2016/07

Page 1

TÜRK

RESSAMLAR 1 TEMMUZ 2016

FÜSUN YEREMYAN 192297

TEMMUZ 2016

1951 y›l›nda Yeflilköy ‹stanbul’da do€du. Kandilli K›z Lisesi’ni bitirdikten sonra içindeki resim aflk›, onu küçük karalamalara ve bu günlere tafl›d›. 10 y›l Rus ve Azeri hocalarla çal›flt›. 25 y›ldan buyana hayat›n içindeki insan profilleri onun kompozisyonlar› oldu. Çeflitli dönemlerde 10 kiflisel sergi açan ve 8 karma sergiye kat›lan sanatç›, halen kendi resim atölyesinde çal›flmalar›n› sürdürmektedir.

SAYI: 2016 / 07

FİYATI: 5 TL

Alman Parlamentosu’nun Süryani Soykırımı İftirasını

Çürütüyoruz Cengiz Özakıncı’nın yazısı, ilk kez yayımlanan belgelerle 5. sayfada

Doğan Kuban: Özgür Türkiye Daha İnsanca ve Uygar Bir Toplumdu Sh: 11 Dr Öğüt Yazman, Osmanlı’nın ve Cumhuriyetin Devlet Yapıları

Cengiz Önal’dan Yeni Bir Dizi: Mustafa Kemal’in Silah Arkadaşları Sh: 21 Çiftçi Ümmiye Teyze Köyünde Tiyatro Kurdu, Film Çekti Sh: 118

Yücel Aksoy: GDO Doğaya Karşı mı, Doğayla Yanyana mı? Sh: 135 Halit Kıvanç: TRT Ekranının Kadrolu Balıkları Sh: 79


B

alyoz savcı ve yargıçlarının görsel varlıklarının arkasındaki gerçek yokluklarını “çıplak gözleriyle” gördüğüne ilk tanık olduğum kişi, Emekli Kurmay Albay ve bir “Balyoz sanığı” Suat Aytın’dır. Suat Aytın, karşısındaki Balyoz savcı ve yargıçlarının “arkalarındaki kimlikleri”ni görmüş, çok yakından tanıdığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, bu kişilerin suçlamalarını ve kararlarını hiçbir zaman ciddiye almayacağını, onları tanıdığı an anlamıştı.16 yıl hapis cezasına “mahkûm” edildiği kararın açıklanmasından iki gün sonra, Silivri’de açık görüşte “Büyük geçmiş olsun, komutan” diyerek boynuna sarıldığımda onun, beni teselli etmek için attığı kahkahası ve attığı “nara”sı, bugün de kulaklarımdadır: “Üzülme dostum… Türkiye Cumhuriyeti Devleti var oldukça, beni bu ülkede 16 yıl hapiste tutabilecek bir kuvvet dünyada yoktur. Bunlar pamuk helvası gibidir; sıkarsın, avucunda yok olurlar. Değil 16 yıl, bunların ömrü beni içerde16 ay bile tutmaya yetmeyecektir. Göreceksin.” O güne değin tanık olmadığım bir Türkiye Cumhuriyeti gerçeğini o gün, cezaevinin beton duvarları ve demir kapıları ardında Suat Aytın’dan öğrendim... Mete Akyol

Bütün Dünya’dan Lise Öğrencilerimize İndirim %

50

B

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A

ütün Dünya tüm lise öğrencilerimize kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor. Okumayı seven, dergisine düzenli olarak ulaşmak isteyen lise öğrencilerimizin ev adreslerine, Bütün Dünya’yı %50 indirimli olarak gönderiyor. Bu fırsattan yararlanmak isteyen liseli öğrencilerimiz için abonelik çok kolay. Bir telefonunuz veya e-posta mesajınızla öğrenci

belgenizin fotoğrafını ileterek abonelik işleminizi başlatabilir, bir yıl boyunca Bütün Dünya’nızı her ay kapınızdan alabilirsiniz.

Bütün Dünya Bütün Dünya Abone Servisi Tel: (0506) 888 26 44 E-posta: abone@butundunya.com.tr


BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI

Bütün Dünya

1 TEMMUZ 2016

2000

Baflkent Üniversitesi Ad›na Sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal Yay›n Genel Yönetmeni Mete Akyol Görsel Yönetmen ve Yay›n Genel Yönetmeni Yard›mc›s› : Turgut Keskin Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü: Gülçin Orkut Akyol Teknik Yap›m Yönetmeni: Faruk Güney Yay›n Dan›flman›: Yaflar Öztürk Türk Dili Dan›flman›: Haydar Göfer Sanat Dan›flman›: Süheyla Dinç E¤itim Dan›flman›: Dr. Fatma Ataman Düzeltme Sorumlusu: Nükhet Aliciko¤lu Baflkent Üniversitesi’nin bir kültür hizmeti olan Bütün Dünya 2000, Baflkent Üniversitesi kurulufllar›ndan 1. Cadde, No: 77, Bahçelievler, Ankara adresindeki Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve Ticaret A. fi.’nin Anafartalar Mah. Rüzgarlı Cad. Plevne Sk. No:14/5 Ulus, Altında¤, Ankara adresindeki tesislerinde bas›lm›flt›r.

Seçiciler Kurulu: Prof. Dr. Nevzat Bilgin (An›sal Baflkan) Prof. Dr. Ahmet Mumcu Prof. Dr. Solmaz Do¤anca Prof. Dr. Sevil Öksüz Prof. Dr. Ender Varinlio¤lu, Prof. Dr. Okay Eroskay Prof. Dr. Fuat Çelebio¤lu, Prof. Dr. Sedefhan O¤uz, Prof. Dr. Levent Peflkircio¤lu, Gürbüz Atabek, Kaya Karan, Ayhan Erten, ‹lhan Banguo¤lu, Ahmet Aydede, Manuel Bilos, Cengiz Dolunay Sürekli Yazarlar: Yahya Aksoy, Yücel Aksoy, Sabriye Afl›r, Dr. Sıtkı Aydınel, Nuray Bartoschek, Kaya Boztepe, Sadi Bülbül, Haluk Cans›n, Nevin Dedeo¤lu, Haluk Erdemol, Sema Erdo¤an, Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, Mümtaz ‹dil, Muzaffer ‹zgü, Filiz Lelo¤lu Oskay, Cengiz Önal, Cengiz Özak›nc›, Saniye Özden, Tekin Özertem, Yaflar Öztürk, Sezin San Sungunay, Mete Tizer, ‹zlen fien Toker, ‹zmir Tolga, Mehmet Ünver, Dr. Mehmet Uhri, Orhan Velidedeo¤lu, Dr. Ö¤üt Yazman, Halit Y›ld›r›m, Mustafa Y›ld›z Okur-BütünDünya Yaz›flma Adresi: okurlabasbasa@butundunya.com.tr Yönetim Merkezi: 10. Sokak No: 45, Bahçelievler, Ankara Tel: (0312) 215 51 27-313 Faks: (0312) 222 90 07 ‹letiflim Adresi: Sedef Cad. 2446 Ada, 1. Parsel, A Blok, Kat: 3, Da: 16, Ataflehir, 34750 ‹stanbul Tel: (0216) 456 27 27 (pbx) Faks: (0216) 456 27 29 Da¤›t›m: Yaysat Bas›m Tarihi: 24 / 06 / 2016

www.butundunya.com.tr butundunya@butundunya.com.tr 1


YIL: 18 SAYI: 217

3 Geçen Ay ve Yüzyıl Önce Bu Günler... Mete Akyol 5 Süryani Soykırımı İftirası Cengiz Özakıncı

11

Gelişmesi Engellenen Toplum Tümel Bir Köleleştirme Operasyonu Konusudur Doğan Kuban

16 Beni Hatırlayınız Gazi Güder 17 Osmanlıcılık ve Cumhuriyet Dr. Öğüt Yazman 21 Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşları Cengiz Önal 26 Hakimiyeti Milliye Yazıları 29 1918 Kaya Boztepe 35 Sanatın ve Sanatçının Önemi A. Erdem Akyüz 41 “Hacıanesti! Gel de Ordularını Kurtar!” Prof. Dr. Kemal Arı 45 İstanbul Öğretmenlerinin Başkomutana Şükranı Zeki Sarıhan 51 Aliye Pozcu İlk ve Ortaokulu’nda Bir Gün Muazzez İlmiye Çığ 55 İzmir’in Kurtarılışına Uzanan Yol Gürbüz Evren 60 Unutmayın Siz Bir İnsansınız Yaşar Öztürk 64 Tahir Olmak da Kolay Değil Zühre Olmak da Konur Ertop 71 Nöbetçi Kütüphaneler Metin Gören 2

74 Turhan Selçuk Karikatür Yarışması Sonuçlandı 76 Deniz Gençliği Çağırıyor Can Pulak 79 TRT’nin Kadrolu Balıkları Halit Kıvanç 82 Ay Işığını Hiç Görmeyen Kız Sabriye Aşır 87 Sanat ve Siyasete Dair Tekin Özertem 93 Türkçe’nin Dil Erleri Yahya Aksoy 97 Asalak Sözcükler Orhan Veli Dedeoğlu 101 Madame Bovary Mümtaz İdil 104 İyilik Beslemek İki Yüzlülüktür Mümtaz İdil 107 Herkül Haluk Erdemol 112 Erimtan Müzesi Nevin Dedeoğlu 115 Yaş Bir Kavramdır Nuray Bartoschek 118 Ümmiye Teyze Sabriye Aşır 121 Neler Olmuyor ki Dünyada Sezin San Sungunay 125 Fatih Genel Sema Erdoğan 130 Elma Ağacı Muzaffer İzgü 135 GDO Yücel Aksoy 141 Değişimi Yönetmek Melek Şirin Tolga 145 Bal ve Tarçın Aylin Yengin 149 Daha Mutlu Bir Yaşam İçin Öneriler 20 İlk Dersimiz Türkçe 34 Bilginizi Denetleyin 69 Fırçalayarak 151 Çözümler 152 Yarının Büyükleri 154 Bulmaca 156 Satranç 158 Ayın Kitapları 160 Bir Fotograf Bin Sözcük


Bütün Dünya’DAN SİZE

BD TEMMUZ 2016

Mete Akyol

T

Geçen Ay ve Yüzyıl Önce Bu Günler...

ürk ulusu, günü gününe bir ay önce, hiç de beklemediği bir yönden gelen, hiç de hak etmediği bir yumruk aldı çenesine. Sokaktaki vatandaşımızın belleğinde yer edinen tanımıyla “dost” olarak bilinen Almanya, ortada fol yok, yumurta yokken kalktı, Türk ulusunu Ermenlerine soykırım yapmakla suçladı. Bu savla da yetinmedi, Suryani’lere de soykırım yaptığımızı ileri sürdü. İki elin parmaklarından az sayıdaki aydınlık görüşlü yurtsever aydınlarımız dışında iktidarımızdan muhalefetimize, basınımızdan sokaktaki adamımıza değin çoğumuz, Almanya’nın bu darbesi karşısındaki günlük öfkemizi saman alevi gücündeki tepkimizde yansıttık ve... Ceketlerimizin düğmelerini iliklediğimiz anlarımızdaki saygımızı yinelercesine, yine bir suskunluk fanusu içine girdik. Tek yönlü bir sokağa “Girilmez” yönünden giren arabanın sürücüsünden ürktüğümüz tutumumuza benzer bir ürkeklikle, bu konuyu yoksaymaya ve Almanya’yı kızdırabilecek bir söz söylememeye özellikle özen gösterdik. Almanya’nın yanlışı karşısında bir ay önceki bu ürkekliğimiz ve sus-

kunluğumuz bize, aynı Almanya’nın karşısında yüzyıl önceki ürkekliğimizi ve suskunluğumuzu anımsattı. Onların yüzyıl önceki yöneticilerinin ve komutanlarının önce önümüze geçerek, sonra önlerine katarak bizi Birinci Dünya Savaşı’na soktukları günler canlandı karşımızda. Üzerine “Yavuz” adı yazdıkları ve direğine Türk bayrağı çektikleri kendilerinin savaş gemisiyle Sivastopol’u bombalayıp, Birinci Dünya Savaşı’na girmemizin “Başlama vuruşu”nu yaptırdıkları politikalarının ve komutanlarının çapsız kararlarının korkunç sonuçları geçti gözlerimizin önünden. *** Konuyu daha fazla kurcalamadan şimdi lütfen bu sayfayı çeviriniz ve... Araştırmacı-Tarihçi yazarımız Cengiz Özakıncı’nın, karşı sayfadaki Muhammed Ali yumruğu gücündeki “adrese özel” karşılığını izlemeye başlamadan önce, sayfamızın arkasındaki “makale-karikatür”ü inceleyiniz. Bu karikatür, Almanya’nın “avucu içindeki Türkiye”yi, Birinci Dünya Savaşı’na sokmaya hazırlandığı günlerde, 11 Kasım 1914 tarihinde, İngiltere’nin ünlü Punch dergisinde yayımlanmıştır.• meteakyol@butundunya.com.tr 3


BD TEMMUZ 2016

Almanya: “Her şeyi bana bırak. Yapman gereken tek şey patlamak” Türkiye: “Evet, bunu görüyorum. Ama her şey bittiğinde ben nerede olacağım”

4


Otopsi

BD TEMMUZ 2016

Cengiz Özakıncı

Alman Parlamentosu’nun Süryani Soykırımı İftirasını an Yayımlan İlk Kez elgelerle Özgün B

Çürütüyoruz A

lman Parlamentosu, 2 Haziran günü yapılan oylamada; “1915-16 Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere ve diğer Hristiyan Azınlıklara Uygulanan Soykırımın Hatırlanması ve Anılması” başlıklı tasarıyı kabul etti. Tasarıda “aynı dönemde keza başka Hristiyan toplulukların mensupları, özellikle de Süryani ve Keldaniler

de tehcir ve katliamlara maruz kalmıştı” deniyor. Böylelikle Alman Parlamentosu, Ermeni Soykırımı’nı tanıyan diğer ülke parlamentolarından farklı olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1915-16’da salt

Suriye Ortodoks Kilisesi Patriği Aphrem ve Doğu Süryani Kilisesi papazı Afram Athneil, Suriye’nin Kamışlı kentinde Süryani Soykırımı anıtının açılışında. (www.aina.org) 5


BD TEMMUZ 2016

Ermenilere değil, yanısıra Süryani, Nesturi, Kildani vs. bütün Hristiyan uyruklara soykırım uyguladığına karar vermiş bulunuyor. Bu karardan yaklaşık iki hafta sonra, 18 Haziran’da İsviçre’nin Locarno kentinde, 19 Haziran’da Suriye’nin Kamışlı kentinde dikilen Süryani Soykırımı Anıtları törenlerle açıldı. Ermeni Diasporası’nı örnek alan Süryani Diasporası dünyanın her yerinde Türkiye’yi Süryani Soykırımı ile suçlayan gösteriler düzenliyor. Şu anda dünyanın 17 ülkesinde Süryani Soykırımı Anıtı var ve Alman Parlamentosu’nun 2 Haziran kararından sonra, bu sayının giderek artacağı görülüyor. Daha önce dergimizde Ermeni Soykırımı iftiralarını çürüten çok sayıda yazımız yayımlandığı için, bu yazımızda, ilk kez bir ülke parlamentosundan geçmiş bulunan

Süryani Soykımı İftirası’nı belgelerle çürüteceğiz. 8 Şubat 1919 - İstanbul’a gelen işgal orduları komutanlarından Fransız generali Franchet d’Esperey, Hristiyan, Musevi vs. gayrimüslim cemaat başkanlarını çağırarak isteklerini sorduğunda, Süryani Kadim Ortodoks Patriği İlyas Şakir (Ignatius Elias III) ayağa kalkmış; “600 yıldan fazla oluyor ki Türk yurttaşlarımızla beraber kardeşçe yaşadık. Türklerin nimetleri kanımızın her zerresinde dolaşmaktadır. Biz Türkler’den ne isteyebiliriz? Türklerin kaderi bizim de kaderimizdir.” diyerek toplantıyı terketmiştir.[i] 15 Nisan 1919 - İngiliz Askeri İstihbarat görevlisi Binbaşı Edward William Charles Noel, Nusaybin’den Londra’ya gönderdiği raporda, Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan uyruklarına iyi davrandığını, Hristiyanların durumunun iyi olduğunu belirtmiştir. 22 Nisan 1919 - Binbaşı Noel Mardin’den Londra’ya gönderdiği raporda, Süryani Kadim Ortodoks, Süryani Katolik ve Keldani din liderleriyle yaptığı görüş19 Haziran 2016 günü Suriye’nin Kamışlı kentinde açılan Süryani melerin içeriğini Soykırımı anıtı. (www.aina.org) (Solda)- 18 Haziran 2016 günü İsviçre’nin bildirmiştir. Locarno kentinde açılan Süryani Soykırım anıtı. (www.aina.org) 6


BD TEMMUZ 2016

Süryani Diasporası Türkiye’yi Süryani Soykırımı ile suçlayan bir gösteride.

Süryani Kadim Ortodoks Patriği İlyas’ın, Mardin’de Osmanlı yönetiminin sürmesi isteklerini bildirmek üzere kısa süre önce başkent İstanbul’a gittiğini; Süryanilerin kendilerini Türk yönetiminin tuhaflıklarına başarıyla uydurduklarını; Süryani kiliselerinde cemaatle okunan dualarının bir bölümü Türkçe olup Sultan’a ve Osmanlı Türk Hükümeti’ne dua ettiklerini belirtmiştir. 7 Mayıs 1919 - Binbaşı Noel, raporunda Mardin’li Süryanilerin Sadrazam’a bir muhtıra göndererek, Osmanlı yönetimine olan bağlılıklarını bir kez daha tescil ettirdiklerini bildirmiştir.[ii] 11 Mayıs 1919 - Binbaşı Noel, raporunda Süryani Kadim Ortodoks Patriği İlyas’ın Fehim Bey ile birlikte, Mardin’deki Osmanlı yönetiminin sürmesi için başvuruda bulunmak üzere İstanbul’a doğru yola çıktıklarını bildirmiş; bunların Halep’te durdurulBinbaşı Noel’in 15 Nisan 1919 günü Nusaybin’de Hristiyan cemaatlerin başkanlarıyla yaptığı görüşmenin raporu. 7


BD TEMMUZ 2016

Binbaşı Noel’in 22 Nisan 1919 günü Mardin’de Süryani Kadim Ortodoks Patriği İlyas ile görüşme raporu.

malarını istemiştir.[iii] 11 Haziran 1919 - Süryani Kadim Ortodoks Patriği İlyas ve Keldani cemaati lideri, Mardin’de Abdülkadir Bey’in evinde, bölgedeki aşiret reisleriyle toplandı; Osmanlı yönetimine bağlılık andı içilerek, durum İstanbul’a Hükümet’e bildirildi.[iv] 23 Nisan 1920 - Süryani Patriği İlyas, TBMM’nin açılışına katılmıştır.[v] 1920-1922 Kurtuluş Savaşı - Süryani Patrik İlyas, cemaatine Milli Mücadeleyi destekleme 8

emri vermiş; Milli Mücadeleye katılan Süryani erkeklerin aileleri tarafından askere çamaşır ve giysi dikilmesi için Diyarbakır’da kilisede bir dikimevi açılmış; 70-75 kişilik bir Süryani kadın grubu da dikiş yaparak katkıda bulunmuştur.[vi] 5 Şubat 1923 - Lozan konferansının kesintiye uğradığı günlerde, Süryani Patrik İlyas, Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde “Mustafa Kemal Paşa’yı Görmek Farzdır!” başlığıyla yayımlanan söyleşisinde, Süryanilerin Azınlık ayrıcalıkları istemediklerini söylemiştir: “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve Muhterem Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne saygılarımı sunmak için geliyorum. Zaten şimdiye kadar, zaferler sırasında ve resmî şekilde de telgraflarla takdim ettiğim tebriklerim ile yetinmeyerek bizzat saygılarımı sunmak için geldim. Bu Muhterem, Mukaddes ve Mükerrem Zat, Allah tarafından bu vatan ve milletin mutluluğuna ve geleceğinin sağlanmasına me’mur bir zattır. Mukaddes İncil’de denildiği gibi:


BD TEMMUZ 2016

İngiliz Askeri İstihbarat Görevlisi Binbaşı Edward William Charles Noel (d.1886-ö,1940)

Bunlar sükût etse de taşlar çağıracaktır. Kendisini bizzat görmek emeliyle geldim ve icap ettiği kadar bekleyeceğim. Bu, bir fırsattır. Aga Petros isminde birinin Lozan’da Süryanilik Vekâleti istediğini gazeteler yazmış. (...) Kendisini tanımıyorum. Bu, Nasturi mezhebinden olacaktır. Süryaniler Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne dair bir muhabbet taşırlar. Aga Petros, bizim cemaatımızdan değildir.” (...) “Azınlıkların hakları bu dakikaya kadar temsilcisi bulunduğum cemaatin ne akıl ve hayaline gelmiştir, ne de gelmesi muhtemeldir. Biz Avrupa’nın lüzumsuz olarak ortaya koyduğu bu prensibine karşı olanca kuvvetimizle protesto ederiz. Tâ Hulefa-yı Abbasiye’den beri süren topluluğumuz islâm ile özellikle de Türkler ve Kürtlerle tam bir dostluk içinde yaşamışlardır. Biz mübarek islâm milletinin koruyucu himayesinde yaşıyoruz ve bundan böyle de bu şekilde yaşamak tek isteğimizdir.

Süryani Partiği İlyas (Ignatius Elias III d.1867-ö.1932) göğsünde Osmanlı imparatorluk madalyalarıyla.

Hükûmet’e, öncelikle de kanunlara bağlılığımız vardır. Allah’ın huzurunda ahd ve misak ederim ki bu bağlılığımızı hiç bir engel önleyemeyecektir. Ben topluluğum namına ne böyle bir hak talebinde bulundum, ne bulunuyorum, ne de bulunacağım. Millî hakimiyetimiz

Süryani Partiği İlyas, Ankara tren istasyonunda Atatürk’ü karşılayanlar arasında. (Milliyet, 19.11.1977) 9


BD TEMMUZ 2016

2016 günlü oylamakutsaldır. Topluluda, Birinci Dünya ğuma mensup bütün Savaşı yıllarında görevlilerden sürekli Anadolu’da, Süraldığım mektuplarda yanilere soykırım Millî Hükûmetimizin uygulandığına karar adaletle yürüttüğü verdi. Süryani Kadim görevlerine karşı Ortodoksların o minnet ve şükran yıllardaki en yüksek beyan ediliyor. Yüce temsilcisi Patrik İlyas Türkiye Büyük Millet Şakir ise, yukarıda Meclisi’nin başarıözetlerini aktardılarına gece gündüz ğımız açıklamaladua etmekteyim. Millî rıyla kanıtlı olduğu hakimiyetimizi saygı üzere, Süryaniler’in ile takdis ederim.” Türklerle bir sorunu “Bir eski topluluk olmadığını, sonsuza olan sadık Süryaniler, dek Türklerle birlikte Millî Misak dahilinyaşamak istediklerini de bulunan milletin dünyaya duyurmuşbir topluluğudur. Tek tur. Patrik İlyas’ın istekleri iyi günlerde sözleri, Süryani de, kötü günlerde de Soykırımı İftiralarını çoğunlukla birlik“Şehrimize gelen Süryani Kadim çürütmektedir. te olmak muazzam Patriği diyor ki: Mustafa Kemal Süryani Kadim nimetinden memnun Paşa’yı görmek farzdır! Bu Ortodoks Patriği İlolmaktadır. Sonsuza zatı muhterem ve mukaddes yas’ın anıtını dikmek; kadar bu Devlet içinve mükerrem min tarafillah de yaşamak istiyoruz. bu vatan ve milletin saadet ve anıtın kitabesine yutemin-i istiklaline memur bir karıda aktardığımız İftihar ettiğimiz Reizattır” başlıklı söyleşi, 5 Şubat belgeleri kazımak; simiz Mustafa Kemal 1923 günlü Yeni Gün’de. son yıllarda dünyanın Paşa Hazretleri’ni bizçeşitli ülkelerinde dikilen Süryani zat tanımakla müşerref olamadım; Soykırımı Anıtları’na verilebilefakat onun şan ve şöhreti dünya cek türlü yanıtlardan biri olabilir; ölçüsündedir. Kendileri pek büyük ne dersiniz? • bir adamdır. Kendilerine ve Yüce cengizozakinci@butundunya.com.tr Meclis’e saygılarımı sunmak için buraya geldim. Ben topluluğumun [i] Türk Süryani Kadim Cemaati Yönetim Kurulu adına Ferit Özcan’ın 19.11.1977 günlü Milliyet’te “Türk Süryani Kadim Cemaatinin bağlılığını iletiyorum; topluluğum Açıklaması: Amerikan belgesinde adı geçen Ağa Petros Süryani değil, Nasturidir.” başlığıyla yayımlanan yazısı.[ii] Doç. Dr. M. Kemal Öke, da benim gibi düşünüyor.” İngiliz Ajanı E.W.C. Noel’in Kürdistan Misyonu (1919), Boğaziçi y. İst. 1989, s.44, 45. (Bnb. Noel’in 7 Mayıs 1919 günlü raporu) *** [iii] Doç.Dr.M. Kemal Öke, age.s. 33. [iv] Doç. Dr. M. Kemal Öke, age, s.48, IOR, L/PS/153, P.3836, 11.vi.1919. [v] Ferit Özcan, Milliyet, Alman Parlamentosu 2 Haziran 19.11.1977. [vi] Ferit Özcan, Milliyet, 19.11.1977. 10


BD TEMMUZ 2016

Türkiye’nin “Düşündüğünü Açıklayabilen Adam”ı Doğan Kuban, Anlatıyor ve Uyarıyor:

Gelişmesi

Engellenen Toplum Tümel Bir Köleleştirme Operasyonu Konusudur Yazan: DOĞAN KUBAN

T

kimseye borçlanmadan biten bir ürkiye’de insanlara asılan eski yaftaların anlamı kalma- bağımsız Cumhuriyet saltanatı dı. Nâzım Hikmet’i hâlâ dışlamanın gördüler. O özgür Türkiye, arabalı, alışveriş merkezleri, gökdelenli nedeni sadece cehalet yoğunluğuna tüketim curcunasından bağlı bir toplumsal ‘padaha insanca ve uygar ranoia’ olabilir. Komübir toplumun ifadesiydi. nizmin sadece adı ve gün Savaştepe kuramı kaldı. Komünist . KöyGeçen Enstitüsü mezunu Çin’de bile yok. Ona bir eski öğretmenin sade, karşın kapitalizm, özelfakat insanlık dolu yaşalikle cahil ülkelerde, en bir mına ilişkin ‘Zeytin’in görkemli çağını yaşıyor. Teri’ adında bir küçük Bizim gibi eski hikâye okudum. Bir sevkuşaklar ‘Vatandaş yerli gili arkadaşım gönderifadesiydi. malı kullan!’ diyerek

O özgür Türkiye.. daha insanca ve uygar

toplumun

11


BD TEMMUZ 2016

miş. 1923-38, 1938-1950, ne kutlu ve mutlu ve ne insanca yıllarmış. İlk aşama kurucu, ikinci aşama Dünya Savaşı’ndan koruyucu olarak bizi bugüne gelene kadar yaşatan altyapı ve uygar çağdaş iradeyi biçimlendirip yönlendirdi. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların parça parça ettikleri ve savaş sonrasında Rusların işgal ettikleri bir Türkiye düşündünüz mü hiç? İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğanlar, bunları bilmez. Akıllarına da getirmezler. Bugün ülkeyi yönettiklerini düşünenlerin de böyle bir tarih birikimi yok.

yeni düşünce yapısını bilmiyormuşum. Fakat bu denli bir kargaşalığı toplumun kendisi üretemez. Burada bir komplo var. Ne var ki bu komplo ülkeye özgü bir komplo değil. Çağdaş cehaletle kapitalizmin buluşmasından kaynaklanan evrensel bir komplo. Sömürü, sistematik soygun, hırsızlık, ekonomik plansızlık, kurumsal yozlaşma, eğitim yozlaşması ve Batı’ya kölelik, her ülkede bunun ayrılmaz görüntüleri. Türkiye’ye özgü değil. Müslüman ülkelere, eğitim düzeyi düşük, yeni gelişen ve

L

iberal kapitalizmle gelişmemişliğin birbiriyle örtüşüp sarmaş dolaş oldukları bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizm dünyaya egemen zengin toplumların ekonomik sistemi olarak, geri kalmış ülkelere ideolojik beyin yıkama, savaş, ekonomik baskı, o toplumların içindeki karşıtlıkları fitilleyip ve yerel ortaklar bularak dayatılıyor. Bu, Avrupa ve Amerika tarafından yürütülen tek politika olarak neredeyse bütün dünyada geçerli. Fakat bu yazımın amacı kapitalizm değil. Müslüman toplumların geri kalmasının temel nedeni olan cehalete dayalı toplumsal aymazlığın sürüp gitmesi. Son günlerde bunun aklı karıştıran örneklerini dinliyor, doğrusu Cumhuriyet’i kuran kuşakların arta kalan üyesi olarak şaşırıyorum. Dünyayı tanıyorum sanıyordum. Ama Türkiye’nin

12

kentlileşemeyen ülkelere uygulanan, neredeyse klişeleşmiş sömürü kurguları. Uluslararası sömürü söyleminin yerelleşmiş versiyonu da yerli politikacıların ağzında. Dilden dile, kültürden kültüre, dinden dine değişiyor. Ama mekanizma aynı. Bu evrensel dayatmanın konusu

olan ve çoğunluğu Müslüman olan Yakın ve Ortadoğu ülkeleri fırtınanın ortasındalar. Bu bir uygarlaşamama çürümesidir. Çürümüş


BD TEMMUZ 2016

meyvenin dalından ne zaman düşeceği bilinmez. Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Sudan, Yemen ve şimdi Türkiye… Bunlar dallarında çürüyen meyvelere benzemiyorlar mı? Ülkeler hep birlikte nasıl bu duruma düşüyorlar? Haydi ötekiler için nedenler bulalım. Türkiye onların arasında sağlıklı ve örnek bir ülke değil miydi? Bizi Huntington’un projeleri mi buraya getirdi? Aslında ikinci Dünya Savaşı sonunda yeni bir dünya planla-

ülkeye özgü bir komplo değil. Bu komplo

Çağdaş cehaletle kapitalizmin buluşmasından kaynaklanan

evrensel bir

komplo.

nırken Türkiye 1950’den önceki şansını Demokrat Parti döneminde yitirmiş, Batı’nın yeni Yakındoğu projesinin konusuna dönüşmüştü. Egemen batının dayatmasının içeriğini, daha doğrusu dünyanın yeni yapılanmasının doğasını Türkler anlamadı. Uluslararası ilişkileri bir diplomasi oyunu, usta alışveriş anlaşmaları olarak gördük. Dünyanın yaşamsal, kökten bir strüktüral

değişiklik geçirdiğini, özellikle teknoloji, üretim ve öğretim arasındaki ilişkilerin önemini göremedik. Bütün değerlendirmeler politik dengeler ve parasal ölçülere dönüşünce toplumun Cumhuriyetçi öğretisi ve eğitimi niteliğini yitirdi. Kuşkusuz Türkiye’de de bilinçli milyonlar var. Fakat ortalıkta cirit atanlar, Türkiye’yi Mısır, Irak, Suriye düzeyine düşürenlerdir. Daha aydınlanmamış köylüler, sömürücü Batı’nın sözde demokrasi perdesi altında manipüle ettiği şekilsiz kalabalıklar olarak kentlere doldu. Bugün dünya nüfusunun neredeyse dörtte birini oluşturan Müslümanların haline bakıp bu mekanizmayı anlamayanlar İslam dünyasını yönetiyorsa, bunun sonu ‘Ört ki ölem!’dir. Toplumun gelişmesini engelleyenler sade politikacı değil. Aralarında para karşılığı yataklık yapanlar, cahil ideologlar, işadamları, akademisyenler, her ipte yürüyen cambazlar var. Bunlar küresel bir oyunun bazen bağımsız, bazen akıntıya kapılmış fakat aynı mekanizma içinde işleyen öğeleri. Evrensel sömürü mekanizması sonsuz ortaklı bir anonim şirket gibi çalışıyor. İnsanların çoğunun ne geçmişten ne de gelecekten haberleri var. İster villa sahibi, ister çöplük sakini, ister CEO ya da asgari ücretli işçi, aynı mekanizmanın organik üyesi oluyorlar. Bu yaygın, karmaşık, ekonomik ve politik olgular her toplumda fark13


BD TEMMUZ 2016

İslama politik

ideoloji gözlüğü ile bakmak dinin

karakterini

değiştiriyor. lılaşan bir intihar sendromu olabilir. Bilimsel analizi kolay değil. Sevgili okuyucular,

Cahil toplumlarda sorun ideolojik değil. İslama politik ideoloji gözlüğü ile bakmak dinin karakterini değiştiriyor. Gerçi çok oynanan bir oyun. Fakat Müslümanı Hıristiyan ya da Yahudi ile savaşa zorlamak intihar etmek demek. Sonunda Cihat Müslümanın Müslümanı kırmasına indirgendi. Halk namaz, oruç, hac dışında, ne İslam tari14

hi, ne fıkıh, ne kelam biliyor. Bu bağlamda okumuşla da bir noktada buluşuyorlar. Çünkü toplumun okumuşu da İslam’ı bilmiyor. İslam ideolojisi denen şey, cami-namaz teması üzerine kurulu siyasal egemenlik söylemine dönüştü. Bunun ekonomik altyapısı batılı sömürüye payandalık. Başka koşulu da yok. Çünkü küresel ekonomi, üretim ve tüketime kilitlenmiş. Anahtarı Batı’da. Üretemeyen, fakat tüketen ekonomik köle. Dışarıyı sömüremeyen de içeriyi sömürüyor. Çağdaş yaşamın bu kadar basit parametrelere indirgenmiş olması acı. Ama cahilin tüketimi, sanat ya da bilgiye değil, alışveriş merkezindeki incik boncuğa dönük. Cahil toplumların oyuncakları otomobilden başlıyor. Bunun için yol ve enerji gerek. Bu, geri kalmış teknoloji olan inşaatı, Türkiye’de iyi bildiğimiz gibi, temel üretim etkinliğine dönüştürüyor. Üzerinden hırsızlık yapılabilecek en ilkel teknoloji. Her


BD TEMMUZ 2016

şey büyük bir uyum içinde sömürülen geri kalmışlık modeline uyuyor. Bu sistemin çalışması öğretimi bile tüketim üzerine kuruyor. Bu durumun çaresi bir tane:

Öğretim üretim üzerine kurulacak. Bilim ve teknolojide araştırma, geliştirme ve yenilik gerek. Bunda Türkiye, İslam ülkeleri içinde ilerde ama, dünya listelerinde çok geride; PİSA istatistiklerine bakmak yetiyor.

B

atılılar bize ‘araştırma yapmayın’ demiyorlar. Ama lise düzeyinde üniversite açıp eğitimi bir parasal olguya, bir tiyatro ya da ortaoyununa çevirince, 2 yıl önce açılmış üniversite mezunu, en eski üniversite mezunlarıyla eş oluyor, uzmanlığın baş köşelerini işgal ediyor. Bu sözde demokratik politikaya

da uygun. Fakat ehliyetsizlik, üretimi harekete geçiremez. Kendimizi zehirliyoruz. ‘Geri Kalmışlık’ çağdaş teknoloji ve ekonomik sistemin cahil toplumlarda etkili olan bir virüsüdür. Amerika’ya giden İspanyolların taşıdıkları hastalıkların yerlileri yok etmesine benziyor. Cahil bir topluma teknoloji-kapitalizm karışımı şırınga edilince toplumu felç ediyor. Yerel kültür onu yanlış algılıyor. Modern teknoloji, otomobil, alışveriş merkezi ve gökdelene indirgeniyor. Medyanın seçim propagandasını izlemek yeterli. Kısaca Batı’nın her olayda komplo yapması gerekmiyor. Zaten hazırlanmış politik bataklığa cahil Müslümanlar kendiliğinden düşüyor. Buna eskiden ‘Vay benim köse sakalım!’ denirdi. •

Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder. Mustafa Kemal Atatürk

15


BD TEMMUZ 2016

A T A T Ü R K ’ Ü N

B U G Ü N Ü

D E

AY D I N L A T A N

Ö Z D E Y İ Ş L E R İ

Derleyen: GAZİ GÜDER

Arkadaşlar, Cumhuriyet döneminin verimli çalışması sonucu, tüm bu üzüntü ve sıkıntıların, mutluluk ve esenliğe dönüşeceği bir gerçektir. Gelecekten bunu güvenle bekleyebilirsiniz. Özgürlüğün de, bağımsızlığın da, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir. Çalışmaksızın düşünce gelişimi ve ahlakça iyi nitelikler kazanmak olası değildir. Barış ulusları gönenç ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Bir ulus sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.

Bir ulus sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.

Bu memleketin sahibi ve toplumumuzun ana birimi köylüdür. İşte bu köylüdür ki bu güne kadar eğitim nurundan yoksun kalmıştır. Demek ki bizim izleyeceğimiz Milli Eğitim politikasının temeli evvela mevcut cehaleti ortadan kaldırmaktır.

Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse, hiçbir kimseyi ne bir din, ne de bir mezhebi kabule zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyasa aleti olarak kullanılamaz. Zaferi, denizi kontrol altında tutan, ihtiyacı olan her şeyi, ihtiyacı olduğu zaman, istediği yere nakledebilen ülke kazanır. 16


Çağdaş Düşünce

BD TEMMUZ 2016

Dr. Öğüt Yazman

Osmanlıcılık ve umhuriyet

C

Son yıllarda Osmanlıcılık veya “Yeni Osmanlıcılık” diye adlandırılan bir akım başlatıldı. Bunu savunanlar Atatürk ve devrimlerine karşı çıkanlar, eleştiri sınırlarını aşarak gittikçe artan inkarcı kötülemelere, saldırılara ve küfürlere yöneldiler. Devleti, en sağlam temelleri olan ve ayakta tutan ilkelerinden yoksun bırakma hevesine kapılanlar türedi.

T

ürkiye, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın en çalkantılı sonu belirsiz savaşlarla karışık bir Orta Doğu coğrafyasının tam ortasında bulunuyor. Terörle birlikte giden savaş, sınırlarımıza dayanmışken her komşusu ile sorunlu bir ülke durumundayız. Çelişkiler içinde bunalımlar, uluslar arası ilişkilerimizde başka ülkelerle de sorunlar yaratıp siyasal ve ekonomik zarar-

lara yol açmaktadır. Dünyada hem çok sayıda sınır komşusu olan ve hem de hepsiyle sorunlu böyle bir başka ülke yoktur. Serinkanlı, objektif, bilimsel, tarihi gerçeklere dayanan değerlendirmelere gereksinim duyulan bir dönemdeyiz. Ulus olarak, yıkıcı ve bölücü olmayan, toplumu nefret söylemleri ile kutuplaştırmayan, Cumhuriyetimizin evrensel değerine 17


BD TEMMUZ 2016

Ayrıca Osmanlı’da adalet, tebaaya şer’i ve nizami olmak üzere iki çeşit mahkemede iki ayrı sistemle dağıtılıyordu. Eğitim, iki tür okulda yapılıyordu. saygılı ortaklaşa bir görüş birliğine varmalıyız. Nerede olduğumuzu ve nerede duracağımızı bilerek ilerleyebiliriz.

OSMANLI 1. Dünya Savaşı’nın sonu, yıkılmaktan kurtulamayan Osmanlı İmparatorluğu’nun da sonu olmuştur. Osmanlı Devleti, hocam Armaoğlu’nun anlatımıyla “tarih içindeki tabii ömrünü tamamlamıştır”1 İmparatorluk son zamanlarında 18

iç ve dış düşmanlarla uğraşıp, yenile yenile verdiği ödünlerle bunalmış, ekonomisine, adaletine ve idaresine yabancılar el atarak çöküş hızlandırılmıştır. Diğer imparatorluklar gibi tarih sahnesinden çekilmiştir. Ayrıca Osmanlı’da adalet, tebaaya şer’i ve nizami olmak üzere iki çeşit mahkemede iki ayrı sistemle dağıtılıyordu. Eğitim, iki tür okulda yapılıyordu. İki tür dünya görüşünün bir biriyle çatıştığı bu düğümü, siyasal gelişmeler ve II. Meşrutiyet dönemi de çözememiştir.

YENİ OSMANLICILIK Osmanlıcı olanlar Türkiye’nin günümüzdeki yaşantısını Osmanlı olarak sürdürmesine özlem duyan ve bunun gerekli olduğunu savunanlardır.2 Osmanlıcı, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti yerine çok hukuklu bir şeriat devleti ister. Bunlar bir “sultanlık rejimi” ister. Max Weber’in siyaset bilimine getirdiği tanım ve anlatımla Sultanlık rejimi, Osmanlı örneğine dayanır. Sultanlık, teokratik bir yönetim şeklinde halifelikle birlikte yürütülüyordu. Her şey sultanın buyruğunda idi.

CUMHURİYET DÖNEMİ Türkiye çok önceden başlamış bir


BD TEMMUZ 2016

dağılma ve çöküntülerin enkazı üzerinde, topraklarının büyük kısmi (İstanbul dahil) düşman işgali altında iken bir “Kurtuluş Savaşı” gerçekleştirerek yeni bir devlet kurmuş ve dünya sahnesinde ümmet olarak değil, millet olarak yer almıştır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan yoksul, genç nüfusunu savaşlarda yitirmiş harap bir ülke ile birikmiş Osmanlı dış borçlarını devralmıştır. Cumhuriyet döneminde yeni kurumların eski ile çatışması önlenmiştir. Laik dünya görüşü ve devlet düzeni ile modern yeni bir siyasal yapıya geçiş sağlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, aynı dili konuşan ve aynı kültürel mirasa sahip bir halkın, mezhep ayrılıkları ve çatışması içinde yaşamasına son vermeyi amaçlamıştır.

T

ürkiye Cumhuriyeti, çağdaş uygarlık (muasır medeniyet) düzeyine ulaşmak için kendine özgü bir ulusal birleşimi gerçekleştirmenin tek yoludur. Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk, tarihi sürecin devamı ve her millete nasip olmayacak benzeri olmayan

İşgal günlerinde İngiliz piyade tümeni Beyoğlu’nda (altta) İşgal Birlikleri Karaköy Meydanı Yüksek Kaldırım önünde (altta)

bir şansıdır. Millet anlayışına ve halkın egemenliğine dayanan bütün olumlu gelişmelere, çağdaş uygarlığa, evrensel demokrasiye açık bir cumhuriyetimiz var. Sorun Cumhuriyetimizde değil, sorun bilgisizlikte, sorun, iktidar ve muhalefetteki kafalardadır. ogutyazman@butundunya.com.tr 1- Fahir Armaoğlu, (1984) “20.yüzyıl Siyasi Tarihi,” 2.B. Ankara 2- Mete Akyol, “Türk Halkının En Büyük Düşmanı Bilgisizlik,” Bütün Dünya, Haziran, 2016.

19


Haz›rlayan: Y‹⁄‹T EREN GÜNEY

‹lk Dersimiz: Türkçe Bu ay köflemizi dilimizde yer etmifl yabanc› sözcüklerin karfl›l›klar›na ay›rd›k. Bilginizi s›nay›n. 1 Kadana (‹ta.)

a-Külhanbeyi, serseri b-Katılık c-Mahkûm zinciri d-Göbekli erkek 2 Avans (Fr.)

a-Zırhlı siper b-Kumaş kesimi c-Yeteneksiz d-Öndelik

6 Naif (Fr.)

a-Resim sanatı b-Korkak c-Hafif esen yel d-Tutumlu 7 Avanta (‹ta.)

a-Aşırılık b-Hileci c-Emeksiz sağlanan kazanç d-Bir işi yürütenler

11 Gabya (‹ta.)

a-Yassı kiriş b-Gerçeklik c-Gemi yelkenleri d-Ağırlık kaldırma aracı 12 Ütopya (Yun.)

a-Utanmak b-Gerçekleşmesi imkansız düşünce c-Yeni yerleşke d-Kozmopolit

3 Manipöl (Fr.)

a-Engelleme b-Romalı asker birliği c-Halatlı iki makara d-Göz dokusu 4 Baderna (‹ta.)

a-Ticari anlaşma b-Osmanlı topu c-Uzun bluz d-Halat sargısı 5 Papatya (Rum.)

a-Otsu bir bitki b-Giysi altı etek c-Açık sarı renk d-Gagası dişli kuş

8 Bakara (Fr.)

a-İskambil oyunu b-Dönme devinimi c-İşkence aleti d-Şeker kutusu 9 Dizayn (‹ng.)

a-İnce ayırım b-Çizim, tasarım c-Özseverlik d-Moda yaratan 10 Agresif (Fr.)

a-Hızlı yüzme b-Aşırı zayıf c-Eski kafalı d-Saldırgan

13 Bank (Fr.)

a-Gözlemevi b-Ocak siperi c-Mobilya takımı d-Oturulan uzun sıra 14 Avantür (Fr.)

a-Serüven, macera b-Benmerkezci c-Notalar grubu d-Süs eşyası 15 Manflon (‹ta.)

a-Düşünüş yolu b-Cam boru c-Etkisiz d-El kürkü

(Fr.) Frans›zca, (‹ng.) ‹ngilizce, (‹ta.) ‹talyanca, (Rum.) Rumca, (Yun.) Yunanca

Yan›tlar: 151. sayfada

Geçen ay yayınlanan ‹lk Dersimiz Türkçe sayfamızın cevap anahtarındaki dizgi yanlıfll›¤›ndan dolay› sayfam›z› ve do¤ru yanıtları yeniden yay›nl›yoruz.


Atatürk’ün Dünyası

BD TEMMUZ 2016

Cengiz Önal

74

Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşları

M

ustafa Kemal’in, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkmasıyla başlayan milli mücadele süreci, Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı olarak devam etmiş ve 30 Ağustos 1922 tarihinde kazanılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi sonucunda Büyük Zafer’le taçlanmıştır. Anadolu’nun çetin yaşam koşullarına karşın; Türk ulusu Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının etrafında adeta kenetlenmiş ve vatanı uğruna birçok fedakârlık göstererek, hatta gerektiğinde canını da ortaya koyarak Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’nı kazanmış ve yeni bir Türk devleti olan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur. Bu süreçte, Mustafa Kemal’e inanmış ve etrafında kenetlenerek mücadeleye girişmiş birçok ulusal kahraman yetişmiştir. Bunların içinde İsmet (İnönü) Paşa öne çıkanlardandır. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra Mustafa Kemal ile İstanbul’da sıkça görüşen İsmet Paşa,

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ve Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Ilgın manevralarında

onun Anadolu’ya geçişinden sonra da bu görüşmeleri özel kuryeler aracılığıyla sürdürmüştür. Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın beraberinde daha birçok komutanın, Milli Mücadele döneminde gösterdikleri büyük yararlılıklar ve başarılar, elbette anlatmadan geçilebilecek hususlar değildir. 21


BD TEMMUZ 2016

Ancak takdir edilir ki; böylesi ayrıntılı bir anlatım oldukça çok uzun olacaktır. Bu itibarla; anlatımımız Mustafa Kemal’in, Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra

devrimlerinin gerçekleştirilmesinde yarattıkları mucizeler, Cumhuriyet tarihimizin altın sayfalarında hak ettiği yere büyük gururla yerleşmiştir. Dünya’nın önde gelen dost-düşman birçok devlet adamı bu iki ulusal kahramanı, her zaman saygıyla anmışlar ve düşman bile olsalar haklarını teslim etmekten asla geri durmamışlardır. Dünya Tarihi de Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’ya hak ettikleri saygıyı göstermekte gereği gibi davranmış ve gerçeği olduğu gibi yansıtmakta en küçük bir çekince dahi göstermemiştir.

Mustafa Kemal ile İsmet Paşa, gerek Milli Mücadele sürecinde, gerekse de Büyük Zafer’den sonra, sanki tek beyinmiş gibi bir ortak anlayışla birlikte çalışmışlardır. da, uzun süre, birlikte çalıştığı İsmet Paşa ile sürecektir. Mustafa Kemal ile İsmet Paşa, gerek Milli Mücadele sürecinde, gerekse de Büyük Zafer’den sonra, sanki tek beyinmiş gibi bir ortak anlayışla birlikte çalışmışlardır. İki ulusal kahramanın Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında ve Türk 22

İsmet (İnönü) Paşa

(24 Eylül 1884-25 Aralık 1973)

Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’nda Batı Cephesi Genel Komutanı olarak büyük yararlılıklar gösteren İsmet Paşa, 24 Eylül 1884 tarihinde İzmir’de dünyaya gelmiştir. Babası Reşit Bey, annesi ise Cevriye Hanım’dır. Oldukça çalışkan, her zaman kendini yenileyebilen, olayları derinlemesine analiz edebilen, mükemmeliyetçi, öğrenmeye açık, okumaya meraklı, mütevazı, samimi, sakin yapılı, ciddi, dürüst, pratik zekâlı ve kararlı bir kişiliğe sahiptir. Askerlik yaşamı Sivas Askeri


BD TEMMUZ 2016

Rüştüyesi’yle başlamış, ardından Topçu Harbiyesi ve Harp Akademisi’nden mezun olmuş ve akabinde Kurmay Yüzbaşı olarak Edirne’deki II. Ordu’ya atanmıştır. Bir süre İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne de üye olmuştur. 31 Mart Olayı olarak bilinen harekâtta Harekât Ordusu’na katılmış, Yemen’e giden 4. Kolordu Kurmay Heyeti’nde bulunmuş, Yemen’de Binbaşılığa terfi ederek, Yemen Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı olmuştur.

gerçekleştirilen devrimlerin her birinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hep yanında yer almıştır. Lozan’ı onun onurlu kararlılığından söz etmeden, cumhuriyetin duyurulmasını izleyen radikal değişimlerin gerçekleştirilmesinde Atatürk’e verdiği desteğin altını

B

alkan Savaşı’nda Çatalca’da görev Mustafa Kemal ve İsmet İnönü bir askeri denetleme töreninde almış, aynı yılçizmeden, Türk demokrasi tarihini, larda Başkomutanlık karargâhında onun 1950 seçimlerinden sonra Harekât Şubesi Müdürlüğü yapmış sessiz sedasız Çankaya’dan Pembe ve Yarbaylığa terfi etmiştir. 1915 Köşk’e geçişine değinmeden anlatyılında Albaylığa yükselerek II. mak, olanaksızdır. Ordu Kurmay Başkanlığı’na atanİkinci Dünya Savaşı kuşağı, mıştır. Ardından, Doğu’da ve Suriye ülkeyi bu savaşa sokmayarak, milcephelerinde Üçüncü, Dördüncü ve yonlarca Türk çocuğunun babasız Yirminci Kolordu Komutanlıkları’nda görevler yapmıştır. Kısa süre kalmasını önleyen İsmet İnönü sonra da; II. Ordu’ya atanmıştır. hakkında duygu dolu anılar taşır. İsmet Paşa, Osmanlı İmparaKuşkusuz o da, bu çocukların hepsi torluğu’nun son çeyrek yüzyılı için bir baba kaygısı duymuştur. Bu hakkında yazılanların hemen hususun kararlarında etkili olduğu hepsinde bulunan, Ulusal Kurtuluş da düşünülebilir. ve Bağımsızlık Savaşı’nın her aşaBabanın en önde gelen işlevleri masında, Türkiye Cumhuriyeti’nin arasında, çocuğunu yetiştirmek kuruluşunda, Türk ulusunu çağdaş olduğu bilinciyle İsmet Paşa’nın uygarlık düzeyine ulaştırmak için kendi çocuklarından farklı tutmadı23


BD TEMMUZ 2016

ğı tüm Türk çocuklarının, gençlerinin yetişmesi için eğitime verdiği önem, onun çok özel bir yönüdür. İsmet Paşa’nın bu yönü Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli eğitim aşamalarına yansımıştır. Mustafa Kemal-İsmet Paşa

Ast-Üst İlişkileri

Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderinde önemli mevki ve görevlerde bulunan bu iki ulusal kahramanın, Mustafa Kemal Paşa ile Albay İsmet Bey’in kıt’a arkadaşlığı İkinci Ordu’da başlamıştır. Dolayısıyla ast-üst komutan ilişkilerinin yanı sıra aralarında derin dostluklar böylelikle oluşmuştur. Mustafa Kemal, Çanakkale

onun emrinde önce İkinci Ordu Kurmay Başkanı, daha sonra da Kolordu Komutanı olarak çalışmıştır.

O

laylar böylesi bir seyir izlerken Albay İsmet İstanbul’a çağrılmış ve o sıralar Halep’te kurulmaya çalışılan 7. Ordu’da bir göreve verilmiştir. Önce Filistin Cephesi’nde 20. Kolordu Komutanlığı’na, daha sonra da 3. Kolordu Komutanlığı’na atanmıştır. Dolayısıyla 7. Ordu Komutanlığı’na atanmış olan Mustafa Kemal’in komutanlığı altında görev yapmış ve onunla hep yakın bir ilişki içerisinde bulunmuştur. Bir ara cephedeki bir çarpışma esnasında yaralanmış, bu nedenle de İstanbul’a gönderilmiştir. Bu esnada Harbiye Nezareti Müsteşarlığı, Paris Barış Konferansı Hazırlık Komisyonu Askeri Müşavirliği, Askeri Şura Muamelat-ı Umumiye Müdürlüğü ve Jandarma ve Polis Örgütü’nü İyileştirme Komisyonu Üyeliği gibi çeşitli görevlerde bulunmuştur. İsmet Bey’in İstanbul’da atandığı bu kısa süreli görevler esnasında bile Mustafa Kemal ile olan sıcak ilişkisi devam etmiştir. Gelecekte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve Türk Devrimleri’nin başarıyla uygulanmasında önemli görevler alacak ve büyük başarılara imza atacak olan Mustafa Kemal ile Albay İsmet Bey’in, çeşitli birliklerdeki yakın çalışma-

Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderinde önemli görevlerde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile Albay İsmet Bey’in kıt’a arkadaşlığı İkinci Ordu’da başlamıştır. Muharebeleri’nde büyük başarılar göstermiş, adeta olmazı olur yapmış, komutanlığını yaptığı birliklere uygulattırdığı askeri stratejilerle dünya tarihinin saygıyla bahsettiği bir komutan olmuştur. Böylesi bir başarının ardından, Diyarbakır’daki İkinci Ordu’nun Komutanlığı’na atanmıştır. Albay İsmet Bey de, 24


BD TEMMUZ 2016

ları birbirlerinin karakterini ve düşünce yapılarını tanıma açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca Mustafa Kemal’in Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’a gelmesi ve bir süre Pera Palas’ta kaldıktan sonra Şişli’de bir ev tutması ve bu evde kendine yakın gördüğü arkadaşlarıyla sıkça toplantılar yapması, özellikle de Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı için çeşitli planlar yapması, İsmet Bey ile olan ilişkilerinde önemli bir yer tutar. Çünkü eve gelip-gidenlerin içinde İsmet Bey de vardır.

M

ustafa Kemal ile İsmet Bey İstanbul’da birçok kez bir araya gelir ve görüşürler. Bu görüşmeler, Mustafa Kemal’in, İsmet Bey’in memleketin sorunlarıyla yakından ilgilendiği, orduyu çok iyi tanıdığı ve yaşanılan koşulları büyük isabetle tahlil ederek değerlendirdiği düşüncesine sahip olmasını da sağlar. Zaman çok çabuk geçmekte ve bu süreçte Mustafa Kemal’in İstanbul’da bulunması ve sürekli birileriyle görüşmeler yapması emperyalist işgal güçleri komutanlarının tedirginliğini ve de rahatsızlığını iyiden iyiye artırmaktadır. Bu itibarla da bu Türk subayı, bir an önce, İstanbul’dan bir yerlere gönderilmelidir. Sonunda, İstanbul

Gazi Mustafa Kemal ve İsmet Paşa Büyük Taarruz’dan önce Ilgın manevralarında ordunun hazırlıklarını denetlerken

Yönetimi’ne yapılan yoğun baskılar sonucu Mustafa Kemal, 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gönderilir. O, İstanbul’dan ayrılmadan önce İsmet Bey’le birkaç kez daha görüşür. Bu seferki görüşmeler diğerlerinden nispeten daha farklıdır. Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçiş amacını, özetle de olsa, Albay İsmet Bey’e anlatır ve gereken şartlar oluştuğunda kendisini de Anadolu’ya davet edeceğini belirterek, şimdilik İstanbul’da kalmasını ve görevi münasebetiyle kendisiyle ilişki kurmasını özellikle ister. Albay İsmet Bey’in Anadolu’ya geçmesinde ve Ankara’ya intikal etmesinden kısa bir süre sonra kabineye alınmasında ve sonra da Genel Kurmay Başkanlığı’na atanmasında Mustafa Kemal Paşa ile olan cephe arkadaşlığının etkilerinin olduğu yadsınamayacak bir gerçektir. cengizonal@butundunya.com.tr (Gelecek Ay: Mustafa Kemal ile Ankara’da Birlikte Çalışma) 25


BD TEMMUZ 2016

Örnek Şehir İki üç haftadan buyana Prof. Jansen Ankara şehri üzerinde çalışıyor. Şimdiye kadar birçok esaslı işleri halletmiş gibidir. Masa üzerindeki projelere baktığımız zaman, hayal-meyal, gelecek yılların Ankara’sını görmekteyiz.

B

büyük merkezlere değil, u Ankara nasıl bir daha küçük şehir ve kasaşehirdir? balara bakarak ve onlara Bugüne kadar herhangi imrenerek oluşmuştur. bir Avrupa şehrinin bir Küçük Asya ortasında parçasına benzemek, Türk Paris’ten, Berlin’den ve belediyelerinin hedefiydi. Viyana’dan daha modern Prof. Jansen bu görüşte bir şehir? Aklımız burada değildir. O, bütün yeni takılıp, kalıyor. Eğer bunu düşünce ve görüş sahibi şehirciler gibi, Avrupa şesöyleyen bir Alman Profe1927’de Ankara’nın ilk hirlerini, bize cennet gibi nazım planı yarışmasına sörü olmayıp da içimizgelen Paris’i, Berlin’i ve katılmak üzere Türkiye’ye den birisi olsaydı, utanç Viyana’yı çağın ideal şeh- çağrılan Alman şehircilik duyguları içinde adeta rine oranla geri bulmak- uzmanı Hermann Jansen bunalırdık. Fakat biz sadece şehircilikte tadır. Bizim belediyecilik görüşledeğil, her işte bugünkü tekniğin son rimiz ise; Avrupa ziyaretlerinde bu 26


BD TEMMUZ 2016

sözünden, Avrupa çağdaşlığının denediği ve terk ettiği yöntemleri tekrar etmeyeceğiz. Teknolojinin telefon için son sözü otomatik telefon olduğu için Ankara’ya onu aldık ve Roma’da henüz santralli telefonun işlemekte olduğunu düşünmedik. Onun gibi Ankara’ya ve bütün Türkiye’ye en son yolu, en son bahçeyi, en son meydanı, en son evi ve en son kanalizasyonu alacağız. Eski uygarlık, bu çağdaşlığı son aşamalarında kabul eden ve onu en yeni kuruluşlarıyla uygulayan ülkelerin yanında geri kalacaktır.

Y

eni şehircilerin anladığı modern şehir eskisinden pahalı değil, aksine daha ucuzdur. Çirkin değil, daha güzeldir. Sağlıksız değil, daha sağlıklıdır. Fakat şimdiye kadar aldığımız birçok görüşlerle yeni şehircilik esasları tamamen birbirine zıttır. İşte güçlükler de burada çıkıyor. Yeni şehirciliğe göre Avrupa şehirlerinin yol sistemlerini uygulamamak gerekir. Çünkü bu yollar otomobilden ve bugünkü aşırı kalabalıktan önce yapılmıştır. Bugünkü şehrin ana yolları üzerinde otomobil, olanca hızıyla gidebilmelidir. Paris’in o emsalsiz Etoile Meydanı’nda bile geliş-gidiş katlanılamaz bir girdap değil midir? Yeni caddede arabalar hızla gidebilir ve

Ankara Garı ve çevresi 1938

onu yan sokaklardan gelecek araçlar rahatsız etmez. Çünkü iki yan yolun arasında birkaç yüz metre mesafe vardır. Cadde üzerinde uzun bir bahçe manzarası görünür. Evler bu bahçenin içindedir ve kapıları arka sokağa açılır.

E

ski yol yavaş ve gürültüsüz, korkusuz araba devrinde en güzel yerdi. Devlet yapıları, tiyatrolar ve oteller bu cadde üstündeydi. Halk için gezinti yerleri bu yollardı. O zamanlar Paris Operası, yeryüzünün en güzel noktasındaydı. Şimdi en kötü noktasındadır. Otomobillerin gürültüsü ve havayı kirleten egzoz gazı nedeniyle yapıları, otelleri, tiyatroları ve halkı biraz geriye alabilmek için iç taraflarda giden ve otomobillerle rahatsız edilmeyen park ve caddeler yapmak gerekir. Otomobil yüzünden geçen yıl Chanselise Caddesi’nden yaşlı ağaçlar bile sökülüp, yerlerine egzoz gazı zehrine dayanabilecek ağaçlar dikildi. Devlet binalarında çalışan 27


BD TEMMUZ 2016

memurlar otomobillerin gürültüsünü ve klakson sesini duymamalıdırlar. Gezinti yapan halk egzoz dumanından rahatsız olmamalıdır. Tiyatro seyircileri, oyun esnasında, dışarıdan hiçbir gürültü, patırtı duymamalıdır. Yeni şehirde yüksek yapılar, sadece genel kurumlar için yapılır. Evler ve apartmanlar en fazla üç katlı olmalıdır. Bir şehir, kendi halkının sıhhatini ve rahatını, arsası üzerinde çok katlı binalar kurarak, olabildiğince çok para kazanmak arzusunda olan emlak vurguncularının keyfine bırakamaz. Herkes kendi katına yorulmaksızın ve asansörsüz olarak çıkabilmelidir. Her kat bolca hava ve ışık alabilmelidir. Bu ev ve apartmanlar yan yana yapılmalı ve hepsinin ortası, adeta bir park gibi, ortak bir bahçe olmalı, toza ve sert rüzgâra karşı da kapalı bulunmalıdır. Çağdaş şehirlerde bahçeli alanlara otomobiller sokulmamalıdır. Meydanlara bakan pencereler her zaman rahat ve huzur görmelidir. Böylece evlerdeki sağlık ve huzur korunmuş olur. Bu şehir geçen asırdan buyana yapılan büyük ve çok yönlü inceleme, araştırmaların eseridir. İki yıl önceki Viyana Kongresi bu yöntemi kabul etmiş ve ilk kez olarak Viyana şehri ancak bu çeşit ev ve apartmanlar yapılacağı hakkında bir kanun yapmıştır. Peki, bütün şehirler neden böyle yapılmıyor? Belediye Meclisleri’nde emlak 28

vurguncuları henüz çoğunluktadır da onun için. Bizde durum böyle değildir. Bizim en çağdaş bir şehir kurmamız için hiçbir engel yoktur. Bir başka ve önemli konu da şudur: Şehrin dış görünümünü oluşturan her şey; binaların cepheleri, katları, boyaları, pencere şekilleri, bahçe ve ağaçlık biçimleri vb her şey şehir kurucularının denetimi altındadır. Herkes evinin içini zevkine göre döşeyebilir, fakat bu zevki evin kapısından dışarı çıkamaz. O, genel görüntüyü yaratan ve dirilten kurucuların ve mimar-mühendisin hakkıdır.

B

ir sayfiye kadar huzurlu, buna karşın araçların hızla gidebildiği caddeler, olabildiğince az yol ancak olabildiğince hava ve soluk alınabilecek yer, basit fakat güzel binalar, herkese yetecek kadar bahçe, ağaç, gün ışığı ve ferahlık… İşte bugünkü ideal şehir budur. Böyle olacak şehir sadece Ankara değildir. Ankara bütün Türkiye şehirciliğinin ve şehirlerinin modeli olacak ve bununla birlikte İmar Müdürlüğü Teknik Bürosu’nun işleri bütün belediyeler için örnek oluşturacaktır. Yaşadığımız çağın örnek şehirlerinden birini, Küçük Asya’nın ortasında Türklerin yapmış olmasını kim istemez? Bu şehir ancak iki uyumla olasıdır: 1)Plan ve Programa, 2)Alışmadığımız ve bize ters geldiğini sandığımız yeni görüşlere uyum! • Hâkimiyeti Milliye Gazetesi 01.08.1929


Gençliğin Dünyası

BD TEMMUZ 2016

Kaya Boztepe

1918

2

Ya İstiklal, Ya Ölüm Kararının Verildiği Tarih

Geçen ayki yazımızda “Ya İstiklal Ya Ölüm” kararının verildiği 13 Kasım 1918 tarihini anlatmıştık. Cevat Abbas’dan dinleyelim. “İstanbul’a geldiğimiz günü hiç unutmam. Şehrin çok hazin bir hali vardı. İstanbul, düşman donanmalarının limana girmeleri felâketinin matemini tutuyor, bu büyük matemine Atatürk’ü de ortak ediyordu. Atatürk’le ben, askerî ulaşıma ait bir köhne motor ile deniz ortasında yaslanan bir çelik ormanının içinden geçiyorduk. Atatürk’ün zarif dudaklarından “Geldikleri gibi giderler!” cümlesini işittiğim zaman, mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum. Cevabımda 29


BD TEMMUZ 2016

acele ettim: “Size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız Paşam!” dedim. Gülümsedi, aziz başının içinde şekillenmeye başlayan vatanı kurtarma planlarını bir an için yeniden geçiriyor gibi daldı, sonra: “Bakalım!” dedi. “Bakalım” kelimesinin ardında Manastır Askeri İdadisinde başlayıp, 30 Ekim 1918’de Osmanlı’nın silahları teslim ettiği Mondros Antlaşmasına uzanan ve insan hayallerini zorlayan binlerce olasılık hesapları vardı.

için her yolu denemiştir. Seneler sonra Yunus Nadi Bey’le konuşmasında “Hiç bırakır mıydım bu işler böyle olsun” diyerek, eğer Ahmet İzzet Paşa kabinesinde görev almış olsaydı gerçek amacının hükümeti ve padişahı Anadolu’ya çekmek, imkanları Anadolu’ya aktarıp işgalcilere karşı barış görüşmelerini yürütürken, Anadolu’da örgütlenmeyi düşündüğünü açıkça ifade etmiştir. Falih Rıfkı Atay, “Atatürk’ün Bana Anlattıkları” kitabında onun 6 ay kadar İstanbul’da kalma sebep-

azı kesimler Atatürk’e resmi görev verilmiş olmasaydı, o zaman ne yapacaktı, Anadolu’ya geçemeyecekti, onu gönderen Vahdettin’dir diyorlar. Doğru, o gönderdi ama niye gönderdi? Resmi görev olmasaydı Atatürk ne yapacaktı? Çekirdek kadronun içinden önce Ali Fuat Cebesoy’la plan yaparak kendisini 20. Kolordunun başına geçmek üzere Ankara’ya uğurlayan Atatürk daha sonra Erzurum’a gitmek istemeyen Kâzım Karabekir Paşa’yı “yakında size katılmam kesindir” diyerek ikna etmiş ve planının ilk adımını oluşturmuştur. Ülkenin dört bir yandan kuşatıldığı, düşmanların Osmanlı’yı parçalamak ve öldürücü darbeyi vurmak üzere hazırlandığı, Enver Paşa’nın bile görevini bırakıp gece yarısı gizlice bir Alman denizaltısıyla ülkeden kaçtığı bir ortamda, Mustafa Kemal Harbiye Bakanı olmak ve ordunun başına geçmek

Enver Paşa’nın bile görevini bırakıp gece yarısı gizlice bir Alman denizaltısıyla ülkeden kaçtığı bir ortamda, Mustafa Kemal Harbiye Bakanı olmak ve ordunun başına geçmek için her yolu denemiştir.

B

30


BD TEMMUZ 2016

lerini kendi ağzından açıklamıştır. bir uğraş veriyor. Böylesine büyük ve önemli bir Görüşmeler İstanbul’da da kararı vermeden önce her yolu dedevam ediyor. nemek, bunu kendi arkadaşlarına da Resmi görev olsun veya olmasın göstermek, Anadolu’ya geçmeden Anadolu’ya geçmeyi kafasına önce İstanbul’da örgütlenmek, ince koymuş olan Atatürk geçiş yolueleyip, sık dokumak! na kadar her detayı planlamış ve Aslında Anadolu’da görev tam hazırlıklarını tamamlamıştı. Atatürk anlamıyla bir piyangodur ancak Anadolu’ya geçme planlarını uyguMustafa Kemal hiç bir zaman, hiç lamaya koymadan önce Vahdettin bir işini şansa bırakan bir lider ile birçok kez görüşmüş, onu Anadeğildi. dolu’ya gitmeye, orduların başına İngilizlerin her dediklerini yapıp geçmesi konusunda ikna etmeye onları kızdırmazsa saray yaşamıçalışmıştır. na devam edebileceğini düşünen Vahdettin ile Mustafa tatürk en son Kemal Paşa’nın tanış1920 Ocak maları aslında oldukayında bir kez daha ça eskiye dayanıyor. Vahdettin’i Mazhar Alman İmparatorunun Müfit Bey aracılığı davetine Sultan V. ile Anadolu’ya davet Mehmet (Reşat) icabet etmiştir. Mazhar Müedemeyince görev fit’i Kabul ederek son Şehzade Vahdettin’e kaderece güzel karşılayan lıyor. Enver Paşa zaten Vahdettin tatlı diliyle Mazhar Müfit her fırsatta Atatürk’ü Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul’dan uzaklaştırsohbeti ne kadar özlediAtaürk en son mak istediğinden görevi ğini söylemiş, kendisinin ona tebliğ ediyor. Atatürk 1920 Ocak ayında İstanbul’a ne zaman teşrif bir kez daha de bu görevi aslında bir edeceğini sormuştur. fırsat görerek kabul edi- Vahdettin’i Mazhar Elbette biz onu İngiliz yor. Nitekim Avrupa’da Müfit Bey aracılığı hayranı Sadrazamım İmparator, veliaht ve ile Anadolu’ya Damat Ferit ile beraber prenslerin aktif çalışmatuzağa düşürüp İngidavet etmiştir. lizlere teslim edeceğiz larını işaret eden Atatürk, Vahdettin’inin de aktif diyemezdi. Atatürk’ün olup, görev almasını, kendisininde talimatıyla Mazhar Müfit, zat’ı şakurmay başkanı olarak atanmasını hanelerini bir kez daha Anadolu’ya talep ediyor. Seyahat boyunca Atahatta Bursa’ya davet eder. “Sebep” türk Şehzade Vahdettin’in uyanması diye soran Padişah’a, “Sultanım, ve bazı gerçekleri görmesi için epey halk sizi direnişin başında görürse

A

31


BD TEMMUZ 2016

buna düşman dayanamaz” der. Bu cevaba hiddetlenen Vahdettin, “Siz bana atalarımın başkentinden firar mı teklif ediyorsunuz” diye bağıran Padişah’a Mazhar Müfit, “Hayır, atalarınız gibi milletin başına geçmenizi teklif ediyoruz” şeklinde cevap verir. Bu cevap üzerine Vahdettin her zaman yaptığı gibi kafasını camdan dışarı çevirir. Bu da görüşme bitti demektir. Ne hikmetse Anadolu’ya geçmeyi atalarının başkentinden firar gibi

gören Vahdettin, sabaha karşı İngilizlere sığınıp apar, topar kaçmayı hazmedebilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’ya geçme planlarını hayatiyete geçirmeden hemen önce Samsun’da bazı olaylar olur. Samsun’un gerek Karadeniz, gerek Anadolu’ya uzanan yollarıyla önemli stratejik noktalardan biri olarak gören İngilizler 9 Mart 1919’da Samsun’u işgal ederler. Bu duruma tepki 32

gösteren oradaki Türk Makinalı Tüfek birliğinden Hamdi adındaki bir subay, askerleriyle dağa çıkmış ve İngilizlerle çatışmaya girmiş ve halkı silahlandırmaya başlamıştır.

İ

ngilizler, Türklerin ve özellikle Topal Osman Ağa ile Kara Zıpkalıların, Pontusçulara, Rum ve Ermeni çetelerine karşı yaptıkları direnişlerden rahatsızdır. İngiliz hayranı Damat Ferit Paşa, Sadrazam olduktan sonra yine İngiliz Yüksek Komiserliğinin istekleri doğrultusunda sorunun çözümü için yollar aramaya başlamıştır. İngiltere, Türklerin silahlanmasını ve direniş güçlerini kırmak için güvenilir bir Osmanlı subayının olağanüstü yetkilerle donatılarak bu bölgeye gönderilmesine karar verip, bu kararlarını son Osmanlı Padişahı Vahdettin’e iletirler. Bu gerekçe, zaten Anadolu’ya geçmeye hazırlanan Atatürk için bulunmaz bir fırsattır. 30 Nisan 1919’da Saray’daki dostlarının yardımlarıyla yetkilerini son derece yüksek düzeyde tebliğ ettirilmiş olarak, 9. Ordu Müfettişliğine atanan Mustafa Kemal, Samsun’a, görev bölgesindeki iç huzuru sağlamak, silah ve cephaneleri toplamak, vatandaşlara silah dağıtılmasını engellemek ve bunu yapan kuruluşları ortadan kaldırmak üzere gönderilir. 16 Mayıs 1919’da Samsun’a hareket eden Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı ancak İngilizlerin denetiminde olan Samsun’da milli mücadele hareketi için istediklerini gerçekleş-


BD TEMMUZ 2016

tiremeyeceğini anlayınca hiç vakit kaybetmeden 25 Mayısta Havza’ya geçer ve halkı işgalcilere karşı örgütlemek için çalışmalara başlar. İngilizler ve Saray nasıl bir hata içine düştüklerini anlamışlardır ancak iş, işten geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’ya gitmesinden hemen 3 gün sonra Saray bir telaşla kendisini İstanbul’a geri çağırır. Artık Atatürk için hep üzerinde taşıdığı üniformaya veda vakti yaklaşmıştır. Çalışmalarına aralıksız olarak devam eden Mustafa Kemal Paşa, Samsun civarındaki İngilizlerin şikayetleriyle 8 Haziran’da bir kez daha geri çağrılır.

A

tatürk 21 Haziran’da Cevat Abbas’a bizzat “Amasya Genelgesi”ni yazdırarak “Milli Direniş” ateşini yakar. Genelge, Kurtuluş Savaşının amaç ve yöntemlerini açıklayan, padişah, hilafet, manda ve himaye düşüncelerinin yerine millet ve milliyetçilik düşünceleriyle halkı örgütlenmeye yönlendiren, ilk defa ulusal egemenlikten bahseden resmi belgedir. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ilanı ile bir yandan Meclis, bir yandan direniş ve düzenli bir ordu kurmanın hesaplarını yapan Atatürk, İstanbul Hükümetini eleştirmekte, kurtuluşu millette gördüğünü ve milli bir kongre düzenleneceğini söyleyerek aslında milli bir devlet, bir cumhuriyet kuracağının sinyallerini vermektedir. Çekirdek kadronun içinde yer alan ancak ileride Cumhuriyet’in kuruluşuna da karşı çıkacak paşalar daha o

günden ayak diremeye başlamıştır. Nitekim Atatürk Nutuk’ta da ifade ettiği gibi, Rauf Orbay da Refet Bele de Genelgeyi başta imzalamak istemez. Rauf Bey’i Mustafa Kemal ikna eder. Refet Paşa ise çekindiği için belli belirsiz bir imza atmakla yetinir ve bir kongre toplanmasının amacını anlayamadığını söyler. Kazım Karabekir hilafet yanlısıdır ve Cumhuriyet fikrini benimsemez. Vahdettin’in İngilizlerin hoş görüsünü kazanmak için İngiliz Sevenler Derneği kurucusu Sait Molla ile ilişki kurduğu, ülkenin bölünme-

Amasya Genelgesi (...) milliyetçilik düşünceleriyle halkı örgütlenmeye yönlendiren, ilk defa ulusal egemenlikten bahseden resmi belgedir. si fikrine payitahta dokunulmadığı sürece karşı çıkmadığı, İngilizlerin istekleriyle Damat Ferit’in Kürtlere özerklik planları yaptığı bir dönemde, bırakın düşmanları, Atatürk’ün en yakınında olanlar bile yabancı bir ülkenin mandası olmak yerine özgür bir ülke olmayı, ümmet yerine millet fikrini, padişaha kul olmak yerine vatandaş olmayı hayal etmekten uzaktırlar. kayaboztepe@butundunya.com.tr 33


Hazırlayan: Ş. GÜLBİN GÜZEY

Bilginizi Denetleyin 1-“Göğe bakma durağı” hangi şairimize aittir? a-Özdemir Asaf b-Can Yücel c-Turgut Uyar d-Cemal Süreya

5-Bir yükseltinin dağ olarak adlandırılabilmesi için çevresinden en az kaç metre yükseklikte olması gerekir? a-300m b-400m c-600m d-800m

2-Aşağıdaki eserlerden hangisi Kurtuluş Savaşımızı konu almıştır? a-Sodon ve Gomore b-Kuyruklu Yıldız altında İzdivaç c-Bomba d-Pembe İncili Kaftan

6-Nobel Edebiyat Ödülüne aday gösterilen ilk kadın yazarımız hangisidir? a-Elif Şafak b-Leyla Erbil c-Öykü Didem Aydın d-Halide Nusret Zorlutuna

3-Aşağıdakilerden hangisi Reşat Nuri Güntekin’in Gezi yazısıdır? a-Anadolu Notları b-Tuna Kıyıları c-Vatan Yolunda d-İzmir’den Bursa’ya

7-Anayasası’nda yer alan boşanma yasağını Şubat 1997 de kaldıran Avrupa Ülkesi hangisidir? a-Arnavutluk b-Portekiz c-Romanya d-İrlanda

4-Ülkemizdeki İlk Realist Roman hangisidir? a-Araba Sevdası b-Eylül c-Sergüzeşt d-Mai ve Siyah

8-Ülkemizde Tıp Bayramı olarak kutlanan 14 Mart, dünyada ne günü olarak kutlanmaktadır? a-Darwin Günü b-Pi Sayısı Günü c-Hasta Hakları Günü d-Şükran Günü

9-Askeri ve Siyasi litaratürde “Savaşı kazanmak için herşeyin feda edilmesini” ifade eden kavram hangisidir? a-İkarus Zaferi b-Rubikon Zaferi c-Maraton Zaferi d-Pirus Zaferi 10-Mallorca Teknik Direktörü Gregorio Manzano “onu durdurmak için av tüfeği alacağım” sözünü hangi futbolcu için söylemiştir? a-Ronaldo b-Rooney c-Messi d-İbrahimoviç 11-Kelime anlamı “beni kendine çek” olan İtalyan tatlısı hangisidir? a-Profiterol b-Tiramisu c-Rokoko d-Supangle Yanıtlar: 151. sayfada

34


Bilmek Gerek

BD TEMMUZ 2016

A. Erdem Akyüz

Bir “Atatürk Dersi”

Sanatın ve Sanatçının Toplum Yapısında Önemi

İ

stanbul “Darül Bedayi Tiyatrosu” sanatçıları, Ankara Türk Ocağı Tiyatrosu’nun açılışı nedeniyle 1930 yılının Nisan’ında Ankara’ya gelmişler ve başta ‘Hamlet’ olmak üzere çeşitli klasik yapıtlar yanısıra, çağdaş Alman ve Fransız tiyatro yazarlarının modern oyunlarını da sergiledikten sonra İstanbul’a dönmek üzereydiler. 35


BD TEMMUZ 2016

Ankara’daki o son günlerinde sanatçılar, kendi tanımlamalarıyla, “çok üst düzeyde bir davet aldılar ve çok üst düzeyde onurlandırıldılar.” Bu davet haberini sanatçılara, Darül Bedayi’nin o yıllardaki yöneticisi ünlü tiyatro önderi Muhsin Ertuğrul bildirdi: “Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bu

Muhsin Ertuğrul

1930 Cuma akşamı Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önünde sanatçıların geçirdikleri bu gece, can çekişen, kısırlaşmaya yüz tutmuş Türk tiyatrosuna yeni bir çehre ve umut açmıştır. Gazi gibi büyük bir insan elbette bizi ağırlamak için oraya çağırmaz. Oyunlarımızı en sıcak bir ilgiyle izledikten sonra bize verilecek bir emri, söyleyecek bir sözü vardı. Nitekim okyanus dalgaları gibi geniş ve birbiri arkasından ağır ağır gelen iltifatlarından sonra baş başa kaldığımız zaman, şöyle buyurdular: ‘Siz, benim ta ateşemiliterlik çağımdan beri memleketimizde görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. Böylesine birbirine bağlı bir sanatçı topluluğunu kendi yeteneklerinizle hazırlayıp bize getirdiniz, gösterdiniz. Şimdi ben Devlet Başkanı olarak soruyorum. Hükümetten ne gibi bir yardım istersiniz?’ Böyle bir soru karşısında hükümetten istenecek neler vardı. Önce o zamanlar yüzde otuz beşi bulan vergiler, daha neler istenmezdi. Maddi ve manevi sıkıntılarımız sonsuzdu. Fakat o anda… Gazi Hazretleri’nin engin gözlerine baktığım zaman, memleketin olduğu kadar tiyatronun da ileri günlerini düşündüm. Geçmişin

“Onun için benden cevap bekleyen Gazi Mustafa Kemal’e ‘Bir tiyatro okulu istiyorum Paşam’, diyebildim.” akşam hepimizi Marmara Köşkü’ne davet ediyorlar.”

S

anatçıların sevinç gösterileriyle karşıladıkları bu davetin öyküsünü Muhsin Ertuğrul, 11 Nisan 1930 tarihli o günden 33 yıl, 3 gün sonra, 14 Nisan 1963 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki yazısında şöyle anlatıyor: “Marmara Köşkü’nde 11 Nisan 36


BD TEMMUZ 2016

Atatürk tiyatroda

değil, geleceğin de önemini hatırladım. Biz veremli bir bayraktarı Büyükada Mezarlığı’na yeni gömmüştük; biri de sanatoryumda tedavi edilecekti. Böyle giderse birkaç yıl sonra Türk tiyatrosundan sıra sıra mezar taşlarından başka bir şey kalmayacaktı. Beni en çok ilgilendiren tiyatronun bizden sonraki durumuydu. Onun için benden cevap bekleyen Gazi Mustafa Kemal’e ‘Bir tiyatro okulu istiyorum Paşam’, diyebildim. Bu karşılıkla o günlerde beynimin içini saran yüklü düşünceden sanki bir anda kurtulmuş gibi hafifledim. Gazi Hazretleri hemen, vaktin geç olmasına rağmen, Başbakan İsmet Paşa’ya haber gönderdi ve çağırttı. ‘Paşam, sizi rahatsız ettim’ buyurdular. ‘Fakat önemli bir hususu size arzetmek istiyoruz.’ Beni tanıştırdı. Bana da: ‘Haydi isteğinizi Paşa’ya tekrar-

layın’ buyurdular. ‘Bir tiyatro okulu istiyoruz Paşam’ dedim.

O

akşam Gazi Hazretleri, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün büyükleri arasında Türk tiyatro sanatçıları için cömertçe dağıttıkları bin bir iltifattan sonra söyledikleri nutku şöyle bitirmişlerdir: ‘Efendiler, hepiniz milletvekili olabilirsiniz, Bakan olabilirsiniz, hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatçı olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata veren bu çocukları sevelim.” Atatürk; sanatı, devrimlerinin bir parçası olarak görmüş ve güzel sanatlarda başarılı olmanın, tüm devrimlerde başarıya ulaşmak anlamına geleceğini vurgulayarak, güzel sanatlarda başarılı olmayan milletlerin, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatı ile yer almaktan sonsuza kadar yoksun kalacaklarını ifade etmiştir. 37


BD TEMMUZ 2016

Bu düşüncenin bir sonucu olarak, Cumhuriyetin kuruluşundan başlamak üzere yapılan yasal düzenlemeler ve kurulan eğitim kurumları ile sanat ve sanatçıların yolu açılmış, çağdaş sanatı içinde barındıran özgün ve ulusal sanat eserleri üretilmeye ve sergilenmeye başlanmıştır.

S

anatın çeşitli dallarındaki yenilik ve gelişmeleri takip edebilmeleri için bir çok Türk genci yurt dışına gönderilmiş; yurt dışındaki önemli sanatçıların Türkiye’ye gelerek

olmuşlardır. Türkiye’ye gelen sanatçılardan; Macar besteci ve halk müziği araştırmacısı Bela Bartok halk müziği ve arşivi çalışmalarına katkıda bulunmuş, Alman besteci Paul Hindemith milli müzik konservatuarı çalışmalarına ve Gazi Terbiye Enstitüsü Musiki Bölümü kurulmasına katılmış, Carl Ebert tiyatro ve bale alanında çalışmalarda bulunmuştur. Sanat çalışmalarını geliştirmek, sergilemek ve halka ulaştırmak amacıyla; 1921’de “Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi”, 1927’de “Ankara Etnoğrafya Müzesi”, 1937 yılında “İstanbul Resim Heykel Müzesi” kurulmuştur. “Muzıkayı Humayun Saray Orkestrası” 1924 yılında “Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti” adıyla İstanbul’dan Ankara’ya getirilerek bu günkü adıyla “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası” oluşturulmuştur. 1934 yılında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefliği’ne getirilen Ahmet Adnan Saygun, Atatürk’ün ilgi ve isteği üzerine, ilk Türk operaları olan “Özsoy” ve “Taşbebek” operalarını bestelemiştir. “Sanayi-i Nefise Mektebi” 1926 yılında “Güzel Sanatlar Akademisi” ne dönüştürülmüş, Türk müziğini geliştirmek ve çağdaş müzikle bağdaştırmak için “Ankara Musiki Muallim Mektebi” açılmıştır. Atatürk’ün önerisiyle 1936 yılında açılan “Milli Musiki ve Temsil

Avrupa’yı Hitler rejiminin baskı ve korkusunun sardığı yıllarda Türkiye, nazizmin zulmünden kaçan yaklaşık 800 Avrupalı sanatçı ve bilim adamına kucak açmıştır. çalışmalarına ve eserler vermelerine olanak sağlanmıştır. Avrupa’ya müzik ve resim eğitimi almak üzere; Ekrem Zeki Ün, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses, Ferit Anlar, Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey gibi genç müzisyenler ile İbrahim Çallı, Namık İsmail gibi genç ressamlar yollanmış ve bunlar geleceğin önemli sanatçıları ve öğreticileri 38


BD TEMMUZ 2016

Akademisi” eğitim çalışmalarını daha sonra “Devlet Konservatuarı” adıyla sürdürmüştür. Avrupa’yı Hitler rejiminin baskı ve korkusunun sardığı yıllarda Türkiye, nazizmin zulmünden kaçan yaklaşık 800 Avrupalı sanatçı ve bilim adamına kucak açmıştır. Bu değerli sanatçılardan biri olan Clemens Holzmeister, Ankara’daki “Güven Anıtı’nın (1931-1936) ve diğer bir kısım kamusal binanın mimarıdır. Ankara Ulus Meydanındaki tarihi Atatürk Anıtı’nın heykeltıraşı Avusturyalı sanatçı Heinrich Krippel ile Etnoğrafya Müzesi önündeki ve Kızılay Meydanındaki Atatürk heykellerini yapan İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica da Türkiye’ye değerli eserler kazandırmışlardır. Bu dönemde Türk Mimarları da önemli eserler vermişlerdir. Ankara’da Türkocağı Binası (Devlet Resim ve Heykel Müzesi), Etnoğrafya Müzesi ve şimdilerde Kültür Bakanlığı’nın bir birimi olarak kullanılmakta olan binalar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun yapıtlarıdır. Gazi Üniversitesi, Ankara Palas ve Evkaf binaları ise Mimar Kemalettin Beyin eserleridir. Bu örnekler, sanat alanında girişilen çalışmaların yalnızca belirli bir bölümünü oluşturmaktadır. İlim, fen ve teknik alandaki adımlar denli, sanatın da toplum yaşamında belirleyici olduğunu, “Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir” sözüyle özetleyen Atatürk, ülke

ve ulus olarak da ilerlemenin koşulu olarak gördüğün sanatın önemini

Adnan Saygun

“Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur” sözleriyle dile getirmiştir. Sanat ve sanatçılara verdiği değeri gösteren unutulmaz sözlerinden birini de Atatürk, yazımızın girişinde söz ettiğimiz Marmara Köşkü’ndeki davette söylemiştir.

D

avet sonunda köşkten ayrılmak üzere olan sanatçılara bir bakanın, “Atatürk’ün elini öpmeleri” uyarısını duyunca Atatürk, karşı çıkmış ve sanatçılara duyduğu derin saygısını belirten şu sözü söylemişti: “Hayır, sanatkâr el öpmez; sanatkârın eli öpülür.”• erdemakyuz@butundunya.com.tr

Kaynakça: 1-Muhsin Ertuğrul, “Bir Dönüm Gecesi, Cumhuriyet, 14.4. 1963 2- Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 47, Bahar 2011, s. 521-555, Dr.Erol Evcin 3-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 67 4- Erbay, Fethiye -Mutlu Erbay, Cumhuriyet Dönemi (1923-1938) Atatürk’ün Sanat Anlayışı 5- Özgü, Melâhat, Atatürk’ün Edebiyat ve Sanat Anlayışı, Türk Tarih Kurumu basımevi, (Atatürk Konferansları’ndan ayrı basım), Ankara, 1964. 6- Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, (Yay. haz.: Utkan Kocatürk), Atatürk Araştırma Merkezi

39


BD NİSAN 2016

B

u kitap, uzun volta seanslarında, sarı duvar manzarasında, üst katın demir karyolasında, alt katta kaloriferin yanı başında tasarlandı. (...) En güzel kitapların en muhteşem manzaralara karşı yazıldığını zannetmeyin. Tersine... Bazen güzel manzaralar karşısında uyuşup tembelleşen hayal gücü, duvarla karşılaştı mı, ardını görmek hevesiyle havalanıyor. Duvara tırmanıyor. Bu da ona yetişmeye çalışan kalemi kamçılıyor. Zindan zemini kindarlık üretmeye müsait... Onu sabırla derine gömmek, onun yerine tevekkülün çelebiliğini koymak, masumiyetten güç almak gerekiyor. Masumiyetin sessiz bir gücü var. Karanlıktan korkmayan, sözünü sakınmayan, hiçbir kudretliye yaslanmayan, tehdit edilse de uslanmayan bir gücü var masumiyetin... (...) Ona güveniyorum. Bugüne dek defalarca yakın tarihimize ışık tutmuş olan Can Dündar, 2015 Kasım’ında hapse atıldığında basın özgürlüğü mücadelesinin ve tarihin bir öznesi haline geldi. Tutuklandık, sadece edebiyatın usta mahkûmlarına selam gönderen bir hapishane kitabı değil, yaşamakta olduğumuz döneme dair de “içeriden” bir tanıklık...

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A

XXX


Tarih Kürsüsü

BD TEMMUZ 2016

Prof. Dr. Kemal Arı

“Hacıanesti! Gel de Ordularını Kurtar!” Ordular!

ürk topçusu ve piyadeleri, beş günün sonunda Dumlupınar’a ulaştıklarında tarih 30 Ağustos 1922 gününü gösteriyordu. Bellekler bir ileri bir geri gidiyor, işgalin kanlı ve acı dolu günleri anımsandıkça, Dumlupınar’da oluşan yeni görüntü o kötü geçmişi aydınlık günlere çevirecek umut ışıklarının yanmasına neden Yunan Kumandan Hacıanesti oluyordu. O güne

değin süren şiddetli İlk hedefiniz muharebelerle Akdeniz’dir, pek çok cephede düşmana ağır darileri!” beler vurulmuş ve geri çekilmeye zorlanmıştı. Daha dün Polatlı, Haymana önlerine kadar gelmiş bulunan Yunan Ordusu, şimdi Türk süngülerinin önünde bir kapana düşmüş, öbekler halinde Dumlupınar’a toplanmış bulunuyordu. Dün ve bugün… Bugün ve yarın… Umut olmazsa, var olmanın ne anlamı vardı ki! Umut işte

T

41


BD TEMMUZ 2016

O anın geldiğini düşünen Büyük Gazi, ilk olarak top atışı için buyruğunu verdi. yeniden yeşeriyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa, atının sırtında, elinde dürbünü ve yanında kurmay kurulu ile o tepeden bu tepeye koşuyor, buyruklar veriyor; kapana sıkışıp kalan istilacı ordunun sanki atan damarlarını parmaklarının ucunda duyumsuyordu.

A

skerler aç ve yorgundu… Günlerdir sıcak bir tas yemek yiyememişler; toz toprak içinde ölümle burun buruna düşmanla vuruşmuşlardı. Her an değişen hatlar, mevziler; oradan oraya koşturmalar ve saldırılar içinde sağlıklı bir iaşeye zaten olanak tanımıyordu. Anadolu bozkırı ve derin vadilere doğru uzayan ovaları Ağustos sıcağında öbekleşen kanlar aktıkça, sanki üzerindeki kirden ve utançtan arınıyor gibiydi. Büyük uğultular içinde pat-

42

layan toplar, mavzer sesleri, haykırışlar; arada bir kulaklara çarpan ölüm çığlıkları, kılıç şakırdamaları ve nice gölgeler, renkler ve sesler… Gacırtılar içinde hareket eden kağnılar, top arabaları; derin vadilere doğru uzayıp giden nakliye kolları, yaralıların tedavi gördüğü sahra çadırları… Merkezden ve özellikle sol kanattan Türk topçusu ve piyadesinin Yunan ordusunu Dumlupınar yönünde sarmaya başlaması bir meydan savaşını zorunlu kılıyordu. Süvariler batı geçitlerini tutmuş, kaçış yollarını tıkamıştı. Günlerdir sıtma ile tir tir titreyen Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay Paşa süvarileriyle birlikte düşman hatlarına ani baskınlar yapıyor; ikmal ve iaşe yollarını kesiyor, çekiliş yollarını tahrip ediyordu. Bir dere yatağı bulup, oradan kaçmayı düşünen düşman birlikleri her an Türk süvarilerinin kılıçlarının parıltısıyla karşı karşıya geliveriyorlardı. Bu durumda önce korku ve panik içinde sağa sola kaçışlar oluyor, ancak Türk süvarilerinin seri hareketleri karşısında ister istemez vuruşmaya mecbur kalıyorlardı. Kılıç darbeleri bu tür sızmaların önünü kesiyor, böylece Yunan ordusunun içine düştüğü daire, gittikçe daralıyordu. Gazi Mustafa Kemal başkomutanlık karargâhını hemen ateş


BD TEMMUZ 2016

hattının arkasına kurdurmuştu. Sahra çadırının içinde kendisine ulaşan raporları inceliyor, gerekli düzenlemeleri yapıyor; sık sık kurmaylarıyla çadırının önüne çıkarak, elinde dürbünü uzakları gözetliyordu. Ara ara atına binip sade muharip elbiseleri üzerinde mevzileri gözden geçirmek için siperlerin içine kadar gidiyordu... Artık düşmanın iyice avucunun içine düştüğünü görüyor, son bir saldırı ile Yunan ordusunun ana kütlesinin imha edilmesini kafasında kurguluyordu. Yurt Ana’nın kederli bakışlarının üzerlerinde olduğunu biliyordu. Ona karşı sorumluluklarının bilincinde düşünce dünyasından; “Sorumluluk ölümden bile ağır!” İşte o an: Artık düşman kımıldayıp kaçamayacak bir durumdaydı. O anın geldiğini düşünen Büyük Gazi, ilk olarak top atışı için buyruğunu verdi. Düşmanı sarmış Türk topçuları bu buyruklar güllelerini düşman mevzilerine doğru hızla savurmaya başlamışlardı. Dumlupınar yaylası top gümbürtüleri altında inliyordu. Bir süre sonra top atışı yavaşladı. Ardından da piyade ve süvarilerin saldırısı başladı. Düşman ordusu bir iki basit hareketin dışında direnme yeteneğini sanki bütünüyle yitirmiş gibiydi. Sanki bu ordu daha dün, çığlıklar içinde Anadolu’yu istila etmek içinde yollara dökülmüş ordu değildi. Koskoca Yunan ordusu şimdi, top mermileri, kılıç darbeleri ve vızıldayarak

uçuşan mavzer mermileri ve süngü darbeleri altında eriyordu. Sanki bir mitoloji kahramanı dirilmiş, zafer tacını giymiş; yitip eriyen, sağa sola kaçışan, sıvışacak bir aralık bulamadığı için eriyip giden Yunan ordusunun içine düştüğü acıklı duruma bakarak haykırıyordu: “Hacıanesti! Gel de ordunu kurtar!”

Kurtuluş Savaşı’nda Türk askerleri

H

acıanesti’nin o an, görevinden alındığından bile haberi yok; İzmir açıklarında demirlemiş teknesinin içinde savaşı yönettiğini sanıyordu. 1 Eylül günü Gazi Mustafa Kemal Paşa, yanında Fevzi ve İsmet Paşalar olduğu halde savaş meydanında, on binlerce düşman askerinin cesetleri arasında ilerliyorlardı. O bir süre sonra yerde yatan bir Yunan bayrağı gördü. İçi acıdı. Düşman da olsa, bir ulusun onurunun böyle yerlerde sürünmesini gönlü kabul etmiyordu. Çevresindekilere buyruğunu verdi: “Bayrak, bir ulusun bağımsızlığının alametidir, kaldırın!” Yunan bayrağı Gazi’nin buyruğu üzerine yerden kaldırıldı ve kırık 43


BD TEMMUZ 2016

bir top üzerine serildi.

M

ustafa Kemal Paşa kırık bir kağnı arabası gördü. Kağnıya doğru yürüdü. Yürüdüğü alan üzerinde o kadar çok insan ölüsü vardı ki, Paşa yeri geliyor, cesetlerin üzerine basmak zorunda kalıyordu. Sonunda kağnı arabasına ulaştı. Bir hamlede kağnının üzerine sıçradı. Kağnı arabasının üzerinden, boylu boyunca yatan yığınlar halindeki insan ölülerini, yanmış yığıntılardan hâlâ gökyüzüne doğru savrulan dumanları görüyordu. Parçalanmış toplar, ölüp kalmış hayvanlar, kanlar içinde insan cesetleri, silah yığınları, tüten ateş kümeleri; ölüm sessizliğinin üzerine doğru esen rüzgârın sesi, esintiler, barut ve kan kokusu… Görüntüden tiksindi. Binlerce genç yaşta, yaşamın ne olduğunu bile tam kavrayamadan gövdeleri parçalanmış, kan ve barut yanığı içinde, süngü darbeleri ya da şarapnel parçalarının gövdelerine saplanmasıyla ölüp gitmiş yaşamının baharında insanlar… İşte orada Niko’lar, Hristo’lar; az ileride bunlarla cebelleşirken şehadet şerbetini içmiş Aliler, Mehmetler… Aç, çıplak vatan yolunda ölümü göze alarak onun üzerine yürümüş olan kitleler… Bir an derin bir nefes çekerek çevresindekilere konuşmaya başladı: “Bu insanlık adına yüz kızartıcı bir sahnedir... Ama ne yapalım ki bizi buna mecbur ettiler. Çünkü onlar birer caniydiler”. 44

Niçin? Hem içi tiksinerek ölen insanlara acımak, ancak o duygunun yanında aynı zamanda onların birer cani olduğunu düşünmek… Bu nasıl bir şeydi? İşte Anadolu. Kan deryası içine yuvarlanmış, acımadan üzerinde çoluk çocuk katledilmiş; evleri barkları yakılmış, işgalin her türlü zilletini ve utancını yüreğinde yaşamış Anadolu… Ya onun günahı neydi? Yok etmeler, yakıp yıkmalar, çalıp çırpmalar, kirletilen gencecik namuslar, akıl almaz işkenceler; ölümler, yitip giden dünyalar… Düşler, umutlar! Ya bunlar neydi?

D

üşman ordusu bir ölüm makinesi gibi Anadolu ovaları ve yaylalarına doğru ilerlerken, binlerce yerleşim yerini yakıp yıkmış; işgalden korkup dağlara sığınan insanlar ağaç kovuklarında yaşamaya başlamışlardı. Dumlupınar’dan batıya doğru daha ötelerde, Türk Hilali’nin gelip, kendilerini kurtarmasını bekleyen kutsal yurt ana ve onun şefkatine muhtaç Türk çocukları vardı. Bu duygular içinde Gazi, Garp Cephesi Kurmay Başkanı General Asım Paşa’nın (Gündüz) elleriyle tuttuğu o ünlü buyruğunu yayınladı: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” Artık Akdeniz’e kadar Türk yurdu, bu buyruğu almış Türk süvarilerinin nal sesleri altında inlerken, bu iniltiye öteki Türk birliklerinin yurt toprağına düşen heyecan dolu nefesleri vuruyordu. • kemalari@butundunya.com.tr


Kurtuluş Savaşından

BD TEMMUZ 2016

Zeki Sarıhan

İstanbul Öğretmenlerinin Başkomutana Şükranı Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması, bütün halk gibi öğretmenler arasında da büyük bir sevinç yarattı. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından Gazi Mustafa Kemal va arkadaşlarını selamlamak isteyen Bursa ve Anadolu’daki öğretmenlerin coşkulu karşılamalarını ve yapılan konuşmalara yer verilen yazımızın ikinci bölümünü yayımlıyoruz. Kadın ve erkek birlikte Muhabir Ali Sedat ve Ömer Kemal, gezinin ikinci günü olan 28 Ekim 1922 günü öğretmenlerin Türk Ocağının yeniden açılışı töreninde de 45


BD TEMMUZ 2016

bulunduklarını anlatatutmaz olmuş öğretrak bu törende mebus menler üçüncü gün Hamdullah Suphi de mızıka eşliğinde Bey’in konuşmasını ve Bursa halkının veriyorlar. Hamdullah alkışları arasında Suphi Bey konuşmaşehri gezmişlerdir. sında dünkü söyleSultan Osman’ın vinde Mustafa Kemal türbesini ziyaret etPaşa’nın da dediği gibi mişlerdir. Vali Adil “cemaatten millete” Bey, Ayan Üyesi geçilmekte olduğunu, Abdurrahman Şeref öğretmenlerin de bu Bey, Polis Müdürü Hamdullah Suphi Bey kanıda olduklarına Tevfik Hadi ve biremin olduğunu anlatıyor. İstanbulçok kişi kendilerine eşlik etmektelu öğretmenlere seslenerek onlar dirler. Kuruldan Hacı Tahir Efendi, İstanbul’da çocukları yetiştirirken Osman Bey’e hitaben bir konuşma Anadolu kadınlarının aynı amaçla yapmıştır. Ona İstanbul’dan Fatihaçalıştıklarını söylemiş ve onları lar getirdiklerini söylemiştir. Büyük övmüştür. 9 Kurtuluş Savaşı’nda hakanın milleti çok çekmiş, çok Bursa kitabının yazarı Yılmaz acılar görmüştür. İşgal sırasında Akkılıç’ın aktardığına göre Şark türbeye ayağını basan “alçak”laTiyatrosundaki bu toplantı, kadın rı kınamıştır. Osman Gazi, bugün ve erkeklerin birlikte katıldıkları ilk torunlarının aziz baş tacıdır. toplantıdır.10 Bu saptama herhalde Hocalardan biri dua okumuş, Bursa için doğru olmalıdır. herkes “Âmin” demiştir. Ömer Kemal’in o gün Bursa’dan Özenle yazılmış “İnna fetahnagönderdiği yazıya göre, 29 Ekim leke fethen mübina” (Şüphesiz biz 1922 günü Bursa’da şöyle geçmişsana apaçık bir fetih verdik) levhası tir: İki gündür yürümekten ayakları özel olarak hazırlanan yere asılmış, Belediyede verilen kırk kişilik ziyafete maarif müdürleri, gezi düzenleme kurulu katılmıştır. Akşam saat yedide Bursa Sultani Mektebinin öğretmenleri tarafından çay ziyafeti verilmiştir. Okul Müdürü Recep Bey adına Atatürk Bursa’da öğretmenlerle öğretmenlerden biri 46


BD TEMMUZ 2016

“Hoş geldin” konuşması yapmıştır. Koca Mustafa Paşa Numune Mektebi öğretmenlerinden Feyzi Bey, sevgili Yeşil Bursa’ya hitaben yazılmış olan “nefis” manzumelerini okumuştur. Reşadiye Numune Mektebi öğretmenlerinden Ömer Lütfi Bey de yazdığı manzumeyi okumuştur.

gittik. Vatan, namus ve istiklal duygusunu oradan aldık. Biz milletin vatan için, namus ve istiklal için ölmeye ücretli insanlarıyız. Siz bize dediniz ki ‘Size para vereceğiz, her türlü refah ve saadet vereceğiz. Fakat buna mukabil vatanı müdafaa edeceksiniz.’ Biz bunu kabul ettik.”

“İstanbul’a emirle“Hepimiz öğretri götüren zabitlermenlere borçluyuz” siniz” Trikopis’i esir Kemalettin Sami eden Kemalettin Paşa, henüz resmen Sami Paşa, ilim ve irMüttefiklerin işgali fan ordusuna hitaben Kemalettin Sami Paşa altında bulunmasını yaptığı konuşmada, kast ederek “İstanbul’a, tekrar esabu vatanın evlatları olarak vatanı rete dönüyoruz” diyen bir öğretmeve Bursa’yı kurtardıklarını anlattıknin sözü üzerine de öğretmen-ordu tan sonra şöyle konuşmuştur: “Bu birliğini şu sözlerle vurgulamıştır: samimi mecliste orduyu temsil eden “Askerlikte bir usul vardır. Her yalnız ben bulunuyorum. Bunun birliğin emirber erleri, öncüleri için bütün arkadaşlarım namına olur… İstanbul mektepleri birer birkaç söz de ben söylemek istiyoemirber kıtası, sizler zabitlerisiniz. rum. Buna katiyen emin olunuz ki Siz İstanbul’a emir almış gidiyorordu zaferini millete istinat ederek sunuz. Yani bizim öncülerimizsiniz. kazanmıştır. Zaten ordu ile milletin İstanbul’a esir değil, Anadolu birbirinden farkı yoktur. Siz bizordularının öncüleri olarak gidiyorsiniz, biz siziz. Bundan dolayı bu harikaları yapan, bu zaferi gösteren sunuz…” “Şimdi irfan ordusunun mürebsizsiniz, biz değiliz. bileri sizlere diyorum ki, vatanın Biz sizin gölgeniziz; siz emrettiikinci ordusunun başında sizler niz, biz yaptık. Ben bu zaferin yapıbulunuyorsunuz. O orduda yegâne cıları arasında evvela muallimleri, hâkim sizsiniz. Cidaliniz (kavganız) sonra kumandanları zikredeceğim. sizin imanınızdır. Şimdiden sonra Büyük kumandanları yaratan, memleket sizden hizmet bekliyor. yetiştiren mekteplerdir. Bunu hepiİstanbul’dan kalkıp buraya miz mekteplere ve siz muallimlere gelirken hepiniz birden çok şeyler borçluyuz. görmek ve anlamak için teşrif ettiBiz hepimiz küçükken mektebe 47


BD TEMMUZ 2016

niz. Bizim sizlere öğreteceğimiz yalnız ve yalnız üzerinde yaşadığımız sevgili toprakların kurtarılmasıyla ilim ve irfanımızdır. Asrî, medeni bir tarzda gelişmesine çalışmalardır.”11 Paşanın her cümlesi alkışlarla karşılanmıştır. Ziyafete geç vakit son verilmiştir.12 Dönüş yolunda Ömer Kemal, İstanbul’dan Bursa’ya gidip dönerken ve bu yolculukta gördüklerini ve duygularını da anlatmıştır.13 500 kişiden oluşan öğretmen topluluğu 30 Ekim akşamı İstanbul’a dönmüştür. Dönüş şöyle olmuştur: Önde Darüleytam Mızıkası ve izciler olduğu halde, Bursa Belediye bahçesinde toplanılmıştır. Vali, Kolordu Kumandanı, Bursa Kız Sanayi Mektebi, Numune Terakki Mektebi ve diğer bazı okulların öğrencileri tarafından Demirtaş İstasyonu’ndan uğurlanmışlardır. Topluluk Mudanya’da pek parlak bir surette karşılanmıştır. Cem Sultan Mektebi öğrencileri iskelede “neşideler” (parçalar) okumuşlardır. Küçük, mini mini bir öğrenci vapura çıkan öğretmenlere kısa ve özlü bir nutuk söylemiştir. Gazete, “Ruhunun bütün samimi hislerini ifade eden bu nutkun” bir suretini yayımlamıştır. Öğrenci öğretmenlere bir de çelenk vermiştir. Vapur binlerce asker, subay ve halkın alkışları arasında iskeleden uzaklaşmıştır.14 500 kişilik öğretmen grubundan 30 kişi Bursa’da kalmış, onlar da 1 48

Kasım günü dönmüşlerdir. Döndüklerinin ertesi günü bu kuruldan Saffet Bey’le Kıymet Hanım Ankara’nın İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa’yı Şark Mahfelinde ziyaret etmişlerdir.15 Bursa izlenimlerini anlatmış ve Ankara’ya bağlılıklarını bildirmiş olmalıdırlar. Bursa ziyareti sırasında burada hastalanan Maarif Müdürlüğü mümeyyizlerinden Seyfettin Bey’in önce sağlığına kavuştuğu haber verilmişken16 12 gün sonra öldüğü ve Mahmut Şevket Paşa Numune Mektebinde erkek ve kadın öğretmenlerin katılımıyla ruhuna mevlit okunduğu haber verilmiştir. Seyfettin Bey’in, 25 yıllık eğitim hayatında arkadaşlarına kendisini sevdirmiş, nadir yetişen bir kişi olduğu belirtilmiştir.17 Yeni Şark’ın verdiği bir habere göre, Darülhilafetül Âliye Medresesi (İstanbul Yüksek Medresesi) müdürü ve öğrencilerinden oluşan bir kurul, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, İsmet, Fevzi, Kâzım Karabekir Paşaları selamlamak üzere 25 Ekim 1922 günü Bursa’ya hareket edecektir.18 (Bu gezi hakkında herhangi bir habere rastlamadık. İzin verilmemiş olabilir)• zekisarihan@gmail.com 9-Renin, Sayı 19, 1 Teşrinisani (Kasım) 1922; Yeni Şark, No. 390, 1 Teşrinisani (Kasım) 1922; Mehmet Kaplan vd., Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, C. II, İstanbul, 1981, s. 1069- 1074. 10-Renin, No. 19, 1 Teşrinisani (Kasım) 1922; Yılmaz Akkılıç, Kurtuluş Savaşı’nda Bursa, 2. kitap, s. 658. 11-Mehmet Kaplan vd, Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Mustafa Kemal, C. II, İstanbul, 1981, Kültür Bakanlığı yayını, s. 1082; Yılmaz Akkılıç, Kurtuluş Savaşı’nda Bursa, 2. kitap, Bursa 2008, s. 670. Akkılıç’ın işaret ettiğine göre Mekâtibi İptidaiye Muallimleri Cemiyeti 1923’te bu gezilerini Bursa Seyahati adlı bir kitapta anlatmışlardır. 12-Yeni Şark, No. 391, 29 Teşrinisani (Kasım) 1922. 13-Yeni Şark, No. 395, 6 Teşrinisani (Kasım) 1922. 14-Yeni Şark, No. 389, 31 Teşrinievvel (Ekim) 1922; İkdam,1 Teşrinisani (Kasım) 1922. 15-Yeni Şark, No. 292, 3 Teşrinisani (Kasım) 1922. 16-Yeni Şark, No. 392, 3 Teşrinisani (Kasım) 1922. 17-Yeni Şark, No. 404, 15 Teşrinisani (Kasım) 1922. 18-Yeni Şark, No. 382, 24 Teşrinievvel (Ekim) 1922.


BD NİSAN 2016

Azmin, İradenin, İnancın, Kararlığın ve Sahiplenmenin Adı; “Beril Şeker”...

“Senden ötesi yok” mu diyorlar. İnanma... Senden ötesi var. Ondan da ötesi var... Bunu; toplumun, sosyal hayatın, özel durumunuzun, size dikte edilen yaşam biçimlerinin sınırlarından ayrılarak görebilirsiniz. Zor mu? Belki, evet, elbette… Hatta çok zor. İmkânsız mı? Hayır. Hayır çünkü insan iradesinin gücü her türlü engeli aşmaya, her türlü duvarı yıkmaya yetecek düzeyde. Beril Şeker’in öyküsünü okuduğunuzda göreceksiniz ki; yaşam sizin sandığınız kadar zor değil aslında. Göreceksiniz ki aşılmaz bir duvar gibi önünüze dikilen her engel fiske parmağınızla aşabileceğiniz nitelikte. “Beni Benimle Anla” aşılmaz gibi görünen engellerin insan iradesine teslim oluşunun hikâyesi… Beril Şeker’in hikâyesi, çoğu kapalı kapılar ardında toplumdan soyutlanan, ancak sadece basit bir destekle hayata herkes kadar tutunabilecek, bir Serebral Palsi hastasının ve aile olmanın örnek hikâyesi...

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A

XXX


BD TEMMUZ 2016

Muazzez İlmiye Çığ

103 Yaşında!

1914 yılında doğan Muazzez İlmiye Çığ, tüm ömrünü araştırıp incelemeye, öğrenmeye ve de öğretmeye adamış yurt içinde olduğu denli, yurt dışında da günümüzün önde gelen sümeroloji uzmanlarından...Araştırmaları, yapıtları ve yetiştirdiği öğrencileriyle her Türk aydınına örnek olması gereken çok değerli “bilim insanı”mız Muazzez İlmiye Çığ geçtiğimiz ay 103’üncü yaşını Mersin’de dostlarıyla kutladı. Hediyenin kabul edilmediği yaş gününde dileyen konuklar Sedef Kabaş’ın yazdığı “Muazzam Muazzez” kitabını Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yararına satın aldılar. Atatürk Türkiyesi’nin yetiştirdiği değerli “bilim insanı”mızn yeni yaşını kutluyor, ışığının bilim dünyasını ve ülkemizi nice yıllar aydınlatmasını diliyoruz. Bütün Dünya

1


BD TEMMUZ 2016

Muazzez İlmiye Çığ’dan

Mektup Var Aliye Pozcu İlk ve Ortaokulu’nda Bir Gün

B

ugün 5 Haziran 2016. Diğerleri gibi bu ay da çok hareketli geçti. Mayısın 10’unda kızım Yülmen bir haftalığına geldiği Mersin’den dönerken beni de İstanbul’aki evime götürdü. Evimi, ve kitaplarımı özlemişim. İstanbul’a gidişimin en önemli nedeni, bir çok önemli bilgi içeren dosya ve evrakı Mimar Sinan Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof. Firdevs Gümüşoğlu ile derleyecek olmamızdı. İki günlük çalışma sonucu hepsinin önemli olduğuna

karar verildi ve tüm dosyalar alınıp götürüldü. Çok mutlu oldum. Yine de verecek belgeler bitmedi. Türk yazıtları ile ilgili bir hayli dosya var. Onlara da tekrar gittiğimde bakılacak. Bir günüm de ünlü gazeteci Sedef Kabaş’ın hakkımda yazdığı “Muazzam Muazzez” adlı kitabına fotoğraf seçmekle geçti. Ludingirra kitabını oyun yapmak isteyen Zehra Hanım’la da güzel bir günü tamamladık. Bir gün de Trump Tower binasın51


BD TEMMUZ 2016

Muazzez İlmiye Çığ, Aliye Pozcu okulunun öğretmenleriyle

daki D&R kitabevinde kitaplarımı imzaladım. Burada genç bir hanım ressamımızın yaptığı resmimi getirmesi büyük bir sürpriz oldu bana. Ne yazık ki, hanımın adını yazıp almamışım. Bir akşam da TGB genel Başkanı Çağdaş Cengiz ve yazar Yılmaz Özdil ile Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezinde 19 Mayıs kutlaması ile ilgili Ulusal TV için program yaptık.

Böylece on günün nasıl geçtiğini anlayamadım. Adana Hilton otelinde, 26 ve 29 haziran tarihleri arasındaki Doğu Akdeniz Aile Hekimliği Kongresi’nin açılış konuşmasını benim yapmam öngörülmüştü. Konu “kadına şiddet” ile ilgili olacaktı. Konuşmama Atatürk zamanında gerek öğretmen olduğum Eskişehir’de, gerek yurdun başka yerlerinde böyle töre cinayeti ve tecavüz haberlerini gazetelerde okumadığımızı orunum Ömer Dedeoğlu ve anlatarak başladım. Bazı kimseler arkadaş Elif beni Haziran’ın “O zamanın gazeteleri yazmıyordu” 23’ünde Mersin’e geri getirdi. gibi asılsız sözlerle karşı çıkabiliyorlar. Oysa 1931 Muazzez İlmiye Çığ, yılında mezun olup kendisine hediye yurdun her tarafına edilen tablosu ile öğretmen olarak atanan arkadaşlarımın hiç birinden böyle bir haber almadım. Tam tersine hepsi gittikleri yerlerde kadın oldukları halde büyük bir sevgi ve saygı ile karşılan-

T

52


BD TEMMUZ 2016

dıklarını yazdılar. Ne töre cinayetinden, ne öldürülen kadından, ne de tecavüzlerden yakındılar. 1950 yıllarında ilk kez bir kadın öğretmen öldürülmüştü. Şu son 15 yılda gittikçe artan kadın cinayetlerinin çocuklara tecavüzün nedeninin devleti idare edenlerin kadın erkek ayrımı yapmalarının, bunları fazla kınamamalarının sonucu olduğunu vurguladım. Programın sonunda aldığım övgülerden konuşmamın istenilen düzeyde geçtiğini anlayarak mutlu oldum. 2 Haziran Perşembe günü sayın Nihat Taner yine gelerek kızım Esin ile beni Aliye Pozcu İlk ve Orta Okulu’na götürdü. Yine öğretmenler tarafından kapıda karşılandık. Cıvıl cıvıl çocukların alkışları arasında salona girip yerimi aldım. “Söze nasıl başlayayım” diye düşünürken, ilk okul çocuklarının soru sormaya ne kadar hevesli olduklarını hatırladım. “Soru sormak isteyeniniz var mı?” dediğimde bir yığın parmak havaya kalktı. İlginç olanı

aynı soruyu liselerde sorduğumda çok az parmağı kalktığını, üniversiteler de ise öğrencilerin hemen hiç parmak kaldırmadığını fark etmiştim. Bunun nedenini pek çözemedim. İnanılmaz ama soruların hepsi ilginç ve mantıklı idi. Bir çocuğun “Yazdığınız kitaplar arasında en çok sevdiğiniz hangisi ve neden?” sorusu çok hoşuma gitti. Hemen “Ludingirra isimli kitap”, dedim. Ludingirra bir Sümer şairinin adıdır. Anlamı; “tanrının adamı”. Binlerce çiviyazılı tablet arasında bu şairin üç şiiri bulundu. Annesi, ölen karısı ve babası için yazdığı şiirler... Bu şiirleri okuduğunuzda şairle aynı duyguları paylaşıyor ve binlerce yıl sonra bile insan duygularının hiç değişmediği farkediyorsunuz.

Ö

ğrencilere çok sevdiğim bu şairin yaşam öyküsü ile Sümerlileri her yönüyle kendilerine tanıtmak istediğimi söyledim. 4000 yıl önce yaşayan Sümerlilerin okullarını, öğretmenlerini, ders prog-

Muazzez İlmiye Çığ, okulun öğrencileriyle 53


BD TEMMUZ 2016

ramlarını, ticaretlerini, hukukunu, tanrılarını, çok severek yazdığım bu kitaptan sıkılmadan okuyarak öğrenebileceklerini belirttim.

B

ir çocuk da neden Sümerce öğrenmek istediğimi sordu. Bu sorunun yanıtı o günleri hatırlatmak için iyi bir fırsattı. Anlattım: “Bundan tam 80 yıl önceydi, Cumhuriyet devletini kuruluşu henüz 13 yıl olmuştu. Düşünün o zaman ne Sümerolojiden, Hititolojiden, ne de Arkeolojiden haberimiz vardı. Habuki ben 4 yıllık öğretmendim. Bir öğretmen arkadaşımla yeni açılan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nne okumaya gelmiştik. Bize ‘Hititoloji bölümüne gireceksiniz, Sümeroloji, Arkeoloji derslerini alacaksınız’ dediler. Bu bölümler hakkında bilgimiz yoktu ama okula kabul edileceğimiz için hemen ‘olur’ dedik. Derslere girdiğimizde daha çok şaşırdık, çünkü öğretmenler Alman’dı. Dersler Almanca veriliyor, söylenenleri bir çevirmen bize aktarıyordu. O zaman ülkemizde bu dersleri, hatta üniversite derslerini okutacak öğretmen yoktu. Atatürk, Cumhuriyet kurulur kurulmaz açılacak üniversite ve yüksek okullarda ders verecek öğretmen yetiştirmek üzere liselerde başarılı olup sınav kazanan gençleri Avrupa’ya hatta Amerika’ya gönderdi. Ancak onların eğitimlerini tamamlayıp dönmeleri uzun sürecekti. 1930’lu yıllarda Almanya’da büyük olaylar yaşandı ve Yahudi asıllı profesörler işlerinden atıldı. Hiçbir 54

ülkeye kabul edilmeyen bu bilim insanlarını Atatürk ülkemize getirtti. Bu, tarihimizdeki ilk beyin göçü idi. O bilim insanlarıyla İstanbul’da bütüm fakülteleri ile tam bir üniversite kuruldu. Birçok fakülteleriyle Ankara Üniversitesi’nin de temeli atıldı. Bu okullara giren biz gençlerin bir tek istekleri vardı: Çok çalışıp okulu bitirmek ve Batı’dan 400 yıl geri kalmış ülkemizi, onun düzeyine ulaştırmak. İşte o günlerde başlayan çok köklü eğitim ve çalışma ile Batı’nın 400 yılda yaptığı aydınlanmaya biz 80 yılda ulaştık. Nasıl mı?

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ne sanattan ne de bilimden haberimiz vardı. Bugün başarıları ile dünya çapında ödül alan sanatçılarımız ve bilim insanlarımız var ve daha da olacak.” diyerek konuşmamı bitirdim. Zaman dolmuştu, çocuklara sordukları akıllı soruları ve beni can kulağıyla dinledikleri için teşekkür ettim ve alkışlar arasında kendimi Sayın Okul Müdürünün odasında buldum. Atatürk yolundaki öğretmenlerle konuşmanın mutluluğu ile ayrıldık bu eğitim yuvasından.• Muazzez İlmiye Çığ, 17 Haziran 2016


Evrensel Bakış Açısı

BD TEMMUZ 2016

Gürbüz Evren

Sibirya’daki Esir Kampından İzmir’in Kurtarılışına Uzanan Yol B

irinci Dünya Savaşı’nda Rusya’ya esir düşen ve bu ülkedeki kamplarda kalan askerler, Ekim 1917 Devrimi’ni izleyen aylarda gayrı resmi de olsa serbest bırakılmaya başlandı. Bolşeviklerin, serbest bırakma sürecini hızlandırmasının nedenlerinden biri de, ideolojilerini yaymak için savaş esirlerinden propaganda aracı olarak yararlanma düşüncesiydi.

I. Dünya Savaşı yıllarında Propaganda koYaklaşık 65 bin nusunda yapılanları Türk askeri başka bir yazıda ele Ruslara esir alacağız. Bu yazıda düşmüştü. ise konudan hareketle Rus ordusuna esir düşen Türk askerlerinin durumunu anlatacağız. Birinci Dünya Savaşı’nın başlarındaki Sarıkamış Harekâtı (1914 sonu 1915 başı) ve 1916 yılındaki 55


BD TEMMUZ 2016

Galiçya Cephesi’ndeki savaş sırasında Ruslara esir düşen Türk askerlerinin sayısı farklı kaynaklarda 60 bin ila 65 bin civarında verilmişti. Harkov, Kazan, Omsk, İrkutsk, Toösk, Ninjiy, Samara, Novgorod, Uralsk gibi çoğu Rusya’nın uzak bölgelerinde bulunan kamplarda tutulan Türk esirler kimi zaman yol inşaatları ve çiftliklerde de çalıştırılmıştı.

Sibirya’da Gorski esir kampı

Uluslararası anlaşmalar, sadece erlere değil subaylara da gerekli günlük yiyecek payının verilmesini öngörüyordu. Ancak başta yiyecek olmak üzere birçok konuda Rusya’daki esaret şartları çok kötüydü. Verilenler yetersizdi.

K

azan’daki kampın komutanı Binbaşı Sergey Medvedev, konuya ilişkin Türk subaylarının ilettiği şikâyetleri ve talepleri içeren bir raporu Moskova’ya göndermiş, ama yanıt alamamıştı. Medvedev, 14 Aralık 1917 tarihli ikinci raporunda,

56

“Bolşevik Devrimi nedeniyle Rus ordusunun komuta mekanizmalarındaki işleyiş bozuldu. Moskova’dan şikâyetlere verilecek yanıtlar alamadığımızı, ayrıca esir kampları için gereken başta yiyecek olmak üzere ihtiyaçların sağlanamadığını, bu durumun bir süre daha sürebileceğini Türk subaylarına söyledim. Askerlerini bu konuda bilgilendirmelerini istedim” demektedir. Novgorod esir kampının komutanı Yarbay Dimitri İliyeviç, Ekim 1917 Devrimi ile birlikte kampta bulunan yaklaşık 5600 esirin durumunun kötüleştiğini, önceden düzenli olarak günde 3 kez verilen yiyeceğin, ülkede yeni yönetimin oluşamaması, ordunun yeni bir yapılanmaya gitmesi ve karışıklıklar yüzünden bire indirildiğini söylemektedir. Daha sonra Kızıl Ordu’da general rütbesine kadar yükselecek ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Alman ordularının Rusya içlerindeki ilerleyişini engellemede önemli başarılar sağlayan İliyeviç, genelkurmaya çektiği 15 Ocak 1918 tarihli telgrafında, “Türk esirlerin durumundan haberdar olan Kazan ve Azerbaycan’daki Müslümanların kampa gönderdiği yiyecekler sayesinde kötüleşen şartları düzeltmeye başladık. Gelen yardımların yarısını esirlerin diğer


BD TEMMUZ 2016

Sibirya’da İrkutsk esir kampı

yarısını ise kendi askerlerimizin ihtiyacı için ayırdık” demektedir. Rusya’nın Paris’teki askeri temsilcilerinden Albay Yuri Yudaniç’e, Temmuz 1918’de, Fransız Genelkurmayı’nda yaptığı görüşmeler sırasında, Ekim 1917 devrimi sonrasında ülkesindeki kamplarda bulunan savaş esirlerinin durumu sorulmuştur. Fransız Kara Kuvvetleri ve Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde kayıtlı olan 29 Temmuz 1918 tarihli belgede, Rus askeri ataşesinin, Azerbaycan Türkleri tarafından kurulan Bakü Müslüman Yardım Derneği’nin, Rusya’daki Türk esirlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için 1917 yılı sonlarından itibaren harekete geçerek izin istediği, talebin kabul görmesi üzerine de önemli katkılar sağladığını aktardığı belirtilmektedir. Rus Albay Yudaniç’in ayrıca, “Türk esirlerin Kızıl Ordu’ya katılmaları yönünde yaptığımız çalışmanın çok iyi bir sonuç verdiği söylenemez. Saflarımıza katılanların önemli bir kısmının, bunu

ülkelerine daha kolaylıkla ulaşmak için bir fırsat olarak değerlendirdikleri de saptanmıştır” sözlerine yer verilmektedir.

3

Mart 1918 tarihli Brest-Litovsk anlaşması, Rusya’daki Türk esirlerin tamamen serbest kalmasının ve ülkelerine geri dönüşünün önünü açmıştı açmasına, ama ortada bunu planlayacak bir yönetim yoktu. Rusya’da yeniden yapılanmanın başladığı bu dönemde, İstanbul Hükümeti de, savaşı kaybetmenin dağınıklığını yaşıyordu. İki ülkede hakim olan bu hava nedeniyle Türk esirlerin geri dönüşünü hazırlamak ve planlamak konusunda kimse ne yapacağını bilmiyordu. Esir kamplarından serbest bırakılmaya başlanan Türk asker ve subaylar, gruplar halinde birleşerek, yol ve dil bilmedikleri bir ülkede, Rusya’nın derinliklerinde başlarının çaresine bakmaya çalışıyor, sayıları az olsa da, bazıları da iş ve ev bulup yerleşiyor ya da evlenip kalıyordu. Kazakistan’da bulunan Ural57


BD TEMMUZ 2016

Sibirya’da esir kampında

sk’taki esir kampının komutanı Binbaşı Aleksey Rumyantsev’in, Moskova’ya gönderdiği mektupta ne yapması gerektiği konusunda kendisine bilgi verilmesini istemesi, o günkü karmaşık durumu anlatması bakımından önemlidir. Fransız gazetesi Le Petit Mektup, Journal için savaş esirlerini konu eden bir yazı dizisi hazırlayan Rus asıllı gazeteci Maksim Yaremenko tarafından özetlenmiştir. Yaremenko, Binbaşı Rumyantsev’in, kampta Türklerin yanı sıra Alman esirlerin de bulunduğunu belirterek, ülkelerine geri dönmek isteyen bu insanları sevk edecek vasıtalar olmaması nedeniyle çaresiz kaldığını, sorunun acil çözüme kavuşturulması gerektiğini söyleyerek, “Aksi halde çoğu hasta olan bu esirler Rusya’nın derinliklerinde kaybolur gider” uyarısında bulunmaktadır. Yaremenko, Kazakistan’a yüzyıllar önce yerleşmiş “Don ve Volga Almanları” olarak da bilinen Alman 58

asıllı Rusya vatandaşlarının, esir kampındaki soydaşlarının önemli bir bölümüne sahip çıktığını, Türklerin de, bölgedeki Müslümanlar tarafından ağırlandığını aktarmaktadır. Bazı Türk subayların ise Kazak Müslümanların temin ettiği at ve öküz arabaları ile hasta askerleri de alarak ülkelerine dönmek üzere yola çıktığını kaydeden Yaremenko, “Hangi yöne doğru gideceğini bile bilemeyen bu insanlar başının çaresine bakmaya çalışırken, az sayıda da olsa bazı esirler ise ülkelerinde kimseleri kalmadığı için Rusya’da yaşamayı tercih ediyor.” demektedir. Savaş esirlerinin durumu ile ilgilenen ve onlara yardım sağlamaya çalışanların başında dini kuruluşlar gelmektedir. Fransa’daki Rouen Kilisesi’ne bağlı rahip Eugene de Blois, beraberindeki heyet ile Rusya’daki esir kamplarını dolaşarak, gördüklerini, ihtiyaçları ve yapılması gerekenleri Vatikan’a bildirmiştir. Rahip De Blois, Ekim Devrimi ile birlikte, özellikle de 1918’in bahar aylarından itibaren esir kamplarında tutulan Alman ve Türklerin üzerindeki baskının hafiflediğini hatta Sibirya’da bulunan kamplardan tahliyelerin başladığını yazmaktadır. Rahip De Blois, Birinci Dünya Savaşı’nın 50. Yıldönümü nedeniyle La Croix gazetesinde yayınlanan yazı dizisinde yer alan belgeler arasında bulunan bir mektubunda,


BD TEMMUZ 2016

sıra bulabildikleri deniz araçları ile “Esir Türk askerlerinin içinde Anadolu’ya geçmiştir. bulunduğu koşullar hiç iyi değildi. Elbiseleri paramparça olmuştu. ibirya’daki İrkutsk esir kamSalgın hastalıklar çoğunu yerlere pında bulunan Türk askerlerinsermişti. Ne doğru dürüst bir döşek den biri de, Erzurumlu İbrahim ne de tadı tuzu olan yemekleri Çavuş’tur. Sibirya’dan yola çıkan vardı. Başta Azerbaycan olmak 120 kişilik ilk kafile, yaklaşık 3 üzere Rusya’daki Müslümanlardan aylık zorlu yürüyüşün ardından gelen yardımların çoğuna, kendiBakü’ye ulaştığında, geriye sadece leri de zor durumda olan Ruslar el 2’si subay 25 asker kalmıştı. İşte bu koyuyordu. Türk askerleri Ramakahramanların arasında Mustafa zan nedeniyle oruç tuttuğu için oğlu İbrahim Çavuş da yemeklerinin az bir kısmını Savaş vardı. İbrahim Çavuş’un iftar için ayırıp, geri kalanını Alman ve diğer esirlerinin durumu Bakü’den, Erzurum’da bulunan KâHıristiyan esirlere ile ilgilenen ve zım Karabekir Paşa vermesi bizi çok etonlara yardım komutasındaki 15. kilemişti. Ekibimizsağlamaya çalışanların Kolorduya, ardındeki Doktor Pierre başında dini kuruluş- dan Mustafa Kemal ve hemşirelik yapan Paşa’nın komutasınrahibelerimiz, haslar gelmektedir. da kazanılan Sakarya talara ellerinden gelSavaşı’na, oradan da Fahdiğince müdahale ettiler. rettin Altay Paşa komutasında 9 Bazı hastaların verebildiğimiz Eylül’de İzmir’e ilk giren süvariler sınırlı ilaçları almayıp, daha ağır arasında yer almasına kadar uzanan durumda olanlar için kullanılmasıhikâyesini de yazacağım. nı istemeleri, erzak haklarını daha Merak edenler için İbrahim zayıflara dağıtmaları, örnek olması Çavuş’un kim olduğunu söylemekte gereken davranışlardı. O inanılmaz yarar var. Yaklaşık 1,5 yıl İrkutsk kötü koşullarda bile disiplinlerinesir kampında kalan İbrahim Çavuş, den ve dayanışma anlayışlarından ödün vermemelerine hayran olduk.” 1914 sonundaki Sarıkamış Harekâtı öncesinde, Azap-Köprüköy demektedir. çatışması sırasında, Azap Çayı’nın ürk esirlerin ayrıldıkları kamp- Aras Nehri’ne döküldüğü bölgelardan memleketlerine dönmek de, Kırık Köyü yakınındaki sazlık isterken, ulaşmayı hedefledikleri en alanda, Kasım 1914’de, Ruslara bir süre esir düşen rahmetli Dedem önemli merkez Bakü olmuştur. KaHacı Feyyaz’ın büyük amcasının radeniz kıyılarına gelebilenler ise oğludur.• İstanbul Hükümeti’nin gönderdiği gurbuzevren@butundunya.com.tr az sayıda gemi ve teknenin yanı

S

T

59


BD TEMMUZ 2016

Kültür Dünyası Yaşar Öztürk

FİLOZOF İMPARATOR MARCUS AURELİUS’DAN GÜNÜMÜZ İMPARATORLARINA MİRAS:

“UNUTMAYIN SİZ BİR İNSANSINIZ”

İnsanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş tüm hükümdarlardan yalnızca Marcus Aurelius, yanında “çok özel görevli” bir kişi olmadan halkın karşısına çıkmamıştır, o kişi olmadan halkın arasında tek adım atmamıştır.

60


BD TEMMUZ 2016

R

oma’nın “ölümsüz” imparatoru Marcus Aurelius’un, hiçbir zaman yanından ayırmadığı o çok özel görevlinin kesinlikle yapmak zorunda olduğu “çok özel görevi”, imparatora “insan olduğunu unutturmamak” idi. Marcus Aurelius, halkının karşısında çıktığında ya da halkının arasında yürüdüğünde kendisine yüksek sesle yapılan övgülerin etkisinde kalmamak için yanından ayırmazdı bu özel görevliyi. Çünkü o kişinin hemen uzanıp, “Unutmayın, siz bir insansınız” diyeceğini ve kendisini, halkın aşırı sevgi ve övgü dolu sözlerinin etkisi altında kalmaktan kurtaracağını biliyordu. Yeryüzündeki hiçbir imparator, patron, yönetici “Duyduk, duymadık” demesin: “Marcus Aurelius, imparator olduğunu değil, insan olduğunu önemsiyordu ve bu önemli varlığını gölgeleyebilecek her sözün, övgünün, alkışın etkisinden kendisini uzak tutmaya çalışıyordu.” ABD eski başkanlarından Abraham Lincoln, “Bir insanın karakterini ölçmenin en iyi yolu onu iktidara getirmektir” demiştir. Lincoln’un “Dürüst güçlü” ölçeğinin tarttığı örnek imparator Marcus Aurelius, dünyanın tek sahibi olma gücünü elde etmesine karşın “Peteğe yararı olmayan bir eylemin arıya da yararı olmaz”

ilkesine saygısı doğrultusunda, yaşamına para, mal-mülk, iktidar ya da şöhret tutkusuyla değil erdem, adalet ve barışa duyduğu özlemle yön vermişti. Roma tarihi uzmanı Gibon, onun amacını şu kısa tümcede özetlemiştir: “Marcus’un tek amacı, halkının mutluluğuydu.” ***

Roma tarihi uzmanı Gibon, onun amacını şu kısa tümcede özetlemiştir: “Marcus’un tek amacı, halkının mutluluğuydu.” Socrates, Platon’un ünlü “Devlet” kitabında “Filozoflar kral ya da krallar filozof olmazsa birey ve kamunun mutsuz olacağı” görüşünü açıklar. Gelmiş geçmiş hükümdarlar içinde “filozof kral/ kral filozof” unvanını hak eden tek kişi Marcus Aurelius olmuştur. Marcus Aurelius gündüzleri elinde kılıç ve ordusuyla, geceleri elinde kalemi ve düşünceleri ile 61


BD TEMMUZ 2016

Dünyadaki hiçbir çıkar, verdiğiniz sözü tutmamaya veya kendinize olan saygınızı kaybetmeye değmez. Marcus Aurelius

sürdürdü savaşlarını. “Roma’nın Son Beş İyi İmparatoru”dan biriydi. Başında imparatorluk tacı vardı ama ölümünden sonra tacı, imparatorluğu değil, bir imparatorluğu yönettiği felsefesini özetleyen “Kendime Düşünceler” kitabı kaldı. Yaşamında dünyanın en büyük bir imparatorluğunu yönettiği felsefesiyle Marcus Aurelius “ölümsüzlüğü”nde bugün, insanlığı aydınlatıyor, insanlığı yönetenlere “insan olmalarını” öğretiyor. *** yaşında evlatlık seçildiği saraya taşınırken, annesinin evinden ayrılması onu sevindirmemişti. Sarayda, sarayın değil babasının kurallarına uydu. Asla kendini kaybetmedi, iktidarın sarhoşluğuna kapılmadı. Annesinin tüm dayatmalarına karşın kendi getirdiği post üzerinde uyumayı ölene kadar sürdürdü. Bütün dünyanın sahibi olmasına karşın az ve öz olanla yetinmeyi sürdürdü.

18

62

Faustina ile evlendirilince imparatorluk tahtına giden merdivenin bir basamağına daha çıktı. Faustina’nın adının Gladyatörlerle çıkmasına ileride tahta çıkacak olan oğlu Commodus’un evlilik dışı ilişkiden olduğu söylentilere aldırmadı. “Her zaman sanki o an ölecekmişim gibi konuşmalı, düşünmeli ve hareket etmeliyim” diyerek sürdürdü yaşamını.” Dünyaya, Roma imparatorluğuna iz bırakmakla kalmayan Marcus Aurelius, Roma’dan Anadolu’ya geldi. Torosları aşıp Çukurova’ya,

Marcus Aurelius ve eşi Faustina


BD TEMMUZ 2016

Akdeniz’e indi. Suriye ve Mısır’a geçti. Dağları deldirip genişlettiği yoldan dönerken Torosların zirvesinde eşini yitirdi. Eşinin adına Adana’nın kuzeyinde Faustinopolis’i (Faustinakenti)ni kurdu. 19 yıl 10 gün süren imparatorluğu süresince düşündüğü gibi yaşamaya çalıştı ve insanları böyle bir yaşama çağırdı. Hiç bir Roma imparatorunun yapmadığını yaptı. Yetkilerini yani gücünü senato ile paylaştı. Senatonun da yükünü hafifletmek için bir çok kente senato temsilcilikleri kurdurdu. Yargıya özel bir önem verdi. Takvime yargı günleri ekledi. Rüşveti, dolandırıcılığı etkisizleştirdi. Erzak sorununu çözerken kentlerin bayındırlığına da özenliydi. Kadın erkek ayrımına karşıydı. Bir gösteride oyuncu düşünce ip cambazları için yere minder serilmesini buyurdu. Sevmediği gladyatör oyunlarını kaldıramadı ama düzenledi. “Kendime Düşünceler” İmparator olduktan sonra ölene kadar 10 yıl süresince yazdığı iç konuşmalardı. Eskiçağ’dan bugüne kalan en önemli felsefi metinlerinden biri olan “Ta eis eauton”, “Kendime Düşünceler” onun insanlığa evrensel seslenişiydi. Eskimeyen, güncelliğini yitirmeyen, akademisyen olmayanlarca da okunabilen bir yapıt olan “Kendime Düşünceler” ilk kez 1558 yılında Xilander tarafından Yunanca ve Latince metinlerle Zürich’te yayınlandı. “Kendime Düşünceler”, genç yaşta ölen Cumhuriyet’in öncü ka-

dın öğretmenlerinden “İstanbul Kız Muallim Mektebi Ruhiyat Muallimi” Semiha Cemal tarafından 1932 yılında Türkçe’ye çevrildi. *** astalandığında, dostlarına “Neden benim için göz yaşı döküyorsunuz ve neden salgın hastalık ve herkes için aynı olan ölüm hakkında daha düşünmüyorsunuz?” diyor ve ölüm konusundaki görüşünü şöyle açıklıyordu: “Eğer atomlardan oluşuyorsak ölüm dağılmadır, fakat öyle değilse

H

tükenme ve başka bir yere göç etmedir.” Marcus Aurelius, “İnsan” doğdu, “insanca” yaşadı, “insanca” öldü ve... Ölümüyle, “ölümsüzlüğe doğdu.” Yanından hiçbir zaman ayırmadığı özel görevli kişinin görevini, yüzyıllar sonra da şimdi, kendisi yerine getiriyor: Kulağından eksik etmediği onun sözünü, şimdi de kendisi fısıldıyor yüzyıllar sonrasının hükümdarlarına: “Unutmayın, siz bir insansınız...” 63


BD TEMMUZ 2016

Büyük Yapıtlarımız Konur Ertop

Tahir Olmak da Kolay Değil Zühre Olmak da N

azım Hikmet Bursa Cezaevi’nde eski bir aşk hikâyesini toplumcu görüşle yorumlayarak “Ferhat ile Şirin” oyununu yazmıştı. O sıralarda geleneksel halk hikâyeleriyle yakından ilgileniyordu.

64


BD TEMMUZ 2016

E

şiyle yaşamına karışan öteki kadın arasında kaldığı sıkıntılı günlerde, duyarlığını yine bir halk hikâyesinden yola çıkarak “Tahir ile Zühre” şiirinde dile getirdi: Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte yani yürekte… Bu halk hikâyesi, çifte kahramanlı başka benzerleri gibi, iki sevgilinin birbirine kavuşabilmek için izledikleri çileli yolu anlatır. Türkçenin konuşulduğu geniş coğrafya üzerinde hikâyenin değişiklikler gösteren pek çok çeşitlemesi oluşmuştur. Farklı yerlerde halk, hikâye kahramanlarının, kendi çevrelerinde yaşadığına inanır. Konya’da da Selçuklu devlet adamı Sahip Ata’nın günümüzde ayakta kalan mescidine, “Tahir ile Zühre”nin adı verilmiştir! Hikâyedeki sevgililerin duygularını aktaran türküler dilden dile dolaşmıştır. Günümüzde Kurbani Kılıç’ın derlemesiyle tanınan etkileyici türkü bunlardan biridir: Sıra sıra gelen mektep uşağı Neden eller geldi Zührem gelmedi Çığrışın bülbüller mestedin bağı Zührem Han Tahir’in çeşm-i çırağı Neden eller geldi Zührem gelmedi…

P

rof. Fikret Türkmen’in konuyla ilgili incelemesinde (1983), hikâyenin, Orta Asya’dan Balkanlar’a uzanan geniş alanda kimi elyazmalarından alınmış, kimi anlatıcılardan derlenmiş 24 değişik biçimi 65


BD TEMMUZ 2016

de hangi acıları getirdiğidir: Masallarda sık sık görüldüğü üzere bir dervişin verdiği elmanın yarısını bir ülkenin hükümdarı, yarısını da veziri yemiş, ikisinin de eşleri, günü gelince dünyaya birer fşar Timuçin, Ceyhun Atuf çocuk getirmiştir. Zühre hükümKansu, Tarık Dursun K., hikâdarın kızıdır; Tahir, vezirin oğlu. yeyi edebiyat metni olarak yeniden Çocuklar birlikte büyürler. Derviş, kaleme alan yazarlar arasındadır. onların günü gelince birbirleriyle Ünlü folklorcu Eflatun Cem evlendirilmelerini de buyurmuştur. Güney bu sevgi hikâyesini “Tahir Sarayın hasbahçesinde bir billur ile Zühre” kitabında anlatırken halk köşk yaptırılır. Çocuklar orada büedebiyatı geleneğinin verilerini yür. Birlikte okurlar. Sevgi tohumu kendi sanatsal deneyimiyle ustaca önce Zühre’nin yüreğine düşer. Tabirleştirmişti. hir de bu duyguya yabancı kalamaz. Bahçıvanbaşından günü gelince birbirleriyle evlendirileceklerini öğrenmişlerdir. Günlerini sayarlarken Tahir bir saz alıp duygularını “mani”ler söyleyerek ortaya dökmeye çalışır. Zühre de onu aynı yoldan Eflatun Cem Güney yanıtlar. Başka halk hikâyelerdeki “koşma-türkü”lerin yerini burada “mani”lerin alması Onun anlatımını eski âşık dikkat çekicidir. Buna dayanarak kahvelerinde sazla çalıp söyleyen araştırmacılar bu hikâyenin kahvehalk hikâyecilerinin deyiş biçimleri lerde, köy odalarında değil daha çok besler: evlerde kadınlar arasında anlatılarak “Ey yârân-ı safa, on sekiz bin yayıldığını açıklıyor. âlem derler bu dünya, bir misafirhanedir. Gelen konar, konan göçer, Sevgililerin çekine sıkıla “maiçen içer felekten! İlle velakin, kimi- ni”lere birbirlerine nasıl içlerini nin içtiği kâse-i gamdır (içene keder açtıklarını masal babası Eflatun şöyle anlatmış: veren kadeh), kiminin içtiği kâse-i kâm (dileklere kavuşmayı sağlayan “Ağız, dilden söz açıp da ne ‘sev beni!’ demişler; ne diyeceklerse birkadeh)…” birlerine ‘mani’lerle demişler. E her Hikâyenin konusu tam da böyle bir paylaşımın Tahir’e de Zühre’ye mani bir ima ise, her, mani de bin konu edinilmiştir. Sonraki yıllarda Kıbrıs’ta, Şarkışla’da derlenmiş çeşitlemeler de inceleme konusu olmuştur.

A

66


BD TEMMUZ 2016

mana değil mi? Kâh gül, kâh bülbül üstüne; kâh karanfil, kâh sümbül üstüne maniler dizerek diyeceklerini demişler birbirine ve o gün bugün maniler, kalpten kalbe giden bir yol olarak kalmış bizlere…”

S

arayda bir zenci köle varmış: “Kalbi yüzünden de karaymış; dünyada kimseyi gözü götürmez, birinin bir güldüğünü görse, diken olur, bir yerine batarmış. Bundandır, ona ‘Karadiken’ derlermiş.” Tahir’le Zühre’nin manilerine kulak vermiş. Bire beş katarak gidip Zühre’nin anasına aktarmış. Olanlar padişaha da anlatılmış. Ama o, gençlerin ilişkilerinde bir kötülük bulmuyormuş. Kızının Tahir’e varmasını hiç istemeyen sultan hanım padişahın düşüncesini çelmiş. Tahir önce saraydan uzaklaştırılmış. Yola gelmediği görülünce de Mardin kalesine sürülmüş. Tahir’in zindanda söylediği maniler yalnız onun değil o günden bugüne bütün mahkûmların çilelerini yansıtır: Şu Mardin’in başı dağlar Ne ot biter ne su çağlar Oturmuş bin yiğit ağlar Şu Mardin’in kalesinde … Her tarafı sulu çamur Boynumuzda paslı demir Çürür gider nice ömür Şu Mardin’in kalesinde… Yedi yıl sonra kervancı Keloğlan, Zühre’nin mektubunu Tahir’e ulaştırınca delikanlı artık yerinde

duramaz olur. Çektiklerine acıyan zindancıbaşı, onu salıverir. Zühre’ye ulaşıp onunla hasret gideren Tahir’i yine o Karadiken köle ele verir. Delikanlı’nın bu kez cezası bir sal üzerinde Şat nehrine bırakılmaktır. Kurtulup geriye döndüğündeyse Zühre’nin bir şehzadeyle başgöz edilmek üzere olduğunu görür. Gezgin ozan kimliğiyle katıldığı düğünde aşk dolu türküleriyle dik-

Tahir önce saraydan uzaklaştırılmış. Yola gelmediği görülünce de Mardin kalesine sürülmüş. katini çektiği Zühre onu tanımakta gecikmez. Düğün hamamı günü birlikte kaçmayı tasarlarlar.

Y

ine o Karadiken yüzünden yakalanırlar. Padişah Tahir’i bağışlamak için, Zühre’nin adını ağzına almadan üç deyiş söylemesini ister. Tahir isteğe uygun görünen iki mani sıralar ama üçüncü söylediği şöyledir: Yıldızlar seçilmiyor Zühre’den geçilmiyor Gönül bir top ibrişim Dolaşmış açılmıyor 67


BD TEMMUZ 2016

Cellat eliyle ölüme gönderilen Tahir’in son olarak şu deyişi söyler: Fermanlar yerini bulsun Cellatlar boynumu vursun Kavuşuruz mahşer günü Zühre’m beni orda bulsun Duyduğu derin acı genç kızın da ölümüne yol açar. Meğer Karadiken gizliden gizliye Zühre’yi severmiş, Tahir’e ettiği kötülükler o yüzdenmiş. Tanrı onun da canını alır: “Gel zaman git zaman Zühre’nin mezarı üstünde bir ak gül bitmiş, Tahir’inkinde de bir kırmızı gül… O gün bu gün, bu iki gül

Meğer Karadiken gizliden gizliye Zühre’yi severmiş birbirine kavuşmak istiyormuş ama, kara kölenin toprağında biten kara diken ayırıyormuş bunları.” Eflatun Cem Güney, yapıtını noktalarken, “Doğrusu böyledir bu hikâyet… Gayrisi ya dizmedir, ya bozmadır nihayet,” demiştir. Oysa hikâyemizin Türkiye sınırları dışında Arnavutluk’tan Azerbaycan’a, Kırım’dan Kazakistan’a, pek çok başka yere uzanan ayrı biçimleri vardır. En büyük ayrılık ise Karagöz ve Ortaoyunu uyarlamalarındadır. Karagöz oyununda İstanbul’daki bir mahalleye varlıklı bir aile taşınır. Hacivat, Karagöz’ü kâhya olarak bu 68

eve yerleştirir. Cahil ama sağduyulu, tok sözlü Karagöz, lügat paralayan Hacivat’ın konuşmaları gibi ev sahibinin söylediklerini de yalan yanlış anlar. Söylenen sözlere çok başka anlamlar yakıştırır: “Zühre’nin babası: Mâhiye (aylık) mi istersin sâliye (yıllık) mi? Karagöz: Mahya kurmak için zeytinyağı isterim.”

Z

ühre oyundaki ailenin kızıdır. Tahir ise ölmüş eski kâhyanın oğludur. Evin beyi, kızını, pek beğendiği Tahir’e vermek için hazırlanmaktadır. Ancak Tahir’e sevdalı evin hanımı, evliliğe engel olmaya çalışır. Karagöz’ün bu yasak ilişkide kendisine yardımcı olmasını ister: “Zühre’nin anası: Karagöz, Tahir Bey’i seviyorum. Zühre olacak aşifte benim üzerime Tahir’e gönül vermiş, ikisi de birbirlerini pek çok seviyorlar. Ben dururken Zühre Tahir’i sevmek olur mu? Karagöz: Doğrusu, olmaz. İkiniz de birbirinize layıksınız: Yarım elmanın yarısı Tahir, kabukları da siz. Terazinin bir gözüne Tahir Beyi koymalı. İkiniz de bir denksiniz, yalnız daranız alınmamış.” İftira sonucu Mardin’e sürülen Tahir sonunda kurulur. Zühre’nin annesi cezasını bulur, sevgililer birbirine kavuşur. Karagöz oyunu gibi ortaoyununda da acı bir aşk serüveni mutlu sona bağlanmıştır. • konurertop@butundunya.com.tr


F›rçalayarak Serdar Günbilen

69


“Osmanl› ‹mparatorlu¤u modern dünya ve milliyetçilik karfl›s›nda y›k›lan son Roma'd›r. Bu tip bir imparatorluk bundan sonra olamaz." Osmanl›'ya Bakmak kitab›nda Haçl› birli¤ini dirilten Fetih'ten, Osmanl› tarihinin tart›flmal› pek çok olay, kavram ve kurumu ele al›n›yor. Mohaç'tan K›r›m Savafl›'na, Osmanl› tarihi boyunca hep bir muamma olarak kalan Ortado¤u'dan M›s›r ile olan iliflkilere, Kavalal› Mehmet Ali Pafla sorunundan sürgündeki fiehzade Cem Sultan'a, kad›nlar saltanat›n›n en güçlü ve simge ismi Kösem Sultan'dan II. Abdülhamid'e, Osmanl›'daki milletler ve dinler mozai¤inden Balkanlar'daki milliyetçilik hareketlerine… Osmanl› Bat›l›laflmas›, diplomasi, d›fliflleri, Tanzimat ve Meflrutiyet dönemine kadar pek çok konu ‹lber Ortayl›'n›n ak›c› kalemiyle bu kitapta.

BÜTÜN K‹TAPÇILARDA


Sporun Dünyası

BD TEMMUZ 2016

Metin gören

İki Futbolcu, Dünyada Bir İlki Gerçekleştirdi:

Nöbetçi

Kütüphaneler

İ

lginç bir öykü, Cemil Sobacı ile Caner Palandökenler’in evrimleri. Adanaspor alt yapısında tam sekiz yıl eğitim aldıktan sonra, antrenörleri Nevzat Karabulut’un “Çocuklar biliyorum çok heveslisiniz ama sizin futbolda aşama göstermeniz, parlak bir oyuncu olabilmeniz, ne yazık ki olası değil. Ben sizi eğitime

yönlendireceğim ve ikinizi üniversite mezunu olarak görmek istiyorum.” diye başlayan konuşma, iki genç için o günlerde hüzün vericiydi ama eğitim olgusunun sınırları aşan hevesiyle Cemil ile Caner’in inancı Çukurova sınırlarını çoktan aştı. Cemil Sobacı Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesini, Caner 71


BD TEMMUZ 2016

lülerinin girişimini garipsemiştim. Nöbetçi olan, nöbete kalan iş yerleri ile meslek sahibi olanları biliriz. Örneğin, nöbetçi eczaneler vardır... Gün ağarana değin ışıkları sönmeyen, hizmet verebilmek için bekleyen... Caner Palandökenler ve Cemil Sobacı Hastanelerde nöbetçi dokPalandökenler de Eskişehir Anadolu torlar vardır, hemşireler, bakıcılar. Kışlalarda askerler, subaylar görev Üniversitesi İktisat Fakültesindeki başındadır. Nöbete kalmak, nöbetçi öğrenim sürecini bitirdi. Ve iki olmak, nöbeti devralmak bu ülke “kitapsever” genç, kimsenin aklına halkı için olağan bir görevdir, seve gelmeyecek ve belki de dünyada seve de yapılır. “Nöbetçi Kütüphailk kez gerçekleştirilen bir harika neler” de işte böyle birşey. Şimdilik sevdaya büyük bir imza attı: Adana il sınırları içinde sabaha dek “Nöbetçi Kütüphaneler” açık olan, kitap okumaya hevesli her yaştan insanlara, çay kahve ikramlı oğrusu; konuya hakim olmadan önce kimsenin aklına gelCaner Palandökenler ve Cemil Sobacı’nın meyen, gelmeyecek, “Hadi canım antrenörü Nevzat Karaduman, adının sende” gibi olumsuzluk içeren bir verildiği kütüphanenin önünde tümce kurulacak bu eğitim gönül-

D

72


BD TEMMUZ 2016

Caner ile Cemil vefalı çocuklar. Kendilerine sekiz yıl futbol eğitimi veren ancak, “Sizler bu koşullar içinde parlak oyuncular olamazsınız” diyerek gerçekleri söyleyen ve gençleri eğitime yönlendirerek üniversite bitirmelerine olanak sağlayan, antrenörlerini de asla unutmadılar.

İ

Nevzat Karaduman Nöbetçi Kütüphanesi’nin açılış gününden ve ücretsiz okuma hizmeti sunulan üç “Nöbetçi Kütüphane” var. Dileyen dilediği saatte okuma evine gidiyor, istediği kitabı alıyor, gücü yettiğince okuyor. Bir eğitim yuvası gibi yediden yetmişe herkesin gidebileceği, yeni dostluklar kurabileceği birer ilim yuvası Nöbetçi Kütüphaneler.

ki genç bir ilke daha imza attı, Nöbetçi Kütüphanelerden birine, emekleri yadsınamaz antrenörlerinin adını verdi: Nevzat Karaduman Nöbetçi Kütüphanesi... Adana’ya yolunuz düşerse ve okuma hevesiniz gecenin bir saatinde yoğunlaşırsa ya Baraj Yolu’nda, ya Turgut Özal Caddesi’nde, ya da Gazipaşa’da açılan kütüphanelerden birine uğrayın. Okumak istediğiniz kitapla karşılaşacak ve sanırım çok mutlu olacaksınız. • metingoren@butundunya.com.tr

İLGİNÇ KÜTÜPHANELER Telefon Kulübesi Kütüphanesi

British Telecom, İngiltere’deki Westbury-sub-Mendip kasabasından ikonik kırmızı telefon kulübelerini kaldırmak isteyince, yerel halk ayaklandı. Kurtarılan telefon kulübesi gönüllüler tarafından kütüphane haline getirildi. 24 saat açık olan kütüphanenin içine konan 100 kitap, CD ve DVD’yi halk belirledi.

Posta Kutusu Kütüphanesi

Kurucularından Rick Brooks göre 24 eyalet ve sekiz ülkede, 300’ü aşkın Minik ücretsiz kütüphane var. Ziyaret etmek istendiğinde web sitesinden harita konumlarına ulaşabiliyor. 73


2016 Uluslararası Turhan Selçuk Karikatür Yarışması Sonuçlandı BD TEMMUZ 2016

Milas İlçe Belediyesi’nce bu yıl altıncısı düzenlenen yarışmaya 51 ülkeden 432 sanatçı, 1635 karikatürüyle katıldı.

U

luslararası Turhan Selçuk Karikatür Yarışması’nda birincilik ödülünü bu yıl, Sırbistanlı sanatçı Borislav Stankoviç kazandı. Milas Belediyesi’nin geleneksel yarışmasında ikincilik ödülünü Romanyalı sanatçı Sorin Ignat, üçüncülük ödülünü Ukraynalı sanatçı Sergey Semendyaev kazandılar. Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat, Kamil Masaracı, İzel Rozental, Valentina Marcella, Saadet Demir Yalçın ve Meral Onat’tan oluşan jüri üyeleri, ilk üç ödüle değer görülen karikatürler yanısıra, ayrıca Cumhuriyet Gazetesi, Scrikss, Milas Kent Konseyi ve Jüri Özel Ödülleri’ne değer bulunan karikatürleri de saptadı. Cumhuriyet Gazetesi Özel Ödülü’ne Muammer Olcay, Scrikss Özel 74

Ödülü’ne İranlı Sajad Rafeei, Milas

Borislav Stankoviç’in 1.’lik ödülü kazanan eseri


BD TEMMUZ 2016

Kent Konseyi Özel Ödülü’ne Meksikalı Angel Boligan ve Jüri Özel Özel Ödülü’ne de Rusyalı Sergei Belozerov sahip oldular. Kazananlara ödülleri, 19 Eylül

2016 günü Milas’daki “Turhan Selçuk Karikatürlü Ev”de düzenlenen ve 4 Ekim’e değin açık kalacak ödüllü karikatürler sergisinin açılışının da yapılacağı törende sunulacak.

3.’lük ödülü, Sergey Semendyaev 2.’lik ödülü; Sorin Ignat

Kent Konseyi Özel Ödülü; Angel Boligan

Jüri Özel Ödülü; Sergei Belozerov

Cumhuriyet Gazetesi Ödülü; Muammer Olcay

Scrikss Ödülü; Sajed Rafeei 75


BD TEMMUZ 2016

Şimdiki Zaman Can Pulak

Deniz

Gençliği B

Çağırıyor

izim gibi gergin yaşayan toplumlarda, deniz en büyük ilaçtır. Yelkeni bastınız mı, rüzgar sadece onu doldurmakla kalmaz, sizi üzen ne kadar sorun varsa, hepsini de götürür beraberinde.

SON YILLARDA amatör denizci-

liğe ilgi arttı. Denizi olmayan kentlerde bile kurslar açılıyor, ehliyetler veriliyor. Örneğin Ankara Gölbaşı’nda bile ciddi yelken kulüpleri, antrenörleri, sporcuları var. Hatta Başkent’ten Bodrum’a, Marmaris’e yelken yarışlarına bile geliyorlar. 76

Kışın sert havalarına aldırmadan yarışan, haftalık tatilini denizde geçiren deniz ve yelken sevdalılarını gördükçe, büyük bir sevinç kaplıyor yüreğimi. Öyle ya, daha düne kadar hasrettik çocuklarımızı ve gençlerimizi denizlerde görmeye. Üç tarafı denizle çevrili güzel ülkemizde,


BD TEMMUZ 2016

trilyonlar harcayanlar, basketbol ve denizci gençlerin sayısını artıramıvoleybola büyük paralar dökenler, yoruz diye üzülürdük. biraz da su sporlarına eğilsinler. Şimdi tablo değişiyor ve yelken Yeni tekneler getirtip, bunları Türk kulüplerimizin sayısı hızla artıyor. sporcularının eğitimine tahsis Sahil kent belediyeleri de yelken ve etseler, iyi olmaz mı? Ege’de deve su sporlarını ciddiye aldılar. Bu işe güreşlerine harcanan paranın yarısı iyi para ayırıyorlar, eğitime yaz-kış yelkene verilse, dünya çapında spordemeden devam ediyorlar. Yeterli cular ve şampiyonlar çıkarırız. mi, değil ama bilinçli şekilde bir Türk gençliği pek tatil yapamıgelişmeyi de görmezlikten gelemeyor. Milyonlarca gencimizin ne imyiz. Bu arada, kendi imkânlarıyla ayakta kalmaya çalışan kulüplerimiz kânı ne de parası var. Acaba devlet, Gençlik ve Spor Bakanlığı,Yelken de, denizci sporcuların yetişmesine büyük emek sarfediyorlar. Bu Okul gemileri ile kulüplere devlet gençlerimiz deniz biraz yardım etse, sporlarına sporcu sayımızı yönlendirilmeli. üçe beşe katlarız. İŞİN BURASINDA bir önemli

sorunun üzerinde durmakta fayda var. Sporcularımızı daha ileriye taşımamız gerekiyor. Optimisti öğrenen çocuklar lazere geçmeli, buradan daha değişik tip teknelere tırmanmalı. İmkân yok diye onları yarı yolda bırakamayız. Tekne tipi büyüdükçe, masrafı da o derece artıyor. Bu durumda kulüpler optimist ve lazerden pek ileriye gidemiyorlar. Federasyon kulüplere imkân ve desteğini arttırırsa, bu sorun çözülemese bile, hiç değilse bir miktar hafifler. Özel sektör niye yelkeni ve su sporlarını desteklemez ki? Futbola

Federasyonu ve belediyeler vasıtasıyla gençlerimize bazı bölgelerde su sporları kampları açamaz mı? Büyük bankalar, vergi sıralamasına giren şirketlerimiz böyle bir organizasyona katkı sağlayamazlar mı? Deniz Ticaret Odaları ve denizcilik sektörünün büyük kuruluşları, büyük armatörler filan gençlerimizi denize kazandıracak bu girişimlere destek veremezler mi? Niye olmasın? Konu projelendirilsin, bilgili ve deneyimli insanlarımız taşın altına elini koysun, ciddi 77


BD TEMMUZ 2016

YEGED’in “Bodrum” yelkenli okul gemisi

bir organizasyon yapılsın, görün bakalım ortaya nasıl güzel bir tablo çıkar. Koskoca Türkiye’nin bir okul gemisi bile yok. Savarona’dan sonra Deniz Kuvvetlerimiz gemisiz kalmış, subay adayı öğrencilerini denize çıkarmakta hayli zorlanmış. Bugün dahi durum öyle… ALLAHTAN BODRUM halkı,

parasını cebinden ödeyerek bir okul gemisi yaptırdı. Yaptırdı ama, denizleri aşarken çayda boğulma misali, o güzelim geminin büyük masraflarını karşılayamayınca, çocuklara arzulanan deniz eğitimi yeterince yaptırılamadı. Sponsorlar desteği kesince, güzelim gemi limanda yattı durdu. Oysa çalışırken, Deniz Meslek Lisesi öğrencilerine çok faydası olmuş, hatta katıldığı dünya okul gemileri yarışmasında da çok büyük başarılar kazanmıştı. Şimdi yüreğimize su serpen güzel haberler alıyoruz. Okul gemisi yapmak üzere kurulan YEGED Derneği, Bodrum Belediyesi ile anlaşarak limanda atıl duran gemiyi 78

Gençlik ve Spor Bakanlığı,Yelken Federasyonu ve belediyeler vasıtasıyla gençlerimize bazı bölgelerde su sporları kampları açamaz mı? kiralayıp, deniz eğitimi için devreye sokuyor. Bodrum Gemisi nihayet işlevini yapabilecek ve ülkemize binlerce denizci genci kazandıracak. Ferit Biren’lerin, Sadun Boro’ların, Necati Zincirkıran’ların, Teoman Arsay’ların ve onlar gibi denize gönül ve emek verenlerin kurduğu bu ciddi derneği yürekten alkışlıyor, başarılar diliyoruz. Ne varsa Bodrum’da var. Aferin Bodrum, haydi Bodrum uskunası…• canpulak@butundunya.com.tr


Anılarla Türk Televizyonculuğu

BD TEMMUZ 2016

Halit Kıvanç

TRT’nin Kadrolu Balıkları

T

elevizyon için kimi “aptal kutusu” der, karşısına geçip de saatlerce hiç bir üretken çaba harcamadan boş boş bakıldığı için. Kimi ise “sihirli kutu” deyimini daha doğru bulur, birçok önemli haberi ilk o duyurduğu için. Ya da birçok davranışımızı etkilediği,

programımızı yaptığı için. Günümüzde yaşantımıza yön veren etkenlerin başında gerçekten TV’nin geldiği doğru. TV’nin ilk yıllarını anlatarak sizlere tarih dersi vermek amacında değilim. Fakat o dönemleri bilerek bugünün değerinin daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. Ve insanın ara sıra dönüp geriye bakmakla, tıpkı bir alet gibi, daha uzağa atlamak için geriye gidip güç almasının ne kadar yararlı olduğunu biliyorum. Bir arkadaşım, bir meslekta79


BD TEMMUZ 2016

şım vardır. Çok sever, işine olan saygısından dolayı çok da sayarım. Erdoğan “Erdoğan Sevgin Sevgin” adı benim için her yönden değerlidir. Uzun yıllardır TV yazar gazetede. TV’de 7 Gün gibi hem çok kaliteli hem de çok uzun ömürlü bir TV dergisini çıkararak alkışı her zaman hak etmiştir. İşte şimdi size Erdoğan Sevgin’in bir yazısıyla TV’nin ilk

Hatırladığım, arıza sırasında önce “necefli maşrapa” izlemiştik ekranda yıllarında bir başka ilginç yanını anlatacağım. Gelin birlikte okuyalım: 1970’li yıllarda TV yayınları bir gidip bir gelir, ekran bir anda kum çölüne dönerdi. Dakikalar boyu 80

beyaz camın üzerinde siyah siyah kum taneleri ya da noktacıklar, çeşit çeşit çizgiler izlerdik. Derken buna bir çare buluverdi TRT’ciler. Arıza anında memleket manzaraları yayınlamaya başladılar. Şimdi bakıyorum da kablolu ekrana. Yayın gittiği zaman TRT’nin ilk günleri gibi: Karlı, kumlu bir ekran! 1970’li yıllarda, TRT ekranlarında sıkça izlediğimiz arıza görüntüleri nasıl da dillere düşmüştü. Mizahla uğraşan yazarı, çizeri aylar boyu TRT’nin kartpostallarını kalemlerine, fırçalarına dolamışlardı. Hatırladığım, arıza sırasında önce “necefli maşrapa” izlemiştik ekranda. Sonra oyun havaları eşliğinde memleket manzaraları seyretmeye başladık. 1975’lerde yeni bir televizyon dönemine girerken TRT tüm konu başlıklarını elden geçirdi. “Reklamlar-Reklamları İzlediniz” sözü bilmem kaç defa şekil değiştirdikten sonra göz bebeğimize oturdu. Haberler’in, Güne Bakış’ın başlıkları da değişti. Bir değişiklik de ‘Arıza’ görüntüsünde yapıldı. TRT’ciler, milletin memleket kartpostalı izlemekten bıkdığını anlayınca arıza anlarında ekrana akvaryum getirdiler. Yayın gittiği anda lepistesler, kılıçkuyruklar, boy boy Japon balıkları salına salına yüzmeye başladı ekranlarımızda. O günlerin pek tatlı bir esprisi vardı.


BD TEMMUZ 2016

“Şu ekranda arızasız bir gün göremeyecek miyiz?” “Göreceğiz.” “Ne zaman?” “Balık kavağa çıkınca!” Arıza anında ekrana gelen balıklar TRT’nin kadrolu elemanlarıydı. Haberlerin okunduğu stüdyonun bir köşesine akvaryum kurmuşlardı. Ekranda arıza oldu mu, yayın birden gidince, bağlantı kurulamayınca, haber kameramanı kamerasını hemen akvaryuma çeviriyordu. TRT habercileri, Haber Merkezi’nde 24 saat görev yapan bu balıkların üzerine titriyorlardı. Akvaryuma oksijen sağlayan motorun, ışık kablosunu üzerine koca koca harflerle bir not düşmüşlerdi, “Dikkat! Şalteri kapatmayın! Balıklar ölebilir!”

G

ünlerden bir gün balıklar gelmez oldu ekrana. Herkeste bir merak başladı: “Ne oldu balıklara? Öldülerse, katilleri kim?” Gerçek, TV makyajcılarından Atılay Çizik’in, 1975’in 11 Kasım’ında haber stüdyosunun bulun-

duğu binaya gelmesiyle anlaşıldı. Çizik, her zaman yaptığı gibi ilk iş olarak sevgili balıklarının yanına koşmuştu. Ama o da ne? Ek görevle bakımını üstlendiği o güzelim Japon balıkları sizlere ömür. Beyninden vurulmuşa döndü Atılay Çizik. Kim kıymıştı yavrularına? Az sonra çözdü cinayetin sırrını. Akvaryumun yanında boş bir kolonya şişesi vardı. Hemen akvaryumun suyunu kokladı. Kolonya kokuyordu su. Bir tutanak hazırladı Atılay Çizik. Olayı üst makamlara duyurdu. Derhal soruşturma başlatıldı. Ne var ki katilleri bir türlü bulunamadı. TRT’nin balıkları da “faili meçhul cinayetler” listesine alındı. • halitkivanc@butundunya.com.tr

ÜÇ AY MÜHLET!

İYİ HABER-KÖTÜ HABER

Yargıç adama sormuş: Davacıya borcunu bir türlü ödemiyorsun neden? Adam boynunu bükmüş. Vereceğim vermesine ama “Bana üç ay mühlet ver.” diyorum vermiyor, üç yıldır beni oyalıyor yargıç bey.

Doktor hastasının yanına gelir ve konuşmaya başlar: “Size bir iyi, bir de kötü haberim var. Önce kötü haberi söyleyeyim... Maalesef yanlış bacağınızı kesmişiz. Çok üzgünüz. Ama iyi habere çok sevineceksiniz! Öteki bacağınız iyileşiyor.” 81


BD TEMMUZ 2016

Dünya Döndükçe Sabriye Aşır

Van Gogh’un ‘Yıldızlı Gece’sinden Ay Işığını Hiç Görmeyen Kıza

82


BD TEMMUZ 2016

Bulunduğunuz kentin ışıkları dikkatinizi dağıtmadan ve görüşünüzün doğallığını bozmadan, gökyüzünü tüm çıplaklığıyla görebilmenizin nasıl olacağını hiç merak ettiniz mi?

P

aris’te yaşayan Fotoğrafçı Thierry Cohen, bu merakını bir adım ileriye taşıdı ve ışık kirliliği nedeniyle insanların gökyüzünün aslında nasıl göründüğünü bile bilmediği ya da unuttuğu kentlerin, tümüyle karanlıkta nasıl gökyüzüyle bütünleştiklerini gösteren bir çalışma hazırladı. Özellikle, metropol olarak isimlendirilen büyük kentlerde, gökdelenlerin, gözalıcı reklam tabelalarının, kent aydınlatmalarının ve diğer Thierry Cohen tüm ışıkların, gökyüzünü ve yıldızları görmemizi engellediğini düşünen Fotoğrafçı Thierry Cohen, bu çalışması için ilk olarak bazı kentleri belirledi. Londra, Şikago, Paris, Sao Paulo, New York, Şangay, Los Angeles, Tokyo, San Francisco, Rio de Janerio, Hong Kong yerleşimlerini seçerek işe koyulan Cohen, ilk olarak bu yerleşimlerdeki çeşitli noktalardan kent siluetleri fotoğrafları çekti. Ardından, her bir yerleşimle aynı enlemde bulunan ancak ışık kirliliği olmayan bölgelerden de gökyüzü fotoğrafları çekti. Her bir 83


BD TEMMUZ 2016

NASA’nın ışık kirliliği haritası

kentin siluet fotoğrafını, o kentle aynı enlemde bulunan diğer bölgeden çektiği gökyüzü fotoğrafıyla birleştiren sanatçı, bu büyük kentlerin hiç elektrik ve ışık olmaksızın nasıl görüneceğini ortaya koydu.[1]

B

u yöntemle Cohen, Batı Sahra’nın berrak gökyüzünü aynı enlemdeki Şangay’ın kent siluetiyle, Montana’da çektiği ve yıldızların ışıldadığı gökyüzü fotoğraflarını ise aynı enlemdeki Paris’in kent siluet-

84

leriyle birleştirdi. [2] Işık kirliliği olmaksızın, kentin siluetiyle gökyüzündeki yıldızların birleştiği ve yalnızca gökyüzünün aydınlattığı bir Paris, Londra, Şikago, Sao Paulo, New York, Şangay, Los Angeles, Tokyo, San Francisco, Rio de Janerio ve Hong Kong… Sonuç gerçekten çarpıcı ve etkileciydi. Fotoğrafçı Thierry Cohen’in hazırladığı bu fotoğraflar, Villes éteintes (Darkened Cities) başlığı altında; İtalya’dan Arabistan’a,


BD TEMMUZ 2016

NewYork-Thierry Cohen

Moskova’dan Brezilya’ya, Almanya’dan İngiltere’ye pek çok ülkede ve 16 ayrı sergide sanatseverlere sunuldu. PBS’te Thierry Cohen’in çalışmasıyla ilgili bir makale hazırlayan Astronomi Profesörü Andrew Fraknoi, gökyüzünü dahi aydınlatan gereksiz ve işe yaramaz yapay ışıkların inanılmaz bir ışık kirliliği oluşturarak, insanların gökyüzünü geniş bir perspektiften tüm çıplaklığıyla görebilme haklarını ellerinden aldığını yazdı. [3] Yanlış ve gereksiz aydınlatmanın her yıl milyarlarca dolara mal olduğunu anlatan Profesör Fraknoi, şöyle devam etti: “Bugün hayatta olan insanların yüzde 80’inin, Samanyolu’nu hiç görmediği tahmin ediliyor. Güney Kaliforniya’da 1900’lı yıllarda yaşanan geniş ölçekli bir elektrik

Paris-Thierry Cohen

kesintisi sırasında, Los Angeles sakinleri 911’i arayarak gökyüzünde gezinen tuhaf şeyler gördüklerini bildirdiler.” Los Angeleslıların yapay ışıklarla kirlenmemiş gökyüzünde tüm çıplaklığıyla gördükleri ve o güne dek böylesine iyi göremedikleri için garipsedikleri “tuhaf şeyler”, yıldızlar ve diğer gökcisimlerdi. Telegraph’ın 4 Haziran 2008’deki haberine göre ise, Güney Galler’de polisi arayan bir kişi, “parlak ve sabit bir UFO’nun en az yarım saatten bu yana aynı yerde öylece durduğu85


BD TEMMUZ 2016

Rio de Janeiro

nu” söylüyordu. [4] Tahmin ettiğiniz gibi… O “aynı yerde oyalanıp duran parlak ve sabit UFO”, Ay idi. International Dark-Sky Association isimli organizasyon da, milyonlarca çocuğun Samanyolu’nu görebilmekten mahrum olduğuna işaret ederken, kötü aydınlatmanın neden olduğu ekonomik kayıpla

“Yıldızları ve göklerdeki sonsuzluğu fark edin. O zaman hayat neredeyse büyülü gözüküyor. Ben çoğunlukla gecenin, günden daha canlı ve daha zengince renklendirilmiş olduğunu düşünüyorum.” Van Gogh 86

birlikte, hem insan hem hayvan sağlığına zarar verdiğini ve ekosistemi olumsuz etkilediğine dikkat çekiyor. [5] Her geçen gün büyüyen kentlerle birlikte, önü alınamaz biçimde artan ışık ve hava kirliliği hiç kuşku yok ki, evreni gözlemleme yeteneğimizi azaltıyor.

F

otoğrafçı Thierry Cohen’in bu çalışmaya imza attığı ülkesi Fransa’da, Hollandalı ressam Van Gogh, bundan tam 127 yıl önce kaldığı sanatoryumda odasındaki pencereden, Saint-Rémy-de-Provence köyünün gece vakti görünüşünü resmettiği ünlü “Yıldızlı Gece” tablosunu yapmıştı. Bugün ise, Saint Rémy’den Samanyolu görülemiyor. Acaba Van Gogh hayatta olsaydı, yeni bir “Yıldızlı Gece” yapabilmek için, yapay ışıklarla kirlettiğimiz gökyüzünden böylesine ilham alabilir miydi? Beethoven’a “Ay Işığı Sonatı”nı yazdıran, “Ben hiç ayışığı görmedim, bana ayışığını anlatır mısınız?” sözlerinin sahibi görme engelli kıza dönüşmüyor muyuz her birimiz “göz göre göre”? sabriyeasir@butundunya.com.tr Kaynaklar: 1- visualnews.com/2012/12/26/darkened-cities/ 2- wired.com/2014/11/thierry-cohen-darkened-cities/ 3- pbs. org/seeinginthedark/astronomy-topics/light-pollution.html 4- telegraph.co.uk/news/newstopics/howaboutthat/2248463/ Moon-mistaken-for-UFO.html 5- http://darksky.org/ 6-nasa. gov/sites/default/files/images/712130main_8246931247_ e60f3c09fb_o.jpg


Kültür ve Sanat Dünyasından

BD TEMMUZ 2016

Tekin Özertem

SS

Sanat ve Siyasete dair “Sanat ve siyaset yan yana gelirse ortaya SS çıkar.” u söz bana ait değil. Sanatın, B sanat için mi, yoksa toplum için mi olduğunun ülkemizde

hararetle tartışıldığı 60’lı yıllarda İzmir Devlet Tiyatrosu’nun müdürü, değerli sanatçı Ragıp Haykır’a ait.

Ragıp Haykır 87


BD TEMMUZ 2016

Ufak tefek rollerle sahneye adım attığım ilk gençlik yıllarımda, bir zamanların İzmir’inin Halkevi olan tarihi tiyatro binasında oyunlardan birinin provası sırasında söylemişti bu sözü. O kendine özgü sesi ve söyleyişi hâlâ kulaklarımda: Sanat ve siyaset yan yana gelirse ortaya SS çıkar!

S

anatın S’si ile siyasetin S’sini birleştirmiş, Hitler Almanyasına; sanatın yaman bir propaganda aracına dönüştürüldüğü yıllara veciz bir gönderme yaparak noktalımıştı o hararetli tartışmayı. O yıllarda usul usul, sanat toplum içindir görüşünden yana olmaya başladığımdan son derece değer verdiğim, sevip saydığım Ragıp Bey’in “Sanat sanat içindir.” Görüşünden yana olduğunu düşünmüş, tavşan dağa küsmüş misali biraz da yadırgayıp burulmuştum. Ragıp Bey’in bu sözü o günden sonra aklıma takılıp kaldı. Yıllar sonra onun gibi bir sanatçının bu sözü, “sanat sanat içindir” görüşünü savunmak için laf olsun diye söylememiş olabileceğini düşünür oldum. Hitler’in propaganda bakanı Dr. Joseph Goebbels’in sanatı bir propaganda aracı olarak kullanmış olmasının sonuçlarına, Nazi [1] siyasetinin tüm güzel sanatları ırkçı bir yaklaşımla 88

nasıl istismar ettiklerine ve sanata ne korkunç bir sansür uyguladıklarına gönderme yapmış da olabilirdi bu “SS” benzetmesi ile Ragıp Bey. Çünkü 1933 yılında seçimle iktidara gelen Hitler’in, demokrasiye son verdiğini, Almanya’yı tek parti diktatörlüğüne dönüştürüp; gazete, dergi, kitap, tiyatro, opera, bale, müzik ve sinema başta olmak üzere güzel sanatların tümüne sansür uyguladığını; Almanya’daki her türlü iletişim aracının kontrolünü nasıl ele geçirdiğini; nazilerin Nazi siyasetini sanata nasıl bulaştırdığını görmüş, sonuçlarına tüm yaşıtları gibi şahit olmuştu. Sanat

Ragıp Haykır Çöpçatan adlı oyunda (Resimler, Nimet Çubukçu arşivinden)


Ragıp Haykır sanatın, insan onuruna ters düşen siyasi çıkarlar uğruna kullanılmaması gerektiğini kastetmişti belki de o unutamadığım bu benzetiş ile… ve siyaset ilişkisini; sanatın, insan onuruna ters düşen siyasi çıkarlar uğruna kullanılmaması gerektiğini kastetmişti belki de o unutamadığım bu ben- Nazilerin Propaganda zetiş ile… Bakanı 5 Aralık 1930 Joseph Goebbels günü, o günlerde Hitler’in yardımcısı olan Joseph Goebbels’in Fırtına Birlikleri’nin (SA), Erich Maria Remarque’ın [2] romanından sinemaya uyarlanan “Batı Cephesi’nde Yeni Bir Şey Yok” adlı filmin Berlin’deki galasına saldırdığı, Nazi protestocuların filmin gösterimini engellemek için sis bombaları ve aksırık tozu attığı; karşı çıkan seyircileri dövdükleri haberi bizim gazetelerimizde yer almış mıydı bilmiyorum… 10 Mayıs 1933 günü kırk bin Nazinin toplandığı Berlin’in Opera

BD TEMMUZ 2016

Meydanı’nda, Goebbels’in “Alman ruhunun arındırılması” üzerine yaptığı konuşmadan sonra Nazi gençliğinin Yahudiler, liberaller, solcular, pasifistler ve yabancılar tarafından yazılmış kitapları yaktığı, yakanların arasında üniversite öğrencilerinin ve öğretim üyelerinin de olduğu; Almanya’daki tüm kütüphenelerin raflarından sansürlenen kitapların kaldırılıp imha edildiği; benzeri kitapların basım, yayım ve satışının yasaklandığı haberinin de yayınlanıp yayınlanmadığını da bilmiyorum.

R

agıp Bey, bu ve benzeri haberlere bizim gazete ve dergilerimizde, radyo haberlerimizde yer yerilmemiş olsa bile sonraki yıllarda elbette olanları duymuş; o ve sonraki yıllarda ülkemizde siyasetin sanata müdahalesine; Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Rıfat Ilgaz, Mahmut Makal, A. Kadir, Aziz Nesin’in gibi şair, romancı, hikayeci ve romancılarımızın eserlerinin yasaklanmasına da bizzat şahit olmuştu. Benim ilk gençlik günlerimde bile bazı yazarlarımızın eserlerinin basımı, yayımı ve okunması yasaktı. Nazım Hikmet’i yasaklı olduğu ilk gençlik yıllarımda tesadüfen okuduğum zaman hayran olmuş, yasaklı olduğunu öğrendiğimde de şaşıp kalmıştım. 89


BD TEMMUZ 2016

Aslında sanat ve siyaseti, günlük küçük ve çıkarcı politikalar da dahil birbirinden ayrı düşünmek bence olası değil. Çünkü sanat var olduğundan beri hep siyaset yapıyor. Var olan ile var olması gereken arasındaki farkı ortaya koyup, var olanı eleştiriyor. Kimileri öyle düşünmese de özlenen, arzulanan daha iyiyi, daha güzel olanı arıyor. Öyle olmasaydı bu kadar gerekli olur muydu hiç insanların yaşamında? Kötü politikacılar, günlük küçük çıkarlar peşinde koşanlar hiç bu kadar ürkerler miydi sanat ve sanatçılardan? Bu nedenle sanat ve siyasetin iç

yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esaslarının bütünü. 2. Davranış biçimi, düşünce yapısı. 3. Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, kişilerin zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma ve benzeri yollarla işini yürütme.

B

Sanatın ucuz bir propaganda aleti olarak kullanılması tamamen başka bir şey. Ragıp Beyi’in sözünü ettiği SS durumları o zaman ortaya çıkmakta. içe olmasalar da daima birbirlerini etkilediğine inanırım. Sanat ve siyaset ilişkisinden ne anladığımı açıklayabilmek için önce siyaset sözcüğünün ne anlama geldiğini belirtmem lazım: Siyasetin sözlük anlamı; Türkçe Büyük Sözlük’te önce politika, sonra da devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış. Politika sözcüğünün ise üç anlamı var: 1. Devletin etkinliklerini amaç, 90

enim siyaset sözcüğünden anladığım da bütün bu anlamların tümü.[3] Çünkü hepsi insan yaşamını yakından ilgilendiriyor. Tıpkı sanat gibi… Yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi sanat, başlangıcından beri insanı ve toplumu ilgilendiren her türlü duygu, davranış ve düşünceyi ele alıp irdeleyerek yorumlayan bir olgu. Bütün insanların içine doğdukları siyaset de doğal olarak her türlü anlamı ile sanatın içinde yer almak zorunda. Sanatı sadece duygusal, haz veren bir olgu olarak sınırlamak çiçekleri yapraklarından, dallarından ve gövdelerinden ayrı düşünmekten öte bir şey değil. Sanatın ideolijilere, hırslara yandaş kazandıracak, insanları sömürecek ucuz bir propaganda aleti olarak kullanılması tamamen başka bir şey. Ragıp Beyi’in sözünü ettiği SS durumları o zaman ortaya çıkmakta. Bu tür baskıcı politikalar ile her türlü “izm”in körü körüne savunucusu olan eserlerden geriye önemsenecek


BD TEMMUZ 2016

bir şey kalmamış olması da bir başka bahis konusu.

ve çoğulcu düşünceyi dolayısı ile özgür ve özgün sanatın her türlüsünü yasaklayan kilise dahi ağımızda sanat öğretisini yaymak ve siyaset ilişve pekiştirmek için kisinin en güzel ve başta resim, heykel doğru örneği Bertold müzik ve tiyatro Brecht’in [4] eserleri. olmak üzere sanatın Brecht’in Marksist bir çok dalından bir anlayışla insanı yararlanmmış, sanave toplumsal değer ta kendi içinde yer ve yapılanmaları vermiştir. ele alarak irdeleyip Nazi Almanyasında “Batı Cepİtalya’da faşist sorguladığı eserlerihesi’nde Yeni Bir Şey Yok” adlı nin yazıldığı yıllarda filmin yasaklanmasının nedeni genç diktatör Mussolini, yaşta bir askerin gözünden savaşın sinema sanatını Sovyet Sosyalist anlamsızlığını, mutlak kötülüğünü propaganda amacı Cumhuriyetler Birliği ve vahşetini anlatmış olmasıdır. ile kullanmak için ülkelerinde de, kimi Cinecittà Stüdyolagelişmiş ülkeler rı’nı, İspanya’da Franko sinemalarda başta olmak üzere bir çok ülkede film öncesinde yayınlanmak üzere de sahnelenmemiş olması bunu propoganda filmleri yapan EFE ajangöstermektedir. Nedeni de Bresınını kurmuş, propaganda içerikli cht’in günlük siyasi uygulamaların dev boyutlu duvar resimleri Sovborazanı olmaması, sanatsal bir yetler Birliği’ne dahil tüm ülkelerin yaklaşım ile var olan ile var olması sokaklarında duvarları süslemiştir.(!) gereken insani ve toplumsal deSiyasetin ve siyasetçilerin sanata olan ğerleri tartışmaya açmış olmasıdır. bu ilgileri de kuşkusuz korkuları gibi Nazi Almanyasında “Batı Cephesi’nde Yeni Bir Şey Yok” adlı filmin sanatın gücünden kaynaklanmıştır. yasaklanmasının nedeni ise sadece Kısaca özetlemek gerekirse ve sadece Erich Maria Remarque’ın sanat tıpkı bir elmanın iki ayrı yarısı aynı adlı romanında genç yaşta bir gibidir. Olması gereken siyasetin askerin gözünden savaşın anlamde sanat gibi insanlar için insandan sızlığını, mutlak kötülüğünü ve yana olmasıdır. • vahşetini anlatmış olmasıdır. tekinozertam@butundunya.com.tr Sanatın her türü daima siyasetin 1-Nazi, sözcüğü “National” sözcüğünün ilk hecesindeki ve siyasetçilerin, ideolojilerin ya“Na”, ile “Sozialismus” sözcüğünün ikinci hecesindeki “zi” alınarak oluşturulmuştur. rarlanmak istediği bir alan olmuş2-Erich Maria Remarque, 1898-1970 Alman yazar 3-Türk Dil Kurumu, Türkçe Büyük Sözlük tur. Daha önceki yazılarımda da 4-Bertold Brecht, 1898-1956 Alman şair, oyun yazarı ve değindiğim gibi Orta Çağ’da, laik tiyatro yönetmeni

Ç

91


BD NİSAN 2016

Sen yoksun. Ve ben, bir şeye yaramayı boşu boşuna bekleyen boş posta kutusu gibi tozlanıp duruyorum burada. Şimdi: Üzünç. Şimdi, geçmiş gitmiş bir trenin hiç de uzaklaşmak istemeyen o doyulmaz kokusu güzel güzel girmiş olsun aramıza. Evet ama, niçin bir tren?.. Akasya ile tren kokusuna benziyor çünkü yoksunluk. Kalmış akasya. Gitmiş tren kokusu...

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A

XXX


Düşler ve Düşünceler

BD TEMMUZ 2016

Yahya Aksoy

Türkçe’nin Dil Erleri Büyük savaşlarında Türkçe’nin / Sen dil eri, / İşte yapıtın göz alan renklerle ulaşır / Ta bugüne dek / Ta oralara ileri... Fazıl Hüsnü Dağlarca

XI.

Kaşgarlı Mahmut anıtı/ Sincan

yüzyılda yazdığı Türkçenin Büyük Sözlüğü -Divanü Lügat-it- Türk, adlı eser ile, dil ve kültür tarihimize damgasını vuran ve “ Erdemin başı dil” diyen Kaşgarlı Mahmut, büyük şair Dağlarca’nın dediği gibi öncü ve örnek ulu bir dil eridir. Savaştır, durur yüreğinde / Yeryüzü ağırlığınca bir yas /Ne dedin ey ulu dil / Barışlar için / Kanı kan ile yumas.” Bakışlarınca sımsıcak / Sevgilidir yıldızla tırtıl / Ey ulu dil ne buyurdun kurda kuşa uluslara / Erdemin başı tıl-dil... 93


BD TEMMUZ 2016

Türk Milleti’nin manevi hayatında asırlardır etkin ve saygın bir yeri bulunan “Pir-i Türkistan diye anılan Ahmed-i Yesevî, Türk kültürü ve dilinin temel taşıdır. Kaşgarlı Mahmut’un ülküdaşı, Karahanlı hükümdarına “Has Hacip”- baş danışman olarak yol gösteren Balasagunlu Yusuf, “Kutadgu Biliğ” eseri ile mutluluk ve başarı yoluna ışık tutmuştur. XI. yüzyılın ikinci yarısında Batı Türkistan’ın Çimkent şehri Sayram kasabasında dünyaya gelen, Türkistan Tasavvufunun kurucusu kurucusu sufî bir şair ve hikmetleriyle Türk Milleti’nin manevi hayatında asırlardır etkin ve saygın bir yeri bulunan “Pir-i Türkistan diye anılan Ahmed-i Yesevî, Türk kültürü ve dilinin temel taşıdır. Bir şiirinde şöyle demekte: Sevmiyorlar/Sizin Türkçe dilini/ Bilgelerden işitsen/Açar gönül ilini/ Ayet hadis anlamı/Türlçe olsa duyarlar / Anlamını bilenler / Başı eğip uyarlar / Miskin Zayıf Hoca Ahmet / Yedi atana rahmet / Fars dilini bilir de / Sevip söyler Türkçeyi. Karamanoğlu Mehmet Bey 13 94

Mayıs 1277’de yayımladığı bir fermanla: “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, mecliste ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya”demiştir.

G

ünümüzde Türkçe’ye karşı gösterilen duyarsızlık için yazılan bir şiirde şöyle denmekte: “Karamanoğlu Mehmet bay’i arıyorum / Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı? / Bir ferman yayınlamıştı... / Hayal meyal hatırlayıp da sahip çıkanınız var mı? /...Seki’nin, alan’ın platform, merkezin center/ Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final / Özlemin, hasretin nostalji olduğunu göreniniz var mı ?” “Türk diline kimseler bakmaz idi / Türklere hergiz gönül akmaz idi / Türk dahi bilmez idi bu dilleri / İnce yolu, ol ulu menzilleri” diyen, 12000 beyitli Türkçe Garipnâme yazarı, Horasan’dan Anadolu’ya göçen Türkmen oymaklarından tanınmış mutasavvıf Baba İlyas’ın torunu, Türk dilinin savunucusu Kırşehir’de yatan ve şiirlerinde âşık mahlasını kullanan Alâddin Ali- Âşık Paşa XIV. yüzyılda acı bir şekilde yakınmıştı. Bilim ve tasavvuf şehri Ahiliğin merkezi Kırşehir’in, ilk ismi Gülşehir olduğu için Gülşehrî adını alan Ahmed, ahiliğin kurucu ustası Ahi Evran’dan sonra bu teşkilatın başına geçmiş ve arı duru Türk dilinin, Farsça ve Arapça’dan üstün olduğu-


BD TEMMUZ 2016

nu ve tatlı bir uyumu bulunduğunu Mantıkud-Tayr (Kuş Dili) eserinde savunmuş bir dil eridir.

alanlarda 1930 Haziran ayına kadar birbuçuk yıl geçiş süresi tanındı) Arap harflerinin yerine latin harflerinin kabul edilmesiyle birlikte yurt genelinde Başöğretmen Atatürk’ün yüzyılda “Ben kalemimle öncülüğünde okuma- yazma Türkçe yazdığım şiirlerle seferberliği başlatılarak ülkemizin Türk Dünyası’nı birleştirdim. Ondört yanı okul haline getirilmiştir. ları tek memleket haline getirdim” Kısa sürede okur yazar oranı büyük diyen ve Klâsik Çağatay dil ve artışlar göstermiştir. Cumhuriyet döedebiyatını kuran, 90 adedi kervansaray olmak üzere köprü ve medrese neminde gerçekleştirilen yeniliklerin en önemlisi olan yazı devrimi ile gibi 370 hayırlı eser ortaya koyan aydınlanma ve eğitim süreci büyük Ali Şir Nevâî (1441-5501) Çağatay hız kazandı. Türkçesi’nin (15.ve 19.yy. Türk Diline gönül ve lar arası) dil eri olarak köşe Cumhuriyet emek verenler saymakla taşı olmuştur. döneminde bitmez. Başta önder dil “Milli his ile dil gerçekleştirilen eri Atatürk olmak üzere, arasındaki bağ çok kuvvetyeniliklerin en Nurullah Ataç, Ömer lidir. Türk dili,dillerin en önemlisi olan Asım Aksoy ve Prof. Dr. zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. yazı devrimi ile Şerafettin Turan, Jülide Ülkesini,yüksek istiklâliaydınlanma ve Gülizar, Sevgi Özel, Ali ni korumasını bilen Türk eğitim süreci Dündar, Mehmet Aydın ve TÜBİTAK Bilim TerimleMilleti, dilini de yabancı büyük hız ri Sözlüğü ile Dil Derneği diller boyunduruğundan kazandı. Türkçe Sözlüğü çalışmakurtarmalıdır.” diyen ve bir ları yanında Uluslararası ulusun yaşamında tarihin Dil Kurultayı’nda Türkiye’yi temsil ve dilin öncelikli ve önemli yerieden öğretmen Sevim Yücesan gibi ni çok iyi bilen ve değerlendiren Atatürk, Türk tarih Kurumu ve Türk dil devrimine büyük hizmetleri olan Dil kurumu’nu kurmuş ve değişik bilim adamıyazar, spiker, gazeteci, alanlardan 713 dilsever delegenin şair, öğretmen ve ozanlarımızı unutkatıldığı kesintisiz dokuz gün süren muyoruz ve Türkçe’nin dil erleri “I. Türk Dili Kurultayını”nı 26 Eybaşta olmak üzerer bu alanda emeği lül 1932’de aydınlatıcı öncülüğünde geçenleri saygı ile selamlıyoruz. başlatmıştır. Dil bir ulusun kimliği , birlik, 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 beraberlik ve varlık temelidir.Bu sayılı “Türk Harfleri Yasası “ile temeli ulusal bilgi ve bilinçle koru(bu yasa 3 Kasım 1928 tarihinde mak, geliştirmek ve yüceltmek en yürürlüğe girdi ve uygulamada başta gelen ulusal bir görevdir. • yahyaaksoy@butundunya.com.tr resmi defterler, resmi belgeler gibi

15.

95


BD TEMMUZ 2016

Evrenin bilinen tüm unsurları tek bir görselde

G

üney Amerikalı bir sanatçı, bakış açımıza sığamayacak denli uçsuz bucaksız olduğunu düşündüğümüz evreni, tek bir fotoğrafa sığdırmayı başardı. Oğluna doğumgünü için hexaflexagon yaparken, evrenin merkezi ve güneş sistemi çizimleri yapan müzisyen Pablo Carlos Budassi’nin aklına, evrenin logaritmik görüntülerini birleştirme fikri geldi. İlerleyen günlerde Princeton Üniversitesi’nden edindiği logaritmik haritaları, NASA uydularının çektiği fotoğraflarla birleştiren Budassi, evrenin gözlemlenebilmiş ve bilinen tüm unsurlarını tek bir görselde bir araya getirdi. “Gözlemlenebilir 96

evrenin logaritmik illüstrasyonu” isimli bu görseli, bir göz biçiminde oluşturan Pablo Carlos Budassi, fotoğrafın merkezine güneşi ve güneş sistemini yerleştirdi. techinsider’daki habere göre Budassi, Samanyolu Galaksisi’nin dış halkası ve sarmal kollarından birisi olan Kahraman Kolu, bir diğer galaksi Andromeda, yıldızlar ve Big Bang’den kalan plazma halkası gibi, bugüne dek keşfedilmiş tüm evren unsurlarının haritasını çıkardı. Ve 13.5 milyar yaşındaki evrenimizi oluşturan tüm bu unsurları tek bir logaritmik görselde birleştirdi. • Yüksek çözünürlüklü görsel için: https://commons. wikimedia.org/wiki/File:Observable_universe_logarithmic_illustration.png


Türk Dili

BD TEMMUZ 2016

Orhan Velidedeoğlu

Asalak Sözcükler (Dil talaşı – Pârseng)

1

P

Bilgin, şair ve mutasavvıf Molla Câmî (1414 -1492)’ye göre, söz gibi ahenkli ve ölçülü bir güzel yoktur. “İlkin söz vardı, sonunda da olacaktır; çünkü söz, insanın kendisidir” denir.

armak izlerimiz kimliğimizi; kullandığımız dil, kişiliğini belirler. Güzel, etkili konuşmanın en önemli dayanağı, kişinin ekinsel (kültürel) geçmişi ve gelişimi sonucu ulaştığı ‘düzey’dir. Bir konuşmacının kullandığı sözcüklerde, onun hayata bakışını,

dünya görüşünü; dahası, duygusal yapısını anlamak olanaklıdır. Atalarımız “Konuş ki, sana kim olduğunu söyleyeyim” sözünü boşa dememişler: Üslub-u beyan / İfade-i lisan / aynıyla insan... *** Molla Câmî’nin sözünü ettiği 97


BD TEMMUZ 2016

sözcükleri tanımlayan birkaç örneğe değinelim.: Talaş: Tahtanın rendelenmesi (tahta talaşı), demirin eyelenmesi (demir talaşı) sonucu çıkan kırpıntılar. Dil talaşı: (Ağız talaşı): Konuşma, tartışma sırasında, dilden sıyrılan gereksiz, uygunsuz ve yanlış söz kırpıntıları... Pelesenk: Konuşmayla ilgili, fakat yanlış kullanılan bu sözcük, sıcak iklimde yetişen, kerestesinden ve yağından (pelsân: pelesenk yağı) yararlanılan siyah ve ulu bir ağacın adıdır. Doğru kullanım, Farsça Pârseng (Persenk), “Tartma işlemi sırasında, terazi kefelerini denkleştirmek için hafif tarafa -gram niyetine- eklenen küçük taş parçaları” biçiminde tanımlanır. Yine Farsça bir başka tanım: “Pele”terazi kefesi, “pârsenk” de taş parçasıdır ki, “pelesenk”, “Seng-i pele”(kefe taşı) nın bozulmuş şeklidir”denirse de genel kabul pârseng’dir. Konuşma arasında dile dolanan, konuya uygun olmasa da boşluk doldurmak için -laf ola, beri gelekullanılan pârseng, “Ağız pârsengi”olarak da adlandırılır. Bir diğer deyiş, Vird-i zebân:

İnsanı insan yapan dilidir. O dil evreninde herkes, konuştuğu diliyle, kullandığı sözcükleriyle kendi dünyasını kurar ve orada yaşar. ‘güzel, ahenkli konuşma’ ancak, sözcüklerin doğru, yerinde ve ölçülü kullanılmasıyla sağlanabilir. İnsanı insan yapan dilidir. O dil evreninde herkes, konuştuğu diliyle, kullandığı sözcükleriyle kendi dünyasını kurar ve orada yaşar. Şair-Yazar Salah Birsel (19191999) “Eflatun’un, günümüze kadar canlılığını sürdüren diyaloglarının değeri, yaşamın içinden yakalanıp çıkarılması yanında, gereksiz, -cacık laflardan- arınmış olmasından kaynaklanır” derdi. Konuşurken, dilin akışını engelleyen, kulak tırmalayan, dolayısıyla hoş görülmeyen -laf salatası- asalak sözcüklerin araya sokuşturulması, konuşmacının da konuşmanın da düzeyini düşürür. Kişi, ne aş bulursa yimek olmaz/ Dile ne gelirse dimek olmaz.! “Şeyhî ” *** onuşmanın önemiyle ilgili bu sözlerden sonra, asalak

K 98


BD TEMMUZ 2016

Dilden düşmeyen, sık sık tekrarlanan sözler için kullanılır. *** ilimizin “asalak sözler dağarcığı” oldukça yüklüdür. Geçmiş yıllarda Ankara ve İstanbul’da düzenlediğim “Etkili Konuşma ve Sosyal İletişim” seminerlerimden, konferans ve söyleşilerden, radyo/televizyon programlarından saptayıp derlediğim bu sözlerden yaygın olanlarına, abcsel (alfabetik) olarak göz atalım: A -“Acaba... bu arada...” (Önceden sorulması gerekirken unutmuş gibi yapıp konuşma arasında “Adınız neydi acaba bu arada?..” ya da “Mesleğiniz nedir bu arada, acaba?..”gibi içtenliksiz, soğuk sorular...) Aççık-seççik söylüyorum (Çok açık söylüyorum...) Acayip: “Acayip korkunç güzel...”, “Acaip bir manzara...” “Ben, tencere hayranıyım; yemek yapmayı acayip seviyorum.” “Kırmızı papyonlu çocuk çok

D

hasta; bu beni acaip derecede duygulandırıyor.” (!?..) Adını söyle..., Adını sen söyle...: Söze başlayacağı sözcüğü anımsayamamış gibi konuya girmekte zorlananların sığındığı, zaman kazanma, oyalama sözüdür. Ama ben, yâni mesela, demek istedim ki... Anladın mı?.. (Anlatabildim mi?/ Anlatabiliyor muyum?) Artı: Bir zamanlar “ayrıca, buna ek olarak, bununla birlikte, bunun yanında, üstelik...” sözcükleri yerine bir matematik terimi olan artı sözü dile dolanmıştı. Artık kullanımdan düşmüş görünüyor. Ay, inanamıyorum... / Ay, çok heyecanlandım... Ayrıcana (Ayrıca), Ayriyeten (Ayrı olarak) • orhanvelidedeoglu@butundunya.com.tr [Örneklerin çokluğu nedeniyle yazının abcsel olarak devam eden ikinci ve üçüncü bölümleri gelecek sayılarda yayımlanacaktır.]

ATATÜRK’ÜN TÜRK DİLİ İLE İLGİLİ SÖZLERİ

Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi için her yayın vasıtasından faydalanmalıyız. Her aydın hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli, konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hale getirmeliyiz. Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli duygusunun gelişmesinde başlıca etkendir. Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz. Ülkesini yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. 99


BD NİSAN 2016

N

ew York’tan Buenos Aires’e gitmekte olan bir vapurda yolcular, dünya satranç şampiyonu Czentovic’in de onlarla birlikte yolculuk ettiğini öğrenince onunla oyun oynamak isterler. İlk oyunda, dünya şampiyonuna –doğal olarak– yenilen bu sıradan oyuncular; ikinci oyunda hiç beklemedikleri bir yardımla Czentovic’le berabere kalmayı başarırlar. Onlara yardım eden, hamleler sonrasını zihninde hesaplayabilen adamın, satranç oyunundaki ustalığının öyküsü ise sıra dışı ve çok hüzünlüdür. Stefan Zweig’ın sürgünde yazdığı, intiharından yalnızca günler önce yayımcısına ulaşan, sonuncu ve en tanınmış eserlerinden biri olan Satranç; tecrit altında bir insanın yaşadığı sıkıntıların boyutlarını güçlü bir anlatımla sunuyor.

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A

XXX


Tarihten Damlalar

BD TEMMUZ 2016

Mümtaz İdil

Gustave Flaubert’in çağını aşan romanı:

Madame

Bovary 19.

yüzyılda Fransa’da yaşayıp da, dönemin en anarşist ve uçarı kadını George Sand ile yolu kesişmeyen Fransız aydını neredeyse olmamış. Sand’ın en tipik özelliklerinden biri, kaleminin ucuna nasıl gelirse, aklından geçeni

kâğıda dökmesiydi. Bu konuda Balzac’a benzediği için belki, onunla iyi dosttu, ama kendine uymayan yazarlarla da dostluğunu sürdürmeyi becerebiliyordu. Bir gün Gustave Flaubert’e şöyle diyordu: “İnsan yarattığı esere kendini nasıl olur da tüm varlığıyla vermez? Bu bana gözlerinden başka Gustave bir şeyle ağlamak veya Flaubert beyninden başka bir 101


BD TEMMUZ 2016

şeyle düşünmek kadar olanaksız geliyor.” Flaubert buna, “Benim düşünceme göre kaliteli bir sanat eseri kişisellikten uzak ve bilimsel olmalı,” diye karşılık verir. “Yazar, kendini yarattığı kahramanlardan uzak tutmayı becermek zorunda. Düşüncelerini odaklayıp, kahramanıyla empati kurmalı... Nasıl ki yaratan, yarattığı eserde kendini göstermemiştir,

“Madame Bovary” romanıyla dünyanın en çok tanınan yazarlarından Flaubert, bu eseriyle bir çok insanı ağlatmış, birçok kadının ise bireysel özgürlüğe doğru kanat çırpmasına neden olmuştur. sanatçı da eserinde göstermemeli. Ben salt başarılı olmak adına her zaman bu özveriye katlandığımı düşünüyorum.” “Sana, kendi kişiselliğini eserine koymandan söz eden var mı?” diye çıkışır Sand. “Evet, bir öykü şeklinde insan açıktan açığa 102

kendinden söz etmediği sürece, sonuç kötü olabilir. Ama insan ele aldığı kahramanlar hakkında ne düşündüğünü ortaya koymaz ve dolayısıyla okuyanı da ne düşünmesi gerektiği konusunda kuşkuda bırakırsa, bu, okuyanın anlamamasını istemek olur ki o zaman da George Sand bizim yapmak istediğimizin dışına çıkar her şey.” Flaubert derin bir iç geçirdikten sonra, “Bir kitabı okuyan kişi, o kitapta bulunması gereken ahlâk dersini kendisi kestiremezse ya budaladır ya da o kitapta bir sahtelik vardır,” diye cevap verir.

F

laubert, George Sand ile anlaşamayacaklarını anlamıştı. Aslında Sand ile olan dostluğu da kendi hamlesiyle başlamıştı. 1847 yılında ünlü Thephile Thore aracılığıyla George Sand’ı tanımak istemiş, ama bu tanışıklık için 1859 yılına kadar beklemek zorunda kalmıştı. Mektup dostlukları hızlı gelişmişti. Arkadaşça mektuplaşıyorlardı, ancak Flaubert’in mektuplarında Sand’a büyük bir hayranlık ve saygı sezilmekteydi. Sand’ın mektuplarında da Flaubert’e karşı bir anne şefkati söz konusuydu. Bunu kendinde bir hak olarak görüyordu Sand, zira Flaubert’den 17 yaş büyüktü. Haziran 1876’da George Sand öldü. Ölümü üzerine Flaubert,


BD TEMMUZ 2016

“İkinci kez annemi kaybetmiş gibiyim,” demiştir. “Madame Bovary” romanıyla tüm dünyanın en çok tanınan yazarlarından Flaubert, bu eseriyle bir çok insanı ağlatmış, birçok kadının ise bireysel özgürlüğe doğru kanat çırpmasına neden olmuştur. Edebiyat tarihinde kahramanı kendinden ünlü olan birçok yazarın yanı sıra ismi kahramanlarıyla birlikte anılan yazarlar da olmuştur, Gustave Fulaubert ikinci sınıfa giren yazarlardandı. Raskolnikov denince nasıl Dostoyevski akıllara düşüyorsa, Madame Bovary denince de Flaubert akla gelmektedir.

Ö

yle ki, “Bovarizm” diye bir felsefe bile türemiştir. 1856 yılında yayınlanan eserin aslında Flaubert’in tüm eserlerini kapsayan ahlâk, ceza, pişmanlık, tövbe düşüncelerinin bir özeti kabul edilmektedir. Flaubert’in şu sözü önemlidir: “Kartaca’yı canlandırmaya kalkışmak için insan ne kadar hüzünlü olmalı?.. İşte kimsenin asla bilemeyeceği bir şey...” Bu sözler Flaubert’in övünerek ve açıkça söylediği bir cümle değildir, ağzından kaçırdığı iddia edilir. “Kendini tanı” konusu üzerinde yoğunlaşan Flaubert, aslında bu konuda da çok umutsuzdur. “Kendini tanı, ama kaç kişi kendini tanıyabilmiştir?..” İşte bu gözleme Jules de Gaultier, yazdığı bir kitabında “Bovarizm” adını vermiştir. George Sand ile olan dostluğu Flaubert’i çok etkilemişti ve Ma-

dame Bovary’nin ana temasını da “kadın” özgürlüğüne dayandırmasını ona borçluydu. Sand’ın, kendisine ithaf ettiği “Le Dernier Amour (Son Aşk)” romanını okuduğunda Flaubert, Sand’a olan hayranlığını hiç yüksünmeden itiraf etmiştir. Flaubert’in aslında en önem verdiği eseri L’Education Sentientale (Duygusal Eğitim) romanıydı. Ancak roman, döneminde yeterince ilgi görmedi ve Flaubert’i umutsuzluğa sürükledi. Günümüzde ise roman Flaubert’in ve dönemin bir şaheseri olarak nitelendirilmektedir. Türkiye’de de hemen yalnızca Madame Bovary romanıyla tanınan ve bilinen Gusatve Flaubert, döneminde tüm Fransa’yı etkisi altına alan birçok roman yazdı, ama Balzac veya Stendhal kadar ünlenmedi. Madam Bovary kimi zaman en önemli eseri olarak kabul edildiği için de, diğer kitapları bu eserinin gölgesinde kaldı. Dönemindeki edebiyat eleştirmenleri ve yazarlar Flaubert’in daha çok Katolikliğe yaklaşımını ve dine bakışını önemseyip, yazdığı romanlardan çok içerdiği fikirleri ele almayı tercih ettiler. Böylelikle de “mistik ve imansız Hırıstiyan” adı yakıştırıldı. Döneminde Pirre Gilbert gibi bazı yazarlar Flaubert’in Madame Bovary romanını “sahte şaheser” örneği olarak gördüler. İnsanlık konusundaki karamsar düşüncelerini eleştirdiler. Ölümünden sonradır ki ancak Duygusal Eğitim ve Üç Kontes adlı eserleri ciddiye alındı. • mumtazidil@butundunya.com.tr 103


BD TEMMUZ 2016

ÜNLÜLERİN BİYOGRAFİLERİ

İyilik beslemek iki yüzlülüktür Gustave Flaubert

13 yaşındaki bir çocuk sürekli kendini öldürmeyi düşünüyor. Neden?

Ç

ocuğun bu düşünceye saplanmasının en önemli nedeni, okuduğu kolejdeki arkadaşlarından bazılarının kendilerini suya attığı, astığı, tabancayla beyinlerini dağıttığı bir dönemi yaşamış olması. İntiharların yaygınlaşmasının temel nedeninin de Goethe’nin “Genç Werther’in Anıları” olduğu söylenir. Goethe’nin büyük etkisi olduğu kabul edilebilir, ama okuldaki tüm intiharların da buna dayandırılması pek doğru görülmüyor.

104


BD TEMMUZ 2016

Ama ne olursa olsun, bu intiharlar Gustav Flaubert’in duygusal yapısında derin yaralar açmış ve onu uzun süre nevrozluğun kıyılarına getirip bırakmıştır. Bu, çok ilerilerde, yazarlığını kanıtladığı dönemlerde de nevroz olarak nitelenmeyip, insanlara gösterdiği soğuk davranışların bir açıklaması olarak siciline kaydedilmiştir.

F

ransız edebiyatının 19. yüzyıl yazarları içerisinde önemli bir yeri

Sağlıksız bir gençlik geçiren Flaubert, insan sevgisindeki zayıf halkaları çok iyi gözlemlediği düşüncesindedir. “Tüm iyi duygularda iki yüzlülük gizlidir,” diye yazar. “İyi duyguların astarını çeviriyorum ben.” Flaubert’in kişiliğinde üç olumsuz yan vardır Henri Guillemin’in deyişiyle: Sanatı çıkara bağlamayı reddeder. Akademi’ye girmeyi hiç düşünmez ve hedefi limana varmak değil, açık denizlerdir. Kendi iç dünyası üzerine düşünmeyi kabul etmez, asla “ben” demez ve birinci tekil şahısla anlatılan edebiyata karşıdır. Ayrıca edebiyatın bir sorunu

“Tüm iyi duygularda iki yüzlülük gizlidir, iyi duyguların astarını çeviriyorum ben.” Gustave Flaubert

olan Gustave Flaubert 12 Aralık 1821’de Rouen’de dünyaya geldi. Kendisine büyük ün sağlayacak Madame Bovary romanı ilk romanıdır. Yazarlığa 36 yaşında başlayan Flaubert’in Madame Bovary’den önceki yaşamında da yayımlanmamış sayfalar dolusu edebiyat çalışmaları vardır. Ancak adını Bovary ile duyurmuştur.

kanıtlamakla görevlendirilemeyeceğini öne sürer. Erdemli bir yazarın tek tutkusu olmalıdır: Gerçeği görmek, gerçeği söylemek. Kendi deyişiyle, “Tepesine bir meşale yerleştirmek için, hayatını bir çeşit çıplak sütun haline getirmek istediğini”söyler. Flaubert’i tanıyanlar onun sert bir karakteri olduğunda birleşiyorlar. Goncourt kardeşlere göre kaba saba bir köylüdür. Alphonse Daudet’in karısına göre aşağılık bir 105


BD TEMMUZ 2016

adamdır. Taine ise onu güçlü olarak tanımlar ve ekler: “İncelikten nasibini almamıştır.” Anatole France ise, aptal biri olarak anlatır. Zola, Anatole France gibi düşünmez. Yazmak Flaubert için kutsal bir görevdir. “Yatağa yattığımda,” der, “cümlelerim Romalıların yolları inleten atlı arabaları gibi kafamda öter durur...”

ağacın biricik niteliğini uygun bir biçimde dile getirecek sözcükleri arayabilirsin.”

S

B

özünü hiç sakınmayan Flaubert, konu iç dünyasına geldiğinde asla konuşmamıştır. İç dünyası dışa açılamayacak kadar kutsaldır. Dostluk kavramına gereğinden fazla önem verdiği için herhalde, yaşlandıkça çok sıkı dostları onu terk etmiştir. Onu yalnız bırakanlar arasında kadim dostu George Sand da vardır. Çağdaş roman sanatının kurucusu olarak da gösterilen Flaubert’in roman kahramanları doğru, güzel ve iyi üçgeninde mistik bir Tanrı arayışı içindedir. Onun için ahlâk değildir temel olan, “mutlak”a erişmek ancak “güzel” ile mümkündür. Roman kahramanları Antuan ve Julien, Flaubert’in bu temel görüşünü anlatmak için yarattığı iki tiptir. Onlar için ahlâk değil, mistik üçgen önemlidir ve bütün dünya bu üç kavram üzerine oturmuştur. Diğer tüm değerler bu üç kavramdan sonra ancak hayata geçebilirler. Öğrencisi Maupassant’a şunu önerir Flaubert: “Bir ağacı, onu bütün ağaçlardan ayıran özelliklerini keşfedene kadar gözlemlemelisin. Ancak ondan sonradır ki, o belli 106

Taine ise onu güçlü olarak tanımlar ve ekler:

“İncelikten nasibini almamıştır.”

u arada, Flaubert’in yaşamının en önemli kilometre taşlarından biri, Madame Bovary romanını yazdıktan sonra romanın başına gelenlerdir. Kitap “ahlâksızlık ve sapkınlık” ürünü bir eser olarak suçlanır ve yasaklanır. Yazar da mahkemelik olur. Savcıya göre romanda eş aldatma yüceltilmekte, cinsel duygular kışkırtılmakta, Fransız gelenekleri ayaklar altına alınmaktadır. Mahkeme sırasında yargıcın bu namus celladının kim olduğunu sorması üzerine Flaubert’in, “Madame Bovary benim!” demesi tarihe geçmiştir. Flaubert, bu mahkemeden aklanarak çıkar ve kitabının değerini kendisinin de ancak mahkemeden sonra anladığını yazar. Ani bir felç geçiren Flaubert, 8 Mayıs 1880’de hayata gözlerini yumar. Geride, gerçekçilik bayrağını kuşaktan kuşağa aktaracak Zola, Maupassant gibi yazarların önünü açmıştır. Bu çok sonraları edebiyatta önemli bir tartışma konusu haline gelecek, çıplak gerçekçiliğin eleştirilmesine yol açacaktır. • mumtazidil@butundunya.com.tr


Mitolojiden Yansıyanlar

BD TEMMUZ 2016

Haluk Erdemol

Kahraman

Herakles (Herkül)

5

Roma lahit kabartması, MÖ 5. yy

H

erkül’ün söylencesel yaşam öyküsünü konu edinen yazı dizimizin bu son bölümünü onun 12 zorlu işinden sonraki dönemde başından geçen önemli olayları özetleyerek sürdürüyoruz. Kuzeni Eurystheus’un buyruğunda geçirdiği uzun tutukluluk süresinden sonra Herakles’in yazgısında bir tutukluluk dönemi daha geçirmek vardı. Biliciler bu kez onu dul bir kadının emrinde köle olarak üç yıl çalışmaya gönderdiler. Dizginleyemediği gücünün atakCharles Gabriel Gleyre ( 1806-1874) 107


BD TEMMUZ 2016

lığıyla Herakles işlemediği bir suç yüzünden kendisini zan altında bırakan İphitus isimli bir prensi öldürmüş ve bu nedenle suçtan arınmak için yine bilicilere başvurmuştu. Kölelik bedeli ölen prensin çocuklarına verilecekti. Yanında çalışacağı dul kadın Lydia kraliçesi Omphale idi. Bu kez Herakles’den beklenen birtakım zorlu görevler değil, her kölenin yapmak zorunda olduğu sıradan, günlük işlerdi. Önemsiz ve kolay bulduğu bu işlerden sıkılan Herakles boş durmuyor, kaslarına ve günlerine hareket katmak için çevreyi haydutlardan temizlemek gibi gönüllü bir görev üstlenmekten geri kalmıyordu.

O

mphale satın almak zorunda kaldığı kölenin gerçek kimliğini öğrenince sarayına alıp yakınlaştı onunla. Mit yazarlarının bu birlikteliğe mizah öğesi katmak istedikleri anlaşılıyor, çünkü erkek gücünün simgesi Herakles’i Omphale’nin yanında kadın giysileri içinde yün eğirip nakış işlerken, Omphale’yi de

sırtında Herakles’in aslan postuyla betimliyorlar öykülerinde. Bazı yazarlar da bu ilişkiye ne denli güçlü olursa olsun bir erkeğin, işini bilen bir kadının elinde oyuncak olabileceğine bir örnek olarak iğneli ve alaycı ifadelerle değiniyor. Herakles’e bir dinlence gibi gelen bu zoraki kölelik serüveni sırasında onun, yarıda bıraktığı Argonotlar seferi (Bkz.BD 2015/9) ile Kalydon yaban domuzu avına (BD 2015/5) katıldığı ve İcarus’un (BD 2013/3) karaya vuran cesedini bulup onu gömdüğü adaya İcaria adını verdiği de anlatılanlar arasında. Omphale’nin hizmetinden ayrıldıktan sonra Herakles kendisine yapılan haksızlıkların hesaplarını görmek için planlar yaptı. Önce birkaç gemi ve topladığı küçük bir ordu ile Troia’ya sefere çıktı. Troia kralı Laomedon’a kin besliyordu, çünkü Amazonların ülkesinden dönerken Kral’ın kızını bir deniz canavarından kurtarmış, ama Kral söz verdiği ödülden caymıştı. Herakles arkadaşı Telamon ile işbölümü yaparak Troia’yı kuşattı ve hazırlıksız yakaladığı Troia güçlerini bozguna uğrattı, kenti ateşe verdi, Laomedon’u öldürdü ve çocuklarını esir aldı. Çocuklardan Priamos daha Lucas Cranach (Baba) (1472-1553)

108


BD TEMMUZ 2016

sonra kral olacak ve yaşlılığında Troia’nın ikinci kez saldırıya uğradığını görecekti. (BD 2013/7-10.)

Görülecek diğer bir hesabın muhatabı ahırlarının temizlenmesi karşılığında söz verdiği ücreti ödemeyen Elis kralı Augeas’tı. (5. iş) Kenti yağmaladı, Kral’ı öldürdü ve oğlunu tahta geçirdi. Hatırlanacağı üzere bu oğul babası ile Herakles arasındaki ücret anlaşmasında Herakles’in tanıklığını yapmıştı. Yerinde duramayıp kentten kente dolaşan Herakles’in aklına evlenmek gelmişti. Kalydon’dan geçerken bu düşünce daha da alevlenmişti, çünkü prenses Deianeira vardı orada. Herakles 12. işinde Ölüler Diyarı’na indiğinde orada talihsiz Meleagros’un (BD 2015/5) ruhuyla karşılaşmış ve onun önerisi üzerine kızkardeşi Deianeira ile evleneceğine söz vermişti. Ancak prensesin başka talipleri de vardı. Bunların arasında en zorlu olan nehir tanrısı Achelous’la dövüşmek zorunda kaldı. Sularla ilgili her tanrısal varlık gibi beden değiştirme özelliğine sahip olan Achelous dövüşe boğa bedeniyle başlayınca boğalarla dövüşmeye alışık olan Herakles hiç zorlanmadan yendi onu. Prenses ile evlendi ve kraliyet sarayına damat oldu.

Giovanni Romanelli (1610-1662)

Birkaç yıl sonra saraydaki bir şölen sırasında Herakles yine bir öfke atağı sonucu hizmetçilerden birini öldürünce gönüllü sürgün cezası almayı üstlendi. Deianeira ile birlikte yola çıktılar. Geçmeleri gereken derin bir nehrin kıyısında adının Nessos olduğunu ve ücret karşılığı nehri geçirme hizmeti verdiğini söyleyen bir kentavros (at adam) ile karşılaştılar. Eşini Nessos’un sırtına yerleştirdikten sonra Herakles nehre atlayıp yüzmeğe başladı. Ayakları henüz yere değmişti ki arkasından eşinin çığlıklarını duydu. Nessos nehre girecekmiş gibi yaptıktan sonra hızla geriye dönüp Deianeira’yı kaçırmaya kalkışmıştı. Herakles hemen oklarına davrandı ve tek okla devirdi Nessos’u. Can çekişmekte olan At Adam yaptığına pişmanmış gibi bir tavır takınarak “Akan kanımdan al ve sakla,” dedi Deia109


BD TEMMUZ 2016

akan kandan koydu ve sakladı onu. Herakles’e bundan söz etmedi. Herakles’in aklında eski bir hesap daha vardı. Omphale’nin yanında köle yapıp onu küçük düşüren Ochalia krallığından öç almak. Herakles orada İole adındaki bir kıza gönül vermişti. Kızın babası prens Eurytus ve dört oğlunun meydan okuduğu ve kazanırsa İole’nin söz verildiği okçuluk yarışmasını kazandığı halde kızı vermemişler, gerekçe olarak da ilk eşine ve çocuklarına yaptıklarını ve 12 işi sırasında köle olduğunu ileri sürerek saraydan kovmuşlardı onu. Kızın dört erkek kardeşinden İphitus bu olayda Herakles’in tarafını tutmuştu, ama daha sonra işlemediği bir suç için kendisini suçlar gibi davranınca Herakles yüksek bir yerden aşağı iterek onun ölümüne neden olmuştu. Omphale’nin yanındaki köleliği bu olaya dayanıyordu.

H

Guido Reni (1575-1642) - Üstte Jules Elie Delaunay (1828-1891) - Altta

neira’ya, “kocan başka bir kadını severse işine yarar.” Deianeira da boynundaki torbadan aldığı bir kaba 110

erakles topladığı orduyla Ochalia’ya saldırdı, kenti ele geçirdi ve esir aldığı İole’yi diğer esir kadınlarla birlikte savaş tutsağı olarak Deianeira’ya gönderdi. Kendisi de zaferini kutlamak için bir şükran ve kurban töreni düzenledi. Üzerindeki aslan postu yerine törene yakışır güzel bir giysi giymek istediğinden getirmesi için kölesini evine gönderdi. Savaş tutsağı kadınlar içinde genç ve güzel İole’yi görünce Deianeira kıskançlık duygusuna


BD TEMMUZ 2016

kapıldı. Evinde ikinci kadın olma düşüncesi aklını bulandırmıştı. Vaktiyle Nessos’un söyledikleri ve hâlâ sakladığı kan aklına geldi. At Adam’ın kanı büyülüydü herhalde. Herakles’e göndereceği giysiye o kandan bulaştırırsa kocası başka kadınlara ilgisiz kalacaktı. Fakat o kana Herakles’in okundan bulaşan Hydra’nın zehirinin karışmış olduğunu bilmiyordu.

D

eianeira’nın gönderdiği giysiyi giyer giymez Herakles’in gövdesini ateş bastı. Teninin sıcaklığı Hydra’nın zehirini giysisinin tüm ipliklerine yayıyor, tenine yapışarak acı içinde kıvrandırıyordu onu. Giysiyi parçalayarak çıkartmak istediğinde yırtılan yerler derisi ile birlikte soyuluyordu. Herakles böyle değil, bir kahramana yakışır biçimde ölmek istedi. Tepelikte bir odun yığını hazırlattı, aslan postunu yayıp üzerine uzandı. Odunları tutuşturmalarını isteyince kimse öne çıkmadı. Oradan geçmekte olan baba-oğul iki çoban Herakles’in acılar içinde kıvranmasına dayanamayarak yaklaştılar. Philoktetes adındaki oğul odunları ateşledi. Herakles de yayını ve oklarını verdi ona. Odun ateşinin tenin-

Pietro Benvenuti (1796-1844) (Herakles Hebe ile evleniyor)

deki ateşi yenmesini beklerken bir başka ateş düştü odunlara. Zeus bir yıldırım atmış ve kahraman oğlunun etten kemikten ölümlü varlığına son verirken yanına almıştı onu. Herakles böylece tanrılar arasına karıştı. Zeus onu Hera ile barıştırmakla kalmadı, Hera’dan olan kızı Hebe ile evlendirdi. Düğünleri yapılırken Deianeira Ölüler Diyarı’na iniyordu. Yaptığı hatanın pişmanlığı intihara sürüklemişti onu. Sunduğumuz sanat yapıtları Herakles’in Omphale ile yaşantısından bazı sahneleri ve eşiyle birlikte yaşadığı Nessos serüvenini yansıtıyor; son resim de düğününü. Not: Herakles’in mirası olan yay ve okları elinde bulunduran Philoktetes ikinci Troia kuşatmasına katılacak ve bu oklardan biri Troia’lı Paris’in ölümüne neden olacaktır. (BD 2013/10) • halukerdemol@butundunya.com.tr 111


BD TEMMUZ 2016

ERİMTAN

ARKEOLOJİ VE SANAT MÜZESİ

B

ir ülkenin, bir kentin gelişmişlik düzeyini belirleyen ölçütlerden biri de kültür, sanat ve tarihine verdiği önem ve gösterdiği özen olmalı. Başkentimiz Ankara’da gün geçtikçe artan müze ve sanat gale-

112

Yazan: NEVİN DEDEOĞLU

risi olması sevindirici. Son zamanlarda sayısı elliyi bulan müzelerden biri de Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi. Mart 2015 yılında açılan müze, çağdaş ve yeni bir müzecilik anlayışı ile koleksiyoncu Yüksel


BD TEMMUZ 2016

ERİMTAN MÜZESİ’NDE, YAKLAŞIK İKİ BİN TAŞINIR ESERDEN OLUŞAN BİR KOLEKSİYON SERGİLENİYOR

Erimtan’ın çabaları sonucunda oluşturulabilmiş. 1996 yılında Kültür Varlıkları Koleksiyoncular Derneği’ni kuran Erimtan, daha sonra kültür ve sanat bilincinin gelişmesi, ülke varlıklarının korunması ve tanıtılması amacıyla 2009 yılında Yüksel Erimtan Kültür ve Sanat Vakfı’nı kuruyor. Erimtan’ın 1960’lı yıllarda, Tarsus yakınlarında çalışırken, Roma yüzük taşları al-

masıyla başlayan koleksiyonculuğu bugün bir müze kurulmasının ilk adımları olmuş. Erimtan Müzesi’nde, yaklaşık iki bin taşınır eserden oluşan bir koleksiyon sergileniyor. Vakıf bünyesinde ve Anadolu Medeniyetleri Müze’si Müzenin kurucusu denetiminde. Yüksel Erimtan 563 sikke, 176 mühür taşı, 92 yüzük, 273 cam ve 274 toprak eser, birçok bronz eşya yer almakta. Çoğu Roma Dönemine ait olmak üzere, MÖ üçüncü binden Bizans dönemine kadar olan eserleri kapsıyor. Eski Tunç çağı ve Hitit ile başlayıp, Geç Roma ve Bizans uygarlıklarının özgün eserleri büyük bir titizlikle sergilenmekte. Müzenin giriş bölümünde, Kültepe tabletleri, Urartu Kemerleri, Roma camları, Bizans mühürleri sergilenirken, ana sergi salonunda ise Roma dönemi eserleri bulunuyor. Sergi salonunun arka fonunda, Roma döneminde, Napoli yakınla113


BD TEMMUZ 2016

Müzenin dış görünüşü

rında Vezüv yanardağının patlaması sonucu hayatın donup kaldığı (MS 79) Pompei kentinde bulunan bir freskin, tıpkı basımı ile ziyafet sofraları tasarımı çok ilgi çekici bir şekilde canlandırılarak günümüze taşınmış. ROMALI ŞAİR OVİDİUS’TAN KADINLAR İÇİN KOZMETİK TARİFİ “Ama Kızlar, ilk kaygınız tavır ve hareketleriniz olmalı, tavır ve ha-

Müzede öğrenciler

reketleri iyiyse o kız herkesin gözüne hoş görünür. Tavır ve hareketler hep kalıcıdır. Yıllarla birlikte gövde yıpranır, güzel yüzünüz çizgi çizgi kırışıklıklarla dolar. Öyle bir zaman gelir ki aynaya bakamazsınız, çok üzülürsünüz, sonra kırışıklıklar 114

artar. Ama güzel tavır ve hareketler size yeter, uzun ömürlüdür, tavır ve hareketlerden doğan aşk yıllarca, yıllarca sürer.” Bu alıntı, salonun köşelerine serpiştirilmiş dönemi yansıtan alıntılardan biri...

M

üzenin ulusal ve uluslararası sanatçıların yapıtlarının sergilendiği bir de geçici sergi salonu var; arkeoloji ve sanatın içiçe geçtiği bu mekanda klasik müzik konserleri de gerçekleştiriliyor. Çağdaş bir müzecilik anlayışı ile geçmişle gelecek, arkeoloji ile sanat bütünleştiriliyor. “Arkeolojinin Büyülü Dünyası” programı ile 4-13 yaş grubu çocuklara da masalsı ve fantastik seçenekler sunuluyor. Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi, Ankara’da, Kalenin tarihi dokusu içinde Hisar Meydanında üç eski Ankara evinin tarihi ve mimari özellikleri göz önüne alınarak yıllar süren çalışmalar sonucu müze binası olarak bugünkü yapısına dönüşmüş bulunuyor. Yakın çevresinde yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Rahmi Koç Müzesi, Saat Kulesi gibi ve diğer tarihi yapılarla birlikte konuklarını bekliyor...•


Yaşamdan Yansımalar

BD TEMMUZ 2016

Nuray Bartoschek

Yaş Bir

Kavramdır Sınır Değil

A

Siz düşlerinizi çalmak isteyenlere genel görüşler böyle. Siz kulaklarınızı şu kadar yaşına geldiniz tıkayın ve beni ve artık yaşınıza yakışır dinleyin! şekilde yaşayın, üretmeyin

slında gönlünüzden geçen başka bir meslekti ama… Olmadı işte. Onca yıl çalışıp emekli olduktan sonra yeni baştan okula başlayacak değilsiniz ya!

Oturun evinizde emekliliğinizin tadını çıkarın, torunlarınızı büyütün. Bu yaştan sonra okuyup ne yapacaksınız? Ne yazık ki yaş kavramıyla ilgili

tüketin, kendinize tırmanacağınız yeni zirveler aramayın, bir ağacın gölgesine uzanıp tembellik yapın. Sayılardan oluşan sınırlar çizin kendinize ve içine hapsedin düşlerinizi, benliğinizi. Kusura bakmayın ama ben bu kurala hiçbir zaman uymadım ve uymayacağım. Üstelik bu konuda olabildiğince insanı baştan çıkartmak için elimden geleni yapacağım. 115


BD TEMMUZ 2016

istiyorsanız elinizi daldırın boya kutusuna ve içinizden geldiğince resimler yapın. Hep şarkı söylemek mi istediniz ya da bir enstrüman çalmak? Gidin yazılın müzik kursuna. Bundan daha güzel zamanlama olamaz. Üniversitede istediğiniz bölümü okumak mı? Neden olmasın? Bence tam zamanı! Yaparsınız, yaparsınız, korkmayın, güvenin kendinize! Size sürekli yaşınızı anımsatarak engel olmaya çalışanlara kulak asmayın, siz sadece o içinizdeki her şeyi öğrenmeye aç, meraklı çocuğa kulak verin ve ona inanın. Başarmak için gereksiniminiz olan tek şey kendinize olan inancınız.

Atın sayıları çöpe

ve düşlerinize yelken açın. Hayatınızın

dümeni hep sizin

elinizde olsun.

Siz düşlerinizi çalmak isteyenlere kulaklarınızı tıkayın ve beni dinleyin! Atın sayıları çöpe ve düşlerinize yelken açın. Hayatınızın dümeni hep sizin elinizde olsun. Emekli misiniz? Harika! Şimdi kendinize ayıracak daha çok zamanınız var. Alın fırçaları elinize, hatta 116

E

meklilik benim için yalnızca bir ek gelir kaynağı oldu. Aktif çalışmaktan, üretmekten, resimler yapmaktan, fotoğraflar çekmekten, sergilere katılmaktan, öğrenmeye olan susuzluğumu gidermeye çalışmaktan hiç vazgeçmedim. Dört yıl önce “Zaten üniversite mezunusun, bu yaştan sonra dört sene okumaya değer mi, zamanına, parana, emeğine yazık” diyenlere inat, bir yandan yoğun çalışma hayatıma devam ettim, öte yandan üst sınıftan ders alarak 3,5 yılda üniversiteyi bitirdim ve sosyolog oldum. Eskişehir Anadolu Üniversitesi mezuniyet töreninde ciddi ciddi


BD TEMMUZ 2016

duran gençlere inat mutlulukla havalara zıpladım, coşkuyla dans ettim ve kendime bir söz daha verdim. “Durmak yok! Yola devam.” Şimdi sırada yüksek lisans var, akademisyenlik var. 70 Yaşımda Nobel ödüllü bir yazar ya da sosyoloji kitaplarında ismi geçen bir sosyolog olabilirim. 80 yaşımda Çince öğrenebilirim. 90 yaşımda uçurtma uçurabilirim. Tüm bunları gerçekleştirebilmek için sihirli bir anahtar gerekliyse, ben o anahtara sahibim, çünkü aynadan bana bakan saçları iki örgülü küçük kıza inanmaktan asla vazgeçmedim. Bu arada size bir sır daha vereyim mi? Kağıt üzerindeki yaşlarına göre genç sayılmalarına karşın, ruhları çoktan yaşlanmış pek çok “sözde genç” tanıdığım gibi, enerjisiyle, hayata sarılışıyla, üretkenliğiyle, asla yaşam temposuna yetişemeyeceğim olağanüstü güzel, 80 yaşında genç kızlar, delikanlılar tanıdım. Şimdi karar sizin. Sahi, siz kaç

Yazarımız Nuray Bartoschek Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci Gündoğan ile

yaşındasınız? Evde oturup “Benden geçti” diyerek yaşlılığı tercih edenlerdenseniz, kusura bakmayın, ben ve asla büyümeyecek olan oyun arkadaşlarım bir yandan neşeyle oyun oynayacak, biraz gürültü yapacak, zil çalınca okula koşacağız ve öte yandan bu dünyayı daha yaşanılır kılmak için neler yapabileceğimize kafa yormaya devam edeceğiz. Fikrinizi değiştirirseniz hayatın bahçesinde sizi de oyun arkadaşımız olarak görmekten mutluluk duyacağız.• nuraybartoschek@butundunya.com.tr

ÜNLÜ DÜŞÜNÜRLER ve HAYAT

Hayat, insana nasıl olması gerektiğini öğretir. Goethe Hayat, insana bağışlanmış değil, ödünç verilmiştir. Publilius Syrus Hepimiz hayatın kısalığından söz ederiz de boş geçen zamanımızı nasıl kullanacağımızı bilmeyiz. Seneca Hayatın ne kadar kısa olduğunu anlamak için insan çok yaşamalıdır. Scehopenhauer Hayatı iyi kullanmadan uzun süre yaşamış insan, az yaşamış demektir. Montesqieu Uzun süre yaşamak için değil, doğru yaşamak için çalışıp çabalamalıyız. Seneca Hayatı sönüklükten kurtaran, hayatın küçük güçlükleridir. Somerset Maugham Geçmiş hayatını iftiharla hatırlayabilen kişi, hayatını iki kere yaşıyor demektir. Martial 117


BD TEMMUZ 2016

Çiftçi Ümmiye Teyze Köyünde Tiyatro Kurdu Ardından da Film Çekti Yazan: SABRİYE AŞIR

İ

Arslanköy Meydanından, New York Film Festivali’ne Uzanan Köy İmecesi

lkokul mezunu Ümmiye Koçak, yaşadığı köyde bir tiyatro topluluğu kurdu. 11 oyun yazan ve 500’e yakın tiyatro oyunu oynayan Koçak, yazdığı ve yönettiği ‘Yün Bebek’ filmiyle de, New York Avrasya Film Festivali’nde ödül aldı. Adana’nın Çelemli Köyü’nde 1957 yılında dünyaya gelen Ümmiye Koçak, 10 çocuklu bir ailenin 6. 118

çocuğuydu. Okumayı çok istemesine rağmen, ekonomik güçlükler nedeniyle ilkokuldan sonra okula gönderilmedi. Yine de vazgeçmeyen Koçak, okuduğu kitaplarla kendisini geliştirdi. Evliliğinin ardından Mersin’in Arslanköy Köyü’nde yaşamaya başlayan Koçak, kadınların bahçe-tarla ve evlerine sıkışıp kalmala-


BD TEMMUZ 2016

Ümmiye Koçak, köyde yaşayan kadınlarla birlikte ‘Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu’nu kurdu ve ekibiyle birlikte Türkiye’nin çeşitli illerinde 500’e yakın oyun sahneledi. Ümmiye Koçak sahnelediği oyunlardan birinde

rını kabullenemedi. İlkin, köydeki kadınları temizlik ve çocuk bakıcılığı gibi farklı işler de yapabilmeleri için yönlendiren Koçak, bununla yetinmedi ve bir karar verdi: “Köyde doğdum, köyde büyüdüm, köyde

yaşıyorum. Köylü olmaktan gurur duyuyorum. Hayal kurdum ve peşinden gittim. Yılmadan, bıkmadan hep okudum. Üretmeyi, çalışmayı ve başarmayı çok seviyorum. Kendi kendime, ‘Burada yaşayan kadınların sesini Mersin’e duyurmalıyım’ dedim.” Arslanköy’e gelen tiyatrodan etkilenen Ümmiye Koçak, o gün köyünde izlediği tiyatro oyunundan sonra tüm gece heyecandan uyuyamadı. Ne yapacağını bulmuştu. Köyde yaşayan kadınların ona anlattığı sorunları, baskıyı ve şiddeti, tiyatro ile anlatacaktı… Gündüz bağ-bahçede çalışan, akşamları ise tiyatro oyunu kitapları okumaya başlayan Koçak, köyde yaşayan kadınlarla birlikte ‘Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu’nu kurdu ve ekibiyle birlikte Türkiye’nin çeşitli illerinde 500’e yakın oyun sahneledi. Koçak, yaptığı çalışmalarla pek ‘Yün Bebek’ adlı filmin afişi 119


BD TEMMUZ 2016

Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu bir oyun sonrasında

çok girişimcilik ve tiyatro ödülü aldı.

sırtlarında ve zaman zaman eksi 20 dereceyi bulan zorlu iklim şartlarında endisi de 11 tiyatro tamamlandı. oyunu ve 9 öykü Gerçek bir öykünün yazan Ümmiye Koçak, bu anlatıldığı ‘Yün Bebek’, öykülerinden birini senar49. Antalya Altın Portakal yo haline getirerek, ‘Yün Film Festivali’ndeki galaBebek’ isimli filmi çekti. sının ardından, New York Ümmiye Koçak Kadına karşı şiddet sorunuAvrasya Film Festivali’nde köylü olmaktan nu ele aldığı ‘Yün Bebek’ Ümmiye Koçak’a ‘Sinemagurur duyduğunu filmini çekebilmek için, söylüyor. da en iyi Avrasyalı Kadın tarlada çalışarak kazandığı paraları Sanatçı’ ödülünü kazandırdı. biriktiren Koçak, projeyi iki yılda Hedefi köylü kadınların yaşabitirdi. Oyuncu kadrosunun tamadıklarını Mersin’e anlatabilmek, mını Arslanköylü Kadınlar Tiyatro seslerini duyurabilmekti ama… Topluluğu üyeleri ve bölgede yaÜmmiye Koçak, Arslanköylü kadınşayan insanların oluşturduğu ‘Yün ların sesini kilometrelerce uzaklara Bebek’in çekimleri, Toroslar’ın taşımayı başardı. •

K

Ümmiye Koçak’ın Yazdığı oyunlar: Erik Eşkisi, OzonTapakası, Kara Kuyu, Doktor Beleş Turunçgil Hayattır, Çicekler Solmasın, Hasret Çiçekleri Ödülleri: Adana Uluslar Arası Tiyatro Festivali Ödülü, Ankara Uluslar Arası Tiyatro Festivali Ödülü, Darüşşafaka Eğitim Kurumları Girişimcilik Ödülü, Bornova Uluslar Arası Kadın Sanatcıları Festivali Ödülü, Toros Koleji Eğitime Destek Ödülü, Sivil Toplum Örğütleri (kader) Kadında Şiddete Hayır Destekleme Ödül, Mersin Sanayicileri ve İşadamları Derneği (MESİAD) Yılın Sanat Ödülü, TİKAV- 2012 Anneler Okulu projesine destek ödülü, Samsun sivil toplum örgütü girişimcilik ödülü, New York Avrasya Film Festivali: Sinemada En İyi Kadın Sanatçı ödülü 120


Neler Olmuyor ki Dünyada

BD TEMMUZ 2016

Sezin San Sungunay

1

En Yaşlı Jimnastikçi Rekora Doymuyor

Dünyanın en yaşlı jimnastikçisi olarak Guinness Rekorlar

eşliğinde antrenman yapıyor. Quaas, sporu bırakmayı hiç düşünmediğini ve hareket etmenin insan sağlığı için şart olduğunu söylüyor.

Suçları 2Çevre Artıyor Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve Uluslararası Polis Teşkilatı’nın (Interpol), açıkladığı ortak rapora göre, çevreye karşı işlenen suçların dünya ekonomisine geçen yılki maliyeti, yaklaşık 230 milyar Avro oldu. Bu, bir önceki

Kitabı’na giren Alman Johanna Quaas, yine yaşından beklenmeyecek bir girişime imza attı. Quaas, 90’ıncı yaş gününü çift kişilik paraşütle tandem atlayışı yaparak kutladı. Jimnastiğin Altın Kızı Johanna Quaas haftada en az dört gün spor salonunda popüler müzikler 121


BD TEMMUZ 2016

yıla oranla yüzde 26’lık bir artışa işaret ediyor. Bu rakamın yaklaşık yarısını, izinsiz katledilen ormanlardan elde edilen haksız gelir oluşturuyor. Çevreye karşı işlenen suçlar, uyuşturucu ticareti, sahtecilik ve insan ticaretinin ardından en büyük dördüncü suç ağını oluşturuyor.

3Göktaşından Hançer Yapılmış

Eski Mısır firavunu Tutankamon’un hançerinin, dünya dışı bir maddeden yapıldığı tespit edildi. Araştırmacılar, firavunun mumyasının yanında bulunan hançerin içindeki nikel ve kobalt oranının bu dünyadan olmadığını ve bir göktaşından elde edilen demirden yapıldığını belirtti. Grönland’daki Inuit halkının meteor demirinden aletler yaptığı, Demir Adam olarak adlandırılan antik Budist heykelinin ve Polonya’da kazılarda bulunan iki bilezik ve bir baltanın da meteor demirinden yapıldığı biliniyor.

Independent 4The Sanal Gazete Oldu

Cannes Film Festivali’nde bu yıl “En İyi Senaryo” ödülüne layık 122

görülen Satıcı (The Salesman) adlı filmin başrol oyuncusu Taraneh Alidoosti, kolundaki dövme nedeniyle İran’da tartışmalara neden oldu. İranlı aktrisin dövmesi kadın gücünü sembolize ediyor. Evli ve bir çocuk annesi olan Alidoosti, daha önce İran’da yasak olan kürtajı savunmuş ve feminist olduğunu açıklamıştı. İran’da aşırı muhafazakâr din adamları tarafından feministlik günah olarak değerlendiriliyor.

Yeniden 5ABBA Sahnedeydi ABBA grubunun dört üyesi İsveç’te özel bir partide, 30 yıl sonra ilk kez seyirci karşısında şarkı söyledi. Grubun erkek üyelerinin ortak sanat çalışmalarının 50’nci yılı nedeniyle yapılan kutlamada


BD TEMMUZ 2016

bir araya gelen ABBA üyeleri “The Way Old Friends Do” şarkısını söyledi. 1974’te Eurovizyon Şarkı Yarışmasın’da birinciliği alan ABBA dünya çapında 400 milyon albüm satmış; “Mamma Mia!” müzikali 50 milyon kişi tarafından izlenmişti.

6Alışveriş Bağımlılığı

İngiltere’de

“Action on Addiction” adlı Bağımlılara Yardım Örgütü, alışveriş bağımlılığının, diğer bağımlılıklar kadar yıkıcı olabileceğini vurguladı. Alışveriş bağımlılığı, ihtiyaca ya da alım gücüne bakmadan para harcama alışkanlığı olarak tanımlanıyor. Hannover Tıp Fakültesi tarafından yapılan bir araştırma yetişkinlerin yüzde yedisinin alışveriş bağımlısı olduğuna işaret ediyor. Avrupa ve Amerika’da bu bağımlılarının sayısının son 20 yılda arttığı belirtiliyor.

Eziyet 7Köpeğe Eden Kadına Ceza ABD’de bir kadın köpeğinin ağzını bantladığı için “hayvana eziyet çektirmekten suçlu” bulundu ve 60 gün hapis cezasına çarptırıldı.

45 yaşındaki Katharine Lemansky, Brown isimli köpeğinin ağzı bantlı fotoğrafını Facebook sayfasında paylaşınca hakkında dava açılmıştı. Lemansky, bunu bir şaka olarak yaptığını söylerken, bölge yargıcı “bir fotoğrafın bin kelimeye bedel olduğunu gösteren davalardan biri” diyerek kadının cezalandırılmasını istedi.

Ölen Kadın 8Beyni Doğum Yaptı

Portekiz’de 20 Şubat’ta beyin ölümü gerçekleşen hamile bir kadın, sağlıklı bir bebek dünyaya getirdi. Doğum, geçtiğimiz ay sezaryenle gerçekleştirildi. Doktorlar, Lizbon’daki bir hastanede doğan 2,35 kg ağırlığındaki erkek bebeğin sağlığının iyi olduğunu bildirdiler. Beyin kanaması geçiren annenin karnındaki bebeğin sağlıklı olduğu 123


BD TEMMUZ 2016

belirlendikten sonra, babanın da onayıyla hamileliğin sürmesine karar verilmişti.

Maaş” 9“Herkese Reddedildi

dokümanları şahsi e-posta adreslerine göndermeleri engellenecek. Singapur’un devlet kurumları da birçok diğer ülkede olduğu gibi siber saldırılara maruz kalmıştı. İsviçre’de herkese maaş bağlanması önerisi referandumda reddedildi. Öneri, çalışan ya da çalışmayan tüm İsviçre vatandaşları ve yasal çalışma izniyle en az beş yıldır ülkede yaşayan yabancılara koşulsuz maaş verilmesini içeriyordu. Önerinin destekçileri, bir iş bulmanın giderek zorlaştığını ve eşitsizliğe çözüm olacağını savunuyordu. Karşı çıkanlar ise, bunun ekonomiye sekte vuracağını ve halkı işlerini bırakmaya teşvik edeceğini söylüyordu.

10Memura İnternet Yasak Singapur’da devlet memurları gelecek yılın Mayıs ayından itibaren iş bilgisayarlarından internete giremeyecek. Yasağın gerekçesinin “belgelerin sızdırılması ve siber saldırıları engellemek” olduğu öğrenildi. Memurlar işyerinde e-posta kullanmaya devam edecek ancak bu e-postaları ya da iş ile ilgili diğer 124

En 11Dünyanın Uzun Demiryolu Tüneli

Gotthard Base demiryolu tüneli, yaklaşık 17 yıllık sürecin ardından İsviçre’de açıldı. Tünelin inşasını, Türk Rönesans İnşaat’ın da dahil olduğu bir şirketler birliği tamamladı. Kuzey ve Güney Avrupa arasındaki İsviçre Alplerinin altında inşa edilen ve 57 kilometre uzunluğundaki tünel, Japonya’nın 53,9 kilometre uzunluğundaki demiryolu tüneli ve İngiltere ile Fransa’yı birbirine bağlayan 50,5 kilometrelik Manş Tüneli’nden daha uzun.• sezinsan@butundunya.com.tr


Yaşamdan Kesitler

BD TEMMUZ 2016

Sema Erdoğan

Zihgir’in Sayılı Ustalarından Biri

Fatih Genel “Boynuz Yontuculuğu” kaybolmaya yüz tutan

el sanatlarından sadece birisi. Bu sanatla yaratıcılığınız ölçüsünde çok şey yapabilirsiniz. Takıdan tespihe, anahtarlıktan bıçak sapına vs... Bir de “Zihgir” yapabilirsiniz. Zihgir de nedir diye sorarsanız okçulukta kullanılan bir yüzük. Ve “zihgir”i yapan sayılı ustalardan biri de son on yılını “at üstünde okçuluk” sporuna adayan Kaymakam Fatih Genel. 125


BD TEMMUZ 2016

Yurdun çeşitli yerlerinde kaymakamlık ve vali yardımcılığı görevi yapan Fatih Genel, 2015 yılında Yüreğir Kaymakamı olarak atandığı Adana’da görevini sürdürüyor. Bu sanatla uğraşmaya başladığı Çanakkale Biga’da olduğu gibi Adana’da da hemen birkaç atölye bulur kendisine. “Bu sanata ilgim biraz da ihtiyaçtan oldu diyebilirim. On yıl önce Osmanlı stili okçuluğa merak saldım. Türkiye’de çok yeni at binip ok at atmak. 2004 yılında başlamış. Ben de 2006 yılında başladım.” Bu sporu yapmak için (Osmanlı Stili) her şey tamamdır ama ok atımı sırasında kullanılan, sağ baş parmağa takılan bir nevi yüzük sayılan “zihgir” hariç. “Bu yüzüğü yapan hemen hemen kimse yok gibiydi. Hatta Kapalıçarşı’ya gittim bulabilir miyim, gümüşten yaptırabilir miyim diye. Yok,

bilmiyorlar ki! Ben de tarif edemiyorum. Numune de gösteremiyorum. Sonra dedim ki bunu ben kendim niye yapmıyorum ki, küçücük bir şey ne olacak ki, çalışır yaparım diye düşündüm.”

M

anda boynuzundan üç gün süren ilk denemesini yapar. Uzun sürmüş olsa da en azından ortada hem ihtiyacı karşılayacak bir

ZİHGİR NEDİR? Zihgir, kuvvetli yayları germede tercih edilen “başparmak çekişi”nde, başparmak boğumunu korumak ve isabetli atış yapabilmek için geliştirilmiş çeşitli malzelmelerden (gümüş, bronz fildişi gibi) üretilen bir çeşit okçu yüzüğüdür. 126

Fatih Genel, ölçüsü alınan zihgiri manda boynuzunda belirlenen yerden testere yardımı ile çıkartıyor ve törpü ile şekil veriyor.


BD TEMMUZ 2016

obje hem de kendisini bu sanatın içine çekecek bir eser vardır. “Elime geçen gümüşten eski model bir zihgir vardı. Ama parmağıma olmuyordu. İlk denememde ondan yola çıktım. Bir de diş hekimi Murat Özberi diye bir dostumuz vardı İstanbul’ da. 2004 yılında “Türk usulü ok atma” işine ilk başlayanlardan, hatta ilk başlayan odur Türkiye’de. Yaptığım zihgirleri ona gönderdim. O da biraz düzeltmeler yaptı. Osmanlıca kaynaklarda da çok resmedilmiş zihgir. Topkapı Sarayı’nda da sergilenen eserler arasında var. Yüzlerce, binlerce yıl içerisinde gelişmiş ve son şeklini almış. Ben de son şekline göre yapmayı başardım.” Fatih Genel, hem at üstünde ok atmada hem de zihgir yapımında kendisini çok geliştirir. Bugün Türkiye’de zihgir yapan, sayıları bir elin parmağını geçmeyen ustalardan biri. At binerek okçuluk yapmak tam anlamıyla bir tutku onun için. Hemen her yerde her sohbette lafı mutlaka bu konuya ve dolayısıyla zihgir yapımına getiriyor. Hem de duyduğu heyecanı yansıtarak. “Ben bu sporun adını duyup da heyecanlanmayan kimseyi görmedim. At üstünde okçuluk bize ait bir spor. Sahip çıkmamız, gençlere tanıtmamız lazım. Benim yaşam biçimin, misyonum. Bu nedenle zevkle yapıyorum. Basit bir spor değil. Bir kültür. Geleneksel olması nedeniyle bir öğretisi, bir disiplini var. Tarihi, kültürel ve dinsel yönü var. Son sürat atın üzerinde gider-

Kaymakam Fatih Genel için “at üstünde okçuluk” sporu bir tutku.

ken ok kullanmak istemeyen çok az insan vardır. Bir terapidir bu aynı zamanda. Zihinsel engellileri ata bindirerek tedavi edilmelerine de öncülük ediyoruz.” Her fırsatta zihgir aracılığı ile bu sanatın nasıl icra edildiğini de gösteriyor. Hem sizinle sohbet ediyor hem de sizin için bir zihgir yapıyor. Ve zihgirin kullanıldığını o anda deneyimleyebiliyorsunuz. Çünkü çalıştığı atölyede ok, yay ve ok tahtası mevcut. Nasıl yapıldığını gördüğünüz, sizin için hazırlanan 127


BD TEMMUZ 2016

zihgiri sağ baş parmağınıza takıp belki de ilk defa ok atıyorsunuz. Yüzük diye bakıp geçebilirsiniz belki ama o ok kullanımında çok önemli işlevi olan bir obje. Yani bir süs eşyası değil. “Padişah minyatürlerinde de zihgirleri görmek mümkün. Mesela Fatih Sultan Mehmet’in gül koklayan bir münyatürü vardır. Zihgir sağ elinin baş parmağında görülür.

ile çalışıyor ve bir santimini dahi atmıyor. “Öncelikle organik bir malzeme, değerli benim için. Zihgirin dışında neler neler yapılmaz ki. Kolyeler, yüzükler, bilezikler, broşlar, bıçak sapı, tarak, toka, kılıç kabzası, kın ve aklınıza gelebilen her şey… Çok estetik şeyler çıkıyor ortaya. Ata binerek okçuluk yaptığım için öncelikli olarak at figürleri çalışıyorum.” Bir manda boynuzu ile zihgir yapımı öncelikle par-

Boynuz yontusu zihgirler ve at figürlerinden oluşan örnekler

Münyatürde vurgulanmak istenen şey daha büyük yapılarak vurgulandığı için. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın minyatürlerinde de bu çok belirgindir.” Zihgir çok çeşitli malzemelerden yapılıyor olsa da en yaygını manda boynuzu. “Osmanlıda gümüşten örnekleri çok. Geyik boynuzundan da öyle. Ama günümüz koşullarında bulunabilirliği önemli. Manda da artık çok yetiştirilmiyor ülkemizde. Elimize geçtikçe biriktiriyoruz.” Fatih Genel, manda boynuzu 128

mak ölçüsünün alımı ile başlıyor. Boynuz üzerinde kaba bir ölçüm çizgisi işaretlendikten sonra o parça testere ile kesilerek çıkartılıyor. Uzun bir süre törpüleniyor ardından zımparalanıyor. Bu arada sık sık ölçü provası yapılıyor. Amaç parmağınıza uygun bir forma getirebilmek. Ve son aşama parlatma işlemi. Tıpkı gümüş gibi parlatılıyor. Zihgir ortaya çıkınca şaşırıyorsunuz. Bir taş işlenmiş zannediyorsunuz ama gözünüzün önünde yapıldığı için malzemeyi biliyorsunuz. Şaşırmamak mümkün değil. Zihgiri taşımanın en kolay yolu


BD TEMMUZ 2016

onu kolye olarak kullanmak. Çok kolay çözebileceğiniz bir düğümle yine organik deri bir iple ilgi çekici bir kolyeye sahip olabilirsiniz. İstediğiniz zaman parmağınıza takıp ok atabiliyorsunuz. Kaybolma ihtimaline estetik bir çözüm bu. “Okçuluk Türkiye’de çok hızlı gelişti. Biz altı yıldır, aralarında Amerika, Moğolistan, Japonya,

“Altı yıldır, aralarında Amerika, Moğolistan, Japonya, İngiltere, Ukrayna, Polonya, Macaristan, Yunanistan gibi ülkelerin bulunduğu 21 ülkeden yoğun katılımın olduğu okçuluk yarışmaları yapıyoruz.” İngiltere, Ukrayna, Polonya, Macaristan, Yunanistan gibi ülkelerin bulunduğu 21 ülkeden yoğun katılımın olduğu okçuluk yarışmaları yapıyoruz.” Adana Üçoklar Atlı Okçuluk Spor Okulu’nun kuruluşuna da öncülük yapan Kaymakam Fatih Genel hafta sonları düzenli olarak at binip ok atıyor. “Adana’da göreve başladığımda saat 15.00’ti. Hayırlı bir işle başlayalım dedim ve iki saat sonra saat 17.00’de at çiftliğine gittim.”

Kim ok ve yay temin ederse onlara zihgir yapma sözü veren Fatih Genel mümkün olsa her gittiği yere amatör bir tezgâh kuracak. “Atölyeye girdiğim zaman, zamanı unutuyorum. Akşam giriyorum bir bakıyorum sabah ezanı okunuyor.”

E

vinde de bir atölyesi var. Orada yontuculuğun daha sanatsal boyutuyla ilgileniyor. Çok ince işlerle uğraşıyor, mercekler altında mikro işler yapıyor. Bir de koleksiyonu var. Boynuzlardan yapılmış iki boyutlu bir koleksiyon. “Atların her halini yansıtan bir koleksiyon bu. 50 kadar figürden oluşuyor. Atın düz yürüyüşünden şaha kalkışına değin... Bu koleksiyonumu Türkmenistan At Bayramı’nda sergiledim. Bir bu kadar da zor işçilik gerektiren motif çalışmalarım var. Hitit Güneşi ve Kafkas motifleri gibi...” Kaymakam Fatih Genel ile sohbete bir atölyede başlarsanız ayrılacağız sırada bir deri ipe takılı zihgir sahibi olacağınız kesin. Kesin olan bir başka şey ise geleneksel at üstünde okçuluk sporuna dair ummadığınız kadar bilgi sahibi olacağınız. On yılda ürettiği zihgir sayısı 500’ü geçen Kaymakam Fatih Genel hem “at üstünde geleneksel okçuluk sporu”nu hem de bu sporda önemli işlevi olan ‘zihgir’i gelecek kuşaklara aktarma misyonunu sonuna kadar sürdürecek ender isimlerden. • semaerdogan@butundunya.com.tr 129


Yazar Dede ve Torunlar› Muzaffer ‹zgü

Kraliçe

Elma A¤ac› Elma bahçesinin kraliçesi o a¤açt›. Uzun dallar›yla ilkbaharda bir gelin gibi süslenir, çiçek dolu dallar› nazl› nazl› sallan›rd›. Hiçbir elma a¤ac› onun gibi güzel de¤ildi. Zaten onu öteki elma a¤açlar› seçmifllerdi. na, "Sen bizim kraliçemiz ol.

Çünkü en büyük elma a¤ac› sensin. Senin elmalar›n çok sulu. Hepimizden güzel kokuyorsun" demifllerdi. "Teflekkür ederim" demiflti Kraliçe Elma A¤ac›. Bu seçimden sonra bahçenin kraliçesi olmufltu. Çocuklar da tan›rlard› Kraliçe Elma A¤ac›’n›. Elma bahçesine girdik130

lerinde hemen onun alt›nda toplan›rlar, onu izlerler, ona dokunmaya çal›fl›rlard›. Çünkü onun elmalar›, ötekilerin elmalar›na hiç benzemiyordu. Renk renkti elmalar, kimi sar›, kimi k›rm›z›, kimi beyaz, kimi mor... Bazen bir elman›n üzerinde bütün bu renkleri görebilirdiniz. Kraliçe Elma A¤ac›, kendi güzelli¤inin ay›rd›ndayd›.


BD TEMMUZ 2016

Baharda çiçeklere büründü¤ünde, çok uzaklardan ay›rdedilir, bahçeye giren hemen onu görürdü. Sabahlar› günefl, önce onun üzerine do¤ard›. Ar›lar ilk önce onun çiçeklerine konard›. Kelebeklerin en yak›n arkadafl›yd› Kraliçe Elma A¤ac›. K›fl›n bile güzeldi. Serçeler, kumrular, k›fl›n onun üzerine konarlard›. Bülbüller en güzel flark›lar›n›, günefl do¤madan onun dallar›nda söylerdi. Bahçenin sahibi de en çok onu severdi. Baharda bir konu¤u gelse, onu ne yapar eder, Kraliçe Elma A¤ac›'n›n alt›na götürürdü. Ne çok insan, ne çok çocuk, kraliçeyle birlikte fotograf çektirmifllerdi. Çocuklar en çok onun dal›na oturarak fotograf çektirmeyi severlerdi. Ya resim yapmay› seven çocuklar... Köyün çocuklar› ka¤›tlar›n›, kalemlerini, boyalar›n› al›r, onun karfl›s›na geçerlerdi. Ço¤unun yapt›¤› resim, sanki bir a¤ac›n üzerinde, gelincik, papatya tarlas› gibiydi. Öteki elma a¤açlar›n›n hepsi, üzerlerine konan ar›n›n az önce kraliçenin üzerine kondu¤unu bilirlerdi. Çünkü kraliçenin kokusu ar›n›n üzerine yap›fl›rd›. A¤aç, "Az önce kraliçemizin üzerine konmufltun, de¤il mi?" diye sordu¤unda, "Evet" derdi. Ama bu bahar tarlan›n bütün a¤açlar telafll›yd›lar. Onlar gelinliklerini 131


BD TEMMUZ 2016

giymifllerdi ama Kraliçe Elma A¤ac›'n›n üzerinde bir çiçek bile yoktu. Günefl do¤ar do¤maz bütün a¤açlar kraliçelerine bak›yorlar, sonra h›çk›rarak ona sesleniyorlard›: "Kraliçemiz, kraliçemiz, niçin gelinli¤inizi giymiyorsunuz, niçin çiçek açm›yorsunuz?..." Kraliçe Elma A¤ac› hiç yan›t vermiyordu. Yaprak bile yoktu üzerinde. K›fl›n nas›lsa, öyleydi. Çiçeklerine konan ar›lar›na soruyorlard›. "Niçin kraliçemiz gibi kokmuyorsun?" Ar›, Kraliçe Elma A¤ac›'n› göremeyen bahçe-

cakt› Kraliçe A¤ac›’n›? Niçin çiçe¤i yoktu? Niçin yapraklar› yoktu? Niçin konuflmuyordu? Oysa ki kelebekleri çok severdi Kraliçe Elma A¤ac›. Onlara söylerdi. Onlara da söylemiyor muydu? A¤ac›n biri sar› kelebe¤e yalvard›, "Sar› kelebek, sar› kelebek, sormad›n m› hiç kraliçemize, niçin yaprak vermedi, niçin çiçek açmad›? Niçin konuflmuyor?" Sar› kelebek, "Ben onun üzerine hiç konmad›m ki. Bilirsiniz, biz kelebekler yaprakl›, çiçekli dallara kona-

nin ucundaki bir a¤aca üzülerek, "Ah, ah, bu y›l çiçek açmad› ki kraliçeniz, yaprak da vermedi" diyordu. Kraliçenin uza¤›nda olan a¤açlar çok flaflk›nd›lar. Çünkü flimdiye dek salt üzerlerine konan ar›lardan de¤il, yapraklar›na çarpan rüzgardan da kraliçenin kokusunu al›rlard›. Bu a¤açlar, ar›lara yalvar›yorlard›. "Sor kraliçemiz, niçin yaprak vermedi, niçin çiçek açmad›?" Ar›lar, içlerini çekerek yan›t veriyorlard›. "Kraliçe Elma A¤ac› hiç konuflmuyor..." Ah ah, kim konufltura-

r›z..." dedi. A¤aç, "Lütfen" dedi. "Ne çok kondunuz onun üzerine, ne günler kraliçemiz size yuva oldu, yatak oldu, yast›k oldu. Kon üzerine sar› kelebek. Sor, mutlaka sana söyler..." "Peki, ben elmalar› çok severim, hele kraliçenizi hepinizden çok severim, gidece¤im, konaca¤›m, soraca¤›m. Günefl batmadan sana bir yan›t getiririm." "Lütfen sar› kelebek, lütfen..."

132

Kelebek uçtu, a¤aç arkas›ndan bakakald›. Sar› kelebek Kraliçe Elma


BD TEMMUZ 2016

A¤ac›'n› ar›yordu. Öyle ki elma bahçesinin en görkemli a¤ac›, sanki bahçede yoktu. Uçtu, öteki a¤açlara kondu. A¤ac›n biri sordu: "Böyle h›zl› h›zl› nereye kelebek?" "Kraliçenize gidiyorum..." A¤aç sevindi: "Seni çok sever. Sor ona, mutlaka sana yan›t verir. Niçin yapraklar› yok, niçin çiçekleri yok?" dedi. Sar› kelebek uça uça kraliçeyi buldu. Ama ne kraliçe? Sanki kocaman bir odun y›¤›n›. Çok üzüldü. "Keflke ona bir elma çiçe¤i getirseydim" dedi. Yan›na yaklaflt›, dal›n›n birine kondu... Eskiden kraliçe, üzerine konan her kelebe¤e, "Hoflgeldin" derdi... Kraliçenin hiç sesi ç›km›yordu. "‹yi baharlar kraliçe..." Yine yan›t yok... "Bol meyveler kraliçe..." Yine yan›t yok. Bir serçe kondu kelebe¤in yan›na. "Kraliçe bizimle de konuflmuyor" dedi. "Oysa ki öteki elma a¤açlar› hep kraliçeyi soruyorlar. Niçin yaprak açmad›? Niçin çiçekleri olmad›?" Sar› kelebek, "Ben de onu sormaya geldim" dedi. "K›y›daki a¤aca haber götürece¤im. Hepsi kraliçeyi merak ediyorlar... Kraliçe, lüfen söyler misiniz, niçin bu y›l çiçek açmad›n›z, yaprak vermediniz?" Ar› ve serçe, bir ses duydular... "Ben hastay›m..."

Aaaa, bu ses kraliçeden ç›kamaz. Kraliçenin sesi akan bir su gibi, her sözcü¤ü bir müzik, her tümcesi bir ezgi gibiydi. Çok flafl›rm›fllard›, çok da üzülmüfllerdi. "Nereniz hasta, dal›n›z m› hasta, gövdeniz mi hasta?" diye sar› kelebek sordu. "Topra¤›m hasta..." "Topra¤›n›z m› hasta?..." dedi serçe. "Evet, topra¤›m bozuldu. Meyvemin tad› kalmad›, kokusu kalmad›. ‹flte flu öteki a¤açlarda gördü¤ünüz çiçekler elma olacaklar ama kocaman kocaman tats›z, kokusuz fleyler..." r› da bilmiyordu, serçe de

bilmiyordu. Toprak nas›l bozulur? Topra¤› kim bozar?... Gerçi ar› da, sar› kelebek de birkaç y›ld›r ay›rd›ndayd›lar. Elma çiçekleri art›k eskisi gibi kokmuyordu. Kraliçe Elma A¤ac› yine sustu. Hiç konuflmad›. Ar› da, sar› kelebek de üç kez sordu: "Kim bozdu topra¤›133


BD TEMMUZ 2016

n›?" diye ama kraliçe yan›t vermedi. Aaaa, dal›n birinin ucundan su damlamaya bafllad›. Sar› kelebek alçak sesle serçeye, "A¤l›yor, hemen gidelim buradan" dedi... Sar› kelebek söz vermiflti k›y›daki a¤aca. Serçe uçtu, baflka bir yere gitti. Sar› kelebek k›y›daki a¤aca kondu. A¤aç çok heyecanl›yd›. "Konufltu mu kraliçemiz, konufltu mu?" diye sordu. Sar› kelebek, "Evet" dedi. "Söylesene, niçin çiçek açmam›fl, niçin yaprak vermemifl?" "Hastay›m dedi." "Hasta m›ym›fl?" "Evet, toprak bozulmufl. Ondan hasta olmufl..." K›y›daki a¤aç hemen ba¤›r›verdi, "Hey elma a¤açlar›... Kraliçemiz konuflmufl... Hastay›m demifl... Toprak bozuldu, onun için hastay›m demifl..."

Bütün a¤açlar bu 盤l›¤› duymufllar, çok üzülmüfller, hep bir a¤›zdan ba¤›rmaya bafllam›fllar... "Toprak bozuldu, toprak bozuldu, toprak bozuldu..." En gür sesli olan› eklemifl: "Biz de hasta olaca¤›z, biz de hasta olaca¤›z..." lmufllar... Çiçekler meyveye

dönmemifl, yapraklar buruflmufl. Elma bahçesinin sahibi çok üzülmüfl, çok heyecanlanm›fl. Topra¤a yapay gübreler atm›fl, a¤açlar›n üzerine günlerce ilaçlar s›km›fl. Ama a¤açlar hep birlikte ba¤›rmay› sürdürmüfller: "Toprak bozuldu, toprak bozuldu, toprak bozuldu..." Bu 盤l›klar› elma bahçesinin sahibi hiç duymam›fl. • muzafferizgu@butundunya.com.tr

BEKLED‹M Ö¤retmen Ali’ye sordu: ”Ali, bu sabah okula neden geç geldin?” "Yafll› bir kad›n paras›n› kaybetmiflti ö¤retmenim..." Ö¤retmen: "Aferin. Yafll›lara yard›m örnek bir davran›flt›r. Peki, paray› buldun mu?" Ali: "Evet, ö¤retmenim onun için geç kald›m." dedi. "Paray› hemen buldum ama kad›n bir türlü gitmek bilmedi!" 134


Doğanın Gizemi

BD TEMMUZ 2016

Yücel Aksoy

Doğaya Meydan Okuma mı? Doğa ile İşbirliği mi?

B

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR

BİR CANLI TÜRÜNE başka

bir canlı türünden gen aktarılması veya mevcut genetik özelliklerin değiştirilmesi suretiyle yeni genetik özellikler kazandırılmasını sağlayan modern biyoteknolojik yöntemlere “gen teknolojisi”; gen teknolojisi kullanılarak, doğal süreçler ile edinilmesi mümkün olmayan yeni özellikler kazandırılmış organizmalara da “genetiği değiştirilmiş organizmalar” (GDO) adı veriliyor. 135


BD TEMMUZ 2016

Bilimsel yazılarda GDO’lar, “genetiği değiştirilmiş ürünler” (GD ürünler), “transgenik organizmalar” olarak da tanımlanmaktadır. Bu organizmalara aktarılan genler de “transgen” adını alır. Bilindiği gibi GDO’lar konusunda çok çeşitli görüşler var. Olumlu görüşler, bu teknolojinin daha fazla üretim sağlayacağı, besinlerin besleyici değerlerini artırarak,

nizmaların gelişeceği, genetik kısıtlamalar getireceği, ekonomik olarak dışa bağımlılığın artacağı ve küçük çiftçilerin bundan zarar göreceği ileri sürülmektedir. Kısa başlıklar olarak değindiğimiz GDO’nın yararlı ya da zararlı olduğu konusundaki görüşleri açmaya çalışalım.

Önce yararlı olduğunu savunanlar: 2025 yılında sekiz Ekilebilir alanları genişletmek milyarı aşması beklezor olduğuna göre, birim nen dünya nüfusunun gereksinimialandan alınan ürünün veriminin besin nin karşılanmasının artırılması gerekir. önemli bir sorun olacağı düşünülmektedir. İçinde bulunduğumuz yıllarda bile bazı kıtalar açlıkla savaşıyor, bazı ülkeler ise tek yönlü beslenmeyle yaşam savaşı veriyor. Ekilebilir alanları artırmak olası değilken, tarımsal üretimde kullanılabilecek tatlı su dünyanın birçok yerinde mevcut kaynakları da hızla azalmakta… açlık sorununa ve kötü beslenmeye Konuyla yakından ilgilenen kuruçözüm getireceği, besinlerin alerjik luşlar, olası bir tehlikenin önlenmesi özelliklerinin ortadan kaldırılacaiçin uzun zamandan beri araştırğı, besinler yardımıyla insanların malarını sürdürüyorlar.. Ana fikir, hastalıklara çok kolay bağışıklık kazanacakları, üretim maliyetlerinin “Ekilebilir alanları genişletmek zor düşürülerek çok daha geniş kitlelere olduğuna göre, birim alandan alınan ulaşılabileceği şeklindedir. Olumsuz ürünün veriminin artırılması gerekir.” Amaç, mevcut genetik yapıya görüşlerde ise, gen teknolojisiyle müdahale edilerek yeni özellikler üretilen besinlerin insan bedeninde kazandırılmasını sağlamaktır. zararlı olacağı, alerjileri arttıracağı, Genetik mühendisliği teknolojisi antibiyotiklere dirençli mikroorga-

136


BD TEMMUZ 2016

uygulamaları ilk kez 1983 yılınTarımsal alanlarda da başladı. Tarla üreticiyi en korkutan denemelerinin başlama tarihi ise ya da üzen, ürünlerini 1985... Yaklaşık 10 zararlı organizmaların yıllık bir araştırma döneminden sonra harap etmesidir. ilk ürünler 1996 yılında alındı. Aynı tarladan, aynı ölçekte ekim yapıldığında, gen teknolojisi ile alınan gücünü çalan yabani otlar. Bunlarla ürün miktarı üç ya da dört katına çı- mücadele de ayrı bir zaman ve para karıldı. Bu elbette üreticinin yüzünü kaybıydı. İşte mısır, pamuk, patates güldüren bir gelişmeydi. gibi ürünlerde yapılacak transgen çalışmaları, bu ürünleri zararlılara TARIMSAL ALANLARDA karşı dayanıklı kılıyor. üreticiyi en korkutan ya da üzen, Tüm canlıların yaşam için en ürünlerini zararlı organizmaların büyük gereksinimlerinden biri de harap etmesidir. Bunun için elbette su... Dünyamızın üçte ikisi sularla ilaçlama yaparak korunmaya çalıkaplı olduğuna göre susuzluk diye şılmakta. Genetik mühendisliği ise, bir sorun olmaz diye düşünülebilir. bitkilerin genetik şifrelerini değişAncak, asıl canlılara yararlı olan tirerek, onları zararlı organizmalara tatlı su, dünya rezervinin sadece karşı daha dirençli kılıyor. Sonuçta, %3’ü… Ve yetkili kuruluşlarca bilhaşerelere karşı ilaç kullanılmadığı dirilen raporlarda, dünyada tatlı su için maliyet daha ucuz oluyor. Yine, rezervinin gittikçe azaldığı ve çok haşerelerle mücadele için her yıl kısa zaman sonra susuzluk sorunu kullanılan ilaçlar (pestisid) toprağa yaşanacağı doğrultusunda. Ama karışarak hem sonraki yılın ürününü tarım için de su gerekli… İşte bu zehirliyor hem de toprağın gücünü sorunun çözümü için gen teknolojisi azaltıyor; gen teknolojisi sayesinde devreye giriyor ve bitkilerin genetibu sorun da çözümlenmiş oluyor. ği değiştirilerek susuzluğa daha diBazı bitkilerde de virüslerin neden rençli hale getiriliyor. Böylece hem olduğu hastalıklar sık görülür. daha az su kullanılarak su tasarrufu Transgen çalışmalarıyla bitkiler bu sağlanıyor hem de ürün maliyeti virüslere karşı da güçlendiriliyorlar. düşük oluyor. Tarlaların ekiminden sonra Kuraklık, çok sıcak, çok soğuk, karşılaşılan bir sorun da, ürünün yüksek oranda tuz, aşırı asitli büyümesini engelleyen ve toprağın olmaları nedeniyle kullanılamaz

T

137


BD TEMMUZ 2016

halde olan topraklar da bu güçlendirilmiş GDO’ların ekimi suretiyle tarıma kazandırılmış oluyor. Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç İdaresi (US FDA) tarafından 1990 yılı başlarında onay verilen ilk GD ürün, Flavr Savr domatesleridir. Bu domateslerin genetiği değiştirilerek, olgunlaşma, yumuşama ve çürüme işlemleri geciktirilmiş ve böylece uzun bir raf ömrü kazandırılmıştır. Bilindiği gibi domates normal şartlarda henüz tam olgunlaşmadan dalından erken toplanarak tarladan tüketiciye gelinceye dek katedeceği yola dayanıklı kalması sağlanır. Gen transferini gerçekleştiren Nottingham Üniversitesi’nden Profesör Graham Seymour, bu çalışmasıyla, domatesin dalında olgunlaşıncaya kadar

kalmasını sağlayarak, renk, tad ve kokusunu tam olarak kazandırmayı amaçladığını söylüyor. Yumuşamadan, çürümeden tüketiciye Prof. Graham ulaştırma çabası sadece Seymour domates değil, birçok ürün için de geçerlidir. Örneğin çilek, şeftali, kayısı ve daha birçokları... Çürümeye neden olan enzimlerin genetik kontrolu ile bu ürünler, tarladan ya da bahçeden tüketiciye sorunsuzca ulaştırılabilmektedir. Ürünlerin işlenme, nakliyat ve depolamaya dirençli olması, soğutma sistemlerinin güvensiz, pahalı ve nakliye ağının yetersiz olduğu gelişmekte olan ülkelerdeki çiftçiler ve tüketiciler için elbette yararlı olmaktadır. GENETİK DEĞİŞTİRME çalışma-

Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç İdaresi tarafından 1990 yılı başlarında onay verilen ilk GD ürün, Flavr Savr domatesleridir.

138

larında bir başka amaç da besin miktarının artırılması ve içeriğinin zenginleştirilmesidir. Örneğin domateslerin karbonhidrat içerikleri arttırılarak, ketçap, sos vb. yapımlarında daha yoğun ve daha aromatik olmaları sağlanabilmektedir. Meyvaların aromalarını arttırmak birçok ürün için olasıdır. Örneğin şeftali, çilek, kavun


BD TEMMUZ 2016

Tohum hücrelerinin beta karoten üretmesi için üç anahtar gen aktarılan ve parlak sarıyeşil renkte olan bu ürüne “altın pirinç” (golden rice) adı verilmiştir.

ve birçokları sayılabilir. Ürünlerin besin kalitelerinin yanı sıra, insan sağlığına yönelik yararlarını artırmak için de GDO üretimi yapılmaktadır. Bilindiği gibi metabolik faaliyetler sırasında serbest radikaller denilen, beden için zararlı maddeler oluşur. Bunlar kalp hastalığı, kanser gibi birçok hastalığa yol açar. Serbest radikallerin etkisini karşılayan, ortadan kaldıran da antioksidanlardır. Örneğin domates içinde bulunan likopen, iyi bir antioksidandır. İşte serbest radikallere karşı karotenoid, flavonoid, A,C,E, vitamini gibi antioksidanların, GD ürünlerdeki düzeyleri artırılabilmektedir.

D

DÜNYANIN BİRÇOK YERİNDE

açlık ve yetersiz beslenme (malnütrisyon) büyük halk sağlığı sorunudur. Bu sorunun çözümlenmesi için yine genetik mühendisleri, vitaminlerce zenginleştirilmiş GD tarım ürünleri geliştirmişlerdir. Bunun en bilinen ve çarpıcı örneği, pirince

beta karoten (provitamin A) üreten genlerin aktarılmasıdır. Dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğunun temel hatta tek besin maddesi olan pirinç, vitamin açısından çok yetersizdir. Özellikle pirincin en çok tüketildiği Güney ve Güneydoğu Asya ülkelerinde okul öncesi döneminde üç milyon kadar çocuğun, A vitamin eksikliğinden kaynaklanan sağlık sorunları ve görme bozukluğu olduğu, bunların her yıl 250.000 kadarının kör olduğu ve onların da yarısından çoğunun birkaç ay içinde öldüğü saptanmış. Bitkilerin fotosentez yapabilmesi için gerekli olan beta karoten, pirinç bitkisinin yeşil dokusunda bulunmakla beraber, tohumlarında yoktur. İşte tohum hücrelerinin beta karoten üretmesi için üç anahtar gen aktarılmıştır. Pirinç taneleri parlak sarı-yeşil renkte olduğu için de bu ürüne “altın pirinç” (golden rice) adı verilmiştir. Yazımız, sonraki sayımızda da sürecek. • yucelaksoy@butundunya.com.tr 139


E

vrim Düflmanl›¤› Bilim Düflmanl›¤›d›r; Bu ise, Gerçek Düflmanl›¤›… Prof. Dr. Yaman Örs, ülkemizde evrim kuram›na yönelik gerici sald›r›lara karfl› mücadelenin y›llard›r en ön saflar›nda yer alan bir biliminsan›. T›p ve Etik alanlar›ndaki uzmanl›¤›n›n yan› s›ra felsefeci kiflili¤iyle de bu mücadelede farkl› bir yeri var. Bir bilimsel felsefeci olan Yaman Örs’ün bu kitab›n›n içeri¤ini, evrim kuram› ile genel olarak bilimsel kuramlar ve bilim; bunlarla kar›flt›r›lan kavramlar ve ilgili terimlerin yanl›fl kullan›lmas›; evrim kuram›na akademik çevrelerin d›fl›ndan gösterilen karfl›tl›k (ve bilim düflmanl›¤›) konular›yla ilgili düflünce ve tart›flmalar oluflturuyor.

BÜTÜN K‹TAPÇILARDA


Anne Babalarla Başbaşa

BD TEMMUZ 2016

Melek Şirin Tolga

Çocuklar ve

Değişimi Yönetmek

? Çocuklarımızın değişikliklerle baş etmelerine nasıl yardımcı oluruz

K

orku, öfke, nefret ve üzüntü eğişiklikler karşısında ortaya çıkan ve başetmesi çok zor duygulardır. Değişiklik karmaşa yaratan zor bir durumdur ve bazen anne babalar değişim karşısında çocuklarına nasıl yardımcı olacakları konusunda

çaresiz kalırlar. Pixar’ın çok sevdiğim Ters Yüz (Inside Out) adlı animasyon filmindeki baş kahraman Riley babasının iş değişikliği nedeniyle başka bir şehre taşınmak zorunda kalmıştır. 11 yaşındaki Riley’in anne babası bu değişim karşısında kızlarına nasıl yardımcı 141


BD TEMMUZ 2016

taşınma nedeniyle ne kadar mutsuz ve üzgün olduğunu fark edememişti. Hatta babasını memnun etmek adına mutlu yüz sergilemesi için Riley’i ikna etmeye çalışmaktaydı. Bazen biz anne babalar farkında olmadan çocuklarımızın yaşadığı duyguları anlamayız ya da yanlış yorumlarız. Çocuklarımıza öncelikle her türlü duygunun doğal olduğunu öğretmeliyiz. Özellikle bazı çok üzgün ve öfke içinde görmeleri- olaylar karşısında kötü hissettiklene rağmen bu konuda ne yapacakla- rinde, sadece duyguları hakkında konuşmak bile kendilerini iyi rını bilemezler. hissetmelerine neden olur. Sohbeti Eğer biz anne babaların elinde başlatabilmenin kolay bir yolundan doğru kaynak ve bilgi olsa, değibahsetmek istiyoruz size. şiklik karşısında lunaparktaki hızlı Uyguladığımız “Bilgelik Matren roller coster üzerinde gibi iniş çıkışlar yaşamak zorunda kalmayız. cerası” programında bu tür yoğun duygulara “Gıcırtılar” adını veriyoeğişiklik karşısında çocukruz. Gıcırtılar, kızgınlık, tedirginlik, larımızın zor zamanlar geendişe, bıkkınlık, üzüntü gibi duyçirmelerine fırsat vermeden guların bedenimizdeki işaretleridir. onlara nasıl yardımcı olacağımız Bir şeyler yolunda gitmediğinde hakkında bazı tavkarnımızda siyeler vermemize ne dersiniz ? Bazen hissettiğimiz verdiğiİlk olarak, çocuklar krampa miz isim. Bu tür üzüntü, nefret vs hissettik- duygulara gıcırtı gibi duyguların genel tanımı olarak lerini ifade diyoruz çünkü “Gıcırtıları” nasıl etmekte bazen çocuklar kullanacaklarını ya da hissettiklerini öğretin. ifade etmekte ya tanımlamakta da tanımlamakta Riley’in annesi ilk başta kızının zorlanırlar. zorlanırlar. Kötü olacaklarına dair hiç bir fikirleri yoktur… Ülkenin bir ucundan diğerine giderlerken Riley’in ailesi kızlarını

Riley’in annesi kızının taşınma nedeniyle ne kadar mutsuz ve üzgün olduğunu fark edememişti.

D

142


BD TEMMUZ 2016

! Çocuklara

hissettiklerini bilirler ama isimlendiremezler. Çocuklara “gıcırtılara” bakmalarını öğrettiğimizde duygularını anlamayı öğreniyorlar ve bir yetişkinle konuşma zamanının geldiğini fark ediyorlar. “Gıcırtılar” diye tarafsız bir sözcük tanımı kendilerini güvende hissetmelerini sağlıyor ve duyguları hakkında konuşma ortamı yaratıyor. Çocukların günlük rutin hayatında önemli bir değişiklik olsa da olmasa da, yetişkinler de bu şekilde çocuklarının günlük ruh halini anlama imkanı elde ediyor. Basitçe, “Bugün gıcırtı var mı?” diye sormak sohbet açma olanağı sunuyor. İkinci olarak çocuklarınızı değişim hakkında güçlendirmek.. Çocukların istemedikleri bir değişikliği kabul etmelerini beklemek çok zor. Okula geri dönmek, okul değiştirmek, yeni eve taşınmak,

“gıcırtılara” bakmalarını öğrettiğimizde duygularını anlamayı öğreniyorlar ve bir yetişkinle konuşma zamanının geldiğini fark ediyorlar. boşanmaya tanık olmak gibi bir çok değişiklikle çocuklar erken yaşlarda karşılaşırlar. Değişim hakkında kendilerini kurban gibi hissetmeleri yerine değişikliği güçlü bir şekilde karşılamalarına yardımcı olabilirsiniz. Nasıl mı? “Bilgelik Macerası” programımızda çocuklara hikayeler okuyor ve bu hikayelerin yarattığı etkiden faydalanarak çocuklara değişiklikler karşısında nasıl kendilerini güçlü hissedeceklerini öğretiyoruz. Prog143


BD TEMMUZ 2016

ramın bir bölümündeki “Cennet adasındaki değişiklikler” adlı hikaye, 3 adımdan oluşan bir metodla değişiklikler karşısında nasıl bir tutum alabileceğimizi öğretiyor. İlk adımda

çocuklar değişiklik karşısında ne gibi endişe ve kuşkular hissetiklerini listelerler. Liste tamamlandığında sizinle birlikte bu endişe ve şüpheleri minimuma indirmek için nasıl bir sonuç çıkarabileceklerini tartışırlar. Bazen endişe ve şüphelerden bahsetmek bile değişiklik hakkında hissedilen kaygı ve tedirginliği azaltır. İkinci adım, değişikliğin olumlu

taraflarını çocuğunuzla tartışmaktır. Bu bakış açısı sayesinde, değişikliğin olumsuz ve korkutucu yanlarını görmek yerine olumlu ve faydalı taraflarına odaklanırlar. Üçüncü adımda, çocuklar deği-

şikliğin olumlu ve faydalı taraflarını tecrübe etmiş gibi görsel imgeleme yaparlar. Bu aktivitede, çocuğunuzla birlikte tüm olumlu tarafları içeren bir vizyon panosu hazırlamanızı öneririz. Bu adımlar çocuğunuzun değişiklik karşısında alacağı tavıra nasıl yardımcı olur? Bu adımlar çok etkildir çünkü duygularımızın yaratıcısı düşün144

celerdir ve hayatımızdaki olayları nasıl deneyimlediğimiz tamamen düşüncelerinizin şekline bağlıdır. Çocuklarınıza bu 3 adımdan oluşan metodu öğrettiğinizde, çocuklar kendilerini kurban gibi hissetmek yerine düşüncelerini değiştirerek güç kazanırlar. Ve bu yüzünüze “mutluluk” ifadesi yerleştirmenin çok ötesinde bir şeydir. “Ters yüz” filmindeki Riley’in ailesi gibi çocukların değişiklik karşısında farklı duygular hissettiklerini anlamakla kalmayıp onlara kullanabilecekleri metodlar öğretmek çok önemlidir. Böylece çocuklar değişikliği kabul etmeyi, hatta kucaklamayı öğrenirler ve yaşamlarına güçlü bir şekilde devam ederler.

U

yguladığımız “Bilgelik Macerası” adlı programda, kısa, eğlenceli hikayeler kullanarak çocuklarımıza yaşamlarında özdeğeri ve özgüveni yüksek mutlu bir birey olmanın metodlarını öğretiyoruz. Biz, çocuk ve genç koçları olarak Ters Yüz (Inside Out) filminde çok eğlendik ve çok şey öğrendik. Çok yakında ikinci film vizyona girecek. Çocuğunuzla birlikte seyrederek eğlenip öğrenebileceğiniz harika bir film. Kaçırmayın deriz . meleksirintolga@butundunya.com.tr


Aylin Abla’dan Öğütler

BD TEMMUZ 2016

Aylin Yengin

Bal ve Tarçın B

al ile tarçının karışımı, çok eski dönemlerden

l Doğa Tıp ! zesi i c u M

beri, dünyanın hemen her yerinde, bir çeşit tıbbi tedavi olarak kabul edilmiştir. Günümüz bilim insanları, balın bir dizi hastalığın tedavisinde son derece etkili olduğunu teyit etmektedir. Hastalıkların tedavisinde kullanıldığında, hiçbir yan etkisinin olmaması, balı mutlaka denenmesi gereken harika bir alternatife dönüştürür. Hatta modern bilim, tatlı olmasına rağmen balın şeker hastalarının tedavisinde dahi sorun yaratmayacağını kanıtlamıştır. Bundan birkaç yıl önce, Kanada’da yayınModern bilim, tatlı olmasına lanan Weekly World News dergisi, bal ve tarçın kullanılarak tedavi edilebilen bir dizi rağmen balın şeker hastalığın listesini paylaşmış ve bu paylaşıhastalarının tedavisinde dahi sorun yaratmayacağını mını çeşitli tıbbi çalışmalardan örneklerle kanıtlamıştır. desteklemiştir.

145


BD TEMMUZ 2016

Kalp ve Damar Hastalıkları

1

Bal ile tarçın tozunun karışımından elde ettiğiniz macunu, ekmeğinizin üzerine reçel niyetine sürün. Her sabah kahvaltıda gönül rahatlığıyla tüketin. Bu beslenme türü, damarlarınızdaki kolesterol seviyeniz düşüreceğinden, olası bir kalp krizini de otomatik olarak önlemiş olacaktır. Ayrıca her sabah kahvaltıda bal tükettiğiniz takdirde, nefes darlığından kolayca kurtulabilir ve kalp atışlarınızı da güçlendirebilirsiniz.

2

olları İdrar Y ı İltihab z tarçı-

to İki kaşık kle bir ir a b li aşık ball rıştırın ve k ir b ı, n ka ık suya bardak ıl için. te iztek dikiş ilde idrar kesen k e ş in Bu zey i akteri dü . b n e ik de bir rsunuz kmiş olu aşağı çe

3

Bağışıklık Sistemi

Bal yüksek oranda demir ve vitamin ihtiva eder. Uzun süreli ve düzenli olarak tüketildiği takdirde, vücuttaki akyuvarların sayısında bir artış meydana gelir ve bu şekilde bakterilere ve virüslere karşı daha dirençli olursunuz. 146

4

a Diş Ağrısın Karşı z

to Bir silme kaşık ice iy lla k ba tarçını, beş kaşı un ac m r lı bi karıştırıp kıvam dan m şı rı ka Bu haline getirin. z, ke üç e bir miktarı günd uygulayın. ze ni şi di n ağrıya yok olduğunu Ağrının bir anda z. fark edeceksini


BD TEMMUZ 2016

5

orunİşitme S e ar larına Ç nunuz

e soru Eğer işitm er aksabah ve h bal r e h , a rs a v ın ve iktarda tarç aradıy şam eşit m e deneyin, iş tüketmeyi eksiniz. ğını görec

7

Mide Ağrısı

Bala karıştırılan tarçın tozu gerek ülserlere, gerekse mide ağrılarına karşı doğal bir ilaçtır. Şişkinlik Hindistan ve Japonya’da yapılan araştırmalarda, bu karışımın aynı zamanda gazdan dolayı oluşabilecek şişkinliklere de iyi geldiği kanıtlanmıştır.

8

6

Kolesterole Çare

İki yemek kaşığı bal ile üç yemek kaşığı toz tarçını, yarım litre çaya katıp karıştırın. Bu karışım, yüksek kolesterolü olan bir kişinin, kolesterol seviyesini iki saat gibi kısa sürede %10 oranında düşürür. Yüksek kolesterol sorunu, bu karışımı günde üç kez tüketerek rahatça tedavi edilebilir. Buna ek olarak, günlük beslenme planı içerisinde, öğünlerine balı dâhil edenlerin kolesterol oranında düşüş göze çarpmaktadır.

Hazım Sorunları

Yemeğe başlamadan önce, üzerine biraz tarçın serpiştirilmiş iki yemek kaşığı kadar bal tüketmek, midenizdeki asit oranını düşürecek ve bu şekilde hazmınıza yardım cı olacaktır.

9

Yorgunluk İçin

n, Bilim adamı Dr. Milto da sun nu ko k yorgunlu sırasında, yürüttüğü araştırmaları lan bir tırı rış ka bir su bardağına ı içen çın tar ile l yemek kaşığı ba asla kıy ne eri erişkinlerin diğerl zinve ik am din kendilerini daha ıştır. lam nıt ka ni de hissettirdikleri 147


BD TEMMUZ 2016

10

Akne Tedavisi

11

Kilo Kaybına

Bal cilt sorunlarını gidermeYardımcı de de oldukça etkili sonuçlar Her sabah aç karnına, ortaya koyuyor. Pek çok insan, akne içine bal ve tarçın eklediğiniz bir sorununu üç yemek kaşığı bal ile bardak sıcak su için. Her akşam bir kaşık toz tarçın yatmadan önce aynı karışımından elde işlemi tekrarlayın ettikleri macunla Hastalıkların ve zahmetsizce kilo kökünden halletbaşlayın. tedavisinde de vermeye tiklerini anlatır. Bu formül, Eğer sizin de akne kullanılan, verecek çok fazla sorununuz varsa, olduğunda balın hiçbir yan kilonuz bu karışımı gece bile işe yarar. Bu yatmadan yüzüetkisi yoktur. işlemi gündelik nüze uygulayın alışkanlıklarından ve sabaha kadar biri haline getirmebırakın. Uyandıye bakın çünkü bu ğınızda yüzünüzü iyice karışım, vücudunuzun yıkayın ve her gün düzenyağ emilimini azaltır li olarak kullanın. Aknenizin -üstelik yüksek kalorili iki hafta içinde kaybolduğunu besinler yeseniz dahi. • göreceksiniz. aylinyengin@butundunya.com.tr 4112 YILLIK PORSUK AĞACI

Zonguldak Orman Bölge Müdürlüğü’nce arazide ve laboratuvarda yürütülen çalışmalar sonucu, Alaplı ilçesine bağlı Gümeli beldesindeki bulunan bir porsuk ağacının yaşı 4112 olarak belirlendi. Ağacın halkalarını sayarak yaşını belirleyen uzmanlar, porsuk ağacının bronz

148

çağında filizlendiğini açıkladılar. Anadolu’nun bu en yaşlı porsuk ağacının, dünyanın muhtemelen en yaşlı porsuk ağacı olması özelliğinin yanı sıra, dünyanın yaşayan en yaşlı 5 ağacından birisi olduğu ifade ediliyor. Yapılan incelemelerde ortaya çıkan sevindirici sonuçlardan biri de ağacın oldukça sağlıklı olması ve insanlar tarafından zarar görmediği sürece en az 4.000 yıl daha yaşayabileceği. Zonguldak’taki Gumeli Tabiat Anıtı, 1987 ve 1164 yaşlarında iki ağacı daha barındırıyor.


Daha

Aktif ve mutlu bir insan olmak elinizde. BD TEMMUZ 2016

Mutlu

ler i r e n Ö n i ç İ m a Bir Yaş Kepekli pirinçten çok ye. İnsanlara beklediklerinden daha çok şey ver ve bunu zevk alarak yap En sevdiğin şiiri ezberle. Dinlediğin her şeye inanma, sahip olduğun her şeyi harcama ve istediğin kadar uyuma. ‘Seni seviyorum’ dediğinde, cidden söyle. Üzgünüm dediğinde, o kişinin gözlerinin içine bak. Evlenmeden önce en az 6 ay nişanlı kal. Başkalarının düşleriyle asla alay etme. Tutkuyla ve derinden sev. 149


BD TEMMUZ 2016

Sonradan yara alabilirsin belki, ama hayatı komple yaşamanın tek yolu budur.

yanıt olduğunu unutma.

Anlaşmazlık durumlarında, dürüst ol.

Allah’a güven ama arabanı kilitle. (Deveni bağla sonra tevekkül et).

İnsanları akrabalarına göre yargılama. Biri sana, yanıt vermek istemediğin bir soru yöneltirse, gülümse ve en büyük aşkın ve en büyük başarıların daha büyük riskleri olduğunu hatırla.

Küçük bir anlaşmazlığın büyük bir arkadaşlığı bozmasına izin verme. Telefona cevap verirken gülümse. Seni arayan kişi bunu sesinden anlayacaktır. Konuşmaktan, sohbetten hoşlanan bir kadın/erkekle evlen. Yaşlandığınızda, konuşma yeteneğiniz her şeyden daha önemli olacak. Biraz yalnız kal. Değişikliklere kucak aç, ama değerlerini yitirme. Suskunluğun, bazen, en iyi 150

Sevdiklerinle anlaşmazlığa düştüğünde, o anki duruma önem ver. Geçmişte çok yaşama. Bildiklerini paylaş. Ölümsüzlüğü elde etmenin bir yoludur.

Sana sevgi gösterisinde bulunan birini engelleme.

Anneni ve babanı ara. Kaybettiğinde, ders al. 3 ‘S’yi unutma: Kendine Saygı; başkalarına Saygı; herşeyde Sorumluluk.

Daha çok kitap oku, daha az televizyon seyret.

Gezegenimize karşı nazik ol. Dua et. Duada, ölçülemeyecek bir güç saklıdır.· Sana sevgi gösterisinde bulunan birini engelleme.

Çok para kazanıyorsan eğer, hayattayken, başkalarına yardım et. Bu, Şansın sana verebileceği en büyük tatmindir. Unutma, istediklerini elde edememek, bazen büyük bir şanstır. Bütün kuralları öğren, sonra bazılarına uyma. Başarını, onu elde etmek için vazgeçmek zorunda kaldığın şeylere bağlantılı olarak değerlendir. Gönderi: Dr. Tuba Kaftancıoğlu


BD TEMMUZ 2016

TEMMUZ AYI ÇÖZÜMLER SAYFASI Satranç Çözümleri

ATAK: A.Akat – S.Tatl›, Çeflme, 2016 Beyaz kazan›r 10.e6! dxe6 11.Ve5 (Çatal) 11…Vb7 12.Vxh8 f6 13.Fh6! Va5+ 14.c3 Ve5+ 15.Fe2 Kxb2 16.Vxf8+ fic7 +- 1-0 OYUN SONU: ‹.Haschek, 1928 Beyaz kazan›r 1.fic6 fie5 2.fic7 fid5 3.fid7 fie5 4.fic6 fixf5 5.fib7 +- 1-0

1-(c) Mahkûm zinciri

9-(b) Çizim, tasarım

2-(d) Öndelik

10-(d) Saldırgan

3-(b) Romalı asker birliği

11-(c) Gemi yelkenleri

4-(d) Halat sargısı 5-(a) Otsu bir bitki

12-(b) Gerçekleşmesi imkansız düşünce

6-(a) Resim sanatı

13-(d) Oturulan uzun sıra

7-(c) Emeksiz sağlanan kazanç 14-(a) Serüven, macera 15-(d) El kürkü 8-(a) İskambil oyunu

“Bilginizi Denetleyin” Kare Bulmaca 1-(c) Turgut Uyar 2-(a) Sodon ve Gomore 3-(a) Anadolu Notları 4-(a) Araba Sevdası 5-(c) 600m 6-(b) Leyla Erbil 7-(d) ‹rlanda 8-(b) Pi Sayısı Günü 9-(d) Pirus Zaferi 10-(c) Messi 11-(b) Tiramisu

151


BD TEMMUZ 2016

YARININ BÜYÜKLER‹ Gönderi adresi: Sedef Cad. 2446 Ada, 1. Parsel, A Blok, Kat: 3, Da: 16, Ataflehir, 34750 ‹stanbul e-posta: butundunya@butundunya.com.tr (e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla olmamas›na lütfen özen gösteriniz.)

Damla ve Ege Aydın, Bursa

Nehir Yılmaz, Antalya 152

Ç›nar Mete Yılmaz, Malatya

Esma Özay, ‹stanbul

Abdullah Yılmaz, I¤d›r


BD TEMMUZ 2016

‹rem Mansuro¤lu, Hatay

Erolcan ve Ata Tekin, Ankara

Mustafa Alp Yılmaz, Bursa

Azra fiaflmaz, Ordu

Can Bilgiç Yıldırım, ‹stanbul

Naz Poyraz, Ankara

Ya¤›z Can Erkan, ‹stanbul

Alper Yüce, Mersin

Yaren Kalender, ‹stanbul

Ece ve Sude Yıldırım, ‹stanbul 153


BD TEMMUZ 2016

Bulmacan›n çözümü 151. sayfadadır. 154


Bulmaca Filiz Lelo¤lu Oskay SOLDAN SA⁄A: 1-Geçti¤imiz günlerde yitirdi¤imiz fotografta görülen Yeflilçam›n usta karakter oyuncusu.Hayvanlar›n aya¤›na ba¤lanan bir araç. 2-Mu¤la’n›n bir ilçesi.- Zaman zaman kendini kaybederek oldu¤u yere düflme ve a¤›z köpürmesi ile ortaya ç›kan bir sinir hastal›¤›.- Makine Kimya Endüstrisi’nin k›sa yaz›l›fl›.- ‹skambilde birli. 3-Kundurac›l›kta köselenin yüzünü s›y›rmaya yarayan alet.- ‹simler listesi.- Avuç içi. 4-Yunanistan’›n plaka iflareti.- Taklit. 5-Afrika’da bir ülke.- Bir nota.- Baz› kufllar›n bafl›nda bulunan yelpaze biçiminde tepelik. 6-‹talya’n›n güneyinde bulunan bir liman kenti.- Güreflte bir oyun.- Türkiye Kömür ‹flletmeleri’nin k›sa ad›. 7-Bir tak›m›n gözde oyuncusu.- Geri, art.- Lantan›n simgesi. 8-Bir yere ba¤lamak veya çekerek götürmek için hayvan›n bafll›¤›na veya tasmas›na ba¤lanan ip.- Kumaflla astar aras›na konularak giysinin dik durmas›n› sa¤layan kolal› bez.- Avrupa’da bir baflkent. 9-Kat›fl›ks›z, saf.- Sinir hastal›klar› ile ilgili hekimlik kolu. 10-Milli içece¤imiz.Anadolu’da kurulmufl eski bir uygarl›k.Göreceli. 11-Satrançta yap›lan özel bir hareket.- Emile Zola’n›n bir yap›t›.- ‹tenek. 12-‹çine baz› fleyler koymak için huni biçiminde bükülmüfl kap.- Kuzu sesi.Antlaflma. 13-Bir ifli yerine getirmek için merkez olarak seçilen yer.- Japonlar›n ulusal k›yafeti.- Akademik bir unvan›n k›sa yaz›l›fl›.- Eski dilde su. 14-Yürekli, yi¤it.Saha, meydan. 15-Hurman›n budaklanmas› ve ›slah edilmesi.- Afyonun bilefliminde bulunan uyuflturucu etkiye sahip temel alkaloit.- Gelecek. 16-Yal›yar.-Boru sesi. 17-Mezopotamya’da kurulmufl eski bir uygarl›k.- Bir veya iki çalg› için yaz›lm›fl, üç veya dört bölümden oluflan müzik eseri. 18-‹fllevsel amino grubu tafl›yan herhangi bir bileflik.- Bir nota. 19-Yolcu ve turistlere geceleme imkân› sa¤layan iflletme. Olumsuzluk belirten bir ek. 20Tedavi.

YUKARIDAN AfiA⁄IYA: 1-19271985 y›llar› aras›nda yaflam›fl olup , ‘Geyikli Gece’, ‘Hadi ‹zmir’e’ adl› fliirlerinden de tan›d›¤›m›z flairimiz.- Hatay’a özgü bir tatl›.- Müstahkem yer. 2-Gemilerin liman a盤›nda beklemeleri.- Bir gezegen ad›.‹stanbul’un tarihi bir semti. 3-Kur’anda bir sure.- I¤d›r’›n bir ilçesi.- Esenlik. 4-Tropik bölgelerde yetiflen sert kabuklu bir meyve.- Asya’da bir ülke.- Kum fal›. 5-Amerika Birleflik Devletleri’nin orijinal k›saltmas›.- Nominal çap anlam›na gelen bir k›saltma.- Eski M›s›r’da günefl tanr›s›.ABD’de bir eyalet. 6-Galyumun simgesi.Uluslararas› Hava Tafl›mac›l›¤› Birli¤i’nin k›sa ad›.- Bön, enayi.- Tavlada bir say›. 7-Faiz.- Birlikte ifl yapan, ortaklafla yararlarla birbirlerine ba¤l› kimselerden her biri.- Tekdüze. 8-‘Ahmet....’ (edebiyatç›m›z).- Güneydo¤u Anadolu’da bulunan bir baraj gölü.- ‹nce yap›l›.- Megesterol asetat›n k›sa yaz›l›fl›. 9-‹stanbul’un bir semti.- Belli bir biçimi olmayan, biçimsiz.Yol, yordam, yöntem. 10-Ümit etme.Eski dilde ayna.- ‘..... Brass (Ünlü ‹talyan yönetmen). 11-Bursa’n›n bir ilçesi.- S›k›nt› verme. 12-Berilyumun simgesi.- fiaflma belirten bir ünlem.-Bir haber ajans›n›n simgesi.- Tüyleri parlak ve çok renkli olan bir papa¤an türü. 13-Kalbin sol kar›nc›¤›ndan ç›kan ve vücuda k›rm›z› kan da¤›tan büyük atardamar.- ‘...... Durbafl’ (‘Kufl Tufan›’, ‘‹kinci Bask›’ adl› fliirleri de bulunan flairimiz).- Bir nota. 14-Belli bir konu, yer ve dönemle ilgili yay›nlar› kapsayan veya en iyilerini seçen eser.- Güven, emniyet.15-‹htiyarlar›n baston yerine kulland›klar› uzun sopa.- ‹lgi eki.-Büyük Britanya’n›n plaka iflareti.- Bir yeri vatan sayan, yurt kabul eden kifli. filizoskay@butundunya.com.tr 155


Satranç Mustafa Y›ld›z GEÇM‹fi ZAMAN OYUNLARI Feridun Öney - Suat Atal›k, 19. Türkiye Satranç Birincili¤i, ‹stanbul, 1984 1.c4c52.Ac3 g6 3.g3 Fg7 4.Fg2 Ac6 5.a3 e6 6.Kb1 a5 (6…Age7 7.b4 cxb4 8.axb4 d5 9.b5 Ae510.cxd5 exd511.d4 Ac4 12.e3 Fe6 13.Age2 Vd7 14.Ka1 ile Benko Martz’a kars› Vrnjacka Banja 1973 turnuvas›nda hafif üstün duruma geçmifl.) 7.Ah3 (7.h4hamlesi beyaza eflit bir oyundan baflka bir fley getirmiyor: 7…h67…Age7? 8.h5 d5 9.cxd5 exd510.d3 Fe6 11.Ah3 Beyaz kazan›r. WatsonFuller, Harrow 1979 8.Ah3 Age79.Af4 O-O10.b3b6 !?11.Fb2 d6) 7…Age7 8.Nf4 O-O 9.O-O (9.b3hamlesine, Adorjan Miles’a karfl› Londra 1975 turnuvas›nda, ilginç bir piyon fedas›yla oyuna devam etmifl: 9…d5!? 10.cxd5 exd511.Acxd5 Axd5 12.Axd5 Ad4 13.OO Fg4 14.Ac3 Ke8 Siyah›n piyon eksikli¤ine karfl›l›k yeterli düzeyde karfl› oyunu var.) 9…Kb8 10.b3 b6 11.Fb2 Fb7 12.e3 d6 13.d3 Vd7 14.Aa4 Fxb2 15.Kxb2 Fa6 16.Ac3 b5 17.Ae4 f5 18.Ag5 e5 19.Afe6 !? Son derece cesurca yap›lm›fl bir hamle. Acaba iyi hesap edildi mi? 19…Kf6 (D1) 20.d4 h6 (20…cxd4 21.exd4 bxc4 devam yolu D1: 20.d4! Öney’den ileri görüfl; da mümkün.) 21.dxe5 Axe5 22.Kd2 hxg5 beyaz atlar›n tehdit edilmesine önceden önlem. 23.Kxd6 Va7! 24.Kd8+ fif7 25.Axg5+ fig7 26.Kd2! (Bu fedan›n sebebi, arkas›ndan gelecek olan 27.Va1 hamlesi ile beyaza kazanç gözüküyor. Ama…) 26…Ke8? (Oyunun en kritik yerinde acele verilmifl bir karar. Do¤rusu: 26…bxc4! 27.Va127.f4 Ad3 28.bxc4 Fxc4 29.Kxd3 Fxd3 30.Vxd3 ∞ 27…c3! 28.Vxc3 Fxf1 29.Vxe5 29.fixf1 A7c6 30.Fxc6 30.f4?! Ag4 31.h3 Axe3+! 32.Vxe3 Ad4 siyah iyi 30…Axc6 31.Kd6 Ve7! 31…Ad4? 32.exd4 Kxd6 33.dxc5+ Kf6 34.Ae6+ fif7 35.Ag5+ = 32.Kxc6 Kxb3!∞ 29…Fxg2 D2: 33.Kxg8! Oyunu bitiren vurufl. 30.Kd6 30.Ae6+ = 30…Kf8 31.Ae6+ Kg8 32.Axf8 Kxf8 33.Ve6+ Kf7 34.Rd8+ fig7 35.Kd7 Va8 36.Kxe7 Kxe7 37.Vxe7+ =) 27.Va1! Ag8 28.f4 Ag4 29.Kfd1 Beyaz çok üstün. 29…Fc8 30.Fc6 Ke7 31.Kd8 Vc7 32.cxb5 Axe3 (D2) 33.Kxg8+ fixg8 34.Vxf6 Axd1 35.Fd5+ Fe6 36.Axe6 Kxe6 37.Fxe6+ fih7 38.Ff7 1–0 (Analiz: Çetin Sel) 156


BD TEMMUZ 2016

AVRUPA SENYÖRLER 2016 Karen Movziszian (Ermenistan) – Hür Yasin (Türkiye) 1.Tur ezir kanad›nda iki beyaz piyonu yutan siyah vezir, ç›k›fl yolu bulam›yor, c3 karesinden Fc1 nedeniyle kaç›fl yok. 24…Vxa1 25.Vxa1 b3 ‹flte bu ilerleyen piyon Kaknüs gibi bir hamle önce yitirilen vezirin küllerinden do¤acak. 26.Fh4 Ag8 (27…Ac6 daha iyi.) 27.Ke1 Kfb8 28.Kb1 a5, b piyonuna yard›m için ad›m at›yor. 29.Ff1 a4 30.Fe1 Ff8 31.Fxc4 dxc4 32.Ad2 b2 Beyaz terk etti. 0-1

V

fiU ‹ZOLE VEZ‹R P‹YONU 4. Çeflme Aç›k Turnuvas›’n›n ilk turunda oynanan K›vanç Haznedaro¤lu- Vedat A. Çetinkaya oyununun 12. hamlesinde oluflan yandaki konumda siyah izole d piyonundan kurtulmak amac›yla 12…d4 oynuyor. “Yar› aç›k dikeyde ve özellikle önündeki kare rakip taraf›ndan kontrol ediliyorsa izole(yaln›z) piyon ciddi yetersizlik say›l›r.” Yetersizlikten kurtulman›n bir yolu da onu de¤iflmektir. fiimdi s›ras› m›? Sözkonusu piyonun önündeki d4 karesini taraflar eflit say›da (3=3) taflla kontrol ediyorlar, hatta f3’teki at, g5’teki fili de korumak zorunda oldu¤u için etkisiz say›labilir. 13.exd4 Axd4 14.Kxd4 Kxd4 Buraya kadar her fley yolunda! 15.Fe3! Bu, can s›k›c› sürpriz hamle, a¤›r tafllar›n iyi birer kontrol edici olmad›klar›n› gösteriyor. (12…h6 13. Fxh4 d4 olabilirdi.) 13…Ff5 14.Vc1 Kad8 15.Axd4 Kxd4 16.Fxd4 Vxd4 17.Kd1 Vh4 18.Ve3 Siyah terk etti. 1-0 ATAK

OYUN SONU

A.Akat- S.Tatl›, Ceflme, 2016

I. Haschek, 1928

Beyaz Kazanır

Beyaz Kazanır

myildiz@butundunya.com.tr

Çözümler 151. sayfadad›r.

157


Bize Gönderilen Kitaplardan S›tk› Taranc›’n›n “Haydi Abbas, vakit tamam; / Akflam diyordun iflte oldu akflam. / Kur bakal›m çilingir sofram›z›; / Dinsin art›k bu kalp a¤r›s›” Yiyin Efendiler Yiyin dizelerini ezbere bilmeyen akflamc› yok gibidir. fiiirin son iki dizesindeki fiiirli duygu masadakileri bir yerlere al›p Sofralar götürür hep: “Al getir ilk sevgiliyi Befliktafl’tan; / yaflamak istiyorum Antolojisi gençli¤imi yeni bafltan.” Kimse gençli¤ini yeni bafltan yaflayamaz ama Gültekin Emre dostlar aras›nda tarihi geriye sard›rmak her zaman olas› dizelerin O¤lak Yay›nc›l›k yard›m›yla. Televizyon, internet, bas›n günümüzde yeme-içme kültürüyle ilgili, de¤iflik ülkelerin mutfa¤›n›, geleneksel yemek kültürünü tan›tan ol, Yolcu, Yolculuk fiiirleri Antoçok yay›n var. Gültekin Emre buna lojisi”, “Yar›m Damla-Almanya’daki fliir kat›yor. Yemek kültürünün fliirlere Türk fiiiri Antolojisi”, “Posta fiiirleri yans›mas›, “Yiyin, Efendiler Yiyin”... Antolojisi”... gibi ilk ve ilginç çal›flmalara imza ayan Gültekin Emre’den yine alan›nda bir ilk: “fiiirli Hititlerde ve Eski Sofralar Antolojisi.” Türk fliirinin Anadolu Toplumlar›nda gözde flairlerinin, yeme-içme fliirlerinden oluflan yap›tta, al›flveriflten, Din, Devlet, Halk ve mutfa¤a, kahvalt›dan ö¤le, akflam E¤lence sofralar›na fliirlerle yolculuk yap›l›yor. Yeme içme kültürü konusunda düz Ahmet Ünal yaz›lar›n› da sürdüren Emre bu kez fliirlerle, yemek çeflitlerinden lokan- Bilgin Kültür talara, meyvelerden de¤iflik içkilere Sanat Yay›nlar› ve unutulmaz tatl›lara imge imge, dize dize buluflmalar gerçeklefltiriyor. “fiiirler, dizeler dost sofralar›n›, doyumsuz sohbetleri, içki kadehlerini, ititler konusunda özgün çal›flmalar›n› meze tabaklar›n›, duygu dünyalar›n› sürdüren Ahmet Ünal iki yeni yap›sar›p sarmalar hep, günlük yaflam›n t›yla Anadolu uygarl›¤›n›n kopuk s›k›nt›lar›ndan uzaklaflt›r›r.” Cahit

Y

H

158


BD TEMMUZ 2016

halkalar›n› birbirine ekleyerek hem dünyaya hem de ülkemize gözden ›rak gönülden uzak basamaklar› gösteriyor. Ünal Hititçe, di¤er eski Anadolu dilleri, tarih, kültür, din, büyü, falc›l›k, t›p, arkeoloji, mutfak, sözlük, sanat ve siyasi tarihle ilgili Türkçe, ‹ngilizce ve Almanca yaz›lm›fl çok say›da kitab›, yüzlerce makalesi ve ansiklopedi maddeleri bulunuyor. 10 y›l önce Almanya’da yay›nlad›¤› çok dilli Hititçe sözlü¤üne flimdi “Hititçe–Türkçe, Türkçe-Hititçe Büyük Sözlük” ile yeni bir zenginlik katan Ünal’›n üç ciltlik “Hititler Devrinde Anadolu” el kitab› niteli¤indedir.

Öklid’in Penceresi Paralel Çizgilerden Hiperuzay’a Geometrinin Öyküsü Leonard Mlodinow Say Yay›nlar›

B

ugünlerde bas›nda s›k s›k kullan›lan (tamam›yla yakarak ortadan kald›rmak anlam›na gelen Nazilerin soyk›r›m›n› dile getiren) Holocaust’tan kurtulan bir ailenin çocu¤u olan, Mlodinow,

Stephen Hawking ile birlikte haz›rlad›¤› “Büyük Tasar›m” kitab› d›fl›nda “Ayyafl Yürüyüflü”, “Subliminal, Bilinçd›fl›n›z Davran›fllar›n›z› Nas›l Yönetir?” yap›tlar› yan›nda “Uzay Yolu” dizisinin senaristi olarak tan›d›k biri. “Öklid’in Penceresi” okuyucular›n› yeni bir yolculu¤a ç›kar›yor. “Bu bin y›l içinde en yak›n y›ld›za (bir gün büyük olas›l›kla ›fl›k h›z›n›n onda biri kadar olan eriflilebilir bir h›zla elli y›ll›k bir yolculukla) ulaflabilece¤iz” öngörüsünde bulunan Mlodinow eski Yunanlar›n paralel do¤rular kavram›ndan hiperuzayla ilgili en son fikirlere dek uzanan genifl bir matematiksel düflünce yelpazesini özetle sunuyor. Öklid’in penceresinden bakanlar art›k uzay ile zaman› bir daha asla birbirinden ay›ramayacak; 2x2’nin 4 etmeyebilece¤ini, paralel do¤rular›n kesifle-bilece¤ini ya da üçgenin iç aç›lar› toplam›n›n 180 dereceden fazla olabilece¤ini flaflk›nl›kla göreceksiniz. “Matematik, geometri” ad›n› duyunca sak›n s›k›c› bir kitap damgas› vurmay›n. Okumaya bafllay›nca sürükleneceksiniz. Bu arada Atatürk’ün de bir “Geometri” kitab› yazd›¤›n›, Ali Nesin gibi ayd›nlar›n matemati¤in ve geometrinin büyüleyici ve güdüleyici dünyas›ndan Türkiye’yi ay›ran duvarlar› y›kma çabas›n› an›msay›p; Aziz Sancar’›n 500 y›ll›k geri kalm›fll›¤› aflmak için “Ne Yap›yorsan›z ‹yi Yap›n, Çok Çal›fl›n!” önerisine kat›lacaks›n›z. Ço¤u zaman her fley bir söz, bir kitapla bafllar. 159


Bir Fotograf Bin Sözcü¤e Bedeldir Gönderi: ‹PEK ERSOY, MERS‹N

160


B

alyoz savcı ve yargıçlarının görsel varlıklarının arkasındaki gerçek yokluklarını “çıplak gözleriyle” gördüğüne ilk tanık olduğum kişi, Emekli Kurmay Albay ve bir “Balyoz sanığı” Suat Aytın’dır. Suat Aytın, karşısındaki Balyoz savcı ve yargıçlarının “arkalarındaki kimlikleri”ni görmüş, çok yakından tanıdığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, bu kişilerin suçlamalarını ve kararlarını hiçbir zaman ciddiye almayacağını, onları tanıdığı an anlamıştı.16 yıl hapis cezasına “mahkûm” edildiği kararın açıklanmasından iki gün sonra, Silivri’de açık görüşte “Büyük geçmiş olsun, komutan” diyerek boynuna sarıldığımda onun, beni teselli etmek için attığı kahkahası ve attığı “nara”sı, bugün de kulaklarımdadır: “Üzülme dostum… Türkiye Cumhuriyeti Devleti var oldukça, beni bu ülkede 16 yıl hapiste tutabilecek bir kuvvet dünyada yoktur. Bunlar pamuk helvası gibidir; sıkarsın, avucunda yok olurlar. Değil 16 yıl, bunların ömrü beni içerde16 ay bile tutmaya yetmeyecektir. Göreceksin.” O güne değin tanık olmadığım bir Türkiye Cumhuriyeti gerçeğini o gün, cezaevinin beton duvarları ve demir kapıları ardında Suat Aytın’dan öğrendim... Mete Akyol

Bütün Dünya’dan Lise Öğrencilerimize İndirim %

50

B

B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A

ütün Dünya tüm lise öğrencilerimize kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor. Okumayı seven, dergisine düzenli olarak ulaşmak isteyen lise öğrencilerimizin ev adreslerine, Bütün Dünya’yı %50 indirimli olarak gönderiyor. Bu fırsattan yararlanmak isteyen liseli öğrencilerimiz için abonelik çok kolay. Bir telefonunuz veya e-posta mesajınızla öğrenci

belgenizin fotoğrafını ileterek abonelik işleminizi başlatabilir, bir yıl boyunca Bütün Dünya’nızı her ay kapınızdan alabilirsiniz.

Bütün Dünya Bütün Dünya Abone Servisi Tel: (0506) 888 26 44 E-posta: abone@butundunya.com.tr


TÜRK

RESSAMLAR 1 TEMMUZ 2016

FÜSUN YEREMYAN 192297

TEMMUZ 2016

1951 y›l›nda Yeflilköy ‹stanbul’da do€du. Kandilli K›z Lisesi’ni bitirdikten sonra içindeki resim aflk›, onu küçük karalamalara ve bu günlere tafl›d›. 10 y›l Rus ve Azeri hocalarla çal›flt›. 25 y›ldan buyana hayat›n içindeki insan profilleri onun kompozisyonlar› oldu. Çeflitli dönemlerde 10 kiflisel sergi açan ve 8 karma sergiye kat›lan sanatç›, halen kendi resim atölyesinde çal›flmalar›n› sürdürmektedir.

SAYI: 2016 / 07

FİYATI: 5 TL

Alman Parlamentosu’nun Süryani Soykırımı İftirasını

Çürütüyoruz Cengiz Özakıncı’nın yazısı, ilk kez yayımlanan belgelerle 5. sayfada

Doğan Kuban: Özgür Türkiye Daha İnsanca ve Uygar Bir Toplumdu Sh: 11 Dr Öğüt Yazman, Osmanlı’nın ve Cumhuriyetin Devlet Yapıları

Cengiz Önal’dan Yeni Bir Dizi: Mustafa Kemal’in Silah Arkadaşları Sh: 21 Çiftçi Ümmiye Teyze Köyünde Tiyatro Kurdu, Film Çekti Sh: 118

Yücel Aksoy: GDO Doğaya Karşı mı, Doğayla Yanyana mı? Sh: 135 Halit Kıvanç: TRT Ekranının Kadrolu Balıkları Sh: 79


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.