Nurer UGURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Şubat1999
KEMALİZMDE VE KEMALiZM SONRASINDA ..
TURK KADINI 1 (1919-1970)
D�BERNARDCAPORAL Çeviren: Dr. ERCAN EYÜBOGLU
Cumhuriyet GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAÖANIDIR.
İÇİNDEKİLER Kısaltmalar Giriş .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
7 9
BİRİNCİ KESİM OSMANLI İMPARATORLUÔU'NDA KADININ DURUMU (1839-1919) ...................11 BATI'DA KADININ DURUMUNDAKİ GELİŞME 17 MÜSLÜMAN DÜNYASYINDA KADININ DURUMU ..29 1. ARAP OR TADOÔUSU'NDA KADININ DURUMUNUN GELİŞİMİ . .33 il. RUSYA MÜSLÜMANLARINDA KADININ DURUMUNUN GELİŞİMİ .....................44 OSMANLI İMPARATORLUGU'NDA KADININ DURUMUNUN GELİŞİMİ . 55 1. OSMANLI İMPARATORLUÔU'NDA KADININ DURUMUNA İLİŞKİN DÜŞÜNCE AKIMLARI 57 1- Tanzimat Dönemi (1839-1876) ................57 2- il. Abdülhamit'in Saltanatı (1876-1909) .........69 3- il. Meşrutiyet Dönemi (1909-1918) ............80 il. KADININ DURUMU VE OSMANLI İMPARATORLUGU'NDAKİ GELİŞİMİ 103 1- Osnıanlı Kadını ve Eğitim ...................103 2- Osmanlı Kadını ve Hukuk . 116 3- Osmanlı Kadını ve Aile .....................125 4- Osmanlı Kadını ve Çalışma . 134 5- Toplumsal Yaşamda Osmanlı Kadını . 140 6- Osmanlı Kadını ve P olitika . 149 III. SONUÇ ...................................151 .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
5
KISALTMALAR AF - Afrique Française (=Fransız Afrikası), Paris. AFDI - Annales de la Faculte de Droit d'İstanbul (İÜHF Yıllığı). AID - Amme İdaresi Dergisi, Ankara. AÜHFD - Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. BELLETEN - Belleten. Türk Tarih Kurumu, Ankara. BISS - Bulletin Intemational des Sciences Sociales (Uluslara rası Toplumsal Bilimler Bülteni), Paris. BTTD - Belgelerle Türk Tarih Dergisi, İstanbul. COC - Cahiers de l 'Orient Contemporain (=Çağdaş Doğu Def terleri), Paris. DTCFD - Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülte si Dergisi. El
(1) - Encylopedie de !'İslam (=İslam Ansiklopedisi
1. ba
sım), Leiden. El
(2) - Encyclopedie de !'İslam (2. basım), Leiden.
ESNA - Etudes Sociales Nord - Africaines (=Kuzey Afrika Toplumsal incelemeleri), Paris. ETI - en Terre d'İslam (=İslam Toprağında), Lyon. IA - İslam Ansiklopedisi, İstanbul. IBLA - (Revue de l ') Institut des Belles Lettres Arabes (Arap Edebiyatı Enstitüsü Dergisi), Tunus. İÜİFM - İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası. MEJ - Middle East Joumal (Ortadoğu Gazetesi), Washington. MW - The Moslem (Müslim) World-İslam Dünyası, Hartford. OM - Oriente Modeme (=Modem Doğu), Roma. RG - Resmi Gazete, Ankara.
7
RE! - Revue des Etudes Islamiques (=İslam İncelemeleri Der gisi), Paris. RMM - Revue du Monde Musulman (=Müslüman Dünyası Dergisi), Paris. SBFD - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi. SD - Sosyoloji Dergisi, İstanbul. Söylev - Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri
1959 - 1972 (2. baskı).
(3. cilt), Ankara,
TK - Türk Kültürü, Ankara.
TKa - Türk Kadını, Ankara. TM - Türk Mecmuası, lstanbul. TMK - Türk Medeni Kanunu. TTEM - Türk Tarih Encümeni Mecmuası, Ankara. Wl - Die Welt des Islams (=İslam Dünyası), BerJin-Leiden. WI (NS) - Die Welt des Islams (Nouvelle Serie-Yeni dizi) Berlin-Leiden. Nutuk'un
1970 tarihli 1 1. baskısı, İslam Ansiklopedisi'nin Ata 1970 basımı kullanıl
türk maddesinin kitap biçiminde yayımlanmış mıştır.
8
GİRİŞ "Mustafa Kemal, 1 920 ile 1930 arasında," diyor A. Toynbee, "bu kadar kısa bir zaman aralığı içinde bir ülke de, böylesine bilinçli ve sistemli bir biçimde hiçbir zaman uygulanmamış olan belki de en devrimci bir programı uy gulamaya koymuştur. Bir an için, bizim Batılı dünyamız da, yeniden doğuşun, Reformun, XVII. yüzyıl sonunda bi limsel ve zihinsel devrimin, Fransız devriminin ve sanayi devriminin bir tek insanın yaşamı içine sığdırıldığını ve ya sa ile zorunlu kılındığını düşünün. Türkiye'de, kadının öz gürlüğüne kavuşması, din ile devletin birbirinden ayrılma sı, Arap alfabesinin yerine Latin alfabesinin konulması, 1922 ile 1928 arasında kararlaştırılmıştır." ( 1) İşte, Mustafa Kemal'in Türkiye 'de gerçekleştirdiği dev rimin büyüklüğü ve genişliği buradadır. Türk kadım bundan yararlananların başında gelmektedir, hatta yalnızca Türk ka dım değil, onunla kardeş tüm Müslüman kadınlar da, ondan başlıca yararlananlar arasındadır. Türkiye'nin Mustafa Kemal'in, kadının kurtuluşuna iliş kin eseri ile, bu eserin O'nun ölümünden sonraki gelişimi, in celememizin konusunu oluşturuyor. Ne var ki, bunlar geçmiş le bağlantılandırılarak ve ne denli mütevazı olursa olsun, Ke malist devrim öncesi -yüzyıl boyunca gerçekleştirilebilmiş çabaların uzantısı içinde- ele alındığında ancak anlaşılabilir. Pek çok Türk tarihçisinin, Kemalist devrimdeki köklü reform ları ve ideolojik kaynaklarını Osmanlı kültüründe bulmanın olanaksız olduğunu bugün bile ileri sürdüklerini bilmiyor de ğiliz (2). Bununla birlikte, biz, Osmanlı kültürü ile Kemalist (!) A. Toynbee, Le Monde et L'Occident (Dünya ve Batı), Paris, 1964, s. 31. (2) ULUS, J3 HAZİRAN 1 961.
9
devrim arasında gerçekten bir kopuş olsa da, sürekliliğin de bulunduğunu düşünüyoruz. Kemalist devrim, Osmanlı tarihin den soyutlanırsa, anlaşılamaz. Mustafa Kemal' in devrimini ve onun ayrılmaz parçası olan kadının kurtuluşu eserini yönlen diren temel seçmeler, Osmanlı İmparatorluğu tarihinin son on yıllarına damgasını vuran belli eylemler ve eğilimler, hatta so mut gerçekler içinde, -tohum olarak- yer alır. Hatta, Mustafa Kemal' ce başlatılıp, ölümünden sonra, devletin başındaki ardıllarınca sürdürülen kadının kurtuluşu, nice direnişlerle karşılaşacaktır. Nedenlerini araştırmak gere kirse, bunun nedenlerini, kökleri kısmen geçmişe uzanan top lumsal, ailesel yapılarda ve zihniyetlerde buluruz. Tarihin yijz yılları üzerinde yükselegelen bu yapıların, bu zihniyetlerin birdenbire çöküp gideceğini; kalıntılarının da yok olacağını sanmak, onların canlılığını ve toplumların gelişme yasalarını tanımamak olur. İşte bu düşünceyledir ki, incelememizin birinci bölümü nü, kadının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunun gözden geçirilmesine ayırdık. Birinci bölüm, tezimizin ana konusunu oluşturmadığı, yalnızca, Mustafa Kemal'in gerçekleştirdiği eserin daha iyi kavranmasına olanak tanıyan bir etken olduğu için -zorunlu kimi öğeler açısından- kısa tutuldu. Ancak, ikin cil bir önemle ele alınması da söz konusu olamaz. Bu bölüm, aynca, ne İslamlığı benimsemeden önceki Türklerin uzun ta rihine, ne de İslam yasa ve kurumlarının kadının konumunu büyük sorunlar çıkmaksızın düzenledikleri, Osmanlı tarihinin belli bir dönemine, -birkaç kısa not dışında- uzanmayacaktır. Bu süreç içinde, Türk kadınının son döneminin bilindiği de söylenebilir; bu tarih, belli küçük ayrıntılarla, hiç olmazsa kentlerde, tüm Dar-ül-İslam (İslam ülkesi) kadınlarının tarihi ile özdeşleşmektedir. Türk kadınının kurtuluş hareketinin kal kış noktası, Tanzimat döneminde yer aldığı için, biz de ince lememize bu dönemle başlayacağız. 10
Osmanlı İmparatorluğu'nda Kadının Durumu
(1839-1919)
11
Osmanlı lmparatorluğu'nun çöküşüne kesin bir başlan gıç saptamak, güç bir iştir. Tarihçiler, genellikle iV. Meh med' in ( 1 648- 1 687) ordularının Viyana kuşatmasını kaldır masıyla askeri alanda zayıflığını gösterdiği yıl olan 1 683 'ü, bu çöküşün başlangıcı olarak kabul ederler. Gerçekte, Osman lı İmparatorluğu'nun gerilemesi çok daha eskilere, XVI. yüz yılın sonlarında, Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünden son raya dek uzanır. Ulema için çöküşün nedeni dinin zayıflaması, askerler içinse paşaların yeteneksizliğiydi. Birçok devlet adamına gö re de sorumlu, kurumların gevşemesiydi. Ve nihayet pek çok kimse imparatorluğun zayıflık nedenini padişahların kişisel bozulmalarında buluyordu. Bu değişik yorumlar, gerçeği açık layamadıktan başka, Batı 'da gerçekleştirilen ilerlemeyi de göz lerden gizlemekteydi. Gerçekten de Avrupa, kendisini temel lerine dek yenileyen derin ve köklü değişikliklere tanık olmuş tu: Büyük keşifler, hümanizm, rönesans, reform vb. Osmanlı lmparatorluğu'nun kemikleşmiş yapılarına karşın, karşısında yeni ülküler, modern tekniklerle donanmış genç ve atılgan uluslar oluşuyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nda kimse, en kü çük bir değişme olabileceğini sanmıyor, hatta bundan kuşku lanmıyordu bile. Gerçekten, Doğulu ve Müslüman dünyanın Batılı ve Hıristiyan dünya karşısındaki üstünlüğü, dogması, ayakta sapasağlam duruyordu. Bu dogma, Osmanlı İmpara torluğu'nun çökmesinde başlıca neden oldu. Osmanlı'nın Av rupa'da gerçekleşen ilerlemelere katılmasını bu dogma engel lemiştir (3 ). Ne var ki, bu kendine aşın güven duygusu, Osmanlı or(3) A. Zeki, Essai sur la Decadence de I ' Empire Ottoman (Osmanlı !mpa ratorluğu'nun çöküşü üzerine deneme), Paris, 1 929.
13
dularının arka arkaya uğradığı yenilgilerle yavaş yavaş sarsı lacaktı. Bu yenilgiler, daha XVIII. yüzyıl başlarında, bazı dev let adamlarına, Batı 'dan esinlenerek imparatorluğun kimi ku rumlarını modernleştirme zorunluğunu kavrattı. Ve " modern leşme hareketi", ya da Türk tarihçilerinin kullandığı termino loji ile "Batılılaşma hareketi ", işte böyle doğdu (4). Başlan gıcında pek sessiz görünen bu hareket, III. Selim ( 1 789- 1 807) ve özellikle il. Mahmut dönemlerinde belirginleşti ( 1 8081 839), askeri reformlar çerçevesinin dışına taşarak l 839'da Gülhane Hatt-ı Şerif'inin ilanına vardı. Bu ferman, gerçek ya ratıcıları Reşit, Fuat ve Ali Paşalar olan bir dizi reformun baş langıç noktası oldu. Daha sonraları Mithat Paşa'nın da katıl masıyla bu insanlar, imparatorluğa, Batılı kurumlardan kop ya edilen ve Birinci Dünya Savaşı sonuna dek ayakta kalan Batılı kurumlar vermeye katkıda bulunacaklardır. Bu reformlardan bazılarını, kadının durumunun gelişimi ile ilgisi içinde, ilerde inceleyeceğiz. Burada hemen şunu işa ret edelim ki, değişme yanlısı Türklerin büyük çoğunluğu, Türk yaşamının geleneksel Müslüman temellerini korumaya ve Osmanlı İmparatorluğu'nu modernleştirmek için Batı'nın yalnızca belli teknik ve kurumlarını almaya kararlıydılar. Ne var ki onlar, Türk yaşamının Batı'nın düşüncelerine ve ahlak değerlerine belli bir biçimde bulaşmasını önleyebileceklerini sanırken aldanıyorlardı. Durum ve koşullar elverişli olmasa bile, gerek siyasal, gerek kişi özgürlükleri alanlarında Batı 'da doğan liberal düşünceler Osmanlı İmparatorluğu'na, dolaylı (4) E. Z. Kara!, La transformation de la Turquie d'un Empire oriental en un Etat modeme et national (Türkiye'nin Doğulu bir imparatorluktan modem ve ulusal bir devlete dönüşümü), Cahiers d'Histoire Mondiale içinde, IV, 1 958, s. 426-436; Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri, Tanzimat, C.I., İstanbul, 1 940, s. 1 3 -30.
14
biçimde modern teknikler ve Avrupa kurumları aracılığıyla girmişlerdir. Bu nedenle biz, ilkin, Batı 'da, kadının durumun da belirleyici bir gelişme ortaya çıkaran bu düşüncelerin ne ler olduğunu inceleyeceğiz. Fakat Batı dünyasının etkisi altında kalan Müslümanlar yalnızca Türkler olmadı. Belirginlikle Mısır'da ve Arap Orta doğu'sunda, -tıpkı Rusya'nın Müslüman kesiminde olduğu gibi- Batı katkısını İslam düşüncesiyle bütünleştirmek için çabalar harcandı. Bu aşamada tartışılacak toplumsal sorunlar arasında, kadın konusu birinci planda yer tutacaktır. Arap Or tadoğu'sundan kimi tarihçiler, feminizmin Türk kadınının kur tuluşu üzerinde belli bir etkisi olduğunu ileri sürdüğü için biz, ikinci bölümde bu konuyu da inceleyeceğiz. Ve bir üçüncü bölümde de, kurtuluş hareketinin başlan gıç noktasını oluşturan Tanzimat döneminden beri Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının durumundaki somut gelişimi ele alıp gözden geçireceğiz.
15
1 Batı'da Kadının Durumundaki Gelişim
17
Biz burada, Batılı (5) kadının durumunu derinliğine ele alıp incelemeye girişecek değiliz. Amacımız, gelişimin belir li yanlarını gün ışığına çıkarmak, bu yolla Türk kadını ile Ba tılı kadının bağımsızlık durumlarında -pek çok bakımlardan ortak benzerliklerini belirleyen noktalan vurgulamaktır. Ayn ca, şunu da ortaya çıkarmak istiyoruz: Türk ve Batı kadınını aşağı konumda tutan güçler, aşağı yukarı aynı güçlerdir. Du rumlarındaki gelişim, kesin benzerlikler taşımasa bile, birbiri ne çok yakın -ve aralarındaki ilişkiler kolaylıkla kavranabile cek- düşünceler, ilkeler ve eylemler etkisinde gerçekleşmiştir. Batı 'da kadın nice yüzyıllar boyunca erkeğe bağımlı, o nun buyruğu altında ve her şeyden önce yuvaya bağlı olarak yaşadı. Toplumun tüm yapıları, kurumlan erkeğe öncelik ta nırken, kadına daha aşağı bir durumu "reva" görüyor ve et kinliğini kısıtlıyordu. Din ve felsefede olduğu gibi, hukuk da, sanki kadının erkeğe tam boyun eğmesini haklı göstermek için aralarında işbirliği etmişlerdi. Bu alanda verilecek yalnızca birkaç örnek bile, yeterli ola caktır: Anglosakson örf ve adet hukukunda evli kadının, mül kiyette olsun, çocukların velayetinde olsun, kendi öz kazan cının kullanımında ya da konut seçiminde olsun, hiçbir hak kı yoktıı. Napolyon Yurttaşlar Yasası aracılığıyla Roma huku kundan bozma hukuk sistemleri de, kadının hukuksal statü sünü aşağı olarak yasalaştırmaktaydı. Mülkiyet hakkı ve ve layet yetkesi (otoritesi), hemen tümüyle erkeğin yararlandığı ( 5) Batı' da kadının durumuna ilişkin kaynakça oldukça geniştir. Biz bu in celemede aşağıdakileri özellikle kullandık: Histoire Mondiale de la Femme (=Ka dının Dünya Tarihi) C. IV, Paris, 1 966, s. 9-385; Histoire de I 'Humanite (=İn sanlığın Tarihi), C. VI (2), Paris, 1 968, s. 1 1 05- 1 1 26; L. Abensour, Histoire ge nerale du füminisme (=Feminizmin genel tarihi), Paris, 1 92 1 ; J . E . Havel, La con dition de la femme, Paris, 1 96 1 ; S. de Beavoir, Le Deuxieme Sexe, C. I I . Paris, 1 949, s. 79-1 84.
19
ve kullandığı ayrıcalıklardı. Evli bir kadın, eşinin izni olmak sızın adalete başvuramaz, bir iş kuramaz, bir sözleşmeye ta raf olamazdı. Napolyon Yurttaşlar Yasası ' nda kadın, ergin ol mayan çocuklar, deliler ve kısıtlılarla aynı konumda ele alını yor, tam "yeteneksiz" sayılıyordu. Kiliseye gelince, o da "kadının ezilmesine az katkıda bu lunınamıştır." (6). Her ne kadar İncil, kadın ile erkeğin eşit de ğerde olduklarını ileri sürerse de, "Kilisenin baskısı, kadının kurtuluşunu olumsuz yönde etkileyen bir doğrultuda uygulan mıştır (7). Simone de Beauvoir ve Genevieve Texier'nin bu yargılarını çürütmek olanaksızdır. Kilisenin kadını kurtardı ğını söyleyen kimi Hıristiyan yazarların bu savlan, gerçeğin tümü ile tersyüz edilmiştir. Bunlar, tarihsel gerçeği değil, da ha çok, yan tutan savunmaları, savları ve övgüleri yansıtmak tadır. Havari Paul 'ün kadına ilişkin düşünce ve öğretilerini tar tışmayı yorumculara bırakalım. P. Evdokimov ile birlikte şu nu belirtelim ki, din ulularının teoloj isi " insanlığın kendi için de kesin belirleyici bir savaş verdi ise" bunu, "erkekle kadın arasındaki ilişkileri insanlıktan çıkarma sınırına getiren bir be del karşılığında yapmıştır ve bu bedeli ödeyen de kadın olmuş tur" (8). Din yorumcularının ve ulemanın öğretilerine Kon(6) S. de Beauvoir, yage, s. 1 1 2. (7) A. Michel et G. Texier, La condition de la française d'aujourd'hui (=Bugünün Fransız kadınının durumu), Cilt Il, Paris, l 964. s. 1 2 . (8) P. Evdokimov, L a femme et le salut d u monde (=Kadın v e Dünyanın Esenliği-Selameti). Toumai-Paris, 1 958, s. 1 65- l 66. Kadına karşı yöneltilmiş bel li bir emse! karanlıklaştırmayı gösteren kilise yazarlarından alıntılar çoğaltılabi lir. Tertullien'e göre "gökyüzü krallığı hadımların anayurdudur" (De monoga mia. ili, 8), kadın ise "şeytanın kapısı"dır (De cultu faeminarum, L, !). Çağda şı Clement d'Alcxandrie de, ona nazire yapıyor: "Her kadın, kadın olduğu dü şüncesiyle utancından kahrolmalıdır' ' diyordu (Comm., in Col., X). V. yüzyılda Istanbul 'da Jean Chrysostome, kadınlara erkeğe boyun eğmelerini öğrctıyor, im paratorluğun öbür ucunda ise Ambroise şöyle h1ıykırıyordu: "Adem, Havva ta rafından günaha sürüklenmiştir. yoksa Havva. Adem tarafından değil. Kadının günaha sürüklediği erkeği hükümran olarak kabul etmesi haklı olacaktır ( Exhor tatione Yirginitatıs). Kilisenin Pederleri konusunda bkz: F. Quere - Jaulnes, La fcmme. Lcs grands texıes des Peres de l'Eglisc. Paris, 1 968. ( Kadın. Kilise ule masının büyük metinleri ) .
20
siller (9) ve Kilise hukuku karşılık veriyordu. Nitekim bu so nuncusu, ayin düzenlemeyi, din derneklerinde etkin görev al mayı, eğer yapabilecek bir erkek varsa acil vaftiz yapmayı ve, açıktır ki, kilise örgütü içinde- en küçük bir mevkiye bile gelmeyi, kadına yasaklamıştır. Anımsanacağı gibi, l O yıl ka dar önce toplanan Vatikan' ın il. Konsiline, tüm hakları ile hiç bir kadın katılamamıştı. Hıristiyan edebiyatı ve vaızlar, kadının erkeğe göre aşa ğı (alt düzeyde) yaratıldığını ileri sürmekten ve bunun neden lerini açıklamaktan, hep belli bir zevk almışlardır. Köylülerin eğitimi kampanyaları sırasında derlenen "Kutsal kitapta ka dının yetkinsizliği", yankısını Bossuet'nin sesinde buluyor du: O (kadın), vücuda göre Adem'in yalnızca bir parçası idi, onun küçültülmüşünden oluşmuştu. Ruh konusunda da, du rum aşağı yukarı, aynı oranları yansıtmaktaydı. Çünkü Tanrı, yarattığı eserinde -belli bir uyumluluk içinde- her şeyi yerli yerine yerleştiriyordu. ( ... ) Bu yerleştirmede erkeğe hep ön celik verilmişti. Doğa istedi ki kadın erkeğe bağımlı olsun.( 1 O) Ve nihayet felsefe, kadının erkeğe bağımlı kılınmasını haklı gösterme çabasında teolojiden nöbeti devralır. " Bu eşit sizlik", diye yazacaktır Rousseau, "aklın gereğidir. Bağımlı lık kadınlar için doğal olan bir durumdur." ( 1 1 ) Rousseau'nun izleyicileri, kamuoyunun da geniş biçimde paylaştığı benzer düşünceleri geliştirmişlerdir. Aynı etkenler, Osmanlı İmparatorluğu'nda da, kadını er keğe bağımlı kılmak için bir araya gelecektir. Bununla birlik(9) Elvirc Konsili 303 yılında, Cesaree Konsili 3 1 4. Macon Konsili 58 1 . Metz Konsili 888 ve Trenle Konsili 1 563 'te toplanmıştır. Bu sonuncu Kon sil ör neğin şu görü�ü ileri sürmüştür: "Yasa. kadınların erkeğe tabi kılınmasını ve o nun neredeyse hizmetçisi olmasını istemiştir" (Causa, XXXIIJ, q V, c. XIV). ( 1 O) H istoire mondialc de la femmc (=Dünya kadın tarihi). agc .. s. 1 O (il ) İbidcm.
21
te, İslamın doğası ve Osmanlı devletinin teokratik yapısı ne deniyle din, burada çok özel bir yer işgal edecektir. Dinin Ba tı 'da da önemli bir rol oynadığım böylece vurgulamak gereki yordu. Rousseau'nun belli bir kadın düşmanlığını ileri sürdüğü dönemde, kadının kurtuluşunun ilk belirtileri de Batı 'da gün ışığına çıkmaya başladı. Düşüncelerin gelişimine yardımlarıy la filozoflar, kadınların kendilerinin giriştikleri mücadeleler ve ekonomik yaşamdaki altüst oluşlar bu kurtuluşun başlıca etkenlerini oluşturacaklardı. XVIII. yüzyılın felsefi hareketleri tümüyle, Poullain de la Barre'ın yanıbaşında, ( 1 2) Rousseau'nunkinden başka bir düşünceye yönelmiştir. Günümüzün ürettiği bir terimin o dö nem için kullanılması bir anakronizm yaratsa da, "aydınlan ma çağı"nın bir felsefi feminizminden ( 1 2) söz edebilir. Çok belirgin çizgilerle ortaya konmamakla birlikte, bu feminizm başlıca üç dizi sorunu ilgilendiriyordu: Evlilikte ve aşkta hak eşitliği, kadının eğitim ve siyasal haklan. Birinci nokta üzerindeki görüşler hemen tümüyle birleş ti ( 1 3 ). İşte bu doğrultudadır ki Voltaire, olurlannı almaksızın kız çocuklarını evlendirme hakkının babadan alınmasını, ev liliğin kutsallığından arındırılarak bir sözleşmeye dönüştürül mesini ve tarafların çıkarlarını güvenceye almak için boşan manın yasallaştırılmasını istiyordu. İkinci sorun, kadınların eğitimi sorunu, daha sık işlenen bir konuydu. Kesin bir tavır takınamayan Diderot, bazen Rousseau 'ya daha yakın görünür se de, Helvetius ve Laclos için her şey bir eğitim işidir. Kadı(12) De I ' egalite des sexes (=Cinslerin eşitliğine dair) Paris, 1 673. ( 1 3 ) Hatta, "aydınlanma çağı "ndan sayılamayacak olan Marivaux ya da Chasles bile, bütün yükümlülükleri bir yana, özgürlükleri öbür yana koyan bu hukuksal ve ahlaksal eşitsizliği protesto etmişlerdir.
22
nın toplumsal rolü ve nihayet siyasal statüsü de tartışılıyordu. Montesquieu gibi Condorcet de kadınlar için siyasal haklar is temekte bir adım daha ileri giderek cinslerin eşitliği istemin de bulunuyordu. Bu sorunlar çevresinde girişilen tartışmalar, sonuçta, o dönemin son derece temel bir tartışmasına, özgürlük sorunu na gelip bağlanıyordu. Filozoflar, dinin, otoritenin ve hiyerar şinin geleneksel temellerini bir yana bırakarak, onun yerine, insanların ancak sözleşmeler yoluyla birbirlerine karşı haklar elde edebilecekleri bir " doğa durumu" koymak istiyordu. On lara göre bu sözleşmeler, insanın temel haklarına dokunama malıydı. Gerçekte, bireysel varlığı ve kişisel özgürlüğü her alan da ayrıcalıklılandıran bu felsefe akımının kökleri geçmişte çok uzaklara gider. İlk belirtileri daha feodal toplumun yıkın tıları arasından filizlenecektir. Ardından Rönesans ve Reform, "aydınlanma çağı" patlamasını ve XIX. ve XX. yüzyıl felse fe sistemlerinin gelişmelerini hazırlayarak burada çok önem li bir yer alacaklardır. Birçok yüzyıl üzerine yayılan tüm bu eylemlerden ona belli bir bütünlük kazandıran bir ortak esin lenme yayılmaktadır: Liberalizm. Liberal düşünce şu önerme ye dayanır: İnsan bireydir, yaşamın kendisinden kaynaklandı ğı birincil birimdir; kendi amaçlarının son çözümünde yargı cı olan bu bireysel varlık, tüm haklarla donatılmıştır ve niha yet onun bağımsızlığı ve özerkliği kutsaldır. Belirtelim ki, li beralizm, kilisenin kişiliğinde en amansız karşıtlarından biri ni bulacaktır ( 1 4).
( 1 4) J. B. Trotabas, La notion de laicite dans le droit de l'Eglise Catholi que et de 1 'Etat republicain (=Katolik kilise hukukunda ve Cumhuriyetçi devlet te laiklik kavramı) Paris, 1 96 1 , s. 1 07- 1 24.
23
Liberalizm, yalnızca felsefi spekülasyonu beslemekle kalmayacak, klasik hak ve özgürlükler bildirgelerinin de esin kaynağı olacaktı. Böylelikledir ki liberal düşüncenin temel il keleri İngilizlerin "Bill of Rights"ında, Amerikalıların "Ba ğımsızlık Bildirgesi"nde ve anayasasında, Fransızların " İnsan ve Yurttaş Hakları" bildirgelerinde yer almıştır. Bu belgele rin hepsinde insan, insan olarak doğal ve doğuştan saygı du yulması gereken haklara sahiptir. Bu haklar içinde hiçbir za man dokunulamayacak, vazgeçilemeyecek olanları, tanımla rını, özgürlük ve eşitlik genel terimleri içinde buluyordu. Tüm insanların eşit, özgür ve vazgeçilmez haklarla do natılmış olduğu ilkesi, yıllar geçtikçe, "insan" sözcüğünü tüm "insanoğlu " olarak yorumlanmasına götürdü. Bu bakımdan, Amerika Birleşik Devletleri'nde kadınların oy hakkı için mü cadele eden hareketin kurucularının bizzat köleliğe karşı Haç lı seferlerini yönetenlerin olması bir rastlantı değildir. Gene, aynı biçimde, İngiltere'de ve kıta Avrupası ülkelerinde tüm ka dın hakları hareketlerinin başvuru kitabı The Subjection of Women' ın ( 1 5) (=kadının boyun eğişi), liberalizmin büyük ku ramcısı John Stuart Mill tarafından yazılmış olması da bir rastlantı değildir. Bu düşünce akımı üzerinde özel olarak durmayı gerekli gördük, şundan ki, Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının duru munun gelişimi sorunu ortaya çıktığında, liberalizm, Batı uy garlığını en iyi temsil eden öğreti olarak değerlendirilecektir. Bir başka felsefe, Marksist felsefe de, kadının kurtuluşu ide oloj isini ileri sürmektedir; ancak onun Osmanlı İmparatorlu ğu'nda pratik hiçbir etkisi olmamıştır. Marksizmin gözünde cinslerin eşitliği, insanın insanı sömürmesinin ortadan kaldı(15) Londra, 1869.
24
rıldığı bir toplumun ayrılmaz parçasıdır. Bilindiği gibi Kari Marx, kadının erkeğe bağımlılığını, kapitalist toplumun sömü rü biçimlerinden biri olarak değerlendirmektedir. Düşüncelerdeki gelişme ile birlikte, Batı 'da kadının du rumunun dönüşme etkenlerinden biri de, kadınların kendi kur tuluşları için giriştikleri çabalarda ortaya çıkıyordu. Batı 'da kadınlar daha Fransız Devrimi döneminde statü lerinde bir değişiklik istemeye başlamışlardı. Fransız Devri mi yoğun bir kadın katılımı ile gerçekleşti, kadın hakları le hine yoğun bir hareketlilikle gelişti. Bu noktada kadınları des tekleyen ender erkeklerden biri Condorcet idi. Çok ileri gitti ğine hükmedilen kadın kulüpleri dağıtıldı ( 1 6) . Susturulmuş, bastırılmış olmasına karşın Fransız kadın hareketi çok derin etkiler yaratacaktı. Batı 'da kadın hareket leri başlangıcında kendini topluma kabul ettirmiş etkili kadın larca yönetiliyordu ( 1 7). Bu örgütlerin kadınların davasını savunmak için belirle dikleri hedeflerden biri eğitime, özellikle de üniversiteye, öz gürce ulaşma hak ve olanağının kazanılmasıydı; bu onlara serbest mesleklerde yükselmenin, ekonomik bağımsızlığın ve iktidarın yolunu açacaktı ( 1 8). Her yanda kadın hareketleri( 1 6) lngiltere'de, Mary Wollstonecraft'ın Vindications ofthe Rights ofWo men (=Kadın Haklannın Savunması) (Londra, 1792) adlı kitabında ileri sürdü ğü istemler de herhangi bir sempati ile karşılanmadı. ( 1 7) Örnekleme için Birleşik Amerika' da: Susan B. Anthony ( 1 820-1 906 ), Elisabeth C. Stanton ( 1 8 1 5- 1 902), Lucretia Mot ( 1 793-1 880) ve Lucy Stone ( 1 8 1 8- 1 893); İngiltere' de sendikacı Mary Mac Arthur (1880- 1 92 1 ), Militanlar Emeline ( 1 857- 1 928) ve Sylvia Pankhurst ( 1 882-1 960); lsveç'te Frederika Bre mer ( 1 80 1 - 1 865 ) ve Ellen Key ( 1 849- 1 926); Danimarka' da Nina Bang ( 1 8661 928); Almanya' da Louise Otto-Peters ( 1 849-1 929) ve Hollanda' da Aletha Ja cobs ( 1 849- 1 929) sayılabilir. ( 1 8) Birçok ülkede kadınlar için yükseköğretim kurumlan meydana geti rildi: 1 830' dan itibaren Birleşik Amerika' da, l 840'tan itibaren İngiltere' de.
25
nin temel istemlerinden biri olarak oy hakkı isteniyordu ( 1 9). Feministler içinde en tutkulu olanlar, kadınların özgürce üni versiteye girebilmeleri ya da oy hakları için harcanan çabaya denk bir kararlılıkla, evli kadının hukuksal yeteneksizlikleri ne karşı da, tek başlarına mücadele veriyorlardı. Kadınların mülkiyet, velayet, konut seçimi, manevi kişilik, bağıt aktede bilme ya da ticari bir etkinliğe girebilme olanağı konusunda ki hukuksal yeteneksizlikler, ancak yavaş yavaş ve adım adım ortadan kalktı. Bu alandaki değişiklikler, daha çok erkeklerin haklarını sınırlayıcı ve çocukların çıkarlarını koruyucu nite likteki dolaylı önlemlerin bir sonucu olarak ortaya çıktı (20). Ne var ki, kadının durumunun denek taşı, anlamlı değiş keni ekonomik nitelikte olacaktı. Gerçekten de, Batı'nın eko nomik alanda tanıdığı hızlı gelişim, daha XIX. yüzyılın ikin ci yarısından itibaren kadının durumunda derin değişiklikler meydana getirmiştir. Sanayinin büyüyen gereksinimleri, tica retin ve hizmetlerin gelişmesi, kadını artık yaşamını kendisi kazanabilen bir kişi yapacaktır. Endüstriyel yaşam biçiminin gelişiyle yuva, ekonomik ve toplumsal işlevlerinin çoğunu yi tirecektir. Konut, halk sağlığı, ailenin sağlığı, çocukların eği timi bireysel kaygılar olmaktan çıkacak, adım adım toplumun üstlendiği sorunlar haline gelecektir. Ev işlerinin büyük bir bö lümünden kurtulan kadının toplumsal durumu da değişikliğe ( 1 9) Bu yüzyılın başında kadınlar yalnızca Yeni Zelanda'da, Avustral ya'nın iki, Birleşik Amerika'nın dört devletinde oy hakkı elde etmiş bulunuyor du. (20) 1 870'ten sonra lngiltere'de kadınlara kendi adlarına mal edinebilme, kendi gelirlerine sahip olma ve çocukların velayetini kocalarıyla paylaşma hak kı tanındı, ne var ki, bu alanda eşitlik ancak l 925'te gerçekleşti. Birleşik Ame rika 'nın değişik devletleri XIX. yüzyılın ortalarına doğru kadınlara haklarının ba zılarını ya da tümünü vermeye başladılar. 1 900 yılının Alman yurttaşlar yasası evlenmemiş kadınlan erkekle tümüyle eşit sayıyor, ancak kadın evli ise mallar, çocuklar ve konut seçme üzerindeki tüm yetkiyi pratikte kocaya veriyordu.
26
uğrayacaktır. Aile dışında kamu yaşamına katılması, kadının aile ve toplum ilişkilerini, konumunu ve rolünü değiştirecek, ona yeni gelecek olanakları getirecek, yeni sorumluluklar yük leyecektir. Batı'da kadının durumunun gelişimini belirleyen düşün ce hareketleri, kültürel, siyasal, ekonomik ve toplumsal yapı lardaki altüst oluşlar, hızlı bir özetleme ile, işte bunlardır. Tek tek ya da bir arada göreceğimiz üzere bunlardan her biri Os manlı İmparatorluğu' nda kadının durumunun dönüşmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Bunlar geleneklerden yana olan larla bu dönüşümü kolaylaştıran modern uygarlık, Batı uygar lığı yanlıları arasında belli bir kopma meydana getirecektir. Bu "modernleşme" Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırların dan çok ötelere gidiyordu. Gerçekten, Osmanlı lmparatorlu ğu'nun içinde özel bir yeri bulunan İslam dünyasını da salla yıp sarsarak, önlenemez, geriye döndürülemez bir dünya sü reci olarak ortaya çıkıyordu.
27
2
Müslüman Dünyasında Kadının Durumu
29
Bütünüyle İslam dünyasında kadının gelişimini inceleme ye kalkmanın, çalışmamıza yaran olmayacağını düşündüğü müzden, konuyu, başta Mısır olmak üzere Arap Ortadoğusu ve kendilerini Osmanlı İmparatorluğu' na bağlayan kültürel ve dinsel ilişkiler nedeniyle Rusya Müslümanları ile sınırlı tuta cağız. Kadının toplumdaki yenilenmiş modern görünümünü, Ortadoğu Araplarının ve Rusya Müslümanlarının rönesansı simgeliyordu. Bu modernlik, Dar-ül-İslam'daki reformistler ce de yeniden yorumlanmış ve değerlendirilmişti. Bir yanda rönesanslar, modern uygarlığa katılma savıyla yeni bir hüma nizmin taşıyıcıları olarak ortaya çıkarken, reformistler de, mo dem dünyanın değerlerinin, başlangıçtaki anlığına kavuştu rulmuş ve daha iyi kavranmış İslamcı değerlerle çakıştığını ile ri sürüyorlardı. Bu kaynaşmada, kadının gelişim durumu ne dir? Bu gelişimin, Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının duru mu üzerinde tanık olacağı dönüşümde, herhangi bir etkisi ol muş mudur? 31
1. ARAP ORTADOGUSU'NDA KADININ DURUMUNUN GELİŞİMİ
Mısır'da (21) kadının ilerlemesi ve yükselmesi lehinde ki hareketlerin başlangıçları, "ülkesinin Afrika'nın değil Av rupa'nın bir parçası olarak görülmesini" (22) isteyen Hidiv İs mail ( 1 830-1895) dönemine kadar çıkar. İsmail Paşa ilk kez 1873 'e doğru Kahire'de Sioufieh kız ilkokulunu kurdu. Bu okul, "Mısır'da kadın kuruluşlarının art arda gelip üzerinde yükseleceği temele ilk konulan taş"tı. Paşa, "Mısır'da çeşitli Avrupai kuruluşların kurulması için çok çalıştı. Bunlar arasın da, konumuzun dışında olduğu için erkek okullarını saymaz sak, kız okulları ya da karma okullar da vardır" (23). Gerçi başarılı olamadı ama çarşafın kaldırılmasını kolaylaştırıcı adımlar bile attı (24). Aralarında Prenses Nazlı'nın da bulun duğu bu harekete başka prensesler de katıldı. Hanedan aile sinde özel bir yeri bulunan ve bir büyükelçinin de karısı olan Nazlı, 20 yıl Avrupa'da yaşadı. Geçen yüzyılın sonunda Mı sır'a döndüğünde bir salon açtı. Siyaset adamlarının yanı sı ra din adamları ve edebiyatçılar da bu salona kabul ediliyor du. Reformist İslamın temsilcisi Muhammed Abduh ile "ka(2 1 ) Doria Ragai ( Shafik), La femme et le droit religiaux de l' Egypte con temporaine (=Çağdaş Mısır kadını ve dinsel hukuku), Paris, 1 940; R. Picrrc, L'evolution de la femme musulmane en Egypte'in (Mısır' da M üslüman kadının evrimi), in ETI, no. 6 1 , 1 933, s. 277-287; idem, Le mouvement feministe en Egyp tc'in (=Mısır'da feminist hareket) ETi, No. 62, 1 933, s. 297-3 10; H . Laoust, L'evolution de la condition sociale de la femme en Egypte'in (=Mısır'da kadı nın toplumsal durumunun verimi), AF, XLV, 1 935, s. 1 7 1 - 1 76; M. Borrmans, Statut personnel et famille au Maghreb de 1 940 a nos jours ( l 940'tan günümü ze Kuzey Afrika'da kişisel statü ve aile). C.I. Roma, 1 969, s. 5 1 -73; C. Vial, Le personnage de la fcmme dans le roman et la nouvelle en Egyptc de 1 9 1 4 a 1 960 (= 1 9 1 4'tcn 1 960'a Mısır' da roman ve öyküde kadın kişilikleri), Paris, 1 974. (22) Doria Ragai ( Shafik), yage, s. 3 1 . (23) İbidem, s . 33-34. ( 24) İbidem, s. 3 1 .
33
dm kurtuluşunun havarisi" Kasım Amin de, bu salona gidip geliyorlardı. Bunlardan esinlenen eğilimler, Mısır'da kadının yükselmesi lehine işlemekteydi. Bu iki eğilimin geliştirdiği ana düşünceler nelerdi? Reformist okulun bu konudaki ana düşünceleri esas ola rak Muhammed Abduh'un ( 1 849- 1 905) (25) Kuran yorumla rı aracılığıyla bilinmektedir. Muhammed Abduh Cemaleddin al Afgani'nin ( 1 83 8- 1 897) (26) yakın arkadaşıydı. Cemaled din al Afgani, Salafiyya'yı üretecek olan reformcu hareketin başlatıcısıdır (27). Bu hareketin izlediği amaç, İslamın arı, saf kaynaklarına dönmekti. Bu dönüş, orada her şeyiyle hazır çözümler bulma yı değil, daha çok, bu kaynakların bulucu, yaratıcı ruhundan esinlenmeyi, "kişisel derin düşünme" demek olan içtihattan yararlanmayı, böylece, yeni ortam ve koşullara uygun çözüm ler aramayı amaçlıyordu. Gerçekte, "gerek doktrinde gerek (25) Raşid Rıza, Tarih-al üstad a! imam, Kahire, 1 93 1 ; Osman Amin, Mu hammed Abduh, Essai sur ses idees philosopiques et religileuses (=Muhammed Abduh, felsefi ve dinsel düşünceleri üzerine deneme), Kahire, 1 944: P.J. Vatiki otis, Muhammed Abduh and the Quest for a Muslim Humanism (=Muhammed Abduh ve bir İslam Hümanizmi arayışı), in Arabica, IV, 1 957, s. 55-72; E. Ke dourie, Nouvelle lumiere sur Afghani et Abduh (=Afgani ve Abduh üzerine ye ni ışık), in Orient, No. 30, 1 964, s. 37-60. (26) Muhammed el Mahzumi, Hatırat Cemaleddin al Afgani, Ba 'it al Nah da al ilmiyya fı-i şark, Beyrut, 1 947; Mahmud Kasım, Cemaleddin al Afgani, Ha yatuhu ve falsafatuhu (Cemaleddin al Afgani, yaşamı ve felsefesi), Kahire (tbd.); C.C. Adams, lslam and Modemism in Egypt (Mısır' da lslaınlık ve modemizm), Londra, 1 933. (27) Yukarıdaki notlardan ayrı olarak bkz.: H . Laoust, le reformisme ort hodoxe de "salafıyya" et !es caracteres generaux de son orientation (=Salafı yya'lann katışıksız reformizmi ve yönelişinin genel özellikleri), in REI, Il, 1 932, s. 1 75-224; Idem, Le reformisme musulman dans la litterature arabe contempo raine (=Çağdaş Arap edebiyatında lslam reformizmi), in Orient, No: 1 O, 1 959, s. 8 1 - 1 07; H.A. R. Gibbs, Les tendances modemes de l' islam ( =lslamın modem eği limleri), B. Vemier'nin Fransızca çevirisi, Paris, 1 949; J. Abdel Celil, Aspects interieurs de l 'islam (=lslamın iç yönleri), Paris, 1 949.
34
toplumsal programında Salafiyya'lar giderek daha çok katı bir akılcı hareket özelliği kazanmışlardır (28). Muhammed Ab duh'un, 1 897'de kuruluşundan beri Al Manar dergisinde ya yımlanan yorumlarından bazıları aileye ve kadın sorunlarına ilişkindir. Bu yorumların bütünü, Muhammed Abduh'un öğ rencisi Raşid Rıza ( 1 765- 1 935) tarafından (29) Tafsir al Ma nar ( Manar Yorumu) içinde yayımlanmıştır (30). Ustasının öğretilerini olduğu gibi aktarmaya genellikle sadık kalan Ra şid Rıza, kimi yerlerde, onları daha keskin ve geleneğe daha uygun kılacak küçük düzeltmeler yapmaktan da hoşlanmıyor değildir. Reformist okulun ilgilendiği toplumsal sorunlar arasın da kadının evrimi seçkin bir yer kaplar (3 1 ). Bu okul için ka dın erkek eşitliği, her ikisinin aynı insanlık durumunu paylaş tığını ifade eden Kuran'ın sözlerinden kaynaklanır (32). An cak bu eşitlik mutlak bir eşitlik değildir. Evlilik yaşamı, her toplumdaki yaşam gibi bir şefin bulunmasını gerektirir. Bu ro lü yerine getirecek olan ise erkektir, çünkü kadın, kadın olma durumu nedeniyle zayıftır (33). Evliliğe ilişkin olarak Raşid Rıza kadının müstakbel eşi ni seçmede çıkan olduğunu kabul eder. Ona göre İslam yasa=
(28) H. A. R. Gibbs, age., 47. (29) Yukandaki notlarda belirtilenler dışında bkz. Al-Amir Şakib Arslan, Al-Sayyid Raşid Riza Valha arba'in Sana, Şam, 1 937; H. Laoust, !es schismes dans I ' Islam (= İslamda mezhepler), Paris, 1 965, s. 3 2 1 -370. (30) Kahire 1 346 ( 1 2 Cilt); J. Jomier, Le commantaire coranique de Ma nar (= Manar'ın Kuran yorumu), Paris, 1 954. (3 l) J. Jomier, age. s. 1 75 - 1 85; A. Merad, Le reformisme musulman en Al gerie de 1 925 a 1 940 (= 1 925- 1 940 arasında Cezayir'de reformizm). Paris-La Haye, 1 967, s. 326-330; Doria Ragai (Shafik), age., s. 43-63; Al-Munği al-Şam li, Qadiyyatal mara fi tafsir al Manar, in Hawliyyat, 1 966, s. 5-28. (32) Kuran 4/l (33) Kuran 2/228; Bkz.: Tafsir al Manar, Cilt il, s. 280; Cilt iV, s. 305 vd.
35
sı da buna kesinlikle karşı değildir. Çokkarılılığa gelince, Mu hammed Abduh itiraz etmektedir (34). Ona göre bu, kötüye kullanımların ve kadına karşı haksızlıkların kaynağı olduğu gibi aynı zamanda aileyi de yıkar. Ona göre İslamcı düşünce, tekkarılılığı evlilik birliğinin ideal biçimi olarak kabul eder. Evlilik hukuku erkeğe ancak "bireysel ya da toplumsal gerek sinme" durumunda ve her birine karşı adil olması koşuluyla dört kadınla evlenme yetkisi vermektedir (35). Bu tür erkek ler ise, gerçekten nadirdir. Mademki uygulama birden çok ka dına karşı adil olunamayacağını göstermiştir, öyleyse her er kek ancak bir tek kadınla evlenmelidir (36). Bu noktada Mu hammed Abduh, Mısır'da çokkarılılığı haklı gösterecek bir toplumsal gereksinme bulunup bulunmadığı sorusunu kendi kendisine sorar. Yanıtı olumsuzdur (37). Bununla birlikte öğ rencisi olan Raşid Rıza, bu noktada onun izinden gitmeyecek tir (38). Pratikte genişlemesinin kısıtlanmasından yana olsa da, çokkarılılık ilkesini haklı gösterecek tüm klasik argümanları ileri sürmektedir (39). Ayrıca her ikisi de, geleneklerle uyum halinde olarak, tek yanlı boşamayı "Tanrı'nın en çok kınadığı yasal işlem" olarak göstermek üzerinde ısrarla dururlar (40). İkisi de geri dönülmez boşamayı beraberinde getiren "üçlü formül"ü (üç talaktan bo(34) Muhammed Abduh'un bu konuya ilişkin yorumu 8 rabi il, 1298 tarih li '"Al Vaka'i"de yayımlanan bir makalesinde geliştirilmiştir. Bu makale, Raşid Rıza'nın Manar Yorumu'nun C. iV, 364-370, sayfaları arasında yeniden yayım lanmıştır. Bkz., J. Jomier, agc., s. 1 79- 1 80; Doria Ragal (Shafik), age., s. 50-57. (35) Doria Ragai (Shafik), age., s. 48. (36) Manar Yorumu, C. iV, s. 348 vd. (37) Doria Ragai (Shafik), age., s. 49. (39) Manar Yorumu, C. iV, s. 35 1 -358. (39) J. Jomier, age .. s. 1 83 . (40) Manar Yorumu, C. il, s. 382.
36
şama) belirginlikle reddederler, zira bu, onların gözünde, ku rallara aykırıdır (4 l ). Bununla birlikte Rıza, kadınlara boşanma hakkının tanınması konusunda çok ihtiyatlı görünür. Ona göre bu hakkın erkeklere tanındığı biçimde kadınlara da tanınması, yuvanın yıkılmasını da birlikte getirecektir (42). Raşid Rıza kadınların miras konusundaki eşitlik taleple ri karşısında da en sert tepkiyi göstermektedir. Ona göre bu istem kutsal kitapta yazılanlara ters düşmektedir (43). Reformistler, buna karşılık, kadınlar için eğitimin gerek liliği üzerinde çok dururlar. Muhammed Abduh, oldukça ge lişmiş bir kadın eğitiminden yanadır, ancak bu eğitim görevi yuvaya bekçilik etmek olan kadının doğal işlevini hesaba kat mak zorundadır (44). Raşid Rıza ise, kadının dinsel eğitimi üzerinde durur. Özellikle kız çocuklarına okuma-yazma, bel li yabancı diller, eğlenmek için müzik çalgıları sanatı, dikiş ve nakış işleri öğretilmesine kalkışan kimi Müslüman kadın ların, bunun yanında, çocuklarına hiçbir din eğitimi verilme mesine, hal ve gidişlerinde ve değerlerinde hiçbir reform ya pılmamasına karşı ses çıkarmamalarından yakınır (45). Reformistler, belli kayıtlarla, kadının toplumsal yaşama katılmasından yanadırlar. Onlar için kadın İslamın başlangı cında ona tanıdığı konumu yeniden kazanmalıdır. Kadının yükselişine ilişkin tüm düşüncelerini bu tema çevresinde bi çimlendiren Raşit Rıza (46), gözlemlerini şöyle sürdürür: "(...)gerçekten de kadınların, dinsel ya da toplumsal bir (40) Manar Yorumu, C. II, s. 382. (4 1 ) Manar Yorumu, C. II, s. 382. (42) lbidem, C. TV, s. 356-358. (43) A. Merad, age., s. 328. (44) H. Laoust, Le reformisme musulman (=İslam reformizmi), s. 97, agm. ( 45) Manar Yorumu, C. ili, s. 324. (46) Bkz. Raşid Rıza, s. 1 8, not: ! .
37
esere erkekle birlikte katılmalarına hiç tanık olunamaz (...) Er kekler, güçlerini kullanarak Tanrılarından aldıkları buyruğu çarpıttılar ve kadını aşağıladlar (... );kadının ruhu bundan kü çük düştü, küçüldü, kadının töresi zayıfladı, kadınların dini bundan gitgide azaldı ve kadın insanlık değerinden yitirdi. Kadınlar böylece kümes hayvanlarına ya da başıboş dolaşan sürülere benzediler( .. . ). Daha sonra, erkek çocukların ve kız ların eğitimleri kötüleşti, toplumsal bozulma ve çürüme, bi reylerden bizzat gruplara geçti, oradan da tüm ailelere, akra balara, kabilelere ve halkın tümüne bulaştı (47). Kadınların çarşaf giymesine gelince, Muhammed Abd1:1h ve Raşid Rıza'nın görüşleri birbirinden ayrılır. Birincisi, çar şafın kaldırılmasından yanadır; kadınların evden çıkmalarının yasaklanmasına karşı koyar (48). lkincisi ise, tam tersine, çar şafın kaldırılmasına karşı çıkar;çünkü, onun gözünde, çarşa fın kaldırılması, kadını "sefahate ve fuhşa" sürükler (49). Buna karşılık öğrenci ve usta, kadının siyasal yaşama ka tılmasını olumlu karşılamaktadır. Böyle olması gerektiğini de Kuran'dan çıkarırlar ( 50). Raşid Rıza bu metinlerde, "kadının erkeğin yanında büyük ulusal davalara ve dinesi tartışmalara katılması lehinde hükümler bulur", dayanağı da, "kamusal so runlara varıncaya kadar kadın erkek gibidir" değerlendirme sidir (5 1 ). Kadın haklarıyla ilgili reformist konumlar böyle gelişti. Bu görüşlerden bazıları, ileri sürüldükleri dönem için yürek li sayılabilirse de, genel nitelikleri ile bunlar, hem savunma(47) Manar Yorumu. C . ili, s . 323-324. (48) lbidem, C. iV, s. 430. (49) İbidcm, C. IX, s. 548. ( 50) Kuran 3 16 1 (5 1 ) Manar Yorumu. C. Ill, s. 323.
38
cı, hem de tutucu eğilimlidirler. Savunmacıdırlar, çünkü re formistler, Müslüman kadının kurtuluşu lehinde ortaya çıkan düşünce hareketinin genişliği karşısında alarma düşmüşlerdi. Bu eğilim aynı zamanda tutucu idi, çünkü Raşid Rıza başta olmak üzere reformistler, Batı modernizminin keskin yandaş ları karşısında, sonuç olarak Sünni geleneğinin ve Müslüman toplumun manevi ve kültürel bozulmamışlığının şampiyonla rı olarak ortaya çıktılar (32). Bu andan başlayarak, modernizm yanlılarından pek çoğu, çevrelerini dönüştürmek için özellik le edebiyat dünyasının kendilerine sunduğu model dışında bir model aramaya yöneldi. Gerçekten de, Mısır'daki edebiyat Rönesansı (53), siya sal, ekonomik ve toplumsal düşüncenin Rönesansı olarak sü rüyordu. Yayımlanan kitap ve dergiler (54) bu yenilenişin ta nığı idi. Kurumlarda ve törelerde Batı 'dan esinlenen bir mo dernleşmeyi öne sürüyorlardı. Bu bağlam içinde, Mısır'da, ka dın haklarındaki gelişimin yolunu açmanın erdemi, gerçekten Kasım Amin'e ( 1 865- 1 908) ait olmuştur (55). Kasım Amin, doğu feminizminin en büyük kuramcılarından biri sayılır. De rin bir toplumsal evrim olmaksızın, Mısır'da siyasal evrimin gerçekleşemeyeceğini bilen Kasım Amin, 1 899 'da Tahrir al (52) A. Herad, age, s. 3 1 6 ve 3 19. (53) H . Peeres, Les premieres manefestations de la Renaissance litteraire arabe en Orient au XIX. sleecle (= XIX. yüzyılda Doğuda Arap edebi Rönesan sı'nın ilk gösterileri), Annales de I'institut d'Etudes Orientales (Doğu inceleme leri Enstitüsü Yıllığı) içinde, !, 1 934- 1 935, s. 233-256; H. Munis, La Renaissan ce culturelle arabe (= Arap kültür rönesansı), Orient içinde, No: 4 1 -42, 1 967, s. 9-27; Mısır' da ve tüm Ortadoğu' da kadın ve edebiyat hareketleri arasındaki iliş kiler için bkz.: Anis Huri Makdisi, Al itticahat el edebiyya fil alam el arabi el ha dis, C. il, Beyrut, 1 952, s. 48-67. (54) Bu sonuncular arasında en ünlüleri: El-Mustafat, el-Hilal, el-Mukad dam, el-Muayyid, el-Ceride'dir. (55) Doria Ragai (Şafik), age, s. 97- 1 1 2; Ahmed Haki, Kasım Amin, Ka hire, 1 944; Y. A. Dagir, Masadir al dirasa al adabiyya, C. II, Beyrut, 1 956, s. 1 381 40; Farac Süleyman Fuad, Tarih hayat el merhum, Kasım Amin, Kahire, tbd.
39
Mar'a (=kadının kurtuluşu) adlı bir kitap yayımladı. Bu de nemesi ile, feminist düşünceleri Mısır edebiyat çevrelerinde çok geniş yankılar uyandırdı. Bu kitabında o, ilkin İslamlığın "Mısır kadınının ezilmesi"nden sorumlu tutulamayacağını göstermeye çalıştı. Tam tersine, İslamın ilkeleri ona (kadına) "toplumsal yaşamda ayrıcalıklı bir orun (mevki)" öngörüyor du (56). Eğer kadın, haklarını tanımıyor, bilmiyorsa, bu, dini kötüye kullanan erkek yüzündendir (57). Böylece, Kuran'ın yasalarından çıkardığı kanıtlara dayanan Kasım Amin, özel likle çarşaf giyilmesine, sebepsiz çok kanlılığa ve bir yargı cın hakemliği olmaksızın gerçekleştirilen boşanmaya karşı çıktı. Ayrıca, erkek çocuklara tanınan ilköğretim hakkının kız lara da verilmesini istedi. Kasım Amin' in görüşleri özellikle, XX. yüzyıl Mısır'ının en önde gelen adamlarından Talat Harb tarafından, gene aynı İslamlık adına, çok sert biçimde eleştirildi. Bundan, çok ha raretli bir tartışma ortaya çıktı (58). Buna denk bir polemik Osmanlı İmparatorluğu'nda da karşımıza çıkacaktır. Orada da, tıpkı Mısır'da olduğu gibi, kadın haklarının leh ve aleyhin de bulunanlar, dinsel kaynağı bir ya da aynı olanlarca destek lenen görüşleri, düşünceleri birbirlerine karşı kullanacaklar dır. Kasım Amin 'in denemesini, Abdül Mecid Garyan (59) ve Muhammed Abduh'un izleyicisi Muhammed Ferid Vecdi de, reddedecektir (60). İleride göreceğimiz gibi bu sonuncunun eserini Mehmet Akif Türkçeye çevirecek "Sırat-ı Müstakim" (56) Kasım Amin, Tahrir al-mar'a, 2. baskı, Kahire, 1 905, s. 1 1 - 1 3 . (57) Aynı yer, s . 1 6- 1 7. (58) Talat Harb, Kasım Amin'i Fas! al-hitap fi-1-mar'a ve! hicab'ında çü rütecek. Kasım Amin de onu Almar'a el-cedide ile yanıtlayacaktır. Kasım Amin' e son olarak Tarbiyat al-mar'a ve! hicab'da sert eleştiriler yöneltecektir. Ayrıntı için, bkz.: Doria Ragai (Şafik), age, s. 1 1 3- 1 23 . (59) El-day e l metin, tybd. (60) El-mar' a el-müslima, Kahire, 1 3 1 8.
40
dergisinde yayımlandıktan sonra da, kitap halinde basılacak tır. Gene belirtelim ki, Kasım Amin'in eseri de Türkçeye çev rilmiş ve yayımlanmıştır. Gene daha ilerde göreceğimiz gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda İslamcılar, Muhammed Ferid Vecdi'nin görüşlerini paylaşıyordu. Karşılaşılan muhalefetlere rağmen Kasım Amin'in bu düşünceleri, yavaş yavaş meyvelerini vermeye ve kadının kur tuluş hareketi özellikle aydın kadın çevrelerde hızla yayılma ya başlamıştı. Asiye Taymuriyye (1840-1902) (6 l ) ve Lübnan kökenli Zeynep Favvaz'dan (62) (1846-1914) sonra, Bahiyat al Badiya (Çöl aydınlatıcısı) takma adıyla Melek Hıfni Naşit (63) pek çok makalesinde kadın davasını geliştirmeye koyu lacaktır (64). 1911'de, etken üye olarak kabul edildiği Heli apolis İslam Kongresi'ne bir hak istekleri listesi sunmayı bi le göze alacaktır. İleri sürdüğü istekler arasında, her iki cins ten çocuklara zorunlu eğitim, kadınlara özgü tıp okulu, ev iş leri ve meslek okulları, kadınların camiye rahatça girip çıka bilmesi, çok karılılık, tek yanlı boşanma haklarının kısıtlan ması, kadının yasal statüsünün değiştirilmesi ve kamuya açık yerlerde kadının korunması gibi istekler de yer alıyordu (65). Melek Hıfni Naşif, 1908'de, Kahire'ye yerleşecek olan Lübnanlı bir kadın yazarı derin biçimde etkilemişti: Marie ya da Mayy Ziyada (1886-1941) (66). Özellikle, konumuza doğ rudan doğruya girmeyen, iki savaş arasındaki önemde, kadın haklarının savunulması, Marie Ziyada'nın edebi eserlerinde çok büyük bir yer tutmuştur. ( 6 1 ) Y. A. Dacir, age, s. 238-240. (62) lbid. s. 637-639. (63) lbid. s. 739-74 1 - Doria Rapai (Şafik) age, s. 1 24- 1 26. (64) El-Cedide'deyayımlanmış, Nisaiyyat başlığı altında bir derlemede top lanmışlardır. 2. baskı, Kahire, 1 928. (65) R. Pierre, L'evouliton de la fcmme musulmane en Egypte (= Mısır'da Müslüman kadının gelişimi), ET! içinde, No: 6 1 , 1 933, s. 283. (66) Y. A. Dagir, age., s. 435-44 1 .
41
Bu değişik kişilerin ve kurulan çeşitli derneklerin, kadı nın kurtuluşu lehindeki etkileri (67), eğitim başta olmak üze re, kadından yana gerçekleştirilen birçok reformun kaynağı ol muştur. Böylece kadın eğitimi ilerlemelerini sürdürürken, Os manlı İmparatorluğu'ndan aşağı yukarı 35 yıl kadar sonra Mı sır, 1905 'te, ilk kez bir Kız İlköğretmen Okulu açıyordu. 1927'de Kahire ve İskenderiye'de kadınların %21'i, erkekle rinse 42.5'i okuma biliyordu, yani kadınlarda okuma-yazma oranı erkeklerin %50'siydi. Bu oran 1873'te yalnızca %6.2 'den ibaretti (68). Arap Ortadoğusu'nda kadının kurtuluşu lehindeki dü şünce ve eylem ocağını Mısır tek başına temsil etmemektey di. Örneğin Irak'ta, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce, İstanbul Parlamentosu milletvekillerinden ozan Cemil Sıtkı el Zahavi (1863-1936) (69), kadının toplumsal bağımlılığına ilk karşı ko yanlardan biri oldu. Kadınlara karşı daha soylu, dürüst bir ta vır takınılmasını istedi (70). 191O 'da Kahire'de kadınlar lehi ne yayımladığı yazısı, 10 yıl kadar önce Kasım Amin'in ya rattığı kavganın yeniden doğmasına neden oldu. O, bu maka lesinde, kendisinin desteklediği kadın hakları ile Müslüman lığın toplumsal yasaları arasında uzlaşmaz çelişkiler bulundu ğunu açıkça ileri sürmekten çekinmiyordu (71). Öte yandan, Zahavi'nin görüşlerini benimseyen Dr. Tevfik Muhammed (6 1 ) Y. A. Dacir, age, s. 23 8-240. (67) Fatat Mısr, gibi. (68) Doria Ragai (Şafik) age., s. 1 59- 1 60. (69) Y. A. Dagir, age., s. 429-434; l. Kraçkovski, El Zahavi maddesi, El (2) içinde, ek. s. 282-284. (70) "Çarşafı açınız" başlıklı ünlü şiiri H.A.R. Gibb, yag'de çevrilmiştir, s. 1 26. (7 1 ) L . Massignon, La Question du voile (= Çarşaf sorunu), RMM içinde, XII, 1 9 1 0, s. 465-478.
42
Sıtkı kendi inançlarıyla törenin yeni eğilimleri arasında bir uz laşma ortamı aradı; böylece, garip bir modernizmin doğma sına yol açtı. Gelenekçiler, en tehlikeli düşmanlarının Zaha vi'nin göze batan aşın feminizmi değil, Doktor Sıtkı'nın do kuncasız görünümlü modernizmi olduğunu anlamakta gecik mediler (72). Beyrut'ta da, Şam'da da feminist etkinlik göze çarpıyor du. Zeynep, Favvaz ve Mayy Ziyada'nın Lübnan kökenli ol duklarını görmüştük. Bunlar Kahire'de oturmakla birlikte, kendi ülkelerine bağlı olarak yaşıyorlardı. Lübnan'da roman ları, çevirileri ve makaleleriyle Afife Kerem, kalemini kadı nın yükselmesi hizmetine adıyordu (1 883-1924) (73). Buna ek olarak, 1 921 'den beri kadının her türlü ezilmeden kurtarıl masını isteyen Al Mar'a al Cedide (= yeni kadın) adlı bir ka dın dergisi yayımlıyordu. İlkokul öğretmeni ve edebiyatçı Cu liya Ta'ma Dimaskiyya (1 880-1 954) (74), daha 1 91 Tde Lüb nan'da toplumsal ve hayır işleriyle uğraşan Camiat al Sayyi dat (= Kadınlar Derneği) adlı bir dernek kurmuştu. Beyrut'ta doğan ( 1 889-1 953) (75) Selma Şaiğ ise, Melek Hıfni Naşif'e layık, bir kadın haklan savunucuydu. Diş hekimi ve edebiyat çı olan bu kadın 1 91 4-1 91 8 savaşı sırasında, bir yetimler evi ni yönetmiştir. Arap Ortadoğusu'nda, özellikle Mısır'da, feminizmin ilerlemeleri işte böyle somutlaştı. Mısır'daki feminizm, özel likle Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Arap feminizminin ön cülüğü işlevini yüklenecektir. Manar Yorumu'nun öğretide başlattığı gelişim ve evrim, yol açtığı geniş tartışmalar, bir ede(72) Agy .• s. 4 70-4 72. (73) Agy., s. 470-472. (73) Y. A. Dagir, agc., s. 661 -662. !74) lbidem, s. 369-370. (75) lbidem. s. 5 3 1 - 5 3 3 .
43
bi elitin gerçekleştirdiği çalışma, çok derin değişiklikleri ha ber veriyor. Arap Ortadoğusu'nda kadının ve ailenin yeni du rumunu önceden ortaya koyuyordu.
il. RUSYA MÜSLÜMANLARINDA
KAUININ DURUMUNUN GELİŞİMİ
Rusya, Avrupa'ya, Kafkasya ve Asya'ya dağılmış önem li Müslüman topluluklarını bir araya getiriyordu. En gelenek çi biçimiyle İslama çok bağlı olan bu topluluklar, daha dina mik bir Hıristiyan kültürü ile sıkı temas halindeydiler. Bu Rus kültürü aracılığıyladır ki ilk önce Tatar reformcular, Batı mo dellerine ulaşmaya çalışmışlardır. (76). Reformizm önce dinsel alanda kendini gösterdi. Abu Nasr Kürsavi'nin kısa ömürlü bir girişimden sonra din bilgi ni ve tarihçi Şahabeddin Marcani ( 1 8 1 8- 1 889) (77), dinsel re formun gerçek öncüsü olmuştur. Marcani: İslamın kendisini dönüştürmeye değil, onu yalnızca sko lastiğin kalıntılarından, fanatizmden ve Orta Asya'nın tutucu teoloj isinin karanlıkçılığından arındırmaya çalışıyordu. İslam dininin, modern bilimlerle pekala bağdaştığını ileri sürüyor(76) A. Bennigsen ve C. Quelquejay, Les mouvements nationaux chez !es musulmans russes (=Rusya Müslümanlarında ulusal hareketler), Paris-La Haye, l 960, S. 2 1 -82; G. von Mende, Der Nationale Kampfder Russlandtürken (=Rus ya Türklerinin ulusal kavgası). Berlin, 1 936; E. Kırıma!, Der Nationale Kampf der Kırımtürken (=Kırım Türklerinin Ulusal Kavgası), Emsdetten, 1 952; S. A. Zenkovski, A. Century ofTatar Revival (=Tatar rönesansının bir yüzyılı), Ame rican Slavic and East European Review içinde, XII, 1 953, s. 3 1 0-3 1 9; İdem, Kul tur kampfin Pre-Revolutionary Central Asia (=Devrim-Öncesi Orta Asya'da Kül tür Kavgası), İdem, XIV s. 1 5-42; A. Fevret. Les Tatares de Crimee (=Kırım Ta tarlan), RMM içinde, III, 1 907, s. 73- 1 05; A. Battal-Taymas, Kazan Türkleri. Tarihi ve Siyasi Görüşler, İstanbul. 1 34 1 ; idem, Türk-Tatar Tarihi, Mukden, 1 938; B. Spuler, Cedid (Djadid) maddesi, El (2), C. il, s. 376. (7 7) A. Bennigsen ve C . Quelquejay, age., s. 37-38.
44
du. Onun Tatar dinsel ve siyasal düşüncesi üzerindeki etkisi belirleyici oldu. Y ürüttüğü ve din bilgini öğrencileri Rızaed din Fahreddin (78) ve Musa Carulla Biği (79) başta olmak üze re yanlılarının sürdürdüğü eylem, Rusya'da İslam dinine ye niden yaşam vermekle birlikte, İslam din adamları arasında bölünmelere de yol açmıştır: Sayısal önemi giderek artacak olan liberal ve modernist bir kesim, burjuvazinin yanında y er alırken öteki kesim tutucu kanadı oluşturmuştu." (80) Marcani'nin İslamlıkla modern dünyayı bağdaştırmak için savaş verdiği dönemde, Abdili Kayım Nasıri ( 1 825-1902) (8 1 ), Tatar kültürünün gelişmesini ön plana alıyordu. İnanmış bir Müslüman, fakat kararlı bir reformist olan Nasıri, çok ge niş bir kültürle donatılmıştı. Filoloji çalışmalarıyla büyük ün kazanmıştı. Kazan halk lehçesi temeli üzerinde kurduğu yeni Tatar yazın dili, edebiyatın, bir " Tatar Rönesansı" ndan söz edilecek ölçüde büyük bir gelişme göstermesine yol açmıştır. Tutucu ya da " Kadimi"lerin karşısında "cedid'' hareke ti adı verilen bu reformist hareketin taçlanması, l 880'den son ra Gaspıralı İsmail Bey'in (185 1 -1914) (82) başlattığı eğitim reformu olmuştur. Gaspıralı, hareketin lideri olarak kabul edi lecek ve Rusya Türkleri üzerinde derin etki yaratacaktır. Or tak bir çizgi ve Batı ile temasta, fakat T ürk modeli içinde ye nileştirilmiş bir Müslüman kültürü çevresinde, Türkiye'nin manevi yönlendiriciliği altında Rusya'nın tüm Türk halkları(78) A. Battal-Taymas, Rizaeddin Fahreddin oğlu. İstanbul, 1 958. (79) İdem, Musa Carulla Bigi, İstanbul, 1 958. (80) A. Bennigsen ve C. Quelquejay, age., s. 38. (8 1 ) C. Lemercier- Quelquejay, Un Reformateur Tatar du X!Xe Siecle Ab duJ Qajjum al-Nasyri (=XIX. yüzyılın bir Tatar Reformcusu: Abdul Kayyum el Nasıri), Cahiers du Monde Russe et Sovietique içinde. JV, 1 963, s. 1 1 7 , 1 42. (82) C. Seydahmet, Gaspıralı İsmail Bey, İ stanbul, 1 934; Y. Akçura, Gaspıralı İsmail Bey. Türk Yılı içinde, 1 928, s. 338-346; Z.V. Togan, Gaspıralı (Gasprinski) İ smail maddesi, El (2), C. I l ; s. 1 00 1 - 1 003,
45
nın birliği ana hedefini güden (83) Pantürkizm'in (84) kuram cıları, bu "cedid" hareketinin bağrından doğacaktır. Belirte lim ki Rusya Müslümanlarındaki Pantürk ideolojisi, İslamın rönesansına sıkı sıkıya bağlı olacaktır. Modemistler arasında en ileri gidenler hemen daima içten inanmış Müslümanlar ola caklardır (85). Gaspıralı İsmail'in etkisiyle "cedid" hareketi çabucak ya yılıp genişledi. 1 905 'te sahneye hemen tümüyle egemen ol du. Bu hareketin etkisi, kadının durumuna ilişkin olanlar baş ta olmak üzere ahlak değerini ve örf ve adetleri dönüştürerek yaşamın tüm kesimlerine ulaşıyordu (86). "Cedid" hareketinin düşünceleri, Rusya'daki Müslüman basınınca, geniş biçimde yayılıyordu (87). Çarlık Rusyası'nda Rus olmayan halkların kültürel uyanışına Rus makamlarının düşmanca tutumları yüzünden Müslüman basın başlarda güç lüklerle karşılaştı. Ne var ki 1 883'te, İsmail Gaspıralı'nın Bah çe-Saray'da çıkarmaya başladığı ünlü "Tercüman" 35 yıl boyun ca Rusya'da modemist hareketin ve Pantürkizmin sözcülüğünü yapacaktır. Rusya'da yaşayan tüm halklara basın özgürlüğü ta nıyan 1 7 Ekim 1905 Manifestosu'nun yayımlanmasından son ra, T ürklerin oturduğu bölgelerde pek çok gazete ve süreli ya(83) A. Bennigsen ve C. Quelquejay, age., s. 39. (84) A. Zenkovsky, Pan-Turkism and İ slam fn Russie (=Rusya'da Pantür kizm ve Islamlık), Camridge, 1 960). (85) W. Barthold, 1 9 1 2 'de son on-on beş yıl boyunca Kazan Tatarlan ara sında Avrupa kültürünün yayılmasına karşın ( ... ) Müslüman gençlik, inancına ve ruhsallığına en az eski kuşak kadar bağlıdır, diyordu (aktaran) : A. Bennigsen ve C. Quelquej ay, age., s. 3 1 ). (86) lbidem, s. 40. (87) A. Bennigsen ve C. Lemercier-Quelquejay, La presse et le mouve ment national chez !es musulmans de Russie avant 1 920 (=1920 öncesinde Rus ya Müslümanlannda basın ve ulusal hareket), Paris-La Haye, 1 964; C. Quelqu ejay, La presse peridique musulmane de Russie avant 1 92 0 (=1 920 öncesi Rus ya periyodik basını), Cahiers du Monde Russe et Sovietique içinde, JII, 1 962, s. 1 40- 1 65
46
yın çıkmaya başladı (88). Bunlar, ulusçu ve modernist edebi yat adamlarını birbirine yakıştıran, tanıtıcı, bağlayıcı bir işlev le de yükümlüydüler. Bu gazetelerden bir bölümü ulus duygusunun gelişme sinde büyük rol oynadı, büyük kamuoyu bu yazılar sayesinde yeni kültürel hareketten haberdar oldu. Bunların çoğu aynı za manda kadınların lehinde kesin tavır aldılar. Kadınların kötü yaşam koşullarına karşı isyan ettiler. Kadınlar, köleliğe çok yakın bir statüde tutulmaları halinde, hiçbir kurtuluşun ger çekleşemeyeceğini ileri sürdüler. Bu gazetelerde kadınlar ya zı yazıyor, sütun sahibi oluyordu (89). Hatta bunlardan Mol la Nasreddin (90) gibi bazıları kadın davası lehine öylesine şid detli bir kampanya yürüttü ki, dine saldırı niteliğinde görülen bu kuramların karşısında, galeyana gelen din otoriteleri bun ların okunmasını yasakladı (9 1 ). Kadın basını da bu tartışmalarda yer almıyor değildi. Alem-i Nisvan(=Kadınlar Dünyası) adıyla ilk dergiyi yayım layan, kızı Şefika'yı da başına müdür olarak getiren gene İs mail Gaspıralı olmuştur (92). Bakfı'de yayımlanan Işık, Ka zan'da yayımlanan Süyüm Bike gibi başka kadın dergileri de (93) kültürel alanda olduğu kadar ekonomik ve toplumsal alanlarda da kadının çıkarlarını savunmaktaydılar (94). (88) Tercüman'dan başka bu gazeteler içinde en çok okunanların başlıcala rı şunlardır: Orenburg'da Vakit, Kazan' da Yıldız ve Beyanül-Hak, Bakü'de Ha yat, İrşad, Terakki ve Füyuzat, Tiflis'te Şark-ı Rus ve Molla Nasreddin. 1 870 ile 1 905 yıllan arasında 1 1 düzenli yayın organı çıkmışken 1 905- 1 9 1 7 arasında 1 66 düzenli yayın çıkarılmıştır (A. Beninigsen ve C. Lemercier-Quelquejay, age., s. 46 ve 283. (89) 1 903 'ten itibaren Tercüman'da yazmaya başlayan Şefika Gaspıralı, 1 905'te aynı gazetede düzenli sütun sahibi oldu (İbıdem, age., s. 1 42, not. 3). (90) A. Beningsen, Molla Nasreddin et la presse satirique musulmane de Rus sie avant 1 9 1 7 (=Molla Nasreddin ve 1 9 1 7 öncesi Rusya Müslüman mizab bası nı), Cahiers du Monde Russe et Sovietique içinde, III, 1 962, s. 505-520. (9 1 ) RMM, XXVI, 1 9 14, s. 25 1 . (92) A . Beninigsen ve C . Lemercier-Quelquejay, age., s. 142, not: 3.4 ve 5 . (93) Müthiş lvan'ın Rus ordularına karşı direnış yapan son Kazan sultanının adı. (94) A. Benninigsen ve C. Lemercier-Quelquejay, age., s. 98, 1 30 ve 142.
47
Rusya Müslüman yazarları arasında, yazılarıyla erkekler de kadın davası için mücadele ettiler. Kadın haklarını konu alan Kadınlar Ülkesi adlı yapıtını İsmail Gaspıralı böyle yayımla dı. 1 901 'de yayımlanan İslamlıkta Kadın adlı eseriyle Ahmet Ağaoğlu (95) da kadının savunucusu olarak ortaya çıkar. Öte yandan, l 904'te yazdığı Üç Tarz-ı Siyaset kitabında Yusuf Akçuraoğlu, modern demokrasinin temellerine bağlı olarak antik Türk sitesinde kadın ile erkek arasında gerçek bir eşit lik biçiminin var olduğunu ileri sürmektedir. Daha başka ya zarlar da yazılarında kadın sorununa yaklaşmışlardır. Azerbay can'da Akhund Zade Mirza Feth Ali (96) bu alanda yol açıcı öncü olmuştur. Cinslerin eşitsizliğine, kadının ezilmesine şid detle karşı çıkıyordu. Romanlarının kadın kahramanları genel likle çok yetenekli, becerikli, zeki ve enerjiktir (97). Geçen yüzyılın sonunda Buhara'da yaşayan ve öğrenim gören, daha çok "Ayni" takma adıyla bilinen Sadreddin Said Muradzade (98), eserinde kadına reva görülen duruma karşı başkaldırır. O da her türlü kurtuluşun kadının kurtuluşundan geçtiğini ile ri sürer (99). Abdür Rauf Fitrat'a gelince (1 00) o, Buhara li beral ve ulusçu burjuvazisinin ideologlarından biriydi. Dev rim öncesi yıllarda aile ilişkilerinin yeni baştan kurulması ge(95) lbidem, s. 1 06, not 3 . (96) A. Caferoğlu, X I X . asır büyük Azeri Rcformatörü Mirza Feth-Ali Ahundzadc, Annali del R. lnstituto Superiore Orientale di Napoli içinde, Nuova Seria, 1, 1 940. s. 69-85; A.V. Yurtseven, Mirza Fethali Ahundzade'nin hayatı ve eserleri, Ankara, 1 950; H. W. Brands, Akhund-Zada maddesi, El (2) içinde. C. il, s. 342. (97) B. Nikitine, La Literature dcs musulmans en URSS (=SSCB'dc Müs lümanların edebiyatı), RE! içinde, 111, 1 934, s. 3 3 1 . (98) lbidem, s . 355-356; A . Bennigsen ve A . Lemercier-Quiquejay, age., s. 272, not: 1 . (99) S . Zeyous, L a revolution des femmes au coeur de l'Asie sovietiquc, Sovyct Asyası'nın göbeğinde kadınların devrimi, Paris, 1 97 1 , s. 66-67. ( 1 00) A . Bennigsen ve C. Lemercier-Qulquejay, agc., s. 1 5 8, not l .
48
rektiğini öngörüyor, kadına, toplumda layık olduğu yerin ve rilmesi gerektiğini savunuyordu (1O1). Tüm ulusçular gibi bu yazarlar için de T ürk halklarının kurtuluşu için önceden bir aydınlar hareketi (entelij ensiya) yaratılması, oluşturulması sine qua non (onsuz olmaz) bir ko şuldu. Onların gözünde eğitimin taşıdığı önem de buradan ge liyordu ( 102). Onlara göre kadının kurtuluşu da aynı girişimin sonucuna bağlıydı. Bu yüzden kızların okullulaştırılması için özel çaba gösterdiler. Bu çabaların sonucunda daha 1901'de Kazan bölgesinde, (burası, kadınsal gelişimin en ileri olduğu bölgelerden birisidir) 55 Rus kadınından biri okullu olması na karşılık, 12 Tatar kadınından biri okulludur (103). 1906 Nijni-Novgorod Müslüman Kongresi bu alandaki çabaların daha da yoğunlaştırılmasını isteyecektir. Kongre, modernleştirilmiş ilköğretimin erkek çocuklar gibi kızlar için de zorunlu kılınması, erkek ve kadın öğretmen yetiştirilmesi için yeterli sayıda öğretmen okulları açılması; okulların laik bir okul konseyinin denetimi alıtna konulması yönündeki is teklerini, kamuya açıkladı.(104) Bunun üzerine kızlar için pek çok ilk, orta ve öğretmen okulu açıldı.(105) Bu arada teknik öğretim de ihmal edilmedi. Tercüman'ın 25. kuruluş yılı dolayısıyla İsmail Gaspıralı eşi Zehra Ha nım'la birlikte bir sanat okulu açtı. Bu girişimi başka illerde( ! O l ) S. Zcyous age., s. 67. ( 1 02) R. Maj erzcak, Notes sur l'enseignemet dans la Russie musulmane avant la revolution ( Devrim öncesinde Müslüman Rusya' da öğretim üzerine not lar). RMM içinde, xxxıv, 1 9 1 7- 1 9 1 8, s. 1 79-248. ( 1 03) M. Aminoff, Les progres de I ' instruction chez, les musulmans rus ses (=Rus Müslümanlarında eğitimin ilerlemeleri), RMM içinde, IX, 1 909, s. 247263. ( 1 04) R. Majerzcak, agm., s. 1 88 - 1 89. ( 1 05) Adı geçen makaleler dışında ayrıca, bkz. : RMM, il, 1 907. s. 390; 11 1 , 1 907, s. 547-549; XI, 1 9 1 0, s. 1 1 2- 1 1 5; XII, 1 9 1 0, s. 3 1 4-3 1 5; XXV, 1 9 1 3 , s. 363-364.
49
ki benzer girişimler izledi.( 1 06) Bazı bölgelerde yerel ma kamlar, kadınlara el meslekleri öğretmek amacıyla merkezler de kurdular, böylece eskiden çok ünlü olduğu halde uzun za mandır çöküntü içinde bulunan aile endüstrilerine eski parlak günlerini yeniden kazandırdılar. Kızlar yükseköğretim kurumlarına bile devam ediyorlar dı.( 1 07) Nitekim 1 9 1 0'da Alem-i Nisvan, Zeynep Hanım adın da Kırımlı Müslüman kızının tıp öğrenimini tamamladıktan sonra doktorluk mesleğini icra etmek üzere doğduğu memle kete geri döndüğünü duyuruyordu.( 1 08) 1 9 1 3 'te, Saint-Pe tersburg Üniversitesi'nden mezun Mahpervaz Hanım Kıldı yova, Kazan Hastanesi 'ne atanıyordu.( 1 09) Aynı yıl, aynı üni versitede tıp öğrenimi gören dört kız öğrenci Osmanlı Kızıla yı 'nda görev almak üzere İstanbul' a gidiyor ( 1 1 0) gene 1 9 1 3 yılında ilk kez bir Müslüman kızı Saint-Petersburg Hukuk Fa kültesi 'ni bitirerek diploma alıyordu.( 1 1 1 ) Toplumsal açıdan, çarşaf giyilmesine pek çabuk karşı çı kılıyordu, kadının toplumdan koparılması sürdükçe, hiçbir zi hinsel gelişmenin olamayacağı görüşü yaygınlık kazanıyordu. Nitekim çarşafın kaldırılmasından yana olan basının da geniş yer verdiği bir hareket doğdu;( l 12) başında da İsmail Gaspıralı vardı. 1 905 devriminden hemen sonra Kazan, Oren burg, Ufa, Bakü gibi kentlerde "Müslüman kadınlar, yüzleri tümüyle açık ya da çok saydam beyaz bir kumaşla hafifçe ör tülü olarak kocalarıyla sokağa çıkabiliyorlardı."( 1 1 3 ) ( 1 06) Z . V . Togan, agm. s . 1 1 02. ( 1 07) M . Hartmann, Der Jslamsche Orient (= Müslüman Doğu), C. Ill, Leipzig, 1 909, aktaran: RMM, X, 1 9 1 0, s. 29 1 . ( 1 08) RMM, XII, 1 9 1 0, s . 3 1 4-3 1 5 . ( 1 09) idem, XXV, 1 9 1 3 , s . 37 1 . ( ! 1 0 : İbidem, s. 372. ( 1 1 1 ) lbidem, s. 37 1 ) ( ! 1 2) RMM, ! , 1 906, s. 1 28. ( 1 1 3 ) J. Costagne Le mouvement d'emancipation de la femme en Orient (= Doğu'da kadının kurtuluş hareketi), RE! içinde, il. 1 929. s. 2-00.
50
Kadının hukuksal statüsü, bu dönemde yeniden tartışma konusu oldu, kadınlar da bunda görev aldılar. Bu yaklaşımla Orenburg kadınları Duma' ya, dinin kadınlara verdiği hakla rın tanınmasını isteyen bir bildirge sundular. Bu bildirge yal nızca yerel basında değil, tüm Avrupa'da sempati ve ilgiyle karşılandı. ( 1 1 4) Başka kadınlar da Sadri Maksudi ( 1 1 5) gibi siyaset adamlarının kadın davasına ilgi göstermesini sağlama yı başarmışlardır. Sadri Maksudi, çokkarılılığa karşı çıkan bir haklar listesini de olumlu bularak kabul edecekti.( 1 1 6) Tüm bu gelişmeler karşısında, Rus hükümeti de ilgisiz kalmamış ve mollalara 1 6 yaşından küçük kızları evlendirmelerini ke sinlikle yasaklayan bir emirname göndermişti.( 1 1 7) Nihayet kadınlar, toplumsal, hatta siyasal alanda, Müs lüman Hanımlar Cemiyeti gibi birtakım derneklerde örgütlen meye başladılar. J. Castagne 1 905- 1 906 devrimi sırasında ku rulan çeşitli örgütlerden söz ederken, şöyle diyor: Kadın Komiteleri, kısa sürede etkinlikleriyle kendilerini öne çıkardılar. Bu komiteler her yerden çok Kırım'da ve Azer baycan'da önemli gelişme gösterdi. Rusya'nın farklı Doğulu halklarının uyanışına kitleleri hazırlamak için erkekler yetmez olunca kadınlar kollan sıvadılar ve iletilecek mesajı küçücük ülkelerinin en uzak köşelerine kadar taşıdılar. Kazan 'da, Ba ku 'de, Türkistan'da, Kırım'da, Müslüman kadın iyi bir örgüt( 1 1 4) RMM, iV, 1 908, s. 800-802. ( 1 1 5) A. Battal-Taymas, İki Maksudiler, !stanbul, 1 959. ( 1 1 6) Müslüman kadınların ileri sürdükleri istekler şöyle sıralanıyordu: a) Birincisinin sağlığı yerindeyse ve karşı çıkıyorsa ikinci bir kadın ile evlenmenin y asaklanması, b) l lki gebe iken ikinci bir kadınla evlenmenin yasaklanması, c) Ilkinin kısırlığı nedeniyle ikinci bir kadınla evlenmenin yasaklanması, d) Koca sının ikinci bir kez evlenmesine onay veren yoksul kadına, ortağıyla bir arada ya şamayı olanaksız bulursa çeyizini geri isteme ve nafaka hakkının tanınması, e) Evlilik sözleşmesinin bu koşulları içermesinin zorunlu tutulması (RMM, LVI, 1 923, s. 203). ( 1 1 7) RMM, V, 1 908, s. 359.
51
leyici olduğunu gösterdi. Simferopol'da, Tatar kadınların gi rişimiyle bir Merkez Komitesi ve ona bağlı olarak Tatar ma halle ve kasabalarında alt komiteler kuruldu. Komitelerin ba şında Tatar sosyetesinin en üst düzeydeki kadınları görev yapmaktaydı: Şefika Gasprinski ( ... ), Ayşe İshakov, Dilara Bulgakov, İlhame Toktorov, vb. ( . . . ). Bunlar konferanslar verdiler, seçimlerin hazırlanmasında etkin görev aldılar. Kırım Ku rultayı, bir başka deyişle Millet Meclisi, Tatar ulusuna sunu lan hizmetleri şükranla anıyor; kadına herkes için eşit, doğru dan ve gizli oy hakkını tanıyordu.( 1 1 8) Bununla birlikte, Rusya Müslüman kadınının kurtuluşçu hareketi, ancak 1 9 1 7 devriminden sonra gerçek boyutlarına ka vuşacaktır. Bu noktada, özellikle Kemalizmin başarısından sonra, Rusya'nın Türkiye, Türkiye'nin de Rusya üzerindeki kültürel etkileri çabucak ortadan kalkacaktır. Oysa inceledi ğimiz dönem boyunca, bu etkiler, daha etkin biçimde geliş mişti. Gerçi, burada, Rusya Müslümanlarının Pantürkist ül küleri rol oynamaktaydı; ancak bunların en ileri gelenlerinin Jön Türk entelicensiyası ile sürdürdüğü sayısız ilişkiler de et kin olmuştu. Hatta bunlardan (Kafkasyalı) Ahmet Ağaoğlu, Ali Hüseyin Zade ya da Tatar Yusuf Akçuraoğlu gibi bazıla rı, 1 908 'den beri Rusya'nın uyguladığı azınlık-karşıtı politi kanın, birçok gazeteci, yazar ve politikacıyı göçe zorlaması sonucu, Osmanlı başkentine göç etmişlerdir. Arap Ortadoğusu ve Rusya Müslümanlarındaki kadın kurtuluş hareketlerinin Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının durumunun evrimi üzerindeki etkileri hakkında karar vermek, incelememizin şu anki noktasında erken görünüyor. Bununla birlikte, denebilir ki, bu hareketler Batı'nın etkisiyle, kadının (l 1 8) J. Casıagne, agm., s. 1 96- 1 97.
52
özlemlerinin ortaya çıkardığı sorunlara, düşünce gelişimleri nin önemli bir bölümünü ayırmış ve kadının durumunda bel li değişikliklerin doğmasına yol açmışlardır. Ancak, değişik derecede ve birkaç istisna bir yana bırakılacak olursa, bu de ğişiklik ve dönüşümlerin, İslama ve onun yasalarına bağlılık içinde gerçekleşebilmesi için hangi sınırlar içinde ele alınma ları gerektiği kaygısı bu hareketlere sürekli yön vermiştir.( 1 1 9)
t
1 1 9 ) A. Mcrad. agc .. s . 3 1 5 .
53
3 Osmanlı İmparatorluğu'nda Kadının Durumunun Gelişimi
55
İslama ve onun yasasına bağlılık kaygısı, Osmanlı İmpa ratorluğu içinde kadının toplumsal gelişimi yanlılarının büyük bir bölümü için de geçerliydi. Ancak, bunlara ve katı gelenek yanlılarına koşut olarak, özellikle yüzyılın başlarında görün geleri (perspektifleri) başka olan düşünce akımlarının doğu şuna da tanık olunmuştur. Canlılığı bugün bile -birçokları için yaşayan bu değişik düşünce akımları, kesintisiz bir zincirin halkalarını biçimlendirir. Mustafa Kemal'in, Türk kadınının kurtuluşuna ilişkin düşüncelerine varan bir hareketin birbiri ni izleyen aşamalarını oluşturur. İşte biz burada, Kemalist dev rimden önceki 20-30 yıl içinde Türk kadınının somut olarak ne olduğunu incelemeye geçmeden önce, bu değişik düşünce akımlarını ele alacağız.
I. OSMANLI İMPARATORLUGU'NDA KADININ DURUMUNA İLİŞKİN DÜŞÜNCE VE AKIMLAR 1 - Tanzimat Dönemi (1839-1876) (120)
Yukarı_da da vurguladığımız gibi, Osmanlı İmparatorlu ğu'nda kadının kurtuluşu hareketinin kalkış noktası Tanzim<!,t döneminde yer alır. "Adli, mali, yönetimsel ve askeri haklar listesi (Charte)" ( l 21) olarak 1839'da Gülhane Hatt-ı Şeri fi 'nin yayımlanmasıyla başlayan bu dönem, Osmanlı lmpara( l 20) Z. F. Fındıkoğlu, Tanzimatta aile ve kadın telakkisinde tebeddül, Tan zimat içinde, age., s. 648-65 5; T. Taşkıran, Cumhuriyet'in 50. yılında Türk ka dın hakları, ybd., 1 973, s. 20-37; A. Afetinan, Atatürk ve Türk kadın haklarının kazanılması, İstanbul, 1 968, s. 8 1 vd., M. Taşçıoğlu, Osmanlı cemiyetinde kadı nın sosyal durumu ve kadın kıyafetleri, Ankara, 1 958, s. 1 1 8- 1 2 5 ; G. Dino, La geneese du roman turc au XIXe sieecle (= XIX. yüzyılda Türk romanının doğu şu), Paris, 1 973, s. l 5-3 3 . ( 1 2 1 ) R . Mantran, Histoire de l a Turquie (= Türkiye'nin tarihi), Paris, t 968, s. 86.
57
torluğu'nda Avrupa'dan esinlenen bir dizi iç reformun doğu şunu görecektir. Türklerin Batı uygarlığına gerçek yöneliş ve alıştırmaları da bu dönemde başlamıştır. Yaşamları artık, çok sıkı biçimde, Avrupa'nın yaşamına bağlıdır: Avrupa'da orta ya çıkan her ideoloj ik hareket; er ya da geç, kısmen birbiri üze rine binerek, kısmen de eski İslam görüşünün yerini alarak, yeni bir etik görüşün oluştuğu Osmanlı İmparatorluğu'nda yankılanmasını buluyordu.( 1 22) Okullaşmada ilerlemeler, daha ileride ele alacağımız hu kuk düzeni reformu, yeni bir entelijensiya'nın ortaya çıkışı, resmi olmayan basının doğuşu ve gelişimi, kültürel canlanma ve gelişme bir arada, Osmanlı İmparatorluğu'nun tanıyacağı tinsel dönüşümde birinci derecede önemli bir rol oynamıştır. Avrupa modeline göre örgütlenen okullar, medreselerden yetişmiş ulemanın kültür tekelini elinden alan yeni bir kültür lü insanlar sınıfı yetiştirmiştir. Bazı subaylardan başka efendi ler sınıfını oluşturan dışişlerinin ve bazı yönetimlerin memur ları bu yeni aydınlar sınıfından çıkacaktır. Fransızcayı öğrenen ve belli bir Fransız kültürü alan bu efendilerin birçoğu, yüzey sel de olsa, Batılılaşmıştır. Bu memurlar sınıfında yükselme nin koşullarından biri, gerçekten, önce askeri okullnrda ve Ter ctiman odası 'nda ( 123 ), sonra da Mekteb-i Fünun-u Mülkiye'de ( 1 24) öğrenilen Fransızca ve alınan Batı kültürüydü. Bu yeni sınıf, giysi, mobilya ve davranışlar gibi dış görünüşleri, daha sonra da yavaş yavaş düşünme biçimlerini etkileyen, değişti ren Batı esinli bir yaşam biçimini benimseyecekti. ( 1 25) De( 1 22) A. Bombacı, Histoire de la litterature Turque (Türk Edebiyatı Tari hi), Fransızca çeviri: !. Melikoff, Paris, 1 968, s. 349 ( 1 23) B. Lewis, The Emergence of Modern Turkey (Modem Türkiye'nin Doğuşu), Londra, 1 968, s. 88. ( 1 24) İbidem, s. 1 8 1 ; O. Ergin, Türkiye MaarifTarihi, C. II, İstanbul, 1 940, s. 495-5 1 7 ; A. Çankaya, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara 1 954. ( 1 25) C. White, Three Years in Constantinople (= lstanbul'da üç yıl), C. II, Londra, 1946, s. 1 74- 1 75.
58
rin olmasa bile bu dönüşüm ( 1 26) giderek büyüyen bir gelişi mi de gözler önüne sermekten geri kalmıyordu. Bu dönüşüm değilmidir ki Ziya Paşa'ya, " şimdi yeni moda, işlerimizde her türlü ulusçuluğu unutmak ve kendimizi Avrupa (Fransız) dü şüncelerine uydurmaktır" ( 1 27) dedirtiyordu. Bu düşünceler adım adım yayılarak kadın dünyasına da ulaşacak ve erkekle rin onlara karşı tutumlarını koşullandıracaktı. ( 1 28) Bu okulların yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu'nda bir dü şünce basınının doğuşu da Türklere Avrupa'da neler olup bit tiğini günü gününe izleme ve Batı 'nın kimi kültürel ve toplum sal olaylarının yankılarını görebilme olanağını sağlıyordu ( 1 29). Gazete ve dergiler, her çeşit düşüncenin çekiştiği, yarıştığı bi rer arena idi; Avrupa 'da olduğu gibi, kadının yükselmesi düşün cesi de, sessizce, fakat kararlı bir biçimde etkinliğini gösterme ye başlamıştı. Bu konuda söylenenlerin hepsini bu bölümde al dığımız ve incelediğimiz sanılmasın. Biz, yalnızca birkaçının altını çizmekle yetineceğiz. 1 860 yılında Agah Efendi, İbrahim Şinasi'nin işbirliğiyle, (resmi olmayan) ilk gazete olan Tercü man-ı Ahval' i yayımlamaya başladı. Türklerin evlilik içi iliş kilerini ve bazı din adamlarını ( 1 30) hicveden Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı küçük piyesi bu gazetede yayımlanacaktır ( 1 3 1 ). ( 1 26) U. Heyd, The Foundation of Turkish Nationalism, (= Türk Ulusçu luğunun Kuruluşu), Londra, s. 75. ( 1 27) K. Akyüz, La litterature modern de Turquie (= Türkiye'nin çağdaş edebiyatı), Filologide Turcicae Furdamenta, içinde, C. II, Weisbaden, 1 964 s. 469. ( 1 28) E. Sönmez, Turkish Women in Turkish Literature of the 1 9th Cen tury (= 1 9 . Yüzyılda Türk Edebiyatı 'nda Türk Kadını), WI, NS içinde, XII, No: 1 -3 , 1 969, s. 3-4. ( 1 29) S.N. Gerçek, Türk Gazeteciliği ( 1 83 1 , 1 88 1 ), İ stanbul, 1 93 1 ; S.R. ls kit, Türkiye' de neşriyat hareketleri tarihine bakış, lstanbul, 1 939; !.l.R. Ertuğ, Ba sın ve Yayın Hareketleri tarihimiz, İstanbul, 1 959, C.I.; M.N. Ozön, Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1 945, s. 4 1 6 sq; H.R. Ertuğ, The Turkish Press (= Türk Basını), İstanbul, 1 964; V. Günyol ve A. Manga, " Djarida" maddesi, El (2) içinde, C. II, s. 478, 485-487. ( 1 30) A. Bombacı, age, s. 353; K. Akyüz, age, s. 487. ( 1 3 1 ) Tercüman-ı Ahval, no. 5- 1 2- 1 276.
59
Bu piyes yüzünden Tercüman-ı Ahval ile Ceride-i Havadis ga zetesi arasında bir polemik oıiaya çıktı. Kendi gazetesinde da ha geniş bir özgürlük isteyen Şinasi, 1 862 'de, Namık Kemal 'in de katkısı bulunduğu Tasvir-i Efkar' ı çıkarmaya başladı. Na mık Kemal, kadınların eğitimine ilişkin Terbiye-i Nisvan Hak kında bir Layiha ( 1 32) adlı makalesini burada yayımladı. Ali Suavi 'nin 1 866 'da çıkardığı Muhbir gibi Tasvir-i Efkar da libe ral düşüncelerin savunuculuğunu yapıyordu. 1 868 ile 1 872 ara sında basın, büyüyen bir etkinlik gösterdi. Ahmet Mithat ve Ali Suavi 'nin yazı yazdığı Basiret belki de dönemin en önde gelen gazetesidir. Namık Kemal'in yönetimindeki İbret, Tanzimat döneminde liberal düşünceleri en iyi yayan gazete olarak ka bul edilebilir ( 1 33). Namık Kemal Osmanlı ailesinde kadının ezikliğine karşı çıkan, Aile ( 1 34) başlığı altındaki makalelerin den birini burada, yayımlamıştır. Terakki, Avrupalı kadınların yararlandığı eğitimi, Türk kadını için de talep eden ( 1 35) evli likte bu aşağı durumu kınayan ( 1 36), köleliğini ayıplayan ve bu köleliğin, kadının toplumsal yaşama katılmasına getirdiği sı nırlamaları vurgulayan pek çok makale yayımlamıştır ( 1 3 7). Bu gazete, kadın okurların mektuplarını da yayımlamakta terüddet etmiyordu. Bir kadın okur, mektubunda, çokkarılılığın yasaklanmasını istememekle birlikte, " Şeriat'ta, erkeğin ciddi bir kadınla yetinmemesini emreden bir buyruk bulunup bulun madığını" sormaktadır ( 1 3 8 ). Üç kadın okuyucu da, mektupla rında, karşı cinsten olmaları yüzünden, kamu ulaşım araçların( 1 32 ) Tasvir-i Etkar. No. 467. 1 2 8 3 . ( 1 33 ) M.N. Özön. Namık Kemal ve İbret gazetesi, İ,;tanbul . \ 938 . ( 1 34 ) ibret. No. 56, 1 288. ( 1 3 5 ) Terakki, No. 80. ! 284. ( 1 36) İdem. No. 1 5-1 . 1 2 85. ı 1 3 7 ) İd.:m. No. l k4. 1 285. ( 1 3 8 \ idem. No. �:ı. 1 3 84. ( 1 3 9 ) [dem. No. 1 04. 1 2 �4
60
da kadınlara reva görülen çok güç koşullardan yakınıyordu ( 1 39). Terakki de, Muhadderat İçin Gazetedir adlı haftalık ka dın gazetesi ekini yayımlamakta gecikmeyecektir. Bu ekin say falarında, kadınlarca yazılan ve okulları açılmasını ( 140), belli bir cinsler eşitliğini ( 1 4 1 ), çok kanlılığa karşı çıkmamakla bir likte tek karılılığın üstünlüğünü ( 1 42) savunan yazılar yer almak taydı. Hatta, Batılı feminist hareketlerin düşünce ve eylemleri ne ilişkin haberler de, bu ek dergide veriliyordu ( 1 43). Bu ka dın dergisinin yanı sıra, l 875 'te yayın yaşamına atılan Vakit de, kadın eki vermeye başlayacaktır. İmparatorluk sınırlan içinde yayınlanan gazete ve dergilerin dışında, dışarda genç Osmanlı ların çıkardığı ve liberal düşünceleri zaman zaman sert biçim lerle dile getiren basına da değinmek gerekir. Bu basın, çeşitli yollarla Osmanlı İmparatorluğu içine girmeyi başarıyordu ( 1 44). Gelişmekte olan basının da kanıtladığı gibi, Tanzimat dö nemi, yeni kültürün ve modem Türk düşüncesinin temelleri ni atan kültürel bir boy atmaya tanık olmuştur ( 1 45). Bunda, Batı 'nın, en başta da Fransız edebiyatının etkisi belirleyici ol muştur ( 1 46). Bu dönemde, yeni düşüncelerin yerleşmesini ko laylaştıran Avrupalı yazarların yapıtlarından pek çok çeviri ler yapılmıştır. Ayırca dönemin en ünlü yazarları aynı zaman da "düşünce eyleminin de öncülüğünü" yapmışlardır ( 1 47). ( 1 40) Terakki-Muhadderat için gazetedir. No. 5- 1 285. ( 1 4 1 ) İ dem, No. 1 0, 1 285. ( 1 42) İ dem, No. 1 5, 1 285. ( 143) idem, No. 5, 1 285; No. 3 1 - 1 286. ( 1 44) N. Deliorman. Meşrutiyetten Önce Hudut Harici Türk Gazeteciliği. İ stanbul, 1 964; B . Lewis, age., s. 1 97. ( 1 45) Z. Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ankara, 1 339, s. 6; Halide Edip (Adıvar). Memoirs (= Anılar), Lonrlra. 1 926, s. 238 sq. ( 146) O. Hachtmann. Europaische Kultureinflusse in der Türkei (= Türki ye'de Avrupa Kültürünün Etkisi). Berlin, 1 9 1 8 ; C. Perin, Tanzimat Edebiyatın da Fransız Tesiri, İstanbul, 1 946, s. 44-203 . ( 1 47) A. Bombao. age., s. 350
61
Önceleri çeviriler, temelde, bilimsel ve teknik nitelikli ya pıtlarla sınırlı kalıyordu. Tanzimatla birlikte ilgi siyasal, fel sefi, edebi ve toplumsal nitelikli konulara yöneldi ( 1 48). Bu yeni yöneliş, Batılı dünyanın kültürel değerleriyle ilişki için de yeni bir düşünce biçimi arayışına tanıklık etmekteydi. Fran sızcadan çevrilen yapıtlar içinde devrime öğretisel arka-plan hazırlamış olan kitaplar vardı. Dönem aydınlarının en gözde yazarları Voltaire, Rousseau, Montesquieu, Fenelon, Fontenel le ve Volney oldu ( 1 49). Bununla birlikte, bunların halk için de sevilme ve etkilerinin derecesini ölçmek olanaksızdır, çün kü yazdıklarının ne kadar basıldığı üzerinde herhangi bir bil gimiz yoktur. Her ne olursa olsun, bunlardan bazılarının ne öl çüde kadının kurtuluşu yanlısı olarak ortaya çıktıklarını gör müş bulunuyoruz. Bu liberal eğilimli çevirilere paralel olarak, dönemin en tanınmış Türk yazarlarının ( 1 50) düşünce eylemlerinin en ile ri noktasında bulunduklarını yukarıda belirtmiştik. Bunlar dan İbrahim Şinasi ( 1 5 1 ), Ali Suavi ( 1 52 ) ve Mehmet Mithat ( 1 48) Bu Türkçe çevirilerin bir dökümü !.H. Sevük'ün Avrupa Edebiyatı ve Biz adlı yapıtında bulunabilir (C. !., lstanbul, 1 940). ( 1 49) Fransız yazarlarının Türkçeye çevrilmiş yapıtlarının bir listesi için bkz: C. Perin, age., s. 209-252; N. Berkes, The Development of Secularism in Turkey (= Türkiye' de Laikliğin Gelişimi), Montreal, 1 964, s. 1 99 vd. ( 1 50) A. H. Tanpınar, 1 9. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, C. I . , İstanbul, 1 967, s. 30-40, 96-6 14, Uj,. Sevük, Tanzimattan Beri Türk Edebiyatı Tarihi, C.T., İs tanbul, 1 944; M.N. Ozön, age; N.S. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Is tanbul, 1 928; M.T. Bursalı, Osmanlı Müellifleri (3 cilt) İstanbul, 1 338; t. M . K. İnal, Son Asır Türk Şairleri (3 cilt), 1 930- 1 942; O. Spies, die Moderne Türkisc he Literatur (= Çağdaş Türk Edebiyatı), Handbuch der Orientalistik içinde, C. V., Leyde-Cologne, 1 963, s. 3 3 6-382: K. Akyüz, age., s. 465-634. ( 1 5 1 ) A.H. Tanpınar, age., s. 1 55-208; Ş. Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought (= Genç Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu), Princetown, 1 962, s. 252 vd.; 1.H. Ertaylan ve H. Dizdaroğlu, Şinasi Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstan bul, 1 954; İsmail Hikmet (Ertaylan), Şinasi, İstanbul, 1 932; j. Deny, Shinasi maddesi, El ( 1 ) içinde, C. iV., s. 385-387; A. Bombacı, age., s. 352-355. ( 1 52) A. H. Tanpınar, age., s. 204- 223 · M . C. Kuntay, Sarıklı ihtilalci Ali Suavi, lstanbul, 1 946; F. R. Atay, Başveren i nkılapçı, İstanbul, tbd; Ş. Mardin, age., s. 360 vd.
62
( 1 53) vb. değinmiştik. Bu sonuncusu, Ahmet Mithat amaç olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda "modern uygarlığa uyma yan düşünme ve yaşam biçimlerini değiştirme ( l 54)"yi be nimsemişti. Bunlar içinde Namık Kemal ( 1 5 5), özellikle önemlidir. Gerçekten, döneminin Türk edebiyatında kendine özgü önemli bir yeri olan Namık Kemal, kendi kuşağını ve iz leyen kuşakları derin biçimde etkilemiştir ( 1 5 6). Namık Ke mal, ulusun çeşitli toplumsal katmanlarının çektiği sıkıntıla rın kaynağı olan kötülüklere kesin bir tanılama getirmesini bil miştir. Bu kötülükler arasında o, kadına reva görülen durumu şiddetle kınar ( 1 57). Derin dinsel anlayışına bağlı olarak, Av rupa'yla olan ilişkileriyle Fransız edebiyatı bilgisi ve İslam kültürü ona, bu alanda dininin buyrukları ile modern uygarlı ğın eğilimlerini bağdaştırmaya yönelik bir konum kazandır mıştır. Namık Kemal, yukarıda saydığımız bu yazarlarla bir likte, Recaizade Mahmut Ekrem ( 1 5 8), Şemsettin Sami ( 1 59), ( 1 53 ) A. H . Tanpınar, age., s. 433-466; K. Yazgıç, Ahmet Mithat Efendi, Hayatı ve Hatıralan, İstanbul, 1 940: C. K. Solak, Ahmet Mithat, Ankara, 1 962; S. E., Siyavuşgil, Ahmet Mithat Efendi, ! . A. içinde. C . !., s. 1 84- 1 87 ; B . Lewis, Ahmed Mithat maddesi, El (2) içinde, C. !., s. 298-300 ; A. Bombacı, age., s. 360; N. Berkes, age., s. 283-387. ( 1 54) K. Akyüz, age., s. 497. ( 1 55 ) A . H . Tanpınar, age., s. 322-432; M. C. Kuntay, Namık Kemal (3 cilt), İstanbul, 1 944- 1 946; M. Kaplan, Namık Kemal Hayatı ve . Eserleri, İstan bul, 1 948; Kollektif, Namık Kemal Hakkında, İstanbul, 1 942; Ö. F. Akun, Na mık Kemal maddesi, !. A. içinde, C. lX, s. 54-72; Ş. Mardin, age., s. 283 sq.: A. Bombacı, age., s. 360-362; T. Menzel, Kemal Mehmed Namık maddesi, El ( 1 ) içinde, C . II, s . 898-902. ( 1 56) M. Kaplan, age., s. 1 05. ( 1 57) E. Sönmez, agm., s. 1 - 1 1 ; 1 5- 1 9, 25-27, 35-40; M . Kaplan, age., s. 1 22 vd. ( 1 5 8 ) A. H. Tanpınar, age., s. 467-495; Ş. Kurgan, Recaizade Ekrem. Ha yatı, Sanatı, Eserleri, Istanbul, 1 954; İsmail Hikmet (Ertaylan), Recaizade Ek rem, İstanbul 1 932; A. H. Tanpınar, Ekrem Bey maddesi, I. A. içinde, C. iV, s. 2 1 8-22 1 ; F. Abdullah, Muallim Naci ile Recaizade Ekrem arasında münakaşa lar, TM. içinde No. 1 0, 1 95 1 - 1 953, s. 1 59-200. ( 1 59) J. H. Kramers, Sami maddesi, El ( 1 ) içinde, C. iV., s. 1 40- 1 4 1 ; A. Bombacı, age., s. 359.
63
Emin N ihat, Nabizade Nazım (160) ve eserinin belirgin çiz gilerinden birini kadının toplumdaki yerini belirleme girişi minin oluşturduğu Abdülhak Hamid (Tarhan) (161) gibi di ğer edebiyat adamları da, kadın sorununa yaklaşımda bu kay gıyı benimsemişlerdir. Bunların ele alıp işlediği temalar neler olmuştur? Bu edebiyatçılar kadının aşağı durumunun nedenleri ara sında, onun içinde tutulduğu cahilliği sorumlu tutmaktadırlar (162). Batı'daki veriliş biçimiyle kültüre derin bir hayranlık besleyen Namık Kemal, Osmanlı İmparatorluğu' nda kültürün böylesine ihmal edilmiş olma,sına üzülmektedir. Öğretimin bu doğrultuda yeniden düzenlenmesini, kızların okula devam edip çağdaş değerlerle uyum içinde bir eğitim görmelerini sa vunmaktadır (163). Romanlarındaki kadın kahramanların bir çoğu eğitim görmemiş olmaktan yakınmaktadır (164). Na mık Kemal'e göre kadınların cahilliği, ailenin ve giderek ulu sun çöküşünün nedenlerinden biridir. Eğitimde kadınla erke ğin eşitliği ilkesini, Ahmet Mithat da önce Felsefe-i Zenan'da (165), daha sonra da Diplomalı Kız'da (166) savunmuştur. Kadının kapatılmasının ve çarşaf giymesinin pek karşı sında olmamakla birlikte, bu yazarlar, kadınlara uygulanan "zincir"lerin kalınlığını da sert bir biçemde dile getirirler. Bu ( 1 60) İsmail Hikmet (Ertaylan), Nabizade Nazım, İstanbul, 1 932; C. B . Nazım maddesi, 1. A. içinde, C . I X , s. 1 3 8- 1 40. ( 1 6 1 ) İsmail Hikmet (Ertaylan), Nabizade Nazım. İstanbul, 1 932; İbrahim Necmi (Dilmen), Abdülhak Hamid ve Eserleri, İstanbul, 1 932; H. Dizdaroğlu, Abdülhak Hamid Tarhan. Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul, l 953 ; S. E. Siyavuş gil, Abdülhak Hamid maddesi, 1. A. içinde, C. 1 . , s. 68-73. ( 1 62) Namık Kemal, Terbiye-i Nisvan ... ( 1 63) İdem, Bizde Ahlakın Hali, ibret içinde, No. 124. 1 289; Medeniyet, idem, No. 84, 1 288; Terbiye-i Nisvan ... ( 1 64) idem, Vatan yahut Silistrc, İstanbul, 1 965 bs., s. 23. ( 1 65) İstanbul, 1 287. ( 1 66) İstanbul, 1 308.
64
temayı özellikle Namık Kemal İntibah romanında işlemiştir ( 1 67). Bu romanda İstanbul 'un toplumsal yaşamından sahne ler çizilmekte ve cinslerin kesin çizgilerle birbirinden ayrıl ması eleştirilmektedir ( 1 68). Aile sorunu ve kadının aile içindeki durumu, sık sık ele alınan konulardan biridir. Kadının sıkıntılarının kaynağı olan kötülükler arasında ana-babaların maddi çıkar karşılığı ger çekleştirdiği evlenmeler ve gencecik kızların zorla yaşlı kim selerle evlendirilmesi sert ve şiddetli biçimde kınanmaktadır. Zavallı Çocuk'ta ( 1 69) Namık Kemal, geleneksel evlenme bi çimine saldırmakta ve ana-babanın erklerini (iktidarlarını) kö tüye kullanmasının mutsuz sonuçlarını betimlemektedir. Ro manda Şefika, kuzeni Ata'yı sevdiği halde, ailesini yoksulluk tan kurtarsın diye zengin bir paşa ile evlendirildiği için, umut suzluk içinde ölür. Şemsettin Sami de, Taaşşuk-u Talat ve Fit nat adlı romanına -konu olarak- gene bu kadının sahip olma sı gereken sevme özgürlüğü temasını seçmişti ( 1 70). Emin Ni hat da, Vasfi Bey'le Mukaddes Hanım'ın Hikayesi'nde ( 1 7 1 ) aşık olan oğlunu, sevmediği bir başka genç kızla evlendirme ye zorlamak isteyen bir aile babasının giriştiği manevraları ser giler. Recaizade Mahmut Ekrem Nağme-i Seher ( 1 72) adlı şi irler derlemesinde kadını över, Vuslat ( 1 73) piyesinde çiftle rin birbirine uygun olmadığı evlenmeleri kınar. Bu tema, Namık Kemal'den sonra birçok yazar tarafın dan işlenecektir ( 1 74). Teehhül'de ( 1 75), Ahmet Mithat, ken( 1 67) İstanbul, 1 293. ( 1 68) İbidem. 1 932 bs., s. 20-2 1 , 30-3 1 . ( 1 69) İstanbul. 1 290. ( 1 70) İstanbul, 1 289. ( 1 7 1 ) İ stanbul, 1 289. ( 1 72) İstanbul, 1 288. ( 1 73 ) İstanbul. 1 29 1 . ( 1 74) Benzerleri arasında Abdülhak Hamid'in İçli Kız'ına bakılabilir. ( 1 75 ) İstanbul, 1 286.
65
disini zorla kocaya vermek isteyen ana-babasının baskısına karşı isyan eden genç bir kızı, ilk kez öyküleştiren yazardır. Felsefe-i Zenan 'da ise konuyu daha da derinleştirir, kadının psikoloj ik (duygusal) yaşamının bir tablosunu çizer: Erkek korkusu diye dü}ünür Ahmet Mithat, kadını erkeği bir düşman gibi değerlendirmeye sürükleme tehlikesi taşır ( 1 76). Eyvah'ta ( 1 77) çokkarılılık kurumunu eleştirir. Bu piyes, tutucu çevre lerin şiddetli saldırılarına uğramıştır. Yazar, bu saldırıları ay nı yıl yayımladığı Açık Baş ( 1 78) adlı bir komedi ile yanıtlar. Burada, kendi çıkarları uğruna büyük bir gayretkeşlikle din duygularını sömürenler kınanmakta ve yerilmektedir ( 1 79)., Kadının, ekonomik durumu da aynı biçimde eleştirilere konu olur ( 1 80). Kentlerde, her türlü mesleksel etkinlik kadı na yasaktır. Bu ise onu, kocasına ya da çocuklarına tümüyle bağımlı kılar; onların terk etmesi, yoksulluğa düşmesi ya da ölümü halinde de, sefaletin kucağına iter. N amık Kemal ' in İn tibah 'ta çizdiği Ali Bey'in annesinin durumu budur: Oğul, servetini bir yosma ile hovardaca tüketecek ve işini de yitire cektir. N amık Kemal 'in düşüncesine göre kadının etkin olma yışı ulusun refahına da zarar verir. Aynca belirtelim ki romanlarda klasik aşkın gizeminin açığa vurulması girişimi, bu dönemde, hep o N amık Kemal ' in İntibah' ı ile başlamıştır. Yalnızca estetik, soyut ve gizemli (es rarengiz), insandan neredeyse arındırılmış bu klasik aşkın ye rini gerçekçi ama erotizme düşmeyi önleyen bir aşk anlayışı almaktadır ( 1 8 1 ). ( 1 76) A. H. Tanpınar, age., s. 456. ( 1 77) l stanbul, 1 288. ( 1 78) K. Akyüz, age., s. 490. ( 1 79) Benzerleri arasında, bkz. Namık Kemal'in İntibah'ı. ( 1 80) G . Dino, age., s. 1 2 1 - 1 63 . ( 1 8 1 ) Bkz. Ahmet Mithat: Eflatun Bey'le Rakım Efendi, İstanbul , 1 292.
66
Nihayet, kibar fahişeler ( 1 82) ve köle tutsak kadınlar ( 1 83 ) sorunları da, ele alınıp işlenen konulardandır. Kadın kö leliği, toplumda esas olarak işlevleri ve hakları bir düzene bağlanmış bulunan hizmetçileri ve aynı zamanda, nikahsız yaşayan kanları kapsıyordu. Tanzimat dönemi yazarlarının sunduğu betimlemelerden şu anlaşılmaktadır: Bu yazarlar, okuyucularından, bu kadınların da duygulu, onurlu ve erdem li olduğunu b ilmelerini istemektedirler. Bu dönemin yazarları, kadına acı çektiren kötülükleri ya pıtlarında kınarken, her şeyden önce -bu toplumsal tortular ger çeğinin bilincine varması için- kamusal duyarlığa çağrı çıkar maktadır. Ancak buraya değin, betimlemeler, dokunaklılığın ağır bastığı birer duygusal ortam içinde yüzüp gider. Unutma yalım ki Fransız romantizminin yoğun biçimde izlerini taşı yan Türk romantizminin henüz başlangıcındayız. Toplumun ve dayandığı ilkelerin köklü biçimde ele alınması irdelenerek eleştirilmesi söz konusu değildir. Ayrıca kadının kurbanı ol duğu tüm bu kötülüklere karşı çözümler de açıkça geliştiril miş olmaktan çok uzaktır. Dönemleri için liberal olan bu düşünceler, başlangıçta, çok küçük değişikliklerden başka bir şey getirmemişlerdir. Gene de Batı esinli tüm liberal düşünceler gibi çeşitli muhalefetler le karşılaşmışlardır. Bu karşıtçılık, temelde gelenekçi çevreler den, daha da özel olarak ise ulemadan gelmekteydi. Bunların gücü öylesine büyüktü ki, Gülhane Hatt-ı Şerifi'nin öngördü ğü reformların yalnızca küçük bir bölümü gerçekleştirilebil miştir. Oysa bu ferman, İslamın gerçek geleneklerine ve ön sözde de belirtildiği üzere, uyumsuzlukları, ihlalleri, impara torluğu sarsan tüm kötülüklerin nedenini oluşturan kutsal ya( 1 82) Bkz. Esaret, İstanbul, 1 287; Hasan Melliih, İstanbul, 1 290; Dünya ya ikinci Geliş, İstanbul, 1290 (Ahmet Mithat). ( 1 83 ) D. Millant, Esciovage en Turque (=Türkiye'de Kölelik), Paris, 1 9 1 2.
67
salanna saygıya yeniden dönüş olarak sunulmuştur. l 856'da ye ni bir ferman, Hatt-ı Humayun yayımlanmıştır. Kimi Türkle rin benimsediği yeni yaşam biçimine gelince, tıpkı kadınlara yaklaşımda benimsedikleri daha liberal tavır gibi bunlar da ''kafirlik ve pis Fransız hayranlığından başka bir şey görme yen" ( 1 84) gericiler tarafından kınanmış ve eleştirilmiştir. Ba tıdan esinlenen düşüncelere karşı kararlılıkla savaşanlar, yer y er başarılar kazanmışlardır; çünkü bu düşünceler zamanın is terlerine ancak eksik biçimde karşılık verebiliyordu. Oysa Türk ruhunun derinliklerine kök salmış duygulara seslenen tutucu eğilim, kesinliğinden hiçbir şey kaybetmiyordu. Hatta bu kar şıtçılık, padişahın kişiliğine karşı "Kuleli Yakası" adıyla bili nen bir suikast girişimi bile düzenleyecektir ( 1 85). Abdülaziz'in saltanatı ( 1 86 1 - 1 876) döneminde reform lar yüzüstü bırakılmadı, ne var ki ekonominin içler acısı du rumu, mali bunalım, Balkan eyaletlerindeki başkaldırma ve ayaklanmalar, reformları özellikle güçleştirmişti. "Yaşlı Türkler" reformların dinle bağdaşmadığını düşün meye devam ederken " Genç Osmanlılar" ( 1 86) bunları siya( 1 84) A. Bombacı, age., s. 3 5 1 . ( 1 85) Bu, E . Engelhardt, La Turquie et l e Tanzimat (=Türkiye ve Tanzi mat), C.l.. Paris, 1 882, s. 1 58- 1 59, N. !orga, Geschichte des Osmanischcn Reic hes, C.V., Gotha, 1 9 1 3 ) ve başkalarının sezdirmek istedikleri gibi bir liberaller komplosu olmamış, fakat daha çok, U. İğdemir'in belirttiği üzere ( Kuleli Yaka sı Hakkında Bir Araştırma, lstanbul. 1 937). Batılılaşma eğilimlerim: ve şeriata ilişkin olarak saygı eksikliği sayılabilecek her şeye karşı şiddetli bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. ( 1 86) T. Z. Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler ( 1 859- 1 952), !stanbul 1 952, s. 9 1 -96; A. B. Kuran, Osmanlı lmparatorluğu'nda inkılap Hareketleri ve Milli Mücadele. lstanbul, 1 956, s. 57 vd.: E. Z. Kara] , Osmanlı Tarihi, C . Yii, Anka ra 1 956, s. 299-3 1 5 ; l. Sungu. Tanzimat ve Yeni Osmanlılar, Tanzimat içinde, age, s. 777-857; A. Şeref, Tarih Musahabeleri, lstanbul, 1 339, s. 1 72- 1 83; M. C . Kuntay, age., C . !.; M. Kaplan, age., s . 5 4 vd.: A. H. Tanpınar, age., s . 204-223; B. Lewis, age., 1 50- 1 60; E. Rossi, Dall' Impero Ottomano alla repubblica de Turc hia, Origine e sviluppi del nazionalismo turco sotto I 'aspetto politico-culturalc (= Osmanlı lmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti 'ne Siyasal ve Kültürel Açıdan Türk Ulusçuluğunun Kökenleri ve Gelişimi), OM . , içinde. XXI11. 1 943, s. 359-388.
68
sal planda yetersiz sayıyor, Ali ve Fuat Paşa'ların diktatörlü ğünü de dayanılmaz buluyordu. Oysa, Ali ve Fuat Paşalar, Re şit Paşa'dan görevi devralmıştı ve bu üçü Tanzimat hareketinin ortadireği sayılabilirdi. Modern uygarlık için dile getirdikleri hayranlığa rağmen bunların büyük bir bölümü Batı'dan gelen ve sık sık, aşırı bir dereceye varan hayranlıkla birlikte yeni bir tehlikenin de belirdiğinin bilincindeydi: "ulusal gelenek ve de ğerlerin tümüyle terk edilmesi ve kötü bir kozmopol itizme yu varlanma tehlikesi, yeni toplumu tehdit etmeye başlıyordu" ( 1 87). Her halü karda, padişah 30 Mart l 876'da tahttan indi rildi, yeğeni V Murat üç ay saltanat sürdü; aklını yitirince kü çük kardeşi il. Abdülhamit adıyla onun yerine tahta geçti. İlk Osmanlı anayasasını il. Abdülhamit yayımlatacaktır.
2- il. ABDÜLHAMİT'İN SALTANATI (1 876-1909) Anayasa reformu her şeyden önce Mithat Paşa adına bağ lıdır. Batı'dan öykünülen liberal reformların yanlısı Mithat Paşa, imparatorluğa bir anayasa kazandırmak istiyordu. Bu anayasanın 23 Aralık 1 876'da ilan edilmesi bir dönüm nokta sını simgeliyor, fakat aynı zamanda Tanzimat reformlarının da sonunu duyuruyordu. Gerçekten, anayasanın ilanından iki ay bile geçmeden Abdülhamit 5 Şubat l 877'de Mithat Paşa'yı gö revden azlediyordu. Parlamento yalnızca bir toplantı yapabi lecek, ikincisi ise 1 878 Şubat'ında sine die ertelenecekti ( 1 88). Böylece Osmanlı İmparator!Uğu otuz yıl süreyle katı bir mut lakıyete tanık olacaktır. Bununla birlikte Abdülhamit her tür lü reforma karşı çıkmamış, ancak reformlar, sultanın ideolo j isine uygun yeni bir yön almıştır. ( 1 87) K. Akyüz, age., s. 468. ( 1 88) R. Matran, age., s. 105.
69
Panislamizm ( 1 89), b irçoklarının itiraz ettiği halifelik ro lünün önemine iyice inanan Abdülhamit döneminin resmi öğ retisi olmuştur ( 1 90). Bu öğreti, Osmanlı İmparatorluğu'nda İslamcı geleneğe bağlılığı resmi olarak cesaretlendirmiş, hat ta dayatmıştır. Polis, Türkleri şeriat buyruklarına uymaya zor layacak özel yetkilerle donatılmıştır ( 1 9 1 ). Buna paralel ola rak, Batı-karşıtlığı, Abdülhamit ideoloj isinin temellerinden biri haline geldi. Batı'nın teknikleri ve sermayesi gerçi kabul ediliyordu, ne var ki, Batı esinli tüm düşünceler kuşku yara tıyordu. Basın ve yayına sansür kondu. Yılların geçmesiyle da ha da güçlenen bu sansür " inanılmaz fakat gerçek belgelerin doğruladığı bir saçmalık derecesine varmıştı" ( 1 92). Tüm bu önlemlere karşın Abdülhamit döneminde basın ve yayın belli bir gelişme de gösterebilmiştir ( 1 93 ). Abdüla ziz' in hükümranlığının sonlarında İstanbul 'da yalnızca birkaç basımevi varken bunların saysı 1 883 'te 54'e, 1 903 'te ise 99'a varacaktır ( 1 94). Bu dönemin en ünlü yeni gazeteleri ve yeni dergileri Mihran Efendi 'nin Sabah ' ı, Ahmet Mithat Efendi 'nin Tercüman-ı Hakikat'ı, Ahmet İhsan' ın Servet-i Fünun'u, Ah( 1 89) M. R. Keddie, The Pan-Islamıc Appeal, Afgani and Abdülhamid II, Middle Eastern Studies (= Pan-lslamist Çağrı. Afgani ve il. Abdülhamit, Orta doğu incelemeleri), III, 1 966, s. 46-67; G . Charmes, L ' avenir de la Turquie, le Panislamisme (= Türkiye 'nin geleceği. Panislamizm), Paris, 1 883, X; Les coura nts politiques dans la Turquie contemporaine (= Çağdaş Türkiye'de Siyasal Akımlar), RMM içinde, XXI, 1 9 1 2, s. 1 69- 1 73 ; X; Le panislamisme et le pan turquisme (= Panislamizm ve Pantürkizm), idem, XXII, 1 9 1 3 , s. 1 79- 1 93 . ( l 90) Anayasanın üçüncü maddesi. Yorum için bkz. B . Caporal, Mustafa Kemal et l ' Islam. Le laicisme dans un pays musulman (= Mustafa Kemal ve ls lamlık, Müslüman bir ülkede laiklik), Strasbourg, 1 972, C . !., s. 259-26 1 . ( 1 9 1 ) N . Berkes, age., s. 259-26 1 . ( 1 92) J. Deny, Abdülhamid i l . maddesi, El (2) içinde, C . 1., s . 66. ( 1 93 ) Bkz. 1 29 nolu dip-notu kaynakçası. . Aynca: G. P. Gooch et H . ( 1 9 1 4) (= 1 898- 1 9 1 4 Savaşı'nın Kaynakları Uzerinde Ingiliz Belgeleri), C. V., Londra, 1 928, s. 24-29; P. Fesch, Costantinople aux derniers Jours d' Abdul-Hamid (=Ab dülhamit'in son günlerinde İstanbul) Paris. 1 907, s. 33-54. ( 1 94) S. R. İskit, age, s. 97 sq. ve l 13 vd.
70
met Cevdet' in lkdam' ı ve sultanın en küçük bir girişimini bi le destekleyen, Baba Tahir ' in Malumat'ıdır. Okur sayısı önem li miktarda artacaktır. Namık Kemal bu artışa daha 1 882'de işaret ediyor ve kadın okur sayısının Tanzimat' ın son yılları na oranla yüz katına ulaştığını vurguluyordu ( 1 95). Kadın basını da gelişiyordu. Kadın dergileri içinde en ön de geleni hiç kuşkusuz Fatma Aliye, Emine Semiye, Nigar Ha nım, Makbule Leman, Fahrünnisa Hanım, Hamiyet Zehra, Keçecizade İkbal gibi dönemin tanınmış kadınlarınını da ya zı yazdığı Hanımlara Mahsus Gazete idi ( 1 96). Dergide kadın okurların mektupları yayımlanıyor, erkek ya da kadın yazar lar da bunlara yanıt veriyorlardı. Bu dönemde, daha kısa ömür lü olmakla birlikte, başka kadın dergileri de yayımlanmıştır: İnsaniyet, İnci, Hanımlar, Hanımlara Mahsus Malumat gibi ( 1 97). Öteki tüm basın organları gibi bu dergilerin tümü de ancak sansürün izin verdiği konuları ele alabiliyordu. Bu ka dın gazetelerinin izlediği amaç bize, Hanımlara Mahsus Ga zete' nin başlığı altında en özlü biçimde dile getirilmiş görün mektedir: Türk kadınının " iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir Müs lüman" olmasına katkıda bulunmak. Kitap yayınları da aynı biçimde net bir artış gösterdi. 1 890 tarihli bir bibliyografya, Abdülhamit döneminin ilk 1 5 yılı içinde Osmanlı İmparatorluğu'nda 4.000 kitap basıldığı nı göstermektedir. Bunların konulara göre dağılımı da aşağı yukarı şöyledir: 200 dinle ilgili kitap, 500 kadarı dilbilgisi, al fabe, sözlük ve okuma alıştırmaları, 1 000 kadarı bilimsel ya pıtlar (halk kitabı ve bilimsel yapıt), 1 000 kadarı şiir, tiyatro, ( 1 95) Mektup, Şark'ın birinci sayısında ( 1 882) çıkmış, daha sonra Mukad dime-i Celal' de yeniden yayımlanmıştır. (İstanbul, 1 305). ( 1 96) T. Taşkıran, age., s. 33. ( 1 97) lbidem, s. 32; N. Duranoğlu, Türkiye'de Kadınlar Hakkında Yayım lanmış Eserler, Ankara, 1 959, s. 1 07- 1 09.
71
roman, vb. ve 1 200 kadarı hukukla ilgili konular ( 1 98). Bura da edebi ve bilimsel kitapların sayısındaki oransal yüksekli ğe dikkati çekelim. Panislamizm resmi ideoloj isi dışında hiç bir siyasal düşünce işlenemediği için edebiyat ve düşün adam ları bu iki grup konu çevresinde dönüp durmak zorunda kal mışlardır. Daha önce gördüğümüz gibi Tanzimat döneminde yüksek düzeyde felsefi, siyasal ve toplumsal nitelikli yapıtlar çevriliyor; fakat bunlar sonuç olarak çok az okunuyordu. Oy sa Abdülhamit döneminde çevrilen çok başka nitelikli yapıt lar, daha fazla basılıyor ve okunuyordu. Türk edebiyatı üreti mi de aynı biçimde gelişiyordu. Böylelikledir ki örneğin Ah met Mithat, özellikle bilimsel, halk düzeyindeki (vulgarizas yon) kitapları ve ahlakçı tezli toplumsal tip romanları yazdı. Bu dönemde, Recaizade Mahmut Ekrem'in koruyuculuğun da ve Servet-i Fünun ( 1 99) dergisi çevresinde, Fransız edebi yatının gelişimini ve güncelliğini yakından izleyen gerçek bir edebiyat akımı oluştu. Birinci sayısında Servet-i Fünun, ken disini "edebiyata, bilimlere, sanata, biyografiye, geziye ve ro manlara adamış bir gazete" olarak tanıtıyordu (200). Döne minin en parlak yazarlarının katılımını sağlayan Tevik Fik ret' in etkisi sayesinde, derginin edebiyat köşesi l 895 'ten baş layarak altı yıl süreyle büyük bir gelişme gösterdi. Bir yandan Tevfik Fikret' in, ince beğenisi dergiye çekici bir görünüm ve rirken, öte yandan yazarlar, gerek çeviri ve uyarlamaları, ge rek özgün incelemeleri ile, Fransız edebiyatının kişilikleri ve değişik akımları üstüne Türk okurunu (kamuoyunu) bilgilen dirmeye çalışıyorlardı. Yazdıkları, duyarlıklarıyla olduğu ka( 1 98) S. R. lskit, age., s. 1 00 vd. ( 1 99) A. Bombacı, age .. s. 369-376; K. Akyüz, age., s. 509-546. (200) K. Süssheim - G. Lcwis; Ahmad Ihsan maddesi. El (2) içinde, C. ! . , s . 296.
72
dar düşünce ve imgeleri ile de tümüyle Batılı bir nitelik taşı yordu (20 1 ). Bu " şaşaalı" dönemden sonra dergi hükümetin başına açtığı gaileler yüzünden can sıkıcı bir etkisizlik ve za rarsızlık durumuna indirgenecektir. İktidarın umduğunun tersine, edebiyat ve gazete (basın) alanındaki üretimler, o zamana dek bilinmeyen bir dünyayı or taya çıkararak, yeni çıkarların bilincine varılmasını sağlaya rak, Avrupa'nın çekici bir biçim altında tanınmasına yol aç mış; Batılı düşüncelerin daha köklü yerleşmesine ve kimi ge leneksel değerlerin sarsılmasına neden olmuştur. Kimilerine göre bu eski Tanzimat döneminden bile daha önemli ve derin boyutlar kazanmıştır (202). Bu dönemde yayımlanan roman ve öyküler, özellikle ka dın sorunları açısından ilginçtir. Yayımlanan çevirilerde, ço ğunlukla idealize edilmiş Batılı kadının duygusal, toplumsal yaşamını aile çevresi içinde, yüzeyden de olsa az çok göster diği için, Osmanlı ülkesindeki kadının alt düzeydeki durumuy la pek de iç açıcı olmayan karşılaştırmalar yapılmasına neden olacaktır. Dönemin aile ve toplum sorunlarına getirdiği derin lemesine çözümlemeler sonucunda, Türk yazarlarının yapıt ları, kamuoyuna, gerçekçi bir uyanışın yolunu açacaktır. Bir Ahmet Mithat'ın, hele Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın romanla rı (203) kuşkuya yer bırakmayacak biçimde olumlu rolünü oy(20 1 ) K. Akyüz, age., s. 5 1 0, (202) N. Berkes, Aı;e., s. 28 1 . (203) R. A. Sevengıl, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hayatı, Hatıraları, Eser leri, Münakaşaları, İstanbul, 1 944; S. Hızarcı, Hüseyin Rahmi Gürpınar Hayatı, Sanatı, Eserleri, İ stanbul 1 953; A. S. Levend, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Anka ra, 1 964; N. Berkes, Hüseyin Rahmi 'nin Sosyal Görüşleri, DTCFD içinde, 111/3, 1 945, s. 1 - 1 7; P. N. Boratav, Hüseyin Rahmi nin Romancılığı, idem, III/2, 1 945; s. 205-2 12; N. Berkes, Hüseyin Rahmi'nin Romanlarında Aile ve Kadın, idem, III/3, 1 945, s. l 9-32; idem, Hüseyin Rahmi'nin Romanlarında Kadın Tipleri, i dem, I I l/5, 1 945, s. 539-552· Fevziye Abdullah, Hüseyin Rahmi maddesi, İA., içinde, C. V., s. 655-663; F . i z., Husayn Rahmi maddesi, El (2) içinde, C . III, s. 65 l -652; E. Sönmez, agm., s. 1 1 - 1 5 , 1 9-25, 28-34, 40-66.
73
nayacaktır. Gerçekten de, bu yazarların yapıtlarında, aile ve bireylerin günlük yaşamları, dağılmakta olan Osmanlı toplµ mundaki gelişimleri, aile ve toplum değer yargılarında bu bu nalımın yarattığı sorunlar -mizah ve hiciv öğeleri de eklene rek- ayrıntılı biçimde betimlenir. Batı dünyasının düşünce ve adetlerinin hızla yayılması da, bu yazarların gözünden kaçma mıştır. Yapıtlarında, Türklerin, Batılı olan her şeyi körü körü ne öykünme eğilimlerini, Batı karşısında duyulan aşağılık komplekslerini ve "Levanten" çevrelerinin olumsuz etkisini kıyasıya eleştirmiş, kınamışlardır (204). Bu dönemde hangi sorunlar irdelenerek işlenmiştir? Bu so runların çoğu, daha önce, Tanzimat döneminde de ele alınmış tı. Nitekim, ana-babaların, çocukların tercihlerini kaale almak sızın damat ya da gelinlerini geleneksel seçme ve evlendirme adeti ve daha başkaları, Sergüzeşt (205) romanında Sami Paşa zade Sezai (206), Müşahedat'ta (207) Ahmet Mithat, Bir Mu adele-i Sevda'da (208) Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Aşk-ı Mem nu'da (209) Halit Ziya Uşaklıgil (2 1 O) tarafından kıyasıya eleş tirilir. Nabizade Nazım'ın Kara Bibik'iyle (21 1 ), ilk kez kırsal alandaki bu tür sömürüler (istismarlar), eleştirilerek işlenir. Ay nı yazar, Zehra 'da (2 1 2) çokkarılılığın tatsız sonuçlarını dile ge tirirken Hüseyin Rahmi Gürpınar da, Mutallaka'da (= Boşan mış Kadın) (2 1 3) tek yanlı terk, boşanma sorununu ele alır. (204) U. Heyd, age., s. 75 (205) İstanbul, 1 305. (206) A. F . Oğuzkan, Sami Paşazade Sezai, Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul, 1 954. (207) İ stanbul, 1 308. (208) l stanbul, 1 3 1 5 . (209) L. S . Akalın, Halit Ziya Uşaklıgil: Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul, 1 953; C. Yener, Bir Romancının Dünyası ve Romanlarındaki Dünya, İstanbul, 1 959. (2 1 0) İstanbul, 1 3 1 6. (2 1 1 ) İstanbul, 1 306. (2 1 2) İstanbul, 1 3 1 2. (2 1 3 ) İstanbul, 1 3 1 6 .
74
Kibar fahişelerin zor durumları, toplumsal bir tortu ola rak merhamet ve acıma yaklaşımıyla geniş biçimde Ahmet Mithat'ın, "Henüz On Yedi Yaşında"sında (2 1 4) ele alınmış tır. Aynı sorun, Nabizade Nazım ve Sami Paşazade Sezai'nin daha önce sözü edilen romanlarında da işlenmiştir. Kadının ekonomik durumunun olağanüstü kötülüğü Hüseyin Rahmi Gürpınar' ın İffet' inde (2 1 5) işlenir. İffet, büyük bir yoksullu ğa düşerek zor koşullarda namusunu kurtarma savaşımı ve ren, üstelik eğitim görmüş genç bir kızın öyküsüdür. Yazar, Batılılaşma snobu, Avrupalı davranış ve kullanımların solgun taklitçisini alaya alma sanatında da doruğa ulaşır. Bu kişilik, onun Şık (2 1 6), Mürebbiye (2 1 7), Metres (2 1 8) ve hele baş yapıtı sayılan Şıpsevdi (2 1 9) gibi romanlarında, sık sık karşı mıza çıkar. Hüseyin Cahit Yalçın'ın (220) aynı dönemin tari hinden kesitler veren roman ve öyküleri de, aynı biçimde, ka dının durumu sorunlarıyla ilgilenir. Bu dönemin edebi ürünlerinin bütününde, Tanzimat dö nemiyle eşdeğerde aynı duygusallık ve ahlakçılık perspektif leri bol bol yer alır. Üstelik, eğer kadının durumunda bir iyi leşme gerekiyorsa, bu, kendisinin, kişiliğindeki serpilip geliş me özleminin bir hak olarak kabul edilmesinden dolayı değil, daha çok ailede, toplumda, ve ulusal yaşam içinde daha bir (2 1 4) İstanbul, 1 298 (2 1 5) İ stanbul, 1 3 1 4 . (2 1 6 ) İstanbul, 1 306. ( 2 1 7) İ stanbul, 1 3 1 6 . (2 1 8) İstanbul, 1 3 1 8. (2 1 9) Bir bölümü, 1 90 1 yılında İkdam· da tefrika edilen yapıt sansür edil miş, 1 908'dc Sabah'ta yayımlanmış, 1 9 1 1 'de ise ilk kez kitap olarak basılmış tır. (220) Politikacı ve savaşımcı bir gazeteci olmadan önce 1 908'e değin Hü seyin Cahit, Servet-i Fünun edebiyat hareketinin gözde üyesi ve ünlü bir roman cı ve öykücü idi. H. Yücebaş, Büyük Mücahit, Hüseyin Cahit, İstanbul, 1 960; F . l z , Husayn Djahid maddesi, El (2) içinde. C. ili, s . 642-643; S. Hızarcı, Hüseyin Cahit Yalçın: İstanbul, 1 957.
75
dengeli olması içindir. Satı Erişenler'e göre, Abdülhak Ha mid'in ünlü, "Bir halkın düzeyi, kadınının ilerlemesiyle öl çülür" düşüncesi ve Tevfik Fikret'in " Kadın yoksul sefil ka lırsa insanlık alçalır" (22 1 ) anlamındaki dizeleri, bu anlamda yorumlanabilir (222). İstenen, kadının kendi onuru için bu se fil durumundan kurtulup yükselmesi değil, fakat ailenin, ulu sun ve insanlığın ilerlemesi için artık bu sefalet durumuna düş memesidir. Neresinden bakılırsa bakılsın, bu edebiyat adamlarında hiçbir bireşime rastlanmaz. Önerilen çözümler, kınanan dert ler, kötülükler arasında en küçük bir uyum yoktur. Bununla bir likte, iki yazar, Şemsettin Sami ve Fatma Aliye ayrıcalık taşır. Şemsettin Sami (223 ), Kadınlar (224) adlı yapıtında aile içinde ve toplumda kadını, kararlılıkla savunur. Ona göre ka dının alt düzeydeki aşağı durumu, temelde, eğitim görmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu eğitim ona verilmelidir; çünkü o zekaca erkekten hiç de aşağı değildir (225). Ancak bu gerçekleştiği takdirdedir ki, kadın çocuklarını geçerli bi çimde yetiştirebilecek, erkeklerden daha hazırlıklı olduğu ba zı mesleklere de, böylece ulaşabilecektir (226). Yukarıda de ğindiğimiz perspektifle ilgili olarak Şemsettin Sami de, Os manlı toplumundaki mutluluğun, kadının eğitimine bağlı ol duğunu ileri sürer (227). Şimdiye dek adı geçen tüm yazarlar gibi Şemsettin Sami de, çokkarılılığın ve tek yanlı boşanma(22 1 ) Bu düşünceler Stuart Mill'in yazdıklarına yaklaştırılabilir: "Bir uy garlığın düzeyini ölçmek istiyorsanız. hemen kadının yaşam koşullarını incele yiniz." Aktaran: A. Afctinan, age., s. 86. (222) S. Erişenler, Ömer Seyfettin' c göre kadın, Ankara, 1 972, s. 1 2 . (22 3 ) H . T . Dağlıoğlu, Şemseddin Sami, İstanbul, 1 934, J. H . Kramers, agm., s. 1 40- 1 4 1 . (224) l stanbul, 1 296. (225) lbidem, 1 3 1 1 bs., s. 23. (226) lbidem. s. 27-30, (227) lbidem, s. 3 1 -32.
76
nın yarattığı sorunlar da içinde olmak üzere, kadın haklarını savunmanın doğrultusu gelip İslama dayanmaktadır (228). Fatma Aliye'ye gelince (229 ) o da, Şemsettin Sami.'den birkaç yıl sonra yazmaya başlayacaktır. Ahmet Cevdet Pa şa' nın kızı olan Fatma Aliye, Osmanlı imparatorluğu' nda, za manın en çok tanınmış kadınlarından biriydi . Eserlerinden ba zıları Arapçaya ve Fransızcaya çevrilmişti. Zaten, çocukluğun da kendi kendine ve gizlice öğrendiği Fransızcayı iyi biliyor du. Romanlarında, makalelerinde hep kadın sorununu ele al dı. Fatma Aliye 'nin, Georges Chnet' nin Volonte adlı romanın dan yaptığı Meram adlı ilk çevirisini Bir Kadın imzasıyla ya yımlaması ilginçtir. O dönemde bir kadının takma ad kullan maksızın kendi adıyla yazı yazması ve yayımlaması çok zor olduğundan birçok romanı yazar adı olarak Mütercim-i Me ram imzasını taşır. Fatma Aliye 'yi asıl üne kavuşturan, roman larındana çok, çokkarılılık lehinde bir dizi makale yayımla yan (230) Mahmut Esat Efendi 'ye karşı sürdürdüğü polemik ler olmuştur. Mahmut Esat Efendi, çokkarılılığı bir doğa ya sası olarak kabul ediyor, şeriatın ise, bu durumu yalnızca be lirtmekle yetindiğini ileri sürüyordu. Batı 'nın etkisi altında ka larak çokkarılılık kurumuna karşı çıkan " dindaşlarına" şid detle saldırıyordu. (228) lbidem, s. 74. (229) Ahmet Mithat, Fatma Aliye Hanım, İstanbul, 13 1 1 . Fatma Aliye Ha nım'ın ilk yapıtı, Georges Chnet'nin Volonte adlı romanından çeviri;;i olan Mc ram'dır ( İstanbul 1 307). Romanları şu adları taşır: Muhadderat (İstanbul 1 309). Refet (İstanbul, 1 3 1 4) , Udi ( İ stanbul, 1 3 1 S ) . ve Enin (İstanbul, tbd. ). Makalele ri dışındaki öteki yapıtları da şunlardır: Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı (lstanbul, 1 332), Tarih-i Osmanlı'nın bir devre-i mühimmesi, Kosova Zaferi- Ankara He zimeti (İstanbul 1 3 3 1 ). Tercüman-Ü ahva!cı felasife (İstanbul. 1 3 1 7) . Tetkik-i Es cam (l stanbul. 1 3 1 7 ) (230) 1 896'da Malumat'ta yayımlanan b u makaleler, Fatma Aliye'nin l s mail Gasp ıralı 'yla birlikte Mahmut Esat'a yazdığı mektuplar v e Mahmut Esat' ın yanıtı ile birlikte, Taaddüt-Ü Zevcat adlı bir kitapta toplanmışlardır ( İ stanbul. 1 3 1 6) . Bu polemiklerin bir özeti, M. Taşçıoğlu, age., s. 3 l -34'te verilmiştir.
77
Mahmut Esat Efendi'nin görüşlerini çürütmeye çalıştığı bir makalesinde Fatma Aliye belirginlikle şunları söyler: eğer İslamın ilkeleri evrensel olarak geçerli ilkeler ise, tekkarılı ev liliği, İslamın ve modem uygarlığın ilkeleriyle uyumlu olarak bir erkeğin yalnızca bir tek kadınla evlenebileceğini buyuran Kuran ayetinin istediği evlilik olarak kabul etmek gerekir. Mah mut Esat'ın yanıtı, yeni bir kanıt getirmekten çok, daha sonra ele alacağımız İslamistlerin de paylaştığı, daha önceki düşün celerini belirginleştirmeye ve Batı uygarlığının Müslümanla rın ruhu üzerindeki olumsuz etkilerini sergilemeye yarıyordu. Eğer bu uygarlığın maddi, yani teknik yönleri söz konusu ol saydı bunlar kabul edilebilirdi, ancak kültürel ve ahlaksal de ğerler için durum bambaşka idi. Bu alanda İslam uygarlığı Ba tı dünyası uygarlığı karşısında çok üstündü. Bu tema, ileride göreceğimiz üzere, Jön Türkler döneminin İslamcıları tarafın dan çok geliştirilecektir. Belirtelim ki çokkanlılığın yandaşla rı gibi karşıtları da bu polemik sürecinde Batı'nm düşünce ve ahlak değerlerinin baskısı altında koşullanıyordu. Bu polemikten birkaç yıl sonra Fatma Aliye, kendisini Mahmut Esat' a karşı çıkaran tartışmada savunduğu düşünce lerini geliştirdiği -Arapçaya ve Fransızcaya da çevrilecek olan Nisvan-ı İslam (23 1 ) adlı bir kitap yayımlamıştır. Gözden kaçmamalıdır ki, kadının durumu sorunu ilk kez Abdülhamit saltanatı altında belli bir genişlikte ve bireşimci bir yaklaşımla; üstelik, Şemsettin Sami 'den sonra bir kadın ta rafından ortaya çıkarılmaktadır ve bu, Kasım Amin' in Mı sır'da, İsmail Gaspıralı 'nın Rusya 'da bunları yapmasından çok önce gerçekleşmektedir. Eğer daha geniş bir ifade özgürlüğü olsaydı Türklerde bu sorun üzerinde çok daha önemli geliş melerin ortaya çıkabileceği düşünülebilir. (23 l) İstanbul, 1 309.
78
Gerçekten, liberal düşünceler gelişmekten geri kalmıyor du, ne var ki bunlar, yeraltında ve gizli olarak, üstelik bunlara karşı en iyi korunmuş çevrelerde, büyük okullar öğrencileri ve bu okullardan mezun yerleşik insanlar çevresinde ortaya çıkı yor ve gelişiyordu. Liberal düşüncelerin yayılmasından doğa cak başkaldından ölümcül bir korkusu olan Abdülhamit, ge leceğin sivil ve askeri kadrolarına Batı'da gerçekleşen ilerle meleri öğrenip izleme olanağını sağlamadığı takdirde, impa ratorluğu yitireceğini kavrayacak kadar da zeki idi. Doğal ola rak da, bu Batılı eğitimi dar mesleksel bir özle sınırlı tutmak istiyordu; ancak, bu genç Türklerin Batılı ders kitaplarını oku mak için yabancı dilleri öğrenmesiyle artık onları Batılı düşün celere karşı korumak olanaksız hale gelmişti. Zaten kitap ve dergiler Osmanlı İmparatorluğu 'na gizlice giriyor ve liberal dü şünceleri yayıyordu. " Ruhlarımızı skolastiğin bataklığından kurtaran güçler neler olmuştur ( . . . )?" diye sorar Hüseyin Ca hit (Yalçın) ve gene kendisi yanıtlar: "Bu, Fransız kültürüdür" (232). Hüseyin Rahmi Gürpınar da, "Batı uygarlığı uyanışı mız için bir meşale olacaktı" (233) saptamasını yapıyordu. Batı, özgürlüğe susamış nice kafa tarafından yüceltildi, ululan dı. Zaten Batı "yalnızca bir siyasal dava olarak algılanmıyor, ruhların, dinsel karanlıkçılığın zincirleri olarak görülen bir şey lerden kurtarılmasını da gerektiriyordu" (234). Bu dinsel ka ranlıkçılık, daha sonra göreceğimiz gibi, kadının bağımlılaş masından sorumlu tutulacaktır. Bu dönemin, yazılan özellik le de sürgündekilerin yazdıkları üzerinde yapılacak bir incele me Batılı yazarlara çok önemli sayıda atıflar yapıldığını gös terecektir. Fransız klasiklerinin yerini, kimilerine göre kadının (232) H. C. Yalçın, Edebi Hatıralar, İstanbul, 1 935, s. 26. (233) Şıpsevdi romanına 1908'de yazdığı önsözde . (234) B. Lewis, Hurriyya maddesi, el (2) içinde, C . I!I. s. 6 1 3 .
79
kurtuluşunun hararetli taraftarları olan Chopenhauer, Haeckel, Büchner, Darwin, Draper, Comte, Renan, Taine, Spencer, Le Bon, Poincare, Ribot, Ricmet, Flammarion, Flaubert, Balzac, Zola ve Stuart Mili almıştır (23 5). Bunun sonucu olarak pek çok Jön Türk, az çok açık bir biçimde usçuluğu, maddeciliği, evrimciliği ve pozitivizmi benimsedi; us' a aykırı her türlü inan cı ve pratiği reddetti. Ve, bir tek örnekle yetinirsek, Jön Türk ler, siyasal hareketlerine, büyük olasılıkla pozitivistlerin sim gesi olan Ordre et Progres' nin (= Düzen ve llerleme) etkisiy le, İttihat ve Terakki adını vermişlerdir (236). Bu İttihat ve Te rakki, 1 908 Temmuz' unda anayasanın yeniden ilanını ve Ab dülhamit' in düşmesine yol açan 1 909 Nisan karşıdevrimci ha reketinin bastırılmasını gerçekleştirecektir. Abdülhamit'in ye rine V Mehmet padişah olacaktır ( 1 909- 1 9 1 8).
3- il. MEŞRUTİYET DÖNEMİ (1909-1918) Bu dönem, bir yanıyla Türklerin tarihinin en kritik anla rından biri ise, öbür yönüyle de ve özellikle ifade özgürlüğü nün sağlanmasından sonra, kadını ilgilendireni de dahil olmak üzere, özgürlük sorununun tüm biçimleriyle incelendiği, çö(235) N . Berkes, age. , s. 292. (236) A. B. Kuran, inkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul, 1 945; idem. inkılap Tarihimiz ve ittihat ve Terakki, l stanbul, 1 948; Y.H. Bayur. Türk inkı labı Tarihi, C. il. Ankara, 1 952, s. 5-43, 9 1 -97, 1 24- 1 42 . 1. Tema, ittihat ve Te rakki Cemiyeti 'nin Teşekkülü, Mecidiye, 1 939; Ş. Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri ( 1 895-1 908), Ankara 1 964; T. Z. Tunaya, age., s. 1 02-1 60; Ş. Mardin, Liberatian Mouv.ements in the Ottoman Empire ( 1 878-1 895) (= Osmanlı lmpa ratorluğu'ndan Ozgürlükçü Hareketler, 1 878-1 895), MEJ içinde, XVI. 1 962, s. 1 69- 1 82 : E.E. Ramsaur, The Young Turks. Prelude to the Revolution of 1 908 (= Genç Türkler, 1 908 Devrimine Giriş), Princetown, 1 957; W. M. Ramsay, The Revolution in Contantinople and Turkey (= İstanbul' da ve Türkiye'de Devrim), Londra, 1 909; YoussoufFehıni, La Revolution ottomanc ( 1 908- 1 9 1 0) (= Osman lı Devrimi, 1 908- 1 9 1 0), Paris, 1 9 1 1 ; A. Sarrou, La Jeune Turquie et la revoluti on ( = Genç Türkiye ve Devrim), Paris-Nancy, 1 9 1 2; A. Feroz, lttihad ve Terak ki Djemiyeti maddesi, El (2) içinde, C. iV. s. 296-298.
80
zümlendiği, tartışıldığı, yoğun tartışmalar dönemi olmuştur. Birçok gazete ve derginin çıkmaya başlaması, bu ifade özgür lüğüne tanıklık etmektedir. Bunlardan birçoğunun adını bu bö lümde anmak durumunda kalacağız. Şimdilik en önemli der giler arasında şu adları sayabiliriz: İstanbul ve Selanik'te çı kan Kadın, Mehasın (237), Kadın Bahçesi, Kadınlar Dünya sı, Kadın Hayatı, Kadınlar Duygusu, Kadın Kalbi. Kadınlar bu dergil erde yazıyor, hatta içlerinden bazıları sorumluluklar alıyordu. Nitekim N igar Hanım Kadınlık, Feriha Kamran da Osmanlı Kadınlar Alemi dergilerinin yazarları, Ulviye Mev lan ise Kadınlar Dünyası ' nın sorumlusu idiler (23 8). Ne var ki bu özgürlük çok kısa sürdü. Jön Türklerin otok rasisinin kendini belli etmesiyle b irlikte sansür de yeniden or taya çıktı ve tartışmalar belli bir anlamsızlığın içinde kaybo lup gitmeye yüz tuttu. Bu aşamada üç düşünce akımı egemendir ve bunlardan her biri kadına karşı farklı konumlar benimsemişlerdir: bun lar, Kemalizmde ve Kemalizm sonrasında da, bir rol oynaya cak olan İslamcı, Batıcı ve Türkçü akımlardır (239). Bu üç düşünce okulu, imparatorluğu yıkımdan kurtarmak için, anayasanın ilanının, daha derin toplumsal, kültürel ve ah laksal reformlara yalnızca bir başlangıç olması gerektiği nok tasında birleşmekteydiler. Ancak, bu çöküşün nedenlerini çö zümlemek ve uygulanması gereken reformları belirlemek söz konusu olunca aralarındaki görüş ayrılıkları çok derinleşiyor du. Bu görüş ayrılıkları kadın sorunu ele alındığında daha da çok keskinleşecektir. (237) RMM VI, 1 908, s. 565; N. Duranoğlu, age. , s. 1 08- 1 09. (238) N. Duranoğlu, age., s. 1 08- 1 09 . ( 2 3 9 ) Bu ü ç düşünce akımının taşıdığı adlar, bunlardan sonuncusu olan Türkçülerin ortaya çıkışından sonra belirlenmiştir. Batılı, Batı-yanlısı, gibi de yimleri kullanan Rusya Müslümanlarının etkisinde kalan Türkçüler, karşıtlarını Batıcılar, İslamcılar diye çağırmaya başladılar. Onlar da Türkçü deyimini orta ya attılar. Bu deyimler zamanla öylesine benimsenmiş ve yaygınlık kazanmıştır ki bugün bile kullanılmaktadırlar.
81
İslamcılar (240) sunuşun berraklığı ve kolay anlaşılma sı için üç grupta ele alınabilir. Birinci grup, katı ve an Müslümanlığın şampiyonların dan ve 1 909 karşıdevriminin tertipçilerinden biri olan Derviş Vahdeti 'nin başında bulunduğu İttihad-ı Muhammedi ya da İs lam Birliği 'ne katılanlardan oluşuyordu (24 1 ). Volkan bunla rın yayın organı idi. Önemi küçük olan ikinci grup ise Cemiyet-i İlmiyye-i İs lamiye adlı bir demekte örgütlenmişti ve yayın organlan Beyan ül Hak idi. Her ikisi de şeyhülislamlık yapmış olan Mustafa Sab ri ve Musa Kazım, bu grubun en tanınmış simaları idiler (242). En etkili olan üçüncü grup ise reforrnist eğilimli Sırat-ı Müstakim dergisi çevresinde toplanan İslamcılardan ve özel likle genç ulemadan oluşuyordu (243). Batıcıların ve Türkçü lerin meydan okuması karşısında tutuculaşan bu dergi adını değiştirecek ve Sebilürreşat adını alacaktır (244). Bu grubun önde gelen simaları: liderleri sayılabilecek olan Sait Halim Pa şa (245), Şair Mehmet Akif (246), Aksekili Ahmet Hamdi, Mihrettin Arusi, vb.dir. İslamcıların Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş nedenle(240) T. Z. Tunaya, İslamcılık Cereyanı, İstanbul 1 962, s. 52- 1 43 . (24 1 ) T . Z . Tunaya, Türkiye' de Siyasi Partiler (1859-1952), İstanbul 1952, s. 261 -275; İdem, Türkiye'de tık İrtica Partisi: İttihad-ı Muhammedi Fırkası, Va tan, 1 6 Mart 1949; Feroz Ahmed, İttihad-ı Muhammedi Djem'iyyeti, maddesi, El (2) içinde, C. IV, s. 296. (242) Y. H. Bayur, age., s. 377, sg. (243) Müslümanlara göre Sırat, Cehennem'in üzerinde kurulu bir köprü dür; kıldan ince, kılıçtan keskincedir; günahsız kullar, üzerinden bir şimşek hı zıyla geçecek, buna karşılık günahkarlar ise kayarak sonsuz oda (ateş) yuvarla nacaklardır. (244) RMM :XX, 1 9 1 2, s. 282-283. (245) M . K. İnal, age., s. 1 7 1 7 sq. En önemli yaP. ıtlan şunlardır: Buhran-ı İç timaimiz, İstanbul, 1 332; Taassup, İstanbul, 1 332 i Intıhat-ı İslam hakkında bir tec rübe-i kalemiye, İstanbul, 1 334; Buhranlarımız, ıstanbul, 1 335; ve İslamlaşmak, İstanbul, 1337. (246) F. A.Tansel, Mehmet Akif, İstanbul 1 945; E. Erişirgil, Mehmet Akif, lslamcı bir şairin romanı, Ankara 1 956; H. Yücebaş, Bütün cepheleriyle Meh met Akif, lstanbul, 1 958.
82
rine ilişkin çözümlemesi basitti. Bu çöküşün nedenini onlar her şeyden önce İslam buyruklarına uyulmamasında görüyor lardı (247). Çare de, temellere dönüş yanlıları için, sadece ve sadece, alanı genişletilmesi gereken Şeriat kurallarına uyul masından ibaretti. Daha az köktencilerin gözünde, çözüm, yüzyıllarca süren bir bozulma ve gerileme sonucu oluşan ar tıklardan ve deformasyonlardan arındırılmış bir inanca (ima na) yeniden dönüşten geçiyordu. Bu ilk gerçeklerle bir kez ye niden buluştuktan sonra, modern uygarlıkla diyalog, o zaman mümkün hale gelecekti. Bu yaklaşımın, tslamcıları, Mısırlı re formistlere yaklaştırması gerekiyordu. Gerçekte, Jön Türkle rin Osmanlıcılığı ve Mısır reformizminin İslam-Arap ulusçu luğu arasındaki çatışma tehdidinin ürünü bazı karmaşık geliş melerden rahatsız olan İslamcılar, Mısır reformcularına karşı belli bir çekince ile baktılar. Her ne olursa olsun, sempatileri Muhammed Abduh'tan çok Raşid Rıza'ya yöneliyordu. Nite kim, Sırat-ı Müstakim Muhammed Abduh 'a çok az yer ver miştir; dergi, sütunlarında onun yalnızca iki makalesinin çe virisini yayımlamıştır. Belirtelim ki, Türk islamcılan, Müslü man dünyası üzerinde, Mısırlılar başta olmak üzere Arap re formistlerinin ne değerine ne de etkisine sahip olmuşlardır. Batı uygarlığına karşı takınılacak tavra gelince, İslamcı lar, değişik derecelerde olmak üzere onun bilim vle tekniğinin "ödünç" alınabileceğini kabul etmekle birlikte, kültürel ve ma nevi yönlerine bambaşka bir değerlendirme getiriyorlardı. Bu alanlardaki en küçük bir ödünç alma bile anlamdan yoksundu (247) Nitekim, 1 909'da, Meclis'te Bosna-Hersek sorunu görüşülürken, .. Usküp milletvekili bir ulema, olanca ciddiyeti ve meslektaşlarından büyük bir çoğunluğunun alkışlarıyla, " . . . eğer bu iki eyalet ve aynı zamanda Bulgaristan yitirildiyse, bunun ne deni, lslamın üzerine bir kafirlik yelinin esmesidir, diyor, beş vakit namazın kı lınmadığını ' · vurguluyordu. (A. de la Joquiere, Histoirc de 1 ' Empire Ottoman, C. I I , Paris, 1 9 1 4, s. 230).
83
ve İslamın tam gerçekleşmesine zararlıydı (248). Bir başka te rimler dizgesi (terminoloj i), Batı uygarlığının iyi ve kötü yan larını birbirinden ayırıyordu. O zaman da, bitmez tükenmez tar tışmalara neden olan "buğdayla samanın" iyilerle kötülerin birbirinden ayrılması nazik sorunu ortaya çıkıyordu. Her eğilimdeki İslamcılar için kadın, devrimden bu ya na kendini gösteren ve ailenin en temel değerlerine zarar ver me tehlikesini taşıyan tüm kötü ve olumsuz etkilere karşı ko runmalıydı. Reformist olanları dahil, bu İslamcılar, moderniz min ve Avrupa adet ve yaşam biçimlerinin benimsenmesinin hararetli savunucuları karşısında kendilerini Arap modernist lerinden daha sıkı biçimde Müslüman toplumunun manevi ve kültürel değerlerinin savunucuları olarak kabul ediyorlardı. Şeriat hükümlerine uyulmaması, aileyi sarsan tüm kötü lüklerin nedeni olarak gösteriliyordu (249). Musa Kazım gi bi bazıları hükümetin manevi değerleri korumak için müda hale etmesi gerektiğini ileri sürmekte tereddüt etmemektey di. Anayasanın 4. ve 7. maddeleri İslamın devletin dini oldu ğunu öngörüyordu. O andan itibaren de devlet şeriatı çiğne yenlere karşı cezai önlemler alma yükümlülüğü ile karşı kar şıya geliyrdu (250). Kadınların çarşaf konusunda bir parça özgürlükler elde etmesi ve serbest davranması ve üstelik de erkeğin yanında so kağa çıkmaya cüret etmesi Musa Kazım için hükümete baş vurma ve çarşaf giyilmesini zorunlu kılan bir yasanın çıkarıl masını isteme fırsatı yarattı (25 1 ). Pek çok Türk 'ü bile sars(248) Konuya aynlmış çok geniş bir edebiyat içinde, Sait Halim Paşa'nın yapıtları, yanında ayrıca bkz: Abdülaziz Çaviş'in makaleleri, lslam ve Medeni yet Sebilürreşat içinde, No: 367, 369-3 7 1 . 1 3 34. (249) Beyan-ül Hak. No: 24. 1 324: Sırat-ı Mli!>takim. No: 94, 95, 1 05 , 1 06, 1 326, 1 56, 1327. 1250) Sırat-ı Müstakim, No: 2. 1 324. (25 1 ) lbidem.
84
maktan geri kalmayan bu köktenci tavır, dışarda da İsmail Gaspıralı gibi insanların sert tepkilerine yol açtı. Gaspıralı bir çeşit hukukçular referandumu yoluyla, Türk ulemasını hare kete geçirmede gerekli olan icmayı sağlamak amacıyla Türk İslam bilginlerine çağrıda bulunmaya da kararlıydı (252). Mehmet Akif, Kasım Amin ' in Tahrir al Mar'a adlı kita bını reddetmek için Ferid Vecdi'nin yazdığı incelemeyi Müs lüman Kadını adıyla Tükçeye çevirdi (253). Kasım Amin ' in kadının özgürlüklerine ilişkin kitabı da Hürriyet-i Nisvan adıy la Türkçeye çevrilecek, ne var ki satışı hükümet tarafından bir süre için yasaklanacaktır (254). Türk İslamcılarının Ferid Vec di ile görüş birliğini dile getiren Mehmet Akif, kadına, çarşa fını çıkarma olanağını sağlama bahanesi altında gerçekte o nun Batılı değerlerle adetleri ve Avrupalı kadının özgürlüğü nü benimsemesini isteyen kendi yurttaşlarına saldırıyordu. Oysa diye ekliyordu Sait Halim Paşa, kadınlara mutlak özgür lük ve devlet işlerine karışma hakkı veren nice uygarlıklar ka ranlıklara gömülüp kaybolmuştur (255). Eğitim alanında daha liberal olan Mustafa Kazım, çocuk larını daha iyi yetiştirmelerine yardımcı olacağı düşüncesiy le, kızların okula gitmesine karşı çıkmıyordu. Muhammed Abduh için eğer kız okulları açılması bir zorunluksa, bu yal nızca din eğitimi vermek içindir; yoksa kesinlikle Fransızca, piyano, şan vb. dersler verilmemelidir (256 ) Buna karşılık Musa Kazım esas amacı bir mesleğin icrasına hazırlamak olan yükseköğrctimin kızlar için bir yararı olabileceğini düşünü yordu. Öte yandan, Mustafa Sabri kadınların yönetimde istih.
(252) RMM, Xll, 1 9 1 O, s. 464. (253) Ferid Vecdi'nin kitabı önce üçüncü sayıdan başlayarak ( 1 324) Sı rat-ı Müstakim'de yayımlandı, daha sonra ise kitap haline getirildi ( 1 9 1 5). (254) l 908'de yayımlandı. l 9 1 5 'te yeniden yayımlanacaktır. Yasaklanma sı ile ilgili olarak, bkz. RMM Xll, 1 9 l O, 464. (255) Sait Halim Paşa, Buhran-ı lçtimaimiz, lstanbul 1 332, s. 23-24. (256) N. Berkcs, age., s. 388.
85
damı sorunu tartışılırken buna kesinlikle karşı çıktı (257). Ak sekili Ahmet Hamdi gibi Mehmet Akif de kadınların yalnız ca ev işleriyle uğraşmaları gerektiğini düşünmektedir (258). Boşanmanın ve çokkarılılığın yasallığı ve meşruluğu İs lamcılarca sık sık ileri sürüldü. Aksekili Ahmet Hamdi için çokkarılılık, Avrupalıların ve Kuran' ın hükümlerini çarpıta rak İslamın saygınlığını azaltmak isteyen ve onu uygar dün yaya olumsuz bir biçimde gösteren bizdeki gayretkeş taklitçi lerin ileri sürdükleri gibi bir toplumsal yara olmayıp (259) do ğal yasalara ve ailenin çıkarlarına kesin olarak uygundur (260). Çokkarılılık, üstelik "kadını korumak ve yaşamı ona da ha kolay kı lmak için ihdas edilmiştir (26 1 ). Ne var ki Ahmet Hamdi, çokkarılılığın uyulması zor kurallara uyması gerekti ğini ve çok özel koşullar dışında buna başvurulmaması gerek tiğini de vurgular (262). Tek yanlı boşamanın yasallığı da aynı nitelikteki kanıt larla savunulur. Eğer kadına da boşanma hakkı tanınmıyorsa, bu onun kaprisli ve güvenilmez oluşundandır. Musa Kazım' ın düşüncesine göre kadına bu konuda gösterilecek en küçük bir kolaylık, aileyi uçuruma yuvarlayacaktır (263). Zaten kadın ile erkek arasında herhangi bir eşitlikten söz etmek de yanlıştır. Nitekim İkdam'da, İslam dininde kadının ko numunun aşağı olduğu inancının dayanaksızlığını ileri süren bir Müslüman savunucuya karşı Mustafa Sabri 'nin şiddetli eleşti-
(257) Beyan-ül Hak, No: 26, 1 32 5 . (258) Sebilürreşat, 276, 1 330. (259) i dem, 275, 1 330. (260) idem, No: 277, 1 330. Ayrıca Musa Kiizım'ın makalesine bakılabi lir: Sırat-ı Müstakim, No: 6, 1 324. (26 1 ) İdem, 275, 1 330, "Eğer dinimiz çokkarılılığa izin vermeseydi pek çok kadın yokluk ve yoksunluk içinde ölüp gidecekti. Tıpkı, kadın işçinin ağla nacak halde bulunduğu Avrupa' da her gün gördüğümüz gibi." (İdem, 280, 1 330). (262) İdem, 285, 1 330. (263) Sırat-ı Müstakim, No: 6, 1 324.
86
risi buna tanıktır. " İslam dininin, diyor Mustafa Sabri, böylesi ne atılgan ve bilgisiz savunuculara gereksinmesi yoktur" (264). Bu dönemde giderek yoğunlaşan tüm bu tartışmalar, da hası, kadının bu tartışmalara bizzat katılması ve başta giyim olmak üzere kullanmaya başladığı özgürlükler, İslamcıları öf kelendiriyordu. En çok kızanların gözünde kadın, kaçınılmaz biçimde yüzkarası bir sefahate ve fuhşa sürükleniyordu. Da ha az şiddet yanlıları ise şaşkın, kaygılı ve utanç doluydu. " Yurdumuzda bulunan yabancılar, diye gözlemler İbnül hakkı Mehmet Tahir, eski Türk kadınlarıyla bugünküler ara sında büyük farklar bulmaktadırlar ( . . . ) . Bu yabancılar, eski den bizim kadınlarımızın niteliğini oluşturan büyük ciddiye tin yerinde bugün yalnızca dantela ve kurdele aşkıyla, dar en tariler ve moda aşkının bulunduğunu anlamaktadırlar" (265). Jön Türklerin devrimleriyle özgürlüklerine kavuşan Ba tıcılar, bir bölümü ile, yukarıda sözünü ettiğimiz ve Abdülha mit yönetimi altında sessizliğe indirgenmiş bulunan yeraltı dü şünce hareketine bağlanıyordu. Batıcılar da, tıpkı İslamcılar gibi, kendi aralarında pek çok eğilimlere ayrılıyordu. En köktenciler bilinemezci ve laik olduk larını ileri sürüyor, hatta bunlardan bir kesimi, Masonlukla iliş kilerini (266) saklamıyordu. Öbür yanda ise, görüş ve özlem leri en açık yürekli reformistlerin görüşleriyle aynı olmasa bi le, onlara çok yaklaşan en ılımlı Batıcılar yer almaktaydı. (264) Beyan-ili Hak, No: 26, 1 325. (265) İbnülhak.kı Mehmet Tahir, Meşrutiyet Hanımları, lstanbul, 1 9 1 3 , s. 39-40. (266) Jön Türklerle Masonlar arasındaki ilişikleri değerlendirmek kolay değildir. Mason\ar bu devrimci hareket içinde önemli payları bulunduğunu ileri sürmektedirler. Örneğin, Masonların son genel kurullarını özetlerken I ' Eclair, 1 O Ekim 1 908 tarihli sayısında şu ayrıntıları verir: " Korfu delegesinin de desteklediği Selanik locası temsilcisi daha sonra, izimizden yürüyen Jön Türklerin kendi Mason atelyelerinde devrimi örgütledik lerini söyledi. Bayan F. M. için yeniden dirilmiş ve canlanmış Türkiye, bulun maz bir eylem alanı oluşturmaktadır. Jön Türkler olanca yürekleriyle Mason lo caları kurulmasını istiyorlar; bu, federasyon yararına başarılması gereken ciddi bir iştir ve daha şimdiden İstanbul'da bir loca kuruldu bile."
87
Aşın eğilim içinde yer alanlar arasında, ilk modem Türk şairi sayılan ve Tarih-i Kadim'inde teokratik devlete olduğu kadar lslam dinine ve Tanrı 'nın kendisine saldıran Tevfik Fik ret (267), İttihat ve Terakki komitesinin etken üyelerinden ve kendisini natüralist olarak niteleyen Doktor Niyazi (268), ya yımlandığında büyük gürültü koparan -ve ilerde göreceğimiz Türk Kadınlığının Tereddisi adlı kitabın yazarı Seliihattin Asım (269) sayılabilir. Bunlara yakın olarak, dinsel karanlıkçılığın her biçimine seyrek rastlanır bir şiddetle saldıracak olan İttihat ve Terakki Komitesi kurucularından Doktor Abdullah Cevdet' i de saya biliriz (270). Ne var ki Abdullah Cevdet' in konumlan, bazen açık seçik belirgin değildir, bu yüzden kimileri onu özgür bir düşünür kabul ederken, kimileri de onun ne İslamın, ne de ge(267) M. Kaplan, Tevfik Fikret, lstanbul, 1 946; K. Akyüz, Tevfik Fikret, İstanbul, 1 947; H. A. Yücel, Fikret'in fikir hayatımızdaki yeri, " Hayat" içinde, III, 1 929, s. 1 3-42, F. Köprülü, Tevfik Fikret ve ahlaki, lstanbul, 1 9 1 8; R. T. Bö lükbaşı, Tevfik Fikret, Hayatı, sanatı, şahsiyeti, lstanbul, 1 945; S. Z. Sertel, Tev fik Fikret-Mehmet Akif kavgası, lstanbul, 1 94 1 ; Y. N. Nayır, Tevfik Fikret, Ha yatı, sanatı, şiirleri, lstanbul, 1 952; A. Bombacı, age., s. 370-374. (268) Doktor Niyazi şöyle diyordu: "Bizler, doğanın yasasını temel alıyoruz ve bir doktor olarak, egemen olan doğanın her şeye gücünün yettiğini belirtmeliyim. Ulusal duygu, din duygusu, sonunda uçup gideceklerdir. Yapay yaşamı, temsil eden din duygusu, sonunda uçup gidecektir. Yapay yaşamı temsil eden bu güzel düşünceler, sözcüklerden başka bir şey değildir, belki çok güzel sözcüklerdir ama yalnızca sözcüklerdir. Bunlar uzun süre yaşayamazlar; belki beş, belki on yıl, hadi diyelim ki bir kuşak boyunca yaşasınlar, sonunda egemen olacak olan maddedir, çıkardır." (The Le vanı Herald, 28 Ekim 1 908). (269) T. Taşkıran, age., s. 60-6 1 . (270) E . B . Şapolya, Ziya Gökalp, ittihat ve Terakki ve Meşrutiyet tarihi, lstanbul, 1 943, s. 30, 49-50, 70; X. Abdullah Cevdet, IA içinde, C. !, s. 46; B. Lewis. age., s. 1 97, 200-20 1 , 232, 236, 267; N. Berkes, age., Süssheim, Djewdet maddesi, El ( ! ) içinde, ek, s. 59-64; G. L. Lewis. Djewdet maddesi, (El (2) için de, C. ll, s. 546-547.
88
nelde, dinin düşmanı olmadığını vurgular (27 1 ). Derin biçim de laikçi olmasına karşın Rusya, Hindistan ve Mısır Müslü manlarında dinsel reformizme belli bir ilgi göstermekten de ge ri kalmamıştır (272). Hatta, İslamcılardan çok daha önce, der gisi lçtihat'ta Muhammed Abduh' un düşüncelerini yaymıştır. Karşı yanda, nice Batıcılar kendilerini inanmış Müslü manlar olarak görmekle birlikte, gene de İslamcılar tarafın dan az inançlı olarak yargılanmaktan kurtulamamışlardır. Bun lar arasında, pozitivist Baumann' ın önsözünü yazmasını öze likle istediği bir Osmanıl İmparatorluğu Tarihi 'nin ünlü yaza rı Yusuf Fehmi (273); 1 908'de Osmanlı Meclisi' nin ilk baş kanı ve Paris 'teki sürgün yaşamı sırasında Pierre Lafitte ' in et kisiyle Auguste Comte'un izleyicisi olan Ahmet Rıza (274); ve nihayet, her ikisi de kadının özgürleşmesi üstüne bir kitap yayımlamış bulunan Celal Nuri (275) ve Halil Hamit, sayıla bilir. Ayrıca, çokkarılılık konusundaki düşüncelerinin ulema larınkine uymadığını gördüğümüz Fatma Aliye gibi bazı ka dınlar da bu grup içinde ele alınmalıdır. Batıcılar için Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşündeki derin neden, Türkleri kör eden, onları kendi kötülüklerini ta nılamaktan alıkoyan ve Batı uygarlığının belli bir üstünlüğü bu lunduğunu kabul etmeyi yasaklayan o bir çeşit "zihinsel göz bağı"nda yatmaktaydı. En köktenci alanlar için bu körlüğün ( 27 1 ) Birinci görüşü benimseyenlerden biri G. L. Lewis 'tir, buna karşılık ikinci konumu örneğin N. Berkes savunmaktadır. (272) N. Berkes, age., s. 338-339; İdem, agm., s. 1 76. ( 273) H. Lammens, Choses de I ' Islam. Une Histoire de I 'Empire Ottoman (= İslamın İ şleri. Bir Osmanlı imparatorluğu Tarihi). Etudes içinde, CXXII, 1 9 1 O, s. 5 1 7-520. (274) E. E. Ramsaur, age., s. 14 vd.; Ş. Mardin, age., s. 1 1 3 vd.; T. Z . Tu naya, age., s. 1 04, vd.; B. Lewis, age .. s. 1 97-207. (275) Hayd.ar Kemal, Tarih-i istikbal münasebetiyle Celal Nuri Bey. İstan bul, 1 33 1 ; H. Z. Ulken, age., s. 657-6 72; G. Alpay, ileri Djelal Nuri maddesi El ( 2 ) içinde, C. I l l , s . 1 1 44-1 1 45 .
89
sorumlusu İslamdı. Ilımlılarsa, daha çok ulemayı suçluyordu. İslam, bunların etkisi ile "fosilleşmiş" ve bir "boşinançlar ba taklığı haline" gelmişti ( ... ). Ruhları ve kafaları geliştirmek şöy le dursun, karanlıkçılığın kalesi durumuna bürünmüştü" (276). Çare ise, birinciler için, zihinlerin, kafaların köklü biçim de dönüştürülmesiydi. Onlara göre Batı, yalnızca maddi ola rak gerçekleştirdikleriyle değil, manevi ve kültürel değerle riyle de mümkün olan dünyaların en iyisiydi. Böylece onla rın özledikleri bu dönüşüm, İslama dayalı eski değerler siste minin reddini ve Batı uygarlığının laikleştirilmiş değerler sis teminin benimsenmesini gerektiriyordu. "Ya Batılılaşacağız ya da yok olacağız" (227), diye yazıyordu Ahmet Murat. Ab dulah Cevdet daha da ileri gidiyordu: " Uygarlık Avrupa uy garlığı demektir, ve biz onu, gülleri ve dikenleriyle birlikte be nimsemeliyiz" (278). Onlar için Batılılaşma, maddi ve teknik olmaktan daha çok bir ruhsal ve ahlaksal çözümdü. İkinciler içinse, İslamın kendisi hiçbir zaman ilerlemeye engel olmamış ancak, sürekli yanlış yorumlanmış; "yobaz"lar ve fırsatçılar tarafından sürekli sömürülmüştür. Öyleyse İsla mın bir reformdan geçirilmesi gereklidir. Batı uygarlığını gör mezlikten gelmek hiçbir yere götürmez, ne var ki, bu uygar lığın içinde de teknik yan ile kültürel, ruhsal ve ahlaksal yön leri birbirinden ayırmaya gerek vardır. Türkler, modelleri iler de sık sık gündeme gelecek olan Japonlar gibi, birinciyi be nimsemeli, buna karşılık gerektiğinde iyileştirerek, Batı'nın katkılarıyla da zenginleştirerek kendi Türk-İslam kültürlerini korumalıydılar. Kadına değgin en kökten ve kararlı Batıcı bir çizgiyi, Se(276) E. Esenkova, Connaissance des Turcs et de la Turquie (= Türklerin ve Türkiye 'nin tanınması), Homınes et Migrations içinde, ESNA, No: 108, 1 967. s. 42. (277) İkdam, No: 57 1 5, 1 328. (278) İçtihat, No: 89, 1 329,
90
liihattin Asım temsil eder. Daha 1 905 'lerde yayımlanan Türk Kadınlığının Tereddisi (279) kitabında, Türk kadınının uzun zamandan beri dinsel kurumların baskısı altında ezildiğini, bu yüzden, doğal niteliklerinden çoğunu yitirdiğini, yozlaştığını ileri sürer. Seliihattin Asım'a göre, kadının bu " ağlanacak" du rumunun nedenleri, çarşaf giyme, kadını kapatma, çokkarılı lık, boşama, miras, kölelik, vb. konulara ilişkin dinsel köken li yasalar ve törelerden oluşmaktadır. Bu yasa ve törelerin Türk erkekleri üzerindeki etkileri de olumsuz olmakla kalma mış, onların gerilemesine ve hatta yozlaşmalarına da neden ol muştur (280). Seliihattin Asım'ın düşüncesine göre, bu bu alandaki dinsel normların, kuramların, yargılar ve ilkelerin tü mü, hem uygarlık, hem de Türk kadını, Türk halkı adına red dedilebilir ve reddedilmelidir (28 1 ). Dine karşı bu denli açıkça saldırmamakla birlikte, Ab dullah Cevdet de gelecekte Türk kadınının durumunun ne ola cağını, o çok ünlü sayfasında düşsel bir biçimde betimlemek tedir: Sultanın bir tek karısı olacaktır; kadınlar, polis karışmak sızın, fanatik ulema ya da " serseri "lerin söz hakkı olmaksı zın canları istediği gibi giyinecek; ulusun en büyük velinimet leri olarak değerlendirilecek ve artık korkmayacakları erkek lerde de saygı uyandıracaklardır; kadın ve erkek -karşılıklı ola rak- beğenip seçtikleri eşlerle evlenecek, evlenmeden önce bir birlerini tanıyıp seveceklerdir; tüm okullar ve kurumlar kadın lara ve genç kızlara açık olacaktır; bir Avrupa yurttaşlar ya sasının benimsenmesiyle evlenmeye ve boşanmaya değgin kurallarını tümü değişecek, çokkarılılık ve tek yanlı boşama yasaklanacaktır (282). 2 79) 280 281 282
t
5 1 -55.
�
lstanbul. tbd. lbidem, s. 1 8- 1 9. lbidem. s. 26. Aktaran: P. Safa, Türk İnkılabına Bakışlar içinde, lstanbul, tbd., s.
91
"Kadınlarımız" (283 ) yazarı Celal Nuri (İle;i) gibi ılım lılar için Osmanlı toplumunun sıkıntı çektiği toplumsal yara lardan pek çoğunun doğuş nedenleri kadını aşağılayıcı konu mundan kaynaklanmaktadır. Kadın, artık bir eşya gibi görül memeli, bir eşya işlemi görmemeliydi. Onu kuşatmış bulunan tüm kötülüklere, bir son verilmeliydi. Çokkarılılık, hele hele, tek yanlı boşama kaldırılmalıydı. Celal Nuri'ye göre, bu re formlar, -kadının durumunu iyileştirmeyi amaçlayan tüm rc ormlar- yüzyıllar boyunca yanlı ş yorumlanan İslamın ruhuna da uygundu. Bu doğrultuda o, kadının kişisel konumunun köklü bir değişiklik geçirmesini istiyordu. Dokunulmaz olma yan bu kişisel konumu Türk halkının kalkınması, nitelikleri, özellikleri ve yaşam koşullarıyla çağdaş dünyanın isterleri göz önünde bulundurularak değiştirilebilirdi. Bu bağlamda, Os manlı İmparatorluğu' nda gerçekleştirilecek ilk reform, teknik nitelikli olanların tümünden daha ivedi biçimde, kadının sta tüsüne ilişkin olan reformdu. Türkler, ancak ve ancak, bu ko şulla ilerleyecektir. Daha önce de Ahmet Cevat, Bizde Kadın adlı kitabında bunlara benzer düşünceleri geliştirmişti: (285). " İ slam, kadına yüce bir hak vermiştir, ama biz bu hakkı kadına tanıyor muyuz? İslam yasaları kadını ergin sayar; oysa Bizans ve İran'dan ödünç aldığımız, kıskançlıkla koruduğu muz, hatta kutsallığını ileri sürdüğümüz toplumsal örgütlen me kadını velayet altında yaşamaya mahkılm ediyor. Kadına yetkin bir konum tanımalı ve onu bu konumdan eylemli ola-
(2 8 3 J l �anbul 1 3 3 1 . (284) lbidem. s . 1 3 . (285) İstanbul. 1 32 8 .
92
rak yararlanabilecek bir duruma getirmeye çalışmalıyız. İşte o zamandır ki bu özgür, yetenekli, yaşam dolu kadınlarla oluş turacağımız toplum, büyük bir güce sahip olacaktır. Bunları yapmazsak, toplumumuzun ölümü, ulusumuzun iflası ve ba ğımsızlık ve özgürlüğümüzün çöküşü gecikmeyecektir" (286). " İslamiyette Feminizm" (287) adlı yapıtında Halil Ha mit de, aynı görüş içinde yer alır. Ona göre İslam, erkekle ka dın hakları arasındaki eşitliğe hiç karşı değildir (28 8). Hatta o, daha da ileri giderek bir gün Türkiye'de kadınların erkek lerin yanında parlamentoda yer alacakları kehanetinde bile bulunmuştur (289). Yusuf Fehmi'ye gelince, o da, ekonomik yaşamın ister leri ve yeni kuşakların değerleriyle olduğu kadar, titizce yo rumlanmış Kuran ile de uyum içinde olduğunu ileri sürdüğü tekkarılılığın zaferini hem dilemekte, hem de ummaktadır (290). Fransa'da Türk ailesi üzerine yayımladığı bir inceleme de, kadının statüsünü İslam ve Batı uygarlığı ile uyum içinde değiştirmeyi öngören Ahmet Rıza gibi pek çok Batıcı da, iş te bu çizgi doğrultusunda yer alacaktır (29 1 ). Ne var ki, tüm bu Batıcılar sürekli İslama başvursalar bile İslamcılar onları hep fazla " ilerici" bulmaktan geri durmayacaklardır. Üçüncü düşünce akımını Türkçüler oluşturuyor, bunla rın içinde de başta Ziya Gökalp (292), Hamdullah Suphi (Tan(286) İbidem. s. 44. (287) İ stanbul. 1 328. (288) İbidem. s. 85. (289) lbidem, s. 57. (290) H. Lammens, agm., s. 52 1 -522. (29 1 ) La erise de l'Orient ( = Doğu' nun Bunalımı), Paris, 1 907. (292) K. N. Duru, Ziya Gökalp, lstanbuL 1 949; F. Erişirgil. Bir fikir ada mının romanı: Ziya Gökalp. İstanbul, 1 95 l ; A . N. Göksel , Ziya Gökalp. Hayatı
93
rıöver), Halim Sabit (Şıbay), Mehmet Emin (Yurdakul) (293), Celal Sahir (Erozan) (294), Ahmet Hikmet (Müftüoğlu) (295) ve bir de kadın olarak Halide Edip (Adıvar) (296) geliyordu. Ziya Gökalp'in en gözde kuramcısı olduğu bu düşünce akı mı, Selanik'te, Genç Kalemler ve Yeni Felsefe Mecmuası der gilerine bağlı yazarlar grubunun Yeni Hayat adı verilen hare ketleri ile doğdu. Bunlar, kendilerine, dili ve edebiyatı de mokratikleştirme yanında, 1 908 devriminin başlattığına ina nılan toplumsal dönüşüme kılavuzluk edecek yeni bir ideolo j inin yaratılması ve yayılması misyonunu da veriyorlardı. Ye ni Hayat hareketi içinde, birincisi maddeci ve sosyalist, ikin cisi idealist ve ulusçu olmak üzere iki ayrı eğilim belirmekte gecikmedi. B irinci eğilim çok çabuk kaybolurken Türkçülük işte bu ikinci eğilimden doğacaktır. Bu doğuşun ustası da Zive Eserleri, İstanbul, 1 949; Saffet Örfi (Betin), Ziya Gökalp ve mefküre arasın daki münasebet vesilesiyle bir tetkik tecrübesi, İstanbul, 1 923; O. Tolga, Ziya Gökalp ve lktisadi Fikirleri, lstanbul, 1 949; H. Z. Ülken, Ziya Gökalp, Istanbul, 1 939; E. B. Şapolyo, age.; idem, Ziya Gökalp, Hayatı, Sanatı, Eseri. lstanbul, 1 963; C . K . Solok, Ziya Gökalp, Ankara, 1 963; Z. F. Fındıkoğlu, Ziya Gökalp Sa vie et sa sociologie (= Ziya Gökalp. Yaşamı ve Toplumbilim), Paris, 1 935; J. De ny, Zia Goek Alp, RMM içinde, LXI, 1 925, s. 1 -4 1 ; N. Berkes, Gökalp Ziya mad desi El (2) i çinde, C. i l , s. 1 1 43 , 1 1 44; idem, Ziya Gökalp. His contribution to Tıırkish Natoionalism (= Ziya Gökalp ve Türk Ulusçuluğuna katkısı), MEJ için de, Vlll, 1 954, s. 375-390; U. Heyd, age; A. Fisher, Aus der Religiösen Reform bewegung in der Türkei, Leipzig 1 922. R. Hartmarın, Ziya Gökalp's Grundlagen des Turkischen Nationalismus, OLZ içinde, XXVIll, 1 925, sütun: 578-6 1 0; Ah med Muhiddin, Die Kulturbewegung in Modernen Türkentum, Leipzig, 1 92 1 ; E . Rossi, Uno scrittore turco contemporaneo: Ziya Gökalp, (= Çağdaş bir Türk yazarı: Ziya Gökalp), OM içinde, IV, 1 924, s. 574-595. (293) M . M. Gürkaynak, Mehmet Emin Yıırdakul, Hayatı ve Eserleri, Bi lecik, 1 937; H. Yücebaş, Milli Şairimiz Mehmet Emin Yurdakul, İstanbul, 1 953; E .N. Gökşen, Mehmet Emin Yurdakul, Ankara, 1 963 . (294) M. M. Gürkaynak ve H.S. Ege, Celal Sahir Erozan, Bilecik, 1 936. (295) F. Tevetoğlu, Büyük Türkçü Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Ankara, 1 95 1 ; l . H . Ertaylan, Ahmet Hikmet, İstanbul, 1 933; A. Akyüz, age., s. 539-540: S. E. Siyavuşgil, Ahmet Hikmet maddesi, IA içinde, C.I, s. 1 83-1 84. (296) B. Dürder, Halide Edip, Hayatı ve Sanatı, lstanbul, 1 940; H. Uğu rol, Halide Ebip-Adıvar. Hayatı ve Eserleri, İstanbul , 1 963; H. Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Halide Ebip, lstanbul, 1 964; M. Uyguna, H alide Edip, lstanbul, 1 968.
94
ya Gökalp oldu. Selanik'ten ayrılarak arkadaşlarıyla birlikte 1 9 1 2 'de İstanbul ' a vardığında, Türkiye 'ye göç ettiklerini da ha önce gördüğümüz bazı Pantürkistlerle ilişkiye geçti ve on larla işbirliği yaptı. Bu sonuncular, Türk Ocağı adlı bir der nekte örgütlenmişlerdi, Türk Yurdu adlı bir de yayın organla n vardı. Türkçülerin, Pantürkistlerin radikal eğilimlerini be nimsememesi yüzünden tam bir görüş ayrılığından söz edile memekle birlikte, bu iki akım arasında, böylece, bir işbirliği doğmuş oldu. Ziya Gökalp başta olmak üzere Türkçüler için Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, Müslümanların değişmeye karşı olmalarına ve dinin eğer yaşayan bir öğreti olmak istiyorsa, gelişmesi ve değişen koşullara uyması gerektiğini kabul etme melerine bağlıdır ne var ki bu çöküş aynı zamanda, İslamın ulusal kültürler aleyhine, kendini baskıcı bir biçimde kabul et tirmek isteyen eğilimi içinde ulusal kültürün zayıflamasına da bağlıdır. Bu son nokta, Türkçülerle İslamcıları şiddetle karşı karşıya getiriyordu. Gerçekten de İslamcılar, örneğin bir Sa it Halim Paşa ile tüm İslam-öncesi etikleri, özellikle de Türk ler arasında hala canlı biçimde varlıklarını sürdüren ulusal ge leneklerin tümünü Osmanlı toplumundan temizlenmesi ge reken bir " cüruf" olarak değerlendirmiyor muydu? Oysa Türkçülerin yeniden diriltmek istediği de zaten bunlardı. Ziya Gökalp sosyolojisinin temel kavramı kültürdür. Gö kalp, kültürü, bir ulusu belirgin !<ılan ve tüm öteki uluslardan ayıran, gerek ahlaksal, hukuksal, ekonomik, estetik ve dilsel ge rekse dinsel nitelikli tüm değer ve kurumlar bütünü, olarak ta nımlar. Kendi kültürü yardımıyladır ki bir ulus kişiliğini kaza nır. Böyle;! kavranınca Ziya Gökalp için kültür kavramı, ussal nitelikli birçok ulusun katıldığı, felsefi, bilimsel ve teknik kav ramlar bütününü içeren uygarlık kavramından ayrılır. Böylece
95
Ziya Gökalp için Batı uygarlığı, birbirinden kendilerine ait kül türleriyle aynlan bir uluslar topluluğudur. Böylece Batı uygar lığını benimsemek, bazı Türkçülerin kabul ettiği gibi Türklerin kendi kültürlerini yadsımasını gerektirmektedir. Tam tersine, Batı uygarlığının yörüngesine geçmekle Türkler ulusal kültür lerini, onun aynlmaz bir parçası olan İslam değerleri de dahil olmak üzere, daha da geliştirmelidirler. Bunu yapmakla ayrıca Batı uygarlığının zenginleşmesine de katkıda bulunmuş olacak lardır. Türk ulusu, kendi kültür ve inancını modern uygarlıkla uyum haline koymayı başardığı ölçüde Batılılaşacaktır. Bununla birlikte kaydetmek gerekir ki Ziya Gökalp' in İs lam anlayışı çok kişisel ve az katı bir anlayıştır. Ona göre di ni, çok çeşitli etkilerle oluşan karmaşık bir üstyapı olan İslam uygarlığından ayırırsak, " geriye başlangıcından beri halkta varolagelen ulusal kültürdeki yaradılıştan (doğuştan) bir etik ten başka bir şey kalmayacaktır." Bu durumda Gökalp'e gö re, " İslam uygarlığının yerini pekala Batı uygarlığı alabilir" (297). Ziya Gökalp 'in ünlü " Türkleşmek, İslamlaşmak, Mu asırlaşmak"belgisini işte bu anlamda anlamak gerekir. Türk çü ideoloj inin İslamcı ve Batıcı ideolojiden ne kadar farklı olduğu böylece görülmektedir. B4 perspektifler içinde Ziya Gökalp' in düşüncesinde ka dın sorunu nasıl yer almaktaydı (298). Ziya Gökalp kadını top lumbilimsel planda ele almadan önce, bir edebi tema olarak ele almıştır. Şiirlerinden pek çoğu, kadınlar için özgürlük ve ailede cinslerin eşitliğini talep eder (299). Daha sonra, 1 9 l 7 'ye doğru, Durkheim esinli aile sosyoloj isi çerçevesinde Ziya Gö(297) A. Bombacı, age., s. 379. (298) C. O. Tütengil, Ziya Gökalp ve Kadınlık, iş Dergisi içinde, XVIII/1 36, 1 Aralık 1 952; M . Cumbur, Ziya Gökalp ve Kadın, TKD içinde. no: 36, 1 965. (299) Bkz. s . 95- 1 00.
96
kalp kadın sorunu üzerinde uzun ve geniş biçimde duracaktır. Ulaştığı sonuçlardan bir bölümü tartışılabilir olsa da bunlar, belli bir ilgiyi gerektirdiği için, üzerinde biraz durmamız ge rekmektedir. Gerçekten bunlar bütün bir düşünürler kuşağı üzerinde önemli etkiler yapmış, bazıları Kemalist devrimde birinci planda rol oynamıştır. Kendi gözlemleriyle tamamladığı F. Grenard, G. Richard ve E. Durkheim'in (300) çalışmalarına dayanan Ziya Gökalp, pek çok yazı ve incelemesiyle, Türklerde aile kurumunun ev riminin tarihini çizmekte, ailenin din, ekonomi, politika gibi öteki toplumsal olgularla bağları üzerine durmaktadır (30 1 ) . Gökalp bu gelişimde dört dönemi birbirinden ayırır. Birinci dönem, toplumsal ve evsel ( domestik) yaşam bi çiminin "boy" olduğu dönemdir. Boy, hem bir aile hem de si yasal ve ekonomik bir birliktir. Üyeleri, birçok dayanışmalar la ve onlara bir çeşit eşitlik de sağlayan hak ve ödevler toplu luğu ile birbirine bağlıydı. Kadın, bir tabu, totem gösterileri nin merkezi (302) olarak kabul ediliyordu. Bundan, kadınla(300) F. Grenard, Le Turkestan et le Tibet (= Türkistan ve Tibet), Paris, 1 898; G. Richard, La Feınıne dans l'histoire (= Tarihte kadın) Paris, 1 909; E. Durkheim'in Annee Sociologique'te yayımlanmış çeşitli makaleleri. (30 1 ) Ziya Gökalp'in yazılan, birçok kitap ve makalede dağılmış durum dadır. Başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz: Türkçülüğün Esaslan, Ankara, 1 339; Türk Medeniyet-i Tarihi, İstanbul, 1 925; Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaş mak, lstanbul, 1 334; Yeni Hayat, İstanbul, 1 334; Makalelerinin başlıcaları da şu dergilerde yayımlanmıştır: Yeni Mecmua' da Cinsi ahlak, 1/9, 1 333, s. 1 62-1 68; Aile Ahlakı, I , No: 1 0-22, 1333; Türk ailesinin bünyesi, I, 230 1 333, s. 441 -444; lslam Mecmuası'nda Fıkıh ve içtimaiyat, I, 1 330, s. 40-44; rf nedir? idem, s. 290-345; içtimaiyat Mecmuası'nda - Ahlak içtimai midir? I, 1 333, s. 1 1 3 - 1 16; Millet nedir? İdem, s. 148- 1 55; Milli Tetebbüler Mecmuası 'nda - Bir kavmin tet kikinde takip olunacak usul, I, 1 33 1 , s. 1 93-205; Türklerde içtimai teşkilat, I, 1 33 1 , s. 388-456; Küçük Mecmua' da - Türk Devletinin Tekamülü, I , 1 338, No: 4-28; Türk ailesinin tekamülü, I, 1 3 38, s. 6-8; Türklerde aile adlan, 1 339, s . 1 4- 1 5 ; Da rülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası'nda - Eski Türklerde din, I, 1 332, s. 457474. (302) Yeni Mecmua, 1/9, 1333, s. 1 62.
97
rın yaşamlarının ayrılması gibi pratikler ve kurallar doğsa da, bu kadınlara hiç de aşağı bir konum getirmiyor, onların ilke olarak erkeğinkine eşit olan haklarına dokunmuyordu (303). "Boy"da çocuklar anneye aittir, baba ile hiçbir içtimai akra balığı yoktur. Bununla birlikte anne, toplumun direği olan anaerkilliğin kendisine tanıdığı bu statüden yararlanamamak taydı, zira hukuk öznesi "dayı" idi (304 ). "Boy"un yerini "il", ya da birçok boyun daha geniş bir topluluk bünyesinde birliği alır. Evsel yaşam belli bir özerk lik kazanırken atalara tapınma da kendini göstermektedir. Ai le kavramı toplumsal bir hücre olarak belirginleşir ve siyasal örgütlenmeden ayrılır. Bu, klan totemizminin yerini ataların ruhuna tapınmanın aldığı "Ocak"ın (305) doğuşudur. "Aile ler vardır ki, der Ziya Gökalp, orada ataların ruhu yalnızca ba bada kendini ortaya koyar. Tek-yetkili bi şefle Çin ailesi böy le bir ailedir. Akrabalık erkekten erkeğedir. Bu aile tipine ata erkil aile denir. Bazı toplumlarda aile ocağına tapınma kadı nın atasının ruhunu da içerir. Bu, eşitlikçi aile tipi olarak ad landırılabilir. Eski Türklerde aile ocağı bu özelliği taşıyordu." (306). Ziya Gökalp, siyasal örgütlenme olan "il" ile aile ör gütlenmesi olan "ocak" arasındaki ilişkiyi vurgular. Bu döne min Türk devletinde yetkenin hakana ve eşine ait olması gibi ailede de babanın ve ananın ellerinde birlikte bulunur (307). Üçüncü aşama, Türklerin eski evsel (domestik) din yeri ne evrensel din olan İslamı benimsemeleri ve yapıları "il" den tümüyle farklı merkezileşmiş Türk devletlerinin kurulması ile (303) İbidem, s. 1 64. (304) Türkçülüğün Esasları, s. 2 6 1 . (305) Aile ahlakı, 2. Ocak, Yeni Mecmua içind (307) Türkçülüğün Esasları, s. 2 6 1 . e, 1 / 1 1 , 1 333, s. 20 1 -206. (305) Yeni Mecmua, 1/9, 1 3 3 3 , s. 1 62.
98
başlar. Bu dönem Türk adetlerinin yok oluşu açısından belir leyici olacaktır ve aile üzerinde çok büyük sonuçlar getirecek tir. Teokratik devletle birlikte İslam hukuku yavaş yavaş yü rürlüğe girmekte, ulusal adetlere uyum sağlamak yerine on ları sık sık çiğnemektedir. Her zaman katı olmasa da inanmış bir Müslüman olan Ziya Gökalp, gene de İslamı savunur ve Kuran' ın kadın haklarına verdiği önemi belirtir. "Saf İslam lık" ile tarihi boyunca ataerkil ve kadın-karşıtı tipte aile ya şamları tanımış uygarlıkların etkisi altında "yozlaşmış, bozul muş lslam"ı birbirinden ayırır (308 ). Bunlar arasında İslam hu kukunun uğradığı sapmalardan birinci derecede sorumlu tut tuğu Arap ve İran uygarlıkları ile haremleriyle Bizanslıların etkisini şiddetle kınar. Bu "bozulmuş İslam'', Türklerin adet lerini geri itecek ve onların toplumsal ve ailesel kurumlarını yönlendirecektir. "Ocak"ın yerini, aile planında, kadınlara ay rılan haremlik ve erkeklere ayrılan selamlık bölmelerini içe ren "konak" (309) alacaktır. "Konak" Osmanlı kadınının du rumunun ve onun aşağı statüsünün bir yansımasıdır. Bunun la birlikte İslam ve ahlakı, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tüm Türkleri aynı biçimde etkilemeyecektir. Öncelikle dinsel ör gütlenmeler sayesinde Türk töreleri ve eski pagan inanışları kırsal kesimde varlıklarını sürdürecektir (3 1 O). Buna karşılık önemli merkezlerde bunlar katı yargıçlarla siyasal iktidarın or tak uyumlu eylemi ve etkisi altında, dönüşüme uğrayacaktır. (308) Z. F. Fındıkoğlu, age., s. 1 1 O. (309) Ziya Gökalp, Aile ahlakı, 3. Konak, Yeni Mecmua içinde, l, 1 3 33, s. 22 1 -223, 24 1 -245, 26 1 -265, 2 8 1 -285, 301 -304. (3 1 0) Ziya Gökalp okulunun temsilcisi olan Köprülüzade Mehmet Fuat, bu noktayı aynca geliştirmiştir. Bkz. Essai sur le developpement historiqe de I'he terodoxie musulmane en Asie Minevre (=Anadolu'da Müslüman mezhep fark lılaşmalarının tarihsel gelişimi üzerine deneme), Actes du Congres Intcmational d'Historie des Religions (=Dinler Tarihi Uluslararası Kongresi Bildirileri), için de, Paris, 1 923, s. 39 l, vd.
99
Bu dönüşüm, Batılı (3 1 1 ) ve Müslüman (3 1 2) gezginlerin an lattıklarının da gösterdiği gibi i lerleyici ve yayılıcı nitelikte olacaktır. Türk ailesinin gelişiminde dördüncü evre XIX. yüzyılda başladı. Ziya Gökalp' in gözünde bu yüzyıl, sonuçları bakı mından ve belli açılardan Avrupa'da Rönesans 'ın XVI. yüzyı lı ile karşılaştırılmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu için bir buna lım ve ortak değerlerin sarsılması dönemi olan bu yüzyıl, ye ni bir dünya ve yaşam algılayışının doğmasına yol açmıştır. Ai le kurumu bu yüzyılın gelişmelerinden özellikle etkilenmiştir. Ziya Gökalp' in çözümlemelerinin birkaç çizgisini burada ser . gileyebiliriz. Ziya Gökalp'e göre ülke seçkinlerinde pozitif zihniyet yavaş yavaş dogmatik yaklaşımın yerini almış, böyle ce dine dayalı geleneksel toplumun geçerli olup olmadığı gün deme gelmiş ve özellikle aile mevzuatını ilgilendiren konular da modern hukukçuların önerdiği çözümler karşısında şeriat hukuku tartışılır olmuştur. Ekonominin gerekleri kadının aile çevresinin dışına çıkmasına, bu ise ailenin niteliğinin değişme sine yol açmıştır. Monarkın mutlak yetkesine karşı çıkılıp de mokratik bir idealin ileri sürülmesi, tohum halinde, aile için de babalık yetkesinin kaldırılması ilkesini de içermektedir. Böylece aile kurumu ve değerleri temelden sarsılmış olmak tadır. "Konak" artık tartışma konusudur ve yerini, Ziya Gö kalp' in tek karılı aile barınağını nitelemek için kullandığı "yu va"ya (3 1 3) bırakmaya yönelmiştir. Bu dönüşüm gerçekleşme yolundadır. Şimdilik diye düşünür Ziya Gökalp, "yuva" pek kı(3 1 1 ) N. !orga. Les voyageurs français dans I ' Orient europeen (=Avrupa lı Doğu'da Fransız gezginleri), Paris, 1 028, s. 1 2, 4 1 -42, 44, 47. (3 1 2) Voyages d'lbn Battuta (=lbni Battuta'nın Gezileri). G. Defremery ve B . R. Sanguinetti Fransızca çevirisi, C. II, Paris, 1 969, s. 255-4 1 2 . ( 3 1 3 ) Ziya Gökalp, Aile ahlakı, 4. - Konaktan yuvaya, Yeni Mecmua için de, !, 1 333, s. 32 1 -324.
1 00
rılgandır, bu aile birliğini ve devamlılığını sağlayan ev bilinci nin yokluğu ile nitelendirilen "gevşek yuva"dır. Henüz iyice oturmuş manevi temelleri yoktur (3 1 4). Bu "gevşek yuva"nın yerini "sağlam yuva" alacaktır. Gökalp' in "sağlam yuva" tanı mı, çekirdek ailenin özelliklerini taşır (3 1 5). Ona göre Türk lerin geçmişi, Batılı ailenin özlemleriyle birleşen XX. yüzyı lın Osmanlı ailesinin özlemlerini meşru kılmaktadır. Ancak bu tür özlemler şeriat ile nasıl bağdaştırılacaktır? Ziya Gökalp' in düşüncesinin İslamlık konusunda az katı bir nitelik taşıdığını söylemiştik. O, şeriatta "Tanrısal" öğelerle "toplumsal" öğeleri birbirinden ayırır. Onun gözünde bu so nuncular, bir vahiy metnine değil, doğrudan "örf"e dayanır. Hukukçuların dilinde "adetler hukuku" anlamına gelen bu sö zü, Ziya Gökalp "bir halkın ya da bir topluluğun değer yargı sı" olarak tanımlar. Böylece şeriatın toplumsal öğelerinden kaynaklanan kişisel ya da ailesel statü, ortak kanı yani "icma" ya da ulusal bilinç tarafından istendiği takdirde, şu ya da bu biçimde yeniden gözden geçirilebilir (3 1 6). "Bu ayırım dene mesi, açıktır ki, tümüyle özneldir ve belirli bir ulusun özelli ği ya da tarihsel deneyiminin bir sonucu olarak kabul edilse bile adetleri, vahyolunmuş yasa ile aynı kefeye koymak, İsla mi düşüncenin temelleri ile bağdaşabilir bir şey değildir" (3 1 7). Ziya Gökalp'inkine benzer bir tez, daha büyük bir öl çek üzerinde, yukarıda da değindiğimiz gibi Celal Nuri tara fından savunulmuştur (3 1 8). ( 3 1 4) idem, Aile ahlakı, 4.-Gerçek yuva, İdem, p. 3 4 1 -343. (3 1 5) idem, Türk medeniyeti tarihi, s. 3 12 . (3 1 6) Mansurızade Sait, Ziya Gökalp'in b u alandaki düşüncelerini bir di zi makale ile uzun uzun geliştirmiş, bunları da Taaddüd-ü zevcat İslamiyette men olunabilir başlığı altında toplamıştır. Bkz. İ slam Mecmuası, I, 1 330, s. 233-238, 280-284, 295-303. (3 1 7) H. A. R , Gibbs, age., s. 1 25. (3 1 8) lttihad-ı lslam, lstanbul, 1 9 1 5 , s. 42, sq.
101
Bu düşünceler doğrultusunda Ziya Gökalp, devleti, Ba tı 'da olduğu gibi ortak düşüncenin ya da ulusal bilincin veri lerini yorumlayarak, aile mevzuatına müdahale etmeye çağır maktadır. İleride göreceğiz, Ziya Gökalp' in düşünceleri, 1 9 1 7 Aile Kararnamesi 'nin çıkmasında etkili olmuştur. Yukarıda Ziya Gökalp' in döneminin aydınları üzerinde ki etkisine işaret etmiştik. Buna, burada yalnızca bir tek ör nek vermekle yetineceğiz, romancı mesleğine başlamakta olan Halide Edip örneği. 1 9 1 2 'de tefrika halinde yayımlanan ve Panturancı propaganda motifleriyle örülen Yeni Turan roma nında kadınlar çarşaflarını atmış, konağın duvarlarını aş,rnış ve erkeğiyle birlikte ulusun etken öğelerinden biri durumuna gelmiştir (3 1 9). Kadınlar, erkeklerle birlikte ülkelerinin ima rında çalışmaktadır. Halide Edip, daha önceden de bu aynı ka dın erkek eşitliğini savunan makaleler ve yazılar yayımlamış tı (320). Bu onun ölümle tehdit edilmesine bile neden olmuş tu (32 1 ); bazı tutucu kesimler bu tür sorunların, hele kadınlar tarafından, ele alınmasına kesin biçimde karşı çıkıyordu. Bu değişik düşünce akımları ve bunların Osmanlı İmpa ratorluğu'nda kadının durumunun zorunlu evrimi konusunda ki yaklaşımları, aynı ağırlığı temsil etmekten aynı etkiye sahip olmaktan uzaktı. Türklerin ruhunda derin biçimde kök salmış duygulara seslenen İslamcılar en güçlü eğilimi oluşturuyordu. Bunların etkisi, Osmanlı güçlerinin art arda gelen yenilgileriy le, ayrıca daha da pekişecekti. Zira bu yenilgiler, imparatorluk içinde öteki iki eğilimin değişik derecelerde destekledikleri, Batılılaşmaya karşı direniş gücünü arttırıyordu. Kemalist dev( 3 1 9) Bu romanda kadın konusunda bkz. H . A. Yüksel, Yeni Turan' da Türk kadını, TKa içinde, iV, 1 970, s. 1 7- 1 9. (320) Tanin, No: 1 03 , 1 908. (32 1 ) H . E . Adı var. Halide Edip'in Hatıraları, Yeni lstanbul Gazetesi için de. No: 4 1 , 1 955.
1 02
rim öncesinde Türk kadınının pek imrenilecek gibi olmayan durumunu açıklayan da işte budur. Bu durumu, incelememi zin bu kesiminde Tanzimat döneminden bu yana geçirdiği ev rimi izleyerek ve eğitsel, yasal, ailesel, ekonomik, toplumsal, yurttaşlıkla ilgili açılarıyla ele alarak sergilemeye çalışacağız. il. KADININ DURUMU VE OSMANLI
İMPARATORLUGU'NDAKİ GELİŞİMİ
1- Osmanlı Kadını ve Eğitim (322) Uzun yüzyıllar boyunca, Osmanlı İmparatorluğu'nda öğ retim, özel girişime terk edilmiştir. Tanzimat dönemi öncesi eğitim, esas olarak mekteb-i sıbyanlarda verilen bir ilköğre tim ile, bu amaçla özel olarak kurulan medreselerde verilen bir yükseköğretimden oluşuyordu. Kızlar, hemen yalnızca din eğitimi (324) veren mekteb-i sıbyan'a (323) devam edebilmek le birlikte, yüksek öğretimin medreselerine gitmelerine hiç bir olanak yoktu (325). (322) O. Ergin, Türkiye maarif tarihi, (5 cilt), İstanbul, 1 939- 1 943, S. C. Antel, Tanzimat Maarifi, Tanzimat içinde, age., s. 441-452, A. M . Kazamias, Edu cation and the Quest for Modernity in Turkey (=Türkiye'de Eğitim ve Çağdaş lık Arayışları), Londra, 1 966, s. 1 - 1 1 2 , R. Uğurel, L 'education de la femme en Turquie (=Türkiye' de kadının eğitimi), Cenevre, tbd. s. 1 - 1 02; B. Caporal, age., c. I I . s. 423-447: E. Engelhardt, age., C. I I . s. 7 - 1 2; A. Ubicini ve P. de Courteil le, Etat present de I 'Empire Ottoman (=Osmanlı lmparatorluğu'nun halihazır du rumu), C. 1 . 1 853, s. 198-2 1 7 : N . Berkes, age., s. 99- 1 2 1 , 1 73- 1 92 , 40 1 -4 1 0 . ( 3 2 3 ) R. Uğurel, age., s. 43. (324) lbidem, s. 42. Bu okulların ve orada verilen eğitimin bir betimleme si için, bkz.: R. Mantran, La vie quotidienne a Constantinople au temps de Soli man le Magnifıque et de ses successeurs (XV!e et XVlle siecles (=Kanuni Sü leyman ve ardılları zamanında lstanbul'da günlük yaşam - XVI. ve XVII. yüz yılları), Paris, 1 965, s. 223-226. (325) Kültürleri ile ün yapmış birkaç kadın var idiyse de bunlar ya bu kül türü kendi ülkelerinde aldıktan sonra tutsak edilmiş köle kadınlardı, ya da özel öğretmenler elinde yetişmiş varlıklı, zengin çevrelerin kadınlarıydı.
1 03
il. Mahmud'un cesur fakat sınırlı birkaç reform girişimin den sonra Tanzimat dönemi, eğitim alanında yüzyıllık kurulu düzeni altüst etmiştir. 1 845 'te ilan edilen Abdülmecid' in irade i seniyesini izleyen reform planı, (326) ilköğretimde mekteb-i iptidaiye ya da erkek ve kız çocuklar için parasız ve zorunlu il kokullarla mekteb-i rüşdiye ya da ortaokulların kurulmasını öngörmekteydi. Bu proje çok sınırlı biçimde uygulanabildi ve özellikle kırsal kesinde, toptancı bir yaklaşımla reformu başa rısızlığa uğratmak için her şeyi yapan bir eğitim sistemine he men hemen hiç dokunmadı. Gene de 1 859'da, ilk kız mekteb-i rüştiye'sinin kurulmuş olmasını belirtmemiz gerekir (327) . . Yükseköğretimde elde edilen sonuçlar gerçi daha olumlu idi, ne var ki, bu kez kadın cinsini ilgilendirmemekteydi. Böy lece birçok okullar açıldı, aynı zamanda gençleri buraya götü recek, mekteb-i idadiye'ler ya da hazırlık okulları kuruldu. Bu yüksekokullar içinde en ünlüsü belki de 1 848'de kurulan Dar ül-muallimin ya da erkek öğretmen okulu olmuştur (328). Reform planının gerçekleşmesi ve eğitim kurumlarının denetimi Meclis-i Maarif-i Umumiye 'ye verilmiş, bu ise Şfı ra'yi devletin (Danıştay Başkanı'nın) gözetimi ve (Batı'nın et kisini göstermesi bakımından anlamlıdır) Dışişleri Bakanlı ğı 'nın yönetimi altına konulmuştur (329). Bu Meclis, 1 848 Mart'ında Maarif-i Umumiye Nezareti'ne dönüşecektir. Bu önlemler, ulemanın öğretim tekelini elinden alan laik bir ka mu eğitiminin yaratılmasına doğru önemli bir adım olmuştur.
(326) Mahmut Cevat, Maarif-i Umumiye nezareti Tarihçe-i teşkilat ve ic raatı, İstanbul, 1 338, s. 27. (327) F . R. Unat, Türkiye eğitim sisteminin gelişmesine tarihi bir bakış, Ankara, 1 964, s. 43. (328) O. Ergin, age., C. il. s. 475-489. _ (329) Baron de Testa, Traites de la Sublime Porte (=Bab-ı Ali'nin Yaptı ğı Antlaşmalar), C. IV. Paris. 1 863, s. 3 1 .
1 04
Sultan Aziz'le birlikte ve modernci eğilimli Cemiyet-i 11miye-i Osmaniye adlı derneğin etkisiyle (330) Batı'dan esin lenen yeni bir reformlar dizisi başladı. Gerçekten, 1 869 'da Maarif-i Umumiye Nizamnamesi çıkarıldı (33 1 ). Bu nizam name, imparatorluk okullarını iki bölüme ayırıyordu: Yöne tim ve denetimleri yalnızca devlete ait olan kamu okulları ve dinsel okullar. Bunlardan Müslüman okulları doğrudan şey hülislamlığa bağlı idi. Bu yasanın hükümlerine göre ilköğretim ilkokullarda (ip tidaiye) ve ortaokullarda (rüşdiye); ortaöğretim hazırlık okul larında (idadiye) ve liselerde (sultaniye); yükseköğretimse, özel okullarda ve üniversitede (aliye) verilecekti. Bu reformun kızlar açısından sonuçları neler olmuştur? Ortaöğretim, kızları hiç ilgilendirmemekteydi. Zaten Ab dülaziz 1 876'da öldüğü zaman imparatorlukta, l 868 'de kuru lan Galatasaray Erkek Lisesi bir yana bırakılacak olursa, ne idadiye, ne sultaniye vardı. Yükseköğretim de yalnızca erkeklere yönelikti. Birkaç yeni yüksekokul kurulmakla birlikte, 20 Şubat 1 870'te açılan Dar-ül fünun (332) ulemanın karşı çıkması sonucu iki yıl son ra kapılarını kapamak zorunda kalmıştır (33 3 ). 1 874 'te Hukuk Mektebi ve Mühendis Mektebi, 1 875'te de Klasik Yunan-La tin Okulları Hukuk, Fen ve Edebiyat fakültelerinin yerini aldı.
(330) B. Lewis, Djem'iyyet-i llmiyye-i Othınaniyye maddesi, El (2) için. de, C. il, s. 545. (33 1 ) G. Young, Code du droit ottoman (=Osmanlı hukuku yasaları), C. il. Oxford, 1 905, 365. .. (332) C. Bilse!, lstanbul Universitesi Tarihi, lstanbul, 1 943; M. A. Ayni, Darülfünün Tarihi, l stanbul, 1 927; C. K. Zurayk, Djami'a maddesi, El (2), C. il, s. 436. (333) N. Asım, Hoca Tahsin, TTEM içinde, No: 1 9, 1 928, s. 57-63; 1. Gold ziher, Djamal al-Din al-Afghani maddesi, El (2) içinde, C. il, s. 430.
1 05
Böylece kızların görebileceği öğrenim, ilköğretimle sı nırlı kalmaktaydı. İptidaiye'lere devam, imparatorluğun tüm çocukları için zorunlu ve öğretim parasızdı: erkek çocuklar 61 1 , kız çocuklar da 6- 1 O yaşlar arasında okula gideceklerdi. Gerçekteyse, zorunlu eğitim kuramda kalmıştır. Süresi iki yıl olan rüşdiye'lerde de eğitim parasız, ancak zorunlu değil is teğe bağlıydı. Gerçi birkaç kız rüşdiye'si (334) de kurulmuş tur, ne var ki öğretim kadrosu tümüyle erkek olan bu okullar da herhangi bir başarı elde edememiştir. Gerçekten de, Osman lı kızı, daha 1 1 ya da 1 2 yaşından itibaren yüzü açık olarak namahreme görünemeyeceği için, öğrenimini tamamlamadan bu okulları terk etmek zorunda kalıyordu. Öyleyse kız öğretmen okullarının (Dar-ül-muallimfıt) (335) açılması bir zorunluk olarak beliriyordu. Bunların ilki, MaarifNazın Saffet Paşa tarafından 26 Nisan 1 876'da açıldı. Erkek öğretmen okullarında üç yıla karşılık, bu okullarda eği tim süresi iki yıldı. Hazırlanan programlar, modern öğretim yöntemlerine belli bir ilginin gösterildiğine tanıklık etmekte dir (336). Dfır-ül muallimfıt'tan başka, Tanzimat' ın bu dönemi bo yunca, kızların mesleksel yetişmesi lehinde başka olumlu gi rişimler de görülmüştür (337). Bu çerçevede, Mithat Paşa, 1865 'te, yetim kız çocukların eğitimini amaçlayan ilk Meslek Mektebi 'ni Rusçuk'ta açmıştır. Kız öğrenciler burada dikiş ve dokuma öğreniyorlardı. Okulun öğretmenlerini imparatorluk içinde bulamayan Mithat Paşa bunları Avrupa'dan getirmiştir. Büyük seferler sırasında bu okulda ordu için çamaşır ve giy(334) O. Ergin, age., C. I I , s. 572-58 1 . (335) lbidem, s. 557-572. (336) R. Uğurel, age., s. 72. (337) O. Ergin, age., C. II, s. 572-58 1 .
1 06
siler hazırlanırdı. Okul, hep Mithat Paşa ' nın etkisiyle 1 869'da ve bu kez başkent İstanbul 'da ilk Kız Sanayi Mektebi ' nin açıl masını sağlamıştır (338). Meslek okullarının açılışından çeyrek yüzyıl kadar önce, 1 842 'de, ebe yetiştirilmek üzere birkaç genç kızın tıp okulun da dersleri izlemesine izin verilmişti. 1 845 yılında 1 O Müslü man kız, ebelik mesleğini icra etmelerine olanak sağlayan dip lomalarını aldılar (339). Bunlar, muhtemelen Osmanlı İmpa ratorluğu' nda bu amaçla kurulmuş bir kurumda meslek eğiti mi gören ilk kızlar olmuşlardır. Tanzimat' ın, kızların eğitimi lehinde yaptıkları, işte bun lar olmuştur. Bu zayıf sonuçlar da sıkıntısız elde edilmemiş tir. Örneğin, elli kişi alacağı bilinen Dar-ül-muallimat'a açı lışında 3 2 genç kız aday başvurmuş, bunların da yalnızca l 7 'si diploma alabilmiştir (340). Kamuoyu buna hazır değildi; med reselerle kamusal eğitim arasındaki savaşım eğitimin gelişi mini frenliyordu. Bu savaşım Abdülhamit' in saltanatı döneminde yoğun laşacaktır. Bununla birlikte, kamu eğitimine ilişkin yasa yü rürlükten kaldırılmamış, hatta yeni okullar bile açılmıştır. Ka dının kurtuluşunun hiç de lehinde olmayan Abdülhamit, ge ne de eğitimdeki i lerlemeyi, ortadan kaldıramamıştır. Bunun la birlikte, kadını Müslüman eğitimin sınırlan içinde tutma nın yollarını da aramıştır. Zaten "medrese ruhu"ndan yavaş yavaş kurtulmaya başlayan okul da, yeniden bu anlayışın içi ne düşmüştü. Daha önce de gördüğümüz gibi, Batı'dan gelen düşünceler kuşku ile karşılanıyordu. Din yeniden öğretimin temeli haline gelmiş ya da dinsel yaklaşım en azından burada (337) O. Ergin, age., C. il, s . 572-5 8 1 . (338) F . R . Unat, age., s . 80; O. Ergin, age., C . il; s . 572-573. (339) lbidem, s. 45 1 . (340) lbidem, 563.
1 07
egemen olmuştu (341 ). Nüfusun büyük bir bölümü Kuran okullarına gitmeyi sürdürdü. Halide Edip anılarında, henüz 7 yaşında Kuran'ı ezbere bilen çocuklardan söz ederken (342), Muallim Naci okulda tek bir Türkçe sözcük bile okumadığı nı ileri sürmektedir (343 ). Bu dönemde kız öğretmen okulun da öğrenci olan Belkıs Hanım'ın bize ilettiği birkaç anı ise bu rada aktarılmaya değer: "Başımıza kalın başörtüler bağlıyorduk ve çenemizden to puklarımıza dek uzanan siyah entariler giyiyorduk ( ... ). Başör tünüzün bir ucu kazara başınızdan azıcık kaymaya görsün, os saat disiplin kuruluna verilirdiniz. Işıkta perdeler açıkken pen cere önünde bulunan kızlarsa hemen müdire hanımın huzuru na çıkarılırdı. Sakın sizi kalkık peçe ile sokakta görmesinler, çünkü bu davranış da size sert bir cezaya malolacaktır" (344). Bununla birlikte, Dar-ül-muallimat' ı bitiren kızların sa yısı sürekli artıyor, bu da genç kızların rüşdiye'ye daha çok yönelmelerini özendiriyordu. l 893 'te, İstanbul 'da 9 rüşdiye 'de kayıtlı 3 1 3 kız öğrenci varken, l 903 'te 1 l rüşdiye 'de l 640 kız öğrenci okuyacaktır (345). Kızlar için ilk idadiye de, gene Abdülhamit döneminde 1 3 Mart 1 880'de, lstanbul'da açılmıştır (346). Birkaç yıl son ra, 1 8 84'te, Kız Sanayi Mektepleri gibi teknik okullara yeni bir düzenleme getirilmiş, öğrenim süresi beş yıla çıkarılmış tır. Bu tarihten sonra sayılan çoğalan ve daha önce Savaş Ba kanlığı ' na bağlı olan bu okullar, 1 887'de Eğitim Bakanlığı 'na bağlanmıştır (347). (34 1 ) Örneğin, bu dönemde rüşdiyc'lerin yönetmelikleri için bkz: R. Uğurel, age., s. 84-85. (342) Halide Edip (Adıvar), Mcmoirs (=Anılar), Londra, 1 926, s. 85. (343) Muallim Naci, Sünbüle, A. Merx çevirisi, Bertin, 1 898, s. 36. (344) Cumhuriyet, 27 Ekim 1 93 3 . (345) O. Ergin. age., C. l l l , s. 740-74 1 . (346) F . R . Unat, age., s. 46. (347) lbidem, s. 79-80.
1 08
Abdülhamit'in düşüşünden sonra Jön Türkler, öğretimi yeniden örgütlemek ve düzenlemek istemişlerdir. İttihat ve Te rakki'nin 1 9 1 1 'deki iV. Kongresi'nde kabul edilen çok iddialı siyasal programının 1 8. maddesi, ilköğretimin zorunlu ve pa rasız olmasını belirtiyor, orta ve yükseköğretimin genelleştiril mesini öngörüyordu. Program, taşradaki belli başlı büyük mer kezlerde, hatta gerekli durumlarda illerde (md. 1 8) öğretmen okulları, başkent İstanbul'da da bir Yüksek Öğretmen Okulu açılmasını (md. 1 9) kararlaştırıyordu. Kadının eğitimine gelin ce, programa göre "Devlet, olanaklar ölçüsünde kız okullarını iyileştirmeli ve sayılarını arttırmalıdır" (md. 1 9) (348). 1 908 devriminden beri eğitim sorununun, özellikle de kızların eğitilmesi sorununun pek çok zihinleri meşgul ettiği bir gerçektir. lkdam' ın da vurguladığı gibi, (349) Osmanlı ba sınında eğitime ilişkin yazıların sıklığı, kamuoyunun bir bö lümünün bu alana gösterdiği ilginin bir kanıtıdır. Dergiler ve büyük gazeteler eğitimin gerekliliğini ve modernleştirilmesi ni ileri sürmekteydiler. Batılılaşmacılar bağnaz ulemaya set bi çimde saldırmakta tereddüt etmiyorlardı. Nafi Atuf bunlar hakkında şöyle diyordu: "Din eğitimi dışında başka hiçbir eğitimi kabul etmemekle, onlar, padişahların reformcu eser lerini baltalamışlar ve böylece ülkelerine hesaplanamayacak kadar kötülük yapmışlardır" (350). 1 908 'de Galatasaray Li sesi Müdürü olan Tevfik Fikret için reform, ancak Batı 'da yü rürlükte bulunan eğitim sisteminin benimsenmesi yoluyla, okulların kökten modernleştirilmesiyle gerçekleştirilebilirdi" (3 5 1 ) . Buna karşılık İslamcılar da, bu tür reformları ileri sü(348) Doctrines et Programmes dcs Parıis Politiqucs ottomans (=Osmanlı Siyasal Partilerinin Öğreti ve Programlan), RMM içinde, XXII, 1 9 1 3, s. 1 55-1 56. (349) i kdam. 4 Nisan 1 9 1 3 . (350) Aktaran: RMM, XXV. 1 9 1 3 , s . 344. (35 1 ) S. M. Keramet, age., s. 54.
1 09
renleri " İslamın mezar kazıcıları" olarak damgalıyorlardı. Geleneksel okula saldırmak, Müslüman eğitimin temellerin den birine zarar vermek ve böylece ahlakın çöküşüne yol aç mak demekti (352). Bu çerçevede bir mebus Parlamento'da şunları söylüyordu: "Ahlakı okullarda sağlam temeller üzerinde yükseltmek için ona her şeyden önce bir dinsel temel kazandırmak gerek lidir. Manevi anlamı ve ortak bilinci geliştirmek için okul programlarında dinsel eğitime mümkün olan en geniş yeri vermek kaçınılmazdır." Daha köktenci bir başkası da " ilkokullarda yalnızca Ku ran öğretilmesini" istiyordu (353). Başta Ziya Gökalp olmak üzere Türkçüler öğretim birliğinin sağlanmasını istemektey diler. Onlar, birisi modern düşüncelere açık, öbürü geçmişe bağlı iki farklı insan tipi yetiştiren iki ayrı tip okulun bir ara da bulunmasını üzüntüyle karşılıyorlardı. "Bir Türk'le on da kika konuşun, der Ziya Gökalp, düşüncesinin hangi okulda bi çimlendirildiğini hemen anlarsınız" (3 54). Bu dönemde iyice çoğalan pedagoji edebiyatı pek çok Türk'ün paylaştığı öğretimi modernleştirme kaygısına tanık lık etmektedir. Rıza Tevfik, İsmail Hakkı, Tevfik Sırrı gibi ya zarlar eğitsel yöntemlerin büyük önemini belirten sayısız kon feranslar vermişlerdir. Bunlardan İsmail Hakkı, "uslu çocuk lar", yani gerçekte hareketsiz çocuklar yaratan papağan usulü ezbercilik temeline dayalı eğitimi eleştiren pek çok pedagoji eserleri yayımlamıştır. O, eğitimin biricik amacının çocukları yaşama hazırlamak olduğunu göstermeye çalışıyordu. Bu dü(352) N. Berkes, age., s. 407-408. (353) O. Ergin, age., C. iV, s. 1 1 42; ayrıca, öteki önemli kişilerin bildiri leri için s. 1 1 36 ve s. 1 1 44 ' e bakılabilir. (354) E. Erişirgil, age., s. 208.
1 10
şüncelerini, öğrenciler gibi öğretmenlerin de her iki cinsten, karma olduğu bir açıkhava okulunda somutlaştırmaya girişmiş, l 9 l 5 'te lzmir'de verdiği bir konferansta, Osmanlı İmparator luğu'nda eğitim ve öğretim yöntemlerinin iyileştirilmesi için bir proje ortaya atmıştır (355). Bu pedagojik modernleştirme, Batılı, özellikle Fransız yöntemlerinden esinleniyordu. Kızların eğitim görmeleri konusunda, her değişikliğe kar şı çıkan birkaç İslamcı dışında (356) tüm aydın çevreler bunu gerekli görmekte ve olumlu karşılamaktaydı. Bunlara birkaç örnek vermek için, Ahmet Ağaoğlu'nun, kendi çıkarları için olduğu kadar toplumun çıkarları için de kadınlara eğitim hak kı istediğini belirtmek gerekir (357). Kadınların bir bölümü de zaten hemen bu çağrıya katılır. Bunlar, " Biz sadece dinin müsaade ettiğini istiyoruz ve din bizi bilgisizliğe zorlamaz" (3 58) diyordu. Kadınlardan biri, o güne kadar, kadına verilen eğitimin "tümüyle yüzeyde kaldığını " (359) bir başkası da, "hiçbir gerçekliği, yararı olmayan bu eğitimin kadının ya şamdaki rolünü yerine getirmeye yetmediğini " (360) yazı yordu . Böylece bu kadınlar, Osmanlı İmparatorluğu'nda eği timin modernleşmesi yandaşlarının düşünce ve görüşlerine belli bir biçimde katılmış oluyorlardı. Daha l 908- l 909'larda MaarifNezareti, belirgin bir prog ramdan esinlenmemekle birlikte, belli bir etkinlik ortaya ko yuyordu. 1 9 1 3 'te çıkarılan Tedrisat-ı İptidai Kanunu, ilköğre timi yeniden düzenliyor ve dinsel açıdan karma ve altı yıllık bir süre için zorunlu hale getiriyordu. Bu yasanın öngördüğü (355) R. Uğurel, age., s. 99. (356) RMM, xxvı, 1 9 14, s.232. (357) Tanin, 12 Nisan 1 9 1 3 . (358) M . Tinayre, Notes d'une voyageuse e n Turquie ( = Türkiye'de bir ka dın gezginin notları), Paris, 1 909, s. 1 3 . (359) ikdam, 1 9 Haziran 1 9 1 3 . (360) İdem, 2 9 Haziran 1 9 1 3 .
111
program, Müslümanlar için Kuran öğretimi yanında, Türkçe, coğrafya, Osmanlı tarihi, aritmetik, fen bilgileri, yurttaşlık bilgisi vb. derslerine geniş yer ayırmaktaydı (361 ) Dinsel eği timi ilgilendirenler dışında bu prgramlar, Batılı laik okulların programlarından geniş biçimde esinleniyordu. Aynca, bu ya sa, okul çağındaki çocuklarını okula kaydettirmeyen ya da kaydettirdiği halde okula göndermeyi ihmal eden velilere kar şı ceza yaptırımları öngörmekteydi. Gerçekte, imparatorluğun tanıdığı haklan sürekli savaşlarla gerici muhalefet engelle miş, bu reformun başarıya ulaşmasını önlemiştir. İmparator luk içinde ilkokulların sayısı çoğaldıysa da (362) ortaöğretiı:n için önemli hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Bu alanda te melde 1 869 programında kalınmış ve yetersiz sayıda olmak üzere birkaç idadiye ve sultaniye açılmıştır (363). Kız çocuklar yararına neler yapılmıştır? Onlar, iptidaiyelerin sayısının arttırılmasından yararlan mışlardır. Ayrıca rüşdiye sayısı arttırılmış, bu ilkokul üstü öğ retim kurumlan ilçe merkezlerinde de görülmeye başlamıştır (364). Hatta bunlardan bazılarına, Kız Öğretmen Okulları için hazırlık sınıfları bile eklenmiştir (365). Programlara ev işleri dersleri de konmuş, yalnızca başkentte değil, Anadolu'da da beden eğitimi dersleri lehinde bir hareket doğmuştur (366). Ni tekim, örneğin Adapazarı'nda öğrenciler her gün cimnastik yapmaktaydılar (367). İstanbul'da bazı örnek okullar açıldı. Bunlardan Makriköy'deki (Bakırköy) okula her ulustan, her dinden kız öğrenciler kaydediliyor; piyano, beden eğitimi, ev .
(36 1 ) Düstur (2), C.V, s. 804. (362) RMM, XII, 1 9 1 0, s. 277. (363) A. Kazamias, age., s. 83-87. (364) O. Ergin, age. , C . IV, s. 1 1 92. (365) lbidem, s. 1 1 09. (366) RMM, XXV, 1 9 1 3, s. 360. (367) İdem, XXVI, 1 9 1 4, s. 23 1 .
1 12
işleri ve dikişin programda yer aldığı Batı tipi bir eğitim gö rülüyordu. Mesleksel planda, başta başkent İstanbul olmak üzere, ba zı başlangıç okulları açıldı. Ne var ki bunlardan çoğunun öm rü çok kısa sürdü, öyle ki Birinci Dünya Savaşı sonunda İs tanbul 'da bu okullardan yalnızca iki tane kalmıştır (368). Bu nun yanı sıra, daha üst düzeyde meslek okulları da açıldı: hemşirelik dersleri (369) ve 1 9 1 3 'te Beşiktaş'ta açılan ilk ço cuk bakıcısı yetiştiren okul (3 70), ticari dersler (3 7 1 ) ... Ve son olarak da, Behire Hakkı Hanım'ın uğraşmasıyla, genç kızla ra, terzilik ve dikiş becerisini öğretmek amacıyla açılan Biç ki Yurdu' na değinmemiz gerekir (373). 1 9 1 3 'te ilk kız lisesi İstanbul 'da açıldı. Bu lise, beş yılı ilk, beş yılı da orta olmak üzere, 1 O yıllık bir öğretime daya nıyordu (3 74 ). Başında Meclis Başkanı 'nın bulunduğu bir me buslar komisyonu, bu lisenin açılmasına önayak olmuştur (375). Böyle yüksek düzeyde bir kişinin bu komisyonun ba şında bulunması da göstermektedir ki, bu, hiç de kolay bir iş değildi. Nitekim, komisyon bu girişiminde büyük güçlükler le karşılaştı, hedefine ulaşmak için tam dört yıl uğraşmak zo runda kaldı. Birinci Dünya Savaşı sonunda dört tane kız lise si vardı. İstanbul dışında ise henüz bir tane bile yoktur (376). Gene bu dönemde, daha önceden de rastlandığı gibi, Müs lüman kızlar da, Katolik ve Protestan misyoner okullarına de(368) O. Ergin, age., CI. iV, s. 1 1 60. (369) C. H. Lorenz, Die Fauenfrae im Osmanischen Reiche (= Osmanlı lmparatorluğu'nda Kadın Sorunu), Bertin 1 9 1 9, s. 1 5 . (370) RMM, XXV, 1 9 1 3 , s. 360. (37 1 ) M. Taşçıoğlu, age., s. 46. (372) T. Taşkıran, age., s. 45. (373) M. Taşçıoğlu, age., s. 44. (374) Erkek liselerinde öğretim 1 1 yıldı. (375) RMM, IX, 1 909, s.476. (376) O. Ergin, age., C. iV, s. 1 3 80.
1 13
vam etmeye ve böylece Batı kültürüne açılmaya başlamışlar dır (377). Erkek öğretmenler, giderek daha geniş biçimde, orta de receli okullara öğretici yetiştirme bölümü içeren Kız Öğret men Okullarına ders vermeye başlamışlardı. Erkek öğretmen ler, artık gerçek bir pedagoji kurumu haline gelmiş olan Er kek Öğretmen Okullarında geçerli yöntemleri kız öğrencile re vermeye çalışmaktaydılar. Bunların etkisiyle Dar-ül-mual limiit' ın programlan 1 9 1 4- 1 9 1 5 ders yılında önemli ölçüde de ğiştirilmiştir. Fen eğitimine daha büyük bir yer verilmiştir. Aynı dönemde, Kız İlköğretmen Okulu binaları içinde ayn bir Uygulama Okulu da açılmıştır (378). 1 9 1 4 'te üniversitede genç kızlara yönelik ilk dersler ve rilmeye başlandı. Bu dersler, kadınların haklarının öğretilme si, evrenbilim, bilimsel kavramlar, genel sağlık ve özel olarak da kadın sağlığı, tarih, ev bilgileri ve pedagoji gibi konulan ele alıyordu. Dersleri, erkek öğretmenler veriyor; bu da sert tepkiler doğuruyordu. İlkokul öğretmeni gereksiniminin gide rek büyümesi karşısında bu dersler, konulmalarından kısa bir süre sonra kaldırıldı. Ancak, kız öğrencilerin istekleri karşı sında Eğitim Bakanlığı aynı dersleri bu kez değişik bir biçim de yeniden koydu. Bakanlık, üniversite bünyesi içinde İnas Dar-ül-fünun adıyla özel bir kızlar bölümü açtı. Bölüm, üç yıl lık eğitim veren üç fakülteyi içeriyordu. Edebiyat, matematik ve doğa bilimleri. İlk yıl, Edebiyat Fakültesi'ne on iki, Mate matik Fakültesi 'ne dört ve Doğa Bilimleri Fakültesi 'ne de do kuz kız öğrencinin kaydı yapıldı (379). Bu iki bölüm, kız ve erkek bölümleri, çok geçmeden bütünleşecek; bu da başta (377) R. Uğurel, age., s. 79. (378) İbidem, s. 96-97. (379) A. Afetinan, age., s. 92.
1 14
Şeyhülislam Mustafa Sabri olmak üzere, sert protestolara ne den olacaktır. Bununla birlikte, öğretimin değişik düzeylerini ilgilen diren reformlar bütünü, bizi yanıltmamalıdır. Kadınların bü yük çoğunluğunun gerçekleştirilen ilerlemelerin çok uzağın da kalmaları yüzünden, bunlar mütevazı reformlar olarak ka lıyordu. Üstelik, Satı Efendi'nin de işaret ettiği üzere, eğitim kurumlarının sayısında görülen artış, öğretimin niteliğinin de yükselmesini her zaman birlikte getirmemekteydi. Gerçekten de, modern esinli kurallar ve yöntemler çok seyrek uygulanı yordu (3 80). Öğretmen okulları, bu pek az iyimser tabloda belki bir is tisna oluşturmaktadır. Dar-ül-muallimat'ların kız öğrenci sa yısı yıldan yıla artmakta, 1 9 1 6- 1 9 1 7 ders yılında 803 olan kız öğrenci sayısı, bir sonraki yıl 1 005'e ulaşmaktadır. Bu sayısı! gelişmeye koşut olarak, modern pedagojik yöntemlerin eği tim kurumlarında benimsenerek uygulandığını daha önce gör müştük. Bu öğretmen okullarından, yeni yöntemleri benim semiş, ulema sınıfının karşısında mesleksel bir dernekte ör gütlenmiş ve birkaç yıl sonra Mustafa Kemal'e Türkiye'de köklü bir eğitim reformu yapma olanağını sağlayacak olan kız ve erkek öğretmenler yetişecekti. Her ne olursa olsun, bir yüzyıla yakın süren arayış ve gi rişimler, Osmanlı İmparatorluğu'nda eğitim kurumlarını an cak çok kısmi olarak değiştirebilmişti. Gerçi tekçi eğitim sis teminin yerini alan ikili bir rejim kızlara yönelik öğretimde belli bir gelişme sağlamıştı. Ne var ki, elde edilen eser pek kı rılgandı; zira, medrese, kamu eğitimiyle işbirliği yapmak şöy le dursun, onu yok etmeyi amaçlıyordu. 1 9 1 8 bırakışmasının (380) Muallim. No: 1 9, 10 şubat 1 9 1 8.
1 15
belgelediği ve İslamcıların dinsizliğin bir sonuu olarak nite lediği yenilgi de, yukarıda da vurguladığımız gibi, bunca mo dernleşmeye ve eğitim alanında her türlü Batı öykünmecili ğine karşı olanların eline, etkin silahlar veriyordu. Onlar, kur tuluşu, ancak ve ancak geleneksel kuramlar çerçevesi dışına taşmayan reformlardan beklemekteydi. Falih Rıfkı Atay şöy le yazıyor: "Reform hareketlerine karşı kara bir gericilik doğ mak üzereydi. Hatta Ankara'da, 1 9 2 1 'de, Kemalist Eğitim Ba kanı 400 kadar medreseyi yeniden açıyor ve İslam dininin ru huna aykırı olduğu gerekçesiyle devlet; okullardan resim der sini kaldırıyordu" (38 1 ).
2- Osmanlı Kadını ve Hukuk İmparatorluğun hukukunu modernleştirmek için Tanzi mat'ın başından beri ortaya konan önemli esere rağmen, ya sama planında kadının lehine gerçekleştirilen reformlar mü tevazı olmuştur. Bu reformların incelenmesine başlamadan önce, köleli ğin kaldırılması için alınmış önlemlere kısaca değinelim. Na mık Kemal ve Ahmet Mithat gibi düşünce ve eylem adamla rının köle kadınların durumunu nasıl kınadıklarını anlatmış tık. Köle ticaretine karşı ilk fermanlar, beyazlar için Ekim 1 854, siyahlar için Şubat 1 857 tarihini taşımaktadır. Ne var ki bu belgeler, giderek daha titiz, daha ayrıntılı, belirgin hale ge len genelge ve yönergelerin art arda yayımlanmasının da ka nıtladığı üzere, pek az etkili olmuşlardır. Büyük Britanya ile 1 880'de imzalanan, ancak, l 889'da uygulanan sözleşme ardın dan, Türkiye'nin 1 890 Brüksel Konferansı'nın Genel Sözle( 3 8 1 ) F. R. Atay. agm., s. l .
1 16
mesi'ne katılışı, Afrika'da ve Kızıldeniz'de köle ticaretine kar şı eylemlerin zaten çok azalttığı köle ticaretinin ortadan kal dırılmasına doğru önemli, ikili bir aşama oluşturuyordu (382). Bu dönemde "az çok yasadışı" olarak yürütülen bu ticaret, ar tık, "bir kaçakçılık niteliğine dönüşür ve öyle işlem görür" (383). 1 908'den sonra, Osmanlı başkentinde ve merkezi ikti dara doğrudan bağlı illerde çok az sayıda köle vardı (3 84). XX. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı lmparatorluğu'nda kadının statüsü, Hanefi mezhebinin yorumladığı biçimiyle, şe riat kuralları tarafından belirleniyordu. Tanzimat döneminde ve Abdülhamit' in yönetiminde Batı etkisi, hukukun bazı dal larında kendisini kabul ettirmiş, bu da yasamayı Avrupa'nın pek çok yasasını ödünç almaya yöneltmiştir (385). Ne var ki, imparatorluğun gelenekçi öğelerinin baskısıyla, kişisel statü ve giderek kadın hakları ile ilgili ne varsa, bu Batı etkisinin dışında bırakılmıştı. Osmanlı yurttaşlar yasasının ya da Mecelle-i Ahkiim-ı Ad liye'nin hazırlanışı (386), liberallerle tutucular arasında sıkı bir savaşım alanı olmuştur (387). Ali ve Kabuli paşalar gibi birinci ler, aileye ilişkin hükümleri dışında Fransız yurttaşlar yasasının benimsenmesinden yanaydılar. Buna karşılık, Cevdet Paşa ile ikinciler, Şeriat'a dayalı, fakat modem gereklere uydurulumş doğrudan doğruya bir Osmanlı yasasının kaleme alınmasını öne sürüyorlardı. Tutucu görüş ağır bastı ve Cevdet Paşa başkanlı(382) R. Brunschvig, Abd maddesi, El (2) içinde, C. I, s. 3 8 . (383) G. Young, age., C. il. s. 1 72-206. (384) R. Brunschvıg, agm., s. 38. (385) H . Veldet, Kanunlaştınna Hareketleri ve Tanzimat, Tanzimat için de, age., s. 1 3 9-209; B. Caporal, age., C. il, s. 347-366. (386) G. Young, age., C. VI, s. l 70-446; M. R. Belgesay, Mecellenin kül li kaideleri ve yeni hukukun ana prensipleri, İstanbul, 1 950; M. Klıadduri ve H.B. Liebesny, Law in the Middle East (= Orta Doğuda Hukuk), Washington, 1 956, s. 292-308; S. S. Onar, La codification d'une partie du droit musulman (= İslam hukukunun bir bölümünün tedvini, AFDI içinde, No. 4- 1 954, s. 90- 1 29. (387) E. Engelhardt, age., C.I, s. 4 1 .
1 17
ğında kurulan bir özel komisyon Osmanlı özel hukukunu yaz makla görevlendirildi. Çok da az devrimci düşünceleri olan bu komisyonun çalışması, Şeyhülislam Hasan Fehmi'nin başını çektiği ciddi bir muhalefete yol açtı (388). Bu muhalefet, ardı arkası kesilmeyen manevralarla Abdalhamit'in bu özel komis yonu dağıtmasını sağladı. Komisyon o ana kadar özel hukukun yalnızca borçlara ve sözleşmelere ilişkin bölümünü kaleme al mış olduğundan, aile ve miras hukukunun düzenlenmesi böy lece önlenmiş oluyordu (389). Böylelikle, aile ve miras huku kunu içeren kişisel statü ile eşya ve mallara ilişkin statü arasın da, o zamana kadar fıkıhın tanımadığı fakat İslam hukukunda klasikleşecek olan bir ayırım yaratılmış oluyordu. Bu ayırım, borçlara ve sözleşmelere ilişkin Kuran hükümleri ve hadislerin aile ve miras hukukunu ilgilendirenler yanında çok daha az sa yıda olmalarıyla açıklanır. Bu birinciler, aynca, ahlaksal öğüt ya da kural niteliği de taşırlar. Dolayısıyla, İslam hukuku, bu ko nularda o zamanlar aynı dinsel niteliğe bürünmekteydi. Bu hu kuk, zaten, esas olarak hukukçularca meydana getirilmişti. Ai le ve miras hukukunu ilgilendiren sorunlarda, elini kolunu bağ lanmış hisseden yasa koyucu, böylelikle, bu hukuku değiştire bilecek, tedvin edebilecekti. Böylelikle, Tanzimat döneminde ve Abdülhamit' in hükümdarlığı sırasında bir çifte mevzuat ortaya çıktı. Çatlama, başlıca tedvin konusunda kendini gösterdi. Ted vin edilmiş yasalar dünyevi-laik mevzuat (39 1 ), edilmemişler de dinsel mevzuat olarak kabul edilmiştir. (388) B. Lcwis. Hasan Fehmi maddesi, El (2) içinde. C. I ll, s. 257. (389) E . Mardin. Medeni Hukuk Cephesinde Ahmet Cevdet Paşa, İstan bul. 1 946. (390) C . Chchata, Th�oric generale de l ' obligatioıı en droit hanefite (� Ha nefi hukukunda borçlar genci kuramı ). Pasi, 1 969, s. 47. (39 l) Geleneksel Islam hukuku bir yasa biçimi altında açıklanmaya elve
rişli değildir ve Avrupalı düşüncelerin etkisi altında gerçekleştirilmiş bir girişim olarak Mecelle, Müslüman değil. laik bir yasadır." (W. S. Heffening, Hanafıyya maddesi, El (2) içinde, C. l I L s. 1 67).
1 18
Bu çifte mevzuatın yürürlüğe konmasına koşut olarak i ki ayn yargılama sistemi de ortaya çıktı; mahkeme-i nizami yelerle laik mahkemeler ve mahkeme-i şer'iyye'lerle dinsel mahkemeler (392). Hem hukuk hem ceza mahkemeleri olan nizamiye mahkemeleri, kesin kurallarla düzenlenmiş ve 1 879'da da Adalet Bakanlığı'na bağlanmışlardı. İlke olarak da tedvin edilmiş laik nitelikli yasaların yorumlanması ve uygu lanması ile görevlendirilmişlerdi. Şeyhülislamın otoritesi al tındaki şeriyye mahkemeleri ise dinsel olarak kabul edilen ki şisel statüye ilişkin uyuşmazlıklara bakıyordu (393). Yargıla madaki bu ikileşme sayısız güçlüklerin kaynağı oluyordu. Her ne olursa olsun Tanzimat dönemi ve Abdülhamit'in hükümdarlığı, Türklerin yasalar ve yargı kurumları çerçeve sinde Avrupa uygarlığını özümsemek amacıyla başlattıkları ilk girişimleri beraberlerinde getirmişlerdir. Kadın hakları açısın dan ise bu girişimler, uygulamada sonuçsuz kalmışlardır. Jön Türklerin adaleti modernleştirme çabaları, kendile rinden önce gerçekleştirilenlerin uzantısı olarak ele alınır. Böylece bu çabalar, yasama reformu ve yargı reformu olmak üzere iki yönde gelişmiştir. Jön Türkler iktidar olunca, Osmanlı İmparatorluğu'nun hukuksal kurumlarını değiştirmekte duraksamıştır. Bununla birlikte imparatorluğu çağdışı mevzuattan kurtarma arzusun daki Batıcıların ve Türkçülerin etkisi ve baskısı ile hükümet, şer'iyye mahkemelerini adalet bakanlığına bağlayan 1 2 Mart l 9 1 7 tarihli Mahkemelerin Birleştirilmesi Yasası 'yla yargı sistemini yeniden düzenlemeye girişmiştir (394). (392) G. Young, age. , C. I , s. 1 69 sq: M. R. Belgesay, Tanzimat ve adliye teşkilatı, Tanzimat içinde, age., s. 2 1 1 -220. (393) Reform adım adım gerçekleştirildi . Osmanlı lmparatorluğu'nun ad li örgütü oldukça karmaşıktı. Ayrıntı için bkz. Savvas Pacha, Le Tribunal mu sulman (=lslam mahkemeleri), Paris, 1902, s. 56 vd. (394) Takvim-i Vekayi, No: 2840.
1 19
Yasamaya gelince, Jön Türkler kadınlara birçok haklar ta nıyan reformlar yapmışlardır. 1 9 1 1 'de yapılan bu reformların ilki, o zamana kadar da ima erkeğin lehine olan zina suçuna uygulanan cezalara iliş kindi. Ceza yasasının 1 88. ve 20 1 . maddelerinin görüşülme si sırasında, bazı mebusların kadınla erkeğin yasalar önünde eşit olmasını isteyen savunmaları üzerine mecliste hararetli tar tışmalar oldu (395). Meclis, yasanın 1 88 . maddesiyle, zina ha linde suçüstü yakaladığı kocasını öldüren karıya ceza görme me hakkını tanımazken, aynı durumda yakaladığı karısını suç ortağıyla birlikte öldüren kocayı bağışlanabilir saymıştı. Bu na karşılık 20 1 . madde kadını ve erkeği aynı ceza ile iki ay dan iki yıla kada hapis cezası ile cezalandırmaktadır. Madde aynca erkek için beş liradan 1 00 liraya kadar para cezası da öngörmekteydi. Bununla birlikte bu uslandırma cezası karı ya her durumda uygulanırken, kocanın cezalandırılmasında evlilik konutunda bir başka kadınla sürekli ilişkinin varlığı ko şulu aranıyordu. 1 9 1 5 'te, kadın lehine yeni bir hukuksal gelişmenin orta ya çıkışına tanık oluyoruz. Şeyhüislamdan (396) fetva alan pa dişah iki ferman ile karıya, kocanın evi terk etmesi ve evine bakmaması ve delilik, cüzzam ve vitiligo gibi üç ağır hastalık halinde, boşanma talebinde bulunma hakkı vermişti. Oysa o zamana kadar klasik Hanefi hukuku gereği, kadın ancak ko casının cinsel organdan yoksun kalması ya da fizyolojik ba kımdan iktidarsız bulunması durumunda evliliğin sona erdi(395) A. Pepin, L 'adultere en Turquie (=Türkiye'de zina). Correspondan ce d'Orient için de, No: 66, 1 9 1 1 , s. 5 5 1 . (396) Şeyh-ül-lslam'a yöneltilen soru ve onun yanıtı konusunda, bkz. R. Bouvat, Le Code familial ottoman de 1 9 1 7 (= 1 9 1 7 Osmanlı aile yasası), RMM içinde, XL!II, 1 9 2 1 s. 5-6. (397) Y. Linant de Bellefonds, Traite de droit musulman compare {=Kar şılaştırmalı İslam hukuku kitabı), C. il, Paris-LaHaye, 1 965, s. 474.
1 20
rilmesini isteyebiliyor ve sağlayabiliyordu (397). Bu Hanefi hukukunun kişisel statüsünde açılan ilk yara olmuştu. Osman lı yasa koyucusunun burada kullandığı yöntem, yargıca, daha önce geçerli olmayan ve bu nedenle de yasa gücünde bulun mayan yaratılmış bir kanıya dayanarak hükmünü vermesi yü kümünü getirmesiydi. Hukukun kadın lehine gelişiminin üçüncü gösterisi, ai leye ilişkin bir yasanın Hukuk-u Aile Kararnamesi 'nin (398) çıkarılmasıdır. Bu yasanın gerekliliği -yukarıda da gördüğü müz gibi- yasanın kaleme alınışında birçok ilkesinden yarar lanılan Ziya Gökalp tarafından ileri sürülmüştü. Ancak Ah met Şuayip, İbrahim Hakkı, Mansurizade Saip vb. gibi üni versite hocaları, Ahmet Cevat ve benzerleri de aynı gereklili ği savunmuşlardı (399). Bu aile yasası, Müslüman bir ülkede çıkarılan ilk kişisel statü yasasıdır. Girişim, Mecelle'nin ka leme alınışı öncesindeki ruh halinden tamamen başka bir ha vada gerçekleşti. Gerçekten, yasa koyucu, aileye uygulanan mevcut hükümleri bir yasal düzenleme içine oturtmakla ye tinmemiş, fakat yürürlükteki Hanefi hukukuna değişiklikler de getirmiştir. Yasa koyucu bu değişiklikleri, yalnızca görüş leri benimsemeyen Hanefi din bilginlerinden değil aynı za manda, el altından, başvurdukları öteki mezheplerin kuralla rından da derlemişti. Bütün mezheplerin aynı nokta üzerinde aynı öğretiyi paylaşması yüzünden bu son yöntemin işe yara madığı ortaya çıkınca, yasa koyucu "kabul edilebilirliğin is(398) Takvim-i Vekayi, No: 3046. Bu yasanın Fransızca çevirisi La loi pro visioire sur la famille (=Aile geçici yasası) başlığı altında, (İstanbul, 1 9 1 7), ve Revue de Turquie'nin 1 9 1 8 Ağustos ekinde yayımlanmıştır. Yorum için bkz: B. Louvat, agm., s. 5-26; Z. F . Fındıkoğlu, Essai sur la transformation du Code fa milial en Turquie (=Türkiye'de aile yasasının değişimi üstüne deneme), Paris, 1 936, s. 29-54. (399) Halide Edip (Adıvar), Ziya Gökalp, Vakit içinde, 24 Ekim 1 924 Ah met Cevat, age., s. 44.
121
tisnası" usulüne başvurdu. Biz burada, kısa ömürlü olması nedeniyle, bu yasanın kadına birçok avantajlar sağlayan hü kümlerini kısaca vermekle yetineceğiz. Önce, yasa gerekçesinin de dile getirdiği gibi, "kadının haklarını güven altına almak" amacıyla kamu otoritesinin ai le işlerine karışmasını not edelim (400). Oysa o ana kadar ev liliğe ilişkin tüm sorunlar, yalnızca dinsel makamları ilgilen diriyordu. Devletin müdahalesi, özellikle evliliğin bağıtlanma sında, belirleyici olacaktır. Evliliğin bağıtlanmasında, şeriatın da istediği iki tanık yanında, ayrıca bir yüksek memurun ya da özel olarak yetkilendirilmiş temsilcisinin varlığı şart koşul maktadır (mad. 37). Ayrıca evlenme ilanlarının daha önceden askıya çıkarılarak duyurulması da, evlenme işlemi için zorun lu koşul durumuna getirilmişti (mad. 33). Kız çocukların çok küçük yaşta evlendirilmelerine bir son vermek isteyen yasa, erkeklerin 1 8, kızların da 1 7 yaşını bitir meden evlenmelerini yasaklıyor, bu yasalar altında gerçek leşmeyecek evlilikleri yok sayıyordu (mad. 4 ). Bu yaşlar altın daki evlenmeler için yargıcın izni gerekiyordu (mad. 5-7). Zorla evlenmelere bir son vermek amacıyla yasa, onamı zor altında alınmış evlilikleri de yok sayıyordu. (Mad. 35). Yasanın en ilginç hükümlerinden biri Aile Meclisi'ne ilişkindi: "Eşler arasında uyuşmazlık ve anlaşmazlık çıkarsa, ta raflardan birisinin başvurusu üzerine yargıç, her aileye bir ha kem tayin eder ( ... ). Böylece oluşan Aile Meclisi savunma araçlarını gözden geçirir ve tarafları barıştırmayı dener. Ba rıştırmada başarı sağlayamazsa ve haksızlık kocada ise, bo şanma kararı verir. Sorumluluk kanda bulunursa gene boşan(400) La loi provisoire sur la famille (=Geçici ale yasası), age., s. 5 .
1 22
ma kararı verilir; ayrıca karının çeyizinin tamamını ya da bir kısmını geri vermesi kararlaştırılır. Hakemler görüş birliğine varamazlarsa, yargıç ya yeni bir hakem meclisi oluşturur, ya da taraflarla akrabalık bağı bulunmayan üçüncü bir hakem ta yin eder. Bu yeni hakemlerin vereceği karar kesindir ve itiraz edilemez." (Mad. 1 30). Bu maddenin genel anlamını, karısını tek yanlı olarak bo şama hakkını tek başına kocaya veren İslam hukukunun hüküm leriyle karşılaştıracak olursak, bunun, kadının yararına gerçek bir hukuksal kazanım olduğunu kabul etmek zorundayız. Za ten yasanın gerekçesi de bu konuda yeteri kadar açıktır: " Bu Aile Meclisleri ( . . . ) kocaların sahip olduğu evliliğe son verme hakkına sahip olamamanın büyük sıkıntısını çeken Türk kadınına yardım edecektir" (40 1 ). Buna karşılık yasa, çokkarılılığa karşı içtenlikle bir tep ki getirmemiş, hatta, tersine, onu bir anlamda yasallaştırmış tır. Bununla birlikte yasa çokkarılılığın uygulamada sınırlan dırılması amacıyla, kadına, evlenme bağıtlanırken, kocasına karşı, bir başka kadınla evlenmeyeceği, eğer evlenirse bunlar dan kendisinin istemeyeceği bir evliliğin dağıtılabileceği şar tını ileri sürme hakkını tanımıştır (Mad. 32). Bu yasayı hazırlaması için kurulan hukuk komisyonu, çokkarılılığın, açık ve net olarak reddi ile Kuran'ın cevaz ver diği üzere kabulü arasında çok duraksadı. Yasa, sonuçta, çok karılılığı kabul etmekle birlikte uygulamasını fiilen olanaksız kılmaya çalışmış görünmekte, bunun için de "yuvasının için de bir kumaya müsaade etmeyeceği doğal olan kadın psikolo jisine bel bağlamaktadır" (402). Dinsel saiklerden bağımsız olarak komisyon, bu çözümle, çokkarılılık lehinde demogra( 40 ] ) !bi deın,
s.
l 8.
(402) Z. F . Fındıkoğlu,;ıgc.,
s.
3 8 ).
1 23
fik nitelikli bir gerekçeyi hesaba katmak istemiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun tanıdığı sayısız savaşlardan sonra Türk ka dın nüfusu erkek nüfusa göre çok daha kalabalıktı. İlk karının karşı çıkmaması halinde çokkarılılığa müsaade etmek, bir an lamda, dengenin yeniden kurulması demek değil miydi? Çokkarılılığın sınırlandırılması, açıktır ki, İslamcıların çok şiddetli muhalefeti ile karşılaştı. Bir tek örnek vermek ge rekirse, fıkıh profesörü Sadreddin Efendi Sebil-ür-Reşat'ta şöyle yazıyordu: "Kuran'a ve geleneğe göre açıktır ki, birinci karının rı zası, ikinci evlilik için göz önüne alınamaz. Buna karşın bu nu bir ön koşul sayıp bu muvafakati istemek, hiçbir noktada uygun olmayan bir tutumdur; hiçbir biçimde İslam hukuku ile bağdaşamaz ve ancak keyfi ve geniş bir yorumdur" (403 ) . Buna karşılık, yasa, Batıcıları ve Türkçüleri tatmin etmek ten uzaktı. İkdam'da çıkan bir makalenin şu bölümü buna ta nıktır: "Aile ve kadın konusunda gerçekten çok ciddi bir buna lım geçiriyoruz ( . . . ) . Eğer biz, XX. yüzyılda bu bunalımı, ai leyi böylesine kötü ve yetersiz usuller üzerine kurarak çöze bileceğimizi iddia ediyorsak, ulusumuz sağlam temeller üzerinde yükselemeyecektir." (404) Bu yasanın ömrü daha önce de belirttiğimiz gibi çok kı sa sürdü. Gerçekten, Osmanlı aile hukuku hükümlerinin, ay rıcalıklı kişisel statülerini ve yargılamalarını ortadan kaldıran mahkemelerin birleştirilmesi yasası hükümlerinin kendi aleyh lerinde olduğunu hisseden imparatorluğun dinsel azınlıkları, İstanbul 'u işgal eden İngiltere ve Yunanistan hükürnetleri nez(403) Sebil-ür Reşat, No.: 330, 1 3 3 3 ( 404) Aktaran Z. F. Fındıkoğlu, 'Aile hukukumuzun tedvini mesele s ' i için de, İstanbul, 1 944, s. 72.
1 24
dinde girişimde bulunuyor ve daha 1 9 1 9 'da bu iki yasanın kaldırılmasını sağlıyorlardı. Böylece, görülüyor ki, hukuksal planda kadının lehine en küçük önemdeki bir girişim bile başarısızlıkla sonuçlanmış tır. Gelecek, kadın için karanlık görünüyordu. Zira, Osmanlı İmparatorluğu'na dayatılan onur kıncı Bırakışma'dan sonra, İslamcıların Batı-karşıtlığı ve şeriat düzenini bütünü ile yeni den kurma kararlılığı, giderek güçlenecekti. Hatta, Kemalist ler arasından bir Konya mebusu, l 920'de, Türkiye Büyük Mil let Meclis'i kürsüsünde elinde Kuran'la şöyle haykırmıştır: " Elimizde şu kutsal kitap dururken kendi kendine yasalar ve kurallar koyduğunu iddia eden bu Meclis'in bir parçası olmak artık benim için önemli değildir." (405)
3 Osmanlı Kadını ve Aile -
Hukuk, yaşanan gerçeği, her zaman, olduğu gibi yansıt madığı için Kemalist devrim öncesi dönemde Osmanlı ailesi nin somut evriminin ve bu aile içinde kadının durumunun ne olduğunu yakından görmek gerekir. Türk ailesinin taşralılık ya da etnik nedenlerden, kentsel ya da kırsal olmadan gelen sayısız gerçeklikler yüzünden ne kadar çeşitlileştiğini bilmiyor değiliz. Bununla birlikte pek çok ortak çizgi, ona ortak bir görünüm de kazandırdığından, biz burada söyleyeceklerimizi kentsel aile ile, özellikle, büyük kent ailesi ile sınırlı tutacağız. Ancak, Türk ( 406) ve Avrupa lı (407) yazarların bir bölümü tanınmış betimlemeleri, bu ai(405) F. R. Atay, agm . . s. 1 . (406) ! . Orga, Portrait ofa Turkish Famille (=Bir Türk ailesinin portresi), Londra. 1 950; Halide Edip (Adıvar), Memoirs (=Anılar), Londra, 1 926; Alie Ha noum, Les musulmanes contemporaines (=Çağdaş M üslüman kadınlar), Paris, 1 894; Y. H. Bayur, Türk İnkılabı tarihi, age., C. il, s. 441 -443, 448-452.
1 25
le hücresi hakkında bizi geniş biçimde bilgilendirdiği için, bu konu üzerinde fazlaca durmak niyetinde de değiliz. Kırsal ai leye gelince, bu bölümde ondan özel olarak söz etmeyeceğiz. Bu aileye ilişkin ayrıntılı monografi çalışmalarının elimizde olmaması bir yana, bu ailenin evrimi bugün bile Anadolu'nun bazı bölgelerinde öylesine yavaştır ki, halii Osmanlı dönemin deki gelişme ile garip biçimde benzerlik gösterir. Bu nedenle kırsal aileyi daha ilerde inceleyeceğiz. Aile hakkındaki yasanın gerek hukuksal planda, gerek zihniyetler üzerinde herhangi bir etki gösterecek zamanı ol madığı açıktır. Bu yasanın çıkarılması, öte yandan, yukarıda da gördüğümüz gibi, çok sayıda Türk yazarının kınadığı bir aile bunalımının varlığına da tanıklık etmekteydi. Yasa, yal nızca başkentin ve büyük kentlerin belli çevrelerine ulaşabi liyordu. Bu bakımdan, Türk ailelerinin çok büyük çoğunluğu, geleneksel Müslüman ailesi tipine uyan bir yapıdaydı. Bu ge leneksel aile, yönetim açısından ataerkil, soydanlık açısından da babadan oğula soy zincirini sürdüren bir aileydi. Osmanlı ailesinde ataerkillik sistemi, babanın ailenin tüm bireyleri üzerinde ve ailenin malları üzerinde mutlak otorite si ilkesine dayanıyordu. Boyutları açısından Osmanlı ailesi tipi, "geniş aile" tipi ne karşılık veriyordu. Bu geniş aile, aile başkanından başka ka rısını ya da karılarını ve evlenmemiş çocuklarını, evli erkek ev latlar ve onların karılarını ve onların çocuklarını ve muhteme len evli erkek torunlarla, karılarını ve onların çocuklarını içeri yordu. Bu ailenin konutu babanın oturduğu yerdi ve aile başka nının yetkileri tüm aile bireyleri üzerinde geçerliydi. Gelenek ler çerçevesinde bu yetkilere hiçbir sınırlama getirilemiyordu. Bu, temelde ailelerarası birlik olarak algılanan evlilik (407) Lady Montagu, Lettrcs sur la Turquie (=Türkiye üzerine mektuplar), Paris, 1 822; G. Dorys, La femme Turquie (=Türk kadını), Paris 1 902; C. White, age.
1 26
açısından özellik taşıyordu. Aile başkanı çouklarının hatta to runlarının evlenmesine tek başına karar veriyordu. Aile baş kanı 'bu işi' genel olarak belli kurallara saygılı biçimde yeri ne getirirken, eşin seçilmesi işinde, girişimi kansına bırakı yor, o da 'bu işi' çok bilinen ve tanınan bir kişiye, görücü'ye tevdi ediyordu (408). Bilindiği üzere bu tür uygulamalar, da ha Tanzimat döneminden beri kınanmış ve eleştirilmiştir. Aile başkanının, malvarlığı üzerindeki otoritesinin mut lak ve bölünmez olduğunu da ekleyelim. Miras yasalarının ai le bireylerine paylar verilmesini hükme bağlamasına karşın, malvarlığı uygulamada bölünmezliğini koruyordu. Gerçekten, malvarlığının korunması, aile için mutlak bir gereklilikti. Böylelikle, başkanın otoritesi altında Osmanlı ailesi, tür deş bir hücre oluşturuyor, dinsel yasalara dayalı olduğu için de, aynca sağlamlık kazanıyordu. Osmanlı ailesi tipinin aynı zamanda erkek evlada dayalı bir aile olduğuna değinmiştik. Soydanlığın erkek evlat zinciri içinde izlenmesi, bilindiği gibi, erkeğin kadına üstünlüğü ilke sini pekiştirir, ya da daha doğrusu, erkek evlat esas alınarak ve onun lehine ailenin örgütlenmesi ilkesini temellendirir. Demek ki altsoyluk tek çizgisel ve babadan oğula nite likteydi. Çocuklar, babanın kan hısımlığı grubunun üyesi idi ler ama, ananın kan hısımlığının üyesi değillerdi. Çocuklar ba baya aitti ve tek yanlı boşama halinde bile anne, ancak çocuk ların çok küçük yaşta olma halinde onlara bakabiliyordu. Evliliğe gelince, o, bir çeşit özel sözleşme, bir çeşit hiz met alışverişi, değiş-tokuşu idi. Ona bir altsoy vermesi için, (408) ' ' Görücü' ' , nişanlıyı ve ailesini evleneceği kız hakkında bilgilendi ren aracı kadındır. Ahmet Hikmet, Haristan ve Gülistan, Hüseyin Cahit, Hayat ı Muhayyel adlı romanlarında görücüden uzun uzun söz ederler. T. Menzel de Osmanlı göreneklerinin bu özel noktasına Der lslam dergisinde bir not ayırmış tır, (1, 1 91 0, s. 205-237).
1 27
kocasının ailesine girmenin karşılığı olarak, kadın besleniyor ve bakılıyordu. Kendi bakımından ev ve yönetiminin giderle rine katılmaya bile hakkı yoktu. Gerçekten kadın evlilik ön cesi edindiği tüm malların ve evlendikten sonra edinebilece ği her türlü malın mülkiyetini korumaktaydı. Bir sözleşme olarak evlilik feshedilebilirlik özelliğiyle belirmekteydi, ya da daha doğrusu, kocanın tek yanlı iradesiyle karıyı boşaması nın bağıtlanmasıydı. Bu boşama, bazen sanıldığı kadar sık kullanılmayan bir yoldu ve art arda bir çokkarılılığın kayna ğıydı (409). Gördüğümüz üzere çokkarılılık, erkek için aynı zamanda bir hak idi. Bununla birlikte, XVI. yüzyılda J. Pale.r ne " Türklerde çokkarılılığa karşı belli bir tiksinmeyle birlik te temiz bir aile yaşamı " bulmaktadır. Yazar, eklemektedir: " Birden çok karısı olan çok az erkek var" (4 1 0). Lady Mon tagu da iki yüz yıl sonra, başkentin varlıklı çevreleri için ay nı gözlemi yapacaktır (4 1 1 ). Z. F. Fındıkoğlu da, XX. yüzyı lın başlarında çokkarılılığın "giderek daha az uygulandığını" gözlemlemekte, "törelerin etkisiyle bir kenara bırakıldığını" yazmaktadır (4 1 2) . Kadın evlenmekle, kocasının ailesinde yaşamak için ken di ailesini terk ediyordu. Birçok bakımlardan o, burada bir ya bancı olarak kalıyordu. Kocasının ailesiyle bütünleşmesi ço(409) Z. F . Fındıkoğlu şöyle der: "Yugoslavya Müslümanlarının aile ya şamına ilişkin bir incelemede bulduğumuz bazı rakamlar hiç de ilgiden uzak de ğildir. Söz konusu olan, eskiden Osmanlı topraklarının bir parçasını oluşturan Bos na-Hersek eyaletidir. 1 906 yılı için evlenmeler sayısı 7690, boşanmalar sayısı ise 8 1 1 'dir. ! 927'de bu sayılar, sırasıyla 8.604 ve 1 .584 olacaktır." Essai sur la transformation . . . age., s. 1 6. ( 4 1 0) J. Paleme Peregrinations (=Uzungeziler), Lyon, 1 606, s. 96. ( 41 1) Montagu şunları yazar: ' 'Yüksek kademeden bir erkeğin bu çokka rılıhk hakkını kullanması ya da soylu bir aileden gelen bir kadının kocasının, bu haktan yararlanması, pek sık örnekler değildir." O bunlardan bir tekini, Maliye Nazırını tanımıştır, ancak o da "bir çapkın ya da bizim sefih olarak niteleyebi leceğimiz biridir." (age. s. 234). (41 2) Z. F. Fındıkoğlu, age., s. 26.
1 28
cuklan sayesinde mümkün olabiliyordu. Kısırlık en büyük ku sur doğuruyordu; bir kadın için kısırlık hiç istenmeyecek en kötü durumdu. Gerçekten, her şeyden önce çoğalmak ve üre mek için evleniliyordu; evliliğin temel amacı buydu. Sevgi, bir olasılıkla, sonradan doğuyordu. Koca, önce karısına değil, ona verdiği çocuklara bağlanıyordu. Kocasına çocuk vereme yen kadın daha çok babasının evine gönderilirdi, ya da koca sının ikinci bir kadın almasını kabul etmeliydi. Böylece Os manlı kadını için bir çocuğun doğması ona önem kazandıran, değer verdiren ve güvenlik getiren büyük bir olaydır. Ataerkil ve babadan oğula niteliği ile Türk aile yaşamı, bireylerinin birbirleriyle ilişkilerini sıkı biçimde düzenleyen tutarlı bir mantığın egemenliği altındaydı. Kocanın bir altsoyu bulunması yetmiyor, aynca bu altso yun kendisinden olduğundan emin bulunması gerekiyordu. Eşinin anneliğinin her türlü kuşkudan uzak olması, koca için çok büyük bir önem taşıyordu ve bu yüzden genç kızın evli liğe bakire olarak ulaşması gerekiyordu. Bundan başka karı kocasını hiçbir zaman aldatmamalıydı, zira zina, aileye yaban Ci bir kanın bulaşması tehlikesini taşımaktaydı. Evli kadın, böylece erkeklerin bakışlarından kaçınma lıydı. Bir yabancının onu görmemesi gerekiyordu. Görünce onu arzu edebilirdi. Böylece ortaya zina tehlikesi, sonuç ola rak da soydanlığın, altsoyun karışması tehlikesi çıkıyordu. Za ten her namuslu erkek, kendi eşi olmayan kadınların yanında belli bir çekinme ve saygı duyuyordu. Karısı, annesi, bacısı olmayan bir kadınla konuşmayı göze alan bir erkek bunu, uzak mesafeden gözlerini yere eğerek ve çabucak yapmalıydı. Bu nun dışındaki her tavır, onun kötü niyetli olmasından kuşku lanılması tehlikesini doğururdu. Kadına gelince o, namusunu doğruluğu ve iffeti üzerine 1 29
dayandırıyordu. Kadın bunu korumalıydı, bunun için de çok aşın bir içedönüş ve çekinme tavrını benimsemeliydi. Bu tu tum giderek bir ortadan silinmeye götürüyor, dinsel kurallar da bu silinmeyi kutsallaştırıyordu. Dinsel kuralların kutsallaş tırdığı bu süreç, iki kurum aracılığıyla işlemekteydi; bunlar dan biri, kadının tümüyle eve kapatılması, öbürü de çarşaf giy mesiydi; bunlar öteden beri imparatorluk içinde devletçe dü zenlenmiş kurumlardı. Bu konuya ileride yeniden döneceğiz. Eve kapatılmış kadınlar, üstelik ev içinde de ayn yaşıyor lardı. Gerçekten cinslerin ayrılığı, haremlik sisteminin daha da güçlendirdiği, kabul edilmiş bir yasaydı. Bu kadınlar ma� hallinde, kadınlar, aile anasının otoritesi altında yaşarlardı. Haremliğin tamamlayıcısı da ' erkekler mahalli' demek olan selamlıktı. Evlerin mimari yapısı da kendisini bu yaşam biçi mine uydurmuştu. Bununla birlikte, XIX. yüzyılın sonların da, bu tip evler giderek daha az yapılıyordu (4 1 3) ve A. Vam bery, konut konusunda Türklerde "Batının ahlakına ve alış kanlıklarına doğru güçlü bir eğilimin belirdiğine" işaret et mektedir (4 1 4) . Gerçekten evlerde cinsler ayrılığını sağlayan bir başka sistem var olabiliyordu; bu da erkeklerin toplandı ğı, kadınların hele genç kadınların giremeyeceği misafir oda sı sistemidir. Erkekler zaten gönüllü olarak evin dışında yaşıyordu. Er. kek 'dışarının kişisi' ise kadın da buna karşılık ' içerinin kişi siydi'. Onun ömrünün geçtiği yer, yuva idi. Sözcüğün etimo lojik anlamında kadın varlığı, eviyle bir arada düşünülebilir di. Ev yalnızca kadınlara özgü bir alandı ve bir erkeğin onlar arasında dolaşması hiç uygun karşılanmıyordu. (4 1 3 ) S. Dirks, La famille musulmane Turquie (=Müslüman Türk ailesi), Paris-LaHaye 1969, s. 45, not. 1 . (4 14) A. Vembery, La. Turquie d'aujourd'hui et d'avant quarante ans, (=Bugünün ve kırk yıl öncesinin Türkiyesi), Paris, 1 898, s. 14.
1 30
Ancak erkek evine karşı kayıtsız değildi. Ev ona aitti. O evine bağlıydı; fakat evi ayakta tutan kadındı. Otoriteyi elin de tutan ve tüm gereksinimleri karşılayan erkek yöneten, ev içi yaşamı düzenleyen de kadındı. A. Ubicini şu gözlemi ya pıyor: " Basit bir bağımlılık ve saygı ödeviyle kocasına bağlı olan kadın, evin içinde egemence hükmediyordu. İçeride tek yöneten oydu, çocukları o yetiştiriyor, hizmetçilere o emredi yordu." (4 1 5) Türk evlerinde her şey kadınla erkeğin temasını önlemek üzere düzenlendiğinden, kadınla erkek arasındaki alışveriş bundan olumsuzca etkileniyordu. Böylece erkeğin dünyası ile kadının dünyası arasında çok küçük bir diyalog, bir iletişim vardı . Karşı cinsler arasında her türlü söz alışverişi üzerinde gerçek bir toplumsal-dinsel sansür vardı. Eşler arasında cin sel ilişki ve dar anlamda ev işlerini ilgilendirenler dışında her hangi bir ilişki bulunmaması seyrek bir durum değildir. Bunu gözlemleyen Ali Kemal şöyle diyor: "Mahrem ve sıcak, gerçek bir aile yaşamı yoksunluğu, Türk erkeğinin en büyük kusurlarından ve şanssızlıklarından biri, belki de en büyüğüdür. Bizim toplumsal yeteneklerimi zin çözülme nedenlerinin başında işte bu yoksunluk gelmek tedir." (4 l 6) Gördüğümüz üzere, bu geleneksel aile tipine karşı tepki ler giderek büyümüş ve belli çevrelerde bir bunalımın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Değişik çözümlemeler yapmakla bir likte İslamcılar, Batıcılar, Türkçüler bunu kınamakta birleşi yorlardı. Yukarıda daha önce değindiğimiz tanıklıklara bir de, l 907'de Paris 'te Türk ailesi üstüne la erise en Orient (=Doğu368.
(41 5) A. Ubicini, La Turquie actuelle (=Bugünkü Türkiye) , Paris, 1 855, s. (4 1 6) Aktaran M . Taşçıoglu, age., s. 4 1 .
131
da Bunalım) adlı Fransızca bir inceleme yayımlayan Ahmet Rıza'nın gözlemlerini de ekleyelim. İncelemenin başlığı bile onun gözünde bunalımın kazandığı boyutlara dikkati çekiyor du. Aynı dönemde, Le Play 'in izleyicisi ve " İttihat ve Terak ki Komitesi"nin karşıtı " Teşebbüs-i Şahsi ve Ademi Merke ziyet Birliği"nin kurucusu Prens Sabahattin de Türk ailesin den söz ederken onu " sarsılmış aile" olarak niteliyordu (4 1 7). Bu bunalımın büyüklüğünü somut olarak kavrayıp değer lendirmek bizim için güçtür. Bununla birlikte, bu bunalımın üzerine oturduğu değerlerin de geçerliğinin tartışılması hiçi minde ortaya çıktığı kesindir. Başkaları yanında, Hüseyin Rah mi Gürpınar'ın romanlarından ortaya çıkan budur. Daha ön ce de belirttiğimiz üzere bu romanlar, başkent ailelerinin ya şamlarının dikkatli biçimde gözlemlenmesinin meyveleriydi. Bize zamanının yakıcı toplumsal sorunlarının derin bir çözüm lemesini vermekteydi. Ömer Seyfettin' in öyküleri için de ay nı şeyler söylenebilir (4 1 8). Yetenekli büyük öykücü Ömer Seyfettin, genellikle mo dern Türk düzyazısının başlatıcısı olarak tanınır. Halkın ah laksal eğitimi, kadının durumu yapıtlarında önemli bir yer tu tar. Bu yapıtlarda Osmanlı ailesinin yaşadığı bunalıma getiri len aydınlatmaya katkıda bulunan çağdaşlarının en az ele al dıkları temaları görelim: İlk olarak Ömer Seyfettin'in yapıt ları aracılığıyla kendini ortaya koyan aile ahlakının, temelde bir ahlak olduğu göze çarpmaktadır. Öykülerinden yalnızca biri, Pamuk İpliği, ayrıcalık taşır. Bu, önemlidir: çünkü bazı Türk erkeklerinde dine dayalı olanların yerini alan yeni bir de ğerler merdiveninin ortaya çıktığını göstermektedir. ( 4 1 7 ) Les Turcs et le Progrcs (==Türklerve İlerleme), Revue des Deux Mon des içinde, dizi iV, 1 905, s. 443-448. (4 1 8) A. C. Yöntem, Ömer Seyfeddin ( 1 884- 1 920). İstanbul. 1 947; S . Eri şenler, agc.; T. Alangu, Ömer Seyfettin, Ülkücü bir yazarın romanı, Ankara, 1 952; A. Bombacı, age .. s. 382-384.
1 32
Ömer Seyfettin' in yapıtlarında aşk, geniş bir yer tutar. Fa kat o aynı zamanda şunu da belirtir: " Türk erkeklerin çevre sinde aşk, kesinlikle yasaktır. Aşk, bir cehennem makinesi, bir bomba, bir dinamit kutusu kadar yasaktır." (4 1 9) . Devlet (420), din (42 1 ), aile ( 422) ve kadınların kendileri (423 ), bu yasağa herkes katılır. Hatta gençlerde aşkın çiçeklenmesine en şid detle karşı çıkanlar, bizzat kadınlardır ( 424). Ömer Seyfettin' e göre bunun sonucu olarak, bu tutum sürdükçe evlilikler; asıl ilgililerin hiçbir biçimde yer almadığı gerekçelerle gerçekle şen birlikler olacaktır. Böylece, der yazar, evlilik bir piyango dur ( 425). Kadına gelince, o hayvanlar dünyasında erkeğin di şiye karşı takındığı tavrın aynısını benimseyen kocanın bir zevk aracı olmaya indirgenmiştir (426). Buna karşılık, yazar, çokkarılılığı bilmemekte, tanıyamamaktadır (429). Bu, çok karılılığın o dönemde yaygın olmadığının bir belirtisi değil mi dir? Ömer Seyfettin, özellikle Horoz'da (428 ) alaya aldığı ata erkil aile tipine karşı gerçekten hoşgörüsüzdür. Aile evinde cinslerin ayrılması da onun gözünde bağışlan ma bulamaz. Harem ( 429) adlı öyküsünde bu ayrılık, ailenin korunmasının bir aracı değil, bir sürü ahlaksızlıkları gizlemek için bahanedir, sözde nedendir. Çarşaf giyilmesini de kınar. (4 1 9) Aşk Dalgası, İstanbul, 1 964, s. 9. (420) İbidem, s. 1 0- 1 2. (42 1 ) lbidem, s. 16. (422) lbidem. s. 1 4. (423) lbidem, s. 1 3- 1 4. (424) lbidem, s. 1 3 ; Gizli Mabet, İstanbul, 1 926; Bahar ve Kelebekler, ls tanbul, 1 963. ( 425) Aşk Dalgası, s. 1 6. (426) Tema, Tarih ezeli bir tekenürdür'de işlenmiştir. 'Dalga' içinde, İstanbul, 1 943, s. 4-2 1 . (427) S . Erişenler, age., s . 25. (428) Yüksek Ökçeler içinde, İstanbul, 1 945, s. 6-1 1 . (429) ilk Düşen Ak içinde, İstanbul, 1 945, s . 48-53.
1 33
Özellikle Eleğimsağma (430) adlı öyküde, çarşaf giymemek için başkaldıran genç bir kızın ruhsal durumu betimlenir. Ömer Seyfettin'in bize sunduğu Türk kadını, belini bü ken, onu bunaltan tüm olumsuzluklara, kötülüklere karşın, olumlu, ciddi bir eş (43 1 ), örnek bir annedir (432). Sonuç olarak geleneksel Osmanlı ailesi, bütünlüğü için de bu saldırılara hedef olur. Bu aile, getirip dayattığı hiyerar şide ve cinsler arasında düzenlediği ilişkilerde çağdışıdır; dün ya görüşünde ve eğitici işlevinde aşınmış, yozlaşmıştır; mo dern gerçeklere uyum sağlamakta yeteneksizdir. İşte bu ne denledir ki üyelerinin serpilip gelişmesine engel; topluma ve ulusuna zararlı olduğu için mahkı1m edilir. Oluşum halindeki modern bir dünya ile yüz yüze gelen Türk ailesinin durumu nu yansıtan bu eleştiriler -bir kez daha belirtelim ki- temelde imparatorluğun özellikle başkentin kültürlü çevrelerinden ge len kadın-erkek ilişkileriyle sınırlı bir grup Türk'ün işi idi. Bu nunla birlikte bu eleştiriler, eğitimde sağlanan ilerlemeler ve mütevazı da olsa kadının çalışma dünyasına girişi ile giderek güçlenip gelişmiştir. 4- Osmanlı Kadını
ve
Çalışma
Osmanlı İmparatorluğu'nda, kadınların tanıdığı sınırlı toplumsal yaşam üzerinde erkekler büyük ekonomik ve siya sal ilişkiler kurmuşlardı. Üretim ve yaratım görevleri hemen tümüyle erkeklere verilmişti. Eğer ev içinde harcanan emeğin ekonomik nitelikleri olduğu reddedilirse, gerçekten kentlerde Türk kadınının erkeğin maddi bağımlılığı altında yaşadığı ve (430) Mahcupluk İmtihanı içinde, İ stanbul, 1 943, s. 43-7 1 . (43 1 ) S . Eri�enler. age., s. 28-30. (432) lbidem, s. 36-37.
1 34
ülkenin ekonomik etkinliğine pratikte hiç katılmadığı haklı olarak ileri sürülebilir. Bu durumu, Namık Kemal l 867'de, da ha önce andığımız " Terbiye-i Nisvan hakkında bir layiha" ad lı yazısında belirtiyordu. Yazar burada, Osmanlı İmparatorlu ğu' nda nüfusun yalnızca yarısının (erkeklerin) üretici, buna karşılık öteki yarısının (kadınların) yalnızca tüketici olmakla yetinmesinden yakınıyordu. Bununla birlikte bu alanda, üstelik Tanzimat döneminden çok önce, bazı istisnalar vardı. Örneğin kimi kadınlar ticaret hane sahibiydiler. Nitekim, Kanuni Sultan Süleyman dönemin den kalan fermanlar, kadınların çamaşırhaneler işletmekte ol duklarını ya da köle ticaretiyle uğraştıklarını göstermektedir (433). Yine, evden eve dolaşıp kumaş, işleme, mendil vb. gi bi çeşitli mallar satan işportacı kadınlar da vardı. Bundan başka Anadolu 'nun kimi küçük kentlerinde, Tür kiye 'de daima başarılı olmuş bir aile tipi zanaat dalında, halı cılıkta çalışmaktaydılar. Kadınlar yünü yalnızca eğirmek, bo yamak ve yıkamakla kalmıyor, Batı 'da bile ünlü olan Türk ha lılarını dokuyorlardı. Kemalist devrimin hemen öncesinde, İz mir bölgesinde 1 280 tezgahta 4 780 kadın çalışmaktaydı (434) Aydın'da 3600 tezgahta 1 1 000 kadın halı dokuyordu (435). Uşak'ta 4000 kadın işçi 1 500 eve dağılmıştı (436). Konya ilin de ise 1 8000 kadın işçi vardı (437). Bu küçük ticaret ve zanaat dünyası yanında, sanayi de ka dın emeğine çağrıda bulunuyordu. Bazı maden ocakları uzun (43 3 ) Hicret'in 978. yılında çıkarılan bir ferman: " Erkekler bu çamaşır hanelerde toplanıp yakışıksız durumlara meydan vermemektedirler. Vakıfların ve sultanın çamaşırcılannın bundan böyle kadınlara çamaşırhane vermeleri ya saklanmıştır. " (434) C. H. Lorenz, age., s. 1 6. (435) İbidem, s. 2 1 . (436) RMM., i l , 1 907, s . 54. (437) RMM., III, 1 907, 279.
135
zamandan beri kadın işçiler çalıştırmaktaydı. Maden çalışma ları el zanaatlan örgütlenmesiyle çok zor bağdaşabildiğinden bu alanı düzenlemek amacıyla özel fermanlar çıkarıldı; arşiv lerde, bu konuya ilişkin xvı. yüzyıl başından kalma ferman lar vardır. Değerli madenler ele geçirme isteği yarattığından, ocakları olduğu kadar, taşınan malı da yolda eşkıyanın saldı rılarına karşı korumak gerekiyordu. Tirebolu ve Giresun ma denlerine ilişkin bazı fermanlar kendilerine saldırabilecek hay dutlara karşı kadın işçilerin korunmasını buyuruyordu (438). XIX. yüzyılın ikinci yansı boyunca Osmanlı İmparator luğu, gerçek sanayi işletmelerinin doğuşuna ve özellikle bü yük kentsel merkezlerde bir proletaryanın oluşumuna tanık ol muştur. Bu işçiler arasında kadınlar vardı. 1 864'te G. B. Per rot, Bursa'da gezdiği bir dokuma tezgahında " 1 00 kadar ka dın işçinin çalıştırıldığını" bildirmektedir (439). l 897'de İs tanbul Kibrit Fabrikası'nda çalışan toplam 2 01 işçinin 1 2 1 'i ni kadınlar ve genç kızlar oluşturuyordu (440). Meşrutiyet yönetimi altındaki Osmanlı lmparatorlu ğu'nda, o arkası gelmeyen savaşlar boyunca, erkeklerin yeri ne çalışmak üzere kadınlar, giderek daha yoğun biçimde fab rikalara girmişlerdir. Böylelikledir ki, Adana ve Urfa çorap fabrikalarında kadın işçi sayısı artmıştır; nitekim, bu sonun cu birimde Urfa'da çalışan kadınların sayısı I OOO'i aşıyordu (441 ). Hereke, Karamürsel, İstanbul 'da Eyüp Sultan dokuma ları önemli boyutlara varan kadın emeğine dayanıyordu. He reke 'de yüzlerce kadın işçi çok uzaklardan gelerek çalışıyor(438) A. Le Genissel, L'ouvrier d'industrie en Turquie, {=Türkiye'de sa nayi işçisi), Beyrut, 1 948, s. 25-26. (439) G. B. Perrot, Souvenirs d'un voyage en Asie Mineure (=Anadolu' da bir geziden anılar), Paris, 1 964, s. 72. Osmanlı lmparatorluğu'nda sanayinin ta rihi ve doğuşu üstüne, bölüm Vl'daki not 1 'e bkz. (440) L. Erişçi, Türkiye ' de işçi Sınıfının Tarihi, lstanbul, 1 95 1 , s. 7 . (44 1 ) C. H., Lorenz, age., s. 2 1 .
1 36
du (442). 1 9 1 3 'te, dokuma sanayiinin bütününde el emeğinin %50'den fazlasını kadınlar ve çocuklar karşılamaktaydı. Bu oran, ipek sanayiinde %95 'i buluyordu (443). İleride ele alacağımız kadın dernekleri çerçevesinde biç ki yurdu gibi, biçki ve dikiş çıraklık merkezlerinin kurulma sına da değinelim: Buraya girip bir meslek edinen kadınlar konfeksiyon atölyelerinde kolayca iş bulabiliyor, özellikle göç eden Rum ve Ermeni kadın işçinin yerine işe giriyorlardı (444). Bu dernekler, ( 1 9 1 2 'de 30.000 TL sermayeli bir anonim or taklık olan) Kadınlar Eşya Pazan gibi gerçek işletmeler bile kurabilmişlerdi. Anadolu'da şubeleri de bulunan bu girişim, özellikle çamaşır ve asker giysisi dikiyordu (445). Kırsal dünyada da kadınlar durumlarında 'büyük altüst oluşlar' gördüler. Köy kadınının ekonomik yaşama gelenek sel katılımı sorununa girmeksizin, burada, şuna değinmek ge rekir: Büyük sanayi ürünleri yetiştirilmesindeki gelişme, ka saba ve köylerde bir emek istemi ortaya çıkardı. Geniş ölçü de kadın emeği çalıştıran bazı tarımsal işletmeler arasında: Ka radeniz ve Marmara kıyılarıyla İzmir bölgesindeki tütün iş letmeleri; o dönem iki bölgede, Adana ve İzmir bölgelerinde yoğunlaşmış bulunan pamuk işletmeleri; Menteşe, Aydın ve İzmir bölgelerinde kuru yemiş üretimi için yapılan üzüm ve incir yetiştiriciliği sayılabilir (446). Kadınlar, bu endüstriyel tanın ürünlerinin dönüştürül mesi işletmelerinde de çalışıyorlardı. Kuru incir ve üzüm ha zırlama, tütün ve pamuğu elden geçirme atölyeleri birçok böl(442) M. Taşçıoğlu, age., s. 45-46. (443) L. Erişçi, age., s. 1 3 . (444) R . Uğurel, age., s . 1 00- 1 0 1 . (445) C. H . Lorenz, age., s . 1 6. (446) !. A. Waismann, L'economie rurale en Turquie (=Türkiye' de kırsal ekonomi), RE! içinde, IV. 1 928, s. 546-555.
1 37
gede artmıştı. Bu üretim birimlerinde kadın emeği önemliy di. Tütün hazırlama atölyelerinde işçilerin yandan çoğu ka dınlardan oluşuyordu (447). Çalışma yasaları ekonomik yaşamın tanıdığı gelişmeyi hiç de izlememişti. Geçen yüzyıllar boyunca teknik ve ahlak sal oluşumlarını sağladıkları loncalarda iyice çerçevelenmiş bulunan emekçiler eski lonca kurallarının yerini bir iş sözleş mesine dayalı bir statünün almasıyla kendilerini, devlet ve sa nayi şirketleri karşısında sık sık yalnızlık içinde bulmuşlardır. Endüstriyel etkinliğin özel alanlarında, emekçilerin yazgısını yavaş yavaş iyileştirmek için Tanzimat döneminden beri, bir çok kararnamenin çıkarılmış olduğu gerçektir (448). Jön Türk lerin hükümetine gelince, dernekler ve grevler konusunda hiç de liberal olmayan yasaları çıkardıktan sonra (449), toplum sal nitelikli bir dizi yasalar ve bir iş yasası hazırlamaktaydı. Ne var ki, bu yasalar gerçekleşmeyecekti. Hükümet, bu ara da, Tanzimat dönemindeki gibi yalnızca sanayinin belli kesim lerini kapsayan kararnameler çıkarmakla yetindi. Bu tür ka rarnamelerle, örneğin, uzaktan gelip çalıştığını belirttiğimiz Hereke fabrikalarında, kadın işçiler için özel yatakhaneler ya pılması öngörülüyor, günlük çalışma süresinin 1 5 saati aşma sı yasaklanıyor, yıllık ücretli izin ilkesi getiriliyordu (450). (447) L. Erişçi, age., s. 1 3 . (448) Nitekim ' ' 1 948' de çıkarılan bir kararname ile Zonguldak v e Ereğli kömür havzalarında çalışmayı düzenlemiştir ( . . . ). Kararname, işçilere parasız sağlık yardımı yapılmasını öngörüyor (madde 30), işyerinde yatakhane ve ko ğuşlar yapılmasını buyuruyor, ücretleri saptayarak dinlenme zamanlarını düzen liyordu. (449) "Bu yasa, birinci olarak kamu yararına çalışan girişimlerde meslek sel birlikler kurulmasını, ikinci olarak da buralarda grev yapılmasını, kesin bi çimde yasaklamaktadır" Nedjide Hanum, La legislation ouvriere de la Turquie contemporaine, (=Çağdaş Türkiye'nin işçi Yasaları), RE!, içinde, il. 1 928, s. 234236. (450) M. Taşçıoğlu, age., s. 45-65.
138
Demek ki, Kemalist devrimden önce bir bölümünü ka dınların oluşturduğu bir işçi sınıfının doğuşu vurgulanabilir se de, kabul etmek gerekir ki, hükümetlerin kaygılan hiç de bu sınıfın çalışma koşullarının gerçek bir iyileştirilmesi doğ rultusunda olmamıştı. Peki, bugün üçüncü sektör denilen kesimde durum neyı. d"') Uygun bir eğitim almış bulunan pek çok kadının ebelik, öğretmenlik, hemşirelik gibi meslekleri yürüttüklerine daha önce değinmiştik. Fakat "eski önyargılan yenmede en çok kat kısı olan, kadınların ( ... ) kamu yönetimi, bankalar ve mağaza lardaki rolleri oldu. Büyük Savaş 'ın getirdiği toplumsal düzen de Türk kadını egemen bir yer elde etmekte, eski geleneklerin pek az hazırlamış göründüğü bir rol oynamakta gecikmemiş tir" (45 1 ) Kadın emeğine ilk gereksinim duyan kamu kurulu şu PTT yönetimi oldu. PTT'yi Maliye Bakanlığı örgütü izledi (452). Bazı kadınlar, kentleri temizlemekle görevli belediye iş çilerininki gibi nankör görevleri bile kabul ettiler (453). Bu nunla birlikte Türk kadını meslek olarak asıl öğretime yönel miştir. Bu alandaki etkinliği ve etkisi giderek sürekli artmıştır. Balkan savaşlarından sonra bazı ilkokulların ve hatta idadiye'le rin müdürlükleri kadınlara verilmiştir. Eğitim Bakanlığı, Na hiye Hanım, Nezihe Muhittin Hanım, Sadiye Hanım, Hatice Hanım gibi bayan müfettişler bile atamıştır (454). Ne var ki, savaşın bitmesiyle kamu hizmetlerinde çalışan kadınların işlerine son verme eğilimi ağırlık kazandı. Basın, onların görevlerinde bırakılmalarını isteyen bir çağrı yayım.
(45 1 ) J. Castagne, age., s. 1 63 - 1 64. ( 452) T. Taşkıran, age .. s. 40. (453) İbidem. (454) R. Uğurel, age.. s. 1 0 1 - 1 02.
1 39
!adı ( 455). Burada, kadınların sağladığı hizmetler sıralanıyor, Birinci Dünya Savaşı' nın zor yılları boyunca o değişik mes leklerini nasıl, yetkinlik ve yeterlilikle yürüttükleri anlatılıyor du. Türk Yurdu, "ekonomik yaşamda kadınlar erkeklerden daha büyük şevk ve dirençle çalışıyorlar" diyordu (456). Bu çağrılara pek kulak verilmedi ve işten çıkarmalar ardı ardına çoğaldı ; ancak genelleşmedi. Nitekim 1 920'de. İstanbul'da Galata Osmanlı Bankası hala sekreter olarak kadın, Ziraat Bankası 'nda 7 genç kız, elektrik ve tramvay şirketinde 2, te lefon şirketinde ise 48 kadın çalışıyordu (457). 5
-
Toplumsal Yaşamda Osmanlı Kadını
XX. yüzyılın başlarına kadar kadının Osmanlı toplumun da - özellikle kentsel toplumda - silik bir yeri vardı. Toplum yapısı, giderek daha belirgin biçimde cinslerin ayrılığı üzeri ne oturuyordu. Öyle ki iki ayrı dünya söz konusuydu. Her şey den önce erkeğin dünyası kamusaldı, kadının dünyasıysa özel di, mahremdi ve ailenin içinde yer alıyordu. Hemen tümüyle eve kapatılıp çarşaf giymeye mahkum edilen kadın, küçültül müş bir evrenin içine sıkıştırılmıştı. Bu nedenle de, onun top lumsal yaşamdaki rolü önemli ölçüde sınırlanmıştı. Kuran 'da, yalnızca, peygamberin karılarına zorunlu kılı nan çarşafı simgeleyen sözcük, hicab 'dır (458). Ne var ki, çar şaf giyme adeti zamanla özgür konumdaki tüm Müslüman ka dınlara yayıldı. İslamlığın yayılmasıyla da Arabistan'da ve tüm Dar-ül-İslam'da (459) kendini kabul ettirdi. Osmanlı lm(455) Tasvir-i Etkar, 12 Eylül 1 9 1 9. RMM., 38-39, 1 920. s. 228-229. (456) Türk Yurdu, No. 6, 1 330, s. 2392. (457) OM. !., 1 92 1 , s. 695. (458) Kuran, 33/53.
1 40
paratorluğu'nda çarşaf giyme adeti kent kadınlarının tümün ce benimsenmiş, kırsal alan kadınlan ise çok daha düşük bir ölçüde bu fıdeti izlemiştir. Aile yaşamına ayırdığımız bölüm de belirtilen nedenlerden dolayı, burada kırsal kesim kadınla rını ele almayacağız. Kentlerde devlet, kararnameler ve polis önlemleriyle ka dınlan çarşafgiymeye zorunlu tutuyor, bu alanda bazen işi çar şafın biçimini ve kalınlığını belirtmeye kadar bile vardırabi liyordu (460). Kadınlar, yasanın öngördüğü cezalardan kurtulmak için çarşaf giymek zorundaydı. Bununla da yetinilmeyerek, kadı nın ev dışına çıkışlarını düzenlemek için ardı ardına ferman lar çıkarılıyordu (46 1 ). Ancak, bunca sık yinelenmelere bakı lırsa,yalnızca başkenti ilgilendiren bu kararlara her zamatı (459) C. Chelhold, Hidjab maddesi, El (2) içinde, C. lll, s. 371 . .. (460) Her dönemde çıkarılmış sayısız fermanlar bunu kanıtlar. Orneğin. kadının süslenmesinin aşın bir beğeni düzeyine vardığı 1 8 . yüzyılın Lale Dcv ri'nde, ince ve saydam kumaştan çarşa f ve vücudun biçimine tam uyan açık-sa çık ferace giyilmesini yasaklayan yeni bir ferman çıkarılmıştır. Durumun arzu ettiği hızla değişmediğini gören padişah, yeni bir ferman çıkardı bu kez İstanbul kadısına ve Yeniçerilere bizzat müdahale etmelerini buyuruyordu . Buyruk ku rallarına uymayan kadınların çarşaf ve feraceleri alınacak, gerekirse, bir başka bölgeye sürülebilecekti. Çıkarılan üçüncü bir ferman ise, daha da katı ve sen hü kümler getiriyor, bu yasaklara uymayan çarşaf ve feraceler dikmeye devam eden lerin dükkanlarının önünde asılacaklarını öngörüyordu. (M . Taşçıoğlu, age., s. 1 9-20). (46 1 ) Öneğin, Sultan 1. Ahmet döneminde ( 1 604- l 6 1 7) çıkarılan 1 6 1 0 ta rihli bir buyruk. kadınların, içinde erkeklerin de bulunduğu bir kayığa binmesi ni yasaklıyordu. 1 9 1 3 tarihli bir başka ferman ise belli mağazalara gitmelerini. belli eğlenme ve dinlenme yerlerine gidip gelmelerini suç sayıyordu. Tarihçile rin anlattıklarına göre ili. Osman ( 1 754- 1 757) kendisinin saraydan çıktığı hafta nın üç günü kadınların sokağa çıkıp dolaşmalarını yasaklamıştı. Zorunlu olarak çıkmak durumunda kalınırsa. yüzlerini kalın, kara bir çarşafla örtmeye özen gös tereceklerdi. Bu yasağa uymayanlara ağır para cezaları öngörülmü�tü. il!. Os man "dan sonra gelen !il. Mustafa ( 1 757- 1 77 3) daha da ileri gitti . Tüm kadınla ra. her ne biçimde olursa olsun kente çıkma yasağı koydu. Bununla birlikte. bu katı yasaklama. yeterli olmasa da zamanla gevşemiş, yumu�amıştır. Ancak, IV Mustafa'nın ( 1 807- 1 808) çıkardığı yeni bir ferman kimi yasaklamaları tazeleme gereğini duymuştur.
141
uyulmadığı gibi yasaklamaların da katı biçimde uygulanma dığı düşünülebilir. Tanzimat döneminde bu önlemlerde belli bir gevşeme görülmekle birlikte, yetkili makamlar, ramazan sırasında es ki kararların buyruk ve yasaklamalarını anımsatmayı bir gö rev biliyorlardı. 1 867'de gazeteler aşağıdaki duyuruyu yayım lıyordu: "Kadınlar yalnız ve ancak Sultan Ahmet, Laleli ve Şeh zadebaşı camilerine gidebilecek, bunlar dışında hiçbir büyük camiye gidemeyecektir; namaz sırasında bu camilerde yalnız ca ve yalnızca hizmetliler bulunabilecek, hiçbir erkek içeri alınmayacaktır. Kadınlar, bir iftar çağrısı için bir yerden bir yere giderken, kalabalık yerlerde durmaksızın ve orada bura da gezinirken, vakit yitirmeksizin önlerine bakarak yürüyecek lerdir" (462). İlgintir ki bu dönemde erkekler de hizaya çağrılmış, ken dilerinden, kadınlara karşı gerektiği gibi davranmaları isten miştir (463). Abdüihamit'in saltanatı ile birlikte kadının dış yaşamı ye niden sıkı biçimde düzenlenmiştir (464 ). Levant Herald gaze tesinde çıkan şu haber bu gelişmeye tanıklık etmektedir: "Maj esteleri Sultan' ın buyruğu ve Şeyhülislam'ın tale bi üzerine, Danıştay ' ın olurunu alan İçişleri Bakanlığı, Müs lüman kadınların giyecekleri giysilerin niteliğini ve nasıl ha reket etmeleri gerektiğini belirleyen kurallar koymuştur. Ge nel yerlerde ve işlek caddelerde görünmek ve ziyaretler yap mak Müslüman kadınlara yasaklanmıştır. Polis memurları en (462) E. Z. Kara!, Osmanlı Tarihi, age., s. 282-283. (463) T. Taşkıran, age., s. 29. (464) R. Bulut, İstanbul kadınlarının kıyafetleri ve i l . Abdülhamit'in çar şatl yasaklaması, BTTD., içinde, No: 8, 1 968, s. 34-36.
1 42
büyük uyanıklığı göstermeye ve kurallarda öngörüldüğünden daha ince bir çarşaf giymeye cüret eden bir kadın görür gör mez, tutanak tutmaya çağrılmışlardır. Tutanak, kurallara kar şı gelen kadının adını ve kuralları çiğnemenin tüm ayrıntıla rını içerecektir; tutanak İçişleri Bakanlığına ve Polis Müdür lüğü 'ne iletilecektir. Bundan başka Müslüman kadınlara ara bayla ya da yaya olarak Beyazıt, Şehzadebaşı ve Aksaray semt lerine gitmek, oralarda gezinmek, Kapalıçarşı'ya girmek ve dükkanlara girip oturmak yasak edilmiştir. Bu kuralların çiğ nenmesi halinde, karşı gelenler, ceza yasasının 254. maddesi uyarınca kovuşturulacaktır, kullanılan arabanın sürücüsü de kadın gibi cezalandırılacaktır. Bunlara ek olarak, Müslüman kadınların genel yerlerde gruplar halinde toplanmaları kesin likle yasaklanmıştır. Bu tür bir grubu gören polis, kadınlara dağılmalarını emretmekle yükümlüdür. Bu dağılma çağrısı, gruptaki en yaşlı kadına, yanındaki öbür kadınlara yöneltile cektir. (Tüzüğün son bölümü, erkeklerin genel yerlerde kadın lara karşı nasıl davranmaları gerektiğine ilişkindir). Herhan gi bir erkek bir kadına laf atar ya da işaret ederse, ceza yasa sının 202. maddesi uyarınca cezalandırılacaktır." (465) Bununla birlikte, polisin yetkilerine karşın, özellikle gi yim kuşam alanında adetler gevşemeye başlamıştı. Bu konu da Lois Rambert şunları yazmaktadır: "Müslüman kadınların oldum olası giydikleri ferace ve çarşafın biçimi, sonuç olarak, öylesine değişmiş bulunuiyor ki, bunların harem gelenekleriyle bağdaşması zordur. Entari ye benzeyen çarşaflar, kolsuz olarak dikilen feraceler iyi ah lak kurallarına uygun olmayan bir model üzerine biçilmekte dir. Ve başörtülerle yemeniler, saçları olduğu gibi gösterecek ( 465) Levant Herald, 1 5 Ağustos J 89 1 , Aktaran A. Afetinan, L 'emancipa tion de la femme Turquie, Paris. 1 962, s. 35-36.
143
kadar incedir. Kimi kadınlar, işi askerler gibi ceket ve manto giymeye kadar vardırmaktadırlar. Çarşaf giyme çağındaki genç kızlar, İslamın yasaklarına aykırı urbalar içinde apaçık gezip dolaşmaktadırlar. Bunun uzun süre hoşgörülemeyeceği belliydi. Nitekim bir Padişah iradesi, kadınlara, dinin ilkele rine uygun biçimde giyinmelerini buyurmuştur. Bu iradeyle, buyruklara karşı gelecek kadın ve kızlarla birlikte kocaların da, ana ve babaların da sert biçimde kovuşturulacakları" du yuruluyordu (466). Ne var ki, şu anlamlı satırlardan da anlaşılacağı gibi, hiç bir 'baskı' kar etmiyordu. 1 894 tarihli bir ticaret yıllığı, İstar'ı bul'da Avrupa giysileri satan "Galata Tring" Beyoğlu'nda " Le Bon Marche" ve " Meyer", Bahçekapı'da "Orozdibak" gibi yabancıların ve "Mustafa Şamlı " "Macit Mehmet Kara kaş " , "Selanik Bonmarşesi", " Şişman Yanko" gibi Türk uy rukluların birçok mağazası bulunduğunu göstermektedir. Özellikle bu sonuncuların müşterisi Türk kadınlarıydı. En azından şunu kabul etmek gerekirdi ki, salon yaşamında Av rupa modasına göre yaşayan bir sınıf doğmuştu. Bu işletme ler karlı iş yaptıklarına göre, bu sınıf oldukça önemli boyut lardaydı (467). Aslında kadınlar, sokaktaki giyim kuşamını düzenleme ye yönelik devlet müdahalelerine da açıkça karşı çıkmaya baş lamışlardı. Örneğin Rasime Hanım, yayınladığı bir yazıda şöyle diyordu: "Gerçek dürüstlük ve gerçek ahlak, kamuoyunu kadın ların evde kalmasını, oradan dışarı çıkmamasını, çıkınca da (466) L. Rambert, Notes et impressions de Turquie. L'Emprie Ottoman so us Abdül-Hamid ( 1 895- 1 905), (= Türkiye' den notlar ve izlenimler, Abdülhamit saltanatı altında Osmanlı lmparatorlugu), Cenevre-Paris, 1 926, s. 279. (467) M. Taşcıoglu, age., s. 22.
1 44
dikkatle örtünmesini istemeye yöneltmemeli, asıl kurtarıcı ve aydınlatıcı düşüncelere hizmet etmelidir." (468) Böylece, sarayın, ulemanın ve kamuoyunun bir bölümü nün biçimciliğine karşın, Abdülhamit dönemi kadının top lumsal yaşama katılımı doğrultusunda, belli bir gelişme gös termiştir. Oriyantalist ve Türkolog A. Vambery bu gelişmeyi doğrulamaktadır: " Karanlıkçılığın bulvarları olan haremlerin kadınları da önemli ölçüde değişti. Evet! Yineliyorum, Türkiye'de kadın ların güncel yaşamı, bana kalırsa şu son 40 yıl içinde tümüy le dönüşmüş bulunmaktadır." (469) Belli bir iyimserliği dile getiren bu sözler, başkentin ka dın nüfusunun bütününü değil, fakat onun varlıklı ve gelişmiş bölümünü ilgilendirmekteydi. Gene de belli, hissedilir bir de ğişikliğin kendini kabul ettirdiği bir gerçektir. Meşrutiyet döneminde bu değişiklik daha da yoğunlaşa rak ilerleyecekti. 1 908 devrimi, çarşaf giyme adetine karşı ilk kez ciddi gediklerin açılmasına neden oldu. Nitekim, çarşaf larını boyunlarına saran ve Avrupa modasına göre giyinen ka dınlar ve genç kızlar, bazen ufak tefek olayların çıkmasına y ol açsalar da İstanbul başta olmak üzer� bazı kentlerin cadde lerinde gösteriler düzenlediler (470). 1 91 2 'de, Yunanlıların işgal ettiği Selanik'ten gelen bin lerce göçmen 'dönme' belli İslam geleneklerinden oldukça uzakta bulunduğu için, Avrupa modasına öykünmesini daha da belirgin bir biçimde yoğunlaştırmıştır (47 1 ). Birinci Dünya Savaşı 'yla birlikte, çarşaftan kurtulma ha(468) İbidem, s. 23. (469) A. Vambery, age., s. 32. (470) RMM., XII 1 9 1 0 , S . 3 14-3 1 5. (47 1 ) M. Hartmann, age., Aktaran: RMM., X, 1 9 1 0, s. 29 1 .
145
reketi yeni boyutlar kazandı. Çalışmak durumunda kalan Türk kadını artık daha pratik biçimde giyinmeye başladı. Çarşaf ile peçenin yerini çene altında düğümlenen başörtüsü aldı. Bu dönüşüme kuşkusuz tepkiler olmuyor değildi. 1 908 'de çıkarılan polis emirnameleri, kadınlara, çarşaf ve uygun ka dın giysileri giymek zorunda olduklarını anımsatıyordu. 1 9 1 O'dan itibaren hükümetin tutumu, yukarıda da gördüğümüz gibi İsmail Gaspıralı'nın tepki ve öfkesini uyandıracak dere cede sertleşti. 1 9 1 7 Eylül 'ünde polis İstanbul duvarlarına şu duyuruyu astırdı: " Son aylarda başkent sokaklarında utanç verici modalar görülmektedir. Tüm Müslüman kadınlan eteklerini uzatma ya, korse giymekten sakınmaya ve kalın bir çarşaf giymeye çağrılmaktadır. Bu emirnamenin buyruklarına uymaları için onlara azami iki gün süre tanınmıştır." Ne var ki zaman değişmişti. Bu afiş canlı bir ajitasyona yol açtı. Üst düzey yöneticileri duruma elkoyarak bazı polis me murlarının yersiz gayretkeşliklerini kınamak zorunda kaldılar. Başkent İstanbul' un duvarlarına bu kez de şöyle afişler asıldı: " Genel müdürlük, yaşlı geri kafalı kadınların bir alt gö revliyi kandırarak, Miislüman kadınların eski modaya geri dönmelerini emreden bir duyuru yayınlatmış olmasından mü teessirdir. Bundan önceki emirnamenin geçersiz olduğu du yurulur" (472). Giyim kuşamda, ev içinde daha az baskı altında bulunan kadın, ev dışına çıkışlarında da, bazı yeni özgürlükleri kullan maya b'lşlayacaktır. Ancak İstanbul 'da yeni yeni işlemeye baş layan tramvay ve vapurlarda, hala kadınlar için ayrılmış özel bölümler vardı. Örneğin Boğaz'dan karşıya geçen ya da İstan(472) J. Melia, Mustafa Kemal au la renovation de la Turquie (=Mustafa Kemal ya da Türkiye 'nin Yenileştirilmesi), Paris, 1 929, s. 47.
1 46
bul 'u Adalar' a bağlayan bir vapura bir çift bindiği zaman ka dınlara ayrılmış olan güverte salonlarına gitmek üzere kadın, eşinin kolundan ayrılıyor ve kocasına ancak yolun sonunda va purdan inerken dönebiliyordu. Ancak daha sonralan, güverte de eşlerin birlikte seyahat etmelerine müsaade edilecektir (473). Bununla birlikte kocalarının yanında sokağa çıkan, on larla birlikte tiyatroya ya da benzeri gösterilere, eğlence yer lerine giden kadınlar tek tük görülmeye başlamıştı. Özellikle Başbakan Fuat Paşa'nın, karısıyla birlikte Tokatlıyan Ote li'nin kahvesinde bir masaya oturması olay olmuş, üzerinde çok yorum yapılmıştı (4 74 ). l 9 l 7'de, üstelik çarşaf da giymiş olan karısıyla Büyükada'da bir otelin salonunda bulunan bir adam, buradan kovulmuştur (475). Gene bu dönemde, ilk kez bir Türk kadını, tiyatro sahne sine çıktı. O zamana dek kadın rollerine, aksanları düzgün olan Ermeni kadınlar çıkıyordu. 1 9 1 8 'de İstanbul Darül-Bedayi 'ine staj için birkaç Türk kızı kabul edildi. bunlardan Jale takma adıyla Afife Hanım l 920'de Kadıköy Tiyatrosu'nda oynanan bir piyeste rol aldı. Bu girişim Müslüman ahlakına aykırı bu lunduğundan, Afife Hanım mahkemeye verildi. Tiyatronun çok etkili adanılan araya girerek yargılanmadan ancak kurtul du. Afife Hanım 1 92 l 'de sahneye yeniden çıktı, çok da başa rılı oldu, ne var ki Şehremaneti'nden gelen bir emir, sahneye çıkmasını yasakladı. B ir Müslüman kadını sahnede gösteri yapamazdı. Nitekim Kemalist döneme kadar Dar-ül Bedayi, Müslüman hiçbir kadına rol vermedi (476). (473) A. Afç.tinan, age., s. 46. (474) H. Z. Ulken, Türkiye'de Kadın Hayatının Tekamülü, Ankara, 1 967, s. 1 27. (475) F . Psalty, L'emancipation de la Femme Turque (=Türk Kadınının Kurtuluşu), İstanbul, 1 935, s. 1 2 . ( 476) R. A. Sevengil, Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu, C . !., Meşrutiyet Ti yatrosu, İstanbul, 1 932, s. 303-3 1 1 .
1 47
Meşrutiyet dönemi, aynı zamanda Osmanlı lmparatorlu ğu'nda kadın derneklerinin doğuşuna da tanık olmuştur. İlk kadın dernekleri -Batı 'da olduğu gibi- hayırsever amaçlarla ku rulmuş ve yetkin kadınlarca yönetilmişlerdir. Bu derneklerin en eskisi, 1 908'de Fatma Aliye'nin kurduğu Cemiyet-i lmda diye'dir. Derneğin başlıca amacı, yardım ve özellikle Rumeli cephesinde savaşan askerlere kışlık giysi sağlamaktı (477). 1 9 1 2 'de Besim Ömer Paşa' nın desteğiyle, Hilal-i Ahmer Ha nımlar Merkezi kuruldu (478). Ancak derneklerde örgütlen meden önce Türk kadınlan, 1 874'te kurulan ve l 908'de Kızı lay'ı doğuracak olan Malul ve Hasta Askerlere Yardım Cemi yeti'nin de üyesiydiler. Hilal-i Ahmer Hanımlar Merkezi'nin başlıca görevi, Balkanlardan gelen göçmenlere ve savaş ye timlerine yardım etmekti. Burada dul ve yetimler korunuyor, eğitiliyor, kendilerine iş sağlanıyordu. Bunlar arasında Esir geme Derneği, Nezihe Muhittin' in kurduğu Donanma Cemi yeti Hanımlar Şubesi vb. dernekler, bu dönemde aynı amaç lar için kurulmuştur (479). 1 9 1 3 'te Nuriye Ulviye' nin kurduğu Kadınlar Dünyası adlı bir de yayın organı olan Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Der neği gibi kadın haklarını savunmak, ya da 1 909'da Halide (477). C. Ca�.a. Tarih Boyunca Harp ve Kadın, Ankara, 1 947, s. 36-37. (473) Besim Omer Paşa, Hanımefendilere Hilal-i Ahmer' e Dair Konferans, İstanbul, tbd., s. 78. (479) Bir Kızılay yıllığı, kadın derneklerinin bir listesini vermektedir. Yu karıda adı geçenlerden başka bu listede şu derneklere rastlıyoruz: istihlak Milli Kadınlar Cemiyet-i Hayriyesi, Şişli Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniyesi ( 1 9 1 4), Biçki Yurdu ( 1 9 1 4), Bilkes Ailelere Yardımcı Hanımlar Cemiyeti ( 1 9 1 5), Türk Ocağı ( 1 9 1 6), Bilgi Yurdu ( 1 9 1 6), Kadıköy Fakirperver Hanımlar Cemiyeti ( 1 9 1 7), İslam Kadınları Çalıştırma C�miyeti ( 1 9 1 7), Himaye-i Etfal Cemiyeti ( 1 9 1 8), Muallimler Cemiyeti ( 1 9 1 8), Usküdar Biçki Yurdu ( 1 9 1 8), Musiki Mu hibbi ( 1 9 1 8), Asri Kadın Cemiyeti ( 1 9 1 8) , Amerikan Koleji Talebeleri Türk Me zunları Cemiyeti ( 1 9 1 8), (Osmanlı Hilal-i Ahmer Hanımlar Cemiyet-i Merk��i yesi tarafından tertip edilen takvim, lstanbul, 1 9 1 9, s. 199). Bu liste, eksiktir. Or neğin Selanik Şefkat Derneği, Edirne Hizmet-i Nisvan, Şehit Ailelerine Yardım Birliği gibi dernekler burada yer almamaktadır.
1 48
Edip (Adıvar)' ın kurduğu Taiil-i Nisvan gibi kadınlara toplum sal yaşamda uyum sağlamada yardım etmek gibi amaçlarla ku rulmuş daha pek çok kadın derneği vardı. Bunlardan, Müda faa-i Hukuk-u Nisvan pek çok konuda kamuya, açık tavırlar almakta tereddüt etmedi. Örneğin, Telefon Kumpanyası'nın kadın işçi almayı reddetmesi karşısında başarılı bir savaşım verdi, gene, kadın olduğu için uçağa alınmayan Belkıs Ha nım' ın sorununu içtenlikle destekledi. Taal-i Nisvan'a gelin ce, erkek ve kadınların katılımıyla tartışmalı oturumlar, kon feranslar düzenleyen ilk derneklerdendi. (480) Nihayet, Osmanlı İmparatorluğu'nca imzalanan Bırakış ma da, yurtsever amaçlı pek çok kadın derneklerinin kurul masına yol açmıştır. Bunlara daha ilerde değineceğiz. Konuyu toparlamak için diyebiliriz ki, Birinci Dünya Sa vaşı 'ndaki yenilgi, İslamcıların etkisini güçlendirmiştir. Onla ra, kadının toplumsal yaşamda edinmeye başladığı yeri daralt maya yönelik etkin biçimde müdahale etme olanakları sağla mıştır. Sadece en tutucu eğilimlerin temsilcisi olanlar değil, pek çok gazete, değerlerdeki gevşeme ve çözülmeyi kınamaya ko yulmuştur (48 1 ). "Din", diyordu Vakit, "ahlakın en sağlam desteklerinden biridir. Dinsel cahillik gibi, dine karşı kayıtsız lık da, Osmanlı İmparatorluğu'nun geçirmekte olduğu bu de ğerler bunalımından geniş ölçüde sorumlu tutulmalıdır" (482). İşte Şeyhülislam, bu bunalıma çare bulmalı ve kamu ahlakının kalkındırılması için özel bir komisyon kurulmalıydı (483).
6- Osmanlı Kadını ve Politika Kimi dönemlerin ayrıksı durumları dışında, kadının top(480) B. Onger, Atatürk Devrimi ve Kadınlarımız, İstanbul, 1 965, s. 88. (48 1 ) Bkz., örneğin, Tasvir-i Efkar, 2 7 Ağustos 1 9 1 9. (482) Vakit, 28 ve 29 Ağustos, 2 Eylül 1 9 1 9. (483) Tasvir-i Efkar, 27 Ağustos 1 9 19, Türk Dünyası, 3 1 Ağustos 1 9 1 9.
1 49
lumsal ve ekonomik yaşamdaki yerinin ne denli önemsiz ol duğunu gördükten sonra, Osmanlı kadınının siyasal yaşam daki rolünden söz etmek, olmayacak bir şey gibi gelebilir. Bundan herhangi biçimde pay almamış olmakla birlikte, Os manlı kadını politikada tümüyle yok değildi. Burada, kocalarının, oğullarının zihinlerine egemen ol mayı başarmış kimi kadın sultanların oynadığı rollerden söz etmeyeceğiz. Dönemi açısından bizi ilgilendirdiği için yalnız ca oğlu Abdülmecit üzerinde Valide Sultan Bezm-i Alem'in sahip olduğu, devleti de etkileyen mutlu etkinliği anımsat makla yetinelim (484). Bu, kendine özgü düzeyde istisnalar bir yana, ancak 1 908 devrimi sonrasında ve onu önceleyen birkaç yıl içinde, kimi kadınların, siyasal etkinliklere katıldıkları görülür. Gerçekten de Türk kadını, Meşrutiyet hareketine yabancı olmamış, bu büyük özgürleşme açılımına özveriyle katılmıştır. "Onlar", diyor M. Tinayre, " İttihat ve Terakki Komite si'nin isimsiz, görülmez ve sadık mesajcıları haline gelerek, bu barışçı devrime hizmet etmişlerdir" (485). Böylece kadın lar, sık sık kocalarının ya da ana-babalarının mektuplarını sak lamakla görevlendirilmişlerdir; ilke olarak haremin dokunul mazlığı orada hiçbir aramanın yapılmaması, onların bu göre vini kolaylaştırıyordu. Böylelikle, Manyasizade Rıfat Bey'in baldızı Zişad Hanım, 20 yıla yakın bir süredir Jön Türk komi tesine hizmet etmişti. Diğer kadınlarsa, komitenin yayınları nı çevirip Fransız ve İngiliz gazetelerine gönderiyordu (486). Hatta Selanik'te bir kadınlar devrim komitesi vardı. Başkanı Reşit Paşa'nın karısı Emine Samiye Hanım'dı (487). Emine (484) B. Lewis, age., s. 1 06. (485) M. Tinayre, age., s. 1 3 . (486) RMM, V l , 1 908, s. 247-248. ( 487) lbidem.
1 50
Samiye Cevdet Paşa'nın kızı, Fatma Aliye' nin de kız kardeşi idi, bir edebiyatçı olarak Sefalet (488) adıyla yayımladığı bir romanı büyük başarı kazanmıştı. Meşrutiyetin ilanından sonra kadınlar, ellerinde kırmızı beyaz flama ve bayraklarla beşkent sokaklarında gösterilerde bulundu. " Yaşasın vatan! " "Yaşasın hürriyet! " " Yaşasın mil let ! , diye bağırdılar (489). 1 908'de bir grup kadın, dinleyici olarak Meclis'e girmeye kalkıştı (490). Ne var ki bu toplum yaşamına katılma hareketi, ancak Bi rinci Dünya Savaşı sırasında gelişecektir. Türk kadını, bu kez .cephedeki askere yardım için bir araya gelmişti.Var olan der nekleri çoğaltmışlardır. Kimi kadınlar, ordunun yardımcı hiz metlerine yazılarak kendilerini yaralıların hizmetine adamış lardı (491 ). Adana bölgesinde, Celal Paşa' nın buyruğuyla, as ker kadınlar bölükleri bile kurulmuş; ordunun geri hizmetle ri bunlara emanet edilmişti ( 492). Fakat asıl, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasındadır ki Türk ka dını, tüm yeteneğini, özverisini ortaya koymuştur. Gördüğü hizmet, gösterdiği cesaret ve özveri, Mustafa Kemal' in onu tümüyle özgürleşmiş görme kararlılığını kesinlikle etkilemiş olsa gerekir. 111. SONUÇ
Kemalist devrim öncesi dönemde Batı' nın Osmanlı İm paratorluğu içinde gerçek bir baskısına tanık oluyoruz. Kendi (488) İstanbul, 1 307, Emine Samiye, Hanımlara Mahsus Gazete' de pek çok yazılar yazmış, aynca da Gayya Kuyusu adlı bir başka roman daha yayımlamış tır. Bkz. N. S. Banarlı, age., s. 27. (489) RMM., VI, 1 90 s, s. 247. (490) Ahmet Ihsan, Matbuat Hatıralarım, İstanbul, 1 93 1 , s. 27. (49 1 ) J. Costagne, agm., s. 1 63 . (492) M. Taşçıoğlu, age., s . 45.
151
tekniklerini, fakat aynı zamanda ideolojilerini, kurumlarını, kültürünü ve sonuç olarak kendi yaşam biçimini öneren bir dün yanın bu girişi, Osmanlı toplumunun geleneksel temellerini el bette sarsacaktı. Bu durumun gelişimiyle tıpkı Batı'da görül düğü gibi kadının durumunun bir yeniden değerlendirmesi so nucu ortaya çıkacaktır. Öyleyse Dar-ül-lslam'ın başka bölge lerinde de zaten yaşanmış olan bu 'yeniden değerlendirme'yi ve bu sarsıntıyı birinci derecede Batı'nın etkisine bağlamak uy gun olacaktır. P. Grimal' in dediği gibi "gerçekten, tüm dünya da kadının durumu Batı toplumundaki kadının durumuna yak laşarak birleşme eğilimindedir ( 493 ) . Başta Mısır olmak üze� re Arap Ortadoğusu'nda, -Osmanlı İmparatorluğu ile sahip ol dukları kültürel ve tinsel ilişkileri dolayısıyla da- Rusya Müs lümanlarında, kadının durumsal dönüşümlerini hızlı bir biçim de inceledik. Bu ana değin gördüklerimizden hareketle, her ne kadar kadının gelişiminde, bu değişik Müslüman toplulukları arasında karşılıklı bir etkileşim varsa da bu etkileşimin -her şe ye karşın- zayıf ve önemsenemeyecek oranda olduğunu söyle yebiliriz. Ortak kaynak, tartışmasız, modem Batı dünyasının yaptığı etkiler ve bu etkinin ortaya çıkardığı kültürel, ekono mik ve toplumsal nitelikli altüst oluşlar olmuştur. Ne var ki, bu etkiye karşı tepkiler, her yerde aynı biçim de kendini göstermemiştir. Ayrıntılandırmanın sonunda orta ya şu gerçek çıkmaktadır: Arap Ortadoğusu'nda olduğu ka dar Rusya Müslümanlarında da başlıca kaygı, kuşkusuz Batı katkısının her alanda islam düşüncesiyle bütünleştirilmesin de yatmaktadır. Özellikle bizi ilgilendiren kadının kurtuluşu da, bu alanlar içinde yer alır. Gördük ki reformistler, özellik(493) Histoire Mondiale de la Femme, (=Kadının Dünya Tarihi), C. III, Paris, 1 967, s. 7.
1 52
le Mısır'da, kadının gelişimi lehinde özlemlerin, isteklerin or taya çıkardığı sorunlar üzerine eğilinmiştir. Bununla birlikte, gelişimden yana olanlara, "kadın kurtuluşunun İslama uygun biçimde gerçekleşebilmesi için hangi sınırlar içinde olması ge rektiğini" (494) bıkıp usanmaksızın anımsatmaktan geri ka lınmamıştır. Değişik gerekçelerden yola çıkılsa da, bir Kasım Amin 'le, Arap dünyasında doğmuş bulunan kadın seçkinle rin endişeleri aynı yönde gelişmiştir. Böylece reformistlerin fakat aynı zamanda ilk yazınsal ve toplumsal feministlerin- ey lemi sonucunda, modern değerlerin özlemi ve beklentisi için deki tüm kadın ve erkekler, sistematik olarak Batıcılıkla -hat ta dinden çıkmakla suçlanmaktan korkmaksızın- bu değerle ri kucaklama olanağına kavuşuyorlardı. Arap Ortadoğusu'nun tanık olduğu kaynama, bir bakıma, derin değişiklikleri haber veriyordu; ancak kadının durumundaki evrimin din yasaları na ve geleneklerine uygun olması koşuluyla gerçekleşeceği ni de gösteriyordu. Rusya Müslümanlarında da buna benzer bir gelişim net biçimde olarak belirmekteydi. Eğer kadının oluşumuna tümüy le değişik bir yön veren 1 9 1 7 devrimi akışını kesmemiş olsay dı, bu gelişimin nereye varacağını bugün yargılayıp değerlen diremeyiz, fakat bu gelişimin de İslama uygun olarak tamam lanacağını düşünmek olanaklı değil midir? Her ne olursa ol sun, bu devrim, geçmiş ile köklü bir kopmaya yol açmıştır. Bu, Kemalist Türkiye'de de böyle olacaktır, fakat acele yargıya varmayalım. Şimdilik, daha önce de yaptığımız gibi, vurgulayalım ki, bu aynı İslam dinine ve geleneklerine bağlı lık endişesi, kadının durumunun evriminden yana olanların pek çoğu için geçerliydi. Ne var ki Arap Ortadoğusu'nda ve (494) A. Merad, age.,
s.
3 1 5.
1 53
Rusya Müslümanlarında ortaya çıktığı üzere önemli bir din sel moderncilik hareketiyle, Osmanlı İmparatorluğu 'nda kar şı karşıya gelinmediğini kabul etmek gerekmektedir. Modern dünyanın çağrıları karşısında, İslamcıların büyük çoğunluğu nun geleneksel görüşlerinde temelli hiçbir dönüşüm olmadı; onlar, bu sadakate iyice demir atmışlardı. Bunların pek çoğu na Muhammed Abduh'un küfürleri bile uygulanabilirdi. "Bu dönemin kitaplarını inceleyen orada, ancak sözcükler üzerine araştırmalar bulacaktır; üstelik bunları bile zayıflığın seçtiği ve iktidarsızlığın kutsadığı çok az sayıda kitapta bulabilecek tir ( ... ) Onlar aklı mülklerinden kovmuşlardır ve ancak insarı lan şaşkın ve kafir diye niteleyerek tartışmışlardır." (495). Oysa Türklerin ruhuna derinlemesine kök salmış bulunan duy gulara seslenen İslamcı eğilim, kuşkusuz Abdülhamit döne minde -fakat daha sonraki anayasal dönemde de- özellikle çok güçlüydü. Bu dönemde kendi çelişkileriyle uğraşan Jön Türk ler, bu eğilime karşı koyamadılar ya da koymak istemediler. Mustafa Kemal, ileride çözümleyeceğimiz aşırı sert söylevle rinde, Osmanlı İmparatorluğu' nun çöküşünden ve Türk hal kının başını derde sokan tüm kötülüklerden katı İslamcıları so rumlu tutacaktır. Onları, Arap Ortadoğusu'ndakine benzeye bilecek bir gelişmeye yolu kapamışlardır diye düşünüyoruz. İslamcıların bu tutuculuğu, kaçınılmaz birtakım tepkiler de doğuracaktı. Bu uzlaşmazlık, bilindiği üzere Batıcılarla Türkçüler arasında ortaya çıktı. Bunlar, kadının kurtuluşu için çalışmakla birlikte, İslamcıların temsil ettiği güce karşı ken dilerini kabul ettirmeyi başaramadılar. Gerek Türkçüler, ge rek Batıcılar kendilerini devrimci değil "evrimci" kabul et tiklerinden, geleneksel kurumlarla modern dünya arasındaki (495) Cheickh Mohammed Abdou, Rissalat al-Tawhid, Arapçadan Fransız caya çeviren B. Michel ve Cheickh Moustapha Abdel Razi, Paris, 1 925 s. 1 7 - 1 8 .
1 54
uzlaşmaya razı olmuşlardı. Bu durum karşısında girişimleri nin başarısızlığa uğrayacağı kesindi. Kadının durumunu dö _ nüştürmek yolunda harcanan bunca çaba sonunda, ailede, eği timde, toplumbilimde, ekonomide ve uygar alanlarda -yuka rıdan beri incelediğimiz- cılız sonuçlara ulaşabildiği, bunun şaşmaz kanıtıydı. Birinci Dünya Savaşı 'nın sonunda, Osman lı lmparatorluğu'nda kadının kurtuluşu hareketinin pek gös terişsiz biçimde de olsa başlatılmasından yaklaşık yüz yıl son ra, her şey yeniden başlangıçtaki duruma dönüyordu. Eski (geleneksel) dengenin umutsuzca savunulması, Batı uygarlı ğının "ahlak bozucu" etkilerine karşı savaşım, -yukarıda da görüldüğü üzere- kadının durumunun daha da kötüleşmesini birlikte getirecekti. F. R. Atay, " Kara bir irtica, reform hare ketlerine karşı olarak, doğmak üzereydi" der (496). Acaba bu Türk kadını için geleceğin taşıyıcısı tek tavrın, en köktenci Batıcıların tavrı olduğu mu demektir? Sanmıyo ruz, zira bu tavır, daha başka şeyler yanında, Türklerin ulus çu duygularını hesaba katmamaktaydı. " Kemalist ideoloj i Ba tı uygarlığı ile tümsel bir bütünleşmeyi öngörmekteydi ( . . . ) bu ise toplumsal durumda her türlü değişmeyi önlemek için bu gün de yaşamayı inatla sürdürmeye çabalayan bir geçmişten de kopmayı gerektiriyordu. Fakat o, yeni kültürel temellerden kalkarak bir yeniyi de içermekteydi." (497) İncelememizin ikinci kesiminde büyük ilkelerini gün ışığına çıkarmaya çalışa cağımız bu ideoloji, Türkiye'de gerçekleşen tüm reformların ve kadının kurtuluşu savaşımının esin kaynağı olacaktır.
(496) F. R. Atay, agm., s. 1 . (497) P. N. Boratav, Une "revolution culturelle" fonde I'unite nationale, (=Bir " kültür devrimi" ulusal birliği kurar). Le Monde Diplomatique içinde, Tür kiye eki, Ekim, 1 973, s. 23.
155