Çok K›r›lgan Maria Callas’›n Hayat› Alfonso Signorini/Turkuvaz Kitap
D
ar gelirli, anne ve baban›n sürekli çat›flt›¤› bir ailenin hiçbir umut ›fl›¤› görülmeyen ikinci plandaki k›z›n›n 15 yafl›nda sahneye ç›k›fl› ve ça¤›n›n en büyük opera sanatç›s› olmas›... Masallar› and›ran bir yaflam... Evde sürekli olarak eflini ve çocuklar›n› gagalayan anne “Yuvay› difli kufl yapar” sözünü bu kez “Yuvay› difli kufl bozar”a dönüfltürür. Maria Callas’›n yaflam›nda f›rt›nalar hiçbir zaman dinmedi. Genç bir k›zken elinden tutup flöhrete kavuflmas›n› sa¤layan eflini terk edip güç ve iktidar peflindeki Onassis’e ba¤lanmas›, buna karfl›l›k Aristo Onassis’in beklenmedik ihaneti yaflam›n› alt üst eder. Ölen çocu¤unun mezar›n› her ay›n ilk pazartesi günü hiç aksatmadan görmeye giden Callas 53 yafl›nda kalp krizi sonucu ölünce bu ac›s› da diner. Callas, ölüm döfle¤indeyken flu sözleri söyler: “Mutlu ölüyorum. O¤lumun ve hayat›m›n erke¤inin yan›na gidiyorum. ‹yi yürekli Tanr›’n›n ebediyen b i r l i k t e yaflamam›za izin verece¤ini umuyorum.”
K›ymetini Bil Herfleyin Hayata Tutunma ve Direnifle Dair Notlar / John Berger Metis Yay›nlar›
D
ünyada ve Türkiye’de derin etkiler yaratan yap›tlara imza atan Berger, dünyadaki geliflmelere kay›ts›z kalam›yor. S›rça köflkünde oturup “Bana ne?” demiyor: “Dünya de¤iflti. Haberleflme art›k de¤iflik yollardan yap›l›yor. Çarp›k haber iletme teknikleri gelifliyor. Göç, tüm dünyada hayatta kalman›n bafll›ca çaresi oldu günümüzde... (...) Günümüzde adalet arzusu büyük bir çeflitlilik gösteriyor. (...) Gezegenimizde afl›r› güçlenen ve sald›rganlaflan tüketim ideolojisi, bizi bu ›st›rab›n geçici oldu¤una ve kendimizi ondan koruyabilece¤imize inand›rmaya çal›fl›yor. (...) Utançtan maksad›m kiflisel suçluluk de¤il! Giderek anl›yorum ki, utanç uzun vadede ümit etme yetimizi afl›nd›ran ve ileriyi görmemizi engelleyen bir duygu türü... Gözlerimizi ayaklar›m›z›n ucuna dikip sadece bir sonraki küçük ad›m› düflünüyoruz. ‹nsanlar her yerde –çok farkl› koflullarda– kendilerine ‘Neredeyiz?’ sorusunu soruyor” diyor.• 159
B‹R FOTOGRAF B‹N SÖZCÜ⁄E BEDELD‹R Gönderi: Merve Yazı, Ankara
314 0 8 88
160
S p
9