Abdurrahman Melek: Hatay nasıl kurtuldu

Page 1


Nurer UGURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.

Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Temmuz 1999


Dr. ABDURRAHMAN MELEK

HATAY NASIL KURTULDU

Cumhuriyet

GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAGANIDIR.



İÇİNDEKİLER Önsöz

: ..............9 Genel Durum 27 Hatıralar 30 Anarşi Devri . 30 Kuvayı Milliye ile Temas ve İrtibat Tesisi . 32 Ankara İtilafnamesiyle Doğan Vaziyet 33 Anavatanla Temaslar . . 38 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Gazi Mustafa Kemal Paşa' nın

38 Temaslar Devam Ediyor 39 İskenderun Sancağı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .41 İskenderun Hükümeti . 44 Adana'da Söyledikleri

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Şam' a Bağlı Müstakil İskenderuİı

.46 .48 İskenderun İdare Meclisi 51 Latin Harfleri 53 Gaziantep Valisinin Gelişi . . .54 Şapka Hadisesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 5 Antakya'da Halk Partisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 57 T ürk Hakimiyeti Resmen İsteniyor . . . . . . . . . . . . . . 58 Sancağı Devrinde

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

İskenderun Sancağı Statü Organiği

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

5


Ankara ile Geniş Temaslar ........ ........ . ..61 . Suriye '{araftarlarının Telaşları ....... ..........64 Türkiye Hükümeti Davayı Ele Alıyor ...... ......66 İhtilal Hareketleri Başlıyor .. ........... .......69 Dörtyol 'da Toplanma ............ .............74 Hatay'da Kanlı Hadiseler ...................... 76 Cenevre 'ye Gidiş .. ........... ... .. ........ 77 Cemiyet-i Akvam'da ............. . ...... ....77 Hatay Erginlik Cemiyetleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 78 Cemiyet-i Akvam Müşahitleri ... ...............79 Atatürk' ün Cenuba Doğru Seyahatleri ..... . .....79 Hatay Statüsü ve Anayasası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 80 Antakya'da Durum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 83 Partide Çalışmalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85 Sancakta Fransız Delegesi Garreaux ile Mülakat . . . 85 Hatay'da İntihap Başlıyor... ... ................88 Delege Garreaux Hatay'da Son Günlerinde .......90 Fransızlar İdareyi Bırakıyorlar..................92 Vali Olarak İşe Başlama.......................96 İntihap Vaziyeti ............. ...............102 General Asım Gµtıdüz Heyeti ............... ,.103 Türk Askerinin Hatay' a Girişi ................ .106 Türkiye 'den Fevkalade Murahhas Geliyor .......109 İntihap Tekrar Başlıyor ...................... 1 1 O İntihap Neticeleri ...........................113 Mebus Adayları ............................114 Parti Beyannamesi ..........................115 Hatay Devleti ..............................119 Hükümet ve Kabine ........... ............ . 1 1 9 Mevzuat ... ...............................120 .

.

.

.

.

6

.


. Kazai Teşkilat . . Posta İşleri . . . ... Maarif İşleri . . Sağlık İşleri ve Diğer lşler . Fransızlarla Temas ve Hariciye İşleri Yabancı Ticaret Gemilerinin Bayrak Çekme Meselesi . . Seyahat lşleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . : . . . . . . . Gümrük Telefon İşi . Hatay'da Fransız İşgalinin Son Vaziyeti Otoriteler Arasında Temaslar Türk Mevzuatının Kabulü . Maliye Para İşi . . . . ... Halkın Memnunluğu ve İsteği . Atatürk'ün llgisi ve Ölümü Cenaze Merasimine Katılma . Fransızlarla Bir lhtilaf . llhak Başlangıcı . . . . . Cumhurreisi'nin Huzurunda . Transit Derdi . . .. Fransız İdarecilerinin Çekilmesi . Ermenilerin Hicreti . Hatay 'da Cumhuriyet Halk Partisi Kurulması Fransızlarla Son Temaslar ve Müzakereler Hudut lşleri . . . . Anavatana İltihak Kararı . . . . . . . . . . . . . . . . Hatay Valisi Olarak Göreve Başlayınca Yayımlanan Tarihi Beyanname Hatay Millet Meclisi'nde Okunulan Hükümet Programı . ... . . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

127 . . . . 1 28 1 29 1 33 1 34 . 1 36 . 13 .137 . 1 38 139 1 39 141 . .141 .141 . 1 42 . 143 1 43 . 144 1 45 145 1 45 . . . . 1 46 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

1 23 . 1 24 1 24 125 . 1 26 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

149 1 50

7



ÖN SÖZ Birinci Dünya Harbi ' nin Osmanlı İmparatorluğu için fe­ na akıbeti Türk vatanının güzel bir parçası olan Hatay'ı 19 se­ ne Fransız mandası altında ve Suriye idaresinde bırakmıştır. Bu devre zarfında bu mıntıkanın karşılaştığı güçlükleri, 1919 'dan anavatana iltihak tarihi olan 1939 senesine kadar milli emellerimizin tahakkuku (gerçekleşmesi) için nasıl ça­ lışıldığını içinde yaşadığımız ve gördüğüm hadiseleri yayım­ lamayı vazife bildim. Bu maksatla hazırladığım bu eseri Türk milletine sunmayı bir borç bilirim. Dr. Abdurrahman Melek

9



Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz. Gazi Mustafa Kemal

11



HATAY DEVLETÄ° BAYRAGI

13



1 936 senesi Birinci Kanun (Aralık) ayında Hatay Bayra­ ğı 'nın şeklini Atatürk tespit buyurdular ve Hataylılara arma­ ğan ettiler. Bu münasebetle Hatay Türkleri adına kendilerine sunu­ lan teşekkürlere cevaplan: (30. 1 0. 1 937) Abdurrahman Melek Hatay Erginlik Cemiyeti Genel Merkezi Başkanı Beyazıt İstanbul C. Size de kutlu olsun. K. Atatürk

15



17



c� ı·

,��;ı, ;;�;,� �2'.f

..�. tf����,2; ;\• ..

/·:,.·:.}-•Eltt u�t._i ·,�ıunl$ � at::ı.:ur�� tt'-ş:p.nn.'J.:JhiHff_lı ul:wa · ·ıitt t$.l ··ı.�Qtr��ın-�·n��rn-i."'.� �dH>�l�(·ı: p::: • ı� 'dıl:e ıtı.\�rnrhlıiBt"�

-

\O

Atatürk'ün telgrafı

ti/


Türk askerinin Hatay'a girmesine dair Türk-Fransız he­ yetleri arasında Antakya'da imzalanan anlaşma üzerine Ata­ türk'e Hatay Türklerinin şükranlarını arz eden Hatay Vali­ si'ne cevapları. (7 .7. 1 938) Antakya Dr. Abdurrahman Melek Vali C. Sizin için artan saadetler ve refah dilerim. Atatürk

20


21


22


� �

t"")

el:: �

öJ)

Q) .E

�] Q)

;;..

,,,. "'

ı:x:ı

� � �.

...

. i�

23


Bay Abdurrahman Melek Hatay Başvekili Antakya Başkanlığınızda Hatay Kabinesi'nin teşekkülü münase­ betiyle ulu önderimiz ve Türk Milleti hakkındaki duyguları­ nı ifade eden telgrafnamenizi büyük şefimize arz ettim. Ka­ binenizin Hatay halkını saadet ve refaha etiştjrmeye matuf me­ saisinden tam başarıya nail olması temennilerini tekrar buyur­ duklarını arz eder ve kendi samimi tebriklerimin kabulünü di­ lerim. (8.9.1 93 8) Başvekjl C. Bayar

24


.,,.<··

4f�JZ.�i�,. ·/''·ı

·=·f.·�'i:'i w:/�

<.

....

,;-�"*"'-4...)

···ı=..r:-1

.... t::

N Vı

.,(:...,;; .. �""v.,.,._.f../·:· �<�;.; {;,..<,.../ · ,,:{�_,:,... .._r'_l�. {.ı.�··<�l:,;r�;:.,

.,._,/;k.�.

.

.

���·

-. �

.... ...

.

..

::,;.:..-� .-.;.,-..} /

..

...

. (.,.�;wı ·.��.� .,,

Hatay'ın anavatana kavuşması münasebetiyle Cumhurbaşkanı İsmet lnönü'nün telgrafı.


Dr. Abdurrahman Melek G. Antep Mebusu

C. Aziz Hatay'ın anavatana kavuşması sevinci büyük ve derindir, bu mesut neticeye ulaşmada unutulmaz hizmet his­ leriyle sayın Hataylıları ve sizi muhabbetle anar hararetle teb­ rik ederim. (25.6.1 93 9) İsmet İnönü

26


GENEL DURUM Hatıralara başlamadan önce bazı hususların belirtilmesi faideli sanıyorum. Antakya, İskenderun, Belen ve havalisi Osmanlı idare­ sinde Halep vilayetine bağlı birer kaza idi. İstibdat idaresinin fenalıkları bu vatan parçasında da tesir ve tezahürlerini gös­ teriyordu. Antakya'da medrese, tekke ve ağalar saltanatı hü­ küm sürüyordu. İskenderun'da ise kozmopolit bir muhit ha­ kimdi ve Türkleri boğmaya çalışıyordu. 1 9 1 4 senesinde yüksek tahsilde bulunan 3 arkadaşımla Antakya'da "Türk Ocağı" açmıştık. Muhitte milliyet fikirle­ ri uyanmamış olduğundan birçok güçlükle bunu yaymaya ça­ lıştık. Ocağı oldukça kuvvetli bir teşekkül haline getirebilmiş­ tik. Oradaki İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ilk zamanlarda çok yardımını gördük. Fakat bir müddet sonra ocağı teşkil eden gençlerin bazıları seferberlik dolayısıyla askere veya tahsil için başka yerlere gittiler, bu yüzden ocak kapatıldı. Bununla beraber azanın çoğunda milliyetçilik hisleri yerleşmişti. Ge­ rek Türk Ocağı, gerekse İttihat ve Terakki Cemiyeti, muhitte, ileride üzerinde yürünebilecek milli bir zemin hazırlamış bu­ lunuyordu. Birinci Dünya Harbi esnasında Suriye'de birtakım gizli 27


siyasi Arap cemiyetleri teşekkül etmişti. Antakya'dan birkaç kişi, Türk ve yerli oldukları halde, bu cemiyetlerle münase­ bet tesis etmiş olmalılar ki, harbin son günlerinde Osmanlı ordusunun Suriye'den çekildiği sıralarda Antakya'da kayma­ kam, savcı, jandarma kumandanı, mevki kumandanı gibi ma­ halli otoriteyi teşkil edenlerin Arap olmalarından istifade bunlarla birlikte Antakya'ya komşu Harim, Cisrişuur kaza­ larından ve diğer Arap muhitlerden toplanan silahlı bir kuv­ vete dayanarak "Hükümet-i Arabiyye-i Muvakkate" namı altında bir hükümet ilan etmişler ve memleket ileri gelenle­ rini bir sürü yalan yanlış havadisle tehdit ve tazyik ederek im­ zalarını almışlar, bir kısım Türk memurlarını da hapsetmiş­ lerdir. Bu isyan hareketi üzerine Belen'deki askeri alayın An­ takya'ya gelmesi ve şehri kuşatması sonunda Arap hüküme­ tini kurmaya kalkışanlar kaçmak zorunda kalmışlardır. Alay şehirde asayişi temin ve normal hayatı iade etmiştir. Ancak birkaç gün sonra Mondros Mütarekenamesi'nin ahkamına ri­ ayetle askeri kuvvetlerin Adana istikametine çekilmiş olma­ ları Arap komitecilerine meydanı boş bırakmıştır. Bunlar Mekke'deki asi Şerif Hüseyin namına tekrar icrayı hükümet etmeye başladılar. Harbin bittiği ve mütarekenin imzalandığı tarihte düşman ordusu Halep-Kilis arasında Katma mevkiinde bulunuyordu. Burası, Hatay'ın şimdiki hudutlarından 30-40 km. uzakta idi; böylece Hatay topraklarına hiçbir düşman kuvveti girmemiş­ ti. Böylece Misak-ı Milli'nin 2.nci maddesindeki "Mütareke imza edilirken işgal altında bulunmayan Osmanlı toprakları bir küldür.Bu topraklar tefrik kabul etmez" cümleleri Hatay'ın durumuna tamamen tavafuk ediyordu. Mondros Mütarekesi imzalandıktan bir hafta sonra bir ln28


giliz müfrezesi Antakya'ya gelmiş ve sadece askeri işgal ha­ linde burada beş-altı gün kalmıştır. 12. 11. 1918 tarihinde de İskenderun'a bir Fransız gemisi asker çıkarmış, Fransız kumandanı imzası ile sokak başları­ na, hülasası şundan ibaret olan beyannameler yapıştırılmıştır: "İskenderun-Halep şoşesi İtilaf devletlerinin işgali altına alın­ mıştır. Fakat buradaki Osmanlı mülki idaresi kemakan devam edecektir." Kumandan aynı zamanda İskenderun kaymakamı­ na da bunu resmen tebliğ etmiş ve bu sırada Halep'te bulunan Kral Faysal da, Antakya'yı resmen Halep Faysal hükümetine bağladığını açıklamıştır. Bunun üzerine 7.12. 1918'de lsken­ derun'dan gelen bir tabur Fransız askeri Antakya'yı işgal al­ tına almıştır. Faysal hükümeti ortadan kaldırılmış, hükümet ko­ nağına Arap bayrağı asılmaz olmuştur. Yalnız memurlar ma­ halli idaredeki vazifelerine devam etmişlerdir. 2 ay sonra hü­ kümete Fransız bayrağı çekileceği haberi yayılınca Türk mü­ nevverleri şu beyannameyi yayımlamışlardır: "Antakya hükü­ met konağına çekilecek bayrak ancak Türk bayrağı olabilir. Aksini yapmaya cüret edenler bunun acı akıbetlerinden çekin­ melidirler. Bu memleketin mukadderatı tayin edilinceye ka­ dar burası hukuken Türktür. Fransız ordusu buranın inzibatı ile alakadar sayılabilir." İşgalin ilk gününüden beri Fransız askerleri arasında bu­ lunan Ermeni neferlerin sokaklarda yaptıkları taşkınlıklar, ekalliyet (azınlık) unsurlarının Türklere tahakküm etme yo­ lunda askeri idareden gördükleri himaye ve yardım Antakya halkını endişe, asabiyet ve gergin bir hava içinde bırakmıştır. Halep'te Kral Faysal' ın Fransız istilasına karşı koymak maksadıyla yarattığı çetecilik faaliyeti Müslümanlığı alet eden birkaç politika simsarı vasıtasıyla buralara sirayet ettirilmiş, bir29


takım açıkgöz insanlar da fırsattan istifade ederek Halep'ten tedarik ettikleri silahları ve cephaneyi bu havali halkına yük­ sek fiyatlarla satmak suretiyle gergin havanın büsbütün bozul­ masına sebep olmuşlardır. İdarenin başı olan Fransız askeri hii­ kimi, çete teşkilatı ile münasebeti olduğundan şüphe edilen kimseleri ve yakın akrabalarını hapisle tazyik etmeye başlamış, bunun aks-i tesiri olarak çetecilik süratle genişlemiştir. HATIRALAR Anarşi Devri 1919 Nisan' ında İstanbul'dan Antakya 'ya geldim. Duru­ mu anarşi içinde buldum. Osmanlı ordusundan emekli yüzba­ şı Asım' ın idare ettiği çetecilik faaliyette. Dağdan şehre silah­ lar atılıyor, şehirdeki kışladan Fransız askerleri makineli tü­ fek ve toplarla mukabele ediyorlar. Şehir içinde ve dışında muntazam bir otorite yoktu. Nüfuzlarına veya silahşorlükle­ rine güvenen kimseler etraflarına topladıkları şahıslarla çete teşkil ediyorlar, maksat ve gayenin ne olduğunu tespit etme­ den meydana atılıyorlardı. Bunlar arasında çok saf ve samimi ruhlu gençler olduğu gibi, eskiden eşkıyalık yapmış ve katil olarak tanınmış kimseler de vardı. Şehirde bir saat içinde dağdan çeteler iner, sokaklarda Fransız devriyeleri ile karşılaşırlar, silahlı çarpışmalar olur. Fransız askerleri istedikleri kimseleri şehrin herhangi bir sem­ tinden sürükleyerek kışlaya götürürler, hapis ve işkence eder­ ler, çeteler de istedikleri kimseleri yakalayarak dağa kaldırır­ lar, para veya söz alarak bırakırlardı. 30


Atılan mermilerden, serseri kurşunlardan yaralananlar, ölenler ve zarar gören Türk evleri vardı. Fransızlar şehir dışına ancak askei birlikler halinde çıka­ biliyorlardı. Asım, karargahını Antakya şehrine 1 O km. uzakta bir Türk köyü olan Narlıca'da kurmuş, Kral Faysal namına yap­ makta olduğu çeteciliği intizamsız şekilde oradan idare edi­ yordu. Faysal ile Asım arasındaki irtibatı (bağlantıyı), başta Suphi Bereket olmak üzere, vaktiyle Antakya'da teşekkül et­ miş olan Arap komitesinin idare ettiği söyleniyordu. Şehir halkı huzursuzluk içinde kıvranıyordu. Çeteciliğin umumi vasfı, Araplık namına yapılmakta olması idi. Anarşi vaziyeti de ayrıca teessür ve endişe yaratmıştı. Antakya' nın tanınmış bir Türk ailesinin çocuğu olan yüz­ başı Asım eskiden beri tanıdığım ve son yıllarda İstanbul'da kendisi ile arkadaşlık ettiğim bir zat idi. İstanbul'dan geldiği­ mi işitmiş, beni görmek üzere şehre ineceğine dair haber gön­ dermişti. Bu haber aynı zamanda komşularımıza da tebliğ edilmişti. Komşularımızdan bir zat çok telaş gösterdi. Sebe­ bini sordum, "Bizden para isteyecekler" diyordu. İki gece sonra Asım, sabaha karşı muhafazları ile beraber mahallemi-. ze geldi. Asım' a, niye bu yanlış yola saptın, mademki böyle bir hareket yapmak kudretindesin, niçin bunu kendi hesabı­ mıza Türklerin namına yapmıyorsun diye sordum. "Türkler­ den ümit yok. Bize Araplar yardım ediyorlar. Büyük bir Arap İmparatorluğu kuracağız. Bundan başka çare kalmamıştır" dedi. Bir hafta müddetle şehirde hüküm sürdü. Arap komite­ since tespit edilmiş olan liste mucibince şahıslardan paralar topladı. 31


Burada hayret verici bir manzara ile karşılaştığımı yaz­ maktan vazgeçemeyeceğim. Asım beni birkaç arkadaşla bir gece amcasının oğlunun evine davet etti. Odaların birinde in­ cesaz, güzel sesle şarkılar, bol içki, ikide bir fettan bir Arap kızının raksları, bu esnada çeteler arasından yükselen bir ses "Yaşasın Asım Bey". Asım hemen ellerini ceplerine so­ karak üç beş altın çıkarıyor, önüne gelen çete efradına atı­ yordu. Avluda bir tarafta rakı masaları, bir tarafta kumar oy­ nayan beş altı kişi vardı. Bunlar önlerine gümüş mecidiye­ ler yığmışlardı. işte Müslümanlık namına yapılan cihattan küçük bir tablo! Antakya halkı şehri terk ederek köylere dağılmak mec­ buriyetinde kaldı. Kış-la ve hükürnet konağı civarındaki ma­ hallelerden başka semtlerde kimse kalmamıştı. Halep şehrinin Fransız ordusu tarafından işgali üzerine Asım çeteciliği bir anlaşma suretiyle inhilal etti (dağıldı) . Fay­ sal namına yapılan çetecilik faaliyeti umumiyetle dini heye­ canları istismar etmek gayretinden ileri bir netice vermemiş­ ti. Asım çeteciliğinin inhilalinden sonra Türk çetebaşılarından bazıları Maraş'a giderek Kuvayı Milliye'nin Hatay mıntıka­ sında da faaliyetini istediler. Asım da Halep'te nezaret altın­ da iken kaçarak Maraş' a iltica etti. Kuvayı Milliye He Temas ve İrtibat Tesisi ittihatçılardan ve Türk Ocağı mensuplarından birkaç ar­ kadaş Ahmet Türkrnen'in riyasetinde Müdafaa-i Hukuk Ce­ miyeti'ni kurdular. Ahmet Türkmen'in Anadolu'da Kuvayı Milliye ile muhabere etmesine karar verildi. Reyhanlı'da da buna benzer bir heyet teşekkül etti. Antep ve Adana havalisi 32


işgal altında olduğundan yalnız Maraş ile muhabere ve temas temin edilebilmişti. Maraş'tan Yüzbaşı Bedri kumandasında Antakya hava· lisine bir kuvvet gönderildi. Bunlarla Müdafaa·i Hukuk Ce­ miyeti azaları arasında gizli temas başladı. Fakat Fransızların yaptığı askeri harekat üzerine Y üzbaşı Bedri kuvvetleri bu ha­ validen çekilmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu kuvvetlerle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Selim Murat nam-ı müste­ arıyla muhabere eden Ahmet Türkmen kaçarak Gaziantep'e iltica etti. Bundan sonra Maraş'tan ikinci defa Özdemir ku­ mandasında bir akıncı kuvvet daha gönderildi. Türk köyleri şimalden gelen her kuvvetle birlikte ayaklanıyordu. Buna kar­ şılık Fransız idarecileri de askeri harekat yaparak köyleri ya­ kıp yıkıyor, yağma ettiriyor ve ellerine geçirdikleri suçluları hapis, nefiy ve idam cezaları ile mahkum ediyorlardı. Y üzba­ şı Asım'ın da dahil olduğu Özdemir kuvveti cenuba doğru ge­ lirken yolda Asım, eski çeteci arkadaşlarından şaki bir Ara­ bın kurşunu ile öldürülmüştü. Özdemir teşkilatı genişlemekte ve tam bir milli mücade­ le manzarası almakta iken Ankara ltilafnamesi ilan edildi. Şi­ malden gelen kuvvetler çekilip gittiler ve yerlilerden bunlara iltihak etmiş olanlar da dağılmak mecburiyetinde kaldılar. Bu suretle de Kuvayı Milliye'nin bu mıntıkada devam etmesi için yapılan gayretlerden, zaman ve şartlar yardım etmediğinden beklenen netice elde edilemedi. Ankara İtilafnamesi'yle Doğan Vaziyet Ankara'da Fransız murahhası Franklin Bouillon ile görü­ şüldüğü ve henüz itilafnamenin ilan edilmemiş olduğu gün33


lerde Gaziantep'e kaçmış olan Ahmet Türkmen, Antakya' ya kırk elli nüsha beyanname göndermişti. Bunlar da, Antakya­ lskenderun mıntıkası için ayrı bir idare ve eski Bakras hükü­ metinin resmi alamet-i farikası olan ok ve tırpan işaretlerini havi (içeren) hususi bir bayrak istenilmesi yazılı idi. Yine bu günlerde, İskenderun'a Colonel Melangeau'nun riyasetinde bir Fransız heyeti gelmiş, memleketin ileri gelenleriyle temas ediyordu. O sırada arkadaşımız Rasim Yurtman ile, İskende­ run'da bulunuyorduk. Bizi de çağırdılar. Heyet, ne gibi şika­ yetlerimiz olduğunu, nasıl bir idare istediğimizi sordu: "Her şeyden evvel anavatanımız Türkiye'ye iltihak istiyoruz" ce­ vabını verdik. "Bu, mümkün değil. Bizim maksadımız bu mıntıkada idaremiz altında kalan Türkleri memnun edecek bir idare şekli tayin etmektir. Bundan başka mevzuda bir şey gö­ rüşemeyiz" dediler. "Öyle ise, Suriye'den ayrı bir mıntıka ola­ rak burada hususi bir idare kurmalısınız, milli ve içtimai Türk üstünlüğünün hakim kılınmasını isteriz" dedik. Muhaveremiz esnasında harita üzerinde Türk ve Arap mıntıkalarını işaret ederken, tuhaf tesadüf, bilahare teşekkül eden "Müstakil İskenderun Sancağı" hudutlarını çizmiş ol­ duk. Ankara İtilafnamesi ilan edildi. İtilafnamede İskenderun ve havalisi için hususi bir rejimden, Türk bayrağına benzer bir bayraktan bahsedilmesi, şimdilik anavatının bu mıntıka ile fazla meşgul olamayacağını göstermekle beraber, üzerinde yürünebilecek bir esas kurulduğunu ümit ettirmekte idi. An­ kara İtilafnamesi'nin 3 . maddesi: İşbu "itilafnamenin imza­ sından itibaren azami iki ay müddet zarfında Fransız kıtaatı 8. nçi maddede mezkur hattın cenubuna ve Türk kıtaatı hatt-ı mezkı1run şimaline çekilecektir." 34


7. nci maddesi: "İskenderun mıntıkası için bir usul-i ida­ re-i mahsusa tesis olunacaktır. Mıntıka-i mezkfuenin Türk ır­ kından olan sekenesi (halkı) harslarının inkişafı için her türlü teşkilattan müstefit olacaklardır (yararlanacaklardır). Türk li­ sanı orada mahiye-i resmiyeyi haiz olacaktır." 8. nci maddesi: "Hatt-ı hudut İskenderun körfezi üzerin­ den Payas mevkiinin hemen cenubunda olmak üzere intihap olunacak bir noktadan başlayacak ve takriben Meydanıek­ bez' e doğru gidecektir" hükümlerini ihtiva ediyordu. Esas itilafnameye bağlı olan protokollerde, İskenderun ve Antakya mıntıkalarında mütemekkin (yerleşmiş) ahaliye, Türk bayrağını ihtiva eden hususi bir bayrak intihap etme seliihiye­ tini vermek lazım geldiği tespit edilmişti. ltilafname Türk halkının ümitlerini gelecek zamanlara at­ ması itibarı ile Türklerde teessür ve yeis (üzüntü ve karamsar­ lık) yarattı. Üstelik Adana havalisinden çekilen Fransız işgal kuvvetleri ile beraber oradaki Ermenilerin çoğu ve Kuvayı Milliye' ye aleyhtar kimseler İskenderun mıntıkasına yerleş­ tiler. Bunlar, çılgın bir kalabalık halinde etrafa Türk düşman­ lığı saçıyorlardı. Şimdiden itilafnamenin bir maddesindeki "Caractere populaire" taahhüdünün nakzedilme�i yolunu tut­ muşlardır. Umumi harbin ikinci senesinde Antakya'da Musa dağın­ da isyan eden yerli Ermeniler Fransız gemileriyle Kıbrıs ve Mısır' a kaçmışlardı. Fakat mütarekeyi müteakip Fransız işga­ liyle beraber yeniden köylerine dönmüşlerdi. Böylece İsken­ derun-Antakya ve havalisinde 30-40 bin kadar Ermeni toplan­ mış oldu. Fransız idarecileri bu mıntıkadaki Alevilerin ve Hıristi­ yanların bir kısmını da Türkler aleyhine tahrik etmişlerdi. 35


Böylece Süveydiye nahiyesindeki Türk köyleri ile bazı Alevi köyleri arasında kanlı hadiseler çıkmasına meydan verildi. Aleviler Arapça konuştukları için Fransız idarecileri tarafın­ dan Arap lisan ve kültürü meselesi ortaya atıldı. Aleviler Türk olduklarını bildiklerinden bu hususta bir iddiaya kalkışma­ makla beraber bir kısmı, Fransız idarecilerinin günlük politi­ kalarına ayak uydurmaktan ve hükümet taraftarı olmaktan vazgeçmediler. Ankara İtilafnamesi'nin henüz mürekkebi kurumamışken İskenderun Sancağı, ırkların, dillerin, siyasi cereyanların çar­ pıştığı bir fesat yuvası haline getirilmişti. Zevahiri kurtarmak gösterişiyle Fransız idarecileri Antakya'da iktisadi ve içtimai maksatlarla muhtelif unsurlardan bir gençlik teşekkülü kur­ mak fikrini ortaya attılar. "Selamet-i Belde" adı verilen ve Türk, Arap, Alevi, Hıristiyan ve Ermeni azası bulunan bir ce­ miyetin mutantan surette küşat resmi yapıldı. Henüz acıları unutulmayan Süveydiye vakası, muhitin birden değişen ırki ve içtimai manzarası, böylece muhtelif unsurların iştirakiyle bir teşekkül vücuda getirilmesi fikrini, günün makul politika­ sı olarak kabul ettiriyordu. En temiz Türklerden bazıları bile bu cemiyete aza yazılmışlardı. Her sınıf halkın iştirakiyle "Se­ lamet-i Belde" tam bir halk teşekkülü olmuştu. Bir müddet sonra cemiyetin Türk azasının yabancıların tesirine karşı mu­ kavemet göstermesi ve reisleri Samih Azmi'nin Ankara'ya git­ mesi üzerine cemiyet hükümet tarafından kapatıldı. Ankara İtilafnamesi gerek ahdi bakımdan, gerekse tat­ bikata fena başlanmasından ümitleri söndürmüştü. Yalnız bir iki kişi, istikbalde itilafnamenin mühim rol oynamaya mes­ net olacağını düşündük. Siyasi çalışmalarımızda bunu daima 36


ileri sürdük. Fransızlardan istediklerimizi de hep buna temas ettirerek hukuki sahada iddialarımızı ortaya atabildik. İtilafnameden şahsen benim de istifadem oldu. Şöyle ki, General Gouraud Suriye ve Lübnan 'da fevkalade komiser iken Antakya' ya gelmiş, memleketin ileri gelenlerini hükümet ko­ nağına davet ederek bir nutuk vermişti. Nutkunda Fransızla­ rın, hak ve adalet prensipleriyle buralara geldiklerini, ekalli­ yetler (azınlıklar) hukukunu müdafaa etmeyi siyasi şiar edin­ miş oduklarını; kendisinin de Türk muhibi (dostu) olması do­ layısıyla buradaki Türklerin menfaatlerini himaye edecekle­ rini söyledi. Ben buna sinirlenerek "General ! burada Türkler ekalliyet değil tam bir ekseriyettir. Burası tam bir Türk mem­ leketidir. Eğer siz bir Türk muhibbi iseniz ona göre muamele yapmalısınız" diyerek söze karıştım. Aradan iki ay kadar bir zaman geçmişti. B ir gün İsken­ derun mutasarrıf vekili Ethem Civelek, benimle üç arkada­ şım hakkında, İrvat adasına gönderilerek iş'ar-ı ahire (sonra bildirilecek bir zamana) kadar orada alıkonmamıza dair Ge­ neral Gouraud 'dan bir kararname çıktığını, fakat İskenderun mahalli otoritesi bunu icra etmek üzere iken İrvat adasında­ ki Türk menfilerinin (sürgünlerinin), Mersin limanında tes­ lim edilecekleri tebliğ edildiğinden, kararın icra edilmediği­ ni söyledi. Memlekette yüksek tahsil görmüş münevverlerin adedi pek azdı. Muhitte amil olabilecek eski politikacılardan bazı­ ları, Fransızlara ve Suriyelilere mal olarak tamamen menfi yol tutmuşlar, bazıları da bizimle beraber Türk davasını güt­ tükleri için hapsedilmişler yahut kaçmışlardı. Halkın çoğu milli hislerini içlerinde gizlemek zorunda kalmışlardı. Yal­ nız Anadolu'da devam eden milli mücadelenin muvaffak ol37


ması için her Türk gece gündüz dua -etmekte, kadınlar gizli­ ce minarelere çıkarak gözyaşlarıyla Allah'a yalvarmakta, adak adamakta idiler. Gözler ve gönüller Anadolu'da Musta­ fa Kemal Paşa'ya tevcih edilmişti. Anavatanla Temaslar 1 922 yılında Antakya'yı bu halde bırakıp İstanbul 'a git­ tim. Büyük İzmir zaferi kazanıldı. lstanbul'da arkadaşım Ba­ ha Miski ile hemşerileri topladık. Bunlardan aldığımız itimat­ name ile Ankara'da Büyük Millet Meclisi' ne, Reis Mustafa Kemal Paşa'ya telgrafla müracaat ettik ve bizim mıntıka ile de meşgul olmalarını istirham eyledik. Hilaliahmer Reisi Ha­ mit Bey vasıtasıyla da arzuhaller yolladık. Antakya ve Rey­ hanlı 'dan da Tayfur Sökmen, Rasim Yurtman, İnayet Mürse­ loğlu, Samih Azmi Ezer bir heyet halinde Ankara'ya geldiler. Gazi Mustafa Kemal Paşa heyeti kabul ettiler. Heyet maruza­ tı arasında bu havalide yapılan çetecilikten bahsedince Gazi Paşa "Bunlar bize resmen bildirilmeli " buyurmuşlardır. He­ yetin gelişinden gazeteler de bahsetmişti. Fransız idarecileri heyete dahil olanları, o havaliye sokmamak için haklarında mahkumiyet kararı çıkardılar. Bu arkadaşlarımız Adana'da "Antakya-İskenderun ve Havalisi Birliği "ni kurdular. Fakat birliği devam ettiremediler. Yalnız bundan büyük bir kazancı­ mız şu oldu: Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'da Söyledikleri Gazi Paşa'nın Adana'yı teşriflerinde yapılan istikbal me­ rasiminde birlik azaları siyah bayraklarla katıldılar. Siyah giy38


miş Antakyalı bir kızcağızın "Paşam bizi de kurtar" diye yal­ varması üzerine Gazi Paşa "40 asırlık Türk yurdu düşman elin­ de esir kalamaz" cevabını verdiler. Bu söz lahuti bir müjde gi­ bi her Türk'ün kalbinde ve mefkı1resinde ümit ve iman şek­ linde yerleşti. Temaslar Devam Ediyor l 923 sonlarında Antakya'ya döndüm. Burası şimdi kay­ naşan bir manzara arzediyor. Şöyle ki, hocalar ve ağalar sal­ tanatı çok artmış, Türkiye'den kaçan ve kovulanlarla cinsi, ci­ billiyeti meçhul türedilerin oymağı olmuş. Hem öyle bir sal­ tanat ki, kraldan ziyade krallık taraftarı, öyle bir oymak ki, dağ­ dan gelenler bağdakileri kovarlar darbı-meselince yerlilerden ziyade memlekete sahip görünerek Araplık iddiasında bulu­ nuyorlardi. Nüfus kütüğüne Arap yazılanlar, Türk oldukları halde, adlarına bir "al" ilavesiyle hesp ve neseblerini Haşimi­ lere, Halit bin Velid'e kadar çıkaranlar vardı. Üç beş arkadaş el ele vererek anavatanımız Türkiye le­ hinde propaganda yapmaya başladık. Propagandalarımız Fran­ sız idarecilerine aksettikçe, ikide bir delegeler, kumandanlar, istihbarat reisleri bizleri çağırıp, tehdit ederlerdi. Öyle zaman­ lar oldu ki, bir günde üç kere hükümete, resmi dairelere suç­ lu olarak çağrıldık. Anadolu'da Hiliiliahmer (Kızılay) için An­ takya'da topladığımız paralar yüzünüden iane komisyonu re­ isimiz Hacı Sakip Müftü hapsedildi. Hiliiliahmer ianesi bura Türklerinin vatan ve istiklal aş­ kına güzel bir misal te_şkil etti. İktisadi vaziyetin çok sarsılmış olmasına rağmen Antakya kazası bir gün içinde on binlerce lira teberrü etti (bağış yaptı). Altınözü'nde bir Türk köyünde 39


ihtiyar ve fakir bir kadının "4 zeytin ağacım var. İkisini satın, parasını gönderin" diye yalvarması, genç bir kızın parmağın­ daki yüzüğü çıkararak "Benim bundan başka verecek bir şe­ yim yok, bunu kabul edin" demesi, hepimizin siyasi gayemiz uğrundaki cesaretimizi arttıran bir heyecan kaynağı oldu. Lozan muahedenamesiyle bura ahalisine verilen tabiiyet hıyar hakkı (seçme hakkı) 1 926'da nihayet bulacaktı. Birçok Türk, haklarını Türkiye lehine kullanarak göçmek için hazır­ landılar. Bereket versin Halep'te Türkiye Cumhuriyeti Kon­ solosluğu'nun terk-i tabiiyet işlerinde bi liltizam gösterdiği müşkülat, (zorluk), memleketi terk etmemek hususundaki pro­ pagandalar buna mani oldu. Halk itimat ettiği münevverlerin sözlerini dinlemeye başlamıştı. Genç nesil arasında muhitte amil olabilecek kimse yok­ tu. İdadi tahsilini bitirmiş gençleri teşvik ederek anavatanda yüksek tahsile sevketmek, ilerisi için ümitli, verimli bir teşeb­ büs olabilirdi. Nitekim zamanla İstanbul ve Ankara üniversi­ telerinde yetişen Hataylı gençler Hatay mücadelesinde ve kur­ tuluşunda faal birer vazife gördüler. Senede birkaç kere İstanbul ve Ankara'ya giderdim. Bir defasında Adana'daki arkadaşlarım vasıtasıyla bir zat ile ta­ nıştım. Bu zat oradaki milli emniyet teşekkülünün davamızla meşgul olması hususunu temin etti. Aynı zamanda Halep'te Türk Konsoloshanesi ile de münasebet tesis etmiştik. Türkiye 'deki resmi otoritelerin bu kanallar vasıtasıyla bi­ zimle meşgul olmak istediklerine çok sevindik. Ümitlerimiz takviye edilmiş oldu. Gizli muhaberelere başladık. Aramızda iş taksimi yapmak suretiyle altı arkadaş (Abdülgani Türkmen, Dr. Abdurrahman Melek, Vedi Karabay, Selim Çelenk, Samih Azmi Ezer, Abdullah Mürseloğlu) birbirimize candan sarıl40


mış halde çalışmaya başladık. Mehmet Tacirli de bir zaman sonra aramıza katıldı. Şükrü Balcı, komitenin naşir-i efkarı (fi­ kirler yayıcısı) olarak daima temasta idi. İskenderun Sancağı Fransız manda idaresi, Suriye ve Lübnan' ı, Halep, Şam, Lübnan devletleri ile Lazkıye Alevi devleti adları altında par­ çalara ayırmıştı. Bir de İskenderun Müstakil Sancağı kurul­ muştu ki, bu suretle Ankara ltilafnamesi 'ndeki siyasi taahhüt­ lere uygun hususi bir idare tatbik edilecekti. Halbuki bu mın­ tıkada tatbik edilmiş olan idare şekli muhtelif saflıalar geçir­ di. İlk zamanlarda İskenderun (Adana Fransız işgali altınday­ ken), Cebelibereket sancağına tabi Dörtyol kazası ile birlikte bir idari ünite olarak Beyrut'taki Fransız Fevkaliide Komiser­ liği ' ne bağlı bir guvernör idaresine bırakıldı; 1921'de de Fev­ kalade Komiserin bir kararnamesi ile İskenderun Sancağı na­ mı altında bir nevi idari otonomi ile Halep devletine bağlan­ dı. Daire reisleriyle hakimlerin tayini Halep devleti tarafından yapılmak şartıyla idare başına sivil bir mutasarrıfgetirildi. Os­ manlı kanunları yürürlükte bırakılmıştı. Adli teşkilat, Beyrut Temyiz Mahkemesi 'ne bağlı olmak üzere İskenderun'da bir is­ tinaf mahkemesi kuruldu. Aynı tarihte cenupta (güneyde) ba­ yır bucak nahiyeleri İskenderun sancağından ayrılarak Lazkı­ ye'ye bağla�dı. Zamanla İskenderun sancağı da Suriye hükü­ metinin başkenti Şam'ın nüfuz ve idaresi altına girdi. Bir ta­ raftan da bu mıntıkanın Suriye 'nin bir parçası olduğunu, ka­ yıtsız şartsız Şam'a bağlı kalması lüzumunu savunan bir ce­ reyan yaratıldı. Bu yüzden sancak ahalisi ikiye ayrılmış oldı.ı: Türklerin çoğu ve bir kısım Alevilerle Ermeniler sancağın 41


müstakil olmasını, Sünni Araplar, Araplık iddia eden birkaç aile, Arapça konuşan Hıristiyanlar ve bir kısım Aleviler Şam'a bağlanmasını istiyorlardı. Bu ikilik, Suriye ve Lübnan gaze­ telerinde akislerini gösterdi. Bazı Arapça gazeteler İskende­ run Sancağı Arap ekseriyetini haiz olduğundan Şam'dan ay­ rılmayacağını, Fransızca çıkan bazı gazeteler de burada muh­ telif unsurların mevcudiyeti dolayısıyla mıntıkanın bir husu­ siyeti olduğunu yazdılar. Manda idarecileri her iki cereyanı da desteklemekle be­ raber müstakil sancak fikrini daha çok benimsemişlerdi. Res­ miyette müstakil İskenderun Sancağı etiketi yer almıştı. Şam' a taraftar olanlar "bir merkez-i İslam olan Şam'a merbut kal­ mak, sancakta Müslümanlığın tefevvukunu (üstünlüğünü), hakimiyetini temin eder. Müstakil sancak ise doğrudan doğ­ ruya Beyrut'taki Fevkalade Komiserliğe bağlı kalmak demek­ tir ki bu da Hıristiyanlara mahkum olmak neticesini doğurur" şeklinde propagandalar yapıyorlardı. Müslümanlık progagan­ dası politika yapmayan saf ve samimi Türklere de cazip gö­ ründüğünden Şam taraftarları bunu istismar etmekte asla te­ reddüt etmediler. Müstakil İskenderun Sancağı fikrini müda­ faa edenler de buranın hususi bir idareye tabi tutulmasıyla . Şam'ın fazla nüfuzundan kurtulmak, Türkçenin resmi bir dil olarak kullanılması, maliyesinin ve idaresinin müstakil kalma­ sı dolayısıyla memurların yerlilerden alınması icap edeceği mütalaasını (görüşünü) ileri sürüyorlardı. Türkler ekseriyetle buna taraftar oldular. Fransızlar ile görüşmelerimizde hep bu rejim üzerinde ısrar ettik. Türklerin büyük ekseriyetinin kitle halinde bir maksada bağlı kalması mahzurlu görülmüş olmalı ki bunları parçala­ mak yoluna gidildi. Arap hükümeti ilanında faal (etkin) rol oy42


namış bir şahsın oğlu, Türk Halk Teşekkülü namı altında bir cemiyet kurmaya kalkıştı. Bir gün Ulu Cami'de sancağın müs­ takil olması lehinde nümayişler yaptılar, nutuklar söyleyerek "Yaşasın Manda, Yaşasın Manda" diye bağırdılar. Buna kar­ şılık Suriye Meclis-i Mebusan Reisi ve Sabık Devlet Reisi ay­ nı camide mimbere çıkarak sancağın müstakil (bağımsız) ol­ ması aleyhinde konuştu. Böylece günün politikası camilere in­ tikal ettirilmişti. 1925 senesinde sancağın siyasi manzarası ve dahili poli­ tikası bu şekilde idi. İstikbalde iş görebilmek için müstakil sancak cereyanı­ nın yerleşmesine, genişlemesine çalışmak uygun olacağı ka­ naati bizde hasıl oldu. Çalışmalarımızı bu yolda teksif etme­ ye (yoğunlaştırmaya) karar verdik. Arapça bilmedikileri, hep Türkçe konuştukları için Er­ meniler, Türkçe lisanının resmiyette geniş yer alması isteğin­ de bizimle birleşiyorlardı. Buna, Arap taassubundan incinmiş oldukları için bir kısım Aleviler de iltihak ediyordu (katılıyor­ du). Müstakil sancak cereyanını Fransız idarecileri yarattık­ larından bunun taraftarlarını hırpalamayacakları için politika hayatında biraz serbest çalışabilmek bizce mümkün olacaktı. N itekim milli davamızın başka unsurlara siyasi endişe verme­ yen bazı safhalarını açıkça yürütebildik. Şam'dan sancağa Arap memurlar gönderilmesi aleyhinde bulunduk. Beyrut'ta­ ki Fransız Fevkalade Komiserlere, Cemiyet-i Akvam'daki mu­ rahhaslarına şikayetlerimizi aksettirmeye başladık. Fakat bunun neticesi olarak Şam'dan gelecek bir memu­ run yerine ya bir Alevi yahut bir Ermeni veya Hıristiyan ta­ _ yin edildi. Bu hal bize bir iddia ve şikayet mevzuu daha ya­ ratmış oldu. İskenderun Sancağı'ndan Suriye meclisine me43


bus gönderilmemesi, mebusların İskenderun'da toplanmaları fikrini ortaya attık. 1926 'da Suriye ve Lübnan Fransız Fevka­ lade Komseri De Jouvenel 'in Türkiye'ye gelmesi ve Türkiye ile Suriye arasında dostluk ve iyi komşuluk muahedesini (ant­ laşmasını) imza etmesi, bahusus (özellikle) lskenderun'da bir hükümete inkılap edebilecek idare şekli tatbik edeceğine da­ ir gazetelere beyanatı, bize yeni taleplerde bulunmak cesare­ tini verdi. Ermeni ve Alevilerin ekseriyetini temsil eden kim­ selerle muhtelit toplantılar yaparak mebusların İskenderun 'da içtima etmelerini temin hususunda teşebbüse geçilmesini uy­ gun gördük. Ben ve Abdülgani Türkmen gerek muhitte gerek­ se Fransız memurları nezdinde Türk unsuru namına söz söy­ lemek yahut Türklere tebliğ edilecek şeylere muhatap olmak vaziyetine gelmiştik. İskenderun Hükümeti 1926'da Haut Commissaire De Jouvenel'in çıkardığı bir kararnameye göre, merkezi İskenderun olmak üzere müstakil İskenderun Sancağı hudutları dahilinde doğrudan Beyrut'ta­ ki Haut-Commissaire bağlı bir hükümet kurulacaktı. Bu hü­ kümetin mebusan meclisi, kanun-i esasisi ve müntahab (se­ çilmiş) bir hükümet reisi olacaktı: Şam meclisine giren 6 me­ bus adedine 3 yeni mebus daha ilave edilecekti. Yeni intihap (seçim) ilan edildi. Muhtelit bir toplantıda hükümet reisliği için Gaziantep 'te bulunan Ahmet Türkmen' in adını ileri sürdük. İtiraz eden olmadı. Ertesi gün evime ikisi de kumandan rütbesinde ve mesalih-i hassa (silahlı hassa) şef­ leri iki Fransız zabiti geldi. Biraz konuştuktan sonra "Dün ak­ şam bir içtima yapmışsınız. Bunda Ahmet Türkmen'in hükü44


met reisliğine getirilmesini istemişsiniz. Neden bu lüzumu hissettiniz? Burada Türklerden hiçbirini bu mevkiye layık gör­ mediniz mi? Reisin kim olabileceğini bilahare halletmek ko­ laydır. Mösyö Durieux gibi bir idare adamı başta oldukça baş­ ka kimseyi düşünmek haksızlık olur. Biz sizden, Türk unsu­ rundan yeni idare şekline ve bunun için de sizin yeni seçime iştirakinizi istiyoruz" dediler. Durieux İskenderun sancağın­ da Fransız Fevkalade Komiseri' nin delegesi sıfatıyla Vali-i Umumi mevkiinde bir idare amiri idi. İntihap işleri din ve mezhep esaslarına göre düzenlenmiş­ ti. Yalnız Ermeniler için milliyet esası kabul edilmişti. Mebus­ lar nüfus nisbetinde 3 Müslüman Sünni, iki Alevi, bir Ermeni, bir Hıristiyan Ortodoks olarak seçilirdi. Üstelik intihapta yal­ nız Fransız delegesinin istediği kimseler kazanabilirdi. İleride herhangi bir iddiaya, protestoya mahal kalmasın diye her inti­ hapta memleketin heyet-i umumiyesini iştirak etmiş göstermek için Türkleri okşayarak ikna etmeye çalışmak adet olmuştu.Bu­ nun için bize de mebus namzetliği teklif edildi. Arkadaşları­ mızdan biri sözümüzü dinlemeyerek namzetliğini koydu, mu­ vaffak olamadı. Seçilen mebuslar Araplık iddia eden ve Şam' a taraftar olan kimselerden çıkmıştı. Eski ve yeni mebuslar lskenderun'da toplandılar. Bir ka­ nun-i esasi yapıldı. Bu suretle Fransız mandası altında "Müs­ takil İskenderun Hükümeti" kurulduğu ilan edildi. Hükümet reisliğine de delege Durieux seçildi. Bunun üzerine Suriye'de fırtına koptu, gazeteler büyük harflerle İskenderun'da hükü­ met teşkilini protesto ettiler. Yeni hükümet için yapılan mu­ tantan (tantanalı) merasimin henüz arkası alınmamıştı. Fev­ kalade komiserin ikinci bir kararnamesiyle hükümetin adı de­ ğiştirilerek "Şimali (Kuzey) Suriye Hükümeti" ismi verildi. 45


4 gün sonra da kanun-i esasi gereğince İskenderun Sanca­ ğı' nın istiklali için yemin etmiş olan mebuslar, Suriye Devlet Reisi Ahmet Nami'nin murahhasları huzurunda tekrar Şam'a iltihak (katılma) kararı verdiler. Yalnız Ermeni mebus Narik "Henüz imzamın mürekkebi kurumamıştır. Ben sözümü ve imzamı geri almam. Şam' a iltihak kararını kabul etmiyorum" diyerek muhalif kaldı. Bu suretle müstakil sancak davasının bir safhası daha kapanmış oldu. Şam'a Bağlı Müstakil İskenderun Sancağı Devrinde Artık Şam' a bağlı kalma devresi başlamıştı. Bu devrede geçen safhalar bize serbestçe söz söylemek, Suriye'den ayrı bir idareyi resmen istemek, Türk menfaatlarını ileri sürmek zeminini hazırlamıştı. Anavatandaki matbuatın ara sıra Suri­ ye gazetelerine cevap vermeleri, İskenderun sancağında ya­ yımlanan Türk kültürü ile alakalı yazılar, halkın bizi tuttuğu­ muz yolda takip etmelerine çok yardım etti. Tahsilde bulunan gençlerin sık sık mektuplar, mecmualar, gazeteler gönderme­ leri akraba ve ahbaplarını bize celbediyordu. Anavatanla mu­ habere ve fikir temasları genişlemişti. Gün geçtikçe vaziyet gözle görülecek derecede ilerledi. Çarşı ve dükkanlarda Ga­ zi, İsmet ve Fevzi Paşaların resimleri görülüyor, kahvelerde, gazinolarda gramofonların çaldığı İzmir ve Sakarya marşları işitiliyordu. İkide bir polisler bu resimleri topladıkça 24 saat içinde yenileri daha çok sayıda ortaya çıkıyordu. Bunları kim getiri­ yordu, kim çoğaltıyordu? Bu bir meçhul olarak kalmıştı. İs­ ticvap (sorgulanmak) için hükümet dairelerine çağrılanlar gö­ ğüslerini gere gere gidiyorlar, nezaret veya tevkiften kurtulur 46


kurtulmaz resimlerden, plaklardan yenilerini tedarik etmek­ ten çekinmiyorlardı. Gün geçtikçe artan bu fikir hareketleri bir Türk gencini (Şükrü Balcı) Antakya'da bir mecmua çıkar­ mak gibi �ayırlı bir teşebbüse sevketti. lki sene evveline ka­ dar hayatta olan babası Hacı Fehmi Balcı ile beraber çalışmış, bu yüzden zavallı ihtiyarın Fransız askeri mahkemesi tarafın­ dan hapsettirilmesinden derin ıstırap duymuştuk. Şimdi oğlu ile beraber çalışmaktan zevk duyacaktık. Mecmuanın ruhsatını almaya muvaffak olamıyorduk. An­ cak yazı heyeti olarak bizlerle beraber, içinde bir Ermeni, bir resmi memur ve bir de hoca bulunan bir heyet göstermek, hem Türkçe, hem Fransızca neşriyat yapmak şartıyla izni ala­ bildik. "Yeni Mecmua" namıyla çıkan mecmuanın ilk nüsha­ larında maksadımızı maske ederek içtimai, ilmi makalelerle işe başladık. Yavaş yavaş siyasi mevzulara girdik. Sancağın istiklali lehinde, Şam' ın nüfuzu ve Suriye 'nin vahdeti aleyhin­ de yazılar yazdık, Suriye gazetelerine çattık. Sancaktaki ida­ reyi ve memurları tenkit ettik. Yazılarımız muhit (çevre) hal­ kında çok alaka uyandırdı. Yazı yazan gençlerin adedi arttı. Yeni Mecmua'nın etrafında sanki bir Türk birliği teessüs et­ miş (kurulmuş) oldu. Mesai tarzımız biraz daha intizam kesbetti. Adana'da mil­ li emniyet, Halep'te Türk Konsolosluğu ile muhaberelerimiz başladı. İskenderun, Kırıkhan ve Reyhanlı ile bazı köylerde teşkilatımız ve mutemetlerimiz oldu. Her şeyden vaktinde ha­ berdar olmak, kuvvetli propaganda ile istediğimiz meseleye istediğimiz istikameti yermek mümkün oluyordu. Tüccar, dok­ tor, avukat gibi kıymetli elemanlarla, mecmua ve benzeri va­ sıtalarla, her sınıf halk ve hatta köylülerle daimi temas halin­ de idik. 47


Yazı ve sözlerimizden dolayı ikide bir resmi makamların tazyiklerine maruz kalmak, yahut bunlar tarafından izrar edil­ mek bizler için bir adet hükmüne girmişti. Hiç aldırış etmi­ yorduk. 1 928 senesinde Antakya'da mebus intihabı (seçimi) epey­ ce gürültülü oldu. Biz intihaba alakasız kaldık. Bununla be­ raber mebusların sancaktan Şam'a gitmemeleri için yeniden gayret gösterdik. Şam meclisinde sancak mebuslarından Sü­ reyya Halef ve Ahmet Mürseloğlu -Fransız otoritesinin mu­ vafakatiyle olsa gerek- Türkçe konuştular. Hatta Ahmet Mür­ sel İskenderun istiklali lehinde Türkçe nutuk dahi okumuş ve bu nutuk zabıtlarda yer almıştı. Buna şu mana veriliyordu: San­ cakta gittikçe genişleyen istiklal cereyanı, Fransız makamla­ rı tarafından Suriyelilere bir tehlike olarak gösteriliyor, birta­ kım tavizlerle tehlikeni� önüne geçebilmek için Şam mecli­ sinde Türkçe konuşturulmasına müsaade edilmesi tavsiye olu­ nuyordu. Böylece Suriye meclisinde milli bir birliğin bulun­ madıği da dış aleme ilan edilmiş oluyordu.

İskenderun Sancağı Statü Organiği 1 928'deki Şam Mebusan Meclisi, Müessesan (Kurucu) Meclisi olarak Suriye kanun-i esasisini ve buna zeyl (ek) ola­ rak İskenderun statü organiğini hazırladı. 1 930 senesinde de Ce­ miyet-i Akvam mandalar komisyonu tarafından bu kanun-i esa­ si ve zeyli tasvip edildi. İskenderun sancağının mali ve idari muhtariyeti bununla beynelmilel bir vesikaya bağlanmış oldu. Statü Organiğin Birinci Maddesi:

Suriye devleti dahilinde İskenderun Sancağı'na bir ida48


r.e-i mahsusa bahşedilmiştir. İşbu idare-i mahsusa idari ve ma­ li hususatta mevadd-ı atiye (aşağıdaki maddeler) ile tanzim edilmiştir. Bu idare-i mahsusanın tatbikinin temini için muta­ sarrıfa ve meclis-i idareye hususi selahiyetler tevcih edilmiş­ tir. Selahiyetler aşağıda tarif edilmektedir. ikinci Maddesi:

Devlet Reisi, hükkaını (hükümeti) tayin eder. Mutasarrı­ fın inhası üzerine kaymakamları ve sancağın merkez devair (daireler) ve ıüesasını (başkanlarını) tayin eder. Mutasarrıf, devlet reisinin daimi bir mümessili sıfatıyla diğer memur ve müdürleri tayin eder ve bu nizamnamenin kendisine vermiş olduğu selahiyet dariesinde icray-i vazife eder. Üçüncü Maddesi:

"Meclis-i idare, dokuzu müntehap (seçilmiş) ve üçü mansup olmak üzere 1 2 azadan teşekkül eder. Bu intihap dev­ letin umumi kanununa tabidir. Nasb ise mutasarrıfın gönde­ receği esami listesinden birisi, devlet reisi tarafından tercih edilmek suretiyle yapılacaktır. Bu listede ticaret odaları reis­ lerinin ve sancağın eşrafının isimleri bulunacaktır . Gerek müntehap ve gerek mansup azalar dört sene içindir. Meclis nısıf (yarı) aza ile tecdid edilebilir (yenilenebilir) " hükümle­ rini ihtiva ediyordu. Statü Organik gayri Türk unsurlar tarafından ideal bir şe­ kil olarak alkışlandı. Zira Türkçe ve Arapça bildikleri için bu sayede memuriyetlere hep kendileri tayin edildiler. Hükümet muamelatında (işlemlerinde) Türkçe müracaatlar reddedilme­ ınekle beraber memurlar Arap dili ile iş görüyorlardı. Türk okullarında öğretim Türkçe yapıldığı halde Türki49


ye'den getirilen kitaplardaki Türk büyüklerinin resimleri ile Türklüğe ve milli mücadeleye ait kısımlan çıkarılıyordu; ya­ hut Antakya lisesinde Türkiye 'den kaçmış olan bir iki öğret­ mene Türkçe okul kitapları yazdırılarak Türk öğrencilere oku­ tuluyordu. Antakya lisesi Türkçe ve Arapça olarak iki kısımdı; her iki kısımda da başta Fransızca geliyordu. Ders programların­ da Türk tarihine ait hiçbir şey yoktu. Türk inkılaplarından, Türk mefahirinden (büyüklerinden) bahsetmek suç teşkil eder­ di. Halbuki Arap öğretmen ve öğrencilerinin ve ara sıra oku­ lu ziyaret eden resmi şahsiyetlerin Arap propagandasından bahsetmeleri hiçbir suretle muahaze edilemezdi (eleştirile­ mezdi). Bir gün Antakya'da Köprübaşı'ndaki ilkokulda bir maarif memuru tarafından Atatürk'ün resmi yırtılarak kitap­ tan çıkarıldığı duyulunca o gece birkaç Türk terzi sabaha ka­ dar binlerce rozet yapmışlardı; ikinci günü çocuklar yakala­ rında Atatürk'ün resmini taşıyan birer rozetle okula gittilar. Fransız idarecileri meseleyi kapatmak, heyecanı yatıştırmak için "kendilerinin emirleri olmaksızın maarif idaresinin res­ mi yırttırmış olduğu" haberini yaydılar. Statü Organik'deki idari otonomiye rağmen Şam, sanca­ ğa memur göndermekten geri kalmazdı. Bir taraftan da man­ dater hükümet " Sancak Türkleri isteklerinde ileri gitmesin­ ler, İskenderun Sancağı Suriye toprağıdır. Suriye siyasi vah­ detine (birliğine) dahildir. Ancak mahdut bir otonominiz var" diyerek devekuşu hikayesini andırır bir siyasetle mıntıkayı renksiz bir hale getirmeye çalışırdı. Suriye otoritesi de Türk rengi gösteren her şeyi doğrudan doğruya yahut bilvasıta dar­ belemekten geri kalmazdı. Nitekim Yeni Mecmua ve etrafın-

50


dakileri dağıtmak teşebbüsü buna misal teşkil eden hareket­ lerden biriydi. Mecmuanın bir nüshasında bir öğretmenin pey­ gamberden bahseden felsefi konular yazısı bahane edilerek Ramazan' ın 27'nci günü akşam üstü hocaların nümayişi ile karşılaştık. Bir gece evvel matbaadan aşırılan prova nüshala­ rından iki üç tanesi, camilerde müftü tarafından elden ele do­ laştırılarak halkın tahrik edildiğini, ertesi gün hükümete gidi­ lip şikayete karar verildiğini haber aldık. Bunun üzerine mec­ muanın o nüshasındaki bahsi geçen yazı çıkarılıp yerine bir şiir kondu. Böylece ertesi gün intişar eden nüsha (yayınlanan sayı) hocaların iddia ettikleri numaralı ve tarihli olmakla be­ raber şikayet edilen yazıdan eser görülmediğinden müracaat­ lar resmi makamlarca nazarı itibara alınmadı. Teşkilatımız adsız, formalitesiz, kuvvetli bir varlık ol­ muştu. Ancak anavatanla muhaberelerimiz, temaslarımız ol­ duğu halde mesul, gayrimesul selahiyetli hiçbir kimse bize di­ rektif vererek "şöyle hareke,$: edin, bunu yapın" demiyordu. Hatta fikir adamı olarak tanınmış zevattan bazıları bu vatan parçasına çok acımakla beraber şimdilik bir şey yapılamaya­ cağını söylerlerdi.

İskenderun İdare Meclisi 1931 'de Şam Meclisi 'ne mebus, müstakil İskenderun İda­ re Meclisi'ne aza seçimi ilan edildi. Her ikisi de aynı günde yapılacaktı. lskenderun'da İdare Meclisi'nin kurulmasına ala­ ka göstermeyi, fakat Şam Meclisi'ne bizden mebus gönder­ memeyi düşündük. Bu sırada delege Durieux bana geldi. Sta­ tü Organiği, Ankara ltilftfnamesi ' nden mülhem olarak yaptık51


larını, Türk menfaatlarını korumak için İskenderun Mecli­ si 'ne Türk unsuru namına beni ve Abdülgani Türkrnen'i nam­ zet göstermek istediklerini söyledi ve muvafakatimizi talep et­ ti . Arkadaşlarla toplantı yapıp teklif hakkında konuştuk. Ben, Abdülgani Türkmen ve diğer birkaç arkadaşımızla İskende­ run İdare Meclisi için intihaba (seçime) iştirak edilmesini mu­ vafık bulduk. İki üç arkadaşımız da bizi dinlemeyerek Şam Meclisi'ne mebus seçilmek arzusunda bulundular. Aramızda ikilik oldu. İntihap gürültülü geçti. Gazetelerde birbirimizle kalem mücadelesi dahi yaptık. Abdülgani Türkmen ve ben hü­ kümet namzetleri arasında kalmıştık. Hükümet sözcüsü inti­ hap arifesindeki toplantıda Suriye Teşkilat-ı Esasiye Kanu­ nu' na muhalif bir harekette bulunulmayacağına ve yabancı bir devlet hesabına çalışılmayacağına dair bir taahhütname imza edilmesini teklif etti. Mebus namzetleri teklifi tereddütsüz ka­ bul ettiler. Biz müşkül vaziyette kaldık. Ancak şimdilik iste­ diğimiz istiklalin Suriye Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda zey­ lolarak kabul edilmiş olmasını, yabancı bir devletten maksat Türkiye ise bunun, bizim için yabancı olmayacağını düşüne­ rek taahhütnameyi imza ettik. İskenderun İdare Meclisi'ne, Antakya'dan nüfusa göre iki Türk, iki Sünni Arap ile bir Or­ todoks ve iki Alevi, Kırıkhan'dan bir Türk ve bir Ermeni, ls­ kenderun'dan bir Türk, bir Alevi ve bir Ortodoks olmak üze­ re on iki aza seçildi. Mecliste müzakereler açık olarak cereyan ederdi. Bütçe müzakeresi münasebetiyle yaptığımız konuşmalarda Suri­ ye' nin sancağa müdahalelerine şiddetle hücum ettik. Sancak dahilinde idari ve mali icraatı tenkit ettik. Bunları yazan ga­ zeteler halk arasında elden ele dolaştı ve bunlar halkın hissi­ yatına uygun göründü. Arkadaşlarımız arasında yeniden bir52


lik teessüs etti. İntihap dedikoduları unutuldu, Türk halkı et­ rafımızda toplanmak temayülünü gösterdi ve ayrıca şu ka­ zançları da kaydetmiş olduk: İ skenderun Meclisi'nde selahiyetli bir ağızla resmen Şam' a bağlı kalmak istemediğimizi, İskenderun mıntıkasının Ankara İtilafnamesi 'yle hususiyeti olduğunu, Türk kültürüne, Türk hukukuna riayet edilmesi lüzumunu dış aleme ilan etmek, bir taraftan da intihapta geçen gürültüleri acı bir tecrübe ola­ rak kaydedip bundan sonra milli arzularımızı tahakkuk ettire­ bilmek için daima Türk birliğinin zaruri olduğunun göz önün­ de tutulması isteğimizi açıkladık. Bu kazançlar, Sancak Türklerinin siyasi kanaatlerine tam bir veçhe vererek bunu tebellür etmiş (belirmiş) bir mefkure (ülkü) haline getirdi. İskenderun meclisindeki konuşmalarımız Adana gazete­ lerine de aksetmişti. Dört yıl için seçilmiş olduğumuz halde birinci sene so­ nunda nizamname tefsir edilerek çekilen kura ile beni ve Ab­ dülgani Türkmen'i azalıktan çıkardılar.

Latin Harfleri Anavatanda şapka inkılabı yapılması, Latin harflerinin kabul edilmesi bizim muhitte de akisler uyandırmıştı. Yeni Mecmua'da buna dair yazılarımız ve Sarı Ziya isminde bir za­ tın Latin harflerini halka öğretmek için açtığı gece dersleri iyi neticeler vermişti. Şapka giyenlerin adedi çoğaldı. Cumhuri­ yet inkılaplarının Cumhuriyet idaresi hudutları dışında kalmış bir vatan parçasında yavaş yavaş yerleşmesi, gençliğin her tür­ lü resmi tedbirlere rağmen bu yolda yetişmekte olması man-

53


da idarecileri ile Suriyelileri ve taraftarlarını endişeye düşür­ müş görünüyordu.

Gaziantep Valisinin Gelişi 1 934 Nisan ayında, Gaziantep Valisi Akif Eyidoğan' ın Antakya'ya gelişi mühim bir hadise oldu. Şöyle ki: Gaziantep'te bir eczacı arkadaşıımz benimle Rasih Ben­ sa' ya müşterek şöyle bir telgraf çekmişti: "Anavatana kavuş­ tunuz. Valimiz yarın tarafınıza gelecektir. Parlak merasimle karşılayınız." Telgrafı bana Antakya istihbarat subayı akşam üstü getirdi ve şunları söyledi: "Antep valisi şimdi Halep 'te bir heyetle mutad hudut iş­ lerini görüşüyor, yarın İskenderun' a gelecekler, Monsieur Du­ rieux lskenderun'da iyi bir otel olmadığından valiyi ve heye­ ti, geceyi Antakya'da Turizm Oteli 'nde geçirmeye davet etmiş. Mesele bundan ibaret. Telgrafı kimseye söylemeyin. Memle­ kette heyecan olabilir. Herhangi bir vaka çıkarsa sizi mesul tu­ tarız." Keyfiyetten gece Rasih Bensa' yı haberdar ettim. Telgraf havadisi sabahın erken saatlerinde şehrin her tarafına yayıl­ mıştı, kimse işine gücüne gitmiyor, dükkanlar, işyerleri açıl­ mıyor, herkes istikbal (karşılamak) için hazırlanıyordu. Vak­ tin geç olmasına rağmen kadın, erkek binlerce insan valiyi kar­ şıladı. Heyet, mahşeri kalabalığın ortasından alkış tufanı, " Ya­ şasın Atatürk" sesleri arasında güçlükle Turizm Oteli' ne ge­ lebildi. Ertesi günü tezahüratın devamı yüzünden vali diplo­ matik nezaket icabı olarak misafirlik müddetini kısalttı. Ro­ malılardan kalan kaleyi seyretınek üzere davet edildiklerini ba-

54


hane ederek şehirden ayrıldı. Birçok otomobil peşlerini takip etti. Kaleye civar köylerden koşup gelen insanlar kale içinde­ ki Fransız askerleri ve polisler tarafından içeriye sokulmuyor­ lardı. İ ki gözü kör bir ihtiyar bir çocuğun elinden tutmuş, ko­ şarak geldiler. Kalabalığı yararak sokulmaya çalışıyorlardı. Bir polis "koşmayın ihtiyar herif, sen ne görürsün, niye sokulu­ yorsun" diye bağırdı. Vecizelerin vecizesi, milli duygunun parlak misali, zulüm ve tahakkümün susturamadığı bir ses, ih­ tiyarın sesi: "Evet göremem ama Paşamın, Ata'nın kokusunu da mı alamam" sözleri herkesi ağlattı. İ htiyar, vali Akif'in boy­ nuna sarıldı. Bu sahne de Fransız mümessilinin gözleri önün­ de cereyan etti. Şapka Hadisesi Antakya, Reyhanlı ve Hatay'ın diğer yerlerinde şapka gi­ yenlerin adedi her gün artmaktaydı. Türklerden şapka giyen­ ler çoğaldıkça Hıristiyanlardan eskiden beri başlarında şapka taşıyanlar, şapkalarını atıp kırmızı uzun fes giymeye başladı­ lar.Fes, Suriye milliyetperverliğinin bir alameti olmuştu. Fran­ sız idarecileri de medeni bir serpuş olan şapkanın Hatay'da ya­ yılmasını istemiyorlardı. Resmi dairelerde iş için müracaat edenlerden şa pkalı olanlara memurlar: "Şapkanı attıktan son­ · ra gelirsen işin derhal görülür" tarzında çirkin muamele ya­ pıyorlardı. Türkler arasında dahi şapkaya ve Latin harflerine taraftar olmayanlar vardı. Bir gün şehir haricindeki bahçeler­ de bir toplantı yaparak kitle halinde şapka giyilmesine karar verdik. Bugünden itibaren yaşlılar da dahil olduğu halde bir­ çok ileri gelen kimse şapka giydiler. Buna mukabil muhalif55


ler siyasi faaliyetlerini arttırdılar ve Kürt Mehmet Hoca'nın etrafında bir halka teşkil ederek feslerini uzattılar, sarıklarını kalınlaştırdılar. Siyasi muhalifler vali hadisesi ve Türk inkılaplarını yer­ leştirme gayretleri gibi olaylar karşısında Fransızlar nezdin­ deki mevkilerinin sarsılmasından endişe duymaya başlamış­ lardı. İtibarlarını kaybetmemek için dini taassubu tahrik etme yolunu tuttular. Bir camide Kürt Hoca, Türk inkılapları aley­ hinde vaaz ederek şapka giyenleri tekfir etti (kafir saydı). İki gün sonra Servet Hoca'nın Türk inkılaplarını, şapka giyenle­ ri müdafaa etmesi muhalifleri çok sinirlendirmişti. Rama­ zan 'da böyle gergin bir hava estiği sırada üç dört genç başla­ rında şapka olduğu halde camide Kürt Hoca'nm vaazını din­ lemeye gitmişler. Vaaz sonunda hocaya bir iki sual sormuşlar. Cemaat dağıldığı sırada mutaassıp muhalifler şapkalı gençle­ re sopalarla hücum ederek başlarından yaralamışlar, kanlar içinde bırakmışlardı. Dışarıdan gençleri kurtarmak için koşup gelenleri polisler camiye sokmamışlardı. Hükümet kuvvetle­ ri de güya vakayı mahallinde bastırmak için gelmişler, fakat müdahaleleri, yaralıları götürmekten ibaret kalmıştı. Müessif hadiseye sebebiyet verenlere, fail ve mütecavizlere bir şey so­ ran olmamıştır. Yakayı işitince çok üzüldüm. Yara bere için­ de kalan gençlere mi, vakaya sebebiyet verenlere mi, softala­ rın dayağını yediklerine mi hayıflanmalıydık? Hadiseyi büyüt­ memek için en doğru hareket şimdilik sükuneti muhafaza et­ mekti. Evime gittim. Sapsarı bir sima ile titreyerek biraz da yediği sopalardan sersemlemiş halde Selim Çelenk'i bize il­ tica etmiş (sığınmış) buldum. Yakanın nasıl olduğunu anlattı. Bu trajedik sahnenin aktörleri maalesefbizim arkadaşlarımız­ dan birkaçı olmuştu. Suflörün kim olduğu şüpheli idi. 56


Vaziyeti kurtarmak lazım geldi: 1 - Hadiseyi Yenigün ga­ zetesinde umumi efkara Kubilay Yakası tarzında göstererek his­ siyatı tehyiç etmek (coşturmak). 2- Yakayı müstacelen (acele) Türkiye'ye aksettirmek. 3- Mahalli Suriye otoritesini Fransız makamları nezdinde protesto etmek. 4- Vaki olan tecavüzün aksi tesirlerinden istifade edip halkı şapka giymeye teşvik ey­ lemek. 24 saat içinde bunların hepsi yapıldı. Arkadaşlarımız " Halep 'ten şapka getirip dağıttılar. Kendi paraları ile şapka te­ darik edip giyenlerin adedi de her saat çoğalıyordu. O derece­ de ki Antakya'da bir gün içinde kıyafetler ve umumi manzara değişti. İki gün sonra da Ankara ve İstanbul'daki gazetelerin cami vakasına dair yazıları ile İstanbul'da talebe birliği azala­ rının Halkevi' nde toplanarak hadiseyi protesto etmelerinin da­ vamızın ilerlemesinde çok yardımı oldu. Muhalifler ve mahal­ li hükümet böyle bir hadiseyi yarattıklarına, neticenin bu şe­ kilde tecelli edeceğini tahmin edemedikleri için, nadim (piş­ man) olmuşlardı. lskenderun'da Fransızların itimadını kazan­ mış bir Türk memur gizlice bana şu havadisi getirdi: "Muha­ liflerimiz şimdiye kadar sizden çok kuvvetli olduklarına dair Fransızlara kanaat vermişlerdi. Gerek vali hadisesinde, gerek­ se yeni cami vakasında tamamen aksi meydana çıktı. Bundan sonra onların kuvvetli olduklarına itimat etmeyeceklerdir."

Antakya'da Halk Partisi Artık halkın yanlış yollara sevkedilerek şunun bunun is­ tismar etmesine meydan vermemek lazım geldi. Kitleyi bizim etrafımızda toplamak ·en doğru bir hareket olacaktı. Bu yolda çalışılmasına karar verdik. Abdülgani Türkmen her sınıfhalk­ tan davet ve teşvikle gelenleri birer birer ağırlayarak hakiki 57


halk partisini vücuda getirebilecek zemini hazırladı. Nihayet kendisi reis, Vedii Karabay umumi katip olmak suretiyle top­ lantılar nizam altına kondu. Türklerden partiye yazılmak is­ temeyenler, tereddüt gösterenler vardı. İdealimiz etrafında bü­ tün Türkleri, fakat şahıslarımız etrafında ancak bir kısmını top­ lamak mümkün oluyordu. Politik mesaiyi daha geniş sahada yürütebilmek 'düşüncesiyle, birinci derecede ideal etrafında toplanılmasına gayret edildi. Bundan sonra gerek parti, gerek­ se şahıslarımız etrafında toplanmak ve hepsi birbirinin yardım­ cısı olmak usulünü takip ettik. Parti sembolik bir teşekkül ha­ linde kaldı. Asıl siyasi mesaiyi tanzim ve tedvir eden (çalıştı­ ran) komitemiz idi. Gazete, parti, mekteplerdeki gençlik propaganda teşki­ latı, spor kulübü, komite, işte bunların hepsi birden büyük bir varlık olmuştu. Aramızda ayrılık ve dağılmak endişesi, şim­ diye kadar geçirdiğimiz tecrübeler neticesinde artık varit gö­ rülmüyordu. Fransızlara, Suriyelilere ve muhaliflere bundan sonra Türk halkı namına hitaplarımız veya onlara vereceği­ miz cevaplar bir diİ ile ifade edilecekti. Türk Hakimiyeti Resmen İsteniyor Cemiyet-i Akvam mandalar komisyonundaki Fransız mu­ rahhası (delegesi) bölgemizde yaptığı senelik mutat temasla­ rında Türklerden yalnız şunu işitmeye başladı: "İskenderun sancağında ekseriyet Türktür. Burada Türk hakimiyetinden başka bir idare şekli Türklerin hukukunu kafil olamaz." Manda otoritesi Türkleri okşamaktan geri kalmama yo­ lunu tutmuştu. Resmi gün ve davetlerde bizlere gösterilen hür­ met diğer unsurların dikkatlerini celbedecek dereceyi buldu. 58


Suriye'de Arap milli hareketleri her gün nümayişler şek­ linde tezahür ediyordu. Halep 'te ve başka şehirlerde dükkan­ lar kapatılıyor. grevler yapı lıyor, çarpışmalar oluyordu. Hal­ buki İskenderun sancağında bu hadiselere tam bir alakasızlık hüküm sürüyor, Suriye taraftarlarının, sancaktaki Arap me­ murlarının bu husustaki teşvik ve tahrikleri hiç müessir olmu­ yordu. Türkler "bizim davamız başkadır" diyerek her şeyi rnddediyorlardı. Bizde şu kanaat hasıl oldu: Hariçten veya da­ hilden gelecek herhangi bir teşvik sancak Türklerini toplu hal­ de Türklük lehine hareketten başka bir yola sevkedemez. Beklediğimiz fırsat zuhur etti. 1935 senesinde Fransızla­ rın Suriye ve Lübnan'daki mandaları ahden nihayet bulacak­ tı. Buna dair mandater makamların deklarasyonları, Suriyeli­ lerin talepleri ve aralarında bir ittifak muahedesi yapılması fik­ ri, Suriye'de Vatani Partisi ile hükümet taraftarları arasındaki mücadeleler günün havadisi olarak bize aksediyordu. Fransız idarecileri sancak mebuslarına Suriye'nin siyasi durumunda mühim rol oynatmak istemiş olsalar gerek ki, bunlardan iki­ si, Suriye hükümetinde vezaret (vezirlik) mevkiine getirildi. Sancak dahilinde de mebus, memur ve gayri Türk unsurlar­ dan müteşekkil Suriye Vahdeti namı altında bir teşekkül ku­ ruldu. Aralarında hem Suriye Vatani Partisi ' ne, hem de hükü­ met partisine mensup olan kimseler bulunuyordu. Yalnız Türk­ lere karşı bir cephe halindeydiler. Suriye siyasi mukadderatı­ nın (geleceğinin) görüşüleceği esnada (sırada) sancağın, oto­ nomisi nazarı itibara alınmak şartıyla Suriye ile aynı mukad­ derafa bağlı kalmasını temin yolunda mazbatalar, telgraflar yağdırıyorlardı. B ir gün lskenderun'da delege Durieux bize dostane bir haber gönderdi : " Suriye siyasi mukadderatının halledilmek üzere bulunduğu şu sırada Türklerin hukukunun

59


kaybolmaması için, onların da sancak otonomisini teyid ede­ cek talepte ve müracaatlarda bulunmaları lazımdır." Bir zamandan beri Türklerin hariçten ve dahilden vaki olan teşviklere aldırış etmemeleri, hükümet mehafilinde (çev­ relerinde) endişe uyandırmış olmalı ki, şimdi doğrudan doğ­ ruya Türklere dostluk taarruzu yapıyorlardı. Aynı zamanda yüz elliliklerden biri, arkadaşımız Vedii Karabay' a şu teklifi yapmıştı: "Suriye'nin mukadderatı değişmek ü zeredir. Kürt­ dağı' ndan size istediğiniz kadar imza toplarım; bunlarla ve si­ zin imzanızla istediğiniz şekilde -ne kadar mufassal olursa üc­ retini ben vereceğim- Kürtdağı da dahil olmak üzere, İsken­ derun' un otonomisi lehinde Cemiyet-i Akvam'a telgraflar ve­ relim." Yine bu günlerde Abdülgani Türkmen ile ben Antakya'da hükümet konağına davet edildik. Mesalih-i hassa zabiti tara­ fından samimi dostluk sözleriyle karşılandık. Zabit, Duri­ eux 'un selamlarını tebliğden sonra onun, İskenderun sancağı sıhhiye reisliğini kabul etmemi rica ettiğini bildirdi. Dostluk izharına (belirtisine) teşekkür etmekle beraber tekliflerine menfi (olumsuz) cevap verdik. Halep'te bulunan 1 50'1iklerden bir ikisinin Ankara' ya ha­ bercilik yaptıklarını işitmiştik. Bunlar, milli davamızda bize muhalif olanların sırf şahsi ve ailevi husumetler yüzünden mu­ halif kaldıklarına dair Ankara'da birkaç resmi zata da kanaat vermişlerdi. Halbuki muhalif olarak karşımıza dikilenlerle şah­ si ve ailevi iyi dostluklarımız, münasebetlerimiz bulunduğu, he­ le ben, aramızda kendileri ile hoşnutsuzluk dahi olmayan'kim­ selerle pek samimi arkadaşlık ettiğim halde, sırf milli davamı­ zı benimsemeyip onun aleyhine hareket ettiklerinden, siyasi sa­ hada onlardan ayrılmış, birbirimize hasım kesilmiştik. 60


Davamızın başarısı için yalnız anavatana güvendiğimiz­ den oradan işaret olmadıkça Cemiyet-i Akvam' a müracaatı muvafık (uygun) görmedik. Böyle bir kararla Ankara' ya gel­ dim. Eski Halep Konsolosu Celal Mengillibörü'nün tavassu­ tu ile (aracılığıyla) ancak hariciyede birinci daire umum mü­ dürü ile görüşebildim. Ankara'da hükümet makamları ile se­ lahiyetli resmi şahıslarla henüz temas edemiyorduk. Sadra şi­ fa verecek hiçbir cevap alamadan Antak)'a'ya döndüm. 1 5 gün­ lük seyahatim esnasında Suriye ' nin tam müstakil devlet ola­ rak Fransa ile ittifak muahedesi yapacağı rivayetleri çıkmıştı. Paris'te intişar eden (yayınlanan) Inrantsigent gazetesinin baş­ muharriri o günlerde Antakya'ya gelmişti. Benden mülakat (görüşme) istedi . Evime geldi, uzun boylu konuştuk. Habeşis­ tan harbini yakından takip etmek üzere Başvekil Lava! tara­ fından gönderildiğini, yolda Suriye'ye uğrayarak Arap l ider­ leriyle görüştüğünü, şimdi de sancaktaki Türklerin davalarını öğrenmek istediğini söyledi. Birkaç sual sordu. Hulasaten şu cevapları verdim: "Biz evvela anavatanımız Türkiye 'ye kavuş­ mak isteriz. Buna muvaffak olamazsak, Suriye 'den tamamen ayrı, müstakil bir hükümet şeklinde yaşamak azmindeyiz. Bu takdirde Fransa bize süt nine vazifesini görebilir." Bir hafta sonra İstanbul 'da çıkan Son Posta gazetesi " İs­ kenderun 'dan yükselen bir ses" serlevhasıyla bu söyledikle­ rimi, lntransigent gazetesinden naklen yazmıştı.

Ankara ile Geniş Temaslar Bugünlerde Adana'dan bir mektup aldık. " İcabında kaç kişi ile dağa çıkabilirsiniz" diye bir sual vardı. Komitemizde uzun boylu münakaşadan sonra silah ve malzeme temin edil-

61


mek şartıyla 1 5.000 kişilik bir kuvvet çıkarabileceğimizi tah­ min ettik. Ancak bu sualin niçin sorulduğunu öğrenmek, cid­ di bir vaziyet varsa hazırlıklara başlamak, yoksa hiç olmazsa Suriye'deki son vaziyeti Cumhuriyet Hükümeti 'ne bildirerek müdahale istemek kararıyla Adana ve Ankara'ya gitmeye lü­ zum gördük. Samih Azmi Ezer Halep yoluyla, ben de İsken­ derun tarikiyle hareket ettik. Adana'da bize mektubu milli em­ niyet müfettişi Maşuk yazmıştı. Mektubu sırf malumat edin­ mek için yazdığını söyledi. Bununla beraber o, Suriye 'deki va­ ziyeti Ankara'ya arzetmek hususunda bizimle mutabık kaldı ve Ankara'daki şeflerine yazdı. Aynı zamanda Halep yoluyla gelen arkadaşım da Halep konsolosluğumuza vaziyeti bildi­ rerek bunun Ankara'ya yazılmasını rica etmişti. Ben de Tay­ fur Sökmen'e telgrafla geleceğimizi bildirdim. Ankara'da Dahiliye Vekili Şükrü Kaya bizi kabul etti. Intransigent gazetesi müdürü ile mülakatımı neşretmiş olan Son Posta gazetesi önünde duruyordu. Niçin geldiğimizi, ne istediğimizi sordu. Suriye'deki siyasi vaziyet hakkında izah­ larımızı dinledikten sonra "Bu gazetedeki mülakatı sen mi yaptın? Bunları aynen böyle mi söyledin? Benim şahsi görü­ şüme ve kanaatime göre bu dava, şu mükalakattaki çerçeve da­ hilinde ele alınabilir. Şimdilik bundan fazla bir şey istememe­ li. Siz evvela Başvekil İsmet Paşa ile görüşmelisiniz. Ben ken­ dilerine söylerim. Kabul edecekleri zamanı size bildiririm" de­ diler. Teşekkürle ayrıldık. İsmet Paşa 'ya bir heyet halinde git­ mek üzere hazırlandık. Dört kişilik heyetimizi (Samih Azmi, İnayet Mürsel, Tayfur Sökmen ve ben) iki gün sonra İsmet Pa­ şa Başvekalet'te kabul ettiler. Sancaktaki Türklerin ve diğer unsurların nüfus adedini, siyasi, içtimai ve iktisadi vaziyetle­ rini, hissiyatlarını, ideallerini, oradaki idare şekillerini, Türk 62


dilinin resmiyetteki mevkiini, Suriye ' nin ahvalini, şimdiye kadar bizim mıntıkada geçen mühim hadiseleri, nasıl çalıştı­ ğımızı birer birer sordular. Verdiğimiz cevaplar arasında San­ cak Türklerinin hissiyatına misal olarak iki gözü kör ihtiyar köylünün Gaziantep Valisi Akif 'e söylediği "Onu göremez­ sem Paşamın kokusunu da mı alamam" sözlerini İsmet Pa­ şa'ya arz edince, Paşa heyecan duydu, cebinden mendilini çı­ kardı. Gözyaşlarını sildi ve bize " Sizi elbette kurtaracağız. Ya bugün, ya yarın" diyerek şunları ilave etti: " Memlekete dönün, orada çalışın. Davanın ağırlığı sizin omuzlarınızdadır. Biz size yardım edeceğiz. Şahıslarınızı Fran­ sızlara tanıtın. Sizler, yahut teşekkülünüz Türk cemaati namı­ na onlara muhatap olunuz. Bize, buradaki bir arkadaşınız va­ sıtasıyla her şeyi yazıp bildiriniz. Şimdi Atatürk'e gideceğim. Sizden duyduklarımı söyleyeceğim. Kendileri ile konuştuk­ tan sonra bir karar veririz. Yalnız istical (acele) etmeyelim. Önümüzde henüz Boğazlar meselesi var. Siz yürüdüğünüz yolda devam edin. Her şeyi icabına göre idare edin. Bizden işaret bekleyin." Başvekil İsmet Paşa'nın 1.5 saat kadar bizim­ le meşgul olmaları, bizi o derece teshir etti ki, hepimiz ümit kesildik. Oradan doğruca Mareşal Fevzi Paşa'nın ziyaretleri­ ne gittik. Mareşal da şu kıymetli sözleri söylediler: "İş size kalırsa kolayca hallederiz. Hükümetle görüşme­ li. Umumi siyasette ufukta kara bulutlar dolaşıyorsa da şim­ dilik bir harp çıkacağını tahmin etmiyorum, fakat hakların is­ tenileceği zamandır" dediler. Atatürk'e vaktiyle Adana'da söylemiş oldukları "40 asır­ lık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz" müjdesinin ta­ hakkukunu beklediğimizi, davamızın hallini rica etmek üze­ re Ankara'ya heyet halinde geldiğimizi telgrafla arz ettik. Er63


tesi gün Riyaseticumhur Umumi Katibi Hasan Rıza Soyak bi­ zi istasyondaki dairelerine davet etti ve şunları anlattı: "Bu gece yukarıda Atatürk, İnönü, Mareşal sizin müra­ caatınızı görüştüler. Fransızlar nezdinde ve Cemiyet-i Ak­ vam'da icap eden diplomatik teşebbüsleri hükümet yapacak­ tır. Size, şimdilik Fransız mandası altında Suriye 'den ayrı, müstakil bir devlet kurdurmaya çalışacağız. Davanın çıkar yo­ lu budur. Memleketinize dönünüz. Bu esaslar dahilinde çalış­ manıza devam ediniz. B ize her şeyi yazınız ve bizden işaret almadıkça kımıldamayınız." Antakya' ya döndük. Ankara 'daki temaslarımızdan yalnız komite arkadaşlarımıza malumat verdik.

Suriye Taraftarlarının Telaşları Antakya 'da hemen toplanarak şu kararı aldık: " Suriye 'nin karışıklığına ve bizi tahrik edici hareketlerine rağmen mıntı­ kamızda bu güne kadar takip ettiğimiz siyasete devam edece­ ğiz. Bundan sonra bu siyaseti değiştirmek hakkını artık ken­ dimizde görmeyeceğiz. Anavatandan alacağımız emir ve işa­ retle hareket edeceğiz." Fransızlarla aramız iyi gidiyordu. Suriye'de arbedeler vu­ ku bulduğu halde İskenderun sancağında tam bir sükunet hü­ küm sürüyordu. Suriye'den gelen Arap izcilerinin Antakya'da yapmak istedikleri nümayişe Fransız polisi mani oldu. Bizlerden bir şey sızmadığı için Fransız makamlarına ha­ vadis yetiştiremeyen muhbir-i sadıklarda telaş başlamıştı. Bun­ lar aramıza sokulmaya ve Suriye'deki cereyanlara bu derece­ de lakayt kaldığımızın manasını anlamaya çalışıyorlardı. Fran­ sızlarla aramızın iyi gitmesine hiç tahammül edemeyenler için 64


bu vaziyet ne vakte kadar devam edecekti? Bunu mutat entri­ kalarla bozmak lazım değil miydi? Bir gece Antakya'da sar­ hoşluk yüzünden bir Suriye askeri ile bir sivil arasında vukua gelen adi kavga, asker ve sivil çarpışması halinde izam edildi (büyütüldü). Gece yarısı memlekette ani bir heyecan oldu. Kışlaya taşlar atıldı. " Bastil de böyle zapt edildi" sesleri işi­ tildi. Yakayı bastırmak için araya giren komite arkadaşlarımız­ dan birini, açıkgöz propagandacılar müşevvik (kışkırtıcı) gös­ tererek " Vedii Münir de önde, dönmeyin takip edin" diye ba­ ğırmışlardı. Bereket versin Vedii Münir ve bir iki arkadaşın gayretleriyle vaka çabuk bastırıldı. Fakat akabinde kışladaki Suriyeli zabitler, Fransız kumandanına, bütün suçu sivil Türk­ lerin üzerine atarak askerin bu harekete tahammül edemeye­ ceğini. mütecasirler (kışkırtıcılar) cezalandırılmazsa kendile­ rinin bizzat intikam alacaklarını söylemişler. Delege Durieux sivil mahkemelerde suçlu zannedilen­ lerin muhakemesini emretmişti. Suriye zabitleri buna kıza­ rak suçlu gördükleri kimseleri bizzat yakalayıp dayakla kış­ laya, oradan da Beyrut askeri divanı harbine yolladılar. Türk­ ler ile Suriyeli askerler arasında gerginlik başladı. Fransız si­ vil otoritesi askeri otoritenin hareketlerine güya mani olamı­ yormuş gibi göründü. Memlekette, aşağıda gösterilen çeşit­ li otoritelerin varlığı malumdu: Suriye Hükümeti, Suriye Za­ bitesi, Suriye Mahkemesi, Muhtelit Mahkeme, Fransız Em­ niyeti, Fransız Polisi, Suriye askerleri, Mesalih-i Hassa ser­ visleri ve bunların emirlerindeki milis kuvvetleri vardı. An­ cak ciddi bir müdahale ile Fransız delegesi hepsini sustura­ bilirdi. Delegeye giderek tevkiflere son verilmesini istedik. İki gün sonra kışla kumandanı Binbaşı Abdullah bana gel­ di. Aramızda bu gibi görüşmelerin devam etmesiyle gergin

65


havaya nihayet verilebileceğini söyledi. Bu hareketi mem­ nunlukla karşıladık. Antakya Belediyesi'nin dükkanlara ve mağazalara, isim ve sanat gösteren levhalar asılmasına dair kararı üzerine, Türk­ ler kırmızı zemin üzerine beyaz yazılı, Araplar yeşil, Hıristi­ yanlar ve Ermeniler de siyah levhalar koydular. Çarşı ve dük­ kanlarda Türk bayrağı, Türk büyüklerinin resimleri görüldü­ ğü gibi, Arap ve Hıristiyan mahallelerinde de Suriye ve Arap işaretleri göze çarpmaya, lisede Türk ve Arap talebeleri ara­ sında kavgalar çıkmaya başladı. Türklerin asabiyetini, hissi­ yatını tahrik eden vakalar çoğaldı. Vakti gelmeden Türkler ta­ rafından bir harekete kalkışılması, bunu şiddetle bastırarak Türk maneviyatını kırma planı takip edilmekte olduğu hatıra geliyordu.

Türkiye Hükümeti Davayı Ele Alıyor Suriye'de istiklal için gürültü ve patırtılar artmıştı. Fran­ sa'nın Suriye üzerindeki mandası 1 935 senesinde nihayet bu­ lacaktı. Suriye devleti namına murahhas bir heyetin, Paris 'te Fransızlarla ittifak muahedesi yapmak için yola çıkmak üze­ re olduğunu öğrendik. Biz de buna muvazi (parelel) olarak A.n­ kara' ya gitmeye karar verdik. Toros ekspresinde tesadüfen Suriye heyetiyle aynı günde seyahat ediyorduk. Ankara 'da Da­ hiliye ve Hariciye vekaletlerinde, Paris'te Suriye heyetinin müzakerelerini alaka ile takip edeceklerini ve intizar halinde kalmamızı söylediler. Ankara'dan İstanbul'a gittim. Bir ay geçti, vaziyet hakkında esaslı malumat alamamak, İstanbul 'da beklemek bizi sinirlendirmişti. Paris 'te Suriye müzakereleri aleyhimize netice verdiği takdirde bizlerin cenup (güney) hu66


dudunda bir yerde toplanarak Antakya, İskenderun ve havali­ sinde isyan çıkarmaya teşebbüs etmemizin gerektiği f ikrini aramızda konuştuk. Ertesi gün Tayfur Sökmen, selahiyetli bir zatla görüştüğünü, şimdilik böyle bir harekete lüzum görül­ mediğini, icap ederse ileride düşünüleceğini beyan ettiğini bi­ ze haber verdi. Fransa hükümeti, Türkiye 'yi haberdar etmeksizin, Su­ riye'deki mandaya nihayet vermek üzere Paris'te Suriyeli­ lerle müzakereye başlamıştı. Ortada mevcut vesaike naza­ ran, " bir tarafta Türkiye'nin diğer tarafta Fransa'nın akit ola­ rak aralarında, İskenderun mıntıkası hakkında yapmış olduk­ ları mukaveleler ve binnetice Fransa'nın Türkiye' ye karşı ba­ zı taahhütleri vardı. Türkiye 'nin muvafakati olmaksızın Fransa 'nın mevcut taahhütleri üçüncü bir otoriteye devret­ meye hakkı olamazdı." Bu itibarla 1 936 Eylül ' ünde Harici­ ye Vekili Doktor Tevfik Rüştü Aras' ın riyasetindeki heyet Milletler Cemiyeti toplantısına giderken Sirkeci istasyonun­ da Hariciye Vekili 'nin gazetecilere beyanatı ve bunu müte­ akıp (izleyen) günlerde " Cenevre 'de Milletler Cemiyeti Kon­ seyi 'nde Fransa-Suriye anlaşmasına Türkiye' nin alakasız kalamayacağına dair sözleriyle, 2 Ekim 1 93 6 tarihinde Mil­ letler Cemiyeti Umumi Heyeti 'nde Türk murahhaslarından biri olarak Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'nın, Türkiye 'nin ce­ nub-i garbisinde (güneybatısında) yapılmak üzere olan de­ ğişikliği hayati menfaatları dolayısıyla, Türkiye' nin öğren­ mek istediğini ve meselenin ehemmiyetine Milletler Cemi­ yeti 'nin ve Fransa hükümetinin nazarı dikkatini celp eyle­ diğini " bildirmesi,. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin dava­ yı ele almış olduğunu gösteriyordu. Bundan sonra da Tür­ kiye 'nin Fransa hükümetine verdiği notalarla meseleyi dip67


lomatik yolda ve hukuki sahada halletmek arzusunda bulun­ duğu açıklanmıştı. Paris'teki Suriye müzakereleri bir ittifakname imzalan­ masıyla neticelendi. Suriye heyeti avdetlerini (dönüşlerini) Türkiye yoluyla yaptılar. İstanbul' a geldiklerinde heyet reisi Haşim Atası'nın Türk gazetelerine beyanatı üzerine Türk ga­ zeteleri hep birden fırtına kopardı. Suriye heyetini, Hariciye Vekil Vekili Şükrü Saracoğlu'nun Park Otel'de kabul edece­ ğini işittik. Biz de bir heyet halinde (Ben, Tayfur Sökmen, Se­ lim Çelenk, Ömer Türkmenelli) Park Otel'e giderek kabul edilmemizi istedik. Suriye heyeti çıkarken biz girdik. Saracoğ­ lu'ndan, evvela resmi bir lisanla, davamızı Cumhuriyet Hü­ kümeti 'nin takip ve intac etmesini (sonuçlandırmasını) rica et­ tik. Saracoğlu: " Hariciye Vekil Vekili sıfatıyla size şimdi hiç­ bir vaatte bulunamam. Hükümetle icap eden şeyleri kararlaş­ tırırız. Fakat Saracoğlu Şükrü olarak sizinle her şeyi konuşa­ lım" dedi. "Anavatanın selameti namına on yedi seneden be­ ri esaret hayatına tahammül ettik. Suriye siyasi mukadderatı­ nın (geleceğinin) hukuken ve ahden değişeceği şu sırada eğer Türkiye Cumhuriyet hükümeti bizi kurtarmaya çalışmazsa, da­ vamızı kendimiz halletmek yolunu tutacağız. lcap ederse he­ pimiz öleceğiz. Fakat şuna eminiz ki, biz hududun öbür tara­ fında mevcudiyetimizi tehlikeye koyarak silah patlatınca siz­ ler de burada rahat duramazsınız, oraya koşar gelirsiniz" de­ dik. Bu sözler üzerine Saracoğlu birden ayağa kalktı ve elimi elleri arasında sıkarak: "Arkadaş, kurtulacağınıza şimdi inan­ dım. Sizi bu imanınızdan, azminizden dolayı takdir ederim. Fakat sakın böyle bir harekete kendiliğinizden karar verme­ yin. Hükümet elbette sizi düşünecektir" dedi. Ertesi gün İs­ tanbul gazeteleri Hariciye Vekil Vekili 'nin Suriye heyetini ka68


bulünü müteakıp (sonra) İskenderun sancağı heyetini de ka­ bul ettiğini yazdılar. Davamız artık resmi sahada ilerlemek yo­ lunu tutmuştu. Cenevre'de Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras 'ın, lskenderun'un istiklali hakkındaki talebimizi Fran­ sa'ya resmen bildirmiş olduğunu gazetelerde okuduk. Büyük Millet Meclisi 'nde Atatürk, senelik nutkunda: "Bu sırada memleketimizi gece gündüz meşgul eden büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk o!an Antakya, İskenderun ve havalisi­ nin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle dur­ maya mecburuz" demişlerdi. Avrupa gazetelerinde de İsken­ derun Sancağı 'na ve Türk talebine müteallik (isteğine ilişkin) yazılar çıktı.

İhtilal Hareketleri Başlıyor Suriye'de yeni ittifak muahedesi mucibince (gereğince) müstakil Suriye devleti için mebus seçimi yapılacağı ilan edil­ di. Arkadaşlarımıza seçime katiyen iştirak etmemelerini ve alaka göstermemelerini bildirdik. Bir gün beni Ankara'ya ace­ le çağırdılar. Tayfur Sökmen'le beraber Emniyet Umum Mü­ dürü Şükrü Sökmensüer' in dairesine gittik. Davamızla pek ala­ kadar olan bu zat bana şunları söyledi: "Atatürk'ün Büyük Millet Meclisi'ndeki nutuklarının Sancak'ta nasıl akisler ya­ rattığını bildirmek üzere, hemen oraya bereket etmelisiniz." " Yalnız nutkun akisleri ve tesirleri matlup (istenilen) ise bunun için oraya kadar gitmeme lüzum yok. Oradaki arkadaş­ larımızdan öğrenebiliriz. Eğer mabadi (arkası) gelecek bir ih­ tilal hareketi isteniyorsa gideyim. Bu takdirde nasıl yardım ya­ pılacaktır" demem üzerine bunları "Vekille görüşünüz" ce­ vabını verdi. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, henüz makamına

69


gelmemişti, otele döndük. B iraz sonra Katib-i Umumi Hasan Rıza Soyak, otele geldi. Kendisiyle görüşürken evvelki akşam Atatürk'ün çok hiddetlendiğini: "Antakya, İskenderun için bana nutuk söylettiniz. Fakat ortada bir şey yok" diye etrafın­ dakilere çıkıştığını, bunun için oraya giderek bir hareket ya­ ratmak icap ettiğini söyledi. Fii li yardım ve müdahale yapıl­ masını rica ettim. Hasan Rıza Soyak: " Dahiliye Vekili ile gö­ rüştüğünüzde etraflıca konuşarak size yapabilecekleri yardı­ mın şeklini tespit edin. Evvela Suriye intihabına (seçimine) iştirak etmemek (katılmamak) suretiyle başkaldırma vaziyeti ihdas edin (ortaya koyun). Bundan sonra bakalım cereyan ne­ ler gösterir. Ona göre hareket ederiz" diyerek iyi yolculuklar ve muvaffakıyetler temennisiyle ayrıldı. O gün saat 4'te Da­ hiliye Vekili bizi kabul etti: "Git vaziyete hakim ol, bizim mu­ temedimiz olarak icap eden şekilde hareket et. B izimle daima muhaberede bulun, yazacakların ne olursa olsun şahsen bana yaz. Gece gündüz en seri vasıtayla beni bulacaktır" direktifi­ ni verdi. Halep istikametinde giden tren o gün saat 6'da hareket edecekti. İstasyonda Celal Selçuk'un benimle beraber gide­ ceğini öğrendim. Toprakkale'de Celal Halep yoluyla ben de Dörtyol tarikiyle gitmek üzere ayrıldık. Dörtyol 'da vazifeli arkadaşlarıma gelişimin sebebini anlattım. Hudutta Aktepe na­ hiyesinde iskan edilmiş olan bir Kürt aşiretinin reisi Koço'nun kendilerine müracaatla Türkiye'den af dilediğini ve Suriyeli­ ler aleyhinde emrimizde çalışacağını, bu teklifi bağlı olduk­ ları Adana servisine bildirdiklerini, cevap beklemekte olduk­ larını söylediler. Mesaim dahiline (çalışmam içine) girecek bir mevzu olduğu için keyfiyeti Dörtyol kaymakamı vasıtasıyla şifre ile Dahiliye Vekili'ne bildirdik. Bu münasebetle geceyi 70


Dörtyol'da geçirdim. Ertesi gün akşama kadar cevabı bekle­ dik. Tren saati geldiğinden cevabı almadan Dörtyol'dan ayrıl­ dım. Geç vakit İskenderun' a yetiştim. İstasyonda polis pasa­ portumu aldı. Şahıslarını tanıdığım sivil polisler beni otel ve lokantada takip ettiler.Lokantada iki dostum beni görünce ya­ nıma gelip: "Şimdi Durieux' un evinde briç oynuyorduk. İs­ kenderun' a geldiğini telefonla bildirdiler. Antakya'da vaziyet iyi değildir. İki gün sonra intihap (seçim) var. Bir kısım arka­ daşlarınızı Antakya'dan uzaklaştırdılar. Sen de birkaç gün An­ takya' ya gitme" dedi. Bu sözlerden canım sıkıldı. Kafamda birtakım şüpheler uyandı. En iyisi bu gece bir yolunu bulup delege Durieux ile görüşmeK., buraya gelişimin sebebini maskeleyerek vaziyeti anlamak olacaktı. Beni delege ile hemen görüştürmelerini bu zatlardan rica ettim. Biraz sonra delegenin, beni evinde kabul edeceği cevab ını getirdiler. Saat 8'de, holdeki yemek masası­ nın etrafında oturan Madam ve Matmazel Durieux beni neza­ ketle karşıladılar, misafir odasına aldılar. istihza ile karışık te­ bessümü andıran bir çehre ile Durieux birkaç aydan beri san­ cakta bulunmadığını, bu müddet zarfında burada epeyi deği­ şiklikler olduğunu, şimdi de intihap (seçim) dolayısıyla An­ takya'da yanlış hareketleri yüzünden arkadaşlarımın bazıları­ nı Halep' e ve Humus'a göndermek mecburiyetinde kaldıkla­ rını, Antakya'da yerli bir Türk hakime Türkler tarafından da­ yak atıldığını, buna benim esef edeceğimi zannettiğini söyle­ di. Gönderilen arkadaşlarımın isimlerini okudu: Samih Azmi, Vedii Karabay, Selim Çelenk, Rasih Bensa, Kadri Mürsel. "Bu havadisleri sizden öğreniyorum. Sizinle Türkler ara­ sında ihtilaf olmasına esef duydum. İstanbul'dan hususi işle­ rim için gel dim. Sizden burada doktorluk yapmış olduğuma 71


dair bir vesika alıp Halep'te Türk konsolosuna tasdik ettire­ ceğim. Burayı terk etmeye karar verdiğim için buranın hava­ disleri artık beni fazla meşgul etmiyor" tarzında idarei kelam ettim. "Size vesikayı yarın sabah vereyim. Bir iki gün için bu­ rada bulunmayacağım. Belki siz de hemen lstanbul 'a döner­ siniz. Eğer birkaç gün kalmak isterseniz otelde rahat edeme­ yeceğinizden sizi evimize misafir edelim." Madam Durieux' e de hitap ederek, "Doktor hemen lstanbul'a dönecekmiş. Ne yazık. Burada kalsaydı Türklerle olan anlaşmazlığı kendisiy­ le hallederdik" dedi. "Niçin siz bu anlaşmazlıklara sebebiyet veriyorsunuz. Türklerin davası malum, sancağın istiklalini is­ tiyorlar. Siz de buna taraftar olmalısınız" demem üzerine şun­ ları söyledi: "Aziz doktorum. Ben Türk muhibi (dostu) oldu­ ğum halde siz Türkler beni anlayamadınız. İstanbul gazetele­ ri, bahusus (özellikle) Cumhuriyet gazetesi aleyhimde yazılar neşrediyor. Şimdi intihap münasebetiyle isyankar vaziyet al­ mışsınız. Cemiyet-i Akvam'dan isteyeceğiniz şeyleri bizden i stiyorsunuz." "Evet ama siz de mandater sıfatıyla Türk hukukunu ta­ nımışsınız. Bunu tatbikatta da göstermelisiniz" dedim. Duri­ eux "Nedir tatbik etmediğimiz? Mekteplerinizde Türkçe ders okunuyor, hükümet muamelatında Türkçe iş görülüyor. Fakat siz Suriye camiasında, Suriye kanunlarıyla mukayyet (bağlı) olduğunuzu unutarak başka bir devlet olan Türkiye hesabına çalışıyorsunuz. Buradan yazılan yanlış haberlere Türkiye de inanıyor. Bunlar Türk-Fransız dostluğunu müteessir etmez mi? Bugün arkadaşlarınızdan bazılarını uzaklaştırmak mec­ buriyetinde kaldım. Belki yarın daha geniş mikyasta gönde-

72


ririm, veya tevkifler yapmak mecburiyetinde kalırım. Bunlar benim kabahatim mi?" sözlerini sarfetti. Bu mülakattan bence dikkate değer şu neticeler çıkıyor­ du: 1 - Türkiye' ye dönmemin ihsas edilmiş (sezdirilmiş) oldu­ ğu, 2- Arkadaşlarımın maruz kaldıkları muamele ile beni teh­ dit etmek istedikleri, 3- Sancak meselesinde Türklerin talep­ lerini yerine getirmeyecekleri. Gece bir iki arkadaşı görerek bunlardan malumat alma­ ya çalıştım. Jandarmaların yolları tuttuklarını, kışladan asker­ lerin kamyonlarla meçhul semtlere gönderildiğini, Aktepe'ye Koço'yu görmeye giden arkadaşımız Bostan Mercan'la bera­ berindeki kolcu Edip'in jandarmalar tarafından yakalandığı­ nı, Edip'in tevkifedildiğini, Bostan Mercan'ın kahvesinin ba­ sılarak Türkiye 'den gelen birinin arandığını ve Türklerin inti­ haba (seçime) iştirak etmeyeceklerini öğrendim. Ben Dört­ yol'dan ayrıldıktan sonra Ankara'dan cevap gelmiş, bana ye­ tiştirilmesi için İskenderun'da Bostan Mercan' a göndermişler. O da beni görmeden haberi Koço'ya yetiştirmeye istical (ace­ le) etmiş. Ertesi sabah erkenden otele gelen arkadaşlarımız be­ nimle Celal Selçuk'un hususi maksatla geldiğimizi, Celal'in Reyhanlı ve Antakya'da bunu alenen söylediğini, intihaba iş­ tirak edilmemesi için çalışacağımızı, bir iki muhalifi görerek teyit eylediğini (doğruladığını) anlattılar. Tam o esnada otele doğru gelmekte olan Celal Selçuk'u polisler yakalayarak hü­ kümet konağına doğru götürdüler. Bunun mahiyetini anlamak üzere otelden çıkıp hükümete doğru giderken bir polis dün ak­ şam istasyonda alınan pasaportumu iade etti. Bana sorulmak­ sızın çıkış vizesi yapılmıştı. Antakya ile telefonla konuşmak istedim. Telefon dairesinde kimi istiyorsam onu Antakya'da resmi bir daireye çağıracaklarını, başka suretle konuşmak

73


mümkün olmayacağını bildirdiler. Telgraf çekmeyi düşün­ düm. Telgrafımın delegasyon tarafından vize edilmedikçe çe­ kilemeyeceğini beyan ettiler. Güya bu tedbirler umumi olarak intihap (seçim) için alınmıştı. Dörtyol'da Toplanma lskenderun'da bu suretle göz hapsine alındığımı görerek Dörtyol'a dönme kararı verdim. Antakya'da vaziyetin idare edilmesini, Dörtyol'da bizimle temas ve muhabereye geçilme­ sini Abdülgani Türkmen'e yazıp mektubu da İskenderun'da­ ki arkadaşlara bıraktım. Otelden istasyona geldim. Trenin ha­ reketine kadar polis komiseri eski bir mektep arkadaşım Lüt­ fi, polis müfettişi Agop 'la beraber güya beni dostçasına teşyi ettiler (uğurladılar) . Bunu görenler polis nezaretinde Türki­ ye'ye geri çevrildiğimi tahmin etmişlerdir. Dörtyol'a geldim. Vaziyeti telgrafla Ankara'ya bildirdim. O gün akşam Tayfur Sökmen de Dörtyol'a geldi. Antakya ve lskenderun'dan ka­ çak yollardan gelen birkaç arkadaş, hudut harici edilen Celal Selçuk bize iltihak ettiler. Türklerin intihaba iştirak etmemek için şimdiden evlerinden çıkmamaya başladıkları, alınan fev­ kalade askeri tedbirler, lskenderun'da maruz kaldığımız mu­ amelenin akraba ve dostlar arasında infial uyandırması, Ce­ lal'in tevkifi, bazı arkadaşların sürgün edilmiş olması gibi olaylar hep bir araya gelince umumi bir heyecanın başlangıcı kendiliğinden hasıl olmuştu. Bunu ilan ve istismar etmek ge­ rekti. Vaziyeti Anadolu Ajansı'nın ve Türkiye gazetelerinin neşretmeleri umumi efkarda, bahusus bizim mıntıkada heye­ canı arttırdı. Antakya'da Türklerle Fransız ve Suriye otoriteleri arasın-

74


da tam gerginlik başlamıştı. İntihaba iştirak etmeyenlerden hapsedilenlerin, muhtelif sebeplerle tazyike uğrayanların sa­ yısı çoğalmıştı. Müfredatı ile bize gelen malumata göre An­ takya'da halkın yüzde 95 ' i , diğer kazalarda da kahir ekseriyet intihaba iştirak etmemişlerdi. Hududa iltica edenler ve civar şehirlerden gelen hemşe­ rilerle Dörtyol'da epeyce kalabalık bir grup teşkil ediyorduk. Her şey derhal telgrafla Ankara'ya Dahiliye Vekaleti'ne bil­ diriliyordu. Biz de cenuptan (güneyden) gece gündüz munta­ zam haberler alıyorduk. Dörtyol'da parti kanalıyla bize veri­ len ziyafete sivil ve askeri zevat da iştirak etmişti. Dörtyol hal­ kının ve etraf köylülerinin de iştirakıyla büyük bir kalabalık, bu ziyafeti adeta bir gece mitingi haline getirmişti. Davullar, zurnalar, nutuklarla toplantı Hatay istiklalinin başlangıcı ol­ du. Türk gazetecileri hep bir ağızdan buna dair yazılar, büyük başlıklarla haberler neşretmeye başladılar. Bazı gazeteci lerin hususi muhabirleri Dörtyol'a geldiler. Sürgüne gönderilen ar­ kadaşlarımız Ankara'nın müdahalesi ile serbest bırakıldıkla­ rından aramıza katıldılar. Antakya'ya yazdığımız mektupları artık Halk Partisi Baş­ kanı Abdülgani Türkmen adına yolluyorduk. Oradan gelen ya­ zılar da hep bu imza ile gönderiliyordu. Bu suretle muhabere (haberleşme) yalnız parti ile ve muntazam şekilde temin edil­ mişti. intihap hezimetinin acısını çıkarmak için Fransız ve Suriyeli memurlar, Türklere fena muamele yapmakta ileri git­ tiklerinden mahall i otoritelerle Türkler arasında müessif va­ kalar başlamıştı. Atatürk'e şu telgrafı çektik: "Zulmün, tazyikin ve her şeyin sarsamadığı inan ve iman­ la kurtuluşlarını bekleyen Hatay Türkleri ulu önder Atatürk'ün tarihi vaatlerine ve Kamutay 'daki işaretlerine sığınarak resmi

75


kuvvet ve şiddet karşısında Suriye intihabına iştirak etmedi­ ler. Buna mukabil Fransız idarecilerinin ve Suriye hükümeti­ nin yapmakta oldukları tazyik (baskı) Hataylıları bir kat daha heyecana düşürdü. Son haddine ve tah ammül edilmez bir de­ receye varan heyecanı büyük kurtarıcı Atatürk'ün ayaklarına kapanarak arzetmeyi Hataylılar bize şerefli vazife olarak ema­ net ettiler." Hatay'da Kanlı Hadiseler Bir gece lskenderun'dan, bir tezkere ile şöyle bir haber geldi: "Antakya'da halk ve hükümet kuvvetleri çarpıştı. Silah teatisi devam ediyor. Tafsilat veremeyeceğim." Kanlı vukuat çıkmasını arzu etmiyorduk. Bundan çeki­ nilmesini daima tavsiye ettik. Hatta bizden gelip silah isteyen­ lere şimdilik buna lüzum olmadığını, icap ederse Türk ordu­ sunun işi hemen halledeceği cevabını veriyorduk. Bu muhta­ sar tezkere canımızı sıktı. Derhal hususi posta göndererek ma­ lumat istedik. Sabaha karşı şu tafsilat geldi: "Antakya'da Köp­ rübaşı'ndan Ada'ya doğru giden bir çocuk kafilesine muha­ liflerden Mehmet Adalı'nın evinden silah atılmış, bir iki ço­ cuk saçma taneleriyle yaralanmış, çocukların feryatları ve si­ lah sesleri işitilince halk o tarafa doğru hücum etmiş, kalaba­ lık buradan başka istikamette diğer bir muhalifin evine (Mus­ tafa Kuseyri Evi) doğru gelmiş ve ev taşlanmıştır. Evden ka­ labalık üzerine silah atıldığından karşılıklı silah teatisi başla­ mıştır. Fransız kumandanı zırhlı otomobiller, makineli tüfek­ lerle vaka mahalline gelmiş ve ev sahibi Halep ' e kaçırılmış­ tır. Bu hadisede maalesef iki Türk genci şehit olmuştur." 76


Cennevre'ye Gidiş 9 Aralık'ta Ankara'ya çağrıldık. Başvekil İsmet Paşa bi­ zi Meclis 'teki dairelerinde kabul ettiler. Vaziyeti iyi idare et­ tiğimizi, bundan memnun kaldıklarını, işi artık hükümetin ele aldığını iyi netice ümit ettiklerini söylediler. Biraz sonra par­ ti genel sekreterlik makamında Şükrü Kaya, bu akşam Cenev­ re'ye hareket edecek olan heyetle beraber benim de gideceği­ mi bildirdi. Heyet Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras' ın riya­ setinde murahhas olarak Hasan Rıza Soyak, Numan Mene­ mencioğlu ile müşavirlerden teşekkül etmişti. 1 5 Aralık'ta Cemiyet'i Akvam Konseyi fevkalade bir toplantıda sancak meselesini görüşecekti. O gün saat l O'da Cemiyet' i Akvam bi­ nasının konsey içtimaına (toplantısına) mahsus salonunun ko­ ridorlarında, Fransa murahhaslarıyla (delegeleriyle) birlikte başları fesli üç Suriyeli gördük. Biri İskenderun Maliye Reisi ve Alevilerin lideri Hasan Cebbare idi. Bunlar sancak hakkın­ da çıkardıkları beyannameyi dağıtıyorlardı.

Cemiyet-i Akvam'da Konsey toplantısında Dr. Tevfik Rüştü Aras davamızı teş­ rih etti (ayrıntılı açıkladı). Fransız murahhası Villenau dava­ nın Cemiyet-1 Akvam'la aramızda halli icap eden bir mesele olduğunu ileri sürdü. İkinci gün toplanmak üzere celse kapan­ dı. Otele geldiğimizde Suriyelilerin beyannamesine mukabe­ lede (karşılıkta) bulunmak üzere biz de bir beyanname hazır­ ladık. Antakya, İskenderun ve havalisi Türkleri adına beyan­ nameyi imzaladım. Aslını Cemiyet-i Akvam katibi umumili­ ğine, suretini de delegasyonlara, hariciye nezaretlerine gön-

77


derdik. Beyannamede Antakya ve İskenderun havalisi Türk­ lerinin istiklal için milli mücadeleye atıldıklarını, buradaki Türk ekseriyetinin yıllardan beri maruz kaldığı tazyiklere, zu­ lümlere, son defa Suriye intihabına (seçimlerine) iştirak etme­ diklerine, bu yüzden vuku bulan hadiselere işaret etmiştik. Er­ tesi gün konsey toplantısında İsveç murahhası Santler'in ra­ portörlüğü kabul edildi ve "Fransa, Türkiye hükümetlerinin İskenderun, Antakya ve havalisi hakkında ortaya konan me­ selenin esasının tetkikini konseyin ocak içtimaına talik etmek­ te (bırakmakta) mutabık kaldıklarını müşahede ile her iki hü­ kümete, bu arada müzakerelerine raportörle sıkı temas ede­ rek devam etmelerini tavsiye eder" karan alındı. Kararın 3 'ün­ cü ve 7'nci maddelerine tevfikan (bağlı olarak) konsey reisi tarafından üç bitaraf müşahit (gözlemci) tayin edildi. Türki­ ye murahhası karara müstenkif kalmıştı. Cenevre'den Paris'e gittik. Paris'te Hariciye Vekili Dr. Aras, Başvekil Leon Blum ve Hariciye Nazırı Delbos'la görüştü.

Hatay Erginlik Cemiyetleri Biz Cenevre'de iken arkadaşlarımız tarafından İstanbul, Dörtyol ve Mersin 'de Hatay Erginlik Cemiyeti şubeleri açıl­ mıştı. Beni de Dörtyol şubesi reisliğine seçmişlerdi. Tayfur Sökmen şubelerin umumi mümessili vazifesini görecekti. Ce­ miyet, Ankara'da Hatay Egemenlik Kurumu'na bağlı olacak­ tı. Matbuatla temas etmek için benim bir müddet İstanbul'da kalmam, Dörtyol şubesinin Tayfur Sökmen tarafından idare­ si uygun görüldü. Atatürk'ün intihap etmiş (seçmiş) olduğu Hatay bayrağı cemiyetin yerleştiği binalara hemen asıldı. Atatürk'ün koydu­ ğu Hatay adı dil ve gönüllere yerleşti. 78


Cemiyet-i Akvam Müşahitleri Cemiyet-i Akvam müşahitleri Hatay'a gittiler. Hatay'da dava lehinde büyük gösteriler yapıldı. Fransız idarecileri Ha­ tay'da Türklerin resmi bir teşekkülü olmadığını ileri sürmüş­ lerdi. Bunun üzerine Halk Partisi'nin müessislerinin resmen müracaatla partiyi tescil ettirmeleri icap etti. Artık protesto ve şikayetler hep parti tarafından yapılıyor, her şeye parti muha­ tap oluyordu.

Atatürk'ün Cenuba (Güneye) Doğru Seyahatleri Bu sırada Atatürk'ün cenuba (güneye) doğru seyahatle­ ri ve Eskişehir mülakatı her tarafta heyecan uyandırdı. Seya­ hate çıkılmadan bir gün evvel İstanbul Valisi Muhittin Üstün­ dağ, Dolmabahçe Sarayı'ndan Emniyet Müdürü'ne telefon ederek benim hemen Ankara'ya hareket etmemi temin etme­ lerini söylemişti. Ankara'da doğruca Emniyet Umum Müdü­ rü Şükrü Sökmensüer'e gittim. Eskişehir'de Hasan Rıza'ya geldiğimi telefonla haber verdi. Atatürk'ün, Hatay' a yürümek üzere yola çıkmış olduğunu, bunun için İsmet Paşa'yı, Fevzi Paşa'yı, Vekiller Heyeti'ni Eskişehir'de kendisine mülaki ol­ mak (katılmak) üzere çağrıldıklarını, ordu kuimandanı İzzet­ tin Paşa'nın Konya istasyonunda beklemesini emreyledikle­ rini anlattı. Akşama doğru Atatürk'ün, Konya üzerinden Kay­ seri yoluyla Ankara'ya gelecekleri, hükümet erkanının Anka­ ra'ya avdet etmekte oldukları öğrenildi. Gece istasyonda Ha­ san Rıza Soyak yarın ·İktisat Vekili Celal Bayar'a gitmemi söyledi. Eskişehir mülakatında Hatay' a iktisadi yardım yapıl­ ması görüşülmüştü. İktisat Vekili, Hatay' ın iktisadi durumu 79


ve yapılması mümkün olan yardım şekilleri hakkında benden bir rapor istedi. Müşahitler (gözlemciler) Hatay'dan dönmüşlerdi. 27 O­ cak 1 937 tarihinde Milletler Cemiyeti Konseyi 'nde Santler ra­ poru kabul edildi. Raporun esasları dahilinde bir statü ve ana­ yasa hazırlamak üzere Türkiye, Fransa, lngiltere, Belçika ve Hollanda hükümetlerinin birer mümessilinden mürekkep bir mütehassıslar komitesi teşkil edildi. Komiteye Türk murahhası tarafından sunulacak projeyi hazırlamak üzere Ankara'da Hariciye Vekiileti'nde Numan Menemencioğlu'nun riyasetinde toplanan heyette ben de mü­ şavir olarak bulundum. 20 Şubat 1 937'de Cenevre ' ye tekrar gittik. Mütehassıslar komitesinin görüşmelerinde müzakere­ lerin Türk projesi üzerinde cereyan etmesi kabul edildi. Me­ nemencioğlu 'nun hastalanması dolayısıyla bir aylık fasıla ile müzakereler üç ay sürdü ve neticede Hatay statüsü ve anaya­ sası meydana geldi .

Hatay Statüsü ve Anayasası Statü, huliisaten (özetle) şu esaslar dahilinde umumi hü­ kümler ihtiva ediyordu: " Sancağın hudutları 1 937'de tespit edilmiş olan kadastro sınırları olacaktı. Sancak dahili işlerin­ de tam istiklali haiz ayrı bir varlık teşkil edecekti. Harici işle­ ri Suriye devleti tarafından idare edilecek, gümrük ve para iş­ leri Suriye ile müşterek bir idareye tabi tutulacaktı. Statüye ve anayasaya riayeti temin maksadıyla Milletler Cemiyeti Kon­ seyi 'ne bir murakabe tevcih edilecek (denetleme görevi veri­ lecek) ve Milletler Cemiyeti bu vazife için Sancak'ta mukim (oturan) Fransız tabiiyetinde bir delege tayin edecekti." 80


Anayasanın umumi hükümleri "27 Ocak 1 937 tarihinden evvel iktisap edilmiş olan haklarla imtiyazları ve mevcut ka­ nunlarla n izamnameleri , amme vazifelerine yapılmış olan ta­ yinleri tanımakla beraber teşrii: kuvvet için iki dereceli intiha­ bı (seçimi) ve birinci derecede müntiıhiplerin (seçilmişlerin) kendilerini, Milletler Cemiyeti namına iş gören komisyon-i mahsus delegeleri huzurunda, cemaatlerden birine kaydettir­ melerini" emrediyordu. , İşte bu suretle Hatay. da Milletler Cemiyeti marifetiyle in­ tihap yapılacaktı. İntihapta oy vermeleri için Türkiye 'deki Ha­ tay doğumlular birer birer veya kafi le halinde Hatay'a sevk edilmeye başlandı. Fakat intihap heyeti henüz gelmemişti ve intihaba uzun bir zaman vardı. Tayfur Sökmen, Hatay'da ar­ kadaşlarımız arasında istirkap (rekabet) hisleri yüzünden ih­ tilaf çıktığını söyledi ve bunun bertaraf edilmesi için beheme­ hal orada bulunmamıza lüzum göstererek benim ve Rasim Yurtman'ın hemen Antakya'ya gitmemizi istedi. "Bizim için orada henüz iş görmek zamanı gelmedi. Vakti gelince elbette gideceğiz" dedikse de Ankara'dan vaki olan tebligat üzerine İstanbul 'dan ayrıldık. İstanbul 'da iken Dörtyol Erginlik Cemi­ yeti kanalıyla Antakya ve lskenderun'da Alevilerden 1 5 .000 kişinin intihapta (seçim) Türk listesine rey vermelerinin temin edildiğini, keyf iyetin Ankara'ya bildirilmiş olduğunu Tayfur Sökmen'den işittik. Bu haberin ciddi bir mahiyet taşımadığı­ nı, bu yolda yapılan mesainin heder olacağını iddia ettik. Fa­ kat bu işler Dahiliye Vekaleti kanalıyla ve Dörtyol Erginlik Cemiyeti vasıtasıyla cereyan etmekte olduğundan bizim söz­ lerimiz nazarı dikkate alınmıyordu. Yalnız Numan Menemen­ cioğlu mütaliiamıza i ltihak etti (katıldı). Hatay'dan alınan ma­ lumat Dörtyol 'da Erginlik Cemiyeti namına Tayfur Sökmen 81


tarafından Ankara' ya bildiriliyor, Ankara'dan gelen emir ve talimat da yine Tayfur Sökmen eliyle Döftyol'dan Hatay' a gönderiliyordu. Antakya'daki Halk Partisi' nde bazı değişiklikler yapıldı. Bir heyet-i faale ihdas.edildi (çalışma kurulu oluşturuldu) . Bunun azalarını, Tayfur Sökmen Ankara'da Egemenlik Kuru­ mu'na şu şahıslar (Abdurrahman Melek, Rasim Yurtman, Ab­ dullah Mürsel, İnayet Mürsel, Vedii Karabay, Dr. Vedii Bil­ gin) olarak bildirmişti. Beni Heyet-i faale reisliğine seçmiş­ lerdi. 1 93 8 yılbaşında Hatay' a giderken Ankara' ya uğradık. Bize tebligat yaptıran Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sök­ mensüer ile görüştük. Hatay' a gitmemizin erken olduğunu söylemekle beraber oradaki işlerden parti faal heyeti sıfatıy­ la beni mesul tanıyacaklarını, bu heyetin müstakbel Hatay devletinin iskeleti addedildiğini, bir gün ani bir lüzum kar­ şısında bu teşkilatın hemen hükümet dairelerini işgal ederek ele geçirmelerini proje olarak tasavvur eylediklerini anlattı. Bana vermek istedikleri vazifeyi kabulde tereddüt göster­ dim. O gün akşamüstü beni tekrar dairesine çağıran Şükrü Sökmensüer, Hatay'da vaziyeti lehimize neticelendirmek için nasıl hareket edilmesini münasip göreceksem katiyen tered­ düt etmeksizin öyle yapmamı, işin özünü bana tevdi ettikle­ rini (verdiklerini) , icap ederse her türlü imkanı hazırlayacak­ larını söyledi. Hariciye VekiliDr. Rüştü Aras' ın da ziyaretine gittim. Ha­ tay'da her işi benden beklediklerini, Türkiye hariciyesini Fran­ sız hariciyesi ile karşı karşıya getirecek ahval ve hadiselerden tevakki etmemizi (çekinmemizi), sulh yolu ile davanın halle­ dilebileceğini, harbe meydan verecek sebeplerden çekinme82


mizi, Fransızlara politika ile hulul ederek onlara hadiselerin tabii seyirlerini kabul ettirmemizi tavsiye etti ve muvaffaki­ yetler diledi. Yılbaşı gecesini Toros Ekspresi' nde kutladık. Rasim Yurtman Adana 'ya indi. Ben Dörtyol' a gittim. Dörtyol 'da büs­ bütün başka bir hava ile çetecilik havası ile karşılaştım. Ha­ tay ' ın Altınözü mıntıkasından bir arkadaşımızın köy köy do­ laşarak çete reisliği yapabilecek kimseleri Dörtyol' a davet et­ tiğini haber aldım. İki gün evvel Ankara 'da görüştüklerimi, ya­ pılan tavsiyeleri, halbuki burada esen havanın başka olduğu­ nu Tayfur Sökmen'e ve arkadaşlara anlattım. İki şıktan han­ gisinin daha doğru olduğuna, parti çalışmalarına, anavatandan rey vermek için gönderilenlerin iaşe durumuna dair uzun boy­ lu münakaşalarla geceyi geçirdik. Aramızda Emniyet Umum Müdürlüğü'nün oradaki hususi memuru da bulundu. Netice itibarıyla f ikirlerimizde kısmen mutabakat (uygunluk) hasıl oldu. Ayrıca Tayfur Sökmen' in Antakya Başkonsolosu Firuz Kesim 'le olan anlaşmazlıklarını dinledik. Ertesi sabah otomo­ bille İskenderun' a giderken hudut karakolunda delege Garre­ aux ile karşılaştık. Benim ve Abdullah Mürsel' in isim ve pa­ saportlarımızı karakolda kaydederlerken Garreaux da bize dik dik bakıyordu.

Antakya'da Durum Antakya'da görülmeye değer şöyle bir manzara vardı: So­

kaklarda kafile kaf ile işsiz insanlar dolaşmakta idi. Bunlar in­

tihapta rey vermek için gönderilmiş Hatay doğumlu kimseler­ di. Polisler vejandarmalar hariçten gelenlerle, şehirde dolaşan83


larda silah arıyorlardı. Türk Halk Partisi mukabil (karşılık) "Usbetü'l-Ameli 'l-Kavmi" ve "Vahdetü'l-Arabiyye" namla­ rı altında gayri Türk unsurlardan müteşekkil bir cephe kurul­ muştu. Her iki taraf arasında bazen söz, taş ve sopa, bazen de silahlı tecavüzler eksik olmuyordu. Fakat büyük vakalara mey­ dan verilmiyordu. Geçen yaz Antakya'da Hükümet Cadde­ si'ndeki garajın önünde taşkınlık yapan Suriye taraftarlarıyla birkaç Türk arasında silahlı bir çarpışma olmuştu. Türklerin istemeyerek katıldıkları bu garaj vakasından sonra kanlı hadi­ se çıkmamıştı. Garaj vakası münasebetiyle askeri kuvvetler Antakya Halk Partisi binasını basmışlar, defterlerini, evrakını almışlar, idare heyetini tehdit ederek Dörtyol 'a kaçırmışlardı. Antakya'daki durum yüzünden Başkonsolos Firuz Ke­ sim'le Dörtyol'da bulunan Tayfur Sökmen' in arası açılmıştı. Kanlı hadiseler çıkarılmasını iltizam eden (gerekli sayan) Dörtyol 'un emir ve tavsiyelerine Firuz Kesim, bilakis hadise zuhuruna mani olunması yolunda cevap verdiği için araların­ da anlaşmazlık başlamıştı. Parti merkezinde hummalı (yoğun) faaliyet vardı. Hara­ retli çalışmalara rağmen ortada ne koordinasyon ne de verim­ li randıman mevcuttu. Yalnız neşriyat ve protesto işleri olduk­ ça muntazamdı. Propaganda kolunun gayri Türk unsurlar üze­ rindeki işlemleri dolayısıyla Türklük adeta pazarlık ve istis­ mar mevzuu olmuştu. B irkaç kuruş fazla koparmak sevdasıy­ la bazı bedbaht insanlar kendilerini Türklüğe doğru ileri geri itip çekmekte büyük bir maharet gösteriyorlardı. Ankara'ya gönderilmiş olan raporlarda Türk listesine rey vermek üzere kazanılmış oldukları bildirilen 15.000 gayri Türk'ten 15 kişi dahi ortada yoktu. 84


Partide Çalışmalar Bize verilen direktif ve talimat dahilinde genç ve münev­ ver elemanları birer vazifeye getirmekle işe başladık. Anka­ ra'dan gelen talimatnamede Heyet-i Faale (çalışma kurulu) Reisi 'nin göstereceği herhangi bir vazifenin tereddütsüz ka­ bul edileceğine dair hususi bir madde vardı. Bu, benim için büyük bir kuvvet kaynağı oluyordu. Ancak anavatandan se­ çim için gönderilen kimselere " Sizler Hatay'da amil olacak­ sınız. Her şeyi bize hususi mektuplarla bildirin" diye tavsiye­ lerde bulunulması bazen müşkül durumlar yarattı. Yalan yan­ lış malumat veriliyordu. Hariçten gelen yüksek tahsilli genç­ lerin partide vazife almaları eskilerin hoşuna gitmedi. Umu­ mi vaziyeti görüşmek üzere Başkonsolos Firuz Kesim, Parti Umumi Reisi Abdülgani Türkmen ile toplanıp bir gece uzun boylu konuştuk. Büyük mesuliyet altında bulunduğumuzu müdrik olarak hakiki durumu Ankara 'ya bildirmenin zaruri olduğunu ve Cenevre'ye gidecek olan son murahhas heyetin hareketinden evvel Abgülgani Türkmen'le benim Ankara'ya gidip vaziyt'.ti anlatmamızı kararlaştırdık. Kararımızı gizli tu­ tacaktık. Bizim birkaç gün için Hatay'dan ayrılmamız başka mucip (gerekli) sebeplerle maskelenecekti. Yalnız Firuz Ke­ sim bu mülakat ve kararımızı Ankara'ya bildirecekti. Partideki çalışmalarımızda faal heyetin kararları, biri umumi reis vasıtasıyla Dörtyol Erginlik Cemiyeti 'ne, diğeri Konsoloshane'ye gönderilmek, bir diğeri de dosyada bırakıl­ mak üzere, üç nüsha olarak zaptediliyordu.

Sancakta Fra.nsız Delegesi Garreaux ile Mülakat Bir gün İstihbarat Dairesi tercümanı Jozefziyaretime gel­ di, öteden beriden konuşurken delege Garreaux'un benimle 85


görüşmek istediğini ve beni delegasyona davet ettiğini söyle­ di. Kabul ettim. Arkadaşlarıma haber verdikten sonra ertesi gün muayyen saatte delegasyona gittim. Garreaux, nazik ve sevimli bir adamdı. Fakat simasından ve hareketlerinden mü­ tereddit (kararsız), müstehzi (şakacı) bir insan olduğu anlaşı­ lıyordu. Umumi görüşmelerden sonra muhaveremiz (konuş­ malarımız) Hatay ve Hatay Halk Partisi mevzularına intikal etti. Hatay kelimesini kullanmak istemediğinin anlaşılmasına rağmen ara sıra dilinden kaçırıyor, bunun farkında olunca San­ cak kelimesiyle tashihe (düzeltmeye) kalkışıyordu. Milletler Cemiyeti ' nin yaptığı statüdeki çerçeve haricine çıkmamak şartıyla Hatay intihabım adilane bir surette idare edeceğini, fa­ kat Halk Partisi 'nin bu işleri şimdiden teşviş etmek (karıştır­ mak) yolunu tutmuş olduğunu, Türklerle iyi münasebet tesis ve idame etmek istediğini, burada Türk cemaati namına siya­ si ve idari işleri görüşmek için konuşulabilecek bir kimse bu­ lamadığını, Türk konsolosunun yalnız Türklerle meşgul ol­ makla kalmayıp gayri Türk unsurlara da el uzattığını söyledi. Ciddiyetinin derecesini anlamak için, selefinin burada çok iş gördüğünü, yollar, binalar, elektrik, su gibi imar işleri­ ne ehemmiyet verdiğini, lakin Türklerin siyasi hakları husu­ sunda samimi şekilde hareket etmediğinden memnun kalma­ dığımızı söyledim. " Ben onun siyasetini takip edecek deği­ lim. Türkleri herhalde memnun edeceğim" diyen Garreaux benden "Öyle ise şimdiden Suriyeli memurların yerine Türk memurları getirmekle işe başlayabilirsiniz" cevabını alınca gözlerini tavana dikti ve süküta daldı, mevzuu değiştirmek is­ tedi. Ben de ayrılmak üzere ayağa kalktım. Bırakmadı; bir si­ gara, bir bira daha ikram etti. "Arap Vahdeti Partisi ile sizin Halk Partisi'ni birleştiremez miyiz? " diye bir sual sordu. Ha­ tay Halk Partisi' ne "Adından da anlaşılacağı veçhile Hatay'da 86


oturan her ırka mensup kanuni evsafı haiz her şahıs, progra­ mımıza sadık olmak şartıyla girebilir. Suriye ve Arap politi­ kacılığından vazgeçen vatandaşlara partimizin kapısı daima açıktır" yolunda cevap verdim. Bu cevap üzerine gene sükı1t­ la gözlerini yukarıya dikti. Bu defa ben kendisine şunu sor­ dum: " İntihaptan evvel buradaki Suriye memurlarının resmi nüfuz ve kuvvetlerini bertaraf etmek niyetinde misiniz? " "Dü­ şüneceğim" diyerek sözlerimi kesip mevzuu tekrar değiştir­ meye kalkışınca ayrılmak için müsaade istedim. Salonun ka­ pısından çıkarken koluma girdi, holde Capitaine Cacon'la otu­ ran Arap Vahdeti liderlerini göstererek "Tanır mısınız" dedi. "Evet hepsiyle tanışırım" cevabını vererek onların birer birer ellerini sıktım, hatırlarını sordum. Sokak kapısına kadar Gar­ reaux ve Capitaine Cacon beni teşyi ile (uğurlamakla) bir da­ ha görüşmek temennisini (dileğini) izhar ettiler (belirttiler). Mülakat bende adeta bir komedya intibaı hasıl etmiş (iz­ lenimi uyandırmış), hele son perdesindeki muhalif liderlerin, uzun, kırmızı fesleriyle canlı birer kukla gibi arz-ı endam et­ meleri biraz da beni korkutmak maksadına matuf olduğu (yö­ nelik) mülahazasını yaratmıştı. Konuştuklarımızı, gördükle­ rimi arkadaşlarıma, konsolosa anlattım ve bir rapor halinde partiden Erginlik Cemiyeti kanalıyla Ankara'ya gönderdim. Partiye Dörtyol vasıtasıyla para gönderiliyordu. Gelen paralar Umumi Reis Abdülgani Türkmen namına alınıyor ve onun emriyle sarfediliyordu. Biz işe başlayınca bunu munta­ zam bütçe usulüne tabi tuttuk. Teşkilatın genişlemesiyle pa­ ra kifayet etmez olmuştu. Hem de vaktinde gönderilmiyor­ du. Gerek mali durum, gerekse birkaç gün evvel Başkonso­ los ve Umumi Başkan ile vermiş olduğumuz karar sebebiy­ le Ankara'ya gitmek lüzumu bir kat daha artmıştı. Abdülga-

87


ni Türkmen bu seyahatten sarfınazar etti (vazgeçti). Heyet-i Faale'den "mali işleri halletmek üzere Dr. Abdurrahman Me­ lek'in Dörtyol ' a ve icap ederse Ankara'ya gitmesine lüzum görülmüştür" şeklinde yazılı bir karar alarak ve bu kararın bir suretini mutad veçhile Konsoloshane 'ye, bir suretini de Umumi Reis 'e tevdi ederek Dörtyol 'a geldim. Antakya'dan ayrılışımdan yalnız bir iki kişinin haberi olmuştu. Dörtyol'da Tayfur Sökmen Ankara'ya gitmemi istemedi. Aramızda ihti­ laf çıktı. Şimdiye kadar mesaimize taalluk eden (çalışmamı­ za ilişkin) her husus ile ilgili f ikirlerimizde mutabakat vardı ve pek samimi şekilde çalışıyorduk. Heyet-i Faale reisliğin­ den istifa ettim. Bir ay kadar İstanbul'da kaldım. Bu müddet zarfında Cenevre 'ye son bir defa daha olarak heyet gitmiş ve nihai (son) kararlar alınmıştı.

Hatay'da İntihap (Seçim) Başlıyor Cenevre 'de artık nihai kararlar verilmiş ve Milletler Ce­ miyeti namına (adına) Komisyon-u Mahsus Hatay'da intihabı (seçimi) idare etmek üzere yola çıkmıştı. Ben de Antakya'ya döndüm. Parti namına İntihap Komisyonu ile temas ve muha­ bere etmek (haberleşme sağlamak) üzere partide vazife aldım. Ben lstanbul 'da iken Firuz Kesim Antakya Başkonsoloslu­ ğu'ndan merkeze tayin olmuş, yerine Celal Karasapan gönde­ rilmişti. Bu sırada Hariciye Vekili Dr. Rüştü Aras'ın Beyrut•a geldiğini, Beyrut'tan da Halep tarikiyle (yoluyla) avdet ede­ ceğini işittik. Halep istasyonunda kendilerini karşılamak üze­ re partiden kalabalık bir heyet halinde Halep'e gittik. İstas­ yonda 200 kadar Hataylı toplanmıştı. Kalabalık arasında be­ ni gören Refik Amir, Hariciye Vekili 'nin bulunduğu salona be88


ni götürdü. Salonda Fransız ve Suriyeli sivil ve askeri yüksek şahsiyetler bulunuyordu. Rüştü Aras beni görünce boynuma sarıldı ve yanında yer gösterdi . Resmi şahıslar ayrıldıktan son­ ra Hatay'dan gelenleri de toplu olarak kabul etti. Hataylıların alkışları "Ata'ya selam" sesleri arasında tren istasyondan ay­ rılırken Hariciye Vekili beni de Adana'ya kadar beraber git­ mek üzere davet etti. 1 5 Nisan 1 93 8 'de Hatay'da seçim işleri başladı. Statü mucibince (gereğince) Milletler Cemiyeti Komisyonu nezdin­ de Hatay'daki cemaatlerin mümessilleri de bulunacaktı. Bi­ rinci dereceden müntehiplerin (seçmenlerin) rey kartları her cemaat için başka renkte tespit edilmişti; Türkler kırmızı kart alıyorlardı. Sandık başlarında, şehirde ve köylerde Türklerle diğer unsurlar arasında, bazen de polis ve j andarma ile kav­ galar dövüşmeler eksik olmuyordu. Suriye'den kamyonlarla getirilen yabancılar bir saat içinde rey verdikten sonra çeki­ lip gidiyorlardı. İntihap komisyonu da dahil olmak üzere bü­ tün resmi otoriteler, Türklere her türlü müşkülatı çıkarıyor­ lar, gayri Türk unsurlara bilakis kolaylıklar gösteriyorlardı. Bazı resmi şahısların intihap bürolarında veya civarında do­ laştıkları ve seçmenler üzerinde tazyikler yaptıkları görülü­ yordu. Açık ve gizli bir gayret Türk ekseriyetini ekalliyete (ço­ ğunluğunu azınlığa) düşürmek için elinden geleni yapıyor­ du. Kırıkhan kazasının dağ köylerinde, yüzlerce seneden be­ ri halis Türk olarak yaşayanlar arasında Sünni Müslüman ya­ zılmak isteyenler bile çıkmıştı. Halbuki Türk ırkından olan­ lar için din ve mezhep farklarına göre bir ayrılığı statü dahi kabul etmemişti. İntihap bitaraf ve adilane idare edilmediği için Türkler­ de itimatsızlık uyandırdı. Kanuni olmayan vakalar hakkında 89


İntihap Komisyonu'na parti tarafından protestolar yazılmak­ la beraber parti namına Komisyon heyetiyle şifahi temaslar da yapılıyordu. Buna rağmen mevcut politik hava ve müdahale­ ler bertaraf edilmediğinden parti, vaziyeti Türkiye Cumhuri­ yeti' ne, Fransa Hükümeti'ne ve Milletler Cemiyeti'ne bildir­ mek lüzumunu duydu ve müteaddit telgraflarla müracaatlar­ da bulundu. Memlekette emniyet ve asayiş her tarafta bozul­ muştu. Müntehiplerin (seçmenlerin) sandık başlarına selamet­ le gitmeleri her tarafta mümkün olmuyordu. Bundan başka sandık başlarında, bahusus (özellikle) köylerde kanlı hadise­ ler de oluyordu. Emniyet ve asayişi teminle mükellef olan hü­ kümet kuvvetleri hep birden Türkler aleyhine çalışıyorlardı. Bir gün İ skenderun'da delege muavini De Mingue 'i tesa­ düfen gördüm, konuşurken Türk-Fransız dostluğunun tarihi günler geçirmekte olduğunu, Hatay'da intihap işlerinin her i­ ki devlet içinde iyi netice vermeyeceğini, en doğru siyasetin, Milletler Cemiyeti 'ni karıştırmaksızın Hatay davasını Türki­ ye ve Fransa'nın dostça halletmeleri olacağını, nazarı dikka­ ti celbeden bir ifade ile anlattı. Bunun şahsi mütalaası (görü­ şü) olduğunu da ilave etmeyi unutmadı. Muhavereyi (konuş­ mayı) ve bundan edindiğim intibaı (izlenimi) bir mektupla İs­ kenderun Konsolosu Fethi Denli vasıtasıyla Ankara'ya bildir­ dim. Bu sırada delege Garreaux ve Başkonsolos Karasapan Ankara'da bulunuyorlardı. Delege Garreaux Hatay'da Son Günlerinde İntihap kanlı safhalar arzetmeye başladı. İskenderun, An­ takya ve Reyhanlı 'da çarpışmalar oldu; her tarafta asayişsiz­ lik yüzünden intihap (seçim) büroları çalışamaz hale geldi. 90


Asayişsizliğin düzeltilmesi bahanesiyle kumandan Collet, mi­ lis kuvvetleriyle Şam 'dan Antakya ' ya getirilmişti. Collet, Su­ riye 'de isyanları şiddetle bastırmak, asmak ve kesmek, şehir­ leri, köyleri yağma ettirmek gibi kahhar (yok edici) ve cebbar (zorba) hareketleriyle tanınmıştı. Hatay' a gelmesi, iyilikten zi­ yade kötülüğe delalet eder şüphelerini uyandırdı, hatta yaban­ cı unsurlar tarafından bu keyfiyet Türklerin imhasına matuf (yönelik) bir tedbir olarak gösteriliyordu. Yalnız Başkonsolos Karasapan, Collet'nin Türklere sempati gösterdiğini, delege Garreaux ile halledilemeyen meselelere tavassut (aracılık) edeceğini vaat etmekte olduğunu bize anlattı. Hakikaten kü­ çük bir iki mesele için başkonsolosun telefonla müracaatları­ nı Collet, hemen müspet şekilde neticelendirmişti; hele Celal Karasapan' a " Benden bir şey istediğiniz zaman kışlaya tele­ fonla bildirecek yerde mektup yazın, çünkü telefon muhave­ resini delege Garreaux kontrol ettiriyor" yolundaki sözleri, bizde mevcut şüpheleri azaltmaya başlamıştı. Askeri mıntıka kumandanı sıfatıyla Collet'nin Türklere gösterdiği sempatiye tamamen zıt olarak delege Garreaux pek sert vaziyet almıştı. Reyhanlı vakasında bizzat müfreze kumandanlığı yaparak Halkevini basması, intihap komisyonu azalarıyla sıkı temas­ ları bulunan bazı Hıristiyan ve Alevileri fazla taşkınlığa sevk etmesi, Garreaux'nun aşikar surette (açıkça) Türkler aleyhin­ de çalışmakta olduğunu gösteriyordu. Bundan başka konso­ losun onunla her temasında fena intibalarla ayrılması, Anka­ ra'da söz vermiş olduğu icraattan hiçbirini yapmaması, An­ takya Belediye Meclisi 'ne üç Türk aza almak hususundaki va­ adini dahi pazarlık mevzuu yaparak atlatmaya çalışması, iyi niyetle hareket etmediğine birer misal teşkil ediyordu. Antakya şehri, tel örgüler ve barikatlarla iki cepheye ay91


rılmış bir harp meydanı manzarası arz ediyordu. Resmi daire­ ler, çarşılar kapalı idi; herkes her an vukuu melhuz (çıkacağı sanılan) hadiselere intizar etmekte idi. Türk mahallelerini muhtemel taarruzlardan korumak için eski ihtiyat zabitleri ve parti polis teşkilatı tarafından gece devriyeleri ihdas edildi (konuldu); köşe başlarına nöbetçiler dikildi. Cephelerde ve şehrin bazı semtlerinde Collet 'nin inzibat kuvvetleri ve Ceza­ yirli Fransız askerleri dolaşmakta, nöbet beklemekte idi. Bu­ nunla beraber bazı yerlerde kavgalar, çarpışmalar oluyordu. Bir gece Dörtayak mahallesinde bir Ermeni mülazımın ku­ mandasındaki jandarmalarla silahlı bir müsademe (çatışma) neticesinde iki jandarma neferi ölmüştü. Başkonsolosun, res­ mi otomobili ile dolaşırken, iki yerde tecavüze maruz kalma­ sı, Türklerin pek gergin olan sinirlerini büsbütün tahrik etti; 2 Haziran günü konsoloshane önünde yapılan muazzam nüma­ yişi müteakıp (ardından) kanlı vakalar oldu. O gün Karasa­ pan ' ın delege nezdinde enerjik teşebbüsü üzerine kumandan Collet, inzibat işlerini eline aldığından, sahneye daha faal (et­ kin) bir rolle çıktı. Asayişsizliğin artması, hükümet kuvvetle­ ri ve Arap cephesine mensup unsurlarla Türkler arasında vu­ kuatın tevali etmesi (sürmesi) sebebiyle intihap işleri resmen beş gün tatil edildi. Garreaux, Ankara'daki vaatlerinden hiç­ birini, bu meyanda Antakya Belediye Meclisi 'ne üç Türk aza alınmasını dahi tahakkuk ettirmemişti (gerçekleştirmemişti). Fransızlar İdareyi Bırakıyorlar 4 Haziran 1 930 sabahı başkonsolosla delege arasındaki sert konuşmalar son haddini bulmuş ve başkonsolos pasapor­ tunu isteyerek Hatay' ı terk edeceğini bildirmişti. Bu haberin 92


işitilmesi üzerine hepimizde artık davanın " Kuvayı Milliye" ile halledilebileceği kanaatı hasıl oldu. Bu yolda çalışmak üze­ re hazırlanmayı düşünürken, saat 1 1 'de Amerikan Asar'ı Ati­ ka Hafriyat (Eski Eserler Kazı) Heyeti Reisi komşum bana ge­ lerek, delegasyondan delege muavini De Mingue' in telefon et­ tiğini, benimle görüşmek üzere şimdi geleceğini haber verdi. On dakika sonra De Mingue geldi ve "Türk-Fransız dost­ luk münasebetleri son saatlerini yaşıyor, tarihe karşı hepimiz mesul olacağız, küçük bir davadan büyük bir mesele çıkarmak her iki tarafı da meçhul akıbetlere (bilinmeyen sonuçlara) sü­ rükleyebilir. El ele vererek buna mani olmaya çalışalım. Biz münevverlere düşen vazife budur. Size Hatay'm idaresini terk edelim. Ümit ederiz bu şekil, siz Türkleri tatmin edecektir. Biz de memnun kalacağız" dedi. Ben " Bu teklifinizi ne sıfatla ya­ pıyorsunuz" diye sordum. "Nim resmi bir sıfatla, teklifi ka­ bul ettiğiniz takdirde Fransız mümessili sıfatıyla" cevabını verdi. " İdareyi ne şartlarla bırakacaksınız?" sualime de " İs­ te di ğinizi yapmak şartıyla! " demesi üzerine, "Buna şimdi söz verebilirsiniz, fakat fiiliyatta icraatıma mani olmaya çalışır­ sanız ne yaparız! " dedim. " Hayır böyle bir şey görürseniz he­ men istifa edip çekilirsiniz" cevabını verdi. "Şu halde ben ida­ reyi aldıktan sonra istifaya mecbur olarak çekilirsem Türkiye ile harbi göze almalısınız. Çünkü bu teklifinizi ve şartlarını­ zı şimdi gidip başkonsolosa söyleyeceğim. Eğer Türkiye hü­ kümeti bana, vazifeyi kabul et derse, kabul edeceğim.· Dava­ mızdan, prensiplerimizden hiçbir şey feda etmeyerek bunla­ rın tahakkukuna (gerçe�leŞmesine) çalışırım. İcraatıma mani olmak, Türk davasına mani olmak telakki edilecektir. Tekli­ finize kati cevabı başkonsolomuzdan alırsınız, cevap müspet (olumlu) olduğu takdirde buna müteallik (ilişkin) diğer husus93


lan da kendileriyle kararlaştırırsınız" diye vaki beyanatım üzerine De Mingue, " Sözlerinizi ehemmiyetle kaydediyorum. Hilafında tarafımızdan hareket edilmeyeceğine teminat veri­ rim. Görüştüklerimizi şimdi delege Garreaux'ya tafsilatıyla bildireceğim. Başkonsolosla görüşsünler" diyerek memnun ve mütebessim bir çehre ile teşekkür ederek ayrıldı. Ben de he­ men konsoloshaneye gittim. Konsoloshanenin etrafında Ce­ zayirli askerler nöbet tutuyorlardı. Celal Karasapan, yanında Anadolu Ajansı Muhabiri İhsan Cemal Karabucak'la beraber canı sıkıntılı ve pek asabi bir halde bagajını hazırlıyordu. Bir iki saate kadar ayrılmak üzere olduğunu söyledi. De Min­ gue 'nin bana gelip yaptığı teklifi ve aramızda geçen konuş­ mayı aynen anlatınca " Öyle ise Ankara' ya ikinci bir telgraf­ la vaziyeti bildirelim" diyerek şu telgrafı çekti: "Şimdi yeni bir teklif karşısındayız. Son kararınızın tehirini rica ederim. Payas 'tan telgrafla görüşeceğim." Telefonla da delegeden ran­ devu aldı. Oradan çıkıp partiye gittim. Partide idarenin bize bırakılacağına, bu hususta bana teklif yapıldığına dair hava­ dis vardı. Soranlara haberim olmadığını söylüyordum. Mese­ leye bizim taraftan Karasapan ve İhsan Cemal 'den başka he­ nüz kimse vakıf değildi. Meğer havadis, Fransızların adamla­ rı vasıtasıyla delegasyondan De Mingue'nin bana geldiği da­ kikada sızmış ve yayılmıştı. Saat 1 5 'te beni konsoloshaneye çağırdılar. Karasapan, delegenin tekliften haberdar olduğunu, ancak bunu De Mingue'nin şahsi bir teşebbüsü mahiyetinde karşıladığını, kendisinin tamamen bu fikirde olmadığını, ma­ haza menfi bir müdahalede bulunmayacağını söylediğini an­ lattı. Şu halde vaki olan teklif tam ve ciddi değildir diye dü­ şündük. Acaba Karasapan' ın bu sabah Ankara 'ya " Burada an­ laşmak ümidi kalmamıştır, son tedbirlerinizi almanızı rica 94


ederim, pasaportumu istedim" diye verdiği açık telgraf üze­ rine vakit kazanmak için bir oyun karşısında mı kaldık! Yok­ sa Fransız otoriteleri arasında ihtilaf mı var? Neye hükmede­ ceğimizi kestiremiyorduk. Bir taraftan da idarenin bize terk edildiğine dair şayialar dolaşıyordu. Akşam üstü Garreaux ' nun delegelikten azledildiğini, yerine kumandan Collet' nin dele­ ge ve askeri kumandan tayin edildiği haberi çıktı. Gece Col­ let, bu haberi telefonla başkonsolosa bildirdi. Ertesi gün ah­ val (durum) sükunetle geçti. 5 Haziran sabahı Karasapan ba­ na Collet'ye gidip görüşmemi ve vazifeye başlamamı tebliğ etti. Delegasyon binası aynı zamanda bir askeri karargah ol­ muştu; süngülü askerler, seferber zabitler, Collet' nin mesai odasında harita üzerinde çalışmalar, yerlerde telefonlar, tüfek­ ler görülüyordu. llk olarak tanıdığım kumandan Collet siyah ve parlak gözleriyle, zeki, ciddi ve karakterli bir insan intiba­ mı veriyordu. İyi bir kolaborasyonla, işleri istediğimiz gibi intaç ede­ bileceğinizi (sonuçlandırabileceğimizi), muvaffak (başarılı) olduğumuz takdirde Türk-Fransız münasebetlerine yardım ederek memleketlerimize hizmet etmiş olacağımızı, Hatay da­ vasının Atatürk'ün davası olduğunu bildiğini, bir asker olarak Atatürk' ü çok sevdiğini, ahval ve muamelatta (işlemlerde) ob­ j ektif hareket . edersek isabet edeceğimizi, birbirimize karşı muavenetlerimizi (yardımımızı) esirgemememizi, mütevazı bir lisanla söyledi. Bununla beraber gayemize yetişmek için istical (acele) edilmemesini istedi, statü mucibince bize her su­ retle yardım edeceklerini, buna mukabil bizden istedikleri hu­ susun Fransız haysiyetini ihlal etmemek olduğunu ilave etti. Hangi daireyi işgal edeceğimi sordu. Belediye dairesini ter95


cih ettim. " Bunu Belediye· Reisi Ethem Çivelek'ten istemeli­ siniz" deyince '·Ben bu isimde Belediye Reisi tanımıyorum, hatta kaymakamınızı dahi " cevabını verdim. Collet gülerek "De Mingue 'le bunları da görüştünüz mü? Yerlerine kimleri getireceksiniz?" sualinde istical (acelecilik) gösterdi. İtiraf ederim ki, bu mevkilere kimleri yerleştireceğim henüz hatırı­ ma gelmemişti. Bu beklenmedik sual karşısında birden bele­ diyeye Vedii Münir Karabay'ı, Antakya Kaymakamlığı'na Sü­ reyya Halef' i istedim. Vedii Münir Karabay, belediye için uzun boylu düşünsem dahi bulabileceğim en mükemmel nam­ zetti. Süreyya'ya gelince, Kırıkhan kaymakamı iken intihap münasebetiyle bu vazifeden ayrılmış olması, Fransızlara muğ­ ber (gücenmiş) olarak partide bizimle çalışması, ansızın ismi­ ni hatırıma getirtti. Buna Mesalih-i Hassa zabiti hemen itiraz etti. Ben ismi tekrar edince Collet etrafındakilere " Siz karış­ mayın ! " katibine de "Her ikisinin de kararını hazırla! " diye emretti ve muvaffakıyet diledi. Oradan doğru belediye daire­ sine vazife başına gitmek üzere ayrıldım. Beni kapıda bekle­ yen bir arkadaşı yanıma muhafız alınıştım. Yeni Gün gazete­ cileri de iltihak ettiler; belediye dairesine gittik. Bizi gören me­ murları ani bir telaş aldı. Daire kısmen kapalı ve muamelat ta­ mamen durmuştu. Vali Olarak İşe Başlama (6.VI.1938) Odama girip henüz sandalyeme oturur oturmaz, tehacüm (hücum) ile karşılaştım. Gittikçe çoğalan bir akın halinde teb­ rike gelen binlerce Türk bu asil hareketleriyle yıllardan beri duygularına, emellerine tercüman olabilmenin mükafatını ve96


riyorlardı. Yine halkın alkışları ve polislerle jandarmaların ih­ tiram (saygı) kıtası kesilerek selamladıkları T.C. Başkonsolo­ su Celiil Karasapan resmen tebrikime geldiler. Antakya'da bu­ lunan Amerikan Asar'i Atika Hafriyat Heyeti ve bunlar vası­ tasıyla on gün evvel tanımış olduğum Beyrut Amerikan Kon­ solosu hususi (özel) alaka gösterdiler. On gün evvel benimle ilk görüşmesinde Amerikan Konsolosu maksadımızı ve pren­ siplerimizi, bahusus (öz�llikle) Hıristiyanlara, Ermenilere as­ la hasmane (düşmanca) hislerimiz olmadığını öğrendikten sonra bize itimat hasıl etmiş olmalıdırlar ki Amerikan gaze­ telerinin yanlış haberlerle davamızı başka şekilde anlamama­ ları için Hatay 'daki muhabirlerini Türklerden İhsan Cemal Karabucak gibi olgun bir zatın seçmesini rica ettiler. Şimdiye kadar geçen gürültü ve patırtılarda Ermenilerin fiili husumetleri (düşmanlıkları) görülmemiş, hatta Arap vah­ detçileri (birlikçileri) blokuna dahil oldukları halde onlara da­ hi fiili yardım ettikleri ;şitilmemişti. Gaye ve prensiplerimizden hiçbir şey feda etmeksizin mesuliyet mevkiine geldiğime ve maksadımızı tahakkuk et­ tirmek yolunda çalışacağıma dair halka ve umumi efkara, iti­ mat telkinine çalıştım. Sancak dahilinde cins ve mezhep ayır­ mayarak bütün vatandaşların tam bir müsavat (eşitlik) daire­ sinde muamele göreceklerini, büyük küçük memurların hiç­ bir siyasi cereyana kapılmayarak hükümetin kanun ve emir­ lerine göre bitarafane (tarafsız) çalışmalarını tamim ettim. Bir kısım Hıristiyan ve Aleviler ile Sünni Araplar muha­ lif cephede birleştikleri için tebrikime gelmediler. Muhalefet­ lerine devam ettiklerinden dükkan ve mağazalarını da açmı­ yorlardı. Suriye gazetelerine fena haberler yetiştirmekten vaz­ geçmiyorlar, intihap bürolarında arbedeler çıkarmaya kalkı97


şıyorlardı. Bunların elebaşılarından birkaçının tevkifini Col­ let ile kararlaştırdık. Hapishaneden vaki olan şikayetleri üze­ rine İntihap Komisyonu savcısı bunların tahliyesini teklif et­ ti. Komisyon savcısı yerli mahkemenin istintak (soruşturma) dairesinden istediği dosyaları alabiliyordu. Badema (sonra) müsaadem olmadıkça hiçbir dosyanın verilmemesini, hatta heyetle temasa dahi geçilmemesini yerli savcıya ihtar ettim. Adliye teşkilatına müdahale etmek benim vazifem ve kanuni selahiyetim dahilinde olmaması icap ederdi; fakat mevcut mevzuat ve formalitelerin fevkinde (üstünde) vicdani kanaat­ lerimle milli dava uğrunda her şeyi yapmaya azmetmiştim. Vali olarak işe başlamam, bizim parti muhitinde, nasılsa Dörtyol'da Erginlik Cemiyeti'nin verdiği şüphe ve telkin ile, birtakım tenkitleri mucip (sebep) oldu; o derecede ki, parti ve Dörtyol "Doktor, kimseye sormaksızın yalnız kendi reyi ile Fransızların hizmetini kabul etmiştir" yollu propagandalara kadar gitti. Ankara'dan, Hatay Bürosu Reisi sıfatıyla Numan Menemencioğlu'ndan gelen imalı ve manidar telgraf dahi pro­ pagandacıları iskat edememişti (susturamamıştı). Nihayet "Valiyi tanıyacaksınız" mealindeki sarih (doğrultusunda açık) emirler karşısında susmak mecburiyetinde kaldılar. Üç gün sü­ ren bu karışıklığa maalesef birkaç kişinin şahsi ihtirasları se­ bebiyet vermişti. Partideki genç elemanları fırsat düştükçe memuriyetlere tayin etmem de ayrıca dedikodular yarattı. Ye­ ni belediye reisi, yeni maliye müdürü gibi kıymetli Türk genç­ lerinin resmi vazifeler alması, partide ve Dörtyol 'da " Vali par­ tinin kıymetli uzuvlarını memuriyetlere almakla partiyi inhi­ lal ettirmek (dağıtmak) istiyor" tarzında şikayetleri mucip (neden) oldu. Ankara'dan "Valiyi takviye etmelisiniz" mealin­ de cevap gelince susmuşlar, bu defa aleyhimde sinsi bir çalış98


ma başlamıştı. Günlük hükümet işlerinde müşkiliita maruz kalıyordum. Mevcut j andarma ve polis 1 48 kişilik kadrodan ibaretti. Bunlardan yalnız 40 kişi Türk'tü. İntihap devam edi­ yordu. Arapça konuşan Hıristiyan ve Alevi mahalleleriyle köylerinde bize karşı isyan manzarası genişlemişti. İntihap bü­ roları da kasten böyle yerlerde açılmış bulunuyordu. Fransız Mesalih-i Hassa (silahlı özel kuvvet) Zabitinin emrindeki mi­ lisler, j andarmanın düzeltmek istediği durumu işkal (zorlaş­ tırıyordu) ve ihlal ediyordu. Collet'nin milis kuvvetleri bita­ raf olarak vaziyete hakim olmaya ve birkaç intihap bürosun­ da zaptu raptı ve serbest rey verilmesini temine çalışıyordu. Collet ile S . S . zabitlerinin müdahale ve tesirlerini bertaraf et­ meyi aramızda kararlaştırdık. Fakat Collet'nin ve benim icra­ atımızın aleyhine hala bunların ve milislerinin faaliyetleri ek­ sik olmuyordu. Jandarmaları bir yere göndermek istediğim zaman, Türk neferleri ve Türk mülazım (teğmen) bana "Bizi yalnız gön­ der, gayri Türk jandarmalarla beraber gidersek, herhangi bir müsademede (çatışmada) onlar bizi arkadan vurmaya çalışır­ lar" diye yalvarıyorlardı. Hakikaten on gün evvel Dörtayak mahallesindeki bir müsademede iki Türk jandarma neferinin arkadan gelen kurşunlarla yaralandıkları tespit edilmişti. Hususi teşkilatın kanun harici selahiyetlere malik olan S . S . zabitleriyle emirlerindeki milisler muntazam bir çeteden başka bir şey değildi. Ben de bunlara muvazi (paralel) olarak silahşorlardan müteşekkil (oluşan) bir kuvvet topladım ve jandarma selahiyetleriyle istihdamları (kullanmaları) hakkın­ da bir kararname çıkardım. Tabii bunlara maaş vermek lazım­ dı; halbuki sancak bütçesinde böyle bir tahsisat (ödenek) yok­ tu. Parti kanalından para temini (sağlamak) için partideki ar-

99


kadaşlarımla konuşarak vaat (söz) aldığım halde bilahare bu vaadi yerine getirmediklerinden, kısmen başkonsolostan ala­ rak, kısmen de resmi masraflardan kapatmak suretiyle maaş­ larını ödedim. Bu yeni kuvvet, cansiperane gayretlerle çalış­ tı ve öteden beri muhiti tedhiş etmiş olan resmi milisleri da­ hi yıldırdı; muhalifleri hiç kımıldatmadı. Bu suretle bir taraf­ tan Collet'nin milisleri bir taraftan da bizim gayretlerimiz Arap blokunu taşkınlık yapamayacak hale getirdi. Bunun üze­ rine İntihap Komisyonu, muhalif cephenin şikayetlerini ileri sürerek beni protesto etti. Komisyon reis ve savcıları vilayet makamına gelerek intihabın seyrini değiştirmeye çalıştığımı, bu şartlar dahilinde vazifelerine devam edemeyeceklerini, keyfiyeti Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği'ne yazdıkla­ rını beyan ettiler (açıkladılar). Bunlara verdiğim cevap gayet basit ve şundan ibaret olmuştu: " Memlekette asayişin temi­ ni mesuliyetini üzerime aldım. Anarşi içinde dürüst bir inti­ hap yapılamaz. Nitekim siz de vazifenizi bihakkın (tam ola­ rak) yapamıyorsunuz. Mesaim (çalışmam) sizin işlerinizi ko­ laylaştıracaktır." Heyetin protestosunu Collet bana daha evvel haber ver­ miş, kendisine müracaat ettiklerinde "asayişin ve inzibatın te­ mininden vali mesuldür" diye cevap verdiğini de söylemişti. 1 3 - 1 4 Haziran akşamı saat 8 'de Antakya'da Hıristiyan mahallesinde, garaj da çalışan Osman isminde zavallı bir Türk sebepsiz yere boğazlanmıştı. Yaka şayi olunca birden heye­ canlanan binlerce Türk sopalarla, tabancalarla Hıristiyan ma­ hallesine hücum etmek üzere toplanmışlardı. Hücuma mani olmak için sokak başlarını tutturarak heyecanı teskine (yatış­ tırmaya) çalıştım. Collet de geldi; vakaya pek sinirlendiğini söylemekle beraber, mütecasirlerin (saldırganların) ele geçi1 00


rilmesi hususunda müstacel (ivedi) tedbirler almak icap etti­ ğine dair teklifimi soğukkanlıkla karşıladı. " Eğer kışladaki as­ keri kuvvetlerinizle bana yardım edip mütecasirlerin (saldır­ ganların) hemen yakalanmasına taraftar olmazsanız şu anda istifamı verir, kalabalığı da serbest bırakırım" diye ısrar et­ tim. Bunun üzerine kışlaya emir verdi; zırhlı otomobillerle as­ kerler Hıristiyan mahallesinin etrafını sardılar. İnzibat kuvvet­ lerimizi içeriye saldırarak Collet'in verdiği liste mucibince muhalifliderlerden bazılarını tevkif ettiler. Mevkuflar arasın­ da öteden beri Alevi hemşerilerimizi aleyhimize tahrikle uğ­ raşan ve kimin hesabına çalıştığı o zaman malum olmayan Ze­ ki Arsuzi de vardı. Müstacel ve şiddetli icraat Türk halkını biraz teskin etti (yatıştırdı). Birçoğu bana itimat beyan ederek neticeye intizar­ la (bakarak) dağıldılar. Saat 1 2 'de tevkiflerin arkası alınmış­ tı. Fakat mahalle henüz kordon altında idi. Hükümet konağı civarında İntihap Komisyonu'nun oturduğu Turizm Oteli'ne bir kısım Alevi kadınların akın ettikleri, feryatlar ve şikayet­ ler koparmakla beraber hükümet konağını taşa tuttukları ve hapishaneye hücum etmek istedikleri haberi geldi. Collet'ye telefonla vaziyeti bildirdim. İntihap Komisyonu savcısı da bi­ zi aramıştı. Collet şimdi yorgun ve sinirli olduğum için savcı ile görüşmememi rica etti ve kendisinin daha kolay anlaşabi­ leceğini söyledi. Hükümet konağına kadar gidip bizzat orada­ ki kalabalığı gördükten sonra döndü. Yarın sabah saat 6'ya ka­ dar tarafımızdan hiçbir şey yapılmamasını, bu gece kadınla­ rın tecavüz hareketlerini Turizm Oteli'nde İntihap Komisyo­ nu azalarının gözleriyle göreceklerini, böylece hükümete kar­ şı gelmenin cezasına müstahak olduklarına kanaat getirecek­ lerini, şayet yarın sabah kalabalık kendiliğinden dağılmazsa, 101


tam saat 6'da silahla dağıtılmasını hapishane muhafızlarına emreylediğini anlattı ve muvafakatimi (iznimi) istedi. Türk halkı, hükümet mekanizmasının şimdiye kadar bu derece süratli ve şiddetli bir surette harekete geçmiş olduğu­ nu görmediklerinden bu geceki icraattan memnun kalmışlar­ dı. Türk mahallelerinde sükunet ve itimat havası esiyordu. Halbuki diğer taraftan hükümet konağı ve hapishane mütema­ diyen (durmaksızın) taş yağmuru altında bulunuyor, oradaki muhafız jandarmalar ikide bir benden telefonla yardım ve ka­ ti emirler istiyorlardı. Sabah saat 6'ya doğru kadınların hücu­ mu ve tazyiki (baskısı) çok artmıştı. Tam 6 'dajandarmalar si­ lah istimal etmeye (kullanmaya) başlamışlar ve mütecavizler­ den (saldırganlardan) iki kişi yere serilmiş, diğer ikisi de ya­ ralanmış, kalabalık da bu suretle dagılmıştı. İntihap Vaziyeti İntihap vaziyeti, bugüne kadar aleyhimize netice almak için sarfedilen bütün gayretlere rağmen, Türk unsurunun ge­ ri kalmadığını gösteriyordu. Arap bloku, mevkuf(tutuklu) bu­ lunan liderleri serbest bırakılmadıkça intihaba gelmeyeceği­ ni ilan etti. İntihap Komisyonu bunu da i leri sürerek beni tek­ rar protesto etti ve mevkufların bırakılmasını istedi. Protesto­ larının yersiz olduğunu ve mevkuflar hakkındaki taleplerinin ancak kanun yolu ile yapılabileceğini kendilerine anlattım. Bir hafta evvel dairesine kadar gidip kendisini ikaz etmiş oldu­ ğum yerli savcı istintak (sorgu) dairesindeki dosyaları, tavsi­ yelerime rağmen, gene İntihap Komisyonu Savcısı ' na açık bulundurmaktan çekinmemişti. Bu hatalı harekette ısrarını görünce hemen kendisini vazifesinden uzaklaştırdım. Yerine 1 02


Avukat Cemil Yurtman' ı savcı tayin ettim. Bu keyfiyet Col­ let ile aramızda münakaşayı mucip (neden) oldu; adli işlere müdahale hususu mevzuubahs edildi. Nihayet Collet vazife­ ye başlarken Beyrut'ta Fransız Fevkalade Komiseri'nin kara­ rıyla Hatay'da örfi idare ilan edilmiş olduğu, ancak tatbikatta bunun yalnız hukuki sahada memurlara ve siyasi suçlulara tat­ bik edilmesi lazım geldiği mütalaasına istinat ederek azil ve tayin kararını vize edebileceğini söyledi. Bu suretle benim ad­ liye işlerine de karışabilmem fiilen mümkün olmuştu. Memlekette teessüs eden (sağlanan) asayiş ve emniyete rağmen Arap blokunun intihaba iştirak etmekten vazgeçmesi üzerine, İntihap Komisyonu, intihap işlerini durdurduğunu Collet'ye resmen tebliğ etti; o da bunu bana resmen yazdı. İntihap bir türlü tekrar başlamıyor, bilakis komisyonun Hatay'ı terk edeceği rivayet ediliyordu. Bir sabah Collet da­ ireme geldi ve komisyonun buradan gitmek için emir aldığı­ nı haber verdi. O gün akşam tekrar görüştüğümüzde komis­ yon azalarından bir ikisinin, bir kısım Alevi ve Hıristiyanları tahrik ederek komisyonun gitmesini protesto ettirdiklerini, hatta bir iki köyde halkı isyana teşvik edici sözler sarfeyledik­ lerini öğrendik. Komisyon azalarının Hatay 'dan ayrılmakta acele etmedikleri bizce malum olmuştu; binecekleri vapuru Beyrut'ta sıcakta beklemektense burada bir iki gün daha kal­ mayı tercih etmişlerdi. General Asım Gündüz Heyeti 23 Haziran'da Orgeneral Asım Gündüz riyasetinde (baş­ kanlığında) bir heyet Hatay'a gelecekti. Collet, gece telefon­ la bana haber verdi ve kışla civarında bir evi misafirlerin ika1 03


metine tahsis eylediklerini (ayırdıklarını) söyledi ve yarın inzibat kuvvetlerinin lazım gelen tedbirleri almalarını tavsi­ ye etti . Misafirlerin Türk mahallelerinden uzak bir yerde ikame­ tini, buraya gidip gelirken ziyaretçilerin gayri Türk unsurla­ rın kesafeti (yoğunluğu) ortasında geçeceklerini düşünerek heyete Türk mahallelerinde münasip bir· evin tahsis edilmesi icap ettiğini Collet'ye anlattım. Heyet için şehirde Cumhuri­ yet mahallesinde Süreyya Halef' in evini hazırladık. Asım Gündüz heyetinin geleceği gün herkes yollara, oto­ mobillerle İskenderun istasyonuna akın etti. Fransız generali, Fransız askerleri Asım Gündüz'e istikbal (karşılama) merasi­ mi yaparken, başta parti teşkilatı olmak üzere büyük bir halk kitlesi, gayri Türk cemaatlerin mümessilleri ve reis-i ruhani­ ler heyeti büyük tezahüratla karşıladılar. Antakya - İskende­ run yolunda binlerce insan heyeti selamladı. Fransız askerle­ ri zırhlı otomobillerle heyeti takip ettiler. Antakya'da heyetin ikametine mahsus (ayrılan) evin önü saatlerce muazzam bir kalabalığın devamıyla geçilip çıkılmaz hale gelmişti. Asım Gündüz heyeti, General Hutsinjer'in riyasetinde­ ki Fransız heyetiyle Hatay'a müteallik (ilişkin) müzakereler­ de bulunmak üzere gelmiş ve resmen Fransızların misafiri i. di. Ben de Asım Gündüz şerefine resmi bir ziyafet verdim. Ziyafete Pransız sivil ve askeri otoritelerini, resmi şahısları, parti erkanını, gayri Türk cemaat mümessillerini, reis-i ruha­ nileri ve lskenderun'daki ecnebi konsolosları davet ettim. O güne kadar gayri Türk unsurların hükümetlere temasları ol­ madığı halde Asım Gündüz heyetini kendi cemaat mümes­ silleriyle istikbal etmeleri bizce ehemmiyetle kaydedildiğin­ . den ziyafete çağrı lmaları tabii görülmüştü. Bunlarla beraber 1 04


muhalif cephenin ileri gelenlerini de davet etmiştim. Davet listesini Başkonsolos Karasapan'la birlikte tespit ettik. Da­ vet kartlarında resmi kıyafet işareti olduğundan bunu baha­ ne ederek bizim parti erkanı arkadaşlarımız ziyafete gelme­ diler. Göze batan bu keyfiyet gerek davetliler muhitinde ge­ rekse hariçte muhteliftefsirlere meydan vermişti. Bilahare öğ­ renildiğine göre parti erkanı Dörtyol'dan aldıkları talimatla böyle hareket etmişlerdi. Heyetler arasında cereyan eden müzakere bir hafta sür­ dü ve bir anlaşma ile askeri bir protokol imza edildiği öğre­ nildi. Müzakerelerden ve protokolden mahalli hükümet ola­ rak biz resmen haberdar edilmedik. Bununla beraber İsken­ derun Sancağı Valisi sıfatıyla Atatürk'e, Başvekil Celal Ba­ yar'a ve Beyrut'ta bulunan Haut-Komissaier'e anlaşma mü­ nasebetiyle duyduğumuz memnuniyeti bildiren telgraflar çek­ tim. Cevaplarını aldım. Atatürk' ün kendi imzalarıyla " Sizin için artan saadet ve refah dilerim" cevapları bizim için istik­ bale dair büyük bir işaret oldu. Benim vali olarak icraatım Orgeneral Asım Gündüz ve heyetteki arkadaşlarının gözlerinden kaçmamıştı; bir 4aftadan beri muhtelif temaslarında şimdiye kadar olup-biten her şeyi öğrenmişlerdi. Heyetin siyasi müşaviri Cevat Açıkalın bir gün benimle hususi görüştüğünde şunları söyledi: "Vaziyeti gör­ dük, sen her şeyi istediğimiz gibi yapıyorsun, tuttuğunuz yol­ da devam edin, biz Ankara'ya gidince her şeyi anlatacağız" dedi. Asım Gündüz heyeti Ankara'ya avdet eylemek (dönmek) üzere gene büyük tezahürat içinde Hatay'dan ayrıldı. Yalnız askeri mümessil olarak Albay Fevzi Mengüç Antakya'da kal­ mıştı. İki gün sonra bir Türk alayının Hatay'a geleceği ve in1 05


tihabın Türk-Fransız kuvvetlerinin müşterek (ortak) işgalleri altında yapılacağı şayi (söylentisi) oldu. Türk Askerinin Hatay 'a Girişi 4 Temmuz gecesi Antakya'da Amerikan Asarı-Atika Haf­ riyat Heyeti bizi süvareye davet etmişlerdi. Başkonsolos Ka­ rasapan ve Kolonel Collet de bulunuyordu. Saat 1 1 'de Beyrut, telefonla Collet'ye yarın Türk askerinin Hatay'a geleceğini bil­ dirmiş, o da bizden, buna dair malumatımızın olup olmadığı­ nı sordu. Bizde henüz hiçbir haber yoktu. Biraz sonra başkon­ solosa da telgraf geldi. Karasapan'la birlikte süvareden ayrı­ larak sokağa çıktık. Gece yarısı olmasına rağmen haber sürat­ le işitilmiş, herkes evlerinden sokaklara fırlamıştı. Garajlara, otomobillere hücum ediliyordu. Türk askerini hudutta istik­ bale koşuyorlardı. Genç spor kulübünde bando ile çalınan mil­ li marşlar, evlerden, sokaklardan yükselen sevinç sesleri etra­ fı inletiyor, şehir ayağa kalkmış vaziyette, heyecan halinde dal­ galanıyordu. Saat 2 'de İskenderun'da Türk Konsolosu Fethi Denli, yarın Türk askeri gerçekten Ermenilerin askere silah atacaklarına dair haber aldığını bildirdi. Hemen İskenderun' a gitmek üzere yola çıktım. Yollarda şimdiden Türk köylüleri­ nin kadın erkek ellerinde çiçeklerle, İskenderun yolu üzerine koşuşmaları insanı sevinç gözyaşları içinde bırakan ulvi man­ zara teşkil etmekte idi. Fethi Denli'ye verilen haberin doğru olmadığını, bilakis Ermenilerin Türk askerini istikbale (karşılamaya) hazırlan­ makta olduğunu, şüpheli gördüğü bir iki serseriyi nezaret al­ tına aldığını İskenderun polis müdürü bana temin etti. İsken­ derun 'daki parti teşkilatımız hummalı (yoğun) faaliyetle as1 06


keri karşılamak için takızaferler hazırlıyordu. Antakya'da Amerikalıların süvaresinden ayrılırken başkonsolos, Collet ve ben, Türk askerine istikbal merasimi hakkında biraz konuş­ muştuk. Collet, askeri protokolden bahsederek, Fransız ve Türk askerlerinin ve otoritelerinin müsavi şartlar dahilinde muameleye tabi tutulmalarını ve merasimin Türk-Fransız dost­ luğunun bir tezahürü olması icap ettiğini ileri sürmüştü. Bu­ nun için yapılan takızaferlere Türk ve Fransız bayrakları ko­ nacaktı. lskenderun'da gençlerimiz bunu yapmadılar; delege muavini ve Fransız askeri kumandanı bana gelerek nazarı dik­ katimi celbeylediklerini (çektiklerini) söylediler. Sabah saat 6 'da Payas hududunda binbaşı Süleyman ku­ mandasındaki Türk taburunu selamladım. Şehirlerden, köy­ lerden binlerce insan hududa akın etmişlerdi. Heyecandan ağ­ layanlar, askerin ayaklarına kapananlar, dua edenler, tarihi bir manzara, muhteşem ve canlı bir tablo yaratmışlardı. Bir bu­ çuk saat sonra da, Hassa kazası hududunda Aktepe mevkiin­ de, aynı tabloyu görüyor, sonsuz sevinç ve heyecan içinde, alay kumandanı Şükrü Kanatlı'yı ve Türk askerini Hatay toprak­ larında selamlıyor, 1 8 seneden beri takip edegeldiğimiz kud­ si bir gayenin tahakkukunu temin edebilecek (gerçekleşmesi­ ni sağlayacak) kahramanlara kavuşmuş bulunuyordum. Kumandan, subaylar ve erler etraftan akın eden istikbal­ cilerle şimdiden can-ciğer olmuşlardı. lstikbalciler arasında Ermenilerin ileri gelenleri ve cemaat reisleri de vardı; Kanat­ lı, bunları şimdiden iltifatlarıyla memnun bırakmıştı. İki üç gün evvel Türk askerinin geleceği haberi üzerine, Kırıkhan 'dan panik halinde hicreqgöç) etmek isteyen Ermeniler, şimdi Türk kumandanının şahsında Türkiye Cumhuriyet idaresine itimat etmek hakşinaslığını göstermişlerdi. Ben ve Karasapan 107


üç gün evvel Kırıkhan 'da Ermeni cemaatine bu hakikati ka­ bul ettirebilmek için ne kadar uğraşmıştık. Sokaklarda topla­ nıp ele geçirdikleri nakil vasıtalarıyla hatta yaya olarak hicre­ te (göçe) kalkışanları, "Türk askerinin Hatay'a girmesiyle Er­ meniler kaçmışlardır" dedirtmemek içinjandarmalaria yolla­ rı tutarak hicreti menetmiştim (yasaklamıştım). Bunların şim­ di Türk askerini istikbale gelmeleri, itimat hasıl ettiklerini gösteriyordu. Alayın askeri yürüyüşle Kırıkhan ve Belen' e yetişmele­ ri gecikeceğinden halk sabırsızlanıyor, otomobil ve kamyon­ larla askeri taşımak için yalvararak birbirleriyle rekabet edi­ yorlardı. Kırıkhan ve Belen'de, emsali görülmemiş parlak ve çok heyecanlı bir merasimle asker karşılandıktan sonra alay karar­ gahı. Belen'e yerleşti. Antakya'ya ayrılan tabur bir gün sonra Antakya' ya gelecekti . Hatay'ın her tarafında umumi hayat dur­ muştu. Herkes askeri görme için koşuşuyordu. Antakya-İsken­ derun yolu üzerinde binlerce insan gece gündüz askere intizar ediyordu. Antakya'da şehir tamamen boşalmıştı. Askerin ge­ leceği saatlerde şehre iki kilometre mesafeden başlayan bir sa­ hada Hatay'ın her tarafından koşup gelenlerle yüz bini aşan mu­ azzam bir kalabalık vekar ve heyecan içinde askeri bekliyor­ du. Kalabalık arasında üniformalı Fransız zabit ve askerleri, yerli ve yabancı memurlar, ecnebiler de görülüyordu. Tabur resmi şekilde ve askeri merasimle karşılandığı için bir Fransız taburu da selam vaziyeti almıştı. Önde vaktiyle çe­ tecilik yapmış olanlar milli kıyafetlerle atlar üzerinde, bunla­ rı müteakiben Türk taburu muntazam yürüyüşle geçti. Baş­ konsolos Karasapan Türk mümessili, delege Collet Fransız mümessili, Albay Mengüç Türk askeri mümessili, ben Hatay 1 08


Valisi olarak tribünde geçit resmini selamladık. "Yaşasın Türk Askeri, Yaşasın Atatürk" sesleri, alkış tufanı bütün Antakya muhitini çınlatıyor, askerin ayakları altında kurbanlar kesili­ yor, göğsünü açıp Allah'a şükredenler, sevinçten ağlayanlar, askerin ayaklarına kapananlar, büyük küçük yüreklerden yük­ selen şükran sesleri insanı dehşet ve huşu içinde bırakıyordu. Türk askeri şehrin bir kısmını, bazı camileri ve hanları işgal etti. Köprübaşındaki ilk mektep binası askeri mahfel ya­ pıldı. Gece nümayişlerinde halk tarafından silah atılmaması, Türk-Fransız askeri makamlarınca tensip (uygun görülmüş) ve mahalli hükümetçe ilan edilmişti. Buna rağmen sık sık si­ lah sesleri işitiliyordu. Şayanı dikkat olan husus, nümayişçi­ ler arasına Cezayirli Müslüman askerlerden katılanlar bulun­ ması ve bunların, kışlada aralarında para toplayarak Türk as­ kerine ziyafet vermek üzere teşebbüse kalkışmaları idi. Daha düne kadar Türk davasına muhalif olup ellerinden gelen fena­ lığı yapmaktan geri kalmamış olanlardan bir çoğunun, şimdi bu şenliklere katıldıkları gözden uzak kalmıyordu. Türkiye'den Fevkalade Murahhas Geliyor Birkaç gün sonra Ankara 'dan Hariciye Vekaleti ' nden or­ taelçi Cevat Açıkalın fevkalade murahhas olarak Hatay' a gel­ di. Başkonsolos Celal Karasapan Hatay'dan başka yere nak­ ledildi. Benim vali olarak yapmış olduğum icraat oldukça ilerle­ miş bir safhadaydı. Sancak kadrosundaki yabancı memurları getirmiştim. Bütün hükümet muamelatı (işlemleri) benim di­ rektifim dahilinde cereyan ediyordu. Çıkardığım azil ve tayin kararlarını, delege Collet asla itiraz etmeksizin vize ediyordu. 1 09


İşlerime ve tutmuş olduğum yola artık itiraz edilemiyor, resmi memuriyetlere yalnız kendi akraba ve taallfıkatımı ge­ tirmekte olduğuma dair yeni dedikodular çıkarılıyordu. Hal­ buki memuriyetlere ehliyetli kimseleri ve yüksek tahsilli genç­ leri seçmekte idim. Elimizdeki parti talimatnamesine göre herhangi bir memuriyete çağırdığım kimseler, bu vazifeleri se­ ve seve ve tereddütsüz kabul ediyorlardı. Açıkalın, selahiyetle geldiğinden Parti, Dörtyol ve An­ kara ile olan münasebetlerde nazım rolü oynamakta, bu suret­ le her şey Ankara'ya kendi kanalıyla aksettirilmekte, oradan gelen emir ve talimat da gene kendisi vasıtasıyla bizlere teb­ liğ edilmekteydi. Bu sayede, şimdiye kadar zaman zaman baş­ gösteren ihtilaflar bertaraf olmuştu. İntihap Tekrar Başlıyor Ankara ve Paris 'te diplomatik yollarla alınan son karar­ lara göre, Hatay intihabım, Milletler Cemiyeti Komisyonu ye­ rine, Türk ve Fransız otoriteleri müştereken idare ve ikmal ede­ ceklerdi. Bu maksatla kurulan " İntihab-ı Ali Komisyonu" Türk Fevkalade Murahhası Cevat Açıkalın, Fransız Murahha­ sı Delege Collet ile Hatay Valisi ve Türk Cemaati mümessi­ linden teşekkül etti. Vali sıfatıyla ben, komisyonun aynı za­ manda genel sekreterlik vazifesini gördüm. Komisyon Türk ve Fransız murahhasları tarafından neşredilen şu beyanna­ meyle işe başladı: " İskenderun sancağında Milletler Cemiyeti ilk seçim ko­ misyonu tarafından kayıt işlerini tatil ile sancak mıntıkasın­ dan ayrılmak hususunda 26 Haziran 1 938 tarihinde alınan ka­ rar üzerine, sancağın enternasyonal rej imine kefil olan ve gir1 10


miş oldukları taahhütten doğan teşrik-i mesai ruhuyla müte­ hassıs bulunan Fransız ve Türk hükümetleri, statü ve anaya­ sanın tatbikini temin edebilmek için sancakta ilk seçim işle­ rinin kontrolünü birlikte deruhte etmeye karar vermişlerdir. Bu bapta Fransa Cumhuriyeti, Haut-Komissaier Delegesi Muavi­ ni Kolonel Collet'ye lazım gelen selahiyetleri bahşetmiştir. Di­ ğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de, Antakya'ya Fevkalade Murahhas sıfatıyla memuriyet-i mahsusa ile gelen ortaelçi Cevat Açıkalın'a lazım gelen selahiyetleri bahşeyle­ miştir. İki hükümet mümessilleri, kararlarına ve kendilerine bahşolunan selahiyetlere dayanarak tescil işlerinin 22 Temmuz 1 93 8 'den itibaren yeniden icrasına karar vermişlerdir. lki dost devlet mümessilleri, herhangi cins ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar, bilumum sancak vatandaşlarının mün�sebatının (ilişkilerinin) esaslı vasfı olacak olan kardeş­ lik ve birlik zihniyetine güvenebileceklerine kanidirler ve bu seçim safhasının, memleketin eriştiği ayrı siyasi varlığı ica­ bından olan tam bir selahiyet !çinde, inkişaf edeceğinden şüp­ he etmezler. Yapılacak seçim işlerini ihlal mahiyetinde görülecek en ufak bir suç bu işlere kefil olan iki devletin uhdelerine aldık­ ları vazifeyi iŞkal edeceğinden, Fransız ve Türk hükümetleri mümessilleri, herhangi bir intizamsızlığı tecziye ve vaziyeti, menafi-i şahsiyeleri veya sancağın hakiki siyasi menfaatları­ na muhalif ideolojileriyle istismara kalkışacak olan herhangi bir kimseyi kanunen takip için en şiddetli tedbirler almakta te­ reddüt göstenneyeceklerdir." . Komisyona diğer cemaatlerden de birer mümessil iştirak ettirildi ve intihap, Birleşmiş Milletler Komisyonu 'nun bırak­ tığı yerden devam etti. Komisyonun kararlan kesin ve hiçbir lı1


veçhile kabil-i itiraz değildi. intihap tam serbesti içinde cere­ yan ettiğinden rey sahipleri bürolara gelmekte tahalük (ilgi) gösterdiler. Arapça konuşan Sünni Araplarla Aleviler, Türk ya­ zılmak üzere müracaatlarda bulundular. lntihab-ı Ali Komisyonu, intihap işlerinde vaktiyle Mil­ letler Cemiyeti Komisyonu tarafından kabul edilmiş pek ga­ rip ve haksız muamelelere şahit oldu. Şöyle ki : Akalliyet un­ surlarından Ermeni ve Araplar arasında Hatay doğumlu olma­ yan ve Hatay nüfusunda kayıtlı bulunmayanlardan birçok ki. şi intihap bürolarında kendilerini tescil ettirmişlerdi. Hatay'da bulunan Suriye askerleri, jandarma ve polisler de kaydedilmiş­ lerdi. Türkler aleyhine rey verenlerin sayısını çoğaltmak için komşu memleketler ile, Halep ve Harim'den getirilmiş olan bir sürü yabancının hususi emellerle nüfusa kaydedilerek el­ lerine Hatay doğumlu olduklarına dair nüfus cüzdanı verilmiş olduğu görülüyordu. Seçim Komisyonu statü hükümlerine ve intihap nizamnamesine aykırı olan bu vaziyet karşısında şu ka­ rarları aldı: 3 Numaralı Karar:

İskenderun Sancağı Seçim Komisyonu, Sancak statüsünün 6'ncı faslındaki ahkama göre yapılan tahkikat neticesinde 1 numaralı ekli listede adları geçen 475 müntehibin (seçmenin), mezkur kararname ahkamına tevfi­ kan sancak vatandaşlığı hakkını iddia edemeyeceklerinden ve yine yapılan tahkikat neticesinde bağlı 2 numaralı listede ad­ ları geçen 384 müntehibin mezkur kararname ahkamına tev­ fikan sancak vatandaşlığı hakkını iddia edemeyeceklerinden bunların seçim listelerindeki kayıtları feshedilmiştir.

1 12


4 Numarah Karar:

İskenderun Sancağı 'nda ilk intihabat nizamnamesinin l 6 ' ncı maddesi ahkamında yapılan tadilata binaen (değişikli­

ğe dayanarak), İskenderun Sancağı Seçim Komisyonu berveç­ h iati (aşağıda olduğu gibi) kararı neşreyler: 1 - Sancak seçim cetvellerinde müseccel (yazılı) olan as­ kerlerin, jandarmaların ve polislerin kayıtları mülgadır (geçer­ sizdir). 5 Numaralı Karar:

İskenderun Sancağı Seçim Komisyonu, Sancak Anayasası 'nın 7'nci maddesi ahkamına göre, ya­ pılan tahkikat neticesinde bitişik listede adları geçen 1 1 5 ki­ şinin doğum tarihlerinde nizama mugayir bir surette tashihat (düzeltme) yapıldığından 1 1 5 mezkür kişinin dolayısıyla hi­ le ile sancakta müntehip (seçmen) sıfatını kazanmış oldukla­ rından, 1 - Bağlı listede adları geçen 1 1 5 kişinin sancak seçim cetvellerinden çıkarılmasına karar vermiştir. İntihap (Seçim) Neticeleri İntihap I Ağustos'ta nihayet buldu. Tescil edilen münte­ hiplerin sayısı, Ali Komisyon tarafından 1 1 numaralı kararda gösterildiği gibi, şöylece tespit edilmişti: Türk cemaati 3 5 .84 7, Alevi cemaati 1 1 .3 1 9, Ermeni cemaati 5 .504, Arap cemaati 1 . 845, Ortodoks cemaati 2.098, sair cemaatler 395 idi. İkinci derece müntehipler de yüzde on nispeti ile taayyün etti (belir­ di). Buna göre menus adedi Türk cemaatinden 22, Alevi ce­ matinden 9, Ermeni cemaatinden 5, Arap cemaatinden 2, Or­ todoks cemaatinden 2 olarak tespit ve ilan edildi. Mebusluk-

1 13


lar cemaat ve kaza itibarıyla Antakya'ya 1 4 Türk, 7 Alevi, 2 Ermeni, 1 Rum Ortodoks ve 2 Arap, lskenderun'a 3 Türk, 2 Alevi, 1 Ermeni, 1 Rum Ortodoks, Kırıkhan'a 5 Türk, 2 Er­ meni olarak tevzi edildi (dağıtıldı). Mebus Adayları Mebus seçimlerine tekaddüm eden günlerde Açıkalın, Ankara 'dan Şükrü Sökmensüer' in Dörtyol ' a geleceğini, benim de Dörtyol' a gitmemi söyledi ve benden bir mebus namzetle­ ri listesi istedi. Açıkalın, listeyi alarak benden bir gün evvel Dörtyol ' a giti. Ertesi gün ben de Dörtyol ' a gittiğimde Açıka­ lın'ı, Şükrü Sökmensüer'i, konsolos Fethi Denli 'yi ve Tayfur Sökmen' i bir arada buldum. Bu zatlarla beraber yaptığımız ka­ palı bir toplantıda Şükrü Sökmensüer, Ankara'dan hükümet namına geldiğini söyledi ve Tayfur Sökmen 'le aramızdaki ih­ tilafı gidermemizi arzu ettiklerini bildirdi. Hatay'da idareyi Fransızlardan aldığım günlerde ve müteakip zamanlarda Tay­ fur Sökmen' in Dörtyol 'dan yaptığı müdahaleleri etraflıca te­ barüz ettirdikten (belirttikten) ve şimdiye kadar davamızı ta­ hakkuk ettirmek yolunda Hatay'da çok mesafe katetmiş oldu­ ğumuzu izah ettikten sonra, Ankara'nın her emrine itaat et­ mekte olduğum için bu isteğe de muvafakat ettiğim cevabını verdim. Bundan sonra mebus namzetleri bahsine geçildi. 22 Türk mebus namzedini Ankara' ya bırakmamızı ve oradan ge­ lecek liste üzerine bunu, Hatay Halk Partisi' ne otomatikman kabul ettirmemizi, 1 8 ekalliyet mebus namzedini de benim seçmemi ve bunların Meclis 'te milli gayemize mugayir hare­ ket etmeyecek kimselerden olmasını garanti etmemi istediler. Devlet, hükümet ve meclis reislikleri için de Abdülgani Türk1 14


men, Tayfur Sökmen, Abdurrahman Melek'ten ibaret üç is­ min Atatürk'e arzedileceğini beyan ettiler. Bu kararların hep­ sinde mutabık kaldığımızı bildirerek ayrıldık ve Açıkalın 'la lskenderun'a döndük. Üç gün sonra Halk Partisi'nde yapılan fevkalade bir toplantıda Açıkalın, 22 Türk mebus namzedinin isimlerini okudu. Namzetler arasında benim kendisine evvel­ ce vermiş olduğum isimlerden ancak 7-8 kişi kalmıştı, diğer­ lerinin yerini başka isimler hatta eski muhaliflerden iki ve şimdiye kadar Hatay'da bulunmayanlardan da birkaç kişi al­ mıştı. Aynı zamanda Tayfur Sökmen' in devlet reisliğine, Ab­ dülgani Türkmen'in meclis reisliğine seçileceklerini, benim de hükümet reisi olacağımı tebliğ etti. Partide eskiden beri fe­ dakarlıkla çalışmış olan arkadaşlar, Türk mebus namzetleri arasında, isimleri hatıra bile gelmeyecek kimseler bulunma­ sını hayretle karşıladılar; fakat hiçbiri asil hislerden uzaklaşa­ rak menfi yol tutmadı. Ekalliyet mebus adaylarını da ben, ay­ nı zamanda mandater otoriteyi de memnun etmiş kimselerden seçtim. Cenevre 'de hazırlanan anayasada Hatay'da yapılacak in­ tihapta rey sahibi olacakların Hatay doğumlu olmaları şart kı­ lınmıştı. Halbuki Tayfur Sökmen Gaziantep doğumlu olduğun­ dan yeniden Hatay'da Kırıkhan nüfusuna kaydedildi.

Parti Beyannamesi " Hataylılar, Hatay çileli günlerini bitirmiş, mesut ve mü­ reffeh bir istikbal yoluna girmiş bulunmaktadır. Hatay devle­ ti, Hatay hükümeti ve Hataylıların yegane mümessili Hatay Mebusan Meclisi yakın günler içinde tarihi vazifesine başla­ yacaktır ve memleket hür ve mesut olacaktır. Türkiye bükü1 15


metinin, Hatay'ın istiklali için yirmi seneden beri devam eden gayret ve fedakarlıklarına Fransa Cumhuriyeti dostane bir mu­ kabelede (karşılıkta) bulunuyor. Türkiye ve Fransa devletle­ rinin anlaşması bu anlaşmayı daha ileriye götürerek bu mesut neticeyi daha ziyade inkişaf ettireceğine ümidimiz büyüktür. Bu vesile ile Fransa Cumhuriyeti Hükümeti'ne ve onun bura­ daki mümessillerine arz-ı şükran etmeyi vazife biliriz. Hatay ve Hataylılar için bu mesut vazifeyi hazırlayan ve Hatay'ın is­ tiklal ve inkişafının büyük hamisi olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne ve onun büyük Devlet Reisi Yüce Atatürk'e sonsuz şükranlarımızı her zaman olduğu gibi bu vesile ile de sunar ve ebedi bağlılığımızı bir kere daha cihana ilan ederiz. Hataylı Türkler bu güzel son ile iftihar edebilirler. Ancak şu­ nu da bilmeliyiz ki önümüzde, geçirdiğimizden çok daha çe­ tin imtihanlar bizi bekliyor. Devlet, hükümet kurmak ve onu en medeni bir seviyeye yükseltmek Türk'ün tarihi şiarından olduğu içindir ki, bu imtihanlardan da haşan ile çıkmak her Türk çocuğuna ve dolayısıyla Hatay Türk cemaatinin ve bü­ tün Hataylılara düşen şerefli ve o kadar da ağır ve mesuliyet­ li bir vazifedir. Vatanperver ve fedakar halkımızın bu vazife­ yi de büyük Türk milletine layık ve onun tarihine uygun bir şekilde başaracağına hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır ve olamaz. Hatay Türk cemaatinin itimat ve muhabbetine (sev­ gisine) dayanan ve güvenen ve onun yegane mümessili olan Halk Partisi, bu mesuliyetli olduğu kadar şerefli vazifede be­ hemahal muvaffak olacaktır. Bu sebepledir ki, parti Hatay'a yalnız ve ancak saadet ve refah vaat eden bu emin ve güzel is­ tikbale kavuşmak için takip edeceği mesai programının ana hatlarını bütün Hatay evlatlarının tasvibine (onayına) arzetme­ yi kendisi için bir vazife addeder: 1 16


1 - Hatay hakkındaki beynelmilel taahhütlerin tamamen tahakkukunu (gerçekleşmesi) temin etmek, iş programımızın temel taşıdır. 2- Cins ve mezhep gözetmeksizin Hatay halkını tecezzi (tartışma) kabul etmez bir kül telakki ederiz. Bu sebeple ka­ nunlar karşısında fertlere, ailelere ve cemaatlere imtiyaz tanı­ mayız. Ancak beynelmilel taahhütlere riayetkar ve hürmetkar kalacağız. Herhangi dir., mezhep ve cemaate mensup olursa olsun bütün Hataylıların şerefi, hakkı, haysiyeti, ırzı, malı, ka­ zancı, akidesi, ibadeti, iş ve ev emniyeti müsavat (eşitlik) da­ iresinde mahfuzdur. 3 - İ darede başlıca prensibimiz, mahalli idarelere kuv­ vet ve selahiyet vererek devlet idaresine halkı, doğrudan doğruya ve en yakından ve en müessir bir suretle alakadar etmektir. 4- Cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik, kültürel milliyet­ çilik, inkılapçılık devlet idaresinde hakim kılacağımız ana prensiplerdir. 5- Hatay' ın dahili emniyet ve asayişini temin etmeyi ya­ pacağımız bütün işler için azimet noktası telakki ederiz. Bu hususta müsamaha asla kabul edilmeyecektir. Komşu millet­ lerle sükfuı ve huzur içinde dostluk münasebatımızı (ilişkile­ rimizi) en yüksek derecelere çıkarmak başlıca işlerimizden bi­ ri olacaktır. 6- Mütevazin bir bütçe, az masraf çok iş, mali ve iktisa­ di siyasetimizin mesnedi (dayanağı) olacaktır. Köylü ve çift­ çi ve esnafı kendi iş sahalarında takviye etmek ve kendi ihti­ yaçlarını tatmin etmek iktisadi prensiplerimizde mühim yer alacaktır. Hatay'm tabii servetlerini meydana çıkarmak, işlet­ mek esaslı bir umdemizdir (ilkemizdir). 1 17


7- Nafia işlerimizde yolların tanzimi, bataklıkların kuru­ tulması, irva ve ıska (su ve sulama), demiryol ve liman inşa­ sı kısa zamanda tahakkukuna çalışacağımız işlerdir. 8- Memleketin sıhhi durumu üzerinde itina ile duracağız. Bilhassa sıtma mücadelesi ile ihtiyacı karşılayacak hastane ve dispanserler küşadı (açılması) ve içtimai yardım müessesele­ rinin tesisi (kurulması) başlıca mesaimiz olacaktır. Memleke­ timizin zirai sahadaki inkişafına büyük dikkat sarfedeceğiz. Bu maksatla Ziraat Bankası 'nı ilk iş olarak ele alacağız. 9- Kültür programımız da beynelmilel taahhütler daire­ sinde, azlıkların hukuku mahfuz (saklı) kalmak şartıyla, mem­ leketin ihtiyacı olan ilk, orta ve yüksek tahsil müesseselerini süratle vücuda getirmek ve ilk tahsili mecburi kılmak en mü­ him işlerimiz olacaktır. 1 0- Vergide mükellefin kabiliyeti esastır. Biz daha ziya­ de mükellefin iradını arttırmak suretiyle bu kabiliyeti arttır­ maya çalışacağız. 1 1 - Hatay' ı cazip bir seyahat ülkesi haline getirmek, ma­ halli idarelerde dikkat edeceğimiz mühim bir esastır. Eski eserleri meydana çıkarmak, onları korumak ve şehirlerin ima­ rına çalışmak, bu maksatla takip edeceğimiz mühim işlerdir. Şehirlerin su ihtiyacını bir an evvel temin etmek de mühim iş­ lerimizden biri olacaktır. Ana hatlarını şu suretle çizdiğimiz faaliyet ve mesai prog­ ramımızın tatbikinde Hatay'ın Mebusan Meclisi 'nde Türk ce­ maatini temsil edecek arkadaşlarımızın katileşen namzetlik­ lerini aşağıda ilan ediyoruz." Seçim nizamnamesinin 5 1 ' inci maddesi hükmüne bina­ en ve 50'nci maddesi ile komisyonun 1 9 sayılı kararına müs­ teniden Ali Komisyon huzurunda tescil edilen mebus namzet1 18


leri, sayısı tahsis edilen mebusluk sayısına müsavi (eşit) oldu­ ğundan ayrıca oy verme muamelesine lüzum görülmedi, se­ çilmiş mebuslar olarak kabul edildiler. Hatay Devleti 2 Eylül 1 93 8 'de Hatay Millet Meclisi parlak bir törenle ilk toplantısını yaptı. Devlet ve Meclis reislerini seçmek, anaya­ sasını kabul etmek ve derhal milli hükümet kurulacağını ilan etmekle müstakil (bağımsız) Hatay devleti tarih sahasına çık­ tı. Parlamenter sistem ve demokratik rejimle Hatay devleti ku­ ruldu. Hatay bayrağı resmen çekildi. Hükümet ve Kabine 6 Eylül 'de Hatay 'ın ilk kabinesini, Meclis 'te hükümet programını okuduktan sonra itimat reyi (güvenoyu) alarak, teş­ kil ettim. Programımız Parti beyannamesindeki esasları ve prensipleri ihtiva ediyordu. Beş kişiden müteşekkil vekiller he­ yetimiz işe başladı. Başvekaletle beraber dahiliye, hariciye, müdafaa ve emniyet işlerini ben üzerime aldım. Adliye 'ye Ce­ mil Yurtman, Maliye ve Gümrük Vekaleti 'ne Cemal Baki, Ma­ arif ve Sıhhiye'ye Faik Türkmen, Nafia ve Ziraat Vekaleti'ne Kemal Alpar tayin edildi. Sancak idaresi zamanındaki adli teş­ kilat baki kalmak üzere, bir yüksek mahkeme kuruldu ve ana­ yasa mucibince (gereğince) mahkemeler Hatay halkı namına hüküm vermeye başladılar. İdari taksimat, kaza ve nahiye esa­ sı üzere Antakya, İskenderun ve Kırıkhan kazalarından ibaret­ ti. Bilahare Reyhanlı ve Ordu kazaları da ihdas edildi. Statüye göre, 1 500 kişilik jandarma teşkilatı yabancı muallimlerin ne1 19


zareti altında kurulacaktı; gümrükler, Suriye ile müştereken ida­ re edilecekti; posta ve telgraf Suriye postaları, para Suriye pa­ rası olacaktı. Suriye ile siyasi ve askeri hudut bulunmayacak, Hatay devletinin harici temsili Suriye Reisicumhuru'na ait ola­ caktı. Hatay devleti Suriye toprağında kadastral hudutlar dahi­ · linde ayrı bir varlık teşkil edecekti. İşte Hatay devletini kurdu­ ğumuz zaman bu gibi takyidat (kısıtlamalar) karşısında bulu­ nuyorduk. Üstelik her dairede sancak idaresinden kalına Fran­ sız müsteşarları ve müfettişleri vardı. Valiliğim esnasında vak­ tiyle Suriye'den gelme birçok yabancı memur Hatay'dan uzak­ laştırılmıştı. Fakat Fransız memurlara henüz bir şey yapama­ mıştık. Mevzuat, Suriye kanunları ile Osmanlı kanunlarının ba­ zılarından ve Fransız Fevkalade Komiseri 'nin kararnamelerin­ den tekevvün etmişti (oluşmuştu). Hükümet reisi olarak benim delege Collet ile temas ve münasebetlerim valilik zamanında­ kinden farklı olacaktı; Collet, bundan sonra iş için başvekale­ te benimle görüşmeye geliyordu. llk görüşmelerde Fransız me­ murlara yeni devlet teşkilatında yer veremeyeceğimi bildir­ miş, " lüzum görürsek bazılarını mütehassıs sıfatıyla kontrat­ la çalıştırırız" diye ilave etmiştim. Mevzuat Hatay Millet Meclisi, bir kanunla Hatay hüküınetine mev­ cut mevzuatı değiştirmek, yerlerine yeni kanunlar yaparak ıneriyete (yürürlüğe) koymak selahiyetini verdikten sonra be­ lirli bir zaman için tatile girdi. Böylece, bir taraftan bir kısım mevzuatı ve teşkilatı değiştirmek, diğer taraftan da Müstakil İskenderun Sancağı idaresini bütün hukuk ve vecaibiyle dev­ ralmaktan mütevellit (doğan) dahili, harici taahhütleri yerine 1 20


getirmek gibi müşkül bir durum, Hatay hükümetini hayli meş­ gul etti. Taahhütler arasında en mühimi, Milletler Cemiyeti Kon­ seyi' nin hazırlamış olduğ statüye riayet etmek (uymak) key­ fiyeti idi. Açıkalın, eski ve kıymetli bir diplomat olduğu için Hatay hükümetince alınan her kararda statünün göz önünde bulundurulmasını tavsiye eder, dostlarımız tarafından protes­ to yapılmasına meydan verilmemesini isterdi. Halbuki statü­ nün heyet-i umumiyesiyle tatbik edilemeyeceği daha ilk gün­ den bizce malum olmuştu. Nitekim ilk müşkül (zorluk), jandarma teşkilatı mesele­ siyle başladı. Fransızların Hatay'da ücretli Suriye askerleri vardı. Collet, bunları bize jandarma olarak kabul ettirmek is­ tedi. Devlet reisi ve fevkalade murahhasla mutabık kaldıktan sonra Collet'nin teklifini, Suriye askerleri Hatay halkına fena hatıralar bıraktığı için, bunları Hatay'da emniyet unsuru ola­ rak jandarma yapamayacağımı ileri sürüp reddettim. Bunun üzerine müşterek bir toplantıda Açıkalın' ın bulduğu mutavas­ sıt (ara) bir formül ile Collet'nin vereceği isimlerden vaktiy­ le fenalık yapmamış olan yerli Suriye askerlerinden 300 kişi ile iki üç zabitin alınması tensip edildi (uygun görüldü). Col­ let, bana 300 isim getirdi: İki üç gün sonra Collet'yi başveka­ lete davet ederek verdiği isimlerden ancak 50 kişiyi, ye?i bir tetkike tabi tutmak şartıyla belki alabileceğimizi, muallimlik­ ler için de ileri sürdüğü zabitlerin yerine Türkiye'den müte­ hassıs (uzman) istediğimizi bildirdim. Sözlerimden memnun olmayarak yanımdan ayrıldı. Bir hafta sonra başka bir işi için geldiğinde konuşma arasında yine jandarma mevzuuna temas �tmek ist�yince, "Kolonel, bu meseleyi tamamen halletmiş bu­ lunuyoruz; Türkiye'den mütehassıs celbederek yeni jandarma 121


yetiştireceğiz; eskilerden hiçbirini almayacağız" dedim. Ha­ kikaten bu mesele, bir müddet sonra Türkiye'den gelen jan­ darma zabitleriyle emniyet memurlarını Hatay tabiiyetine ka­ yıt ve kabul etmek suretiyle halledilmiş, Hatay'da yeni jandar­ ma ve emniyet teşkilatı kurulmuştu. Başlarında Türk kuman­ dan ve amirler bulunan yeni teşkilat memlekete daha çok sü­ kun ve huzur temin etti; polis vakaları dahi olmuyordu. Suri­ ye ve Lübnan 'dan gelen yabancılar bu hale gıpta ettiklerini giz­ lemiyorlardı. Halep 'teki İngiliz konsolosu, aynı zamanda ls­ tenderun 'daki konsolosluk işleriyle de meşgul olduğundan ara sıra Hatay'a gelir, her gelişinde de beni ziyaret ederdi. Bir defasında: " Sık sık Hatay'a gelmeme başka bir mana verme­ yiniz, sırfrahat bir uyku uyumak için geliyorum! " demişti. Ha­ kikaten Suriye şehirlerinde karışıklık eksik değildi. Collet ile aramızda ikinci müşkül (zorluk), otomobille­ rin plaka işinde başgösterdi. Suriye'de bir otomobil plakası 1 00- 1 5 0 altın ödemekle elde edilirdi. Halbuki Hatay Nafia Ve­ kaleti ücretsiz ve resimsiz Hatay plakası ihdas ettiği için Ha­ tay otomobil sahipleri, Suriye plakalarını devrettikten sonra Suriye plakalı otomobillerden daha az ücretle nakliyat yapa­ bildiklerinden, Suriye şoförleri bunu misal göstererek Ha­ lep 'te grev ilan etmişlerdi. Collet, yanıma gelerek Hatay'da ya­ pılan işlerin Suriye 'deki aksi tesirlerinden incinmiş oldukla­ rını, bu hal devam ederse Fevkalade Komiser' in yeni tedbir­ ler düşüneceğini söyledi. Bu tedbirlerin Hatay hudutları dahi­ linde hukuki ve fiili hiçbir tesir yapmayacağı cevabını verin­ ce Collet "Şu halde Hatay Suriye 'den ayrılmak yolunu tutmuş­ tur" diye endişe izhar etti. Jandarma teşkilatı ve plaka mese­ lesi ihtilafları neticesinde jandarma ve nafia dairelerindeki Fransız müsteşarları vazifelerinden ayrılmış oldular. 122


Kazai Teşkilat İskenderun 'da muhtelit mahkeme namı altında Fransız ha­ kimlerinden müteşekkil bir mahkeme vardı. Hatay devletinde bir yüksek mahkemeyi ihtiva eden yerli mahkemeler kurulmuş olduğundan muhtelit mahkemenin manası kalmadığını ileri sü­ rerek bunun ilgasını Collet'den istedim. Kendi iktidarı dahi­ linde olmadığı için meseleyi Beyrut'ta Fevkalade Komiserli­ ğe intikal ettireceğini söylemesi üzerine, bugünden itibaren muhtelit mahkeme kararlarının Hatay'da tatbik edilemeyece­ ğini, yerli polis ve jandarmanın bu kararları infaz etmeyecek­ lerini, şayet Fransız polisi ve milisleri vasıtasıyla infaza kal­ kışılırsa vaki olacak ihtilafların müessifneticeler doğurabile­ ceğini anlattım. Aynı günde muhtelit mahkeme reisliğine, bir yazı ile badema (sonraki) kararlarının infaz edilmeyeceğini bil­ dirdim. Ertesi günü mahkeme reisi ve savcısı ziyaretime gel­ diler. Yerlilerle yabancılar arasında tahaddüs edebilecek ( çı­ kabilecek) davaları rüyet (bakmak) için muhtelit mahkeme­ nin lüzumunu iddia ettilerse de, Hatay'da anayasa ve mevcut mevzuatla medeni bir hukuk devleti kurmuş olduğumuzdan ecnebi mahkemelere ve hakimlere asla lüzum kalmadığını, bu­ nun için faaliyetlerine hemen son vererek işgal etmekte olduk­ ları binayı en kısa bir zamanda tahliye ve emirlerindeki resmi otomobilleri iade etmelerini söyledim. Bir iki saat sonra İs­ kenderun' a avdetlerinde dairelerinde çalışan katiplere, me­ murlara artık başlarının çarelerini aramalarını, şahsi dostları­ na da yakında buradan ayrılacaklarını söylediklerini haber al­ dım. Bir hafta zarfında dosya ve eşyalarını naklettikten sonra kendileri de Hatay'ı terk edip gittiler. Böylece bir zamanlar lskenderun'da deleg�nin ikametgahı , müteakıben Muhtelit 1 23


Mahkeme dairesi olan bina, Hatay devletinde bir müddet ad­ liye vekaleti, daha sonra da orduevi olarak milli hükümetin eli­ ne geçmiş oldu. Posta İşleri Bu mesele de kapandıktan sonra posta pulları işi ortaya çıktı : Hatay'da mevcut posta pulu kalmamıştı. Suriye hükü­ meti Hatay' a pul göndermez oldu. Bir gün postanelerde hiç pul kalmadığı Hatay posta idaresi tarafından bildirilince bi­ rikmiş olan mektupları gece Payas 'a gönderdik. Orada mek­ tuplara Türk pulları yapıştırılarak Türk postanesine tevdi edil­ mek (verilmek) suretiyle posta işlerimiz de aksamamış oldu. Hatay posta pulları yaptırmayı düşündük, fakat bunun için İs­ viçre 'de Milletlerarası Posta Birliği Bürosu'na, Hatay devle­ tinin postalarını tescil ettirmek zaruri idi. Milletler Cemiye­ ti 'nin Hatay statüsüne göre harici temsili olmadığından Hatay hükümeti, doğrudan doğruya milletlerarası büroya müracaat edemezdi; Fransız hükümeti vasıtasıyla müracaat edilmesini münasip gördük. Pek kısa bir müddet içinde Fransız hüküme­ ti Hatay postalarını tescil ettirdiğinden Milletlerarası Hatay Postaları ihdas edilmiş (kurulmuş) oldu. Biz de Hatay pulları çıkararak milletlerarası postalar camiasına girmiş olduk. Maarif İşleri Devlet dairelerinde sancak idaresinden kalma Fransız memurlarıyla Türk amirler arasında geçimsizlik başlamıştı. Bundan dolayı şikayetler vaki oluyordu. Antakya lisesinde muallim, aynı zamanda maarifmüfettişi bulunan Bozantı, en 1 24


çok şikayet edenlerdendi. Lise, Türk ve Arap kısımlan ola­ rak, ilkokullar da Türkçe ve Arapça tedrisat (öğrenim) yapan okullar diye iki kısım halinde, sancak idaresinden devir alın­ mıştı. Lisenin Arapça kısmını ilga ettik (kaldırdık). Arapça tedrisat yapan okullarda da yalnız Türkçe tedrisat yapılmaya başlandı. Programlar, Türkiye okul programlarına göre değiş­ tirildi. Bu yüzden müfettiş Bozantı eski bir dostum olduğu hal­ de vaziyetten sıkıldığını, istifa edeceğini bildirdi. Ben Antak­ ya Lisesi 'nin, Galatasaray Lisesi tipinde iyi lisan öğreten bir okul olarak devam ettirilmesi, bunun için de Fransızca öğret­ menlerinin ipka edilmesi (kalması) taraftarı idim . Lakin bizim maarifçi arkadaşlara bu kanaati veremedim. Bozantı ve arka­ daşları kontrat müddetlerinin bitmesini beklemeden bırakıp gittiler.

Sağlık İşleri ve Diğer İşler Orman idaresindeki Fransız müsteşarını; mevcut kontrat mucibince tazminatını verip göndermek için bir hayli uğraş­ tık. İskenderun 'da sancak idaresinde bir devlet hastanesi ile Antakya'da Fransız rahibelerinin hususi bir hastanesi vardı. Antakya Belediyesi rahibelerle mukavele yaparak hastaları ücret mukabilinde hastanede yatırırdı. Bunun için Antakya Be­ lediyesi rahibelere çok borçlanmıştı; borcunu peyderpey ödü­ yordu. İskenderun hastanesinde de birkaç rahibe hasta bakıcı olarak yerleşmişti. Buraya tayin ettiğimiz başhekim, rahibe­ lerin vakitli vakitsiz hastan�den çıkmalarını men ettiği için ara­ larında geçimsizlik başfamıştı. Bir gün başhekim sert muame­ le yaptığından rahibeler, elbiselerini ve çamaşırlarını alıp so­ kağa fıralmışlar, kapı kapı dolaşıp "bizi hastaneden kovdular"

125


diyerek lskenderun'da Hıristiyan aileler nezdinde panik yarat­ maya çalışmışlar. Beyrut ve Fransa'da bulunan teşkilatlarına, Fransız makamlarına telefon ve telgrafla feryat yağdırmışlar­ dı. Collet, elinde birkaç telgrafla bana geldi. Rahibelerin şi­ kayetlerinin Fransa 'da çok yerlerde makes (yankı) bulabilece­ ğinden, bunun Türk-Fransız dostluğu üzerinde dahi tesir yap­ ması ihtimalinden endişe ettiğini söyledi. Bir çare bulmamı rica etti. lskenderun'da rahibeleri davet edip kendilerini razı etmek suretiyle hastaneden ayrılmalarını temin ettik. Böyle­ ce bir müşkül daha halledilmiş oldu:·

Fransızlarla Temas ve Hariciye İşleri Collet ile sık sık temasla şifahi görüşmeler yapıyorduk. Kağıt üzerine intikal etmesi icap eden muameleler başveka­ let hariciye işleri seksiyonundan çıkardı. Hatay devletinin harici temsil işine Suriye'ye bırakılmış olduğu statüde işaret edilmişti. Buna rağmen Hatay devleti­ nin kurulmasıyla Hatay kabinesini teşkil ettiğime dair Suriye hükümeti başvekiline verdiğim telgrafa cevap alamamıştım. Bu vaziyet, Hatay'ın harici temsili bakımından statünün, Su­ riye hükümeti tarafından ihlal edilmiş olduğunu göstermişti. Harici temsile muhtaç olduğumuzdan, aynı zamanda siyasi in­ kişafların alacağı istikamete göre, belki bir gün buna zaruret hasıl olacağı mülahazasıyla, bir hariciye vekaletinin ihdasını (kurulmasını) lüzümlu gördüm ve harici işlerde muhaberele­ rimizi hariciye vekili sıfatıyla yapmaya başladık. Collet, bu hareketimize dair Açıkalın nezdinde nazarı dikkati celbetme mahiyetinde teşebbüste bulunmuş olmakla beraber Hatay Ha­ riciye Vekaleti'nden gönderilen yazılara cevap vermekte de-

1 26


vam etmişti. Filistin'den turist sıfatıyla gelen DNB Ajansı 'nın mümes­ sili, Almanya ile bir ticaret mukavelesi yapmayı kabul ettiği­ miz takdirde Beyrut'taki Alman konsolosunun benimle görüş­ meye geleceğini söylemişti. Bunu müteakip Beyrut'taki Japon konsolosu, hususi mahiyette ziyaretime gelmiş, bir ticaret an­ laşmasından bahsetmişti. Bu gibi olaylara bakılırsa Milletler Cemiyeti ' nde aza olmayan, dolayısıyla statüye riayete mec­ bur bulunmayan devletlerle resen temasa geçebilmek ihtimal­ leri gayri mümkün sayılmazdı. Bazı yabancı gazete ve ajans mümessillerinin bana sordukları sualler arasında Hatay'da Türk askerinin daimi kalıp kalmayacağı, İskenderun limanın­ da Türkiye' ye askeri bir hak tanıyıp tanımayacağımız, niha­ yet Anschluss yapıp yapmayacağımız gibi hususlar nazarı dik­ kati çekiyordu. Yabancı Ticaret Gemilerinin Bayrak Çekme Meselesi Bu sıralarda İskenderun limanına gelen ecnebi vapurla­ rının Hatay bayrağını çekmeleri meselesi ortaya çıktı. Bir Türk vapuru, limana girer girmez Hatay bayrağı çekmişti. Liman idaremiz vapur acentelerine bu yolda hareket edilmesine da� ir bir tamim göndermişti. İtalyan vapur acenteleri tamimi na­ zarı itibare almadıklarından, liman idaresi, buraya gelen İtal­ yan vapurlarıyla hiçbir muamele yapmamışlar, bu yüzden va­ purların limanlara hareket ve muvasalat (varış) tarifeleri bo­ zulmuştu. Meseleyi ha�letmek üzere İtalyan konsolosu evime geldi. Dost sıfatıyla hususi mahiyette ricada bulunduğunu, kendisinin İtalyan konsolosu olarak mandater hükümet nez­ dinde agremente olduğunu söyleyince, ben de kendisine "Şu 1 27


halde müracaatınızı Fransız otoritesine yapmalısınız ve işini­ zi onlarla görmelisiniz" cevabını verdim. Ricasında ısrarda de­ vam ettiğini gördüğümden Hatay bayrağı çekmek meselesini hükümetine yazıp halletmesini tavsiye ettim. O gün İtalyan va­ purları saatlerce limanda bekledikten sonra tahmil, tahliye ve diğer muamelelerden hiçbirini yapmaksızın limandan ayrıldı­ lar. Ertesi gün Halep 'teki İtalyan konsolosu İskenderun 'da evi­ me beni ziyarete geldi. Roma'dan Hariciye Nezareti'nden al­ dığı talimat üzerine Hatay hükümetine kolaylık gösterilmesi­ ne taraftar olduklarını, bundan sonra İskenderun limanına ge­ lecek vapurlarına Fransız bayrağı ile beraber Hatay bayrağım da çekeceklerini bildirdi. Filvaki görüşmeyi müteakip günler­ de gelen İtalyan vapurları Hatay bayrağı da çektiler. Bunun üzerine tahmil, tahliye işleri ve diğer liman formaliteleri sü­ ratle ikmal edildiğinden vapurlar da miadlarına (verilen zama­ na) göre limandan hareket edebildiler. Artık Fransız vapurla­ rından başka ecnebi vapurlar İskenderun limanında Ha.tay bay­ rağı da çekmeyi adet etmişlerdi . Seyahat İşleri Hatay'dan harice seyahat edecek vatandaşlara verilecek pasaport ve hariçten Hatay'a gelecek kimselerin Hatay'a gir­ mek için alacakları vize meselesi, halledilmesi zaruri bir iş ola­ rak karşımıza çıktı. Milletler Cemiyeti'nin Hatay statüsünde Türkiye ve Fransa devletleri Hatay devletinin garanı olarak gösterilmişti. Buna istinaden Hatay tabiiyetini taşıyanların ha­ riçte bu iki devletin himayesine mazhar olmaları icap ederdi. Hatay Millet Meclisi'nden çıkan bir kanun, Hatay vatandaşı­ na yabancı memleketlere seyahat isterse Hatay'daki Türk kon1 28


solosundan Türk pasaportu veya Fransız konsolosundan Fran­ sız pasaportu alabilmek hakkını tanıdı. Aynı kanun, Hatay'a gelecek kimseler için de giriş vizesi lazım olmadığına dair bir hüküm de ihtiva ediyordu ( içeriyordu). Kanunun resmi ceri­ dede intişarını müteakip (gazeteden yayımlanmasından son­ ra) dünyanın muhtelif memleketlerinden bahusus (özellikle) Almanya 'dan çıkarı lan Yahudilerden Hatay' a gelmek için mü­ racaatlar yağdı. O sıralarda Romanya'dan çıkarılan Yahudiler­ den iki vapur dolusu muhacirin Akdenizde dolaşmakta ve il­ tica edecek memleket aramakta olduklarını gazeteler yazıyor­ du. Bunların giriş vizesi bulunmamasından istifade ederek İs­ kenderun limanına geldikleri görüldü. Ancak bazı siyasi mü­ lahazalarla muhacirlerin lskenderun'da karaya dahi çıkmala­ rına müsaade etmedik. L imanda kaldıkları iki gün müddetle kendilerine yiyecek, içecek göndermekle iktifa ettik (yetindik). Giriş vizesinin kaldırılmış olmasının tevlit ettiği (doğur­ duğu) mahzurları önleyebilmek için Hatay'a gelen ecnebile­ rin ikamet müddetlerini tehdit (sınırlama) ve kontrol etmek­ ten başka çare kalmamıştı. Gümrük Suriye ile Hatay arasında siyasi ve askeri bir hudut, bir gümrük barajı mevcut değildi. Bilakis Türkiye Cumhuriye­ ti 'yle gümrük ve pasaport muameleleri devam ediyordu. Ta­ rafımızdan hiçbir mucip (gerekli) sebep bulunmadığı halde, bir gün ansızın Suriye hükümetinin, Hatay'dan giden yolcula­ rı ve eşyayı Suriye hududunda, gümrük muamelesine tabi tut­ maya başladıklarını huduttaki karakollarımız haber verdi. Tam akşam üzeri başlayan bu harekete süratle mukabil 1 29


tedbir almak icap ettiğinden, biz de o gece sabaha kadar bir Hatay gümrüğü ihdas etmek kararını alarak derhal tatbikine giriştik ve gece karanlığında hudut boyunca müteaddit (çeşit­ li) noktalara silahlı gümrük muhafızları ikame etmek (koymak) suretiyle, Suriye gümrüğünün karşısında bir Hatay gümrüğü tesis ettik. Ticari mübadele şimdiye kadar en çok Suriye ile yapılagelmekte olduğundan yeni vaziyet, Hatay 'da telaş ve endişeyi mucip (neden) oldu. Bazı muzır propagandalar ve fe­ na tefsirler de yayılınca, Hatay'da iktisadi buhran, bahusus buğday kıtlığı baş göstereceği rivayetleri endişeyi arttırmaya başladı. Halbuki biz hükümet olarak vaziyeti tahlil ederken Hatay'ın istikbali bakımından bu hareketi hayırlı alamet ola­ rak tespit etmiş olmakla beraber, ortada dolaşan rivayetleri çü­ rütücü tedbirler almakta gecikmemiştik. Fevkalade Murah­ haslık kanalıyla Ankara'ya vaki olaiı müracaat üzerine Ada­ na'dan iki vagon buğday hemen İskenderun'a sevkedilmiş, Payas 'taki Türk gümrüğünün kaldırılması hususunda müsta­ cel tedbirler (acele önlemler) alınmış olduğunu öğrenmekle müsterih olmuştuk (rahatlamıştık). Keyfiyet, derhal umumi ef­ kara aksettirilince, kısa zamanda endişe ve telaş, memnuniyet ve sevince münkalip oldu (dönüştü). Mukabil tedbir olarak gümrük ihdas ettiğimiz gece saat 12 'de Collet ile telefonla konuştum. Suriye' nin niçin böyle bir işe kalkıştığını sordum. Katiyen malumatı olmadığını, Bey­ rut'tan Haut-Commissaire'den öğrenerek bildireceğini söyle­ di. ertesi günü sabah 9'da başvekalete geldi. Gerek Haut-Com­ missaire' in gerek Halep 'teki Fransız otoritesinin katiyen mu­ vafakatı (izni) alınmadan Suriye hükümetinin gümrük ihdası­ na (koymaya) kalkıştığını, bundan vazgeçmelerini Suriye 'ye tavsiye ettiklerini, bize de aynı tavsiyeyi yapacaklarını beyan 130


etti. Böyle bir tavsiyeyi kabul etmeyeceğimizi, şimdiye kadar bütün kararlarımızda ve icraatımızda statüye riayetten uzak­ laşmadığımızı, halbuki Suriye 'nin bu hareketiyle statünün ih­ lal edildiğini, mesuliyetin tamamen Suriye'ye raci olacağını, bundan sonra bizim de artık statüye riayet (uymak) mecburi­ yetimizin kalmadığını izah ettim. Benden aldığı cevapları Ha­ ut-Commissaire 'e bildireceğini söyleyerek ayrıldı. Collet, Açı­ kalın'a vekalet etmekte olan konsolos Ahmet Umar'a gitmiş ve Suriyelilerin hata ettiklerini, bundan vazgeçmeleri için te­ şebbüse geçeceklerini söylemiş, Hatay hükümetinin de vaz­ geçirilmesini istemişti. Fevkalade Murahhas vekilinin iştirakiyle, Devlet Re­ isi'nin riyaset ettiği kabine toplantısında, kararımızdan asla ri­ cat etmemeyi (geri dönmemeyi), bilakis gümrük teşkilatını tevsi (genişletmeyi) ve takviye etmeyi zaruri gördük. Anka­ ra'da bulunan Açıkalın Hatay' a döndü. Hatay hükümetince sta­ tüyü ihlal edici hareketlerden tevakki edilmesini (sakınılma­ sını), gümrük meselesinde muayyen bir tarihe kadar Suri­ ye 'den gelecek eşyadan resim alınmamasını, fakat gümrük hat ve muhafızlarının devam ettirilmesini, Türkiye ile Hatay ara­ sındaki gümrüğün kaldırılması için Büyük Millet Meclisi 'ne bir kanun tasarısı sunulacağını söyledi. Gümrük meselesinde Suriye gazetelerinin kopardıkları yaygaralara mukabil Lübnan ve Suriye'deki Fransızca gaze­ teler, Suriye hükümetinin hatalı hareket ettiğini, Haut-Com­ missaire'in Suriye ile Hatay arasında mutavassıt (aracı) rolü ifa ederek her iki t3:rafı bundan vazgeçirmek istediğini yazdı­ lar. Collet de bugünlerdeki görüşmelerimizde hep gümrük işinden vazgeçmemizi tekrar ediyordu. İskenderun gümrük idaresi tamamen Sancak hükümetin131


den kalma memurların elinde idi. Bunların başında bir de Fransız umum müdür vardı. Suriye ile aramızda gümrük hat­ tı teessüs ettikten (kurulduktan) sonra İskenderun gümrük ida­ resiyle meşgul olmanın sırası gelmişti. Sabık (eski) idare za­ manında İskenderun gümrük varidatı (geliri), mesalih-i müş­ iereke (ortak işler) namı altındaki masraflara karşılık olarak Haut-Commissaire tarafından alınırdı. Bunun miktarı bizce malum olmadığı gibi eski sancak bütçesinde de gösterilme­ mişti. Hatay hükümetinin İskenderun gümrüğünü ele almaya karar verdiği, badema (daha sonra) varidatın Hatay maliyesi­ ne teslimi gerektiği yolundaki tebliğimiz, gümrükteki eski memurların mukavemetiyle karşılaştı. Bunun üzerine Umum Müdürlüğün varidat ve muhasebe işlerine yeni Türk memur­ lar tayin ederek mekanizmanın ele geçirilmesine çalıştık. Fa­ kat eski memurların zaman zaman işleri sabote eden hareket­ leri eksik olmuyordu. Collet'den de şikayet ve protestolar ge­ liyordu. Aradan çok zaman geçmeden, eski memurlardan bazı­ larının geceleri gümrükten evrak, dosya, para kaçırmakta ol­ dukları, bunları oradaki Fransız şeflerin emirleriyle yaptık­ ları bize haber verildi. Bunun üzerine gümrüğü tamamen iş­ gal edeceğimizi, eski memurların tamamen yeni umum mü­ dürün emrinde çalışacaklarını, Fransız mütehassısların da ar­ zu ederlerse kadroda ipka edileceklerini (kalacaklarını) Col­ let'ye bildirdim. Şükrü Kanatlı ile mutabık kalarak herhangi bir hadise karşısında askeri yardımlarını temin ettikten son­ ra, bir sabah erkenden fevkalade inzibat tedbirleri alarak güm­ rüğü işgal ettik. İskenderun'da Fransızların henüz bir tabur askeri vardı. Kışla ve askeri müesseseler bunların ellerinde idi. Hiçbir vaka

1 32


olmaksızın gümrük, bütün teşkilatı- ve antrepoları ile Hatay idaresine geçti. Fakat gümrük kasasında hiç para çıkmadı . B uhdan sonra gümrük varidatının Hatay bütçesine ilave­ si ile maliyemiz sıkıntılı vaziyetten kurtulmuş oldu. Suriye ile Hatay arasında gümrük barajı teessüs ettiğinden (kurulduğun­ dan), Türkiye gümrüğü henüz kaldırılmadığından Hatay' ın bütün tüccarının mübadeleleri İskenderun limanına münhasır kaldı. Bu sayede tonaj miktarı ve gümrük hasılatı birden art­ tı. Böylece, Suriyelilerin, Hatay 'a karşı gümrük kurarak Ha­ tay ' ı iktisadi tazyik altında bırakmak, buhran yaratmak, bu­ nun neticesinde Hatay'ı tuttuğu yolda muvaffak etmemek ga­ yeleri suya düşmüş, teşebbüsleri beyhude bir gayretten ibaret kalmıştı. Collet, gümrüğün işgali münasebetiyle yaptığı protesto­ larda Ankara İtilafnamesi mucibince (gereğince) İskenderun gümrüğünde Türkiye'nin de alakası bulunduğunu, bundan do­ layı Hatay ' ın şimdi Türkiye , Fransa ve Suriye' ye karşı cephe almış olduğunu ileri sürüyordu.

Telefon İşi Gümrük meselesi de halledildikten sonra resmi daireler­ de yabancı memur kalmamıştı. Yalnız Antakya 'daki telefon şe­ bekesi vaktiyle askerler tarafından tesis edilmiş olduğu için Fransızların idaresinde idi. Biz Hatay zabıtasına mahsus ayrı bir şebeke kurmuştuk. B ir gece süvarede Collet ile konuşur­ ken muhaveremiz telefon şebekesine intikal etti. Collet, " Si­ ze bu şebekeyi satalim" dedi. Ben de kabul ettim. iki gün için­ de her iki tarafın eksperleri faaliyete geçtiler ve satınalma, de­ vir ve teslim muamelesi ikmal edildi (tamamlandı).

133


Hatay'da Fransız İşgalinin Son Vaziyeti Bundan sonra Fransızların Hatay 'daki mevcudiyetleri (varlıkları) yalnız askeri işgale benziyordu. Nihayet İskende­ run'daki askerlerini de çektiler ve İskenderun kışlasını bir pro­ tokol ile Hatay hükümetine devrettiler. Bu sırada Antakya'da bir pazar günü, sarhoş bir irtibat za­ biti Fransız mülazımı, bir Türk gedikli çavuşu tarafından, se­ lam verme yüzünden, tabanca ile öldürülmüştü. Vaka ilk an­ larda muhitte çok heyecan yaratmıştı. Ancak her iki taraf ku­ mandanlarının soğukkanlılıkla hareketleri sayesinde mesele büyümemişti. Yaka şöyle cereyan etmişti: Antakya'da Köprübaşı ' nda pazar günü kalabalık bir sa­ atte Fransız zabiti geçerken Türk askerleri, aradaki askeri pro­ tokol mucibince kendisini selamlamışlar. Fakat Fransız müla­ zım, askerlerin selamlarına aldırış etmemişti. Biraz ileriden ge­ len gedikli bir Türk çavuşu bunu görmüş ve aynı hizaya gel­ dikleri zaman zabite selam vermemişti. Fransız mülazımı ge­ dikliye çıkışmış, yakasından tutarak karakola götürmek iste­ miş, gedikli çavuŞ da-tabancasını çekerek ateş etmekle muka: bele etmiş ve Fransız zabitini yaralamıştı. Zabitin hastaneye kaldırılmasını müteakip, bazı kimseler Fransız askerlerinin Türk askerlerine saldıracaklarını yaymışlardı. Bu haber üze­ rine Antakya'da Türk tabur kumandanı askerini silah başına çağırmış, Türk mahallelerinin köşe başlarını makineli tüfek� lerle tutmuştu. O gün pazar olduğu için tatili, Şükrü Kanatlı ve diğer arkadaşlarla Soğukoluk'ta geçiriyorduk. Telefonla verilen haber ÜZl(rine alelacele Antakya'ya yetiştik. Kanatlı, vakanın mahiyetini öğrendikten sonra silah başındaki asker1 34


leri geri çektirmiş, hastanede yaralı zabiti görmeye gitmişti . Ben de müsteşarımı yollamıştım. Zabit aldığı yaradan o gece vefat etti. İkinci günü yapılan cenaze törenine Kanatlı bizzat iştirak etti. Ben de hükümet adı­ na Hariciye Müsteşarı 'nı gönderdim. Böylece vaka ve bunun kurbanı genç zabit için duyduğumuz teessürü resmen de izhar etmiş (belirtmiş) olduk. Fakat iki üç gün Collet ile temasları­ mız gayri ihtiyari olarak kesildi. Açıkalın Ankara'da idi. Kon­ solos Ahmet Umar kendisine vekalet ediyordu. Suriye ve Lüb­ nan gazeteleri büyük harflerle Hatay'da Türk askerinin bir Fran­ sız zabitini öldürdüğünü yazdılar. Yakayı istismara çalıştılar, uydurma haberler günün mevzuu olmuştu. Üç gün süren karşılıklı sükuttan sonra Collet, ziyaretime geldi ve şunları söyledi: " Her memlekette, hatta Paris sokak­ larında dahi bir nefer bir generali öldürebilir. Bunlar adi va­ kalardır. Müteessir olduğumuz cihet vakanın akabinde Türk tabur kumandanının askerini silah başına çağırarak sokak baş­ larını tutturması keyfiyeti olmuştur. Sanki burada Türk ve Fransız askerleri birbirine itimat etmeyerek hasmane bir va­ ziyette bulunuyormuş gibi bir manzara hasıl olmuştur. İşte buna esefediyorum. Bereket versin, asıl kumandan Kanatlı bu hale rıza göstermemiştir. Sizin ise vakada hiçbir alakanız yok­ tur. Yakayı siyasi cepheden ele almayalım, dostça temasları­ mızı kesmeyelim; sözlerimi aynen Albay Kanatlı 'ya duyurma­ nızı rica ediyorum. Kendileriyle de temasımız şimdiye kadar olduğu gibi devam etmelidir." Bu sözlerinden dolayı Collet'ye teşekkür ettim. Yakanın yalnız adli sahada mütalaa edilmesi icap ettiğini teyid ettim. Zaten hadisenin vukuu Ankara'ya ak­ setmiş, Türk ve Fransız otoriteleri arasında halledilmesi icap eden bir mesele olmuştu. Hatay hükümetinin yapacağı bir şey

135


yoktu. Yakanın faili, askeri mahkemeye sevk edilmekle me­ sele adli satııaya intikal etmişti. Otoriteler Arasında Temaslar Hatay'da otoriteler arasında temas ve münasebetler nor­ mal şekilde devam ediyordu. Harbiye 'de Devlet Reisi 'ne tah­ sis edilen otel binasında Açıkalın ve Collet şerefine ayrı ayrı birer resmi ziyafet verdim, karşılıklı nutuklar teati edildi. Col­ let, nutkunda Hatay hükümetinin seri kararlar almakta oldu­ ğundan, devlet hayatında hissiyat ve heyecandan ziyade tec­ rübenin hakim kılınması lüzumundan bahsetti. Hatay'ın mu­ vaffak olmasını samimi bir dost sıfatıyla temenni eylediğini söyledi. Bu sözler bizim için can sıkıcı olmuştu. Bir hafta ev­ vel Ankara 'dan dönen Açıkalın Ankara 'daki Fransız sefirinin, bazı işlerde Hatay hükümetinin müşkülat çıkardığını, Ha­ tay 'daki Fransız otoritesinin bundan şikayetçi olduğunu ken­ disin.e söylediğini anlatmıştı. Müşkülat denilen şey, manda hükümetinin istediklerini Hatay hükümetinin yapmamasın­ dan ibaretti. Bir gün Collet Açıkalın'a benden şikayet etmiş, sık sık ziyaretime geldiği halde benim kendisine hiç gitmedi­ ğimi söylemişti. Bu beyanata bir hafta evvel ziyafette söyle­ nen nutuk da eklenince Collet ile aramızda soğuk bir hava es­ tiği anlaşılmıştı. Fransız otoritesiyle halledilmesi icap eden, bunun için de Collet ile görüşmemizi zaruri kılan daha birçok meselelerimiz vardı. Müteakip görüşmeleri Devlet Reisi bizzat yapmayı arzu etti. Collet'ye haber gönderildi. Birkaç defa vaki olan mülıı­ kattan sonra, işleri süratle intac edebilmek (sonuçlandırabil­ mek) bahanesiyle, Collet tekrar Başvekfilet'e gelmeye başla1 36


dı ve ilk gelişinde ziyafetteki nutkunun yanlış tefsir edilmiş olduğunu öğrenmekten teessür duyduğunu söyleyerek benden özür dilemeyi unutmadı. Ben de bu günlerde Madamme Col­ let'ye bir ziyaret yapacağımı bildirince pek memnun oldu. Türk Mevzuatının Kabulü Siyasi vaziyetin lehimize inkişaf etmekte (gelişmekte) olması bizi daha seri kararlara sevketti. Hatay Meclis i ' nden çıkan kanunların ekserisi Türkiye Cumhuriyeti kanunların­ dan mülhem idi. Bir gün mebus arkadaşlarla konuşurken: " Meclis'e, Türkiye Cumhuriyeti kanunları toptan Hatay ka­ nunları olarak kabul edilmiştir mealinde bir kanun tasarısı ile gelirsem ne yaparsınız?" diye sordum. "Alkışlarla derhal ka­ bul ederiz" dediler. Bu fikri formüle etmek ve tatbikatta müm­ kün olabilen şekli verebilmek için vekil arkadaşlarımla uzun boylu görüştük. Cumhuriyet kanunlarını toptan Hatay kanun­ ları olarak kabul etmekle beraber, bunlardan mahalli icaplara uygun olanları kısmen veya tamamen meriyet mevkiine ko­ yabilmek için hükümete selahiyet verilmesi şeklinde, bir ka­ nun tasansı hazırladık. Meclis 'te b9yük tezahüratla kabul edil­ di. Biz hükümet olarak bu kanunlardan l üzum gördüklerimi­ zi kısmen veya tamamen meriyete koymak suretiyle eski mev­ zuatı değiştirmeye başladık. Maliye Hatay' ın sancak idaresinden devraldığı bir milyon küsur liralık bütçesi vardı. Bir iki aydan beri gümrük hasılatı bütçe­ nin gelir kısmını arttırmıştı. İ skelet halinde teslim aldığımız 137


Antakya müze binasını ikmal ederek müzeyi tanzim etmek, Antakya'da şiddetli yağmurlarda dağdan gelen sellere karşı setler yapmak, bazı nafia ve belediye hizmetleriyle sancaktan müdevver borçları tasfiye etmek, az çok teşkilatlı yeni bir dev­ let kurmak, bütçeye tabiatıyla hayli külfet yükletmişti. Bunun­ la beraber iyi bir sistemle ve hayali olmayan rakamlarla ha­ zırlanmış olan bütçemiz hiçbir zaman hükümeti güç duruma düşürmedi. 1 500 kişilik zabıta ve ve emniyet teşkilatı Anka­ ra 'dan doğruca kendilerine verilen tahsisatla idare ediliyor, Hatay hükümeti de buna biraz yardım ediyordu. Son zaman­ larda Ankara, bütçemizin iyi bir şekilde tanzim edilmiş oldu­ ğunu tetkik edip bize, 400.000 liralık bir yardımda bulundu. Ancak bu para ile yeni eserler yapmaya Hatay devletinin öm­ rü kafi gelmediğinden ilhakla (katılmakla) beraber fazlasıyla hazineye devredildi.

Para İşi Hatay'da tedavül eden para Suriye parasıydı. Bunun yeri­ ne Türk parasını ikame etmeyi düşündük. Bir gün telefon ve telgrafmuhaverelerini kesmek, hudutları kapamak, hiçbir kim­ seye bir şey sızdırmamak suretiyle sıkı tedbirler aldıktan soma Hatay Meclisi'ni geç vakit içtimaa davet ettik. Hatay'da, Suri­ ye parası yerine Türk parasının kabul edildiğine dair bir kanun çıkarıldı. Gece yarısı resmi cerideyle intişar eden bu kanun, er­ tesi sabah herkesi bahusus bu gibi işlerde açıkgöz geçinen in­ sanları hayretler içinde bıraktı. Muayyen bir müddet içinde her­ kes mevcut parasını maliye dairelerine götürerek Türk parasıy­ la değiştirdi. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası 'nın İsken­ derun'da çabuk bir şube açması kolaylıklar temin etti.

1 38


Para inkılabının, hiçbir şikayete ve hiçbir kimsenin vur­ gunculuğuna meydan verilmeden yapılmış olması büyük bir muvaffakiyet sayılırdı. Vazifeli olan her şahısta maddi ve ma­ nevi mesuliyet duygusu, şuur ve heyecanla işlere sarılmak, iç­ ten gelen ve yorulmak bilmeyen gayretlerle hedefe doğru gi­ diş, bu muvaffakiyette en büyük amil olmuştu.

Halkın Memnunluğu ve İsteği Alınan parlak neticeler halkı memnun bırakmıştı. Neşe, sevinç, huzur ve refah o zamanlar Hatay'da adeta bir alem ol­ muştu. Türkiye ile gümrük kalmadığından serbest ticaret baş­ lamıştı. Hatay'ın anavatana ilhakı (katılma) dileği artık gönül­ lerden dillere ve günlük sohbetlere intikal etti. İkide bir etraf­ tan gelen yabancı gazeteciler, bu mevzu üzerinde resmi ağız­ lardan bir şeyler koparmaya çalışıyorlardı. Bu yolda bize so­ rulan sualleri hep menfi cevaplarla karşılıyorduk. Bir gece or­ du evinde tertip edilen baloda Collet ile konuşurken vaktiyle bir iki Fransız memurunun, Soğukoluk'ta satın almış olduk­ ları arsaları şimdi satmak için kendisine ricada bulundukları­ nı, buna Hatay hükümetinin kolaylık göstermesini söyledi. Ben de şaka olsun diye " Yalnız bu arsaları değil, Hatay'daki resmi ve hususi bütün Fransız menfaatlarını satın alalım" de­ dim. " Paranız varsa söylediğiniz şey, üzerinde durulacak cid­ di bir mevzu olabliir" dedi. Muhavereden edindiğim intibaı Açıkalın'a anlatıtm.

Atatürk'ün İlgisi ve Ölümü Atatürk'ün Hatay hakkında gösterdiği büyük alaka dün-

1 39


yaca dahi mallım olmuştu. Son zamanlardaki hastalığına rağ­ men Mersın 'e kadar gelip Hatay işlerini yakından takip etmek­ te olduğunu göstermesi. memleket dahilinde ve haricinde ehemmiyetli tesirler yaratmıştı. Fani Atatürk' ün ölümü, dava aleyhinde çalışanlara kı­ mıldanma cesaretini vermiş ve Hatay davasının artık eski hız­ la yürütülemeyeceği propagandasını ortaya çıkarmıştı. Hatay devletinin kurulmasını müteakip Hatay Millet Meclisi tarafın­ dan çıkarılan bir kanunla umumi af ilan edilmişti. Milli dava­ mıza öteden beri kavlen, f iilen ve amelen muhalefet etmiş kimselerden Hatay hudutları haricine kaçmış olanların bir kıs­ mı aftan istifade ederek memlekete dönmüşler, bir kısmı da Halep'te cemiyetler kurarak aleyhte neşriyat yapmaktan, pro­ pagandalarla Hatay dahilindeki eski taraftarlarını aldatmak­ tan vazgeçmemişlerdi. Bunların ve Suriye matbuatında hoşa gitmeyen yazıların tesiriyle, hudut boyunda ve lskenderun' un bir iki köyünde şapka yerine fes giymek gibi irticai hareket­ ler başgösterdi. Aynı zamanda İskenderun'da İtalyan tebaasın­ dan olanlar arasında siyasi propaganda faaliyetleri arttı. Ga­ fil insanlar! Ebedi Atatürk'ün Hatay Türkleriyle birlikte bü­ tün Türk milleti için daima bir meşale ve ilham kaynağı ola­ rak yaşayacağını takdir edememişlerdi. Davamız Atatürk ta­ rafından şahsen benimsenmiş olmakla kalmamış, Türk mille­ tinin milli ve siyasi mefkuresine mal olmuştu; Misak-ı Milli hudutları dahilinde idi. Bundan kim ricat edebilirdi (geri dö­ nebilirdi) ? Şimdiye kadar en serbest ve en demokratik bir idare tatbik edegelmekte olduğumuz halde son irticai hareketler karşısında sert tedbirlere başvurmakta asla tereddüt göstermedik. Böyle­ ce hava derhal değişti ve gafil insanlar hayal sükutuna uğradı. 1 40


Cenaze Merasimine Katılma Atatürk' ün ölümünden doğan teessüre bir çare buluna·· mıyordu. Kadın, erkek, büyük küçük, bütün Hatay Türkleri günlerce gözyaşı dökmekte ve matem tutmakta devam etti. Atatürk'ün cenaze töreninde bulunmak üzere devlet reisi ve ben Ankara'ya gitmeye karar verdik. Keyfiyet Açıkalın vası­ tasıyla Ankara'ya bildirildi. Ankara, yalnız Hatay Mecli­ si'nden bir heyet gönderilmesini tensip etti (uygun gördü). Fransızlarla Bir İhtilaf İskenderun limanında tetkikat yapmak üzere Ankara'dan gönderilen ve aralarında bir İngiliz mütehassısı bulunan heyet, İskenderun liman sahasında araziyi sınırlandırmak suretiyle ça­ lışmaya başlamıştı. Collet, Başvekalete gelereke bu heyetin ls­ kenderun'da çalışmasından kendisine malı1mat verilmemiş ol­ duğunu bir İngiliz mütehassısıyla beraber arazi üzerinde çalı­ şarak bir mıntıka ayırmak için işaretler koymuş olmalarının na­ zarı dikkati çektiğini, vaktiyle Ankara İtilafnamesi 'nde derpiş edilmiş olan Türk mıntıkasının tesisi düşünülüyorsa bundan Fransız otoritesinin de haberdar edilmesi gerektiğini, şikayet eder bir lisanla anlattı. "Türkiye'ye taalluk eden meselelerde doğrudan doğruya Fevkalade Murahhas Açıkalın'la görüşme­ sini" tavsiye ettim. "Ya! demek bundan sonra sizinle bir işi­ miz kalmadı" diye gülerek ayrıldı. İlhak Başlangıcı 1 939 Martı'nda Türkiye'de yapılacak mebus seçimlerin141


de Tayfur Sökmen Antalya'dan, ben de Gaziantep'ten namzet (aday) gösterildik. İkimizin de Büyük Millet Meclisi'ne me­ bus seçilmemiz, Hatay'ın anavatana ilhak edilmek üzere bu­ lunduğu kanaatini kuvvetlendirdi. Komşu ve uzak memleket­ ler matbuatında bize müteallik yazılar çıktı. Yabancı bir dev­ letin devlet reisi ile hükümet reisinin başka bir memleket par­ lamentosunda aza olmaları keyfiyeti görülmemiş bir hal ola­ rak tavsif edildi. Bir ay sonra Büyük Millet Meclisi'nde ye­ min etme merasimi için Ankara'ya çağrıldık. Cumhurreisinin Huzurunda Cumhurreisi İnönü, Çankaya'da bizi kabul ettiler ve ilk sözleri arasında: "Ah! keşke Atatürk hayatta olsaydı, Hatay için kim bilir şimdi ne kadar sevinecekti! " dediler. Hatay'da­ ki umumidurumu kendilerine arzettik. Yabancı devletlerden birkaçının Hatay'da olan biten işleri muhtelif vesilelerle ya­ kından takip etmekte olduklarını söyledim. İnönü, Türkiye harici siyasetinin İngiltere ve Fransa ile bir ittifak akdetmek istikametinde ilerlemekte bulunduğunu, bunun için bizim de Hatay'da buna uygun şekilde hareket etmemiz icap ettiğini an­ lattılar ve hükümetle görüşmemizi tavsiye ettiler. Başvekil ve Hariciye Vekili'ne vaziyeti olduğu gibi izah ettik. Hariciye Ve­ kili, şimdilik ilhaktan bahsedilmemesini, hükümetin İngilte­ re ve Fransa ile büyük bir ittifak akti için müzakerede oldu­ ğunu, Hatay meselesinin bundan ayrı bir mevzu olarak ele alı­ nacağını anlattı. Filvaki ilhak kelimesini kullanmamaya biz de dikkat ediyorduk; fakat Hatay'a avdetimde etrafımı alan ga­ zetecilere beyanatta bulunurken "Türkiye'de başta Cumhur­ reisi oldukları halde bütün Türk milletinin Hatay hakkında 1 42


gösterdikleri alaka o derece büyüktür ki, Türkiye ve Hatay bir tek kalp olarak çarpmaktadır" demem, gerek Hatay'da gerek­ se hariçte ilhak kararı arifesinde olduğumuz mahiyetinde tef­ sir edildi ve intizar (bekleme) devresi başladı.

Transit Derdi İskenderun limanında transit işleri artık yapılamıyordu. Öteden beri bununla geçinen komisyoncular, tüccarlar iktisa­ di sıkıntıdan dem vurarak transite çare bulunmasını istediler. Zahiren bu maksatla toplantılar, hakikatte birtakım pro­ pagandalar yapmaya başladılar. Tam bu sırada umum müdü­ rümüz iki gün için Halep' e gitmek üzere izin istedi. Halep 'ten İskenderun mebuslarından biriyle beraber Beyrut' a gittiğini haber aldım. O günkü Beyrut gazeteleri Hatay'dan bifmebus ile gümrük umum müdürünün, gümrük ve transit işlerini Fran­ sız makamlarıyla görüşmek için Beyrut'a geldiklerini yaz­ mıştı. Buna muvazi olarak lskenderin'da tüccarlar mallarını gümrükten çekmiyorlardı. Bu vaziyet karşısında umum mü­ dürü vazifesjnden derhal azletmek icap etti.

Fransız İdarecilerinin Çekilmesi İlhaka doğru gidildiği kanaati arttıkça kökü yabancıla­ ra dayanan sabotaj hareketleri başladı. Antakya'da elektrik idaresinde çalışan yabancı teknisyenlerin gizlice Hatay'ı terk edeceklerini, elektrik tesisini işletecek mevcut elemanımız bulunmadığından, bu suretle şehri ansızın karanlıkta bırak­ mak istediklerini haber aldık. Bir emrivaki karşısında kalma­ mak için hemen Ankara 'dan bir iki teknisyen istedik. Bunlar

143


alelacele gelerek elektrik idaresini teslim aldılar ve hiçbir ak­ saklığa meydan verilmedi.

Ermenilerin Hicreti Kırıkhan ve Belen 'de Ermeniler bir iki sarhoşun sarkın­ tılık yapmalarını büyüterek Hatay'dan hicret etmek istedikle­ rini işaa ettiler (haberini yaydılar). Kıbrıs·a gitmek üzere pa­ saport alan bir Ermeni mebus, oradan gönderdiği bir mektup­ ta Hatay mebusluğundan istifa ettiğini, Kıbrıs 'ta ikamete ka­ rar verdiğini bildiriyordu. Kesep nahiye merkezinde bir iki Er­ ıneni 'nin j andarmalar tarafından dövülmesi, bir müsteşarın Turizm Oteli'nde bir Hıristiyan garsonu tokatlaması ve bun­ lara mümasil (benzer) birtakım vakalar büyütülerek siyasi dal­ ga haline getiriliyordu. Zabitanın mütecasirler (kışkırtıcılar) hakkındaki şiddet­ li muamelelerine rağmen, gayri Türk unsurlarda itimatsızlık hüküm sürüyordu. Bir Ermeni mebusu bana, bu havayı yaban­ cıların yarattıklarını gizlice anlatmıştı. Gene bugünlerde Ce­ zayirli askerlerden Türk alayına iltica edenler olıiıuştu. Mül­

tecilerin iade edilmelerine tavassutta bulunmam için ricaya ge­ len Collet ile dostlar arasında nahoş vakaların tahaddüs etme­ mesine (ortaya çıkmamasına) dair konuşurken, son günlerde Ermenilerdeki endişenin kötü bir propagandadan ileri gelmiş olduğuna nazarı dikkatini celp ettim. "Evet bana da geldiler, bazı tazyik ve tehditlere maruz kaldıklarından gitmek istedik­ lerini söylediler; ben de kendilerine istical (acele) etmeyin, eğer biz buradan gidersek sizleri de beraber götüreceğiz tar­ zında teminat verdim" dedi.

1 44


Hatay'da Cumhuriyet Halk Partisi Kurulması Hatay devleti kurulduğu tarihten beri Hatay Halk Partisi faaliyet göstermez olmuştu. Ankar�'dan Rahmi Apak, parti teşkilatıyla meşgul olmak üzere gönderilmişti. Hatay Halk Partisi 'ni ihya etmek yahut yeni bir Cumhuriyet Halk Partisi kurmak hususunda müzakerelerden sonra ikincisine karar ver­ dik. Cumhuriyet Halk Partisi'nin İskenderun'da açılan ilk şu­ besi pek parlak törenle kutlandı; müteakiben Hatay 'ın her ta­ rafında parti teşkilatı kuruldu. Fransızlarla Son Temaslar ve Müzakereler Fransız otoritesiyle Hatay hükümeti arasında halledile­ cek mevzu kalmadığından temaslar tabiatıyla azalmıştı. Bun­ dan sonraki işler için Collet, fevkalade murahhasla görüşüyor ve bazen beraber Ankara'ya gidip geliyorlardı. Hatay'daki Fransız menafiinin toptan satın alınması, An­ kara 'da mevzuubahis olmuş, bunun için Açıkalın bizden Fran­ sız resmi ve hususi şahıslara ait menafiin (çıkarların) neler­ den ibaret olduğunuf gösteren bir liste istemişti. Ankara mü­ zekerelerindeki olup-bitenlerin tafsilatına bizler vakıf olamı­ yorduk. Hudut İşleri Ankara'dan Albay Hüsnü riyasetinde bir tahdid-i hudut heyeti geldi. Hatay�ın Suriye hududunu tespit etmek üzere arazi üzerinde çalışmaya başladılar. Ara sıra Albay Hüsnü Başvekalet' e gelerek mahalli bazı malumat istiyordu. Bir gün 145


Hatay zabıtasına Halep hududundaki Andilfi karakolundan şu haber verilmişti: "Bu sabah erkenden hududu çizmek için buraya Türk askeri heyeti geleceğinden bunlara hazırlık yap­ mak üzere bir manga Türk askeri gelmiş, hudutta çadır kur­ muştu. Karşı tarafta bunu gören Suriye gümrük karakol teş­ kilatı, şüphelenerek her şeyi olduğu gibi bırakıp kaçmış ve Halep'te, "Türkler hudutta asker yerleştiriyorlar, Halep' i is­ til.a edecekler imiş" diye korku ve telaş yaratmışlar. Bey­ rut 'tan aldığı telefon haberi üzerine Collet beni telefonla evimden arayıp Türk askerlerinin Andilfi mevkiinde hududu geçmek üzere bulunduklarını, bu vaziyetin neden icap ettiği­ ni sordu. Zabıtadan almış olduğum malumatı kendisine söy­ leyince kahkaha ile güldü "demek bunlar, Beyrut' u da şaşırt­ mışlar" diyerek özür diledi.

Anavatana İltihak Karan İşte Hatay devletinin son günlerinde umumi durum bu şe­ kilde idi ve artık Hatay Millet Meclisi'nde nihai karar almak zamanı gelmişti.

23 Haziran l 939 tarihindeki toplantıda Hatay Millet Mec­ lisi büyük tezahürat içinde ve müteaddit (çeşitli) hatiplerin pek heyecanlı nutuklarından sonra anavatana iltihak karan aldı. Biz de hükümet vazifesini Fevkalade Murahhas Açıkalın'a devir ve teslim ederek Hatay hükümetine nihayet verdik. Büyük Millet Meclisi' nden çıkan özel kanunla Hatay anavatana ilhak edildi. Fransız askeri kuvvetleri Hatay'dan çe­ kildiler.

23 Temmuz l 939 günü Büyük Millet Meclisi namına Ha­ tay' a gelen heyetin huzuruyla ve mahşeri bir kalabalıkla ya-

1 46


pılan muazzam ilhak törenini müteakip üç gün üç gece devam eden emsalsiz tezahüratla ilhak törenini müteakip üç gün üç gece devam eden emsalsiz tezahüratla ilhak kararı ve Hatay kurtuluş bayramı tesit edildi (kutlandı). l 9 sene süren bin türlü siyasi entrikalara, kuvvete, şidde­ te ve her türlü haksızlığa karşı mukavemet eden ve muhtelif formüllerle icat edilen muhtelif idare şekillerinde asla benlik­ lerini kaybetmeyen Hatay Türkleri güzel yurtlarının anavata­ nın kopmaz bir parçası olduğunu dünyaya gösterdiler.

147



Hatay Valisi Olarak Göreve Başlayınca Yayımlanan Tarihi Beyanname Cenevre'de Türkiye ve Fransa hükümetiyle Milletler Ce­ miyeti 'nin kabul etmiş olduğu Sancak Statüsü ve anayasası çevreleri dahilindeki prensiplerimizden hiçbirini feda etme­ mek, bilakis, bunların tatbikat sahasında da tahakkukuna ça­ lışmak ve müşkün anlarda memlekete hizmet etmek maksa­ dıyla, valiliği kabul ve deruhte ettim (üzerime aldım) ve bu­ günden itibaren işe başladım. Vazifemde bilii tefriki cins ve mezhep bütün vatandaşla­ rımın bana yardımcı olmalarını dilerim. Mandater hükümetin mümessilleri kumandan Collet ve arkadaşlarıyla beraber ça­ lışacağım. Bu mesai birliğinin temin edeceği muvaffakiyet­ lerle maddi semerelerin gerek memleketimizin hali hazırdaki müessif vaziyeti, gerekse yakın atide gelecek olan saadeti için pek hayırlı olacağı şüphesizdir. Ekseriyet unsurlarıyla diğer unsurların yekdiğerlerine karşı müşterek vatan hissiyle meşbu (dolu) olarak kardeşçe ya­ şamaları bence matlup ve memleketin sükunu refahı ve teka­ mülü yegane gayem olduğundan her ferdin ve her cemaatin haklarından emin ve müsterih olmaları icap eder. Yeni idare149


mizde vatandaşların seyyanen hukukunu ve hürriyetlerini si­ yanet edebilmek (koruyabilmek) için prensibimiz yalnız bi­ taraflık ve adalet esasları olacaktır. Binaenaleyh her kim olursa olsun, takdirsizlik veya her­ hangi şahsi hırs ve menfaat saikasıyla efkarı teşviş, sükun ve asayişi ihlale tasaddi, başkalarının hukukuna ve serbestisine tecavüz etmek cesaretinde bulunanlar hakkında en ağır ceza­ ları tatbikte tereddüt etmeyeceğiz. Bu gibi cüretkarların birer vatan haini, sulh ve müsalemet (huzur) düşmanı olduklarına şimdiden ehemmiyetle nazarı dikkati celp ederim. Hükümetin maksadına vukufve icraatına itimat hasıl ede­ rek herkesin işi gücü ile meşgul olmalarını ve icraatımızda el­ birliğiyle bize müzaheret (yardım) tavsiye ederim. Hatay Millet Meclisi'nde Okunulan Hükümet Programı Sayın Mebuslar, Bugün Hatay'ın ilk ve tarihi milli meclisinde huzurları­ nıza Hatay'ın ilk hükümet Reisi sıfatıyla çıkmakla bahtiyarım. Uzun süren mücadelemizden sonra kavuştuğumuz istik­ lal sayesinde huzur ve refaha erişm�k mev'ut (zamanı gelmiş) olmakla beraber, memleketimizin her sahada ve kısa zaman­ da kalkınabilmesini temin için bana verilen vazifenin ne ka­ dar güç ve mesuliyetli olduğunu takdir buyuruyorsunuz. Canla, başla bağlı olduğumuz ULU ŞEFİMİZ ATA­ TÜRK'ün nur ve iman saçan ilham ve eserleri, Türk'ün ru­ hunda mevcut olan azim ve fedakarlık bize bütün bu güçlük­ leri yenmek kudretini bahşedecektir. 1 50


Ben ve arkadaşlarım bu imanla hareket ettikçe yüksek iti­ madınıza da güvenebileceğimizi umarım. Programımızın ruhu ve esası KEMALİZM REJİMİ ve bütün icabatı olmakla beraber müsaadenizle bazı kısımlarını tekrar edeceğim:

1 Hatay hakkında beynelmilel taahhütlere riayet etmek ve -

bunların tamamen tahakkukunu temine çalışmak.

2- Dahili emniyetimizin zaruri kıldığı milli inzibat teşkilatı­ nı kurmak mesaimizin temel taşıdır. 3- Irk ve mezhep farkı gözetmeksizin bütün vatandaşların

müsavi hukuka malik oldukları ve kanun nazarında aynı muameleye tabi olacakları umdelerimizin başlıcasını teş­ kil etmektedir.

4- Komşu devletlerle iyi münasebetler tesis ve idame etmek en büyük arzumuzdur.

5- İktisadi vaziyetimizin korunması ve inkişafı için devlet­ lerle ticari anlaşmalar yapmakta, milli sanayi ve mahsu­ latımızı himaye etmekte ve bunun için muktazi (gerekli) tedbirleri almakta gecikmeyeceğiz.

6- Sıhhi durumun fenni ve medeni vasıtalarla ıslahına çalı­ şarak nüfusumuzu çoğaltmak, şehirleri, köyleri imar et­ mek yapacağımız işlerin başlıcalarındandır. 7- İçtimai hayatımızın inkılapçılık ruhuna uygun olarak sü­

ratle ilerlemesine ve bunun için kültür işlerinde beynel­ milel taahhütler dairesinde milli terbiye ve tahsil esasla­ rı dahilinde en mütekamil usulleri kabul ve tatbike çalı­ şacağız.

8- Adliye teşkilatını medeni memleketlerin hak ve adalet mefuumlarına tamamen uygun bir hale getireceğiz.

151


9- Her sahada çalışan işçi ve amelenin hukukunu koruyacak tedbirler ittihaz etmeyi (almayı) vazifelerimiz arasında sa­ yarız . 1 O- Mütevazin bir bütçe ile meclise gelebilmek, az masraf ve çok iş, müstahsillere (üreticilere) yardım, mükellefle­ rin gelirlerini çoğaltmak, tekalif (vergiler) hususunda fe­ na usullerden uzaklaşmak mali düşünc elerimize ve ala­ cağımız tedbirlere esas olacaktır. 1 l Ziraatın· fenni vasıtalarla inkişafına (gelişmesine) gayret ederek en ehemmiyetli servet menbalarımızın toprak ve toprak altındaki madenlerimiz olduğunu daima göz önün­ de bulunduracağız. 1 2-' Ticaretin muhtelif sahaları himayeye mazhar olacağı gi­ bi, transit işleri de nazarı dikkate alınacaktır. 1 3- Tabiatın güzelliklerini esirgemediği sevgili yurdumuzu bir seyyah ülkesi haline getirmek, eski eserleri meydana çıkarmak başlıca işlerimizden olacaktır. 14- Mevcut yolların iyi muhafazası, yeni yollar yapmak su­ retiyle şehirlerle köyler arasında kolay muvasale (ula­ şım) temin etmek, İskenderun limanını Akdeniz liman­ ları arasında hakkı olan ehemmiyetine ve derecesine eriş­ tirmeye çalışmak, memlekete zirai bakımdan binlerce hektar arazi ve sıhhi bakımdan yüz binlerce insan kazan­ dıracak olan bataklıkların kurutulması işlerini ön safta tut­ mak esaslı bir umdemizdir. 1 5- Bugün yeni şerait (koşullar) içinde istiklaline kavuşmuş olarak refah yoluna ilk adımım atarken hükümetimiz, ar­ kada kalan tozlu, dumanlı, bulutlu devreyi tamamen ak­ lından bile silerek, gaflete kapılıp şaşkınlık içinde Hatay -

1 52


vatanının menafiini (çıkarlarını) unutanların harekatını mazinin gubarı (tozlan) altında bırakmıştır. Sayın Mebuslar, İşte bu kısa ifadelerle arzettiğim program, yüksek mec­ lisinizin itimadına mazhar olursa, geniş mikyasta tatbik edi­ lecektir.

1 53



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.