Doğan Hızlan: Atatürk kültürü nasıl algıladı? Atatürk gibi liderler, kendi bireysel zevklerinin tutsağı olmazlar, onu nesnel bir anlayışla aşarlar. Sanat konusunda yaptıkları bu anlayışın ürünüdür. Mustafa Kemal Atatürk, İstiklâl Savaşı gibi dünyada eşi benzeri az görülecek büyük bir hareketten ‘kazanan taraf’ın komutanı olarak çıktıktan sonra, üzerindeki askerî üniformayı çıkarmış ve ‘kurucu bir devlet adamı’, bir siyasi lider olarak ‘modern’ Türkiye’nin imarı için projeler üretmeye başlamıştı. Bunun için birçok kurum hayata geçirilirken, birbiri ardına önemli toplantılar düzenlenip, önemli kararlar alınıyordu. Şüphesiz, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin olmazsa olmaz unsurlarından en önemlisi kültür ve sanat alanında kendini göstermekteydi. Tarihsel perspektif içinde değerlendirildiği zaman, Osmanlı’nın son yüzyılı, bilhassa Avrupa devletleriyle mukayese edildiğinde kültür, sanat ve sosyal alanda oldukça gerilerde kalmıştı. Hal böyle olunca, Atatürk’ün temel düsturlarından biri olan, ‘muasır medeniyet seviyesi’ sözünü anlayabilmek için, değişik sanat alanlarında yapılanları, modern bir memleketin kurulması adına, topyekûn girişilmiş bir hamle içinde ve bu hamlenin kültür şemsiyesi altında değerlendirilmesi gerekir. VATAN ŞAİRLERİ DÖNEMİ Aslında Tanzimat ile birlikte, hatta daha da öncesinde Batı kültürünün etkileri imparatorlukta hissedilmeye başlanmıştı. Operalar, klasik müzik icrası yapan orkestralar yine vardı ancak saray ve çevresindeki küçük bir seçkinler zümresine hitap ediyordu. Yine aynı dönemde bilhassa gayrimüslim vatandaşlar tarafından takip edilen tiyatrolar sahnelenirken aynı şekilde Avrupa’da eğitim almış veya Batı dünyasıyla temas halinde olan insanların takip ettiği bir ‘plastik sanatlar’ gelişmeleri varsa da hiçbiri ‘yurt sathına’ yayılmış değildi. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın ardından yeni Türkiye’nin kültürünü, sanatını, edebiyatını, müziğini, resmini, mimarisini yenileme girişimi başlattı. Yeni bir siyasal benlik kazanılmıştı ama yeni rejimin kültürel benliği henüz olgunlaşmamıştı. Kendisi henüz bir askerî öğrenciyken eğitimin önemini idrak ederek, söz konusu kültür hamlelerinin gerçekleşebilmesi için gerekli eğitim kurumlarının hayata geçmesi için faaliyete geçilmesi gerektiğini dile getirmişti. Bu bilinçle, kültürel kurumlar gözden geçirildi, yeni bir anlayışla ya sıfırdan kuruldu ya da tamamen yenilendi. Vatan Şairi Namık Kemal Bir önceki dönemden hiç hız kesmeden devam eden edebiyat, yeni rejimin daha iyi kavranmasında birinci ayağı teşkil ediyordu. İşgal yıllarında, Mütareke döneminde,
Milli Mücadele esnasında ve elbette sonrasında dönemi anlatan eserler kaleme alınıyordu. Deyim yerindeyse Namık Kemal ve benzeri ‘vatan şairleri’nin müjdelediği önder kimliği Atatürk ile karşılık bulurken, onu tanıyan ve Milli Mücadele içerisinde görev almış edebiyatçılar nezdinde edebiyat üstüne düşen görevi yerine getiriyordu. EGZOTİK ALGIDAN GERÇEKÇİLİĞE Kurtuluş Savaşı üzerine iyi eserler yazıldı, devrin heyecanını yansıtan ama edebiyat açısından bir değer taşımayanlar da vardı. Tanzimat’tan bu yana görülen Batı etkisi Cumhuriyet ile beraber kurumsallaşmıştı. Yeni rejim, insana ve özellikle Anadolu’ya, Anadolu insanına yeni bir bakış getirdi. Egzotik bir algıdan, gerçekçi ve doğru bir yoruma varıldı. Tüm bunlara rağmen topyekûn bir övgü veya takdirden söz etmek de elbette mümkün değildi. Atatürk’ü veya yeni rejimi eleştiren isimler de eser vermeye devam ediyordu. Taraftar veya muhalif birçok yazar, şair bu dönemde iyi eserler vererek, bir okur kitlesi oluşturmasını sağlamışlardır. İstiklâl Savaşı sonunda kazanılan zafer, yeni bir Türk devleti kurma azmi ve başlarında Atatürk gibi büyük bir devlet adamının bulunması, Türk aydınlarının hayata, dünyaya ve insana bakış tarzlarını değiştirir. İlk dikkat çeken şey; bu devirde asırlardan beri Batı karşısında sürekli mağlubiyetlerin doğurduğu aşağılık kompleksinin sona ermesi, onun yerini ‘kendine güven duygusu’nun almasıdır. Yaban Kurtuluş Savaşımızı en iyi anlatan romanlardan... Düşmanlarını savaş meydanlarında yenen Atatürk, Türk milletinde doğan ‘milli irade’ ve ‘yaratıcı hamle’nin sembolüdür. Haliyle, bu yaratıcı gücü sosyal alanlara çevirir ve bu alanlarda da önemli neticeler alır. İmparatorluk devrinden kalma eskimiş müesseseler gözden geçirilir, değiştirilir ve yerlerine yeni müesseseler kurulur. Dil ve yazı devrimi bu yönde yapılan en radikal hamlelerden biri olmakla beraber, yazarların birçoğu eserlerini yeni anlayışın ışığında kaleme alırlar yahut Halit Ziya gibi isimler, eserlerini yeniden elden geçirir. Atatürk’ün bir şansı, onu ve ideallerini anlatanların iyi yazarlar olmasıydı. Falih Rıfkı Atay ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu bunlara iki doğru örnek olarak verilebilir. Kurtuluş Savaşı’nı anlatan eserlerde savaşın muzaffer kumandanının daha sonra gerçekleştireceği yenilik hareketleri yine aynı isimler tarafından kamuoyuna eksiksiz ve etraflıca aktarılmıştı. ‘Mektepten memlekete’ anlayışı ülkedeki bütün aydın kuşağı için temel çıkış noktası olmuştu. Zira yeni kurulan bir rejim kendine özgü bir kültür yönüyle de halka gitmek zorundadır. Atatürk, Osmanlı aydınını halkla arasındaki bağlantının yokluğundan dolayı eleştiriyordu, yeni Türkiye’nin aydını bu bağlantıyı kuracak köprü oldu.
TİYATRODA YENİ DÖNEM Kimi isimler eğitim alıp öğrendiklerini yeni rejimin idealleri uğruna uygulamak ve halkla paylaşmak için önce Batı’ya gönderildiler. Memlekete döndükten sonra Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde öğretmenlik yaparak veya benzeri görevlerle halkın bilinçlendirilmesi, aydınlatılması uğruna çaba gösterdiler. Gidenler oranın tekniğini, gelişmiş yanını öğrenecekler, Türk kültürünün öne çıkmasını, bu bilgiler ışığında geliştirilmesini başaracaklardır. Ressamlar, yabancı ülkelerdeki resim atölyelerine gönderilip döndükten sonra, Anadolu’yu, Anadolu insanını eserlerinde yansıttılar. Konservatuarı bitirenler de yurtdışında bilgi ve görgülerini artırdılar. Bizim halk türkülerimizi çok sesli olarak yeniden seslendirdiler, halk ezgilerinden senfoniler, konçertolar bestelediler. Muhsin Ertuğrul Atatürk tiyatroda da yeni bir dönem başlattı, bugün o günden buraya geldiğimiz noktayı ayrıca değerlendirmek gerekir. Diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da uzman isimlere yetki verilerek gerekli reformun yapılması sağlandı. Muhsin Ertuğrul’un göreve getirilmesi ve onun Türk tiyatrosuna kazandırdıkları bunun en güzel örneği olacaktır. Atatürk’ün tiyatro sevgisini, ona verdiği önemi anılarda, tarih kaynaklarında okuduk. Osmanlı’nın tiyatrocuya biçtiği değerden çok daha fazlasını verdi, onların konumunu, meslek itibarlarını yükseltti. Atatürk gibi liderler, kendi bireysel zevklerinin tutsağı olmazlar, onu nesnel bir anlayışla aşarlar. Müzik konusunda yaptıkları bu davranışın en önemli örneğidir. 1924 yılında Mızıka-yı Hümâyun Saray orkestrasını İstanbul’dan Ankara’ya getirdi. Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adıyla bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı kurdurdu. ÇOK SESLİ MÜZİK VE DEMOKRASİ Çok bilinen bir olayı anmalı: Sarayburnu’nda tanınmış Mısırlı şarkıcı Müniret’ül Methiye’nin konserinin ardından Atatürk şöyle der: “Artık bu şark musikisi, bu basit musiki, Türk’ün çok münkeşif ruh ve hissiyatını tatmine kâfi gelmez.” Daha sonraki yıllarda Bernard Lewis, Türkiye tarihini anlattığı eserinde çok sesli musiki ile demokrasi arasındaki bu bağlantıya dikkat çekiyordu. 1927’de dünyaca ünlü piyanist Wilhelm Kempff, dinleyicilerin arasında Atatürk’ün de bulunduğu Ankara Halkevi binasında bir resital verir. Resital sonrasında ünlü piyanist Atatürk ile birlikte yemek yer. Kempff’in geceye dair anlattıkları onun yapmak istediklerini en güzel izah eden anekdot belki de: “Resital bitti. Kemal Paşa, beni
Çankaya’ya yemeğe davet etti. Yemek saat 23.00’e kadar sürdü. Konuklar çıkarken, Paşa benim kalmamı istedi. Konuşmaya başladık. Paşa, Türkiye’de hukuk, eğitim gibi çeşitli alanlarda reformlar yaptığını söyledi. Ve konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘Ancak Batı kültürünün tamamlayıcı parçası klasik müziktir. Bu açıdan da, klasik müziğin bütün vatan sathına yayılması gerekmektedir. En çok korktuğum, bu reformlara paralel olarak klasik müzik reformunu gerçekleştiremezsek reformları tamamlayamamış oluruz.’” Yine müzik ile ilgili olarak başka bir tanıklık daha, Atatürk’ün yapmak istediklerini izah etmektedir. Dimitri Şostakoviç beş haftada 23 konser verdiği Türkiye turnesini 23 Mayıs 1935 tarihli Sovetskoye İskusstvo gazetesinde şöyle değerlendirir: “Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’de müzik reformunun gerçekleştirilmesi için büyük çabalar harcamaktadır. Türk milli müziğinde modern kültür üslubunun oluşturulmasına destek vermektedir, milli operanın geliştirilmesi ve müzik alanında orta ve yükseköğretim sisteminin kurulması için büyük gayret sarf etmektedir...” EDEBİYATÇI VEKİLLER Kültüre bir başka yaklaşımı da Meclis aritmetiğine bakarak değerlendirmeliyim. Meclis’te birçok edebiyatçı milletvekili olarak yer aldı, onların da rejimi benimsemesini, bunları halka iletmelerini istiyordu. İran Şahı ülkeyi ziyarete geldiğinde, Adnan Saygun’a bir opera bestelemesini söylemişti. Bu hamlesi, hem operayı başlattı hem de komşu ülkeye bizim kültürel devrim anlayışımız konusunda bir mesaj iletmişti. Zira aynı dönemde ‘muasır medeniyet’ timsalini Batı’da bulan iki komşu devlet benzer hamleler içerisindeydi ve mukayese edildiği takdirde Atatürk’ün yaptıklarının daha sağlam temellere oturduğu ve daha başarılı olduğu kolaylıkla görülebilecektir. Atatürk’ün kültüre bu kadar önem vermesi, maddi ve manevi yatırım yapması, kültürel bir alt yapı olamadan cumhuriyetin anlaşılamayacağını bilmesinden kaynaklanıyordu. Atatürk’ü anlatan kitapları okuyanlar, onun devletin temelinin kültür olduğu sözünü nasıl uyguladığını görecektir. Bir taraftan Batı kültürü halk geneline yayılmaya çalışılırken, diğer taraftan ‘halk kültürü’ne dair önemli çalışmalar ve incelemeler de gerçekleştirilmişti. Atatürk’ün kültür hamlesinde önemli bir yer tutan halkçı anlayış, yıllar sonra Köy Edebiyatı’nı yarattı. Aynı şekilde tercüme faaliyetlerine hız verildi. Batı’nın olduğu kadar Doğu’nun da klasik eserleri yeni harflerle Türkçeye aktarıldı. BATILI OLMAK YAŞAMA BİÇİMİ Edebiyatta büyük oranda kendiliğinden gerçekleşen, tiyatro, müzik ve plastik
sanatlarda uygulamaya konan projeler aynı şekilde mimarî konusunda da hayata geçti. Yeni rejimin ‘vitrin’ şehri Ankara, yeni Türkiye’nin mimarî yüzünü sergileyecekti. İmparatorluk döneminin sonlarında oluşturulmaya çalışılan ‘özgün mimarî’ hamlesi, Cumhuriyet’le beraber yeni bir anlayış edinecek ve bu fikir doğrultusunda yeni kamu binaları aracılığıyla yüzünü gösterecektir. İmparatorluk zamanında bilhassa Tanzimat’la başlayan Batılılaşma hareketini Atatürk, sanatın her türüne, Türkiye’nin bütün coğrafyasına yaydı. Batılı olmanın bir yaşama biçimi, uygarlığı ve dünyayı, insanı algılama kültürü olduğu gerçeğini temellendirdi. Cumhuriyet rejimini, yalnızca siyasal propagandayla değil kültürle yerleştirmeyi seçti. Atatürk tıpkı İstiklâl Savaşı’nda olduğu gibi, yeni ve modern Türkiye’nin kültürel inşasında da ‘bütüncül’ bir bakış açısıyla, doğru, etkili ve yerinde kararlar alarak uygulamaya koyuldu. Kültüre yapılan yatırımlarla, yazarlara, ressamlara, müzikçilere verilen önemle sağlamlaştıracağını en çok bilen ve uygulayan lider oydu.