Edward Weisband: 2.ci Dünya Savaşı'nda İnönü 2.Cilt

Page 1


Nurer UC'.IURLU başkanlıQında bir kurul tarafından hazır1anmıştır.

Dizgi - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Baskı: ÇaQdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Temmuz2000


EDWARD WEISBAND

İKİNCi DÜNYA SAVAŞl'NDA INÖNÜ'NÜN DIŞ POLITIKASI il

Çeviren M. Ali Kayabal

Cumhul+/ef



İÇİNDEKİLER İKİNCİ BÖLÜM

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

iV. Müttefik Tırmanışı Başlıyor Kazablanka Toplantısı

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Kazablanka Anlaşması ve Sonuçları Kayıtsız Şartsız Teslim tlkesi . . .

.

.

..

.

.7

. .

.

9

.

9

.

15

.

22

.

27

.

27

.

36

V. Adana Konferansı: Bir Anlaşmazlıklar Toplantısı . Adana Görüşmeleri

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Adana'dan Sonraki Şüpheli Hava

VI. Yokuşa Sür Harekatı

.

.

.

.

.

.

.

. ... .

.. . .. . ...... .45 .

.

.

.

.

İngilizler Rusya ile Türkiye Arasında Bocalıyor Türkler İşi Yokuşa Sürüyor

.

. . .

.

.

.

...

Churchill Kozunu Oynuyor .. ....... .

Türklerin Çekilme ve İkmal Yolu ...

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.45

.. .. .54 .

.

.. . ..65 .

.

.

.

.

.. .69 .

5


VII. Türkiye'ye Yapılan Baskı Artıyor

.

... .

.

.

.

.

.71

Moskova Konferansı: Ruslar Türkiye'yi Savaşa Katılması İçin Zorlamayı Deniyor ...

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.... .71 .

Menemencioğlu ve Eden Kahire'de: İngilizler Rus Kozunu Oynuyor

.....

.... 82

.

.

.. 93

Yeni Türk Stratejisi: Taktik Yer Değiştirmeler

VIII. Zirvede Türkiye' y e Yapılan Baskılar

.

.

.

. . 1O1 .

Birinci Kahire Konferansı: Kısa Bir El Sıkışma Tahran Konferansı: Sovyet Dönüşü ..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

1O1

..104

İkinci Kahire Konferansı: İnönü, Roosevelt ve Churchill'le Karşı Karşıya Geliyor ...

6

.

.

.

112


İKİNCİ BÖLÜM Kazablanka'dan Kahire Konferansı'na Kadar Türk Tarafsızlığı: Savaş Dönemi Stratejisi

7



iV MÜTTEFİK TIRMANIŞI BAŞLIYOR: KAZABLANKA KONFERANSI

Kazablanka Toplantısı 1942 yılı sonunda ve 1943 yılı başında Müttefiklerin za­ ferini önceden haber veren iki olay geçti: Rommel'in kuvvet­ lerinin Kuzey Afrika'daki yenilgisi ile Stalingrad kuşatması­ nın kaldırılması

(1). 1944 yılı ocak ayı ortalarında İngiliz­

Amerikan kuvvetleri Kuzey Afrika'da zaferi garantiye almış göıilı)ürken, Rus kuvvetleri de Don nehri boyunca General von Paulus'un ordularını yarmayı başarmış ve son saldırıya hazır­ lanmaya başlamışlardı. (1) Winston S. Churchill, The Second World War, (İkinci Dünya Savaşı), cilt: iV, The Hinge ofFate, (Kader Dönemeci), (Boston, Houghton Miffiin Co., 1950), s.583 - 585, s.600 - 603. Menemencioğlu da bu ilci olayı, akıntının yön değiştiımesi biçiminde yorumlanmıştır; Meneınencioğlu yayınlanmayan anıla­ rında ilci olayı ''bulutların parçalanması'' olarak adlandınnaktadı, s. 268, Erkin, önceki kitabı, s.217, Müttefiklerin kaderindeki değişmenin Kaz.ablanka Konfe­ ransı 'nı gerekli kılmasını Türk önderlerinin anladıklarını ileri sünnektedir. Bu bölümde sık sık, Churchill' in ikinci Dünya Savaşı anılanna değinileceği için, anı­ ların her cildi kendi başlığıyla belirtilecektir.

9


Bu gelişmeler, Amerikan ve İngiliz kurmay heyetlerini birtakım yeni sorunlarla karşı karşıya getirmişti. Bu sorunlar arasında öncelik, zaman sıralaması, uzun süreli planlama da vardı ki, aslında bunlar hep siyasal yönleri olan sorunlardı. İş­ te bundan dolayı ABD Başkanı ile İngiltere Başbakanı 1943 yılı ocak ayının 12-25 günleri arasında Kazablanka'da buluş­ mayı gerekli gördüler (2). Başkan, Stalin'in de Kazablanka'da kendilerine katıla­ cağını coşkuyla umuyordu. Üç defa Sovyetler Birliği önderi­ ne yazarak bir araya gelmek üzere onu da sıkıştırmıştı. Stalin bu sırada Üçüncü Reich'ın 6. Ordu'sunu yok eden yarma ha­ reketini yönetmekte uğraşıyordu ya da konferansa katılmamak için bunu özür olarak ileri sürdü. Stalin, Roosevelt' e yazdığı karşılıkta, "İşler şimdi pek kızışmış bir dönemde; bu neden­ le bir gün bile ayrılmam imkansız", diyordu (3). Churchill ise, Stalin'in konferansa katılmayışına için için sevinmişti. Her ne kadar Sovyet önderiyle buluşma konusunda Roosevelt'in is­ teğini paylaşmaktaysa da, bunun ortak kurmay başkanlarının İngiliz - Amerikan stratejisi üzerinde anlaşmalarından sonra gerçekleşmesini istiyordu (4). Churchill, 12 Ocak günü Kazablanka'nın birkaç kilomet­ re uzağındaki dinlenme kenti Anfa'ya vardı. Roosevelt de iki (2) Churchill'in Kazablanka Konferansı'na yol açan tartışmalan anlahşı için bak: Kader Dönemeci, 13. bölüm, "Buluşma Zorunluluğumuz", s. 660-673. Konferansa varan olaylann genel tanıhmı için bak: Herbert Fais, Churc­ hill, Roosevelt, Stalin: The warThey Waged and the Peace They Sought, (Churc­ hill, Roosevelt, Stalin: Verdikleri Savaş, Aradıklan Banş), (Princeton, Princeton Üniversitesi Matbaası, 1957), s. 97 - 102. (3) Aynı belge, s. 100. (4) Churchill, Kader Dönemeci, s. 662; önceki aynı belge, s. 99.

10


gün sonra geldi. Konferansın merkezi, Anfa'daki Anfa oteliy­ di. Burası, Amerikan ve İngiliz kurullarının yerleştikleri ge­ niş bir yapıydı. Otelin çevresindeki vilların bir bölümü de Başkan'a, Başbakan'a, General Giraud'ya ve eğer gelirse yer­ leşmesi için General de Gaulle'e ayrılmıştı. Güvenlik tedbiri olarak bütün çevre Amerikan askeri birliklerince kuşatılmış­ tı. Konukları ağırlama görevi de onlara aitti. Robert Mur­ phy'nin yorumladığı gibi, konukların her biri "kendi alanla­ rında en yüksek mevkilere yükselmiş, etkili kişilerdi" (5). _Toplantılar iki salonda yapılıyordu. Aralarında George C. Marshall, Amiral Ernest J. King, Henry H. (Hap), Arnold, Mark W. Clark, Albert C. Wedemeyer ile, İngilizlerden de Fi-. lo komutanı Amiral Sir Dudley _Pound, Sir John Dili, İngilte­ re Genelkurmay Başkanı General Alan Brook, Hava Mareşa­ li Charles Portal, Sir Harold Alexander, Hastings İsmay, Lord (Louis) Mountbatten ve Lord Leathers'in bulunduğu askeri şefler, Anfa otelinin şölen salonunda, onlaiın sivil şefleri de Roose­ velt'in görkemli villasının oturma odasında toplanıyordu (6). İngiliz ve Amerikan kurullarının üyeleri, Kazablanka'da bir araya geldiklerinde, Mihver ordularına karşı kazandıkları ortak zaferlerden ötürü çok kıvançlı oldukları halde, gelecek(5) Robert Murphy, Diplomat Among Warriors, (Savaşçılar Arasında Bir Diplomat), (New York, Doubleday and Co. 1964), s. 189. O dönemde Murphy, Başkan Roosevelt'in Kuzey Afrika'daki temsilcisi olarak görevliydi. (6) Aynı kitap; belli başlı uluslararası konferanslara katılanların tam lis­ tesi için bak: Birleşik Amerika, Ordu Dairesi, Askeri Tarih Başkanlığı, Maurice Matloff, Strategic Planning forCoalition Warfare 1943-1944, (1943-1944'te Sa­ vaş Yönetiminde Ortaklık İçin Stratejik Planlama), (Washington, Birleşik Ame­ rika Devlet Matbaası, 1959), ek: c, s. 546-549; bundan böyle Stratejik Planlama diye anılacaktır.

11


teki stratejileri üzerine oldukça garip bir tutum içindeydiler (7). Churchill ise, kendi açısından, zaferin çabuklaştırılması için "ücretli bir plan"

(8) tasarlamıştı: Kuzey Fransa'daki Alman

kuvvetlerine karşı bir saldırıyı yönetecek Amerikan kuvvet­ lerinin Manş 'ı geçmek üzere hazırlanmaları için İngiltere ada­

' larındaki sayılannı artırmak; Akdeniz'de İtalya yı etken bir sal­ dırgan olarak saf dışı bırakmak amacıyla bir harelcat düzenle­ mek ve Türlciye'yi savaşa sokmak için gerekli şartları yarat­ mak (9) Churchill, Amerikalıların önerilerini kabul etmelerini o kadar can­ dan istiyordu ki, buyruğu altındakilere, Amerikalılara kendi­ lerini zorla kabul ettirmeye çalışmamalarını, tersine, "Dam­ laya damlaya taşı bile delen su gibi" (10) sabırlı davranmala­ rı talimatını vermişti.

(7) Bak. Tnıınbull Higgins, Soft Underbelly: The Anglo-American Cont­ roversy overthe Italian Campaign 1939 - 1940, (Ywnuşak Göbekaltı : 1939-1940 İtalya Harek!tı Üzerine İngiliz-Amerikan Çatışması), (New York:, The Mac-Mil­ lan Co., 1968), s. 45-SO; Feis, aynı kitap, s. 105-108. (8) Stratejik Planlama, s. 65. (9) Churchill'in anlatışıyla Kazablanlca Konferansı için bak: Kader Döne­ meci, ıs. Bölüm, s.574-695. (10) Murphy, önceki aynı kitap, s. 191; Murphy'nin dediğine göre, İngi­ lizler başanya ulaşmak için "altı bin tonluk: bir gemiyi arşiv durumuna getimıiş...

içini Harbiye Bakanlığı'nın başlıca arşiv belgeleriyle doldurmuşlar ve eksiksiz bir arşiv memuru kadrosunu da ihmal etmemişlerdi." Murphy'nin vardığı sonu­ ca göre, "Bunca bilinçli hazırlıktan sonra" Amerikanlıların İngiliz önerilerini kabul etmeleri ''kaçınılmaz'' bir sonuçtu. Churchill, Kader Dönemeci, s. 678'de tam tersini ileri sünnekte, ortak Kurmay Başkanları arasında temelde anlaşma olduğunu anlaşmazlığın ulusal alayların sayısını azaltmak isteyen ortak planla­ macılar arasında bulunduğunu belirtmektedir. Aslında, bu anlaşmazlıklar Cluırc­ hill'in belirttiğinden çok daha ciddi sorunların ortaya çıkmasına yol açmıştı. Or­ tak Planlama Kurmayı'nın başta gelen kişilerinden Lord Mountbatten, Sicil­ ya'nın işgali konusunda İngiltere Kurmay Başkanı Sir Alan Brook'la anlaşmaz­ lığa düşmüştü. ileri sürdüğüne göre, sözgelişi, ltalya'ya karşı saldınya geçile­ cekse, işgal edilmesi gereken ada Sicilya değil, Sardunya olmalıydı. Alan Bro­ oke'la Churchill, Amerikanlıların Akdeniz harekat alanında İngiliz tasarılarının tümüne karşı direnmelerinden korkarak, Sicilya'nın "Amerika'nın onayı çerçe-

12


Amerikalılara gelince, onlar da Kazablanka'ya vardık­ larında çeşitli alternatifler yüzünden "bölünmüş ve çaresiz" durumdaydılar ve bunların hiç birini kabul edilir türden gör­ müyorlardı (11). Bir yandan Amerikan kuvvetlerinin İngiltere adalarında sürekli olarak hazır bekletilmesini destekliyorlardı. Öte yan­ dan da, Manş'ı aşarak girişilecek bir çıkartmadan çok daha ön­ ce adada çok büyük sayıda asker toplamanın pek avantajlı bir şey olmayacağını hissediyorlardı. Amiral King ile General Arnold, Churchil'in Akdeniz'le ilgili tasarısıyla ilgilenmişti. General Marshall ise buna şiddetle direniyordu. Çünkü, Baş­ bakanın salık verdiği yolun kendilerini Akdeniz'de "sonu gel­ meyecek" bir harekata sürüklemesinden ve bunun sonucu ola­ rak da ikinci cephenin açılmasının sürekli ertelemeye uğrama­ sından korkuyordu (12). Marshall, yine aynı nedenlerle, Churchill'in ortaya attığı, Türkiye'nin savaşa girmesi için ge­ rekli şartlan yaratma fikrine de tepki gösterdi. Türkiye'yi savaşa sokmak, Churchill' in tasarılarının mer­ keziydi ve daha Müttefiklerin Kuzey Afrika'daki ilk başarıla­ rından hemen sonra gösterdiği tepki arasında, böyle bir ihti­ male yer vermişti. Churchill, 18 Kasım 1942'de İngiltere Ge­ nelkurmay Başkanlığı'na gönderdiği bir notta, Türkiye'yi sa­ vaşa sürüklemek amacıyla "elden gelen çabaların" gösterilvesi içinde İngilizlerin işgal ede�ilecekleri tek hedef olduğunu" ileri sürdüler. Higgins, önceki aynı kitap,s. 50. Onderlerle ortak planlama bölünmeleri yarattı, ulusal çizgiler içinde direnmeye yol açtı. Sözgelişi, Churchill ile Alan Brooke, Kazablanka Konferansı'ndan sonra ltalya'ya karşı bir saldın harekatında Sicil­ ya'nın ilk hedef olması gerektiği görüşünden sapmadı. Oysa, Amerikalılar bura­ ya, Müttefiklerin Akdeniz'de gelip takıldıklan yer gözüyle bakmasını sürdürdü. (11) Feis, önceki aynı kitap,. 89. (12) Aynı kitap, s. l 06.

13


mesi çağrısında bulunuyordu

(13).

Churchill, bu konuda ge­

rekli aşamaları bile çizmişti. Türkiye'nin toprak bütünlüğünü garantiye alacak üç müttefikin vaatleri Türkiye'yi askeri ba­ kımdan donatmak; güney kanatlarını güçlendirmek için Rus­ ları sıkıştırmak ve böylece Türklerin bir Mihver saldırısından çekinmelerini önlemek. Bir gün önce, 24 Kasım'da, tutumu­ nu Stalin'e de açmıştı. Stalin sonradan, Türkiye'nin savaşa ka­ tılmasının "çok istenen" bir şey olduğunu belirttiğini kabul etmiştir

(14). Churchill, Kazablanka'da Amerikalıları Türk

topraklarını bir harekat üssü olarak kullanmak ve Akdeniz'de Türk savunmasını hazırlamak için inandırmaya çabalamaktan hiç geri kalmadı. Ancak, bu konuda da Marshall'ın güçlü di­ renişiyle karşılaştı. Yine de Amerikalılar "Türkiye'nin etken bir biçimde sa­ vaşa katılma ilkesi"ni kabul etti

(15). Ayrıca, Sicilya'nın iş­

gali ile ilgili İngiliz önerisine de "peki" dediler. Öte yandan COSSAC dairesi Müttefik Y üksek Komutanlığı Kurmay Baş­ kanlığı kurularak, Manş'ı aşarak gerçekleştirilecek bir saldı­ rının hazırlıklarının planlanması sorumluluğu bu komutanlı­ ğa verildi. Böylece Kazablanka Konferansı, katılanların iste­ dikleri her unsuru kapsamış oluyordu. Amerikalılar ve İngi­ lizler konferanstan ayrılırlarken, geldiklerinden çok daha be­ lirli bir biçimde nereye gittiklerini bilir durumdaydılar kuşku­ suz. Buna rağmen kendi kişisel amaçlarını kollamakta - ge­ rektiğinde farklı yö lere sapma pahasına - kararlı kaldılar. {13) Churchill, Kader Dönemeci, s. 697. (14) Aynı kitap, s. 698-699. {15) Stratejik Planlama, s. 65; aynca bak. Feis, önceki aynı kitap, s. 105107.

14


Kazablanka Anlaşması ve Sonuçları Churchill'le Ro­ osevelt arasındaki tartışmalardan çıkan anlaşmaya, Kazablan­ ka Anlaşması denmiştir. Başbakan, "Türklerle uğraşma işini" İngilizlere bırakması için Başkanı ikna etmiş ( 16), bu ülkenin İngiltere'nin geleneksel çıkar alanı içinde olduğunu savuna­ rak, "Türkiye'nin güçlendirilmesi için gönderilecek birlikle­ rin çoğunluğunun İngiliz birlikleri olacağını. .." eklemişti (17). Başkanın bu duruma "peki" demesi, kendisinin Mütte­ fiklerin çıkarlarını Türkiye'de İngiltere'nin koruması eğili­ miyle de bağdaşmaktaydı. 1941 yılı mart ayının başlarında Washington'daki İngiliz Büyükelçisi Cordell Hull'a, Türki­ ye'ye Kiralama ve Ödünç Verme Anlaşması uyarınca ayrılan tüm malzemelerin, Birleşik Krallık aracılığıyla gönderilme­ sini Başbakan 'ın desteklediğini haber vererek kendisini olduk­ ça şaşırtmıştı (18). Bundan önceki olaya göz yumduğu halde, Kazablanka Konferansı'nda Başbakan'ın İngilizlerin her şeyine "peki" demesi yüzünden Hull'ın epeyce canı sıkılmıştı. 1943 yılı mart ayında, Eden'in Washington'a yaptığı ziyaret sırasında, Türkiye'yle olan ilişkilerde İngiltere'nin birinci derecede rol oynamasını Başkanın kabul ettiği izlenimi uyanınca, Hull'da yeni korkular belirmişti. Başkan, Türkiye'deki bütün Mütte-

(16) KazablankaAnlaşması diye adlandınlan görüşmelerde ''kozları oyna­ mak" ve "uğraşmak'' deyimleri aynı anlamda kullanılmıştı. Cordell Hull, TheMe­

moirs ofCordell Hull (Cordel Hull'unAnıları), Cilt:II, (NewYorkTimes, TheMac Millan Co.1948), s.1365, biraz da acı bir dille, "Kozları oynamak deyiminin, Churcbill' in dilinden düşürmediği sözlerinden biri olduğunu'' belirtmektedir. (17) Ortak Kurmay Başkanları Tutanakları, 18 Ocak 1943, Dış llişkiler, Washington Konferansı, 1941-1943 ve Kazablanka, 1943, s.634. (18) Hull, önceki aynı kitap, s.1365.

15


fik çıkarları İngiltere'nin kollamasını kabul ettiği gibi, gön­ derilen yardım malzemelerinin denetimini de onlara bırakma­ ya göz yummuştu ( 19). Siyasal sorunlar üzerinde Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından olan Wallace Murray, durum ger­ çekten böyleyse, "ne... Ankara'da bir Amerikan Elçiliği bu­ lunmasına gerek var, ne de Washington'da bir Türk elçiliği­ ne" diye yazmıştı (20) Kazablanka Anlaşması'nı anlamakta gösterdiği çabalar Hull'ı şaşkınlığa düşürüyordu. Amiral William D. Leahy bu konuda şöyle yazmaktadır: "Başkan, her seferinde kendi özel onayı olmadan konferans üzerine bir haber sızdırmamamı bu­ yurmuştu." (2 1) Bunun sonucu olarak da, İngiltere Elçiliği'nden bilgi is­ teyen Hull'a verilecek "bir anlaşma kopyası" bulunamamış­ tı (22). İngiliz Elçiliği Birinci Katibi Bay Michael Wright, Hull'ın Murray' e: "...İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Kazablan­ ka'da Başkan'ın, Türkiye'ye karşı 'kozlarını oynamasl' için Başbakan'a sorumluluk verişini anladığını" bildirerek endi­ şe duyduğunu doğrulamaktadır .(23). Hull bundan sonra da uyarmalarını sürdürdü. (19) Feis, önceki aynı kitap, s.119-126, Eden'in Washington ziyaretini tar­ tışmaktadır. Aynca bak: Anthony Eden (Avon Lordu), The Memoirs of Anthony Eden, (Anthony Eden'in Anılan), (Boston, Houghton Mifflin Co., 1965), s.430442. (20) Siyasal llişkiler Danışmanı'nın (Murray) Görüşme Notları, Washing­ ton, 12 Temmuz 1943, Dış İlişkiler, 1943, Cilt:JV, s.1068-1069. (21) William D. Leahy, I Was There, (Ben de Oradaydım), (New York, McGraw Hill Book Co. 1950), s.173 (22) Hull, aynı kitap, s.1367; Wallace Murray de 2 Temmuz 1943'te Dı­ şişleri Bakanı'na, Bay Michael Wright aracılığıyla, İngiliz Büyükelçiliği 'nin, Dı­ şişleri Bakanlığı'na, "Bize bir kopya verilmedi" diye bildirdiğini anlatmakta­ dır. Bak: Dış llişkiler, 1943, Cilt:IV, s.1065-1066. (23) Dışi leri Bakanından lngiliz Elçisine (Halifax), Washington, 1O Tem­ muz 1943, Dış lişkiler, 1943, Cilt:IV, s.1067.

f

16


16 Temmuz'da Başkan yumuşadı ve Amiral Leahy, an­ laşmanın bir kopyasını katipliğe gönderdi. Anlaşmanın bir bölümünde şöyle deniyordu: a. Türkiye topraklarının İngiltere'nin sorumluluk alanın­ da kalması ve Türkiye'yle ilgili bütün sorunların İngilterece yürütülmesi, yine Çin'le ilgili sorunları da Birleşik Ameri­ ka'nın yürütmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır (24). Ortak Kurmay Başkanlarının 20 Ocak tarihli altmış üçün­ cü toplantısında imzalanan bu anlaşmanın son bölümünde, Başkan ve Başbakanın, "... Türkiye ile ilgili tüm sorunların İn­ gilterece yürütülmesi kararının uygulanması için gerekli ida­ ri kararların alınmasında anlaşmaya vardıkları" da belirtil­ mektedir (25). Hull, Türkiye'ye karşı Amerika'nın bağımsız davranışı konusunda hemen harekete geçti. İngiltere Elçili­ ği'ne ve Ortak Kurmay Başkanlarına gönderdiği mesajlarda, Ankara'daki Amerikan misyonunu, Türk hükfunetiyle olan ilişkilerinde bağımsız hareket etme yetkisine sahip bulundu­ ğunu söyledi. Sözgelişi Hull, 22 Temmuz 1943'te Leahy'a şöyle yazıyordu: Tutanaklar, bakanlığın anlayışını onaylamaktadır... Ve böylece Kazablanka'da varılan anlaşma, Amerikan hükfıme­ tinin Türkiye ile olan ekonomik ve politik ilişkilerinde tam ba­ ğımsız davranışını hiçbir biçimde sınırlandırmayacaktır (26). Kazablanka Anlaşması'nın sonuçlan, askeri araç ve ge­ reçleriyle Kiralama ve Ödünç Verme Anlaşmalarını yürüten (24) Bak: Amiral William D. Leahy, Kurmay Başkanı 'ndan, Kara ve De­ niz Kuvvetleri Başkomutanı'na, Dışişleri Bakanı'na, Washington, 16 Temmuz 1943, Dış ilişkiler, 1943, Cilt:IV, s.1069-1970. (25) Aynı belge. (26) Hull, önceki aynı kitap, s.1368.

17


taraflar için son derece açıktı. 22 Ocak 1943 'te, yani Kazab­ lanka Anlaşması 'ndan iki gün sonra, Askeri Gereçler İkmal Dairesi Ortak Sekreterliği'nden, Kiralama ve Ödünç Verme Dairesi'ne gönderilen bir memorandumda, Kazablanka An­ laşması'nın sonucu olarak, "...Türkiye'nin her türlü donatım isteklerinin karşılanıp gönderilmesinden İngiltere sorumlu olacaktır" deniyordu (27). Böylece, Türkiye'ye "ileride ya­ pılacak yardımlar"la donatım araçlarının teslimi, bundan böy­ le Orta Doğu'daki İngiliz Askeri Komutanlığı'nın "komuta gö­ revi" durum una geliyordu. Bu direktif üzerine ABD Harbiye Bakanlığı temsilcile­ ri 29 Ocak'ta Türk Elçiliği'ne gelecekte Türklerin askeri do­ natımla ilgili isteklerini İngiliz askeri makamlarının Askeri Gereçler İkmal Dairesi'ne aktaracaklarını bildirdi. Türkler, bu haberleri "ağır bir darbe" (28) ve "müthiş bir şok" (29) olarak karşıladılar. Türk askeri ataşesi, Türki­ ye'ye yapılacak yardımın "denetimini" İngilizlere vermenin, "Büyük Britanya'nın bir başka Müttefikine (Rusya'ya) karşı Türkiye'yi zayıf bırakmak için verilmiş sözünü yerine getir­ me amacını güttüğünü" belirterek, hiikfunetinin kuşkularını dile getirdi (30). Türk hava ateşesi de, "Türk hiikfunetinin hemen İngiliz ve Amerikan hiikfunetlerine gereken bilgiyi vererek, Türki­ ye'nin bundan böyle ne BirleşikAmerika'dan, ne de Büyük Bri(27) Bak: Askeri Gereçler tkmal Dairesi Ortak Sekreterliği Memorandu­ mu, Washington, 22 Ocak 1943, Dış 1lişkiler, 1943, Cilt:IV, s.1090 (28) Bak: Telefon konuşmasının aktarılması, (Kiralama, Ödünç Verme ör­ gütü'nden Bay Richard May ile Yakın Doğu Dairesi'nden Bay George V. Ailen arasında), Washington, 29 Ocak 1943, Dış İlişkiler, 1943, Cilt:IV, s.1090-1092. (29) Aynı belge. (30) Aynı belge. O zamanki Türk askeri ataşesi Cemal Aydınalp'tı.

18


tanya'dan yardım isteyeceğini" söyledi (31). O sırada Dışişle­ ri Bakanı Yardımcısı olan Dean Acheson, Türk tepkisini öğre­ nince, "Türklerle haberleşmenin kesilmesi"nin nedenini araş­ tırdı (32). Yardımcıları, Acheson'a Türklerle önceden girişilen bazı işbirliği denemelerinin süreksizliğinden dolayı, ortak li­ derlerin bu kararının kaçınılmaz duruma geldiğini söylediler. Bu coşkulu anlaşmazlık, sonradan hasıraltı edildi, 29 O­ cak tarihindeki gürültülü görüşmelerden sonra, Türk resmi memurlarının, istekleri karşılığında İngilizlerce yapılarak yar­ dımlar konusunda Amerikan temsilcileriyle danışmalarına göz yuman bir yol benimsendi. Fakat, İngilizler savaş sona erin­ ceye kadar "Türklerle didişmeyi" sürdürdü. Yardımları kısa­ cakları yerde -ki Türklerin asıl korkusu buydu- Türkiye'nin enfrastrüktürünün kaldıramayacağı ya da güttükleri tarafsız­ lık politikasının kabul edemeyeceği kadar geniş, belki de Tür­ kiye'nin de is!ediğinden çok yardım göndermeye çalıştılar. Türk ilgilileri her şeye rağmen Amerikalılarla doğrudan doğruya ve aracısız ilişkide kalmayı tercih etti. George V. Al­ len, 16 Mart 1943'te Türkiye üzerinde yaptığı genel bir özet­ lemede şöyle yazıyordu: "ZalJlan zaman burada görevli. . . Türk memurları bizim� le doğrudan doğruya ilişki kurmak istediklerini belirttiler... Nereye daha iyi dayanabileceklerini... Özellikle kime borçlan­ dıklarını bilmek istemekte ve daha geniş bir denetim hakkı için.. " (33). .

(31) Aynı belge. O zamanki Türk hava ataşesi Tekin Anburun'du. (32) Yakın Doğu Sorunları Masası Şefı'nden (Paul H. Alling) Dışişleri Bakan Yardımcısı 'na (Acheson) memorandum, Washington, 29 Ocak 1943, Dış llişkiler, 1943, Cilt:JV, s. l 092-1093. (33) Bak. Bay George V. Allen'in (Yakın Doğu Masası Memurlarından) memorandumu, Washington, 16 Mart 1943, Dış ilişkiler, 1943. Cilt:lV, s.10991100.

19


Ailen, bakanlıktaki üslerine Türk hükumetinin, Birleşik Amerika'nın ilgisini çekme konusunda umutsuzluğa kapılma­ ya başladığını bildirmişti. Bunu Müttefik zaferlerinin üzerle­ rindeki "heyecanı kırbaçlamas ı "yla yorumluyordu. ABD'nin, İngilizlerin aracılığı dışında kendileriyle doğrudan doğruya ilişkikurmaktaki çekingenlikleri karşısında Türk önderleri Bir­ leşikAmerika'nın kendilerini ne derece destekleyeceği, ne ka­

dar koruyacağı, daha açık bir deyimle, nasıl savunacağı konu­ sunda ciddi bir kararsızlık ve tedirginlik içindeydiler. Kazablanka Anlaşması 'nın sonuçları, özellikle 22 Ocak tarihli Askeri Gereçler İkmal Dairesi direktifinin yankıları, Ankara'da derin bir biçimde kendini duyurmuş.ve büyük an­ lam kazanmıştı. Bu elbette ki, Türkiye'ye yapılacak bir yar­ dımın şu hesaba değil de, bu hesaba geçirilmesi sorunu değil­ di yalnızca. Türklerin düşüncesine göre Amerikan politikası­ nı çizenler, Güneydoğu Avrupa'da oynayacak bir rolleri olma­ dığını düşünmekteydiler. Roosevelt, Churchill'in görüşünü kabul etmiş ve İngilizler "Türklerle diledikleri gibi oynama" fırsatını kazanmışlardı. Üstelik bu, bütünüyle İngiltere ile Amerika'yı karşılıklı ilgilendiren bir sorun gibi görünüyordu. Amerikalılar Çin'e karşı nasıl davranacaklarsa, İngilizler de Türkiye'de öyle at oynatacaklardı. Türkler içinse böyle bir denklem, hiç de istenilir türden bir şey değildi. Türk politika­ sını çizenler, Güneydoğu Avrupa'da Amerikan varlığından ya­ naydılar (34). Bu biraz da, Rusya'nın savaştan sonra Avrupa'yı "Bolşevikleştirmeye" kalkışmalarından korktukları içindi. Ankara'nın Washington'la ilişkilerini kesmeyi hedef tutan her (34) Cevat Açıkalın'la yapılan özel bir görüşmeden.

20


türlü anlaşma ya da Washington'un Türkiye'ye karşı doğru­ dan doğruya sorumlu olmasını engelleyen kararlar, Türk dev­ let adamlarını endişelendiriyordu (35) K.azablanka A nlaşması 'na karşı gösterdikleri tepki de, uzun

tarihsel deneylerinin sonucuydu. Sözgelişi, Menemen­

cioğlu zihninde, Osmanlı İmparatorluğu'nun "Avrupa'nın has­ ta

adamı" diye anıldığı dönemin hatıralarını canlandırıyordu

(36). Türkiye'nin tek bir Avrupa devletinin etki alanına gir­ mesi ihtimali, kendisini çileden çıkartmaya yetiyordu (37). Belli başlı Türk yöneticilerinin tümü için durum böyleydi. Bi­ rinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz işgalinden edindikleri de­ neyler, şimdi gerçek bir işbirliği konusunda Türkleri haklı ola­

rak kuşkulandırmaktaydı. 13 Temmuz 1943'te Menemencioğlu, K.azablanka A n­ laşması karşısında tepkisini açıkça von Papen'e duyurdu. A l­ man Büyükelçisi kendisine, Türkiye'yi İngiliz etki alanına al­

dıklarını düşündüğünü söyleyip, "Öyle değil mi?" diye sorun­

ca, Türk Dışişleri Bakanı da, "Bütünüyle böyle oldu" karşı­ lığını verdi. Ve ardından şöyle ekledi: "Türkiye, İngiliz etki

-

(35) Esiri Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Cevat Açıkalın'la yazar arasın­ da yapılan özel bir görüşmeden. (36) Yazarla Bayan Nermin Streater arasında yapılan özel görüşmeden. (37) Turgut Menemencioğlu ile yazar arasındaki özel yazışmadan, 30 Ey­ lül 1969. Ekselans Turgut Menemencioğlu halen Merkezi Anlaşma Örgütü'nde (CENTO) Türkiye'nin sürekli temsilcisidir. önceden de belirtildiği gibi, savaş döneminde Türkiye Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri'nin özel kalem müdü­ ıiiydü. George V. Ailen 16 Mart 1943 tarihli memorandumunda, Dış İlişkiler, 1943, Cilt:IV, s. l 099, şu yorumu yapıyordu. "Türklerin davranışının bir nedeni de, kuşkusuz bir İngiliz sömürgesi ya da İngiliz koruyuculuğu altındaki bir ülke işlemi gördüklerini hissetmeleriydi."

21


alanı içindedir, tıpkı Rusya'nın Amerikan etki alanı içinde bulunduğu gibi." (38) Menemencioğlu, haklı olarak Kazablanka Anlaşması'nı, ABD'nin sağladığı gereçlerin yorumlanmasının kararlaştırıl­ dığı bir anlaşma olarak nitelemişti. Menemencioğlu'nun öf­ kesi artık belirgindi. Amerikan Elçisi Steinhardt'ın, Ameri­ ka'dan gelen bir gemi dolusu buğday için Türk yetkililerin ln­ giltere'ye teşekkür etmek zorunda kalışlarından yakınmaları­ na üzerine verdiği karşılıkta, "Bu 62.000 ton buğdayı kendi hesaplarına geçirmeniz için İngilizler beni her gün sıkıştırı­ yor" demişti (39). Menemencioğlu aynca Steinhardt'a şika­ yetini y�ılı olarak bildirmesini hatırlatmıştı. Türk Dışişleri Bakanı, "Tabii, bu yazılı şikayet hiçbir zaman gönderilmedi" demektedir. Dolayısıyla Kazablanka Anlaşması Türk önderlerine iki şey göstermekteydi: Birincisi, Amerika'nın Türkiye'den yavaş yavaş elini eteğini çektiği; ikincisi de, lngiltere'ye, sömürgeci bir devlet gibi davranma hakkının tanındığı. Böylece, Mene­ mendoğlu'nun savaştan sonra Avrupa devletleri arasındaki .

.

'

ilişkilerde güçler dengesi yoluyla durulmaya varılacağı üzerine umutlan sarsılmış oluyordu. Ancak, Kazablanka Anlaşma­ sı'nda kayıtsız şartsız teslim ilkesi olmasaydı, herhalde Türk­ lerin gözünde önemi yine de bu kadar büyük olmayacaktı. Kayıtsız şartsız teslim ilkesi. - Roosevelt'in 24 Ocak'ta barış görüşmeleri için ancak kayıtsız şartsız teslim olmayı ka(38) Ankara'daki Büyük.elçiden (von Papen), Berlin'de, Dışişleri Bakan­ lığı'na, Tarabya, 13 Temmuz1943,Ele GeçirilenArşivler, NA, T-120,nılo 2618, bölüm E 364726/3-E364726/4. (39) Aynı belge.

22


bul ederlerse Almanları muhatap kabul edebileceğini açıkla­ ması, Türk önderleri üzerinde tam bir şok etkisi yaratmıştı. Bu ilkeyi, Almanya'nın bir güç olarak Avrupa'dan silinmesi diye kabul ediyorlardı. Türkler bu önerinin sonuçlarının neler ola­ bileceğini mantık yoluyla hesaplayabilmekteydiler: Almanya bütünüyle ortadan kaldırılırsa, Ruslar Avrupa'ya egemen ola­ bilmek için artık serbest kaldıklarını düşünebileceklerdi. O zamanlar Feridun Cemal Erkin de bunu ileri sürmüş, "Güçlü bir Almanya'nın varlığının, Avrupa'daki denge ve ba­ rış için şart olduğu, Türklerin şaşmaz bir inancıydı" demiştir (40). Türk önderleri kayıtsız şartsız teslim politikasını acı so­ nuçlarından kurtarmak şartıyla benimsenmeye yaraşır gör­ müşlerdi. Böylece, Almanya'yı yeniden güçlendirmek ve "Rusların Orta Doğu'ya doğru ilerlemelerini durdurmak içni savaşın sona ermesine bir engel hazırlamak" mümkün olabi­ lecekti (41 ). Türk devlet adamları, kayıtsız şartsız teslim ilke­ sinin işgal bölgeleri sınırlarının çizilmesini nasıl etkileyece­ ğini de çok iyi tahmin edebiliyorlardı. Adana'da ve daha son­ ra çeşitli zamanlarda Türk politikasını çizenler, Müttefik yet­ kililerini sık sık uyarmış, "Sovyet kuvvetlerinin... Müttefık or­ dularıyla buluşacakları... Almanya içindeki hattın, özgür Av­ rupa ile, Sovyetleştirilmeye bırakılacak Avrupa topraklan ara­ sındaki sınır olacağını" tekrarlamışlardır (42). Türk önderle­ ri, Müttefiklere bu sınırın "mümkün olduğu kadar doğuda bir

(40) Erkin, önceki aynı kitap, s.222. (41) Aynı belge. (42) Aynı belge, s. 221.

23


yerde olması" konusunda sürekli uyarılarda bulunmuştur (43). Ancak, Türk devlet adamlarının ifade ettiklerine göre, Batılı Müttefikler bu uyarmaları dinlemek istememiştir. Bir seferin­ de Menemencioğlu durumdan şöyle yakınmıştır: "Şunlara (İngilizlere ve Amerikalılara) Rus çığına karşı koyabilecek tek güç olan Alman askeri potansiyelini yok etmeye fırsat bula­ madan önce, Ruslarla savaşmaya başlayacaklarını anlatmak için kendimi helak ettim" (44). Türkler yavaş yavaş İngilizlerin uyanlara kulak asma­ maktaki inatlarını, bu uyanları dinlemeye niyetli olmadıkları biçiminde yorumlamaya başlamışlardı. lngiltere'nin koruyu­ cu tavrından sinirlenen Türk önderleri, İngilizlerin bu kez de Rusların yararına Türkiye'nin sorumluluğunu taşımaktan cay­ masından korkuyorlardı (45). Türk önderleri, İngilizlerin Rus­ ya ile gizli bir anlaşma yapmış olmalarından ve Stalin'in so­ nuna kadar savaşmayı kabul etmesi şartıyla, Ruslara Türki­ ye'de rahatça at oynatma hakkını tanıdıklarından kuşkulan­ maktaydı. Eğer öyle olursa, Türkiye, Sovyetler Birliği 'nin kar­ şısında tek başına bırakılacaktı (46). Üstelik, kayıtsız şartsız teslim ilkesinin açıklanması da bu tahmini doğruluyordu. Türklere göre, Erkin'in deyimiyle "Kayıtsız şartsız tes­ lim ilkesi, Müttefik politikasının yaptığı en büyük yanlış"tı (47). Savaşın "fanatik bir yön"e sapmasına yol açmıştı. Ve "Almanya'nın kaderini düzene koyma amacı düşünülürken, (43) Aynı belge.

(44) Ankara'daki elçiden (vonPapen) Berlin'de Dışişleri Bakanlığına, Ta­ rabya, ı8 Ağustos 1932, Ele Geçirilen Arşivler, N.A., T-120, rulo 2618, Bölüm E364526. Türle gazeteleri kayıtsız şartsız teslim ilkesinin açıklanmasına karşı çık­ mış, yalnız Tan gazetesi 29 Ocak 1943'te olumlu tepki göstermiştir.

24


bütün Avrupa'nın kaderini düzene koymuştu (48). Böylece Türk önderleri Kazablanka'dan sonra son derece tehlikeli ye­ ni bir durumla karşılaştıklarını kabul ettiler. Müttefikler, Al­ manya'nın gücünün "kayıtsız şartsız teslim" ilkesiyle yok edilmesine karar vermişlerdi. Rusya açıkça avantajı duruma geçiyor ve Almanya'nın yok olmasıyla birlikte karşısında Gü­ neyDoğu Avrupa'ya beslediği iştahı gemleyecek hiçbir ciddi güç kalmıyordu. İngilizler ise, ya tehlikeyi görmek istemiyor, ya da görmek ellerinden gelmiyordu; ama, bir yandan da Rus­ larla sıkı işbirliği yapıyor, mümkün olursa Türkiye'yi de Al­ manya'ya karşı savaşa girmeye zorlayarak kendi çukurlarını kazıyorlardı. Amerika'ya gelince, her zamandan da çok Türk· önderlerine karşı umursamaz ve uzaktı. İşte Türkler bu düşün­ celer arasında bocalarken, Başbakan Churchill'in, Türkiye'ye gelmeyi tasarladığını öğrendiler.

(45) Eski Cumhurbaşkanı lnönü ile yazar arasındaki özel görüşmeden. (46) Cevat Açıkalın ile yazar arasındaki özel bir görüşmeden. (47) Feridun Cemal Erkin ile yazar arasındaki özel bir görüşmeden. (48) Erkin, önceki kitabı, s. 219.

25



v

ADANA KONFERANSI: BİR ANLAŞMAZLIKLAR TOPLANTISI Adana Görüşmeleri- Churchill, Sicilya'nın işgaliyle il­ gili İngiliz planlarının Amerikalılarca kabul edilmesi karşısın­ da iyice cesaretlenmişti. Bunun üzerine Akdeniz'deki strate­ jisinin kilit noktası olan Türkiye'yi savaşa sokma planlarını da gerçekleştirmek için, ise Türk devlet adamlarını ziyaret et­ mekle başlamayı kararlaştırdı (1). Churchill'in savaş kabine­ si bunu pek hoş karşılamamıştı. Bunun üzerine Başbakan'a, "1941 'de edindiğimiz deneye göre onlardan (Türklerden) Kıb­ rıs konusunda aldığımız söz, Ankara'da hemen geri çevrildi. Bu nedenle sizin yeniden bir terslenme ya da başarısızlıkla kar­ şılaşmanızı istemiyoruz", dediler (2). Eden de o günleri anarken şöyle söylemektedir:

(1) Churchill, Kader Dönemeci, S. 696; Churchill bu konuda şöyle yazı­ yor: "Başkan Roosevelt'le uzun zamandan beri Rusya'ya yeni bir yol tasarlıyor ve böylece Almanya'nın güney kanadını vurmak istiyorduk. Bu tür planların ki­ lit noktası da Türkiye'ydi." (2) Eden, önceki aynı kitap, s. 421.

27


"İşin Türkleri ilgilendiren yönü canımı sıkıyordu. Bu inat­ çı bölgede bir sonuç elde edebileceğimizi sanmıyorum" (3). Churchill bunlara hiç kulak asmayınca, Eden: "Biz de feryadı bastık", diyerek şunları ekliyor: "Kanıtların en iyisi bizde ama, alacağımız sonuç en kötüsü olacak, dedik" (4). Cumhurbaşkanı İnönü, Başbakan Churchill'le buluşmak için Adana'ya giderken, aklında iki düşünce vardı: Churc­ hill'i, Rusların savaş soiırası niyetleri üzerine uyarmak ve İn­ gilizlerin savaş gereçleri ve silah yardımlarını artırmalarını sağlamak ( 5). İnönü hala bir Alman saldırısından korktuğu hal­ de, Adana'da zihnini asıl uğraştıran sorun, Rus tehdidi ile, İn­ gilizlerin buna karşı ne yapabilecekleriydi (6). Bütün Türk de­ legasyonu için aynı sorun söz konusuydu. Saraçoğlu'nun 1939'daki talihsiz Moskova ziyareti "kuvvetli bir hatip" ola­ rak ortaya çıkmak için kendisine iyi bir fırsat hazırlamıştır (7). Saraçoğlu da, Churchill'in kendisi "Rusya bir emperyalist kuvvet olabilir görüşünü ifade etmemiş miydi?" diye sordu. Bu ihtimal, "Türkiye'nin çok ih­ tiyatlı olmasını gerektiriyordu." Müttefiklerin zaferinden son­ ra Türklerin toprak bütünlüğünü kim garantiye alacaktı? Sa­ raçoğlu, uluslararası bir güvenlik örgütünden "çok daha ger­ çek bir şey" aradıklarını söyledi. Bütün Avrupa, Slavlar ve Ko­ münistlerle doluydu. Almanya yenilenecek olursa, yenilgiye

(3) Aynı kitap. (3) Aynı kitap. (5) Eski Cumhurbaşkanı İnönü ile yazar arasındaki özel bir görüşmeden. (6) Eski Cumhurbaşkanı İnönü ile yazar arasındaki bir görüşmeden. Aynca bak: Aydemir, önceki aynı kitap, s. 134. (7) Tırnak içindeki cümle Aydemir'e aittir; bak: önceki aynı kitap

28


uğrayan ülkelerin hepsi Bolşevik olacak ve Slavlaşacaktı (8). Tıpkı şefi gibi, Erkin de bunları hissediyordu. Adana'ya ha­ reketinden önce Erkin'in, "İngiltere ve Amerika bir gün, en seçme gençlerini Avrupa'yı Bolşevik tehdidinden korumak için feda ettiğinden Almanya'ya minnet borçlanacaklardır", dediği söylenir (9). Erkin sonradan, Türk delegasyonunun, Rusların kendi­ lerini hazırlıksız savaşa girmek için sıkıştırmalarından kork­ tuğunu, böylece bir Rus istilasına karşı çanak açılmasından çe­ kindiğini ileri sürmüştür. Türkler, Polonya'dan örnek alarak bunu sezinlemişlerdir. Polonya örneği, dramatik bir biçimde, "Rusların, savaş felaketi nedeniyle Türklerin düşeceği zayıf durumdan yararlanmak için ellerinden geleni yapacaklarını" göstermekteydi (1 O). Tabii bütün bu sorunlar, içi kaynayan ateşli Başbakanın Adana'ya vardıktan sonra dinlemeye niyetli olduğu şeyler de­ ğildi elbette. Bu nedenle de ilk işi, ev sahiplerine güven duy­ gusu aşılamaya çalışmak oldu. "İşler hiç de beklendiği kadar (8) Bak. Churchill,Kader Dönemeci,s. 709-711; Erkin, önceki aynı ki­ tap, s. 224'de Adana konuşmaları sırasında Başakan Saraçoğlu'nun durmadan Sovyetler'in Boğazlar,Balkanlar ve Güneydoğu Avrupa üzerindeki emperyalist amaçlarından söz ettiğini ve bunun ''Ankara'da büyük endişeye yol açtığını'' be­ lirtiyor. Erkin,Saraçoğlu'nun şöyle dediğini de yazmaktadır: "Almanya 'nın ye­ nilgisi,ardında acı bir boşluk bırakacak ve bu da ezik ülkeleri Komünizm için kolay yutulur bir lokma durumuna getirecektir.'' (9) Ankara Elçiliği'nden, Berlin'de Dışişleri Bakanlığı'na Ankara 6 O­ cak 1943,Ele Geçirilen Arşivler,NA,T-120,rulo 2618,bölüm E364556. (10) Erkin,aynı kitap,s. 226; Rusların,zayıflıklarından yararlanacakları üzerine Türklerin beslediği korku,Stalingrad zaferinden sonra daha da artmıştı; bak, Halfık Olman,Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri: 1939-1947; İkin­ ci Cihan Savaşının Başından,Truman Doktrinine kadar (Ankara, Ankara Üni­ versitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınlan,No. 128-1IO,1961),s. 40. ,

29


kötüye dönüşmez", dedi (11). "Rusya'da Almanya'nın yolun­

dan gitseydi, ben onların da dostu olmazdım. Böyle bir şey yapacak olursa, Rusya'ya karşı en iyi çareyi bulup yaratırız ve bunu Stalin'e de söylemekten çekinmem"

(12). Churchill

daha başlangıç konuşmalarında, Müttefikler koalisyonu adı­ na harket ettiğini açıkça belirtmekten geri kalmamıştı. Ada­ na'ya gelişi gerek Birleşik Amerika, gerekse Sovyetler Birli­ ği'nce desteklenmekteydi. Rusların, Stalingrad'da kazandığı zafer, Müttefiklerin talihinde dönüm noktası olmuştu. Sta­ lin'in, Türklerden yapmalarını istediği şeye, Ankara omuz silkmemeliydi. Churchill en sonunda: "Ben Başbakan Sta­ lin'in, Türkiye'yi silahlanmış ve kendisini saldırıya karşı ha­ zır görmek istediğini biliyorum" diye görüşlerini özetledi

(13), Aydemir haklı olarak, Churchill'in, "Türk devlet adam­ larının bu tür garantileri ciddiye almayacaklarını bilmesi ge­ rekirdi", demektedir

(14).

Churchill, Almanya'nın yenilgisini çabuklaştırmak niye­ tiyle Adana'ya gelmişti. Türkiye'nin Mihver'e karşı bu konu­ da oynayacağı rolü çabuklaştırmak için baskı yapmaktan çe­ kinmeyecekti. Churchill'in mantığına göre doğacak yeni bir du­ rum karşısında Türkiye, kendisini Doğu'ya yönelmiş bir Al­ man tehdidine karşı savunmak zorunda kalabilirdi. Özellikle Almanya'nın petrole ve öbür madenlere karşı ihtiyacı daha da (11) Churchill, Kader Dönemeci, s. 71 O. (12)Aynı kitap,s. 710-711. (13) Adana'ya gelirken Churchill, yolda bir giriş konuşması hazırlamış ve görüşmelerin başında, bunu Türk önderlerine vermişti. ''Bu benim için, Başkan'la birlikte hazırlanmış platonik bir evlenme önerisi mektubuydu'', demektedir; bak. Churchill,Kader Dönemeci,s. 706-709. (14)Aydemir, önceki aynı kitap, s. 261.

30


artarsa, bu ihtimal gerçekleşebilirdi: "Yaz aylarında Almanla­ rın merkezden bir yarma hareketine kalkışmaları mümkün­

dür." Türkler çok geçmeden karşı saldırıya geçecek duruma ge­ lebilirdi. Özellikle, "duvarın tuğlalarından birini altından çek­ mek için" harekete geçebilir ve böylece bütün yapının çökme­ sini hazırlayacak ülkelerden biri olabilirdi. Başbakanın söyle­ diklerine göre, Türklerin tanka, cephaneye ve silaha ihtiyacı vardı; bir de bunları kullanmayı öğrenmek için eğitime "Türk ordusunun görüntüsü karşısında hayal kırıklığına uğradım", di­ yen Churchill, "Savaş alanında kesin sonucun alınmasında çok önemli olan" modem donatımdan yoksun ordunun, savaşa gi­ remeyecek durumda olduğunu söylüyor ve: "Bu benim, Tür­ kiye 'nin tutumunu çok iyi anla.'Jlama yaradı", diye ek liyordu. "Bizler (İngilizler) bu konularda boş gurura kapılmayız..." Amerikalılar, diyordu. Churchill, İngilizlere çok daha modern araçları kullanmayı öğrenmişlerdi. Şimdi de aynı şeyi İngiliz­ ler, Türklere öğretebilirdi. Özellikle bu görüş, havaalanları ya­ pımı açısından geçerliydi. "Yuvalar hazırlanınca" ve Türkiye savaşa hazır duruma gelince, Churchill, en az yirmi bir İngiliz hava filosunun gönderileceği üzerine söz verdi (15). Türkler yine de kuşkulanıyordu. İstanbul yapılarının ah­ şap olduğunu, Almanlar öç almak için burayı hedef seçerler­ se, Belgrad gibi acı bir sona uğrayacaklarını ilerir sürdüler

( 16). Almanya, belki artık Müttefikleri amansız bir hava ab­ lukasına alacak güçte değildi, ama, Cumhuriyet rejiminin yir­ mi yıllık çabalarını kül yığını durumuna getirebilecek gücü (15) Churchill, Kader Dönemeci, s. 706-709. (16) Aydemir, önceki aynı kitap, s. 134.

31


vardı herhalde. Naziler Boğazlara egemen olabilir, Müttefik­ lerin Ege'deki çıkarlarına büyük zararlar verebilirlerdi. Tür­ kiye' nin tek kömür bölgesi Zonguldak, Bulgaristan'daki Al­ man hava üslerinden en çok yarım saat uzaktaydı; dolayısıy­ la, kolayca tahrip edilebilirdi (17). Türk sanayi kuruluşları da ancak"Bir elin parmaklarıyla sayılacak kadardı: (18) Asla tam randımanla çalışamayan üç petrol rafinerisi, bir de Çatalağzı elektrik santralı ... "Tek bir darbe"yle (19) Türk sanayi kapa­ sitesi ortadan kaldırılabilirdi. Türk önderleri bu sefer

ve yeni­ den acele silaha ihtiyaçları olduğu konusunda Churchill'i et­ kilemeye çalışıyorlardı. İngiltere Başbakanı'nın saat birde görüşmelerden ayrıl­ masıyla, birinci gün görüşmeleri sona ermiş oldu. Churchill, sabah erkenden kalkıp Türklerin kabul edeceklerini umduğu bir öneriler listesi hazırladı. Pensees Matinales ya da "Sabah Dü­ şünceleri"ne, daha sonra "Savaş Sonrası Güvenliği Üzerine Notlar" adını verdi (20). Churchill'in listeyi Türklere sunuşun­ dan bir gün sonra, Ankara'daki İngiliz Büyükelçisi'nce Büyü­ kelçi Steinhardt'a verilen bu düşüncelerin bir özeti şöyleydi: 1. İngiltere, Türkiye'den bu ülkenin çıkarlarıyla bağdaş­ mayan hiçbir şey istemeyecek ve eğer felaketle sonuçlanacak gibiyse, Türkiye'den savaşa girmesini de istemeyecektir. Bu(17) Türk politikasını çizenler, Almanların Zonguldak'taki kömür tesis­ lerini bombalamalarıyla yakından ilgileniyordu; bak. Ataöv, önceki aynı kitap, s. 107. Sir Hughe Knatchball-Hugessen, Diplomat in Peace and War (Barışta ve Savaşta Diplomat), (Londra, Murray, 1949), s. 182-192. (18) Aydemir, önceki aynı kitap, s. 134. (19) Aynı kitap. (20) Churchill, Kader Dönemeci, s. 711-712.

32


na uygun olarak Türkiye'nin geçerli taahhütlerine de karşı çıkmayacaktır.

2. Almanya'nın petrol ihtiyacı ve doğuya doğru genişle­ me isteği, Mihver'i, düştüğü umutsuzluk içinde Türkiye'ye saldırma zorunda bırakabilir. Bu tehdit karşısında Türkiye güç­ lü olmalı ve silah durumu gelecek aylar içinde düzeltilmelidir.

3. Almanya, Türkiye'ye saldırmayacak olsa bile, Türki­ ye'nin çıkarları, Balkanlar'da anarşiyi önlemek için savaşa girmesini zorunlu kılabilir. Bu şartlar, Almanlar'ın gittikçe ar­ tan düşkünlüğü, Bulgaristan'daki kargaşalıklar, Transilvanya yüzünden Romanya ile Bulgaristan arasında çıkabilecek bir çatışma ya da daha yoğun bir Yunan ve Yugoslavya direnişiy­ le doğabilir. Dolayısıyla Türkiye'nin savaşa girmek zorunda kalan bir devlet olması ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.

4. Türkiye savaşa girmeden de Birleşik Amerika'nın sa­ vaşa girmeden önceki durumuna benzer bir duruma, yani "ka­ tı bir tarafsızlıktan ayrılma"ya yönelebilir. Sözgelişi, Roman­ ya petrol tesislerinin, on iki adanın ve Girit'in bombalanma­ sı için Türk havaalanlarının kullanılmasına izin verebilir. Al­ manya ve Bulgaristan "Türkiye'nin daha etken bir biçimde sa­ vaşa katılmaması için" buna ses çıkarmayabilirler.

5. Rusya, Haziran 1941 sınırlarının ötesinde herhangi bir toprak isteğinde bulunmaktan vazgeçmiştir. Türkiye, savaşta tam tarafsızlıktan ayrılırsa büyük çapta yardım görecek ve sa­ vaştan sonra toprak bütünlüğü için gereken bütün garantileri alacaktır. Büyük Britanya da, savaştan sonrası için Türkiye'ye, öbür devletlerden ayrı olarak güvence verecektir. Bu tür anlaş­ malarda Başkan Roosevelt de kendisiyle seve seve işbirliği ya­ pacak, Birleşik Amerika, barışta sorunların çözümlenmesi için

33


bu yönden olanca ağırlığını koyacaktır. Aynı zamanda, Birle­ şik Amerika Anayasası'nın Avrupa için daha geniş yükümlü­ lüklere girmeye uygun olmadığı görmezlikten gelinmelidir.

6. Savaştan sonra güvenliğinin korunması için Türki­ ye 'nin "galip ülkeler yanında" bulunması önemlidir. Alman­ ya ezildikten sonra da, Türklerle işbirliği gerekli olabilir. 7. Savaşın sonunda Birleşik Amerika dünyanın en güç­ lü ulusu durumuna gelecek ve Birleşik Amerika'nın bir daha Avrupa savaşlarına katılmamasını sağlamak için, uluslarara­ sı sağlam bir örgüt kurmayı isteyecektir. Bu örgüt, saldırgan­ ların silahsızlandırılmasını isteyecek ve öncekinden de güçlü bir uluslar birliği çağrısında bulunacaktır (2 ı ). Bu noktalar ve askeri bir görüş birliği üzerinde 3 1 Ocak sabahı geç saatlerde anlaşmaya varıldı. Adana'da, iki askeri karar alınmıştı. Müttefikler, Türki­ ye'nin savunma güçlerinin bir yıllık hedef ihtiyacını karşıla­ yacak olan silah stoklarını hemen gönderecekti; bir de, Tür­ kiye savaşa katılırsa, İngiltere, aralarında İstanbul ve İzmir 'de olan bazı özel bölgelerin korunması için hava savunma gijcü­ ne katkıda bulunacaktı. İngilizler ayrıca, bazı kara birlikleri göndermeyi de vaat etti. Türkler savaşmaya başladıktan son­ ra, İngiliz komutası altındaki bağımsız bir hava filosuyla Türk komutası altına verilecek birer İngiliz tanksavar ve uçaksavar birliği de gönderilecekti. Türkiye'ye yollanacak araç ve ge­ reçlerin bir listesi de hazırlanmıştı. Bunlara sonradan "Ada­ na Listesi" adı verilmiştir (22). (21 ) Türkiye' deki elçiden (Steinhardt), Dışişleri Bakanlığı'na, Ankara, 2 Şubat 1 943, Dış llişkiler, 1 943, Cilt:N, s . 1 060- 1 065. (22) Aynı belge.

34


Adana'dan Sonraki Şüpheli Hava Churchill, 2 Şu­ batta Stalin'e gönderdiği telgrafta, "Türklerin bize yaklaştık­ larına hiç şüphe yok" diyor ve ardından şöyle ekliyordu: "Fa­ kat, bizim yanımızda savaşa katılmalarına karşılık kendilerin­ den, kesin hiçbir siyasal vaat istemedim." Aynca, Türkiye'nin yıl sonundan önce Müttefiklenn davası yanında yer alabile­ ceğini, bunun için de Amerikalıların kullandığı "tarafsızlığın sınırlı yorumlanışı" yolunu seçeceklerini söylüyordu. "İngiliz ve Amerikan bombardıman uçaklarının saldırı­ larında ikmal amacıyla havaalanlarını kullanmamıza izin ve­ rebilirler" diye yazmış, "Kendilerini Anti-Hitler sistem için­ de öncekinden daha iyi bir yere yerleştirmeniz için size bu telg­ rafı gönderiyorum" demişti (23). Her şeye rağmen Cumhur­ başkanı lnönü'nün, Stalin'in savaş sonrası niyetleri bakımın­ dan bir dereceye kadar Churchill 'i uyarmış olduğu anlaşılmak­ tadır. Churcill, Rus başbakanına, Türklerin Sovyetler Birli­ ği'nin büyük gücü karşısında güttükleri politikada çekingen olduklarını bildirmişti. Churchill, " SSCB "nin göstereceği her türlü dostluk belirtisini hoşnutlukla karşılayacaklarından da eminihı" diye ekledi (24). Fakat Stalin ne Churchill'in İnö­ nü'yle yakın kişisel ilişki kurması, ne de Türklere güvence ver­ mesi konularından pek etkilenmişe benzemiyordu. Türkiye'nin uluslararası durumu nezaketini koruyor... Bugünkü şartlar altında Tijrkiye'nin, SSCB ve Büyük Britan­ ya'ya karşı yüklendiği taahhütleri, Almanya'ya karşı yüklen­ diği taahhütlerle nasıl bağdaştırmayı düşündüğünü bir türlü -

(23) Churchill, Kader Dönemeci, s.713-714. (24) Aynı kitap, s.24.

35


açıkça göremiyorum. Yine de Türkiye, SSCB ile daha dostça ve içten ilişkiler kunnak istiyorsa, bırakın, ifade etsin bunu. Bu durumda Sovyetler Birliği, Türkiye'yle yan yolda karşı­ laşmak ister (25). Stalin, Başbakan'ın, Türklerin Müfettik davasına ne gi­ bi bir katkıda bulunacaklan konusundaki düşüncelerine kar­ şı çıkmakta hiç kararsızlık göstermedi. Ancak, Churchill'in Stalin'e gönderdiği telgraftan, Adana'daki görüşmelerine hiç olmazsa ölçülü bir haşan gözüyle baktığı belli olmaktadır. Bu alanda umulan haşan, Churchill'in ifadesine göre Türkiye'yi doğrudan doğruya savaşa sokmak değil, fakat yardımcı olma­ sını sağlamak, güçlerini hemen seferber edebilecek, havaalan­ lannın kullanılmasına izin verecek Batılı Müttefiklerin Bal­ kanlar'da güvenebileceği gerçek bir ortak olarak hazırlamak­ tı. Stalin'in bu alandaki görüşü, aslında daha da gerçekçiydi. Türkler Adana'dan, bu eylemlerden hiçbirini, gerek moral, özellikle de siyasal yönden yerine getirmeyi yükümlenme­ dikleri duygusuyla ayrılmışlardı (26). Türk politikasını çizenler, Churchill'in kendilerine içle­ rinden bir seçme yapabilecekleri birtakım öneriler bıraktığı inancıyla Ankara'ya döndüler. Bu seçmeyi de, askeri ve siya­ sal durumlardaki gelişmeleri değerlendirip bunların ışığında yapabilecekleri kanısındaydılar. Aslında Churchill'in, Türk­ leri belirli bir eyleme zorlamamış �lması, Türk politikasını çi­ zenlerle Türk kamuoyunda genel bir ferahlık yaratmıştı (27). Churchill de Londra'ya döndükten sonra Türklerin İngilizler(25) Aynı kitap, s.715. (26) Eski Cumhurbaşkanı İnönü ile yazar arasındaki özel bir görüşmeden. (27) Ülman, önceki aynı kitap, s.40.

36


le özel bir gizli anlaşma yaptıktan üzerine çıkartılan söylen­ tileri bastırmaya çalıştı. "Times" gazetesi, Ege adalarını ve Yunanistan'ı kurtarmak için Adana'da gizli bir Türk-İngiliz it­ tifakı imzalandığını yazdığı zaman (28), 1 1 Şubatta Parla­ mento'da konuşan Churchill, bu tür spekülasyonların "Türki­ ye'nin başını derde sokmaktan başka" bir şeye yaramayaca­ ğını söyledi (29). "Türkiye'nin müttefikimiz olduğu"nu be­ lirtip, müttefiklerin "hikayenin bölüm bölüm gelişmesini bek­ lemeleri gerektiğini, işi aceleye getirmeye kalkışmanın çılgın­ lık olacağını" (30) ekledi. Türk yorumu da buna benzer bir çizgi izledi. Türk gazeteleri, Basın-Yayın Umum Müdürlü­ ğü'nün ağzından, "Türkiye'den hiçbir istekte bulunulmadığı­ nı, Türkiye'nin de hiçbir taahhüde girmediğini" belirtti (31 ). Öbür meslek.taşlan gibi Asım Us da, İngiltere Başbaka­ nı' nın Adana'ya Türkiye'nin 1 943'te çarpışacağı savaş alan­ larını tespit etmeye geldiği yolundaki spekülasyonları yalan­ lamak için yazmaktan geri kalmadı (32). Us, eğer böyle bir şey olsaydı, Adana toplantısının Kazablanka Konferansı'ndan önce yapılması gerekeceğini, çünkü Müttefiklerin 1 943 yılı saldın planlarını "en ince aynntılanna kadar" bu konferans(28) Times gazetesi, Londra, 2 Şubat 1943. (29) Büyük Britanya, Parlamento, Avam Kamarası. Parlamento Oturum­ ları (Resmi Zabıtlar), Dizi 5 (Londra, His Majesty's Stationary Office, 1943), Cilt:386, sütun: l 478-1479. (30) Aynı belge. (31) 3 Şubat 1943 tarihli Tasviri Efkılr gazetesinde Selim Sarper'in demeci. (32) Asım Us, "Adana Mülakatının Akisleri Üzerine Bir Düşünce", Vakit gazetesi, 5 Şubat 1943; Ayın Tarihi, Şubat 1943, No.111 (Ankara, Matbuat Umum Müdürlüğü), s.130-131; bundan böyle Ayın Tarihi diye belirtilecektir. Ay­ nca bak: Hüseyin Cahil Yalçııı'ın çözümlemesi: ' 'Churchill 'in Türkiye'yi Ziya­ reti", Yeni Sabah gazetesi, 3 Şubat 1943.

37


ta tespit ettiklerini ileri sürdü. Böylece Türk politikasını çi­ zenler, zaman kazandıklarına ve hiçbir yükümlülük altına gir­ meden gerekli araç ve gereçleri sağladıklarına inanarak Ada­ na'dan ayrıldılar. Nadir Nadi'nin de ileri sürdüğü gibi, Adana Konferansı ve bunu izleyen olaylar, "ilginç bir satranç parti­ si"ne benzemekteydi ve İnönü'yle öbürleri, Batılı Müttefik­ ler büyük fedakarlıkta bulunmayı kabul etmişti (33). Şimdi ge­ riye bakılınca, gerek Türk, gerekse İngiliz açısından Adana Konferansı'nın hiç de başarılı olmadığı anlaşılmaktadır. Churchill, Türkleri daha etken bir biçimde müttefiklere yar­ dımcı olacakları bir politika izlemeye razı edememiştir. Türk­ ler de, Rusların gerçekten saldırgan bir genişleme politikası eğiliminde olduklarına İngilizleri inandıramamışlardır. Fakat, her iki yan da, eskisine oranla karşı yanı biraz daha aydınlat­ tığı düşüncesindeydi. Bu da, İngiltere 'yle Türkiye arasında an­ laşmazlıkların artmasına ve daha çok karşılıklı diş bilemeye yol açmıştır (34).

(33) Nadir Nadir, önceki aynı kitap, s. 174. (34) Erkin, önceki aynı kitap, s.227, Adana Konferansı'nın ardında çeşit­ li anlaşmazlıklar bıraktığını onaylamaktadır. Türkler, neden ihtiyatlı hareket et­ meleri gerektiği konusunda Churchill'i etkilediklerini düşünmüşler, neden sava­ şa katılınamaları gerektiğini açıklayabildiklerini sanmışlardır; lngiltere Başba­ kanı da, Türklere savaşa katılmaları gerekliliğini anlatabildiğini düşünmüştür. Adana 'na Türk yetkilileriyle yaptığı görüşmeler sırasında Churchill, karşısında­ kilerin savaşa katılma konusunda gösterdikleri çekingenliği gerektiği gibi değer­ lendirememiştir. Menemencioğlu da, Yayınlanmamış Anıları'nda (s.272-273), Churchill'in, Türklerin Boğazlar'da İngilizlere bazı ayrıcalıklar tanımaları için istekte bulunma cüretini bile gösterdiğini anlatmaktadır. Menemencioğlu, İngil­ tere Başbakanı'nın sözünü keserek, İngilizlere bu tür ayrıcalıklar tanımanın, Montreux Anlaşması 'nı bozma anlamına geleceğini belirttiğini yazmaktadır. Me­ nemenci oğlu yine şunları yazmaktadır: " Sözünü kesişim hiç kuşkusuz Bay Churchill'in hoşuna gitmemişti; çünkü beni öyle bir bakışla süzdü ki... " Mene­ mencioğlu bu bakışı, Churchill'in "Niçin siyasal gerçeklikten yoksun davranı­ yorsunuz?" diye sorması biçiminde yorumlamıştır. Fakat Menemencioğlu, zih­ nindeki tek siyasal gerçeğin, Türkiye'nin savaşa girmemesi olduğunu açık seçik

38


Adana Konferansı'ndan sonra Adana'da can alıcı iki ko­ nuda beslenen duygular, her şeye rağmen durumunu koruya­ bildi. Türk politikasını çizenler, karşılaşacakları en büyük teh­ likenin Sovyet tutkuları olacağına inanmayı sürdürdüler; bu tutkuları gemlemek için İngilizlerin de hiçbir şey yapmaya­ caklarına olan inançları sarsılmadı (35). Churchill'in, Sovyetlerin Türklere karşı, yalnız iyi niyet­ ler besledikleri üzerine acemice diretişi, İngilizler'in Avru­ pa'daki durumlarını güçlendirmek için "Rusya ile ayn bir an­ laşma"ya yanaşacakları korkusunu daha da artırmıştı (36). El­ bette, böyle bir anlaşma da ancak "Türkiye'nin çıkarlarına ters düşen bir gelişme olarak gerçekleştirilebilirdi (37). Adana Konferansı'nın bir tek olumlu sonucu olmuştu; o da, Churchill'in, Türkleri Rusya'ya karşı yeni bir diplomatik anlayışı uygulamaya ikna edebilmesiydi

(38). 1 3 Şubat'ta Dı­

şişleri Bakanı.Menemenci oğlu, Ankara'daki Sovyet Büyükel­ çisi Vinogradov'a, hükfımetinin Sovyet-Türk ilişkilerini geliş­ tirmek amacıyla görüşmelere başlamak istediğini bildiriyor­ du. Adana Konferansı ile ilgili olarak Churchill'le Stalin ara­ sındaki haberleşmeden sonra, Türkiye 'den o zamanki Mosko­ va Büyükelçisi olan Cevat Açıkalın, hükfımetinden Türk-Sov­ yet ilişkilerini geliştirmek için yeni bir formül bulunması koortaya koymaktadır. Yayınlanmamış Anılar'ında Menemencioğlu (s.270), Churc­ hill 'in Adana Konferansı sırasında, Türkiye' de "bağımsız bir ordu" kurulması­ nı da ileri sürdüğünü belirtmektedir. Menemencioğlu'nun yazdığına göre "Ve­ rilmesi düşünülen donatım ne yeteri kadar çok, ne de yeterli derecede modern ol­ mayacaktı." , (35) Ahmet Şükrü Esmer, Türk Dış Politikası, s.l 56. (36) Aynı kitap. (37) Aynı kitap, s. 145. (38) Aydemir, önceki aynı kitap, s.203, bunu eski Cumhurbaşkanı İnönü ile yazar arasındaki özel bir görüşmede İnönü de onaylamıştır.

39


nusunda Molotov'u işbirliğine çağırma talimatı almıştı. Açı­ kalın, özellikle Adana Konferansı'ndan sonra yayınlanan İn­ giliz-Türk bildirisine benzeyen bir Rus-Türk ortak bildirisi ya­ yınlanmasında diretiyordu (39). Stalin, 2 Mart'ta Türklerin ye­ ni diplomatik çabalan üzerine Churchill'e bilgi verdi (40). Ancak, Türklerin Adana 'da korktukları şey, konferansı izle­ yen aylar içinde gerçekleşti. Sovyetler Birliği 'nin savaştaki ka­ deri değiştikçe, kendilerini daha kuvvetli hissetmeye başladık­ ça, Türklere karşı tutumları da olumsuz yönde değişmeye hat­ ta tehdit edici bir niteliğe bürünmeye başladı (4 1 ). Molotov, Türklerin yanaşma önerilerini geri çevirdi, Türk-Sovyet iliş­ kilerinin ancak Türkiye'nin savaşa girmesiyle düzelebileceği gerekçesiyle bunu yersiz ve zamansız buldu (42). Böylece, Türklerin, Churchill'in de önerdiği gibi, Ruslarla bir "modus vivendi" (geçici uzlaşma) için yaptıkları diplomatik teşebbüs geri çevrilmiş oluyordu (43). Stalingrad savaşlJldan sonra ve özellikle Adana Konferansı 'nı izleyen dönemde Sovyetler Bir-

(39) Erkin, önceki aynı kitap, s.240-241 . (40) Churchill, Kader Dönemeci, s.7 1 6. Menemencioğlu, Churchill'in Türkiye'ye askeri yardımda bulunmayı kabul etmelerinden Rusların hiç hoşnut kalmadıklarını ileri sürmektedir. Yayınlanmamış Anılar, s.273'te şöyle demek­ tedir: ''Bu balayı Rusların işine gelmiyordu ve kısa bir süre sonra Moskova' dan Londra'ya uyanlar yağmaya başladı. Ruslara göre Türk ordusunun takviyesinin, Almanya'ya karşı yürütülen savaşla hiçbir alıpvereceği yoktu." (41) Ülman, önceki aynı kitap, s.23; A.Ş. Esmer, "Türk-Sovyet Münase­ betleri", Ulus gazetesi, 2 1 Ekim 1957, Rusların savaş sırasında, kendilerini za­ yıf ve tehdit altında hissettikleri zaman Türkiye 'ye karşı dostça davranmaya dik­ kat ettiklerini fakat, güçlendiklerini anlar anlamaz tam bunun tersi bir tutum iz­ lediklerini ileri sürmektedir. (42) Erkin, önceki aynı kitap, s.240-241 . (43) Aydemir, önceki aynı kitap, s.263.

40


liği hiç çekinmeden, Türklerin savaşa katılmayışlarını eleştir­ meye başladı (44). Rusların, Adana Konferansından sonra Türk tarafsızlı­ ğını eleştirmeleri ve Türklerin Sovyetlerle aralarındaki diplo­ matik ilişkileri düzeltmek için yaptıkları teşebbüsleri geri çe­ virmeleri, Türkiye 'nin özellikle Rusya 'ya karşı güçlendirildi­ ğini belirten Alman kaynaklı raporlarla da desteklenmiş ola­ bilir. Alman Büyükelçiliği 'ne ulaşan haber alma raporlarına göre "Adana Konferansı Sovyetler Birliği 'ne karşı düzenlen­ miş "ti; hatta "Alman orduları Dnieper nehrinin ardına atıla­ cak olursa, Türkiye etken bir biçimde Müttefiklerin yanında savaşa katılacaktı." (45). Erkin, Sovyetler'in bu raporlardan haberli olduklarını ve endişelerinin gittikçe arttığını ileri sürmektedir ( 46). Erkin ayrıca, Sovyetlerin Balkanlara Sovyet sızmasını ön­ leyecek bir Balkan federasyonu için Türkiye'nin teşebbüsle­ ri olduğuna inandıklarını da ileri sürmektedir. Alman haber alma servisi de, Adana Konferansı'ndan sonra Berlin'e buna benzer raporlar göndermiştir. Oysa gerçek böyle değildi. Tur(44) Kemal Baltalı, Boğazlar Meselesi: 1 936-1956 Yılları Arasında, (An­ kara, Desen Matbaası, 1 956), s. 1 09; Baltalı, 1 10. Sayfada, Prof. Olman ve Es­ mer'in ortaya attıkları gibi Sovyetlerin, Türkiye'ye karşı diplomatik tutumunun, savaş içindeki durumlarına göre değiştiği tezini kabul etmektedir. (45) Merkezi Haber Alma, Dışişleri Bakanlığı, Bedin, 1 Mart 1943, Ele Geçirilen Arşivler, NA, T454, rulo 88, EAP 99/402. (46) Erkin, önceki aynı kitap, s. 243, Menemencioğlu, Yayımlanmamış Anılar, s. 273, von Papen'in Adana Konferansı 'nda alınan kararlar üzerine Rus­ ların, bu kuşkularını doğrulayacak söylentileri desteklemekten geri kalmadığını belirtmektedir. Yon Papen, önceki aynı kitap, s. 498, Churchill'in ziyareti sırasında Al­ manların gösterdiği serinkanlılığı şöyle açıklamaktadır: "Türk devlet adamları ile kusursuz bir karşılıklı anlayış havası İçindeyim."

41


gut Menemencioğlu'nun deyimiyle, "Savaşı Balkan sınırla­ rında durdurma fikri, Saraçoğlu ve Türk hükUmetince, sava­ şın patlamasından hemen önce içtenlikle benimsenmiş bir fi­ kirdi"; ama, " 1 942'de bir Balkan federasyonu kurulması gö­ rüşü, hayalden başka bir şey olamazdı (47). Menemencioğlu, haklı olarak Türklerin, Balkan ülkele­ rinin ve Türk sınırlarının bütünlüğünü Balkan ülkesi olmayan devletleri dışarda tutacak bir federasyonla korumasını istedik­ lerini belirtmektedir. Türkiye de "on yıldan beri güdülen bir fikrin sonucu" sayılacak böyle bir federasyona elbette katılır­ dı. Oysa bir şeyi soyut olarak istemekle bunu gerçekleştirmek arasında belirli bir fark vardır. Adana Konferansı'ndan sonra ortaya çıkan yeni şartlar, Rusya'ya karşı bir federasyon kurul­ masının imkansızlığını Türk önderlerinin sezinlemesine yet­ miştir. Dolayısıyla, Kremlin'in Türk niyetlerini anlamış olma­ sı bile önemli değildir. Churchill'in Stalin'e, Türkleri Müttefiklere daha çok yaklaştırdı diye söz ettiği Adana Konferansı, aslında Türk­ Sovyet ve İngiliz-Türk ilişkilerine egemen olan güvensizliği ortadan kaldırmaya pek az katkıda bulunabilmiştir. Kendisi­ ni gittikçe daha çok duyurmaya başlayan Sovyet hıncı karşı­ sında Türkler, Stalin'in, Türkiye istilaya uğrayacak olursa, "Rusya'nın yardıma koşacağı" sözünü hatırlamışlardır (48). Rus Başbakanı, Sovyet ordularının Almanlar karşısında yenil­ gi üzerine yenilgiye uğradıkları bir dönemde, bunu dostça bir tonda söylemişti. Ama Sovyetler'in zaferden zafere koşmaya (47) Turgut Menemencioğlu ile yazar arasında 30 Eylül 1969'da yapılan görüşmeden. (48) Bak. Baltalı, önceki aynı kitap s. 100.

42


başladığı ve Stalin'in gittikçe sesini yükselttiği bu durumda yardıma koşmak, düpedüz istila anlamına gelebilirdi. Türk önderleri ise Sovyetlere istila fırsatı vermemeye kararlıydı. Bu­ nun için de savaşın Türk topraklarına sıçramaması için her za­ mankinden daha azimli görünüyorlardı. Bu durum ise kendi­ lerini İngilizlerle işbirliği konusunda çok daha çekingen ve is­ teksiz bir duruma getiriyordu.

43



VI YOKUŞA SÜR HAREKATI

İngilizler, Rusya ile Türkiye arasında bocalıyor Büyük Britanya 1 943 'te çıkarlarının birbirlerine karşıt olduğunu kabul ettiği iki ulusu Müttefikleri arasında görmek gibi inanılmaz bir durumda kalmıştı: Bunlar, Türkiye ve Rus­ ya'ydı. Birbirleriyle bağdaşması imkansız istek ve çıkarlarla cambaz gibi oynamakta büyük deneyi olan İngiliz diplomasi­ si bile bu yüzden zor durumda kalmıştı. İngiliz hükfuneti, Churchill, Eden, Parlamento'nun iki kamar�sının üyeleri, aynca Londra'da yayımlanan ünlü "Ti­ mes" gazetesi gibi gayri resmi ağızların aracılığıyla, Majes­ telerinin hükfunetinin Rusya'nın Doğu Avrupa'daki haklarını ve savaştan sonra sınırlarının güvenliğini sağlama hakkını ka­ bule hazır olduğunu üsteleyerek belirtti. Stalin'i inandırmak için hesaplanarak söylenen bu sözler, özellikle Almanya'nın parçalanması için yapılan çağrılarla da birleşince, Türkiye'de duyulan kuşkuyu bütün bütün arttırdı. Bu arada Churchill de savaşa katılmaları için Türkler üze­ rinde daha çok baskı yapmaya başlamıştı. Bu amaçla, aradığı

45


barış güvenliğini ancak Müttefiklerin yanında savaşmakla el­ de edebileceğine Ankara' yı inandırmak zorundaydı. Türkle­ re gelince, İngilizlerin Ruslara yönelttikleri sözlere bakarak, Churchill'in öğütlerine karşı gittikçe artan bir direniş göste­ riyorlardı. Profesör Fahir Armaoğlu'nun da belirttiği gibi, "İn­ gilizler Rusya'ya ne kadar çok dostluktan söz ederlerse, Türk­ lerin de İngilizlere karşı besledikleri dostluk duygusu aynı oranda azalıyordu." (1 ). Türkiye'nin, İngilizlerin savaş sonrası planları ile ilgisi, 2 Aralık 1 942'de Dışişleri Bakanı Eden'in Avam Kamarasın­ da, savaştan sonra barışın dört büyük devleti, yani Büyük Bri­ tanya, Birleşik Amerika, Sovyet Rusya ve Çin arasındaki sı­ kı işbirliğine bağlı olacağını söylemesine kadar dayanır (2). Eden pek tumturaklı konuşuyordu. Dört büyüklerin ortak ça­ balarını taşıyacak araç da, Birleşmiş Milletler olacaktı. Yeni örgüt, "her şeyden önce bizim, Birleşik Amerika'nın ve Rus­ ya'nın arasında var olacak anlaşma temeline dayanacaktı." E­ den, gelecekte saldırganlık kaynağı olarak neden söz ettiğini de, kuşkuya yer bırakmayacak kadar kesin açıklıyordu: "Av­ rupa'nın muhtaç olduğu ilk şey, Alman saldırganlığını yeni( 1 ) Bu araştırmanın hazırlandığı dönemde Ankara Üniversitesi Dış Mü­ nasebetler Enstitüsü Müdürü olan Profesör FahirAnnaoğlu ile yazar arasındaAn­ kara' da, 20 Nisan 1 966'da yapılan özel görüşmeden. (2) Büyük Britanya, Parlamento. Avam Kamarası. Parlamento Oturumla­ rı (Resmi Raporlar), 1 942,sütun: 1253-1 256. Bakan'ın sözlerinin, Türk dış po­ litikasını çizenler gibi bazı seçkin kimselere güvence verecek nitelikleri olduğu­ nu da belirtmek gerekir. "Dört büyüklerden söz ettim; biz, Rusya, BirleşikAme­ rika ve Çin; ama, bu dört büyüklerin başka ülkeler üzerinde büyük bir devletler diktatoryası kurmaya kalkışacakları bir dünyayı hesaplamadığımı açıkça söyle­ meliyim." Türkler, bu güvenceyi de yeterli görmediler.

46


den doğması ihtimaline karşı sürekli bir savunma sistemi kur­ maktır." (3). Sovyetler Birliği ile ilişkilere gelince, "Sovyet hükfunetiyle aramızda çıkar anlaşmazlığı baş göstereceğine inanmamız için bir neden yok," diyordu. Eden, ideolojik gö­ rüş ayrılıklarının iki ülke arasındaki işbirliğini iIDkansız kıla­ cağı kavramına karşı çıkmaktaydı (4). Avam Kamarasında bu konuşmaya tutulan alkışlar, Tür­ kiye'de hiç bir yankı bulmadı. Basın da, Üç Büyükler Eyle­ mi 'ne karşı ateş püskürmek için pek zaman ayırmadı. Sözgelişi, Necmettin Sadak "Akşam" gazetesinde tum­ turaklı bir tavırla büyük devletlerden biri saldırgan bir politi­ ka izlemeye başlarsa ne olacak, diye bir soru attı ortaya. Em­ peryalist amaçlar güden bir hükfunetin her zaman için iktida­ ra geçmesinin mümkün olacağını belirtti . Böyle bir durumun gerçekleşmesi, Avrupa'nın mahvolması demekti. Eden'in çiz­ diği yeni Avrupa politik sistemi, Üç büyükler arasındaki işbir­ liğine dayanıyordu; ama, düşman yenildikten sonra bu işbirli­ ği acaba sürecek mi, diye soruyordu, Sadak (5). Doğrusu, Türk­ ler bu konuda İngilizleri iyi anlamışlardı. Önceden de gördü­ ğümüz-gibi Churchill, Adana'da, Sovyetler Birliği'yle gelecek­ teki ilişkiler bakımından olumlu görüşler ileri sürülmüştü. Türkler, Churchill'in ülkelerinden ayrılmasından sonra İngilizlerin Rusya'ya karşı güttüğü politikadaki tahminlerin­ de yanılmadıklarını görmek için çok beklemediler. "Times "ta yayınlanan bir makale ve Churchill' in bir konuşması, Anka­ ra'da şaşkınlığa yol açtı. "Times" gazetesi, 1 0 Mart 1 943 'te yayınladığı makalede şunları ileri sürüyordu: (3) Aynı belge. (4) Aynı belge, sütun: 1527.

47


1 . Savaştan sonra dünya barışı, öncelikle dört büyükle­ rin uğraşısı olacak ve gelecekteki saldırılan önlemek için güç kullanmayı istemelerine bağlı kalacaktı; 2 . Dört Büyüklerden yalnız ikisi, İngiltere ve Sovyetler Birliği Avrupa'daydı;

3. Dolayısıyla Rusya, Doğu Avrupa'daki barışı korwnak­ la sorwnlu olacak, Büyük Britanya da aynı yükümlülüğü Ba­ tı Avrupa'da üzerine alacaktı (6). Makalede belirtildiğine göre, savaştan sonra Sovyetler Birliği her istediğini yapabilecek bir durwnda olacaktı. önem­ li olan, Büyük Britanya'nın Rusya ile birlikte ya da ona karşı olmasıydı. Rusya'nın Avrupa sorunlarına etkin ve etkili bir biçim­ de katılmasında Britanya'nın da Rusya ile aynı çık.arlan var­ dır. Dolayısıyla, Doğu Avrupa'da güvenlik sağlanmadan Batı Avrupa'nın güvenliği de sağlanamaz; oysa, Rusya'nın askeri gücü olmadan, Doğu Avrupa'nın güvenliği söz konusu edile­ mez... (7). Makale, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde şu so­ nuca varıyordu: "Rusya, olağanüstü çabalarının katkısıyle ka­ zanılacak zafere ulaşıldığı zaman, sınırlarının güvenliğinin sağlanması bakımından Müttefikleriyle aynı haklara sahip olacaktır." (8). Bu görüşe karşı Türkiye'de gösterilen tepki, yi­ ne üzüntü ve hayal kırıklığı oldu. Türk basını büyük gürültü koparttı. (5) Necmettin Sadak, Akşam gazetesi, 6 Aralık 1 942. (6) Times, 10 Mart 1943. Times gazetesindeki başyazıların uzunluğu, iş­ lenen konuya yazıişlerinin verdiği önemi gösterir; bu makale de, tam bir buçuk

sütunluk yer kaplamaktaydı. (7) Aynı belge. (8) Aynı belge.

48

·


Sözgelişi, Yalman, "Vatan" gazetesinde öfkeyle, lngil­ tere'nin, Rusya'nın sözcüsü durumuna geldiğini belirtiyor, Rusya adına bir imparatorluk kurmak istediğini söylüyordu (9). Cevat Açıkalın, yazara bilgi vererek, gerek kendisinin, gerek lnönü'nün, gerekse Menemencioğlu'nun bu makale­ den haberli olduklarım ve kapsadığı görüşler karşısında çok üzülüp hayal kırıklığına uğradıklarını bildirdi (1 O). Türkler bu sırada Washington'da, Dışişleri Bakanı Eden ile Başkan Roosevelt arasında 12 Mart-30 Mart tarihlerinde geçen tartışmaların niteliğini bilselerdi, gelecek üzerine bes­ ledikleri kuruntular daha artardı. Savaş sonrası Avrupa'sının boyutları tartışılırken, Ro­ osevelt yalnız üç büyüklerin, Büyük Britanya, Sovyetler Bir­ liği ve Birleşik Amerika'nın silahlanmasına izin verileceği­ ni, tarafsızlar da içinde, küçük ulusların "tüfekten daha teh­ likeli silahlara" sahip olmalarına göz yumulmayacağını bil­ dirmişti ( 1 1). Öte yandan Eden, Başkan'a verdiği güvence(9) Ahmet Emin Yalman, Yeni Sabah, 15-20 Mart 1943 (Ç.N. kitabın ya­ zan, yukarda A.Emin Yalman'ın "Vatan" gazetesinde yazdığını söylediği hal­ de, dipnot_unda "Yeni Sabah" gazetesinden söz ediyor." aynca bak. Cumhuri­ yet, Aralık 1943. 2 1 Mart 1943'te The New York Times gazetesi, Times'ın 10 Mart tarihli makalesine kesinlikle karşı çıktı. Bu konudaki yazısında, "Amerikan kamuoyu, Rusya 'nın güvenini ve işbirliğini kazanmak için küçük Avrupa ülkelerinin kitle halinde yok edilmesi önerisinden yana olmayacaktır," diyordu. The New York Times daha sonra, Times 'ın bu konuda yalnızca kendi görüşünü yansıttığının öğ­ renildiğini yazmıştır. Fakat, bunun doğruluk derecesi kesin değildir. ( 1 O) Türk devlet adamları, endişelerini kamuoyuna açıklamamakta çok ti­ tizdiler. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, 1 7 Mart 1943 'te Büyük Millet Meclisi 'nde­ ki konuşmasında, "Başta Churchill, İngiliz devlet adamlarının uzattığı dostluk eli ... "nden söz ediyordu; bak. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Yedinci Meclis üçüncü dönem, cilt I, 1 7 Mart 1943. s.26-26. (1 1) Eden, önceki aynı kitap, s.43 1 .

49


de, Rusların "Polonya'dan pek az bir toprak isteğinde bulu­ nacaklarını, belki Curzon Hattını aşmayacaklarını" belirti­ yor, Stalin'in "gerçek kişilerin yöneteceği" güçlü bir Polon­ ya istediği yolundaki inancını açıklıyordu ( 12). Eden, Baş­ kan'a ayrıca, Sovyetler Birliği'nin Baltık devletlerini kendi topraklarına ekleme konusunda üsteleyeceğini haber vermiş­ ti. Bu konu, Başkan' ı, Eden 'den daha çok tedirgin ediyordu. Çünkü Eden, bunu hemen hemen bir oldu bitti diye kabul et­ meye hazırdı ( 13). Genellikle Eden' in, Sovyetlerin savaş sonrası niyetleri üzerine görüşleri, Stalin'in savaştan sonra Rusya'nın "güven­ liği" için isteklerinde mantıklı ve ılımlı davranacağı ihtimali­ ne dayanmaktaydı. Türklerin de asıl korktukları buydu. Kü­ çük devletlerin güvenliği konusuna gelince, Roosvelt'in Eden üzerinde uyandırdığı ve İngilizleri bile endişelendiren izleni­ me göre Başkan, " değil düşman, müttefik ülkelerin toprakla­ rının kaderleriyle bile oynamaya hazırdı." ( 14). Tartışmalarının sonunda Roosevelt, toprak sorunlarının pek çoğunun askıda kaldığını kabul etti; fakat, "Barış Konfe­ ransına gidip, Polonya ve öbür küçük ülkelerle pazarlık etmek niyetinde olmadığını ..." ( 15) söyledi. Bu da Türklerin, Müt-

(12) Robert E. Sherwood, Roosevelt and Hopkins: An Intiınate History, (Roosevelt ve Hopkins: Bilinen Bir Tarih), (New York Harper Bros. 1 948), s. 709.

(13) önceki aynı kitap. (14) Eden, önceki aynı kitap, s.433. Bu tartışmalarla ilgili olarak Eden'in Avam Kamarasındaki konuşması içni bak: Büyük Britanya, Parlamento. Avam Kamarası. Tbe Parliamentary Debates (Offical Reports•, (Parlamento Görüşme­ leri, Resmi Tutanaklar), Beşinci Dizi, cilt: 388, 8 Nisan 1943, sütun: 816-823. ( 1 5) Sherwood, önceki aynı kitap, s.710.

50


tefiklerin tutum ve niyetlerinden kuşkulanmalarının nedenini yansıtmaktadır ( 16). Türklerin tahminlerini doğrulayan bir olay da, Eden'in Washington'dan dönüşünden birkaç hafta sonra, Sovyetlerin sürgündeki Polonya hükı1metini tanımayı kabul etmemeleri ol­ du. 26 Nisan 1 943 'te Sovyetler, Londra'daki Sikorski rejimiy­ le diplomatik ilişkilerini keserek Rus taraftarı komünistlerin ağır bastığı "Polonya Vatanseverleri Birliği"ni örgütlediler ( 1 7). Türkler bunu, Doğu Polonya'yı sınırları içine alma yo­ lunda Sovyetlerin attığı ilk adım olarak kabul ederek derin bir biçimde etkilendiler (1 8). Fakat İngilizler, hiç olmazsa Türklerin gözünde tehlike­ ler karşısında umursamaz kalmayı sürdürüyordu ( 1 9) Bu ne­ denle de, Churchill'in 1 943 yıi.ı yazında Kuzey Amerika'daki etkinliklerini derin bir çekingenlik ve hayretle gözlediler. 1 943 yılı mayıs ayında Washington'daki Churchill Ro­ osevelt görüşmesinde ve birkaç ay sonraki Quebec Konferan­ sında İngiltere Başbakanı, Türklerin savaşa girmesi konusun­ da diretti (20). ( l 6) Cevat Açıkalın yazara, İnönü, Menemencioğlu ve Saraçoğlu 'nun, sa­ vaştan sonra Müttefiklerin başlıca toprak sorunlarını kendi aralarında çözümle­ yeceklerinden ve küçük devletlere kararlarını etkilemekte söz hakkı tanırnaya­ caklarından korktuklarını haber vermişti. ( 1 7) Feis, önceki aynı kitap, s. l 92-194. ( 1 8) Profesör Esmer ve Arınaoğlu, Rusya'nın Sikorski hükfunetine karşı tutumunun Ankara'daki etkisini belirtrnişlerdır. (Yazarla aralarındaki özel görüşmelerden.) ( 1 9) Cevat Açıkalın ve Feridun Cemal Erkin, o zamandaki İngiliz hiikfi­ metiyle sürgündeki Polonya hükfuneti arasında esen gergin havadan, Türk Dı­ şişleri Bakanlığının haberli olduğunu ileri sürmüşlerdir. (Yazarla aralarındaki özel görüşmelerden.) Eden da Washington'a ziyareti sırasında bu gerginliği Başkan Roosevelt'e duyınmuştu. Bak: Sherwood, önceki aynı kitap, s.710. (20) Bu, İngiltere ile Amerika arasındaki üçüncü zirve konferansı olduğu için, şifre adı olarak TRIDENT seçilınişti. Konferansı anlatan çözümlemeleri için bak: Feis, önceki .;ıynı kitap, s.126-13 l . Churchill, Kader Dönemeci, 20. bölüm, "Washington'a Uçüncü Ziyaretim." s.782-799. Sherwood, önceki aynı kitap, s.727-734. -

·

51


Bunu yaparken, hedefolarak İtalya'yı seçmişti. 1 2 Ma­ yıs 1 943 'te Churchill, İtalya'yı yenilgiye uğratmanın sağlaya­ cağı avantajları sıralamıştı: Mihver'i lojistik çabalarını geniş­ letmeye zorlamak, Rusya'nın "yükünü azaltmak", İtalyan bir­ liklerinin Balkanlardan ayrılmasını sağlayarak bu bölgede Mihver'in gücünü azaltmak ve "Akdeniz'de kendisini hep İtal­ ya ile ölçen" Türkiye'yi savaşa girme zorunda bırakmak. Churchill, "Zamanı gelecek .... Topraklanndaki üslerin kulla­ nılması Türkiye'den istenecektir... " diyordu. Churchill'in sa­ vunduğuna göre bu istek, "İtalya savaş dışı edilirse, başarısız kalamazdı." (21). Churchill 'in bu sırada kafasının içinde ne planlar kurdu­ ğu üzerine hep tartışmalar olmuştur, her halde daha olacaktır da. Bundan çıkan tek sonuç, Churchill'in Türkiye üzerinde baskı yapmak için İtalya'yı işgal etmek istediğidir. Amerikalılar, pek gönülden olmasa da, İtalya'nın istila­ sı konusunda Churchill 'le anlaşma yapmaya hazırlıklıydı; an(21) Churchill, Kader Dönemeci, s. 791. Churchill 'in bu uyarılarından beş gün sonra, Times gazetesi bir önerge metni yayınladı; bu haber, Türkleri savaşa katılma konusunda, Eden'in 2 Aralık 1942 tarihli konuşması ve Churchill'in 2 1 Mart 1943 tarihli sözlerinden daha çok çekingen duruma getirdi. 17Mayıs 1943'te Times gazetesi, Savaş Sonrası Siyaseti Grubu denen, iki Meclisten 36 üyenin ka­ tıldığı,Muhafazakarların çoğunlukta olduğu bir grubun,Avam Kamarasına öner­ ge verdiğini bil<liriyordu. Gazetenin haberine göre, Almanya kayıtsız şartsız tes­ lim olursa: ( l ) Silfilıtan arındırılacak, ordusu dağıtılacak, uçak ve savaş endüst­ rileri bütünüyle sökülecekti; (2) Doğu Prusya ve Ren, sürekli olarak Alman­ ya'dan ayrılacaktı; (3) Müttefıkler Almanya'yı işgal edecek ve "böyle bir işga­ lin kaldırılması güvenlik bakımından sakıncalı görülmeyineceye kadar'' işgal sür­ dürülecekti. Gazete,Almanya'nın savaştan sonra bir savunma örgütüne sahip ol­ mayacağının da önergede belirtildiğini ileri sürüyordu. Bunun üzerine Türk ba­ sını, Sovyet yanlısı Tan gazetesi de içinde, büyük bir yaygara kopardı. Bak: Tan, 19 Mayıs 1943; aynca bak. Vatan, 20Mayıs 1943 tarihli sayısında önerinin "ye­ ni bir Versailles Anlaşması" olduğunu ileri sürdü.

52


cak bunu, başbakanın nedenleriyle tıpatıp bağdaşan nedenler­ den ötürü istiyor değillerdi. Amerikan stratejistleri İtalya'yı, güney cephesinden çok batı cephesi açısından hesaplıyorlar­ dı: Düşman işgali altındaki Avrupa topraklarına karşı ikinci cephenin açılmasıyla birlikte kulanılacak yararlı bir hava üs­ sü olarak görmekteydiler. 1 943 yılı temmuz ayında Amerikan plancıları "İtalya'yı savaş dışı etmek için en sonunda benim­ senen tedbirlerin, Alman denetimi altındaki Avrupa'ya karşı etkili bir hava harekatını yürütmeye" yarayacağı umudunday­ dılar (22). Amerikalılar İtalyan anavatan topraklarına saldın karan aldıktan sonra bile, İngiltere başbakanını şaşırtmaktan vazgeçmedi. Churchill 'in umduğunun tersine, Türk savunma yeteneklerinin artırılması yerine, Amerikalılar desteklerini ge­ ri çekme karan alıyorlardı. A.B.D. ağır bombardıman uçakla­ rının Tükiye'ye gönderilmesine karşı çıkıyor, bunların İtal­ ya'daki üslerinde ve daha yararlı olacakları görüşünü ileri sü­ rüyordu (23). Churchilfin, istilanın Amerikalıları Doğu Ak­ deniz'de daha etken duruma getireceği umudu böylece gerçek­ leşmemiş oluyordu. Doğu Akdeniz Amerikalılarca gerektiği biçimde önem­ senmeyince, İngilizler Türklere oyun oynamayı sürdürmek zorunda kalıyor, üstelik bunu, Amerika'nın stratejik desteği olmadan yapmaları gerekiyordu. Churchill, Manş üzerinden bir saldın için girişilen ha­ zırlıklarda İngilizlerin zamanı kullanma çabalarına Amerika­ lıları da katmaya uğraşırken, bir yandan da böyle bir kampan(22) Strategic Plaııning (Stratejik Planlama), s. 1 55. (23) Aynı belge.

53


yada Türkleri etken bir rol oynamaları için hazırlamak ve inan­ dırmak için didiniyordu. Fakat, ne Amerikalıları, ne de Türk­ leri inandırmakta başarılı olamıyordu. Ne var ki, Amerikalı­ lar "Hayır" diyebilecek kadar güçlüyken, durumu çok daha zayıf olan Türkler açık seçik konuşmaktan dikkatle kaçınıyor, daha başka bir yoldan direniyordu. Önceden de gördüğümüz gibi Churchill, Adana'da, Türkiye'ye daha çok yardım yapı­ lacağını vaat etmişti. Böyle yaparken de, bu yardımın Türki­ ye'nin savaşa katılmasına yeteceğine -yanlış olarak- inanıyor­ du. Türkler ve İngilizler bu yardımı başka açılardan değrelen­ dirmekteydi. Bununla birlikte, aralarındaki anlaşmazlık hiç­ bir zaman açığa vurulmamıştır; çünkü Türkler, çevirdikleri manevralarla sorunu alınacak yardımın hedefi olmaktan çıkar­ tıp, ne kadar miktar yardım alınacağı biçimine sokmuşlardı. Oysa bu, İngilizler için hiç de önemli olmayan ikinci derece­ de bir sorundu. Türkler İşi Yokuşa Sürüyor Adana'da, Türk-İngiliz askeri görüşmelerinin en kısa zamanda Ankara'da yapılması kararlaştırılmıştı. 26 Şubatta İngiliz askeri ateşesi A.C. Arnold ve Türk Genelkurmay Başkanı yardımcısı Asım Gündüz'ün ortak başkanlığı altında iki genelkurmayın temsilcileri toplan­ dı. İngilizler, Türkiye'ye günde beş yüz ile bin tondan daha çok askeri araç ve gereç göndermemekte kararlıydı. Türkiye 'yi destekleme işi aşamalar halinde gerçekletirilecekti. İşte bu nedenle, Türkiye 'nin savaşa katılması amacını güden ve HAR­ DIHOOD adı verilen donatım harekatı, dört aşamadan oluşu­ yordu. Bunlardan biri sona erdi mi, hemen ardından ikincisi izleyecekti: Birinci aşama: Havaalanlarının savunmasını sağlayacak -

54


olan uçaksavar toplarıyla birlikte çoğu avcı olmak üzere 25 Kraliyet Hava Kuvvetleri filosu. İkinci aşama: Türk havaalanlarımn savunasına yardım­ cı olacak uçaksavar toplarıyla birlikte çoğu avcı olmak üzere 25 Kraliyet Hava Kuvvetleri filosu. Üçüncü aşama: İki ağır uçaksavar bataryası, iki hafif uçaksavar bataryası, ayrıca iki tanksavar taburu. Dördüncü aşama: İki zırhlı alay (24). Birinci aşama hiçbir zaman tamamlanamamıştır. Bu yetersiz araç ve gereçleri göndermek de ayrı bir so­ rundu. Hele Türkiye 'ye ulaştıktan sonra hizmete sokmak, da­ ha da büyük güçlükler yaratıyordu. Orta Doğu'daki Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı General Henry Maitland Wilson, "llerleme, Türklerin yatkın olmayışı, demiryolu şebekeleri­ nin sınırlı imkanlarım takdir etmemekteki inatları, ya da sa­ vaştaki sivil ve askeri ihtiyaçlarının ne olduğu üzerine geçer­ li tahminlerde bulunamamaları yüzünden pek ağır oluyordu," diye yazmaktadır (25). Wilson ayrıca, "Türklerle çetin ve bit­ mek bilmeyen görüşmeler yapmak"tan da yakınıyordu (26). (24) Büyük Britanya. İkinci Dünya Savaşı Tarihi. Birleşik Krallık Aske­ ri Dizileri, J.R.M. Butler (Yayıncı), cilt V, John Ehrman, Grand Strategy (Büyük Strateji), (Londra, 1956), s.90. (25) General Sir Harry Maitland Wilson (Feldmareşal Lord Wilson ofLib­ ya): Operations in the Middle East from l 6th February 1 943 to 8th January 1 944 ( 1 6 Şubat 1943'ten 8 Ocak 1941 'e kadar Orta Doğu'da Harekat), (London Ga­ zette eki, 12 Kasım 1946, no.37786, s.5595, parag.286; bundan böyle Orta Do­ ğu' da Harekat diye belirtilecektir.) General Wilson'un yazdığı bu belge, Türk­ lerin askeri hazırlıksızlığını kapatmak için İngilizlerin gösterdikleri çabaların ba­ şarısızlığını iki belirli nedene dayandırmaktadır: Türklerin işbirliği yapma ko­ nusndaki isteksizliği ya da yeteneksiz oluşları ve Türkiye demiryollarıın yeter­ sizliği, (26) Aynı belge.

55


Ancak Wilson'un asıl canını sıkan, Türklerin izledikleri yük­ sek politika anlayışıydı. Sözgelişi, 1 943 yılı Mart ayı ortalarında, Türkiye 'nin as­ keri kapasitesini yaratacak planlan tartışmak üzere, Orta Do­ ğu Müttefik Komutanlığından bir planlama kurmayı Anka­ ra'ya yerleşmişti (27). Savaşa katılmadan önce havaalanlan ya­ pımının ve bunlara yardımcı tesislerin kurulmasının önemini belirtmek için de Hava Mareşali Sholto Douglas, mart ayın­ da Ankara'ya gelmişti. Türkler, planlama kurmayı ve Doug­ las'ın taslağını çizdiği önerileri kabul etti (28). Fakat, birkaç gün sonra, anlaştıkları noktalardan dönüp yeni ve çok daha zor isteklerde bulundular. Bunun üzerine Wilson, Ankara'ya git­ meye karar verdi. 1 943 yılı nisan ayı ortalarında Wilson, Mareşal Fevzi Çakmak, Gündüz ve kurmay yardımcıları arasında Milli Sa­ vunma Bakanlığında görüşmeler yapıldı.

Görüşmelerin, Tür­

kiye 'nin savunması sorunlarının ötesine aşmasına izin veril­ miyordu. Wilson, Türklerin Herdeki saldın harekatı konusun­ da tartışmalara katılmamak için önceden uyarılmış oldukları­ nı belirtmektedir (29).

Türklerin öncelikle ortaya attıkları so­

runalnn başında, Türkiye'deki birliklere kimin komuta ede­ ceği konusu geliyordu. Wilson ise, Ankara'ya bu konuyu tar­ tışmak için gitmemişti. O, birtakım özel savaş planlarını for(27) Orta Doğu'da Harekat, s.5596, parag. 291 . (28) Henry H. Maitland Wilson, (Hava Mareşali Lord Wilson o fLibya), Eight Years Overseas 1939-1947 (Londra: Hutchnison and Co., 1949), s.155. (29) Aynı belge, s.156-157. Sonradan da ileri sürüleceği gibi, İsmet İnö­ nü ile Fevzi Çakmak arasındaki kişisel ilişkiler öyle bir düzeydeydi ki, Cumhur­ başkanı, Türkiye'nin savaşa nasıl ve ne zaman girebileceği sorunların yabancı heyetlerle tartışmayı, doğrudan doğruya Çakmak'a bırakmaya yatkın görünmü­ yordu.

56


nıüle etmek istiyordu: Türkiye, Mihver'e karşı en iyi hangi bi­ çimde savaşabilirdi? Ordusu en çabuk nasıl hizmete girebilir­ di? Türkler, lngiltere'den aldıkları donatımı en iyi hangi bi­ çimde kullanabilirdi? İşte, generalin aklında bu türden sorunlar vardı. Wilson, Çakmak'a Türk savunma hatlarının Çatalca ile Bolayır ara­ sında uzanması gerektiğini söylemişti. İngiliz generali, Türk Genelkurmay Başkanı'ndan, Türk ordusunun durumunu na­ sıl koruyabileceği üzerine somut öneriler ileri sürmesini iste­ di (30). Çakmak söylenenleri dinledi, fakat kendine özgü bir tutumla, düşünceli düşünceli oturmasını sürdürdü. Wilson, Menemencioğlu ve Saraçoğlu'yla ayrı ayn görüştüğü zaman­ larda da, aynı güçlüklerle karşılaştı; ama, bu seferki direniş­ ler çok daha kurnazcaydı. Her ikisi de, Wilson ortaya siyasal sorunlar attığı zaman taktik sorunlarından, taktik sorunları at­ tığı zaman da siyasal sorunlardan söz edilmesini istiyordu. Türk yetkilileriyle görüşmelere katılan gerek Büyükelçi Hu­ gessen, gerekse General Wilson, açık sözlü olup olmamakta kararsızdılar. Wilson gerek kendisi, gerekse Hugessen adına "Yararl! olmamız için zamanında çağrılmamız gerektiği nok­ tası üzerinde durduk," diye yazmaktadır (3 1 ). Wilson, İngiliz tanksavar ve uçaksavar toplarını hemen kabul etmeleri konusunda Türklere baskı yapıyordu. Türkle­ ri özel bazı askeri harekata razı edebilmek için teşebbüslerde bulunuyordu. Menemencioğlu ile Saraçoğlu, bütün bu teşebbüsler kar-

(30) Aynı belge. (31) Aynı belge.

57


şısında kayıtsız kalıyor ve konuşmalar daha sona ermeden ko­ nuyu değiştirmeye kalkışıyorlardı. Türkler savaşın harekat yönüyle ilgilendiklerini göster­ dikleri zaman, yine de hiçbir şey ortaya koymamış gibi, İngi­ lizleri çileden çıkartıyorlardı. Sözgelişi, Wilson 'un kurmay he­ yetinden biri, Wilfred Lindsell, 1 943 yılı ağustos ayında Türk subaylarından bazılarını manevralara götürmek üzere Anka­ ra 'ya gelmişti. Lindsell'in görevlerinden biri de, aldıkları çe­ şitli yardım araçlarını nasıl kullanacaklarını Türklere öğret­ mekti. Lindsell sonradan Wilson'a, Türklerin isteksiz öğren­ ciler olduklarını söylemiştir (32). Wilson bu işin hemen he­ men imkansız olduğunu ileri sürüyor, Türkiye'nin "çektiği teknisyen sıkıntısı, bir tank mürettebatına motorun nasıl ça­ lıştığını kitabın birinci sayfasından başlayarak öğretmeyi ge­ rekli kılmaktadır," diyor (33). Böylece İngilizler, gerek talim alanında, gerekse kurmay çalışmalarında şaşkına dönüyordu. Fakat, bütün sorunlar içinde en çetini, araç ve gereçlerin Türkiye'ye taşınmasıydı. HARDIHOOD harekatının ilk üç aşamasına katılacak savaşçı birliklerin gerektiği biçimde ba­ kımı için, günde yaklaşık olarak 1 200 ton çevresinde araç ve gereç taşınması gerekiyordu. Bu da, Türk demiryollarının ve limanlarının taşıyabile­ ceği yükün en çoğuydu. İngilizler bu sorunu da çözmeye kal­ kıştılar; ama, çözümledikleri her sorundan sonra karşılarına (32) Aynı belge, s. 1 57. (33) Aynı belge; Aydemir, önceki aynı kitap, s. 133, "Ülkede motorlu araç­ lar pek az ve çok çeşitliydi. Orduda 28 çeşit kamyon olduğu söyleniyordu,' ' den­ mektedir. Kısacası, Türkler tekerlek üzerinde giden her şeyi kullanıyorlardı.

58


daha başkaları çıktı.

1 943 yılı mart ayında 1 00 lokomotifle 2500 tane 1 5 tonluk vagonu göndermeyi kararlaştırdılar. Bun­

ların yansı hemen teslim edilecek, öbür yansı ise yedek ola­ rak gönderilecekti. Bu karar taşıt sorununu çözümlemeye yet­ mediği gibi, üstelik ortaya yeni bir sorunun çıkmasına yol aç­ tı: Lokomotiflerin yakıt sorunu nasıl giderilecekti? Hebert L. Matthews' ün

14 Mart 1 943 ' te yazdığı gibi, "en önemli eksiklik, kömürdü." (34). Fakat, bu Türkiye' nin kö­ mür sıkıntısı çektiği anlamına gelmiyordu. Asıl sorun, kömü­

rü Türkiye'nin güney bölgelerine taşımak için deniz yolundan yararlanmanın zorluğuydu. Matthews' ün yazdığına göre, " İngiliz yetkilileri, kömürsüzlükten, çok sayıda lokomotifin güneyde, raylar üzerinde yattığı inancındaydı" ve bunun ne­ deni de, gemi yokluğuydu. Duruma bir çare olur umuduyla İn­ gilizler, Türkiye' ye birkaç şilep de göndermişlerdi. Fakat, savaşa katılması durumunda, ülkesini savunmak için yeteri kadar uçağı barındıracak yeteri kadar hangar, yete­ ri kadar havaalanı da yapılsa ve yeteri kadar limandan yeteri kadar İngiliz araç ve gereçleri ile tesnisyen gelse, yeteri kadar gemi, yeterli sayıda lokomotifi yeteri kadar kömürle beslese bile, Türk politikasını çizenler, HARDIHOOD harekatının (34) Birleşik Krallık Maslahatgüzarı (Herbert L.) Matthews'ten, Dışişle­ ri Bakanlığına, Lomlra, 14 Mart 1943, Dış llişkiler, 1943, cilt: IV, s.1098. Matthews, raporunda şöyle diyordu: "(İngiltere) Dışişleri Bakanlığı, kö­ mür sıkıntısı çekildiğine inanmaktadır. Kömürü Zonguldak'tan Güney Türkiye 'ye taşıyacak yeteri kadar gemi yoktur. İngilizler çok sayıda lokomotifin güneyde kömürsüzlükten raylar üzerinde yattığına da inanınaktadırlar. Bu bölgede kömür olsaydı, İngilizler Türklere daha çok sayıda lokomotif vermek isteyeceklerdi.'' Zonguldak'ı Güney Türkiye'ye bağlayan bir demiryolu olduğu halde, o zamanki donatım ihtiyacı karşılayacak çapta değildi. Ya da Türkler, İngilizlerin bunun böyle olduğuna inanmalarını istiyordu.

59


başarıya ulaşmasını ya da İngilizlerin kafasında kurduğu bi­ çimiyle başarıya ulaşmasını, kuşkusuz, istemiyorlardı. Yardım harekatının can damarını, aralarında on altı ağır bombardıman filosunun da bulunacağı 45 hava filosunun gön­ derilmesi oluşturmaktaydı. 1 943 yılı ilkbaharında Türk hava üsleri bu çapta bir kuvveti çok zorlukla barındırabilecek nite­ likteydi. Türk havaalanları, ancak yirmi beş filoyu kaldırabi­ lirdi ve ancak yağışsız havalarda bu alanlardan yararlanılabi­ lirdi. Bu nedenle İngiliz teknisyenleri, Türk havaalanlannın kapasitesini artırmak için birtakım planlar geliştirdiler (35). Bu planlar arasında, Afyonkarahisar yakınlarında bir ileri ha­ va üssü kurulması; aynca, her türlü hava şartlan altında kul­ lanılabilecek iki havaalanının da Milas ve Muğla'da yapılma­ sı öngörülüyordu. İngilizler aynca, Ulukışla'da önemli bir is­ tasyon olan Çakmak kavşağına da Kraliyet Hava Kuvvetlerin­ den bir birlik yerleştirmek için söz vermiş, bu planların ger­ çekleştirilmesi amacıyla, gerekli olan yapı malzemesinin sağ­ lanması için Mersin ve İskenderun liman tesislerinin genişle­ tilmesini de üzerlerine alabileceklerini bildirmişlerdi. İngiliz yetkilileri bu önerileri ileri sürerken, haziran ayı başında daha çok sayıda İngiliz teknisyeninin de Türkiye'ye gönderilmesinin gerekeceğini belirtmişlerdi. İşte Türkler bu­ nun üzerine, inatla direnmeye başladı. Wilson, bu konuda şun­ ları yazmaktadır: Türkler ileri bir hava üssü kurulması için Ağustos ayına kadar izin vermedi, sonra da öyle bir şart koştular ki, proje­ nin yıl sonuna kadar tamamlanması imkansız duruma geldi. (35) Orta Doğu' da Harekat, s.5596, parag.295.

60


İnşaatı Türkler yapacak, yalnız, halen Türkiye'de bulunan İn­ giliz teknisyenlerinin gözetimi altında yürütülecekti. Aynca, çalışmalarticari bir inşaat havası içinde yürütülecekti. Liman­ larda antrepo yapımı için de aralık ayına kadar gerekli izin ve­ rilmedi (36). Yine Wilson'un yazdığına göre, İskenderun'daki akar­ yakıt depolarını genişletme tasarıları, hastane yapımı, haber­ leşmeyi kolaylaştırmak için yeni telefon hatları çekilmesi iş­ lemleri "sürekli olarak... Türklerce geciktirilmekteydi." (37). Bu, Türklerin İngiliz askeri yardımını geri çevirmek istedik­ leri anlamına gelmiyordu.İngilizler, Amerika'nın da desteğiy­ le, 1 943 yılında Türklere yaklaşık olarak 80 milyon dolarlık askeri yardımda bulunmuştu. 5 Aralık 1 943 'te, İkinci Kahire Konferansı sırasında General Wilson, Menemencioğlu'nun da hazır bulunduğu bir toplantıda, Harry Hopkins ve Anthony Eden'a, Adana Konferansı'ndan beri Türklerin şu yardımları aldıklarını açıklamıştır: 350 tank, 48 otomatik silah, 300'e yakın topsavar topu (bunların yüzden çoğu da ağır toptu), 300 sahra ve orta çaplı top, 200 havan topu, 500'e yakın tanksavar silahı, çok büyük çapta otomatik silah ve başka silah türleri (99.000'e yakın) , 420 hafif havan topu ve Türkiye'nin savunması için gerekli, bir milyona yakın tank mayını (38). Demek ki Türkler, İngilizlerden büyük çapta askeri yar­ dım almakta bir sakınca görmemişti. Fakat Zeki Kuneralp'ın (36) Aynı belge, parag. 296. (37) Aynı belge, para�. 298. (38) Bak. Hopkins-Eden-Menemencioğlu Meeting (Hopkins-Eden-Menemencioğlu Toplantısı), 5 Aralık 1943, Dış ilişkiler, The Conference at Cairo and Tehran 1943 (1943 Kahire ve Tahran Konferansları), s.729.

61


da ileri sürdüğü gibi, "Türkler, İngilizlerin kendilerine bu yar­

dımı, savaşa katılma konusunda özür imkanı bırakmamak için yaptığı görüşünde değildi." Türklerin yardım çabalarını çel­ meleme harekatı ya da İngilizlerin kendilerini lojistik yönden savaşa katılacak kadar güçlendirmeyi önleme çabalan, Kune­ ralp' IJl da ifade ettiği gibi, kibarca "Hayır" demenin bir baş­ ka yoluydu (39). (39) Londra'da 8 Eylül 1969'da Zeki Kuneralp'le yapılan özel görüşme­ den. Konuşmamızdan ancak birkaç gün önce Londra 'ya elçi olarak gelen eski Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Kuneralp, savaş yıllarında Romanya'dar ki Türk Elçiliğinde siyasi memur olarak görev yapmıştı. Bayan Nermin Streater, amcası Numan Menemencioğlu ve Dışişleri Bakanlığındaki öbür yetkililerin, Rus­ ların Türkiye'nin istilasında kullanacakları korkusuyla Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın geniş çapta yol yapımına izin vermediğine inandıklarını hatır­ latmaktadır. (Londra 'da, 5 Eylül 1969'da yazarla yapılan özel görüşmeden.) Türklerin çelmeleme harekatı 1943 yılı yaz aylarında tam randımanla işlemeye başlamıştı ve hedef olarak havaalanlannın yapımını önlemeyi gözetiyordu; ama, belirtileri çok daha önceden ortaya çıkmıştı. 29 Haziran 1939'da Hugessen, 12 Mayıs 1939 tarihli lngiltere-Türkiye Deklarasyonundan bu yana, askeri kurmay heyetleri arasındaki görüşmelerin gecikmesinden yakınmaktaydı. lngiliz elçisi, "Limanların savunması konusunda da Türklerin suskunluğunun yol açtığı güç­ lükleri belirttim," diye yazıyordu. Bak: Sir H. Knatchbull-Hugessen'den (An­ kara), Viscount Halifax'a, Ankara, 29 Haziran 1 939, İngiliz Belgeleri, cilt: VI, s. 188-189. Hugessen raporunu, ''Türklerin bu tutumunda bir özsaygısı unsuru bulun­ duğu açıkça ortadadır ," diyerek özetliyordu. Trumbul Higgins ise, Winston Churchill and The Second Front 1940-1043 (Winston Churchill ve ikinci Cephe 1940-1943), (New York, Oxford Üniversi­ tesi yayınlan, 1957), s.51 'de, 1941 yılında körü körüne lngilizlerin peşinden git­ medikleri için Türkleri kutlamaktadır: ''Oysa Türkler, bir süre sonra başbakanın tutkulu planlarını gerçekleştirmek için daha güçsüz olan Sırpların omuzlarına yık­ tıkları rolü oyııayacak kadar patavatsız değildi. Özellikle Ankara hükfuneti, işi aslında başından aşkın olan Orta Doğu Komutanlığından birkaç Kraliyet Hava Kuvvetleri filosunun Türkiye'ye verilmesine karşı durdu ve bu kuvvetin bir Al­ man saldırısına karşı koyacak güçte olmadığını, buna karşılık yeterli bir kışkırt­ ma sayılabileceğini belirtti.'' 1942 yılı şubat ayında lngilizler, Londra'daki Ame­ rikan Elçiliğine, karşılaştıkları güçlükleri bildirdi. A.B.D. Elçisi Winant 'ın, ln­ giltere'nin Türkiye'ye yaptığı yardım konusunda istediği açıklama üzerine lngi­ lizlerce verilen karşılıkta, "Halen Orta Doğu'da Türkiye'ye büyük çapta yardım hazır dur umdadır; ancak, Türkler limanlannı İngiliz gemilerine açmadıkları ve bu iş için dört gemiden çoğunu ayıramadıkları için, yardım gönderilememekte. Türkler, ülkelerinde ikmali kolaylaştıracak yolların yapımında da yardımcı ol-

62


Türklerin oyalama taktikleri, özellikle havaalanlan ya­ pıını gibi çok sayıda yabancı uzmanın Türkiye'ye girmesini zorunlu kılacak tasarılarda daha çok belirginleşiyordu. Anka­ ra'daki Alman Büyükelçiliğinin arşivleri, 1943 yılı temmuz ayında 1nönü'nün Dışişleri Bakanlığından aldığı bir raporda, İngilizlerin havaalanlan yapımını çok hızlı yürüttüklerinin bildirildiğini göstermektedir. Rapor, bunun sonucu olarak Tür­ kiye'nin savaşa sürüklenebileceği konusunda uyanda bulun­ maktadır. Rapor şunu da belirtmekteydi: İngilizlerin Türkiye'de giriştikleri havaalanı inşaatları, beklendiğinden de çabuk ilerlemektedir. Bir yılda hazırlanma­ sı düşünülen alanlar, beş ay içinde tamamlanmıştır. Türki­ ye 'deki İngiliz personeline ait yapıların sayısı da sürekli art­ maktadır. Montgomery'nin ordusu, adım adım Türkiye-Suri­ ye sınırına kaydırılmaktadır; belki de Türkler, İngilizlerin işi bir oldu bittiye getirmeleriyle, sözgelişi, Türk havaalanlann­ dan kalkacak uçaklarla Romanya petrol kuyularını bombala­ yarak ya da Suriye ve Türkiye'den başlayıp, Balkanları hızla istila ederek savaşa sokulacaktır (40). mamaktadır." diyorlardı. Bak: Birleşik Krallık'taki Büyükelçi'den (Winant), Dışişleri Bakanlığına, 14 Şubat 1943, Dış 1Iişkiler, 1942 cilt: iV, s.679-680. Ay­ nca bak: Robert J. Collins, Lord Wavell l 883-194 l : A. Military Biography (Lord

Wavell) 1 883-194 1 : Askeri Bir Biyografi), (Londra, Hadder and Stoughton, 1947), s.255; Reader Bullard, Britain and the Middle East; From the Earliest Ti­ mes to 1950 (Britanya ve Orta Doğu: 1lk Çağlardan 1950'ye kadar), (Londra, Hutchinson Üniversite Kitaplığı, 1 95 1 ), s. 127. (40) Berlin'de Dışişleri Bakanlığından (Waltheur) Ankara'daki Elçiye (von Papen), Bedin, 13 Ağustos 1943, Ele Geçirilen Arşivler, NA, T-120, dizi 2618, bölüm E364709. Türklere katılınak üzere lngilizlerin, Türkiye-Suriye sı­ nırında yavaş yavaş bir güç topladıkları haberi, Türkiye Dışişleri Bakanının ye­ ğeniyle evli olan bir İngiliz İrtibat subayınca onaylanmıştır. 7 Ağustos 1969'da Londra'da, Bay Jasper Streater ile yapılan özel görüşmeden.

63


Türklerin bu tutumu Almanları yatıştırmıştı. Çünkü Al­ manlar, Türk ordusuna İngiliz askeri yardımı yapılmasına göz yumuyorlardı; öte yandan, hava filoları gönderilmesini daha büyük bir kışkırtma unsuru olarak kabul etmekteydiler. Öte yandan, Türkler, havaalanları yapılmadan ve göklerinin savun­ ması sağlanmadan savaşa katılmalarının imkansız olduğunu, Almanların hava üstünlüğünü ileri sürerek, özellikle belirt­ mekteydi. Bu davranış İngilizlere pek mantıksız, hatta insa­ nı deli edici bir şey gibi görünüyordu; çünkü Türklerin, Müt­ tefikler yanında savaşa katılmaya hazır olduklarını düşünüyor­ lardı. Oysa, bütünüyle karşıt bir varsayımdan kalkan Türkler için her şey son derece mantıklı görünüyordu. Türk Dışişleri Bakanı'nın raporu, Türk ve İngiliz kuv­ vetleri arasında olabilecek bir birleşmeden söz etmekteydi. İn­ gilizler Balkanları, Türklerin isteği dışında bu ülkeden geçe­ rek istila etme niyetinde değildi ama, zamanı gelince Türk or­ dusuyle birleşmek için Suriye'deki İngiliz kuvvetlerinin ha­ zırlandığı da doğrudur. Böyle bir birleşme, havaalanlarının ta­ mamlanması ve İngiliz hava filolarının bu alanlara üstlenme­ leriyle bağdaşıyordu. Eğer Türkler yardım kabul etmekte böy­ le ağırdan almasalardı, bu tür bir birleşmenin İngiliz-Ameri­ kan etkisinin Balkanlarda geniş çapta yayılmasını sağlayaca­ ğı kesindi. Ancak, Esmer ve Erkin'in yazara belirttikleri gibi, İngilizler bir tür bir bağlantıya yanaşmaktan uzaktılar ve Müt­ tefiklerin büyük stratejilerini açıklayacak kadar Türklere gü­ venmiyorlardı (4 1 ). Bugün biliyoruz ki, bir Balkan harekatı (41 ) Ahmet Şükrü Esmer ve Feridun Cemal Erkin'le yazar arasında yapı­ lan öz.el görüşmelerden.

64


için Amerika'nın onayını almayı başaramayan İngilizlerin, açıklayabilecekleri pek büyük bir stratejileri de yoktu. Churchill Kozunu Oynuyor Bütün bu hayal kırıklık­ larına rağmen, Mussolini'nin 25 Temmuz 1943 'te iktidardan düşmesi üzerine Churchill, gerek Türkleri savaşa sokmak, ge­ rekse Amerikalıları Doğu Akdeniz'de etkili duruma getirmek için çabalarını yenilemekten geri kalmadı. Başbakanın duy­ gulan şöyleydi: İtalya'nın çöküşü, İttifakın ruhuna uygun hareket etme­ si için Türkiye üzerinde en büyük baskının yapılacağı zama­ nı saptamış olmalıydı... İngiltere ve Birleşik Amerika'nın bu alandaki çabalarına, mümkü olursa, Rusya da katılmalı, hiç olmazsa bu çabalan desteklemeliydi (42). Churchill kafasında bu tür fikirlerle, on gün sonra, 5 Ağustos 1 943 'te, A.B.D. Başkanı ile buluşmak üzere Quebec Konferansı için hareket etti. Roosevelt ve ortak askeri önder­ leri, bu sefer Churchill'in karşısına önceden belirli bir politi­ kayla çıkmakta kararlıydılar. Konferansın 1 9 Ağustos 1 943 ta­ rihli ilk toplantısında, İngiltere Başbakanı'ndan, Manş üzerin­ den yapılacak saldın sorununun en önemli ve öncelikle görü­ şülmesi gereken sorun olarak ele alınması için bir anlaşma ko­ parttılar. Churchill bu öneriye "Peki" dedi ve tarih olarak da 1 Mayıs 1 944 kararlaştırıldı. Birleşik Amerika Dışişleri Ba­ kan Yardımcısı Henry L. Stimson'un söylediği gibi, "O an-

(42) Winston S. Churchill, The Histoıy ofthe Second World War (İkinci Dünya Savaşı Tarihi), cilt: V, "Halka Kapanıyor''. (Boston, Hougton Mifilin Co., 195 1), s.58; bu sözler, Churchill'in kabine üyelerine dağıttığı ve 26 Temmuz 1 943 'te Başkan'a da gönderdiği memorandumda bulunmaktadır.

65


dan başlayarak OVERLORD harekatı rayına oturtulmuş olu­

yordu." (43). Yine de toplantıların sonuçları Churchill 'in Doğu Akde­ niz konusunda düşündüklerini pek az yansıtabilmektedir. Söz­ gelişi ortak kurmay başkanlarının, konferansta Başkan ve Baş­ bakan'a sunduğu son raporda, "Türkiye'nin savaşa katılması için daha zamanın gelmediği görüşüne varılmıştır," deniyor­ du (44). Buna karşılık, Birleşik Amerika ve Büyük Britanya'nın, "verebileceği ve Türkiye'nin de kaldırabileceği kadar" araç ve gereçle bu ülkeyi donatmayı sürdürmeleri konusunda an­ laşmaya varmışlardı (45). İngilizler bu tür anlaşmalara katıl­ dıkları halde, Türkiye'nin savaşa katılmasının, Müttefiklerin yararına bir şey olacağına inanmaktan vazgeçmemişti (46). Türklerin savaşa katılmaları için umut beslemeye yeter bir ne­ den vardı. Churchill bunun üzerine kozunu oynamaya karar verdi. 9 Eylül 1943'te Washington'da bulunduğu sırada ve Başkan'a bilgi vermeden, General Wilson'a, "Artık yüksek oynamanın zamanı geldi. Bir şeyler yaratın ve cüret edin," (47) diye bir telgraf çekti. Böylece Doğu Akdeniz'deki kuvvetle­ rini Rodos'a karşı bir saldırıya yöneltmiş oldu. (43) Henry L.Stimson McGeorge Bundy, On Active Service in Peace and War (Banşta ve Savaşta Etkin Hizmette), (New York, Harper ve Row, 1948), s.439, Quebec'te, Ağustosta toplanan konferansın şifre adı QUADRANT idi. Bak: Feis, önceki aynı kitap, s.147-153; Churchill, Halka Kapanıyor, 5. bölüm, "Qu­ ebec Konferansı", s.80-97; Sherwood, önceki aynı kitap, 745-750. Ayrıca bak: Higgins, Sofi Underbelly (Yumuşak Kannaltı), s.91-107. (44) Stratejik Planlama, s.229. (45) Aynı yerde. (46) Aynı yerde. (47) Churchill, Halka Kapanıyor, s.205.

66


Churchill 'e göre Rodos 'taki ortak deniz ve hava üsleri, Kos adasındaki hava üssü ile, Leros adasındaki deniz üssü, Al­ manların Balkanlar ve Kuzey İtalya'daki yığınaklarına karşı girişilecek saldırıyla, Romanya petrol kuyuları ve Ploeşti ra­ finerilerini bombalamak, Mısır ve Kuzey Afrika'yı savunmak için çok uygun noktalar olabilirdi. Bu nedenle Churchill, müm­ kün olursa Amerikalılarla birlikte, olmazsa tek başına yeni bir teşebbüse girişme karan aldı. Rodos'u işgal edecekti. Ama, Rodos'u istilaya teşebbüs ederken, başka bir düşüncesi daha vardı: İngiltere'nin Türkiye'ye diplomatik yaklaşma teşeb­ büslerini desteklemek istiyordu. İngilizlerin Rodos'u işgal et­ meleri ve Ege denizini çeşitli aşamalardan sonra denetimleri altına almaları, Türkleri savaşa katılmaya inandırabilirdi. Churchill, hiç olmazsa İngiliz yetkililerinin Ankara'da kendi­ lerinden daha emin olarak konuşabileceklerini tasarlıyordu. Ancak, İngilizlerin planlan başarısızlığa uğradı ve 1 943 yılı sonunda İngiliz yetkililerinin Türk yetkilileri üzerindeki etkisi yeni bir düşüşe uğradı (48).

(48) Churchill, aynı yerde, s.220, şöyle yazmaktadır: "Türkiye, kıyılan yakınında Müttefiklerin olağanüstü bir hareketsizlik içinde oldukları izlenimine varınca, çok daha isteksiz göründü... ' ' Savaş boyunca Churchill'in Amerikan yet­ kililerine karşı beslediği büyük küskünlük, Amerikalıların kendisini ve İngiliz kuvvetlerini ekim ayında Rodos 'u istila için giriştiği teşebbüste desteklememe­ lerinden ileri geliyordu. Churchill, "General Eisenhower ve kurmayları ayağı­ mıza kadar gelen kısmetin farkında bile değillerdi ... " diye yazmaktadır. Bu ko­ nuda Amerikan stratejisine boyun eğmek zorunda kalışı, kendi deyinıiyle, "Sa­ vaşta çektiği en büyük azaplardan biriydi" . Daha az buruk notlarından birinde de, şu sonuca varmaktadır: "Amerikan kurmayı kendi göıüşünü zorla kabul et­ tirdi; şimdi bunun bedelini İngilizler ödeyecek. ' ' Bak: Churchill, Halka Kapanı­ yor, XII. bölüm, "Ege Adalarında Kaçırılan Ganimet", s.203-225. Amerikalılar, Churchill' in göıüşlerine, Rodos'un değerli bir üs olacağı üze-

67


İngilizler 1943'te Ege denizindeki adalardan bazılarını istila etmek için çeşitli teşebbüslerde bulundularsa da, Ro­ dos'taki başarısızlık Churchill'in Türkiye'yi savaşa sokmak için açtığı kampanyanın sonunu getirdi. İngilizler bir İtalyan garnizonunun bulunduğu Rodos'u istila etmeyi başaramadık­ ları gibi, üstelik büyük bir direnişle karşılaşmayan Almanlar Rodos'u almış, aynca Akdeniz'deki savaşın başından beri İn­ gilizlerin elinde bulunan İstanköy (Kos), Leros ve Sisam'ı is­ tilaya başlamıştı. rine fikirlerini kabul etmedikleri için karşı çıkmış değillerdi. Churclıill' e karşı di­ renişlerinin nedeni, Amerikalıların, İngiltere başbakanının her Rodos deyişinde onun Balkanlardan söz ettiğini düşünmeleriydi. Roosevelt, Churchill'e yazdığı bir mektupta, "Stratejik yönden, Ege adalarını istila edecek olursak, kendi ken­ dime, buradan sonra nereye gideceğiz, diye soruyorum,'' diyordu. Başkan, Bal­ kanları, kararlı ve kesin bir 'hayır'la konu dışı bırakmıştı. Bak: aynı yerde s. 1 242 1 5. Churchill, aynı yerde, s.207-208, Hitler'in Ege adalarının önemini ve Tür­ kiye'nin tarafsız kalmasının stratejik anlamını kavradığına dikkati çekmektedir. Bu, gerçekten de doğrudur. Hitler, Kırım Savaşı'nı, Türkiye'yi hiç aklın­ dan çıkarmadan yönetiyordu. Bu cephede kullanılacak başarısızlıkların, Türki­ ye 'yi savaşa katmakta cesaretlendirmesinden korkmaktaydı. Bu nedenle de, es­ neklik göstermek gerektiği zaman, askerlerini ve araç-gereçlerini geri çekmek istemiş ve ileride ağır kayıplara uğramak zorunda kalmıştır. Bak: Felix Gilbert, Hitler Directs His War: The Secret Records of His Daily Military Conferences (Hitler Savaşını Yönetiyor: Gündelik Askeri Toplantılarının Gizli Tutanakları), (New York, Oxford Üniversitesi Yayını, 1 950), s.90-95. Özellikle Kafkas cephesindeki Sovyet kuvvetlerinin komutanı Tinlenov için bak: Alexandre Werth, Russia at War (Savaşta Rusya), (New York, E.P. Dut­ ton ve Co., 1964), Werth, Tilenov'u şöyle anlatmaktadır: " .. .Almanlar bir sürü işi bir anda yapmayı deneyecekleri yerde, doğuda kuvvet yığınağı yapsalardı, Gronzi, hatta Bakı1 'ya kadar hatları yarabilirlerdi.'' Buna karşılık Tinlenov şu­ nu ileri sürüyor: "Karadeniz kıyılarını ele geçirmeye kararlıydılar ve bunu hem Karadeniz' deki Sovyet donanmasını intihara zorlayarak ortadan kaldırmak, hem de Türkiye'nin Almanların yanında savaşa katılmasını sağlamak istiyorlardı." Aynca bak: General I.V. Tinlenov, Şerez Tri Voini (Üç Savaş Boyunca), (Moskova, 1 960). Daha çok bilgi için bak: Alan Bullock, Hitler: A Study in Tyranny (Hit-

68


Türklerin Çekilme ve İkmal Yolu İngilizlerin 1943 kampanyası ölü doğduğu, İngiliz kuvvetleri bu cephede Al­ manların karşısında hala geri çekilmek zorunda kaldıkları hal­ de, Türkler tarafsız bir politika güttükleri görüntüsü vermek­ le birlikte, Müttefiklere yardımı da esirgemiyordu. Ege ada­ larında zor durumda bulunan İngiliz kuvvetlerine yiyecek ve malzeme sağlıyor, Royal West Kent, Irish Fusiliers ve birliğin öteki üyelerinin Türk topraklarına sağesen kaçmalarına yar­ dım ediyordu. Ege denizinde İngilizlerin elinde bulunan adalara ikmal gereçleri Suriye 'den geliyor, demiryoluyla Tilkiye üzerinden ge­ çirilerek İzmir'in güneyinde kusursuz bir liman olan Kuşada­ sı'na gönderiliyordu. 9 Ekimden, Leros adasının düştüğü 17 Kasıma kadar, Türklerin aracılığıyla, acele ihtiyaç duyulan 1 .400 ton araç ve gereç İngiliz kuvvetlerine ulaştırılmıştı. 28 Eylülden 16 Kasıma kadar 3.000 ton yiyecek Sisam'a, 480 ton yiyecek de Leros' a ulaşmıştı (49). Türklerin yönettiği Türk kayıkları, bu yiyecekleri adalara götürüyordu. Daha sonra İngilizler Ege ada­ larını boşaltırken, Türkiye kıyıları boyundaki Kuşadası ve Bod­ rum limanları geri çekilme yollarının ilk uğrakları oldu. Sözge­ lişi, General Wilson, 1 8-19 Kasımda Sisam adasının boşaltıl­ masını emrettiği zaman, tuğgeneral Baird, Yunan Kutsal TAbu-

!er: Bir Diktatörlüğün İncelenmesi), (New Y ork, Haıper ve Row, 1 962), s. 7 1 5. Amiral Kari Doenitz, Memoirs: Ten Years and Twenty Days (Anılar: On Yıl ve Yirmi Gün), (Londra, Weidenfeld ve Nicholson, 1958), s.389. Doenitz, anılarında şöyle demektedir: "Hitler, Kınm'ı münıkün olduğu kadar uzun süre işgal altında bulundurmak gerektiğini düşünüyordu; çünkü... bunun kaçınılmaz politik sonuçlan olacak ve ... Türkiye'nin tarafsızlığı üzerinde büyük baskı yara­ tacaktı." Aynca bak:..F.H. Hinley, Hitler's Strategy (Hitler'in Stratejisi), (Camb­ ridge, Cambridge Universitesi Yayınlan, 1 95 1), s.23 1 -232. (49) Orta Doğu'da Harekat, s.559 1 , parag.245-246.

69


ru komutanı albay Çigantis, İtalyan komutanı General Soldarel­

li, Yunan piskoposu, daha yüzlerce İngiliz ve İtalyan uyruklu si­ vil, Anadolu'ya Türk kayıklarıyla taşınmışlardı (50). 20 Kasım ve 2 l Kasım akşamları Türk kayıkları, binden çok İngiliz ve Yunan uyruklu siville, 400 İtalyan askerini Si­ sam'dan Anadolu'ya geçirmişti. Hem de bu boşaltma işlemi, Almanlar adayı istila ederken gerçekleştirilmişti (5 1 ). Dışişleri Bakanı Menemencioğlu'nun bu harekatı yürüt­ mekle görevli oluşu, kendisinin ne İngiltere'nin düşmanı, ne de Almanların dostu olduğunu onaylamaktadır. Ama bu, Türk çıkarlarının değerlendirilmesinde de bir değişiklik anlamına gelmemektedir. Gizli yapılan yardım, hem hükı1metin İngiliz­ lere karşı beslediği sempatiyi, hem de bu sempatiyi -askeri des­ tek gibi- Müttefikleri etken ve açıkça desteklemek biçimine dönüştürmeme konusundaki kararlılığını gösteriyordu. Ayrıca Türk hükfuneti, gerek bu dönemde gerekse sava­ şın sonuna doğru, hiçbir zaman temel yargılarından sapma­ mıştır. Rusya hiila bir düşmandı ve gücü gittikçe artıyordu. İn­ gilizler ve Amerikalılar yanlış yola saptırılmış dostlardı ve dik­ katsiz davranışlarıyla Rusların Doğu Avrupa'yı istila etmele­ rine göz yumacaklardı. Fakat Türkler, İngilizlerin Ege'den çe­ kilmelerine yardım ederken, son İngiliz kozunun oynandığı­ nı anlamışlardı. Şimdi sıra Rusya'daydı. (50) Aynı yerde. (S 1 ) Yon Papen, Berlin'deki bir Türk askeri muhabirinin Türklerin tutu­ munu şöyle belirttiğini anlatmaktadır: Türkiye, İngiltere'nin tarafsızlığını boz­ masına izin vermeyecektir, ama, ''insan, solundan geçen uçağın sağına ateş ede­ bilir. Ya da asker taşıyan bir araç, Türk karasularına girerse, insan pekala aracın yakınına ya da havaya ateş açabilirdi. Her halde insan, dilediği zaman tetiği çe­ kebilirdi." Berlin'de Dışişleri Bakanlığından, (Kroll), Ankara'daki elçiye (von Papen), Berlin, 1 2 Mart 1943, Ele Geçirilen Arşivler, NA T-120, dizi 2618, bö­ lüm E364587.

70


VII TÜRKlYE'YE YAPILAN BASKI ARTIYOR: DIŞİŞLERİ BAKANLARI TOPLANTISI Moskova Konferansı: Ruslar Türkiye'yi Savaşa Ka­ tılması için Zorlamayı Deniyor AMERİKAN, İngiliz ve· Sovyet Dışişleri Bakanlarının Moskova Konferansı, Sovyetle­ rin Türkiye'yi savaşa katılmaya zorlamak için İngiliz ve Ame­ rikalılardan bir vaat koparma amacıyla gösterdikleri olağanüs­ tü çabalar bakımından çok anlamlıydı. Özellikle Birleşik Ame­ rika böyle bir vaatte bulunmaya isteksizdi ama, en sonunda Mo­ lotov, konferansın ana sonuçlarından olmasa bile, önemli ek­ lerinden biri olarak böyle bir vaat koparmayı başardı. Sovyetlerin Türkiye'yi tarafsızlıktan ayırıp savaşa itele­ me konusundaki kararlılıkları, ekim ayında Moskova'da topla­ nan konferanstan daha önce su üstüne çıkmıştı. Eylül başların­ da "Savaş ve İşçi Sınıfı "nda çıkan bir makale, yeterince önem­ senmiş olacak ki, lzvestia'da (1) yeniden yayınlandı. Makale, -

(1) Bu makalenin çevirisi 4 Eylül 1943 tarihli Daily Worker adlı İngiliz gazetesinde yayınlanmıştır. Ayrıca bak: George E. Kirk, "S.S.C.B. ve Orta Do­ ğu 1939-1945: Türkiye"; Survey oflntemational Affairs 1939-1946: Tlıe Midd­ le East in the War (1939-1946 Uluslararası Sorunların İncelenmesi: Savaşta Or­ ta Doğu), (Londra, Oxford Üniversitesi Kraliyet Uluslararası Sorunlar Enstitüsü Yayını, 1952), s.458.

71


"Türkiye'nin tarafsızlığı gittikçe daha çok Almanlar için ya­ rarlı ve kaçınılmaz olmaktadır; çünkü Türkiye, Alman ordula­ rının Balkan kanadının güvenliğini sağlamakta, Almanların burada çok az sayıda bir güçle tutunmalarını kolaylaştırmakta ve Alman birliklerinin büyük bir bölümünün Sovyet-Alman cephesine gönderilmesine yol açmaktadır..." (2) diyordu. Profesör Esmer, Türklerin tarafsız kalmasını, İngiltere ve Birleşik Amerika Balkanları istila edecek duruma gelme­ den, Almanları bu bölgede güçsüzleştirmemek amacıyla ken­ dilerinin istediğini daha o zamanlarda Stalin'in düşündüğünü ileri sürmektedir. Esmer, Rus basınının, "İngiltere'nin Türkiye'ye gön­ derdiği silahların Almanya'ya karşı kullanılmak üzere değil, savaştan sonra Rusya'ya karşı güçlendirmek amacıyla gönde­ rildiğini" belirterek öfkeli bir kampanya açtığını da belirt­ mektedir (3). İşte bu türden Sovyet propagandası altında Mos­ kova Konferansı açıldı. Üç büyüklerin Dışişleri Bakanlan, Hull, Eden ve Molo­ tov, 1 9 Ekim 1 943'te Moskova'da toplandı (4). Konferans baş­ kanı olarak Molotov, hemen Hull ve Eden'dan üç istekte bu­ lundu. Sovyetler her zamanki gibi, İkinci Cephe'nin önceden kararlaştırıldığı biçimde 1944 ilkbaharında açılmasının ga­ ranti edilmesini istiyorlardı. İkinci istek, üç büyüklerin Tür­ kiye'ye hemen savaşa katılmayı kabul ettirmeleriydi. Üçün-

(2) Aynı yerde. (3) Prof. Esmer, Türk Dış Politikası, s.158. (4) Bak. Feis, önceki kitabı, s. 1 9 1 -234; Eden, önceki kitabı, s.472-487; Hull, önceki kitabı, bölüm 92 "Moskova Konferansı Başlıyor" s. 1 274- 1291 ve bölüm 93, "Birleşmiş Milletler Örgütünün Doğuşu", s.1 292-1307.

72


cüsü de, İsviçre hava üslerinin kullanılmasıyla ilgiliydi. Mo­ lotov bu üç isteğini ileri sürdükten sonra toplantıyı erteledi (5). Eden, hemen başbakanına, Sovyetlerin üç isteğini haber verdi . Molotov'un da, Türkiye'nin savaşa katılmasını isteme­ si, Churchill'i pek sevindirmişti. Sovyetlerin, İkinci Cephele­ rin açılması çağrısı sürpriz olmamıştı ama, Türkiye 'nin de sa­ vaşa katılmasını istemeleri hayret uyandırmıştı (6). Churchill, Dışişleri Bakanı'na gereken öneride buluna­ rak, Rusların Balkanlarda geniş çapta bir İngiliz-Amerikan is­ tila hareketiyle ilgilenip ilgilenmediklerini öğrenmesini iste­ di (7). İngiltere Başbakanının güttüğü Doğu Akdeniz strate­ jisinin can çekişmeye başladığı bir sırada, Ruslar göründüğü kadarıylea bu stratejiye yeni bir hayat veriyordu. İkinci toplantıda Molotov, yeniden Sovyetlerin Türki­ ye'ye karşı duydukları ilgiyi dile getirdi (8). Eğer İngilizler ve Amerikalılar, Sovyetler Birliği'nin gerçek dostları ise, Rus ordularının taşıdığı yükü gerçekten hafifletmek istiyorlarsa, Türklerin savaşa katılmaları için ellerinden geleni yapmaları gerekeceği görüşünü savundu. Eden da, "Türkiye'nin savaşa katılması konusunda Sovyetler Birliği'yle aralarında anlaş(5) Bak. Churchill, Halka Kapanıyor, s.284-285. (6) Aynı yerde; Eden, önceki aynı kitap, .s.477; Hull, önceki aynı kitap, s. 1 279, Churchill, aynı yerde, s.286, Molotov'un uyarılarından heyecanlanarak Eden'dan, Rusların "Türkiye'yi de savaşa sürükleyip İngiliz Deniz Kuvvetleri­ nin Rus ilerleyişine yardımcı olması için Çanakkale ve İstanbul boğazlarını da açarak, Ege'den eyleme geçip geçmememizle gerçekten ilgilendirdiklerini" doğ­ rulamasını istedi. "Böylece Ruslar da Tuna' da serbestçe hareket edebilecekler­ di." Churchill, sorusunu bu biçimde düzenlerken, açıkça Rus karşılığının önyar­ gılı olmasını istiyordu. (7) Churchill, Halka Kapanıyor, s.286. (8) Bak. 20 Ekim 1 943'te Moskova'da toplanan Üçlü Konferans'ın İkin­ ci Oturum Tutanakları, Dış 1lişkiler, 1 943, cilt:I, s.583-586.

73


mazlık olmadığı" karşılığını verdi (9). Gerçekten de İngiliz­ ler, Türklerin hemen savaşa katılmaları gerektiği ilkesini ka­ bul etmişlerdi. Eden her şeye rağmen son derece ölçülüydü. Türklerin savaşa katılmalarını önleyen engelleri kabataslak çizdi, aıiıa, yalnız bu ülkenin askeri yönden hazırlıksız oluşu­ nun yol açtığı güçlükleri dile getirdi; siyasal durumun doğur­ duğu güçlüklere, özellikle Sovyetler Birliği'yle olan ilişkile­ rine hiç değinmedi. Başbakan'ın 20 Ekimde Eden'a yazdığı gibi, öbür fikir­ ler, Eden'in "içten pazarlığı'nda vardı (10). DıŞişleri Bakanı, İngilizlerin Güneydoğu Avrupa'daki çıkarlarıyla ilgilenmele­ rinin, İkinci Cephe'nin açılmasını tehdit edeceğini Amerika­ lıların düşündüğünü bilerek, aşın bir kuşkuculukla, büyük bir çekingenlik arasındaki çizgiden yürüdü. Ruslarla birlik ol­ mak istiyor, ama Amerikalıların muhalefetiyle karşılaşmak da işine gelmiyordu. Aynca lngiltere'nin kendi politik çıkar­ ları bakımından Türkiye'nin savaşa katılmasını istediğinden Rusların kuşkulanmaması gerekiyordu. Dolayısıyla Eden, Türkiye 'nin savaşa katılması ilkesini kabul ederken, büyük bir içtenlikle, bunu engelleyen nedenlerin, İkinci Cephe'nin ba­ şarılı olmasını sağlayacak lojistik ve pratik konulardan oluş­ tuğu görüşünü savundu (1 1). Eden aynca Rus meslektaşına, (9) Aynı yerde. (10) Churchill, Halka Kapanıyor, s. 287. ( 1 1 ) Eden, Molotov'a, Türkiye'ye 25 uçak filosu vermeyi vaat ettiklerini söylemiş, fakat şunu da eklemişti: "Doğu Akdeniz'de aslında bu 25 filo yok ve bugünkü şartlar altında askeri yönden çok geri olan Türkiye, saldırıda, ortağımız olarak bize yarardan çok zarar verebilir. " Bak: Dış 1lişkiler, 1 943, cilt: I, s. 584, Eden, görüşmeler boyunca, Başbakanın Adana'dan döndükten sonra hiç kuşku­ suz kulağına fısıldamış olduğu Türkiye'nin Sovyetler korkusunu açığa vurmak­ tan dikkatle kaçınmıştır.

74


İngilizlerin Türklere neden silah yardımı yaptıklarını açıklar­ ken, güdülen tek ve kesin amacın, onları Almanlara karşı sa­ vaşabilecek duruma getirmek olduğunu da belirtti. Molotov, İngilizlerin Türkleri Rusya'ya karşı silahlan­ dırmalanndan kuşkulanırken, Eden da, "Türkiye'nin Alman­ ları Balkanlardan sürüp atmaya yardımcı olmalarını İngilte­ re'nin seve seve karşılayacağını, öte yandan ülkesinin Alman­ lar Balkanlardan çıkartıldıktan sonra Türkiye'nin bu bölgede­ ki bir müdahalesiyle ilgilenmediğini" belirtti (12). Türk ha­ vaalanlarının sanıldığı kadar önemli olmadığını, bundan böy­ le İtalya'daki hava üslerinden de yararlanabileceklerini ekle­ di. Ardından, "Ama, Sovyet dostlarımız savaşa katılması için Türkiye'yi sıkıştırmamızı isterlerse, bu konuyu dikkate al­ maktan hoşnut kalacağız" diyerek tutumunu özetledi. Böyle­ ce İngilizlerin tutumu, Sovyetlerinkiyle aynı doğrultuya gel­ miş oluyordu. Molotov, Eden'den bu doyurucu karşılığı alınca, bu kez Hull'a döndü. Amerikan Dışişleri Bakanı, Eden'ın, Türki­ ye'ye karşı güdülen İngiliz politikasını açıklamasını sessiz sessiz dinlemişti. Şimdi de bu konferans sırasında aynı konu­ nun her ortaya atılışında hiç esirgemediği sert karşılığı verdi: "Askeri konular üzerinde konuşmak yok!" (13). Eden gibi Hull da, birinci toplantıdan sonra Washington'a telgraf çekmiş ve talimat istemişti. Eden'ınkinin tersine, Hull'ın önerisi, Türkiye'nin savaşa katılması sorunuyla hiç il­ gili değildi. Roosevelt, Dışişleri Bakanı'nın mesajına doğru(12) Aynı yerde, s. 585. (13) Aynı yerde, s. 585.

75


dan doğruya karşılık vereceği yerde, Ortak Kurmay Başkan­ larına bir yazı gönderdi. Ortak Komutanlar da konuyu, ince­ lenmesi için Ortak Stratejik İnceleme Komutanlığına (ISSC) aktardılar ( 14) Hull 'ın sorusuna verilecek karşılık, or-du plan­ .

lamacılanyla bu konu üzerine sonradan eğilen JSSC arasında çıkan anlaşmazlık yüzünden gecikti (15). Ordu planlamacıları, Türkiye 'nin savaşa katılmasına kar­ şıydı; bunun için eski kanıtlamalardan pek çoğunu yeniden ile­ ri sürüp, haklı olarak şu sonuca varıyorlardı: "Türkiye, Sov­ yet yardımı istememektedir ve büyük bir ihtimalle kendisini SSCB'ne karşı korumak için İngiltere ve Birleşik Amerika'dan garanti isteyecektir. . .

"

Elbette bu İngiliz-Amerikan kuvvetlerinden bir bölümü­ nün İkinci Cephe harekatından çekilmesini zorunlu kılacaktı ( 1 6). JSSC ise Türklerin savaşa katılmalarından yanaydı; çün­ kü böylece Almanların Manş karşısındaki kuvvetlerinden bir bölümünü geri çekmek zorunda kalacaklarını düşünüyorlar­ dı. En sonunda Ortak Kurmay Başkanları, belirsiz bir tutum­ da karar kıldılar: Türkiye'ye savaşa katılması konusunda ne çok cesaret verilecek, ne de kesinlikle bundan vazgeçirtilecek­ ti. Ortak Komutanlar, Türkiye'nin savaşa katılması durumun­ da Sovyetler Birliği 'nin Türkiye 'yi korumak için neler yapa-

(14) (JSSC) örgütünde bütün servislerden temsilciler bulunuyordu; bun­ lar, Ortak Komutanlar için çok geniş türden sorunları çözümlemekle görevliydi­ ler. Türkiye'nin savaşa katılması konusunda JSSC genellikle General Marshall 'ın görüşünden yanaydı; yani, Türklerin savaşta yarardan çok zarar vereceğini dü­ şünüyorlardı. Fakat sonrada, SSC bu tutumdan döndü ve Türkiye'nin savaşa ka­ tılmasının yararlı bir şey olabileceğini ileri sürdü. ( 15) Stratejik Planlama, s. 296-298. (16) Aynı yerde, s. 297.

76


bileceğinden emin olmak ve bunu bilmek istiyorlardı. Aynca Türkiye'nin savaşa girmesinin, İkinci Cephe'nin açılmasını geciktirmesini de garantiye almak niyetindeydiler. Hull'ın başkana mesaj gönderdiği dönemde de böyle bir teminat ve­ rilemeyeceği için Ortak Komutanlar dikkatli olunmasını sa­ lık vermişlerdi ( 1 7). Hull, aldığı talimatın özünü Sovyet Dışişleri Bakanı'na duyurdu. Elbette bu, Molotov'un umduğu karşılık değildi; gö­ rünüşte Amerikalılardan bu kadar az şey koparmayı düşünme­ mişti. Konferans süresi boyunca da, Türkiye'nin savaşa katıl­ masına yardımcı olması için Hull'ı sıkıştırıp durdu. Sözgelişi, Hull, 25 Ekimde Molotov'un dinlenmek için verilen bir ara­ dan yararlanarak yanına sokulduğunu ve üç büyük devletin "Türkiye'ye savaşa katılmasını önermeleri gerektiğini" söy­ lediğini; ancak bu önermeleri sözcüğüyle Molotov'un açıkça 'emretmeleri' anlamını güttüğünü yazmaktadır (1 8). Hull bu­ na karşılık vermeyeceğini söyledi. Molotov diretti. Hull ' a, "sa­ vaşa katılmadıktan sonra" Müttefiklerin Türkiye'ye ne diye si­ lah yardımı yaptıklarını bir türlü anlayamadığını söyledi (19).

(17) 26 Ekim 1943 'te Dışişleri Bakanı Hull , Başkan'dan şu öneriyi almış­ tı: "Şu sırada Türkiye'yi savaş ilaruna zorlamak ve Müttefiklerin yanında sava­

şa katılmasını sağlamak uygun değildir. Çünkü Türkleri gerekli savaş araç ve ge­ reçleriyle beslemek ve gemi sağlamak zorunluluğu, İtalyan cephesini çok aksa­ tabilir; ayrıca OVERLORD harekatını geciktirebilir. Buna karşılık Türkiye'nin tarafsızlığını korumakla birlikte Müttefiklere hava üsleri ve taşıt kolaylıkları ta­ nıması için zemin yoklamaya başlanabilir. ' ' Bak: Başkan Roosevelt'ten Dışişle­ ri Bakanı'na, Washington, 26 Ekim 1943, Dış İlişkiler, 1943, cilt:

I, s. 644

( 18) Bak: Görüşme Memorandumu, Moskova' daki Dışişleri Bakanı'ndan, 25 Ekim, aynı yerde, s. 634. Ayrıca bak: Hull, önceki kitap, s. 1 297.

77


Üç gün sonra Molotov, Rusya'nın tutumunun son derece basit olduğunu açıkladı. Türkiye, her ne olursa olsun savaşa katıl­ maya zorl anmalıydı; çünk ü bunun sonucunda Müttefikler ne türden sorunlarla karşılaşacak olurlarsa olsunlar, Hitler'in kar­ şı laşacağı sorunlar çok daha büyük ve ciddi olacakt ı. Türk ha­ va üslerinin k ullanılması yeterli değildi. Türkiye'nin savaşa katılması gerekiyordu. Türk iye buna karşı duracak olursa, ya­ pılan silah yardımı durdurulmalıydı. Molotov, Türkiye nasıl ol­ sa üç büyüklerin isteğine k arşı çık amaz diye ekliyordu (20). Konfe ransı n normal toplantıları sona erer ermez, Molo­ tov ve Eden, 3 1 Ekimde Türk iye' nin savaşa katılma k ararı al­ mas ı için seçilecek en iyi yolun han gisi olduğunu kararlaştır­ mak üzere masa başına oturdular. Eden'in C hurchill'e çekti­ ği telgrafa göre, Molotov bu tartışma sırasında durup durup aynı şeyi söylemişti: "Ü ç Büyükler, Türk iye'nin gerçek ten sa­ vaşa katılmasını gerekli görüyorlarsa, Türkiye buna k arşı çı­ kamaz .. " .

(2 1 ). C hurchill de kendi yönünden ve konfe ransın

havasından aldığı cesaretle, Türkiye'nin savaşa katılmasını kolaylaştıracak yeni bir k ampanya açmaya karar vermişti. Amerik a planlamacıları n, Türk lerin savaşa katılmaları nı sa­ lık vermeye k arşı çık malar ına, kendilerinin Tü rkiye cephesi­ ne gereken loj istik yardımı yapmak istememelerine ya da ya­ pamayacakları nı belirtmelerine rağmen," C hurchill, Ruslarla birlikte her ne pahasına olursa olsun Türklerin savaşa k atıl(19) Aynı yerde, söz konusu edilen cümle, Molotov'un doğrudan doğru­ ya ağzından çıkan sözden çok, Hull'ın Molotov'u anlatan ifadesi için kullanıl­ mıştır. (20) Bak: 28 Ekim 1943'te Moskova'da yapılan Üçlü Konferans'ın 10. Oturum Tutanakları, aynı yerde, s. 650-662. (2 1) Bak: Eden, önceki kitap, s. 483-484.

78


malarını sağlamayı kararlaştırmışa benziyordu. Türklerin o za­ mana kadar aldığı yardımlarla savaşta başarılı olup olmama­ ları konusunda da, göründüğü kadarıyla, Amerikalılardan da­ ha az karamsardı (22). Bu, savaş boyunca İngiliz-Türk ilişki­ lerinin en kötü seviyeye ulaştığı dönemin başlangıcıdır. Türk politikasını çizenler, özellikle Dışişleri Bakanı Menemenci­ oğlu, Türk şehirleri gerektiği biçimde korunmuş olsun ya da olmasın, Türk askeri birlikleri yeteri kadar donatılmış ve tak­ viye edilmiş olsun ya da olmasın, İngilizlerle Rusların kendi­ lerini savaşa sürüklemeye istekli oldukları izlenimine varmış­ lardı. Eden da Molotov'a, Türk Dışişleri Bakanı'yla Kahi­ re'de buluşacağını, Üç Büyükler adına Türkiye'nin havaalan­ larını hemen kullanma, Boğazlardan denizaltılarını geçirme izni istemeye hazırlandığını bildirdi (23). Yine de Eden'la Molotov arasında bazı anlaşmazlıklar çıktı. Eden, Türklerin yardımı olmadan Leros adasında daha çok direnemeyecekle­ rini Molotov'a söyledi ve Leros'u korumak için Türkiye ha­ vaalanlarından yararlanacağını belirtti. Molotov, hemen buna kesinlikle karşı çıktı, Türkiye'nin topyekün savaşa girmesi (22) Halka Kapanıyor, s. 288-289, Churchill 23 Ekim 1943 'te Eden'a çek­ tiği telgrafta, "Türkiye'yi savaşa girmeye zorlarsak, yeniden uçak vb. şeylerde diretecektir; bunu da ltalya'daki temel harekatımızı aksatmadan sağlayamayız. Fakat Türkiye kendi teşebbüsüyle savaşa girerse, saldırmazlık döneminden çı­ karsa, kendisine karşı aynı yükümlülükleri taşıyoruz denemez. Buna karşılık bü­ yük avantajlar sağlanabilir" diyordu. Churchill şu sonuca varıyordu) "Ben, Tür­ kiye'nin kendi adına savaşa girmesinden pek hoşlanacağım." (23) Bak: Görüşme Memorandumu, Moskova, 3 1 Ekim 1943, Dışişleri, 1 943, Cilt: I, s. 689-690; Sovyetler Birliği'ndeki Büyükelçiden (Harriman), Mos­ kova, 1 Kasım 1943; aynı yerde; s. 693-694, Eden, Hull ve Harriman'a önce ne söylemek niyetinde olduğunu, sonra da Molotov'a ne söylediğini anlatmıştır.

79


gerektiğini ileri sürdü (24). Molotov, İngiliz-Rus ittifakının ge­ leceğinin de buna bağlı olduğunu ima etti. Anlaşılan, Eden da Molotov'un ileri sürdüğü nedenler karşısında etkilenmişti. 1 Kasım 1 943 'te Hull, Başkan'a, İngiliz Dışişleri Bakanının Churchill 'e gönderdiği bir telgrafı kendisine gösterdiğini ha­ ber verdi. Eden bu telgrafında, Menemencioğlu ve Türk hü­ kfuneti, eğer Müttefiklerin havaalanlanndan yararlanmaları­ na ve denizaltılarını Boğazlardan geçirmelerine izin vermez­ se, "Kendisine (Menemencioğlu'na) araç ve gereç yardımı­ mızı durduracağımızı söyleyeceğim" dediğini kabul ediyor­ du. Eden daha da ileri gitti. Türkiye 1 943 yılı sonuna kadar Almanya'ya karşı savaşa girmezse, Müttefikler Türk hükfune­ tine hemen savaşa katılmasını isteyen üçlü bir ültimatom ve­ receklerdi. Bu uyanların sonucu olarak Molotov, İngilizlerin Türk hava üslerinden yararlanma isteklerine karşı olan dire­ nişinden vazgeçti. Eden şöyle yazmaktadır: Hükfunetimiz yıl sonundan önce Türkiye'nin savaşa ka­ tılması konusunda tam uyuşma durumundaydı ve bu konuda hemen imza vermeye hazırdım. Aramızdaki tek anlaşmazlık, taktik sorunlarıydı. O biraz daha çabuk olmasını isterken, ben biraz daha ağırdan almamız görüşündeydim (25). Molotov ve Eden yine de geçici biruzlaşma üzerinde bir­ leştiler: l 943 yılı sona ermeden önce Türkiye savaşa katıla(24) Aynı yerde, s. 694. Eden, önceki aynı kitap, s. 483, Churchill'le bir­ likte Türkiye'nin savaşa katılması konusunda Amerika ile aynı endişeleri pay­ laştıklarını belirtmektedir. "Öte yandan başbakan ve ben, Sovyet önerisine dü­ pedüz olumsuz bir karşılık vermek istemiyorduk" diye yazıyor. (25) Bak. Dışişleri Bakanı'ndan Başkan'a, Moskova, 1 Kasım 1943, Dış llişkiler, Kahire ve Tahran Konferansları, s. 144- 146.

80


cak, iki hükümetçe istenilen hava üslerinden yararlanma ve Müttefiklere istedikleri kolaylıkları tanıma konularında olum­ lu davranacaktı.

1

Kasım

1 943 'te iki Dışişleri Bakanı şu giz­

li protokolü imzaladı: Sovyetler Birliği ve Birleşik Krallık Dışişleri Bakanları aşağıdaki konularda anlaşmaya varmıştır:

1 . Türkiye'nin Birleşmiş Milletler arasındaki yerini alma­ sı ve Hitler Almanya'sının yenilgisini çabuklaştırmak için... İki Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin

1 943

yılı sonundan önce

Birleşmiş Milletler'in yanında savaşa katılmasını istenmeye değer görmektedir.

2. İki Dışişleri Bakanı, Birleşik Krallık ve Sovyet hüku­ metleri adına, Türkiye'ye, en yakın ve yugun bir zamanda sa­ vaşa katılması konusunda anlaştıklarını, buna göre

1 943

yılı

bitıneden önce Türkiye 'nin savaŞa girmesi gerektiğini bildi­ receklerdir.

3 . Aynca, Türkiye'den Türk havaalanlarını kullanma ve i­ ki hükümetin gerekli göreceği öbür kolaylıkları tanıyarak, Müt­ tefik Kuvvetleri emrine verip Birleşmiş Milletlere yardımcı ol­ masını.hemen isteme konusunda anlaşmaya varılmıştır (26). Konferansın başından beri Molotov'un pe_şinde koştuğu anlaşma, artık İngilizlerce kabul edilmiş oluyordu. Protokolun hazırlanmasından sonra Molotov, Amerika­ lıların da buna katılmaları için çaba harcamaya başladı. Anlaş­ malarını üçlü bir anlaşma durumuna getirme imkanını yarat­ ması için gerekli sondajları yapmasını Eden'den istedi. Hull,

(26) Bak: Sovyetler Birliği'ndeki Büyükelçi'den (Harriman) Başkan'a, Moskova, 2 Kasını 1943, Dış İlişkiler, 1943, cilt; 1, s.697-698.

81


hemen Başkan' a bir telgraf çekti ve bu konuda talimat istedi. Molotov'un çabalan bu sefer karşılığını gördü. 4 Kasımda Baş­

kan, Hull, Washington' a döndüğü için büyükelçi Harriman' a, hükfunetinin de Türk havaalanlannın hemen kullanılması için Türkiye'den istekte bulunulması konusunda Büyük Britanya ve Sovyetler Birliği' ne katıldığını, ayrıca yıl sona ermeden Tür­ kiye' nin savaşa katılması için baskı yapılmasını da kabul etti­ ğini " bildirdi (27). Molotov budan çok hoşnut kalmıştı. Elbette, Harriman da hoşnuttu (28). Eden' a gelince, o da

4 Kasımda, hiç sevmediği ve Mihver yanlısı olarak bellediği Türk Dışişleri Bakanı ile Kahire'de buluşmak üzere Mosko­ va'dan ayrıldı.

Menemencioğlu ve Eden Kahire'de: İngilizler Rus Kozunu Oynuyor 5 Kasımdan 8 Kasıma kadar Türk ve İn­ -

giliz Dışişleri Bakanlan arasında yapılan toplantılarda her şe-

(27) Başkan Roosevelt'ten, Sovyetler Birliği'ndeki Büyükelçiye, Washing­ ton, 4 Kasım 1 943, aynı yerde, s.698. Bu, Türkiye'nin savaşa katılması konusunda Roosevelt'in bir dönüşünü göstermektedir. Harriman'ın, Birleşik Amerika'nın da İngiliz-Sovyet anlaşma­ sına katılmasını salık vermesi ve Roosevelt'in yıl boyunca Ruslarla iyi ilişkiler içinde olma isteği, kendisini bu kararında etkilemiş olmalıdır. Cevat Açıkalın'dan sonra Moskova'ya Büyükelçi olarak atanan Selim Sarper, imzalanışının üzerin­ den aylar geçme<ten bu gizli protokoldan haberi olmadığını yazara söylemiştir. Elbette, Türk hiikômeti de gizli protokol konusunda bilgi sahibi olamamıştı. Bu­ na rağmen Sarper, Eden'ın Kalıire'deki kararlı tutumunu görüp isteklerinin ne olduğunu öğrenince, İngilizlerin, Sovyetlerin ve belki de Amerikalıların, Türki­ ye konusunda aralarında anlaştıklarını sezinlediklerini belirtmiştir. (Yazarla Sar­ per arasındaki özel bir görüşmeden.) (28) 7 Kasımda Harriman, Roosevelt'e bir yazı göndererek, İngiliz-Sov­ yet anlaşması üzerine aldığı karardan duyduğu hoşnutluğu dile getirdi. Dolayı­ sıyla, Molotov'un Türkiye'nin savaşa katılmasını neden bu kadar çok özlediği­ ni kendıne göre açıkladı: "Molotov'un kuşkusu ... bana kalırsa kendisinin de s?Y':�f askeri önderlerinin bazı eleştirilerine hedef olmasından ileri gelmekte­ dır... Bak: Sovyetler Birliği'ndeki Büyükelçi'den (Harriman), Başkan Roo­ se,elt'e, Moskova'da 7 Kasım 1 943, aynı yerde, s. 699.

82


yin kötü gittiği açıkça görülmektedir. Ankara'daki İngiliz Bü­ yükelçisi Hugessen, Eden'in Menemencioğlu'nu görmek is­ tediğini bildiriyordu ve 1 Kasımda "özel olarak" zemin yok­ lamaya başladı. "Şart kipi taşıyan bir sürü cümle" kullanan Hugessen, Menemencioğlu'nun "en yakın bir zamanda" Kahire'ye git­ meyi isteyip istemediğini anlamaya çalıştı (29). Menemencioğlu, buna olumlu karşılık verdi. Türk Dışiş­ leri Bakanı, ertesi gün sabah saat 1 O 'da, yani 2 Kasımda, has­ ta olduğu için yataktan _çıkamayacağını telefonla Hugessen'e bildirdi (30). En sonunda çağrı gelince, Menemencioğlu'na ha­ zırlanmak için yalnızca 24 saatlik bir süre kalmış oldu. Uçuş şartlan öyle kötüydü ki, Hugessen ve Menemen(29) Hugessen, önceki aynı kitap, s. 1 95. (30) Kahire'deki Eden-Menemencioğlu görüşmesinin nasıl hazırlandığı üzerine anlatılan bu olay, konferans sırasında kulaktan kulağa dolaşan biçimin­ den değişiktir. Buna göre, toplantı isteğinde bulunan Menemencioğlu'ydu. An­ kara'daki Amerikan Elçiliği, bu tür raporları kabul eder görünmüştür. Bak: Dış İlişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s. 162, n.3 'te bu belgeyi yayınlayanlar, Türkiye'de görevli maslahatgüzarı Robert F.Kelley'in, Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği ve şimdiye kadar hiç yayınlanmamış bir telgrafından söz etmektedir­ ler. Buna göre, "Numan (Menemencioğlu) ile Eden arasındaki görüşme, Mos­ kova dönüşü Eden'le buluşmak isteyen Menemencioğlu 'nun isteğiyle gerçekleş­ miştir.'' Kelley, aynı şeyi 8 Kasım�i raponında da tekrarlamıştır. Bak: Türkiye'deki maslahatgüzardan (Kelly) Başkan'a, Dışişleri Baka­ nı'na ve Dışişleri Bakan Yardımcısı'na (Stettinius), Ankara, 8 Kasım 1 943, Dış İlişkiler, Kahire ve Tahran Konferansları, s.1 6 1 - 1 62. Londra'da yayınlanan Times gazetesi, 8 Kasım 1943'te Eden'in Mene­ mencioğlu'nu Kahire'ye Moskova Konferansının kararlarını bildirmek için ça­ ğırdığı biçiminde yanlış bir inancı düzeltmiştir. Haberde, "Eden'ın, Türkiye'nin yakınında bulunuşundan asıl yararlananın Menemencioğlu olduğu" belirtilmek­ teydi. James Reston da, The New York Times gazetesinde, aynı gün aynı habe­ ri vermiştir.

83


cioğlu Toros dağlarını aşarak yirmi saatlık bir tren yolculuğu yapmak zorunda kaldılar. Burada da, toprak kayması geçitlerden birini kapatmış­ tı. Dışişleri Bakanı'yla birlikte Kahire'ye giden Açıkalın, Menemencioğlu'nun Ankara'dan başlayarak tren yolculuğu sırasında acıyla sık sık yüzünü buruşturduğunu hatırlamak­ tadır (3 1 ). Menemencioğlu ve Eden, elbette birbirlerinin yabancı­ sı değillerdi; ama, aralarında pek dostluk da yoktu. Daha gö­ rüşmelerin başlangıcında Menemencioğlu, Açıkalın'a, İngi­ liz meslektaşının hep "benim" diyen "tiyatro oyuncusu gibi" olduğunu söyledi (32) Öte yandan, Eden'in de Türk meslektaşı üzerine birta­ kım izlenimleri vardı ve ona yalnızca Mihver yanlısı gözüyle bakıyordu. Menemencioğlu'na hayran olan Büyükelçi Huges­ sen, boş yere onu bu görüşten döndürmeye çalışmıştı (33). İngiliz Dışişleri Bakanı, Kahire'ye varışından sonra, il­ kin Sholto Douglas ve General H. Maitland Wilson'la görüş­ tü. Hep birlikte o ay içinde Kraliyet Hava Kuvvetlerinden on filonun Türkiye'ye gönderilmesini kararlaştırdılar. Menemen­ cioğlu'yla Açıkalın, yanlarında Hugessen de olduğu halde, öğ­ lene doğru Kahire'ye vardılar ve 5 Kasımda hemen görüşme­ lere geçildi.

(3 1 ) Cevat Açıkalın'la yazar arasındaki özel görüşmeden, Açıkalın'dan başka, Zeki Siren, Turgut Menemencioğlu ve Şadi Kavur da, Menemencioğlu'yla birlikte Kahire'ye gitmişti. Bak: Ayın Tarihi, Kasım 1 943, cilt: 123, s.94. (32) Cevat Açıkalın'ın yazara söylediğine göre. (33) 2 1 Mart 1 966'da yazarla Sir Hughe Knatchbull Hugessen arasnıda Berham'da {İngiltere) yapılan özel görüşmeden.

84


Eden, Türk Dışişleri Bakanı'nın karşısına, üç hafta için­ de Türk topraklarının hava filolarının inişini hemen kabul et­ mesi isteğiyle çıktı (34). Bu istek karşısında pek şaşıran Me­ nemencioğlu, savaşa katılma isteği gibi, bunu da görüşmeyi kabul etmedi (35). Bu konuşmalardan söz ederken Menemencioğlu, E­ den' ın, Türkiye'nin bir ay içinde savaşa katılmasını istediği­ ni ve kafasındaki bu niyetle Eden'in Türk hava alanlarını kul­ lanma iznini kopartmayı tasarladığını ileri sürmektedir (36). (34) Bak: Yakın Doğu Sorunları Şubesi Başkanı'ndan (Alling), Dışişleri Bakan Yardımcısı 'na (Stettinlus), Devlet Bakanı Yardımcısına (Berle) ve Siya­ si İlişkiler Danışmanı'na (Murray); Washington, 9 Kasım 1 943, Dış İlişkiler, Ka­ hire ve Tahran Konferansları, s.1 64-167. Washington'daki İngiltere Elçiliği Birinci Sekreteri Bay William Hayret açıkça Amerikalıları haberli kılmak amacıyle, Eden-Menemencioğlu görüşme­ lerinin ruhunu Paul H.Alling'e duyurmuştur. Büyükelçi Hugessen de buna ben­ zer bir görevi Ankara' da yerine getirmiştir. Bak: Ankara'daki maslahatgüzardan (Kelley), Başkan'a, Dışişleri Bakanına ve Dışişleri Bakan Yardımcısına (Stetti­ nius); Ankara, 1 0 Kasım 1 943, Dış 1lişkiler, Kahire ve Tahran Konferansları. Turgut Menemencioğlu bu konferansta amcasının tutumunu anlatırken, "Başlıca görevi İngilizlerden niyetleri üzerine bir şeyler sızdırmaktı" demekte­ dir. (Yazara gönderdiği mektuptan). (35) Hayter'inkendisine söyledikleri üzerine Alling'in raporu, Menemen­ cioğlu'nun, "İki eylem, yani Müttefiklere havaalanlarını vermekle savaşa katıl­ mak arasında bir fark olacağını kabul etmediğini" açıklamaktadır. Eden'in bu isteğiyle Menemencioğlu'nun en duyarlı sinirine basmış olması ihtimali vardır. Menemencioğlu'nun Avrupalı büyük devletlerden herhangi birine Türkiye' de üs­ ler verilmesi teşebbüsüne öteden beri karşı olduğu, daha önce de belirtilmişti. (36) Menemencioğlu Yayınlanmamış Anılar'ında şöyle demektedir: "Be­ ni Kahire'de bir sürpriz bekliyordu. Daha ilk görüşmemizde Bay Eden, Bay Churchill'in, Türkiye'nin bir aya kadar Almanya'ya savaş ilan etmesini görme­ yi özlediğini bildirdi.'' Menemenci oğlu, bu istek karşısındaki şaşkınlığını belirt­ mektedir; bunun üzerine sorunu önce enine boyuna tartışmalarının daha iyi ola­ cağını ileri sürmüştür. Bu konuda şöyle yazıyor: "Kendisine (Eden'a) önce ko­ nuşmamızı genel sorunlarüzerinde sürdürmemizi, Türkiye'yi ve Türk-İngiliz iliş­ kilerini ilgilendiren sorunları ele almamızı önerdim. Birinci derecede önemli olan bu konuyu hallettikten sonra, Churchill'in önerisini incelemeye başlayabi­ lirdik.''

85


Eğer Menemencioğlu dürüst konuşuyorsa, Eden'ın, Türki­ ye'yi savaşa sokmak için Türkiye üzerinde baskı yapılması yo­ lundaki Molotov'un isteğini güttüğünü ileri sürmeliydi. E­ den'la Menemencioğlu arasındaki tartışmaların İngilizlerce Amerikalılara verilen tutanakları ise Eden'ın öncelikle hava üslerinden söz ettiğini ortaya koymaktadır (37). Görüşmele­ rin İngilizlerce açıklanan biçimine göre, Eden, Menemenci­ oğlu'na, "Türkleri kendi başlarına savaşa sürüklemek için baskı yapmak niyetinde olmadıkları" konusunda güvence ver­ miştir (38). Eden, hava üslerinin kullanılmasını, ya da Türki­ ye'nin hemen savaşa katılmasını isterken, Menemencioğlu da kurnazca, Türk hava üslerinin Müttefik hava filolannca kul­ lanılmasının, Almanya'ya savaş açmış olmaktan ayırt edile­ meyeceği üzerinde durdu. Mihver, bu tutuma böyle bir gözle bakabilirdi (39). Me­ nemencioğlu gerek Türk kamuoyunun, (40) gerekse Müttefik­ lerin lojistik yeteneklerinin, Türkiye 'nin hemen savaşa girme­ si için hazır olmadıklarını da ileri sürdü (4 1). İngiliz-Ameri­ kan ortak güçlerinin Balkanları istila edecekleri vaadinin, Tür(37) Bale Dış İlişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s.164- 167, s.1 74175. (38) Aynı yerde, s.165; Menemencioğlu, "Eğer savaş sonunda Türkiye askeri yönden tükenirse, Müttefikler ne yapabileceklerdir?" diye sormuştur. (39) Profesör Abmet Şükrü Esmer, Türk Dış Politikası adlı eserinde Türk­ lerin bu tutumunu açıklamaktadır; bak. s. 160. Esmer şöyle yazıyor: "Türk delegasyonu Türkiye açısından Müttefikle­ re Türk topraklan üzerinde üs vermekle savaşa katılmak arasında bir fark olma­ dığını açıkça belirtti ve Türkiye'nin daha savaşa girmeye hazır olmadığını orta­ ya koydu." Aydemir, önceki kitap, s.265'te aynı tutumu izlemektedir. (40) Aynı yerde, s. 174. (41) Cevat Açıkalın'la yazar arasındaki özel görüşmeden.

86


kiye'nin savaşa katılmasını askeri yönden etkilemesinin müın­ kün olamayacağını savundu (42). Üstelik, İngiliz uçak filola­ rı Almanları çileden çıkarmaya yetecek, ama Türkiye'yi isti­ ladan kurtarmaya yetmeyecekti. Dolayısıyla Menemencioğlu her türlü yarım çareye ke­ sinlikle karşı çıktı: Türkiye, ne yalnızca üs vermekle yetine­ rek pasif bir rol oynamaya çalışacak, ne de "kıyıda kalıp Al­ manlara yüz verecekti." (43). Fakat Türkiye, İngilizler ve Amerikalılar Balkanlardaki varlıklarıyla yeterli bir koruma sağlamadıkça, etken bir biçimde savaşa giremeyecekti. Öne­ rileri buydu ve başkası da olamazdı. Eden, Türklerin savaşa katılmasının yarar yerine zarar verebileceğini Molotov' a anlatmakta çok güçlük çektiği ve bu­ nun Türklere karşı bir lütuf olduğuna inandığı halde, Mene­ mencioğlu olaylan hiç de bu açıdan görmüyordu. Profesör Es­ mer, İngilizler ilk adım olarak Türk havaalanlannı kullanma­ yı istedikleri zaman, Menemencioğlu'nun bunu, ikinci adımı atmak için yapılan bir hazırlık diye kabul ettiğini açıklamış(42) Eski Cumhurbaşkanı İnönü, Cevat Açıkalın ve Feridun Cemal Erkin, yazarla yaptıkları özel görüşmelerde o dönemde Balkanlara yapılacak bir Müt­ tefik çıkartmasının Türkiye'nin savaşa katılmasını sine qua non (zorunlu) kıla­ cağı tezini onaylamışlardır. Fakat, Amerikalıların böyle bir harekattan yana ol­ madıkları, açık seçik ortadadır. Bak: Stratejik Planlama, s.132-133. Churchill 'in ise bu harekatı isteyip istemediği pek belirli değildir. Fakat, Türklerin son dere­ ce açık nedenlerle Batılı müttefiklerin ikinci Cephe'yi Balkanlarda açmaların­ dan yana oldukları ve eğer böyle yapsalardı, Türklerin bütün çıkar hesaplarının değişerek terazinin kefesinin tarafsızlıktan çok, savaşa katılmaktan yana ağır ba­ sacağı kesinlikle bellidir. Müttefikler, İnönü, Churchill ve Roosevelt arasındaki Kahire Konferansı'ndan önce de bunu açıkça anlamışlardır. (43) Ankara'daki maslahatgüzardan (Kelley) Başkan'a, Dışişleri Bakanı­ na ve Dışişleri Bakan Yardımcısına (Stettinius ); Ankara, 1 0 Kasım 1 943, Dış liiş­ kiler, Kahire ve Talıran Konferansları, s. 1 74-175.

87


tı. Çünkü, nasıl olsa ardından Mihver devletleri de bu davra­ nışın sonucu olarak Türkiye'ye saldıracaktı. Böylece İngiliz­ ler, Türkleri savaşa sürüklememiş gibi görünecek; dolayısıy­ la Türkiye'yi koruma konusunda kendisini pek yükümlü gör­ meyecekti. Esmer, kendi açısından hala İngiliz politikasının bu aşa­ masını "anlamsız ve insafsız" olarak tanımlamaktadır (44). Savaşa girerlerse, Türklerin İngiliz-Amerikan yardımı­ nın yetersiz kalmasından başka en çok korktuğu şey, Sovyet­ ler Birliği'nin aşın "yardım"lanydı. Türklerin, Rusya'nın Balkanlar için beslediği emeller üzerine uzun sözlerini Mih­ ver propagandasının bir yankısı olarak kabul eden Eden için bunları dinleme zorunluluğu, özellikle pek sıkıcı oluyordu (45). Menemencioğlu'nun "kayıtsız şartsız teslim" ilkesine karşı çıkışı da, Eden'e aynı biçimde görünüyordu (46). Eden Kahire'ye, Menemencioğlu'na öğüt vermeye gel­ mişti; ondan öğüt dinlemeye değil. Ancak, Türk Dışişleri Ba(44) Ahmet Şükrü Esmer'le yazar arasındaki özel görüşmeden. Aydemir, önceki kitap, s.264, Türkler, Müttefiklere hava üssü vermeyi ve Boğazlar'dan geçiş hakkı tanımayı kabul etseydi, neler olabileceğini şöyle yo­ rumlamaktadır: ''Türkiye tam tarafolarak savaşa katılsaydı, Sovyetlerin Türk bo­ ğazlarını ve deniz ve hava üslerini kullanıp kullanmama niyetinde oldukları üze­ rine hiçbir belge yayınlanmamıştır. Ancak, Türkler savaşa katılsalardı ve Sov­ yetler de işi bir oldu bittiye getirselerdi, öyle sanıyorum ki, Müttefikler bunu ön­ lemeyi başaramayacaktı; çünkü daha Akdeniz ve Ege'de tam olarak denetimi el­ lerine alamamışlardı. Böyle bir durumda Türk-Sovyet ilişkileri şimdi bile tah­ min edilemeyecek karışıklıklara uğrayacaktı." Bu görüş, Menemencioğlu'nun o zamanki görüşüyle aynı doğrultııdadır. Gerek Bayan Nermin Streater'in yaza­ ra söylediği, gerekse Menemencioğlu'nun anılarında belirttiği gibi� Türk Dışiş­ leri Bakanı, Rusların da kuşkusuz aynı isteklerde bulunacaklarından emin ola­ rak, İngilizlere üs vermekten korkuyordu. (45) Bak. Dış !iişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s. 1 66, 1 75. (46) Aynı yerde, s . 1 66.

88


kanı, meslektaşını sanki işitmiyor gibiydi. Eden toplantılar sı­ rasında Churchill'e şu telgrafı çekti: Uzun, yorucu bir gün geçirdik. İnandırma çabalarım ge­ rek Dışişleri Bakanı, gerekse Açıkalın için hiç etkili olmadı; hele Açıkalın, sağır gibiydi... İkna olmak istemeyen bir Türk kadar hiç kimse, sağır gibi böyle kulak tıkayamaz (47). Eden, Türklerin durumundaki çekingenliğin temelinin, İngilizlerin Ruslarla "bir çeşit pazarlık" yapmış olmalarından ileri geldiğini söylemektedir (48). Daha sonraki araştırmala­ rın gösterdiği gibi, Eden, davranışında son derece dürüsttü.

Türkler, Eden'ın Moskova Konferansı'nda Rusların istedik­ lerini "olduğu gibi" tekrarladığını kavramıştı (49). Menemen­ cioğlu, aralarındaki tartışmalarda Eden'in Sovyetler Birli­ ği'nin sözcülüğünü yaptığı sonucuna hemen vardı. Bu konuda şöyle yazmaktadır: "Bay Eden'in Rusların ısrarı üzerine... Kahire'de Türkiye'nin savaşa acele katılması konusunda üstelediğini anlamakta hiç gecikmedim."

(50).

Menemencioğlu bir fırsatını bulup tartışmalar sırasında Eden'ı açıkça yalnız İngilizlerin değil, Rusların da sözcülüğünü yap­ makla suçladı

(5 1). Eden, verdiği karşılıkta, Menemencioğ-

(47) Eden, önceki kitap, s.485. (48) Aynı yerde, s.485-486. Eden şöyle yazıyor: "Türklerin durumunun kuvveti, savaştan sonraki Sovyet niyetleri üzerine besledikleri kuşkulardadır. Sovyetlerin çok güçleneceklerinden ve bizimle Birleşik Amerika'nın kendileri­ ne yardım edemeyecek kadar uzakta ya da isteksiz kalmamızdan korkuyorlar­ dı." Kendisinin altını imzalamış olduğu gizli Sovyet-Amerikan-lngiliz protoko­ luna rağmen, Eden, "Durumlarındaki (Türklerin) çekingenlik, Ruslarla aramız­ da gizli bir anlaşma olduğu yolunda temelsiz bir kuşkuya dayanmalarından ileri geliyordu," diyebilmektedir. (49) Esmer, Türk Dış Politikası, s.160. (50) Menemencioğlu'nun Yayınlanmamış Anıları, s.278-279 (51) Dış l!işki!er: Kahire ve Tahran Konferansları, s. 1 8 1 .

89


lu'nun "Gerçeklere bakması gerektiğini... Britanya'nın Tür­ kiye 'nin müttefiki olduğunu, ancak Rusya'nın da müttefiki sa­ yıldığını" söyledi (52). Bu insanı korkutacak kadar haklı bir fikirdi ve Türkleri, İngilizlerin isteklerine karşı bütün bütün isteksiz duruma getirdi. Menemencioğlu, Rusların amaçları üzerine yaptığı tah­ minlerde son derece içten ve açıktı. Özellikle, Balkan ulusla­ rı ve Doğu Avrupa konusunda. Bu kuşkularının İngiltere Dı­ şişleri Bakanı 'nca da bilinmesi için, Rus niyetleri üzerine dur­ madan kesinlikle sorular yöneltmekteydi. Menemencioğlu hiçbir biçimde özür dilemeden, bu sorunların "gerçekten çok büyük patavatsızlık" olduğunu kabul etmektedir (53). Menemencioğlu'nun Moskova 'da alınan kararları öğren­ mek için gösterdiği büyük merak, özellikle Türk Dışişleri Ba­ kanı 'nın dönüp dolaşıp değindiği Polonya'nın kaderi üzerin­ de toplanmaktaydı. Bir aralık Menemencioğlu, Eden'e dos­ doğru şu soruyu sordu: "Polonya konusunda niyetiniz nedir?" Eden, "küplere bindi" ve "Bu sizi ne ilgilendirir ki?" diye pat­ ladı. Menemencioğlu da buna ateşli bir tavırla: "Çünkü, Po­ lonya bizim için bir 'pierre de touceh' (A) tur," karşılığını ver­ di (54).

(52) Esmer, Türk Dış Politikası, s. 1 6 1 , bu noktada Eden'in Menemenci­ oğlu'na karşı beslediği "öfke"nin, toplantının kısır sonuçlar vermesinde başlı­ ca rolü oynadığını ileri sürmektedir. Esmer, anlattıklarında, tıpkı bu eserin yaza­ n gibi, Michel Sokolnicki'nin yayınlanmanuş anılarından yararlanmıştır. (53) Menemencioğlu'nun Yayınlanmamış Anılan, s.275. (A) Pierre de touche, aslında Fransızca, "denek taşı" demektir. (54) İki Dışişleri Bakanı arasındaki bu konuşma, Michel Sokolnicki'nin yayınlanmanuş anılarında geçmektedir ve savaş yıllarında Polonya'nın Ankara Büyükelçisine, Türk Dışişleri Bakanının kendisince aktanlmıştır.

90


Eden, Türk dış politikasında zorla bir değişiklik oluştur­ mak için çaba harcarken, Rusları öne sürerek Türkleri tehdit etmek gibi hiç de verimli olmayan bir stratejiye bile baş vur­ muş, "İngilizlerin isteklerine karşı çıkacak olursa, Türkiye'nin Rusya karşısında hiç de istenmeyecek bir duruma düşeceği­ ni" belirtmiştir (55). Kısacası, Eden, Churchill'in Adana'da düşünüp de yapamadığını gerçekleştirmiştir. Başbakan, zama­ nında Harry Hopkins' e, Türkler "itaatsizlik" ederlerse, "Rus­ ları Çanakkale boğazı konusunda dizginlemeyi beceremeye­ ceğini" söyleme "yolunu seçeceğini" belirtmişti (56). Ancak, gördüğümüz gibi, Churchill çok daha yumuşak davranmıştı. Son görüşmelerini bağlamalarına sıra gelince, Eden, Mene­ mencioğlu 'yla buluşmasını dostça bir hava içinde bitirme ça­ bası içinde, Türk Dışişleri Bakanına söylediklerini Başbakan Churchill' e aktaracağını bildirmişti. Menemencioğlu da, "Lüt­ fen Bay Churchill'e söyleyin, Adana'yı hatırlasın ve bir sa­ bah bize verdiği belgeyi lütfen yeniden okusun. Kendisinin durumu anlayacağından eminim," karşılığı­ nı verdi (57). Aynca, Müttefiklerin önerilerini incelenmek üzere hü_kfunetine bildireceğine söz verdi. Eğer Eden, savaş döneminde ve savaştan sonra güvenli­ ğini düşünme, mümkün olursa önce Türkiye'nin, sonra da Balkan ülkelerinin bağımsızlığını garantiye alma ilkesine da­ yanan Türk dış politikasının temelini anlamış olsaydı, Mene­ mencioğu'nu kazanma konusunda uğradığı başarısızlık ken­ disi için çok daha az şaşırtıcı olurdu. Türkler hiç de Alman(55) Dış ilişkiler, Kahire ve Tahran Konferansları, s. 166. (56) Sherwood, önceki kitap, s.683. (57) Menemencioğlu'nun Yayınlanmamış Anılan, s.276.

91


larla savaşmaya istekli değildi. Kendilerini gereksiz yere za­ yıf düşürmek istemiyor, savaştan muzaffer çıkacak olan güç­ lü bir Sovyetler Birliği'nin karşısına güçlü ve yıpranmadan çık­ mayı tercih ediyordu. Önceden de belirtildiği gibi, Türkler Almanlara karşı savaşıp bütün kaynaklarını tüketmekten, böy­ lece Rusların baskı ve emelleri karşısında daha duyarlı bir du­ ruma düşmekten korkuyorlardı. Balkanlarda toprak istekleri yoktu; ulusça Almanya'ya diş bilemiyorlardı. Çünkü Alman­ lar, hiç olmazsa Mihver' in ilerleme döneminde, tarafsızlıkla­ rına ve toprak bütünlüklerine dokunmamıştı. Eğer savaşma­ ları gerekiyorsa, bu, düşmanları olarak belledikleri Ruslara karşı bugünkü ve ilerdeki durumlarını garantiye almak için ol­ malıydı. Balkanları Ruslardan önce İngilizlerle Amerikalıla­ rın istilii etmeleri için savaşa katılmaya hazırdılar. Fakat, Menemencioğlu'nun Kahire'de Eden' a açık seçik söylediği gibi, "Rusya'nın Romanya ve Bulgaristan'a yerleş­ mesine yardımcı olmak için" savaşa katılmaya hiç istekli de­ ğillerdi (58). Ya da Rus birliklerinin Doğu Akdeniz'e sızma­ ları için gelip geçecekleri bir yol olmayı istemiyorlardı. Bu be­ lirli politika ilkeleri karşısında Türkiye'yi bir Sovyet genişle­ me siyasetiyle tehdit etmenin elbette hiçbir yaran olamazdı. Çünkü, aslında Türklerin hesaplarında bütün bunlar vardı. Yi­ ne, bugün Moskova'yla işbirliği yaparak ilerde Rusların Türk­ lerden daha az şeyler isteyeceklerini ummak doğru olmazdı. Bu kadarı da, Türklerin sabrını taşırtacak kadar ileri gitmek demekti artık. Dolayısıyla, Eden'in, Menemencioğlu'yla kar-

(58) Türk Dış Politikası, s. 1 6 1 .

92


şılaşmasında ne ağzına bir parmak bal çalması, ne de sert çı­ kışları yararlı olabildi. 1 5 Kasımda Menemencioğlu'nun Büyükelçi Hugessen'i çağırtarak "Türkiye'nin, İngiltere'nin tekliflerini kabul etme­ diğini bildirmesi", doğrusu bu bakımdan hiç de sürpriz sayıl­ madı (59). Hugessen, istemeye istemeye Türk Dışişleri Bakanı 'na, ... bu şartlar altında ülkesinin Türkiye'ye silah yardımını sürdürmesinin çok zor, belki de hiç mümkün olamayacağını be­ lirtti (60). Yeni Türk Stratejisi: Taktik yer değiştirmeler - Tuta­ naklardan da anlaşıldığı üzere, Kahire'de Türklerin savaşa ka­ tılmamak için gösterdikleri çabalar, Eden'ı Türkiye'nin vak­ tinden önce savaşa katılmasının yalnız Rus çıkarlarına hizmet edeceğine, bu çıkarların da yalnız Türklere değil, Batılı Müt­ tefiklere de zarar vereceğine inandırma üzerinde toplanıyor­ du. Ancak, bütün bu çabalar, hiç olmazsa Eden'ı inandırmak konusunda, ne acıdır ki, başarısızlığa uğradı. Bundan sonra Türk stratejisinde bir değişiklik görüldü. Türkler, Rusların Do(59) Aynı yerde, s. 1 60. Türkiye bu sırada Müttefiklere ''hayır'' dediği hal­ de, İnönü şimdiden Müttefiklerin baskısına daha ne kadar direnebileceğini he­ saplamaya başlamıştı. Aydemir, yazdığı İnönü biyografisinde, kasım ayı ortala­ rında yapılan bir toplantıda lnönü'nün Türk Tarih Kurumundan bir kurula şun­ ları söylediğini anlatmaktadır: "Gün çok yaklaştı. Türk ulusu, ulusun çıkarları için savaşa girmenin eşiğindedir. Yurdun dört bir köşesine dağılacaksınız. Bu­ günden başlayarak ülkenin bu çetin göreve alışmasını sağlayacaksınız. Türkiye bu savaşa katılacaktır." Bak: Aydemir, önceki kitap, s. 1 35. (60) Bak: Yakın Doğu Masasından Bay (Foy D.) Kohler'in memorandu­ mu, Dış 1lişkiler, Kahire ve Tahran Konferansları, s.1 80-1 82. Hugessen Kahi­ re'de, "Almanlara karşı kullanılmak üzere Türklere verilen silfilılar, Türklerce kullanılmazsa, Sovyetler bunların Ruslara karşı kullanılmak üzere verildiğine ina­ nacaklardır," diyordu. Aynı yerde, s. l 80).

93


ğu Avrupa üzerinde gelecekte besledikleri niyetler konusunda bir daha Müttefiklere hiçbir uyarıda bulunmadı. Sovyet tehdi­ di üzerine görüşlerini hemen arka plana iterek Müttefiklerin isteklerine karşı direnmek için bütünüyle loj istik ve askeri tak­ tiklere bağlandılar. İngiliz ve Amerikalılar bu konudaki öğüt­ lerini ya da mantıklarını kabule hazırlıklı görünmüyorlardı. Menemencioğlu Ankara'ya döndükten üç gün sonra, 1 3 Kasım akşamı Büyükelçi Steinhardt'la görüşerek yeni strate­ jiyi başlatmış oldu (6 1). Kendisine Kahire görüşmelerini an­ latarak, Eden'la anlaşamadıkları sekiz noktayı açıkladı. Dışişleri Bakanı'nın fikrine göre bunlar süregelen Türk tarafsızlığı ile bağdaşmaktaydı. Sekizi de askeri bir nitelik ta­ şıyordu. Fakat, bir araya geldikleri zaman, Türkiye'yi savaşa sürüklemek isteyen İngiliz çabalarına karşı bir savunma per­ desi ortaya çıkıyordu. Sovyet tehdidi ya da Balkanlarda savaş sonrası sınır belirlemesi üzerine tek söz edilmemişti. Mene­ mencioğlu'nun Steinhardt'a belirttiği sekiz nokta şunlardı: 1 . Türk hükfuneti, hava üsleri verme konusu yerine, Tür­ kiye'nin savaşa katılması sorununu tartışmayı tercih etmekte­ dir; çünkü Müttefiklere hava üsleri verilmesinin Türkiye'yi sa­ vaşa sürükleyeceği kaçınılmaz bir gerçektir.

2. Eden, Türkiye'nin savaşa katılıp eyleme girişmesini önerirken Türklerin Müttefiklerden yardım bekleyip bekleme­ yeceğini belirtmemiştir. 3 . Türk ordusu saldın için hazırlıklı değildir ve . . . İstan­ bul ve İzmir şehirlerinin yıkılmasına yol açacak. .. demiryolu (6 1) Bak: Türkiye'deki Büyükelçi'den (Steinhardt) Başkan'a Dışişleri Bakanı 'na ve Dışişleri Bakan Yardımcısı 'na (Stettinius) Ankara, 14 Kasım 1 943, Dış llişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s.190-192.

94


şebekesi felce uğrayacak... ulaşım sisteminin yok edilmesi so­ nucunda yokluk ve sıkıntı başlayacaktır...

4. İngilizlerin Ege adalarını istila edip buralarda tutun­ mak için yeteri kadar kuvvet göndermemeleri, Türkiye' nin sa­ vaşa katılmak için hazır duruma gelmesini olumsuz yönden etkilemiştir.

5 . Müttefiklerin özellikle, kuvvetli bir hava gücünü Tür­ kiye 'de bulundurmak için hemen göndermesi karşısında Türk hükfuneti, onlara üs verdiği için Mihver' in şiddetli bir tepki­ siyle karşılaşma ihtimalini göz önünde bulundurmak zorun­ dadır ... ve Almanlar prestijlerini kurtarmak için kolay bir za­ fer kazanmak isteyeceklerdir. 6. Eden' in

3 Aralık tarihine kadar Türkiye' nin hava üs­

leri vermesi ya da savaşa katılması konusundaki isteği, gerek­ li askeri hazırlıkları yapmak ve kamuoyunu savaşa hazırlamak için yeterli değildir.

7. Eden' in, Müttefiklerin Yakın Doğu ve Balkanlarla il­ gili askeri planları üzerine hiç olmazsa kısmi bir açıklamada bulumt?-adan Türkiye'den üs istemesi ya da savaşa katılması­ nı önermesi, mantıklı bir davranış olmamıştır.

8.

İngiliz-Amerikan kuvvetleri eğer Balkanlara çıkarlar­

sa, bu, Türkiye' yi destekleyecek yeterli gücü sağlayacağından, Türk hükfuneti savaşa katılmakta en küçük bir duraklamaya göstermeyecektir (62). Savaşa erken katılmanın siyasal tehlikelerini bir yana bı­ rakıp bütünüyle askeri sorunlara yöneliş nedeniyle Türk stra-

(62) Aynı yerde, s. 1 90- 1 9 1 .

95


tejisinde ortaya çıkan bu değişikliği Büyükelçi Steinhardt'ın değerlendirdiği açıkça bellidir. 1 5 Kasımda, Ankara'daki Sovyet Büyükelçisi Vinogra­ dov, Steinhardt'a, Ankara'ya döndüğünden beri Menemenci­ oğlu'yla görüşmeye kalkışmadığını ifade etti. Çünkü, Türki­ ye'yi savaşa girmekten alıkoyan nedenlerin siyasal mı, yoksa askeri mi olduğunu öğrenme işini İngiliz Büyükelçisi 'ne bı­ rakmayı uygun gördüğünü açıkladı (63). Steinhardt'ın edindiği izlenime göre, önce Türkler ken­ disine yanaşıncaya kadar, Vinogradov bilerek İngiliz-Türk gö­ rüşmelerinin dışında kalmak için emir almıştı. Demek ki, Me­ nemencioğlu 'yla yaptığı görüşmeden sonra, Türklerin Mos­ kova Konferansı uyarınca güvence olarak her şeyi aldıklarını, ancak askeri nedenlerle Müttefiklerin isteklerini yerine getir­ meye yanaşmadıklarını Vinogradov'a söylemek, Steinhardt'a düşüyordu (64). Bu, son derece anlamlıdır; çünkü Steinhardt bu arada Hu­ gessen'den Türk düşünce tarzını etkileyen sorunların askeri ol­ maktan çok, siyasal olduğunu, Kahire Konferansı 'nın hikaye(63) Aynı yerde, s.200. Hugessen, anlaşılıyor ki Vinogradov'a Türklerin gösterdikleri inatçılığın öncelikle siyasal hesaplara, özellikle de Sovyetlerin Bal­ kanlardaki niyet ve amaçlarından korkmalarına dayandığını bildirmiştir. Her ne kadar lngiliz Büyükelçisi'nin bu davranışı üçüncü bir elden, yani Vinogradov ara­ cılığıyla Steinhardt tarafından aktarılmakta ise de, doğruya benzemektedir. Bü­ yükelçi Hugessen, yazara, o dönemde "Vino ile aralarında mümkün olduğu ka­ dar sıkı bir bağ kurduğıınu", haftada hiç olmazsa bir defa birlikte yemek yedik­ lerini söylemiştir. Dolayısıyla .1-!:ıgessen'in Vinogradov' a, Kahire Konferansı 'nın gidişini olanca ayrıntılarıyla aktannış olınası büyük bir ihtimaldi. (Sir Hughe Knatchbull-Hugessen ile yazar arasındaki özel bir görüşmeden.)

(64) Bak: Türkiye'deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Başkan'a, Dışişleri Bakanı 'na ve Dışişleri Bakan Yardımcısı 'na (Stettinius), Ankara, 16 Kasım 1943, aynı yerde, s.l 19-120.

96


sini tam olarak dinleyerek öğrenmişti. Buna rağmen Stein­ hardt, Türklerin yeni stratejisini kabule hazır görünmekle kal­ mıyor, aynca bunu Sovyet Büyükelçisi'ne de aktarmak için telaşlanıyordu. Bu davranışının nedenini anlamak zor değil­ dir. Savaş boyunca Birleşik Amerika, Türkiye'nin savaşa ka­ tılması için baskı yapılması yolundaki önerileri -bunun bir ka­ nıtı da son Moskova Konferansı'ydı- isteksiz karşılamıştı (65). Cevat Açıkalın, o dönemde Steinhardt'ın, Türkiye'nin savaşa katılması için Türklere baskı yapmadığını söylemek­ tedir ( 66). Birleşik Amerika aynca, Türklerin gösterdiği ina­ dın, Rusya' ca mümkün olduğu kadar saldırgan bir niyetle yo­ rumlanmaması için çaba harcıyordu. Alman askeri gücünden ve Müttefiklerin Doğu Akdeniz'deki zayıf durumwıdan kork­ maya ve çekinmeye dayanan yeni Türk stratejisi, Amerikalı­ lar için Kahire'de izlenen sert Sovyet karşıtı politkadan elbet(65) Avareli Harriman, A.B.D.'nin Moskova Büyiikelçisi olarak Birleşik Aınerika'nın Türkiye'ye karşı sert birpolitika izlemesinden yana olan pek az kim­ seden biriydi. Belki de görevi onu, Rusların bu konudaki duygularına daha da yakınlaştırmıştı. Harriman, Birleşik Aınerika'nın ' 'hemen ve en gerçekçi biçim­ de" TürK!erin üzerindeki baskısını arttırmasını istiyordu. Harbiye Bakanı Yardımcısı'nın (McCloy) Harriman'la yaptığı göriişme­ ye dayanan memorandumu, Kahire, 2 1 Kasını 1943, aynı yerde, s.266. Harriman, "Biz de, hiç olmazsa Eden'in oldukça başarılı baskısı kadar bir baskı yapmalıyız," diyordu, aynı yerde. General George C.Marshall ise, S.S.C.B. 'nin Türkiye 'nin savaşa katılma­ sını büyük bir soğukkanlılıkla istediğini belirtiyordu. "Sovyetler kesinlikle bir şeyler istiyor ve ne istediklerini anlamamız şart.''

Ortak Kurmay Başkanlan tu­

tanakları, Başkan'ın Ortak Kurmay Başkanları ile Toplantısı, 28 Kasım 1943, ay­ nı yerde, s.48 1 .

Fakat, bu göriişlerin hiçbiri Başkan'ı etkilemedi; çüıikü Başkan, Mütte­ fıkler arasındaki birliği ve Sovyetler'i gücendirmemeyi her şeye tercih ediyor­

du; aynı yerde, s.480. Bunun sonucu olarak da, o zamanki A.B.D. politikası, Mos­ kova Konferansı'nda kabul edilen üçlü tutuma bağlı kaldı.

(66) Cevat Açıkalın'la yazar arasındaki özel göriişmeden.

97


te ki çok daha elverişliydi. Cevat Açıkalın, bu noktada Türki­ ye 'nin bilerek tarafsızlığını korumasına en iyi yardım edecek yol olduğu için yalnızca askeri nedenleri seçtiğini onaylamak­ tadır (67). Türk politikasını çizenler, Amerikalıların da, Rusya ile sıkı ilişkiler sürdürmek ve Rus niyetleri üzerine iyimser ol­ maya dayanan İngiliz görüşüne katıldıklarına karar verince ar­ tık, yalnız Türk savunma hatlarının hazırlıksız ve yetersiz olu­ şundan söz etıneye başladılar, Sovyetlerin yayılma siyasetinin gelecekteki tehlikelerinden bir daha söz etınediler. (67) Açıkalın, görüşme sırasında bunun bütünüyle taktik bir değişiklik ol­ duğunu belirtmiştir. Gerçekten de Türklerin zihninde Rus niyetleriyle ilgili siya­ sal sorunlar, gerçek olmakla birlikte daha az korkutucu saydıkları Alman askeri gücünden ağır basmaktaydı. Açıkalın, 1 943 yılı kasım ayının üçüncü haftasında, Menemencioğlu'nun Kahire'den dönüşünden on gün sonra, Vinogradov'u Dı­ şişleri Bakalığına çağırdığını açıklamıştır. Açıkalın, Rus Elçisine, "Bakın, Al­ maların Bulgaristan'da 17 taze tümenleri var," diye söze başlayınca, Vinogra­ dov sözünü kesip, "On beş," demiş. "Pekiila, öyle olsun," diyerek konuşması­ nı sürdürmüş Açıkalın; " Siz, bir de bizim savaşa girmemizi istiyorsunuz, öyle mi?" Vinogradov başıyle "evet" demiş. "Peki, öyleyse biz de savaşmaya razı­ yız, ama, yalnız Bulgaristan'da: ve eğer siz, İngilizler ya da Amerikalılar da ya­ nımızda savaşırsanız!" Açıkalın, Vinogradov'un adeta coştuğunu, birkaç defa üst üste "Güzel! Çok güzel! " dediğini anlatınaktadır. Açıkalın'ın ileri sürdüğü­ ne göre, aradan daha bir hafta bile geçmeden Rus Elçisi bu sefer yüzünde buz gi­ bi soğuk bir ifade olduğu halde yeniden ziyaretine gelıniş. Açıkalın'a, "Rusya Bulgaristan'la tek başına da başa çıkabilir' ' demiş; ' 'Türkiye savaşa girmeli, a­ ma yalnız Yunanistan'da çarpışmalıdır; bize en çok bu ülkede yararlı olabilir, özel­ likle Türkiye'nin müttefiki Büyük Britanya'nın yükünü hafifletir." Bunun üze­ rine Açıkalın, "Ya Almanlar da karşı darbe olarak başkentimizi işgal ederler­ se?" diye sormuş. Vinogradov güven verici bir tavırla, " Siz orasını hiç merak etıneyin; biz gelir size yardım ederiz' ' demiş. Açıkalın, anlattığına göre, görüşmenin tam bu noktasında ayağa kalkarak elçiye, "İşte biz de asıl bunu istemiyoruz bayım" diye karşılık vermiş. (Cevat Açıkalın'la yazar arasındaki özel bir görüşmeden.) Bu olay Türklerce kuşkularından ikisini doğrulayıcı nitelikte kabul edil­ miştir: Ruslar, Bulgaristan'ı kendileri için istiyor ve Sovyet Birliklerinin Türki­ ye 'ye girmeleri için Türkiye'nin savaşa katılmasından yararlanmayı umuyordu.

98


Amerikalılar da bunu, bütünüyle inandırıcı bir fikir ol­ masa bile, hiç değilse işlerine gelen bir görüş olarak benim­ sediler. İngilizlerin Doğu Akdeniz'de başlatacakları bir harekata, Amerika'nın katılmaktaki isteksiz tutumuna ağırlık vermeye de yarıyordu. Ayrıca Türkleri tek başına bırakarak Rusları kızdır­ mama fikrine de uygun düşmekteydi. 20 Kasımda Başkan, Tahran Konferansına katılmak üzere yolda iken, Dışişleri Ba­ kanı Hull, Türklerin savaşa katılma ilkesini kabul ettiklerini, ancak askeri nedenlerle, özellikle bir Alman saldırısına karşı savunma güçlükleri yüzünden bu konuda daha ileri adımlar atamadıklarını açıkladı (68) . Roosevelt' e, İngiliz-Türk askeri görüşmelerinde Mihver' in askeri gücünün değerlendirilmesin­ de ortaya önemli görüş ayrılıkları çıktığım da bildirdi. Hull, bu görüş ayrılıklarının her iki yanın kendi çıkarlarını yansıttığını ileri sürdü ve Steinhardt'ın, Türkiye'ye, Alman saldırısına kar­ şı direnmesini sağlayacak istediği askeri yardım yapılırsa, bir anlaşma zemini bulunabileceğine inandığını belirtti. 1 6 Kasım günü öğleden sonra Menemencioğlu, CHP Par­ lamento Grubunun karşısına çıktı. Kahire'deki görüşmeler üze­ rine resmi bir açıklamada bulundu. Hükı1met adına gerekirse Mihver' e savaş açmak için yetki istedi; ancak, özellikle bir ko­ nuya da değinerek, kendisinin Cumhurbaşkanının ve Başba­ kanın niyetinin, Türkiye 'yi mümkün olduğu sürece savaşa sok­ mamak olduğunu belirtti. Grup toplantısı saat 1 7.30'da başla­ mış, sabaha karşı 3 'e kadar, yani dokuz buçuk saat sürmüştü. Ateşli ve zaman. zaman hırçın bir toplantı yapıldığını biliyode,

s.

( 68) Dışişleri Bakanından Başkana, Washington, 20 Kasını 1943, aynı yer­ 261.

99


ama o günkü görüşmelerde söylenenler, şimdiye kadar gizli tutulmuştur (69). Menemencioğlu toplantıda, hükfunetin, İngiltere'nin isteklerini kabul etmesini onaylatmak için önem­ li bir rol oynadığını ileri sürmektedir (70). Aynca hükfunetin önerisinde, Türkiye'nin ancak Türk ordusu "düşmana yeter de­ recede direnebilecek gerekli askeri yardımı aldıktan sonra" savaşa girmesi şartının bulunduğunu belirtmiştir (71). Mene­ mencioğlu, alınan kararı hemen İngiliz Büyükelçisi'ne duyu­ rarak savaşa girme ilkesinin kabul edildiğini, yalnızca Türki­ ye'nin müdahale zamanını kararlaştırmanın kaldığını bildirdi. Menemencioğlu, eğer İngiltere istedikleri )'.'ardımı yaparsa, Türkiye 'nin ne zaman savaşa katılabileceğini de Britanya'nın saptayabileceğini açıkladı. Buna karşılık İngiliz yardımı ağır ve yetersiz olursa, savaşa ne zaman girebileceğini yalnızca ve yalnızca Türkiye kararlaştıracaktı (72). Menemencioğlu, Hugessen'e, Türk hükumetinin savaşa katılma konusunda bir şartı daha olduğunu söyledi. Türk ve Batılı Müttefik kuvvetlerinin Balkanlarda nasıl işbirliği yapa­ cakları üzerine özel planlar tamamlanmadıkça, Türkiye sava­ şa katılmayacaktı (73). İnönü, Kahire Toplantısı'nda bunu Churchill ve Roosevelt'le birlikte bir daha belirtecekti. ruz,

(69) Kazım Özalp'la, yazar arasındaki özel görüşmeden, Özalp bu gürül­ tülü toplantı sırasında karşı görüşlerin de çıktığını, bunlardan birinin açıkça Mih­ ver' den yana olduğunu belirtmiştir. (70) Menemencioğlu'nun Yayımlanmamış Anılan, s. 283. (7 1 ) Aynı yerde (72) Aynı yerde, s. 283-284. Aynca bak: Hugessen, önceki kitap, s. 196. (73) Erkin, önceki aynı kitap, s. 247-248, Balkanlarda Türk-İngiliz-Ame­ rikan askeri işbirliği ilkesini getiren bu ikinci şartın çok önemli olduğunu ileri sürmektedir. Türkler, 1 6 Kasım 1 943 'ten sonra bunu resmi Türk politikası ola­ rak benimsemiş ve Türkiye'nin Balkanlarda, Batılı Müttefiklerle işbirliği ve ko­ ordinasyon temeline dayanan çabalarla savaşa katılabileceğini kabul ettirmiştir.

100


VIII ZİRVEDE TÜRKİYE'YE YAPILAN BASKILAR: HÜKUMET BAŞKANLARI TOPLAN TISI

Birinci Kahire Konferansı: Kısa Bir El Sıkışma 1943 -

yılı kasım ayında, Amerik alı lar ve İngilizler için müttefikle­ ri Sovyetlere savaştan sonraAvrupaüzerine niyetlerinin ne ol­ duğunu sorma zamanı gelip çatmıştı artık. İşte Churchill ve Roosevelt, sayıları SOO'ü aşan kurmaylan yla birlikte Kahire ve Tahran ' a bu nedenle gidip konferanslara katıl dı lar. B aşkan ve B aşbakan, Stalin' le daha önce de ilişki kur­ ma

yolunda boşuna çaba harcamı şlar ve kendisiyle buluşmak

için yola çıkmay a hazır oldukları nı bildirmişlerdi (1). Sovyet B aşbakanı nı n Tahran'da toplanmaları bakımından diretm esi, özellik le Roosevelt için büyük güçlükler yaratı yordu. Tahran, Washington' a o kadar uzaktaydı k i, Başka n, ü lkesi i çindeki başkanlık görevl erini yerine getirememekte n korkuyordu . Ara­ ları ndaki uzun mek tuplaşma sı rasında Roosvelt, içinde Atıka­ ra' nı n da bulunduğu çeşitli altern atifl er ileri sürdü, ama yine

( l ) Bak: Başkan Roosevelt ve Başbakan Churchill'den Mareşal Stalin' e, Quebec, 18 Ağustos 1943, Dış llişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s. 20-21 .

101


bir sonuç alınamadı. Stalin ile de cepheye yakın olmak isti­ yordu

(2).

Churchill'in Tahran'a da gitmeye bir diyeceği yoktu; fa­ kat Tahran'dan önce, Başkan'la Kahire'de yalnız başına görüş­ mek istiyordu. Bugün Birinci Kahire Konferansı diye anılan bu hazırlık konferansına Churchill, İngiliz-Amerikan strate­ j ilerini birleştirmek için son fırsat gözüyle bakıyordu. Özel­ likle Doğu Akdeniz konusunda bir düşünce birliğinden yanay­ dı. Ancak Başkan, Başbakanın yakınmalarından usanç getir­ mişti ve Çank-Kai-Şek'i, mümkün olursa eğer Molotov'u da aralarına sokmak istiyordu. Churchill' e haber vermeden on­ ları da Kahire'ye çağırdı, Roosevelt'in, Sovyet önderine komp­ lo kurdukları duygusunu doğurmak istemediği açıkça belli oluyordu (3). Churchil bu oldubittiyi hiç hoş karşılamadı

(4).

(2) Roosevelt, Tahran'la ilgili görüşlerini çeşitli mesajlarla Stalin'e du­ yurmuştur: "Benim tek kararsız olduğum konu, buluşacağımız yer; ama bu da Washington'dan biraz uzak olduğu için. Bu sırada Kongremiz toplantı halinde olacak ve anayasamıza göre benim on gün içinde yasama görevimin başında bu­ lunmam gerekiyor. Başka bir deyimle, birtakım belgeler alıp bunları on giin için­ de Kongreye sunmalıyım. Üstelik Tahran, kötü hava şartları içinde uçakla gidil­ mesi tehlikeli bir yer." Bak: Başkan Roosevelt'ten Mareşal Stalin'e, Washing­ ton, 9 Eylül 1943, aynı yerde, s. 24; aynca bak. Başkan Roosevelt'ten Mareşal Stalin'e, Washington, 14 Ekim 1943, aynı yerde, s. 3 1-32. Stalin, 'in kendi sınırlarına yakın yerde olmak için diretişi konusunda bak: Mareşal Stalin'den Başkan Roosevelt'e ve Başbakan Churchill'e, Moskova, 24 Ağustos 1943 aynı yerde, s. 22; aynca Mareşal Stalin'den Başkan Roosevelt'e, Moskova, 19 Ekim 1943, aynı yerde, s. 33-34. (3) Bak: Churchill, Halka Kapanıyor, s. 3 1 9. (4) Başbakanın ciddi "endişeleri" için bak: Başbakan Churchill'den Baş­ kan Roosevelt'e, Londra, 12 Kasım 1943, Dış İlişkiler: Kahire ve Tahran Kon­ feransları, s. 81-82. Churchill, ''İngiliz ve Amerikan kurmaylarının, Ruslar ve Çinliler gelme­ den önce 'çeşitli toplantılar' yapacaklarını ... düşünmüştüm" diyordu. "Bunun hfila şart olduğu kanısındayım... " bak: Churchill, Halka Kapanıyor, s. 3 1 7-3 18.

1 02


Churchill'in korktuğu da başına geldi. Roosevelt, Kahi­ re'de 22-26 Kasım 1943 tarihleri arasındaki Çok değerli dört günü, Churchill ya da Britanya İmparatorluk Kurmay Heye­ tiyle görüşmeler yaparak geçireceği yerde, Çang'la görüşerek doldurdu. Churchill 'in yazdığına göre, Roosevelt, "Hint-Çin yanmküresinin önemini gerektiğinden çok abartıyordu" ve bunun sonucu olarak da, "Çin sorunu Kahire'de en son sıra­ da yer alacağına, en başa geçmişti." (5). Gerçek şu ki, Başkan, Churchill 'le görüşmemek için bile bile kendisine iş çıkartıyordu. Yine de Roosevelt'e kur yapmak için gösterdiği sabırla Eden'i "şaşkına çevirmişti." "W (Wins­ ton) saraylı rolü oynamak zorundaydı ve ancak fırsat buldukça bundan yararlanmaya bakıyordu." (6). Fakat Başkan, Bengal körfezindeki harekat için Çang' a çıkarma gemileri de vaat edin­ ce, Churchill daha çok boyun bükemedi. Çünkü o, bu çıkarma gemilerini, Ege denizindeki harekatı için istiyordu. "Bu karar, tasarılarımızı yokuşa sürecekti" diye yazmaktadır (7). 29 Kasımda Ortak Genelkurmay Başkanlarına yaptığı konuşmada buna karşı olduğunu belirtti. Churchill sonradan, Roosevelt'i Çang'a verdiği sözden caydırmayı becerdi (8). A­ ma her şeye rağmen bu dönem Churchill için hiç de sevindi­ rici değildi. Bu nedenle de Birinci Kahire Konferansı, yalnız­ ca adıyla konferans olmaktan öteye geçemedi. Bir moladan, kısa bir el sıkışmadan başka bir şey olmadı. (5) Churchill, Halka Kapanıyor, s. 328. (6) Eden, önceki kitap, s. 49 ! . (7) Churchill, Halka Kapanıyor, s . 328. (8) Aynı yerde, Churchill, "Buna rağmen bir sürü ihtiliifortaya çıktı" di­ ye yazmaktadır.

103


Tahran Konferansı: Sovyet Dönüşü Tahran, konfe­ ransın burada yapılmasının kararlaştırılmasından yalnızca bir­ kaç ay önce Nazi unsurlardan temizlenmişti. Aynca şehirde hala Nazi yanlıları vardı Dolayısıyla ilk akla gelen şey, herke­ sin kişisel güvenliğini sağlamak oldu (9). Bu da Stalin'in önemli bir manevraya girişmesine yol açtı. Roosevelt'in varı­ şından birkaç dakika sonra Stalin, Başkan' a bir mesaj gönde­ rerek, Amerikan Elçiliğinden ayrılıp Rus Elçiliğine taşınma­ sını salık verdi. İngiltere ve Rus Elçilikleri yan yanaydı; ama Amerikan Elçiliği onlardan hiç olmazsa bir buçuk kilometre uzaktaydı. Dolayısıyla Başkan, günde birkaç defa Tahran'ın dar caddelerinden geçmek zorunda kalacaktı. Roosevelt, Sta­ lin'in önerisini kabul etti. Amerikalılarla Rusların bir çatı altında kalmalarının gü­ venlik kaygısından başka bir avantajı daha vardı. Başkanı ola­ bilecek bir suikastten koruduğu gibi, kendisini Winston S. Churchill'den de ayırmış oluyordu. Başkan, Tahran'a Stalin'in güvenini kazanmak umuduyla gitmişti ve İkinci Cephe'nin açılmasını en az Stalin kadar kendisinin istediğine Sovyet Baş­ bakanını inandırarak bunu becereceğini sanıyordu. Roosevelt, kuşkusuz Balkanlar ve Türkiye üzerine bilinen planlarını yi­ ne ortaya atacak olan Churchill'in fırsatçılığından çekinmek­ teydi. Bu taşınmanın sonucunda Roosevelt'le Stalin birçok defa özel olarak buluştu (10) ve kendi hedeflerinin mantığını -

(9) Bak: Aynı yer, s. 342-343. ( 1 O) Churchill'in buna canı çok sıkıldı ve o da Rus Başbakanını yalnız ya­ kalamaya çalıştı. "Başkanın, Mareşal Stalin'.le özel ilişkide oluşu ve Sovyet El­ çiliğinde kalışı, Kahire'den ayrıldığımızdan beri benimle yalnız kalırıaktan ka­ çışı, ... benim de Stalin'le karşılıklı görüşme fırsatı aramama yol açtı. Rus önde­ rinin Bretinya' nın tutıımu üzerine gerçek bir izlenime sahip olmadığını anladım.'' Bak: aynı yerde, s. 375.

104


izleyerek, Türklerin savaşa katılmasının yararlarına olmaya­ cağı kararına vardılar. Tahran'da, Roosevelt, Türklerin On İki Ada'ya karşı bir harekete geçmelerini uygun bulmadığını daha da kesinlikle be­ lirtti. Çünkü bunun Amerikalılar Yunanistan'da bir harekata sürüklemesinden ve sonunda da İkinci Cephe'nin açılmasını geciktirmesinden çekiniyordu. Başkanın, Churchill'in "Tür­ kiye üzerindeki tasarıları" na çıkacağı, konferansın daha ilk gü­ nü, yani 28 Kasımda, programa göre ilk oturuma konan sa­ bahki Ortak Komutanlar toplantısında ortaya çıktı. Roosevelt, Kurmay Başkanlarını İ ngiltere'nin Türkiye'ye karşı güttüğü politikayla ilgili bir soru yağmuruna tuttu ( 1 1 ). "Diyelim ki, Türkleri savaşa soktuk; ne olacak o za­ man?" diye sordu. General Marshall, Ege Denizi'ne daha çok gereç ve her halde daha çok asker gücü göndermek gerekece­ ği karşılığını vererek, uyarıda bulundu. Marshall, Türklerin Boğazları tek başlarına Almanlara karşı savunabilecekleri yol­ lu İngiliz görüşüne de karşı çıktı ( 12). Amiral King de, Tür­ kiye savaşa girerse, Birleşik Amerika'nm On İki Ada'ya mü­ dahalede bulunmak zorunda kalacağını belirtti. Görünüşte tat­ min olan Başkan, Türklerin savaşa girmeye zorlanması niyet­ lerinden caydı ( 13).

(1 1) Başkanın Ortak Genelkurmay Başkanlarıyla yaptığı toplantı, 28 Ka­ sıın 1943, Ortak Genelkurmay Başkanları Tutanakları, Dış ilişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s. 476-482. (12) Aynı yerde, s. 478-479. (12) Aynı yerde, s. 478?479. (13) Aynı yerde, s. 480. Tutanaklarda şöyle denilmektedir: "Başkan, Türkleri savaşa katılmak için zorlamaya vicdanının elvermediğini söyledi.''

105


Başkan, ilk genel toplantıda bu görüşü savundu ve Türk­ lerin direnişini görmezlikten geldi. Türkiye Cumhurbaşkanı­ nı savaşa katılması konusunda sıkıştıracağına söz verdikten sonra Roosevelt: "Türkiye Cumhurbaşkanının yerinde ben ol­ saydım o kadar çok uçak, tank, araç ve gereç isterdim ki, is­ teklerim Overlond harekatının sürekli ertelenmesine yol açar­ dı" dedi (14). Churchill, Büyük Okyanus'taki bazı kuvvetle­ rin ve gerecin Doğu Akdeniz'e gönderilebileceğini ileri sü­ rünce, ( 1 5) Roosevelt bu cepheden hiçbir çıkarma gemisini çekmenin mümkün olmadığını söyledi ( 1 6). Harry Hopkins bunu o derecede önemsemişti ki, Başkanın sözlerini yavaş ya­ vaş ve elle yazdı. Rodos'ta bir saldırı hareketi için yeteri ka­ dar çıkarma gemisi olmadığını, çıkarma gemisi bulunsa bile bunların en iyi nerede kullanılacağı· üzerine bir karar veril­ mediğini belirtti. Aynca Türklere bir çıkarma konusunda söz de verilmeyecekti ( 17). İngilizlerle Amerikalılar arasındaki bu gerginlik, aslında yeni değildi. Kazablanka'dan beri Amerikalılar, Türkiye'nin sa­ vaşa katılabileceği yolundaki İngiliz görüşüne karşıydılar. Tah­ ran'da asıl çarpıcı olan, Dışişleri Bakanının Moskova Konfe­ ransı sırasında Türkiye konusunda İngilizleri desteklemesine karşılık, Stalin'in şimdi bütünüyle bu görüşten sapması ve (14) Birinci Oturum, 28 Kasım 1943 Bohlen Tutanakları, s. 487-497. ( 15) Üçlü Yemekli Toplantı, 1 Aralık 1943, Bohlen Tutanakları, aynı yerde, s. 587. ( 1 6) Aynı yerde. ( 1 7) Aynı yerde. Aynca bak: Sherwood, önceki kitap, s. 793 ve 794-795, Hopkins'in no­ tunun fotokopisiyle birlikte. ·

106


Amerikalıların yanında yer almasıydı ( 1 8). Arada geçen aylar içinde Sovyetler, cephelerde yeni ilerlemeler yapmış ve belki de Türklerin yardımının kendilerine yarardan çok zarar geti­ receğini düşünmüştü. Stalin'in, Türklerin nerede ve kimlerle savaşacakları konusuyla ilgilenişi, bu sonucu doğrulamaktadır. Özellikle İngiliz ve Amerikan kuvvetlerinin Türklerle birlikte Bulgaristan'a girmeleriyle ilgilenişi de bunu gösteriyor. Gerçekten de Stalin, bunu dosdoğru Churchill ve Roose­ velt' e sordu. Churchill olumlu karşılık verdi (19). Churchill'le tartışmalarında Roosevelt'in yolunu izleyen Mareşal Stalin, İn­ giliz ve Amerikan kuvvtelerini dağıtmanın salık verilemeye­ ceğini söyledi (20). Bütün kuvvetin OVERLORD harekatı üzerinde töplanmasını, ötekilere oyalama harekatı gözüyle bakılmasını önerdi. Stalin, Türkiye'nin savaşa katılmasından umudunu kestiğini de ekledi ve "bütün baskılara rağmen bu­ nun gerçekleşmesini beklemediğini" belirtti (21 ) Molotov, Moskova'da, Türkiye'nin savaşa katılması için inatla direnmişti. O zaman Türklerin uysallık göstermeleri ko­ nusunda kuşkusu olabileceğini hiç belli etmemişti. Türkiye'nin Üç Büyüklerin isteğini geri çeviremeyeceği fikrini savunmuş, bunu 28 Ekimde söylemişti. Şimdi de, yani 28 Kasımda, Sta.

( 1 8) tık Oturum, 28 Kasım 1 943, Ortak Genelkurmay Başkanları Tuta­ naklan, aynı yerde, s. 497-508. William Hardy McNeill, America, Britain and Russia: Their Co-operati­ on and Conflict 1 94 1 - 1 946 (Amerika, Britanya ve Rusya: 1 941-1946 dönemin­ de Aralarındaki İşbirliği ve Anlaşmazlıklar), cilt: III, Uluslararası Sorunlar Üze­ rine İnceleme 1939-1946, Amold 1. Toynbee, (Londra, Oxford Üniversitesi Ya­ yınları, 1953), s. 353, "Churchill 'in Stalin'i, Türkiye ve Ege üzerindeki tasan­ lanna yatkın göreceği umutları ağır bir darbe yemişti' ' demektedir. Churchill, Stalin'in bu işe karşı çıkacağını anlayan Roosevelt'in de desteğini yitirmişti. ( 1 9) Bak: Dış Jlişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s.505. (20) Aynı yerde. (21 ) Aynı yerde.

1 07


!in 'le birlikte Müttefikler, ne derece tehdit ederlerse etsinler, Türklerin savaşa girmeye zorlanamayacağını, aslında Türki­ ye 'nin savaşa katılmasının Müttefiklerin davasına yeni bir stra­ tejik sorumluluk yükleyeceğini ileri sürüyordu (22). Bu yerii Sovyet-Amerikan düzeniyle karşı karşıya kalan Churchill, kendi Akdeniz ve Balkan politikasını boş yere izle­ meyi sürdürdü. Türkiye'nin savaşa girmesi durumunda dokuz Bulgar tümeni harekete geçecek ve Almanlar Yugoslavya ve (22) Türkiye'nin savaşa katılması konusunda Sovyetlerin neden görüş de­ ğiştirdiklerini açıklamak için, türlü kanıtlar öne sürülmüştür. Sözgelişi McNeill, önceki kitap, s.352'de şöyle yazmaktadır: " Stalin'i Overlord yararına Türkiye ve Akdeniz' den vaz geçirten şeyin ne<>lduğnnu kesinlikle söylemek mümkün de­ ğildir. Savaş sonrası etki alanlan açısından düşünmüş olabilir; ama, böyle ise ne­ den aynı cesareti ekim ve kasım aylarında, Türkiye'nin, savaşa katılmasını des­ teklemek üzere İngiliz ve Amerikan birliklerinin, Balkanlara girmelerini istedi­ ği zaman göstermediği sorulabilir. Stalin'in değişen tutıırnu, Rus hükilmeti için­ deki bir tartışmayı da yansıtmış olabilir. Fakat, Deane'in dediğine göre ... "Rus­ ların izledikleri "hat" ta ortaya çıkan değişiklik, yalnızca 'terazideki direnişi or­ tadan kaldırma' amacını güden ustaca bir manevraydı." Mcneil bnnnn "doğru bir açıklama tarzı" olabileceği sonucuna varırken, yine de Molotov'nn Mosko­ va Konferansı sırasındaki tutıırnnnu açıklayamamaktadır. Erkin, önceki kitap, s.242-243'te, Rusların, Türkiye'nin Almanlarca yenilgiye uğratılacağına, yakı­ lıp yıkılacağına inandıkları sırada savaşa girmesini istediklerini ileri sürmekte­ dir. Fakat Erkin, "Muzaffer bir Türkiye ise, Rusların Balkanlardaki planlarını gerçekleştirmeleri için büyük bir engel olacaktı, ' ' diye yazmaktadır. Aydemir, önceki kitap, s.267-268'de aynı görüşü paylaşmaktadır: Mos­ kova'da Sovyetler, Türkiye'nin emirle savaşa girmesini istemişlerdi, "savaşa emir üzerine katılmalarıru, fakat barış konferansında seslerini yükseltmemelerini isti­ yorlardı. ' ' Aydemir, Sovyetlerin, İnönü'nün Kahire Konferansı 'ndaki "eşit hak" isteğini ardından, savaştan sonra Türkiye'nin büyük devletler arasında sayılma­ sını istemesinden çekindikleri de ileri sürülmektedir. Aydemir, bu ikinci şartın, Stalin'in tutıırnunu değiştirmesinde etkili oldt$mu ileri sürüyor. O zamandan be­ ri yayınlanan Rus kaynaklan da bu soruna yeni bir ışık tutamanııştır; bak. Vla­ dimir P .Potemkin, Politika Umirotverenya Agressorov I Borba Sovetkogo Soiu­ za Za Mir, (Moskova 1 946); S.Belinkov ve I. Vasilev, O Turetskom Neitralitete Vo Vremia Vtoroi Mirovoi Voini (Moskova, 1 952); Nikolayeviç İvanov Lev, Oşarki Mezdunarodinkh Otııoşeniy Period Vtoroi Mirovoi Voini, 1 939- 1945, (Moskova, l 958).

1 08


Yunanistan 'da tek başlarına savaşma zorunda kalacaklardı. Sta­ lin' e, lngiltere'nin "Balkanlarda tutkulu emelleri olmadığı" konusunda güvence vermiş, niyetinin " yalnızca oradaki Al­ man tümenlerini bağlamak" olduğunu belirtmişti (23). Churchill düştüğü zor durumda bile Sovyet amaçlarıyla oyun oynamak gibi şaşırtıcı bir taktik seçmiştir. Müttefikler Türkiye'ye bir ultimatom verme konusunda anlaşabilselerdi, kendisi, Türklere ültimatoma karşı durmalarının "Türkiye için, özellikle Boğazların gelecekteki statüsü bakımından çok ciddi siyasal ve toprak bütünlüğüyle ilgili sonuçlar doğuraca­ ğını" hatırlatacaktı (24). Aslında, Tahran'da Türkleri ceza ola­ rak Boğazların statüsünü değiştirmekle tehdit etmeyi öneren Stalin değil, Churchill 'dir. Daha sonra kendisi, Rusya gibi ge(23) İkinci Otunun, 29 Kasım 1 943, Bohlen Tutanakları, Dış İlişkiler: Ka­ hire ve Tahran Konferansları, s.533-540. Churchill, Halka Kapanıyor, s.355'te, Stalin'in, Türlderin savaşa katılıp ka­ tılmamaları konusundaki sorusuna şöyle karşılık verdiğini anlatmaktadır: ''Birda­

ha denemekten yanayım ben. Gerekirse yakalarından tutar, zorla savaşa sokarız.'' Ortak Genelkurmay Başkanlarının ilk toplantılarıyla ilgili tutanaklarda ise, bunun tersi anlatılmakta ve Stalin'in, Türkiye'nin savaşa zorla sokulamayacağını söyle­ diği yazılıİıaktadır. Bak: Dış tlişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s.505. Churchill'in olayı anlatışı, Stalin'in Tahran'daki öteki ifadeleriyle o kadar çeliş­ mektedir ki, Başbakan'ın durumu yanlış anladığı ileri sürülebilir. Bu, bir bakıma onun umudunun ifadesi olmuştur. Profesör Esmer, yeni bir incelemesinde Churc­ hill'in olayı anlatış tarzının aslına uygun olduğunu ileri sürmekte, bu arada Bal­ kanlarda Türldere yardım etınek için bir İngiliz-Amerikan ortak kuvvetinin gön­ derilmesine Stalin'in karşı çıktığını da kabul etmektedir. Esmer, Türk Dış Politi­ kası, s .162'de, "Bu dönemde Rusya'nın, Türkiye'nin tarafsızlığı konusunda üs­ teleyemeyeceğini" ileri sürmekte ve Rusya'nın yapabileceği şey, Türkiye'ye da­ ha az yardım gönderilmesi, Türlderin ve Batılıların (Britanya ve Birleşik Ameri­ ka) büyük kuvvetlerle Balkanlara çıkmalarını engellemekti,' ' demektedir. Esmer, Stalin' in tutumunu neden değiştirdiği üzerine bir açıklama yapmamaktadır. Mo­ lotov ise, Moskova'da Türkiye'nin tarafsızlığı üzerinde diretıniştir. (24) Dış tlişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s.536.

1 09


niş topraklan olan bir ülkenin sıcak denizlerde bir limana sa­ hip olmaya "hakkı bulunduğunu" belirtmiş ve bunun "dost­ lar arasında" tatlıya bağlanabjleceğini ileri sürmüştür (25). Churchill sorunu ortaya atınca, Stalin de ister istemez Çanak­ kale Boğazı 'nın rejimi üzerine sorular sormuş, "İngiltere 'nin artık bir diyeceği olmadığına göre, bu rejimi biraz gevşetmek hiç de kötü olmaz," demiştir. Churchill buna da "peki" diye­ rek, Türkiye'yi, savaşa katılmaya zorlayarak Boğazlar rejimi­ ni değiştirmeye kalkışılmasını istemiştir. Stalin bu sefer, "Ace­ leye gerek yok..." karşılığını verip bu sorunu "yalnız" genel deyimler içinde tartışmakla ilgilendiğini belirtmiştir (26). Churchill ise Rus gemilerini bütün denizlerde görmeyi hepsi­ nin umut ettiklerini de söylemiştir. Stalin bu sırada Başbakan' a "Lord Curzon'un daha başka fikirleri vardı," diye hatırlatmış­ tır (27). Bu konuda Churchill'in taktikleri gerçekten çok şaşırtı­ cıydı ve hala da öyledir. Hatta Eden bile, 30 Kasımdaki ye­ mekte Molotov'a, Başbakan'ın ne demek istediğini anlayama­ dığını açıkça söylemiştir (28). Ancak, Britanya önderinin, Türkleri savaşa girmeye zor­ lamak için Rus niyetleriyle tehdit imkanı yaratmak amacıyla Sovyetlerin iştahını kırbaçlamış olması da mümkündür. Churc(25) Roosevelt-Churchill-Stalin yemekli Toplantısı, 30 Kasım 1943, Bohlen Tutanakları, s.565-568. (26) Aynı yerde. (27) Aynı yerde, s.567. (28) Hopkins-Eden-Molotov yemekli Toplantısı, 30 Kasım 1943, Ware Tutanakları, aynı yerde, s.568-575. Clıurchill'in, Boğazların geleceği üzerine söylediklerini açıklamasını isteyen Molotov'ıt Eden, "Açıkçası ben pek bir şey bilmiyorum,'' karşılığım vermiştir.

1 10


hill'in Tahran'da güçlü kozları olmadığı bellidir ve taktikleri de bunu yansıtmaktadır. Ancak, taktik sınırlı bir başarıya ulaşmıştır. Üç önderin

1 Aralıktaki yemekli toplantılarında Churchill, yeniden Tür­ kiye 'ye son ve ortak bir çağrıda bulunulmasını önermiş, Türk­ lere, bir yandan barış masasına yanlarında oturmalarının sağ­ layacağı avantajın, öte yandan da başarısızlıklarının cezasının neler olabileceğinin bildirilmesini istemiştir (29). Böyle bir çağrının yapılması ve yeniden kabul edilmemesi durumunda, Churchill, "Boğazlar rejiminin değiştirilmesinden yana ola­ cağını" ve İngiltere'nin "Gerek şimdi, gerekse barış masasın­ da ellerini Türkiye'den çekeceğini" söylemiştir (30). Aslında Churchill Türkiye'ye bir ultimatom vermesi için karar çıkar­ tamamış ama, üç önder, hiç olmazsa İnönü'nün hemen Kahi­ re 'de yapılacak bir konferansa çağrılması konusunda anlaşmış­ lardır. Türklerle ilgili konularda başka bir anlaşmaya varıla­ madığı için, Türkiye Cumhurbaşkanı ile doğrudan doğruya gö­ rüşülmesi fikri, hepsince benimsenmiştir. Türklere açık kapı bırakılmasından ötürü Churchill ne kadar hoşnut olursa olsun, büyük .umutlar beslemeyecek kadar anlayışlıydı. Türklerin "her zamanki tutumlarıyla" hareket edecekleri kehanetinde bulunuyordu: " Siz, küçük bir harekete girişmelerini isteyecek olsanız, onlar büyüğünü isteyeceklerdir. Büyüğünü önerirse­ niz, hazırlıklı olmadıklarını ileri süreceklerdir (3 1 ). Siyasal manevra konusunda büyük usta olan birinin bu sözleri, gönül­ süz bir kabullenmeyi göstermektedir. (29) Üçlü Yemekli Toplantı, 1 Aralık 1 943, Bohlen Tutanakları, aynı yer­ de, s.585-593. (30) Aynı yerde, s.588. (31) Aynı yerde, s.589.

111


İkinci Kahire Konferansı: İnönü, Roosevelt ve Churc­ hill'le Karşı Karşıya Geliyor - Tahran Konferansı'nı Anka­ ra'dan izleyen Türk önderleri, her şeyle yakından ilgiliydiler. Stalin'in Türkiye'yi yarım yamalak hazırlanmış durumda sa­ vaşa girmeye zorlamaları için Batılı Müttefiklerin kandırma­ sından korkuyorlardı. Bu durumda Türkler, Almanların misil­ leme hareketiyle karşılaşacak, Ruslar da "kurtarıcı" durumu­ na geçecekti. Stalin'in Tahran'daki taktiklerinin doğru yorumu bu mu­ dur, bu değil midir, tartışılabilir, ama, Rusya korkusunun Türk sorunlarının merkezi olduğu kesindir (32). Bir yandan, İngi­ lizlerin aracılığıyle Rusların kendilerini savaşa girmeye zor­ ladığına, öte yandan da İngilizlerin Rus baskısı yüzünden ye­ teri kadar araç gereç ve silah yardımında bulunmadıklarına inanıyorlardı. Türk önderlerinin vardıkları sonuca göre, Türk­ lerin savaşa katılmasını isteyenler, kendilerine özgü düşünce­ leri olan Ruslardı; denetimleri altında olanların savaşmasın­ dan yanaydılar (33). Bu görüş bütünüyle gözden uzak tutulmamalıdır; çünkü İngilizlerin de, Türklerin savaşa katılmalarını istemekte ken­ dilerine göre hesapları vardı. Ayrıca İngilizler ve Amerikalı­ lar, Türklere yaptıkları yardımları etkileyen sorunlar ve önce­ likler nedeniyle sınırlanmışlardı. Ne var ki, Türkler, içinde bu­ lundukları tedirgin ve zor durumdan ötürü karşılaştıkları bü(32) Türklerin o zamanki düşüncelerinin tartışılması için bak: Esmer, Türk Dış Politikası, s.161. Esmer, Rusların; Türkiye'nin zayıf düşmesini istediğine Türklerin inandıklarını ileri sürmektedir. Bu dönemde "İngiltere'nin de siyase­ tini Rusya'ya uydurduğu endişesinin Türkiye'de doğduğunu" belirtmektedir. Ancak, önceden de gördüğünıüz gibi, bu endişe Türkleri daha erken sarmıştı. (33) Erkin , önceki kitap, s.256-257.

1 12


tün güçlüklerin ardında, Rusya'yı düşünüyor, en çok İngiliz­ lerin, biraz da Amerikalıların, Sovyetler Birliği'nin emperya­ list niyetlerine bilmeyerek yardımcı olduklarını sanıyordu. İnönü, Roosevelt ve Churchill 'le görüşmek üzere Kahi­ re 'ye çağrılınca, verilecek karşılık konusunda Bakanlar Ku­ rulu'nda coşkulu bir tartışma oldu

(34).

En sonunda çağrıya olumlu karşılık vermenin "serbest­ çe görüş alışverişinden öteye geçmemek" ve görüşmenin "Tahran 'da, İngilizler, Amerikalılar ve Ruslarca önceden alın­ mış kararların bildirilmesi niteliğinde ..." olmaması şartıyla Türkiye'nin çıkarına olduğu görüşü ağır bastı (35). İnönü'nün çağrıyı kabul ederken ileri sürdüğü bu şartlan Roosevelt hoş­ nutlukla kabul etti. Roosevelt, İnönü'nün geleceğini öğrendik­ ten sonra Steinhardt'a gönderdiği talimatta, "Lütfen Cumhur­ başkanı 'na söyleyin, kendisiyle konuşma fırsatını elde ettiğim için özellikle mutluyum. Kendisine, 'eşit kişiler arasında ser­ bestçe tartışma yapılması için' çağrıldığı konusunda gereken güvenceyi verin," dedi (36). Böylece İnönü, başarılı bir biçim­ de, serbestçe ve eşit şartlar altında tartışma hakkını elde etmiş oluyordu. İnÖnü, Kahire'ye gitmeyi kabul ederken, hala bazı ma­ nevralar çevirebileceğinin farkındaydı. Batılı Müttefikler Rus­ ları tatmin etmek için kamuoyuna ne söylerlerse söylesinler, (34) Menemencioğlu'nun Yayınlanmamış Anıları, s.276. (35) Aynı yerde. Aynca bak: Türk Yetkilileri ile Görüşme Hazırlığı Belgeleri, Ek 2, Tür­ kiye'deki İngiliz Elçisi'nden (Knatchbull-Hugessen), Mısır'daki İngiltere Elçi­ liğine, Ankara, 2 Aralık 1 943, Dış 1lişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s.663. (36) Başkan'dan, Türkiye'deki Büyükelçi'ye (Steinhardt), Kahire, 2 Aralık 1 943, aynı yerde, s.664.

1 13


Başkan Roosevelt'in ve danışmanlarının Ege bölgesiyle git­ tikçe daha az ilgilendiğinden kuşkulanıyordu. İnönü, yazara, Roosevelt'in her geçen gün biraz daha çok Uzak Doğu ile ilgilenmeye başladığından kuşkulandığı­ nı da açıklamıştır (37). Ayrıca Türkiye'nin savaşa girmesinin, Türk halkının kırılmasına yol açacağını anlarlarsa, Amerika­ lıların Türkiye'yi savaşa sürüklemekte kararsız olacaklarına da inanmaktaydı. İşte bütün bu hesaplardan sonra İnönü yola çıkmaya hazırlandı. Türk yetkililerini Kahire'ye götürecek olan beş uçak Ada­ na'ya indi. Uçaklardan ikisi yalnızca bavulları taşıyacaktı. İnönü, bütün askeri kurmayını ülkede bırakmaya karar vermişti. Cumhurbaşkanılğı yaveri Celal Üner dışında kurul­ da bir tek asker yoktu. İnönü bu yüzden, sık sık baş vurduğu gibi, askeri teknik sorunları tartışamayacak durumda olduğu­ nu söyleyebiliyordu (38). Görüşmeler sırasında bu, yararlı bir oyalama taktiği olarak ortaya çıkmıştır

(39).

(37) Eski Cumhurbaşkanı İnönü, yazara, A.B.D. Başkanı ile yaptığı gö­ rüşmelerin, bu kuşkuların onayladığını açıklamıştır. İnönü, daha o zaman Roose­ velt'in, Çin ve Japonya'ya karşı savaşa "tutku" derecesinde bağlandığını ileri sürmektedir. (Özel bir görüşmeden) (38) Adana Konferansında Churchill 'le görüşmelere Türkler kalabalık bir kurulla katıldıkları halde, Cumhurbaşkanı da içinde bu kez yalnızca sekiz kişi Kahire Konferansına gidiyordu. Cumhurbaşkanından başka kurulda bulunanlar şunlardı: Dışişleri Bakanı Menemencioğlu, Açıkalın, Anderiman, Celiil Üner, Selim Sarper, Turgut Menemencioğlu ve Dışişleri Bakanının Özel Kalem Mü­ dürü Şadi Kavur. Kurulla birlikte aynı uçakta uçanlar arasında, İngiliz Büyükel­ çisi Hugessen ile, Ankara'daki Sovyet Büyükelçisi Vinogradov da vardı. Vinog­ radov, Kahire'ye İnönü'nün çağrısı üzerine gitmişti ama, hükfunetinden bir tali­ mat almamıştı. Sovyetleri, konferansta Vinogradov'dan başka Vişinski'nin de temsil etmesi bekleniyordu.

·

(39) Üstelik, İnönü de seçme bir generaldi ve dış politika sorunları üze­ rinde düşünürken, hep askeri ve stratejik mantık yolunu kullandığını yazara ken­ disi söylemiştir.

1 14


İnönü ve yanındaki kurul, 3 Aralık cuma günü gizlice Ankara'dan ayrıldı. On sekiz saat kadar sonra Adana'ya var­ dı ve lnönü burada, Roosevelt'in damadı Binbaşı John Boet­ tiger'in kullandığı Başkan'ın uçağından başka, Churchill'in oğlu Yüzbaşı Randolph Churchill'in kullandığı bir İngiliz uçağının da kendisini beklediğini hayretle gördü. Böylece he­ men bir protokol sorunu ortaya çıkmış oldu. Ancak, Dışişle­ ri Bakanı Menemencioğlu, Roosevelt'in uçağıyla lnönü'nün, kendisinin de Churchill'in uçağıyla yola çıkacaklarını belir­ terek sorunu çözümlemiş oldu. Fakat bu olay, İngilizlerle Ame­ rikalılar arasında siyasal koordinasyonun eksikliğinin bir ka­ nıtı olarak Türklerin dikkatinden kaçmadı. İnönü ile Menemencioğlu'nun fark ettikleri, yalnızca İn­ gilizlerle Amerikalılar arasındaki büyük görüş ayrılığı oldu­ ğu değildi. Kahire'ye vardıklarında, bir yandan İngilizlerle Amerikalılar, öbür yandan her ikisinin Ruslarla aralarında de­ rin bir uçurum olduğunu apaçık gördüler. Menemencioğlu du­ rumu kavramaya çalışırken, şöyle diyordu: "Daha ilk günden başlayarak Vişinski 'nin yokluğu ile dikkati çektiğini gördük." Sovyet Dışişleri Yardımcı Komiseri'nin yokluğunun "rastlantı olamayacağı"nı Menemencioğlu sezmişti (40). (40) Menemencioğlu'nun Yayınlanmamış Anılan, s.278. Birleşik Ame­ rika Büyükelçisi Steinhardt, Vişinski'nin yokluğu üzerine çok daha değişik bir açıklama yapmaktadır. Steinlıardt'ın yazdığına göre, Vişinski, kendisine telefon etmiş, konferansa gelmekte gecikmiş olmasının "hiçbir uluslararası anlamı bu­ lunmadığını gönderen talimatın, Cezayir'den Napoli'ye hareketinden birkaç sa­ at sonra eline geçmesinden doğduğunu... " bildirmişti .. Vişinski, Türk yetkilile­ riyle görüşmelere katılmak üzere aldığı talimat üzerine hemen Kahire'ye hare­ ket ettiğini de Steinhardt'a bildirmiştir. Ancak Vişinski, Türk kurulu ayrılmadan önce oraya varamadı. Bak: Türkiye'deki Büyükelçi' den (Steinhardt), Yakın Do­ ğu Sorunları Masası Şefi'ne (Alling), Ankara, 24 Aralık 1943, Dış llişkiler: Ka-

1 15


Bu, Rusların, Türkiye'nin savaşa katılmasını istedikleri, ama, Batılı Müttefiklerin güçlü desteği, özellikle Balkanlara gönderilecek bir İngiliz-Amerikan gücüyle değil, Ruslara ba­ ğımlı olarak istedikleri üzerine Türk kuşkularını doğrulamak­ taydı (41). Anc�, Türkler anladıkları kadarıyla, kendilerinin Batı­ lı Müttefikler yanında savaşa girmelerini sağlama amacı gü­ den bu konferansa, Rusların pek büyük bir ilgi göstermemiş olmalarını anlayışla karşılamıştır. Tutanaklardan, görüşmelerden ve anılardan çıkarılanlar­ la anlaşıldığına göre, Türklerin Kahire'deki taktikleri, mümkün olduğu kadar uzun süre tarafsız kalıp kuvvetlerini korumak, çok silah almak ve Rusların kendilerini bir olup bittiyle karşı kar­ şıya bırakmamaları için hazırlıklı bulunmaktı. Müttefikler is­ telerse, savaşa girmeye hazırdılar, ama, ancak gerekli silahla­ rı aldıktan ve hepsinden önce Balkanlara bir İngiliz-Amerikan kuvvetinin gönderilmesinden sonra "peki" diyeceklerdi. Bu taktikleri öne sürmenin en açık yolu -ki bunların hiç­ biri Adana Konferansı 'ndan beri pek büyük bir değişikliğe uğ­ ramamıştı- Rusların şimdiden savaş sonrası döneminde Avru­ pa'yı tehdit edecek en büyük tehlike olacağını söylemekti. Dolayısıyla, hızla yaklaşan o gün için Türk askeri gücü en ça­ buk yoldan güçlendirilmeliydi. Zamanı gelip çatınca Türki­ ye, Birleşik Krallık ve BirleŞik Amerika, Komünist tehdidine hire ve Tahran Konferansları, s.858-859. Steinhardt, Sovyet Dışişleri Komiseri yardımcısı'na inanmış görünmekte ve Vişinski'nin konferansta elde edilen so­ nuçlardan son derece "tatmin olduğunu" anlatmaktadır. Steinhardt, "Beni asıl etkileyen, Vişinski'nin, Türklerin 3 1 Aralığa, hatta 1 5 Şubata kadar savaşa ka­ tılmalarını beklemediğini belirtmesi oldu," diye yazmaktadır. (41 ) Cevat Açıkaluı'la yazar arasındaki özel görüşmeden.

1 16


karşı Balkanlara güçlü bir askeri kuvvet gönderebilmeliydi­ ler. Ancak, Eden ile Menemencioğlu arasındaki Kahire çatış­ ması, Türk önderlerinin bıi içten uyarıyı yapmalarını yararsız duruma sokmuştu. Yazar. lnönü' ye, Roosevelt'i Stalin'e kar­ şı yeniden uyarıp uyarmadığını sormuş, İnönü de böyle bir de­ nemeye girişmediğini belirterek, şunları söylemiştir: İngilizlerin ve Amerikalıların, Ruslarla, Türkiye'nin çı­ karlarını feda edecek bir anlaşmaya varmalarından korkuyor­ dum;

;ma,

bunu söyleyemezdim. Amerikalılarla İngilizler,

Rusya'nın müttefikiydi ve hiila birlikte savaşıyorlardı. Olay­ ları son derece yakından izlemem ve bunlarla baş edebilmek için en doğru diplomatik yolları bulmam gerekiyordu (42). Bu görüşmelerin tutanakları da, Türklerin, Kahire'de Sovyetlerin savaş sonrası niyetleri üzerine batılı büyüklere kaygılarını aktarmak için bir çaba göstermediklerini ortaya koymaktadır (43). Türkler, Roosevelt ve Churchill'e karşı iz(42) Eski Cwnhurbaşkanı İnönü ile yazar arasındaki özel görüşmeden. (43) Eden, Türklerin tutumunda ortaya çıkan değişikliğin farkındaydı; "Rus korkusu yeniden söz konusu edilmedi; bunun yerine Türkler, isteksizlik­ lerini, ülkelerinin askeri yönden hazırlıksız oluşuna bağladılar... " diye yazmak­ tadır; Ede , önceki kitap, s.497.

p

Dışişleri Bakanı Menemencioğlu yalnız bir tek istisnadan söz etmektedir ve bu tutanaklara geçmemiş, İnönü ile kendisinin, Başkan Roosevelt'le yaptık­ ları gayri resmi bir toplantıda ele alınmıştır. Menemencioğlu 'nun anlattığına gö­ re, A.B.D. Başkanı, iki Türk önderine Tahran'da Stalin üzerine edindiği olumlu izlenimlerden söz açmış, "ılımlı oluşundan, zaferden sonra da Amerikalılar ve İngilizlerle işbirliğini sürdörnıek için beslediği samimi istekten" söz etıniştir. Ro­ osevelt, Sovyetlerin sertliğinin, Rus İhtilaline karşı Batılıların giriştikleri entri­

kaların yol açtığı bir aşağılık kompleksinden doğduğunu söylemiş; ancak, Sov­ yetlerin savaşta kazandıkları başarıların bu duyguyu silip süpürdüğiinü, Rus ön­ derlerini "yine bizim gibi insanlar" durumuna getirdiğini ifade etmiştir. Mene­ mencioğlu, Başkan'a şu karşılığı verdiğini yazmaktadır: "Sayın Başkan, bunu izleyebilecek büyüklük kompleksine karşı dikkatli olun.'' Menemencioğlu'nun Yayınlanmamış Anılan, s.282.

1 17


lenecek politikada Rusların emperyalist Bolşevizminden söz etmenin yersiz olduğunu açıkça anlamışlardı. Hatta konuyu İngilizler bile açtıkları zaman söze pek karışmadılar. Bunun yerine Türkler, içtenlikten yoksun bir politika izlemeye baş­ ladı. Çünkü bu yolun daha başarılı olacağı kanısındaydılar. İn­ gilizlerin olmasa da, Amerikalıların karşısında daha iyi sonuç­ lar elde edeceklerine inanıyorlardı. Aldıkları askeri yardımın yetersizliğinden ve bir Alman saldırısına karşı genel savunma yetersizliklerinden söz ettiler. Alman tehdidine karşı ancak İngiliz ve Amerikalıların sağla­ yabilecekleri daha çok sayıda araç ve gerecin verilmesi için üstelediler. Hatta yapılacak yardım, Müttefiklerin İkinci Cep­ he 'nin açılması hazırlıklarını aksatsa bile, başka çıkar yollan olmadığını ileri sürdüler. Sonunda, "biraz daha zaman" iste­ ğinde bulundular (44). Öte yandan, Türkiye'nin oynadığı ro­ lün, Sovyet yayılma siyasetine karşı korunma ihtiyacından doğan bir politika olduğu duygusunu uyandıracak tartışmala­

ra girişmekten titizlikle kaçındılar. Bunun yerine, İnönü ve Me­ nemenci oğlu ellerine geçen başka fırsattan yararlanma yolu­ nu seçtiler: Alman misillemesine karşı kendilerine güven ve(44) Numan Menemencioğlu, Yayınlanmamış Anılar, s.299'da, bu top­ lantılardan biri sırasında, lnönü'nün tam Roosevelt'i "biraz daha zaman"a ihti­ yaçları olduğuna inandırmayı başaracağı sırada, Eden'ın, Başkan'ın kulağına eğilip, Türk tercümanının işiteceği kadar alçak bir sesle, "Fakat, sayın Başkan, Ruslara karşı verilmiş bir sözünüz olduğunu unutuyorsunuz,'' diye fısıldadığını anlatmaktadır. Bu uyarı, sonradan Türk Dışişleri Bakanının, Rusların hoşuna git­ mek için İngilizlerin Türkiye'yi savaşa girmeye zorladıklarına inanmasına yet­ miştir. Menemencioğlu bunu, "Rus önderleri, bir gün bizi istiladan kurtarma im­ karn çıkar umuduyla savaşa girmemizi istiyorlardı," biçiminde yorumlamakta­ dır. Fakat, o zaman bu düşünceleri yalnız kendine saklamakla yetindi.

1 18


recek askeri bir güce eriştiklerine emin olmadan, tarafsızlık­ tan uzaklaştınlmamalıydılar (45). Türkler bu durumu, büyük bir dikkat ve başarılı bir de­ yişle dile getirdi. İnönü, Adana'da hazırlanan listelerdeki yar­ dımın yalnızca % 4'ünün gönderildiğini ileri sürdü (46). Al­ manları düşman olarak karşılarına almadan önce, "pratik fi­ kirler" in göz önüne alınması gereğini savundu. Çünkü, Al­ manya gücünü yitirmeye başlamıştı; ama, şimdi de yaralı bir vahşi hayvanın öfkesi içindeydi (47). Önce Türkiye'nin "en gerekli ve kaçınılmaz ihtiyaçları" karşılanmalıydı ve üç ulus ortak bir "hazırlık planı" oluşturmalıydılar (48). İnönü, ülkesinin "elinde olan her şeyi, hatta eski çağlar(45) Turgut Menemencioğlu, Türklerin üç şartla savaşa girmeyi kabul et­ tiklerini ileri sürmektedir: "Birincisi, ortak bir stratejik harekat alanı ... Sözgeli­ şi, Müttefikler ltalya'daki modası geçmiş cepheyi bırakıp, Balkanlara, Adriya­ tik' e bir çıkarma yapmalıydılar ve böylece, Müttefik orduları ile Türk orduları­ nın işbirliği sağlanmalıydı; ikincisi, özellikle büyük kentlerin savunması için ge­ rekli olan az sayıda uçaksavarı da içine alan savunma araçları ... Türkiye'ye ve­ rilmeliydi; üçüncüsü, Türk hükiimetine, kamuoyunu hazırlaması ve Kahire Kon­ feransı 'nda temsil edilmeyen igili hükilmetlerle anlaşabilmesi için -bu hükilmet, özellikle Türkiye'nin anlaşmak istediği Sovyetler Birliğiydi- bir iki aylık bir sü­ re tanınmalıydı." (Yazarla, Turgut Menemencioğlu arasındaki özel mektuplaş­ madan.) Bu şartlar yerine getirilseydi, Türkler savaşa girecekti; ama, Türklerin bu şartlan ileri sürerken, yerine getirilmeyeceğini bildiklerinden de şüphe edilemez. (46) Erkin, önceki aynı kitap, s.253. (47) Bu konuda Türkleri, Büyükelçi von Papen desteklemişti; casus Çi­ çero'nun Türk-İngiliz hava üssü görüşmelerinden haberli kıldığı von Papen'in şu uyanda bulunduğunu, Erkin, kitabında anlatmaktadır: s.258. "Ankara'nın Türk hava üslerini Müttefiklere vermeyi kararlaştırdığı gün, bu üsler hemen im­ ha edilecek ve daha ilk İngiliz uçağı İzmir toprağına inmeden, Türkiye 'ye karşı saldın başlayacaktır.'' (48) Hükı1met Başkanları Arasındaki tik Üçlü Toplantı, 4 Aralık 1 943, "Birleşik Amerika-Birleşik Krallık Anlaşmalı Tutanakları," Dış ilişkiler: Kahi­ re ve Tahran Konferansları, s.690-698. ·

1 19


dan kalanları bile seferber ettiğini" (49) söyledi. Ne var ki, Türk isteklerinin pekçoğu geri çevrilmiş, söz verilen yardım­ lar gönderilmemiş, bazı yardım gereçlerinin modası çoktan geçmiş, kullanılması imkansız duruma gelmişti; kullanılabi­ lecek gereçlerse, hüzün verecek derecede yetersizdi. Ayrıca, İnönü'nün "işbirliği planı" diye adlandırdığı ortak bir plan­ lama da yoktu. İnönü'nün deyimiyle Müttefiklerle Türk bir­ likleri arasında etkili bir koordinasyonu sağlayacak bir Bal­ kan harekatı ortak stratejisi hazırlanmamıştı. İnönü en sonun­ da, "Türkiye için en iyisi, dünyanın kendisine düşen bölümün­ de, İngiliz ve Amerikan birlikleriyle omuz omuza çarpışma­ sıdır," diyerek görüşünü açıkladı (50). Elbette, bütün bu sorunların uzmanlarca incelenmesi "şarttı" ve Türkiye Cumhurbaşkanı da işin "enine boyuna" inceleneceğine olan inancını ifade etti. Ne varki, bu ortak plan­ lama işlemi, inceleme, taslak ve hazırlık aşamalarıyla olduk­ ça zaman alacaktı. Kendi kabataslak görüşleri içinde elbette Başkan Roosevelt ve Bay Churchill kendi Genelkurmay Baş­ kanlarının geliştirdikleri bir harekatta Türkiye'ye özel bir gö­ rev yükleyebilirlerdi. Fakat Türkler, böyle bir plan olduğunu pek sanmıyordu; eğer varsa, bu kendilerine de açıklanmalıy­ dı. İnönü, Türkiye'den "körü körüne savaşa katılmasını iste­ melerini, savaşta ne rol oynayacağının katıldıktan sonra söy­ lenmesini" kabul edemeyeceğini de açıkladı (5 1). Bu yanaş-

(49) Aynı kaynak. (50) Aynı kaynak. (5 1) Aynı kaynak, s.696.

1 20


ma, Roosevelt'le Churchill arasındaki anlaşmazlığın sürme­ sini sağlamak bakımından olağanüstü bir buluştu (52). Roosevelt, Türklerin ileri sürdükleri fikirler ve ricalar karşısında genellikle etkilenmiş ve açıkça sempati duyduğu­ nu göstermişti. Türkler, kendisini bu konuda cesaretlendirmek için, İngilizlerin teşebbüslerinde nasıl geç kaldıklarını belir­ terek, dikkatli tutumlarını sürdürüyorlardı. Sözgelişi, Mene­ mencioğlu bir fırsatını yakalayıp, Adana'da, ayda 300 kam­ yon verileceğinin vaat edildiğini, ancak bunun yansından da azının gönderildiğini belirtti. Adana'da hazırlanan listelerin "anlamsız" kaldığını, "gönderilen yardımın" aslında söz ve­ rilenin pek küçük bir bölümü olduğunu" ileri sürdü (53). Eden bu sayılan kabul edemeyeceğini bildirerek karşı çıktı. General Henry Maitland Wilson ise, Türkiye'ye yapılan yardımların listesini birer birer sıraladı. Hopkins, Wilson'un verdiği sayılar karşısında pek şaşırmıştı ve bunu söyledi de (54). Türkler, böyle zor durumlarla karşılaşınca, daha başka itirazlar ileri sürüyor, sözgelişi ortada bir "genel plan" bulun­ madığından söz ediyorlardı (55). Bu, artık tipik bir davranış olmaya haşlamıştı. Sözgelişi, Churchill, Türk hava üslerinde çalışan İngi­ liz personeli sayısının artırılmasını önerince, İnönü ve Me(52) Cevat Açıkalın, Türklerin Başkan'la Başbakan arasındaki ayrılıkla­ rın kökenini çok iyi anladıklarını ileri sürmektedir. Yazarla arasındaki özel bir görüşmeden.) (53) Bak. Hopkins-Eden-Menemencioğlu Toplantısı, 5 Aralık 1 943, "Bir­ leşik Amerika-Birleşik Krallık Anlaşmalı Tutanakları: Dış İlişkiler: Kahire ve Tahran Konferansları, s.726-733. (54) Aynı yerde. (55) Aynı yerde, s.730.

121


nemencioğlu, daha hazırlık döneminde İngiliz personelinin sayısını artırarak Almanları boş yere kışkırtmamak gerekti­ ğini ileri sürüyordu (56). Sonunda Roosevelt de, Churchill 'in değil Türklerin yanında yer alıyordu. Başkan, 4 Aralık 1943 günü Churchill'e: "Eğer ben Türk olsaydım, Türkiye'yi sa­ vaşa sokmadan önce İngiltere'nin verdiğinden daha çok yar­ dım isterdim," dedi (57). Tartışmaların en sonunda İnönü, Türkiye'nin savaşa gi­ remeyeceğini, çünkü " ...Trakya'da çamur mevsiminin daha başlamadığını," ileri sürdü (58). Bir başka neden de, bir sınıf askerin yeni terhis edilmiş olması, silah altına alınan yeni sı­ nıfın ise eğitimin daha tamamlamamış bulunmasıydı. İnö­ nü'nün yaptığı açıklamaya göte, bunlar bütünüyle teknik so­ runlardı ve askeri danışmanları "yanında bulunmadığı için", daha çok ayrıntıya girmesine imkan yoktu (59). İnönü, sava­ şa girmenin çok ciddi siyasal bir karar olduğunu da söyledi. Böyle bir karar alırsa, bunun Büyük Millet Meclisi'nin kara­ rına karşı alınmış olacağını açıkladı; aslında, Parlamento'dan bu konuda prensip karan aldığının pekala farkındaydı. Churc­ hill belki de bunların birer bahane olduğunu sezinlediği ve Türklerin kafasında asıl ağır basanın Alman tehdidi olmadı(56) Hükfunet Başkanları Arasındaki Üçüncü Toplantı, 6 Aralık 1943, ''Birleşik Amerika-Birleşik Krallık Anlaşmalı Tutanakları,'' aynı yerde, s.740747. (57) Bak: Dörtlü Yemekli Toplantı, 4 Aralık 1 943, aynı yerde, s.698; Ro­ osevelt en sonunda İnönü'yü, savaşa girmelerinin Türkiye'nin çıkarına olduğu­ na inandırmayı denediyse de, bunu yüreksiz bir biçimde yaptı. Bak: aynı yerde, s.74 1 . (58) Churchill-İnönü Görüşmesi, 7 Aralık 1943, Birleşik Krallık Tutanak­ ları, aynı yerde, s.75 1-756. (59) Aynı yerde.

122


ğını anladığı için, başlangıçta, Rusya üzerine spekülasyonla­

ra girişerek Türk önderlerini ilgilendirmeyi denemişti. Bu ne­ denle de şimdi Türklerin Müttefiklerle birlikte olmalarını is­ tiyor ve şunları söylüyordu: Türkiye, Rusya ile aynı sıraya oturmalıydı ... Türkiye'nin büyük dostu ve müttefiki, eline geçen bu eşsiz fırsatı kaçıra­ cak olursa çok üzülecekti. Birkaç aya, belki de altı aya kadar Alman direnişi bütün cephelerde çökecek ve eğer Türkiye şimdiki çağrıyı kabul etmezse, ilerde kendisini yalnız sırada değil, belki de koca mahkeme salonunda yapayalnız bulacak­ tı. Türkiye'nin ayağına gelen talihi tepmesi tehlikeli de olabi­ lirdi . . . Her durumda rizikolar vardı. Ama, Türkiye, Birleşmiş Milletlere katılırsa, Rusya ile de birlik olacaktı. Oysa Rusya, dünyanın en güçlüsü değilse bile, en güçlülerinden olan bir orduya sahipti. Avrupa ve Asya'nın en büyük silah gücüne sa­ hip olduğu kuşkusuzdu (60). Bu tür uyarılar, Türkiye'nin Rusya'dan korktuğundan Churchill'in haberli olduğunu göstermekteydi; ama, bu kor­ kuyla baş etmek için izlediği politika, İnönü ve Menemenci­ oğlu'nll:Il izledikleri politikadan çok değişikti. önceden de be­ lirtildiği gibi, Türkler bu konuyu tartışmaya artık hiç istekli değildi. İnönü ve yardımcılarının, Sovyetlerin savaş sonrası ni­ yetleri üzerine belirlenmiş görüşleri vardı. Türkiye'nin sava­ şa girmesiyle, bu niyetlerin hiç değişmeyeceğine, ancak daha da güçleneceğine inanıyorlardı

(61). Görüşleri buydu ve po-

(60) 4 Aralık 1943'teki toplantıda Churchill, "Türkiye'nin başlıca uğraşısının Rusya olduğunu anladığını" söylemişti. Bak: Aynı yerde, s.694. Churchill'in sözü için bak: Aynı yerde, s.69 1 . (61) Yayınlanmamış Anılar, s.279; Erkin, önceki aynı kitap, s.258.

123


litikalannı buna göre çizmişlerdi. Fakat başından beri gördü­ ğümüz gibi. Kahire'de bunu su üstüne hiç çıkarmadılar. Ter­ sine, Müttefiklerin yanı sıra savaşa katılmakta prensip kararı aldıklarını belirttiler. Ne var ki, bir Alman saldırısına karşı Müttefikler sorumluluk yüklenmeden karşı koyamayacak ka­ dar güçsüz olduklarını da ileri sürdüler. Sorun sürüncemede kalınca, Türk Dışişleri Bakanı, "Türkiye'nin, İstanbul, lzmit, İzmir, Ankara ve kömür merkezi Zonguldak gibi can daman merkezlerinin hemen Almanlarca yok edileceği "nde diretti (62). Türk halkının, yediği darbelere karşılık veremeden ne­ den ateş yağmuru altında apar topar sürüklendiğini anlayama­ yacağını söyledi (63). Churchill, bu görüş karşısında da hiç etkilenmemişti ve Türklerin yine inatla direndiklerini sanıyordu (64). Ama, Ro­ osevelt gerçeği anlamıştı: Türklerin korktuğu yalnızca, "dü­ şük pantolonla yakalanmak"tı. Bunu istemiyorlardı (65). Roosevelet'in, Türklerin durumunu açık seçik anlama(62) Yayınlanmamış Anılar, s.284. (63) Aynı yerde. (64) Hiikfunet Başkanları Arasındaki tkinci Üçlü Toplantı, 5 Aralık 1 ':J43, aynı yerde, s. 718; Cburchill sonuç olarak şunları söyledi: "Tartışma bir kısır döngüye kapatılmış gibi görünüyordu. Bizler (Müttefikler), Türkiye'ye personel gönderilmeden hiçbir hazırlığın etkili olmayacağı görüşünü ileri sürerken, Türk­ ler de Almanya 'yı kışkırtma tehlikesini ileri sürüp, personel gönderilmesini is­ temiyordu. Cburchill daha önce de, Türkiye'nin hazırlıksız oluşuıw, inatçı, dire­ nişine bağlayıp, suçu Türklerin omzuna yıkmayı dememişti: "Türkler kendile­ rine tanınan öğretim ve eğitim imkanlarından tam olarak yararlanmamış ve bu da gönderilen yardım gereçlerinin benimsenmesini etkilemiştir." Hava Mareşa­ li Sholto Duouglas da, aralarında

54 Hurricane ve 1 8 Beaufort bulunan 70 uça­

ğın ' 'üç aydan beri gelip kendilerini teslim alacak olan Türkleri beklediğini'' söy­ leyerelc, Churchill'i desteklemiştir.

(65) Aynı yerde, s. 713.

124


sına rağmen, konferans sırasında karşılıklı etkileme konusun­ da bazen çok yüksek gerilimli anlar da yaşandı. Eden'le Me­ nemencioğlu arasındaki çatışmalar, Hopkins 'in arabulucu ola­ rak gösterdiği çabalara rağmen, özellikle kin doluydu (66). Hopkins bir aralık Menemencioğlu'na Müttefiklerin Türk çıkarlarını gerçekten de yürekten benimsediklerini ha­ tırlatma gereği duydu. Türkiye'nin " ...bütün istediklerini el­ de etmese bile, içtenlikle ve yürekten savaşmasını istiyorlar­ dı." Bu arada Türk Dışişleri Bakanına, Müttefiklerin de sava­ şa girdiklerinde her istedikleri şeyin ellerinin altında bulun­ madığını hatırlattı. Popkins, "Aslolan, savaşın kritik bir döne­ me varmasıdır," diyerek görüşünü açıkladı. Eğer Türkiye sa­ vaşa bu yıl girecek olursa, binlerce Müttefik vatandaşının ha­ yatını kurtarmanın mümkün olacağını, ancak bu tarihten (1 Ocaktan) sonra Türklerin savaşa katılmalarının bir işe yara­ mayacağını" ekledi. Hopkins, Türkiye'nin savaşanlara katıl­ masının savaşı kısaltacağına, bütün Müttefik askeri ve siya­ sal yetkililerinin inandığını açıkladı. Bu arada "bir ülkenin an­ cak kendi çıkarları için savaşa gireceğini" de açıkça belirtti. Türkiye 'nin karşılacağı tehlikelerin en aza indirilmesi için el­ den gelen her şeyin yapılacağı konusunda Menemencioğlu'na güvence verdi; ama "eğer. . . araç ve gerecin yetersizliği vb. ko­ nularda tartışmalar daha uzayacak olursa, Türkiye'nin savaşa katılması boşuna olur." diye de ekledi (67). Türkleri inandırmak için yapılan bu tür teşebbüsler, E­ den'in beklediğinden ve Türklerin korktuklarından çok daha yumuşaktı. Varılan sonuç, kararı ertelemek ve Türklere yeni (66) Bak. Aynı yerde, s. 726-733 (67) Aynı yerde, s. 732.

1 25


bir süre daha tanımak oldu. Bir ültimatom verilmeye yanaşıl­ madı. Bunun yerine hava üslerinin hazırlanması konusunda tartışmaların sürdürülmesi ve çıkmazda olan İngiliz personeli sorununa bir çözüm yolu bulunması için Ankara'ya bir askeri kurul gönderilmesi kararlaştırıldı. Türkler, "prensip olarak" sa­ vaşa girmeyi kabul etmişlerdi ama, bu, aslında içtenlikten uzak bir tutumdu. 1 5 Şubat 1944' e kadar da, Müttefiklere, hava üs­ lerini kullanma yetksi verme yerine, ancak kendilerinin buna karar verebileceğini açıkladılar. Üsleri yönetme konusunda İn­ giliz teknisyen ve subaylarına izin vermeye de yanaşmadılar. Ortak bir işbirliği planının hazırlıklarına başlanmasını kabul ettiler ama, bundan başka tek olumlu teşebbüs yapılmadı. Çün­ kü Türkler, hala savaşa katılmalarının "genel siyasal tepkile­ rini" hesaplamakla uğraşıyorlardı. Bunca hesaptan sonra eğer verecekleri karşılık yine olumsuz çıkarsa, Müttefikler birbir­ lerinden yakınmama konusunda anlaşmışlardı ve suçu Türk­ lerin omuzlarına yıkmayacaklardı (68). Üstelik Türkiye'ye ay­ rılan malzemenin gönderilmesi sürdürülecekti (69). Üç hükumet başkanının son toplantılarında Hopkins, gönderdiği bir notla, 1 5 Şubat 1 944'te savaşa girmek üzere ha­ zırlanması için son bir defa sıkıştırma amacıyla, lnönü'yle özel olarak birkaç dakika görüşmesini Rooseelt'ten istedi (70). Ro­ osevelt uygun bir fırsat çıkınyaca kadar bekledi, derken top(68) Bunu Esmer, Türk Dış Politikası adlı kitabımn 164. sayfasında söy­ lemektedir. (69) Bu cömertçe duygulan İngilizlerin, özellikle Eden'in paylaşmadığı anlaşılmaktadır. İngilizler ve Türkler Konferanstan ayrılacakları sırada Eden, İnönü ve Menemencioğlu'na, "Türkiye'nin savaşa katılma zaınam gelir de ge­ çerse, İttifak ruhu bundan kesinlikle etkilenecektir.'' demiştir. Bak. Dış llişkiler, Kahire ve Tahran Konferansları, s. 754. (70) Bu notun fotokopisi için bak: Başkan'ın özel yardımcısından (Hop­ kins), Başkan'a Kahire, 6 (?) Aralık l 943, aynı yerde, 817.

126


lantıyı erteledi. Herkes çıkarken, İnönü'ye vedalaşmak üzere biraz daha içerde kalmasını rica etti (7 1 ). Roosevelt, Türkiye Cumhurbaşkanına, "Türkiye'nin Mihver'i yenmek için Bir­ leşmiş Milletler gücüne 1 5 şubata kadar katılacağı umudun­ da olduğunu" söyledi. İnönü buna, " Savaşa katılmak için şart­ larımı yumuşatmak isterim, fakat asla bunlardan vazgeçe­ mem." diyerek karşılık verdi. Roosevelt de,"Türkiye'nin sa­ vunması için mümkün olan her şeyin yapılmasını kabul etti­

ğini" belirtti. Roosevelt, ayrıca, "Benim, Türkiye'yi savaşa sokmaktan neden çekindiğimi bütünüyle anladığını" de söy­ lemişti (72). Erkin, Cumhurbaşkanı İnönü'nün bu özel görüş­ meden yararlanarak, " İngilizlerle Türkleri birbirlerinden ayı­ ran tezler arasında aracı ve ölçü unsuru olarak gösterdiği ça­ balar için başkasına candan teşekkür ettiğini" de anlatmakta­ dır (73). İnönü gerçekten de teşekkür borçluydu; çünkü Ro­ osevelt, Eden ve Churchill'i gönülsüz destekleyip Türklerin ileri sürdükleri nedenlere karşı anlayışlı davranarak, Türkleri bir kere daha ölümden döndürmüştü. Menemencioğlu, "Amerikan Başkanı'nın yanındayken

(71) Hopkins'in Başkan'dan, İnönü'nün 1 5 şubata kadar savaşa katılma­ sını istemesiyle ilgili olarak bak: Aynı yerde, s. 747, no. 13, yazarın dipnotu: "Ro­ osevelt'in istenileni yaptığını gösteren bir belirtiye hiçbir yerde raslanmamıştır.'' Konferansta Roosevelt ve İnönü arasında tercümanlık yapan Turgut Me­ nemencioğlu ile İnönü'nün kendisi ise, yazara, Roosevelt'in Cumhurbaşkanı'nı yalnız görmek istediğini belirtmişlerdir. (72) Bu görüşmenin özünü, eski Cumhurbaşkanı İnönü, özel bir görüşme sırasında yazara anlatmıştır. Turgut Menemencioğlu da bu toplantı üzerine şunu yazmıştı: "Roosevelt dostça davranışlarda bulundu ve son derece güven verici bir tonda konuştu. " (30 Eylül 1 969'da yazara gönderdiği bir mektuptan.) (73) Erkin, önceki aynı kitap, s. 254-255 .

1 27


·

ruhum şükranla doluyordu," diye yazmıştır (74). Churchill ve Eden ise Başkan'ın uyandırdığı bu şükran duygusunu bir tür­ lü anlayamıyordu. Bununla birlikte Türk önderleri, Churchill'in görüşleri karşısında tam anlamıyla umursamaz kalmamıştır. Kuşkusuz, İnönü ve onun Dışişleri Bakanı, İngilizlerin Ruslarla baş ede­ bilmek için en iyi yolun İttifak'ın tam üyesi olmaları gerekti­ ği görüşünde bir gerçek payı bulunduğunu çok iyi anlamıştı. Almanya'nın savaşı artık yitirdiğini ve Türkiye'nin güvenli­ ğinin Müttefiklerin elinde olduğunu çok iyi görüyorlardı. Türkler savaşa bir katkıda bulunmazlarsa, savaştan sonra Rus­ ya'ya karşı güvenliğini sağlamaları için İngiltere'den ve Ame­ rika'dan nasıl bir şey bekleyebilirlerdi? Kahire'de İnönü'nün, savaşa girmek için olmasa bile hiç değilse savaşa katılıp ka­ tılmamaları konusunda Sovyetler Birliği ile bir diyalog kur­ maları ve bunu genişletmeleri üzerine Batılı Müttefiklerden ciddi uyanlar dinlediği bellidir. Belirli bir sonuç vermemiş olmasına rağmen, İkinci Ka­ hire Konferansı 'nın bir başka yönden de önemi büyüktür. Sa­ vaş yıllarındaki Türk diplomasisinin birinci döneminin sona erip ikincisinin başlamasını bu konferans sağlamıştır. Birinci dönem, özellikle Sovyetler ve Nazilerden gelebilecek askeri bir tehdide karşı düşünülmüştü; ikincisi ise, Rusya'nın Doğu Avrupa üzerindeki emellerini engelleme amacını güdecekti. İkinci Konferansı, Türk dış politikasının askeri tehlikeleri uzakta tutmayı hedef alan savaş dönemi stratejisinden, sava­ şın son aşamalarına ve savaş sonrası dünyasında doğabilecek siyasal çatışmalara karşı yöneltilmiş bir politikaya dönüşme­ sine başlangıç olmuştur. (74) Yayınlanmamış Anılar,

128

s.

28 1.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.