2016/04

Page 1

TÜRK

RESSAMLAR

1 NİSAN 2016

HÜSEYİN SÖNMEZ 192297

SAYI: 2016 / 04

NİSAN 2016

1966’da Kayseri’de doğdu. 1985 yılında Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Resim İş Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli illerde resim öğretmeni olarak görev yaptı. 1993 Yılında Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne öğretim görevlisi olarak atandı. 2003 Yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sanatta yeterlik aldı. Halen Mersin Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışan Hüseyin Sönmez, yurt içinde on üç kişisel sergi açtı, birçok karma sergiye katıldı ve ulusal düzeyde iki kez ödül aldı.

FİYATI: 5 TL

Türkiye Cumhuriyeti’nin “Kurucu İktidarı”:

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Dr. Sıtkı Aydınel’in yazısı 9’ncu sayfada

Organ Nakli Uzmanı 200 Ünlü Cerrah Öğrencisi, 90’ıncı Yaş Gününde Hocaları Prof. Starzl’ın Çevresinde Buluştular Sh: 37

Mete Akyol:

Hikmet Uluğbay:

Atatürk, 86 Yıl Sonra da Kamuoyuna Görevini İşaret Ediyor Sh: 4

TBMM Demir Parmaklıkla Çevrilmemeli S: 15

Yaşar Öztürk: Atatürk Devrimleri’nin Canlı Kanıtı

Doğan Kuban 90. yaşında Sh: 67

Cengiz Özakıncı:

Arıburnu Bir Emirle Nasıl “Anzak Koyu” Oldu Sh: 57


B

u kitap, uzun volta seanslarında, sarı duvar manzarasında, üst katın demir karyolasında, alt katta kaloriferin yanı başında tasarlandı. (...) En güzel kitapların en muhteşem manzaralara karşı yazıldığını zannetmeyin. Tersine... Bazen güzel manzaralar karşısında uyuşup tembelleşen hayal gücü, duvarla karşılaştı mı, ardını görmek hevesiyle havalanıyor. Duvara tırmanıyor. Bu da ona yetişmeye çalışan kalemi kamçılıyor. Zindan zemini kindarlık üretmeye müsait... Onu sabırla derine gömmek, onun yerine tevekkülün çelebiliğini koymak, masumiyetten güç almak gerekiyor. Masumiyetin sessiz bir gücü var. Karanlıktan korkmayan, sözünü sakınmayan, hiçbir kudretliye yaslanmayan, tehdit edilse de uslanmayan bir gücü var masumiyetin... (...) Ona güveniyorum. Bugüne dek defalarca yakın tarihimize ışık tutmuş olan Can Dündar, 2015 Kasım’ında hapse atıldığında basın özgürlüğü mücadelesinin ve tarihin bir öznesi haline geldi. Tutuklandık, sadece edebiyatın usta mahkûmlarına selam gönderen bir hapishane kitabı değil, yaşamakta olduğumuz döneme dair de “içeriden” bir tanıklık...

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A


BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI

Bütün Dünya

1 N‹SAN 2016

2000

Baflkent Üniversitesi Ad›na Sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal Yay›n Genel Yönetmeni Mete Akyol Görsel Yönetmen ve Yay›n Genel Yönetmeni Yard›mc›s› : Turgut Keskin Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü: Gülçin Orkut Akyol Teknik Yap›m Yönetmeni: Faruk Güney Yay›n Dan›flman›: Yaflar Öztürk Türk Dili Dan›flman›: Haydar Göfer Sanat Dan›flman›: Süheyla Dinç E¤itim Dan›flman›: Dr. Fatma Ataman Düzeltme Sorumlusu: Nükhet Aliciko¤lu Baflkent Üniversitesi’nin bir kültür hizmeti olan Bütün Dünya 2000, Baflkent Üniversitesi kurulufllar›ndan 1. Cadde, No: 77, Bahçelievler, Ankara adresindeki Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve Ticaret A. fi.’nin Anafartalar Mah. Rüzgarlı Cad. Plevne Sk. No:14/5 Ulus, Altında¤, Ankara adresindeki tesislerinde bas›lm›flt›r.

Seçiciler Kurulu: Prof. Dr. Nevzat Bilgin (An›sal Baflkan) Prof. Dr. Ahmet Mumcu Prof. Dr. Solmaz Do¤anca Prof. Dr. Sevil Öksüz Prof. Dr. Ender Varinlio¤lu, Prof. Dr. Okay Eroskay Prof. Dr. Fuat Çelebio¤lu, Prof. Dr. Sedefhan O¤uz, Prof. Dr. Levent Peflkircio¤lu, Gürbüz Atabek, Kaya Karan, Ayhan Erten, ‹lhan Banguo¤lu, Ahmet Aydede, Manuel Bilos, Cengiz Dolunay Sürekli Yazarlar: Yahya Aksoy, Yücel Aksoy, Sabriye Afl›r, Dr. Sıtkı Aydınel, Nuray Bartoschek, Kaya Boztepe, Sadi Bülbül, Haluk Cans›n, Nevin Dedeo¤lu, Haluk Erdemol, Sema Erdo¤an, Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, Mümtaz ‹dil, Muzaffer ‹zgü, Filiz Lelo¤lu Oskay, Cengiz Önal, Cengiz Özak›nc›, Saniye Özden, Tekin Özertem, Yaflar Öztürk, Sezin San Sungunay, Mete Tizer, ‹zlen fien Toker, ‹zmir Tolga, Mehmet Ünver, Dr. Mehmet Uhri, Orhan Velidedeo¤lu, Dr. Ö¤üt Yazman, Halit Y›ld›r›m, Mustafa Y›ld›z Okur-BütünDünya Yaz›flma Adresi: okurlabasbasa@butundunya.com.tr Yönetim Merkezi: 10. Sokak No: 45, Bahçelievler, Ankara Tel: (0312) 215 51 27-313 Faks: (0312) 222 90 07 ‹letiflim Adresi: Sedef Cad. 2446 Ada, 1. Parsel, A Blok, Kat: 3, Da: 16, Ataflehir, 34750 ‹stanbul Tel: (0216) 456 27 27 (pbx) Faks: (0216) 456 27 29 Da¤›t›m: Yaysat Bas›m Tarihi: 24 / 03 / 2016

www.butundunya.com.tr butundunya@butundunya.com.tr 1


YIL: 18 SAYI: 214

4 Kamuoyu ve Basın Mete Akyol 9 Büyük Millet Meclisi Açılıyor Dr. Sıtkı Aydınel 15 TBMM Neden Demir Parmaklıkla Çevrilmemelidir Hikmet Uluğbay 21 Atatürk ve Çocuklar Yahya Aksoy 26 Dünyanın Bütün Çiçekleri Tekin Özertem 33 “Bir Vardı”lar Şimdi Yok Oldular Nuray Bartoschek

37

90. Doğum Gününde Hocaları Prof. Starzl’ın Yanındaydılar B.D. Yazı Grubu

41 Mustafa Kemal’in Kastamonu’da Halkla Konuşması Cengiz Önal 46 Demokrasinin Evrenselliği Dr. Öğüt Yazman 49 Vatanımızdaki Kadın Harcı Zeki Sarıhan 53 Fetva Savaşları Prof. Dr. Kemal Arı 57 Arıburnu, “Anzak Koyu” Mehmetçik ve Coniler Cengiz Özakıncı 65 Haddini Bilmek Orol Ataman 67 Doğan Kuban 90 Yaşında Yaşar Öztürk 73 1910’lardan 2010’lara Türkiye’nin Görünüşleri Konur Ertop 2

79 Talihsiz Bir Karşılaşma Mümtaz İdil 84 Macellan Mümtaz İdil 87 Fransız Kaptan Osmanlının Çökeceğini 1784’de Öngörmüştü Gürbüz Evren 91 Einstein’ın Saklı Mektubu Saffet Güler 93 Kahraman Herakles Haluk Erdemol 99 Anadolu’nun Bin Tanrılı Kralı Muazzez İlmiye Çığ 103 “Alicengiz” Oyunu Orhan Velidedeoğlu 107 Harriet Tubman Sabriye Aşır 112 George Best’e İlginç Mektuplar Metin Gören 115 Savant Nedir? Yücel Aksoy 120 Enerji Tasarrufu Erhan Toker 124 Anne Babalarla Başbaşa Nilay Karatosun 127 Neler Olmuyor ki Dünyada Sezin San Sungunay 131 Geleneksel El Sanatları Çarşısı İzlen Şen Toker 135 Serdar Kürkbabaoğlu Sema Erdoğan 139 Antalya Müzesi Nevin Dedeoğlu 143 Daha Fazla Çay İçmemiz İçin 9 Neden Aylin Yengin 147 Boğazdan Geçen Rus Gemisi Mehmet Ünver 36 Fırçalayarak 52 İlk Dersimiz Türkçe 78 Bilginizi Denetleyin 151 Çözümler 152 Yarının Büyükleri 154 Bulmaca 156 Satranç 158 Ayın Kitapları 160 Bir Fotograf Bin Sözcük


BD NİSAN 2016

Doğu Karadeniz Bölgesi; Doğal, tarihi, arkeolojik, kültürel ve turistik yönden

önemli bir yapıya sahiptir.Tarihi ipek yolu üzerinde bulunması nedeni ile eski çağlardan beri önemli bir transit merkezidir. Bu kitap, kültürel varlıkların önemi düşünüldüğünde, 2023 Turizm Stratejisinde ortaya konan farklı başlıklardaki hedefleri kapsaması ve bunları ilişkilendirerek bir arada ele alması açısından önem arz etmektedir. Ayrıca çalışmada elde edilen sonuçlardan yola çıkılarak, konu ile ilgili literatür eksikliğine katkı verecek biçimde kültürel elemanların ortaya konması, bunların turistik bir ürün haline getirilebilmesi veya bu sayede kültürel yayla turizmi ürününü zenginleştiren kültürel varlıkların kullanılması da sağlanabilecektir. Ortaya konacak kültürel varlıklardan yola çıkılarak, ürün geliştiricileri için yeni öneriler ortaya konmakta, böylece hem yok olmaya yüz tutan kültürel zenginliklerin önem kazanıp tekrar canlanabilmesi, hem de bu sayede Kültür ve yayla turizmi ürününün zenginleşip sürdürülebilirliğine de katkıda bulunacaktır.

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A

XXX


BD NİSAN 2016

Bütün Dünya’DAN SİZE Mete Akyol

Kamuoyu ve Basın U

zun iki direk arasında ölümcül yükseklikte gerili bir tel üzerinde yürüyen sirk cambazının karşı karşıya kaldığı tehlikelerle heyecanlanan ve yüzyüze olduğu tehlikelere karşın yürümesini sürdüren sirk cambazının bu mesleksel yeteneğini “cephedeki asker cesareti”yle özleştirip, o cambazı ayakta alkışlayan bir sirk seyircisi değildir, gazete okuru. Gazete yazarı da, uzun iki direk arasında ölümcül yükseklikte gerili bir tel üzerinde, yaşamını tehlikelere atarak yürüyen bir sirk cambazı değildir. Gazete yazarının görevi, yazdık

4

larıyla okurunu aydınlatıp, düşündürmektir; gazete okurunun görevi de, okudukları üzerinde düşünmektir. Gazete okurunu ilgilendiren nokta, okuduğu yazının nasıl ve hangi koşullarda yazıldığı değildir; o yazıda ne anlatıldığıdır. Yazar ve okur arasındaki bu beyinsel ilişkinin hedefi aynıdır. Ortak hedef, “Sağlıklı bir kamuoyu oluşturmak”tır. *** “Sağlıklı bir kamuoyu” nasıl oluşturulabilir? Sağlıklı bir kamuoyu ancak, sağlıklı bir basın ve sağlıklı düşü-


nebilen toplum bireyleriyle oluşturulabilir. Günümüz Türkiye’sinde bu bir soru değil, bir sorundur. O nedenle “soru”nun yanıtı için değil, “sorun”un çözümü için Atatürk’ün 86 yıl önce yazdıklarını bugün de dikkatle okumak gerekiyor. Atatürk’ün “Kamuoyu” ve “Basın” konularında açıkladığı aşağıdaki görüşleri, 1930 yılında o gün için açıklanmış olmalarına karşın, 86 yıl sonrasının bugünü için de geçerlidir, hatta gereklidir. Yazı Devrimi’nden birbuçuk yıl sonra Atatürk’ün, yeni Türk harfleriyle kaleme aldığı bu konudaki görüşlerini, kimi sözcükleri örneğin “Efkarı umumiye” yerine “Kamuoyu”, “Matbuat” yerine “Basın”, “Neşriyat” yerine “Yayın” gibi bugün kullanılan sözcüklerle değiştirerek, aynen yayımlıyoruz. ***

• Millî egemenlik esasına dayalı temsili bir hükûmette, kamuoyu büyük bir rol oynar. • Basın ve toplantı hürriyetleri olmadan ve topluma ait işler hakkında geniş bir tenkit sahası bırakılmadan kamuoyu vazifesini yapamaz. • Millî egemenlik ve temsili hükûmet fikrinin yayılması ve yükselmesi ancak kamuoyunun faaliyeti ile mümkündür. • Hükûmetin fikri, memleketin fikrini temsil etmelidir. Hükûmet memleketin fikrini anlayabilmek için, bu fikrin

BD NİSAN 2016

belirmesine neden olan vasıtalara sahip olmalıdır. • Gerçi hükûmet, seçim zamanlarında milletin fikirlerini öğrenir; seçilmiş olan meclisler de milletin fikrini temsil ederler. Fakat milletin seçim zamanlarında belirttiği fikirler sabit kalmaz. • Bu sebeple, meclislerin bu fikirleri temsil edebilmesi, çok zaman devam etmez. • Kamuoyu, milletin içinden taşan çeşitli fikirler denizidir. O denizde çeşitli akımlar, çeşitli münakaşa dalgaları meydana getirir. • Kamuoyu ruhî bir ortamdır. Orada cereyan eden fikir mücadelesi, dikkatli gözlerden gizli kalamaz.

E

ski demokrasilerde, bu fikir mücadelesi, bütün vatandaşların her gün bir arada toplanarak yaptıkları toplantılarda meydana geliyordu. Bugün vatandaşların

sayısal çokluğu ve medeni hayatın vatandaşlara yüklediği günlük işler, onların maddeten ve her gün bir arada toplanmalarına imkân 5


BD NİSAN 2016

bırakmamıştır. rındandır. Bu noktada, tenkidin kolay ve fakat yapmanın güç • Bu sebeple kamuoyu ideal bir ortam olmuştur ki, bu ortamolduğu hakikatinin unutulmaması da topluma ait işlerin tenkidi şu lazımdır. özellikleri gösterir: Onun için, ‘toplumun iyili(a) Tenkit ve münakaşa ği’ fikri, her türlü tenkitlere ve tamamen hürdür. Bu hürriyet, münakaşalara daima hakim ve herkes tarafından, hiç kimsenin esas tutulmalıdır. Gerekli görülen etkisi olmadan, kendi kendine fikirler, toplumun iyiliği adına kullanılır. Hükûmeti ve meclisi ortaya atılmalıdır. Bu fikir, haredikkatli bulunduran ket noktası olunca, Tenkit ve kamuoyunun tenkit tenkit ve münakaşa, hürriyetidir. devletin de iyiliği münakaşa (b) Kamuoyunun adına yapılmış ve tamamen tenkit hürriyeti, vatandaşların sosyal hürdür. başlıca çok sayıdaki ve siyasi terbiyelerini yayınlar ile olur. Bu hürriyet, yükseltmeye hizmet Yayınlar yolsuzluketmiş olur. herkes lara engel olur ve (c) Topluma ait tarafından, işleri tenkit hürriyeti, hükûmet organlarını vazifelerini doğru hiç kimsenin hükûmet ile millet yapmaya mecbur bir anlaşma etkisi olmadan, arasında eder. ortamı meydana gekendi kendine tirir. Hükûmet yayın Yayın en etkin kontrol vasıtalayoluyla kamuoyunu kullanılır. 6


BD NİSAN 2016

anlar ve gerektiğinde lüzumlu olan belgelerle onu aydınlatır. Hükûmetin milleti ve milletin hükûmeti anlaması, bunların tek vücut olmalarını ve kalmalarını sağlar. • Gerçek kamuoyu, dışarıdan kimsenin etkisi olmaksızın doğal olarak mevcut olan duygu Kamuoyunun tenkit amacımızdır. ve düşüncelerin hürriyeti, başlıca çok Yürüdüğümüz yine doğal olarak hakikat yolunun yarattığı bir hava- sayıdaki yayınlar ile olur. milleti mutluluğa ulaştıran tek yol dır. Halbuki insan Yayınlar anlatdaima etki altında yolsuzluklara olduğunu mak lazımdır. kalır. engel olur Yalnız yeter ki • Herşeyin oluşbu etki, toplumu masına çalışırken ve hükûmet meydana getiren bütün çalışmalaorganlarını insanların hakikarın, bütün teşebten onları düşünen vazifelerini doğru büslerin üstünde ve bütün varlığını olarak Türk yapmaya onlara adayanlar kamuoyunu germecbur eder. tarafından yaratılçeği anlamaya ve mış olsun. Bu şekilde yaratılacak duymaya alıştırmak, bu durumu ona doğal hale getirmek, şuradan olan kamuoyu bu memleketin ve buradan gelecek günlük fikirgeleceğini sağlayabilir. lere, sahte ve yanıltıcı sözlere asla Yoksa esen herhangi bir hava önem vermeyecek bir olgunluğa ile değişebilecek bir kamuoyu eriştirmektir. içinde yaşarsak yarına güvenmek mümkün olmaz. • Bir toplumun ortak ve genel hisleri ve fikirleri vardır. TopTürk milletinin sağlam bir • lumların kıymetleri, medenileşme fikre sahip olmasını sağlamak

7


BD NİSAN 2016

dereceleri, arzu ve eğilimleri mutluluk olan ortak yönde yüancak bu genel duygu ve düşünce- rümesinin sağlanmasında, basın lerin meydana geliş ve açığa çıkış başlı başına bir kuvvet, bir okul, derecesiyle anlaşılabilir. yol göstericidir. • Önemi ve yüceliği medeni• Bir topluluğu yöneten insanyet dünyasında açıklık kazanan lar için toplumun talihi üzerinde hüküm vermek durumunda bulu- basın, hükûmetimizin birinci derecede önem vermesi, bu konan dostlar veya düşmanlar için nuda sarfedeceği ölçü, bu toplumun Basın milletin çalışmayı millet düşüncelerinden için yapmakla (kamuoyundan) genel sesidir. olduğu anlaşılan yeteBir milleti aydınlatma sorumlu hayırlı hizmetlerin nek ve değerdir. ve ona doğru yolu baş tarafına koyBundan dolayı ması yüce meclisin göstermede, (...) milletler kamukesinlikle isteyeceği oylarını dünyaya özetle bir milletin hususlardandır. tanıtmak zorunluhedefi mutluluk olan • Kamuoyu gibi luğundadır. Bütün gösterilmek isteortak yönde yürümedünya kamuoyunilen suni fikirler, nun öğrenilmesi sinin sağlanmasında, en sonunda özel ise hayatın düzene basın başlı başına bir fikirler gibi düşükonması için şüpokul, yol kuvvet, bir nülebilir. Değerli hesiz lazımdır. ve yararlı görülürBu hususta ise göstericidir. se gözönüne alınır. mevcut araçların Fakat genel idarede lazım olan birincisi ve en önemlisi basındır. kurallar niteliğinde değerlendiriBasın milletin genel sesidir. Bir lemezler. milleti aydınlatma ve ona doğru yolu göstermede, bir milletin • Kamuoyunu gerçek durum ile karşı karşıya bırakmayı tercih muhtaç olduğu fikri gıdayı verederim. • mekte, özetle bir milletin hedefi 8


Yılmadan Yorulmadan

BD NİSAN 2016 BD NİSAN 2016

Sıtkı Aydınel

Büyük Millet Meclisi Açılıyor

H

atırlanacağı gibi, son Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de İstanbul’da açılmış, fakat 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali üzerine önce kendi kararı ile çalışmalarına ara vermiş (18 Mart 1920), daha sonra da padişah Vahdettin tarafından kapatılmıştı (11 Nisan 1920). Mebusan Meclisi’nin kapatılması o sırada yürürlükte olan 1876 anayasasında öngörülen düzeni (meşruti monarşi) fiilen ortadan kaldırmış, Padişah Vahdettin ülkeyi tek başına (meclis denetimi olmadan) yönetmeye başlamıştır. Bu durum memlekette hukuki bir otorite boşluğu yaratmıştır. Erzurum kongresinde (23 Tem muz-7 Ağustos 1919) alınan kararlardan birisi de şöyle idi:

“Merkezi hükümet (İstanbul hükümeti) vatanın, istiklalin muhafazasını sağlayamadığı takdirde bu maksadı sağlamak için geçici bir hükümet kurulacaktır.”1 Bu karar Sivas Kongresi’nde (4-11 Eylül 1919)şu şekilde teyit edilmiştir: “Merkezi hükümet milli iradeye tabi olmalıdır. Milli meclis toplanmalıdır.”2

İ

stanbul’daki Mebusan Meclisi kapatıldığına göre Erzurum ve Sivas kongrelerinin yukarıda belirtilen kararlarına uygun olarak ve ortaya çıkan iktidar boşluğunu doldurmak maksadıyla Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal 19 Mart 1920’de tüm valiliklere, ba9


BD NİSAN 2016

ğımsız sancaklara ve yapan iktidardır”.6 kolordu komutanlıkGerçekten bu larına gönderdiği bir meclis 1921 anayasası talimatta; (intihabat ile yeni bir devletin tebliği) “memleket kuruluşunu hukuken işlerini idare etmek başlatmış, daha sonra ve denetlemek üzere cumhuriyetin ilanı ve Ankara’da olağa1924 anayasası ile bu nüstü yetkilere sahip kuruluşu geliştirmiştir. bir meclis toplanacaktır” dedikten BMM nasıl açıldı? sonra, bu meclis için Daha önce 22 Mustafa Kemal seçimlerin nasıl yapıNisan olarak düşülacağını açıklamış ve “seçimlerin en nülen açılış günü kutsal bir güne geç 15 gün içinde Ankara’da çoğun- rastlaması için 23 Nisan cuma lukla toplanmayı sağlayacak şekilde gününe ve cuma namazından sontamamlanmasını” istemiştir.3 raya alınmıştır. Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal’in bu hususta Mustafa Kemal Ankara’da yeni vilayetlere, sancaklara, Müdafa-i bir meclis açılmasını istemişti ama Hukuk merkezlerine ve kolordulara Ankara’da toplantıların yapılabigönderdiği 21 Nisan tarihli genelge leceği bir bina bile yoktu. İttihat aynı zamanda bir tören programı ve Terakki Kulübü için yapılmakta niteliği taşır. olan bir binanın inşaatı hızlandıBu genelgeye göre: rıldı. İnşa halindeki bir ilkokulun • Nisanın 23üncü Cuma günü kiremitleri buraya aktarıldı ve hızla Cuma namazından sonra Ankara’da bitirilen bina pek sade biçimde büyük millet meclisi açılacaktır. döşenerek toplantı için uygun hale • Açılış gününü cumaya tesadüf getirildi.4 ettirmekle bu günün mebrukiyeHazırlıkların tamamlanmasını tinden (kutsallığından) istifade ve müteakip BMM nihayet 23 Nisan bütün meb’usin-i kiram hazeratı ile 1920’de açıldı. Gerçek manasıyla Hacı Bayram-ı Veli Camii Şerifinde bu Anadolu’da yeni bir devletin Cuma namazı kılınacak, kuran ve kuruluşu demekti.5 namazın nurlarından da faydalanıitekim Mustafa Kemal olağalacaktır. nüstü yetkilere sahip bir meclis • Namazdan sonra lihye-i saadet demekle yeni bir devletin asli ve sancak-ı şerifi taşıyarak daire-i kurucu iktidarını tanımlıyordu. Asli mahsusaya (meclis binasına) gidikurucu iktidar “bir devleti kuran ve lecektir. ona hukuki/siyasi bir statü kazandı• Daire-i mahsusaya girilmeden ran anayasayı ilk kez ya da yeniden önce kurbanlar kesilerek dualar

N 10


BD NİSAN 2016

Daha önce 22 Nisan olarak düşünülen açılış günü kutsal bir güne rastlaması için 23 Nisan cuma gününe ve cuma namazından sonraya alınmıştır. okunacaktır. • Bu günün kutsallığını teyit için, bu günden başlayarak her gün vilayet merkezlerinde hatim ve buhara-i şerif okumaya girişilecektir. • Hatimin sonu teberrüken daire-i mahsusa önünde tamamlanacaktır. • Mukaddes ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı surette bu günden başlayarak buhari ve hatimler okunmasına girişilecek, Cuma günü ezandan önce minarelerden salavat-ı şerife okunacak ve hutbelerde hilafetmebaımız padişahımız efendimiz hazretlerinin nam-ı nami-i humayunu anılırken zat-ı şevketmeab-ı padişahilerinin ve memalik-i şahane ile bütün tebaalarının bir an evvel kurtulmaları duası ilaveten zikrolunacaktır.7

G

örüldüğü gibi Mustafa Kemal BMM’nin açılışını dini törenlerle yapmış, padişah/halifeye bağlılığını ifade etmiştir. Bu suretle BMM’nin açılışının tüm yurda duyurulması sağlanmış ve halkın BMM’ni benimsemesi arzu edilmiştir. Törenlere dini ağırlık verilmesinin bir nedeni, o günlerde padişah ve hükümetinin Kuvay-ı Milliyecileri “dinsizlikle” suçlayarak halk desteğinden mahrum bırakmak istemesidir. Atatürk’ü bu gün bile “dinsizlikle” suçlayanlar yukarıdaki genelgeyi dikkatle okumalıdır. 23 Nisan 1920 Cuma günü ilk toplantısını yapan BMM’deki mebusların mesleklerine göre dağılımı şöyledir: 115 memur, emekli, 61 sarıklı hoca, 51 kumandan, subay, 46 çiftçi, 37 tüccar, 29 avukat, 15 doktor, 10 aşiret reisi, ağa, 8 tarikat şeyhi, 6 gazeteci, 2 mühendis. 8 Yukarıda bahsedilen Mustafa Kemal’in 19 Mart 1920 tarihli ve

11


BD NİSAN 2016

seçimlerin yapılmasına dair tebliğinde (intihabat tebliği), seçilecek üyelerin yanında, İstanbul meclisinden geleceklerin de yeni seçilmiş üyeler olarak kabul edilmeleri bildirilmiştir. Bu suretle BMM üyeleri iki kaynaktan gelmiş oluyordu: 1. Aralık 1919 ayında yapılan seçimlerle son Meclis-i mebusan’a seçilenlerden Ankara’ya gelebilenler, 2. Mustafa Kemal’in Ankara’da toplanacak meclis için yaptığı çağrı uyarınca (19 Mart 1920) yapılan seçimlerle gelenler, Meclisin ilk oturumunda 115 mebus vardı. Sonradan gelenlerle bu sayı 365’e kadar çıktı. (18 ağustos 1920’de). Fakat BMM’nin üye tamsayısı kesinlik kazanmadı. 9 Mebusan meclisi padişah tarafından feshedildiği için buradan gelecek mebuslar mebusluk sıfatlarını kaybetmişlerdi. Bu nedenle yeni meclisin ilk kararı bu hukuki statü sorununun çözmekle ilgili oldu. Heyet-i umumiyenin (genel kurulun) 23 Nisan 1920 tarihli 1 numaralı kararı ile “Büyük Millet Meclisi’nin bu kere intihap edilen azalarla, İstanbul Meclis-i Mebusanı’ndan iltihak eden azalardan müteşekkil bulunmasına” karar verildi. 10 Yeni meclisin ismine gelince; Açılış törenleri hakkında Mustafa Kemal’in yukarıda bahsedilen 21 Nisan tarihli genelgede “Büyük Millet Meclisi” adı kullanılmıştır. 12

23 Nisan günü yapılan ilk oturuma en yaşlı üye sıfatı ile başkanlık eden Şerif Bey açılış konuşmasında “Büyük Millet Meclisini” açtığını söylemiştir. BMM’nin başına “Türkiye” sözcüğünün getirilmesi 8 Şubat 1921 tarihli bir icra vekilleri (bakanlar kurulu) kararı ile ya da “23 Nisanın milli bayram addine dair kanunla (23 Nisan 1922) eklendiğini ileri sürenler bulunmaktadır. Oysa yukarıda bahsedilen 23 Nisan 1920 tarihli “1 No’lu karar “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin suret-i teşekkülü hakkındaki karar” başlığını taşımaktadır. Buradan anlaşıldığı gibi, meclis önce BMM olarak açılmış aynı gün aldığı ilk karada isminin başına “Türkiye” kelimesi getirilerek TBMM olmuştur. 11 TBMM’nin ilk önemli icraatı 25 Nisan 1920 tarihli “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu kabul etmek olmuştur. O günlerde yurdun hemen her yerinde ve özellikle Ankara civarında (Bolu, Adapazarı, Konya, Yozgat) devam eden iç isyanların bulunduğu düşünüldüğünde bu kanunun önem ve önceliği anlaşılmaktadır.

M

ustafa Kemal açılışın ertesi günü (24 Nisan’da ) yaptığı konuşmasında yeni devletin kuruluş esaslarını şöyle açıklamıştır: 1. Ülkeyi bölünme ve çöküşten kurtarmak için bütün güçleri birleştirmek gerekir. 2. TBMM yalnızca bir yasama ve denetleme organı değil, ülkenin ve milletin kaderiyle “bilfiil ilgile-


BD NİSAN 2016

nen bir heyettir. 3. Kendi içinden seçeceği bir heyeti hükümet işlerini yürütmeye memur etmesi gerekir. 4. Meclis başkanı seçilecek kişinin yüce meclisi temsil eden bir kişi olarak hükümete de başkanlık etmesi meclis adına hükümet kararlarına imza koymaya ve bu kararları onaylamaya yetkili olması gerekir. 5. Reis hükümetin diğer üyeleri gibi meclis önünde tam sorumlu olmalıdır. 6. Saltanat ve hilafet makamının tutsaklıktan kurtarılmasına kadar geçici olarak bile olsa bir “hükümet reisi” tanımamak ya da bir “padişah kaymakamı” yaratmamak gereklidir. 12 Mustafa Kemal yukarıdaki esasları içeren bir önerge vermiş ve bu önerge kabul edilerek meclis kararı haline getirilmiştir. Bu önergede geçen “yeni bir hükümet teşkili zorunludur” ifadesi aslında yeni bir devletin ilanından başka bir şey değildir.

K

urulan yeni devletin hükümet şekli ise “kuvvetler birliği esasına dayanan ve yasama yürütme kuvvetlerinin yasama organında birleştiği meclis hükümeti sistemidir. 13 Bu sistemi başkanlık sistemi ile karıştırmak son derece yanlıştır. Zira başkanlık sistemi yasama ve

Mustafa Kemal ve arkadaşları ilk Büyük Millet Meclisi’nin balkonundan halkı selamlıyor

yürütmenin birbirlerinden katı olarak ayrıldığı bir “kuvvetler ayrılığı” sistemidir. Bir kurtuluş savaşının yürütüldüğü, büyük zorluklar içinde hem işgalci düşmana hem de içerdeki isyanlara karşı yaşamsal bir mücadelenin verildiği bir ortamda tüm kuvvetlerin (yasama ve yürütme) tek elde ve mecliste toplanması şartların getirdiği bir zorunluluktur. 24 Nisan tarihinde yaptığı konuşmanın ardından yapılan seçimlerde Mustafa Kemal oybirliği ile TBMM başkanı seçilmiştir (o sırada 39 yaşında idi). 14 Mustafa Kemal’in yukarıda değindiğimiz 24 Nisan tarihli konuşmasında ortaya koyduğu ve daha sonra bir meclis kararı olarak kabul edilen esaslar geçici anayasa” niteliğindeydi. Bu esaslar ileride 1921 anayasasını da belirleyecek hususlar olacaktı. 15 TBMM’nin yürütme işlevini de bünyesinde toplaması ve yürütmenin o günkü koşullarda sürekli olması mecburiyeti, meclisin ara vermeden çalışmasını gerektirmekte idi. Bu nedenle 5 Eylül 1920’de çıkartılan “Nisab-ı Müzakere Kanunu (kanun no: 18) “Büyük Millet Meclisi, hilafet ve saltanatın vatan 13


BD NİSAN 2016

ve milletin istihlas ve istiklalinden ibaret olan gayesinin husulüne kadar şeriat-ı atiye (aşağıdaki koşullar) dairesinde müstemmiren inikad eder (sürekli olarak toplanır) denilmiştir. Görüldüğü gibi bu kanun hilafet ve saltanatın, vatan ve milletin kurtuluşu ve bağımsızlığını meclisin gayesi olarak belirtmiştir. Bu gayenin gerçekleştirilmesi için kendi döneminde hiç ara vermeden toplanan meclis, kurtuluş savaşının yürütülmesi ve iç isyanların bastırılması gibi hayati bir mücadeleyi vermiştir. 29 Kasım 1920’de çıkartılan istiklal madalyası kanunu ile meclis üyelerine bu hizmetlerinden dolayı yeşil şeritli istiklal madalyası verilmiştir. Ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü koşullara rağmen, mecliste serbest tartışma ve özgür karar alma ortamı bakımından hiçbir Osmanlı meclisiyle kıyaslanamayacak kadar geniş bir demokratik ortam vardır. En kritik günlerde bile meclis hükümeti ve savaş yönetimini eleştirip denetleyebilmiştir. 16 23 Nisan 1920’den, ikinci meclisin toplandığı 2 Ağustos 1923’e kadar, yukarıdaki kanun gereği ara vermeden toplanan mecliste hemen her gün genel kurul yapılmış, 625 soru önergesi, 76 gensoru önergesi verilmiş, 338 kanun çıkartılmıştır. Günde ortalama 24 milletvekili söz alıp konuşmuştur. 17 Meclisin kendi döneminde çıkarttığı 338 kanundan bazıları şunlardır: 1. Hıyanet-i Vataniye Kanunu 14

(25 Nisan 1920), 2. İstiklal Mahkemeleri Kanunu (11 Eylül 1920), 3. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (anayasa), (20 Ocak 1921), 4. İstiklal Marşı’nın kabulü (12 Mart 1921), 5. Tekalif-İ Milliye Kanunu (7 Ağustos 1921). 6. Saltanatın kaldırılması kararı (1 Kasım 1922), Birinci Meclis, Lozan Barış Görüşmelerine ara verildiği dönemde (17 Şubat-23 Nisan 1923), 1 Nisan 1923’te kendisini feshederek seçimlerin yenilenmesine karar vermiştir.18 Yapılan seçimleri müteakip yeni (ikinci) meclis 2 ağustos 1923’te toplanmış, 1 Kasım 1927’ye kadar çalışmalarını sürdürmüştür. Lozan Barış Antlaşmasının onaylanması (23 ağustos 1923), Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923) Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924),1924 Anayasasının yapılması, (20 Nisan 1924) Atatürk devrimlerinin hayata geçirilmesi, ikinci meclis dönemine rastlamaktadır. Bu nedenle birinci meclise “İhtilal Meclisi” ikinci meclise “Devrim Meclisi” demek doğru olacaktır.• sitkiaydinel@butundunya.com.tr 1-Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Cilt Iı, İstanbul, Rezmzi Kitabevi, 1964, S.109. 2-a.g.e.S.123 3-Orhan Çekiç, İmparatorluktan Cumhuriyete III,1920, İstanbul, KAYNAK Yayınları,2015, S.258. 4-Çekiç,a.g.e. s.259 5-Aydemir. A.g.e. s.265 6-Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Genel Esaslar, İstanbul, Beta Yayınevi, Ekim 2012. S.178. 7-Aydemir, a.g.e. s. 265. 8-Aydemir, a.g.e. s.363. 9-Bülent tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1998, S.231. 10-Tanör, a.g.e. s.232. 11-Tanör, a.g.e. S. 233. 12-a.g.e. s.234. 13-Hükümet sistemleri için bknz: Mustafa Erdoğan, anayasal demokrasi, Ankara, siyasal kitabevi, 2015, s.251 v.d, ayrıca Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, İstanbul, Beta Yayınları, 2012, s.273 vd. 14-Aydemir, a.g.e. s.274 15-Tanör, a.g.e. s. 235 16-Bülent Tanör, Kurtuluş Kuruluş İstanbul, Cumhuriyet Kitapları, 2003 s.119. 17-A.g.e. s.120. 18-Aydemir, a.g.e. s.85.


BD NİSAN 2016

TBMM Neden Demir Parmaklıkla Çevrilmemelidir

Yazan: HİKMET ULUĞBAY

Y

azılı basında çıkan haberlerde, Terörün arttığı bir ortamda, terör örgütünce, 17 Şubat 2016 vatandaşların korunmasına yönelik günü Merasim Sokak’ta Türk Silah- önlemler alınırken, TBMM yerleşlı Kuvvetleri’nin servis araçlarına kesinin güvenliğini yükseltecek dübombalı saldırıda bulunulması üzezenlemelere gidilmesini doğal karrine, TBMM’nde güvenlik önlemşılamak gerekir. Ancak, bu önlemler lerinin artırılması çerçevesinde, için neler yapılma- TBMM yerleşkesinin çevresinin “estetik” TBMM yerleşkesı gerektiği konu- bir düzenleme ile de olsa duvar ve demir sinin çevresinin parmaklıklarla çevrilmemesi gerektiğini “estetik” bir sunda bir toplantı düşünüyorum. düzenleme ile de düzenlendiği belirtilmiştir. Bu bağlamda alınacak olsa duvar ve demir parmaklıklarla çevrilmemesi gerektiğini düşünüdiğer önlemlerin yanında, yerleşke yorum. Bu benim kişisel düşüncem bahçe duvarlarının, estetik bir miolduğu kadar, Cumhuriyet kurulurmari kullanılmak suretiyle, yüksek demir çitle çevrilmesine de karar ken, Devlet binalarının Bakanlıklar verildiği basında yer almıştır1. bölgesinde yerleştirilme planına 15


BD NİSAN 2016

baktığımda gözlemlediğim bir mimari mantığı ve felsefeyi de yansıtmaktadır. Bu mimari mantık ve felsefeyi iki görüntü serisi eşliğinde açıklamak istiyorum. Birinci Görüntü TBMM Yerleşkesine İçişleri Bakanlığının bulunduğu noktadan baktığınızda Görsel 1’deki (kapaktaki resim) görünümle karşılaşırsınız.

olduğu için bu bahçe bir engelle çevrilmemiştir. Seçtiğin ve yetki verdiğin vekillerin bu binada sana hizmet üretmektedirler, onlarla aranda hiçbir engel yoktur, onlara her an ulaşabilirsin! Bu durum, aynı zamanda TBMM Genel Kurul Salonu’nda yazılı “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesinin uygulamaya yansıtılmasıdır.

G

B

örsel 1 caddeye kadar olan alanı kapsamasa bile İçişleri Bakanlığının önünden geçenler çok yakından bilirler ki, caddenin hemen yanındaki kaldırımdan sonra TBMM’nin ön bahçesi başlar. Bu ön bahçe, Yerleşke inşa edilip hizmete açıldığı günden beri, yaya kaldırımından ne bir demir parmaklıkla, ne bir bitkisel engelle, ne de bir çitle ayrılmamıştır ve ayrılması akla bile getirilmemiştir. TBMM’ne Çankaya ve Dikmen giriş kapıları arasındaki tüm bahçe doğal yapısı ve botanik güzelliği ile yaya kaldırımı ile bütünleşir. Bu kaldırımda iki kişinin yan yana yürümesi çok zor olmasına ve kaldırımla bahçe arasına hiçbir engel konulmamasına rağmen, benim bilebildiğim kadarı ile, bugüne kadar bu bahçeyi geçerek TBMM’ye girmek isteyen hiç kimse olmamıştır. Oldu ise de kimsenin aklına bir engel koymak düşüncesi gelmemiştir. Çankaya ve Dikmen kapıları arasındaki bu bahçenin engelsiz olarak yapılıp korunması, bana göre, çok anlamlı ve çok demokratik bir mesajı içermektedir. Ülke huzur ve barış içinde 16

aşlangıçta basında yer aldığını yazdığım bilgiye göre, işte bu alanın “estetik” bir demir parmaklıkla kapatılması düşünülüyormuş. Bu alana estetiği ne denli zarif olursa olsun konulacak duvar ve/veya demir parmaklık, istenmese de vatandaşa; seçtiğin vekillerin kendilerini güvende hissedebilmek için bu engeli koydular ve artık senin seçtiklerine ulaşman da engellenmiştir mesajı verilmiş olacaktır. Bu yerleşke, TBMM’nin kullandığı üçüncü ve son yerleşkedir. TBMM’nin daha önce kullandığı diğer iki yerleşkenin görüntüleri de Görsel 2, 3, 4 ve 5 de yer almaktadır. Görsel 2 1920 yılına ait görselden de açıkça görüldüğü üzere, ilk TBMM Binasının da çevresinde duvar, çit veya parmaklık benzeri koruma düzenlemesi yoktur ve Meclis, halk tarafından sevgiyle sarmalanmıştır. Bu bina 23 Nisan 1920 ile 15 Ekim 1924 arasında TBMM olarak kullanılmıştır. Görsel 3’de bu binanın 1954 tarihindeki görünümü yer almaktadır. Müze olan binanın kenarında küçük


BD NİSAN 2016

bir duvar vardır. Sanırım bu duvar, bina müze haline geldikten sonra inşa edilmiştir. Görsel 4’de yer alan ikinci TBMM Binası 18 Ekim 1924 ile 27 Mayıs 1960 tarihleri arasında kullanılmıştır. Görüldüğü üzere, TBMM’nin İkinci Hizmet Binası’nın ön cephesinde de demir parmaklık ve yüksek duvarla çevrilme gibi bir durum söz konusu değildir. Sadece ön bahçenin iki kenarında birer nöbetçi kulübesi vardır. Görsel 5 Atatürk’ün TBMM Binası’ndan çıkışı gösteren bu görselde de Atatürk’ün çevresinde bir koruma çemberi görülmemektedir. Bu görsellerin de açıkça ortaya koyduğu gibi TBMM binalarının ön cephelerinde ne demir parmaklık ve ne de duvarla koruma gibi bir uygulama yer almamıştır. İkinci Görüntü Mevcut TBMM Yerleşkesine Güven Park’tan bakıldığında da ortaya çok anlamlı mesajlar çıkmaktadır. Bu mesajları doğru yansıtabilmek için sizlere önce TBMM’den Kızılay Meydanına kadar olan alanın bir görüntüsünü Resim 6’da sunmak isterim. (Kaynak: TBMM yayınları, “TBMM Binaları” sh 12.) Resim 6’da bugünkü

2

3

4

5 17


BD NİSAN 2016

“Adalet” temeline dayandığını duyumsardı. Sol tarafta ise Millî Eğitim Bakanlığını görüp, çocuklarının lâik ve çağdaş eğitimle yetişip, Atatürk tarafından kendilerine emanet edilen Cumhuriyet’in bilgili ve bilinçli 2 koruyucuları olacaklarına güven duyardı. Adalet Bakanlığı’nın yanındaki 1 Başbakanlık Binasının, Dışişleri Bakanlığı’na ayrılan Resim 6 kanadını görür ve ülkesinin ve uluTBMM Yerleşkesinin inşa edileceği sunun dünyadaki çıkarlarının kendi alanın 1936 yılındaki görünümü yer çocuklarınca korunmasının kıvanç ve gururunu duyumsardı. almaktadır. Görselde sağ en altta Dışişleri Bakanlığı ile Başba1 numarada yer alan Kızılay Binakanlığın tam karşısında ve Millî sı’nın hemen üzerindeki beyaz görüntülü havuz ve onun önünde 1935 Eğitim Bakanlığı’nın yanında Yargıtay binasını görür ve hak ve yılında yapımı tamamlanan Güven hukukunun, lâik ve çağdaş hukuk Anıtı 2 numaranın hemen sağında normları ile güven altında olmasının yer almaktadır. Güven Anıtı ile huzurunu duyardı. TBMM Yerleşkesi arasındaki alana ise 1935 yılından başlanarak Bakanaşbakanlık Binası ise, ona lık Binaları ve Yargıtay binası yapılbir Padişah tarafından değil, mıştır. Güven Anıtı’nın arkasından kendisinin özgür iradesi ile seçmiş TBMM’ne bakıldığında, Bakanlık olduğu, kendisi gibi sıradan bir ve Yargıtay Binalarının arasından Meclis Binasını net olarak görmeniz yurttaş tarafından yönetilmekte olma mutluluk ve huzurunu yaşatırmümkündür. dı. Başbakanlık binasından hemen sonra İktisat ve Ziraat Bakanlığı üven Park-TBMM yönüne Binasını görüp, ülke sanayi, ticabaktığınızda da hiçbir duvar ret ve tarım dahil tüm ekonomik ve demir parmaklık göremezdiniz. varlıkların ve faaliyetlerinin kendi Güven Park’tan TBMM’ye bakan elinde olmasının sevinç ve huzubir yurttaş sırasıyla şunları görür ve runu duyardı. Yargıtay’dan hemen herhalde şunları düşünürdü. Park sonra Bayındırlık Bakanlığı Binası bitiminin hemen sağında Adalet görünce, ülkesindeki barajlar, köpBakanlığı’nı görür ve toplumun ve rüler, demiryolları, karayollarının Cumhuriyet ile kurulan Devlet’in

B

G

18


BD NİSAN 2016

kilometre veya kâr garantisi verilçok sonraki yıllarda Güven Parmiş imtiyazlı yabancı şirketlerce kı’ndan başlayıp TBMM’ne uzanan değil kendi devletince yapılmasının Güven Yolu üzerine sınırlı da olsa gururunu yaşardı. bazı engeller konuldu. Bu engelleBaşbakanlık ile İktisat ve Ziraat rin yukarıda dile getirdiğim yurttaş Bakanlığı arasındaki yoldan sağ duygularında bazı aşınmalara yol tarafına baktığında, ülkeyi Kurtuluş açmış olmasından endişe ediyorum. Savaşı’ndan zaferle çıkaran ve her türlü dış tehdidi caydıracak gücü nedenle, artan terör olayları barındıran Genel Kurmay Başkannedeniyle, ne TBMM’nin lığı ile Millî Savunma Bakanlığını bahçesine ne de diğer kamu binalagörür ve göğsü kıvanç ve gururla rına demir parmaklık konulmaması dolar, buğulanan gözleri ve sessizce gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kımıldayan dudakları ile Atatürk’e demir parmaklıklar veya duvarlar, ve şehitlerine içtenlikle minnettarlık Güven Yolu’nun yurttaşa verdiği duyguları ile dolu dualarını okur duyguları zedeleyip yalnız kalma ve gazilerini de teşekkürle anardı. duygusu vermesinden ve terör örTBMM ile aragütlerine de korDemir parmaklıklar veya duvarların, sındaki son kamu kuttuk ve başarılı Güven Yolu’nun yurttaşa verdiği duyguları binası olarak İçişoluyoruz duyguzedeleyip yalnız kalma duygusu leri Bakanlığını su vermesinden vermesinden ve terör örgütlerine de görünce de evinde, “korkuttuk ve başarılı oluyoruz” duygusu endişe ediyorum. sokakta, parklarda, Unutmayavermesinden endişe ediyorum. kentte ve kırsalda lım ki, Atatürk, huzur ve mutluluk içinde yaşamasıKurtuluş Savaşı’nı “Hatt-ı müdafaa nı kendi çocuklarının sağlamasının yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O gurur ve coşkusunu yaşardı. Sonra satıh bütün vatandır. Vatanın her da, canı çekerse, bu kamu binalakarış toprağı vatandaş kanıyla surının arasındaki Güven Yolu’ndan lanmadıkça vatan terk olunamaz.” hiçbir engelle karşılaşmadan yürüilkesi ile yönettiği için başarılı olyerek TBMM’nin botanik güzellikmuştur. O nedenle, kamu binalarına lerle dolu bahçesini seyretmeye giörülen her duvar, çekilen her demir debilirdi. Bu Güven Yolu üzerindeki parmaklık bir hat görünümü verebilir ve mücadelenin orada verileceği Bakanlıklar ve karşısındaki TBMM Yerleşkesinde hiçbir duvar ve demir duygusu uyandırabilir. Güvenlik önlemleri konusunda parmaklıkla karşılaşmaması, o kişielektronik dahil tüm teknolojilerin ye, demokratik ve hukuk devletinin son derece gelişmiş olduğu bir çağözgür bir yurttaş olma duygusunu verir, güçlendirir ve özgüvenini yük- da, duvar ve demir parmaklık kulseltirdi. lanmak psikolojik olarak çok yanlış Üzülerek belirtmek gerekir ki, olur diye düşünüyorum.

O

19


BD NİSAN 2016

Y

azımı, Aka Gündüz’ün Ankara Marşı’nın ilk dörtlüğünün çağrıştırdığı düşüncelerimle bitirmek isterim. Ankara, Ankara güzel Ankara, Seni görmek ister her bahtı kara. Senden yardım umar her düşen dara Yetersin onlara güzel Ankara. Şairin vurguladığı gibi, her dara düşen Ankara’dan yardım umar. Ankara’nın verdiği görüntü, anlayış

“Hiçbir şey insanı

kin duygusu kadar yıpratmaz.” Friedrich Nietzsche

20

ve kararlılık yurttaşın psikolojisi bakımından çok büyük önem taşımaktadır. O nedenle, TBMM, 2002 yılında ortadan kalkmış olan terörün bugünkü duruma ulaşmasına yol açan politikaları tartışmaya açmalı, hataları saptamalı ve yurttaşların huzur, mutluluk ve gönenç içinde bir arada yaşamalarını sağlayacak yeni politikaları oluşturup yaşama geçirmesi gerektiğini düşünüyorum. •


Düşler ve Düşünceler

BD NİSAN NİSAN 2016 2016 BD

Yahya Aksoy

Atatürk ve Çocuklar

K

“Küçük Hanımlar, küçük Beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz.” Mustafa Kemal (17.10.1922.Bursa) Türkiye Büyük Millet Meclisi

23 Nisan 1920’de açılmıştır. Ulu önderimiz bu millî ve mutlu günü, Türk çocuklarına armağan etmiştir. Birleşmiş Milletler’in, 1979 yılını, “Dünya Çocuk Yılı”olarak kabul etmesinden 59 yıl önce, Atatürk, Ulusunun Egemenlik Bayramı’nı, çocuklara adayarak, onlara ne denli önem ve öncelik verdiğini; dünyada ilk kez göstermiş ve örnek olmuştur. 21


BD NİSAN 2016

“Atatürk, her şeyden önce, bir efsane yaratmıştı. Kahramanlara susamış olan bu ülkeye öyle bir inanç getirmişti ki, küçük bir çocuğun elini sıkacak olsa; çocuk,-sihri kaçmasın diye- haftalarca bu eli yıkamazdı.” Lord Kinross (AtatürkBir milletin yeniden doğuşu-sf. 546)

1

1979 Dünya Çocuk Yılı’nda Kültür Bakanlığı, çocukların dünyasının kitapla zenginleşeceğini vurgulamak amacıyle yurt genelinde yaygın ve etkin “Her Çocuğa Bir Kitap” kampayası başlattı. Milyonlarca kitap, yurt genelinde çocuklarla buluştu. Tertip komitesi başkanı olarak kitap kampanyasının başarılı sonuçlarını dönemin Kültür Bakanı Prof. Dr. A. Taner Kışlalı ve müsteşarı Prof. Dr. Şerafettin Turan hocama sunduğumda hepimiz göksevinç olmuştuk.

“Dünya vatandaşları, haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir.” Atatürk (1935) Eğitim, çok geniş bir süreç olup her tür öğrenimi içine almaktadır. Bu süreç, kişinin kültür kazanmasını, kişiliğinin oluşmasını ve sosyalleşmesini sağlayarak kendi toplumunun ve dünya toplumunun bir üyesi olarak yaşamaya uyum sağlanmasını öğretir. ”Yüksek göklere çıkmak için gerekli olan merdiven ve kanat hep kitapların sayfalarından yapılmıştır. Kitapsız büyüyen çocuk susuz ağaca benzer” sözleri, çocukların eğitiminde kitabın yeri ve önemine ışık tutmaktadır. Mustafa Kemal, çocuklarımıza verilecek eğitim ve öğretimin temel ilke ve hedeflerini 27.10.1922 günü Bursa’da öğretmenlere verdiği söylevde şöyle ifade etmiştir: “...Okul, genç kafalara, insanlığı saymayı, ulus ve ülkeyi sevmeyi, bağımsız yaşamayı öğretir; bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için tutulması gereken en doğru yolu öğreten okuldur. Ülkemiz Atatürk, Pendik istasyonu ziyareti sırasında kendisini karşılayan çocuklarla

22


BD NİSAN 2016

içinde uygar düşüncelerin, çağdaş ileriliklerin vakit yitirilmeksizin yayılması ve gelişmesi gereklidir. En önemli ve verimli ödevlerimiz öğretim ve eğitim işleridir. Bu işlerde ne yapıp başarıya ulaşmamız gerekir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yoldadır. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek can, tek düşünce olarak belirli bir program üzerinde çalışmamız gerekir. İleri ve uygar bir ulus olarak çağdaş uygarlık alanı ortasında yaşayacağız...” Bilgin Shelley şöyle demiş: “Ruh, neşesini çalışmakta bulur.”

B

Bu gerçekleri çok iyi değerlendiren Baş Öğretmen Mustafa Kemal Atatürk, çağdaş Türkiye Cumhuriyetini kültür temelleri üzerine kurarak millî eğitim ve öğretim ile öğretmenlik mesleğine akıl, bilim ve teknoloji öncülüğünde önem ve öncelik vermiştir. “Ey yükselen yeni nesil! İstikbâl sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz... Türk çocuklarının yüksek kabiliyetine inancım tamdır...” diyen Atatürk, her eserini gençliğe emanet etmiştir. Bütün çocuklarımız öncelikle bu emanetleri koruyacak şekilde “Atatürk İlkeleri” ışığında eğitilmeli ve yetiştirilmelidirler. Toplumun temel

En önemli ve verimli ödevlerimiz öğretim ve eğitim işleridir. Bu işlerde ne yapıp başarıya ulaşmamız gerekir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yoldadır. taşı olan ailenin ve çocuğun gelişmesinde annelerin çok değerli bir yeri olduğuna inanan Atatürk, kadınlarımızın bütün alanlarda gelişmeleri için tüm yasal uygulamalara öncelik tanımıştır. “Çocuk kalbi işlenmemiş bir elmas gibidir, onu ihmal etmek manevi bir cinayettir” diyen ünlü eğitimci ve şair İbrahim Alâettin Gövsa (1889-1949), çocukların eğitimden ilk sırada sorumlu ilk öğretmen olan, çocuğunu 9 ay karnında,

23


BD NİSAN 2016

9 ay sırtında ve ömür boyu kalbinde taşıyan anneler için bir şiirinde şöyle demekte: “Azmederse eğer kadın/ Bu inkılâp olur yarın / Hamurunu insanlığın / Kadın eli yoğuruyor/ Her baht ile demek kadın/ İstikbâli doğuruyor.” “Atatürk’ün manevi kızlarına gösterdiği ilgi içlerinde en küçüğü olan Ülkü’nün üzerinde yoğunlaştı. (1932 doğumlu) Ölümünden bir kaç hafta öncesine kadar, Ülkü onun yanından hiç ayrılmadı.” A. Mango (Atatürk MTK-Sf-587)

K

Kimsesiz çocukları korumak ve eğitmek amacıyla Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu’nu kuran, çocukları evlatlık edinerek onların örnek bir insan olarak yetişmelerini sağlayan, her ortamda ve bayramlarda çocuklara özenle yaklaşarak onların yerini ve önemini vurgulayan Baş Öğretmen Atatürk, 1934’de İzmir’de Hakimiyet-i Milliye İlkokulu Fakir Çocukları Koruma Heyeti’nin 24

düzenlediği “Seni doya doya öpmek istiyorum” temalı çocuk balosuna katılmıştır. Bu hatıranın albümü bugün Anıtkabir’de Atatürk Müzesi’nde özel eşyalar arasındadır. Torunum 5. sınıf öğrencisi Mustafa Can’a, 23 Nisan’da Anıtkabir şeref defterine öğrenciler adına ne yazmak istersin dedim? İşte yanıtı: “Sevgili Atatürk, ülkemize verdiğin katkılardan dolayı sana minnettarız. Sen ve devrimlerin olmasaydı ülkemiz bu seviyeye kadar gelemezdi. Biz çocuklara çok yardım ettin ve bizim için bir bayram bile yaptın. Sana çok teşekkür ederiz. Eserlerini sonsuza dek yaşatacağız.” Atatürk diyor ki, “Bizim çocukluğumuz fakirlikle geçti, elime iki kuruş para geçince bunun muhakkak yarısını kitaba verirdim. O zaman da böyle okurdum. Eğer aksini yapsaydım ben ATATÜRK olamazdım, Türkiye’yi bu hale getiremezdim... Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer bir vatandır.” İmzalı bir resmini ve mesajını isteyen Amerikalı Curtis La France isimli on yaşındaki çocuğun isteğini yerine getiren Atatürk, mektunda şöyle demiştir: “Amerika’nın zeki ve çalışkan çocuklarına biricik yavsiyem, Türklere dair her işittiklerine


BD NİSAN 2016

gerçek gözüyle bakmasınlar. Kesin olarak bilimsel ve esaslı incelemeye önem versinler. Hayatta başarıya ve mutluluğa ulaşmanızı dilerim.” Büyük Önder Atatürk’ün, Türkiye ve Dünya çocuklarının gönlü, gözü ve fikirleriyle dünya çapında anılması, anlaşılması ve anlatılması için 23 Nisan 2020’ de yüzüncü yılında bütün dünyada “Çocuk Bayramı” olarak kutlanması için UNESCO kararı alınmasının ilgililerce takip edilmesi gerekmektedir. Yüzüncü yıl kutlamalarının şimdiden planlanması yapılmalı ve etkinlikler çeşitli dillerde albümlere-kitaplara -okullara ve dünya iletişim ağına aktarılarak yankılanmalıdır. Çocukları, umut, güven, heyecan ve gelecek olarak gören ve çok seven Atatürk, Çankaya sırtlarında karşılaştığı küçük Cemil ile konuşur ve onu kaldırarak alnına sıcak bir öpücük kondurarak şöyle demiştir:

“Milletin bağrından, temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak.” Atatürk, akıl ve bilim ışığında ulusal bilgi ve bilinçle donatılmış çocuklara ve gençlere güvenerek, geleceği onlara emanet etmiş ve gözü arkada gitmemiştir.

Yarının büyükleri / İşte biz küçükleriz / Atatürk’ün yolunda / Gonca gonca gülleriz. Aslı İdil Özkan Gonca güllerin “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” kutlu olsun. • yahyaaksoy@butundunya.com.tr

“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline, temeli benliğine, milli geleneklerine düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.” *** “Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir.” M. Kemal Atatürk 25


BD NİSAN 2016

Kültür ve Sanat Dünyasından Tekin Özertem

Dünyanın Bütün Çiçekleri 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ndan TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’ne…

23

Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı,1921 yılından başlayarak iki farklı bayramın ve çocuklara yönelik bir özel günün zaman içinde birlikte kutlanması sonucunda oluşmuştur. Bu bayramlar: 1921 yılında, 23 Nisan’ın Milli Bayram Addine Dair Kanun ile kabul edilen ve ilk ulusal bayramımız olan 23 Nisan Milli Bayramı, 1Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılması üzerine ilan edilen 26

Hakimiyet-i Milliye Bayramı ve Himaye-i Etfal (Çocuklar) Cemiyeti [1] tarafından 23 Nisan günleri bir bayram gibi kutlanmaya başlanan Çocuk Günü’dür. 23 Nisan Çocuk Günü, ülkemizde çocukların gereksinim ve sorunlarına dikkat çekmek amacı ile 1927 yılından itibaren bir bayram gibi kutlanmaya başlanmış; gerekçe ve amacı Cemiyet tarafından şöyle açıklanmıştır:


BD NİSAN 2016

Millet Meclisimizle millî devletimizin Ankara’da ilk teşkile günü olan Millî bayram Cemiyetimizce çocuk günü olarak tesbit edilmiştir. Bize yeni bir vatan ve yeni bir tarih yaratıp bırakan mübarek şehitlerle fedakâr gazilerin yavruları fakir ve ıstırabın evladları ve nihayet alelıtlak (genel olarak) bütün muhtac-ı himaye-i vatan çocukları namına milletin şevkatli ve alicenab hissiyatına müracaat ediyoruz… [2]

A

tatürk’ün himayesinde kutlanmaya başlanan 23 Nisan Çocuk Günü -o yıllarda henüz Cemiyet-i Akvam [3] üyesi olmasak da- 1925 yılında, 54 ülkenin katılımı ile Cenevre’de toplanan Çocukların Refahı için Dünya Konferansı’nda alınan “Yılın belli bir gününün Çocuk Günü olarak kutlanması” kararının bir uzantısıdır. 1924 yılında yayımlanmış olan Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi’nin altında imzası olan devlet başkanlarından biri de Gazi Mustafa Kemal’dir. Kısaca söyleyecek olursak: 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı, 23 Nisan Milli Bayramı, 1 Kasım Hakimiyet-i Milliye Bayramı ve Himaye-i Etfal Cemiyetinin 23 Nisan Çocuk Günü’nün iç içe geçmesi ile oluşmuştur. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Milli Güvenlik Konseyi tarafından alınan kararla kimi resmi bayramların kutlama gün sayısı azaltılmış, kimi bayramların adı değiştirilmiş, kimi bayramların da kutlanmasından vazgeçilmiştir. Bu

kararla 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı’nın adı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak değiştirilmiş; 23 Nisan günü önce resmi tatil günlerinin dışında tutulmuş, birkaç gün sonra -bu da ayrı bir macera- bu karardan vazgeçilmiştir. Çocukluk yıllarımda adında “çocuk” olmasa da 23 Nisan Milli Hakimiyet Bayramı’nı hep biz çocuklar kutlardık büyük bir coşku ile

23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı, 23 Nisan Milli Bayramı, 1 Kasım Hakimiyet-i Milliye Bayramı ve Himaye-i Etfal Cemiyetinin 23 Nisan Çocuk Günü’ nün iç içe geçmesi ile oluşmuştur. danslar, rontlar ve şarkılarla. Ben, hep yavrukurt olarak katıldım hep gün saydığım o çoşkulu kutlamalara. Yağmur ha yağdı ha yağacak!

B

irleşmiş Milletler (UNESCO), 1979 yılının Dünya Çocuk Yılı olarak kutlanacağını duyurduğunda, Ankara Televizyonu’nda Çocuk ve Gençlik Programları Müdürü’ydüm. Böylesine önemli, böylesine anlamlı bir yılda uluslararası düzeyde biz ne 27


BD NİSAN 2016

yapabiliriz diye içim içimi yemekte. Bir akşam sevgili ilham perim yetişti imdadıma: Yapılacak en anlamlı şey Atatürk’ün Türk çocuklarına armağan ettiği 23 Nisan Çocuk Bayramı sevincimizi tüm dünya çocukları ile yıllar boyunca paylaşacak uluslararası bir çocuk şenliği düzenlemekti. Ertesi gün, o yıllarda yardımcım olan DTCF Tiyatro Kürsü’nden dönem arkadaşım Canan Arısoy’a açtım düşüncemi. “Ne dersin Canan,” dedim. “Yapar mıyız?” “Yapalım diyorsan yaparız.” dedi.

A

vrupa Yayın Birliği’ne (EBU/ UER) üye ülkeler arasında 1973 yılından başlayarak bir yıldız gibi parlamıştı Çocuk ve Gençlik Programları Müdürlüğü’nün yaptığı program ve çalışmalar. Çocuk ve Gençlik Programları Çalışma Grubu’nun üyesi olduğum için üye ülkelerin temsilcisi dostlarım da en büyük güvencemizdi. Bize ülkelerinden şenliğe katılacak gruplar bulma konusunda yardımcı olacaklarından emindik. Bu nedenle şenlik davetini, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu olarak doğrudan EBU’ya üye radyo ve televizyon kurumları aracılığı ile yapmayı kararlaştırdık.. Çocuk şenlikleri ve festivaller konusunda az çok yurt dışı deneyimimiz vardı. Öncelikle yapmamız gereken TRT için o güne kadar benzeri olmayan böylesine kapsamlı bir projeyi genel müdürümüze kabul 28

ettirip onayını almaktı. Hemen randevu isteyip rüyamı dönemin Genel Müdürü Dr. Cengiz Taşer’le paylaştım. Cengiz Bey, kurumun içinden yetişmiş ilk genel müdürümüzdü. Hukuk eğitimi görmüş iyi bir yayıncıydı. Dikkatle dinledi ve hayra yordu düşümü. Hemen, “Olur, yaz getir.” dedi.

Amacımız, konuk çocukları, çocuklarımız ve aileleri ile kaynaştırmak ve kolay kolay unutulmayacak birliktelikler oluşturmak, karınca kararınca da olsa Yurtta Barış Dünyada Barış ilkemize ve ülkümüze katkıda bulunmaktı. Canan’la şenlik öncesi ve süresince işimizin düşeceği, yardımına gereksinim duyacağımız kurum ve kuruluşları belirledik önce. Sonra da bu kurum ve kuruluşların temsilcileri ile bir araya gelip düşümüzü onlarla paylaştık. 1979 Dünya Çocuk Yılı’ndan başlayarak her yıl 23 Nisan gününü içine alacak ve on gün sürecek uluslararası bir şenlik düzenleyeceğimizi ve bunu nasıl gerçekleştireceğimizi, konuk çocukları, okullar aracılığı ile ailelerin yanında ağırlayacağımızı, 23 Nisan günü şenliğe katılacak toplulukların gösterilerinden oluşacak şenlik gala


BD NİSAN 2016

programını bütün dünyaya naklen yayınlayacağımızı anlattık. Bu konuda görüş, düşüncelerini almak istediğimizi ve söyledik. Birkaç kez tekrarlanan bu toplantılardan sonra Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere toplantıya katılan kurum ve kuruluşların sahiplendiği bir düşe dönüştü düşümüz. Bütün kapılar önümüzde birer birer açılıverdi.

K

onuk yabancı çocukları ailelerin yanında misafir etmek, büyük bir sorumlululuk üstlenmek demekti. Onları grup liderleri ile birlikte otelde ağırlayıp bu işi çok kolay haledebilirdik. Hem hiç tanımadığımız ailelere sorumluluklarını üstlendiğimiz konuk çocukları emanet etmek gibi bir riski göze almamış, hem de konuk çocukların ailelere uyum sağlamaları ile ilgili güç ve yorucu sorunları bertaraf etmiş olurduk. Ama biz zoru seçtik. Amacımız, konuk çocukları, çocuklarımız ve aileleri ile kaynaştırmak ve kolay kolay unutulmayacak birliktelikler oluşturmak, karınca kara-

TRT 1980 yılı Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’nden bir görünüş

rınca da olsa Yurtta Barış Dünyada Barış ilkemize ve ülkümüze katkıda bulunmaktı. Konuk çocuklar ile ev sahibi çocuk ve ailelerin anlaşmalarını kolaylaştırmak için de katılan her topluluk için Türkçe ve kendi dilinde temel gereksinimleri içeren, 101 sözcük ile cümlecikten oluşan görsel bir sözlük hazırladık. Şenliğin, konuk ve evsahibi çocuklarımızın güvenliğini, Emniyet Genel Müdürlüğü, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve İstihbarat Şubesi

TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’ne her yıl birçok ülke katılıyor 29


BD NİSAN 2016

TRT’nin çeşitli illerde düzenlenen Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenlikleri’nden görüntüler

Başkanlığı ile iş birliği yaparak sağlayacaktık. Konuk çocukları evlerinde misafir edecek aileleri araştırıp soruşturacak, bunu gizlemeyecek, gerekçelerimizi kendileri ile paylaşacaktık. Önce biraz irkilseler de yüreklerine su serpilmiş olacak, ilk buluşmamızda terör dahil akla gelebilecek her türlü olasılığı düşündüğümüzü gösterecektik. Ayrıca evlerinde dilini, huyunu suyunu bilmedikleri yabancı bir çocuk ağırlamanın zorluklarını, karşılaşabilecekleri sorunları ayrıntıları ile anlatıp işin başında var mısınız yok musunuz diye soracak, her bir grup için ailelerin katılacağı bir toplantı yapacak, toplantıya katılmayan ailelere çocuk vermeyecektik. Ancak böyle kazanabilirdik 30

ailelerin güvenini. Böyle anlatabilirdik şenliğin, çocuklarının yabancı bir dil öğrenimlerine katkı sağlamanın, farklı bir deneyim edinmenin ötesinde, yabancı bir ülkenin çocuğu ile kardeş olmanın hem onlar hem de içe kapanmış ülkemiz için ne anlama geldiğini…

Ş

enliği tasarlarken bir amacımız da 23 Nisan gününü, Anneler Günü ve Babalar Günü gibi Dünya Çocuk Günü’e dönüştürerek uluslararası bir düzeye taşımaktı. Bu nedenle danışma kurulu toplantılarına Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ni de davet etmiş, 23 Nisan gününün büyüklerin çocuklara armağan aldıkları daha özel bir güne, gerçek bir bayrama dönüştürmeyi tasarlamıştık. Bunu başarabildiğimiz takdirde 23 nisan günü diğer ülkelerde de tıpkı anneler, babalar günü gibi kendiliğinden benimsenip yaygınlaşabilecekti. Ülkeler


BD NİSAN 2016

arasında kültürel etkileşim geçmişte ticaretle başlamış yüzlerce yıl böyle devam etmişti. Ama günümüzde kültürel etkileşim açıyordu ticaret yollarının kapılarını. Ama olmadı. Derdimizi bir türlü anlatamadık. Hâlâ da anlaşılmış görünmüyor! 23 Nisan Uluslararası Çocuk Şenliği, başta Canan Meray Arısoy ve çok değerli sevgili çalışma arkadaşlarım Gülseren Çarkacı, Güler Türkan, Ayhan Önal, Metin Atatüzün, Sezai Bıçakçıoğlu ve zaman zaman kısa sürelerle aramıza katılan TRT’de görevli arkadaşlarımın özverili çalışmaları sayesinde hiçbir çıkar gözetmeksizin gerçekleşti.

B

ir kişinin rüyasından yola çıkılarak ortak aklın ve dayanışmanın ürünü olan bu şenlik, toplu özveri ve inançla gerçekleşti. Ama açık yüreklilikle söylemek gerekirse TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’nin düşlediğimiz şekilde gerçekleşmesinde en büyük pay, konuk çocukları evlerinde ağırlayan, onları gerçek ana babaları gibi bağrına basan ailelerimizin, gönüllü rehberlik yapan gençlerimizin, iş birliği yaptığımız okul müdürlerinin, öğretmenlerimizin, güvenlik görevlilerimizin, EGO ve

TRT’nin 23 Nisan Şenlikleri’ne farklı ülkelerden katılan çocuklar

İETT otobüs şöförlerinin, uluslararası telefon santralindeki ve gümrük kapılarında yüzlerini bile görmediğimiz görevlilerin ve şenliğe inanıp katkılarını esirgemeyen isimsiz kahramanlarındır. 1979 yılında 17 Nisan günü şenlik yürüyüşü ve Anıtkabir ziyareti ile başlayan TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği, uzun yıllar Ankara’nın ve TBMM’nin bir parçası oldu. Bugün artık farklı illerde gerçekleştiriliyor. Şenliğin gala programını önceki yıllarda olduğu gibi sevgili Halit Kıvanç değil de başkaları sunuyor. Canan Meray Arısoy da Ayhan Önal da veda edip ebediyete göçtüler. Ama şenlik devam ediyor! Umarım devam eder… Nice 23 Nisanlara… • tekinozertem@butundunya.com.tr [1] Çocuk Esirgeme Kurumu [2] Cumhuriyet Gazetesi , 22 Nisan 1927 [3] İlk Milletler Cemiyeti

31


BD NİSAN 2016

Bu kitabı okurken çokça gülecek, bazen de hüzünleneceksiniz. Soluk soluğa bitirdiğinizdeyse bir kez daha okumak isteyeceksiniz. Çünkü o güzel günleri anlatıyor.

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A

XXX


Yaşamdan Yansımalar

BD NİSAN 2016

Nuray Bartoschek

“Bir Vardı”lar Şimdi Yok Oldular

“U

zun zamandır işsizim” diye yakındı Pinokyo. “Artık çocuklar benim yalanlarımı duymak istemiyorlar çünkü dünya burnu uzamayan usta yalancılarla ve onlara inanan etten kemikten kuklalarla doldu neredeyse. Zaten benim yalanlarım, insanların yalanları karşısında öylesine masum kaldı ki, burnum bile uzamıyor artık! Burnu uzamayan, insanlardan daha iyi yalanlar söyleyemeyen bir kukla ne işe yarar ki?” Rapunzel, sırma saçlarını arkaya savurup, teselli için elini Pinokyo’nun omzuna koydu. “Haklısın Pinokyo kardeş, seni çok iyi anlıyorum ama inan bana yalnız değilsin. Ben de uzun zamandır sıkıntıdan patlıyorum. Benim masalım hiç kimseye inandırıcı gelmiyor çünkü artık öyle sevdalar yok. Erkeklerin kadınları saçlarından tutup yerden yere vurduğu, şiddet uyguladığı, hatta öldürdüğü bir dünyada 33


BD NİSAN 2016

kim sevgilisiyle birlikte olabilmek için saçlarını ip gibi kuleden aşağı sarkıtan bir kızın masalını dinlemek ister ki?” “Siz sadece kendinizi düşünmek zorundasınız, ya ben ne yapayım?” diye sordu Ali Baba. “Ne denli düşünürsek düşünelim, yaptığımız hiçbir soygun

planıyla insanların önüne geçemiyoruz. Dünya usta haramilerle dolu olunca insanlar artık hırsızlıkları kanıksadılar. Çocuklar Ali Baba ve Kırk Haramiler masalını ilginç bulmuyor. Bizim öykümüz artık sıradan, sıkıcı bir masal.”

K

urbağayı öperek onu prense dönüştüren genç kız gözlerinden yaşlar süzülerek “Bizim masalımızın en romantik masallardan biri olduğuna inandım yıllar yılı ama şimdi… Şimdi kızların öptüğü prensler hızla kurbağaya dönüşürken kim inanır ki bana?”diye sızlandı. Ferhat bir yanına, Şirin diğer yanına oturarak teselli etmeye çalıştılar onu. Ferhat “Üzülme lütfen güzel kız.” dedi. “Bak, biz de unutulanlar arasındayız. Ben Şirin’im için dağları deldim, artık dağları delmeye gerek yok ama bizimki gibi

34

duygusal aşklar da yok denecek denli az olunca bizi hiç kimse tanımıyor. Aşklar, sevgiler üçüncü, bilemedin beşinci tartışmada son buluyor. Öyle kırk yıl bir yastıkta kocamak diye bir şey yok.” Yanında sevimli keçisiyle küçük bir kız yaklaştı yanlarına. “Ben de sizin yanınıza oturabilir miyim?” diye sordu. “Uzun zamandır o denli yalnızım ki…”

H

emen yer açtılar küçük kıza. O da tanıttı kendisini. “Heidi, benim adım” dedi. “Keçimle birlikte yemyeşil kırlarda, bayırlarda yaşıyorduk biz ve çocuklar mutlulukla okuyorlardı bizim masalımızı. Oysa artık yeşil alanlar giderek azaldığı gibi, çocuklar sokağa bile çıkmaz oldular. Okullar olmasa sanırsınız bu gezegende hiç çocuk yaşamıyor! Hepsi dört duvarla çevrili evlerinde, hayata bilgisayar pencerelerinden bakarak yaşıyorlar.” Tom ve Jerry aynı anda “Ah, sorma seni en iyi biz anlarız küçük kız” dediler. “Bizim masumane birbirimizi kovalamacamızla hiç kimse ilgilenmiyor artık. Bir kedinin fareyi yakalamaya çalışması ne ki? Çocuklar ellerindeki o modern


BD NİSAN 2016

oyuncaklarıyla insanları öldürüyor, dünyaları yok ediyorlar. Yalnızca biz değil, geçmiş zamanların tüm sevimli çizgi film kahramanları da en az masal kahramanları denli yalnız ve unutulmuş durumda ne yazık ki.” Masalların ve çizgi filmlerin unutulmaz kahramanları birbirlerini avutmaya çalışırlarken, uzakta bir köşede başında tacıyla yalnız oturan yaşlı bir adam ilgilerini çekti. Ona “Hey, sen, tek başına oturan yaşlı adam, neden yalnızsın? Gel, sen de katıl aramıza.” dediler. Yaşlı adam usulca “Ben utanıyorum” diye kekeledi. “Çıplağım da…“ Kurbağa Prens hemen koşup pelerinini yaşlı adama verdi. Yaşlı adam pelerine sarılarak diğer masal kahramanlarının yanına geldi. “Şey, kusura bakmayın, terzimin bir oyununa geldim..” dedi.

Masal kahramanları hep bir ağızdan “Çıplak Kral!” diye bağırdılar. “Evet” dedi “Çıplak Kral”ım ben.” “İyi ama senin gerçekten çok ilginç bir masalın var, sen neden yalnız kaldın ki?” diye sordular. Çıplak Kral, hüzünle gülümsedi. “Sizler gördüğünüz için beni hâlâ ilginç buluyorsunuz. Oysa şimdi dünya çıplak krallarla dolu ama insanlar görmeyi unuttular. Bakıyorlar ama görmüyorlar. Onlar görmeyi öğreninceye ve ‘Kral Çıplak!’ diye bağırıncaya dek, ben de burada sizlerle bekleyebilir miyim?”

G

ökten üç elma düştü. Biri bu hikayeyi yazanın başına, diğeri bu hikayeyi okuyanın başına, üçüncüsü de bu hikayeyi okuyup, düşünüp, paylaşanların başına...• nuraybartoschek@butundunya.com.tr

YA Ş L I T E YZE

Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar. Davalının avukatı kadına yaklaşır: “Bayan Jones.. beni tanıyor musunuz?” Yaşlı teyze: “Ah evet Bay Williams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum. Siz o zamanlar bile aileniz için tam bir başbelasıydınız. Sürekli yalan söylüyorsunuz, en yakınlarınızın arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar için herkesi satarsınız...” Bütün salon şoke olur. Adam şaşkın, kadına tekrar sorar: “Peki Bayan Williams, ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?” Kadın yine cevaplar: “Elbette tanıyorum. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım. Tembel, ödlek ve alkoliktir. Etrafında bir tek dostu olmayan sahtekarın biridir” Bütün salonu bir uğultu kaplar. Hakim herkesi susturur ve her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırır ve eğilmelerini söylerek kulaklarına şunu fısıldar: “Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikiniz de yandınız...” 35


F›rçalayarak Serdar Günbilen

36


BD NİSAN 2016

Dünyadaki Karaciğer Nakli Uzmanı 200 Öğrencisi

90. Doğum Gününde Hocaları Prof. Starzl’ın Yanındaydılar

Bütün Dünya

B

aşkent’li tıp öğrencilerinin “hocalarının hocası” Prof. Dr. Mehmet Haberal, kendi “hoca”sı Prof. Dr. Thomas E. Starzl’ın karşısında bir öğrencilik görevini daha yerine getirmek için geçen ay bir günlüğüne Amerika’ya gitti ve 12 Mart’ta 90’ıncı yaşına giren hocasının en yeni yaşının en yeni

YA Z I G R U B U

gününde, onunla birlikte oldu. Dünyada ilk başarılı karaciğer naklini 1967 yılında gerçekleştiren ve Prof. Haberal’ın tıp dünyasına “Transplantasyonun babası” olarak sunduğu Prof. Dr. Thomas E. Starzl’ın doğum günü kutlama toplantısına, her biri şimdi ülkesinde “karaciğer nakli öncüsü” olan

37


BD NİSAN 2016

‘‘

Prof. Dr. Haberal, hocası Thomas E. Starzl’a, portresinin işlendiği bir halı armağan etti.

P

rof. Haberal daha sonra, hocasının kendine özgü bir özelliğini de şöyle açıkladı: “Hepimizin hocası Tom Starzl, 38

Prof. Starzl’ın, insanlığa bu hizmeti, önümüzdeki uzun yıllarda da devam edecektir. O nedenle ben kendisine ‘Transplantasyonun babası’ diyorum.

‘‘

200 öğrencisi katıldı. Prof. Starzl’ın 1 Ocak 197430 Haziran-1975 tarihleri arasında önce öğrenciliğini, sonra çalışma arkadaşlığını yapan Prof. Haberal, doğum günü toplantısında “en kıdemli öğrencisi” sıfatıyla yaptığı konuşmada hocasını, alkışlarla karşılanan şu sözlerle anlattı: “Aranızda ben, Prof. Starzl’ın yalnızca en kıdemli öğrencisi değilim, aynı zamanda en genç öğrencisiyim de… Çünkü 40 yıl önceki öğrenciliğimden sonra da kendisi bana her anımda hocalık ve öncülük yapmıştır ve bu hocalığını, öncülüğünü, 40 yıl sonra bugün de yapmaya devam etmektedir.”

kendi buluşu olan karaciğer nakli yöntemini öğrettiği ve yetiştirdiği biz öğrencileri aracılığıyla bilgisini tüm dünya ülkelerine de ulaştırmış ve 49 yıldan bu yana, bu ülkelerde yüzlerini görmediği, adlarını duymadığı binlerce kronik karaciğer hastasının yeniden yaşama dönmesini sağlamıştır. Onun, insanlığa bu hizmeti, önümüzdeki uzun yıllarda


da devam edecektir. O nedenle ben kendisine ‘Transplantasyonun babası’ diyorum.” Prof. Dr. Mehmet Haberal bu sözlerinden sonra hocası Prof. Dr. Thomas E. Starzl’a, üzerinde portresini ve “Transplantasyonun babası Prof. Thomas E. Starzl” sözcüklerini dokutturduğu bir Türk işi halı armağan etti.

P

rof. Haberal, Amerika’da yalnızca bir gün kaldıktan sonra Türkiye’ye döndü ve 15 Mart günü, bu kez Türkiye’de bir “yıldönümü toplantısı”na katıldı. Bu toplantıda, Prof. Haberal’ın 26 yıl önceki bir başarısı kutlanıyordu. 15 Mart 1990’da Türkiye, Kuzey Afrika, Ortadoğu’da ve hatta Avrupa’da bir ilk yaşandı…

Çocuklarda canlıdan alınan ilk kısmi karaciğer nakli amileyatından 26 yıl sonra yapılan operasyonla yeniden hayata dönen bebek 6 aylık Hiranur Acar ve Prof. Haberal

BD NİSAN 2016

Çocuklarda canlıdan alınan kısmi karaciğer nakli gerçekleşti. Milyonlarca çocuğa umut ışığı olan o ameliyattan tam 26 yıl sonra yeniden hayata dönen bebek, 6 aylık Hiranur Acar oldu… Prof. Dr. Mehmet Haberal ve ekibi 15 Mart 1990 yılında başarılı bir ameliyata imza atmış ve çocuklarda canlıdan kısmi karaciğer naklini gerçekleştirmişti. Bu ameliyat Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Avrupa’da bir ilk anlamına geliyordu. O ameliyatla yeniden hayata dönen üçüncü çocuk Erkan Erdoğan… 1992 yılında Haberal ve ekibi tarafından hayata tutunduğunda henüz 3 yaşındaydı. Erkan Erdoğan’ı siz de tanıyorsunuz. Bütün Dünya’nın bir önceki sayısında, Prof. Haberal’a teşekkürünü 24 yıl sonra, 27 yaşında bir genç adam olarak bildirirken çekilen fotografını yayımlamıştık o sayımızda. Erkan Erdoğan yedi yıldan bu yana, Başkent Üniversitesi İstanbul Hastanesi’nin arşiv bölümünde çalışmaktadır. İlk ameliyattan bu yana 26 yıl geçti. Bu kez Hiranur bebek yaşam yolculuğuna devam etmek istiyordu… Henüz 6 ay önce karaciğer rahatsızlığıyla dünyaya gözünü açmıştı. Dürdane Acar, kızının yaşam mücadelesini kazanmasını istiyordu ve ona umut ışığı oldu… Hiranur bebek, annesinden alınan kısmi karaciğerle yeniden yaşama tutundu. 6 aylık bir bebek, kendisini yeniden yaşama döndüren ameliyat39


BD NİSAN 2016

Prof. Dr. Haberal Pan Arap Transplantasyon Derneği’nin düzenlediği kongrede

tan saatler sonra gülen gözleriyle herkesi mutlu ederken, Türkiye, Kuzey Afrika, Ortadoğu’da ve hatta Avrupa’da bir ilk olarak gerçekleştirilen “Çocuklarda canlıdan alınan kısmi karaciğer naklinin gerçekleştirildiği” günün 26’ncı yıldönümünde, “aynı hastalığa” yakalanan yaşıtlarına bir umut simgesi oluşturduğunun ayırdında değildi.

P

rof. Dr. Mehmet Haberal’ın “hareketli” devam eden Mart ayı, başlangıcında da “hareketli” idi. Bu hareket, 4-5 Mart’ta “Pan Arap Transplantasyon Derneği” tarafından Katar’ın başkenti Doha kentinde düzenlenen “Karaciğer tümörleri” konusundaki kongreyle başladı. Başta Prof. Haberal olmak üzere Transplantasyon konusunda büyük katkılar sağlayan kişilere Pan Arap Transplantasyon Derneği’nin ödül plaketleri verildi. Belçika, Lübnan, Amerika, 40

İtalya, Mısır, Japonya’nın da katıldıkları bu kongrenin onur konuğu, MESOT (Orta Doğu Organ Nakli Derneği) Başkanı Prof. Dr. Mehmet Haberal’dı. Ödül plaketlerinin sunulması töreninden sonra başlayan ilk günkü oturumu yöneten Prof. Haberal bir konuşma yaparak organ naklinin Türkiye’de başlayışını, gelişmesini ve bugün dünyadaki öncü duruma gelmesinin aşamalarını anlattı. Prof. Haberal, bu konuyu Katar Devlet Televizyonu’nda kendisiyle yapılan bir söyleşide de yineledi ve televizyondan Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak tüm Prof. Dr. Haberal ‘a verilen ödül plaketleri

Araplara, organlarını bağışlama çağrısı yaptı. Kongre sonrasında Prof. Haberal’a onur konuğu teşekkür plaketi sunulurken, kongreye birlikte katıldığı Başkent Üniversitesi uzmanlarından oluşan bilim ekibi üyelerine de kongreye katkıları nedeniyle teşekkür plaketi verildi.•


Atatürk’ün Dünyası Cengiz Önal

71

Mustafa Kemal’in Kastamonu’da Halkla Konuşması

Efendiler! Gözlemlerimin en kıymetli kısmı bu güzel bölgenin dostça, samimi, çok aydın ve çok geniş ve yüksek bir anlayış sahibi olmalarıdır. Kabul etmeliyim ki, bu seyahatimden önceki bilgilerim, gözle gördüğüm şeylerden çok daha azdı. Saygıdeğer milletvekilleriniz Ali Rıza Bey ve Mehmet Fuat Bey gibi kişiler bulunmasaydı, sizi olduğunuzdan farklı tanıtmak için çalışanlar akılları karıştırmada kim bilir ne kadar ileri gitmekte başarılı olacaklardı. Eylemlerini ve eserlerini mutlulukla görmekte olduğum yüce görüşleriniz elbette bir anda, bir günde oluşamazdı. Böyle bir görüşü ileri sürmek bilgisizlik olur.

doğal belirtilerinin mutlu bir tanığı bulunuyorum. Bu gerçeğin aksini anlatarak ve açıklayarak yenilenme adımlarımızı felce uğratmaya yeltenen beyinsizlerin, kararlarını vermekte kendi yarım yamalak ilimlerine, çürük mantıklarına, yetersiz akıllarına dayandıklarını sanıyorum. O zavallı kendini beğenmişler böyle yapacaklarına halkın sağduyusuna danışsalardı, ondan ilham ve bilgi alsalardı, kendilerini bugün gülünecek ve utanılacak durumda bırakan

Ş

üphe yok ki, bu yörenin saygıdeğer halkı gerçekten uygar olabilmenin doğal gidişatı üzerinde ilerlemektedir. Bugün ben o olgunlaşmanın

Mustafa Kemal Kastamonu’da 41


BD NİSAN 2016

bu kadar iğrenç hatalara düşmezlerdi. Fakat sağduyunun, akıl, mantık ve kabiliyetin üstünde önem sahibi olduğunu takdir etmek yalancı bilginin işine gelmez. Arkadaşlar! Ulusumuzun sağlam bir anlayışa sahip olduğuna, kahramanı olduğu büyük ve fiili eserler ve olaylar-

Mustafa Kemal Kastamonu’da şapka ile halkın arasında

dan sonra kimsenin şüphe etmeye hakkı kalmamıştır. Bugünkü anlayış daima ileriye ve yeniliğe götürür ve gerilemeyi kabul etmez bir huy olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileriye ve yeniliğe uzun adımlarla yürümeye devam edecektir. Anlayışa hastalık bulaşmadıkça gerilemek veya durmak akla bile gelmez. Yüz yıllardan beri harcanmış iğrenç çabalar zaman zaman ulusu uykuya daldırmış olmakla beraber, ulusun anlayışını felce uğratmada asla başarılı olamamıştır. Bu gerçek, ulusun bugün gösterdiği 42

anlayış eserleri ile kendiliğinden ortadadır. Eğer anlayışta hastalık olsaydı, onu bugünkü hayatta canlandırmak hiçbir güç birliğiyle gerçekleşemezdi. Efendiler! Bu ulus, gerçek beklentisinden sapmalarda bulunanlara değer vermemektedir. Bununla özellikle bugün çok övünüyorum. Bundaki isabetin sırrını açıklamak için derhal bildirmeliyim ki, bizim bilgi kaynağımız doğrudan doğruya büyük Türk ulusunun vicdanı olmuştur ve daima da böyle olacaktır. Bütün samimiyeti, dostane ilişkilerin esasını, verimi ve gücü ulusal vicdandan aldıkça, bütün girişimlerimizde ulusun sağlam duyarlılığını rehber kabul ettikçe, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da ulusu doğru hedeflere ulaştıracağımıza inancımız tamdır.

G

erçek devrimciler onlardır ki, yükselme ve yenilenme devrimine yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime ulaşmasını bilirler. Bu vesileyle şunu da açıklamalıyım ki Türk ulusunun son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasal ve sosyal devrimlerin gerçek sahibi


BD NİSAN 2016

Gerçek devrimciler onlardır ki, yükselme ve yenilenme devrimine yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime ulaşmasını bilirler.

kendisidir. Yani Sizsiniz! Ulusumuzda bu yetenek ve olgunluk var olmasaydı, onu ortaya çıkarmaya hiçbir kuvvet yeterli olamazdı. Herhangi bir gelişme seviyesinde bulunan bir insan kitlesini, bulunduğu durumdan kaldırılıp damdan düşer gibi herhangi bir olgunluk derecesine ulaştırmanın imkânsızlığını, elbette açıklamaya gerek yoktur. Efendiler! Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen zamana uygun ve bütün anlam ve biçimleri ile medeni bir sosyal toplum durumuna ulaştırmaktır. Devrimlerimizin temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen düşünceleri darmadağın etmek zorunludur.

Ş

imdiye kadar ulusun beynini paslandıran ve uyuşturanlar, ne yazık ki bu anlayışta bulunanlar olmuştur. Her halde bu anlayışlarda bulunan uydurma şeyler bütünüyle uzaklaştırılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyne gerçeklik nurlarını yerleştirmek imkânsızdır. Türbelerden, yalancı evliyalardan, ölülerden yardım istemek medeni bir toplum için uygun değildir. Var olan

tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi olan hayatta mutluluk sahibi yapmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddi ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve Ey Millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini

43


BD NİSAN 2016

yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir. Huzurunuzda ve ulusun karşısında düşüncelerimi sunarken hissettiğim ve gördüğüm konuları olduğu gibi söylemeyi tarih ve vicdan karşısında görev bilirim. Cumhuriyet Hükümetimizin bir Diyanet İşleri Başkanlığı makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurlar bulunmaktadır. Bu görevli kişilerin ilim, erdem derecesi bellidir. Ancak burada görevli olmayan birçok insanlar da görüyorum ki, aynı kıyafet giyiminde devam etmektedirler. Bu gibiler içinde çok bilgisiz hatta okuma yazma bilemeyenlerle karşılaştım. Özellikle bu gibi bilgisizlikler bazı yerlerde halkın temsilcileriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya ilişki kurmaya âdeta

44

bir engel oluşturmak sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum. Bu durum ve yetkiyi kimden ve nereden almışlardır?

B

ilindiği gibi ulusun temsilcileri seçtikleri milletvekilleri ve onlardan oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve meclisin güvenine sahip Cumhuriyet Hükümeti’dir. Bir de yerel seçilmiş belediye başkanları ve heyetleri vardır. Ulusa hatırlatmak isterim ki, bu kayıtsızlığa izin vermek kesinlikle uygun değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kimselerin görevli olan kişilerle aynı kıyafeti taşımalarındaki sakıncayı hükümetin dikkatine sunacağım. İnebolu’da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi düşünüleceğinden burada da değinmek isterim. Her ulusun olduğu gibi bizim de ulusal bir kıyafetimiz varmış, fakat inkâr edilemez ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta ulusal kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Örneğin karşımda kalabalığın içinde bir kişi görüyorum. Başında fes, fesin üstünde bir yeşil sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan bu tuhaf kıyafeti giyip dünyayı kendine güldürür mü? Devlet memurları bütün ulusun kıyafetlerini düzeltecektir.


BD NİSAN 2016

Bilim, teknik ve sağlık açısından uygulamalı olarak, her bakımdan denenmiş medeni kıyafet giyilecektir. Bunda kararsızlığa yer yoktur. Yüzyıllarca devam eden dikkatsizliğin acı derslerini tekrarlamaya dayanma gücü yoktur. Adam olduğumuzu, medeni insan olduğumuzu ispat etmek ve göstermek için gerekeni yapmamakta direnmek adamlıkla bağdaşmaz. Arkadaşlar! Türk Ulusu çok büyük olaylarla ispat etti ki, yenileyici ve devrimci bir ulustur. Son senelerden önceki zamanda da ulusumuz yenilik yolları üzerinde yürümüş, sosyal devrimlere girmemiş değildir. Fakat gerçek verimler görülemedi. Bunun nedenini araştırdınız mı? Bence, neden, işe temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu konuda açık söyleyelim. Bir sosyal toplum, bir ulus erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmuştur.

Şüphe yok, yükselme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve yükselme ve yenilenme alanında birlikte aşama kaydetmek gereklidir.

K

abul edilebilir mi ki, bir kitlenin bir parçasını yükseltelim ve diğerini görmezlikten gelelim de, kitlenin tamamı yükselebilsin? Olabilir mi ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, yükselme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve yükselme ve yenilenme alanında

birlikte aşama kaydetmek gereklidir. Böyle olursa devrimler başarılı olur. Mutlulukla gözle görülmektedir ki, bugünkü hareketimiz gerçek amaca yaklaşmaktadır. Her halde daha korkusuz olmak gerektiği açıktır. Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştamal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu davranışın anlam ve işareti nedir? Efendiler, Medeni bir ulus anası, ulus kızı bu garip şekle, bu ilkel duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görüntüdür. Derhal düzeltilmesi gereklidir. Gösterdiğiniz kıymetli uyanış ve ufuk açıklığından dolayı çok duyguluyum. Hepinize selamlarımı ve sevgilerimi sunuyorum. • cengizonal@butundunya.com.tr Mustafa Kemal -30 Ağustos 1925 / Cumhuriyet Halk Fırkası Binası / (Bugünkü Müze) Kastamonu (Gelecek Ay: Ankara Hukuk Mektebi’nin Açılışındaki Konuşması) 45


BD NİSAN 2016

Çağdaş Düşünce Dr. Öğüt Yazman

DEvrenselliği emokrasinin Demokrasi Sorunu

G

ünümüzde İnsan Hakları ve demokrasinin evrensel olduğu görüşü benimsenmiştir. Eğer demokrasi eylemli biçimde tehdit ediliyorsa onu savunmak gerektiği kabul edilmektedir. İnsan hakları ve özgürlükleri, ülkelerin bir iç sorunu olmaktan çıkmış uluslararası bir konu olmuştur. Bu yönüyle ulusal egemenliklerin de üstündedir. Kişi olarak insan, insan olduğu için özel haklara sahiptir. İnsan hakları, kişilerin bulunduğu kültür ve yaşadıkları yere bakılmaksızın, herkesin başvurup devam ettirilmesini istediği temel haklardandır. Bir toplumda, bir gruba veya 46

İnsan hakları ve özgürlükleri, ülkelerin bir iç sorunu olmaktan çıkmış uluslararası bir konu olmuştur. bazı gruplara insan haklarını sınırlama istenmesi, kültürel relativizme sığınıp kısıtlamaya bir mazeret uydurmaktır. Örneğin, bir toplumda kadınların geri planda bırakılmış olması kültürel nedenlere bağlı olabilir. Fakat bu olumsuz durumun devam ettirilmesi istenmemelidir. İNSAN HAKLARI

İnsan Hakları bir gerçeklik olarak


BD NİSAN 2016

önemlidir. Onunla hiç tanışmamış veya biraz bilerek ona sempati duyanları kendine doğru çekmekte ve hareketlendirmektedir. Onun için evrenseldir. “İnsan Hakları karnesi kötü olan devletler, kendisinden daha iyi durumda olan devletlere karşı daha çok anlaşmazlık ve çatışma durumundadır. İnsan haklarına uymayarak, bunu görmezden gelen devletlerin, diğer ülkelerle ekonomik ve siyasal ilişkilerinde güçlüklerle karşılaşmaları kaçınılmazdır. Temel hukuk kurallarına uymama bir bölgede veya bölgelerde kaosun yayılmasına neden olur.” (*) Günümüzde İnsan Hakları ve demokrasinin evrensel olduğu görüşü benimsenmiştir. Eğer demokrasi eylemli biçimde tehdit ediliyorsa onu savunmak gerektiği kabul edilmektedir. İnsan hakları ve özgürlükleri, ülkelerin bir iç sorunu olmaktan çıkmış uluslararası bir konu olmuştur. Bu yönüyle ulusal egemenliklerin de üstündedir. 1789 Fransız İhtilalinde ya-

İlk TBMM binası

1789 Fransız İhtilali, demokrasi yolunda atılan adımlar konusunda Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktasıdır

yınlanan ve Birleşmiş Milletlerce tüm üye ülkelerin kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin başlangıç bölümünde şu ifade var. “İnsanın zorbalık ve baskıya karşı son bir yol olarak ayaklanmaya başvurmak zorunda bırakılmaması için, insan haklarının hukuk düzeniyle korunması gerektiğini,…ilan eder.” DEMOKRASİYİ ANLAMAK

Çoğu zaman demokrasi ve özgürlük eş anlamlıymış gibi birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir. Oysa demokrasi, kurumsallaşmış ilkelerin ve uygulamaların bir bütün olarak görülebilmesini, böylece özgürlüklerin güçlenmesine ve kalıcı olmasına da olanak sağlar. Demokrasi esastır ve özgürlükleri de içerir. Oysa yasalarla getirilmiş veya anayasalara yazılmış özgürlükler, o ülkelerde bütünüyle 47


BD NİSAN 2016

Demokrasi, kurumsallaşmış ilkelerin ve uygulamaların bir bütün olarak görülebilmesini, böylece özgürlüklerin güçlenmesine ve kalıcı olmasına da olanak sağlar. demokrasi yoksa zaten yoktur. Ya Çin’de olduğu gibi kâğıt üzerinde yazılı kalmıştır. Ya da seçimle gelip diktaya yönelen yöneticiler tarafından rafa kaldırılmıştır.

Ö

rneğin yasalarında özgürlüklere yer veren bir ülkede, demokrasisi kurumsallaşmış ve demokrasi ilkelerine uymak temelli (geleneksel-köklü) bir durumu yansıtıyorsa özgürlükler de bunun sağladığı uygun bir yaşama ortamında kesintisiz devam eder ve gelişir. Yöneticiler serbest demokratik bir seçimle iş başına gelmiştir. Bunda sorun yoktur. Ama, yöne-

timde “seçimle geldik, istediğimizi yaparız” anlayışı varsa orada sorunlar başlar. Demokrasi içselleştirilememiş, sindirilememiş anlamına

Gazi Mustafa Kemal ilk TBMM’nde konuşma yaparken

gelir. Demokrasi, özgür bir ortamda bireylerin mutluluğunu amaçlar. 23 Nisan 2016, TBMM’nin açılışının 96. Yıldönümündeyiz. “Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir.” “Yurtta barış, dünyada barış” denilerek açılan aydınlık yoldan geçerek geldik. Karşılaştığımız iç ve dış sorunlara bakarak, bunalıp karamsarlığa kapılmaya gerek yoktur. Kimler geldi, kimler geçti. Kaptanlar fani, Cumhuriyet ve Demokrasi iskelesi bakidir. • ogutyazman@butundunya.com.tr (*) Öğüt Yazman, (2012) “Seçimle Gelen Sultanlar, Türkiye Demokrasi Tarihi” Alp Kitap, İstanbul

“Demokrasi yönetiminin esası, bugün çağdaş Anayasanın genelde en belirgin özelliği olarak görünmektedir. Hükümdarlık ve oligarşi, artık zamanı geçmiş geçici şekillerden başka bir nitelikte kabul edilemezler.” Mustafa Kemal Atatürk 48


Kurtuluş Savaşından

BD NİSAN 2016

Zeki Sarıhan

Vatanımızdaki D

Kadın Harcı

oğa belgesellerinde de gördüğümüz gibi, yuvasını koruma içgüdüsü bakımından bütün dişiler aynı genlere sahiptir. Daha geniş düşünürsek, insanlık da bir ailedir. Bu ailenin direği de kadınlardır. Dünyanın her yerinde gerek yurtlarını savunarak, gerek kadınlığın

kurtuluşu için savaşarak, bu mücadelelerini birbirlerine ulayarak en anlamlı enternasyonali oluşturan kadınların kesin kurtuluşları emeğin kurtuluşu ile mümkün olabilecektir. Bir milletin ortak geniş evi sayılan vatan toprakları yabancıların istilasına uğrarsa, orada en çok direnecek olan kadınlardır. Eve ayakkabıyla girilmesine bile razı olmayan kadınlar kendilerinin de esas ev sahibi

49


BD NİSAN 2016

Savaş yalnız cephede verilmez. Bütün cephe gerisi de bir savaş alanıdır.

oldukları vatanın düşman eline geçip tarumar edilmesine tahammül edebilir miydi? Kendi bedenleri de yabancıların yağmalamasına konu olurken?

D

ünyada benzer çok örneği var. Kurtuluş Savaşı yıllarında kadınlarımız da çeşitli kollardan ve çeşitli biçimlerde canla başla savaştılar. Kurtuluş savaşları ve bu arada Türk Kurtuluş Savaşı topyekûn bir savaştır. Bu savaşta silah kuşanıp cepheye koşan, birliklere komuta eden, bundan ötürü rütbe alan kadınlarımızın sayısı az değildir. Fakat savaş yalnız cephede verilmez.

Halide Edip Adıvar 50

Bütün cephe gerisi de bir savaş alanıdır. Babası, eşi, oğlu askere alınan kadın ve kızların cephe gerisini sağlam tutmak için ev geçindirmeleri, askeri doyuracak ürün yetiştirmeleri, onları giydirebilmek için giysi hazırlamaları da bir savaşçı faaliyetidir. Bu savaşta üç tip kadın görüyoruz. Birinci sırada en zor işleri yapan köylü kadınlar gelir ki yukarıda andığımız işlerden başka, cepheye erzak ve cephane taşıyan onlardır. Cephede çarpışanların çoğu da

Kadınlara karşı minnetimizi ve borcumuzu hamaset yaparak veya gönül alıcı sözlerle ödeyemeyiz. köylü kadınlardır. İkinci sırada, kentlerde ve kasabalardaki eşrafın anneleri, eşleri ve kızları gelir. Onlar en çok Hilali Ahmer Cemiyetlerinde örgütlenerek cephe ihtiyaçları ve yaralılar için para ve eşya toplamışlar, Kastamonu’da olduğu gibi bir hastaneyi bile donatmışlardır. Üçüncü sırada, öğrenim görmüş ve görmekte olan aydın kadınlar gelir ki en tanınmış temsilcileri Ha-


BD NİSAN 2016

toplumdaki yerinin lide Edip Hanım’dır. yükseltilmesi için Kamuoyunu bağımörgütlenmekte, dergi sızlık için mücadeleye bile yayımlamakhazırlamakta örgütçütaydılar. Balkan lük ve aydınlatma göve Birinci Dünya revini üstlenmişlerdir. Savaşı’nda da görev Mütarekede İstanbul almışlardır. İlk kez mitinglerinde coşkulu miting kürsülerine konuşmalar yapmışlar, ise Kurtuluş Savabir kısmı Anadolu’ya şı’nda çıkabilmişlergeçmiştir. Bu tiplerin dir. Köylü kadınları içinde kadın öğretsavaşın yükünü menler öne çıkmıştır. ilk kez omuzluyor Kurtuluş Savaşı değillerdi. Seferberyıllarında erkekler, likte de sırtlarında kadınların ileri çıkma- Anadolu Kadınları Müdafaa-i erzak taşımışlardı. Vatan Cemiyeti Başkanı Melek larını memnunlukla (Burada Kurtuluş karşılamışlar, bu yolla Hanım ve eşi Vali Reşit Paşa Savaşı Kadınları Türklerin medeni bir kitabımın çok kısa millet olduğunu Avrupa’ya karşı bir özetini yapmış oldum) kanıtlamak istemişlerdir. Müdafaai Onlar bugün de ve her zaman Hukuk Cemiyetleri üyelerinin tümü mavi gökyüzünü omuzları üserkek olduğu için Sivas Kongresinin tünde taşıyan saygın varlıklardır. ardından Sivas’ta Valinin eşi Melek Kadınlara karşı minnetimizi ve Hanım başkanlığı altında Anadolu borcumuzu hamaset yaparak veya Kadınları Müdafaai Hukuk Cemiye- gönül alıcı sözlerle ödeyemeyiz. ti kurulmuş, bu dernek Onların erkeklerle eşit birçok yerde şube olma mücadelesi çok açmıştır. eskilerden geliyor, daha çok süreceği de ürk kadınlığının anlaşılıyor. Onları Kurtuluş Savaşına anlamak ve mücadehazırlıksız yakalandığı lelerini desteklemek söylenemez. Osmanlı gerekir. kadınları, TanziEn anlamlı ve mat’tan beri, Batı’daki mutlu aşklar da gelişmelerden etbağımsız ve insanları kilenerek öğrenim görözgür bir ülkede yaşamekte, çeşitli mesleknır. • (7/8 Mart 2016) zekisarihan@gmail.com lere girmekte, kadının

T

51


Haz›rlayan: Y‹⁄‹T EREN GÜNEY

‹lk Dersimiz: Türkçe Bu ay köflemizi dilimizde yer etmifl yabanc› sözcüklerin karfl›l›klar›na ay›rd›k. Bilginizi s›nay›n. 1 Badminton (‹ng.)

6 Nötr (Fr.)

a-Ön do¤ru b-Denetim ba¤› c-Tüylü top d-Baflkalaflma

a-Giriflken b-Tarafs›z c-Baya¤›l›k d-Göz yan›lg›s›

2 Kombine (Fr.)

7 Postulât (Fr.)

a-Toplu b-Tarafs›zlaflt›rma c-fierit perde d-Soyutlamak 3 Destinasyon (Fr.)

a-Seslendirme b-Tan›tma kart› c-Engelleme d-Var›fl yeri 4 Kalifiye (Fr.)

a-Vas›fl› b-Kavray›fl c-‹lgileflim d-Parac›l›k 5 Agresif (Fr.)

a-Çevirge b-Y›rt›c› c-Ad›m ad›m d-Ayk›r›l›k

a-Sa¤l›kl› b-Ön do¤ru c-fiiflirme haber d-Var›fl yeri 8 Modül (Fr.)

a-Parça b-Tatbilir c-Kümelenme d-Merkezkaç 9 Grado (‹ta.)

a-Gösterge b-Hikayecik c-Seviye d-Gerçeklefltirme 10 Dealing (‹ng.)

a-Benzetim b-Dü¤ümcük c-Duyurum d-Sat›m

11 Arboretum (Lat.)

a-Afl›nma pay› b-A¤aç park› c-At›fl alan› d-Al›flt›rma 12 ‹llüstratif (Fr.)

a-Niceleyici b-Köktenci c-Öndelik d-Bezekli 13 Okazyon (Fr.)

a-Rapor yaz›c› b-Pazarlama c-F›rsat, kelepir d-Parçal› sistem 14 Ültimatom (Fr.)

a-Kesin uyarı b-Yans›t›m c-Yay›n d›fl› d-Zevksizlik 15 Periferi (Fr.)

a-Pilot köflkü b-Ön kesinti c-Oyuncu seçimi d-K›y›, çevre

(Fr.) Frans›zca, (‹ng.) ‹ngilizce, (‹ta.) ‹talyanca, (Lat.) Latince

Yan›tlar: 151. sayfada


BD NİSAN 2016

Büyük Millet Meclisi’nin Açılışına Giden Yolda:

Fetva Savaşları 16 Mart 1920 günü İstanbul’un kanlı biçimde işgal edilişi herkeste büyük bir şok etkisi yaratmıştı.

Ş

ehzadebaşı Karakolu’nun kanlı biçimde işgal edilişi, öldürülen memurlar ve askerler; ardından Harbiye Nazırı Fevzi Paşa’nın göğsüne süngülerin dayanması… Derken Meclis-i Mebusan’ın basılması, kimi mebusların direnme kararları; ardından yaka paça yakalanan mebusların Malta’ya sürgün edilişleri… Kara gün, kara bulutlar halinde Türk Milleti’nin başının üzerinde uğursuzca dönüp durmaktaydı. Ankara’da olup bitenleri telgraf başında öğrenmiş olan Mustafa Kemal Paşa’nın öngörüleri tutmuştu. İstanbul’da olup bitenleri öğrenince bütün yurtseverler gibi

Yazan: Prof. Dr. KEMAL ARI

onun da yüzünde acı bir görüntü oluşmuştu. Derhal kararını vererek, bu haksız işgali bütün dünyaya duyurmak için harekete geçti. Doğuda Kâzım Karabekir Paşa ve öteki komutanlarla sürekli haberleşiyor, durumun kritiğini yapıyordu. Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın talimatını alınca harekete geçti ve Erzurum’da mütareke şartlarını denetlemek için bulunan Albay Rawlinson’u ve adamlarını tutuklattı. Eskişehir yöresinde Türk Birlikleri Mustafa Kemal Paşa’nın buyruğuyla harekete geçtiler. Düşmanın olası bir ilerleme girişimine karşı Anadolu’ya dağılmalarını 53


BD NİSAN 2016

dilmesini istediler. Bunun için de Şeyhülislam Dürrizade’ye bir fetva hazırlatıldı. 10 Nisan güustafa Kemal nüydü. Daha yeni Paşa artık meclimeclisin açılmasına sin Ankara’da toplaniki hafta vardı. Anaması için düğmeye dolu’da kentlerde, basmıştı. Her yana kasabalarda Ankagenelgeler gönderilera’ya gidecek milletrek, açılacak meclis vekillerinin seçimi ve için vekil seçilmesi yola çıkmaları için istendi. O, açılacak çalışmalar yapılıbu meclisi bir kurucu yordu. Belli yerlerde meclis olarak görüyorönce çelik gövdeli du. Kurucu meclisler, uçakların kulak yırtan yeni bir rejimi ve yeni homurtuları duyuldu. bir siyasal düzeni Bunlar İngiliz ve kuracak olan meclisler Yunan uçaklarıydı. olarak bilindiğinden, Aşağıdan meraklı kimileri yanlış anlaşılır gözler gökyüzüne çevrilmişken, kave kuşku çeker düşüncesiyle buna labalık üzerinden uçan uçaklardan, karşı çıktılar. Sonunda “olağanüstü Sultan-Halife ve Şeyhülislam imza yetkileri olan bir meclis” te karar ve tuğralarını taşıyan ölüm fermankılındı. Anadolu’nun her yanında seçim- ları ve fetvaları uçuşmaya başladı. Çoğaltılmış fetvalar kalabalıkların ler yapılıyordu. Yerel ulusal güçler Ankara’dan gelen talimatlar uyarın- üzerine tomarlar halinde atılıyordu. Yalnız bununla da kalınmadı. Gidip ca güvenlik önlemleri almaktaydı. İngilizlerden büyük gelen postalar, önceden kötülük geleceğinden Çoğaltılmış adı belirlenmiş kişilerin korkan İstanbul Hükümeadreslerine bu fetvaları fetvalar ti gelişmeler karşısında taşıyorlardı. Yine Anahop oturuyor, hop kalkı- kalabalıkların dolu’ya sızmış şüpheli yordu. Sultan Vahdettin kişiler, belli kişi ve üzerine ve onun hükümeti sağda gruplara bu ferman ve solda Mustafa Kemal fetvaları taşıyorlardı. tomarlar Paşa’nın dinsiz olduğunu “Velinimet” olarak halinde ileri sürüyorlardı. Derhal bilinen Sultan Vahdetkendisi için ferman hazırtin’in isteğiyle dağıatılıyordu. layarak Paşa’nın katletılmış olan bu fetvalar

önlemek için belirli yerlerde demiryolları imha edildi.

M

54


BD NİSAN 2016

merakla açıldığında şu sözlerle karşılaşıyorlardı: “İslam beldelerinde kimi kötü niyetli kişiler ortaya çıkmıştı. Bunlar aralarında bir başkan seçerek, padişaha bağlı kişileri kandırıp yoldan çıkarmışlardı. Padişah buyruğu olmadan asker toplamaktaydılar. Halkın mallarını ve eşyalarını yağmalıyor; böylece zülüm yapıyor ve suç işliyorlardı. Memleketin köylerine saldırılıyor, yakılıp yıkılıyordu. Nice günahsız kişi öldürülüyordu. Memurları kendi kafalarına göre görevden alıp yerlerine yandaşlarını atıyorlardı. Gönderilen buyrukların yerine ulaşmasını önlemek için yollar kesiliyor, otorite yok ediliyordu. Böylece yüce makama ihanet ediliyordu. Bunlara öncülük edenler eşkıyaydı. Bu kötülüklerini sürdürmelerini engellemek dinsel bir görevdi.”

E

vet, böyle diyordu Dürrizade’nin fetvası... O ve onun gibi düşünenler, kendi konumlarının işbirlikçilik olduğunu akıllarına getiremiyorlardı bile. Hedef millet, din ve namustu. Bu değerleri kirletenler kutsal yurt topraklarını çiğneyen emperyalist güçler ve onun yerli uşakları olduğu halde, ulusun kendi bağrından çıkan direnme gücünü ne yazık ki onlar bu biçimde değerlendiriyorlar, bir iç savaşa gidecek süreci körüklemekten de geri kalmıyorlardı. Şöyle diyordu fetvanın bir yerinde Dürrizade: Mustafa Kemal’in ve yakınları-

nın gerekirse topluca öldürülmesi dinen yasal ve bir zorunlu görev (farz) olur muydu? “Beyan buyurula” diye sorulduktan sonra yanıtı veriliyordu: “Gerçeği Tanrı bilir ki; olur”... Bunlara karşı Müslümanların Vahdettin’in çevresinde toplanıp bu eşkıyalara karşı savaşmak dinsel bir görev miydi? Yanıt yine değişmiyordu: “Gerçeği Tanrı bilir ki; olur”...

Sultan Vahdettin ve onun hükümeti sağda solda onun dinsiz olduğunu söylüyorlardı

Ardı ardına sorular geliyor ve yanıtlar hep aynı oluyordu: Bu eşkıyalara karşı çarpışmak için görevli askerler kaçarsa büyük bir günaha girerse asi olur mu? Eşkıyayı katledenler ise şehit ve peygamberin şefaatine uğrar mı? Asiler şeriat kurallarına göre cezalandırılmalı mı? Beyan buyurula? “Gerçeği Tanrı bilir ki olur...” İmza da şöyleydi: “Dûrrî Zâde Es - Seyyid Abdullah” 55


BD NİSAN 2016

yanıt veriliyordu. “Gerçeği Tanrı bilir ki, olmaz...” Bu yanıttan sonra şu genel kanı vurgulanıyordu: “Zorlama, rızayı yok eder!” Anadolu fetvalarla kaynıyordu. Mustafa Kemal Paşa ise, Ankara’da Ankara Müftüsü toplanacak ulusal mecRıfat Bey (Börekçi) lisin, ulusun yazgısına el koyacağını söyleRıfat Efendi mekteydi. Ulustan daha büyük bir güç ile birlikte olamazdı. 153 müftünün 23 Nisan 1920 günü Ankara en tarihi imzaladığı günlerinden birini 16 Nisan yaşadı. Günlerden Cuma 1920 tarihli idi. Ankara’ya gelen fetva, hızla milletvekilleri ve atlı kolcularla halk Hacı Bayram Camii’nde coşkulu bir nkara Hükümeti bu ülkeye Cuma namazı kıldılar. kalkışmaya Ankara dağıtıldı. Ardından tekbirler Müftüsü Rıfat Bey’in getirerek ve dualar (Börekçi) imzaladığı okuyarak meclis kapısına gelindi. karşı fetvalarla fetvayla karşı koymaya çalıştı. Rıfat Efendi ile birlikte Kurbanlar kesildi, dualar edildi. Ardından da Abdurrahman Şeref’in 153 müftünün imzaladığı 16 Nisan 1920 tarihli fetva, hızla atlı kolcugeçici başkanlığında açılan Meclis larla ülkeye dağıtıldı. Bu fetvada, açıldı. Genel görüşmelerden sonra Müslümanlar arasında bozgun çıMustafa Kemal Paşa meclisin ilk karıp silah kullanan Müslümanların başkanı seçildi. günahların en büyüğünü işlemiş olaMeclis açıldığı günde, kürsücakları söyleniyordu. Ardından da nün hemen ardındaki şu yazı göze bu halin İslam halkı için “muteber” çarpıyordu: olup olmadığı sorulduktan sonra şu “Hâkimiyet Milletindir!” •

B

u din adına yapılan bir kışkırtmaydı. Her kötülüğün kaynağı Tanrı’ya dayatılarak, din duyguları da istismar ediliyordu. Mustafa Kemal Paşa, yakın arkadaşları Bekir Sami Bey, Dr. Adnan (Adıvar), Halide Edip, Ali Fuat (Cebesoy), Kara Vasıf gibi kişilerin katledilmesinin dinen görev olduğu belirtiliyordu. . Fetvalar etkiliydi. Anadolu sanki bir Fetret Devri yaşıyordu. Din adına kışkırtılan gruplar, acımadan kan akıtacak şekilde kinlenmiş; ulusal güçlerle kışkırtılan kitleler karşı karşıya gelmişti.

A

56


Otopsi

BD NİSAN 2016

Cengiz Özakıncı

25 Nisan 1985

Arıburnu, “Anzak Koyu” Mehmetçik ve Coniler I.

Dünya Savaşı’nın ilk aylarında, İngiltere Başbakanı Lloyd George 10 Kasım 1914 günü Kent Kilisesi’nde verdiği söylevde özetle şöyle diyordu: “Biz Kaderin ellerindeyiz; Türk ile hesaplaşmaya koyulmak için büyük kader saati vurdu. Türk, kötü yönetimiyle çürütmüş bulunduğu kendi dininin en büyük düşmanıdır. Türkler sanat, kültür ya da aklınıza gelebilecek her hangi bir alanda insanlığın ilerlemesine ne katkıda bulunmuştur? Onlar, insanlığın kanseridir; kötü yönettikleri toprakların etine acı çektiren ve yaşamın her lifini çürüten kanseri. Ve Türk ile büyük hesaplaşma gü-

nünün gelmiş olduğu şu anda, mutluyum. Doğruyla yanlış arasındaki bu dev savaşta, Türk’ün, insanlığa karşı alçaklığın uzun kaydı için kesin son hesaplaşmaya çağırılacak olmasından dolayı mutluyum.”1 İngiltere’de The Times gazetesinde yayımlanan bu söylev, İngiltere’nin dominyonlarında, Avustralya ve Yeni Zelanda gazetelerinde Aşağılık (Contemptible) Türk başlıklarıyla David Lloyd George yayınlandı.2 57


BD NİSAN 2016

Ressam Charles Dixon’un 25 Nisan 1915 Anzakların Arıburnu çıkartmasını konu alan yapıtı.

Aşağılık Türk’ün başkenti İstanbul işgal edilecek ve İnsanlığın Kanseri Türk Avrupa topraklarından sökülüp atılacaktı. İngiltere’nin Avustralya ve Yeni Zelanda’dan devşirdiği askerler, Aralık 1914’te, Mısır’a getirildi ve General Birdwood komutası altında toplandı. Birdwood onlara Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu’nun İngilizce baş harflerinden oluşan ANZAK adını verdi. Anzaklar, Mısır’dan gemilerle Gelibolu yarımadasına taşındılar ve 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı Arıburnu sahiline çıkarak işgale giriştiler.

G

eneral Birdwood, Arıburnu yöresine, Anzakların şimdiki cesaretini bütün zamanlar için coğrafi ad olarak tarihe geçirtmek amacıyla Anzak

58

Koyu adını verdiğini söylüyordu.3 Askerler Arıburnu’ndan ülkelerine, ailelerine gönderdikleri mektuplarda, kendi adreslerini “Gelibolu Yarımadası / Anzak Koyu” olarak belirtiyorlardı. Gelibolu’dan gönderilen bu mektuplar Haziran 1915’te Avustralya gazetelerinde yayımlanacak, kamuoyu Anzak ve Anzak Koyu sözcükleriyle ilk kez böyle tanışacaktı.4 Ancak, Gelibolu hariAvustralyalı ve Yeni Zelandalı askerler, Arıburnu’na tırmanıyor.


BD NİSAN 2016

tasına bakanlar, Anzak Koyu diye bir yer göremiyordu. Bu nedenle Avustralya gazeteleri, dile yeni girmekte olan Anzak ve Anzak Koyu sözcüklerinin ne anlama geldiğini açıklayan makaleler yayımlama gereği duymuşlardı. Bir gazeteye göre, savaştan sonra yapılacak haritalarda Arıburnu’na Anzak Koyu adı verilecek, ve böylelikle Avustralyalıların ‘Korkunç (unspeakable) Türkler’i Avrupadan kovma ülküsünü gerçekleştirmedeki rolü, tarihe geçirilmiş olacaktı.5 Bir başka gazete, Anzakların ele geçirdikleri yerlere Anzak Koyu vs. yeni adlar vererek, Gelibolu Yarımadası’nda kendi damgalarını vurduklarından sözediyordu.6 Anzakların yenilebileceği olasılığından söz eden yoktu hiç... Oysa,

sekiz ay süren çarpışmalar sonunda İstanbul’u işgal hedefine ulaşamayan Anzaklar, 18-20 Aralık 1915’te sessizce çekilip gitmişlerdi. Böyleyken 1916’da yayımladıkları haritada, yine Anzak Koyu adını kullandıkları ve Gelibolu Yarımadası’nda ayak bastıkları her yere İngilizce adlar verdikleri görülüyordu.

T

ürk Kurtuluş Savaşı, İngilizlerin, Avustralyalıların Anzak Koyu vs. adlamalarla doldurdukları tüm haritaları geçersiz kıldı. General Birdwood’un Anzak Koyu adını verdiği Arıburnu, 24 Temmuz 1923 günü imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın 129. maddesine ekli haritada, yine yüzlerce yıllık Türkçe adıyla Arıburnu olarak geçiyordu. Gelgelelim İngilizler, Avustral-

Avustralya Milli Kütüphanesi’nde bulunan 1916 basımı haritada Anzaklar tarafından verilen yer adları. 59


BD NİSAN 2016

benimsetilmeye çalışılıyordu. 1981’de, Avustralya basınında, Arıburnu adının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nce resmen Anzak Koyu olarak değiştirilmesi ve Atatürk’e ait olduğu ileri sürülen “Bizim için Mehmetçiklerle Johnniler (Anzaklar) arasında bir fark yoktur, vs..” sözlerin de taşa kazınarak oraya dikilmesi önerildi. 13.06.1995-18.03.1998 tarihleri arasında Türkiye’nin Avustralya’daki Canberra Büyükelçisi olan Sayın Lozan Barış Antlaşması’nın 129. maddesine ekli haritada Arıburnu vs. yer adları Türkçedir.

yalılar ve Yeni Zelandalılar Arıburnu’na Anzak Koyu demeyi Lozan’dan sonra da sürdürdüler. Daha da ilginci, 1960’larda, Türkiye’de, Kolynos marka diş macununun radyo reklamlarında, dinleyicilere “Çanakkale’de Anzak Koyu nerededir?” sorusu soruluyor; doğru yanıtlayanlara armağanlar veriliyor; ve Anzak Koyu adı, Türklere bu yolla

Radyo reklamında bilgi yarışması, Soru 3 Çanakkale’de Anzak Koyu nerededir? 60

1995-1998 arası Avustralya’da Canberra Büyükelçimiz Sayın Dr. Bilal N. Şimşir.

Dr. Bilal N. Şimşir, 1981’de bu öneriyle başlayan süreci, Büyükelçilik arşivindeki belgelere dayanarak ayrıntılarıyla yazdı. (Bkz: Dr. Bilâl N. Şimşir, “Kanberra’da Atatürk Anıtı Tarihi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Ankara, Cilt XVII, Kasım 2001, Sayı 51, s. 633726’dan ayrı basım.) Sn. Dr. Bilal N. Şimşir’in makalesinde verdiği bilgilere göre: Avustralyalı Askerî Tarihçi Frank Cranston, 1 Ağustos 1981 günlü The Canberra Times gazetesinde yayımlanan makalesinde; Gelibolu Çıkartması’nın 25 Nisan 1985’te yapılacak olan 70 yıldönümünde,


BD NİSAN 2016

Anzakların çıktıkları Arıburnu sahiline, Türkiye Cumhuriyeti tarafından resmen Anzak Koyu adı verilmesini, buna karşılık Avustralya’da bir yere de Gelibolu adı verilmesini önermişti.7 Bu öneri 1984’te “Anzaklar Gelibolu Lejyonu” üyelerince benimsenmiş ve onlar da 1915’te çıkartma yaptıkları Arıburnu yöresine resmen Anzak Koyu adı verilmesi istemiyle kampanya başlatmışlardı.8

23

Şubat 1984 günü Avustralya Başbakanı Bob Hawke’a başvuran eski Anzak askerleri, Arıburnu adının Anzak Koyu olarak değiştirilmesi için Türkiye Cumhuriyeti Devleti nezdinde resmi girişimlerde bulunulmasını istemişler ve Hawke da Anzaklar’ın bu istemini desteklediğini basına açıklamıştı.9 Bunun üzerine, Türkiye ve Avustralya arasında bu konu üzerinde görüşmeler başlamıştı. Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı, Turgut Özal’ın Başbakan olduğu dönemde, 3 Temmuz 1984 günü, T.C. Canberra Büyükelçisi Faruk Şahinbaş, Avustralya Başbakanı Hawke’ın danışmanlarıyla görüşerek Büyük Arıburnu ile Küçük Arıburnu arasında kalan koya Anzak Koyu adının verilmesi isteminin ilke olarak kabul edildiğini bildirmiş

ve Anzak Koyu adı verilecek olan yerin Genelkurmay Başkanlığı’nca10 çizilmiş krokisinin bir örneğini sunmuştu. Avustralya, (ı)- Arıburnu’na resmen Anzak Koyu adı verilmesini; (ıı)- Türkiye Cumhuriyeti’nce bastırılacak haritalarda, yer adının Anzak Koyu olarak yazılmasını ve (ııı)- oraya “Atatürk’ün Anzaklar hakkındaki (“Bizim için Johnilerle Mehmetçikler arasında fark yoktur” vs. sözlerden oluşan) beyanının İngilizce ve Türkçe metinlerini ihtiva eden bir anıt - kitabe dikilmesi”ni istiyordu.11 (Bu sözlerin Atatürk’e ait olmadığını dergimizin Mart-Nisan 2015 sayılarında kanıtladık.) Canberra Büyükelçiliğimiz, 4 Şubat 1985 günü, Avustralya Hükümetinin tekliflerinin Türk Hükümetince olumlu karşılandığını Başbakanlık danışmanı Mr. Bowen’a bildirdi. Böylece, Arıburnu’na resmen Anzak Koyu adı verilmesi ve karşılığında Canberra’ya Atatürk Anıtı yapılması konusunda iki hükümet arasında anlaşmaya varıldı. Anlaşmayı coşkuyla karşılayan Avustralya gazeteleri, Arıburnu’na

25 Nisan 1985 günü törenle Arıburnu’na konulan İngilizce ve Türkçe “Anzac Cove / Anzak Koyu” taşı. 61


BD NİSAN 2016

Anzak Koyu adı verilmekle, o yerin Anzaklara mal edilmiş olduğunu yazdılar. Örneğin, The Sydney Morning Herald gazetesi: “Anzaklar, Nisan 1915’te karaya çıkışlarından 70 yıl sonra, nihayet Kabatepe ile Suvla koyu arasındaki kıyıyı kendilerine mal edebildiler; ama bu, karşılıksız kalmadı. Canberra’daki Atatürk Anıtı’nda, Atatürk’ün 1934 yılında Anzaklar hakkında söylemiş olduğu övücü sözleri de yer alacak.”12 derken; The Age gazetesi “70 yıl sonra Türkler oraya Anzak Koyu adını verdi” başlığını atıyordu.13 Sonunda, Anzakların Arıburnu çıkartmasının 70. yıldönümünde, 25

Nisan 1985 günü, Kenan Evren tarafından temsil edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Turgut Özal’ın başında bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Arıburnu’na resmen ve törenle Anzak Koyu adını verdiler; ve içinde “Bizim için Conilerle Mehmetçikler arasında fark yoktur” ibaresi geçen sözleri, altına Atatürk imzası atarak “Anzak Koyu Atatürk Yazıtı” adıyla oraya diktiler.14

Y

ıllar sonra, Milletvekili Ergün Aydoğan, 2010’da Hükümet’e, bu yazıtın Türkçesinde olmayan “Bizim için Conilerle Mehmetçikler arasında fark yoktur” ibaresinin hangi yetkiyle metnin İngilizce çevirisinde yer aldığını sordu. Doyurucu bir yanıt alamadı. Peki Türkiye Cumhuriyeti’nin Arıburnu’na neden dolayı resmen Anzak Koyu (=Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu Koyu) adını verdiğini bugüne dek soran oldu mu? Bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, işgale uğramış bir halkın, yüzbinlerce şehit vererek kurtardığı yerlere, kovmuş olduğu o işgalcilerin adlarını vermesinin, yeryüzünde başka bir örneği bulunmadığıdır. • cengizozakinci@ butundunya.com.tr

25 Nisan 1985 günü Gelibolu’da resmi törenle açılan “Anzak Koyu Yazıtı” 62

Dipnotlar: 1 The Times-11.11.1914Mr. Lloyd George’s Appeal To Free Churchmen.- Justice as a Military Equipment. Mr. Lloyd George made a rousing appeal in behalf of re cruiting at a great


BD NİSAN 2016

Free Church demonstration last night at the City Temple (Rev. R. J. Campbell’s Church-c.ö.) promoted by the National Council of Evangelical Free Churches.” (...) “We were in the hands of fate, and the hour has struck on the great clock of destiny for settling accounts with the Turk. The Turk is the greatest enemy of his own faith because he has discredited it by misogvernment. What have the Turks contributed either to culture, to art, or to any aspect of human progress that you can think of? They are a human cancer (cheers), a creeping agony in the flesh of the lands which they misgoverned, and rotting every fibre of life. And now that the great day of recknoning has come upon the nation I am glad. (Cheers.) I am glad the Turk is to be called to a final account for his long record of infamy against humanity in this gigantic battle between right and wrong. It is meet that the Turks should march into action shoulder to shoulder with the devastators of Belgium. They have made themselves fit comrades. The ravagers of Armenia and the desolaters of Flanders. The Turk of the East, and the Turk of the West, both ruthless military Empires with only one god, and that is violence. Their downfall will bring gladness, security, and peace to a world which for generations has been oppressed and darkened by their grim presence.” 2 Albury Banner and Wodonga Express (NSW) Friday 25 December 1914 - Daily Standard (Brisbane, Qld.) Thursday 31 December 1914 p 8 - Maryborough Chronicle, Wide Bay and Burnett Advertiser (Qld.) Thursday 31 December 1914 p 8 Kalgoorlie Miner (WA) Friday 1 January 1915 p 7 - Morning Bulletin (Rockhampton, Qld.) Saturday 2 January 1915 p 10 - Kalgoorlie Western Argus (WA) Tuesday 12 January 1915 p 24 - Manilla Express (NSW) Wednesday 20 January 1915 p 5 - Guyra Argus (NSW) Thursday 21 January 1915 p 5 - The Gundagai Times and Tumut, Adelong and Murrumbidgee District Advertiser (NSW) Friday 22 January 1915 p 3 - The Grenfell Record and Lachlan District Advertiser (NSW) Friday 22 January 1915 p 4 - Forbes Times (NSW) Friday 22 January 1915 p 7 - The Scrutineer and Berrima District Press (NSW) Saturday 23 January 1915 p 3 - The Muswellbrook Chronicle (NSW) Saturday 23 January 1915 p 3 - Lachlander and Condobolin and Western Districts Recorder (NSW) Wednesday 27 January 1915 p 3 - The Picton Post (NSW) Wednesday 27 January 1915 p 3 - Jerilderie Herald and Urana Advertiser (NSW) Friday 29 January 1915 p 3 - Murray Pioneer and Australian River Re-

cord (Renmark, SA) Thursday 4 February 1915 p 6 -The Cumberland Argus and Fruitgrowers Advocate (Parramatta, NSW) Wednesday 17 February 1915 p 3 - Southern Cross (Adelaide, SA) Friday 7 May 1920 p 10 - The Telegraph (Brisbane, Qld.) Thursday 15 April 1926 p 13 - Murray Pioneer and Australian River Record (Renmark, SA) Friday 23 July 1926 p 8 - Northern Standard (Darwin, NT) Friday 26 November 1926 p 4 3 The Anzac Book, 1916. Preface. 4 Register (Adelaide, SA), Friday 25 June 1915, page 8. “Turks Won’t Reap the Barley.” Following are extracts of a letter from Capt. Kayser, 12th Battalion, to his wife, dated from Gallipoli Peninsula, Anzac Cove, May 15. 5 Casterton News and the Merino and Sandford Record (Vic. / 1914 - 1918), Thursday 1 July 1915, page 4. “ANZAC” COVE. A New Australian Word.” 6 The Casterton News and the Merino and Sandford Record (Vic.) Monday 5 July 1915 p 4. “Australians in Gallipoli. Altering the Map.” - The Mildura Cultivator (Vic.) Saturday 18 September 1915 p 6 “Arising From The War” - Freeman’s Journal (Sydney, NSW) Thursday 18 November 1915 p 23. FUGITIVE NOTES. ‘Anzac,’ a New Place Name. 7 Dr. Bilal N. Şimşir, “Kanberra’da Atatürk Anıtı Tasarısı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 51, Cilt: XVII, Kasım 2001. 8 Frank Cranston. “Veterans to recruit PM for Anzac Cove campaign”, The Canberra Times, 3.2.1984 9 Canberra Times, 25 April 1984, “Anzac Cove” 10 O tarihte Org. Necdet Üruğ. 11 Dr. Bilal N. Şimşir. Dipnot. 26. KBA: T.C. Dışişlerine Kanberra BE’ne tel. 29.1.1985 12 Dr. Bilal N. Şimşir. Dipnot 51. Hugh White, “ANZACs take Gallipoli but Atatürk makes Canberra”, The Sydney Morning Herald, 10.3.1985 13 Dr. Bilal N. Şimşir, agm, dipnot 54. Margot O’Neil. “70 years on, the Turks name it Anzac Cove”, The Age, 19.3.1985 14 Dr. Bilal N. Şimşir, agm, dipnot 41 “(...) Kanberra’daki anıt için Dışişleri Bakanlığımızca, Atatürk’ün sözlerinin aslına tıpatıp uygun yeni bir İngilizce çeviri hazırlanmış. Fakat Büyükelçiliğimiz Atatürk’ün bu sözlerinin “Atatürk ve Anzaklar” adlı kitaptaki çevirisinin Avustralya’da yerleşmiş bulunduğunu ve bunları değiştirmenin doğru olmayacağını belirtmiş ve dolayısiyle yeni çeviriden vazgeçilmiştir. (...) B.N.Ş.”

63


K

aptan “Çal›n” diyordu... “Kemanlar çald›¤›na göre gemi batm›yor” diye düflünenler…devrilen sancak direklerini sorgulamad›lar bile... Ülkenin yurtseverleri, Atatürkçüleri, cumhuriyete gönül vermifl ayd›nlar›... Bu ülkeyi kuran güç, koca Türk ordusunun komutanlar›, flerefli subaylar›... Bilim adamlar›, hocalar, gazeteciler, yazarlar al›n›p götürüldü¤ünde... Kemanc›lar çald›lar… Hukuk, e¤itim, bürokrasi çöktü¤ünde... Üniversiteler, medya, sendikalar, devrimin getirdi¤i kurumlar çöktü¤ünde... Kemanc›lar çald›lar… Bu, s›radan bir çarpma de¤ildi...

Buzda¤›n›n görünmeyen yan› vard›... Karanl›k bir gecede devletin omurgas› parçalan›p, gövdesi gömülürken... Dinleyin... Titanic kemanc›lar› çalmaya devam ediyor. “Bir ülkenin neresinde hadise varsa, nerede sorun, nerede ac›, nerede isyan, nerede rezalet, nerede kah›r... Oraya yetiflmek gibi bir günah›n ürünü her bir yaz›... Yaz›lar›m kaybolsun istemedim... Onlar› emanet edecek en iyi yeri seçtim. Kimler için yazd›ysam onlara... Size emanet yaz›lar›m.”

BÜTÜN K‹TAPÇILARDA

-Bekir Coflkun-


BD NİSAN 2016

Haddini A

Bilmek

tatürk, Konya ziyaretlerinden birinde kendisine armağan edilen konakta halkla bir akşam yemeğindedir. Yemekte bazı Konya milletvekilleri de vardır. Sofrada bulunanlar, Milli Mücadele anılarını anlatmaktaydı. Halkıyla birlikte olan Atatürk çok neşeliydi. Bu güzel söyleşi, tam doruk noktasınRefik Koraltan dayken Konya

milletvekili Refik Koraltan söz alıp Atatürk’e hitaben onu öven uzun bir söylevde bulunur. “Her şeyi yapan sensin, bütün varlığımızı sana borçluyuz. Sen olmasaydın, başka hiç kimse hiçbir şey yapamazdı, bundan sonra da yapamaz. Allah seni başımızdan eksik etmesin..” diyor Koraltan. Bu sözler, Atatürk’ün neşesini kaçırmaya yetmişti. Konuşmadan sıkılıp bunalan Atatürk, konuyu kapatmak isteyerek şu yanıtı verdi: “Beyefendi! Bütün bu yapılanlar, herkesten evvel büyük Türk

65


BD NİSAN 2016

Milleti’nin eseridir. Onun başında bulunmak bahtiyarlığına ermiş bulunan bizler ise ancak onun şuurlu fedakârlığı sayesinde ve fikir ve iman birliği içinde müşterek vazife görmüş, öylece başarı kazanmış insanlarız; hakikat bundan ibarettir”.

A

lkolün etkisiyle coşmuş olan Koraltan konuşmasını sürdürdü: “Paşam, bu kadar yüksek tevazua tahammülümüz yoktur.” Bu sözlere iyice sinirlenen Atatürk, sesini yükselterek yanıt verdi Refik Bey’e: “Efendim, müsaade buyurunuz. Ortada tevazu filan yok. Gerçeğin ifadesi vardır. Zatıâlinize bir şeyi hatırlatacağım. Elbette dikkat etmişsinizdir, ben önümüze çıkan meseleler hakkında her zaman uzun uzadıya konuşur, istişarelerde bulunurum. Herkesi söyletir ve dinlerim. İtiraf edeyim ki, konuşulacak meselelerin hal şekilleri hakkında açık bir fikre sahip olmadan müzakerelere girdiğim çok olmuştur. Bu konularda; ancak arkadaşlarımı, yani sizleri dinledikten sonradır ki kanaate varmışımdır. Binaenaleyh uygulamada olduğu gibi verilen kararlarda da hepinizin hissesi vardır, bunu bilesiniz”. Atatürk bu sözleri söyledikten sonra biraz susup düşünerek konuşmasını sürdürür: “Şimdi mevzuun asıl ince noktasına geliyorum. Beyefendi; içeride ve dışarıda şahsıma karşı suikastlar tertip edil-

66

mesinin sebep ve hikmeti nedir, hiç düşündünüz mü?! Bu tertiplerin peşinde koşanların benimle şahsi bir alıp verecekleri mi vardır? Hayır! İntikam hırsıyla mı hareket ediyorlardır? O da değil. O halde neden beni ortadan kaldırmak istiyorlar? Cevap vereyim... Çünkü devrimci Türkiye Cumhuriyeti’nin benimle var olduğunu, ben gidince yıkılacağını, bu suretle haince emellerine kavuşacaklarını vehmediyorlar da ondan. Sizin sözlerinizin de onların sakat muhakemesine uygun olduğunu bilmem fark ediyor musunuz? Çok rica ederim Beyefendi, eğer samimi iseniz bu fikri kafanızdan çıkarınız; hatta böyle düşünenlere rastlarsanız, onlara da aynı şeyi ihtar ediniz. Herkes milli vazife sorumluluğunu bilmeli ve memleket meseleleri üzerinde o zihniyetle düşünüp çalışmayı alışkanlık edinmelidir”. Atatürk sofradakilere dönerek sözlerini şöyle sürdürür: “Efendiler! Size şunu söyleyeyim ki, devrimci Türkiye Cumhuriyeti’nin benim şahsımla var olduğunu zannedenler çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her manası ile büyük Türk Milleti’nin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyen payidar olacaktır. Şimdi rica ederim artık şu bahsi kapayalım, bir daha da tekrar etmeyelim.” (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, sf. 55-56)

Gönderi: OROL ATAMAN


Kültür Dünyası

BD NİSAN 2016

Yaşar Öztürk

Doğan Kuban

90

Yaşında Türkiye’nin İlk MimarlıkTarihçisi

K

azım Karabekir’in yaverinin oğlu Doğan Kuban’a, Annesinin akrabası olan Anıt Kabir’in mimarı Emin Onat sordu: “Liseyi bitirince ne yapacaksın?” “Yüksek Mühendis Mektebi’ne gideceğim” (Sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi İTÜ olan okul Makine, İnşaat, Elektrik ve ona yamanmış mimarlık branşlarına ayrılıyordu.) “Aferin! Ne olacaksın?”

“Gemi İnşaat Mühendisi olacağım.” Dudağını büken Emin Onat: “Gemi İnşaat Mühendisliği de nereden çıktı? Türkiye’de gemi mi yapılıyor, sen neyin mühendisi olacakmışsın?” “Peki ne olayım?” “Mimar ol!” “Peki...” Mimarlığı seçti, Doğan Kuban, Mimarlık bölümünün kurucusu 67


BD NİSAN 2016

olan Emin Onat’ın öğrencisi oldu. Olmayan sadece okul değildi. Ders kitabı da yoktu. Avusturyalı öğretmeni Simony’nin getirdiği bir sandık dolusu resimler ışık oldu. Erdal İnönü, Bozkurt Güvenç... aynı okulda öğrenciydi.

Y

okluklar içindeki ülkesinde ve okulunda da çağdaşlaşmanın yolunda yürüyordu. Şanslıydı çünkü öğretmenleri “Hepsi uygar, dünyadan haberdar insanlardı... Belki şimdikiler gibi bilimadamı olma savları yoktu ama bugünkü hocalardan daha entelektüel, dünya görmüş adamlardı.”

Türkiye’de maalesef düşünce akımlarının çoğunluğu aktarmadır. Bilim de öyle ideoloji de... Askerlikten sonra Yeniden Emin Onat’ın yanına gitti: “Asistan olmak istiyorum.” “Ne asistanı olmak istiyorsun?” “Mimarlık Tarihi asistanı... Ben mimarım tarihi de seviyorum!” “Vallahi Paşa, şimdiye kadar hiçbir mimar çıkıp da böyle ‘Mimarlık tarihi’ asistanı olmak istiyorum’ demedi. Git hoca ile konuş...” 68

Paolo Verzone’nin yanına gitti. Verzone sordu: “Neden asistan olmak istiyorsun?” “İlgileniyorum” “Sen bir çalışma hazırla getir de göreyim!” “Hangi konuda?” “Türkiye’de ilginç bir barok mimarisi var. Bir araştırma yap bakalım şu barok bezeme hakkında...” Ve Doğan Kuban, Türkiye’nin ilk mimarlık tarihçisi oldu. “Cumhuriyet kültüründe yeri güçlü, aydın, derviş, ilkeli bir adam” diye tanımladığı Sabahattin Eyuboğlu ile tanışıklığı da burada başladı. İlk nişanlısı Sevim Burak’tı. Aşıktı. Ayrıldılar. Daha sonra doğum gününe denk gelen 8 Nisan’da 1951’de “alçak gönüllü, gözü parada pulda olmayan bir melekti” diye tanımladığı Sabiha Hanım’la nişanlanan Kuban 9 ay sonra asistan olarak atanınca evlendi. Yakınlarında Yaşar Kemal, Azra Erhat, Vedat Günyol... gibi aydınların eksik olmadığı aydınlanmanın, hümanizmanın ocağı olan Sabahattin Eyuboğlu’nun evi vardı.

Ş

imdi herkesin kapısına dayanıp girmek ve gitmek istediği Avrupa ve ABD’ye gitti. Eğitimlerini tamamladığında kalmasını önerdiler, o ülkesine geri döndü. Tezinde Ermeni ve Bizans’tan söz ettiği için tartışma çıktı, profesörlüğü üç ay ötelendi. Mimarlık bugün “betonlaştırma, çirkin yapılaşma, köşe dönme, en


BD NİSAN 2016

inanılmaz yerlere ve en (kötü) ucuz biçimde yapılar dikmeye” dönüşse de Kuban için mimarlık “tarih, antropoloji, ekoloji, insan, psikoloji, estetik, felsefe, matematik, statik, malzeme... yemek, içmek, uyumak, barınmak, yani onurluca ve insanca yaşamak”tı. “Avrupa’da düşünce bir ırmak gibi beslene beslene gelmiş... Bizde o temel hiç olmadı. Her şey gibi o da halka hatta okumuşa düşünsel olarak inemeyen aktarma olarak kaldı. Türkiye’de maalesef düşünce akımlarının çoğunluğu aktarmadır. Bilim de öyle ideoloji de... hatta dini düşüncede de aynı köksüzlük var... Bana kalırsa Atatürk döneminin pratik, halkçı ilkeleri kadar hiçbir

şey halka inmedi... Kolay kolay bu millet bilinçlenmiyor. Köy Enstitüleri devam etseydi belki olabilirdi. Türkiye’de Müslümanlık bile basit birkaç litürjik bilgi dışında gerçek bir tarihi bilgiye oturmaz. Halk bir kaç dua öğrenir. Peygamber hikayeleri öğrenir. Ne Kuran okumuştur ne de İslam tarihi bilir. Kentli köylü arasında bir fark olduğunu sanmıyorum. Türkiye kırsal bir toplumdur. Hâlâ o karakterini koruyor... Türkiye’de bir bilim toplumu eşiğine ulaşamadık. Onca üniversitenin varlığına karşın bir bilim ortamı yaratamadık. Bilimsel jargon kullanılması sizi aldatmasın. Olmaması için çeşitli nedenler var. Bir kez tarihi birikim yok, dolaysıyla motivasyon, dolayısıyla bilime karşı ilgi, nesnel olarak dünyaya bakış gelişmemiş. Felsefe olmadığı için kavramsal boyut gelişmemiş. Eleştiri yok, gözlemcilik gelişmemiş. Bunlar olmadığı için de üniversite, üniversite olmakta zorlanıyor. Devlette motivasyon yok, halkta da. Devletin bunu halka vermesi gerek. O Atatürk zamanında olabilen bir şeydi.”

A

masya’da Yeşilırmak boyundaki yalıları sit olarak korumaya yasa izin vermeyince tek tek korunmasını önererek kurtarılmalarına neden oldu... Safranbolu’nun kurtarılmasının gizli kahramanlarından biriydi. Trafo için İstanbul surları69


BD NİSAN 2016

nın yüz metrelik bölümünü yıkmayı aklına koyan paşayı durdurarak tarihi mirası korumayı başardı...

Türkiye’de sade koruma planı değil, şehir planlaması ile ilgili hiç bir şey hayata geçmemiştir. Çünkü Türkiye’de şehirleşme toprak yağması ile beraber gelişti.

“Planlama iradesi kültürel bir iradedir, bir çevre bilinci ifadesidir. Türkiye’de bu zaten yok...Türkiye’de hemen hemen hiç bir plan hayata geçmiyor. Türkiye’de sade koruma planı değil, şehir planlaması ile ilgili hiç bir şey hayata geçmemiştir. Çünkü Türkiye’de şehirleşme toprak yağması ile beraber gelişti. İmar etkinliği o denli büyük para, kazanç kaynağı ki... Herkes ortak; parti, mafya, halk, hiçbir plan buna dayanamadı, eridi gitti... planı oradan, buradan delik deşik eden. Hiç bir zaman Türkiye’de plan uygulayacak, politik irade oluşmadı. Demokrasi oy demek olduğu için onların oylarını alabilmek amacıyla 70

bu gecekondu olayına partiler göz yumdular. Hatta nemalandılar. Yasa, yönetmelik, plan çıkar, uygulanmaz. Uygulanamaz, çünkü arkasında politik irade teşekkül etmez. Oy almak için hep bu yağmaya taviz verildi. Hep af çıktı. Bunun en büyük zararı da uzun vadede toplumu bilinçlendirecek bir kent kültürünün gelişmemesidir. Evet ‘Yağmacı davranış’ sınıflar üstü bir Türkiye karakteristiği.”

A

dı konmayan, açık/gizli süren bitmeyen bir kavgayı şöyle anlatıyor Doğan Kuban: “Atatürkçülerle buna karşı gelişen eğilimlere karşı olan yarı gizli bir savaştı. O savaşta Demokrat Parti toprak ağası gibi davrandı ve yanına da dini reaksiyonu almaya kalktı, aldı... Demokrat parti demokrasinin doğal gelişimini engelledi. Demokrasi adı altında tek parti despotizminden daha kötüsünü yaptı. Demokrat Parti bugünkü bağnazlığı hazırlayan partidir. Sonsuz din istismarı yapıldı. Ben Türkiye’de gelişmiş politik bir doktrin olduğuna hiç inanmadım. Kişiler, küçük gruplar hariç. Çünkü doktrin bir kültür ortamında olur... Türkiye’nin kültürü doktrin adamı yetiştirmek için elverişli değil... Türkiye karşısındakine kolay yafta yapıştıran yarım aydınların çok bol olduğu bir ülkedir.” Suudi Arabistan’da paravan arkasında “şeytanlar”a kız öğrencilere ders veren Kuban, ses çıkmayınca iskemlenin üstüne çıkıp baktı ve hiç


BD NİSAN 2016

kimsenin olmadığını gördü: “Türkiye dışında İslam ülkelerinde çağdaş Müslüman yok. Soru yok çünkü. Hiç bir şeyi sorgulamayınca şans yok... Müslüman düşünürlerin çözmeleri gereken bir sorun var: Kadının statüsü. Sen nüfusun yarısını peçe altında, evde tutmaya kalkarsan, okuma yazmasına da aldırış etmezsen, onların yetiştirdiği çocuklardan hayır gelmez. Sayısal olarak şans yok. Ya kadına çağdaş bir statü vereceksin, ki Atatürk onu yapmış, ya da yaşamı cehalet kontrol edecek. Pratikte entelektüel kölelik demek. Oysa İslam dünyası kendini kölelikten kurtarabilir.”

K

orumayı, restorasyonu Türk eğitim yaşamına geçiren kişiydi Doğan Kuban ve “restorasyon mimarın işidir” diye diye çırpındı durdu, Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsünü kurdu. “Paraya tapanların dünyasında” Enstitü kapatıldı ama Kuban restorasyon adı altında tarihi eserlerin, yapıların mahallelerin, kentsel dönüşüm diye kentlerin yok edilişine karşı savaştı: “Şöyle bir sorun var Türkiye’de: Diploma ya da unvan bir kredi kartı değildir. İdare giderek daha fazla adamların eline geçtikçe, onlar da kendilerine uygun hocalar, cahil restoratörler, teknisyenler buluyorlar. Buldukları da genelde “Sen ne istersen yapalım abi” diyenler... Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de diploma arkasına saklanmış bir sürü ne idüğü belirsiz

uzman var... İstanbul’a o kadar şey armağan etmiş olan Gülersoy, köylü belediyelerin ilk kurbanı oldu... ”

Ö

ldürülmenin eşiğinden dönen Kuban küsmedi, kaçmadı, yılmadı, karamsar da olmadı. Farkındalığını artırdı, sorgulayıp durdu. Sürü iç güdüsü de yoktu Kuban’da. “Türkiye’de şu anda cehalet egemen” sonucuna ulaşınca başladı yangını körükleyenlere karşı savaşmaya: “Cumhuriyetin ilk döneminde üniversiteyi bitirdim. Nitelikleri ne olursa olsun babalarımızın amaçları ve gururları ve bir ölçüde ahlâk ölçütleri, fedakârlıkları bizim kuşakta devam etti. Bugün de bu ülkede yetişen namuslu, inançlı milyonlar var. Bunlar partilere ayrılmış değil. Sadece namuslu, vatansever, sağduyulu, cahil ya da okumuş insanlar. Türkiye ayakta, hükûmetler, generaller, her biri başka telden çalan parti ve politikacılar, başkanlar, bakanlar sayesinde değil, o dürüst insanlarla ayakta duruyor.” “Ülkenin alt yapısını da, üst yapısını da, 1980’den bu yana kemiren ilkel bir sömürü sistemi var. Dış nedenleri açık. İç nedenlerin temel kaynağı yüzyılların cehaletidir. Bu sadece kentleşememiş halkın cehaleti değildir. Acele okutulanın da cehaletidir. Toplumun sorunu zekâ değil. Toplumsal kültürünün entelektüel birikimin yetersizliğidir. Bu 700 yıllık bir cehalet birikimidir. Kuşkusuz bugün milyonlarca bilinçli insan var. Fakat çoğunluğu 71


BD NİSAN 2016

hâlâ bir politik ya da sosyal ideolojinin değil, basit güncel parasal menfaatlerin, ilkel ilişkilerin yan yana getirdiği politik elbiseli futbol takımlarıdır. Arkalarında da onları görünmez iplerle oynatan yerli ve yabancı emperyalist ve kapitalist olmak zorunda. Dünya düzeni öyle işliyor. Bu yeni bir Kurtuluş Savaşıdır. Birincisinden daha zor.”

D

oğan Kuban’ın başarısının ardında “çok güzel, çok kibar, insancıl, fedakar, hiç bir arzu göstermeyen, “şunu isterim, bunu istemiyorum” da demeyen, evde ne varsa her şeye razı olan, çocukları için her şeyi feda edebilecek bir insan” eşi Sabiha Hanım vardı. “Büyük bir sevgimiz vardı, hiçbir şeyden dertlenmedik; az var çok var, gidemedik, gelemedik, çocuklarımızı köylüler gibi sırtımızda taşıdık, umursamadık. Bizim ne evimiz, ne paramız, ne elbisemiz, ne arabamız, hiçbir şeyimiz yoktu. Her şeye uzun yıllar içinde sahip olduk. Ben onu hiç bırakmadım, onu yalnız bıraktığım pek olmadı. Nereye gidersek beraber gittik... Daha sonra hastalandığı zaman (16 yıl) bir gün (hastanede yatarken) bile ayrılmadık. Hiç bir şey yapamayacağını bilerek ölümü beklemek zor. Ölümü nasıl bekler insan? Anlatılmaz herhalde! Evet, sade ben değil, kardeşim Yıldırım ve bir kaç tanıdık doktorla birlikte hepimiz burada onun ölümünü seyrettik! O dehşet verici bir olaydı, ama seyrettik, (kaçmadık). Çok fedakâr,

72

olağanüstü iyi bir kadındı, herkese hoş davranırdı... kısacası çok mutlu bir evlilik yaşadık... Biz birbirimize aşıktık. Hele yaşlandıkça birbirimize daha da sıkı bağlandık. Ölene kadar öyleydi.”

Ö

ldükten sonra da hatıralarından ve rüyalarından eksik olmadı Sabiha Hanım. Sabiha Hanım’dan sonra günlük tutmaya ve şiire sarıldı. 8 Nisan’da 90 yaşına basan Doğan Kuban “Bence ölüm giden için yok, kalan için var. İnsan da her hangi bir şey gibi yok olur. Maddi olarak dönüşüme uğrar. Yaşarken yoktur; yaşadığının farkına vardıkça ölüm yok; öldüğün anda da “yaşamak” diye bir şey yok; dolayısıyla ölüm diye bir şey yok. Ölüm kalanlar için var. Kişisel ölüm yok, kişinin toplumsal ölümü var” diyerek, yaşamak ve yaşatmak savaşına çağırıyor: “Kültür süt ise uygarlık kaymağı... Uygarlıkta şiddeti dışarı atacaksın, öldürmeyi, silahı yok edeceksin... öldürme ilkesini yok edeceksin.” • yasarozturk@butundunya.com.tr


Büyük Yapıtlarımız

Konur Ertop

Bir romanın penceresinden

1910’lardan 2010’lara Türkiye’nin Görünüşleri

C

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

umhuriyet romanının kurucularından Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında Türkiye’nin toplumsal yaşamı, Tanzimat döneminden başlayarak DP yönetimi yıllarına uzanan anlatılar dizisi içinde sergilenir. Temelinde 2. Meşrutiyet döneminin parti kavgaları, o yıllardaki basın dünyası yer alan “Hüküm Gecesi” romanında anlatılanlar da günümüzden 73


BD NİSAN 2016

yüzyıl önceki Türkiye’nin gerçekleridir. Yazar yapıtını “siyasal roman” diye tanımlıyordu. Kendisi de edebiyatçı kimliğinin yanı sıra basın dünyasının etkin bir elemanı ve bir siyaset adamıydı. Bu alandaki çalışmalarını “Politikada 45 Yıl” adlı anı kitabında anlatmıştır. Onun siyasal yaşamı gazeteci kimliği çevresinde gelişmişti.

R

omancı, Mütareke döneminde İstanbul’da “İkdam” gazetesi başyazarı olarak Kurtuluş Savaşı’nı destekliyordu. Anadolu’ya geçerek Ankara’da, bir süre de Batı Cephesi’nde bulundu. Savaş koşullarını yerinde gözlemleyerek yazılarında bunları anlattı. Zaferden sonra barış görüşmelerinin sürdüğü dönemde İstanbul’da gizli “Müdafaa-yı Hukuk” örgütünü kurdu. Sonraki yıllarda Milletvekili olarak Atatürk’ün yakın çevresinde yer aldı. Devrimlere toplumsal kimliğini kazandırmayı, kalkınma eylemini planlı bir yapı içinde yönlendirmeyi amaçlayan “Kadro” hareketinin öncüsüydü. Ancak bu görüşlerin yarattığı tepki Yakup Kadri’nin “Zoraki Diplomat” kimliğiyle uzun yıllarını yurt dışında geçirmesine yol açtı. Uzayan elçilik döneminden sonra ülkesine döndüğünde DP’nin bas-

74

kıcı iktidarına karşı CHP’nin muhalefet dönemi yaşanıyordu. “Tercüman” gazetesinde köşe yazarı olarak Atatürk ilkelerini, Cumhuriyetin değerlerlerini savundu. O dönemde yayınlanmış “Panorama” romanında da bu değerler ele alınıyor, Cumhuriyet tarihi boyunca aydınların yanlış tutumları, gericiliğe ödün verilmesi eleştiriliyordu. 27 Mayıs’tan sonra milletvekili ve Ulus gazetesi başyazarı olarak siyasal yaşamını noktaladı. “Hüküm Gecesi” romanındaki kahramanı Ahmet Kerim, yazarı anımsatan yanları olan bir gazetecidir. 2. Meşrutiyet sonrasında “Nida -yı Hakikat” (Gerçeğin Sesi) gazetesi başyazarlığını yapar. İttihat ve Terakki Fırkası’nın kaba güce, baskıya dayanan siyasetine karşı çıkmaktadır. Yakın arkadaşı “Sada-yı Millet” (Ulusun Sesi) gazetesi başyazarı Ahmet Samim’i İttihatçılar öldürtür. Ahmet Kerim’in gözüpek meslekdaşı, o sıralarda sıkıyönetimin gizli işkence yöntemleri konusunda belgeleri ortaya çıkarmış, Soma-Bandırma demiryolları özel izninin içyüzüyle ilgili önemli açıklamalarda bulunmuştu. Bu cinayetin ardından basın üzerinde baskılar daha da yoğunlaşmış,


BD NİSAN 2016

muhalefet gazeteleri kapatılmıştır. bir düşüncenin ifadesidir,” diyen İttihat ve Terakki’nin uygulaAhmet Kerim, İttihatçıları en çok, dığı şiddet Ahmet Kerim’in özel uyguladıkları “ayaktakımı militanlıyaşamına kadar uzanır. Sorunlu ğı” nedeniyle eleştiriyordu: bir aşk ilişkisi yaşayan delikanlı“Ülkenin havasını nefes alınanın sevdiği kızın ağabeyi, partinin mayacak duruma sokan ve bütün militanlarındandır. Hileyle sevgiliyurttaşları okyanusta yolunu şaşırsinin evine çağrılan Ahmet Kerim mış, yiyeceği tükenmiş bir geminin ölümün eşiğinden döner. Artık uzak yolcuları gibi birbirine düşüren, durduğu genç kız, bir süre sonra herkesin kafasını cehennem korkendini öldürür. kularıyla yakıp kavuran ve Türki“Alemdar” gazetesinde çalışye’de her türlü soylu, yüksek geçim maya başlayan Ahmet Kerim’in yollarını imkânsız kılan nedenler hep siyasal tutumu daha da sertleşmiştir. bu kokuşmuş anlayışın, bu dört yanı Muhalefetteki “Hürriyet ve İtilaf”çı- çamurlu siyaset sisteminin, bu tutumlarla yakın ilişkileri olur. ların, bu davranışların bu ayaktaSadrazam Mahmut Şevket kımı militanlığının kayıtsız şartsız Paşa’nın öldürülmesinin ardınegemenliğinden ibaret değil miydi?” dan hükümet karşıtlarıyla birlikte Ahmet Kerim’in yaşadığı Ahmet Kerim de tutuklanmıştır. “O 1910’larda iktidar-muhalefet ilişgenç, günün birinde bize gerekecek- kileri sorunlara elbirliğiyle çözüm tir. Türkçülük ülküsünün bilinçsiz aramaktan alabildiğine uzaktır. İkhizmetkârlarındandır,” diyen Ziya tidarın yanlış uygulamaları, baskıcı Gökalp’ın kendisiyöntemi okurlara gösne destek çıkması terilirken muhalefet de sonucunda ölüm “Olumsuz ve inkârcı ve cezasından kurtularak anlayışların hastalıklı bir Sinop’a sürülmüştür. belirtisinden ibaretti (…) Orada kendini içkiye Memlekette muhalefet verir. İnancını, direnadı altında toplanan ve me gücünü yitirmiştir. Roman her biri, her parçası ayrı Roman delikanlının bir ayıbın, ayrı bir suçun nasıl tükendiğini, ken- delikanlının damgasını taşıyan alacalı disinin de bu durumu nasıl tükendiğini, topluluk…” sözleriyle nasıl acıyla algıladıtanımlanmıştır. kendisinin de ğını anlatan satırlarla Muhalifler arasında bu durumu nasıl öne geçmeye çalışannoktalanır. Yolun başındayacıyla algıladığını ların tek kaygısı iktidaken, “Her makalem rın nimetlerinden pay anlatan satırlarla kapabilmektir. Siyasal kuvvetle inandığım, kuvvetle hak bildiğim noktalanır. yönetim, adalet sistemini 75


BD NİSAN 2016

bu küçük ve yerel ayaklanmanın ne sinsi bir ırk savaşının başlangıcı olduğunu sezmemişti.” Aydınlar da siyaset dünyasını saran bu yozlaşmanın bir parçasıdır: “Bilimin en yüksek yerine erişmemiş ya da sanat dehasının, sanat duyarlığının en son gelişme aşamasına erişmemiş bir yarım düşünür, bir yarım aydın kadar tatsız tuzsuz, yapay ve yapmacıklı ne tasarlanabilir?” lkenin bütün dış ilişkileri Hürriyet ve İtilaf yandaşı aysarpa sarmıştır. Batı sınırın- dınların bir gece Şehzadebaşı’nda da birbiri üzerine sorunlar düzenlenen bir toplantıda yaptıkpatlak vermektedir. Balkan savaşı ları konuşmalar, ne denli çapsız, ağır yenilgi getirir. Arnavutluk’ta derinliksiz olduklarının tanığıdır. din kardeşlerimizin ayaklanması Toplantıyı değerlendirirken Ahmet onarılmaz kayıplara yol açar. Parti Kerim, kendi milletinin, kendi Genel Merkezinde İttihatçıların düülkesinin; şairleriyle, bilginleriyle, şünce önderi Ziya Gökalp yaşanan filozoflarıyla, yazarlarıyla bütün durumun nedenlerini açıklar: bir milletin ve bir ülkenin manevi “Son Arnavutluk ayaklanmasın- iflasını gözlemiştir. Bunu kendi varda bütün kuvvetlerimiz lığının da iflası saymakne oldu? Neye yaradı, tan kendini alamaz: gördük. Silahımız mı “Bulgar komitaeksikti? Haber alma cılarından öğrenilmiş kayaklarından mı bir tür dağ ve sokak yoksunduk? Hayır. politikacılığı; bir tür Bunların hepsi bizde külhanbeyi palavracıolmakla birlikte devlet bir tür vicdan ve “Çünkü milli bilinç lığı, ve hükümet organı da koruma yankesiciliği; hep bizim elimizdeydi: henüz uykudaydı. Meşrutiyet’ten beri beBuna rağmen taraf ta- Ve millet bu küçük nimsediğimiz siyasal ve raf en sadık sandığımız ulusal kültürün esasları ve yerel ayaklan- hep bunlardı. Azizim, kimseler isyancılara katıldı. Taraf taraf her manın ne sinsi bir dün Türk aydını diye ayağımızı bastığımız bir şey vardı. Bugün o ırk savaşının yer, altımızdan kaydı. yoktur.” başlangıcı olduğunu Kötü siyaset insanÇünkü milli bilinç henüz uykudaydı. Ve millet sezmemişti.” cıl değerleri ortadan

de çökertmiştir: “İttihat ve Terakki rejiminin terör alanında neler yapabileceği birer birer gözlerinin önünden geçiyordu. Burada söz konusu şey haklıyı haksızdan ayıran, suçluya cezasını veren, suçsuzu aklayan bir adalet eli değildi, burada kendi varlığını savunmaya karar vermiş bir yırtıcı yaratığın pençesi kımıldıyordu.”

Ü

76


BD NİSAN 2016

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

kaldırmıştır. Ahmet Kerim’in yakınlarından “Hürriyet ve İtilaf” yanlısı Sırrı Beyi, Abdülhamit döneminde özgürlük savaşımına katılmış, yurt dışında özgürlüğü aramış, bir Jöntürk kahramanı diye tanırız. Mahmut Şevket Paşa öldürüldükten sonra Ahmet Kerim hiçbir ilgisi olmadığı bu olay nedeniyle sorgulanırken onu İtilafçıların gizli toplantılarına katıldı diye ihbar edenin tam da bu Sırrı Bey olduğu ortaya çıkar. Siyasetin iplerini elinde tutan Enver Paşa’ya romanda ağır eleştiriler yöneltilmektedir:

“Onun cakaları, palavraları yüzünden “İttihat ve Terakki” durmadan zarara uğruyor, için için sarsılıp duruyordu. (…) Biçare çocuk, beyninin içindeki hayalleri birer gerçek sanmıştı ve garibi şu ki, en yakın arkadaşlarını da kandırmanın yolunu bulmuştu. Zaten onun en güçlü yanı bu, herkesi kandırmak, herkese güven vermek özelliği değil midir?” “Hüküm Gecesi” romanı kaleme alınırken, bu anlatılan olayların üzerinden yalnızca 15 yıl geçmişti. Yapıt Osmanlı devletinin son döneminde yaşanmış iktidar-muhalefet ilişkilerini, basın üzerinde uygulanan yıldırma politikasını, siyasal cinayetleri, aydınların olup bitenler karşısındaki tutumunu ayrıntılarıyla yansıtıyordu. Genç Cumhuriyetin karşılaştığı sorunlar, iktidarla muhalefet arasında basında ve Meclis’teki sürtüşmeler, Şeyh Sait ayaklanması, İzmir suikastı girişimi gibi olaylar Manisa milletvekili Yakup Kadri’yi bütün bunlarla yakın geçmiş arasında benzerlikler bulmaya yöneltmiş olmalı… Böyle benzerlikler 1910’lar Türkiye’siyle 2010’lar arasında da yok değildir! • konurertop@butundunya.com.tr

“Yazıklar olsun, seni sevmesini bilmeyenlere; ey gamlı ülke! Seni sevip, senin sessiz dramın içinde gömülüp gitmekten korku çekenlere! Taşın, toprağın ne bitmez bir sabır ve mukavemet hazinesidir! İnsan senin göğsünde ya destani bir kahramanlığa erer ya da en ilahi mizaçlı velilerin feragat ve mahviyet derecesine varır.” Yakup Kadri Karaosmanoğlu

(Yaban adlı eserinden) 77


Haz›rlayan: GÜLB‹N GÜZEY

Bilginizi Denetleyin 1-POL‹S eki kelime sonuna eklenerek bir kavram oluflturmaktad›r. Nekropolis ne anlama gelmektedir? a-On kentin biraraya gelerek oluflturdu¤u bölge b-Ölü flehir, mezarl›k c-Bütün bir flehri kapsayan bir evren d-Birçok farkl› kültürlerden bir nufusa sahip büyük kent merkezi

5-Lozan bar›fl antlaflmas›n›n bo¤azlar üzerindeki s›n›rlamalar› hangi antlaflma ile kald›r›lm›flt›r? a-Balkan antlaflmas› b-Montrö sözleflmesi c-Ankara antlaflmas› d-Moskova antlaflmas›

6-T.C. anayasas›nda temel hak ve ödevlerden hangisi hakk›nda bir s›n›rlama yoktur? a-Dernek kurma hürriyeti 2-Ülkemizin en uzun b-Haberleflme hürriyeti k›y›lar› hangisidir? a-Ege b-Karadeniz c-Yerleflme ve c-Akdeniz d-Marmara seyahat hürriyeti d-Çal›flma ve 3-Osmanl› devletinde sözleflme hürriyeti adalet bakanl›¤›na 7-Birinci Dünya benzeyen kurum Savafl›’ndan sonra hangi hangisidir? ülkede rejim de¤iflikli¤i a-Niflanc› olmufltur? b-Kazaskerlik a-‹talya b-Fransa c-Defterdarl›k c-‹ngiltere d-Japonya d-Reisül Küttap

9-Türkiye’nin deniz üzerine kurulan ilk havaliman› hangisidir? a-Sinop havaliman› b-Ordu-Giresun havaliman› c-Zonguldak Çaycuma havaliman› d-Bal›kesir Kocaseyit havaliman› 10-Mevlana hangi Türk devleti döneminin ünlü düflünürlerindendir? a-Büyük Selçuklu b-Osmanl› c-Anadolu Selçuklu d-Harzemflah 11-‹kinci dünya savafl›nda Almanya’n›n yan›nda savafla giren iki devlet hangisidir? a-Fransa-Sovyetler birli¤i b-‹ngiltere-Fransa c-ABD-‹ngiltere d-‹talya-Japonya

12-K›br›s Bar›fl Harekat› sonras›nda Türkiye’ye silah 8-1924-1935 y›llar› 4-Hangisi insan aras›nda Türkiyedeki ambargosunu hangi ülke haklar›n›n temel özelliklerinden olamaz? hafta tatili hangi gündür? uygulam›flt›r? a-SSCB a-Cuma a-Yerellik b-‹ngiltere b-Pazar b-Bireysellik c-Yugoslavya c-Cumartesi c-Dokunulmazl›k Yan›tlar: d-ABD d-Pazartesi d-Devredilmezlik 151. sayfada


Tarihten Damlalar

BD NİSAN 2016

Mümtaz İdil

Talihsiz Bir Karşılaşma

Kral ManuelManuel Macellan proje üzerinde çalışmakla teselli “Kral Manuel, diğer insanlardan farklı olarak kindar bir yapıya buluyordu. Macellan tasarladığı seferin insanlığa ne kazandıracağını sahipti. Tüm çalışanlara karşı kuşkuyla yaklaşır ve yönetimin tüm sezgisiyle görebiliyor, projesininin insanlığın ufkunu akıl alma bir şedetaylarını kişisel olarak yönetmekilde açacağını biliyordu Macellan ye can atardı.” Lord Stenli of Alderli’nin “Ma- gerçek bir bilim adamının tutkusuyla proje üzerindeki çalışmalarını cellan’ın Gerçekleştirdiği İlk Dünya Turu” adlı eserinin Bu büyük sürdürüyordu. Bu büyük önsözünden. hayalinin gerçekleşmesi, hayalinin hayatının en önemli Fas’tan döndükten gerçekleşmesi, meselesi haline gelmişsonra Lizbon’da geçirdiği yıllar Macellan’ın Macellan’ın hayatının ti. Yoksulluk, zaruret, hayatında geçirdiği en en önemli meselesi hatta açlık onu durduağır yıllardı. Sadece ramazdı... haline gelmişti.

79


BD NİSAN 2016

Avans olarak verilen bir yıllık emekli maaşı çoktan suyunu çekmişti; uzun zamandan beri de Pazar Meydanı’ndaki kirli konak evinin karanlık odasında yaşıyordu. Hayalinin gerçkleşmesi için her türlü yola başvuran Macellan, eski silah arkadaşlarından borç alıyor, yarı aç yarı tok kalıyor, muma bile para harcamamak için erkenden yatıyordu. Gururlu ve onurlu olan Macellan, kral kendisini kabul etsin diye nüfuzlu kişilerle tanışmaya

Kral Manuel

Kral Manuel, hayatının sonuna kadar gözününün önünde gerçekleşen tarihi gelişmeleri anlayamadı, Pirene yarımadasının sınırları ile çevrelenmiş küçük çıkarların üzerine çıkamadı.

çalışıyor, yaltaklanıyor, alçalıyordu. Ancak yaltak tarihçiler tarafından “Mutlu” diye adlandırılan Kral Manuel, aslında diğer Avrupa kralları arasında Macellan’ın niyetini en az anlayabilecek kişiydi. Kral Manuel, cimri ve kıskanç bir hükümdardı. Ortaya çıkan birkaç rastlantı eseriyle tahta oturmuştu. Tahtın varisi II. Joao’nun oğulu attan düşerek ölmüştü. Kral II. Joao’ya kadar ki birkaç yıl zarfında, Manuel’in gözleri öününde, Manuel’in ağabeyi Fernao, Bijey Dükü, kendi kayın biraderininin hançeriyle 80

öldürülmüştü. Böylece tahta kadar uzanan yol Manuel için boşalmış oldu. Manuel, kana susamış bir despot olan II. Joao’nun sarayında yaşarken herşeyi içinde saklamaya ve yalan söylememeye alışmıştı. Herşeyden kuşkulanan, kıskanç biri olup çıkmıştı. Batolomueu Dias, Vasco de Gama, Kabral, d’Aalmedia, d’Albuquerque ve onlarca denizci onun ülkesini güçlü bir deniz devletine dönüştürdüleri günlerde Portekiz’in tahtına çıkan Manuel,

hayatının sonuna kadar gözününün önünde gerçekleşen tarihi gelişmeleri anlayamadı, Pirene yarımadasının sınırlarıyla çevrelenmiş küçük çıkarların üzerine çıkamadı. Hayatının amacı, Pireneler yarımadasının tümünü kendi veya çocuklarının egemenliği altında birleşmesini temin etmekti. Bu nedenle Manuel, hesabına göre kendisine İspanya tacını çeyiz olarak getirecek olan üç İspanya prensesiyle evlenmiş, İspanya ve Roma’da entrika ve rüşvet yoluyla nüfuzlu kişileri satın


BD NİSAN 2016

almaya büyük güç sarfetmişti. Ancak bütün bu dolaplar ona, dünyada herşeyden fazla ilgilendiği İspanya tahtını bir türlü getirememişti. Portekiz’i dünya devleti haline getiren keşifler bile Kral Manuel’i, sadece yeni altın kaynakları olarak ilgilendiriyordu. Çünkü onlar, İspanya sarayında entrikalar çevirebilmesi ve Aragon, Kastilya asilzadelerinin rüşvetle satın alınabilmesi için Manuel’e gerekli olan altın kaynağını verebilirlerdi. Tahtta bulunduğu süre içerinde büyük keşifler yapan denizcilere karşı Manuel, daima kuşkulu ve kıskanç tavırlar sergiliyordu. Manuel, Kabral’ı görevden almış, Vasco de Gama’yı yıllarca işsiz kalmaya mahkûm etmiş, tüm çarelere başvurarak d’Albuquerque’nin planlarını engellemeye çalışmıştı. İşte kader Fernando Macellan’ı böyle bir hükümdarla ödüllendirmişti. Uzun ricalardan ve aşağılanmalardan sonra Macellan’a sonunda kralın onu kabul edeceği söylendi. Macellan bütün bir akşam uğraşıp durdu, hatta o güne kadar yapmadığı bir şeyi yaptı; hava karardığında ev sahibinden mum istedi. Macellan, elbise ve ayakkabılarını büyük bir titizlikle gözden geçirdi, sonra da masaya oturup mumu yaktı ve defalarca gözden geçirdiği kağıtları, haritaları, planları, gemi projelerini tekrardan gözden geçirdi. Macellan artık amacına ulaştığını düşünüyordu. En önemli şeyi, kralın

Ferdinand Magellan

kabulünü elde etmişti. Kafasından hazırlamış olduğu konuşmasını tekrarlıyordu. Her şey öylesine basit, öylesine anlaşılırdı ki, Macellan, kendisini etkileyici sözler karşısında bulacakmış gibi hissediyordu. Manuel kendisinin sunduğu tüm kanıtları kabul edecek ve bu olağanüstü yolculuk için emektar denizciye gemileri hemen verecekti. Macellan yorgundu, ama mutlu uyudu. Sabah aceleyle saraya gitti ve kalabalığın içerisinde kendisine yol açarak kabul odasının kapısına yaklaştı. Ancak içeriye girmesine izin vermediler. Sevimli bir görevli: “Majesteleri dua okuyorlar. Acaba biraz bekler misiniz, sizi çağıracaklar,” dedi. Can sıkıcı saatler birbirini kovaladı. Macellan yan odalardan birine kaçmıştı. Görevli, Macellan 81


BD NİSAN 2016

kendisini duyana kadar uzun uzun, “Sinyor Kaptan Macellan hemen kralın huzuruna gelin,” diye uzun süre bağırmak zorunda kaldı. Kralın huzuruna çıkan Macellan hemen konuya girdi. Konuşmasını iyi ezberlemişti. Kelimeler su gibi dudaklarından akıyordu. Macellan kendisini, çürütülemez kanıtlar öne süren adam gibi hissediyordu. Ancak kral onu dinlemiyordu. Odada dolaşıp küçük bir köpekle oynayan Manuel, Macellan’a birkaç kez konuyla ilgisi olmayan sorular sordu ve onun yüzüne karşı esnedi. Macellan sözlerine birkaç kez ara verdi. Kendisine öyle geliyordu ki, sanki aynı sözleri tekrarlayıp du-

Ferdinand Magellan 82

Portekiz Kralı Manuel konuşmaya başlar başlamaz, Macellan her şeyin bittiğini anladı. ruyordu. Derken konuşmanın akışı tamamen bozuldu. Macellan saygılı bir ifadeyle kralın karşısında durdu ve cevabını bekliyormuş gibi bir tavır aldı. Ancak Portekiz Kralı Manuel konuşmaya başlar başlamaz, Macellan her şeyin bittiğini anladı. “Projeniz çok ilginç. Başkentimde böyle hayalperest insanların yaşadığını bilmiyordum. Ancak bu projede yeni birşey yok. Bu boğazı bulmak için büyük paralar harcadık, ama bulamadık. Komşumuz İspanyollar da hiçbir neticeye varamadılar. Doğrusu şu: Böyle bir boğaz yok. Üstelik Portekizlilerin böyle bir boğaza ihtiacı da yok. Hindistan’a ulaşan başka yollarımız var. Yine de kaptan, bana göre, kendi kafanızı ve diğer insanların kafalarını bu tür saçmalıklarla doldurmanıza katılmıyorum. Bir de sizi şikayet ettiler. Fas’ta bulunduğunuz süre içerisinde suç işlediğiniz iddia ediliyor.” “Öncelikle üzerinizi başınızı temizleyin ve asla benim karşıma hayata geçmeyecek projelerle çıkmayın. Burada


BD NİSAN 2016

kralın ekmeğini yiyerek aylak aylak dolaşıyor, çocuklar gibi hayaller kuruyorsunuz.” Macellan itiraz edecek gibi oldu. “Ben yapmış olduğum askeri hizmetlerimin karşılığında paramı alıyorum Majesteleri. Yeri gelmişken sizden maaşımın hiç olmazsa yarım duka artırmanızı rica ediyorum.” Bu “denizci” daha ilk andan itibaren Manuel’in hoşuna gitmemişti. Tarih yazarı Barroş, Kralın Macellan’dan herzaman nefret ettiğini söylerdi. Kral, Tras os Montes doğumlu bu inatçı ve gururlu dağ adamına, gizlemek gereği bile duymadan düşmanca tavırlar sergiledi. Tras os Montes, kral egemenliğinin hâlâ zayıf olduğu, köylülerin sınır sötesinde yaşayan akrabalarıyla sürekli temasta bulunduğu, asilzadelerin ise sık sık komşu İspanya Galicia’yla birleşmelerini gündeme getirdikleri tek bölgeydi. Diğer yandan, uzun süre önce reddettiği projeyi ısarla kendisine sunmaya çalışması yetmiyormuş gibi bir de maaşına zam istiyordu. Kral öfkelenmişti. “Maaşınız artırılmayacak! Siz

herhalde topal ayağınızla bu konuya yardım edeceğimi sanıyorsunuz? Aslında ayağınızın çoktan iyileşmesi gerekirdi...” Macellan’ın kanı adeta beynine sıçradı. Demek bu iftira kralın sarayına kadar ulaşmıştı... “Majestelerinin bana, bayrakları altında görev vereceklerini düşünebilir miyim?” diye sordu. “Hayır, benim böyle inatçı ve açgözlü zıpırlara ihtiyacım yok!” “Bu bana hiç ihtiyaç duymadığınız anlamına mı geliyor?” diye sordu Macelllan. “Evet, hiç duymuyorum!” Manuel öylesine yüksek sesle bağırmıştı ki, içeride ne olup bittiğini öğrenmeye çalışanlar bile kapıdan uzaklaştılar. “Majesteleri, kılıcımı başka bir ülkeye teslim etmeye gitmekten başka çaremin olmadığını söylemek zorundayım, sanırım anlıyorsunuzdur!” “Bunu yapmaya cesaret edebileceğinizi sanmıyorum,” dedi Kral ve köpeği ile ilgilenmeye devam etti. Macellan sessizce odadan çıktı...• mumtazidil@butundunya.com.tr

Macellan son yolculuğunu tamamlayamadan Filipinler’deki Mactan Savaşı’nda öldürüldü. Ancak daha önce ziyaret ettiği Baharat Adaları’nın ötesine giderek tüm meridyenlerden geçen ilk insanlardan olmayı başardı. Büyük Okyanus’a seferi esnasında okyanusu çok sakin gördüğü için “pasifik” (sakin) ismini veren, ayrıca Güney Amerika’da keşfettiği boğaza kendi ismi verilen Portekizli denizci Macellan, Büyük Okyanus’u aşan bir araştırma gezisi yapmış ilk insandır. Dünyayı dolaşmak üzere denize açılan 237 (diğer bir kaynağa göre 270) denizcinin sadece 18’i İspanya’ya dönerek seyahatini tamamlamayı başardı. Bu denizcilere Macellan’ın ölümünden sonra yönetimi devralan Juan Sebastián Elcano adlı İspanyol liderlik etmiştir. 83


BD NİSAN 2016

ÜNLÜLERİN BİYOGRAFİLERİ

Tüm meridyenlerden geçerek dünya turunu ilk kez gerçekleştiren Portekizli denizci

F

Macellan

ernando Macellan veya memleketindeki adıyla “Fernao de Magalhes,” büyük bir olasılıkla 1480 yılında Tras-os-Montes adlı Portekiz eyaletinin Sabrosa kentinde doğdu. Portekizce “dağlarırn ötesinde” anlamına gelen Tras-os-Montes, Portekiz’in diğer eyaletlerinden, bizdeki Toros dağları gibi ayrılmış sert ve dağlık bir bölgedir. Aslında bizdeki Toros’lardan en büyük farkı, bu güzelim dağlık kasabanın denizle hiçbir bağlantısı bulunmamasıydı. Bu yüzden de tarihte hep geri kalmış, kıyıdan uzak bir kent ilçesi olarak varlığını sürdürmüştür. Yine Toroslardan farklı olarak kış burada alabildiğine sert 84

Yoksul ve geri geçer, bütün kış kalmış Portekiz, her yanı karlar büyük bir deniz kaplardı. ülkesine Macellan ailesinin yaşadığı dönüşüyordu. Sabrosa malikanesinde duvarların kalın parmaklıklarla kaplı, dar pencereleri, giriş kapısının üstünde taştan yontulmuş arması olan eski bir köşk yer alıyordu. İlginç olan, bu malikanede duvarları çıplak, soğuk, hiçbir konforu olmayan ve kimsenin kalmadığı bir yığın oda bulunuyordu. Bunun bir anlamı da şuydu: Macellan ailesi giderek yoksullaşıyordu. Artık kullanılmayan odalar, odalardaki eşyalar, mobilyalar vb... Kimse


BD NİSAN 2016

Vasco de Gama’nın, Lizbon limanından ayrılışı

kullanmaz olmuştu. Bir zamanların canlı, cafcaflı yaşamından en ufak eser kalmamıştı. Aile tamamen içine kapanmış ve kendi halinde yaşar hale gelmişti.

M

alikanenin yanından geçen büyük yolu birkaç yüz yıl önce Romalıların açtığı söyleniyordu. Bu yol Roma orduları için büyük bir rahatlık kazandırıyor, sarp kayaları aşarak denize kadar ulaşmalarını sağlıyordu. Aslında Tras-os-Montes’in sakinlerinden Macellanları saymazsak, kasaba canlı bile sayılabilirdi. Akşam saatlerinde köyün sakinleri incelikle süsledikleri hayvanlarını büyük bir keyifle otlatmadan döndürürlerdi. O dönemde Trasos-Montes ile Galicia arasınrdaki sınır tatamen kapalı değildi. Bunun şu önemi vardı. Tras-os Montes bir Portekiz kasabası olmasına rağmen İspanya’ya daha yakındı ve aradaki Galicia sınırı açık olduğundan Montes kasabası halkı İspanya’ya daha kolay ulaşabiliyordu. Hatta, İspanya elyazmalarının bulunduğu Magalhaes veya İspanyolca adıyla Macellan sülalesinin bir çok akrabalarının

isimleri bu duvarlara kazınmıştı. İşte bizim ünlü Macellan, doğduğu, baba ocağını terk ettiği Trasos- Montes kasabasını terk ettiğinde henüz on iki yaşındaydı. Macellan, yani diğer adıyla Fernando bir daha dönmemek bu küçük kasabadan Lizbon’a göç etti. Macellan şanslıydı, zira Lizbon’a gelişi çok güzel bir zamana denk gelmişti. Dönem, büyük tarihi ve bilimsel gelişmelerin birbirini izlediği yıllardı ve yoksul ve geri kalmış Portekiz büyük bir denizaşırı ülkeye dönüşüyordu. Yani Portekiz sömürgeciliğinin başladığı yıllardı.

L

izbon için Miguel Servantes şunları yazıyordu o sıralarda: “Lizbon, bütün dünyaya dağıtılmak üzere doğa zenginliklerinin getirildiği Avrupa’nın en görkemli kentidir.” Yoksul ve geri kalmış Portekiz, büyük bir deniz ülkesine dönüşüyordu. Portekiz’in cesur gemicileri, Hindistan’a uzanan deniz yolunu keşfetmek üzere, güneyin en uzak bölgelerine kadar açılıyorlardı. Denizin derinliklerinde yaşayan korkunç yaratıklarla ve acayip 85


BD NİSAN 2016

insanlarla dolu mucizevi adalarla ilgili eski masallar artık yavaş yavaş unutulmaya başlanıyordu. Denizciler, uzak seferlerden insanları heyecanlandıran yeni öyküler getiriyor, uçsuz bucaksız okyanuslar, Afrika’nın tropik ormanları ve zenci köleler hakkında değişik şeyler anlatıyorlardı. Bu da gizemi giderek artırıyordu.

P

ortekiz giderek zenginleşiyordu. Cömert Portekiz Kralı Manuel’in hızlı gemileri yeni mallar getiriyor, bütün bunlar Portekiz saraylarını süslemede kullanılıyordu. Macellan Portekiz’e geldikten kısa süre sonra, Kral Manuel’in dul kız kardeşi Kraliçe Leonora’nın hizmetkarı oldu. Macellan Fernando, çokbüyük bir fırsat yakalamıştı. Büyük ihtimalle, geleceğin bu büyük gezgini kral Manuel’in sarayında aldığı eğitimi başka bir yerde bulamazdı. Denizcilik konusunda o dönemde Portekiz dünyanın bir numarasıydı. Dünyanın en iyi dümencileri ve kaptanları, en hızlı gemileri, en hassas haritaları sadece Portekiz’de bulunuyordu. Ayrıca, dönemin en ünlü haritacısı Martin Behaym da Portekiz donanmasında çalışıyordu. Tam bu sıralarda Fernando, Kral Manuel’in yakın dostu olan Vasco de Gama’nın Hindistan’a götüreceği donanmanın hazırlıklarına başlamıştı. İleride gemicilik ve denizcilik hakkında öğrendiği hemen her şeyi Vasco de Gama’nın yanında öğrenecekti. 1497 yılının Temmuz ayında 86

Vasco de Gama’nın donanması yola çıktı. Aradan iki yıl geçmişti ki, Macelllan, şato mazgallarından şatoya bir atlının yaklaştığını gördü. Çamura batmış uzun sakallı, atı yorgunluktan perişan hale gelmiş kişi boğuk sesiyle kralın nerede olduğunu sordu ve verilecek cevaba aldırmadan atıyla sarayın merdivenlerirni tırmanmaya başladı. Kralın çalışma odasına ulaştı, ayaklarına kapanarak, “Hükümdarım size hep iyi haberler getirdim, dedi. Bu haberi ilk kez size ben söylüyorum: Adımı aklınızda tutacağınızı umuyorum. Ben gemi kapanı Arturo Rodriges. Zenci köleleri getirmek üzere Gine adalarına gidiyordum. Azor adaları yakınlarında güneyden gelen bir gemi gördük. Geminin Vasco de Gama donanmasına ait olduğunu öğrendik. Gemileriniz Hindistan’a ulaştıktan sonra şimdi geri dönüyorlar. Hemen rotayı değiştirip, acele Portekiz’e geri döndüm. Çünkü getirdiğim bu iyi haberler karşısında vereceğiniz ödülün, yarı yoldan dönüp Gine sahillerine yapacağım kârlı seferden vazgeçerek uğradığım zararı tamamıyla karşılayacağını umdum.” 1499 yılındın 18 Eylül günü Macellan, kralın hizmetkarı olarak Vasco de Gama’nın Hindistan’dan geri dönmesi ile ilgili düzenlenen törene katılmıştı. Artık Macellan bir deniz subayıydı, hem de Vasco de Gama’nın hizmetinde... Bu garip ve cesur denizcinin hayatı böyle başlamıştı işte...• mumtazidil@butundunya.com.tr


Evrensel Bakış Açısı

BD NİSAN 2016

Gürbüz Evren

Fransız Kaptan Osmanlının Çökeceğini 1784’de Öngörmüştü

Osmanlı-Rus deniz muharebesi (Çeşme-1770) İvan Ayvazovski

G

ünümüzde ve geçmişte büyük devlet olmanın önde gelen koşullarından biri de, denizlerde egemenlik sağlamaktır. Suriye’deki iç savaşa taraf olan Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, İngiltere, Fransa gibi ülkeler, binlerce deniz mili uzaktan gelip, Doğu Akdeniz’de savaş gemileri konuşlandırmaktadır. Hatta Kızıldeniz ve Hazar Denizi’nde bulunan gemilerinden binlerce kilometre uzakta, Suriye’deki hedefleri vurabilmektedir. Birkaç yüzyıl öncesinin süper

güçlerinden Osmanlı Devleti’nin, küçülme ve dağılma sürecine girişinin en önemli nedenlerinden biri olarak denizlerdeki egemenliğini kaybetmesi gösterilir. Bir zamanlar Akdeniz’i Türk gölü haline getiren Osmanlının, donanmasını yenileyemeyen, savaş gemilerini iyi komuta edemeyen, nitelikli denizci yetiştiremeyen, kısacası bu alandaki gelişme, ilerleme ve yeniliklere ayak uyduramayan bir devlete dönüşmesi, sonunu hazırlamıştır. Yazının konusu da, girişten anlaşılacağı üzere Osmanlı Donanması 87


BD NİSAN 2016

olacaktır. önemli bir gelir elde etmektedir. 18. Yüzyılın özellikle ikinci Yani savaş gemisi kaptanlığı zengin yarısından başlayarak Osmanlı olma yoludur” demektedir. ordusunda ciddi bir bozulma söz konusuydu. Özellikle donanmanın aptan Bonneval’ın Osmanlı durumu, kelimenin tam anlamıyla Donanması hakkında şaşkınlık kötüydü. İngiliz, Fransız, Rus ve yaratan değerlendirmelerinden biri İspanyol donanmaları karşısında de, gemi kaptanlarının yol bulma perişan bir görüntü içindeydi. Yerli konusundaki tuhaf yöntemidir. Peryabancı hemen herkes Osmanlı soneli yarıya düşürmüş, tecrübe ve donanmasındaki kötü gidişi görüyor bilgiye sahip olmayan kaptanların, ve kabul ediyordu. Bonneval isimli tehlike yaşamamak için limanlarda ünlü bir Fransız kaptan, 12 Mabeklediklerini, rüzgâr olmadığı yıs 1784 tarihli zamanlarda, denize raporunda, yakından açılıp, kıyıyı gözDonanmadaki incelediği Osmanlı den kaybetmeyecek deniz kuvvetlerinin bir mesafede ilerbir savaş gemisinin sorunlarını kaleme lediklerini anlatan kaptanı olmak için, almıştır. Fransız Bonneval, kılavuz Kaptan, Kral 16. olarak Rumların denizcilik bilgisine Louis’ye gönderdiği kullanıldığı bilgiraporunda, Osman- gerek yoktur. sini vermektedir. lı donanmasının Rumların ise sadece Kaptan-ı yaşadığı sorunların sahip oldukları Derya’ya en çok pratik bilgilerle dukaynağını aktarırken, önemli tespitler rumu idare etmeye parayı öneren yapmaktadır. Rüşçalıştıklarını söylevetin deniz kuvvet- eden bu göreve yen Bonneval, “Rolerini saran bir illet belirlemek getirilmektedir. talarını olduğuna dikkati için pusula kullançekerek, “Donanmazlar. Bu önemli madaki bir savaş gemisinin kaptanı eksiklik yüzünden, İmparatorluğun olmak için, denizcilik bilgisine uzaktaki toprakları Suriye ya da gerek yoktur. Kaptan-ı Derya’ya Mısır’a gitmeleri gerektiğinde, önce en çok parayı öneren bu göreve yabancı gemilerin uğrak limanları getirilmektedir. Kaptan olan ise olan İzmir ya da Rodos’a gelirler. gemi denize açıldığında, ilk limanda Amaçları ise Suriye ve Mısır’a gidemürettebatın yarısını indirmekte, cek bir yabancı gemiyi beklemektir. böylelikle de onların maaşlarına, Genellikle Fransız olan böyle bir yiyeceklerine el koymaktadır. Bu gemiyi bulduklarında ise peşine taşekilde, kaptanlığı boyunca gelecek kılarak, Suriye ya da Mısır’a doğru

K

88


BD NİSAN NİSAN 2016 BD 2016

yola çıkarlar” demektedir. Savaş gemilerindeki düzensizlik de, Kaptan Bonneval tarafından ayrıntılı bir şekilde sıralanmıştır. Bu konuda en çok dikkat çeken ise gemi personeline yiyecek dağıtımındaki eşitsizliktir. Her askerin ayrı ve istediği gibi yemek yediğini, bazılarının gemi üzerinde ateş yakıp, yemek pişirmesi yüzünden yangın tehlikesinin hiç bitmediği, çok yalın bir dille anlatılmıştır. Savaş gemisi üzerindeki görüntüyü de, “Arka güverte, subaylara ait birçok küçük kulübeye bölünmüştür. Savaş gemisinin güvertesi bir uçtan diğer ucuna kadar personele ayrılmış tahtadan kulübelerle kaplıdır. Bunların bir kısmı mutfak, kahve ve dükkân olarak kullanılmaktadır” ifadeleriyle anlatmaktadır.

S

avaş gemilerinin en önemli silahı, topların ve mermilerin hali de, Osmanlı donanmasının içinde bulunduğu kötü durumun göstergelerindedir. Kaptan Bonneval konuya ilişkin olarak, “Osmanlı gemisini bir tehlike anında savaş durumuna hazırlamak çok zor bir iştir. Çünkü gemideki farklı çaplardaki topların mermileri bir arada tutulduğundan, ateş açmak gerektiğinde doğru olanı bulmak şansa kalmıştır. Bu, bir savaş sırasında gemide yaşanacak kargaşanın kanıtıdır” değerlendirmesini yapmaktadır. Savaş gemileri için ayrılan ödenekleri kendileri için kullanan ve gerekli malzemeleri satın almayan kaptanlara dikkat çeken Bonneval’e

Bonneval, tüm bu değerlendirmelerinin ardından Osmanlı deniz kuvvetlerinin durumunu cehalet, düzensizlik ve ihmal kelimeleri ile özetlemektedir.

göre, Osmanlı gemileri bu nedenden ötürü denizde 1 haftadan fazla dayanacak güçte değildir. Söz konusu duruma örnek veren Bonneval, daha yeni denize indirilmiş bir geminin, Karadeniz’deki bir liman yakınında aniden suya gömülmesini alaycı bir dille anlatmaktadır. Bonneval, tüm bu değerlendirmelerinin ardından Osmanlı deniz kuvvetlerinin durumunu cehalet, düzensizlik ve ihmal kelimeleri ile özetlemektedir. Ardından da, “Bir Osmanlı gemisinin en zayıf düşmana bile karşı koyamayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek” demektedir. Kaptan-ı Derya Hüsamettin Paşa ile de görüşen Kaptan Bonneval, Osmanlı Donanması hakkındaki görüşlerini ona da anlatmıştır. “Denizci değil” dediği Hüsamettin Paşa’nın kendisini sessizce dinledi89


BD NİSAN 2016

ğini belirten Bonneval, “Dürüst ve müteşekkir görünüşüne karşın, bir Müslüman’ın bir Hristiyan’dan akıl almak zorunda kalmasından dolayı sinirlendiğini anladım” yorumunu yapmaktadır. Osmanlı’nın donanmadaki kötü durumu, diğer alanlarda da büyüyerek devam etmektedir değerlendirmesini yapan Kaptan Bonneval, “Bu gidişle Avrupa’dan kovulacaklardır. Çok yakın olan bu olayın ne zaman gerçekleşeceğini tahmin etmek bile gereksizdir” öngörüsünde bulunmaktadır.

F

ransız Kaptan Bonneval’ın, Padişah 3. Selim’in tahta çıkışından bir süre önce kaleme aldığı bu raporda yazılanların doğruluğunu, bir Osmanlı bürokratının hazırladığı rapor teyit edecektir. Reisülküttap (Hükümetin yazı işleri müdürü) Mahmut Raif Efendi, Bonneval’ın raporundan 14 yıl sonra yani 1798’de hazırladığı raporda, donanmanın hantallığını, gemilerin bakımsızlığını, personelin eğitimsizliğini, disiplinsizliğini, kaptanların kendilerine çalışmasını, savaş gemilerinin üstündeki yapılaşmayı, top ve mermilerin etkisizliğini ve daha birçok olumsuzluğu uzun uzun anlatmıştır. Kaptan Bonneval’in de dikkat çektiği konuyu, yani savaş gemilerinin güvertesinde her denizcinin kendi yemeğini pişirdiği, böylelikle sürekli yangın tehlikesi altında yaşandığını üzülerek aktaran Mahmut Raif Efendi, “Bu donanma ile bırakın savaşmayı, İstanbul’dan dışarı bile çıkamaz, çünkü boğazda 90

batarız” demektedir. Kadırga döneminin kapanmasına ve kalyon döneminin açılmasına geç ayak uyduran 0smanlı yönetimini eleştiren Mahmut Raif Efendi, tersanelerdeki ustaların kalyon yapımında sıkıntı çektiğini, özellikle de bu büyük gemilerde denge sorununu çözemediğini anlatmaktadır. Ayrıca kaptanların da, kadırga kullanma alışkanlıklarından kurtulamadığını, kalyon idaresini öğrenemediği için açık denizde seyrederek, görev yapması gereken bu büyük gemilerin, limanlarda demirli kaldığını söylemektedir. Reisülküttap Mahmut Raif Efendi son olarak, Fransız Kaptan Bonneval’in raporunda aktardığı, Osmanlı donanmasının bu kötü durumu yüzünden Çeşme’de Rus gemilerinin baskınına uğrayarak yok edilmesi örneğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Rusların Baltık Denizi üzerinden uzun bir yol geçerek Ege Denizi’ne gelmeleri sonucu, 1770’de, Çeşme’de demirli Osmanlı Donanmasını yakmasının sonuçlarını da anlatmaktadır. Bu baskından sonra Ege’de egemen olan Rusların, Çanakkale Boğazı’nı kontrol eden adalara yerleştiği, Yunan isyanlarını başlattığını kaydetmektedir. Rusya’nın Ege Denizi’ne inişiyle başlayan süreç ve Osmanlı Donanması için modernleşme çabalarında Fransa ile İngiltere’den getirilen emekli subayların çalışmalarını ayrıca yazacağız. • gurbuzevren@butundunya.com.tr


BD NİSAN 2016

Einstein’ın Saklı Mektubu ALBERT EINSTEIN

Çeviri: SAFFET GÜLER

kızından bu mektubu toplum sözlerini kabul etmeye hazır oluncaya kadar saklamasını istedi.

1980’lerin sonunda ünlü dahinin kızı Lieserl Albert Einstein tarafından yazılan 1400 mektubu Hebrew Üniversitesine bağışladı, içeriklerini onun ölümünden yirmi yıl sonrasına kadar yayınlamamalarını istedi. Bu mektup onlardan biri, Lieserl Einstein’a yazılmış.

G

örelilik teorisini önerdiğim zaman, beni çok az insan anladı ve insanlığa aktarılmak için şimdi bildireceğim şey de dünyada yanlış anlama ve önyargı ile karşılaşacak. Gerekli olduğu sürece mektupları korumanı istiyorum, yıllar, on yıllar boyu, toplum aşağıda açıklayacağım şeyi kabul etmek için yeterince ilerleyinceye kadar.

Son derece güçlü bir kuvvet var ki, şimdiye kadar bilim bunun için resmi bir açıklama bulmadı. Bu, tüm diğerlerini dahil eden ve yöneten bir kuvvettir ve hatta evrende işleyen tüm fenomenlerin arkasındadır ve bizim tarafımızdan henüz tanımlanmamıştır. Bu evrensel kuvvet “sevgi”dir. Bilim insanları evrenin birleşik teorisini aradıkları zaman, en 91


BD NİSAN 2016

güçlü görünmeyen kuvveti unuttular. Sevgi, onu alanı ve vereni aydınlatan Işıktır. Sevgi yerçekimidir, çünkü bazı insanların diğerlerine çekildiklerini hissetmelerini sağlar. Sevgi güçtür, çünkü sahip olduğumuz en iyi şeyi çoğaltır ve insanlığın kendi kör bencilliğinde yok olmamasını sağlar. Sevgi gözler önüne serilir ve her şeyi ortaya çıkarır. Sevgi için yaşarız ve ölürüz. Sevgi Tanrıdır ve Tanrı Sevgidir. Bu kuvvet her şeyi açıklar ve hayata anlam verir. Bu belki sevgiden korktuğumuz için, çok uzun zamandır görmezden geldiğimiz değişkendir, çünkü insanın isteğiyle harekete geçirmeyi öğrenmediği evrendeki tek enerji sevgidir.

S

evgiye görünürlük sağlamak için, en ünlü denklemimde basit bir düzeltme yaptım. Eğer E = mc2 yerine, dünyayı iyileştiren enerjinin ışık hızının karesi ile çarpılan sevgi vasıtasıyla elde edilebildiğini kabul edersek, sevginin var olan en güçlü kuvvet olduğu sonucuna ulaşırız, çünkü sevginin sınırları yoktur. İnsanlığın bize karşı dönen, evrenin diğer güçlerini kullanmaktaki ve kontrol etmekteki başarısızlığından sonra, kendimizi başka türde enerjiyle beslememiz acil bir durumdur. Türlerimizin hayatta kalmasını istiyorsak, hayatta anlam bulacaksak, dünyayı ve dünyada yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi sadece tek yanıttır.

92

Türlerimizin hayatta kalmasını istiyorsak, hayatta anlam bulacaksak, dünyayı ve dünyada yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi sadece tek yanıttır. Belki, gezegeni harap eden nefreti, bencilliği ve açgözlülüğü tamamıyla yok edecek kadar güçlü bir alet, sevgi bombası yapmaya hazır değiliz. Ama, her birey kendi içinde enerjisi salıverilmeyi bekleyen küçük, ama güçlü bir sevgi üreteci taşır. Sevgili Lieserl, bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimiz zaman, sevginin her şeyi fethettiğini, her şeyi aşabildiğini onaylamak zorunda olacağız, çünkü sevgi yaşamın özüdür. Senin için tüm yaşamım boyunca kalbimde sessizce çarpan şeyi ifade edemediğim için derinden pişmanlık duyuyorum. Belki özür dilemek için çok geç, ama zaman göreli olduğundan, seni sevdiğimi söylemeliyim, nihai yanıta ulaştığım için sana teşekkür ederim.” Baban, Albert Einstein


Mitolojiden Yansıyanlar Haluk Erdemol

Kahraman

Herakles (Herkül)

G

eçen sayımızda Herakles’i kuzeni Miken kralı Eurystheus’un buyruğuna girmek üzere onun karşısına çıkarken bırakmıştık. Kaynaklar iki gencin ilk karşılaşmalarında neler konuştuklarından söz etmiyor. Fakat Herakles’in geliş nedeni olarak başına gelenleri ve Delfi bilicilerinden duyduklarını anlattığını, Kral’ın da karşısına gelen bu bedence güçlü, fakat yazgısının zayıf düşürdüğü genci elindeki iktidar gücüyle ezmek için ona buyuracağı işler konusunda hayal gücünü zorlamaya başladığını tahmin edebiliriz.

Roma lahit kabartması, MÖ 5. yy

Herakles’i o güne dek hiçbir insanın karşılaşmadığı tehlikelerle yüz yüze getirecek bu işleri peşpeşe buyururken Eurystheus’un Hera’nın güdümünde olduğunu hatırda tutmamız gerekiyor. Homeros’tan başlayarak birçok yazar ve ozanın farklı kurgularla süsleyerek anlattıkları söz konusu zorlu görevlerin (veya işlerin) sayısının çoğu kaynakta 12 olduğunu görüyoruz. Ancak bazı kaynaklar Eurystheus’un buyurduğu işlerden ikisinde Herakles’in yardım aldığı gerekçesiyle bunları geçersiz sayarak onların yerine iki iş daha 93


BD NİSAN 2016

buyurduğunu, yani iş sayısının 10 olacakken 12 olduğunu aktarıyor. 1. Nemea Aslanı Eurystheus’un buyurduğu ilk iş, musallat olduğu Nemea Vadisi’nin adıyla anılan korkunç bir aslanı öldürmek ve derisini yüzmekti. Aslan Toprak Ana Gaia’ya kadar uzanan, fakat canavar yaratıkların ürediği bir soydan geliyordu. Herakles’in

geriye kalan tek silahını kullandı Herakles: Kas gücünü. Sopanın darbesiyle sersemleyen Aslan’ı mağaranın içine sürüp gırtlağına sarıldı ve kollarının olanca gücüyle boğarak öldürdü onu. Sıra derisini yüzmeye gelince işlemeyeceğini bildiği bıçağı yerine Aslan’ın kendi pençelerini kullandı. Yüzdüğü deriyi zırh gibi kuşandı, baş kısmını da miğfer yaptı. Eurystheus onu bu haliyle gördüğünde kaçacak delik aradı. Bir daha karşılaşmamak için Herakles’i kale duvarlarının dışında tutup buyruklarını habercilerle göndermeye karar verdi.

K

Rubens (1577-1640)

hayvana yaklaşması zor olmadı. Bir mağara girişinde son avını yerken bulduğu Aslan’a attığı ok göğsüne çarpıp yere düştüğünde Herakles hayvanın postuna silah işlemediğini anladı. Karnını doyurup uyuklamaya başlayan Aslan’a bu kez kılıcıyla saldırdığında bir kez daha anladı bunu. Kılıç yumuşak bir madenden yapılmış gibi bükülüvermişti. En son başvurduğu emektar sopası da hayvanın başında parçalandığında 94

endine tunçtan yapılma, yer altına gömülü bir sığınak yaptırdığı da anlatımlarda yer alıyor. Nemea Aslanı antik Yunan ve Roma kaynaklarında Aslan Burcu ile ilişkilendiriliyor. Ancak bu burcun geçmişi Herakles’den daha eskiye, Sümer uygarlığına kadar uzanıyor.

2. Lerna’nın bataklık canavarı: Hydra Herakles’i ilkinden daha tehlikeli bir maceraya sürükleyecek ikinci iş Lerna kentinin yakınlarındaki bataklığı mesken tutan, köpeğe benzer gövdeli ve yılansı dokuz başlı canavar Hydra’yı öldürmekti. Nemea Aslanı ile aynı soydan gelen Hydra’nın ortadaki başı ölümsüzdü. Isırıkları zehir saçar, geçtiği yerde ot bitmez olurdu. Hydra doğduğu


BD NİSAN 2016

zaman Hera’nın Herakles’e karşı kullanmak amacıyla onu besleyip büyüttüğünü yazanlar da var. Herakles için Hydra ile dövüşmek dokuz canavarla dövüşmek gibiydi. Sopası ve kılıcıyla saldırdığı her başın yerine yenisi çıkıyordu. Ortadaki başa ise diğerlerinin saldırıları yüzünden bir türlü ulaşamıyordu. Üstelik bataklığın çamuru hareketlerini zorlaştırıyordu. Bir de azman bir yengeç peydah olmuştu, ayaklarını ısırıp duruyordu. Herakles’in dikkatini dağıtmak için Hera göndermişti onu. Yengeci ezerek ondan kolayca kurtulan, ama Hydra’nın başları yüzünden zor durumda kalan Herakles İolaos’tan yardım istedi. Yılanların alevlerden ürktüklerini bilen delikanlı hazır tuttuğu meşaleyi uzattı ona. Herakles meşaleyle Hydra’yı ürkütmekle kalmadı, kestiği her başın kesik boynunu dağlayarak yeni başların çıkmasını önledi. Geriye kalan son, ölümsüz başı da canlı canlı büyük bir kayanın altına gömdüler.

H

erakles Hydra’nın karnını yarıp safra kesesine oklarını batırdı. Böylece oklarının öldürücü etkisini zehirle pekiştirdi. Hera, yenik düşseler de kendisine hizmette bulunan iki yaratığı unutmadı. Hydra ile yengecin isimlerini biçimlerine denk düşen takımyıldızlara verdi.

Hans Sebald Beham (1500-1550)

Lucas Cranach (Baba) (1472-1553)

Yengecin ismi ‘Karkinos’du. Güneşin döngü çemberi üzerindeki 12 takımyıldızdan biri, yani burçlar kuşağının bir üyesi oldu (Yengeç burcu : İng. Cancer.) Hydra ise ondan daha büyük gövdesi ve başlarıyla kuşağın dışındaki derinliklerde kaldı. 95


BD NİSAN 2016

Herakles bir kez daha başarıyla dönmüştü, ama Eurytheus bu başarıyı geçersiz saydı. Ona göre Herakles verilen işleri tek başına yapmalıydı, oysa yardım almıştı. 3. Cerynea Geyiği Herakles’e verilen üçüncü görev yine bir hayvanla ilgiliydi, ama diğerlerinin aksine zararsız bir yaratıktı bu. Mitoloji yazarlarının anlatımlarında ve modern dillere yapılan çevirilerde bu hayvan için kullanılan isim dilimizdeki ‘maral’a denk düşüyor, yani kızıl geyiğin dişisi. Fakat altın gibi ışıldayan (veya altın) boynuzları yüzünden ‘erkek

özelliği vardı: Hızı. Hera geyiğin bu özelliğini Artemis’ten duymuştu.

A

rtemis “Çocukluğumda karşıma çıkan beş maraldan dördünü yakalayıp arabama koşmuştum,” demişti, “ama beşinci o kadar hızlı koşuyordu ki hâlâ yakalayamadım onu.” İşte, söz konusu olan o beşinci geyikti. ‘Artemis bile onu yıllardır yakalayamadığına göre Herakles hiç yakalayamaz’, diye düşünmüştü Hera. Geyiğin otladığı Cerynea Tepesi’nden başlayarak iz sürdü Herakles. Sık sık ona ulaşıyor, ama bir türlü kıstıramıyordu. Onu canlı yakalamak zorundaydı, yoksa bir Mitoloji yazarlarının anlatımlarında ve modern dillere yapılan çevirilerde bu hayvan için kullanılan isim dilimizdeki ‘maral’a denk düşüyor, yani kızıl geyiğin dişisi.

Antonio Tempesta (1555-1630)

geyik’ tanımına uyan isimlerle de anılıyor. Herakles gibi, canavarlara meydan okuyan bir kahramana bu zararsız dişi geyiği yakalayıp canlı canlı getirme görevini verirken Eurystheus yine Hera’nın güdümündeydi. O belki bilmiyordu, ama Cerynea yöresinde gezinen bu geyiğin Herakles’i uğraştıracak, belki de bu işte yenik düşürecek bir 96

okla yere sermek işten bile değildi. Günler geçiyor, tepeler ve yöreler birbirini izliyor, kovalamaca sürüyordu. Hayvan alışık olmadığı kayalık yerlere geldiğinde yorulmuş, hızı azalmıştı. Herakles okçuluktaki becerisine başvurdu. Bu beceri her okçunun bilmek zorunda olduğu ilk kuraldı: Nişan almak. Öyle bir ok attı ki geyiğin ön ayaklarının önünden geçerken hayvana çelme takar gibi tökezletti


BD NİSAN 2016

onu. Herakles hemen atılıp hayvanı sırtladığı gibi yola koyuldu. Tam bir yıl sürmüştü bu iş. Dönüş yolunda Artemis çıktı karşısına. Herakles geyiklerin Artemis’in kutsal hayvanları olduğunu biliyordu. Tanrıça’nın hışmına uğramaktan korktu, ama azarlarına yanıt olarak başından geçenlerden ve Eurystheus’un buyruğundan söz edince Artemis’in öfkesi yatıştı ve geri getirmesi (veya serbest bırakması) şartıyla geyiği incitmeden götürmesine izin verdi. Dönüşte Eurystheus geyiğin kendi evcil hayvanlarının bulunduğu bahçeye konulmasını istedi.

H

erakles Artemis’in şartını yerine getirmek için kurnaz bir oyun oynadı. “Geyiği bahçenize koymak istiyorsanız onu kendiniz gelip almalısınız,” dedi Kral’a, “Artemis’in gözde hayvanını kölelerin ellerine bırakmak doğru olmaz.” Kral tam geyiğin boynundaki ipe el atarken Herakles ipi bırakıverdi. Kral geyiğin arkasından bakarken buldu kendini. Herakles “Suç bende değil,” dedi, “siz çabuk hareket etmediniz.” 4. Erymanthus Yaban Domuzu Dördüncü buyruk konusu iş yine bir hayvanı canlı olarak yakalamaktı, ama geyik gibi masum bir hayvan değildi bu; Erymanthus Dağı’nın eteklerindeki köyleri ve tarlaları talan eden azman bir yaban domuzuydu. Dağ’ın eteklerinde yaşayan kentavrosların (at adamlar)

Lucas Cranach (Baba)

çıkardığı kavgadan zehirli oklarıyla kurtulmayı başaran Herakles birkaç gün süren kovalamacanın sonunda yaban domuzunu sopasıyla dürte dürte kar dolu bir çukurda kıstırdı. Ayaklarını bağlayıp sırtında taşıyarak Eurystheus’un sarayına geldiğinde Herakles’i sırtında böğüren yaban domuzu, başındaki aslan kafalı miğferiyle uzaktan gören Kral soluğu sığınağında aldı. Oradan haber gönderdi: “Domuz senin olsun, ne yaparsan yap, yeter ki benden uzak tut.” Herakles’in işlerini gelecek sayımızda sürdüreceğiz. Bu bölüm için seçtiğimiz sanat yapıtları Herakles’i ilk dört işinde betimliyor. Yapıtlar da aynı işlerin isimlerini taşıyor.• halukerdemol@butundunya.com.tr 97


BD NİSAN 2016

N

ew York’tan Buenos Aires’e gitmekte olan bir vapurda yolcular, dünya satranç şampiyonu Czentovic’in de onlarla birlikte yolculuk ettiğini öğrenince onunla oyun oynamak isterler. İlk oyunda, dünya şampiyonuna –doğal olarak– yenilen bu sıradan oyuncular; ikinci oyunda hiç beklemedikleri bir yardımla Czentovic’le berabere kalmayı başarırlar. Onlara yardım eden, hamleler sonrasını zihninde hesaplayabilen adamın, satranç oyunundaki ustalığının öyküsü ise sıra dışı ve çok hüzünlüdür. Stefan Zweig’ın sürgünde yazdığı, intiharından yalnızca günler önce yayımcısına ulaşan, sonuncu ve en tanınmış eserlerinden biri olan Satranç; tecrit altında bir insanın yaşadığı sıkıntıların boyutlarını güçlü bir anlatımla sunuyor.

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A

XXX


Bir Kitap Bir Yazar

Anadolu’nun Bin Tanrılı Kralı

Şuppiluliuma S

ayın Nurdoğan Gülen’in Şuppiluliuma kitabını bir solukta okumuş son derece ilgilenmiş, onu okuyucularıma tanıtmak için bir yazı yazmayı istemiştim. Fakat araya giren işler dolayısı ile ertelediğim bu tanıtım yazısını yaşımın çok ilerlediği şu günlerde tekrar M. İlmiye Çığ hatırlayarak hemen yazmaya başladım. Şuppiluliuma Anadolunun bin tanrılı kralı! Hiç duymadığımız bir isim! Kimdi o? Bundan en az 3500

Yazan: MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ

yıl önce Anadolu’nun göbeğinde Hattuşa isimli başkenti olan bir devletin, Hitit Devleti’nin kahraman kralı idi o. Hitit’lerin Atatürk’ü, diyor yazar! Onun yaşam öyküsünü kendinden sonra kral olan oğlu Murşili yazmış. O, yalnız kendi hatırladıklarını değil babası zamanında onun hakkında yazılanları da koymuş aralarına. Tarihte ilk anı kitabı, diyebiliriz buna. Yazarımız da ayrıca başka belgelerden yararlanarak yalnız bu kral zamanında olan siyasal, sosyal olayları tatlı bir üslupla anlatmış bize. Bu öyküler Sumerlilerin icat ettikleri çiviya99


BD NİSAN 2016

barış yapılmış. Bunların bugünden ne farkı var? Şimdi Murşili’nin yazdığı babasının öyküsünü Sayın Gülen’in kaleminden izleyelim:

B

Nurdoğan Gülen’in Şuppiliuma adlı kitabı

zısı dediğimiz yazı ile kil tabletler üzerine yazılmış, saray kitaplığına konulmuş. Yüzyıllar içinde şehirler, saraylar yıkılmış, kitaplıklar toprağın altına gömülmüş. Geçen yüzyıl yapılan kazılarla kütüphaneler bulundu, yazılar çözüldü ve böylece birlerce yıl önceki devletlerin, insanların yaşam öyküleri ortaya döküldü. Bunlardan o zamanki insanların, devletlerin yaptıklarının bugünden farklı olmadığı görüldü. O zaman da güçlü güçsüzü, zengin yoksulu ezmekten geri kalmamış. Savaşlar, yağmalar olmuş. İnsanlar aç, susuz kalmış. Diğer taraftan devletler arasında kız alıp vermeler ve çeşitli hediyelerle 100

aşarılı bir kahraman ve Prens olan Şuppiluliuma zamanında tahtta genç Tuthaliya krallık yapıyordu. O yıllar içinde Hitit memleketini kuzeyden Gaşkalar, Batıdan Arzavalılar, Erzurum ve çevresinden Azzi ve Hayaşalılar Elazığ yörelerinden İşuvalılar, İslahiye yakınlarından Armatana isimli düşmanları sarmış. Ülkeyi dört bir koldan başkent Hattuşa da dahil olmak üzere yıkıp yakmaya başlamışlar, insanlarını katlederek mallarını ellerine geçirmişlerdi. Anlatılmaya çalışılan bu manzara istiklal savaşını başlatan Atatürk’ten hemen öncesine ait Anadolu’ya benzemektedir. Halk çaresizdi, gruplar halinde gelen düşmana karşı yetecek ne silahları, ne de güçleri vardı. Tam bu sırada kral Tuthaliya tahttan uzaklaştırıldı ve yerine adı “Temiz kaynaklı” anlamına gelen Şuppiluliuma geçirildi. Bu önemli gelişme sonrasında büyük bir kurtuluş savaşı başlatılarak Hitit Ülkesi düşmandan adım adım temizlendi. Toplum artık yeni bir düzen içindeydi. Ülkenin yeni saldırılara açık olduğu bilindiği için yeni kral tarafından hem Anadolu içlerine hem de günümüz Suriyesi’ne kadar uzanan savaşlar yapıldı.


BD NİSAN 2016

Eldeki bilgilere göre yardım istiyorlardı. onun yaptığı çalışmalar Savaşlar, saldırısayesinde Hititler bir lar devam ededursun süre sonra dönemin beş diğer taraftan krallar önemli devletinden biri birbirlerine çeşitli haline gelmiştir. Söz yıldönümleri ve evlikonusu ülkeler Mısır, likler nedeni ile pahalı Babil, Mitani, ve yenihediyeler göndererek den kurularak büyüyen dostluklar kurmaya Asur Devleti idi. Hitit çalışıyorlardı. toplumunu güçlendiÖrneğin: Şuppiluren Şuppiluliuma Hitit liuma Mitani ÜlkeDevleti’nin Mısır Devsi’ne ilk saldırışında IV. Amenhotep leti ile ayni düzeyde yeniliyor. Mitani Kralı olduğunun kabul edilmesi nedeni Tuşratta bu zaferi bir öğünme meile III. Amenhotep’un ölümünden selesi haline getiriyor ve Mısır Krasonra tahta çıkan oğlu IV. Amenlı’na yaranmak için ona Hatti Ülkesi hetop – Akhenaton’a ikibuçuk düşmanından aldığı bir savaş arakilo ağırlığında gümüşten yapılma bası, iki at, bir erkek hizmetkar, bir ceylan biçiminde bir tören kabı ile kadın hizmetkar gönderiyor. Sonra on kilo ağırlığında iki gümüş kursu da kendi hediyelerini sıralamaya gönderiyor. başlıyor kral: Beş savaş arabası, beş Büyük devletler arasında yer takım at, kızkardeşi Kelu Heba’nın alan Mitani Devleti şimdiki Suriye selam hediyesi olarak bir adet altın sınırları içindeydi. Akdeniz’in kakma elbise iğnesi, bir çift altın doğusunda bulunan küçük beylikle- küpe, bir altın maşhu yüzüğü, yine re gelince: Onlar bir taraftan Mısır altın küpe bu armağanlara ek olarak veya Mitani Devlet’lerine bağlı dönemin kıymetli hediyeleri arasınoluyorlar, diğer tarafda yer alan tatlı yağ tan da kendi aralarında (bugünkü anlatımla savaşıyorlardı. içi parfüm dolu koku kabı) gönderilmiş. zamanki anlayıSarayını Bey şa göre bir bey kızları ile dolmağa ve kralın öldürülmesi alışık olan Mısır Kralı durumunda karısının II. Amenhotep bu kez ve çocuklarının da yok Mitani Kralı Tuşratedilmesi gerekiyorta’dan kendisine eş du. Beyler sıkıştıkları olması için bir prenzaman da bağlı olduksesi istiyor. Mitani’ye Nefertiti ları büyük devletlerden giden Mısır’lı vekiller

O

101


BD NİSAN 2016

genç prensesi görmüşler ve onun güzelliğinden söz ediyorlardı. Adı Tadu Hepa idi. Bu kız Mısır’a gelin olarak gidince adı Nefertiti olarak değiştirildi.

E

vlilik olur da çeyiz, hediye olmaz mı? Gönderilenleri okuyunca insanın ağzı açık kalıyor. Onlar hem çok değerli, hem de yük açısından son derece ağırdılar. Ayrıca şaşırtıcı güzelliklere sahiptiler. Aralarında lapis lazuliden yapılma kozaların yer aldığı küpeler, gerdanlıklar, yine lapis lazuliden çekirge motifleri, altın solucanlar, mesukku kuşları ile birbirine bağlanan iki altın bilezik, altın ve gümüş yıkanma kaplarına varıncaya kadar pek çok değerli eşya, pahalı elbiseler, örtüler yanında yeni kraliçenin hizmetinde çalışacak 270 kadın ile 30 erkek köle vardı. Çeyize ek olarak özellikle krala verilmek üzere değerli savaş arabaları, besili atlar, kıymetli cenk aletleri gönderilmişti. Ancak yaşlı kral hasta idi bir yıl sonra öldü ve dul kalan Nefertiti ile bu kez yerine geçen oğlu Akhenaton evlendi. Ülkesini güçlendirmeğe and içtiği anlaşılan Şuppiluliuma, çocuklarının annesi olan karısı ve kraliçe Henti’yi kendi memleketine gönderdikten sonra saldırmazlık antlaşması yapmak üzere Babil Prensesi Maynigal ile evlendi. Küçük beyliklerden birinin beyi olan Hukkana’ya da dost olmaları için kendi kız kardeşini veriyor. Burada ilginç olanı, Hukkana’nın bölgesinde kardeş evlilği, ensest varmış. 102

Evlilik antlaşmasında kızına bunun uygulanmamasını şart koyuyor kral. Yapılan bu düğünde prensesin yanına birçok çeyiz veriliyor. Bunların arasında, çeşitli hediyeler, hizmetkarlar, savaş esirlerinden hissesine düşenler, uzaklara gidecek alayın içinde yer alması gereken belli miktarda sığır ve koyun sürüleri de vardı. Şuppiluliuma beyliklere yaptığı seferler sırasında Kargamış şehrini ele geçiriyor. Tam bu arada kralın eline Mısır’dan gizli bir şekilde yola çıkarılan bir tablet ulaşıyor. Gönderen o sıralarda ölen Mısır Kralı Tuthankamon’un eşi Kraliçe Ankhesenamun idi. Belgenin okunmasının ardından Kralın büyük şaşkınlığa uğradığını oğlu Murşili şu sözlerle anlattı: Babam bunu işittiğinde toplantıdaki büyük birine şöyle söyledi: Bütün hayatım boyunca böyle bir şey asla olmadı.

M

ısır Kraliçesi Kral’a ne yaz mıştı ki Kral elinde olmaksızın büyük bir şaşkınlığın içine düşmüştü? Onu da siz okuyup öğrenin. 349 sayfayı bulan ve 3500 yıl önce uyuyan Batı dünyasına karşılık, Anadolu’nun savaşlar, barışlar, hediyeler ve kız alıp vermelerle yakın çağlardan pek farkı olmayan yaşamını gözler önüne seren bu kitap, hem halka dönük hem de verdiği dip notlarla bilimsel bir çalışmayı göstermesi bakımından çok önemlidir. Yazarını bu bakımdan da ayrıca candan kutlarım. M. İlmiye Çığ, 22 Kasım 2015


Türk Dili

BD NİSAN 2016

Orhan Velidedeoğlu

“Alicengiz” Oyunu (Bir halk masalı )

İ

nternette dikkatimi çeken ve isim verilerek yapılan bir uyarıda şöyle deniliyor: “Siz siz olun, internette her karşınıza çıkan şeye ‘vecettü’ diye atlamayınız sevgili okuyucular. İnceden inceye ‘işletiliyor’ olmanız her zaman ihtimal dahilindedir.”(!?) Bu konuda ben de yakınlarımı uyarıyorum: Örneğin, on iki deyim ve atasözünün yanlış yorumlandığı savunulup “doğruları bunlardır”

diye ileri sürülen ve 1’i dışında diğerleri çok yanlış olan “internet uydurmacalarının”, birtakım yazarlarca da ciddiye alınıp gazetelerine taşınması üzerine, konuya açıklık getirme gereğini duymuştum. (Bkz: Bütün Dünya, Kasım 2014) İşte, yine böylesi uydurmacalardan bir başka örnek: Alicengiz oyunu Bu oyunla ilgili şeytanın bile aklına gelmeyecek hileler, düzenbaz103


BD NİSAN 2016

lıklar anlatılır ve deyimin kaynağı, eski halk masallarına dayandırılarak -gerçekmiş gibi- köken açıklamasına girişilir.

onu öldürürmüş. Öğrenen ‘kanarya’ olsa, sihirbaz ‘atmaca’ olup onu avlarmış.” (...) “Devrin padişahı, bu gidişe dur demek için düzenbazı mat edene ilinir ki masallar, genellikle kızını vereceğini vadetmiş.” halkın hayal gücüne dayalı, “Ali Cengiz adında bir derviş bu gerçekdışı olayları konu edinen bir işe talip olmuş. Sihirbaz, Ali Cenanlatım türüdür. giz’i kolay lokma görüp ona oyunu Masalların, ‘şu deyimin kayöğretmiş. Sınav günü Ali Cengiz nağıdır’, ‘bu deyimin kökenidir’ “koç” kılığında meydana gelmiş. denilerek ciddi yayın organlaSihirbaz derhal “kurt” olmuş. Ali rında yorumlanması ve halka Cengiz “su” olup kurdu boğmak sunulması, safsatadır. isteyince sihirbaz kendini “ateş”e Böylesi açıklamalardan birini, çevirmiş. Bir süre ikisi de kılıktan kılığa girerken Ali Masalların, Cengiz çiçek olup padişahın kucağına düş‘şu deyimin müş. Sihirbaz eşekarısı kaynağıdır’, olup üzerine konmuş. ‘bu deyimin Ali Cengiz hemen darı kökenidir’ denile- olup yere yayılmış. Sihirbaz tavuk kılığına rek ciddi yayın girip darıları yerken Ali Cengiz tilki olup organlarında (!) yorumlanması ve onu boğmuş...” Bir anlatıma göre halka sunulması, de, Ali Cengiz darı olduğunda tavuk onsafsatadır. lardan birkaçını yediği internetten özetleyerek izleyelim: için Ali Cengiz aslına döndüğünde “Hikâyet ederler ki; eski sol elinin iki parmağı yokmuş. Ama zamanda bir sihirbaz adam, gayb bu durum padişahın kızıyla evlenilimleriyle uğraşarak istediği şekle mesine engel olmamış... girebilmenin tılsımını keşfetmiş. [Masalın başka anlatımlarında Bu adam sihirbazlıkta o derece değişik yorumlar yapılırken, ne ileri gitmiş ki, sık sık şekil değiştir- yazdığının ayırdında olmayan bir meye ve insanları hayrette bırakan diğeri de “Sihirbaz, canını eğlendiroyunlar çıkarmaya başlamış... Bu mek ve halka marifetini göstermek sihirbaz, isteyen herkese sihrini üzere...” diyecekken, “Allah’ın, öğretir, sonra bir oyun oynayarak lütuf ve merhamet ederek kullarının

B

104


BD NİSAN 2016

günahlarını bağışlaması” anlamındaki mağfiret sözcüğünü kullanarak, ki mağfiret yalnızca Allaha mahsustur, “halka mağfiretini göstermek üzere”diye yazabiliyorsa, internette yazılan her şeye nasıl inanılabilir ki.] *** üzyıllar boyu bir masal olarak anlatılagelen ve halk tarafından kökeni bilinmediği için de yanlış anlamlandırılan “alicengiz oyunu” hilenin, aldatmacanın adı olmuş ve deyimlerin derlendiği bazı, sözlüklerde yer almıştır. Alicengiz oyunu: Kurnazca ve haince düzen. (Ömer Asım Aksoy, TDK yay. 1976) Alicengiz oyunu: Kişinin aklını durduran kurnazca ve haince düzen. (Ali Püsküllüoğlu, Arkadaş yay. 1995) [Titiz araştırmacılığı ve seçiciliğiyle bilinen Emin Özdemir, “Deyimler Sözlüğü, (Bilgi Yay. 2000)”de bu söze yer vermemiştir.] *** ilimize değişik kaynaklardan değişik anlamlarla giren “al / âl” sözcükleri vardır. 1-Al = Kırmızı. 2- Âl (l harfi ince okunur)= Aile, evlat, sülale, hanedan. 3- Âl= yüksek. 4- Al (Âl ) = hile-hud’a, oyun. Türk dili ve kültür hayatımızın en güçlü ve güvenilir kaynağı olan Kâşgarlı Mahmud’un Divanü Lûgat-it-Türk’ünde “al” sözcüğü “hile” anlamında kullanılır: “Avcı nice al bilse ayı onca yol

Y

D

bilir” (C.1, s.63): (Avcı ne kadar hile bilse, ayı kaçmak için o kadar yol bulur.) “Alın arslan tutar, küçün kösgük tutmaz” (C.2, s. 289): Al (hile) ile arslan tutulur, güç ile korkuluk [bostan korkuluğu] tutulmaz. “Alın arslan tutar, küçün sıçgan tutmaz” (C.3, s. 412): Al (hile) ile arslan tutulur, güç ile sıçan tutulmaz. Yakın yüzyıllarda bu deyim, akla daha yatkın ve tarihsel bir yaklaşımla- Alicengiz, “Âl-i Cengiz” (Cengiz Han’ın soyu) anlamında kullanılmıştır. Örneğin, “Âl-i Osman”da Osmanlı devletinin kurucusu Osman’ın sülalesi, hanedanı anlamındadır. “Harb açtı adûya Âl-i Osman, ‘Merdim’ diyene göründü meydan...” Namık Kemal (“Cezmi”den) *** Bu deyimde adı geçen Cengiz’in (Cengiz Han) çocukluk adı “Timuçin”dir. 1162’de(?) Moğolistan’da doğduğu ve 1227 yılında 65 yaşında öldüğü kabul edilir. İyi bir siyasetçi ve devlet adamı olan Cengiz Han, Moğol kabilelerini buyruğu altında birleştirerek Moğol İmparatorluğunu kurar. Bu imparatorluk, dünya tarihinin ‘bitişik sınırlara sahip’ en büyük imparatorluğudur. (Çin Denizi’nden Akdeniz kıyılarına; Orta Asya’dan Tuna boylarına kadar uzanan toprakları kapsar.) Cengiz Han, kurnaz ve acımasız 105


BD NİSAN 2016

bir savaşçıdır. Savaşlarda atik davranır, önden gönderdiği atlı birlikleriyle düşmanı yıpratırken diğer yandan çeşitli savaş hileleriyle onu zayıf tarafından kuşatarak kılıçtan geçirir.

G

enç yaşta savaş meydanlarında uyguladığı müthiş taktikleriyle, (düşmanı yanıltıcı savaş hilesi ve oyunlarıyla) kazandığı başarılarından dolayı kendisine Çince Çengsze adı verilmiştir ki “Çok başarılı ve yetkin savaşçı” demektir. Savaş hile ve oyunlarını, çok iyi bildiği ve değişik taktiklerle girdiği bütün savaşları kazandığı için, “Cengiz’in savaş hilesi, savaş oyunları, savaş aldatmacaları...”anlamlarında “âl-i Cengiz”(Cengiz’in hilesi) deyişi, halkça benimsenip kişisel ilişkilerde de kullanılan bir deyime dönüşmesi, güçlü bir olasılıktır. *** debiyatçı, şair ve yazar Rüştü Şardağ (1916-1994), Osmanlı şair ve bestekârlarından Buhurîzâde Mustafa Itrî Efendi (16401712)’nin yaşamı ve yapıtlarına ilişkin yazdığı kitabında yer verdiği ve âl /al sözcüklerinin değişik anlamlarda kullanıldığı bir dörtlüğü şöyle yorumlar:

E

Gönlüm aldı âl ile bir gözleri âlâ yine Gözleri âlâların canlar fedâ âlâyine. Âl-i tutîdir femin, gûya şekerdir leblerin. Ânı seyretmek dilersen, destine âl âyine. *** [Gönlümü aldı hile ile bir güzel gözlü yine. Gözleri -güzellikte- yüce olanların canlar kurban alayına. Papağan soyundandır sanki ağzın, şeker gibidir dudakların. Bu hâlini (güzelliğini) seyretmek istersen, al eline aynayı.] “Ozan bu şiirinde ‘âlâyine’yi üç kez, -değişik biçim ve anlamlardakullanarak güzel bir cinas sanatı yapmıştır: “Birincisinde ‘âlâ yine’, ‘hileci yine’ anlamındadır. “İkincisinde, gözleri âlâların... (gözleri çok güzel olanların) ‘topuna birden’ der gibi ‘alayına’ demiş oluyor. (Gözleri -güzellikte- yüce olanların ‘alayına’ canlar kurban olsun.) “Dördüncü dizedeyse şair, ‘âlâyine’yi bölmüş: (Bu halini, güzelliğini seyretmek istersen ‘destine âl âyine) üçlemesiyle ‘eline al bir ayna’ demek istemektedir. • orhanvelidedeoglu@butundunya.com.tr

Diller Hakkında İlginç Bilgiler

• Dünya üzerinde konuşulduğu tahmin edilen ortalama 7.000 dil bulunmaktadır. • Papa, resmi Twitter hesabından 9 dilde Tweet atmaktadır ve İspanyolca hesabı en yüksek takipçi sayısına sahiptir. • Hazar Denizi kıyılarında konuşulan “Archi” dilinde, her bir fiilin 1.5 milyon civarında farklı çekimi vardır. 106


Dünya Döndükçe

BD NİSAN 2016

Sabriye Aşır

Özgürlük yolunun cesur rehberi

Harriet Tubman Harriet Tubman, köleliğin kaldırılmasına yaşamını adadı, amansız bir eşitlik ve hak mücadelesi verdi. Ona “General Tubman” da dediler, “kondüktör” de, “Harriet Teyze” de… Ve “halkının Musa’sı” olarak da adlandırıldı.

Ö

lmeden önce geniş kitleler tarafından tanınıp saygı görse de, tarihte ilham verici bir kahraman olarak değerlendirilmesi, ölümünden yıllar sonra oldu. Amerika’nın tarım ve sanayisinin fiziksel olarak tam anlamıyla ikiye bölündüğü 1800’lü yılların ikinci 107


BD NİSAN 2016

yarısında, Güney eyaletlerindeki büyük çiftliklerde yürütülen tarımsal üretimin yükü, bütünüyle Afro-Amerikan kölelerin üzerindeydi.[1] Zorbaca yöntemlerle Afrika kıtasından kaçırılan köleler, insanlık dışı koşullar altında yaşıyorlardı.

O

kölelerden biri olan Araminta Harriet Ross da, annesi-babası ve sekiz kardeşiyle birlikte Brodess Ailesi’nin esareti altındaydı. Henüz çok küçük yaşlardayken, üç kız kardeşinin uzak bir çiftliğe satılmasının acısını yaşadı. Ardından da Araminta Harriet Ross’un bir erkek kardeşini satmak istediklerinde, anne Harriet “Rit” Green, ailesinin daha fazla parçalanmasına katlanamadı ve karşı koydu. Araminta 108

En soldaki Harriet Tubman, elinde çubukla oturan Tubman’ın ikinci eşi Nelson Davis, Tubman’ın yanındaki evlatlıkları Gertie, Lee ve aile bireyleri New York’taki evlerinde, (1887)

Harriet Ross, direnişi ilk annesinden öğrendi bu karşı koymayla… Daha kendisi bir çocuk olmasına karşın, çoğunlukla çiftlik sahiplerinin çocuklarına bakıyor ancak verilen işlerle ilgili en ufak bir hoşnutsuzluk durumunda, kırbacın yakıcı acısını sırtında hissediyordu. Fiziksel şiddet, günlük yaşamının bir parçası durumundaydı. İzlerini, yaşamı boyunca taşıyacağı ağır bir şiddet… 1844’te özgür bir Harriet Tubman’ın cesareti Afro-Amerikalı olan onu, tarihte ilham veren kişiliklerden biri konumuna John Tubman’la evlenen taşıdı: “Binlerce köleyi özAraminta Harriet Ross gürleştirdim. Ama binlerce(Tubman), yıllarca sini daha özgürleştirebilirmaruz kaldığı darbelerdim. Eğer köle olduklarını den dolayı dayanılmaz bilselerdi…”


BD NİSAN 2016

başağrıları ve uyku sorunları yaşıyordu. Tüm bunlar bile onu, rüyalarını süsleyen özgürlük duygusundan alıkoyamıyordu. Annesinden aldığı direnme tohumu içinde gün be gün büyüyen Harriet Tubman 1849’da, adına Yeraltı Demiryolu (Underground Railroad) denilen bir güzergahı kullanarak, Amerika’nın Güney eyaletleri topraklarının sınırlarından çıkmayı, kölelikten kurtulmayı başardı: “Sınırı geçince ellerime baktım. Evet, bu bendim! Ağaçlara, tarlalara vuran güneşin pırıltılarında zafer vardı. Cennette gibiydim!”[2]

Y

eraltı Demiryolu (Underground Railroad), ne yeraltındaydı, ne de bir demiryolu idi. “Yeraltı” mecazi tanımı, gözden uzak bir direnişi temsil ediyor; buluşma noktaları, gizli güzergahlar ve güvenlikli evlerin yer aldığı bir kaçış rotasını oluşturuyordu. Bu “Yeraltı Demiryolu” (Underground Railroad) kaçış ağında, güvenlikli evlere “durak”, özgürlüğüne kavuşmak için Kuzey topraklarına doğru yola çıkan kaçak kölelere “yük”, onlara rehberlik edenlere ise “kondüktör” deniliyordu. Bir köle olarak dünyaya gelen Harriet, Afro-Amerikalıların köle olarak görülmedikleri Kuzey Amerika topraklarına ulaşmıştı ama… Ailesi, sevdikleri ve kendisiyle aynı kaderi paylaşan milyonlarcası geride kalmıştı. Özgürdü ama tek

Afrika’dan Amerika’ya uzanan ve 400 yıl boyunca devam eden vahşi köle ticareti sırasında, Amerika’ya 15 milyon Afrikalının getirildiği tahmin ediliyor. Nashville Gazete’deki 22 Ekim 1852 tarihli bir satış ilanındaki ifadeler, aynen şöyleydi: “Satılık: 10 yaşından 18 yaşına kadar serpilmiş kızlar, 24’ünde bir kadın ve 3 çocuklu çok kullanışlı bir başka kadın. Başvuru: Williams Gloower.”

başınaydı. Kaçtığı topraklara dönüp, diğer kölelere yardım etmeye karar verdi ve önce iki kardeşini, Ben ve Henry’i kurtardı. Eğer yakalanırsa, yeniden köle olarak satılması, hatta idam edilmesi bile mümkündü. Ancak Harriet vazgeçmedi ve ailesiyle bazı akrabalarını da kölelikten kurtardı. Harriet, kölelik eziyeti altındaki Afro-Amerikalıların kurtuluşu için çaba gösterirken, kocası John Tubman ise yeni bir evlilik yaparak Maryland’de yaşamayı sürdürdü. Kondüktörlerin sayıları oldukça az olmasına rağmen, gösterdikleri çabalar sayesinde on binlerce köle özgürlüklerine kavuştu. Kendisi de kaçak bir köle olan ve en tanınmış kondüktör haline gelen Harriet Tubman, kılık değiştirmekte ustay109


BD NİSAN 2016

işleri daha da tehlikeli hale getirdi. Kuzey topraklarında yakalanan kaçak kölelerin, “ait oldukları” Güney eyaletlerine iade edilmesini öngören yasa, “köle avcılığı”nın da yolunu açtı. Güney eyaletlerindeki çiftlik sahipleri kaçan kölelerinin yakalanarak kendilerine iade edilmesi için para ödülü bile koydular. Ancak bu da Harriet’ı durdurmadı. Güneyli köle sahibi varlıklılar, yaşadıkları topraklardan kölelerinin kaçmasına rehberlik eden Harriet’e öfkeliydiler ve onun yakalanarak Güney’e geri getirilmesi karşılığında 40 bin dolar ödül vaat ediyorlardı.[4]

F Harriet Tubman’ın heykeli Michigan-Ypsilanti

Harriet Tubman özverili cesareti, Kuzey eyaletlerinde kölelik karşıtı duyguların artması için bir kıvılcım oluşturmaya yardımcı oldu. dı. Bazen zararsız bir nine, bazen de ihtiyar adam kılığına bürünürdü. Tubman’ın koruyup kolladığı kölelerden hiçbiri yakalanmadı. Özverili cesareti, Kuzey eyaletlerinde kölelik karşıtı duyguların artması için bir kıvılcım oluşturmaya yardımcı oldu. 3] 1851’de “Kaçak Köle Yasası” adıyla çıkarılan federal bir yasa, 110

akat Harriet, takip eden yaklaşık 10 yıl boyunca da “Yeraltı Demiryolu”nu kullanarak yüzlerce köleye “kondüktörlük” yaptı ve onların Kuzey topraklarına ulaşmasını sağladı.[5] 1961’de patlak veren ve dört yıl boyunca süren Amerikan İç Savaşı sırasında da Harriet Tubman, Kuzey Amerika (Birlik Ordusu) lehine ajanlık yaptı, bir asker olarak görev aldı. Hemşirelik de yapan Harriet, savaş sırasında silahlı bir seferi yöneten ilk kadın oldu.[6] Sonraki yıllarda Harriet Tubman, kadınların oy verme hakkı için de mücadele etti. Afro-Amerikan Ulusal Kadın Federasyonu 1896 yılında kurulduğunda, Tubman ilk toplantısında konuşmacı oldu. Harriet’in çocukluğundan itibaren bedenine inen kırbaçlar ve başına inen darbeler, onu acıya öylesine dayanıklı kılmıştı ki, 1890’ların sonuna doğru Massachusetts Ge-


BD NİSAN 2016

neral Hospital’da geçirdiği beyin ameliyatı sırasında anestezi almayı reddetti. Bunun yerine ameliyat sırasında, dişlerinin arasına yerleştirdiği bir kurşunu ısırdı. Bunu, İç Savaş sırasında uzuvları kesilen

Harriet Tubman’ın “yeraltı demiryolu” kaçışını betimleyen bir resim

Tubman’ın fotoğrafının, (ABD’de kadınlara seçme hakkının verilmesinin 100. yılı olan) 2020’de piyasaya sürülmek üzere tasarlanan yeni dolar banknotların üzerine konulması düşünülüyor. [7] sabriyeasir@butundunya.com.tr Kaynaklar

askerlerden öğrenmişti. Doğduğu topraklarda, yakalanması için 40 bin dolar ödül konulan

[1] Bütün Dünya Nisan 2015, Sabriye Aşır (Bahçesinde Başlayan Amerikan İç Savaşı Salonunda Bitti, syf 91-96) [2] blackhistorystudies.com [3] Nihayet Özgürüz-ABD’de Sivil Haklar Hareketi, ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Bilgi Programları Dairesi (syf 11-12) [4] Encyclopedia of Race, Ethnicity, and Society-Richard T. Schaefer (syf 1333) [5] americaslibrary.gov [6] blackhistorystudies.com/resources/resources/facts-about-harriet-tubman/ [7] America wants Harriet Tubman on $20 bill, 13 Mayıs 2015 (http://www. usatoday.com/story/news/nation-now/2015/05/12/harriet-tubman-20-dolar-bill/27173135/)

Modern kibrit 190 yıl önce tesadüfen keşfedildi

7 Nisan 1826 günü evindeki laboratuvarda çalışan İngiliz kimyager ve eczacı John Walker tüfekler için fitil geliştirirken, üzerinde kimyasal bir madde bulunan çubuğun alev alması sonucu tesadüf eseri ilk modern kibriti keşfetti. 12 Nisan’da ise kendi eczanesinden ilk kez satışını yaptı. Buluşundan söz ettiği ünlü kimyacı Michael Faraday ona patent almasını önerdi ancak Walker almadı. Ardından 1829 yılında Walker’ın buluşunu birebir kopyalayan bir İngiliz girişimci Samuel Jones, “Lucifers” adını verdiği kibritleri piyasaya sürdü, patent aldı ve zengin oldu. (bbc.co.uk/ahistoryoftheworld/objects) 111


BD NİSAN 2016

Sporun Dünyası Metin Gören

Dünyanın gelmiş geçmiş en yetenekli futbolcularından

George Best’e İlginç Mektuplar O

eline tutuşturduğu mektupta şunlar ; dünyanın gelmiş geçmiş en yetenekli oyuncularından biriy- yazıyordu: “Senin için bir dahi keşfettim.’’ di. Kuzey İrlanda’nın Belfast kenKuşkusuz; George Best bir tinde doğan, 15 yaşında yıldız avcısı futbol dahisi idi. Top tekBob Bishop tarafından George Best niği, rakiplerinin başını keşfedilen, uzun saçları döndüren harika çalımyeşil gözleri ile daha sonra ları, müthiş gol vuruşları genç kızların rüyasını ve takımını yönlendirme süsleyecek olan da oydu. Bishop’un, çocuk yaşlarbecerisiyle yeşil alanların unutulmayan efsanesi daki Best’i, Manchester oldu, ama 1960 yılında United’in efsanevi teknik sorumlusu Matt Busby’e başlayan, şöhretini bir gönderirken, İrlandalı’nın türlü özümseyemeyen, 112


BD NİSAN 2016

kısa sürede “Kumar, Aşk ve Alkol” Şeytan üçgenine giren Best’in düşüşü, paraşütsüz bir iniş hızında seyretti. Her geçen gün düşen form grafiği, alkolün verdiği sinirsel yapı, arkadaşlarıyla giderek yoğunlaşan iletişim eksikliği Best’i bir takımdan diğerine sürükledi ve tam 15 takımdan adeta kovularak sonunu kendisi hazırladı. İrlandalı oyuncunun geçirdiği futbol evriminde kol kanat olan ancak yaptığı olumsuz davranışlar yüzünden kırgın Busby’in, Kuzey İrlandalı oyuncuya yazdığı mektup ilginçti: “Ben hayatımda senin gibi bir insana rastlamadım. Müthiş yeteneğini inatla kullanmak istemeyen, takım arkadaşlarını umursamayan ve hayata boşveren bir kişi olmanın suçlusu sen isen, insanlık adına seni suçum ne olursa olsun boğardım.’’1

İ

ki kez nikah masasına oturan ancak yaşamı süresince hiç rahat durmayan Best’in resmi olmayan rakamlara göre; dünyanın 67 ülkesinde yaşayan kadınlarla aşk hayatı olmuş... “Kadınların cazibesini, futboldan daha çok önemsiyorum” diyen Best, Güney Amerika’nın Şili ülkesinde yaşayan Rosario adındaki sevgilisine ulaşabilmek için, 4 uçak değiştirmiş ve 17 saat havada kalarak bu uğurda da bir rekor kırmıştı. Rosario’yu terk ettiğinde gururuna yenik düşen kadın önce intihar girişiminde bulunmuş başarılı olamayınca Best’e öfke dolu bir mektup yazmıştı; “Sen

de biliyorsun birkaç ay sonra bir oğlumuz olacak. Onu sana karşı kin duyarak yetiştireceğim. Çünkü sen benim en hassas duygularımla oynadın. Çünkü sana deliler gibi aşıktım.”2

G

eorge Best’in ilk eşinin adı Angie MacDonald’dı. İkinci eşi Alex Pursey bir çok sorun yaşadı. Alex, Best’in şiddet gösterdiğini ve kendisini sürekli dövdüğünü iddia etmesine karşın, mahkemeler delil yetersizliğinden ünlü futbolcuyu yargılayamadı. Ancak Best’in 3 aylık bir cezasının olduğu ve bunu Belfast’ta hapishanede yatarak ödediği bilinir. Alex Pursey, boşandıktan bir süre sonra, Amerika’da bulunan bir yayınevi ile anlaştı... Best’in Los Angeles Aztec takımında oynadığı yıllarda piyasaya çıkan ancak bir süre sonra, ünlü oyuncuyu zedeleyen söylemler içerdiği için toplattırılan, kitabın adı; Best’le Birlikte Geçirdiğim Kâbus Yılları idi. 3

Best ve ilk eşi Angie MacDonald 113


BD NİSAN 2016

İrlandalı oyuncunun inatcı eşi bu yasaktan sonra boş durmadı ve İrlanda’da yayınlanan bir kadın dergisinde her hafta eski eşine onur kırıcı mektuplar yazdı. Olayın ilginç yanı, George Best, eşinin mektuplarına ne yanıt verdi ne de dergiyi mahkemeye taşıdı. Alex’in mektuplarından biri şöyleydi: “Her gece alkol duvarını aşmış bir deli ile birlikte aynı evde olmaktan korkuyordum. Beni korkutuyordun. Boşanmak istediğimde, beni tokatlıyordun insafsızca. Bir kaç kez komşulardan yardım istemiştim ama sen komşulara

Johan Cruyff

birlikte kaleye gitmesi gerekli İrlandalı oyuncunun orta sahada bulunan Cruyff’un üzerine giderek ona “bacak arası” yapması, ilginç bulunmuştu. Best bu konuyu çılgınlığa varan bir söylemle şöyle açıklamıştı; “Benim için unutulmaz bir anı. Çok keyif aldım...’’

C George Best ve ikinci eşi Alex

da ağıza alınmayacak, küfürler ediyordun. Bunlardan komşumuz McEllis seni mahkemeye vermek istemişti ama Belfastlı futbol severler bay Ellis’i ikna etmiş ve bizde başka eve taşınmak zorunda kalmıştık...’’ George Best’e en ilginç mektup, Hollanda’nın bir dönem dünya çapındaki büyük oyuncusu Johan Cruyff’tan gelmişti. Bir Manchester United, Ajax karşılaşmasında topla 114

ruyff ise bu çılgın İrlandalı’ya üçbeş sözcükle şöyler yanıt vermişti: “Çılgınlığın sonu akıl hastanesidir. Kendine dikkat et.” Ve George Best 25 Kasım 2005 yılında öldüğünde, muhteşem bir törenle defnedildi. İrlanda Milli Takımı’nın 37 kez formasını giyen ve attığı dokuz golün birini de Milli Takımımız kalesine gönderen Kuzey İrlandalı oyuncunun bir söylemi, kendisine sevenlerin aklına takılıp kalmıştı: “Hayatımda herşeyi çalımladım, alkol hariç.”• metingoren@butundunya.com.tr

1-Busby’in Hayatıma Dair adlı kitabından 2-Şilili romancı Luis Santronin İngilizceye çevrilen Best’in Dünyayı Sallayan Aşkları adlı kitabından 3- Los Angeles Haber gazetesinde çıkan bir yazı).


Doğanın Gizemi

BD NİSAN 2016

Yücel Aksoy

SAVANT 2

G

eçen yazımız, genellikle otistik hastalarda görülen Savant Sendromu ile ilgiliydi. Ağır düzeyde zihinsel ya da gelişimsel yetersizliklerin yanı sıra, çoğu insanda bulunmayan olağanüstü becerileri olan kişileri tanımladığından bahsetmiştik. Ve Kim Peek (yağmur adam) ile Stephen Wiltshire adlı iki otistik savantı örnek vermiştik. Her ikisi de doğuştan otistik.. Savant sendromu sadece doğuştan değil, bazen de kişinin geçirdiği beyin travmasına bağlı olarak sonradan ortaya çıkabiliyor. Bu kişileri, doğuştan olanlardan ayırmak için “idiot savant” ya da “aptal dahi” deyimi kullanılıyor. Konuyu biraz daha açabilmek için bir-iki örnek verelim.

Kim Peek

Stephen Wiltshire 115


BD NİSAN 2016

Alonzo Clemens 3-4 yaşlarına kadar tamamen normal bir çocuktu. Bir gün annesinin telefonla konuştuğu bir esnada banyoda oyun oynarken, tuvaletin üzerinden düşerek kafasını çarptı ve ağır bir beyin travması geçirdi. Sonrasında annesi günden güne çocuğunda birtakım değişiklikler olduğunu farketti. Çok kısa bir süre içinde ortaya çıkan olağanüstü bir yetenekti bu. Henüz

Alonzo Clemens

küçücük bir çocuktur ama küçük hayvan figürleri yapmaya başlamıştır. Üstelik daha önce böyle bir becerisi yokken…

A

lonzo’nun geçirdiği kaza ona inanılmaz bir yetenek kazandırmıştı ama bazı şeyleri de kaybetmesine yol açtı. Örneğin sözcük haznesi , kazanın meydana gelmesiyle gelişmesini durdurmuş, bu da konuşarak iletişim kurabilme yetisinin en alt düzeyde kalmasına neden olmuştu. Ayrıca, en basit gereksinimlerini bile karşılayamaz hale geldi ve yaşamını sürdürebil-

116

mek için ona her konuda yardımcı olacak bir bakıcıya gereksinim duydu. Bu gereksinim, şimdilerde 50 yaşının üzerinde olmasına karşın yine de sürüyor. Çevrelerinde, o yaştaki engelli bir çocuğa eğitim verecek bir okul yoktu. Tek seçenek bakımeviydi. Annesi de öyle yaptı ve Alonzo’yu 10 yaşındayken bir yatılı bakımevine verdi. Bakımevindeki görevliler, onun kısa zamanda iyileşmesine yardımcı olması düşüncesiyle, Alonzo’nun en çok değer verdiği şey olan kili elinden alırlar ve bir anlaşma yapmaya çalışırlar. “Ne zamanki ayakkabılarını bağlamayı, dişlerini fırçalamayı öğrenirsin o zaman kilini geri vereceğiz” derler. Ama bu durum Alonzo’yu durdurmaz. Tek ve en iyi bildiği şey kilden figürler yapmaktır. Alonzo’nun yalnızca kendisini ifade etme biçimi ya da en sevdiği hobisi değildir bu, bizzat kendisidir kilden figürler yapmak. Aradan 2 hafta geçer ve bakıcılar Alonzo’nun odasında, tavandan kazıdığı ziftle yaptığı figürleri bulurlar. Çalışmalarını yaparken hiç bir alet kullanmamaktadır; yalnızca parmakları ve tırnakları ile kile şekil vermekte ve sadece fotoğrafını gördüğü canlıların bile 3 boyutlu


BD NİSAN 2016

Alonzo Clemens büyük ustaların bile belki de günlerce uğraşacağı çalışmaları yarım saat gibi kısa bir süre içerisinde tamamlayabiliyor. heykellerini yapabilmektedir. 2 boyutlu bir görüntünün, insan beyni tarafından 3 boyutlu olarak tekrar oluşturulması henüz tıbbın açıklayamadığı bir durumdur ama Alonzo bunu sıradan bir işlem olarak gerçekleştirebilmektedir. Atlar, Alonzo’nun figürünü yapmayı en çok sevdiği canlılar. Yıllarını heykel yapmaya harcamış büyük ustaların bile belki de günlerce uğraşacağı çalışmaları yarım saat gibi kısa bir süre içerisinde tamamlayabiliyor. Çalışırken herhangi bir modele de bakması gerekmemektedir ve ortaya çıkardığı figürler anatomik olarak da hatasızdır. Bakımevinde geçirdiği, horlandığı, o sıkıntılı günler artık Alonzo için çok gerilerde kaldı. Çalışmalarından da gelir elde etmesi daha kaliteli bir yaşam sürmesini sağlamaktadır. Örneğin bir yapıtına 45.000$ ödenmiştir. Derek Amato, daha önce sadece satış eğitmenliği yapan normal bir insan. Fakat 2006’ da, 39 yaşındayken, başını yüzme havuzunun kenarına şiddetle çarpmasıyla hayatı değişti. Amato bir süre bilinç kaybı yaşadıktan sonra kendine geldiğinde, geriye sürekli baş ağrısı ve bel-

lek kaybı kalmıştı. Ayrıca işitmesinde de %35 azalma olmuştu. Geçirdiği travma sonrasında bir

Derek Amoto

gün bir arkadaşını ziyarete gitti. Arkadaşının evinin salonunda bir piyano vardı. Amato, sanki yıllardır çalıyormuş gibi piyanonun başına geçti ve dakikalarca çaldı. Daha önce müzikle, özellikle de piyanoyla hiç ilgisi olmayan Amato, daldan dala atlayıp harika bir resital vermişti. O günden beri de Derek Amato, sadece ünlü bir piyanist değil, birçok müzik aletini çalan bir müzisyen olarak biliniyor. Jon Sarkin 1953’de New Jersey’de doğdu. 1975’de Pennsylvania Üniversitesinden Biyoloji dalında mezun oldu. 1988’de yani 35 yaşındayken, bir gün golf oyna117


BD NİSAN 2016

Jon Sarkin

dıktan sonra eve geldiğinde aniden çok rahatsız edici bir kulak çınlaması başladı. Sıkıntının, işitme sinirine baskı yapan bir damar nedeniyle olduğu anlaşıldı. Bu aynı zamanda seslere karşı da aşırı duyarlılık oluşturmuştu. Ertesi yıl ameliyat oldu. Ama operasyon sonrasında oluşan beyin kanaması nedeniyle felç geçirdi. Bu da yetmezmiş gibi iki kez kalbi durdu. Haftalarca yarı komada kaldı. Kendine geldiğinde tek kulağı işitmesini tamamen kaybetmişti. Ayrıca görme bulanıklığı vardı ve kalıcı denge bozukluğu oluşmuştu. Sekiz haftalık iyileşme süreci sonrasında konuşabilir hale geldi. Sekiz ay sonra ise baston yardımıyla yürüyebiliyordu.

K

endine geldikten hemen sonra, daha önce hiç yeteneği olmamasına karşın, birtakım taslaklar karalamaya başladı. Geçirdiği sıkıntılar onun yaratma arzusunu ortaya çıkarmıştı. 1993 yılında kızkardeşi, çizimlerini bir dergiye gönderdi. O artık, çizimleriyle ünlü bir sanatçı. New york’ta bir ortopedi cerrahı

118

olan Tony Cicoria, bir telefon kulübesinden annesini ararken, yıldırım çarptı. Bu üzücü kazadan Cicoria sağ kalarak kurtuldu; üstelik klasik piyanoyu kendi kendine çalmayı öğrenmiş olarak… Tony, yalnızca piyano çalmakla kalmıyor, dur durak bilmeden beste yapıyor. Beethoven bile yılda 500 beste yaparken, Cicoria’nın yıllık ortalaması 2500… Ancak bu bestelerin bir

Tony Cicoria

Beethoven bile yılda 500 beste yaparken, Cicoria’nın yıllık ortalaması 2500 Beethoven senfonisi ayarında olup olmadığı elbette tartışılır. 10 yaşındayken başının sol tarafına kaza sonucu beyzbol sopası çarpan Orlando Serrell, kazadan sonra olağanüstü bir bellek gücü sergiler olmuş. Jim Carollo da, 14 yaşında geçirdiği ciddi bir trafik kazasından sonra, olağanüstü bir matematik ve geometri becerisi kazandı. Hiç


BD NİSAN 2016

ders almadığı halde trigonometri konusunda problemleri kolaylıkla çözüyor. Yazımızı bitirmeden, otistik savantlara birkaç örnek daha verelim. Doğuştan görme engelli olan ve zekâ yaşı sadece 58 olan Leslie Lemke’nin inanılmaz bir müzik yeteneği var. Yalnızca bir kez dinlediği Çaykovski’nin bir piyano konçertosunu, hemen sonrasında hatasız çaldığı söyleniyor. Bugün dünyanın pek çok yerinde konserler veriyor ve binlerce parçayı ezbere çalabiliyor. 1979 doğumlu İngiliz Daniel Tammet, olağanüstü bir beyin gücü sergiliyor. 2004 yılında Oxford Üniversitesine başvurup “ben ‘pi’

Daniel Tammet

sayısını, virgülden sonra 22.500 basamağına kadar söyleyebilirim deyip, 5 saatten fazla rakamları

hatasız sıralayabilen bir deha. Dil öğrenme konusunda da olağanüstü. Onbir dil biliyor ve örneğin pazartesi günü öğrenmeye başladığı dille, Cuma günü sıkıntı çekmeden

Flo ve Ky Lyman kardeşler

görüşme yapabiliyor. Rain girl olarak tanınan, hem yazar, hem şair hem sanatçı olan Macar Henriett Seth-F. Tek yumurta ikizi Flo ve Kay Lyman kardeşler de, insanın zihinsel gücünün sınırının nereye kadar uzanacağı konusunda hayretler içinde bırakan savantlar. Yazımızı bir de aşk hikâyesi (love story) ile bitirelim. 47 yaşındaki Jerry ve 40 yaşındaki Mary, ikisi de savant… Karşılaştılar, tanıştılar, karar verdiler, 19 Ağustos 1994’de evlendiler ve Jerry ve Mary Newport savant çifti olarak tıp tarihine geçtiler. • yucelaksoy@butundunya.com.tr 119


BD NİSAN 2016

Yaşadığımız Mekânlarda

Enerji Tasarrufu

Yazan: ERHAN TOKER

D

ünyada kullanılan enerjinin çok büyük bir kısmı pratikte yenilenemeyen kaynaklardan elde edilmektedir. Gerek işlenmesinin kolaylığı gerekse maliyetleri dikkate alındığında, fosil enerji halen en yaygın olarak kullanılan kaynaktır. Elbette kolay ve ucuz olan her şey gibi karbon temelli bu enerji kaynaklarının da insana ve çevreye verdiği zarar büyüktür. Fosil enerji söz konusu olduğunda ülkemizin zengin kaynaklara sahip olmadığını biliyoruz. Bu durumda çevreye verdiğimiz zararın yanı sıra, ülkemiz özelinde, bağımlılıktan doğan, arz güvenliği ve dış harcamaları da düşünmemiz gerekmektedir.

120


BD NİSAN 2016

Ülkemiz, bu kaynaklar açısından zengin olmadığına göre geriye yapılabilecek iki şey kalıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak sureti ile arz çeşitliliğini artırmak ve enerji tasarrufu yapmak. Son dönemde rüzgâr ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının devreye alınmaya başlandığını görmek olumlu bir gelişme olarak kabul edilebilir. Bunun yanı sıra, bir birey olarak enerji tasarrufu konusunda üzerimize düşen sorumluluklar olduğunu da anımsamamız gerekir. Yaşadığımız ve çalıştığımız binalarda, enerji tasarrufu bağlamında yapabileceğimiz katkılar çok önemlidir.

E

nerji tasarrufu o binanın tasarımdan başlayarak, yapımı, işletmesi ve yıkımına kadar bütün evrelerde etkin bir şekilde ele alınabilir. Binaların kullanım ömrü, yapım ve yıkım süresine göre çok uzun olduğu için esas tasarruf tasarım ve işletim alanlarında yapılabilecektir. Kabaca, ortak alanların doğal ışık alabiliyor olması, bina kabuğunun ısı yalıtımını en iyi yapacak şekilde tasarlanması, binanın hâkim yönlerinin doğru tespit edilmesi, tasarım esnasında ele alınabilecek enerji tasarrufu konularıdır. Enerji tasarrufu tıpkı kilo kontrolü gibidir ve dönem dönem ya da belli konulara yoğunlaşarak başarılabilecek bir eylem değildir. Bir yaşam şekli haline getirilmedikçe nasıl kilo kontrolü mümkün değilse, enerji tasarrufu da mümkün değildir. Örneğin çift asansörlü bir

binada iki asansörü birden çağırmak (iki çağırma düğmesine birden basmak) çoğumuzun düşünmeden yaptığı bir eylemdir. Sonuç ise, aynı iş için iki katı enerji harcamaktır. Bilinçsizce çok fazla çöp üretmek, çöpün uzaklaştırılmasından imha edilmesine kadar giden zincirde fazladan enerji tüketimine yol açar. “İnsan gereğinden fazla çöpü nasıl üretebilir?” diye soruyor olabilirsiniz. Bu sorunun yanıtı açıktır; hemen hemen her şeyi satın alırken gereksinimimiz kadar almak en doğru eylemdir. Bunu dışındaki satın alma davranışları çöp üretimini artırmaktadır. Günlük hayatımızda yaptığımız her şey, enerji tasarrufu ya da israfının tetikleyicisi olmaktadır. Bu sebeple binaların işletilirken bizlere hizmet verdiğini ve hizmet aldığımız bu binalardaki yaşama

E

nerji tasarrufu tıpkı kilo kontrolü gibidir ve dönem dönem ya da belli konulara yoğunlaşarak başarılabilecek bir eylem değildir. 121


BD NİSAN 2016

Enerji tasarrufu çabamız sayesinde, yüzde 30-40 daha az enerji tüketmemiz mümkündür.

tarzımızın çok değerli katkılar yapabileceğini unutmamakta yarar var. Binalarda, elektrik enerjisi, katı, sıvı ya da gaz formunda fosil yakıt tüketiyoruz. Bu enerjilerin kullanımı ise temel olarak iklimlendirme, aydınlatma, taşıma ve bakım başlıkları altında gerçekleşiyor. İklimlendirmeye örnek ısıtma ve havalandırma, aydınlatmaya örnek evlerin ve ortak alanların aydınlatılması, taşımaya örnek asansörler ve yürüyen merdivenler, bakım ve onarıma örnek de çöplerin atılması, bahçe bakımı, havuz bakımı vb verilebilir. Bütün bu tüketim alt başlıkları, yaşam ilişkimiz olan tüm binalar için ortaktır. İşyerleri ve imalathaneler için makinelerin işletilmesine gerekli enerjiyi de eklemek gerekir.

P

eki, nasıl tasarruf edebiliriz? Enerji tasarrufu çabamız sayesinde, yüzde 30-40 daha az enerji tüketmemiz mümkündür. Isı yalıtım sistemi kabaca mantolama olarak geçmektedir. Binamıza ısı yalıtımı yaparken doğru malzemeyi ve uzun ömürlü çözümleri seçmeliyiz. İyi 122

yapılmış bir ısı yalıtımı, ucuz yapılmış bir diğerine göre yüzde 50 daha etkin olabilir. Pay ölçer sistemi bireyleri oto-kontrole zorlamaktadır. Böylelikle ihtiyaç duyulmayan bölümlerde ısıtma ya da soğutma yapılmayarak enerji kullanımı azaltılabilecektir. Bizler, yaşam alışkanlıklarımızla ısıtma ya da soğutma alışkanlıklarımızı daha tasarruflu olacak şekilde değiştirebiliriz.

Ö

rneğin yatak odalarımızın yaşama mekânları kadar sıcak olmasına gerek yoktur. Gereğinden fazla ısıtılmış bir yatak odasında ince örtüler ile yatmakla, uygun sıcaklıkta bir odada kalın bir yorgan ile yatmak aynı amaca yani uyumaya hizmet eder, ancak ikincisinde enerji tasarrufu yapmış oluruz. Ofis ya da üretim binalarında ise iklimlendirme ancak kolektif ele alınabilecek bir tasarruf konusudur. En kolay yapılabilecek tasarruf, yazın ofislerin 22 derece yerine 25 dereceye soğutulmasıdır. Bu çalışanların ortak alabileceği bir karardır. İngiltere gibi bazı ülkelerde doğal rüzgâr akımları kullanılarak binaların havalandırmasına katkıda bulunulmaktadır. Güneş kolektörleri ve toprağa gömülen ısı pompaları ile ısıtma ve soğutma sistemlerini desteklemek de önemli tasarruf yön-


BD NİSAN 2016

temlerindendir.

A

ydınlatma, en basit tasarruf kalemidir. Temel anlayış “içinde bulunmadığın mekânı aydınlatma” iç emrine uymak olmalıdır. Ortak kullanım alanlarındaki aydınlatmaların sensörlü sistemler ile yenilenip sadece ihtiyaç anında kullanılmaları sağlanmalıdır. Süs için yapılan bütün aydınlatmaların iptal edilmesi tasarruf sağlar. Bina cephelerini aydınlatmak bütçenizi olduğu kadar doğal yaşamlarını sürdürmeye çalışan kuşların gece uykularını da bozmaktadır. Bahçenizi geceleyin aydınlatmak bitki örtünüze zarar verdiği gibi bütçenize de zarar vermektedir. Bu aşamaya geldikten sonra geriye enerji tasarruflu aydınlatma elemanları kalıyor. Günümüzde en etkili ürünler LED aydınlatma dediğimiz ürünler. 100W’lık bir akkor lambaya eş değer aydınlığı 13W’lık bir LED ampul ile elde etmek mümkündür. 8’e 1 çok çok iyi bir tasarruf oranıdır. En çok kullandığımız ve en çok enerji tüketen bina içi taşıma gereci asansörlerdir. Yan yana iki asansör olan bir binada prensibinizin, bulunduğunuz kata en yakın olanı çağırmak olmalıdır. Bu alışkanlığı edinmiş bir birey edinmemiş olana göre yarıdan çok tasarruf yapmaktadır. Bu kesin bir matematiksel gerçektir. İşyerlerinde ise mümkün

100

W’lık bir akkor lambaya eş değer aydınlığı 13W’lık bir LED ampul ile elde etmek mümkündür. 8’e 1 çok çok iyi bir tasarruf oranıdır. olduğunca çok sayıda gruplar halinde asansörleri kullanmak önemlidir. Topluca kullanılan alışveriş, metro, istasyon gibi binalarda da kısa mesafeleri merdivenler ile çıkmak hem sağlığınız hem de enerji tasarrufu İki asansörü olan bir binada prensibinizin, bulunduğunuz kata en yakın olanı çağırmak olmalıdır.

çabanız için yararlıdır. Enerji tasarrufu sayesinde, harcamalarımızı azaltabilir, dışa bağımlılığımızı azaltmaya katkıda bulunabilir ve çevremizi korumaya yardımcı olabiliriz.• 123


BD NİSAN 2016

Anne Babalarla Başbaşa Nilay Karatosun

Çocuklarımıza Karar Vermeyi ve Seçim Yapmayı Öğretmek

Karar verme sanatını çocuklarımıza öğretebilmenin ilk adımı kendimizi eğitmektir.

Her gün karşı karşıya kaldığımız büyük bir mücadelenin içindeyiz; Çocuklarımızın kendi başlarına karar vermeleri için onları yüreklendirmeye çalışıyoruz, ancak aynı zamanda alacakları kararların en doğrusu olmayabileceği konusunda da tedirginiz. Bu durum bir iç çatışma halinde olmamıza neden oluyor. 124


B

BD NİSAN 2016

izim yönlendirmelerimizle doğru yolu bulmalarını sağlamak yerine, kendi yollarını bulmalarına güvenmek mümkün mü? Bu dengeyi nasıl oluşturabiliriz? Anne baba olarak çocuklarımızın baba olarak hangi kararlarına izin vereceğiz? hayatlarının sorunsuz ve tasasız Küçük kızımın marketteki en iyi olması konusunda beklentilerimiz karpuzu seçmesine izni vermek ya çok yüksek. Bu çok doğal, fakat da ergen kızımın kendini aşırı bitkin neyi yapıp neyi yapamayacakları hissettiğinde bir gün okula gitmekonusunda ısrarcı olmak, onların karar verme becerilerinin gelişimini yip uyumasına izin vermek, hatta akademik eğitimine ara vermekle tamamen riske atmak demektir. devam etmek arasında Çocuklarımızın her kalan çocuğumun karar koşulda en iyi sonuca vermesine izin vermek. ulaşmalarını ve en Anne baba olmanın doğru seçimi yapabilen zor kısmı çocuklarımelerini sağlamak için Neyi yapıp neyi onların hissiyat ve iç yapamayacakları mız kendileri için seçim bir adım geri seslerini dinleme becekonusunda ısrarcı yaparken çekilebilme becerisidir. rilerini geliştirmelerine olmak, onların Çocuklarımızın yardımcı olmamız doğru karar verme begerekir. Yaptıkları karar verme cerilerinin gelişmesine seçimlerin etkilerini becerilerinin yardımcı olduğumuzda ayırt edip anlama ve gelişimini bizim için de bir adım sorumluluk almayı tamamen riske geri durabilmek daha öğrenmeleri önem kolay hale gelir. verme, gayret etme ve atmak demektir. Doğru karar verme baş etme becerilerini becerilerini geliştirmelerine destek geliştirmekle mümkündür. olmak için 4S reçetesinden bahsetKarar verme sanatını çocuklamek istiyoruz; rımıza öğretebilmenin ilk adımı kendimizi eğitmektir. SEÇENEKLER Yaşam içinde çocuklarımızın Karar vermeleri gerektifarklı kararlar ile karşı karşıya ğinde hangi seçeneklerin kaldıklarına tanık olacağız; Anne

1

125


BD NİSAN 2016

olduğunu tespit etmek. Bunun için en iyi yol beyin fırtınası yapmaktır. Bazen tek başına, bazen ise güvendikleri bir kişinin desteği ile. Burada en kritik nokta çocuğunuzla birlikte beyin fırtınası yaparken yargı ve eleştiri yapmadan ya da akıl vermeden, yorum yapmadan fikir üretmektir.

2

SEÇENEKLERİ DEĞERLENDİRMEK Bu adım, üzerinde dikkatle durulması gereken çok önemli bir adımdır. Bu aşamada çocuklarınıza içimizdeki çift sesin ayrımını öğretin. Her insan, kendi içinde “Gerçek iç ses” ve “karşı iç ses” arasında bir çatışma yaşar. Her an bu çatışmanın farkında olmak ve bu çatışmayı bilinçli kazanmak bizim daha güçlü olmamızı ve gerçek iç sesimizle uyum içinde yaşamamızı sağlar. Seçenekleri değerlendirirken; Seçenekleri kendileriyle, değerleriyle ve öz varlıklarıyla uyum içinde mi? Çocuklarınıza özlerinin iyi olduğunu, ruhlarının kendileri ve başkaları için en doğru şeyi istediğinden emin olduğunu hatırlatın. Seçeneklerin olumlu ve olumsuz yanlarını ortaya çıkarmalarına yardımcı olun. Seçeneklerin kısa vade ve uzun vade sonuçlarının kendileri ve başkaları üzerindeki etkilerine bakmalarına destek olun. Çocuklarımıza gayret göstermek ile direnç göstermek arasındaki ayrımı öğretmek çok önemlidir, bazen o anda çok zor gelen bir konunun, uzun vadede 126

işlerin kolay çözümlenmesine ne kadar yarar sağlayacağını öğretin.

3

SEÇİM Her seçeneği iyice değerlendirdikten sonra sıra seçimde. Çocuklarınıza bahsedilen önerilerle seçim yaptıklarında onlara seçimleri konusunda güvenebileceğiniz yönünde destek olun ve yüreklendirin.

4

SÖZ VERME Bu adım öğretilmesi gereken en önemli adımdır. Bu aşamada çocuklar aldıkları kararın arkasında durmayı, iyi veya kötü sonuçların sorumluluğunu almayı öğrenirler. Kararlarının sonuçları

“Değerleriniz konusunda net ve samimi iseniz, karar verme kolaylaşır.” Roy Disney ile yüzleşmelerine izin vermek eylemlerinin sorumluluğunu kabul etmeleri açısından çok önemlidir. Çocuklarımızı yanlış seçim yapmaktan korumak için en doğru yol onlara kullanabilecekleri araç gereçler sunmaktır. Kendilerini tanımalarına, değerlerini keşfetmelerine ve öz varlıkları ile uyum içinde olmalarına odaklanıp yardımcı olursak ve karar ve seçim yapma özgürlüğü tanırsak hepimiz huzur içinde oluruz. • nilaykaratosun@butundunya.com.tr


Neler Olmuyor ki Dünyada

BD BD NİSAN NİSAN 2016

Sezin San Sungunay

1“Selfie” Yasağı

Hindistan’ın Mumbai şehrinde

“selfie” fotoğrafı çekerken meydana gelen kazalarda ölümlerin artması üzerine, 16 turistik alana yasak getirildi. “Selfie” kazalarında yaşanan ölümlerde Hindistan dünya birincisi. 2014 yılından beri dünyadaki 49

ölüm vakasının 19’u Hindistan’da yaşandı. Son olarak bir öğrenci, bir kayanın tepesinden baraja düşmüş; yaklaşmakta olan treni arkasına alarak resmini çekmek isteyen bir başka genç ise ölmüştü.

2Uyuşturucuları Timsahlar Koruyor Hollanda’da bir uyuşturucu kaçak-

çısının, evinde para ve uyuşturucu maddeleri, timsahlarla koruduğu

ortaya çıktı. Amsterdam’da uyuşturucu ihbarı alan polis, bir eve girdiğinde iki timsahla karşılaştı. Polis, timsahları ev sahibinin yardımıyla aşabildi ve timsahların koruduğu odada saklanan 300 bin Avro ve 127


BD NİSAN 2016

500 bin adet uyuşturucu hapı ele geçirdi. Ancak uyuşturucu kaçakçıları timsahlar için gerekli ruhsata sahip oldukları için hayvanlara el konulamadı.

İçin Ruhsat 3Kebap Yok

İtalya’nın Verona belediyesi, kendi

kültür ve geleneklerini korumak amacıyla, etnik gıda satan işletmelerin açılmasını yasakladı. Risotto ve polenta ile ünlü Verona şehrinde, kebap büfeleri ve dürümcülerin yaygınlaşması üzerine, Belediye Meclisi, “etnik gıda hazırlayıp satan işletmelerin” açılmasına izin vermeme kararı aldı. Ürünlerinin yüzde 50’sinden fazlası kızartma olan işletmelere de bundan böyle şehir merkezinde ruhsat verilmeyecek.

luk yapmak zorunda kalıyordu. Bu zorlu yolculuk nedeniyle bu güne kadar 150 bin penguenin öldüğü tespit edildi. Uzmanlara göre, buz dağının yer değiştirmemesi halinde önümüzdeki 20 yıl içinde kalan penguenler de ölecek.

5Kraliyet Tuvaleti

Tayland Prensesi Maha Chakri Sirindhorn’un Kamboçya’ya yapacağı üç günlük ziyaret için 40 bin dolarlık bir tuvalet inşa edildi. Yeak Lom gölü kıyısına inşa edilen 8 metrekarelik tuvaletin yapımı 19

4Penguenlererin Yaşam Mücadelesi Antarktika’da 2010’da bir buz dağı yerinden koparak Denison burnunda yaşayan 160 bin nüfuslu Adelie penguen kolonisinin denize çıkışını kapatmıştı. Penguenler, beslenme alanları olan denize ulaşabilmek için 60 kilometrelik yolcu128

gün sürdü. Maliyeti ise 66 Kamboçyalının ortalama yıllık ücretinden fazla. Prensesin, ziyaret sırasında sadece bir gün kullanacağı tuvalet daha sonra sökülecek. İnşaat firma-


BD NİSAN 2016

sının bir yetkilisi, “normal insanların kraliyet tuvaletini kullanması mümkün değil” dedi.

6 Şeker Depoları

Aromalı ve şuruplu bazı sütlü kahve türlerinde çok fazla şeker bulunduğu tespit edildi. İngiltere’de 131 sıcak içecek üzerinde yapılan incelemede, bazı içeceklerde şeker miktarının 20 tatlı kaşığının üzerine çıktığı belirlendi. Bunlar, mocha ve latte gibi aromalı kahveler, meyveli sıcak içecekler ve sütlü çikolata. Kahve satan zincir firmalarına, kullandıkları şeker miktarını azaltmaları ya da kullanılan miktarları etiketlemeleri çağrısında bulunuldu.

mahkemede borcun geri kalan kısım karşılığında, kendileri ve aileleri için kilise papazlarının dua etmesini isteyince uzlaşmaya varıldı.

8 Çocuklar Adası

İtalya’nın Piemonte bölgesinde yer alan Mosso köyündeki okul öğrencileri, küçük bir adayı satın almak için Facebook üzerinden bağış kampanyası başlattı. Öğrenciler 3 milyon Avro toplayarak, Sardinya ile Korsika adaları arasında bulunan ve üzerinde yerleşim olmayan bu adayı satın almayı istiyor. Adını da “Çocukların adası”

ile Borç 7 Dua Kapanacak Rusya’da kilisenin, bir şirkete olan borcunu dua ile ödemesi kararlaştırıldı. Nijni Novgorod kentindeki Ortodoks Kilisesi’nin piskoposluğu, bir şirket ile kazan dairesinin yapımı için anlaşmış; ancak borcunun yarısını ödeyemeyince şirket mahkemeye başvurmuştu. Dindar kişiler olan şirket yetkilileri, 129


BD NİSAN 2016

(Isola dei Ragazzi) koyacaklar. Rakipleri olan Yeni Zelandalı banker de, adayı bir tür açık hava doğal tarih müzesi yapmayı düşünüyor.

Doktor 9Çalışacak Bulunamıyor yalnızca 12 bin sterlin eksik. “Profesyonel” dilenci, ev sahibi olduğu halde kendisini ‘evsiz’ olarak tanıtıyor ve bölge halkından bir günde 500 sterlin topluyor. Şehirdeki dilencilerin çoğunun evsiz olmadığı ve yalnızca alkol parası için dilendikleri belirtildi. Yeni Zelanda’nın Kuzey Adası’ndaki bir kasabanın sağlık kliniği, yıllık 400 bin dolar maaş ve üç ay yıllık izin vaat ederek pratisyen hekim arıyor. Ancak bu ilana 6 aydır başvuran yok. Müşterilerin artmasıyla birlikte iş yükünü kaldırmakta zorlanan Doktor Alan Kenny, geçen yıldan beri kliniğinde çalışmak üzere bir hekim arıyor. 14 bin nüfuslu Tokoroa kasabasının adanın kırsalında olması, Kenny’nin doktorları ikna edememesinin en önemli nedeni.

Başbakan 9Dilenci Kadar Kazanmış

İngiltere’nin Wolverhampton şehrinde bir dilencinin yılda yaklaşık 537 bin TL’ye yakın para topladığı ortaya çıktı. Yılda 130 bin sterline denk gelen bu meblağ, İngiltere Başbakanının maaşından 130

de 10 Sevinçten Ölünürmüş!

İkramiye kazanmak, çocuğunun mezuniyetini görmek gibi anlarda yaşanan sevinç kalbe zarar verebiliyor. Zürih Üniversite Hastanesinde yapılan bir araştırmada, kalp kasıyla çevrili iki boşluktan biri olan kalbin sol karıncığındaki değişiklik olarak tanımlanabilecek vakalar incelendi. Sonuçları ölümcül olabilen bu vakaların dörtte üçü stresten, her 20 vakadan biri de sevinçli anlardaki stresten kaynaklanıyor.• sezinsan@butundunya.com.tr


Gezdikçe Gördükçe

BD NİSAN 2016

İzlen Şen Toker

Balibey Han’a hayat veren

Geleneksel El Sanatları Çarşısı

N

Bursa’daki Balibey Han 15. yüzyıldan bu yana ayakta

esiller ve yöntemler değişiyor olsa da birçok sanat dalı yüzyıllardır hayatımızı renklendirmeye devam ediyor. Su, taş, toprak, ağaç, maden, deri, pamuk gibi malzemeler ve doğadaki tüm renkler insanların yüreği ve emeğiyle yoğrulup birbirinden güzel sanat eserlerine

dönüşüyor. Önceleri ihtiyaçları karşılamak, örtünmek ve korunmak için ilk örneklerini veren el sanatları zamanla mutlu etmek ve hayatı güzelleştirmek yönünde gelişmiş. Mağaralardaki oyuklar ve duvar resimleri yerlerini binalardaki taş ve ahşap işlemelerine, evlerin duvarla131


BD NİSAN 2016

rını süsleyen tablolara, mozaiklere bırakmış. Kumaşlar nakışlarla, oyalarla; duvarlar çinilerle; bastonlar sedeflerle bezenmiş. Tabak, çanaklar desenlerle; insanlar altın, gümüş gibi takılarla süslenmiş.

B

ursa’daki Balibey Hanı’nın “Geleneksel El Sanatları” çarşısındaki atölyeler de 15. yüzyılda inşa edilen hana hayat veriyor. Niğbolu Sancak Beyi Hamza Bey’in oğlu Bali Bey tarafından kent dışından gelen tüccarlara hizmet etmesi amacıyla yaptırılan hanın odalarında birbirinden farklı el sanatları görülebiliyor. Avlusunun çevresindeki tüm katların revaklı bir düzenlemeyle tasarlandığı, Bursa’daki hanlar içinde üç katlı olarak 132

inşa edilmiş tek han olan Balibey Hanı’nda önce giriş katındaki restoranın içinde kalan mağarayı geziyorum. Bizans ve Osmanlı döneminde kentin dışında, ıssız bir konumda olan mağaranın han inşa edildikten sonra değerli eşyalar için bir depo ya da bazı gizli toplantıların mekanı olarak kullanılmış olabileceği düşünülüyor. Çok geniş olmasa da ışıklarla aydınlatılarak ferahlatılmış bu mağara şimdi küçük bir kafe gibi kullanılıyor. Mağaradan çıkıp, hanın avlusunun yanındaki merdivenlerden üst kata çıkıyorum. Bu ve bundan sonraki kattaki odalar günümüzde artık tüccarları değil, çeşitli el sanatları atölyelerini ve onların ziyaretçilerini konuk ediyor. Taş koridorlardaki ahşap kapıların her birinin ardında ayrı bir dünya var.


BD NİSAN 2016

Tezhip, hat ve kaligrafi atölyesinde harfler sanat eserlerine dönüşüyor. Cam sanatı atölyesinin önündeki poster beni kendi cam boncuğumu yapmaya davet ediyor. Oya atöl-

Elleriyle çalışan in-

san işçidir. Elleri ve kafasıyla çalışan insan ustadır. Elleri, kafası ve yüreği ile çalışan insan sanatkârdır. yesinin tabelasına yeşil yapraklı pembe bir gül şeklinde işlenmiş bir oya yerleştirilmiş. Koridorlardaki duvarlarda ve şövalelerde resimler, mozaikler, ahşap işleme tablolar sergileniyor. Bir atölyenin önündeki küçük tezgaha ahşap, keçe ve kuru çiçeklerle yapılmış kitap ayraçları dizilmiş. Marküteri ve ahşap dağlama kursu verilen atölyenin kapısına asılan kağıttaki yazı şöyle diyor: Sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur. Sanatkar aşkı çizemez belki, ama aşk ile çizer. 133


BD NİSAN 2016

Elleriyle çalışan insan işçidir. Elleri ve kafasıyla çalışan insan ustadır. Elleri, kafası ve yüreği ile çalışan insan sanatkardır.

B

ir başka atölyenin kapısının dışına kurutulmuş ve sadece damarları kalmış “Banyan” yaprakları üzerine yapılan desenlerden oluşan tablolar asılmış. Resim, çini, doğal taş atölyelerinin önünden geçiyorum. Tespih atölyesinin vitrinindeki sarı muhabbet kuşu kafesinin içinden dışarıya bakıyor. Bazı atölyelerde günlük çalışmalar ve kurslar başlamış. Keçe evinde rengarenk keçelerden aksesuarlar yapılıyor, filografi atölyesinde çiviler arasına teller gerilerek desenler oluşturuluyor. Ebru atölyesinde kök boyalar at kılından yapılmış fırçalardan suya düşürülüp kağıtla buluşturulurken yanındaki Nayi Sanatevi’nden huzur veren bir ney sesi duyuluyor. Balibey Hanı’ndayken Mustafa Kemal Atatürk’ün “Sanatsız kalan

134

bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” sözünü hatırlıyor ve her türlü sanat dalının ülkemizdeki herkese daha fazla ulaşabilmesini diliyorum.• izlensen@butundunya.com.tr


Yaşamdan Kesitler

BD NİSAN 2016

Sema Erdoğan

Bir Yeşilçam Film Afişleri Koleksiyoncusu

Serdar Kürkbabaoğlu

H

epsi orijinal “Yeşilçam Film Afişleri” koleksiyoneri Serdar Kürkbabaoğlu, hemen her mahallesinde bir yazlık sinemanın bulunduğu yılların Adana’sında 1963 yılında dünyaya geldi. İki sihirli dokunuş yaşamına bambaşka bir anlam kattı. Yıl 1971. Altın Koza Film Festivali’nin “Sevgi Korteji” günü. Dorsesi açılmış, üstü çiçeklerle süslenmiş bir tır ve tırı çevreleyen bir kalabalık. Yılmaz Güney, Yılmaz Duru ve İrfan Atasoy gibi dönemin tanınan sinemacıları da korteje katılmak için bekliyor. Babası tarafın-

dan maça götürülürken kendisini bu kalabalığın içinde bulan bir çocuk. “Altı yaşındaydım. O dönemde babam beni sürekli maçlara götürürdü. O gün de maça gidiyorduk. Kalabalığı görünce ilgisini çekti ve oraya doğru yöneldi. Meğer o gün, klasik arabalarla yapılan ‘Sevgi Korteji’ günüymüş. Babam tırın önünde duran Yılmaz Güney’i görünce ‘Bak oğlum bu Yılmaz Güney’ dedi ve yanına yaklaştık. Yılmaz Güney babamla el sıkışırken benim yanağımdan da bir makas aldı, saçımı okşadı. O dokunuş sinemanın sihirli değneğiydi benim için.” 135


BD NİSAN 2016

Açmış olduğu sergilerden

Bir başka sihirli dokunuş ise “Dönüş” filmi. “İlkokul dördüncü sınıfa gidiyordum. O yıllarda pazar günleri okulda öğrencilere ve ailelerine 16 mm’lik film makineleri ile yerli film gösterimleri yapılıyordu. Bu filmlerden biri 1972 yılı yapımı Türkan Şoray’ın Kadir İnanır’la başrolünde oynadığı bir aşk filmi olan ‘Dönüş’ filmiydi.” 10 yaşındaki bu çocuk, filmin konusundan çok etkilenir ve ileride oğlunun kirvesi olacak kadar yakın

dostluk kuracağı Bilal İnci’ den ise nefret eder. “Bu filmde kötü karakteri canlandıran Bilal İnci’den nefret ettim. Aradan yıllar geçti ve 1992 yılında Altın Koza Film Festival’inde tanışma fırsatı buldum. Evinde ziyaret ettim, elini öptüm ve dostluk başladı. Oğullarımın kirvesi oldu. Ölümüne kadar da hep yanında oldum.” Yüreğine kazınan bu filme dair bir anısı olsun ister. “Filmin afişinden daha güzel bir anı olamazdı. Bizim mahallede biri ‘Şan’ diğeri ‘Yeni’ iki sinema vardı. Filmin afişini istedim, vermediler. Çok zoruma gitti ve acaba nasıl alabilirim diye düşünmeye başladım. Oysa son gün yeni afişle değiştirirlerken söküp söküp atıyorlardı. Sadece çok temiz ise şirkete iade ediyorlardı. Ben de kimse görmeden karteladan söktüm aldım. Nasıl bir mutluluktu anlatamam. Benim için önemli olan tek şey o filmin afişine sahip olmamdı.” “Dönüş” filmi bugün sayısı 2500’ü bulan bir afiş koleksiyonunun ilk halkası olur. İlkokulu bitirdikten Fotoğrafçılığı öğrendiği yıllarda Yeşilçam’dan tanıştığı ilk yönetmen Mümtaz Alpaslan

136


BD NİSAN 2016

sonra çok çeşitli işlerde çalışsa da hiç birini sevmez. Aklı ve yüreği hep sinemada olduğu için sinemaya en yakın meslek olarak düşündüğü fotoğrafçılığa karar verir. “Mesleği öğrenmek için hala bu mesleği yürüten ve gazete çıkaran Mesut Eray’ın çırağı oldum. O birkaç filmde de rol almıştı. ‘Papazlar Şebekesi’ bunlardan biriydi. Ve ben bu filmin yönetmeni Mümtaz Alpaslan ile tanıştım.” Bu arada yavaş yavaş film afişleri de biriktirmeye başlar. “Altın Koza Film Festivali”nde Yeşilçam’ dan çok sevdiği isimlerle; oyuncu, yapımcı ve yönetmenlerle tanışır.Tanıştığı ilk ünlü ise Cüneyt Arkın olur.Bir tutku olan Yeşilçam’da figüran olarak da anılar biriktirir. “Bilal İnci, İzzet Yıldızhan ile bir dizi çekiyordu. Ben de ziyaretine gittim. Figüranlardan birisi gelmeyince orada bulunanlardan seçmek istediler. Bir havuza düşme sahnesi çekilecekti. Benden daha genç ve yakışıklı biri vardı. Ben o seçilir diye beklerken yüzme bilmediğini söyledi. Bir başkası da hava soğuk olduğu için kabul etmedi. Rol bana kaldı.” Ne soğuk ne başka bir şey. Onun için önemli olan hep dışarıdan izlediği perdenin içinde olabilmekti. “Havuzun kenarında İzzet Yıldızhan ateş etti ve ben havuza düştüm. Filmin yönetmeni Çetin İnanç yanıma geldi ‘İlk denemen olmasına rağmen harikaydın.’ dedi. Teşekkür

etmeme fırsat vermeden “Kamera kadrajdan erken çıkmış bir daha çekeceğiz.’ diye ekledi. Kuruttular, fondötenlediler. Aralık ayında İstanbul soğuğunu düşünün. Tir tir titriyordum. Öte yandan iki kadının fondöten sürmesi de hoşuma gidiyordu. Bir-iki provadan sonra çekim yapıldı. Bu kez de kan torbası suyun içinde patladı. Yine aynı işlemler. Ve nihayet dördüncüde tamamlayabildik.” Adana’da çekilen birkaç dizide

Engin Çağlar da bir çok oyuncu gibi oynadığı filmin afişinin saklandığını gördüğünde sevinen isimlerden biri.

ve bir filmde de rol alır. Serdar Kürkbabaoğlu, film afişlerinin yanı sıra filmlerin “lobileri”ni ve film gösterim makineleri de biriktiriyor. Hepsi çalışan biri 16 mm, diğerleri 8 mm toplam 12 adet film makinesi var. ‘Dönüş’ filmini izlediği 16 mm’lik makinede zaman zaman nostalji de yapıyor. Bazı afişlerin filmleri de arşivinde. Elindeki orijinal afişleri satma137


BD NİSAN 2016

sı için iyi paralar teklif edilse de satmıyor. Oyuncu ve yönetmenlerde dahi olmayan afiş ve lobiler onun arşivinde. “Benim için bir kazanç kapısı değil bu koleksiyon. Bir tutkunun birikimi. Ekonomik koşullar zorlasa da para ödeyerek, kilometrelerce yol kat ederek çok afiş almaya gittim.” 2500 orijinal film afişi 40 yılda oluşturduğu koleksiyonunda 1950 yılından günümüze kadar çekilen 2500 Yeşilçam filminin orijinal afişleri var.Ve o, bu filmlerin hepsini izleyen bir koleksiyoner. Bir film adı söylemeniz yeterli. Filmin oyuncuları, yönetmeni ve konusu hemen dökülüyor ağzından. “Eski Yeşilçam filmlerini izlemeyi çok seviyorum. Tekrar tekrar izliyorum hem de hiç sıkılmadan.” Film afişleri sergisi Bugüne dek dört kez film afişleri sergisi açtı. “Bu sergilerden biri Türkan Şoray’ın adı verilen bir sinemada onun 45 filminin afişinden oluşan bir sergi idi. Aydın Söke’de Kemal Sunal filmi afişleri sergisi açtım yine bir istek üzerine. İki sergiyi de Altın Koza Film Festivallerinde açtım.” Benim yaşam kaynağım dediği afişleri evlatları gibi görüyor. “Son nefesime kadar biriktirmeye devam edeceğim. Evlatlarımla nasıl ilgileniyorsam, onlara nasıl şefkat gösteriyorsam afişlere de aynısını yapıyorum.” 138

Serdar Kürkbaboğlu’ nun evi babadan kalma. İki katlı evin üst katında kendisi oturuyor. Zamanında iş yeri olarak kullanılan alt katını da kendince ‘müze’ye dönüştürmüş. “Elbette çok iyi koşullarda saklamak ve sergilemek isterim ama ekonomik koşullarım elverişli değil. Hepsini çerçeveletmek ve belirli kategorilere ayırarak saklamak ve sergilemek isterim. Güneşten ve nemden korumaya çalışıyorum. İşte bu çok zor.” 23 ve 19 yaşında iki oğlu, 15 yaşında bir kızı var. “Onlar sinemayla sadece izleyici olarak ilgileniyorlar. Ben de, benden sonra afişlere ne olacağını çok düşünüyorum açıkçası.”

K

oleksiyonundaki afişler içinde imzalı olanlar da var. Tanıştığı oyunculara imzalattığı bu afişler çok değerli. Sinemayla bu kadar iç içe olunca yapımcılığa, senaristliğe ve yönetmenliğe de soyunur ve iki kısa filme imza atar. Bazı filmlerde set fotoğrafçılığı yapar ve derlediği fotoğraflardan bir de sergi açar. Yaşamını, gündüzleri bir reklam şirketinde çalışarak geceleri de düğün salonlarında fotoğraf çekerek sürdürüyor. Türkiye’de bu içerikli koleksiyona sahip 5-6 kişiden birisi. Şakayla karışık bu tutkusunu şöyle dile getiriyor. “İçkim, sigaram yok. Kahveye gitmem, oyun oynama alışkanlığım yok. Benim tek kötü alışkanlığım sinema ve afişler.”• semaerdogan@butundunya.com.tr


Y‹T‹R‹LEN

M‹RASIN

‹ZLER‹…

ANTALYA MÜZES‹

Yazan: NEV‹N DEDEO⁄LU

nsanl›k ve uygarl›k tarihinin sim- yörenin tarihsel zenginlikleri, yabanc› gesi olan müzelerin oluflturulma- arkeologlar›n ilgi oda¤› olmaya bafll›s›nda ne çok emek, sab›r, özveri yor. Aç›kta bulunan eserlerin teker ve zaman gerekti¤ini göz ard› teker toplanmas›n› fark eden duyarl› ederiz bazen. Ülkemizin en büyük bir lise ö¤retmeni Süleyman Fikri müzelerinden biri olan Antalya Müze- Erten, hemen Antalya Mutasarr›fl›¤›na si de bugünkü büyülebaflvurarak Fahri Asaryici ortam›na ve muhAtika Memuru olmay› teflem tarihsel zenginbaflar›yor. 1919 Hazili¤ine ola¤anüstü çabaran ay›ndan itibaren lar sonucunda ulafl›kent merkezinde buluyor. Müzenin kurulufl nan tarihi ve antik öyküsü 1919 y›llar›na eserleri Bayraktar Baba kadar uzan›yor. Türbe'sinde depolaya28 Mart 1919 da rak bir depo müze oluflAntalya, ‹talyanlar turuyor. taraf›ndan iflgal edili‹flte, Antalya Müzeyor. ‹flgal kuvvetleri- Antalya Müzesi’nin kurucusu si'nin ilk temelleri böynin gelmesiyle birlikte le at›l›yor. 1922 y›l›nda Süleyman Fikri Erten

139


BD N‹SAN 2016

Antalya Müzesi Tanr›lar Salonu

Alaaddin Camii' ne tafl›nan eserlerle ilk müze binas› gerçekleflmifl oluyor. 1937-1972 y›llar› aras›nda ise Yivli Minare Camii'nde hizmet veren müze, sonunda tafl›nmaktan kurtuluyor ve 1972 y›l›nda bugünkü yerine kavufluyor. 1985 y›l›na kadar çeflitli tadilat ve onar›m gördükten sonra art›k günümüzde Antalya Müzesi, bölgenin s›n›rlar› içinde yer alan üç antik kültür merkezi olan Likya, Pamfilya ve

140

Pisidia' n›n eflsiz arkeolojik zenginliklerine sessizce ev sahipli¤i yapmakla kalm›yor; on üç sergi salonu, düzenli bahçesi, aç›khava galerisi ve mini tiyatrosu ile bizi tarihsel bir yolculu¤a ç›kar›yor. Sergi salonunun her biri birbirinden de¤erli eserlerle dolu; Tabiat Tarihi ve Prehistorya salonu, Seramik Eserler Salonu, ‹mparatorlar Salonu, Tanr›lar Salonu, Mozaik Salonu, Perge Tiyatrosu ve Bat› cadde ile Çeflme Salonlar›, Lahitler Salonu, Ölü Kültü ve Kaz› Salonlar›, Sikke Salonu, Etno¤rafya Salonu ile yitirilmifl miraslar yeniden canlan›yor. Müzenin bar›nd›rd›¤› 'Yüzy›l›n Definesi-Elmal› Sikkeleri' ile 'Yorgun Herkül Heykeli' nin sunu-


BD N‹SAN 2016

mu ise bize tarihi eser kaçakç›l›¤›n›n boyutlar›n› ve yurtd›fl›ndan geri dönüfl öykülerini çarp›c› bir dille anlat›yor. “YÜZYILIN DEF‹NES‹” ELMALI S‹KKELER‹ 18 Nisan 1984’ de Elmal› sikkeleri Antalya’n›n Elmal› ilçesi, Bay›nd›r köyünde kaçak kaz›lar sonunda yap›lan çok büyük bir tarihi eser kaçakç›l›¤› ortaya ç›kt›. Yaklafl›k 1900 adet gümüfl sikkeden oluflan bir define bulunmufl ve yurt d›fl›na kaç›r›lm›flt›. O dönemde Cumhuriyet gazetesi yazar› olan Özgen Acar, bu büyük olay›n pefline düfltü ve y›llarca çaba gösterdi. Kaçakç›l›k olay›ndan üç-dört y›l sonra, Antalya da¤c›l›k ekibi olarak Aksivri Da¤›' na t›rman›fl için gitti¤imizde yolumuz Bay›nd›r köyüne düfltü. Öyle ilginçti ki köy halk› bizim kesinlikle define aray›c›s› oldu¤umuzu düflündü ve spor için da¤lara gidilebilece¤ine asla inanmad›, oralarda birfley kalmad› diye vazgeçirmeye bile çal›flt›. Elmal› sikkeleri neden bu kadar de¤erliydi... Bulunan sikkelerin ço¤u ticari amaçla yap›lmam›flt› ve sikke uzmanlar› taraf›ndan ''Yüzy›l›n Definesi'' olarak de¤erlendiriliyordu. Sikkelerin aras›nda bulunan ve dekadrahmi diye belirtilen sikkeler ise en paha biçilmez sikkelerdi. Sadece on dört adet bas›lm›flt› ve Yunanlar›n

Persleri yendiklerinde an› amac›yla yap›lan sikkelerdi. 10 Mart 1988 y›l›nda Amerika’da Los Angeles' de on adet Elmal› sikkesi, 26 May›s 1988’de ‹sviçre Zürih’te üç adet Elmal› sikkesi ayn› flekilde müzayedede sat›fla ç›kar›ld›¤›nda

Dekadrahmiler 141


BD N‹SAN 2016

anlaflmalar sonucu geri al›n›yor. 1996 da gerçeklefltirilen giriflimlerle bu say› on sekize ç›k›yor. Sonunda 1800 adet sikkenin Amerika' l› ifladam› ve koleksiyoncu William Koch ve flirketince al›nd›¤› belirleniyor. Uzun bir hukuki süreçten sonra dava bitiyor ve 1661 sikke geri al›n›yor. Ancak en de¤erli on dört sikkeden ancak alt› adet dekadrahmi iade ediliyor, geri kalan 200 civar›ndaki sikkenin ak›beti henüz bilinmiyor. Önce, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde korunan 1679 sikke, 15 Ekim 1999 tarihinde ait oldu¤u bölgeye, Antalya Müzesi' ne getiriliyor. 1979 adet sikkenin 1348 adedi Anadolu 'da, 287 adedi orta ve kuzey Yunanistan' da, 44 adedi ise Ege Adalar›ndaki yerleflim yerlerinde bas›lm›fl örnekleri oluflturmaktad›r. YORGUN HERKÜL' ÜN DÖNÜfiÜ 1980 y›l›nda Perge kaz›lar›nda Herakles heykelinin alt yar›s› bulunuyor. Heykel, Yunan heykelt›rafl Lysippos' un ‹Ö 4. yüzy›lda yapt›¤› ünlü Yorgun Herkül heykelinin Roma kopyas›. “Yorgun” olmas›n›n nedeni, ünlü 12 görevliden Nemea Aslan›'n› yenmek için gösterdi¤i mücadele. Gazeteci Özgen Acar, 1990 y›l›nda heykelin üst yar›s›n›n 142

Özgen Acar

Amerika' da Boston Güzel Sanatlar Müzesi' nde oldu¤unu fark ediyor ve hemen dönemin Antalya Müze Müdürü Kayhan Dörtlük'e heykel parças›n›n foto¤raf›n› gönderiyor. Herkül' ün yurda dönüfl süreci böyle bafll›yor. Dörtlük, yapt›¤› incelemeler sonucunda bu bilgiyi do¤ruluyor. Özgen Acar’›n bu konuyu Cumhuriyet Gazetesi’nde yay›nlamas› ile süreç h›zlan›yor. 1991 y›l›nda arkeolog Prof. Dr. Jale ‹nan’›n raporu New York Baflkonsoloslu¤u’na gönderiliyor. Heykelin mülkiyet sahibinin itiraz› üzerine 1992’ de yapt›¤› incelemelerle parçalar›n birbirine ait oldu¤unu kan›tl›yor Jale ‹nan. Boston Müzesi Fine Arts' ta bulunan heykelin üst parças› dönemin baflbakan› Recep Tayyip Erdo¤an taraf›ndan ülkemize getiriliyor. 9 Ekim 2011’de Yorgun Herkül, parçalar› birlefltirilmifl flekilde Antalya Yorgun Müzesi' nde sergilenHerkül meye bafll›yor.•


Aylin Abla’dan Öğütler

BD NİSAN 2016

Aylin Yengin

Daha fazla çay, daha az kahve içmemiz için neden

B

irazdan sizlere, elinizde tuttuğunuz kahve kupasını neden bir kenara itip, dumanı tüten, mis gibi demli bir çay fincanına uzanmanız gerektiğini anlatacağım! Tanıdığınız hemen herkesten, çay ile kahve arasında bir seçim yapmalarını isteseniz, büyük çoğunluğun oylarını kahveden yana kullanacakları şüphesiz. Bunun

9

başlıca sebebi ise, kahvenin bizi gün boyu uyanık ve zinde tutan zengin lezzeti ile yüksek kafein içeriğidir. Ancak, bazen kahve kupasını bir kenara itip, yerini sıcacık, demli bir çay fincanına bırakmanız en güzeli ve size bunun başlıca nedenlerini söyleyeceğim!

1

Vücudun Sıvı İhtiyacını Karşılar

Her ne kadar kahvenin de, vücudun sıvı ihtiyacını karşıladığı söylense de, unutmamak gerekir ki, çay 143


BD NİSAN 2016

yalnızca bitkilerle çeşnilendirilmiş sıcak sudan ibarettir. Bu da çay içmenin vücuda çok daha büyük yarar sağladığı konusunda bir teminattır, çünkü çay vücudunuzun sıvı ihtiyacını anında karşılar. Bu işlem kahve ile daha fazla zaman alır, çünkü öncelikle kahvenin içindeki suyun vücut tarafından emilmesi gerekir.

2

Çayın sağladığı enerji takviyesi daha uzun sürelidir.

Sağlığa Çok Yararlıdır

Pek çok bilimsel araştırma, çayın kansere ve diğer belli başlı hastalıklara yakalanma riskini azalttığını kanıtlamıştır. Bu durum daha çok, Asya’da başarısı sayısız alanlarda kanıtlanmış olan yeşil çay için geçerlidir. Asyalıların bu denli formda ve sağlıklı olmalarının kaynağı buna dayandırılabilir. Kahvenin içinde de çok sayıda yararlı antioksidan bulunmasına rağmen, bu oran çayda çok daha yüksektir.

3

Sizi Daha Uzun Süre Zinde Tutar

Bu aşamada, hoşgörüsüz kahve tiryakileri, çayın kahveden daha sağlıklı olduğunu ancak kafein oranı açısından kahve ile kıyas dahi 144

kabul etmeyeceğini savunacaklardır. Aslında bu tam bir efsanedir. Araştırmalar, çayın içindeki kafein miktarının kahveninkiyle birebir aynı olduğunu, öte yandan zamana bağlı enerji seviyesindeki azalma konusunda, daha az bunaltıcı bir etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Bir başka deyişle, çayın sağladığı enerji takviyesi daha uzun sürelidir. Kahve içtiğiniz zaman aldığınız büyük ve hızlı doz kafein, enerjinizin yükseldiği kadar ani bir şekilde düşmesine de neden olur. Oysa çay, en az kahve kadar kafein barındırmasına rağmen, içindeki kafeinin vücut tarafından emilimi daha ağır olduğundan, atılması da daha uzun bir sürede gerçekleşecektir. Gün boyunca zinde kalabilmek için bir şeyler içmek zorundaysanız, kahve yerine çayı tercih edin.

Daha Fazla Antioksidan Barındırır

4


BD NİSAN 2016

Kahve tiryakilerinden duyacağınız bir başka şey de, kahvenin çaydan daha fazla antioksidan barındırdığıdır. Ancak ne yazık ki bu da yanlış bir bilgi. Günümüzde üreticiler, çayın yararlarını artırmak amacıyla, içine de çok sayıda antioksidan eklemektedirler, böylece çayda da en az kahve kadar antioksidana rastlamak mümkündür.

5

ikisi arasında bir seçim yapmanız gerekirse, çayı tercih etmenizi öneririm. Günde tüketilen bir ya da iki fincan çay, dişlerinizin flüorür düzeyini dengede tutarak, dişleriniGünde tüketilen bir ya da zin sararmasına neden iki fincan çay, dişlerinizin olmayacaktır, diğer flüorür düzeyini dengede yandan günde birkaç tutarak, dişlerinizin bardak kahve, flüorür saramasına neden azalmasıyla birlikte olmayacaktır dişlerinizde lekelerin meydana gelmesine neden olacaktır.

Kilo Vermenize Yardımcı Olur

Son dönemde yapılan araştırmalar, yeşil çayın kilo vermenize son derece yardımcı olabildiğini kanıtladı. Yalnızca metabolizmanızı hızlandırmanıza yaramakla kalmıyor, aynı zamanda hiç kalori içermediği için de, her türlü sıcak ve soğuk içeceğin yerini kolayca tutabiliyor. İçine şeker katarak tükettiğiniz, kahve dâhil tüm içeceklere kıyasla, çay formunuza en az zarar verecek olanı.

6

7

Kemiklere Yararlıdır

Avustralya’da kısa süre önce yapılan bir araştırma, düzenli olarak çay tüketenlerin kemiklerinin daha güçlü olduğunu ve çayın içindeki yüksek orandaki kateşinler sayesinde, osteoporoza yakalanma düzeylerinin daha düşük olduğunu gös-

Diş Sağlığı

İşin doğrusu, çayın da kahvenin de aşırısı diş sağlığınıza yarar getirmeyecektir, özellikle de dişlerinizin beyazlığı açısından. Ancak 145


BD NİSAN 2016

Kalp atışlarını hızlandıran kahvenin aksine çay sizi yatıştırır ve beyninizi rahatlatır.

olarak kullanılmasının başka bir nedeni olamazdı zaten.

Bağışıklık Sisteminizi Güçlendirir!

9

termiştir. Bu konuda yapılan farklı bir çalışma ise, çay içmenin sağlıklı kemik oluşumunu olumlu yönde geliştirdiğini ortaya koymuştur. Kahve ve kemikler konusunda olumlu sonuçlara sahip bir araştırmaya rastlanmamıştır, zaten hatırlarsanız büyükanneniz küçükken size, kahve içmenin büyümenize engel olacağını bolca nasihat etmiştir!

8

Stres Seviyenizi Düşürür

Evet, işte budur! Bir fincan demli çayı daha iyi tarif edemezdiniz. Sizi geren ve kalp atışlarınızı hızlandıran kahvenin aksine, çay sizi yatıştırır ve beyninizi rahatlatır. Bu kadar çok kültürde, çayın bir sohbet aracı

Her ne kadar çayın, nezlenizi tedavi edici bir etkisi olmasa da, mikropları vücudunuzdan hızla atmanıza ve bir daha kolay kolay hastalanmamanız için bağışıklık sisteminizi güçlendirmenize yararı vardır. Bu elbette ki, ne tür çay içtiğinizle de alakalıdır. Bir fincan demli siyah çayın size çok fazla bir yararı olmasa da, içine bal ya da limon katarak tüketeceğiniz sıcacık bir zencefil ya da ıhlamur çayı görevini layıkıyla yerine getirecektir! İşte tüm bu sebeplerden dolayı, bir dahaki sefere kendinize bir kupa kahve doldururken, çayın benzersiz yararlarını aklınızdan geçirmenizi öneririm! • aylinyengin@butundunya.com.tr

Azimli Kedi

Adam karısının kedisinden nefret etmektedir. Karısı evde yokken kediyi arabasına alıp uzak bir semte bırakır. Eve döndüğünde kedinin kanepenin üzerinde mışıl mışıl uyuduğunu görür. Ertesi hafta çok daha uzağa bırakır ancak eve döndüğünde kedi yine kanepenin üzerindedir. Sonraki hafta da çok daha uzağa bırakmasına rağmen döndüğünde kedi yine evde uyumaktadır. Sonunda hayvanı alarak çok, çok uzaklara yola çıkar... Akşam olduğunda evin telefonu çalar. Adamın karısı telefonu açar; telefondaki kocasıdır: “Karıcığım, kedi evde mi?” Kadın: “Evet” der “Niçin sordun?” Adam: “Çağırsana şunu, bana yolu tarif etsin...” 146


İnsanlar Yaşadıkça

BD NİSAN 2016

Mehmet Ünver

Boğaz’dan Geçen Ç

Rus Gemisi

ocukluğumu yaşadığım altmışlı yıllarda kuzey komşumuza “Rusya” değil, “Sovyetler Birliği” denirdi. Doğudan batıya, kuzeyden güneye pek çok sosyalist devletten oluşmuş dev bir süper güçtü Sovyetler Birliği. Ülkemiz Nato Bloğunda yer alıyordu. Sovyetler Birliği ise Doğu Blok’unun kurucusu ve lider ülkesiydi. O sıralar Nato Bloğuyla, Sovyet bloğu arasındaki soğuk savaşın en korkutucu dönemi yaşanıyor, her an iki blok arasında ciddi bir gerginlik hatta savaş çıkması bekleniyordu. Bloklar arasında silah sanayi ve dünyaya egemen

olma konusunda akıl almaz bir rekabet vardı. O günlerde ülkemizde iktidarda olan sağ hükümetler, sırf karşı cephede yer aldığı için Sovyetler Birliği aleyhinde acımasız bir propaganda pompalıyorlar, halkın çok önemli bir kısmı da buna inanıyordu. Öyle ki, Sovyetler Birliği kökenli bir yazarın kitabını okumak ya da Doğu bloğu ülkelerinden birinde yetişmiş bir bestecinin eserini dinlemek neredeyse suç sayılıyordu o sıralar.

147


BD NİSAN 2016

Bir kez yakalanırsanız ardından hemen yaftalama gelirdi: “Komünist!”, “Moskof Uşağı!” Bu nedenle Rus edebiyatının klasikleriyle dünyalarını zenginleştirenler ve her biri ayrı bir deha olan Rus bestecilerinin eserlerine gönül verenler bu sevgilerini etrafa pek belli etmeden gizlice yaşarlardı. Ne olur ne olmaz düşüncesi hakimdi çünkü.

B

u durum giderek öyle tuhaf bir hâl almıştı ki, o dönem Sovyetler Birliği ülkelerinden biri olan Ermenistan sınırındaki köylerimizde ıslık çalmak bile yasaklanmıştı. Nedeni ise daha da tuhaftı: Karşı tarafa casusluk yapıyor olmakla suçlanırdınız. Bir seferinde sınıra yakın bir yerde koyunlarını otlatan bir Türk çobanın başına çok ilginç bir olay gelmişti. Koyunlardan biri nasıl becerdiyse sınırı geçip Ermenistan tarafında otlamaya başlamış. Bunu gören çoban, koyunun peşinden gidip geri getirmek istemiş. Tam o sırada karşı tarafın sınır devriyesi askerleri onu fark edip

O dönem Sovyetler Birliği ülkelerinden biri olan Ermenistan sınırındaki köylerimizde ıslık çalmak bile yasaklanmıştı.

148

tutuklamışlar. Çoban bir süre Ermenistan’da tutuklu kaldı. Ardından durum anlaşılıp Türkiye’ye teslim edildi. Bu kez de kendi ülkesinde gözaltına alınıp, casusluk suçlamasıyla sorgulandı. Öyle ya belki de koyunum sınırı geçti numarasıyla çok önemli devlet sırlarını Rusya’ya vermişti!!.. Zavallı çoban ne yapacağını şaşırmış, kaderine küsmüştü. İstanbul ve Çanakkale Boğazları bugün olduğu gibi o zaman da Sovyet bloğu ülkelerinin Akdeniz’e çıkabilecekleri tek deniz yoluydu. Hatta Boğaz trafiğinin neredeyse yüzde seksenini Sovyetler Birliği’ne ait savaş ve ticaret gemileri oluştururdu. Evimiz Boğaziçi’ne baktığı için gün boyunca ve hatta geceleri bile geçen gemileri rahatlıkla görebilirdik. İstanbullular, o dönemin Sovyet aleyhtarı propagandaları nedeniyle bayrağında ve bacalarında ‘orak-çekiç’ sembolü taşıyan bu gemilere çok soğuk ve ürkek bir gözle bakarlardı. Kazayla biraz fazla baksalar kendilerinin de Sovyet casusluğu ya da en azından sempatizanlığıyla suçlanacaklarından korkarlardı çünkü. Aile üyelerimiz de bu korkuları yaşıyordu elbette. Bir seferinde, bir turizm ofisinden başta Moskova olmak üzere bazı Rus şehirlerini tanıtan birkaç broşür almıştık. Rahmetli annem: “Aman oğlum ne yapıyorsunuz, başımızı derde mi sokacaksınız?” diyerek o broşürleri sobaya atıp yakmıştı.

H

enüz on yaşımdaydım. Bir kış günü, annemle Eminönü ve


BD NİSAN 2016

Mısır Çarşısı civarında alışverişe çıkmıştık. O sıralar şimdiki gibi alışveriş merkezleri yoktu. Sultanhamam’daki mağazalar ve yerli mallarıyla dolu reyonlarıyla Sümerbank, giyim kuşam gereksinimlerimiz için aradığımız her şeyi bulabildiğimiz yerlerdi. O O gün alışverişlerimizi zun sıcacık salonungün alışverişlerimizi tamamladıktan sonra ikindi da otururken o asker, tamamladıktan sonra vakti evimize dönmek için vapura bindik. rüzgara karşı güvertede ikindi vakti evimize tek başına dikiliyordu. dönmek için vapura Birden ona acıdım. Sonra çocukluk bindik. Boğaz’da bir süre ilerleiçgüdüsüyle el sallamaya başladım. dikten sonra vapur bizim iskeleye Asker şaşırmıştı. Önce bana hemen yaklaşmak için dönüş yapınca yanıt vermedi. Sağına soluna baktı. Karadeniz yönünden gelen dev bir Sovyet savaş gemisiyle burun buru- O an güvertede kendisinden başka na geldik. Kaptanımız bir çarpışma- kimse olmadığını görünce bana gülümseyerek el salladı. Ve sonra, yı önlemek için savaş gemisine yol verdi. Koca gemi üzerindeki topları, dev savaş gemisi Marmara yönüne doğru geçip gitti. taretleri, torpidoları ve antenleriyle hemen önümüzden gümbür gümbür nnem bu davranışım nedeniyseslerle geçip giderken güvertede le biraz telaşlanmıştı. Ona, elinde makineli tüfek olan bir Sovaskerin bu soğukta neden güveryet askerinin durduğunu gördüm. tede makineli tüfekle beklediğini Üzerinde onu olduğundan daha sordum. Annem de bana şöyle bir cüsseli gösteren füme renkli bir palto ve aynı renkte bir kürk kalpak yanıt verdi: “Bazen Sovyet savaş gemileri vardı. Palto ayak bileklerine kadar Boğaz’dan geçerken, görevli askeruzanıyordu. Bir anlığına görüntülerden bir kaçı denize atlayıp kıyıya sünden ürktüm. Aklıma Sovyetler çıkıyor ve Türkiye’den sığınma talep Birliği ve askeri gücü hakkında ediyorlar. Yetkililer, askerleri bize durmaksızın pompalanan olumsuz sığınırlarsa önemli sırları verirler propagandanın çevremizdekiler diye korkuyorlar. İşte o nöbetçi üzerinde yarattığı tedirginlik geldi. asker de denize atlamaya kalkan Hava buz gibiydi. Biz, vapurumu-

A

149


BD NİSAN 2016

bir kıyıdan öbür kıyıya geçerken yolumuzu kesen her hangi bir Sovyet gemisiyle karşılaşırsak, güverteye çıkıp onlara el salladım. Tolstoy’un, Puşkin’in, Çaykovski’nin, Dostoyevski’nin, Gorki’nin, Çehov’un ve Gogol’un ülkesinHemen yan tarafta oturan bir den kötü niyetli adam anneme gülerek: “Sizin insanlar çıkacağına olursa vurmak için çocuk Rusya’ya iltica etmeye pek inanmadım çünelinde silahla orada niyetleniyor galiba”... kü. Sonraları Sovyet bekliyor. Hem bir Bloku yıkıldı. Türkiye olarak o daha da o gemilere el sallama Bloktaki bazı ülkelerle çok yakın sakın. Seni Sovyet casusu zanneticari ve kültürel ilişkiler kurduk. derler.” Dünya barışı ve dostluk adına pek Şaşkınlık içinde yüzüne bakmıştım. Gayet ciddiydi. Hemen yan çok ilerleme kat edildi. Özellikle tarafta oturan bir adam anneme gü- Rusya ile enerji konusunda çok ciddi ortaklıklara gittik. Yalnızca lerek: “Sizin çocuk Rusya’ya iltica etmeye niyetleniyor galiba” deyince bizler değil, zamanında karşı cepannem yine aynı ciddiyetle: hede yer alan diğer ülkeler de Rusya “Aman beyefendi, ağzınızdan yel ile önemli ticaret partnerliklerine girdiler, ortak projeler ürettiler. alsın” diye yanıtladı. Eh malum, o Rus gemileri yine yirmi dört saat sıralar soğuk savaş zamanıydı ve Boğazlarımızdan geçiyordu. çocuk bile olsa Sovyet gemisine el sallayanı hemen “komünist” diye oğrusu her şey gayet iyi gitdamgalıyorlardı. Komünistlerin mekteydi. Yıllar önceki gergin gideceği yer de belliydi: dönemde, o savaş gemisinin güver“Komünistler Moskova’yaaa..” tesinde elinde silahla nöbet tutan askeri unutmuştum ki, son yaşanan aşım küçük de olsa annemin o gelişmeler beni elli sene geriye göuyarısına kulak asmak aklımtürdü ve o günleri anımsattı. • dan bile geçmemişti o sıralar. İleriki yıllarda da, Boğaz vapurlarıyla mehmetunver@butundunya.com.tr

D

Y 150


BD N‹SAN 2016

N‹SAN AYI ÇÖZÜMLER SAYFASI Satranç Çözümleri

KURGUMAT: U. SAYMAN 1.Fd1! Kxd3 2.cxd3+# (1…Kb3 2.cxb3+#, 1…Kxa3 2.Kxa3+#, 1…Kc4 2.c3+#, 1…Kxc5 2.c4+#, 1…Kxc2 2.Fxc2+#) OYUN SONU: Akflin Mesimov, (60. M.Muradov Yar›flmas› 1.lik ödülü) 1. Kg1 fif7 2.fid7 fif6 3. fid6 fif5 4.fid5 fif4 5. fid4 fif5 6. Kcf1+ fie6 7. Kg6+ fie7 8.Kg7+ fie8 9.Kh1 fif8 10.Kb7 b1V (10... fig8 11. Kxb2 $) 11.Kh8+# 1-0

1-(c) Tüylü top

9-(c) Seviye

2-(a) Toplu

10-(d) Sat›m

3-(d) Var›fl yeri 4-(a) Vas›fl› 5-(b) Y›rt›c› 6-(b) Tarafs›z

11-(b) A¤aç park› 12-(d) Bezekli 13-(c) F›rsat, kelepir

7-(b) Ön do¤ru

14-(a) Kesin uyar›

8-(a) Parça

15-(d) K›y›, çevre

Kare Bulmaca

“Bilginizi Denetleyin”

1-(b) Ölü flehir, mezarl›k 2-(a) Ege 3-(b) Kazaskerlik 4-(a) Yerellik 5-(b) Montrö sözleflmesi 6-(d) Çal›flma ve sözleflme hürriyeti 7-(a) ‹talya 8-(a) Cuma 9-(b) Ordu-Giresun havaliman› 10-(c) Anadolu Selçuklu 11-(d) ‹talya-Japonya 12-(d) ABD 151


BD N‹SAN 2016

YARININ BÜYÜKLER‹ Gönderi adresi: Sedef Cad. 2446 Ada, 1. Parsel, A Blok, Kat: 3, Da: 16, Ataflehir, 34750 ‹stanbul e-posta: butundunya@butundunya.com.tr (e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla olmamas›na lütfen özen gösteriniz.)

Elif Hece Emgen, Adana

Mehmet Yavuz Emgen, Adana

Zeynep Tuana Emgen, Adana

Can Okal, ‹stanbul

Dora Alkan, Ankara

Esma Da¤, ‹zmir

Arda ve Duru Darıç, ‹stanbul 152

Ege Doruk Ögeyik, Tunceli


BD N‹SAN 2016

Remle Gökçe, Alanya

Güney Gökçe, Alanya

Yi¤it Gökçe, Alanya

Özgür Günefl, ‹zmir

Mert Remzi Emekçi, Bursa

Mehmet Eren Güler, Manisa

Cansu Erdo¤an, Uflak

Umut Demir Karaca, ‹zmir

Samuel Bar›fl Öncü, Ankara

Nisa Akgün, Ankara

Deniz Uluç, ‹skenderun

Miraç Koço¤lu, Ni¤de 153


BD N‹SAN 2016

Bulmacan›n çözümü 151. sayfadadır. 154


Bulmaca Filiz Lelo¤lu Oskay SOLDAN SA⁄A: 1-Fotografta görülen keman virtüözümüz.- Operada, perde açılmadan önce orkestranın çaldığı parça. 2-Talih, şans.- Genellikle askerin açık hava eğitimi sırasında giydiği soğuğa karşı koruyucu, başlıklı bir çeşit üstlük.- Yabancı bir alan ölçüsü birimi. 3-Dokuması kalın, sık ve yumuşak, bir tür pamuklu bez.- Tanrı buyruklarını yerine getirme.- Konut. 4-Küçük mağara.- Tümör.- İtalya’nın eurodan önceki para birimi. 5-‘..... Aydın’ (Edebiyatçımız).- Çevrelerine göre çukurda kalmış dar düzlük yer.- Yunan alfabesinde bir harf. 6- ‘.... Şal ve Gül ‘ (Yahya Kemal Beyatlı’nın bir yapıtı).- Yasaklanarak korunan nesne yada davranış.- İkizler takımyıldızının astrolojideki adı. 7-Orta oyununda çoğu kez aptal uşak rolünü oynayan komedyen.- Kırmızıya çalan eflatun renk. 8-Şaşma belirten bir ünlem.İlişkin.- Yurdunu seven, koruyan. 9-‘ ..... Delon’ (Ünlü Fransız sinema sanatçısı).Üst üste konan şeylerin her biri.İridyumun simgesi.- Trabzon’un bir ilçesi. 10-Yüksek bir makama, duruma erişmiş olma durumu.- Orkinos balığı.- Bir günün veya olayın arkasından gelen zaman. 11-Bir nota.- Müstahkem yer.- Bir sözleşmede taraflardan birinin öbürüne işten caymayacağını belirtmek amacıyla önceden verdiği güvence parası.- İsviçre’de bir akarsu. 12-Kalın ve kaba bir kumaş.Anlaşma, uyuşma.- Duman lekesi. 13-İletken telleri elektrik birimlerine bağlayan veya cıvatalı bağlantıyı sağlayan parça.- Konusunu denizden alan resim.Acemi. 14-Üye.- Bunalım.- Milli içkimiz. 15-Lantanın simgesi.- ‘.... Blake’ (Ünlü İngiliz sinema sanatçısı).- Dans. 16-Mahkeme kararı.- Muğla’nın bir ilçesi. 17-Briçte sanzatunun kısa yazılışı.Gelecek- Fasıla. 18-Zaviye.- Asya’da bir göl. 19-Vilayet.- Bir çıkar sağlamak düşüncesiyle söylenen övücü söz. 20-Şili’nin kuzeyinde bulunan dünyanın en kurak çölü.- Bir zaman birimi.

YUKARIDAN AfiA⁄IYA: 1-‘...... ..... Özbekkan’( 1887-1966 yılları arasında yaşamış olan ve gelenekçi Klasik Türk Müziği bestecilerinin son halkası sayılan bestecimiz).- Sardalye balığının küçüğü. 2-Sınır nişanı.- ‘ ...... Karakolu’ (Refik Kordağ ve Muammer Karaca’nın bir Fransız bulvar komedisinden uyarladığı oyun).- Koyu renkli, sert, bir çeşit yanardağ kültesi.Köpek. 3-Denizli’nin bir ilçesi. - Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler.Karışık renkli. 4-Türk mitolojisinde önemli bir rol oynayan efsanevi bir dişi kurt.- Art düşünce.- Voleybol ve teniste topu yukarıdan aşağıya doğru sertçe yere vurma. 5-Litrenin kısa yazılışı.- Kap-Kacak, tencere gibi lüzumlu ev eşyası.- İçinde alkol bulunan içecek.- Şişe gibi dar delikleri tıkamaya yarayan mantar, cam, tahta veya plastikten tıkaç. 6-Bir haber ajansının simgesi.- Birinin buyruğu altında olan görevli.- Borsada hisse birimi.- İstanbul’un bir semti.- İşaret. 7-Afrika’da bir başkent.- İtalya’nın Adriyatik kıyısında bulunan turistik bir belde.- Avuç içi. 8-Rubidyumun simgesi.-’.....Var’ ( Orhan Kemal’in bir yapıtı).- Doğu Karadeniz’de yaşayan bir halk.- Antalya’da bulunan ünlü bir plaj. 9-Bilgiçlik taslayan.- Yer yuvarlağı gibi düzgün olmayan küresel biçim. Hastalık. 10-İki dağ arasındaki çukurca arazi veya geçit.- ‘ ... Eaton’ (Britantyalı diplomat ve yazar).- Rütbesiz asker.- Altı düz bir tür deniz taşıtı. 11-Mersin’in bir ilçesi.- Çok taneli bir meyve. 12-Türlü sebeplerden dolayı başarıya ulaşamamış kimse.- Bir uzunluk ölçüsü birimi.Kiloamperin kısa yazılışı. 13-Türk Hava Yolları’nın uçuş kodu.- Bilgi ve beceriye dayalı bir bilgisayar oyunu.- Kadınların kaşlarını veya saçlarını boyamak için sürdükleri siyah boya. 14-Azotlu gübre.Bir sayı.- Geminin veya uçağın izlediği yol. 15-Yakışır, yerinde, uygun.- ‘ Sudaki ...’ (Ahmet Altan’ın bir yapıtı).- Ayın parlaklığı. filizoskay@butundunya.com.tr 155


Satranç Mustafa Y›ld›z 4. AL‹ ‹PEK ANMA TURNUVASI M.Emin Çiftçi – Burak Özalp, Ankara, 2016 Beyaz aletler diken üzerinde; flah› merkezde ve sald›r›ya aç›k bir konumda, ha öldü ha ölecek, veziri ve f1’deki kalesi batarya oluflturmufl ama bu batarya flah›n›n konumu yüzünden gücünü gösteremiyor. Vezir kanad›ndaki kale de konuma ilgisiz, at ise c2den gelecek mat sald›r›s›na karfl› can simidi rolünde, piyonlar ise fena halde da¤›n›k. Beyaz, herhalde konumu enine boyuna incelemeden korumas›z f piyonunu al›yor: 31.Vxf7?? Kb1+ ve 3 hamlede mat oldu¤umuzu anlay›p oyunu terk ediyor. (32.Axb1 Vxc2+ 33.fie1 Vxe2+#) 0-1 Erdem fiener – Özgür Can Kayg›s›z, Ankara, 2016 Henüz aç›l›fl aflamas›nda dikkatsizli¤in yol açt›¤› alet kayb›. Veziri hemen oyuna sürmemek gerekir ama burada, beyaz at› tahtadan ç›kartan d4’teki siyah at› vezir ile almak gerekirdi. 10.Fxd7+ ?? Bu flah çekifl, çöküfle yol aç›yor. 11…Axd7, g7’deki filin önü aç›ld›. O fil, flimdi d4’teki at› koruyor ve siyahlar bir at öne geçti, Bundan sonra beyaz, 30 hamle oynad›, do¤al olarak kaybetti. 0-1 AL‹ ‹PEK K‹MD‹R? (1952 – 07.03.2012) Ali ‹pek 1991 ve 2003 y›llar› aras›nda TSF Yönetim Kurulu’nda ve Teknik Kurul’da görevler ald›. 1991 – 1999 aras›nda Ankara ‹l Temsilcili¤i yapt›. 1972’den 2003’e kadar, 31 y›lda, 27 kez Türkiye fiampiyonas›’na kat›ld›. 16 kez ilk beflte yer ald›. 1995’te Türkiye Birincisi oldu. Üç kez Türkiye fiampiyonlu¤u için unvan maç›na ç›kt›. Yedi ‘kez Olimpiyat Milli Tak›m›nda kadrodayd›. ‹ki Olimpiyatta tak›m kaptanl›¤›n› üstlendi. Binlerce çocu¤a satranc› ö¤retti. Ve belki de hepsinden önemlisi, TSF’nin o güzelim “logosunu” tasarlad›. Evet, satranc›n Türkiye yolculu¤unda adeta tek bafl›na bir kilometre tafl› olan, gerçek bir “satranç iflçisi” Ali ‹pek’ten söz ediyoruz.... (kaynak:tsf.org.tr) 156


BD N‹SAN 2016

TÜRK‹YE KADINLAR fiAMP‹YONASI Ekaterina Atal›k – Betül Cemre Y›ld›z, Çeflme, 2016 Hamle s›ras› beyazda. 50.Kxg6 ile materyal üstünlü¤ünü art›rmak olas› ama Atal›k, aletleri tahtadan ç›kard›ktan sonra piyon oyun sonunun kesin kazanç oldu¤unu görüyor ve gösteriyor. 50.Kxe6 Kcxe6 51.Kxe6 Kxe6 52.Axe6. Siyah terk etti. Beyaz flah›n vezir kanad› piyonlar›n› temizleyip vezire yükselmesine engel olunam›yor. Kyala ‹sgandarova – G. Seda Alev, Çeflme, 2016 Hamle s›ras› siyahta, a5 karesindeki at›n tehlikede oldu¤u görülüyor; gidebilece¤i kare yok ve b4 sürüflü veya Ka1 ile tehdit edilmesi durumunda at› korumak çok zor. Alev, at› için b7 karesini gözüne kestirip 23…Vc8? oynad›. (Bunun yerine 23…c6!? 24.b4! cxd5 25.bxa5 d4 çatal. En az›ndan oyunda seçilen yoldan iyi bir yol.) 24.Ka1 Ab7 25.Kxa8 Vxa8 26.Vxc7 Kenarda bir at ve geri kalm›fl piyon s›k›nt›lar› yaln›zca bir piyon yitirilmesine de¤il siyah›n konumunun birden kötüleflmesine neden oluyor. 26…Va1+ Bofluna bir flah çekifl. 27.fih2 Vb2 28.Ahf5 Ac5? 29.Axd6 Vxc2 Beyaz, tafllar› de¤iflirken piyon kazan›yor. 30.Fxc5 Fxd6 31.Vxd6 fih7 (31…Vxb3 32.Vf8+ fih7 33.Vxf7) 32.b4 Vc3 33.Ve7 Siyah terk etti. 1-0 KURGUMAT U.Sayman (e4, e5, 2016)

OYUN SONU Akflin Mesimov (60. M. Muradhanov Jubile Yar›flmas› 1.lik Ödülü)

2 #

Beyaz kazanır

myildiz@butundunya.com.tr

Çözümler 151. sayfadad›r.

157


Bize Gönderilen Kitaplardan sözlerinin yer ald›¤› flark› her yerde yank›lan›p durunca Droit, felsefe kokulu muskalar satmaya çal›flan flarlatanlara tepki gösteriyor: “Bu flark›n›n bana niçin ve nas›l aldat›c› ve Felsefeyle yalan geldi¤ini aç›klayaca¤›m. Üstüne Saadet üstlük nas›l tehlikeli olabilece¤ini, Olmaz hangi nedenlerle gülünç ve komik oldu¤u. Dolays›yla bu kitaptaki sayfalar Daha iyi ya! bir öfkeden do¤du. ‹stismarlara, naifliklere, münasebetsizliklere karfl› Roger-Pol Droit öfkeden. Ama ayn› zamanda da entelektüel kötü niyetlere, namusSay Yay›nlar› suzluklara karfl›, bunlar›n baz›lar› kazanç h›rs›yla isteyerek, baz›lar› istemeden, karakter ve düflünce zaaf› nedeniyle olmufltur. Ben bunlar›n çok ir kullan›ml›k, çerez, fastfood daha vahim oldu¤unu düflünüyorum... kitaplar›n alabildi¤ine her yeri kaplad›¤› Unutmamak gerekir ki mutluluk bize, bir ortamda Droit felsefeyi yeniden sadece bize ba¤l›d›r!” diriltmek ve kötü kullan›m›n›n önüne geçmek için çal›flmalar›n› sürdürüyor. “Baflka Diyarlar›n Felsefeleri” gibi zor Elveda bir u¤rafl›n›n alt›ndan kalkarak felsefeleri ve filozoflar› buluflturmay› Güzel baflard›. “Dostlar Aras›nda Küçük Vatan›m Felsefe Deneyimi”, “101 Gündelik Felsefe Deneyimi”, “K›sa Felsefe Ahmet Ümit Tarihi”, “20. Yüzy›la Yön Veren 20 Büyük Filozof” gibi kitaplar›yla Everest Yay›nlar› büyüklere gündelik yaflamda felsefeden yararlanman›n yollar›n› göstermekle de yetinmedi, çocuklar›n felsefenin smanl›n›n son, Cumhuriyet’in ›fl›¤›nda ya da bahçesinde büyümeleri ilk y›llar›... dizginleri elde tutmaya için birbirinden güzel kitaplar haz›rlad›: çal›flan ‹ttihat ve Terakki Cemiyeti... “K›z›ma Felsefe Ö¤retiyorum”, iktidar savafl›, entrika ve kirli iliflkiler... “Çocuklarla Felsefe Sohbetleri.” “Biraz yak›c› bir aflk. ‹ttihat ve Terakki’nin felsefe hayat›n›z› canland›r›r ve e¤er öncüsü Jöntürklerin filizlendi¤i Paris; direnirseniz mutluluk garantili!” rüfltünü kan›tlad›¤› Selanik, Resne ve

B

O

158


BD N‹SAN 2016

Manast›r’da da araflt›rmalar yapan Ahmet Ümit bir insan›n, bir ülkenin var olma, y›k›l›fl ve dirilifl öykülerini mektuplar›n kanatlar›na yüklemifl. Romanlar›ndan eksik olmayan Komiser Nevzat bu kez yok. Bir zamanlar›n fedaisi, yorgun komitac› fiehsuvar Sami var. Tarihsel bozgun, kaybedilen bir ülke, bir flehir, bir hayat. Ve akl›nda hep ayn› soru: “Devlet mi kutsald›r, yoksa insan m›?” Kaybetti¤i ama hiçbir zaman yüre¤inden ç›kartamad›¤› sevgilisi Ester. “Ölüm, flehirlerimizi kaybetmekle bafllar! Kim söylemiflti bu cümleyi hat›rlam›yorum, ne yaz›k ki do¤ru… Do¤ru, lakin eksik. Ölüm, flehirlerimizi kaybetmekle bafllar, vatan›m›z› kaybetmekle neticelenir. Sahi nedir vatan? Bir toprak parças› m›, uçsuz bucaks›z denizler, derin göller, yalç›n da¤lar, verimli ovalar, yemyeflil ormanlar, kalabal›k flehirler, tenha köyler mi? (...)

Siyasetname Nizamülmülk Say Yay›nlar›

K

imi yap›tlar›n ad›ndan s›kça söz edilir. Ça¤lar›n› aflan bu eserlerden al›nt›lar gezer dolafl›r. Ancak bu

yap›tlar› bir bütün olarak oldu¤u kadar duru bir dil ve eksiksizce okumak da k›smet olmaz. Özellikle Farsça kaleme al›nan baflyap›tlar› aradan geçen on/yüz y›llar sonra da olsa okuma olana¤›n› sunan de¤erli bir köprüdür, Mehmet Kanar. Samed Behrengi’den Mevlana’ya uzanan fiark’›n büyüleyicili¤i yan›nda okuyan› sarsan eserleri bir k›tadan öteki k›taya tafl›y›p duran Mehmet Kanar’›n çevirileri y›llar önce bir nedenle birbirlerini yitiren aile, akraba, mahalleli, arkadafl, sevgililerin, insanlar›n yeniden buluflmas› gibi. Bir fark› var. Akan zaman›n al›p götürdü¤ü ya da ekledi¤i olumlu olumsuz bütün etkilere ra¤men, özdeki duygu ve düflünceyi gizlendi¤i yerden al›p ç›kard›¤› için ak›lar ve yürekler yeniden kucaklaflabiliyor. Mehmet Kanar’›n bedeli eklem rahats›zl›klar› olmas›na karfl›n s›rt›n› yere getirdi¤i bir çok Do¤u klasikleri ile aradaki engeller bir bir afl›l›yor. Nizamülmülk’ün Siyasetname çevirisi raflardaki korsan ve eksik metinli çal›flmalar bir yana, bugüne kadar gerçek anlamda okurla buluflan ilk tam Türkçe yaz›m. Siyasetname “insan topluluklar›n› yönetme, devlet ifllerini yürütme sanat›” yan›nda bir tarih, öykü, aforizma güldestesi. Bu arada yap›ta 45. Fas›lda yer alan bir yak›flt›rman›n uzun y›llar ve hâlâ “komünist”lere mal edilmesi de ilginç. Neden bu kadar çok devletin kurulup y›k›ld›¤›n›n yan›tlar› da kitab›n sayfalar› aras›nda... 159


Bir Fotograf Bin Sözcü¤e Bedeldir Gönderi: ERDAL UC, ANKARA

160


B

u kitap, uzun volta seanslarında, sarı duvar manzarasında, üst katın demir karyolasında, alt katta kaloriferin yanı başında tasarlandı. (...) En güzel kitapların en muhteşem manzaralara karşı yazıldığını zannetmeyin. Tersine... Bazen güzel manzaralar karşısında uyuşup tembelleşen hayal gücü, duvarla karşılaştı mı, ardını görmek hevesiyle havalanıyor. Duvara tırmanıyor. Bu da ona yetişmeye çalışan kalemi kamçılıyor. Zindan zemini kindarlık üretmeye müsait... Onu sabırla derine gömmek, onun yerine tevekkülün çelebiliğini koymak, masumiyetten güç almak gerekiyor. Masumiyetin sessiz bir gücü var. Karanlıktan korkmayan, sözünü sakınmayan, hiçbir kudretliye yaslanmayan, tehdit edilse de uslanmayan bir gücü var masumiyetin... (...) Ona güveniyorum. Bugüne dek defalarca yakın tarihimize ışık tutmuş olan Can Dündar, 2015 Kasım’ında hapse atıldığında basın özgürlüğü mücadelesinin ve tarihin bir öznesi haline geldi. Tutuklandık, sadece edebiyatın usta mahkûmlarına selam gönderen bir hapishane kitabı değil, yaşamakta olduğumuz döneme dair de “içeriden” bir tanıklık...

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A


TÜRK

RESSAMLAR

1 NİSAN 2016

HÜSEYİN SÖNMEZ 192297

SAYI: 2016 / 04

NİSAN 2016

1966’da Kayseri’de doğdu. 1985 yılında Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Resim İş Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli illerde resim öğretmeni olarak görev yaptı. 1993 Yılında Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne öğretim görevlisi olarak atandı. 2003 Yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sanatta yeterlik aldı. Halen Mersin Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışan Hüseyin Sönmez, yurt içinde on üç kişisel sergi açtı, birçok karma sergiye katıldı ve ulusal düzeyde iki kez ödül aldı.

FİYATI: 5 TL

Türkiye Cumhuriyeti’nin “Kurucu İktidarı”:

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Dr. Sıtkı Aydınel’in yazısı 9’ncu sayfada

Organ Nakli Uzmanı 200 Ünlü Cerrah Öğrencisi, 90’ıncı Yaş Gününde Hocaları Prof. Starzl’ın Çevresinde Buluştular Sh: 37

Mete Akyol:

Hikmet Uluğbay:

Atatürk, 86 Yıl Sonra da Kamuoyuna Görevini İşaret Ediyor Sh: 4

TBMM Demir Parmaklıkla Çevrilmemeli S: 15

Yaşar Öztürk: Atatürk Devrimleri’nin Canlı Kanıtı

Doğan Kuban 90. yaşında Sh: 67

Cengiz Özakıncı:

Arıburnu Bir Emirle Nasıl “Anzak Koyu” Oldu Sh: 57


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.