Ceyhun Atıf Kansu: Devrimcinin takvimi

Page 1


Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Ekim 1997


DEVRİMCİNİN TAKVİMİ

CEYHUN ATUF KANSU

GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAÖANIDI R.



Devrimcilik ilkesi üzerine 1O

Ocak

19

Şubat

3

Mart

1 92 1

: Ulusal orduların ilk zaferi : Halkevleri bayramı : Halifeliğin kaldırılması

1 924

23

Nisan

1 920

: Ulusal egemenliğin şafağı

19

Mayıs

1919

:

22

Haziran

24

Temmuz

9

Ağustos

4 Eylül

1919

: Amasya Genelgesi

1 923 :

1 928

1919

Anadolu halkının yanında

:

:

Bağımsızlık barışı Harf devrimi Halk tarafından halk adına halk için

29

Ekim

1O

Kasım

1 93 8

:

Bir halk önderinin portresi

27

Aralık

1 919

:

Atatürk' ün Ankara'ya gelmesi

1 923

: Halkın kanı ve zaferi üzerine kurulan yönetim: Cumhuriyet

5



devrimcilik ilkesi üzerine - Bilmem Milliyet gazetesinde Ömer Sami Co­ şar'ın hazırladığı Milli Mücadele Basını yazılarım okudun mu? Bu yazılarda Kurtuluş Savaşımızın nasıl halka dayandığı açık açık beliriyor. Yeni Adana gaze­ tesinin Pozantı 'da bir vagonda hazırlandığını biliyor muydun? - Ben de izledim o yazıları . Halkçılığın ipe seril­ diği bu günlerde böyle yazılar okumak insana şevk ve­ riyor. Kurtuluş Savaşı ' nı şimdi o tek yapraklı, halk ga­ zetelerinin yazıları içinden değerlendiriyorum. - Atatürk ' ün ilk gazetesi İradei Milliye' nin öykü­ sü de güzel. . . - Böyle yazılar gerekli . Biz henüz tam anlamıyla kurtulmuş bir ulus deği liz; Kurtuluş Savaşı, adı üze­ rinde tam bir kurtuluşu deyimliyor. Kurtuluş Savaşı sü­ rüp gidiyor bence. Sömürgenleri İzmir'de denize dök­ tük ama, bizi yüzyıllarca sömürüp giden ortaçağ dü­ zenini bir türlü söküp atamadık. - Ömer Sami çok iyi bir iş yaptı. Bize o günlerin şevkini getiriyor. Çaresizlikler içinde, halka dayal ı ay7


dının neler yapabileceğini gösteriyor. Kurtuluş Sava­ şı 'nın havasını, koşullarını hatırlatıyor bize. - Sıvas'ta çıkan İradei Milliye 'nin beş numaralı ve 2 Ekim tarihli sayısında, Mustafa Kemal ' in yazdığı " Hareketi Milliye En Muazzam Hareketi Medeniye­ dir" yazısından şu satırları gel birlikte okuyalım: " La­ kin bu kıyamların nıüsbet bir netice vermesi, icabı ah­ val ve ilcayi ihtiyaçtan nıünbais ve tekamül ! bir hede­ fe matuf olmalarına vabestedir." - Tanı b!r Mustafa Kemal Türkçesi .. - Devrimciliğin bütün potansiyelini taşıyor içinde ama. Yıl lar sonra Mustafa Kemal Atatürk, yeni ve arı Türkçe hareketinin başında olacaktır. Tanı devrimci. Bazıları da 1 962 yılında hala evrim diye yazmayacak­ lar, tekamül diyeceklerdir. - Tutuculuk, gelenekçilik ile devrimciliğin ayrımı bu. Devrimci yeni koşulları ayırdeden ve insanı, top­ lumu yeni koşullar içinde gören insandır. Tutucu ve ge­ lenekçi ise toplumu eski, yıpranmış koşullar içinde tutmakta ayak direr. Ta ki, devrimcinin haber verdiği yeni koşular, onu da, koşullarını da silip süpürene de­ ğin. - Uygarlık tarihi devrimlerin tarihidir. İnsanlık sonsuz bir gelişme çizgisindedir. Hem Batı uygarlığı düzeyine çıkacağım de, hem de gelenekçi, tutucu kal, ,

8


bir gelişme bu. Koşullarını tazeleyemeyen toplumlar, uygarlık yasasının dışında kalırlar. Uygarlık yeni ko­ şullar yaratmak, yeni koşullara uymak demektir. Ge­ leneklere, eskimiş değerlere bağlanarak yaratılmış bir uygarlık yoktur. - Yeni koşullar derken . . . - Tartışacağız onları . . . Ama biz ilk önce kendi tarihsel gerçeklerimize dönelim, daha 1 9 1 9 'da, devrimin şafağında, bir numaralı devrimcimiz Mustafa Ke­ mal' in bir halk gazetesinde yazdığı yazı üzerinde du­ ralım. Bir Anadolu kıyamı, bir halk kıyamı . . . Açıkça bir devrim. Böyle bir kıyamın, eski koşullara baş kal­ dırmanın olumlu sonuç vermesi için ne gerek? Mus­ tafa Kemal ' in o günkü Türkçesini, gene, kendisinin ön­ cülük ettiği bugünkü Türkçeye çevirelim. Her halk devriminin olumlu bir sonuç verebilmesi için Musta­ fa Kemal' ce bir anlam taşıması gerek. O anlam nedir? Bunu, Sıvas Kongresi'nin ardından yazıyor Mustafa Kemal : " Gerçeklerden, ihtiyaçlardan doğmalı; ger­ çeklere, ihtiyaçlara dayanmalı ! " Çok daha önemlisi bu devrim, bir gelişme amacına yönelmeli. - Elbette durucu, yerleşmiş düzeni korumaya yö­ nelen bir devrim olamaz. - Olur. Devrim olur. Ama durucu, yerleşmiş düze­ ni diriltmek isteyenler, gerçek devrimin karşısına ç ı 9


karlar, buna karşıdevrim denir. Gelişimci devrimin karşısına, durucu geri kuvvetler dikilir, gelişimci dev­ rimin getirdiği yeni koşulları yok etmeye, topluma es­ ki, donuk koşullarını vermeye çalışır. Ama bu, ilerici, uygarlığa uygun bir devrim değil, bir gericilik tepkisi olur. Bu karşıdevrimi biz on yıl kadar yaşadık. Şimdi bile bu karşıdevrimi savunanlar, gerçekleştirmek iste­ yenler var. Onun oluşunu, koşullarını, nedenlerini de tartışabiliriz. Ulus olarak yaşama savaşımızın çizgisin­ de karanlık, kapalı hiçbir nokta bırakmamak için ko­ nuşmalı, tartışmalıyız. - Şimdilik tartışmıyoruz ama, konuşuyoruz. - Peki? Bir devrimin "Gerçeklerden ve ihtiyaçlardan doğma, gelişimci bir amaca yönelme" ilkesine karşıt mısın sın? B ir devrim gerçeklerden değil de, fi­ zik ötesi gizli düşüncelerden kaynak alır, ihtiyaçlardan değil de eskimiş birtakım hayat koşullarından, toplu­ mun eskimiş düzeninden doğar diyebilir misin? - Öyle diyemem ama. . . Devrimi doğuran eskimiş hayat koşulları, toplumun eskimiş, yetersiz düzenidir diyemez miyiz? - Ayrım şu: Devrim her zaman ve her yerde yeni hayat koşulları, yeni bir toplum düzeni getirmek için doğar. - Bu düşünceye karşı değilim. 10


- Bir de devrim gelişimci bir amaca değil de eski, durucu, gelenekçi bir amaca yönelebilir diyebilir mi­ sin? - Onu da konuştuk. Böyle bir devrime geriye dö­ nüş, karşıdevrim denebilir; ileriye yönelen, uygarlığı izleyen bir devrim denemez. - Mustafa Kemal de bunu söylüyor, "Ulusal bir ha­ reket bir uygarlık hareketidir" diyor. Ulusal hareketin içine devrimcilik i lkesini koyduğuna göre, devrimci­ lik bir uygarlık hareketidir diyor. Uygarlık; toplumu ve insanı gelişen bir insanlık dünyasına yöneltmek ıse . . . - Hem nasıl gelişen bir dünya . . . - Mustafa Kemal b u yazıyı yazdığı yıllarda, atom fiziği uygulama alanına girmemişti. Tepkili uçak yok­ tu . Varoluşçuluk yoktu. Cezayir bir sömürge idi. Hin­ distan paryalar ülkesi idi. Antibiyotikler çağı ne kadar uzaklardaydı... - Toplumsal akımlar yeni yeni çiçekleniyordu. - Bak sözü nereye getirmek istiyorum: B izim Kurtuluş Savaşımız daha başlangıçta, uygarlığın ana il­ kesi olan devrim ve değişim ilkesine dayanıyordu. Ve bu ilke, sömürgenlere karşı savaşımızla birlikte ilan ediliyordu. Ulusal ·savaşımıza biz, toplumsal savaşı­ mızla birlikte giriyoruz. Halka dayalı haklı savaşımız 11


daha başlangıçta bir uygarlık savaşı halini alıyor. Kur­ tuluş Savaşı ' nın felsefesi; " Gerçeklerden, ihtiyaçlar­ dan doğan ve gelişimci, evrimci bir amaca yönelen" yeni bir düzen kurmaktır. - Bir devrim felsefesi . . . - Atatürkçülüğün özü budur. - Halkçılıkla birlikte. - Halk için devrimler. Şimdi, Atatürkçü isek kendi kendimize şu soruyu sormalıyız: Ulusal savaşımı­ zın ülküsü olan uygar bir düzen kurduk mu, kurmadık mı? Ulusça ortaçağ düzeninden kurtulduk mu kurtul­ madık mı? - Uzun konuşmaya ne gerek; elbette uygar bir düzen kuramadık daha, ulusça ortaçağdan kurtulmadık. - Öyle ise . . . - Kurtuluş Savaşı'nın felsefesine döneceğiz. - Mustafa Kemal ' in halk gazetesinde yazdığı ilkeye: Devrimciliğe ... - Atatürk devrimleri bitmemiştir. Biz ortaçağdan tam kurtulana değin, tam uygar bir toplum olana de­ ğin sürecektir. Bir şeyler değişecek, bir şeyler yıkıla­ cak, Türk ulusu kendi yarattığı yeni koşullar içinde ya­ şayana değin toplum toprağı sürülecek, işlenecektir. Gelenekçilik, tutuculuk, ölümdür bize. - Demek yeni devrimler. . . 12


- Ortaçağın bütün kalıntılarından kurtulana değin. Tam uygar bir topl um olana değin. Düşün, biz hala or­ taçağ ekonomik düzeninde yaşıyoruz. Ve bu düzende Batı uygarlığını özlüyoruz ve devrimler bitmiştir, ge­ riye dönelim, olanı koruyalım, daha daha eskilerle ye­ tinelim diyoruz. Kurtuluş Savaşımızı anlamamaktır bu !

13



ocak ulusal orduların ilk zaferi (1 O Ocak 1 921) Devrimciler, kan ve gözyaşı karşılığı kazanılmış ulusal bağımsızlığımızın tarihini iyi bilmelidirler. Ulu­ sal bağımsızlık savaşımız derslerle doludur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara'da toplandığı sırada, ulu­ sal ordu diye bir şey yoktu. Çeteler, atlı kuvvetler var­ dı. Mustafa Kemal' in bu çetelerden çektiğini Nutuk'un çeşitli sayfalarında okumak mümkündür. Zaferi bir halk ordusunun, bir ulusal ordunun kazanması gere­ kiyordu. Ordu yoktu. Dağ taş asker kaçağıyla doluy­ du. Subaylar dağılmıştı. Silah kalmamıştı. Gözler İne­ bolu yollarında idi . Karadenizli kaptanlar mavnalarla silah taşıyor­ lardı . Türkiye Büyük Millet Meclisi ulusal bir halk ordusu kurmaya çalışıyordu. Bu, hünkarın ordusu değildi, halk ordusu adı gerçekten yerindedir, bu se­ fer halk silahlanacak, kendi yurdunu savunacak, ba­ ğımsızlığını kurtaracaktı. 1 O Ocak 1 92 1 'de, B irinci İnönü zaferini, bu halk ordusu kazanmıştır. Bu ordu 15


genç bir ordu idi ve o günün adı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları adını taşıyordu. Bu orduyu, Türkiye Büyük Millet Meclisi, A nadolu'nun son as­ kerlerinden ve halkın içinden çıkarmış ve düzenle­ mişti . Bu işin güçlüğünü anlamak için o günkü Ana­ dolu ' nun çaresizliğini, yorgunluğunu, savaşlardan bıkmışlığını göz önünden ırak tutmamak gerekir. A­ ma, Mustafa Kemal, yaktığı ulusal bağımsızlık ate­ şinin çevresinde, ne yapmış ne yapmış, Anadolu ' nun son askerlerini toplamış ve İnönü ovasında, Yunan­ lılara karşı düzenli bir ordu, bir ulusal halk ordusu çıkarmıştı . Nutuk'ta, Birinci İnönü zaferi diye adlandırılan zafer, işte, Türkiye Büyük Millet Meclisi' nin yasala­ rıyla kurulan ulusal ordunun ilk zaferidir. Atatürk, bu zaferden Nutuk'ta kısaca şöyle söz açar: " İznik'ten, Gediz üzerinden Uşak'a bir çizgi tasarlayınız. Bu çiz­ ginin Gediz'in kuzeyinde kalan parçası, iki yüz kilo­ metredir. Gediz'd en Uşak'a olan parçası da otuz kilo­ metre kadardır. Düşman üç tümen ile bu çizginin ku­ zey ucundan Eskişehir üzerine hareket etti. Bizim Ge­ diz 'de bulunan önemli kuvvetlerimiz, Eskişehir üze­ rinden bu düşman tümenlerini karşılamak zorunda i­ di. Karşıladı; yendi. Devrimimiz tarihine, B irinci İnö­ nü zaferini yazmış oldu." 16


Karşıladı; yendi. Tümcedeki şu keskinliğe ve açık­ lığa ve inanca bakın. Mustafa Kemal halka nasıl inanı­ yordu. Kurduğu halk ordusunun zaferine de inanıyor­ du. B ir epik türkü gibi söylüyor bu inancını. Nutkunda ve kısa, öz, erkekçe bir dize:Karşıladı; yendi. Devrim­ ci hem bu zaferdeki inancı, güzelliği, hem de o tepeler­ de yatan halk ordusu askerlerinin kanlı serüvenini bil­ melidir. Cumhuriyet eğitiminin 1927 yılında bir halk eğitimi dal ı vardı. O kol, halk konferansları düzenlemiş­ ti, bu konferansların biri de, uzundur ve "Türk İstiklal Mücadelesi Konferansları" adı altında Cevdet Kerim yönünden 1927 yılında Ankara Türk Ocağı'nda, İstan­ bul Üniversitesi konferans salonunda ve Ankara öğret­ menler kursunda verilmiştir. Bu konferansın B irinci İnönü Savaşı ' na değgin bölümünde şöyle denmektedir: "Şimdi Metristepe'nin azametli gölgesi altındaki ıssız eteklerde tevazu içinde yatan bu aziz şehitleri mil­ letin o günkü endişe ve heyecanını hatırlayarak min­ net ve ihtiramla yadetmesi bir vecibedir. " O ı ssız ovadan şimdi gece ekspresleri geçip git­ mektedir, bağımsız bir yurdun yolcuları uykular içi­ de, bilmeden ve düşünmeden geçmektedirler o toprak­ ları. O yolcular, sabah gazetelerini açıp Ankara'da ya da İstanbul 'da, gündelik haber okumaktadırlar. Ceza­ yir'in bir bağımsızlık savaşı verdiğini okumaktadırlar. 17


Kan ve gözyaşı içinde bir ulusun, bağımsızlik için çır­ pındığını, çarpıştığını okumaktadırlar. Cezayir ulusal kurtuluş ordusu deyimini okumaktadırlar. Ama bil­ memektedirler! O acıyı, o kan ve gözyaşı günlerini bil­ memektedirler. Dün gece, oraları tatlı uykularla, yu­ muşak ve sıcak düşlerle geçmişlerdir, bağımsız bir yurdun insanlarıdır onlar. Ama, bu bağımsızlığa halk ordusunun kan döktüğü o tepelerden geçerek kaVl\Ş­ muşlardır. Oraları, İnönü tepeleridir. Metristepe, Nazımbey Tepesi, Höyükler ve Kan­ lıova. Dünya barış istemektedir, insanlar barış iste­ mektedir; ania gerçek barışın temel i ulusların bağım­ sızlığıdır. Ulusların bağımsızlığı da kan ve gözyaşı karşılığı kazanılmaktadır. Türk ulusu bağımsızlığını kazanmıştır. B ağımsızlık adına oralarda, o tepelerde halk kanını ve canını vermiştir. Ne olur, uyanalım ve bakalım, bir tek gün, bir tek gece: İnönü ovasına ba­ kalım. B ağımsızlığımızın ve barış çiçekleriyle dolu yurdumuzun gündüzleri ve geceleri, o geceden, halk ordusunun tepelerde verdiği o savaş gecesinden, 9 oca­ ğı 1 O ocağa bağlayan geceden ve o gündüzden, 1 O o­ cak gündüzünden, kanlı İnönü ovasında Türkiye Bü­ yük Millet Meclisi ordularının açtığı zafer gündüzün­ den başlamaktadır. B irinci İnönü, barış ve bağımsız­ lık için savaşan bir halkın, ilk zaferidir. 18


şubat halkevleri bayramı (19 Şubat) Enver Ziya Karal, "Atatürk'ten Düşünceler" adlı kitabının, "Atatürk'ün Devlet idaresi hakkında fikirle­ ri" diye başlayan beşinci bölümünde, ulusal ülküyü deyimleyen şu sözleri alıyor Atatürk'ten: "Siyasal kav­ gaların çoğu basittir. Ama toplumsal çalışma her vakit verimlidir. Bizim aydınlarımız buna çalışmalı. Neden Anadolu'ya gelip uğraşmazlar? Neden milletle doğru­ dan doğruya ilgilenmezler, memleketi gezmeli; mille­ ti tanımalı eksiği nedir görüp göstermeli, milleti sev­ mek böyle olur. Yoksa lafla muhabbet fayda vermez." Atatürk, yıllar sonra, Türk aydınını Halkevleri çatısı alatında toplamak isterken, bu ulusal ülküyü gerçekleş­ tirmek istiyordu. Halkı tanımalı, yurdu tanımalı, hal­ kın değerlerini ve halkın dertlerini bilmeli: Halk ve u­ lus sevgisinin kaynağını Atatürk bu bilgide buluyordu. H&lkevlerini kurdu. Bugün adını unutmak istedi­ ğimiz Halkevleri, Atatürk'ün, Türk aydınlarını halkın yaşayışına doğru yöneltmek için açtığı geniş kapılar­ dı. Halkı bilmemizdeki yetersizliği Atatürk ortadan kaldırmak istiyordu. 19


Halkevlerinin kuruluş yıldönümleri 1 9 Şubat'ta, sevinçlerle, yeni atılışlarla kutlanırdı. Her yıldönümün­ de, halk şafağından getirilmiş bir taze ışık, devrimci Türk aydınının gönül ve kafa yapısını aydınlatırdı. Bu bayramların en güzellerinden, en coşkunlann­ dan biri 1 9 Şubat 1 942 günü Ankara Halkevi'nde kut­ lanmıştı. Yurdun dört bir yönünden gelen halk çocuk­ ları Ankara Halkevi'nin sahnesini halk oyunlarının ayak sesleriyle dövmüşler, havayı davul zuma, bir ulu­ sal bayram sevinciyle inletmişlerdi. Türk halk oyun­ ları, aydınların gözleri önünde yeni bir olanaklar dün­ yası gibi açılıyor. Çorum'dan bir İğdeli Gelin, Sıvas'tan bir Kızık Halayı yeni bulunmuş bir evren gibi aydın­ lan coşturuyor, halkın varlığına tanık kılıyordu. O günkü halk oyunları bayramı için on halkevinden 1 04 halkevli çağrılmış ve her takım kendi bölgesinin oyu­ nunu kendi giyinişleri, kendi sazları ile oynamışlardı. Erzurumlular; Başbar, Tikine, Nari, Aşırma, Ti­ murağa, Dello, Köroğlu barlarını, Trabzonlular; Horon, bıçak oyunlarını, Karslılar; Terekeme, Kentvari, Ceyran, Timurağa oyunlarını, Sıvaslılar; Sıvas düz halayı, Sıvas köy halayı, Sı­ vas üç ayağı, Sıvas köy bicosu oyunlarını, Urfalılar; Urfa ağır oyunu, Urfa halayı, kılıç oyun­ larını, Çorumlular; Çorum halayı, Türkmen kızı, İğdeli gelin oyunlarını, 20


Kastamonulular; Oturak havası ve Sepetçioğlu, Topal koşma, Karakuzu havası ve Yarım Çardak, Kö­ roğlu, Davul ve zurna ile gezinti, Çiçekdağı, Sepetçi­ oğlu oyunlarını, Bursalılar; Güvende, Sekme, Karşılama, Kalkan oyunlarını, Ödemişliler; Ödemiş zeybeğini, Balıkesirliler; Güvende, Doğru hava, Köroğlu, Bengü oyunlarını oynamışlardı. "Ülkü" dergisinin 1 6 Mart 1 942 tarihli 1 2 . sayı­ sında, bu halk oyunları bayramına değinen " Milli oyunlarımız" yazısında şu satırlar vardı: " Halk oyunları da halk musikisi gibi bir milletin milyonlarını biribirine sımsıkı tutunduran bağların en sağlamlarından birisidir. Bu yıl Halkevleri bayramına Ankara'dan katılan oyuncularımızdan henüz on beşi­ ne ayak basmadan olgunlaşmış bir babayiğitle, yetmi­ şini boylamış ak sakallı bir delikanlı bize uğurlu ha­ berler getirdiler. Bu yıl yurdun dört bucağından bize iyi haberler getiren milli takımlarımızın yüze çıkardık­ ları oyunlarla şu müj deyi almış olduk ki milyonlarımı­ zı tek kalp halinde yaşatan büyük güven kaynakları­ mız sapasağlam duruyor. Türk sanatının yarınki büyük gelişmesinin de bu sağlam temel üzerine dayanacağı­ na bir daha inanmış bulunuyoruz" Gerçekten, 1 942 Halkevleri bayramı ile halk oyun­ larımız yüze çıkarıldı ve Türk halk oyunlarının değe21


ri aydınlarca, sanatçılarca anlaşıldı, Türk oyun takım­ ları dünya halk oyunları bayramlarına katıldılar. 1 942 Halkevleri bayramı, o kutlu 1 9 Şubat'lardan, Türk halknın has değerlerinin kutlandığı bayramlardan biriydi. Ne oldu? Atatürk'ün, Türk halkının dçğerleri­ ne açtığı bu kapılar kapatıldı ve 1 9 Şubat'lar unutuldu. Devrimciler; Atatürk'ün ulusal ülkü yolunda aç­ tığı Halkevlerini diriltmeyi, uyandırmayı, bir devrim ilkesi gibi yeniden tutuşturmayı ödev bilmelidirler. Halkevlerinin güzelliğine, halk oyunlarından ge­ len o halk sevincinin varlığı yeter tanıktır. Biz Halkev­ lerini kapamadık, yalnızca, aydınla halkın arasına Ata­ türk'ün kurduğu o güzelim Batılı köprüyü yıktık. Bir 1 9 Şubat şenliğinde bulunsaydık, bir 1 9 Şubat şenli­ ğine inansaydık, ağır ağır yeşeren halk sevincinin kök­ lerini koparmaya kıyamazdık. Halkevleriyle, Türk hal­ kının henüz filizlenmeye yüz tutan yaşama sevincini de birlikte gömdük. Bir daha, ne zaman, o halk oyunları bayramı? Halk ve aydın henüz el ele veriyordu, bir ulusal ülkü halka­ sında, halaya kalkıyorlardı, bar tutuyorlardı ve ardın­ dan ulusal kültürün çiçeği; halkın sevinci, halkın ay­ dınlığı açacaktı. Bu bayramı Türk halkına çok gördük! Devrimci; Halkevlerini, Atatürk'ün ulusal kültür, ulusal ülkü evlerini unutmamalıdır: Milleti sevmenin kaynağı oralardaydı. 22


mart halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924) Atatürk'ün ulusal savaş ardından Türk ulusuna aşı­ lamak istediği hayat değerlerinden biri de ortaçağ dü­ zeninden kurtulup çağdaş uygarlığa katışmaktır. Orta­ çağın özelliklerinden biri de koyu bir dinsel düzenin in­ san ve toplum hayatını yönetmesidir. Ortaçağ devlet­ lerinin çoğu dinsel devletlerdi. Avnıpa' nın dinsel dü­ zenin baskılarını zorladığı ç�ğlarda, Ya\iuz Selim, ha­ lifeliği kabul ederek Osmanh1mparatorluğµ'nu dinsel bir devlet haline getiriyordu. Yavuz Selim, Çaldıran se­ feriyle, Anadolu Türk birliğini gerçekleştirirken, beri yandan, Ridaniye savaşının zafer yolundan Mısır'a gi­ riyor, son halifenin adını ve görevini teslim alıyordu. Yavuz Selim'in bir yenileşme ve ulusallaştırma hareketi göstermesi beklenirken, İslam topluluğunun başkanı olarak o, devletin temellerini dinsel otoritenin çekiciliğiyle besliyordu. Osmanlı İmparatorluğu, Av­ rupa'da yer yer uyanan ulusların yeni çağlara ayak bas­ masına karşılık, ortaçağın geleneklerine ve yöntemle­ rine sahip çıkıyordu. Almanya'da ulusal kiliseyi kuran 23


ve İncil'i Alman halk diline çeviren din yenileştirici­ si Martin Luther, Yavuz Selim' in çağdaşı idi. Osman­ lı İmparatorluğu'nun derin çelişmeleri buradadır. H ız­ la uluslaşmaya, uyanmaya giden Batı Avrupa'nın kar­ şısında, o ümmetleşmeye ve ortaçağa yönelmiştir. Anadolu'da Türk birliğini gerçekleştiren ve İran­ Türk savaşlarının dinsel nedenlerinden etkilenen Ya­ vuz Selim' in neden Avrupa 'da başlayan dinsel yenileş­ tirmeye yönelmediği sorulabilir? Ulusal caminin ya­ ratılmasının tam zamanı idi. Ama Yavuz Selim, tarih­ sel gelişimin karşısındadır: O, bir imparator ve bir üm­ metin başkanıdır, halifedir. Böylece Osmanlı İmpara­ torluğu dinsel bir düzenle, bütün yeniliklere karşı ken­ disini halifeliğin bütün gelenekleriyle bağlı bilmiştir. Türk ortaçağının yıkılması bu yüzden dört yüz yıl gecikmiştir. Bu, Osmanlı İmparatorluğu' nun yıkılma­ sı, Türk ulusal ordularının zaferi ve Ankara'da bir halk devletinin kurulmasıyla mümkün olmuştur. Osmanlı devleti dinsel, ekonomik, toplumsal düzeniyle bir dr­ taçağ devleti idi. Halkın zaferine dayanan yeni Türk devleti ise, bir yeniçağ devleti, çağdaş bir halk devleti idi. Düşünmeli ki, Türk ulusu bir anda imparatorluk dü­ zenini yıkıyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisi 'ndeki başkanlık kürsüsünün üzerine, "Egemenlik ulusundur" diye yazıyordu. Gönül tutuşturucu bir olay. 24


Halk devleti, çağdaş devletin bütün ilkelerini teme­ line oturtmak zorunda idi. İlk önce cumhuriyet kuruldu. Ama imparatorluktan arta kalan halife İstanbul 'da idi . Yeni Türk devleti, hem halka dayansın, hem ulu­ sal olsun, hem de ümmet çağının, ortaçağın kurumla­ rım yaşatsın, bu bir çelime idi. Atatürk işte bu çeliş­ meyi çözmüş; yine Türk devletine çağdaş rengini ver­ miştir. 1 Mart 1 924 günü, Mustafa Kemal Paşa, Tür­ kiye Büyük Millet Meclisi 'nin beşinci çalışma yılını açarken şu noktalara işaret ediyordu: " 1 - Millet, cumhuriyetin halen ve atiyen bilcüm­ le taarruzattan katiyen ve ebediyen masun bulundurul­ masını talep etmektedir. Milletin talebi, cumhuriyetin mücerrep ve müspet olan kaffe-i esasta bir an evvel ve tamamen iptina ettirilmesi suretinde ifade olunabilir. 2- Milletin arayi umumiyesinde tespit olunan ter­ biye ve tedrisatın tevhidi umdesinin bila ifate-i an tat­ biki lüzumunu müşahede ediyoruz. 3- Diyaneti İslamiyeyi, asırlardan beri müteamil olduğu veçhile bir vasıta-i siyaset mevkiinden tenzil ve ila etmek elzem olduğu hakikatini de müşahede ediyoruz" 3 Mart 1 924 günü toplanan Büyük Millet Meclisi, halifeliğin kaldırılmasını, öğretim birliğini kanunlaştırıyor, yüzyıl larca süren ve Türk ulusunun yeni çağlara geçmesini önleyen dinsel devlet düzeni-

25


nin son artığı yok ediliyor, devlet ve öğretim, laik te­ meller üzerine oturtuluyordu. Atatürk böylece devrimin hayat değerlerinden birini daha gerçekleştiriyor ve bu değeri, ortaçağ devlet düzeninden kurtulup yeni çağlara girme değerini, yeni kuşakların, Atatürkçüle­ rin gönüllerine ve ülkücülüklerine bırakıyor; bu değe­ rin her ne bahasına olursa olsun, korunmasının, savu­ nulmasının ve halka mal edilmesinin, yeni Türk dev­ letinin yaşama ve ilerleme ilkelerinden biri olduğunu, her fırsatta ve her yerde belirtiyordu. Türk devrimcileri, İsmet Paşa'nın, Atatürk'ün söy­ levinden aldığımız şu sözlerini, ibretle ve dikkatle ye� niden güç tazeler gibi okumalıdırlar: "Devlet adamı olarak, hiçbir zaman hatırımızdan çıkaramayız ki, hilafet orduları bu memleketi baştan başa harabeye çevirmişlerdir. Hilafet orduları vücuda getirmek· ihtimalini daima nazardan dfır tutmayaca­ ğız. Türk milleti en elim ıstıraplarını halife ordusun­ dan çekmiştir. Bir daha çekmeyecektir." "Bir hilafet fetvasının harbi umumi badiresine bizi attığını hiçbir vakit unutmayacağız. Bir hilafet fetvasının millet ayağa kalkmak istediği zaman, ona düşmanlardan daha eşna bir surette hücum ettiğini unutmayacağız. Tarihin herhangi bir devrinde, bir halife, zihnin­ den bu memleketin mukadderatına karışmak arzusu­ nu geçirirse o kafayı behemahal koparacağız." •

26


nisan ulusal egemenliğin şafağı (23 Nisan 1920) Daha, 19 Mayıs 19 19'da Samsun'da Anadolu top­ raklarına ayak bastığında Atatürk'ün kafasında şekil alan kurtuluş ülküsü, yeni bir Türk devleti kurmak ül­ küsü idi. O, evet, Anadolu'ya yeni bir devlet kurmak için gelmişti. "Osmanlı devletinin temelleri çökmüş, ömrü ta­ mam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parça­ lanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir anayur­ du kalmıştı. Son mesele, bunun da taksimini teminle uğraşmaktan ibaretti. Osmanlı devleti, onun istiklali, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi medlulü kalma­ mış birtakım bimana elfazdan ibaretti. Nenin ve kimin masuniyeti için kimden ve ne muavenet olunmak iste­ niyordu? O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?" Bu kararı, Atatürk, ulusal egemenliğine aşık ve saygılı bir insan olarak şöyle vermiştir: "Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. Haki27


miyet-i Milliyeye müstenit, kayıtsız ve şartsız müsta­ kil yeni bir Türk devleti tesis etmek. İşte, daha, İstanbul 'dan çıkmadan evvel düşündüğü­ müz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar bas­ maz tatbikatına başladığımız karar bu karar olmuştur. " Devrimcinin dikkat edeceği şudur: Evet, Atatürk yeni bir Türk devleti kurmaya karar vermiştir. Ama ilk adımda daha Atatürk diktatör olmanın bütün koşulla­ rını yıkmıştır. Atatürk'ün kuracağı yeni devletin i lke­ si kendisi değildir, ulusal egemenliktir ana ilke. Felse­ fesi çok sağlamdır. Taze bir siyaset anlayışıyla yüklü­ dür. 1 789 düşünceleriyle o, Anadolu'ya, Batılı bir ön­ der gibi adım atar. B atılılığı devlet anlayıyışıyla baş­ lar. Bu nokta öyle önemlidir ki ulusal egemenliğe say­ gı göstermeyen insan Atatürk devrimcisi olamaz. Anadolu 'da yaptığı şudur, aydınları ve halkı yeni kuracağı devletin ilkesinde toplamak. Genelgeleri, bir diktatörün, bir buyrukçunun kendini üstün gören çiz­ gilerini taşımaz. Düşüncelerini benimsetmeye, halka mal etmeye uğraşır. Devletin temellerini halka örme­ ye başlar. Erzurum ' a gider. Orada bir halk kongresini açar. Düşüncelerini halktan seçilmiş insanların kuvve­ tine dayar. Sıvas'a geçer, oraya Anadolu'dan delege­ ler gelmiştir, düşüncelerini ve ilkelerini bir ulusun tem­ silcisi olan hemşerilere mal eder. Kuvvetini ulusa ya28


yar, kuvvetini ulustan alır. Her şeyin üstünde, ama hal­ kının içindedir. Bir diktatör gibi girmez Ankara'ya, kongrelerin seçtiği bir Hey' eti Temsiliye Başkanı, bir halk önderi gibi girer, beraberinde Erzurum'u ve Sı­ vas Kongresi'yle birlikte Anadolu'yu getirir. Evet yal­ nızdır ve tek başınadır, ama, halkı ile kaynaklarını kur­ muştur. Yeni devletin temellerini halkın içinde atmış­ tır. Güçlüdür ve inaçlıdır. Ulusal egemenliğin savunu­ cusu, yapıcısıdır. Atatürk'ün kişiliği, diktatör ile halk önderi arasındaki kesin çizgiyi gösterebilir. Diktatör, kendi düşüncelerini bir karambolde halkı bir yana ite­ rek şekillendiren, devlete kendi gölgesini düşüren in­ sandır. Halk önderi ise, devlete halkın ışığını getirir, ilkeleriyle, düşünceleriyle halkı besler, halktan kuvvet alır, devleti halk için şekillendirir. Diktatörler çoğu kez halk dışı yaşarlar ve çoğu kez halk yönünden dev­ rilirler. Halk önderleri ise, ilk kaynakları halkta karar kılarlar ve halk içinde yaşarlar, sevilirler, eleştirilirler ve korkunun değil sevginin halkalarıyla çevrilirler. Atatürk devlet kuruculuğunun başlangıcında, kaba kuvveti değil, halkı seçmiştir, halk önderliğini üstün tutmuş, Ankara'ya, Erzurum'dan ve Sıvas'tan olağa­ nüstü yetkileri kendinde gören bir kumandan gibi de­ ğil, kongrelerin seçtiği bir başkan, Batılı bir halk ön­ deri gibi gelmiştir. 29


19 Mart 1920'de "vilayetlere, müstakiHivalara ve kolordu kumandan.tan "na yazıy'6r. ,.,Ulusdşletini yü­ rütmek ve denetlemek üzere Ankara'da olağanüstü yet­ kilerle yüklü bir Meclis toplanacaktır!" Ulus işlerini kim yürütecek, kim denetleyecek? Meclis! Ulusal egemenlik ilke.sinin başlangıcı budur. . "Ulus işlerini ben yürüteceğim, ben denetleyeceğim" demiyor. Öyle de yazsa olabilirdi. O zaman bir halk önderi olmayacaktı. Ulus işlerini ulus adamlarıyla ko­ nuşarak, onlara danışarak yürütmek: Atatürk, 19 Mart 1920 genelgesiyle, ulusun temsilcilerini, tasarladığı devleti kurmaya çağırıyordu. O bir devlet kuruyordu, ama bu devleti ulusu ile birlikte kuruyordu. Bu, Kur­ tuluş Savaşımızın unutulmaması gereken bir olayıdır. Böyle halka dayanılarak kurulan bir devletin ilk Meclis'i 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplanıyordu. Şimdi o günü, Yunus Nadi' nin "Birinci Büyük Millet Meclisi" adlı kitabından okuyalım, bu satırlarda halk­ la önderin, önderle Meclis'in birlikte ördükleri "ulu­ sal egemenlik" temeline dikkat ede ede; halk dokuma­ sı güzel bir gündür o gün: "Türkiye Büyük Millet Meclisi' nin açıldığı 23 Nisan 1336 cuma günü, Ankara' nın geçirdiği muhte­ şem ve heybetli günlerden biri oldu. Millet, o gün san­ ki kendi taliine ait olarak esas olacak yeni bir teşek30


külün doğmak üzere bulunduğunun farkında idi.· Bu kurtuıma savaşı esnasında Ankara'nın öyle ulvi teza­ hürlere sahne olduğu günler olmuştur ki, onları hiçbir bayramın, hiçbir şenliğin muhayyilelere azami vüs'at verilmek suretiyle tasavvur olunabilecek en yüksek dereceleri tanzir edebilmekten ebediyen uzaktır. İşte Büyük Millet Meclisi'nin küşadı tarihi olan 23 Nisan 1 336 Cuma gün dahi Ankara bu ulvi tezahürlerden bi­ rine sahne olmuştur. Daha sabahtan herkes en büyük bir bayramın zevk ve şetaretine iştirak etmek üzere evlerinden dışarıya uğramışlar, kadın erkek, çoluk çocuk, haline göre her­ kes allı, güllü güzel elbiselerini giyerek Hacıbayram Camii ile Büyük Millet Meclisi içtimagahı ittihaz olu­ nan binaya kadar azami bir kilometre kutrundaki da­ ire dahilinde bulunan bütün arsaları, bazen damlarının tepelerine kadar bütün binaları doldurmak üzere her tarafı istilaya koymuşlardı. Yerli yabancı bütün Anka­ ra bu muhit içine sıkışmaya çalışıyor, fakat mümkün olmadığı için taşıyor, taşıyordu. Bir hayat manzarası ki mütemadi dalgaları ve mütavali med ve cezirleri ile hakikaten heyecan verici idi. İstiap kabiliyeti nihayet bin, bin beş yüz kişilik olan Hacıbayram Camii'nde dahi erkenden mevki al­ maya müsaraat edenler çok olmuştu. Öyle ki Mustafa 31


Kemal Paşa ile arkadaşlarına yer bulmak için bilaha­ re hayli müşkilat çekilmiş, hayil uğraşılmak mecburi­ yeti hasıl olmuştu. Hükümetçe ve kolordu kumandanlığınca alınan bütün tertibata rağmen camiden Meclis' e kadar gitmek mesele olmuştur. Meclis' e gitmek için kesif bir insan kütlesini yarmak lazım geliyordu. Bu kolay bir şey de­ ğildi. Sen gitmek istiyorsan o halk da gitmek istiyor­ du. Dava, millet davası idi. Halk da onda senin kadar alakadardı. B inaenaleyh yürünülmekten ziyade bütün halk ile beraber dalga dalga ilerleniyordu. En heybet­ li iki manzaradan biri Meclis'in kapısında, diğeri içe­ ride ve millet kürsüsünde temaşa edildi . Meclis'in ka­ pısında bir taraftan kurbanlar kesilirken, diğer taraf­ tan gür sesli bir hocanın Türkçe duası bütün o muhit­ te amin sesleriyle dalgalanıyordu." Halkın içinden, o allı güllü kalabalığın arasından geçerek, ulusal egemenliğin kaynağı Türkiye Büyük Millet Meclisi 'nden, Atatürk'ün, halk önderinin, ulu­ sa, o allı güllü halk kalabal ığına bildirisi şu idi: " Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün prog­ ramlarının umdesi şu iki esastır: İ stiklali tam, bilakay­ du şart Hakimiyeti Milliye."

32


mayıs anadolu halkının yanında (19 M ayıs 1919) Devrimci, 1 9Mayıs 1 9 1 9'un, Türk devrim tarihin­ deki anlamını, " Sarı saçlı kahraman Bandırma gemi­ sinden Samsun 'a çıktı " edebiyatının dışında, yeni bir anlayışın, yeni bir devlet felsefesinin ışığında değer­ lendirmelidir. Her biri, Atatürk ilkeleri bakımından düşünsel temellere oturtulması gereken bu başlangıç günlerini öylesine törensel, duygusal şekillere boğ­ muşuz ki, 1 9 Mayıs gibi, tarihimizde gerçekten önem­ li bir başlangıç taşı özelliğinde bir gün, derinliğinde­ ki anlamı yitirerek marşların ve bayrakların tören gü­ zelliğinde kutlanıyor. Şimdi düşünelim: 1 9 Mayıs 1 9 1 9'da Samsun'da Anadolu toprağına ayak basan kimdir? Osmanlı İm­ paratorluğu ' nun bir generalidir. Ve en önemli olay şu­ dur: O, Anadolu toprağına ayak basar basmaz halkın yanını tutan bir general gibi değil, bir halk önderi gi­ bi hareket eder. Kesin olarak bir serüvenci değildir. Ne yapacağını, ne yapmak istediğini, Samsun'a neye in33


diğini, Anadolu'ya neden ayak bastığını, halkın yanı­ nı neden seçtiğini bilmektedir. Olayların ittiği, olayla­ rın sürüklediği insan değildir. Yeni olaylar yaratmaya kararlı insandır. Osmanlı İmparatorluğu'nda bütün uyanış ve kurtuluş çırpınmalarının çıkmazlarını anla­ mıştır. Bu çırpı nmalar, halka dayanmadığı ve halka da­ yatılmadığı için İstanbul aydınının oyunları halinde kalmıştır. Anadolu'da iki büyük güç vardır: Halk ve vatan! İstanbul padişahın kentidir. Aydın­ lar, onun kentinde ve onun sahnesinde ve onu uyarmak için sahneye çıkmaktadırlar. Onun iradesi ve isteği ile bir şeyler değişmektedir. O alkışlarsa en iyi oyun ba­ şarılmaktadır. Perde arkasındaki curnalcilerine bir el etmesi bütün oyunu bozmaktadır, bütün bunlar İstan­ bu1 'a göre hazırlanmaktadır. Mustafa Kemal İ stanbul sahnesini bırakmıştır, o bir oyuncu değildir, o doğru­ dan doğruya yapıcı ve yaratıcıdır, o karşı olan adam­ dır. Samsun 'da artık Padişah' a karşıdır. Ve doğrudan doğruya halkın yanındadır. Bu bir oyun değildir, bu bir ulusun kurtuluşu, uyanışı ve dirilişidir. Bir ulus bir pa­ dişah buyruğu ile, bir padişah isteğiyle, bir padişah al­ kışıyla kurtulup uyanamaz, kalkınıp dirilemez. Bir u­ lus, kendi kaynaklarına dayanarak kurtulur, uyanır, di­ rilir, bu kaynak da halktır. İşte, l 9 Mayıs 1919 günü, Mustafa Kemal, Türk ulusunun gerçek kurtuluşunu, 34


gerçek uyanışını, tam dirilişini istediği için halkın ya­ nındadır. Devrimcilerin; Atatürk'ün portresinde izlemeleri gereken önemli çizgi şudur: O bir destan kahramanı değil, çağdaş bir önderdir, bir halk önderidir. Samsun'a çıkışı bu çağdaş önderliğin en güzel ör­ neğini deyimler. Destan kahramanı çoğu kez önceden kestiremediği olaylarla karşılaşır, Atatürk bütün olay­ ları kestirmiştir. Kendisi yeni olaylar yaratacaktır. Ka­ rarlı ve hazırlıklıdır. Öyle hazırlıklı ki, yeni halk dev­ letinin felsefesini daha bir ay geçmeden, Amasya'dan genelge ile ilan eder; bu genelgede üç ana düşünce gö­ ze çarpmaktadır: 1- İstanbul hükümeti sorumluluğunu b ilmiyor. 2- Milletin bağımsızlığını yine milletin kararı kur­ taracaktır. 3- Bu kararı duyurmak için ulusal bir kurul ve bundan önce de Sıvas'ta ulusal bir kongre toplamak gereklidir. Bu ilkeler, ünlü 21-22 Haziran 1919 genelgesinin özetidir. Bu genelgenin ışığı nda, sürevenci, olaylara ta­ kılıp giden bir insan değil, gerçek bir devlet kurucu gö­ rüyoruz. Bu genelge, bir an parlayan bir düşünce ışı­ ğının sonucu değildir. Mustafa Kemal' in, vatan düze­ yinde yıllarca oluşturduğu yeni, ulusal devlet ülküsü­ nün ürünleridir. 35


Bu genelgedeki düşünceleri, Mustafa Kemal ' in, Anadolu i çinde ilerledikçe bir bir gerçekleştirdiğini göreceğiz. Onun yapıcılığında her şey hazırlanmış ve düşünsel temellerine oturtulmuştur. İ stanbul hüküme­ tine karşı davranışını Amasya'da ilan eder. Milletin bağımsızlığı için milletin kararına ve milletin kendi­ sine dayandığını Erzurum Kongresi 'nde bildirir. Bu karan duyurmak için U lusal Kongre'yi Sıvas 'ta top­ lar. Ve İstanbul hükümetine karşı ulusal bir halk dev­ letinin temel lerini, Ankara'da, Türkiye Büyük Millet Mecl isi 'nde atar. Bütün bu kararların başlangıcı, onun halk önderl iğindeki ustaiığını �ekillendiren ulusal ger­ çeklerdir. Kendini bildiği günden beri ulusal bir güç, onun kafasında ve yüreğinde, deneylerle, olaylarla yeni Türk

öğelerirıi dokurnu�tur. İ mpa ratorluğu nun aydın, yurtsever

devleti ülküsünün Osmanlı

'

hi r

generali olarak İstanbul'dan ayrılan Mustafa Kemal

Paşa, 1 9 Mayıs 1919'da, Samsun 'da Anadolu toprağı­ na halk önderi Mustafa Kemal olarak ayak basar. Ha­ yatının ve varlığının anlamı Anadolu 'da gerçek ışığı­ na kavuşur. Vatanında ve halkın yanındadır. Bildirisi .ta Anadolu'nun içinden, ta halkın içinden gelmekte­ dir.

36


haziran amasya genelgesi (22 Haziran 1919) " Milletin istiklalini yine milletin azim ve kara­ rı kurtaracaktır." Amasya genelgesinden. Halka dayalı devletin ilk çekirdeği:

Amasya'nın bir evinde, bir odada gece vakti ha­ zırlanan bir genelgeyi oturup tartışanlar ve imzaladık­ tan sonra Mustafa Kemal adı ile bütün Anadolu'ya ya­ yılmasını uygun görenler yeni bir Türk devletinin te­ mellerini atıyorlardı. O evde; Mustafa Kemal, Ali Fu­ at Paşa, Rauf B ey, Refet B ey bu genelgenin havasını konuşmuşlar ve tartışmışlardı. Dört madde üzerine ya­ zılan bu genelge bir tehlike çanı ile başlamaktadır, bü­ tün Anadolu'da bu çanın uğultuları yankılansın isten­ mektedir: "Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir." Vatanı ve milleti kim kurtaracaktır? O geceki konuşmalar bu konu üzerinde akıp gitmiş ola­ cak. Bu askerler şu gözlemde birleşmişlerdir: Osman­ lı hükümeti yüklendiği sorumluluğu taşıyacak güçte değildir. Peki kim, vatanı kurtarmak sorumunu üzeri­ ne alacak? Sahneye eğilin: 37


Bütün Anadolu karanlık gecenin içinde uyuyor. İz­ mir düşman çizmesi altındadır, yer yer uyanan ulusal kurtuluş düşünceleri dağınık ve yetersizdir. Kim? Kim? Gecenin içinden, tıkırtılarla bütün Anadolu'ya yayılan şu telgraf hem kurtuluş kaynağım, hem de ye­ ni doğan Türk devletinin kaynağım göstermektedir, telgrafhanelere gelen ses şudur: "Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." Asi Mustafa Kemal:

İstanbul, Mustafa Kemal ' i geri istiyordu. O dön­ meyecek, gitmeyecekti. Amasya'dan İstanbul 'a bazı kişilere gönderdiği mektupta açıkça şunu yazıyordu: "Artık İstanbul Anadolu'ya hakim değil, bağlı kal­ mak zorunluğundadır." Mustafa Kemal ' in sesinde ve kişiliğinde Anado­ lu İstanbul 'a baş kaldırıyordu. Mustafa Kemal İstan­ bul hükümetine göre asi idi, ama bu asilikle birlikte o­ nun halk önderliği de başlar: Bakın nasıl? Kişisel düşüncelerimizi halka dayamak:

Şimdi Samsun'a çıkan Mustafa Kemal 'in kişisel düşüncesini arıyahm. Nedir bu? Vatanı kurtarmak! Nasıl? İstanbul hükümetine karşı durarak. Bunu kafa­ sına koymuş. Halk önderi doğuyor. Halkın önüne dü­ şecek. Ancak asi generalin kafasında taşıdığı ve yüre38


ğinde tutuşturduğu bu kişisel düşüncenin halka daya­ tılması gerekir. Mustafa Kemal savaşını halka dayaya­ rak vermek istemektedir. " Binaenaleyh teşebbüsat ve icraatın bir an evvel şahsi olmak mahiyetinden çıka­ rılması ve bütün milletin vahdet ve tesanüdünü temin ve temsil edecek bir heyet namına olması elzemdir." Amasya Genelgesi 'ni hazırlarken düşüncesi budur: Kişisel olmaktan çıkmak. Halka dayanmak. Ata­ türk'ün yapı ustalığındaki en sağlam özellik budur. Bu, onun kurtuluş felsefesinin, devrim felsefesinin, devlet felsefesinin özüdür. Amasya'da bir gece:

Saat gece yarısını geçiyor. 21 Haziran 22 Hazira­ n' a değişiyor. B ir Amasya evindedirler. Tartışmışlar, konuşmuşlardır. Bütün Anadolu uyuyor. İstanbul de­ rin uykulardadır. O evde, bir lamba yanmaktadır. Ne oluyor? En önemli olay şudur: B ir insan, kişisel dü­ şüncelerini ulusa mal etmek kararını alıyor. Orada kaç kişilerdir: Yedi, sekiz. İlk kongre. İ lk kararlar ve he­ men bu kararlar bütün Anadolu'ya duyurulur. Telgra­ fın altına imza atan Amasyalı telgraf memurunun ha­ lini düşünelim bir. Biliyor muydu? B ildiği şudur: Amasya'da bir evde toplanan bir avuç insan Sıvas'ta bir ulusal kongre toplamak kararı vermişlerdir. Telg­ raf işler. 39


Anadolu telgraflıaneleri:

Gece yarısından sonra, yer yer Anadolu telgrafha­ nelerinde tıkırtılar duyulmaya başlar. Uykulu bir telg­ raf memuru, şifreyi kağıda geçirir: Genelge Amas­ ya 'dan. Tarih 21 -22 Haziran 1 9 1 9. Şifre 1 94. Şifreyi çözdükçe memurun gözleri açılıyor. "Vatanın tamami­ yeti, milletin istiklali tehlikededir." Genç bir telgraf memuru bu. Duruyor. Amasya'dan. Amasya? Amas­ ya? Peki İ stanbul? Telgraf tıkırdıyor. İ stanbul ' u çıka­ rıyor aradan bu telgraf. Açık ve kesin: " Hükümeti merkeziye deruhte ettiği mesuliyetin icabatını ifa ede­ memektedir." Telgraf memuru " Kim diyor bu" kendi kendine. Evet İstanbul hükümetinde iş yok. Olamaz da. O, telgraf memurlarının hükümeti değil . "Milletin is­ tiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." " Benim kararım" diyor, telgraf memuru. Kararlı mı­ yım? Yorgun ve bitkinim. Dört çocuğum var. Karım hasta. Kaç aydır doğru dürüst aylık alamıyorum. Ka­ saba fırınında ekmek yok. Anadolu göçüyor. Dağlar eşkıya dolu. Telgraf memurunun baş gölgesi, gaz lam­ bası ışığında duvara vuruyor: Bir halk adamının acılı, tıraşlı portresi , "Bu sese ben ne karşılık verebilirim?" Telgraf memuru kendi kendine soruyor: " Benim ka­ rarım ! " Amasya benim kararımı i stiyor? Genç telgraf memuru, lamba ışığında bir cigara yakı yor. "Bu ses 40


beni, benim gibi insanları çağırıyor! " Telgraf tıkırdı­ yor: "Milletin hal ve vaz' ını derpiş etmek ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her türlü tesir ve mu­ rakabeden azade bir heyeti milliyenin vücudu elzem­ dir." Telgraf memuru dikkat kesiliyor. Yeni bir ses. Alışılmamış bir ses. Halkın içinden ve halka sesleni­ yor. Telgraf bitiyor, şimdi sıra, telgrafın altındaki im­ zaya geldi. Şafağın alacasında, makine kutsal tıkırtı­ larla o adı da veriyor: Mustafa Kemal. Korkaklar: 21/22 Haziran Amasya Genelgesi Anadolu vali­

lerine, mutasarrıflarına varıyor. Osmanlı valilerinin elini yakan bu genelge onların rahatını kaçırıyor. Va­ l iliği, şeftali bahçelerinde ağaların konukluğu sayan "Osmanlı memuru" eldeğdirmeden, hemen bu telg­ rafı "Dahiliye nezaretine" gönderiyor. O sıralarda " Müdafai H ukuku M i lliye" kurul larınca çekilecek telgrafların Anadolu telgrafu<1;nelerince alınmaması Posta Telgraf Genel Müdürlüğü'nce bildirilmişti. Mus­ tafa Kemal bu Osmanlı buyruğun üzerine de yürüyor ve valiliklere, böyle bir buyruğun ulusal sesi boğmak, vatanın parçalanmasına karşı ulusun birleşmesini ön­ lemek amacıyla verilmiş bir hainlik ve cinayet buyru­ ğu olduğunu bildiriyor. Bu şifrelerinde hep namuslu bir telgraf memurunun böyle bir buyruğu yerine ge41


tirmeyeceğini söylüyor. Anadolu'nun korkak, ürkek Osmalı valileri, Anadolu'nun yüzdüğü yoksulluk ve düzensizlikten sorumlu bu kapı kulu yöneticileri, Mus­ tafa Kemal ' in bu şifresini de " Dahiliye nezareti aliye­ sine" diye, elleri yanarak, elleri titreyerek, sanki ken­ dilerini hiç ilgilendirmiyormuş gibi, halktan kopmuş yöneticilerin sorumsuzluğu ve kısır görüşlülüğü ile İs­ tanbul 'a gönderiyorlar. Ama daha o zamanlar telgraf memurları, Mustafa Kemal' in namuslu telgraf me­ murları, namuslu halk çocukları Anadolu'yu tutmaya başlamışlardı. O korkak valilerin bundan haberleri yoktu. Neden ve ne zaman haberleri oldu ki . . . Halka karşı bütün yönetimler korkak olurlar. Sadece korkak değil , ama Mustafa Kemal ' in dediği gibi halkın sesi­ ni boğmak için cinayetlerin, hainliklerin de uğursuz or­ takları olurlar. Bir uyurgezer gibi, boşluklardan çıkar­ dıkları ellerini, halkın kanına bulaştırırlar. Halkın yanında ve saray düzenine karşı:

Anadolu telgrafhanelerinde namuslu telgraf me­ murları halk çocukları, şifrelerde yeni çözdükleri bu kurtarıcı adın, Mustafa Kemal 'in sesini yerine ulaştır­ mış lardır. Neden mi? O halkın sesi idi. Asi sayıldığı andan beri, o halkın yanını seçmiştir. Halk adına baş­ kaldırmıştır o. "Ulusun bağrından doğan ortak güç." Yeni siyasal terimlerdir, kavramlardır, onun sözleriy42


le, telgraflarıyla gelenler. Saray düzeni neye dayanı­ yordu? Onun telgraflarını alıp İstanbul 'a gönderen ka­ pıkulu aydınlarına, curcunacılara. Sömürücülere. Mus­ tafa Kemal 'le birlikte halk devletinin kavramları, te­ rimleri de gelir edebiyatımıza, siyasal edebiyatımıza. " Milletin hal ve vaz' ını derpiş etmek ve sadayı huku­ kunu cihana işittirmek için her türlü tesir ve murake­ beden azade bir hey' eti milliyetin vücudu elzemdir." Halkın içine katılan, halkın yanını seçen halk ön­ deri, Amasya Genelgesi 'yle, saray düzenine karşı sa­ vaşına başlamıştır. Milli Kongre:

Bu savaşta dayanağı nedir? Amasya Genelgesi 'n­ deki şu satırlar o dayanağı belirtmektedir: " Sıvas'ta milli bir kongrenin vakit geçirilmeden toplanması ka­ rarlaştırılmıştır." Anadolu telgrafhanelerinden, Ana­ dolu 'ya milli kongre çağrısını yayan namuslu telgraf memurları, halk çocukları ; bu satırlarda yeni bir dev­ letin şekil aldığını biliyorlar mıydı? Ama o, 2 1 Hazi­ ran 'ı 22 Haziran'a bağlayan gecede her şeyi bil iyor­ du, Osmanlı devleti yıkılıyordu, yerine halka dayalı bir Türk devleti doğuyordu. Anadolu telgrafhanelerinde yayılan ses, bu halkçı devletin sesi idi . Milleti, kendi kendisini kurtarmaya çağırıyordu.

43



temmuz bağımsızlık barışı (24 Temmuz 1923) Devrimcilerin, vatanı ve milleti satanların, yürek­ leri sızlamadan imzaladıkları Sevres Antlaşması 'nın, örnekse şu maddesini ibretle okumaları gerekir: "Tür­ kiye 'nin mali işlerini İngiliz, Fransız, İ talyan delege­ lerinden kurulu bir maliye komisyonu düzenleyecek­ tir." Rezaletin derinliğine bakın; Komisyon, Türk milletinin alın teri, el emcğı pa­ ral arl a ılk önce, Kcııdisıııc ve T i\ rki ye 'de kalac<:ik oian İtil:iı' dc:v­ letlcri işgal kuvvetlerine ait masrafları ödedikten son­ ra JU U<.iın 19 J 8 1 ari h i n d en beri hilaf devletleri ordu­ l arının gerek bugünkü Türkiye'de, Osmanlı İmpara­ torlğu' nun çeşitli bölümlerindeki masraflarını ödeye­ cektir. Sonra: Türkiye, dolayısı ile zarara uğramış olan cümlece müttefik devletler tebaasının zarar ve ziyanını yerine koyacaktır. 45


Türkiye'nin ihtiyaçları bundan sonra düşünülebi­ lecektir. Türkiye 'yi soymak, yağma etmek için hazırlanmış bir antlaşma . . . Elbette bu kadar değil. Türkiye'yi bir sömürge haline getirmek için gerekli siyasal, ekono­ mik, kültürel ağır koşullar. Kapitilasyonlar. Ve o çare­ sizler takımı, o vatan satıcılar takımı bu antlaşmayı im­ za ediyor. Bu antlaşma imzalanırken de kimsenin Türk milletine sorduğu yok. Türk milleti ne yapıyor? Türk milleti Anadolu yaylalarında dayatıyor, diretiyor, sa­ vaşıyor. Peşkeş çekilmiş vatan topraklarını kurtarmak için sıra sıra savaşlar veriyor. Atatürk, nutkunda, Lausanne barışına ayırdığı bö1 ümde, sömürgeci devletlerin, Anadolu halkı zafer ka­ zandıkça, ölüm fermanında ne değişiklikler yaptığını kıyaslamalı olarak belirtir. İkinci İnönü Savaşı 'ndan sonra sömürgecilerin teklifleri değişir. Ama sömürge­ cinin dişleri hala vatan toprağındadır. "İzmir bölgesi­ nin Cemiyeti Akvam'ca tayin edilecek Hıristiyan bir valisi olacak." Anadolu hükümetinin aklının almadığı bir teklif­ tir bu. Sömürgecilere karşı açılan ulusal savaş sürdü­ rülür. Sakarya meydan savaşı verilir. Tekliflerin dili da­ ha yumuşar. Sevres Antlaşması 'ndaki hem soyan, sö­ müren; hem de hakaret eden dil, değişir. Son teklifler46


de saygıl ı bir hava girer araya. Sömürgeciler, ulusal or­ dularımızın karşısında haklarımıza saygı göstermek zorunda kalmışlardır. Kuvayı Milliyeciler sömürgecilerin hiçbir oyunu­ na gelm ezler, Atatürk' ün "tam bağımsızlık ilkesi"ni gerçekleştirene değin savaşırlar? Sömürge orduları, Küçük Asya topraklarında çığlıkları atarak İzmir' e doğru kaçar. Ulusal kurtuluş ve bağımsızlık ordusu­ nun askerl eri, kurtulan vatan üzerinden yürürken sa­ tılmışlann antlaşması olan Sevres'i de çiğner geçer­ ler. Kurtuluş Savaşımızın yankısı, bağımsızlık antlaş­ masında 23 Temmuz 1 923 'de, İtilaf devletleriyle aynı koşullar i ç inde konuşan yeni Türkiye devletinin dele­ gelerince imzalanan Lausanne Barış Antlaşması'nda gerçek s esini bulur. Devrimciler, Atatürk' ün Nutu­ k'unda n bu bölümü i bretle okumalıdırlar. Ekonomik hükümleri kıyaslarken, Sevres' i ve ondan sonra gelen teklifleri gözden geçirir. Şu sözlerin kesinliği ve güzelliği Anadolu Kurtu­ luş Savaş ı ' nın içinden gelir: "Lausanne'da kapitalüs­ yonların her nev'i tamamiyle ve ebediyen lağvolun­ muştur!" Ne büyük bir sevinçle söylenmiş bir söz! Ata­ türk'ün savaşı tam bağımsızlık savaşıdır. Tam bağım­ sızlık s avaşı demek, bir ulusun kendini bağlayan bü47


tün sömürgeci koşullardan kurtulması savaşı demek­ tir. M isakı Milli siyasal bağımsızlığın, kapitülasyon­ ların kaldırılması ekonomik bağımsızlığın, halka da­ yalı eğitim hareketi ise kültür bağımsızlığının temel koşullarıdır. Sömürgecilere karşı şanlı bir savaş veren Türk milli kuvvetleri, savaşın ardından, bağımsızlık barışını kurarlar. Burada, Atatürk ilkelerinin ışığında sömürge olmaktan kurtulmanın ana koşullarını yeni­ den gözden geçirmemiz gerekir. Bağımsızlık barışını koruyabilmemiz için, bu koşulların hayatımızın hava­ sı haline gelmesi gerekir. Bir millet tam bağımsızlığı­ na, Atatürkçü görüşe göre, siyasal, ekonomik, kültü­ rel bağımsızlıklar üçgeninin millet yapısına oturtulma­ sıyla kavuşur. Bu bağımsızlıklar kendil iğinden gel­ mez, milletler bu bağımsızlıkları kendileri kazanır ve kendileri yaratırlar. Siyasal, ekonomik, kültür!l(l ba­ ğımsızlıklarını, yeni dünya koşulları içinde her gün yeniden kazanmasını ve yaratmasını bilmeyen millet­ ler, bir gün gelir bu bağımsızlıkları yitirmek tehlike­ siyle karşılaşabilirler. Sömürgecilerin eline düşebilir­ ler. Sömürge olmak tehlikesini tam anlamıyla yok et­ mek için, bir millet kendi yapısında, siyasal, ekono­ mik, kültürel sömürgeciliği kolaylaştıran bütün yolla­ n kapamalıdır. Atatürk'ün, Lausanne'da Anadolu savaşının kan48


lı kalemiyle i mzalanan bağı msızlık barışından sonra, Türk milletine aşılamak istediğ i ülkü budur: Barış, ba­ ğımsızlıkların yemişidi r. Bağımsızlık ise, bir m illetin siyasal, ekonomik ve kültürel tam bir özgürlüğe eriş­ mesi, dış ve iç sömürgelerden kurtul ması demektir. Ateşli bir dille, bağımsızlık barışı için şöyle söy­ lemektedir Atatürk: " Muhterem efendiler, Lausanne Sulh Muahedenamesinin ihtiva ettiği esasatı diğer sulh tekl ifleriyle daha fazla m ukayeseye mahal olmadığı fikrindeyim. Bu muahedename Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevres Muahedename­ siyle ikmal edildiği zannedilmiş, büyük bir suikastın inhidamını ifade eder bir vesikadır." Bu suikastın ortakçıları kimlerdi? Bunlar da iç sö­ mürgenlerdi. B ir milleti sömürmeye devam etmek için, dış sömürgenlerle birleşen vatan satıcılardı. Ne acıdır ki, Türk milliyetçileri Anadolu'da sömürgecilerle sa­ vaşırken onlar, vatan satıcılar, Osmanlı devlet düzeni­ nin koruyucuları oluyorlardı, mukaddesatın, ananele­ rin bekçi leri sayıyorlardı kendilerini, Anadolu yayla­ larında savaş veren insanlar i se asi ! Devrimciler, yakın tarihimizde, gericilerin mu­ kaddesat, hilafet, anane diyerek işi vatan satmaya ka­ dar götürdüklerini ibretle hatırlamalıdırlar.

49



ağustos harf devrimi (9 Ağustos 1928) " Latin harflerini Müslüman Arnavut okulların­ da öğretmekte dince bir sakıncı olup olmadığını so­ ranlara, M e şrutiyet devri şeyhülislamı, " Mesaağ-i şer'i yoktur" demiş. Bu satırları Faik Reşit Unat'ın Türk Dili dergi­ sinin 1 Ağustos 1 95 3 sayısındaki "Latin Alfabesin­ den Türk Alfabesine " adlı yazısından aldık. M esa­ ağ-i şer' inin Türkçe anlamı : Müslümanlıkça izin de­ mektir. Latin harflerine Müslümanlıkta izin yok. Şeyhülislam böyle buyuruyor. Biliyorsunuz, şeyhü­ l islama göre, Anadolu'da açılmış Kurtuluş Savaşı 'na da Müslümanlıkça izin yoktu. Bil irsiniz, Güten­ berg'den aşağı yukarı üç yüz yıl sonra İbrahim Mü­ teferrika i lk Türk basımevini kurduğunda şeyhülis­ l ama göre, Müslümanlıkça buna da izin yoktu. Ne­ den? Nedeni yok! Neden ki bu fetvalar akıl yolu ile veri lmiyordu. Kalıplaşmış gelenekler ve katı inanç­ lar yolu ile veriliyordu. Ve gerekçe şu idi : Müslü­ manlık elden gidiyor. Hepimiz yaşadık, yeni Türk 51


harfleriyle yazıp okuduktan sonra İslamlığını yitiren olmamıştır. Müslümanlığa da bir şey olmam1ştır. Ne­ den ki din bir yazı sorunu değil, bir gönül, bir inanç sorunudur. Bir din şeyhülislama göre değil , kendi i­ nanç yöntemine, kendi sağtöre yöntemi ne göre şe­ kil alır. Şeyhülisl am, bir ulusun bağımsızlığını sata­ cak kadar kendi çevresinin, kendi çıkarlarının, ken­ di tutkularının etkisinde kalabilir, ama şeyhülislamın yasakladığı, izin vermediği Anadolu kurtuluş sava­ şı sonunda Türk ulusu bağımsız ve Müslüman kal­ mıştır. 9 Ağustos 1 928 akşamı Atatürk, Sarayburnu'nda halkın ortasında verdiği bir söylevle harf devrimini açar. Devrimlerimiz arasında en güzel, en halkçı dev­ rimlerden biridir bu. '' Bütün memleket baştan başa bir dershane halindedir" diyor, o yıl eylül ayında Malat­ ya'da İnönü. Aradan bir ay geçmiştir. Bağda çocuk, dağda çoban yeni Türk alfabesine sarı lmıştır, bütün bir memleket bir devrim coşkusu içindedir. Atatürk yer y­ er dolaşır, karatahta başında yeni harfleri öğretir, ilk ön­ ce kendisi Sarayburnu'nda söylediği şu sözlere uyar: "Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her va­ tandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi bi­ liniz." 52


3 0 Ağustos 1 928 'de, Sarayburnu söylevinden son­ ra, Dolmabahçe Sarayı 'nda alınan devrim kararının i lk maddesi şudur: " Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terkedip Latin esasında Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur." Bir uygarlık değişimidir bu. Bu devrim uygarlık yolumuzu Batı uygarlığına bağlayan köprülerden bi­ ridir. Halkça sevgiyle beslenen devrimlerden biridir. Hani Müslümanlıkça izin yoktu? Halk, Müslüman Türk halkı bu devrimi benimsemiş ve bu harfleri öğ. renip okuyup yazmıştır. Müslümanlık gitmemiş, ama her yeniliğe karşı koyan yasakçı ortaçağ anlayışı dev­ rilip gitmiştir, hem de halk yönünden devrilmiştir. Yıl­ lar sonra, Atatürk düşmanları, eski yazı gelsin derler­ ken, elbetteki Müslümanlığı istemiyorlardı, neden ki Müslümanlık yerli yerindeydi, onlar, çıkarlarına uygun gelen karanlıklardan yararlanan yasakçı ortaçağ düze­ nini istiyorlardı. Yeni Türk harflerini kimse silemez, o, yurdun is­ tasyonlarına işlenmiştir, Maşallah'larla halk otobüsle­ rine işlenmiştir. Yol verin dağlarla kamyonlara ç izil­ miştir, köy okullarının kapılarına, nüfus kağıtlarına kazılmıştır ve bir cumhuriyet kuşağının kurduğu yeni bir yazı dilinin alfabesi olmuştur. Devrimleri halka 53


bağlamanın yolunu bilen Atatürk, Sarayburnu 'ndan Anadolu'ya geçmiştir, dolaşmıştır, cumhurbaşkanı olarak değil, başöğretmen olarak; cumhurbaşkanı ye­ ni harfleri her vatandaşa, kadına erkeğe, hamala, san­ dalcıya öğretmekte, bir öğretmen gibi çalışmıştır. B ir yılın sonunda Türk çocukları ilkokulların birinci sınıf­ larında Tevfik Fikret'in şiirlerini yeni yazı ile oku­ muşlardır. Gazeteler yeni yazı ile çıkmışlar, kışlalar­ dan, en ıssız devlet dairelerine değin devlet yazısı ye­ ni Türk harfleriyle yazılmıştır. Harf devriminin bizi ortaçağdan kurtarıp yeni ça­ ğa, Batı uygarlığına bağlanmaktaki devrimci özü ya- . nında, bir de halkçı yanı vardır ki; halka inen bir dev­ rimin nasıl yayıldığını, nasıl benimsendiğini gösterir. Devrimci için, halkçı için harf devriminin birçok öğ­ retici yanları vardır. Bir kerre, yapacağınız bir devri­ mi halkın içinde, halka dayanarak, halkın ortasında ya­ pınız. Açık yürekle, gözüpek, inançla Saraybumu söy­ levini veriniz. Ve öne düşünüz, halkın arasına karışı­ nız, karatahta başına geçiniz. Devrimin coşkusunu il­ k önce kendiniz yaşayınız. Elektrik akımı gibidir dev­ rim, coşku payı halkın damarlarına yayıldı mı, bir uç­ tan bir uca akıp gider. Biliyorsunuz doğrudur, biliyor­ sunuz. güzeldir. Bu coşkuyu yayabildiniz mi, hiç kor­ mayın; halk da doğrudan, güzelden yanad ır. 54


eylül halk tarafından halk adına halk için (4 Eylül 1 9 1 9) S ıvas Kongresi anılarından biri de şu: " Uzun bir tahta masa üzerine örtülmüş adi basmadan sofra örtü­ sü ile basit sandalyelerden ibaret olan yemek salonu­ nun kapısının önüne bir mektep karatahtası konmuş­ tu. Karatahtanın üzerinde yazılmış yemek listesinde k uru fasulye, pilav, üzüm hoşafı ibaresi vardı." (*) Bu Sıvas Kongresi ' nde bir akşam yemeği idi. Şim­ di o sofrada, Türkiye'nin ölüm kalım sorunlarını tar­ tışan kongre üyelerini düşlüyorum. 1 1 Eylül'de biten Sıvas . Kongresi 'nin 1 O maddelik bildirisinde bugün bile coşku ile okunacak iki madde vardır; 1 . madde­ deki Misakı Milli 'nin özüdür: 30 Ekim 1 9 1 8 tarihin­ deki sınırlarımız içinde kalan memleket parçal arı bö­ lünemez ve hiçbir sebeple ayrılamaz bir bütün teşkil eder. İkinci madde S ıvas Kongresi ' nin halka dayana( * ) K ı l ı ç A l i Hatıralarını Anlatıyor- Atatlirk kütüphanesi: 5. Sel Ya­ yınları- 1 9 5 5 ,

İstanbul. 55


rak gerçekleştirmek istediği ülküdür: '' Ulusal bütün­ lük ve bağımsızlığımızın sağlanması için ulusal kuv­ vetleri etkin ve ulusal iradeyi egemen kılmak kesin te­ meldir." Bu yeni düşünceler, bu yeni ilkeler, bu yeni ülkü- . ler nereden geliyordu? Devlet düşüncesinde bir dev­ rim oluyordu. Daha 1 0 Ağustos I 9 1 9 'da Halide Edip, Mustafa Kemal Paşa'ya İstanbul 'dan şöyle yazıyordu: "Birbirini yok eden çıkar, hırsızlık ya da serüven ve ün adına yaşayanların hırsını doyurmaya yanyan hü­ kümet yerine, ulusun esenlik ve gel işmesini sağlayıp, halkı, köyleri, sağlığı ve anlayışı ile çağdaş bir halk ha­ line koyabilecek bir hükümet görüşü ve uygulaması­ na ihtiyacımız var." Şu gözlem üzerinde duralım: Birbirini yok eden çıkar, hırsızlık ya da serüven ve ün adına yaşayanların hırsı. . . Hükümet görüşü bu temele dayandı mı çıkar ta­ kımı yerine başka bir çıkar takımı, bir hırsızlar takımı yerine bir başka hırsızlar takımı gelir ve siyaset, bu ta­ kımların tahterevallisi haline gelir. Çıkarların, hırsız­ lıkların, serüvenlerin, ün tutkularının altında halk ezi­ l ir, sömürülür, yoksul ve fakir düşer. Sıvas Kongresi daha baştan devlet görüşünde ye­ ni bir açı ile halka yöneliyordu. Bir devrim görüşü idi bu: Halk devleti ilkesi doğuyordu. Ulusal Kurtuluş Sa56


vaşı hem kendi savaşı ülküsünü, hem bu savaş sonun­ da doğacak bağımsız Türkiye'nin devlet felsefesini çi­ ziyordu. Sıvas Kongresi 'nin özünde Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet iç içedir. Halk kurtulacaktı. Bu tüm bir kurutluş olmalı idi . Tam bir bağımsızlık, tam bir kur­ tuluş. Sıvas Kongresi 'nde manda olup olmamanın tar­ tışılması yapılmıştır. Mustafa Kemal ateşli ve geri dön­ mez bir manda düşmanı idi . Tam bağımsızhğın, tam kurtuluşun yanında idi. En uygunsuz koşullar içinde bile Mustafa Kemal, Amerikan mandasını kabule ya­ naşmıyordu. Onun sömürgeciliğe açık savaşının kesin tutumu budur. Bir halk devletinin tam bağımsız olma­ sını istiyordu. Amerikan mandasının iyiliklerinden, gerekliliğinden söz açanlara, örnekse Bekir Sami Bey'e, yiğit bir halk önderi gibi soruyordu: "Lehimizde bu kadar iyi koşullar ileri süren Ame­ rika hükümeti bu şekildeki mandaterliği kabul etme­ sine yani buna katlanmasına karşılık Amerika adına ne gibi yararlar ve çıkarlar sağlamış olacaktır? " Tam bağımsızlık i steyen halk önderinin sorusu budur. Bir bozguncu, bir çıkarcı, bir yarı inanmış İs­ tanbul 'un karşısına, Mustafa Kemal Anadolu halkının sesiyle böyle sağlam ve kesin çıkmış, her türlü yaban­ cı gölgesine karşı koymuş ve Amerikan mandası iste­ yenlerin isteklerini S ıvas toprağında gömmüştür. Ar57


tık kimse bir yabancı ulusun mandasını isteyemeyecek, Türk halkı kurtuluş savaşını kendi emeğine, kendi ka­ nına dayanarak verecek ve devletini , bütün dünya sö­ mürgecilerine karşı kesin bir zafer kazanarak, tam ba­ ğımsızlık ilkesi üzerine kuracaktır. Sıvas Kongresi ' nin bir güzelliği, bir yüceliği de buradadır. Ve orada, Sı­ vas Kongresi'nde yeni bir Türk devletinin, bir halk ta­ rafından·, halk adına, halk için yeni bir devletin teme­ li atıl ır. Halk tarafından, neden ki, halkın kurtuluş ve uyanış isteğinin devletidir. Halk adına, neden ki, He­ y' eti Temsi liye adına ışıklı imzasını atan Mustafa Ke­ mal artık halktan biridir. Ve halk için . . . Neden ki, bu savaş Türk halkının tam kurtuluşu içindir. S ıvas Kongresi 'nde, Mustafa Kemal ' in halk önderliği portresi , dört bir yanından Anadolu güneşi vurmuş gibi ışıldamaktadır. Halka da­ yanan insanın korkusuzluğu, inancı , atılganlığı. Sı­ vas 'a giderken Erzincan boğazında eşkıyaların yol ke­ seceği h aber verilir. Mustafa Kemal 'in kararı şudur: " Sağdan soldan gelecek, uzak mesafedeki ateşle­ re önem verilmeyerek otomobil ler hızla şose üzerin­ de ileri yürümeye devam edecekler. Vurulan ölen olur­ sa, onlarla uğraşılmayacak . . . " Sıvas' a varı lacak. Ve Sıvas Val isi Reşit Paşa 'ya, Erzurum 'dan tcl g58


raf: İnanç sesine bakınız, derin halk kaynaklarından ge­ len sestir bu: " Burada şunu bildireyim ki, ben ne Fransızların ve ne de herhangi bir yabancı devletin koruyuculuğuna dü­ şecek kişilerden değilim. Benim için en büyük korun­ ma noktası ve sığınma kaynağı ulusumun göğsüdür." B u inanca varabilmek için, insanın o ulusla ne de­ rin bir bağ kurmuş olması, halka ne derin bir sevgiy­ le bağlanmış olması gerekir. Ve, bir gece Sıvas telgraflıanesinden Osmanlı dev­ letinin vatan satıcı Dahiliye Nazm 'na seslenişi: "Alçaklar! Caniler! Düşmanlarla millete karşı ha­ ince düzenlere girmiş bulunuyorsunuz! " Sıvas Kongresi 'nden bugüne gelen ses şudur: Bir ulus gerçek bağımsızlık, gerçek kurtuluş yolunda ka­ rarlı oldu mu, ne iç hainler, ne dış sömürgeler bu ka­ rarın karşısında duramazlar ve bir ulusun tarihsel akı­ şı karşısında her türlü geriletici, düzenci engel yıkılıp gider. Devrimcinin Sıvas Kongresi ' ne yüreğiyle ve ka­ fasıyla eğilip bakması gerekir: Orada, halk tarafından, halk adına, halk için kurulmuş bir devletin bütün özü, bütün ilkeleri, bütün koşulları vardır. Bütün bu olay­ lar, bir halk sofrasında halk yemeği yenen o gündüz­ ler ve geceler içinde gelişmiştir. 59



ekim halkın kanı ve zaferi üzerine kurulan yönetim: cumhuriyet (29 Ekim 1 923 ) Ankara Kalesi 'nden cumhuriyetin top sesleri du­ yulurken doğanlar kırk yaşlarındadırlar. Tam anlamıy­ la cumhuriyetin çocuğudurlar. Cumhuriyet yasalarıy­ la, cumhuriyet sorunlarıyla ve cumhuriyet eğitimiyle yoğrulmuşlardır. Ve onların, cumhuriyetin anlamını ve kaynaklarını bilmeleri gerekir. Onların cumhuriye­ te karşı borçları ve ödevleri vardır. Devrimcinin bil­ mesi gereken ilk nokta, cumhuriyetin halkın emeği ve kanı ile kurulmuş olması gerçeğidir. 29 Ekim 1 923 gü­ nü Türkiye Büyük Millet Meclisi 'nde olup bitenler i lk bakışta bir kabine buhranı gibi yorumlanabilir. Bu buh­ rana bir çare arıyor Mustafa Kemal. 28 ekim gecesi Çankaya'daki küçük bağ evine çağırdığı paşalara -Sa­ karya' nın ve Dumlupmar ' ın halk ordusu paşaları : Ke­ malettin Sami Paşa, Halit Paşa- Mustafa Kemal: - Yarın cumhuriyeti i lan edeceğiz, diyor. 61


Gençl iğinden beri yüreğinde sakladığı bir sırrı söylüyor, bu sırrı halk ordularının tartışma götürmez zaferi üzerine ve bu ordunun paşalarına söylüyor. Kur­ tuluş Savaşı günlerinin alın terinden, çilelerinden, acı­ larından, kan ve emek denizinden gelme bir sestir bu. Kabine buhranı çok gündel ik bir yorum kalıyor. Cum­ huriyet, tepelerde, vadilerde, ovalarda çarpışan bir hal­ kın ta yüreğinden geliyor, bu savaşın anlamını bulma­ lı, halkın emeğine ve akıttığı kana devlet olarak bir ad vermeli, bu adı halk ordusunun paşalarına söylüyor Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordu­ ları B aşkumandanı ve halk devletinin başkanı 1 5 gün önce Ankara başkent olmuştur, bozkırın ortasında ye­ ni bir Türk devleti doğmuştur-: - Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz, diyor Bir yıl önce, büyük halk zaferinin ardından, kan ve duman günlerinin sonunda, 1 Kasım 1 92 2 'de, Türk ulusunun egemenliğine " musallat" olan Osmanoğul­ ları saltanatı yıkılmıştı. Türkiye Büyük Millet Mecli­ si 'nin küçük bir odasından, saltanatı kurtarmak iste­ yen ve kan ve emek üzerine doğan yeni bir devleti gör­ mek istemeyen gericilere, gelenekçilere Mustafa Ke­ mal şöyle sesleniyordu: - Egemenlik ve saltanat hiç kimse yönünden hiç kimseye bilim gereğidir diye konuşma ile tartışma ile -


verilemez. Egemenlik, saltanat güçle, zorla alınır. Os­ manoğulları zorla Türk ulusunun egemenlik ve salta­ natına el koymuşlardır. Bu tasallutlarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk ulusu bu saldır­ ganların sınırlarını hatırlatarak, egemenlik ve saltana­ tı isyan ederek kendi eline emeğiy.l e, eylemiyle almış bulunuyor. Bu bir olup bittidir. Söz konusu ulusa, sal­ tanatı, egemenl iği bırakacak mıyız, bırakmayacak mı­ yız sorunu değildir. Sorun, aslında olup bitti haline gelmiş bir gerçe­ ği söylemekten ibarettir. Bu olacaktır, ne olursa olsun. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal gö­ rürse, düşünceme göre uygun olur. Aksi takdirde yine gerçek ifade olunacaktır, ama olabilir ki bazı kafalar kesilecektir. Cumhuriyet, halkın egemenliğine dayanan halk devleti daha o gün kurulmuş oluyordu. Cumhuriyet düşmanları, halk düşmanları bu yeni devletin karşısın­ da duramayacaklardı, neden ki cumhuriyet bir olup bitti idi. Türk ulusu isyan etmiş, dış ve iç sömürgele­ re baş kaldırmıştı. Halk kendi zaferinin devletini, ke­ di devletini kuracaktı . Cumhuriyet, bu kutsal olup bit­ tinin, halkın kendi devletinin adı idi . M ustafa Kemal halkın sesi idi. Bu isyan, bu yeni devlet düşüncesi ona daha yıl63


larca önce gelmişti. 1 9 1 8 'de büyü savaşın sonunda Pe­ rapalas otel inde konuştuğu bir İngiliz yazarına, bu adı henüz bi linen halk generali ; - " Bu böyle olmaz, vatanı baştan başa değiştirmek gerek, yenileştirmek gerek" diyordu. ( * ) Vatanı halka dayanan yeni hir düzenle değiştire­ bil irdi . B u düzenin temeli halkın emeği olabil i rdi . Bu düzenin temeline kurtuluş savaşlarıyla halkın kanı da karıştı . Devrimci, hiç, hiç unutmamalı cumhuriyetin temelinde bu iki öğe sapasağlam duruyor: Emek ve kan. Emek halkın, kan halkın idi. Cumhuriyetçi bu yüz­ den vatanı baştan başa değiştirmek isterken emeğe ve bağımsızlığın damarlarında akan halk kanına dayan­ malıdır. Bir cumhuriyetçi önder, İnönü de şöyle demişti : "Bir köy çocuğunda yarının cumhurbaşkanını göreme­ yenler gerçek cumhuriyetçi olamazlar." Büyük bir halk kırizmasının bildirisi idi bu. Toprağı öyle işleyecektik ki, bir gün Anadolu kerpicinin içinden bir köy çocu­ ğu cumhuriyetin başına geçebilecekti. Cumhuriyetçi eğilim Köy Enstitüleriyle bu krizmayı gerçekleştir­ meye yönelmişti . Halkın sesi derinlerden gelecekti ve (*)

..

Haluk Y . Şehsuvaroğlu - Tarihçi gözüy l e Atatürk, Va�lı k Yayııı­

lan, 1 9 5 8 .

64


bir gün köy çocuğu cumhurbaşkanı olabilecekti. Köy Enstitüleri ile cumhuriyetin derin bağları vardı. Köy Enstitülerine karşı duranlar kökte cumhuriyete ve hal­ ka karşı duruyorlardı, onlar halkı üste getiren bir ger­ çek demokrasinin, halkın özüne siyasal güç veren bir demokratik düzenin karşısında idiler. Elbette bir köy çocuğunda yarının cumhurbaşkanını göremeyenler, bir köy çocuğunun önüne yığılan eğitim engellerini yıkmak istemeyenler ve demokrasinin ana koşull arın­ dan biri olan eğitim eşitliği için savaşmayanlar gerçek Cumhuriyetçi olamazlardı. Sadece Cumhurbaşkanı değil, bir köy çocuğunda, Türkiye'nin sonsuz insan ha­ zinesinin milyonlarında yarının bilginlerini, ozanları­ nı, yazarlarını, ressamlarını, doğa araştırıcılarını, yurt yöneticilerini, halk ve toplum önderlerini görmeyen­ ler, görmek istemiyenler de Cumhuriyetçi olamazlar­ dı. Cumhuriyet ancak ve ancak kendisini yaratan hal­ kın olanaklarıyla gelişebilir, yaşayabilirdi. 29 Ekim 1 923 'te bir Ankara akşamında Türkiye Büyük Millet Meclisi 'nde, bir halkçı ozan, Mehmet Emin Yurdakul, Cumhuriyet yönetiminin adını ve anlamını şöyle çizi­ yordu: - Tutsağa özgürlük ve yoksula mutluluk getirecek bir yönetim: Adı Cumhuriyet'tir bunun. Ş imdi kırk yaşında olanlar bütün bu olayları tarih65


sel çizgileri ve geli şimleriyle gözden geçirip kendile­ rine sormalıdırlar: Ben gerçek bir cumhuriyetçi mi­ yim? Halkın emeği ve kanı üzerine kurulu Cumhuri­ yete karşı görevlerimi yapıyor muyum? Cumhuriyetin temellerini, emeğimle sağlamlaştı­ rıyor muyum? Cumhuriyeti, bir köy çocuğundan cum­ hurbaşkanına çıkaracak eşitliklerle, olanaklarla bezi­ yor muyum? Ben, Cumhuriyet kuşağı, ben aydın, ben halk devletinin vatandaşı, halkın emeğine ve kanına karşı olan borcumu ödedim mi? Mustafa Kemal, 29 Ekim 1 923 'de, saat 20.45 'ler­ de ilk Cumhurbaşkanı seçiliyor ve büyük gaz lamba­ sı altında söylevini şöyle bitiriyor; - Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaf­ fer olacaktır. Bu inanca yüreğimizden kattığımız ne­ dir? Halkın mutluluğu için neler yapıyoruz? Cumhu­ riyetin başarısı için emek veriyor muyuz? Halk devle­ tinin zaferi için çalışıyor muyuz? Cumhuriyetin sorun­ ları bunlardır. Devrimcilere, halkın derinliğinden ko­ pup gelen karşılık şu olmalı : Cumhuriyetin halkın mut­ l uluğu olduğuna inanıyoruz. Emeklerimizi bu uğurda birleştiriyoruz ve halkın zaferini cumhuriyetin zaferin­ de görüyoruz.

66


kasım bir halk önderinin portresi ( 1 O Kasım 1 938) Devrimci, Mustafa Kemal Atatürk'ün yaşantısını incelerken, onun portresine vuran halk ışığını gözden kaçırmamalıdır. Anca bu ışıklarladır ki onun yaşantı­ sının, savaşlarının, devrimlerinin, ilkelerinin ve felse­ fesinin köklerine ve anlamına varılabilir. Bu ışık için­ de ona verilecek en güzel ve anlamlı ad halk önderi oluyor. Selanik'te ateşli ve devrimci bir kurmay, Ça­ nakkale'de Anafartalar kahramanı bir kumandan, bir asker ve birdenbire, Samsun'da ordu müfettişi iken, Anadolu yollarına düşünce ulusun bir bireyi , halktan biri oluyor. Erzurum kongeresinden sonra onu sıcak ve çekici halk giysileri içinde görüyoruz, generallik giysisini, bir halk savaşı içinde ve ardında bir başko­ mutan olarak giyiyor. Bu giysi içinde bile halkça güç­ lü olan bir yanı vardır, biçimci ve gelenekçi bir devle­ tin başkomutanı değildir, halk içinden yaratılmış bir devletin başkomutanı değildir, halk içinden yaratılmış bir ulusal savaş ordusunun komutanıdır. B ir savaş ön­ deri, bir savaş ustasıdır ve bu savaşın ülküsü halkı tam 67


bir kurtuluşa, tam bir bağımsızlığa kavuşturmaktır. " Milli Mücadele"nin yıldızları ve defneleri parlayan mareşal yakasıyla o, Gazi Mustafa Kemal Paşa, bir kurtuluş savaşına atılmış Türk halkının önderi, alan sa­ vaşlarının halk önderidir. Mustafa Kemal doğrudan doğruya halk kaynağından gelmektedir, ana ve baba­ sı halktan insanlardır. Kaynağından başlayan bu halk çizgisi onu bütün yaşantısı boyunca izlemektedir. Bu çizgi onun yaşantısında, davranışlarında, devrimlerin­ de ve ilkelerinde belirmektedir. Onu 1 9 1 9 Haziranı 'n­ da Amasya'da karşılayalım. Havza yollarından gel­ mektedir. Bir genel müfettiş midir? Düşüncelerini ve gücünü biçimci bir devletin otorite kaynaklarına da­ yayan yüksek bir askeri memur mudur? Amasya'ya halktan bir adam gibi girer. Amasya'ya kurtuluş ordu­ sunun generali gibi girer. Osmanlı devletinin bütün geleneklerini bırakmıştır, halkın yanını seçmiştir. Durmadan telgraflar, mektuplar yazıyor; bu telg­ rafları ve mektupları inceleyelim, bu telgrafların, mek­ tupların havasında bir üçüncü ordu müfettişinin eda­ sı, kokusu yoktur, halka dayanmış bir insanın sesi, inancı, sertliği ve kesinliği vardır. Erzurum Kongre­ si 'nden sonra Üçüncü Ordu Müfettişi bile değildir, bir Osmanlı generali değildir, Anadolu halkının Mustafa Kemal Paşasıdır. Erzurum ile Sıvas arasındaki yolu 68


otomobille geçerken, çoktan halkın içine girmiş hal­ kın önderi olmuştur. Sıvas Kongresi'nden sonra telg­ rafların, mektupların altında şu kısa, ama anlamlı im­ za görünür: Hey ' eti Temsil iye adına Mustafa Kemal. Hangi Hey 'eti Temsiliye? Bir avuç ülkücünün kurdu­ ğu kurtuluş cuntasının başındadır, ama o, bu kurulu, Sıvas Kongresi ' nde halka dayamayı bilmiştir. Kendi kendisini seçmemiştir, kendisini seçmişlerdir. Hey'e­ ti Temsiliye Başkanlığı ' na Sıvas Kongresi ' nce, yani Anadolu halkınca seçilmiştir. Gücü ve açıklığı bura­ dadır. Halkın ortasında ve arasında açık ve aydınlık bir savaş vermektedir. Bu Hey'eti Temsiliye neyi temsil etmektedir! Bütün bir ulusu, kurtulmaya karar vermiş bir halkı. Kimi dolaklı avcı ceketl i, kimi belden kemer­ li paltosuyla o şimdi Ankara halkı arasında ulusal sa­ vaşın önderidir, Türkiye Büyük Millet Meclisi' nin Başkanı'dır. Ulusal savaş ordularının komutanlık kal­ pağını, giysilerini ve çizmelerini Sakarya savaşların­ da giyer. Ulusal savaş resimlerinden en güzeli onu Sa­ karya savaşlarının sonunda Duatepe'de gösterir. Bu bir bozkır sabahıdır Toprak güz yağmurlarıyla ıslak ve hava serindir. 1 0- 1 2 Eylül günlerinden biri . Torağın üzerine bir keçe sermi şlerdir. Sırtında eski, kaba bir asker pelerini vardır. H alkın pelerini. Onu giymemiş, omuzlarına atmış. Bağdaş kurmuştur. Bacakları ve 69


ayakları kutsal ana topraktadır. Başında Kuvayı Mil­ liye kalpağı vardır. Dürbünü gözlerine tutmuştur. " Sa­ karya melhamei kılbrası " dediği, Sakarya savaşlarının son anlarını izlemektedir. 1 3 Eylül'de Sakarya doğu­ sunda düşman kalmayacak ve düşman çekilip kaçacak­ tır. Bu resimde, çok dikkatle gözlenince görülen kü­ çük, çok küçük bir şey var: Mustafa Kemal ' in görü­ nen çizmesinin tabanında, burunda ufak bir delik var­ dır. Halk o kadar verebilmiştir ve o, başkomutan o ka­ darını giyebilmiştir. Biraz sonra, ana vatan toprağı üze­ rinde doğrulacak ve çizmesinin altından vatan topra­ ğının ıslak sıcaklığını duyacaktır, ürperecek ve titre­ yecektir. Toprağının ve halkın yoksulluğunu, bir zafer sabahında ta iliklerinde duymuştur. Bu duyguyu ilke­ lerinde ve devrimlerinde işleyecektir. Hep halk önde­ ri kalacaktır. O, odaların, sarayların, törenlerin başko­ mutanı değildir, kutsal vatan toprağının, çıplak ve ger­ çek toprağın askeridir, oradan zaferle birlikte gerçek kurtuluşun sesini de getirecektir. Savaşlarının üzerine bir uygalık, bir devrim düzeni kurmasının anlamı bu­ dur. Ayaklarından yüreğine değin ana toprağın ve hal­ kın sızısını, acısını, çıplakl ığını, yoksul luğunu duyu70


yor. Cumhurbaşkanı olarak görevi nedir! Havza'dan yola, halktan biri, Mustafa Kemal olarak çıkarken gö­ revi ne idiyse odur. Erzurum ve Sıvas kongrelerinde halktan biri olarak içtiği gizli andı unutmamıştır: Kur­ tuluşun, uyanışın önderi olacaktır. Halkın derin kay­ naklarını sezecektir. Ve bu kaynaklardan devrimleri­ nin ilkelerini örecektir. Yoksulluğa, geriliğe ve karan­ l ığa savaş . Törensel bir cumhurbaşkanı olmamıştır. Halk önderi bir Cumhurbaşkanıdır. Büyük ekonomik çelişmeler arasında ortaçağ düzeninden çıkış yolları aramaktadır, halkın kan ve emeğinden doğan devleti halka yöneltmektedir, bir devletçilik önderidir. Yeni­ leşme yolunda ortaya halktan biri olarak çıkar, Kasta­ monu'da hasır şapkası ile halkı selamlar. Ve Sıvas do­ laylarında, karatahta başındadır. Uygarlık savaşının öğretmenidir. B izler, devrimciler onun bu halkçı çiz­ gilerini iyi izlemek zorundayız. Onun halk önderi port­ resi kurtuluş ve uyanış savaşımızı ışıklarla doldurmak­ tadır. Halka ihanet etmemiş bir insandır o. Çıktığı kay­ nağı yaşan.tısı ile izlemiş, halka dayanmış, halk için sa­ vaşmış ve yeniden o kaynağa, bütün devrim güçlerini bağrında saklayan halka dönmüştür. 71


Bu yüzden, Mustafa Kemal Atatürk oradadır, hal­ kın içindedir, halktan yana, halk için ve halk uğruna Türk ulusunun devrimci çabalarını yönetmekte, gene de, kuşakların halk önderi olarak kalmaktadır. Musta­ fa Kemal Atatürk'ün portresi bu açıdan incelenince, halkın ışığı içinde o, her zaman ve her zaman Türki­ ye sorunlarının çözümleyicisi olarak kalmaktadır. Ne­ den ki, o halk olmanın, halka önder olmanın sorunla­ rını çözmüştür.

72


aralık atatürk' ün ankara' ya gelmesi (27 Aralık 1 9 1 9) Devrimci, Türk kurtuluş ve bağımsızlık savaşı­ nın bazı temel günlerinin kavramını ve anlamını iyi­ ce aydınlatmış olmalıdır. Bu kavramlardan, bu olay­ lardan, bu tarihsel günlerden aldığı ışıktır ki, ona, bugün yaşadığı olayların açıklanmasını kolaylaştırır, bu günlerin taşıdığı kavram ona ülküsünde güç, dü­ şünce aydınlı ğı verir. Sıvas Kongresi ' nin sonunda kurulan Hey'eti Temsiliye, A nkara 'da çalı şmak ka­ rarını veri r. Hey 'eti Temsil iye'nin ne yapmak istedi­ ğini, ne için kurulduğunu anlamak i çin de ulusal kur­ tuluş ve uyanma savaşımının bir çeşit kurucu Mecl i­ si olan Sı vas Kongresi 'nin (4 Eylül - 1 1 Eylül 1 9 1 9) aldığı kararları gözden geçirmek gerekir. Bu karar­ ların en önemlisi Türk vatanını ayrılmaz, parçalana­ maz bir bütün olarak kabul etmesidir. Misakı M illi sınırları dediğ imiz sınırlar i ç inde, Sıvas Kongresi, Türk vatanından bir parçalanma kabul etmez. Hey'e­ ti Temsiliye Türk vatanının bütünlüğünü koruyacak­ tır. Bu yol da neden yararlanacaktır? Sıvas Kongresi-73


'nin aldığı kararlardan biri de bu kaynağı açıklar: Ulusal bütünlük ve bağımsızlığımızın sağlanması için ulusal kuvvetleri etkin ve ulusal iradeyi, üstün kılmak kesin temeldir. Hey ' eti Temsiliye, ulusal kuv­ vetleri birleştirmek ve ulusal iradeyi ulusal savaşın yaratıcı gücü haline getirmekle görevlendirilmiştir. Yer yer uyanan bağımsızlık ateşlerini Sıvas Kongre­ si Hey' eti Temsi l iye adına toplar. Sıvas Kongresi ' nin kararlarından biri de budur: Ulusal vicdandan doğan vatan ve ulus kurumlarının birleşmesinden toplanan genel yığın bu kez (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) unvanı ile adlandırılmıştır. Devrimciler, Sıvas Kongresi'nin kararlarına dik­ katle eğilmelidirler: En ağır koşullar içinde Türk hal­ kı bir devlet, ulusal bir devlet kurmaktadır. Bu devlet halk kuvvetlerine dayanan bir kongre devletidir. Ka­ rarları halkın kendisi almaktadır. Sıvas Kongresi 'nce seçilen Hey' eti Temsiliye bu kongre devletinin yürü­ tücü, yönetici kuruludur. Bu kurul, kongre devletine yeni bir çalışma merkezi seçmiştir: Ankara. Ankara, bu seçimle ve Atatürk ve arkadaşlarının gelmesiyle ulusal halk devletinin yüreği olmuştur. Ulusal halk devletinin temeli Ankara'da atılmış, ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi burada açılmış, Sakarya'dan top sesle­ ri duyulurken, ulusal bağımsızlık iradesinin dayanan, 74


yıkılmayan kal 'ası olmuştur, tarihsel kal 'asından ilk cumhuriyetin top seslerini duymuş, yeni Türkiye'nin yapıcı kadrosuna konaklık etmiş, Türk devrimlerinin ülkü ve bil im kaynağı olmuştur. Atatürk'ü bağrına bas­ mış, yanık toprağından ona ulusal ateşin sıcaklığını vermiş ve gene bütünlüğe, bağımsızlığa kavuşmuş bir Türkiye adına onu sonsuz yaşayışında topraklarında, Anıttepe'de konuklamıştır. Atatürk, Hey' eti Temsiliye'nin Ankara'ya gelişi­ ni ve işe başlayışını 27 Aralık 1 9 1 9 tarihli şu bildiri ile yurda yaymıştı : " Sıvas'tan Kayseri tarikiyle Ankara'ya hareket e­ den Hey' eti Temsiliye bütün güzergahında ve Anka­ ra'da büyük milletimizin har ve samimi tezahüratı va­ tan perveranesi içinde bugün muvasalat eyledi. M ille­ timizin gösterdiği eseri vahdet ve azim memleketimi­ zin temini istikbali hakkındaki kanaatleri, layetezelzel bir surette tarsin edici mahiyettedir. Şimdilik Hey' eti Temsiliye merkezi, Ankara'dadır. Takdimi hürmet ey­ leriz efendim." Hey'eti Temsiliye adına Mustafa Kemal

27 Aralık 1 9 1 9 'da Ankara'ya gelen Mustafa Ke­ mal ve H ey'eti Temsil iye ulusal savaşın karargah ını Ankara'da kurmuş. Ankara ulusal savaşın inanç oca75


ğı, cumhuriyet ve devrim Türkiyesi 'nin ülkü odağı ha­ line gelmiştir. Cumhuriyetçiler, devrimciler ve Ata­ türkçüler için "Ankara havası " , "Ankara ruhu" , "An­ kara okulu" Türk devrimleri ve yeni Türk uygarlığı ­ nın anlamını ve ülküsünü deyimleyen ortak değerler yerine geçmiştir.

76


DEVRİM GEZİSİ (*)

(*) Bu yazı Türk Dili Dergis i ' nin Kasım 1 970 tarihli 230. sayısın­ da yayımlanmıştır.

77



" Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, pek iyi bilirsiniz ki, eski Babıali hükümeti değildir, eski Os­ manlı devleti değildir. Onlar artık tarihe karışmıştır. Düşmanlarımız Osmanlı devletini yıkarak temel öğe Türk ulusunu da yok etmek istiyorlardı. Oysa Türk ulusu, yeni bir inanç ve kesin bir engel aşarltkla ye­ ni bir devlet kurmuştur. Bu devletin dayandığı temel­ ler 'taf!Z bağımsızlı k ' ve 'bağsız koşulsuz ulusal ege­ menlik 'tiF: "

(Gazi Mustafa Kemal, Akhisar, 5.2 . 1 923)

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1 3 Ocak 1 923 'te, uzun bir Anadolu gezisine çıkar. Bu gezi, 24 Mart 1 923 günü Kütahya'da sona erer. Aşağı yukarı yetmiş gün sürer. O günkü koşul larda güç, yorucu bir gezidir. Demiryolları izlenerek, trenle, dekoville, yer yer oto­ mobille yapıl ı r. 1 3 Ocak 1 923 'te, Ankara'dan çıkan Mustafa Kemal, 1 5 ocak günü akşam vakti, trenle Es­ kişehir' e varır. "Eskişehir- 1 5 . (A.A) - Paşa hazretle­ rini taşıyan özel tren, Eskişehir istasyonunda durdu­ ğunda, Eskişehir halkı, kurtarıcı başkomutanımızın kentte bulunmalarından ötürü, şenlik ve sevince dal­ dılar. Dükkanlar, özel yapılar, devlet yapıları bayrak­ larla donatılıyordu. Belediye ve hükümet dairesi ön­ lerine birikerek halk, Gazi Paşa hazretlerinin kente 79


çıkmalarını bekliyordu. Halkın bu istekli bekleyişini duyunca, Paşa hazretleri, tren"in gece kalkacağına bakmadan ve saygıdeğer annelerinin sonsuzluğa göç­ mesinden doğan üzüntülerini bir yana bırakarak, halk ile yakından değinmeyi uygun görüp, saat üç buçuk­ ta mutasarrıflık dairesine doğru yola çıktılar." Bu yolculuğa Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Türkiye Büyük Millet Mec­ lisi Orduları Başkomutanı olarak çıkar. Bu gezinin ama­ cını, orada, Mustafa Kemal şöyle özetler: " Kurtulmuş bölgelerimizde yapacağım bu gezide ilk önce, son ut­ kulardan bu yana öğrenim ve eğitim ile uğraşan ordula­ rı inceleyip denetleyeceğim. Sonra, orduların yayıldığı bu geniş bölgelerden Adana'ya uzanan yolculuğumda, bu geziden yararlanıp halkla, 'Müdafaai Hukuk' ve be­ lediye üyeleriyle pek yakın ilişkiler kurarak, onların is­ tek ve isterlerini kendi ağızlarından dinleyeceğim." Bu halk yönetimi ve devrim gezisine çıkarken Mustafa Kemal, ardında, dört uzun ve zorlu yıl bırak­ mıştır ki, kongreler yılı 1 9 1 9 ; Kurtuluş Savaşımızın en çatışık, en bunalımlı yılı, gerilla yılı 1 920; ulusal ordunun emperyalizme direndiği, bozkır savaşları yı­ lı 1 92 1 ve Dumlupınar'dan İzmir' e, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının utkuyu atlı-yaya, dağ bel aşarak taşıdıkları, her kurtardıkları köy, kasaba ve 80


kenti, Alaşehir'i, Aydın'ı, Kasaba'yı, Manisa'yı, alev­ l er içinde buldukları savaş ve barış yılı 1 922 yılı ge­ ride kalmıştır. 1 922 yılının son aylarında, 1 Kasım 1 922 'de, Kurtuluş Savaşı 'nın en büyük devrimi ger­ çekleşmiş, kişi ve soy sop egemenliğine dayalı "Os­ manlı saltanatı" emperyalizmin gölgesinde kaçan son padişahı Vahdettin'le kaldırılmış, Anadol u ulusal yö­ netimin ve devrimin tarihsel eşiğine varmıştır. Bu geziye çıkarken amacı; yurdun ve ulusun te­ mel sorunları, savaş - barış, Osmanlı saltanatının artı­ ğı halifeliğin durumu, yeni devletin temelleri, yıkık, yanık, yoksul yurdun kalkınması ve bu sorunlara uy­ gulanacak devrimin yoludur. Devrim tarihinde çok il­ ginç bir dönemi kaplayan bu geziyi, Mustafa Kemal Paşa ile adım adım izleyerek, Türk devriminin niteli­ ği açısından değerlendirmeye çalışacağız. Bu değer­ lendirmede başvurduğumuz iki kaynak, Atatürk'ün bu gezideki konuşmalarını toplayan iki kitaptır: Ga­ zi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri İzmir Yollarında.

(Ankara- İ stihbarat Matbaası, 1 93 9 ) ve A tatürk 'ün Söylev ve Demeçleri. !I (Ankara- Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1 952). Bu değerlendirme ve incelemeyi yaparken Atatürk 'ün konuşma ve sözlerini, çığırını açtığı yoldan arı Türkçe i l e vereceğiz. Bu uzun gezi sırasında, Gazi Mustafa Kemal ' in 81


trenle ve otomobille uğradığı, halkla konuştuğu yer­ ler, Eskişehir, Arifiye, İzmit, Bursa, Alaşehir, Salihli, Kasaba, Manisa, İzmir, Akhisar, Balıkesir, Adana, Mersin, Tarsus, Konya, Afyonkarahisar, Kütahya gi­ bi içine Marmara, Ege, Orta Anadolu, Güney Anado­ lu bölgelerini alan geniş bir yurt parçasıdır, bu geniş Anadolu kesitinde o durmadan halkıyla konuşmalar yapmakta, bıkmadan yorulmadan yurt sorunlarını anlatmaktadır. Bu arada, trenin küçük istasyonlarda da durduğu olmuş, Atatürk kısa konuşmalar yapmış­ tır. Örneğin, Bi lecik ile Osmaneli arasında, bir küçük köy istasyonunda tren duruyor, Atatürk raylar üzerine iniyor, bir çocuğa çok uzun bir koşuk okutuyorlar. Mustafa Kemal ilgiyle dinliyor, sonra yanındakilere diyor ki : " Bu yaşta bir çocuğa bu kadar uzun bir 'manzume' ezberletmek doğru değildir." Evet, bu geziye Mustafa Kemal, bir ulus önderi, bir başkomu­ tan olarak çıkmaktadır. Eskişeh ir' e, İzmit'e, Bur­ sa'ya, İ zmir'e, Kasaba'ya, avcı ceketi, dolaklı avcı pantolonu ve kalpaklı "halk önderi " giysi leriyle gir­ mektedir. Akhisar ve Balıkesir'e, kalpakl ı, çizmeli, yakasında Kurtuluş Savaşı yıldızı parlayan defneli diktörtgenle "başkomutan" giyitl eriyle girmektedir. Ankara'ya ise, gene, halk önderi gibi sivil döner. Gü­ ney yolculuğuna çıkmadan önce, bir ara Türkiye Bü82


yük Millet Meclisi ' nde başlayan Lozan Konferansı üzerine görüşmeleri izlemek için Ankara'da kalır. Adana'ya yeniden, sivil giysilerle girer: Yeni siyah bir palto, siyah yelek, siyah ceket, siyah pantolon, kal­ kık yakalı apak bir gömlekte siyah boyunbağı ve kal­ pak. Tarsus, Mersin, Konya, Afyonkarahisar, Kütahya gezilerini Başkomutanlığı giyinerek yapar. Anka­ ra'ya, yeniden Türkiye Büyük Millet Meclisi Başka­ nı Mustafa Kemal'in sivil giysileriyle döner. Bu ay­ rıntıların anlamı şuradadır bu aylarda, Türkiye bir sa­ vaş-barış çizgisi üzerindedir. Giysi simgesi, bu geçit­ te ustaca kul lanılır: Bir barış önderi olarak, bir halk devletinin sivil başkanıysam da, bir savaş önderi ola­ rak da, Lozan 'da kesilmiş olan görüşmelere karşı ulu­ sal kurtuluş savaşını yeniden başlatacak bir başkomu­ tanım. Giysilerin yaratmak istediği izlenim budur. Bu uzun gezide, bir aranağme gibi durmadan yinelediği "tam bağımsızlık" ve " ulusal egemenlik" ilkeleriyle de ilgilidir bu giysi simgesi. Tam bağımsızlık için çar­ pışmak gerektiğinde bir askerim ben, Gazi Mustafa Kemal Paşayım; ulusal egemenlik yolunda ise sivil bir önderim, halk önderi, " ulus bireyi " yurttaş Mustafa Kemal ' im. Bu gezide Mustafa Kemal, istasyonlarda, belediye önünde, millet bahçesinde, çitfçiler yurdun­ da, gençlik yurdunda, h ükümet konağında, Türk oca83


ğında, camide, okullarda konuşur. Genel olarak halk­ la, kendi deyimiyle " halk temsilcileri " yle konuşur. Gazetecilerle, öğrencilerle, öğretmenlerle, çiftçiler­ le, esnaflarla, sanatçılarla, tüccarlarla, gençlerle, ka­ dınlarla konuşmalar yapar. Karşılayıcıları, memurlar, komutanlar, subaylar, belediye ve " Müdafaai Hukuk" kurulları ve "halk mümessilleri "dir. Konuşmalarda bulunan halk kalabalıktır. Örneğin, İzmit'te Anadolu Sineması ' nda yaptığı konuşmayı iki bini aşkın insan dinler. Bu dinleyici kalabalığının toplumsal birleşimi o günkü Anadolu Aj ansı 'nın verdiği bilgiye göre " ulema, eşraf ve her sınıf halka" ilişkin bir kesittir. Mustafa Kemal deyimiyle, "Türkiye halkı " , " halk mümessilleri "dir. Burada Mustafa Kemal 'in halk kav­ ramı üzerinde durmalıyız. Bir ulusal devrimci olarak, onun halk kavramı, Tiers Etat kavramına çok benzer. Saray soyluları ve din adına ülkeyi yönetenler dışında herkes. Bu gezide Mustafa Kemal, Osmanlı egemen­ liğini oluşturmuş saray ve bu sarayın çevresinde hal­ kalanmış yönetici kat dışında, tüm ulusu birleştirerek kucaklar. Balıkesir'de, Paşa Camii 'nde verdiği "hut­ be"den sonra, sorulara verdiği yanıtlardan birinde şunları söylemektedir: "Bu ulusun siyasal partilerden çok canı yanmış­ tır. Şunu söyleyeyim ki çeşitli ülkelerde partiler ne 84


olursa ol sun ekonomik amaçlar üzerine kurulmuş ve kurulmaktadır. Neden ki, o memleketlerde çeşitli sı­ nıflar vardır. Bir sınıfın çıkarını korumak için kurulan siyasal bir partiye karşılık öteki sınıfın çıkarını savun­ mak amacıyla başka bir parti ortaya çıkar. Pek doğal­ dır bu. Sözde bizim memleketimizde de ayrı ayrı sı­ nıf varmış gibi kurulan siyasal partiler yüzünden tanı­ ğı olduğumuz sonuçlar ortada." Bu yargıyı verdikten sonra, Atatürk, " Bir kez halkımızı gözden geçirelim" diyerek, halk yapısını " çiftçi, çoban, sanatçılar, kasa­ ba tüccarları, işçiler, aydınlar ve din bilginleri, din adamları " altında toplar. Küçük çiftçilere karşı büyük toprak sahipleri, büyük çiftlik sahipleri var mıdır? Atatürk ' e göre yoktur. Kasaba tüccarlarının dışında, büyük kapitalistler, büyük paramalc ılar var mıdır? Atatürk 'e göre yoktur. Hele, toplumumuzda işçi sını­ fı denilecek bir sınıf gelişmemiştir. Küçük, ilkel işlik­ lerde çalışan yirmi bin emekçi vardır. Bunlar fabrika işçisi, endüstri işçisi değildirler. Neden ki, Türkiye'de çağdaş endüstri yoktur. Türkiye endüstri devrimi ça­ ğını yaşamamıştır. Halk kavramını ulus kavramında birleştirerek, Mustafa Kemal şöyle der: " İşte ben ulu­ sumuzu böyle görüyorum. Öyle ise çeşitli meslek er­ lerinin çıkarları birbirlerine bağlı, kaynaşık olduğun­ dan onları sınıflara ayırmak olanağı yoktur ve hepsi 85


birden halkı oluşturur." Bu " halk" gerçek yüzüyle, Eskişehir istasyonun­ da görülmektedir. 1 5 Ocak 1 923 günü, Mustafa Ke­ mal Paşa, istasyona indiğinde, sarıklı din adamları, fesli memurlar, öğrenciler, öğretmenler, kabalaklı er­ ler, mintanlı köylüler, subaylar ve " kent ileri gelenle­ rince" çevrilir. Aslında, bu kesit, "bağımsızlık sava­ şında" birleşmiş, kaynaşmış, çelişkilerini unutmuş bir toplumsal yapıyı göstermektedir. Anadolu Tiers Etat'sıdır bu toplumsal yapı. Sömürgenlerle, saldır­ ganlarla birleşmiş bir soy sop egemenliğini, dinsel-ki­ şisel kaynaklı bir yönetimi devirmiştir bu "üçüncü sı­ nıf" . Mustafa Kemal Paşa, bu görünüşte kaynaşık, derinlerde çel işik " ulusal sınıf" ın, " halkın" önderi olarak, onların arasındadır. Bu halk kavramını ayrış­ tırdığımız zaman, ortaya çıkarları çelişiklik gösteren sınıflar çıkacaktır. Nası l bir çelişikliktir bu? Türk Ti­ ers Etat'sının burjuvazisi yoktur. Buna karşılık, kökü­ nü toprak ve taşradaki üstünlüğünden alan varlıklı "eşraf" vardır. Bozulmuş toprak düzeniyle, geniş topraklara, köylere sahip olabilmiş derebeyleri vardır, kasabalar ticaretini -eskiden Müslüman olmayanlarla i şbirliği yaparak bölüşmüş şimdi ise kendi başlarına yönetmeye zorunlu ve istekli- e l l erinde tutan ortaçağ­ lı bir a l ı şverişç i l er (çağdaş a n l am d a ticaret burj uvazi-


si değil) bölüğü vardır. Tarihsel bir gelişmeyle Batılı biçiminde burjuvaziye dönüşmemiş olmakla birlikte temel üretim araçlarını -ki, o günlerin Türkiyesi 'nde toprak-, çarşıyı ve akça kaynaklarını ellerinde tut­ makta, denetlemekte, yönetmektedirler. Mustafa Ke­ mal ' in ulusal Kurtuluş Savaşı ardından halka baktığı zaman evet gördüğü, üstü bileşik, altı çelişik bir sınıf­ lar karmaşasıdır, burjuva-emekçi çelişkisi ise, hiç yoktur. Bu gözlem doğrudur. Sultanlığı ve halifeliği -soy sop egemenliğini ve dinsel yönetim gücünü- kal­ dırarak, burjuvasız ve emekçisiz Tiers Etat' ın, bir yer­ de bilinçsiz ve biçimlenmemiş sınıfların bir ulusal devrim içinde birleştirilebileceğini düşlemektedir. Burada, Mustafa Kemal, temel ereğine bağlıdır. Türk toplumunu ümmet yapısından ulusa, ortaçağdan çağ­ daş dünyaya, tek kişiye bağlı soy sop egemenliğinden halk yönetimine ve en önemlisi bağımlılıktan tam ba­ ğımsızlığa geçirmek istemektedir. Atatürk'ün halk kavramındaki birleştirici, kaynaştırıcı tanımını, bugün diyalektik açıdan eleştirmek kolaydır. Ama 1 923 '!er­ de, kan ve ateş içinden çıkmış bir yıkık, bir y an ık ül­ ken i n ortası nda, U l usal Kurtuluş Savaşı 'nı köylü as­ kerlerle, aydın y u rtscvcrlerle o lduğu kadar, Anadol u eşrafı n ı n desteğiyle, kasaba tüccarl arın ı n yardım ı y l a v e yanı na çekebi l d i ğ i d i n ada m l arın ı n ç a ba l arı y l a ver-


miş bir M ustafa Kemal Paşa için temel sorun sınıfsal sorun değildir. Ulusal sorundur. Türk devriminin tas­ lağı bu açı dan b ir burj uva devrimi taslağına tıpa tıp uymamaktadır. Türk devriminin Fransız devrimine benzer, benzemez yanları vardır. Türk devrimi daha çok, günümüzde tartışılan " kurtuluş savaşı devri­ mi"ne, "ulusal halkçı devrim" taslağına uymaktadır. Bu devrimin içerdiği emperyalizme karşı savaş (ulu­ sal kurtuluş savaşı), yurtseverlerin sınıfsal nitelikleri­ ni bir yana bırakıp bir ülkü için, Mustafa Kemal deyi­ miyle " namus cephesi "nde birlikte savaşmaları (ül­ kü: Ulusal bağımsızlık), ortaçağlı , geri yönetimden halk sınıfl arının oluşturacağı bir yönetime geçiş (halk yönetimi) ve toplum yapısının değişimlerle, dönü­ şümlerle yenileştirilmesi (devrim), Türk devriminin özüne de uymaktadır. Bir yerde, Ulusal Kurtuluş Sa­ vaşı ardından, derebeyliğin, taşra soyluluğu ve zorba­ l ığının ortadan kaldırılmamış olması " ulusal halkçı devrim" taslağının ana çizgisini açıkta bırakmaktadır. Ne var ki, Mustafa Kemal 'in yönetiminde, bu düzelt­ me, bu dönüşüm, tarihsel aşamanın yasalarına bırakıl­ mıştır. Halk yönetiminin uygulanabildiği bir toplum­ da, ister istemez, halkçı dönüşümler gelir, halka kar­ şı tüm sınıflar gün yüzüne çıkar ve halka karşı tüm güçler bu yolla, halkın kendi uyanıklığıyla yıkıl ır. Bir 88


de şu var, Atatürk'ün yönetiminde gerçek erke her za­ man, "ulusal devrim" in olmuştur. Halkçı öz, dere­ beyliği, taşra soylularını ve gelişmeye çalışan burj u­ vaziyi de -burjuvazinin gelişmesi de devrimin doğal bir sonucudur- bir ölçüde hep baskı, denetim altında tutmuştur. Ulusal devrimin yaratmak istediği devlet, yönetim imgesi olmuştur. 1 923 gezisinde, Mustafa Kemal 'in bir yöntemi vardır ki, Anadolu halk tarihin­ de ilk uygulanan bir yöntemdir. Bu yöntemde, Mus­ tafa Kemal Atatürk, Anadolu tarihinde ilk olarak, halkla konuşan, halkla danışan, halkla tartışan ve ulu­ sal devrimin temellerini halkla söyleşe söyleşe atan bir " halk yönetimi önderi" , bir demokrasi ustası, eği­ timcisi olarak belirmektedir. Bu olayı, bu yöntemi be­ lirtmekte önemli bir yarar vardır: M ustafa Kemal, devrimin tohumlarını " halk toprağında" dolaşarak serpmekte, değişimleri dönüşümleri önceden halka haber vermekte, bu konularda halkla inandırıcı karşı­ lıklı konuşmalar yaparak, " devrimin tarlasını " sür­ mektedir. B u gezide, M ustafa Kemal hep günün so­ runlarını anlatmakta, açıklamaktadır. Ne var ki, hep o konuşsun, hep o anlatsın istememektedir. Yönteminin bir güzelliği de burada başlar. 22. 1 . 1 923 günü Bur­ sa'da Şark Sineması 'nda yaptığı konuşmanın daha ba­ şında halka döner, "Ben, yalnız başıma konuşmak is89


temiyorum, söyleşmek istiyorum, hangi soruları öğ­ renmek istiyorsanız bana sorunuz, bana sorular soru­ nuz, karşılıklı konuşalım" der. Bunun üzerine halk­ tan, aşağı yukarı yirmi soru gelir ki, anıtlar, yabancı anamal, tarımın gelişmesi, barış sorunu, Türkiye'nin dünya politikasındaki yeri, azınlıklar, halkın uyandı­ rılması, devrimin ilkeleri, gazeteler üzerine sor.u lar sorulur ve Mustafa Kemal bunlara ayrı ayrı yanıtlar verir (Halk yönetiminde halkla konuşmanın, halkı ay­ dınlatmanın geleneğini kurar). 3 1 Ocak 1 923 İzmir konuşmasında, kısa bir girişten sonra şunları söyler: "Efendiler! Ben, şimdi burada hazırlanmış bir söylev çekecek değilim. Amacım, halkça, kardeşçe söyleş­ mektir. Bu dakikada karşınızda bulunan, Türkiye Bü­ yük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan değildir. Sadece bir milletvekili ve sizi çok seven bir hemşeh­ riniz Mustafa Kemal'dir. Bu yüzden, benden neler öğ­ renmek istiyorsanız açık açık sormanızı dilerim." Sorular gelir, yeni Türkiye devletinin bugünkü te­ mel leri, kadınların toplumsal hayatımızdaki yeri, Ba­ rış Konferansı'nda sürüp giden görüşmeler, tarım, ti­ caret ve endüstrinin gelişmesi vb. Bu yönteme en güzel örneklerden h ın 7 Şubat 1 923 günü Bahkesir'de, Paşa Cam i i ' ndc • ptığı ko­ n uşm�ı d ı r. Bu konuşmaya, Mustafa Kem:ı ı k önce, "

90


minberde verdiği bir " hutbe" ile başlar. Hutbenin so­ nunda şunları söyler: " Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemi­ yorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyo­ rum. Ulusal umullar, ulusal istem, yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, bütün ulus bireylerinin istekle­ rinin, umullarının bileşkesinden oluşur. Öyleyse, ben­ den ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, açıkça sor­ manızı diliyorum." Bu konuşma üzerine camideki halktan yirmiyi aşkın soru gelir. Bu sorulardan biri "hutbeler" üzerinedir. Bu soruya verdiği yanıt, Ata­ türk'ün bir halk yönetimi ustası olarak özelliğini çok güzel verir: " Ulusun başkanı olan kişinin halka doğ­ ruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmama­ sı! Halkı genel durumdan, olan bitenlerden bilgili kıl­ mak son kerte önemlidir. Neden ki, her şey açık söy­ lendiği zaman halkın dimağı işleyecek, iyi şeyleri ya­ pacak ve ulusun zararına olan şeyleri yadsıyarak şu­ nun ya da bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak, ulusun işl erini, ulusa değin işleri ulustan gizledil er. Hutbelerin hal kın anlamayacağı bir dilde olması ve onların da bugünkü gerekler ve isterlerinİ;;'.e değinme­ mesi hal i fe ve padişah adını taşıyan baskıcıların arka­ s ından köle gibi gitmeye zorlamak i çindi ." Burada, 1 923 'te, herkesin "Halife ne olacak, din 91

·


ne olacak" diye sorduğu günlerde, Mustafa Kemal, şu gözüpek çıkışı yapıyor: "Hutbeden amaç, halkın uyandırılması, aydınlatılmasıdır, başka değildir. Yüz, iki yüz, bir bakarsak bin yıl önceki hutbeleri okumak insanları bilgisizlik ve uyur uyanmazlık içinde bırak­ mak demektir. H utbe verenlerin, herhalde halkın kul­ landğı dille görüşmesi gereklidir." Burada, Mustafa Kemal'in bu gezide uyguladığı bir yöntem daha orta­ ya çıkmaktadır, konuşarak, danışarak, tarihten, gün­ delik yaşayıştan, toplumun geri durumundan örnekler vererek devrimin tohumlarını atmaktadır; gelecek değşimlerin, dönüşümlerin, yenileşmelerin tohum­ larını serpmektedir. Yapacaklarmı açıkça, adıyla söy­ lemektedir. Balıkesir Paşa Camii 'nde din dilinin Türkçeleştirilmesini istemektedir. Bu "kardeşçe, halkça" söyleşilerle Türk toplumunda neleri değiştir­ mek istediğini, halkla konuşarak önceden bildirmek­ te, bir çeşit devrim oylaması yapmaktadır. Değişimlerinin, dönüşümlerinin yöntemi " halk­ çı bir tutumla" işlenir. Mustafa Kemal, bir yanıltıyla söylendiği gibi tepeden inmeci değildir. B ir örnekle bu tutumunu belirtelim. 1 923 gezisinde halkın en çok ilgilendiği sorun, en çok sorduğu soru, halifelik üzerinedir. Halifelik, bir yasa ile 3 Mart 1 924 'te kal­ dırılmıştır. O gün, Türkiye B üyük M i l let Mec l i 92


si'nden " Öğretimin Birleştirilmesi Yasası" da onay. l anarak çıkmıştır. Bu dönüşüm olaylarından, aşağı yukarı bir yıl önce, 3 1 Mart 1 923 'te, İzmir konuş­ masında, halkın " medreseler" üzerine sorduğu bir soru üzerine verdiği yanıtta halifeliğin kaldırılması ve öğretimin birleştirilmesi dönüşümünü önceden bildirmektedir. " İslamlığın toplumsal yaşantısında hiç kimsenin bir özel sınıf halinde varlığını sürC:ürmesine hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dinsel kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kural­ larını eşitçe öğrenmek zorundayız. Her insan dinini, kutsal inancın yollarını ve kurallarını öğrenmek için bir yere gereksinir: Orası da okuldur." Şimdi, "Öğ­ retimin Birleştirilmesi Yasası " nı önceden bildiriyor: " U lusumuzun, yurdumuzun bilgi, bilim yurtları bir olmalıdır. Yurdun tüm çocukları, kadın, erkek, benzer yollarla oralardan çıkmalıdır." Bu yöntemi uygulaya uygulaya, sorular sordura, yanıtlar vere ve­ re; bir ulusçunun en büyük görevi saydığı " halkı uyandırma", "halkı bilinçlendirme" görevini alçak­ gönüllü, ama bir halk yönetimi önderi coşkusuyla seve yapa; İzmit'te " gericiliği" tanımlaya, Bursa'da " asker, öğrenc i , kadın, erkek herkes anayasayı iyi 93


bellesin! " diye diye; İzmir'de kadınların toplumdaki yerini yücelte yücelte, Akhisar'da tüm yurtseverleri "ulusal namus cephesi " ne çağıra çağıra; Adana'da köylüleri "babamız, efendimiz" sözleriyle onurlaya onurlaya, esnafı " demircileri, dericileri, arabacıla­ rı " , o eski Ahi ırmağını ulusun " hayat damarı " saya saya; Konya'da gericilere, din kılığına bürünmüş bil­ gisizlere ateş püsküre püsküre; Kütahya'da verilen ve verilecek savaşın "bir ışık ve devrim savaşı " , ge­ nel bilgisizliğe " cehl-i umumi "ye açılmış bir savaş olduğunu söyleye söyleye gezisini bitirip Ankara'ya döner. Bu gezide, gnüdelik konuşmaların, dağınık ko­ nuların, ayrıntıların üzerinde Mustafa Kemal Ata­ türk'ün asıl söylemek istediği nedir? Kurtuluş Sava­ şı devriminin özüdür ki, bu konuşmalar süzülünce ortaya çıkan bu devrimci öz, Atatürk'ün sözleriyle, "tam bağımsızlık" ve "bağsız, koşulsuz ulusal ege­ menlik"tir. Bu devrimci özün, tam açıklanmasını İz­ mit İktisat Kongresi 'ndeki, 1 7 Şubat 1 92 3 konuşma­ '>ında buluyoruz ki, şimdiye değin üzerinde iyice du­ r u lmayan b u konuşma, Atatürk ' ün ve devrimin ' ekonomi politiği "ni veren çok öneml i bir konuşııadır. Burada, Mustafa Kemal Atatürk, Türk toplu­ :1 tınun temel çelişkisini ayırt eden bir kurtu l u ş sa-


vaşçısı olarak konuşmakta ve " ulusal devrimin" te­ mel ilkelerini açıklamaktadır. Atatürk'ün "halk kav­ ramı "ndan söz ederken belirttik, onun için Türk top­ lumunun o günlerdeki çelişkisi sınıflar çelişkisi de­ ğildir. O, ana çelişkiyi, İzmit İktisat Kongresi'nde söylemektedir: Bu çelişki, üç sıralı bir çelişkidir, Osman l ı - halk, emperyalizm-sömürgeleşme, geri kalmışlık-çağdaş uygarlık çelişkisidir. Bu gezinin en önemli konuşmalarından biri olan ve Anadolu Ajan­ sı 'nın " Gazi Paşa'nın bilimsel ve toplumsal önemli bir söylevi " diye verdiği, İzmit İktisat Kongresi aÇış konuşmasını inceleyerek, Mustafa Kemal Paşa'nın, Kurtuluş Savaşı 'nın nasıl bir devrime dönüştürmek istediğini yorumlamaya çalışacağız. 27 Ocak 1 923 İ zmir konuşmasında, " halk tem­ silci leri " ne açık açık söylüyor: " E fendiler, henüz kurtulmuş değiliz, atılan adımlar, bundan sonra atıl­ ması gereken adımların başlangıcıdır.'' Gerçek kur­ tuluş için, iç içe girmiş ve birbirini doğurmuş bu üç çelişkinin (Osmanlı-halk, emperyalizm-sömürgeleş­ me, geri kalmışlık-çağdaş uygarlık), tam bağımsız­ lık, halk yönetimi ve çağdaşlaşma doğrultusunda çö­ zü lmesi gerekmektedir ki, İzmir İkti sat Kongre­ si 'nde 1 7.2. 1 923 günü yaptığı konuşmadan Mustafa Kemal ' in, bu üç çelişkiyi içeren ana çelişkiyi, ba95


ğımlı yarı sömürge devlet-tam bağımsız ulusal dev­ let olarak, ele aldığı görülüyor. Ne var ki, Atatürk' e göre Türk ulusunu bağımlayan, Türk yurdunu sö­ mürgeleştiren tarihsel koşulları n başında Osmanlı yönetiminin ulus kaynağından uzak yapısı, ekono­ mik tutumu gelmektedir. Ekonomik süreç, ona göre ulusların yükselme ve çökme nedenlerinin başında gelir. " B i r ulusun doğrudan doğruya yaşayışıyla, yükselmesi ve çökmesiyle i lgili ve ilişkin o ulusun ekonomisidir." Osmanlı yönetimiyle ekonomi ara­ sındaki ilişkilerin temel bağlantısı nedir? Şu sözler İzmir konuşmasında söylenmiştir: " Bir inceleme yaptığımız zaman, üzüntüyle söylemek zorundayız, biz şimdiye değin gerçek, bilimsel, olumlu anlamıy­ la ulusal bir dönem yaşamadık." Bu gezide, Mustafa Kemal ' in üzerine basa basa söylediği gerçeklerden biri şudur: Osman l ı İmparatorluğu tarihi, devletin ana kaynağını, Türk ulusunu, Türk halkını unuttuğu bir tarihtir. Türk halkı bu tarih içinde unutulmuştur. Devletin ana kaynağı " gerçek yaşama nedenlerini üreten çalışmalardan hep yoksun kalmıştır." "O yö­ netim yüzündendir ki, Anadolu bu halde kaldı . Saray­ ların esenl iği, egemenliği uğrunadır ki, Anadolu böy­ le bakımsız bırakıldı." Bağımlıl ığa giden yol un b a şında, bu yönetimin ana kaynakla, ulusla olan çeliş­

96


kisini görüyor Atatürk. Osmanlı döneminde, çağdaş bir süreç olan uluslaşma süreci, devletle-ulusun ba­ ğıntısını deyimleyen " tarihsel çağdaş aşama yok­ tur." Ulusal kaynakla bağını koparan bu yönetimin, bu soy sop egemenliğinin, bu ortaçağlı fetih impara­ torluğunun çöküşe doğru gitmesindeki temel neden­ ler ilk önce yabancılara "ayrıcalıklar" vermekle, ör­ neğin Venedikli leri adam yerine saymayıp, onlara bol keseden " kapitülasyonlar " tanımakla başlar. Devlet, hep bu fetih emperyalizmi doğrultusunda sürüp gidecek sanı lır. Dev let gelirleri, yoksul ana kaynağın, Anadolu halkının emeğinden, ürünlerin­ den çeki lir. Onlar da yetmeyince dış borç lanmalar başlar. "O kadar çok dış borçlanmalar yapıyorlardı ki, o kadar kötü koşullarda borçlanmalara giriyorlar­ dı ki, bunların faizlerini de ödemek olanağı kalmadı. E n sonunda, bir giin Osmanlı devletinin ' iflas ' etti­ ğini anladılar. Mal iye işleri hemen 'yabanc ılarca' denetim altına alındı ve başımıza Düyun-u U mumi­ ye belası çökmüş bulundu." Osmanlı-halk çelişkisi, emperyalizm-sömürge çelişkisini doğurdu, Osmanlı İmparatorluğu bağımsızlığını da yitirdi, sömürgeleş­ ti, açık pazar oldu. "Arkadaşlar; son durduğum nok­ tada artık Osmanl ı devleti gerçekte ve açıkça bağım­ sızlıktan yoksun bir hale getirilmişti. Öyle bir devlet 97


ki, kendi uyruklarına koyduğu bir vergiyi yabancıla­ ra koyamaz. Gümrük işlemlerini, vergilerini memle­ ketin ve ulusun gereksinmelerine göre düzenlemek onun için yasaktır. Ve bir devlet ki, fazla olarak ya­ bancılar üzerinde yargılama hakkını uygulamaktan yoksundur. Böyle bir devlete, elbette bağımsızdır denilemez. Devletin ve ulusun hayatına yöneltilen yabancı karışmalar yalnız bu kadar değil, daha fazla idi. Doğrudan doğruya, ulusun yaşamak için gerek­ sindiği şeylerde, örneğin demiryolu yapmak için, ör­ neğin fabrika için, örneğin her şey yapmak için dev­ let özgür değildi. Her şeye karışıyorlardı. Öyleyse, hayatını sağlayıp sürdürmesi yasaklanmış bir devlet bağımsız olabilir mi? Söylediğim gibi gerçekte dev­ let bağımsızlığını çotan yitirmişti ve Osmanlı ülkesi yabancıların açık bir sömürgesinden başka bir şey değildi." İzmir İktisat Kongresi ' nde, Türk toplumunun ana çelişkilerini ortaya seren Atatürk'ün, çizdiği ta­ rihsel oluşum şudur: Kişisel soy sop egemenliğine dayalı Osmanlı fetih imparatorluğu -ana ulus kayna­ ğının, Türk halkının yaşama ve üretim sürecinin yoksunması- yabancılara ayrıcalıklar verilmesi, ka­ pitülasyonlar tanınması, -uluslaşma ve çağdaş üre­ tim ilişkileri sürecinden uzaklaşan Osmanlı toplu98


munda, yönetimin ekonomik kaynaklar araması- dış borçlanma -Düyun-u Umumiye- dış devletlerin içiş­ lerimize karışması- ekonomik bağımlılık - tam ba­ ğımlılık-sonuç: Açık pazar, sömürge. İçine, ortaçağlı bir yönetimi, çağdışı bir üretim ve toplum anlayışını alan bu sömürgeleşme, geri kalma sürecinin, Türk toplumunun ana çelişkisi bu tarihsel düğümün çözüm yolu nedir? Bu çözüm, bu tarihsel somut koşullarda, ulusal kurtuluş savaşıyla gerçekleşir. Emperyalizmin kucağına düşmüş Os­ manlı yönetimiyle ve emperyalizmin saldırıcı, yayıl­ gan, sömürgen güçleri birleşirl er ve M ustafa Ke­ mal 'in bu çözüm yoluna karşı çıkarlar ( U lusal Kur­ tuluş Savaşı başkaldırı ve Mustafa Kemal "baği" sa­ yılır). Ulusal Kurtuluş Savaşı, tarihsel bir gereklilik­ le, utkuyla biter ve temel çelişkiyi, emperyalizmle sömürgeleşme arasındaki düğümü ulusal bağımsız­ l ık bıçağıyla kesip atar. Ne var ki, Türk toplumunu çağdışı bir sömürge durumuna düşürmüş, bu tarihsel geri kalm ı ş l ığın gerçek kurtul uş yol l arı nelerdir? Türk toplumu, nasıl çağdaş tarihin çizgisine gelebi­ lir? Anadolu gezisinde, Mustafa Kemal ' in halka açıkladığı önemli sorunlardan biri de şudur: Lozan barış görüşmelerinde " emperyalistlerin " çıkardığı en büyük güçl ük, sı ra ekonomik bağımsızlığımıza 99


geldiğinde çıkarılan güçlüklerdir. Batılı emperyalist­ ler, ekonomik bağımsızlığımıza karşıdırlar. " Lozan görüşmeleri, ekonomik sorunlardan ötürü kesilmiş­ tir." (Akhisar Konuşması, 5 .2. 1 923). Bu durumu İz­ mir İktisat Kongresi 'nde tüm açıklığıyla belirtiyor Atatürk: "Efendiler, görülüyor ki, bu kadar kesin ve yüksek bir savaş utkusundan sonra bile bizi barışa kavuşmaktan alıkoyan nedenler doğrudan doğruya ekonomik nedenlerdir. Ekonomik düşüncelerdir. Ne­ den ki bu devlet, bu ulus ekonomik egemenilğini sağlarsa o kadar güçlü temeller üzerinde yerleşmiş ve yükselip ilerlemeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatmak olanağı kalkacaktır. İ şte düşmanlarımızın, gerçek düşmanlarımızın uygun görmedikleri,bir türlü razı olmadıkları budur." Ama, Mustafa Kemal' in yüzyılların oluşturduğu emperya­ l izm-sömürgeleşme çelişkisine, barış isterken verdi­ ği yanıt kesindir: "Biz barış istiyoruz; dediğimiz za­ man tam bağımsızlık istiyoruz dediğimizi herkesin b i l m e s i gerekir." ( İz m i r 'de h a l k l a konuşm a s ı , 3 1 . 1 . 1 923) Adana 'da 1 6 Mart 1 923 günü çiftçilerle konuşurken, bu çelişkinin çözümünü açıkça ortaya koyar: Ekonomide tam bağımsızlık! " Güzel yurdu­ muzu yoksulluğa, memleketimizi yıkıntıya sürükle­ yen çeşitli nedenler içinde en güçlü ve en önemlisi 100


ekonomide bağımsızlıktan yoksunluğumuzdur." Bu konuşmasında Atatürk, sonradan kılık değiştirerek "yeni sömürgeciliğe" dönüşecek sömürme oyunları­ nı da sezgiyle önceden bildirir: " Bize bazı şeyler vermiş gibi görünürler, ama ekonomik bakımdan elimizi kolumuzu bağlarlar, ekonomik tutsaklıkla bi­ zi inmeli ederler." Osmanlı-halk çelişkisine karşı, ulus egemenilği­ ne, halk yönetimine dayalı halk devleti (Atatürk'ün en sevgili ilkesi), geri kalmışlık, çağdaş uygarlık çe­ lişkisine karşı, Adana esnafına: "Çağdaş olmak, ka­ fir olmak değildir" diye özetlediği çağdaşlaşma (Atatürk' ün ortaçağa karşı koyduğu aydınlık ilke) ve emperyalizm-sömürgeleşme çelişkisine karşı, tam bağımsızlık (Atatürk' ün en soylu, can verilir ilkesi) bir uluslaşma süreci içinde Atatürk ' ün çelişkilere vurduğu kılıçl ardır. Tam bağımsızlığın temeli de, ulusal ekonominin can damarı ekonomik bağımsız­ lıktır. Bu ilkenin, İzmir İktisat Kongresi ' nde, Ata­ türk' ün diliyle kavuştuğu bir adı vardır ki bu, " Ulu­ sal Emek Antlaşması - Say Misakı Milli 'sidir." Er­ zurum Kongresi, nasıl ulusun siyasal bağımsızlığı yolunda ant içmişse, İzmir Kongresi de, "halk sınıf­ l arının" ekonomik bağımsızlık yolunda ulusal bir antlaşmayla "emek değeri " çevresinde birleşmeleri101


ni, dayanı şmalarını isteyecektir. Balıkesir konuşma­ sındaki " belirsiz" sınıflar tanımından, İzmir'de, Ata­ türk daha somut bir sınıfl ar tanımına gitmektedir: Ulusal emek antlaşması için, gerçekliğini, varl ığını onadığı " halk sınıflarının", köylülerin, işçilerin, sa­ nat erlerinin, tüccarların, tüm halkın bir tek erekte birleşmesini istemektedir; ekonomik tam bağımsız­ lık. Mustafa Kemal ' in, Anadolu gezisinde işlediği " ekonomi politik" ulusal emek andına dayalı eko­ nomik tam hağımsızlık kavramıyla özetlenebilir, yer yer ayrıntılarla çizgilenen bu ekonomi politiğin, bir ulusal bağımsızlık ekonomisi niteliği şöyle belirti­ lebilir: Türkiye halk dönemine girmiştir. Halk döne­ mi ekonomi dönemi demektir. Türkiye halk kayna­ ğının gözü çiftçidir, çobandır, köylüdür. Bağımsızlık ekonomisine temel katkı bu kesimden gelecektir. Ama, Türkiye 'nin, bağımsızlık sorunu bir çağdaş­ laşma sorunudur, öyle ise, Türkiye endüstri devrimi­ ni de gerçekleştirmeye, fabrikalar kurmaya, demir­ yolları döşemeye, kendi ürünlerini kendisi işlenmiş mal haline getirmeye zorunludur. Bu işler tam ba­ ğımsızlık ilkesi içinde, ulusun kendi gücüyle, kendi emeğiyle, kendi olanakları yla ve halk yönetiminin işlediği, yürüdüğü bir toplum düzeninde yapılacak­ tır. Yabancı ana para, anamal (sermaye) gerekebilir, 1 02


çekilebilir, ama Osmanlı devleti ve Hindistan yaban­ cı ana para yüzünden sömürgeleşmiş, batmıştır. Ya­ bancı anamalın, ana paranın jandarmalığını yapan bir ekonomi ulusal bağımsızlık ekonomisi değil, bir sömürge ekonomisidir. Burada, halkı ulusal emek antlaşmasına çağırırken, halk dönemi dediği ulusal ekonomi dönemi için, bir simge kullanmaktadır: Sa­ b an ! Bu simge, o günkü koşul l arda, ç i ftçi -esnaf Anadolu halk yapısının ekonomik gücünü, "temel üretim gücünü" deyimlemektedir. Tam bağımsızlığa doğru nasıl, köylünün, esnafın, sanatçıların kılıçla­ rıyla yürüdüyse, gerçekçi ve ulusçu Mustafa Kemal, ekonomik bağımsızlığa da, topl umun ana üretici gücü köylüler, esnaf, sanatçı ve işçilerle "çalışan za­ vallı halkla", onların sabanları, onların yaratıcı, na­ muslu emekleriyle yürümek i stemektedi r. 2 1 Mart 1 923 Konya konuşmasında bu yürüyüşün " ulusal dağ yolu"nu açıkça çizmektedir: " Ulusumun tüm aydın güçlerinin, ulu sumun gerçek bilginlerinin, bilgin kişilerinin uyandırma ve aydınlatmalarından hız alarak, gezdiğim yerlerde gördüğüm, tanıdığım ulusun kutlanası, şükredilesi, övülesi, çiftçisiyle, esnafıyla, tüccarıyla, bütün köy­ lüsüyle, onların güvenlerine dayanarak, ileri, durma­ dan ileri, korkmadan, yılmadan ileri yürüyecek, attı1 03


ğım adımların, yalnız benim adımlarım olmadığını bilerek, b ütün aydınların, bütün iyicil katların, bütün halkın, arı ve büyük ruhlu halkın benimle geldiğine inanarak, güçle dolu, sağlam ve yürekli durmadan, durmadan ileri yürüyeceğim." Bu sözler sınıflar çelişkisini, tarihsel somut ko­ şullar adına, şimdilik elle tutulan, gözle görülen çe­ lişkilerin gerisine atan, Türk toplumunun ana çeliş­ kilerini halk yönetimi, tam bağımsızlık, çağdaşlaş­ ma ile çözmeye çalışan bir ulusal devrimcinin ger­ çekçi, toprağa ve topluma ayak basan sözleridir. Bu Anadolu gezisinin somut sonuçları, tarihsel görevi " halk yönetimi önderi " , "ulusal kurtuluş sa­ vaşçısı" olan Mustafa Kemal, Ankara'ya döndükten sonra 8 Nisan 1 923 'te yayımlanan, ulusal devrimin dokuz ilkesinde özetlenir: 1 . Egemenlik ulusundur (Devrimin ana doğrultusu). 2. Ulusal yaşantıya ve yazgıya Türkiye Büyük Millet Meclisi egemendir. (Türkiye Büyük Millet Meclisi 'nin öncülüğünde yü­ rütülecektir halkçı devrim.) 3 . Yasalarda, örgütlerde, yönetimde, eğitimde, ekonomide ulusal egemenlik temel olacaktır. (Uluslaşma dönüşümü tarihsel, zo­ runlu bir aşamadır.) 4. Saltanat diriltilemez. (Os­ manlı ortaçağının kökleri kurutulacaktır. Gericiliğe ödün verilmeyecektir. Atatürk' ün bu konuda yolu ..

1 04


kesindir, Konya gençleriyle şöyle konuşur: " Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Olmaz ya, eğer bunu sağlayacak yasalar olmasa, bunu sağlaya­ cak Meclis olmasa, böyle gerici olumsuz adımlar atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başı­ ma yalnız kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm.") 5 . Yargı yerleri, yargılama kolları , yasalar düzeltilecek­ tir. 6. Ulusal emek andı için girişimlere, köylüler ya­ rarına başlanacaktı r : Aşar vergisi kal dırı lacaktır (Anadolu köylüsüyle derebeylik bağlantısı bir yerde kırılacak). Ulusal bankalar güçlendirilecek, demir­ yolları arttırılacak. 7. Öğretim birleştirilecek. (İzmir halkına söylediği gibi, ilk önce, ortaçağın dinsel ka­ lesi medrese yıkılacaktır. Ardından laik öğretim ve laik halk okulu gelecek, ondan sonra toplum her yö­ nüyle, evre evre laikleştirilecektir.) 8. Askerlik süre­ si azaltı l ac aktır. 9 . Onurlu barı şın teme l i mal i , ekonomik, yönetimsel tam bağımsızlıktır. M ustafa Kemal 'in 1 923 Anadolu gezisi bir devrim gezisidir. Dokuz ilkede de görüldüğü gibi Atatürk bu gezinin "halkça, kardeşçe" havasını ulusal devrime aşılar ki, üç ana dalda yeşerir devrim: Tam bağımsızlık, halk yönetimi, çağdaşlaşma.

1 05



CEYHUN ATUF KANSU Eğitimci anne ve babanın, Müfdale Hanım ve Na­ fi

Atuf B ey ' in çocuğu olarak 7 Aralık l 9 1 9 'da İ stan­

bul Bostancı'da dünyaya geldi. Annesinin ölümü üze­ rine, Ulusal Kurtuluş Savaşı' na omuz vermek üzere Ankara' ya geçen babasının yanma gönderildi. İ lko­ kulu Ankara Necatibey İ lkokulu'nda ( 1 932) tamam­ ladı. Ortaöğrenimini Ankara Gazi Lisesi 'nde ( 1 93 8) bitirdi. Yayımlanmış ilk şiiri de Gazi Lisesi 'nin dergi­ si "Filiz"de 1 5 Ocak 1 93 8 'de yayımlandı. İ stanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi 'ni okurken ilk kitapları yayımlandı: Bir Çocuk B ahçesi'nde ( 1 94 1 ), Bağbozumu Sof­ rası ( 1 944) B u iki kitabında, doğa, çocuk ve yurt sevgisine ağırlık verdi. Bu arada, birçok dergide de yazı ve şiir­ leri yayımlandı. Tıp fakültesini tamamlayıp ( 1 944 ), ihtisasını çocuk hastalıkları üzerine yaptı . Bir süre Ankara'nın gecekondu semti Altmdağ'da sağlık oca­ ğına benzer bir poliklinik açarak, halk çocuklarına 1 07


sağlık hizmeti götürmeye çalıştı . Bu dönem içinde "Çocuklar Gemisi"( 1 946) adlı kitabı çıktı. Kendi is­

teği ile Turhal ' a gitti ve Turhal Şeker Fabrikası 'nda uzun yıllar doktorluk yaptı. Turha1'da bulunduğu dönem içinde halkın sorun­ larına eğildiği, yurdu ve bu yurdun insanlarını betim­ lediği şiirlerinden oluşan Yanık Hava ( 1 95 1 ), Haziran Defteri ( 1 95 5 ) ve Yurdumdan ( 1 960) adlı şiir kitapla­ rı çıktı. 1 959 yılında Ankara'ya geldi ve Şeker Şirketi Genel Müdürlüğü ve Ankara Şeker Fabrikası 'nda doktorluğa başladı. 1 960'lı yılların ardından şiirleri ve yazılarını toplumsal sorunlar ve Mustafa Kemal Atatürk'ün öğretisi üzerinde yoğunlaştırdı. Bu dönemden sonra yayımlanan şiir kitaplarının adları ve tarihleri şöyle: Bağımsızlık Gülü ( 1 965- 1 966 Yeditepe Şiir Ar­ mağanı), Sakarya Meydan Savaşı ( 1 970- 1 970 B eh­ çet Kemal Çağlar Ödülü), Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü ( 1 970). Yayımlanan düzyazı kitapları da şunlardır: Devrimcinin Takvimi ( 1 962), Ya Bağımsızlık Ya 108


Ölüm ( 1 964), Köy Öğretmenine Mektuplar ( 1 9641 965 Türk Dil Kurumu Deneme Ödülü), Atatürkçü Olmak ( 1 966), Atatürk ve Kurtuluş Savaşı ( 1 969), Balım Kız Dalım Oğul ( 1 97 1 ), Halk Önderi Atatürk ( i 972), Sevgi Elması ( 1 972), Cumhuriyet Ağacı ( 1 973). Hekimlikle ilgili 1 959 ve 1 96 1 yıllarında yayım­ lanmış olan "Anneler Soruyorlar", 1 96 1 'de yayım­ lanan "Kasabalar ve Köylerde Çocuk Bakımı" ile 1954 yılında basılan "Turhal Dolaylarında Çocuk Bakımı" adlı kitapları bulunmaktadır. Çocuk kitap­

ları arasında Milli Eğitim Bakanlığı 'nca basılmış olan " İ yi İ nsan Mehmet Ali" ile " Ü vey Ana" bulun­

maktadır. Bunun dışında çok sayıda dergi ve gazetede yazı­ ları ve şiirleri yayımlandı. 1 7 Mart 1 978 yılında Ankara'da geçirdiği rahat­ sızlık sonucu yaşama gözlerini kapadı. Ölümünden sonra Vecihi Timuroğlu, yayımlan­ mış şiir kitaplarını derledi. Bu kitaplar, İş B ankası Ya­ yınları arasından çıktı. Muzaffer Uyguner' in titiz çalışmaları sonucunda 109


Kansu'nun kitaplaşmamış şiir ve düzyazılan da der­ lendi. Bu çalışma sonucunda 1 99 1 yılında " Güneş Salkımı", 1 992 yılında da "Bir Kasabadan Resim­ ler " , 1 994 yılında "Halk Albümü" adl ı kitaplarla,

kitaplaşmamış şiirleri gün yüzüne çıktı. Ilgaz Dergi­ si ' nde daha önce yayımlanmış olan " Söylevi Okur­ ken" adlı dizisi, diğer dergilerde yayımlanan Söy­

lev' e ilişkin yazılarla birlikte B ilgi Yayınevi 'nce " Söylevi Okurken" adıyla basıldı. Ayrıca 1 996'da

Atatürkçü Olmak, 1 997 'de de Ya Bağımsızlık Ya Ölüm, Cumhuriyet Ağacı, Halk Önderi Atatürk, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı adlı kitaplarının yeni ba­ sımları yapıldı. Diğer şiir ve düzyazıları da önümüz­ deki süreçte yayımlanacak. Ceyhun Atuf Kansu adına düzenlenen şiir ödülü yıl bir şairimize verilmektedir.


İÇİNDEKİLER Devrimcilik ilkesi üzerine Ulusal orduların i lk zaferi Halkevleri bayramı

.

.

.

.

Halifeliğin kaldırılması

H arf devrimi

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Anadolu halkının yanında

Bağımsızlık barışı

.

.

Ulusal egemenliğin şafağı

Amasya Genelgesi

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Halk tarafından halk adına halk için Halkın kanı ve zaferi üzerine kurulan yönetim: C umhuriyet .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

7

15 19 23 27 33 37

.45 51 55

61 ııı


Bir halk önderinin portresi

.

.

.

.

Atatürk' ün Ankara'ya gelmesi Devrim Gezisi

.

.

.

Ceyhun Atuf Kansu

1 12

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

67

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

73

.

77

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

1 07



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.