AmaöoIm v c Dv<m|.\ Dilmesi
Mustafa OZÇELIK
Akşehir Belediyesi Kültür Yayınları
Nasreddin Hoca, Türk- İslam kültürünün yetiştirdiği ilim ve irfan ehli toplumsal bir önder, çağının karanlığını “nükteleriyle aydınlatan bir mizah dehasıdır. Onun “komik bir adam” değil, “bir hikmet ve nükte dehası” olduğunu anlamak ve anlatmak, torunları olarak hepimizin üzerine düşen bir görevdir. Nasreddin Hoca, böyle anlaşılırsa dün olduğu gibi bugün ve gelecek adına da hepimiz için önümüzde bir ışık, bir yol gösterici, güler yüzlü bir öğretmen olmaya devam ede cektir. Bu kitap böyle bir niyetin ve çabanın ürünüdür.
m Anadolu ve Dünya Bilgesi
ASREDDİN HOCA
Metin MUSTAFA ÖZÇELİK
Editör NEBAHAT ERKÖK
Görsel Yönetmen NURULLAH ÖZBAY
Baskı BAHÇIVANLAR BASIM SANAYİ
Yapım FNF REKLAM VE DANIŞMANLIK
ISBN 975 - 6881 - 05-4 A kşehir Belediyesi Kültür Yayınları
2008
I Anadolu ve Dünya Bilgesi
ASREDDİN HOCA
MUSTAFA ÖZÇELİK
İçindekiler 9
ÖNSÖZ
11 11 17 19 20 24 26 29 30 31 34 35 37 38
1. Bölüm NASREDDİNHOCA'NIN HAYATI Nasreddin Hoca kimdir? Yaşadığı devir Hoca'nın çağdaşlan Kaynaklarda Nasreddin Hoca Nasreddin Hoca'nın adı üzerine yorumlar Doğduğu yer ve yıl Öğrenim hayatı Hocası Seyyid Mahmud Hayrani Akşehir'e göç etmesi Eşi ve çocukları Yaptığı işler Vefatı ve türbesi Halkın gözündeki Hoca
61 61 61 64 70 74 76 80 83 86
2. Bölüm KİŞİLİĞİ Kişiliğinin genel özellikleri Kaynaklara göre Nasreddin Hoca Fıkralarına göre Nasreddin Hoca Din adamı kişiliği Hukukçu kişiliği Eğitimci kişiliği Sûfi kişiliği Âlim Kişiliği Fiziki görünümü
91 91 93 99
3. Bölüm FIKRALARI Nasreddin Hoca anlatılarının türü Fıkraların temel nitelikleri Fıkraların anlatım yöntemleri
106 107 110 111
115
120 123 126 130 133 139
Fıkraların yapısı Fıkralarda şahıslar Fıkralarda zaman ve mekân Fıkraların konulan Fıkralardaki değişim Hangi fıkralar Hoca'mn Diğer fıkra tipleri ve Hoca Fıkraların dili Fıkralar nasıl yorumlanmalı? Fıkraların felsefi yorumlan Fıkraların tasavvuf! yorumlan
202
4. Bölüm FIKRALARINDAN SEÇMELER Kansıyla ilgili fıkralar Çocuklarıyla ilgili fıkralar Komşularıyla ilgili fıkralar Çocuklar ve gençlerle ilgili fıkralar Eşeğiyle ilgili fıkralar Hayvanlarla ilgili fıkralar Hocalığı ile ilgili fıkralar Kadılığı ile ilgili fıkralar Hırsız ve dilencilerle ilgili fıkralar Misafirlikle ilgili fıkralar Timur'la ilgili fıkralar Genel konulu fıkralar
217
KAYNAKÇA
145 145 151 156 162 168 173 175 181 186 190 196
TAKDİM 1208 -1284 yıllan arasında dönemin en ünlü eğitim merkezlerinden olan akşehir'de yaşayan nasreddin hoca; kadılık ve müderrislik gibi görevlerinin yanında, içinde bulunduğu karışıklık ortamında halkın akıl hocası, önderi ve söyleyeceği sözü olmuştur. Nasreddin hoca ismiyle, hocalığıyla gerek türk halkı'nın gerekse anadolu halkı'nın zor günlerindeki çıkışıyla önemlidir. Bilindiği üzere, nasreddin; dinin yardımcısı, zaferi demektir ve hoca'dır. Ancak yaşadığı dönemde boşlukta olan, dağılmış bir selçuklu sultanlığı vardır ve moğol saldırlannın anadolu'yu yakıp yıktığı o dönemde nasreddin hoca, toplum içerisinde yaşanan bu olaylara rağmen kıvrak zekası ve kıssalarıyla insanlara yaşama umudu aşılamıştır. O'nun felsefesi ile kötümserlik, yerini iyimserliğe; ümitsizlikte, yerini ümide bırakmıştır. Nasreddin hoca'mn, 13. yüzyılda akşehir'de yaşamasına rağmen belli bir zamanı ve belli bir mekanı olmadı, çünkü o, evrensel ve her dönemi temsil eden bir alimdir. Türk - İslam Dünyası'mn gülen yüzüdür hoca... Anlamak için düşünmek gerek... İyi düşünüp sonra konuşmak gerek... O; hayat anlayışı, ince zekası ve yüzyıllardır dillerde dolaşan kıssalarıyla, düşünce dünyamıza ışık olmuştur. Onun en küçük latifesi bile sayfalar dolusu kitapların anlatamadığım, bir çift söz ile anlatmıştır. Bu özelliği ile nasreddin hoca, hakkında düzenlenen panel, sempozyum ve yazdı kaynaklarla geçmişte anlatıldığı gibi bir zümrenin ya da ideolojinin değil, anadolu ve türk insam'nm ömek aldığı bir şahsiyettir. 2008 yılının nasreddin hoca'mn 800. doğum yılı olması nedeni ile akşehirli torunları, o'nun daha iyi anlaşılması, anlatılması ve tanıtılması için üzerine düşen görevi yerine getirmektedir. Yurt içinde ve yurt dışında gerçekleştirilen; panel, konferans ve sempozyum gibi bilimsel etkinliklerle hoca, günümüze taşınmakta, hikmet dolu sözlerinden hala öğütler alınmaktadır. Akşehir belediyesi tarafından bu yıl içerisinde, nasreddin hoca üzerine pek çok basılı yayın çıkarılmıştır. Nasreddin hoca'yı; kişiliği, hayati, felsefesi ve bilinmeyen tüm yönleriyle ele alan bu yayın da, “bilenler, bilmeyenlere anlatsın” diyen nasreddin hoca'mn, bu sözünün üstüne, sayın Mustafa Özçelik'in değerli emekleriyle ortaya çıkmıştır. Gelecek nesillere ışık olacağına inandığım bu eserinden dolayı sayın Mustafa Özçelik'e ve Akşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler çalışanlarına teşekkürlerimi sunarım.
Op. Dr. Mustafa BALOĞLU Akşehir Belediye Başkanı
ÖNSÖZ Kültürümüzün yetiştirdiği büyük bilge, hikmet ve nükte dehası Nasreddin Hoca 800 yaşında... O, tam sekiz asırdır sadece yaşadığı Anadolu coğrafyasına değil zaman ve mekan kavramını aşarak doğudan batıya, kuzeyden güneye kadar bütün bir insanlığa bilgelik ve hayat dersleri vermeye devam ediyor, onlan kendileriyle ve gerçeklerle yüzleştiriyor, yanlışlarını gösteriyor, doğru olana yöneltiyor. Üstelik bu bilgeliğini, eğiticiliğini mizahla yapıyor. Güldürürken düşündürüyor, eğlendirirken öğretiyor. İnsanlık da Hoca'ya ilgisiz değil elbette.. .Hem her ülkede onunla ilgili kitaplar yayınlanıyor,
bilimsel toplantılar düzenleniyor, Hoca sinemaya, tiyatroya, minyatüre, karikatüre... konu oluyor. Bu, şüphesiz sevindirici bir durumdur; ancak ortada önemli bir sorun da yok değildir. Bu sorun onu tarihi ve düşünsel kimliğinden soyutlayarak tanımlama çalışmasıdır. Bu dutum, her şeyden önce Hoca'yı asli kimliğinden uzaklaştırarak onu herkesin kendine göre bir renk verdiği karmaşık bir şahsiyete dönüştürüyor. Kültürümüz açısından ciddi bir dejenerasyona yol açabilecek bu olumsuz durum karşısında Hoca'nın torunları olarak duyarlı olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu amaçla her şeyden önce Nasreddin Hoca'mn doğru bir fotoğrafım sunmak hayati bir meselemiz olmalıdır. Biz, bu amaçla yola çıkarak elinizdeki bu kitapla “sahih bir portre” sunmaya çalıştık. Hoca'mn Türk-İslâm kültürün yetiştirdiği bir ilim ve irfan insanı olduğunu, bilgelikle dolu bir hayat sürdüğünü, onun “komik bir adam” değil, “bir hikmet ve nükte dehası” olduğunu anlatmaya çalıştık. Çünkü Hoca, böyle anlaşılırsa dün olduğu gibi bugün ve gelecek adına da hepimiz için önümüzde bir ışık, bir yol gösterici, güler yüzlü bir öğretmen olabilir. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında en önemli etken ise Nasreddin Hoca'mn vefalı torunu, Akşehir'in değerli Belediye Başkam Op. Dr. Mustafa BALOĞLU'dur. Kendisine bu kitabın sizlerle buluşması konusunda verdiği destekten dolayı teşekkür ediyor, çalışmamızın faydalı sonuçlara vesile olmasım diliyorum.
Mustafa ÖZÇELİK
asreddin Hoca fmn Hayatı NASREDDİN HOCA KİM DİR? Nasreddin Hoca, Anadolu'da doğmuş, yaşamış ve vefat etmiş bir isim olmasına rağmen yaygın ünü nedeniyle “Yalnız Anadolu Türklüğünün değil, bütün Türk âleminin, aynca Balkan ve Batı uluslarının tebessüm kaynağı olmuş, kişiliği Çin sınırını aşan bir evrensellik kazanmış”1 bir şahsiyet olarak bilinmektedir. Hatta tanınma sahasının zaman içerisinde Amerika'ya, Afrika'ya kadar genişlediğini biliyoruz. Bu demektir ki; Nasreddin Hoca, hemen bütün dünya milletlerinin tanıdığı en meşhur Türk büyüğüdür. Bu yüzden, bugün dünyanın neresine gidersek gidelim onun; ismi bilinen, fıkraları anlatılan, hakkında kitaplar yazılan, incelemeler yapılan, sinema ve tiyatroya konu olan bir kişilik olduğunu görürüz. Gerçek bu şekildedir; ama her şöhretli insanın başına gelen onunkine de gelmiş, zaman içerisinde efsanevi kişiliği tarihi kişiliğini unutturmuş, her kültür ona yeni bir kimlik biçmiş, üretilen her fıkra onun adına bağlanarak ortaya çok kimlikli bir Nasreddin Hoca portresi çıkmıştır. Bugün neredeyse her milletin bir Nasreddin Hocası vardır. Ya da Anadolulu Nasreddin Hoca, farklı coğrafyalarda farklı farklı isimlerle karşımıza çıkmaktadır. O, kimi zaman “Molla Nasreddin”, kimi zaman “Koja
Nasreddin”, kimi zaman “Hoja Nasr”, “Apendi”, “Efendi” , “Nasreddin Efendi” kimi zaman da adı başka fıkra kahramanlarıyla karıştırılarak “Çuha”2 yahut “Peter”3 o la ra k b ilin m iştir. V eya E rm e n ile rd e o ld u ğ u g ib i P u lu P ig i'd ir .4 Bu durum, zaman içerisinde ona ilişkin şu soruların çıkmasına da neden olmuştur:
Nasreddin Hoca gerçek bir şahsiyetin adı mıdır? Bir dönemde Anadolu'da böyle bir insan yaşamış mıdır? Yoksa tamamen efsanevi bir kişilik midir? Yahut başka bir kültürün fıkra tipini Türkler kendilerine mal edip hayali bir fıkra kahramanı yaratarak ona Nasreddin Hoca mı demişlerdir? Yaşadığına tarihi bir kanıt olarak gösterilen türbesi ona mı yoksa adı Nasreddin olan başka birine mi aittir? Bu tartışmalara Nasreddin Hoca'mn biyografisine ilişkin şu sorular da eklenir:
Nasreddin Hoca, yaşamış bir kişilik ise hangi yüz yılda yaşam ıştır? Asıl adı Nasreddin midir? Hoca sıfatının neyi ifade etmektedir? Bir bilgin midir yoksa bir tüccar yahut bey midir? Kaç karısı, kaç çocuğu vardır? Hangi görevlerde bulunmuştur? Fıkraları konusunda da ortada sorular vardır:
Nasreddin Hoca'ya ait olduğu söylenen fıkralar gerçekten adı Nasreddin Hoca olan birine ait özgün ürünler midir? Yoksa Türk kültürüne giren başka kültürlere ait fıkralar Hoca'ya bağlanarak mı anlatılmıştır? Ya da Türk kültür çevresi içinde başka fıkra kahramanlarının ürünleri ona ait mi gösterilmiştir? Fıkraların gerçek sayısı kaçtır? Bugün ortada bulunan binlerce fıkra ona ait gösterilebilir mi? Hatta bu tür tartışmalara Hoca'nm fikri kimliği de dâhil edilir. Çünkü elimizde bizzat Hoca tarafından yazılmış bir kitap bulunmadığı ve ona ait olmayan binlerce fıkra da ona ait gösterildiği için ortada birbirleriyle çelişen Hoca karakterleri bulunmaktadır. Buna göre Hoca; fıkralarında kimi zaman samimi bir dindar, kimi zaman din kurallarıyla alay eden biri, kimi zaman dürüst, çalışkan, elinin emeğiyle geçmen, kimi zaman ise komşusunun bahçesinden hırsızlık yapan, kimi zaman ahlâki ilkeleri en üst değerler olarak bilen, kimi zaman da içki içen, çapkınlık yapan bir portre olarak karşımıza çıkar. Buna göre;
Hoca, ilim ve irfan ehli bir kişi midir? O, bir meddah yahut bir komedyen midir? Sadece çocuklara mı hitap eder? Amacı güldürmek ve eğlendirmek midir? Yoksa insanları düşündürmek ve onlara ders vermek gibi bir amacı da var mıdır? Tasavvufla ilgili midir?
Onu bir bilge, filozof bir kişi olarak görebilir miyiz? Ortadaki bu kafa karışıklığın en önemli sebeplerinden birinin Hoca'mn tarihi kişiliğinin zamanla unutularak ona efsanevi bir kimlik biçilmesi olduğunu söylemiştik. Buna şunu da ilave edebiliriz: Nasreddin Hoca konusundaki araştırmaların ilk örneklerini hep yabancılara aittir. Öyle ki M. Fuat Köprülü'ye gelene kadar bizde ne yazık ki onunla ilgili olarak söz edebileceğimiz kayda değer bir çalışma yoktur. Hoca'dan birkaç cümleyle bahseden kaynaklarımız var ise de onlardan hareketle derinliğine bir çalışma yapılmamıştır. Durum böyle olunca da başka kültür ortamlarının yazarları da haklı olarak ulaştıkları kaynak ne ise ondan hareketle Hoca'yı tanımlamışlardır. Yine ortada söz etmeye yarar tek malzeme fıkralar olduğu için bu yabancı araştırmacılar öncelikle kendi ülkelerindeki Nasreddin Hoca algısından hareketle ortaya bir portre çıkarmışlardır. Mesela Peter diye hayali bir fıkra kahramanına sahip olan Bulgarlar, Hoca'yı kendi perspektiflerinden değerlendirerek, onu kimi zaman gerçek, kimi zaman hayali bir tip olarak görmüşlerdir. Yine Arap dünyası Cuha'yı bütün zamanların fıkra tipine dönüştürerek Nasreddin Hoca fıkralarının aslında Çuha fıkraları olduğunu ileri sürmüştür. Rumlar, biraz da kavmi gayretle Nasreddin Hoca'yı Türklükten çıkarıp Rum yapmışlardır. Ruslar, onu B o lş e v ik lik d ö n e m in d e d in e m u h a lif b ir k im lik le su n m u şla rd ır. Öte yandan müspet bir kişilik olarak ele alındığında da Hoca, milletler arasında paylaşılamamış, her millet onu kendi kültürün bir zenginliği olarak görmek istediği için kendi kültürüne ait gösterme ihtiyacı duymuşlardır. Mesela Uygurların Nasreddin Hoca'yı kendi topraklarında doğmuş kabul etmeleri böyle bir iyi niyetin ve benimseme duygusunun eseridir. Benzer bir durum Hoca'yı Semerkanth, İranlı gösteren anlayışlar için de söz konusudur. Sonuç olarak Hoca, paylaşılamamış, herkesin ve her kültürün bir Nasreddin Hocası ortaya çıkmıştır.
Nasreddin Hoca, sadece yabancı kültür çevrelerinde değil kendi kültür coğrafyasında da tartışılan bir isimdir. Ama buradaki tartışmalar “Nasreddin Hoca kimdir? Ne vakit yaşamıştır? Hatta böyle bir insan yaşamış mıdır? Bütün bu sorulan kesin olarak cevaplandırmaya imkân yoktur.”5 “Nasreddin Hoca diye bir kişinin mevcut olduğun hakkında kati bir kanaatim yoktur.”6 şeklinde düşünenler olsa bile daha çok Hoca'nm varlığı yokluğu etrafında olmaktan öte kim olduğu, nerede yaşadığı, nasıl bir kimliğe sahip olduğu etrafında yoğunlaşmaktadır. Buna göre ortada Nasreddin Hoca adında tarihi bir kişilik vardır; ama bu kişi, Selçukluların son yıllarında Kastamonu Beyi Çobanoğullanndan Yavlak Arslan oğlu Nasireddin Mahmut'tur. Bu kişi Hâce Nasıruddin adıyla da anılmaktadır. Bu ad, zamanla Hoca Nasreddin yahut Nasreddin Hoca olmuştur. “ Yani Hoca, aynı adı taşıyan başka biriyle karıştırılmıştır.”7 Bu iddia, temelde Farsça bir Selçukname'ye dayandırılarak ilk defa İsmail Hami Danişmend tarafından ortaya atılmıştır. Ona göre bu kişinin Konya'ya ve Konyalılara işgal yıllarında çok faydası dokunmuş bir kişidir. Öte yandan hükümdarın sevgisini kazandığı için bir ara Maliye Bakanlığı da yapmış ve babasının ölümünden sonra Kastamonu beyi olmuş, daha sonra Keyhatu ile arası açılarak tahtan indirilmiş ve 1300 yılında öldürülmüştür. I. Hami Danişmendin bu iddiası, İbrahim Hakkı Konyalı tarafından ele alınmış ve çürütülmüştür.8 Ona göre sözü edilen kişi yani Nasreddin Mahmud, Oğuz Türklerinin Kayı boyundan ve Selçukluların Uç beylerinden Hüsameddin Çoban'ın torunudur. Bir ara Sultan Mesud ile Akşehir'e de gelmiştir.9 Dolayısıyla; sözü edilen kişinin Nasreddin Hoca'yla hiçbir ilgisi yoktur. Bu konudaki son iddia ise Nasreddin Hoca olarak bilinen şahsın, aslında Ahi Evren olduğu şeklindedir. Mikail Bayram, Ahilerin piri olan Ahi Evren'in yani Nasüriddin Mahmud'un Nasreddin Hoca olduğunu söylemektedir.10 M. Sabri Koz, bir makalesinde aslında bu görüşün yeni olmadığını benzer bir yaklaşımın daha önce İsa Özkan
tarafından da ileri sürüldüğünü belirtmekte ve Hoca hakkında ilk önemli kaynak olan Saltuk-nâme'de Nasreddin Hoca ile Ahi Evren'in ayn ayn kişiler olarak bahsedildiğini belirterek bu görüşlerin doğru olamayacağını söylemektedir.11 Gerçekten de Ahi Evren'le Nasreddin Hoca, gerek sözlü gerekse yazılı kaynaklarda ayn ayn kişiler olarak ele alınmaktadır. Yani ortada iki ismi birbiriyle karıştırmayı gerektiren bir durum yoktur. Benzer bir yaklaşımı da Azeri çevrelerinde görmekteyiz. M.A. Sultanov, bir yazısmda 13. yüzyılda yaşamış Nasr'üd-din yahut Nasırü'ddin ismini taşıyan kişilerle Nasreddin Hoca arasında bir bağ kurarak Nasreddin Hoca'mn aslında ünlü bilgin Hâce Nasireddin Tusi olduğunu söylemektedir.12 Yine Azeri Halkbilimcisi Mehemmed Hüseyin Tehmasip de bu iddiayı paylaşmaktadır. Bu iddianın temel argümanı ise Tusi'nin "Ehlagi Naşiri" adında bir Letâif kitabının olması ve Azerbaycan'da bu anlamda tanınmasıdır. Bir de biraz önce de bahsedildiği gibi Nasreddin Hoca'yı tarihi bir kişilik olarak kabul eden fakat Anadolulu olmadığını ileri sürenler vardır. Mesela Özbekler Nasreddin Hoca'mn Anadolu'da yaşadığma inanmaktadırlar. Onlara göre Hoca, Özbekistaıüı'dır. Uygurlara göre Doğu Türkistanlı; Özbeklere göre Buharalı'dır.13Bu tür bir yaklaşımların, y aygın ününden dolayı H oca'ya sah ip len m ey le ilg ili olduğu açıktır. Bütün bunlardan anlaşılması gereken şudur: Nasreddin Hoca, bu tartışmalardan, ona ait birbirinden farklı anlatımlardan dolayı karmaşık bir denklem durumundadır. Her ne kadar bizler yani Anadolu'da yaşayan insanlar olarak “Hoca tarihi bir şahsiyettir. Türk kültürünün en önemli isimlerindendir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde ve hatta Türk topluluklarında değişik adlar ile anılsa bile o, hep aym kişidir, tektir ve adı Nasreddin Hoca'dır. Anadolulu'dur. Bu coğrafyada doğmuş yaşamış ve vefat etmiştir. Kişilik olarak da bir Türk-îslâm bilgesidir. Hem âlim hem sûfidir. Toplumunun bir önderidir.” şeklinde özetleyebileceğimiz bir tarihi malumata ve kanaate sahip isek de ortada bizden farklı düşünenler de vardır. Öyleyse
Hoca'nın konu olarak ele alınacağı bir kitaba önce bu soruların cevabını vererek başlamak ve bunun için de hangi çağda ve nerede yaşadığını anlatmak gerekmektedir.
YAŞADIĞI DEVİR Tarihte iz bırakmış, toplumlarını hatta bütün dünyayı etkilemiş büyük insanları yaşadıkları çağdan ayrı düşünmek mümkün değildir. Kimliği ister devlet adamı, isterse şair yahut bilgin olsun bu tür insanlar “mutlaka yaşadıkları muhitlerinin mahsulleridir.”14 Başka bir ifadeyle böylesi insanların niteliklerinin oluşmasında çağlarının ve bu çağda yaşadıkları, tanık oldukları olayların doğrudan etkisi vardır. Bu yüzden Nasreddin Hoca'dan söz ederken çağma ve çağının olaylarına bakmak gerekmektedir. Bu konuda söze önce bir yanlışı düzelterek başlayalım: Kimi araştırmacılar Nasreddin Hoca'nın yaşadığı çağı X.asırdan XIV. asnn başlarına kadar götürürler.15 Bu süreç içerisinde Hoca'nın mizahi kişiliğini menkıbevi bir duruma bağlamak isteyenler onu Hallac-ı Mansur ve şair Nesimi ile birleştirirler. Yine Hoca'nm fıkraları arasında yer alan Timur'la ilgili anlatımlardan hareketle onu Timur'la çağdaş bir isim olarak kabul ederler. Bu yorumların tarihsel ve bilimsel hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü sözü edilen şahsiyetler; yani Hallac-ı Mansur, Nesimi ve Nasreddin Hoca, aynı zaman diliminin insanları değildir. Hallac-ı Mansur 922'de, Nesimi 1404'te, Nasreddin Hoca ise 1284'te vefat etmiştir. Diğer yanlışın en önemli sebebi ise ünlü gezginimiz Evliya Çelebi'nin söyledikleridir. Çelebi, Seyahatnâme'sinde Hoca'yı Timur'un meclisinde gösterir ki16 bu da tarih açısından mümkün değildir. Zira Timur 1405 yılında vefat etmiştir. Karşılaşmaları mümkün değildir. Sonuç olarak “Nasreddin Hoca'nm, XIV. yüzyıl sonunda ve XV. Yüzyıl başında, Timur'la çağdaş olduğu rivayeti de yanlıştır.”17 îşin doğrusuna geldiğimizde ise söylenecek olan şudur: Nasreddin Hoca(1208-1284), 13 asırda yaşamıştır. Bu devre 1. Gıyaseddin Keyhüsrev(1205-1211), I. Alaeddin
Keykubat (1219-1236), E. Gıyâseddin Keyhusrev (1237-1246), E. İzzettin Keykavus (1246-1257), IV. Rükneddin Kılıçarslan (1256-1266), E. Alaeddin (1249-1254), EL Gıyâseddin Keyhusrev (1266-1281) ve El. Alaeddin Keykubat (1249-1257), EL Gıyâseddin Keyhüsrev 1265-1282),E. Gıyâseddin Mesud'un 1282-1284) yöneticilik yaptığı zamanlardır.18 Bu dönemin genel özelliklerine baktığımızda ise şunları görmekteyiz: l.Alaaddin Keykubat ve ondan önceki 1. Gıyâseddin Keyhüsrev, 1. İzzettin Keykavus zamanlan Selçuklular için tam bir altın çağ olmuştu. ”Sultan Alaeddin Keykubat, 1236'da vefat ettiğinde arkasında dünyanın en mamur ülkesini bırakmıştı. Devletin idari ve askeri teşkilatı mükemmel bir haldeydi.”19 2. Gıyâseddin Keyhüsrev'den itibaren ise “bu teşkilatlar zayıflamış, Babai isyanı zuhur etmiş ve 1243'te Kösedağ savaşının kaybedilmesiyle Anadolu, Moğol istilasına m aruz k a la ra k “T ü rk h alk ın ın m u tsu z, k ara g ü n le ri b a ş la m ış tı.” 20 Böylece “XE. Yüzyılda Haçlı seferlerinin getirdiği, XIE. Yüzyılda da süren yoksulluk, Moğol istilasının önünden kaçan ve Erzurum, Erzincan, Sivas dolaylanna yerleşen Harezm ve Türkmen göçmenlerinin beslenme zorunluluğu, bütün Anadolu'ya yayılan Moğol ordulannın masraflannı karşılama zorunluluğu, Selçuk sultanlarının saltanat kavgalan için kiraladığı Suriye askerlerin besleme zorunluluğu, vergileri dayanılmaz hale getiren büyük memurlarla kadıların rüşvet ve gösteriş masraflannı karşılama zorunluluğu ve nihayet Anadolu Beylikleri sarayının her türlü israf ve sefahat masraflarım ödeme zorunluluğu.” şeklinde özetleyebileceğimiz olaylardan dolayı bu dönem tam bir mutsuzluk çağı olmuştur.21 Buraya kadar söylediklerimiz tablonun karanlık yüzüdür. Tablonun diğer yüzü ise oldukça aydınlıktır. Çünkü büyük kargaşalıklara sahne olan bu yüz yıl aym zamanda bir tasavvuf asndır. Ahmet Yesevi'nin Türkistan bölgesinde kurduğu Yesevilik tarikatı, 13. asırda onun halifeleri vasıtasıyla Anadolu'da yayılmaya başlamıştı. Anadolu'daki tasavvuf hareketi bilhassa Selçuklular zamanında bir gelişme gösterdi. Konya, başkent
olduğu için bu hareketin asıl merkezi burası oldu. Ama bütün bir Anadolu bu hareketlerden etkilendi. Bu durumu sadece çaresizliğin getirdiği bir manevi sığınma olarak görmek doğru değildir. Çünkü tasavvuf, o dönemde Müslüman-Türk halkının yaşadığı derin ıstırapları dindirmede manevi bir şifa kaynağı olarak insanlara güven, huzur, birlik, dirlik, düzen ve adalet vadeden bir düşünce olarak kendisini ifade etmekteydi.22 İşte Nasreddin Hoca böyle bir çağda yaşadı. Bu öyle bir çağdı ki birlik ve dirliğe ihtiyaç vardı. Adalet, huzur, kardeşlik yeniden kurulmalıydı. Sevgi yeniden egemen olmalıydı. Nasreddin Hoca, çağının farkında olan misyon sahibi her büyük insan gibi o da çağma ve toplumuna karşı bir ödev bilinciyle hareket etti. “Cemiyetin acılarını, elemlerini tebessüm buketleri halinde sunduğu nükteleriyle, şen fıkralarıyla uyutmaya, dindirmeye çalışmıştı. Onun hikmet ve hisse dolu fıkraları yıkılış ve devriliş devrinin tozları dumanları arasında bulunanlara ümit ve neşe veren bir şimşek oldu.”23 HOCA'NIN ÇAĞDAŞLARI Nasreddin Hoca (1208-1284), çağının öncüsü, önderi olan bir isimdir. Bir toplumsal değişim çağında yeni bir kültürel, sosyal...oluşumun mimarlanndandır. Ama bu görevinde yalnız değildir. Çünkü bu çağda benzer fonksiyonları üstlenmiş başka isimler de vardır. Bunlar Hoca'nm çağdaşlarıdır. Hepsi de benzer bir misyonun insanıdır. Yani Anadolu'nun o çağdaki manevi mimarlarıdır. Bu isimlerden ilki Mevlâna'dır. Diğerleri ise Yunus Emre, Şeyh Edebali, Ahi Evren, Şems-i Tebrizi'dir.24 Bu isimlere Hoca'nm şeyhi Seyyid Mahmud Hayrani'yi, Sarı Saltuk'u, Hacı İbrahim Sultan'ı, Karaca Ahmet Sultan'ı de eklemek gerekir 25 Şemsettin Sami, Hacı Bektaş Veli'yi de aynı çağm insanı olarak gösterir. Pir Ebi, Hoca Cihan,26 Lam ii Ç elebi'ye göre Şeyyad H am za da (13. asır) H oca'nın çağdaşıdır. İşte böyle bir kargaşalık devrinde bu isimler, ne yaptıysa, nasıl bir misyon üstlendilerse Nasreddin Hoca da onu yapmış, aym misyonu üstlenmiştir. Sanki bu büyük isimler,
aralarında bir görev taksimi yapmışlar, her biri insanlara başka bir dil ve üslupla aym şeyleri söylemişlerdi. Mevlana'da şiir ve sema, Mesnevi'de anlatılan hikâyeler ne ise, hangi amaca yönelikse Hoca'mn fıkraları da öyledir.27 Nitekim “Bazı Mesnevi hikâyelerindeki kurgu ve vurgular, doğrudan Nasreddin Hoca etrafındaki benzer nükteleri hatırlatmaktadır.28 Yine Mesnevi'de Hoca'mn kediyi tartması fıkrasına yer verilmiştir. Bizce Mevleviliğin son postnişinlerinden Yeled Çelebi'nin Letâif-i Hâce Nasreddin ismiyle yaptığı derleme çalışmasıyla Hoca'ya gösterdiği ilgi, Mevleviliğin Nasreddin Hoca'ya müspet bakışım ve Mevlâna ile Nasreddin Hoca arasındaki misyon birliğini gösterir.29 Dolayısıyla “Hoca, XIII. Yüzyılda Anadolu'da yaşayan büyük bir mürşid, büyük bir ahlâkçı idi. Mevlâna, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi ahlâk ve faziletin mücadelesini yapıyordu. Fakat sistemi mizahi idi. Tasavvufun vermek istediği mesajın halk tabakalarına iletilmesinde mizahı bir vasıta olarak kullanıyordu. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Mevlâna ve Yunus Emre şiirleriyle halka iman ve ahlâk aşılarken Nasreddin Hoca da çekilen sıkıntıları nükte ile tebessümle, hikmet ve ders dolu fıkralarıyla dindirmeye çalışmış, onlara ümit ve yaşama sevinci vermiştir. Böylece Anadolu'nun Haçlı ve Moğol saldırılarıyla kanayan yaralan tedavi edilmiş, Selçuklu bozgunundan, Beylikler dönemi kargaşasından sonra Osmanlı devletinin kuruluşu b ö y le b ir m anevi ve k ü ltü rel o rtam ın im k ân larıy la g erçek leşm iştir.
KAYNAKLARDA NASREDDİN HOCA Nasreddin Hoca'mn gerçekten yaşamış bir şahsiyet olduğunu gösteren en önemli belgelerden biri ondan söz eden, biyografisi hakkında kısa da olsa bilgi veren ve fıkralanna yer veren eserlerdir. Bunlardan hareketle Hoca'mn gerçekten yaşamış bir şahsiyet olduğu, halk tarafından asırlardır tanındığı, fıkralarının bilindiği anlaşılmaktadır. Nasreddin Hoca'dan bahseden kaynaklardan ilki ve en önemlisi XV. Asırda (1480) yazılmış olan Saltuk-nâme'dir.30Saltuk-nâme, Cem Sultan'ın arzusu üzerine maiyetinden Ebul-Hayr Rumi tarafından kaleme alman ve Sarı Saltuk'un menakıbım anlatan mensur bir eserdir. Ebul-Hayr Rumi, yedi yıl memleket memleket dolaşarak pek çok
menkıbeyi ve sözlü rivayetleri toplayarak bu eserini meydana getirmiştir. Eserin asıl konusu Sarı Saltuk olm akla birlikte bu k itapta N asreddin H oca'dan da bahsedilmektedir.31 Saltuk-nâme'nin konumuz açısından önemi, bize Hoca'nm sadece tarihi bir kişilik oluşundan öte onun fikri kişiliği hakkında da bilgi veriyor olmasıdır. Bu eserde Hoca'nın Akşehir'deki Mahmud Hayrani'nin müridi olduğu söylenmekte, San Saltuk'un Akşehir'de Hoca ve kansı ile görüştüğüne dair ifadeler yer almaktadır. Ayrıca Hoca'nın üç fıkrasına yer verilmekte ve fıkralarının kitap halinde getirildiği belirtilmektedir.32 Önemli olan bir başka husus ise burada Nasreddin Hoca'nın kansı ile ilgili söylenenlerdir. Hoca'mn fıkralarındaki genel durumun aksine kansı burada akıllı, bilgili, San Saltuk gibi birine dahi öğüt verecek düzeyde bir insan olmasıdır. Çıkarabileceğimiz bir başka sonuç ise Hoca'mn o çağda da akıl veren ama bunu mizahi bir dille yapan bir toplum öncüsü oluşu ve böyle bilinmesidir. Nasreddin Hoca, bu özelliğinden dolayı başka sûfilerin eserlerinde de ondan söz edilmiştir. Bu eserlerden biri de Bursah Mehmed Gazali'nin 1491-1502 yıllan arasında tamamladığı “Dafi al Gumum Rafi al Humum” isimli eseridir. Bu kitapta Hoca'ya ait fıkralar yer almaktadır.33 Nakşibendi müellif ve şairlerinden Bursalı Lamii Çelebi (1472-1531/32) de eserinde Hoca'dan bahseden bir başka isimdir. "Letaif'inde Hoca'ya ait iki fıkra yer almaktadır. Fıkraların birinde Şeyyad Hamza'nın da adı geçmektedir. Söz konusu fıkralar tamamen dinî-ahlâkî niteliktedir. Bu durum, Hoca'mn bir ahlâkçı olarak toplumda bir misyon üstlendiğini göstermektedir.34 Yine bu eserde Nasreddin Hoca'nm torunu olduğu söylenen Sinan Paşa ile ilgili bir fıkra, Hoca'nm memleketi, mezan, tarihi kişiliği ve soyu hakkında önemli ipuçlan vermektedir.35 Nasreddin Hoca'yı sûfi olarak gören bir başka isim ise Bayburtlu Osman'dır. 1581'de telif ettiği “Kitab-ı Mir'atı Cihan“ adlı eserinde Hoca'nın ismi “evliya-ı kiram” arasında
zikredilmekte ve veliliğinden bahsedilmektedir.36 Yine Nev'izâde Atai'nin “Sohbet'ülEbkar” isimli eserinde Hoca'mn bir fıkrası nazma çekilmektedir. Bu fıkrada da Hoca'mn ahlâki yönü öne çıkmaktadır. Bir başka mutasavvıfın, Kuşadalı İbrahim Halveti'nin de Hoca'mn fıkralarını tasavvufi açıdan şerh ettiği görülmektedir. Kaygusuz Abdal da Hoca'ya ilgi duyanlar arasındadır. “Budala-nâme” adlı eserinde Hoca'mn “camide vaaz vermesi” fıkrasını yorumlamıştır. Hoca'nm fıkralarını nazma çekerek ondan söz eden bir isim de Taşlıcalı Yahya'dır. “Gencine-i Raz-ı Usul-Name” adlı eserinde Hoca'mn iki fıkrasını nazma çekmiştir. Güvahi(ö. XVI. Asır başlan)nin “Pend-nâme”sinde de aym şekilde Hoca'mn üç fıkrası nazmedilmiştir. Bu kaynaklara iki adet Nasreddin Hoca fıkrasının yer aldığı Basiri'nin “Letaif’ini(1535), Muhyi-i Gülşeni tarafından 1604 yılında yazılan Menakıb-ı İbrahim Gülşeni adlı eserini, Niyazi Mısri'nin “Hatıralar”ım ekleyebiliriz. Fakat Hoca'yı bir ahlâkçı sûfi olarak gösteren Mevlevi şairi Burhaneddin “Letaif-i Nasreddin Hoca adlı eserinden özellikle söz etmek gerekir. Bu eserde Hoca'nm fıkraları tamamen tasavvufi bakış açısıyla yorumlanmıştır.37 Bu kitaplar hep aym yüzyılın eserleri değildir. Dolayısıyla bunlarda yer alan yaklaşımlar bütün zamanlar boyunca Nasreddin Hoca'nm bilindiğini ve nasıl algılandığını göstermesi açısından önemlidir. Bu konuda son olarak söz edeceğimiz eser ise yüzyılın başında Akşehir'de kaymakamlık yapan Bereketzâde İsmail Hakkı'nın “Yâd-ı Mazi” adlı eseridir. Hoca'nm fıkraları bu eserde “zahiri güldürüp, batım düşündüren” olarak değerlendirilmekte, böylece Hoca'mn ahlâkçı algısının Akşehir'de de aym olduğunu göstermektedir.38 Şüphesiz ki Hoca'dan bahseden kaynaklar, sadece sûfilere ait kitaplar değildir. Başka meslek ve meşrep gruplarından olan isimler de eserlerinde Hoca'ya yer vermişlerdir. Mesela yaşadığı asırla ilgili verdiği bilgi doğru olmamakla beraber Evliya Çelebi, “Seyahatnamesinde, XVII. yüzyılın biyografik eserlerinden “Keşfüz-Zünun”da Katip Çelebi39 Nasreddin Hoca'dan söz etmektedir. Yine Şemseddin Sami “Kamus'ul Âlâm”da Nasreddin Hoca'nm Hacı Bektaş'ın çağdaşı ve Selçuklular döneminde
yaşadığını söyleyerek tarih i bir k işilik olduğuna vurgu yapm aktadır.40 Bu liste daha da çoğaltılabilir. Bilhassa Cumhuriyet devrinden itibaren Hoca'ya ilgili kitaplarda büyük bir artış görülür. Fakat onlara geçmeden harf devrimi öncesi yazılan ve Hoca'dan bahseden bazı kaynaklan da burada belirtmiş olalım: 1806'da yayımlanan Mehmed Hafid'in “Galatat-ı Hafid”te Hoca'nm isminden ve Akşehir'de gömülü Ebu Tahir Muhammed Firuzabadi'nin “Kamus”unda fıkralarından, Ahmet Rasim'in “Menakıb-ı îslâm”ında Hoca'nm türbesinden ve fıkralarından söz edilmektedir. Bu bahiste üzerinde durulacak bir isim de Çaylak Tevfik diye bilinen Mehmet Tevfik'tir. Fıkra derleyiciliği ile tanınmış olan bu kişi “Âsar-ı Perişan” isimli eserinde Hoca'ya özel bir yer ayırmış, yine “Letâif-i Nasreddin” isimli eseriyle Hoca'mn biyografisini ele almış ve fıkralarını toplamıştır.41 Nasreddin Hoca'mn bugün genel kabul gören biyografisinin dayandığı eseri de burada anmak gerekir. Bu eser XIX. Asırda Sivrihisar'da müftülük yapan Haşan Efendi'nin 1275H/1861 M. yılında yazmaya başladığı "Mecmua-yı Maarif' adlı tamamlanmamış eseridir 42 Bugün için Hoca'mn nerde doğduğu, nerede yaşayıp öldüğü, ailesi ve tahsili hakkmdaki bilgilerin asıl kaynağı işte bu eserdir. Nasreddin Hoca ile ilgili yayımlanan ilk bilimsel eser ise büyük Türkolog M. Fuat Köprülü'nün “Nasreddin Hoca” kitabıdır. İlk baskısı 1918 yılında yapılan bu eserde Nasreddin Hoca'mn fıkralan akıcı bir anlatımla şiir halinde dikkatlere sunulmaktadır. Fakat kitabı önemli kılan asıl özellik eserin başında ve sonunda Nasreddin Hoca'nm Hayatı ve Şahsiyeti ile ilgi sunduğu bilgilerdir.43 Cumhuriyet Devrinde ise Hoca'ya ilgili yayınlarda çok büyük artış görülmüş, bu alanda pek çok eser yayımlanmıştır. Bu çalışmalar arasında söz edilmeye değer olanlardan bazılan şunlardır: Abdülbaki Gölpınarlı/Nasreddin Hoca,
Saim Sakaoğlu /Nasreddin Hoca, Alpay Kabacalı/Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca M. Sabri Koz/ Nasreddin Hoca'dan Fıkralar, Şükrü Kurgan/ Nasreddin Hoca, Abdullah Özbek/Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca, Pertev Naili Boratav/ Nasreddin Hoca, İlhan Başgöz/Nasreddin Hoca, Erdoğan Tokmakçıoğlu/Nasreddin Hoca Eflatun Cem Güney/Nasreddin Hoca Mehmet Aycı/Nasreddin Hoca Selami Şimşek/Nasreddin Hoca ve Tasavvuf... NASREDDİN HOCA'NIN ADI ÜZERİNE YORUMLAR Hoca'mn adı, halk arasında yaygın olarak “Nasreddin”, kimi zaman da “Nasruddin” yahut “Nusreddin” biçiminde söylenmektedir. Nitekim bazı taşbasmalann başlıklarında bu isimle de yer alır.44 Fakat ortak kabul gören söyleyiş “Nasreddin“ yahut günümüz Türkçesi'nin yazım kurallarına göre “Nasrettin” şeklindedir. Dolayısıyla Hocamızın asıl adı Nasreddin'dir. Hoca, fıkralarında bu adı ile anılır. Nasreddin adı “Batı dillerindeki kimi özel adlar gibi anlamsız bir ad değildir.”45 Manası itibariyle Hoca'nm kişiliğini ve misyonunu da yansıtır. Çünkü bu ad, Arapça'da “ yardım, zafer”, “galip gelme” anlamına gelen “Nasr” kelimesiyle “din” kelimesinin
“el-“ harfiyle bağlanmasından doğmuş bir isimdir. “Din” kelimesi ise “Allah tarafından konulan ve Allah'ın vazifelendirdiği peygamberler vasıtasıyla akıl sahibi insanlara tebliğ edilen, onlara dünya ve ahirette saadet yollarını gösteren sistem” anlamına gelmektedir. İslam kültürü çerçevesinde "din" kelimesinden "İslamiyet" anlaşılır. Kelimeye bir bütün olarak bakıldığında “Allah'ın dine yardımı, dinin zaferi” anlamlarına gelmektedir.46 Nasreddin ismine bir sıfat olarak eklenen “hoca” kelimesi ise Farsça “hâce” kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Bu kelime Türkçe'de "1. İmam, namaz kıldıran kimse, 2. Müslüman din adamı, din görevlisi, 3. Öğretici, muallim, öğretmen, 4. Dini bilgisi kuvvetli kimse, 5. Usta, üstad” anlamına gelmektedir.47 Azerilerde Hoca için kullanılan “molla” kelimesi de “hoca” kelimesinin anlamdaşıdır. Zira bu kelime de “Müderrislikten sonra kadılık payesi kazanan ulema, büyük kadı, büyük âlim, hoca.. .”48 manaları taşımaktadır. "Hoca", kelimesi 13. asırda “tüccar, satıcı, ticaret erbabı” anlamlarına da gelmektedir. Dolayısıyla Nasreddin Hoca için Akşehir'in o dönemde ticari anlamda önemli bir merkez olduğu düşünüldüğünde Hoca kelimesi"a- Bir ticaret erbabı, tüccar b- Ticaretle kısmen uğraşan bir fakih veya molla" olarak kabul edilebilir.49 Bu yorum, ikinci manasıyla Hoca'nm kimi zaman çarşı pazarda satıcılık yaptığını anlatan fıkraları düşünüldüğünde durumu açıklamada bir yöntem olarak düşünülebilir. Ama Hoca'yı tamamen tüccar olarak görmek mümkün değildir.50 Eğer öyle olsaydı yoksul bir hayat sürmezdi. Fakat zaman içinde böyle düşünceler de oluşmuş “Hoca, müderris veya din görevlisi olmayıp tüccar ve nüfuzlu kişi midir? Çünkü Selçuklu devrinde hoca bu anlama da gelmektedir. Hoca'mn din görevliliği ve mollalıkla alakalı fıkraları hoca kelimesinin zamanla uğradığı anlam değişikliğinin verdiği bir yanılgı sonucunda sonradan ona yakıştınldığı da düşünülebilir.”51 şeklinde yorumlara konu olmuştur. Yine kimi fıkralarda Nasreddin Hoca yerine “Hoca Efendi” isminin de kullanıldığı görülür. “Efendi” kelimesi, dilimizde “ Okumuş, tahsil yapmış, terbiye görmüş kişi,
çelebi, saygıdeğer, kibar insan, hoca, kadı, molla.. .”52 anlamlarına gelmektedir ki bu da Hoca'ya son derece uyan bir sıfattır. Nitekim kimi Türk Cumhuriyetlerinde de “Efendi” sıfatının “A pendi” , “Ependi” şeklinde kullanıldığını bilmekteyiz. Nasreddin Hoca'mn adı üzerinde bu kadar durmamızın sebebi, adının kimliğini ve hayatım da özetliyor olmasındandır. Çünkü bilmekteyiz ki, Nasreddin Hoca, gerçekten bir Hoca'dır. Bilgin ve bilgedir. Din eğitimi almış ve din adamı olarak imam ve vaiz sıfatıyla camilerde görev yapmış, yine müderris sıfatıyla medresede ders vermiş, kadı sıfatıyla da mahkemelerde yargıçlık yapmıştır. Yine adının diğer anlamına bağh olarak zaman zaman pazarda ticaretle de uğraşmıştır. Yaygm ünü nedeniyle bütün dünyada tanınan Hoca'mn adı başka coğrafyalarda farklı şekillerde de söylenmektedir. Mesela Anadolu dışındaki Türk kültür çevrelerinde Türkistan'da Hoca Ependi, Nasreddin Ependi; Özbekistan'da Hoca Nasriddin, Kazakistan'da Hoca Nasır, Azerbaycan'da Mulla yahut Molla Nasriddin, Gagauzlar'da Bizim Nastradın, Nasradın Hoca, İranlılar'da Molla Nasreddin... şeklinde bilinir. Fakat hangi adı alırsa alsın hepsinde tatlı dilli, güler yüzlü, zeki, hazırcevap, bilge... bir tiptir. DOĞDUĞU YER VE YIL Nasreddin Hoca, H.605, M. 1208 yılında Eskişehir'in Sivrihisar ilçesine bağlı Hortu köyünde (Bu köyün adı sonradan Nasreddin Hoca köyü olarak değiştirilmiştir.) doğmuştur.53 Doğduğu yer ve yıl hakkındaki bilginin kaynağı ise Sivrihisar'da bir dönem müftülük yapan Haşan Efendinin kendi ifadesiyle “resmi belgelerin kaydedildiği büyük defterden aktararak yazdığı Mecmuâ-î M aârif’ isimli eseridir. Nasreddin Hoca konusunda ilk ilmi çalışma kabul edilen M. Fuat Köprülü, bu bilgiyi esas kabul ederek Hoca'nm doğum yeri ve yılım bu şekilde açıklamış54 bu bilgi araştırmacıların çoğu tarafından da kabul görmüştür. Hoca'nm doğduğu yerle ilgili ortada başka görüşler de yok değildir. Bunlardan en
çok öne çıkanı doğal olarak Akşehir'dir. İ. Hakkı Konyalı, Köprülü'nün aksine Hoca'mn Akşehirli olduğunu savunur. Bir hemşehrisine yazdığı bir mektupta “ Nasreddin Hoca, Akşehirlidir. Onun vakfiyesinin münderecatım kitabımda neşrettim. Akşehir'de zaviyesi var, zengin gelirli medresesi var, türbesi vardır... Hoca Akşehirli'dir.” demektedir.55 Ona göre Selçuklu Devrine ait resmi belgeler ve vakıf kayıt defterleri günümüze kadar gelemediği için Mecmuâ-i Maârif adlı eserdeki bilgiye itibar edilemez.56 Yine Konyalı, Mecmua-i M aarif yazarı Haşan Efendi'den daha evvel gelip geçenler, Nasreddin Hoca'mn Akşehirli olduğunda hemen ittifak etmiş gibidirler.” demekte ise de o da Haşan Efendi gibi bir belge göstermeden bu görüşünü belirtmektedir. Bir başka görüş ise “Nasreddin Hoca'nm bugün var olan ve bilinen Sivrihisar'dan değil Akşehir'in aynı adı taşıyan başka bir köyünden olduğu” şeklindedir. Bu iddia ise bizzat î. Hakkı Konyalı tarafından “Ne Selçuklular ve Beylikler ve ne de Osmanlılar devrinde A kşehir'in bu adı taşıyan bir köyü olm adığı” şeklindeki ifadeyle çürütülmektedir.57 Ona göre Akşehir'in eskiden “Sivrihisar” değil de “Sivrice Höyüğü” adında bir köy vardı. Ama Kanuni zamanında bu köyün halkı “Karabulut” köyüne yerleşince Sivrice Höyüğü, adını oradaki bir tepeye bırakarak tamamen kaybolmuştur, îşte kim ileri de bu köyün H oca'nm doğum yeri olduğunu söylerler.58 Konyalı, bu konuda son söz olarak şunları belirtir: “Sivrihisar, Akşehir'e yakındır. Nasreddin Hoca fıkralarında Konya ve Akşehir gibi Sivrihisar'ın da adı çok geçer. Hoca'mn Sivrihisar'da bir vazife ve memuriyetle bulunmuş olması, hatta orada doğup, büyüyüp de Akşehir'de yerleşmiş yahut burada bir vazife kabul etmiş olması da mümkündür. Güvenilir yazılı veya kazılı bir vesika elimize geçene kadar bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün değildir.”59 Hoca'nm hayat hikâyesine ilişkin farklı yaklaşımlar da vardır. Hoca Nasreddin, gerçekte Ahi Evren'dir. Ahi Evren'e günümüzde, Kırşehir sahip çıktığına göre, N. Hoca da 'Kırşehir'lidir. Yazar Halit ErkileÜioğlu'nun Nasreddin Hoca'mn mezar taşının Kayseri'de olduğunu söylediği yazısından sonra Hoca'mn Kayserili olup olamayacağı da tartışma konusu olmuştur. Bu iddia Erkiteloğlu'ndan önce de Kayseri müze
müdürlerinden Naci Kum tarafından ileri sürülmüş, adı geçen kişi Kayseri müzesinde Nasreddin Hoca'nm mezar taşının olduğu söylemiş fakat daha sonra bu yanlışlığın m ezar taşındaki yazının yanlış okunmasından ileri geldiği anlaşılm ıştır.60 "Yine Nasreddin Hoca'mn bir isim karışıldığından dolayı Kastamonu beyi ile karıştırılarak Kastamonulu olduğunu, orada doğduğunu ve bir baskın sırasında öldürüldüğünü düşünenler de olmuştur.61 Bu konuda son iddia ise Hoca'nm Karadenizli olduğu ve ü n lü fık ra k ah ram an ı T em el'le ak rab a b ile o la b ilec eğ i id d ia s ıd ır.62 Bugün için daha çok M. Fuat Köprülü'nün yaklaşımı benimsenmiş durumdadır. Dolayısıyla Hoca'nın doğum yeri olarak Hortu Köyü kabul edilmektedir. Hoca'yla ilgili kitapların hemen hepsinde yer alan bilgi bu şekildedir. Pertev Naili Boratav, Şükrü Kurgan, M. Sabri Koz, Mehmet Önder.. .gibi pek çok araştırmacı bu görüşü benimsemektedirler. Bilim adamları bu konuda tartışadursun Nasreddin Hoca'nm fıkralarda her iki yerin de ismi geçer. “Yazma Letâif mecmualarında Hoca'mn bir müddet Sivrihisar'da ikamet ettiğini, Akşehir-Sivrihisar arasında seyahat etiğini gösteren hikâyeler vardır. Hortu köyünde Hoca'ya atfedilen bir ev harabesi63 ile O'nun sülalesinden olduklarını söyleyen kimselerin bulunduğunu biliyoruz.”64 Hoca'nm biyografisine ilişkin bilgiler verilirken bu hususun da dikkate alınması gerekir. Fıkralarda mekân çoğunlukla Akşehir'dir. Bu Hoca'mn hayatımn büyük bir bölümünü burada geçirdiği şeklindeki bilgiyle uyumludur. Sivrihisar'dan ise kimi zaman memleketi olarak söz edilir. Bazen de Hoca Sivrihisar'a gider gelir. Burada kızının yahut başka akrabalarının olması muhtemel olduğuna göre bu durumu da doğru kabul etmek gerekir. Yine Saltuk-nâme'de Hoca ile San Saltuk konuşmasında mekân hem Akşehir hem Sivrihisar'dır. Burada Sivrihisar-Akşehir meselesiyle ilgili olan tartışmada Server İskit'in aktardığı şu bilgi de dikkate değer niteliktedir. Yazar konuyla ilgili bir makalesinde “Tahir
Bey'in Profesör Fuat Köprülü'ye verdiği bir tetkike nazaran; Hoca Nasreddin merhum, zamanın idari teşkilatına göre Akşehir'in Sivrihisar nahiyesine bağlı Hortu köyünde doğmuştur.”65 demektedir. Eğer bu malumat başka kaynaklarca doğrulanabilirse H o ca'n ın n ereli o lduğu k o n u su n d ak i ta rtış m a la r da sona erecek tir. Sivrihisar müftüsünün kitabında yer alan bilgiye göre Nasreddin Hoca'nın babası aym zamanda Hortu köyünün imamı olan Abdullah Efendi, annesi ise bu köyün yerlilerinden Sıdıka Hatun'dır.66
ÖĞRENİM HAYATI Nasreddin Hoca'nm çocukluğu doğduğu köyde geçmiş, ilk bilgilerini babasından almıştır. Yani babası aynı zamanda ilk hocasıdır. Hoca, okuma-yazma, temel dini bilgiler, Arapça ve Farsça konusunda kendini yetiştirmiş, daha sonra eğitimini Sivrihisar'daki medreselerde sürdürmüştür. Kur'an-ı Kerim'i ezberleyip hafız olmuş, yine Fıkıh ve Kelam ilimleri konusunda da öğrenim görmüştür. Bu öğrenimin ardından bir süre Sivrihisar Medreselerinde görev yapmış, babası ölünce, ailesini yalnız bırakmamak için köyüne geri dönmüş ve babasından boşalan imamlık görevini üstlenmiştir. Hoca, öğrenmeye, yeni bilgiler edinmeye çok meraklı bir kişi olduğu için bir süre imamlık yaptıktan soma daha çok ilim ve irfan sahibi olabilmek için bu görevini Mehmet isimli bir arkadaşına bırakarak Konya'ya gitmiştir. Konya, o dönemlerde Anadolu Selçuklu Devletinin başşehriydi. Dolayısıyla bir ilim ve irfan merkeziydi. Hoca, burada devrin ünlü bilginlerinden olan Hoca Fakih, Seyyid Mahmud Hayrani ve devrin diğer ünlü bilginlerinden ders aldı. Bunlardan biri de Hoca Ahmed Fakih'tir. Ders arkadaşları ise Pir Ebi ve Hoca Cihan'dır. Hatta Hoca ile şair Nesimi ve Mansur arasında geçtiği söylenilen “kuzu yeme hikâyesi” Konya'da Nasreddin Hoca ile Pir Ebi ve Hoca Cihan arasında geçen bir olay olarak anlatılmaktadır.67
Nasreddin Hoca, Konya'dan öğrenimini tamamladıktan sonra tekrar Sivrihisar'a döndü. Bir süre buradaki medreselerde müderrislik yaptı. Daha sonra hocası Seyyid Mahmud Hayrani'nin daveti ve Tuğrul Efendi'nin ısrarı üzerine 1237'de Akşehir'e giderek Akşehir medreselerinde ders gördü. Ardından tekrar Sivrihisar'a geldi. Burada bir süre daha görev yaptı.
HOCASI SEYYİD MAHMUD HAYRANİ Seyyid Mahmud Hayrani, Moğol istilası sırasında Anadolu'ya gelip önce Konya'ya ardından Akşehir'e yerleşen ve “Anadolu'nun Türkleşmesinde ve İslâmlaşmasında rol oynayan” büyük sufilerdendir.68 Fuat Köprülü Hayrani'nin Hacı Bektaş Veli'den önce A nadolu'ya geldiğini ve büyük şöhret kazandığını bildirm ektedir.69 XIII. A sır büyüklerinden olan Seyyid M ahmud H ayrani'nin doğum tarihi bilinmemektedir. Akşehir'de bulunan türbesindeki kitabeden 667H/1268 M. yılında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Babası Selçuklu devlet adamlarından Mesud Paşa'dır. Dedesinin adı ise Mahmud'dur.70 Hacı Bektaş ve Mevlâna'nın da çağdaşı olan bu büyük zat, bu iki büyük sûfî ile de zaman zaman görüşmüştür. Bu durum onun da diğerleri gibi o çağda Anadolu insanına din, maneviyat ve ahlâk aşılayan büyük isimlerden biri olduğunu göstermektedir. Seyyid Mahmud Hayrani, Konya'daki medrese hocalığından sonra Akşehir'e yerleşmiş ve burada Kadı îzzeddin ve Emir Yavi medreselerinde müderrislik yapmış yine burada kurduğu tekke ile halka hizmet etmiştir. Mevleviler ve Bektaşiler onu kendi tarikatlarına ait gösterirler. Pek çok Mevlevi kaynağmda ona ilişkin menkıbeler ve bilgiler yer alır. Buna göre onun sufilik yolundaki ilk eğitimi Mevlana dergâhında olmuştur. Fakat onun da büyük bir eren olduğu dikkate alındığında yolun başında Mevlevilikle ilgilisi olsa bile daha sonra başka bir tarikatın büyüğü olabileceği ihtimalini düşündürmekte fakat bunun hangi tarikat olduğu bilinmemektedir. Sadece Rufai olabileceğine dair yorumlar vardır. Torunu Seyidi Ali b. Muhammed'in kabir kitabesinde “er-Rufai” şeklinde bir kaydın yer alması bu yorumu güçlendirmektedir. Çünkü tarihi kayıtlara
göre Rufailiğin Akşehir'de kurulması da onun yaşadığı zamana rastlamaktadır.71 Seyyid Mahmud Hayrani tekkesi daha somaki zamanlarda Bektaşilerin kontrolüne girmiştir. Bu durum Hayrani tekkesinin XVII. Yüzyılın ortalarına kadar kendi misyonunda görev yaptığı bu tarihten soma Bektaşilere devredildiği gibi bir sonucu doğurmaktadır. Yaşadığı dönemde halk tarafından çok sevilip sayılan Seyyid Mahmud Hayrani'ye aynı saygıyı devlet adanılan da göstermiş mesela Yıldınm Beyazıt'ın 9 Mart 1403 günü Akşehir'de vefat etmesi üzerine Timur, naaşın Mahmud Hayrani türbesine defnedilmesini istemiştir. Fakat daha soma Yıldınm'ın naaşı vasiyeti ortaya çıkınca Bursa'ya nakledilmiştir.72 Seyyid Mahmud Hayrani vefatından soma da saygı görmüş ve türbesi bir ziyaretgâh haline getirilmiştir. Bu anlamda Hacc'm karayoluyla yapıldığı zamanlarda onun türbesi de tıpkı öğrencisi Nasreddin Hoca'nm türbesi gibi ziyaret edilen mekânlardan biri olmuştur. Akşehir'de Nasreddin Hoca türbesinin ilerisinde, Seyidi Mahallesinde yer alan bu türbe bir Selçuklu dönemi yapısıdır. Civarında bir zaviye, imaret, medrese, mescit ve hamamın bulunduğu şeklinde bir bilgi tarihi kayıtlarda yer almaktadır. Nasreddin Hoca'yı ilim ve irfan yolunda yetiştiren işte bu büyük zattır. Nasreddin Hoca, ondan önce Konya medreselerinde, ardından Akşehir'de eğitim almıştır. AKŞEHİR'E GÖÇ ETM ESİ Nasreddin Hoca, daha sonra Sivrihisar'dan aynlarak 1237'de Akşehir'e gitti73 ve buraya yerleşti. Hoca'nm bu gidişinde biraz önce de belirtildiği gibi Konya'daki Hocası Seyyid Mahmut Hayrani'nin Akşehir'e yerleşmesi ve onu da buraya çağırması etkili olmuştur. Nasreddin Hoca'nm Konya ve Akşehir'e gitmesiyle ilgili şöyle bir tarihi olay da anlatılmaktadır:
“Sivrihisar kale dizdarı Alişar Bey, devamlı olarak Sivrihisar'ın gelişmesi ve büyümesi için b ir şey ler yapm ak istiyordu. H oca'ya ne y ap ılab ileceğ in i sordu: Nasreddin Hoca: -Beldemiz eğitim görmüş yetişkin insanlarla şenlenip, gelişecektir. Konya'ya gidiniz ve bilgisiyle ün yapmış birisini buraya getiriniz. Alişar Bey, yirmi gün bu mesele için uğraştı ve ünlü müderris Tuğrul Efendi ile geri döndü... Sivrihisar'da her gün konuşmalar yapan Tuğrul Bey, yalnız Hoca'yı değil tüm Sivrihisar'ı etkilemeyi başardı... Bir müddet sonra; Tuğrul Efendi de Nasreddin Hoca'nm vaazlarım dinlemeye başladı. Ondaki yeteneği gördü ve ondan zekâ ve yeteneğini Akşehir'de ve Konya'da gösterm esini, oralara gidip daha tecrübelenm esini, bilgilenm esini istedi. Hoca, günlerce düşündükten sonra Akşehir'e gitmeye karar verdi... Tüm yakınlarına ve Tuğrul Efendi'ye bu kararım açıkladı. Bu dönemde Moğollar'ın etkisi iyiden iyiye hissediliyor, Anadolu'yu huzursuzluk bulutlan kaplamaya başlıyordu... Bu ortamda seyahat yapmaktan çekinen Hoca, Akşehir seyahatini her gün geciktiriyordu; Tuğrul Efendi, bunun üzerine: -Aydınlar yol gösterici olmalıdır, karşında manevi şifa bekleyen topluluklar bulacaksın. Onlara sen cesaret vereceksin, için kan ağlasa dahi güleceksin! Halka yol gösterenin özelliği budur, deyince Hoca yola çıkmaya karar verdi. Yola çıkma günü, yıllarca yaşadığı Sivrihisar'ı bırakma günüydü... Tüm sevenleri
genci, yaşlısı kale kapısına O'nu uğurlamaya geldi. Acılar, huzursuzluklar içinde, bir de Hoca gidiyordu! Hoca eşeğine bindi yola düştü, arkadan hüzün ve sitem dolu ses: Alişar Bey: -Nasreddin Hoca! Sen bu düzeni ta baştan kurdun. Akşehir'e gitmek için, yerini dolduracak adam ı bana buldurdun. Bu oyunu yuttuğum u sanm a, dedi. Hoca, eşeğinin yularını çekti. Hayvanı durdurdu. Atik bir hareketle, semere ters oturdu. Sonra da şöyle dedi: -Alişar Bey! İnan ki, olay dediğin gibi değil. Bakın, gözüm üzerinizde, Sizden ayrıldığım için üzgünüm. Hocayı, eşeğe ters binmiş halde gördükçe, onu uğurlamaya gelenlerin hüzünleri dağıldı. Ümitsizliğin yerini kahkahalar aldı. Hoca görevini yapmıştı. Bunun üzerine, 1237 yılı ilkbaharında bir Cuma günü sabahleyin A kşehir'e uğurlandı. Halk, onun geleceğinden haberdardı. Onunla yakından ilgilendiler. Ardından Maarif köyündeki Seyyid Hacı İbrahim Sultan'ın yanma vardılar. Hoca, burada Seyyid Mahmud Hayrani'nin hacca gittiğin öğrendi. Daha sonra Akşehir'e döndü. Burada imamlık görevine başladı. Bir taraftan da vaazlar veriyordu. Zamanı gelince Hocası Hacc'dan döndü. Böylece Nasreddin Hoca'mn buradaki eğitimi de başlamış oldu. Bir yıl sonra da karısı Atike, kızı Fatma ve üç yeğeniyle birlikte Akşehir'e geldiler.74 Kimi yazarlar da Hoca'nm Sivrihisar'dan ayrılıp Akşehir'e gitmesini “Sivrihisar Medresesindeki Hocası San Tuğrul'un 'Akşehir'de Seyyid Mahmud Hayrânî seni bekliyor' uyansıyla ilgili görerek menkıbe halindeki bu olayı desteklemektedirler.75 Sivrihisar'dan böyle bir olayla aynlan Nasreddin Hoca, burada Şeyh Hacı İbrahim Veli ve mutasavvıf Seyyid Mahmut Hayranî (Ö.1268) gibi devrinin tanınmış bilgin ve ârif kişilerinden ders aldı. Saltuk-nâme'deki bilgilere göre Hayrani'nin talebesi ve
dervişi oldu. Kimi yorumculara göre bu iş, dervişlikle de sınırlı kalmadı. Hoca, Hayranî dergâhının şeyhlik görevi de üstlendi.76 Hoca, ilmi çalışmalarını bundan sonra burada devam ettirdi. Akşehir'de müderrislik görevinde bulundu. İmamlık, kadılık ve vaizlik yaptı. Ömrünün büyük bir bölümünü burada geçirdi. EŞİ VE ÇOCUKLARI Nasreddin Hoca, ölünceye kadar da burada yaşadı. Evlenip çoluk çocuk sahibi oldu. Fıkralarından anlaşıldığına göre Hoca iki kez evlenmiş, bu evliliklerden Fatma ve Dürr-i Melek Hatun isimli iki kızı ve bir oğlu olmuştur. Ömer yahut Şeyh Ömer isimli oğlunun mezarı da Sivrihisar'dadır.77 Bu durum, Sivrihisar'ın Tahtalı Evliya mezarlığında bulunan bir mezar taşı kitabesinden anlaşılmaktadır.78 Fakat eşlerinin adına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Fıkralarından iki eşinin bulunduğu sonucu çıkmaktadır. Köprülü bunlardan ilkinin Akşehir'in Kozağaç köyünde gömülü olduğunu söylemektedir.79 Kızlarından Fatma Hanım'ın mezar taşı Sivrihisar'da bulunmuş daha soma Akşehir'e gönderilmiştir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki “Bu durum, Nasreddin Hoca'mn tarihi kişiliği, varlığı hakkında ileri sürülen şüpheleri ortadan kaldıran en önemli belgedir.”80 Diğer kızı Dürr-i Melek'in mezar taşıyla birlikte Akşehir müzesindedir.81 Fatma Hanım'ın Mevlâna Celâleddin isimli oğlu olmuş ve Sivrihisar'da kadılık yapmıştır. Onun oğlu değerli bilgin Hızır Bey ise(ö.l459) İstanbul'un ilk kadısı olmuştur.82 Hızır Bey'in oğulları Sivrihisar ve civarında ve Akşehir'de imamlık yapmışlardır.83 Bu da Hoca ve ailesinin Akşehir'e geldikten soma Sivrihisar'la bağlarını sürdürdüklerini göstermektedir. Fatma Hanım hakkında söylenen bir görüş de şöyledir: Hoca, Akşehir'e gitmeden önce yani Konya'daki tahsilini tamamladıktan soma memleketi olan Sivrihisar'a,
Hortu köyüne dönmüş, burada Atike isimli bir hanımla evlenmiştir. Bu evlilikten de Fatma isimli bir kızı olmuştur.84 Nitekim bir fıkrasında bu hanımın adı geçmektedir. Bu bilgilerden hangisi gerçeği yansıtmaktadır? Bunu tam olarak şu anda bilemiyoruz. Ama Fatma Hanım'ın varlığı son arkeolojik çalışmalara göre kesin bir gerçektir. Sivrihisar mezarlığında mezar taşı bulunmuştur. Üzerinde de 1226 da öldüğü yazılıdır. Yine bu konuda Kemal Uzun'un şu yorumu da dikkate alınmalıdır.” Nasreddin Hoca'nm Atike'den doğma ilk kızı Fatma, Sivrihisar'da ölmüş. İkinci kızının adını da Fatma koymuş, Atike, ikinci kızı Fatma ile Akşehir'e gelmiştir.85
YAPTIĞI İŞLER Nasreddin Hoca, çok değişik işlerle uğraştı. Fıkralarından çıkan bilgilere göre, imamlık, hatiplik, vaizlik, müezzinlik, Cer Hocalığı, kâtiplik, müderrislik, kadılık, mahkemelerde bilirkişilik yaptı. İlk kadılık görevi, gölge kadılığı(kadı adayı)dır. Sonradan Konya ve Akşehir'de bu görevini sürdürmüştür. Bazı yorumcular ise Hoca'nm kadı olmak istediğini ancak rüşvetle iş yapan kadıları görünce bundan vazgeçtiğini belirtirler. Bu vazgeçmenin Hoca'm n tasavvufi yola girm esiyle de ilgili olabileceği söylenm ektedir.86 Bir yoruma göre de kadılık görevini Akşehir'e yerleşene kadar yapmış, daha sonra ise bırakmıştır. Ama fıkralarında kadı tipleri ve fetvaların yer alması Nasreddin Hoca'nm kadılık yaptığını düşündürmektedir. Hoca, kendi köyünde, Sivrihisar'da, Akşehir'de ve köylerinde imamlık ve vaizlik de yapmıştır. Konya'daki öğrenciliği sırasında yaz ve ramazan aylarında köylerle cerre çıktı.87 Kimi yazarların din adamları aleyhinde bir kanıt olarak kullanmak istedikleri “cerre çıkmak” olayı hakkında da kısa bir bilgi verelim. “Cerr” medreselerde bir eğitim ve öğretim uygulaması sayılır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminde medreseler, Recep, Şaban ve Ramazan aylarında öğrencilerini Anadolu'nun muhtelif
yerlerine gönderiler, uygulamalar yaptırırlardı. Bu faaliyet medreselerdeki bilgilerin halka iletilmesi maksadıyla yapılırdı. Bu esnada öğrenciler, halkı daha yakından tanırlar, gözlem yapma fırsatı bulurlardı. Medrese ile halk bu sayede bütünleşmiş olurdu. Haliyle öğrencilerin bu hizmetlerine mukabil, halk (kendi isteği ile) bir miktar yardım yapmaktadır. Bunu hiçbir zaman “medrese talebelerinin yardım toplamaya çıkması şeklinde anlamamak gerekir.”88 Müderrislik de en çok meşgul olduğu diğer bir iştir. Akşehir'de ilk görev yaptığı yer İmaret medresesidir.89 Böyle bir medrese olmasa bile Hocasımn ders verdiği medrese yahut medreselerde ders verdiği rahatlıkla söylenebilir. Aynca Akşehir'de adım taşıyan bir medresesinin varlığından söz edilmektedir. Hoca, tahsiliyle alakalı bu görevlerin dışında fıkralarından anlaşıldığı gibi terzi çıraklığı, çiftçilik, bakkallık, iplik satıcılığı, zeytin ve yumurta satıcılığı, hatta halk hekimliği gibi işler de yapmıştır. Bunda bir halk adamı oluşunun yanı sıra devrin iktisadi şartlarının da etkili olduğu muhakkaktır. Hoca, bunların dışında bir ara Kürtlerin yaşadığı bölgeye ve Arabistan'a elçi olarak görevlendirilmiştir. Fıkralarından çıkan bu sonuç için Fuat Köprülü “ itimada şayân” değil demekle birlikte eğer bu bilgi doğru ise bu da Hoca'nm çok yönlü bir insan olarak siyaset alanında da bilgi ve yeteneğe sahip olduğunu göstermektedir. Yine fıkralarından devrin zor şartlan yüzünden zaman zaman da boş kaldığı anlaşılıyor. Yani Nasreddin Hoca, varlıklı bir hayat sürmemiş, geçim sıkıntısı çekmiş, borç içinde kaldığı bu yüzden el içine çıkamadığı günler bile olmuştur.90 Kimi bilgiler ise Hoca'mn zengin sayılabilecek bir kişi olduğu şeklindedir. Buna delil olarak ise Hoca'nm bir vakıf medresesinin olduğu şeklindeki bilgilerdir. İbrahim Hakkı Konyalı bir makalesinde böyle bir vakıftan söz etmektedir. Fakat Hoca'nm hayatının bir döneminde varlıklı olsa dahi ömrünün büyük bir bölümünü yoksulluk içinde geçirdiği daha doğrudur. Aynca yine o devrin iktisadi şartlan da dikta alındığında
Hoca için zengin demek güçleşir.91 Nitekim Abdülbaki Gölpınarlı da Hoca'yı bu şekilde anlatır: “Hoca, perdecileri olan, harem ağalannın dolaştığı haremlerde, beyaz topuklu, yalın yüzlü hizmetçilerin, naz ile hırâman olduğu saraylarda yaşamış bir tip değildir.”92 VEFATI VE TÜRBESİ Nasreddin Hoca, M. 1284'te Akşehir'de 76 yaşmda iken vefat etmiş ve Akşehir'in en eski Selçuklu mezarlığına gömülmüştür. Daha sonra mezarının üzerine altı sütuna oturan kubbeli bir türbe yapılmıştır. “Bugünkü tapu kayıtlarına göre Kileri mahallesi 215 Ada, 1-2 parselde bulunmaktadır ve altı köşeli bir iç kısım ve 12 köşeli bir dış kısımdan meydana gelmektedir. Birinci kısım beylikler döneminde, dış kısım da 1878'de yapılmıştır. Türbede Nasreddin Hoca'mn sandukası Doğu-Batı istikametinde yerleştirilmiştir.”93 Hoca, kendi adını taşıyan bu mezarlıkta medfun olan Nasreddin Hoca'nm ilk inşa edilen türbesinin her yanı açık ve kıble tarafındaki kapısının üzerinde ilginç bir asma kilidin mevcut olduğu bilinmektedir. Hoca'mn türbesi İbrahim Hakkı Konyalı'mn söylediğine göre M. 1476 yılında harap durumda olan ve 1878'e kadar bu durumda kalan türbe, daha sonraları Akşehir ileri gelenlerince onarılmıştır. Nasreddin Hoca'nm şimdiki türbesi ise II. Abdülhamit zamanında M. 1905'de Konya Valisi olan Faik Bey ile Akşehir Kaymakamı Mustafa Şükrü Bey tarafından onarımı yaptırılıp üstüne dört satırlık Türkçe bir kitabe kondurularak bugünkü haline getirilmiştir.94 Daha sonraki yıllarda da Akşehir B elediyesi tarafından türbenin bakım ı ve çevre düzenlem esi yapılm ıştır. Nasreddin Hoca'nm türbesi, tarih boyunca ziyaret edilen önemli mekânlardan biri olmuş, pek çok eserde bu yapıdan söz edilmiştir. Bu eserlerden biri de bir dönem Akşehir'de kaymakamlık yapmış olan Bereketzâde İsmail Hakkı'nın “Yâd-ı Mâzi” adlı kitabıdır. Türbenin o zamanki hali hakkında bilgi vermesi açısından kitaptaki ilgili bölümü buraya alıyoruz:
“ Zahiri güldürüp bâtını düşündüren o latif menkıbeleriyle cihana destan olan Hoca Nasreddin Hazretleri de Akşehir'de medfundur. Türbesi kasabanın kuzey-doğu kenarında ve yoldan biraz içerlikçe ve Konya Caddesi üzerindedir. Türbe-i Şerifi'nin, tahayyül ettiğimiz gibi, vaktiyle dört tarafı açık olduğu halde büyük bir kilitle kilitlenmiş büyük bir kapısı varmış. Somadan bazı memleket ileri gelenleri tarafından, üzeri kiremitli ve etrafı tahta parmaklıklı olarak çatı altına alınmış, bazı mahallelerdeki cami şadırvanları tarzında inşa edilince, şimdi eskisi kadar değilse de yine binanın şekli ile muhteviyatının her halinde bir garabet eseri görülür. Merhum Hoca'nm kabri üstüne konulmuş ufacık bir sandukanın başına geçirilmiş büyük bir sarık, mübalağa olmasın ama sandukanın hemen üçte bir yerini tutuyor... Sandukanın önüne dikilmiş ufak bir taşa irab ve anlam bakımından mükemmel olan (!) şu acaib cümle kazınmış: "Hâzihi't-türbet'ül-merhûm'ül-mağfûr ilâ abdihi'l-ğafûr Nasreddin Efendi ruhuna fatiha!" Kitabenin altında da Hoca'nm vefat tarihi olmak üzere şu rakamlar görülür: 386. Bu rakamlar normal olarak soldan sağa doğru okunursa Nasreddin merhumun dördüncü hicri asırda yaşamış olması lâzım gelir ki, buna kail olanı görmedik; tersine okunsa altı yüz seksen üç tarihinde fani âleme veda etmiş oluyor. Bu halde ünlü cihangir Timurlenk ile Hoca arasında cereyan etmiş bazı vakalara dair dolaşıp duran kıssa ve rivayetler asılsız ve esassız olup Hoca merhumun Anadolu Selçukluları zamanında yaşadığı ihtimali teyit ediliyor... O dipsiz testiler, kabrin sağmda solunda hâlâ dizili... Kabr-i Şerif ziyaret edildiği sırada, ziyaretçinin hatırına merhum Hoca'ya isnad olunan garip hikâyeler, nadir latifeler geldiğinden midir nedir, gülmemek kabil olmuyor. İnsan ne kadar hüzünlü ve gamlı olsa, yine şâd olur.”95 HALKIN GÖZÜNDEKİ HOCA Aydınların, bilim adamlarının Hoca'ya bakışı ile Halkın bakışı yer yer örtüşse bile çoğu zaman ortada ciddi farklılıklar görülmektedir. Aydınlar, Nasreddin Hoca'ya daha çok belli fikirlerin, ideolojilerin gözlüğüyle bakmaktadırlar. Bu bakış tarzıyla Hoca, pekâlâ
Bu noktada hareket noktamız elbetteki Hoca'nm fıkraları ve hakkında söylenegelen menkıbeler olacaktır. Fıkralar ve menkıbeler bu anlamda bize Hoca'nm biyografisini de vermektedir: Buna göre aydınlar, bilginler Hoca'nm nereli olduğunu tartışadursun, halk için bu mesele çoktan çözümlenmiştir. O, Anadolulu Nasreddin Hoca'dır. Fıkralarında öne çıkan iki yer vardır. Bunlardan birisi Sivrihisar, diğeri de Akşehir'dir. Bir de sıkça Konya'dan söz edilir. Bu dem ektir ki H oca'nm h ay atın ı g eçird iğ i y erler buralardır. Şu fıkra doğum yerinin Sivrihisar olduğunu gösterir: “Hoca memleketi Sivrihisar'a gitmiş, Akşehir'den... Kamı acıkmış... Cebinde para da yok... Varmış bir ekmek fırınının karşına. - Merhaba hemşerim, demiş. - Merhaba, demiş, adam... - Bu fınn senin mi? - Benim..
NASREDDİN HOCA’NIN HAYATI
Halk ise Hoca'ya daha gerçekçi bakmaktadır. Çünkü onu hayatın içinde resmetmekte ve bunu somut olaylarla desteklemektedir. Halk, Hoca'ya aynı zamanda gönlüyle bakmakta, onu sevmekte, önemli görmekte ve kendi gibi benimsemekte yani içlerinden biri olarak kabul etmektedir. Hoca'ya ilişkin bu algılama son derece önemlidir. Çünkü halk, sevilmeyecek birini sevmez ve bağrına basmaz. Bu yüzden sahih bir Nasreddin Hoca portresine ulaşmak için halkın Hoca'ya nasıl baktığına da değinmek gerekir.
39
1. BÖLÜM
olumsuz bir tip olarak çizilebilmektedir. îlim adamları ise belgelerden hareketle bir Hoca portresi sunmaktadırlar. O da ortada yeterli sayıda belge olmadığı için bu sınırlı bakış tarzından dolayı Hoca'ya ait tam bir fotoğraf elde etmek mümkün olamamaktadır.
- Ekmek mi pişiriyorsun? - Evet... - Doğru söyle, bu finn, bu ekmekler hepsi senin mi? - Evet... - Be adam, niçin oturup yemiyorsun?” Şu fıkralar da Akşehir gerçeğine işaret eder: 1.“Hoca bir gün Sivrihisar'a gezmeye gitmiş. Bir de bakmış ki millet kasabanın meydanına toplanmış yeni doğacak Ramazan ay’ı görünecek mi, görünmeyecek mi diye pür dikkat bakmıyor. Hoca topluluğa dönüp şöyle konuşmuş: -Çok garip insanlarsınız, bizim Akşehir’de, beklediğimiz hilâlin tekerlek kadar büyüğü görülür de kimse başım çevirip bakmaz, siz kıl kadar incesini göreceğiz diye boşuna zaman sarf ediyorsunuz.” 2. “Hoca bir gün tavuklarım kafese doldurup Akşehir'den Sivrihisar’a doğru yola çıkmış. Bakmış, hava çok sıcak, hayvanlar sıkılmasınlar kafeste, kendi kendilerine Sivrihisar’a gitsinler diye kafesin kapışım açıp hepsini teker teker salmış. Tabii tavuklar sağa sola kaçışmışlar. Hoca durumu görünce öfkelenmiş ve eline bir sopa alarak horozu kovalamaya başlamış, bir yandan da horoza bağınyormuş: - Be kerata gece karanlığında sabahın olacağını bilirsin de Sivrihisar yolunu niçin bilmezsin?” 3. “Hoca Akşehir gölünde balık yakahyormuş. Beş-on tane yakaladıktan soma gitmek istemiş. O ana kadar birkaç yaramaz çocuk, Hoca'mn tuttuğu balıklan belli etmeden bir bir aşırmışlar. Hoca bakmış ki balık sepeti bomboş. Sepeti göle fırlattıktan soma:
-
Ey göl, demiş boş geldim boş gidiyorum. Bu sepet de benden sana cabası!
Bu fıkra da Hoca'mn tahsilini Konya'da yaptığım gösterir: “Hoca gençliğinde okumak için bir arkadaşıyla birlikte Konya'ya gitmiş. Arkadaşı şehirde minareleri görünce: - Allah Allah, demiş, nasıl yapılıyor bunlar acaba? Hoca: - Bunu bilm eyecek ne var, dem iş, kuyuları ters çevirip y ap ıy o rlar!” Halk için hoca, daha doğumundan itibaren sevimli bir mizah adamıdır. Hak inanışında buna ilişkin çok sayıda menkıbe vardır. Bunlardan birine göre “Hoca, daha anasından doğarken, gülerek doğmuş; hem de ağzı yüzü değil, alnının ortası da gülüyormuş.”96 Hatta kendisi gülmekle yetinmemiş bütün bir âlemi de güldürmüş. “Anlatılır ki, eski bir takvime göre bilgelik yılında bir gün bir çocuk doğdu. İhtiyar dünyamızın tebessüm etti, yüzünde güller açıldı.(...) O gün çiçekleri bir gülümseme aldı. Kaktüslerin dikenleri ipek gibi yumuşadı.(...) O gün yeryüzünde bütün çocuklar gülümserik oldular; olur olmaz her şeye güldüler.”97 Daha doğumunda böyle olduğuna inanılan Hoca'nm çocukluk dönemi de böyle geçmiş. ”cin fikirli, yaman bir çocukmuş.”98 Bütün vaktini ailesine, arkadaşlarına ve çevresine espriler yaparak geçirirmiş. Etrafındakiler önce bunlara gülerlermiş ama ardından “bu çocuk ne demek istedi?” sorusunu kendilerine sorarlarmış. Çünkü ince ve kesin bir zekâ ürünüymüş söylediği her fıkra. Halk, Hoca'mn bu yönünü de hikâyeleştirmekte gecikmemiş. Bunlardan biri şöyledir: “Küçük Nasreddin'e annesi seslenmiş: -Nasreddin, oğlum, nerdesin?
Nasreddin'de ses yok... Önemli bir şey söyleyeceği için kadıncağız bir daha seslenmiş: -Nasreddin, Nasreddin... Nerdesin oğlum? Cevap versene!... Nasreddin'in dışardan sesi gelmiş: Bahçedeyim anacağım, ne istiyorsun? Çabuk eve gel! -Ama işim var benim... -Ne yapıyorsun orada? -Eşeğin ahırında topacımı yitirdim de, bahçede onu anyonun. -Bu nasıl iş böyle oğul? Hiç ahırda kaybolan topaç bahçede aranır mı? -Ahır çok karanlık anacağım.. .Orda aradığımı bulamam ki!...” Nasreddin Hoca'nm öğrenciliği de fıkralara konu olmuştur: “Hoca Nasreddin, okula gittiği ilk gün sınıfa girip de duvarda asılı falakayı görünce korkarak hocaya sormuş: - Hocam bu nedir? - Falaka, cevabım almış. - Ne işe yarar? Hoca gülümsemiş: - Yaramazlık yapan çocukları dövmeye. Sen de bilirsin ya, dayak cennetten çıkmadır. Küçük Nasreddin kurnaz kurnaz gülmüş:
- Peki, hocam, demiş, cennetten çıkanı ne yaparlar? Hoca, bir an düşünmüş, aklına bir şey gelmediği için: - Cehenneme atarlar, demiş. Sinsi sinsi gülümsemiş Nasreddin... Bir ara hoca sınıftan dışan çıkınca hemen duvardaki falakayı kaptığı gibi çocukların hayret ve korku dolu bakışları altında kaldırıp sobaya atmış. Hoca sımfa girip de falakayı yerinde göremeyince kaşlarını çatmış ve sormuş: - Duvardaki falakaya ne oldu? Öğrenciler ne diyeceklerini şaşırmışlar. Sınıfta derin bir sessizlik olmuş. Sonra çocukların gözleri küçük Nasreddin'e takılmış. Hoca bu bakışların farkında olduğu için ondan yana dönmüş. Nasreddin başım önüne eğmiş. Hoca öfkeyle sormuş: - Sen mi aldın falakayı yerinden Nasreddin? - Evet efendim, diyerek başım sallamış. - Ne yaptın?.. Nasreddin, hocayı kızdırmamaya gayret ederek: - Hocam, demiş, biraz önce cennetten çıkanı cehenneme atarlar, demiştiniz. Ben de falakayı cehenneme, yani sobanın içine attım!..” Kimi menkıbelerde Hoca'nm neden güldürücü fıkralar anlattığı “doğarken gülmesine” böyle yaratılmasına bağlanır ama kimi menkıbelerde de bu durum öğrenciliği esnasında yaşadığı bir olaya bağlanır.
“Nasreddin Hoca, Seyyid Nesimi ve Hallac-ı Mansur'la Şeyh Şüca adlı bir şeyhin dervişiymişler. Şeyhin bir koyunu varmış. Kesermiş, pişirirlermiş, kemiklerini bir araya toplar, Tann'ya niyaz edermiş. Böylece kemikler çatılır, etlere bürünür, etler deriyle, deri yünle örtülür, hayvan dirilirmiş. Bir gün Mansur'la Nesimi, şeyh yokken koyunu kesmeyi kurmuşlar. Biz de dua ederiz, elbette canlanır demişler. Mansur kesmiş, çengele asmış, Nesimi derisini yüzmüş. Hoca Nasreddin bu işlere hiç karışmamış, fakat boyuna bunların hareketlerine bakıp gülmüş. Koyunu pişirip yemişler, kemiklerim toplamışlar, duaya koyulmuşlar. Fakat dirilmemiş. Bu sıralarda şeyh gelmiş, işi anlayınca pek cam sıkılmış. Kim kesti demiş. Mansur, ben kestim, astım deyince dilerim demiş şeyh, kesilesin, asılasın. Soma kim yüzdü demiş. Nesimi ben yüzdüm deyince ona da sen de yüzülesin demiş. Nasreddin Hoca, ben boyuna bunlara güldüm deyince şeyh sana da kıyamete kadar gülsünler, demiş.”99 Bu menkıbedeki isimler, aym zaman diliminde yaşamamışlardır. Mansur 10., Hoca 13., Nesimi ise 15. asırda yaşamış isimlerdir. Menkıbe bu yönüyle zaman içerisinde bir anlamda güncelleştirilmiş, Hoca'mn yaşadığı asra göre düzenlenmiş, Mansur ve Nesimi isimlerinin yerini Hoca'mn Konya'daki medrese arkadaşları olan Pir Ebi ve Hoca Cihan; Şeyh Şüca'mn yerini de Seyyid Mahmud Hayrani almıştır.100 İlginçtir bu iki menkıbede adı geçen kişilerin akıbetleri burada anlatıldığı gibi olmuş, Mansur asılarak, Nesimi yüzülerek “Hace Cihan boğazı kesilmek suretiyle öldürülmüştür. Pir Ebi ise Hocasının “kıyamete kadar senin de kemiklerin kaynayacak” demesinden olacak ki Konya'daki türbesinden alınan bir kemiğin, bazı hastalıklara iyi geldiğine dair bir inanış oluşmuştur.101 Halk inanışında Hoca, gençliğinde de çocukluğundaki gibi çok muzipmiş. O devirdeki giyim kuşam tarzına göre sanğı ve cübbesiyle bir medrese öğrencisi olduğunu her fırsatta gösterirmiş. Bilgisiyle, hazır cevaplılığıyla kimse baş edemezmiş. Zor duruma düştüğünde de jöne onun asıl kimliğim oluşturan hazır cevaplılığı ile işin içinden çıkmayı bilirmiş. Onun bu yönünü gösteren bir fıkrası da şöyledir:
“ Nasreddin Hoca, medreseye giderken, usulünce, ince bir sarık taşımaya başlamış. Hemen cahil köylülerin ve halkın gözünde itibar sahibi olmuş. Herkes kendisine karşı saygılı davranmaya başlamış. Bu da Molla Nasreddin'in pek hoşuna gidiyormuş. Onlarla konuşurken, ister istemez bir bilgin gibi davranıyor, her sorularına uygun bir cevap veriyormuş. Yalnız bunların içinde öyle sorular oluyormuş ki, çık çıkabilirsen işin içinden!.. Yine bir gün bir sohbet sırasında, birisi: - Molla Efendi, acaba insanlar daha ne zamana kadar böyle doğup ölecekler, diye sormuş. Soru, iyiden iyiye zor... Karşı tarafı inandıracak bir cevap bulabilmek hiç de kolay değil... Ama, ona Molla Nasreddin demişler!.. Hangi sorunun altında kalmış ki, buna cevap bulam asın... K arşısındakinin itiraz edem eyeceği cevabı yapıştırıverm iş: - Cennet ile cehennem doluncaya kadar!..” Kendi gönlünce Hoca'ya bir hayat hikâyesi yakıştıran halk, onun evliliğiyle de yakından ilgilidir. Bu yüzden Akşehir'e gelir gelmez onu evlenmiş buluruz. Pek çok fıkrasına konu olan ilk eşi son derece huysuz, inatçı, akılsız hatta çok çirkin bir kadındır. Fıkralardan birinde bu kadın şöyle resmedilir: “H oca bir gün kahvede otururken kom şularından b iri yanına gelerek: Hoca Efendi sana kötü bir haberim var demiş. Hoca, meraklanmış: -Çabuk söyle bakalım, neymiş bu kötü haber?..
-Hocam, senin hatun aklını kaybetmiş, demiş adam. H oca, uzunca bir süre sessiz kalm ış, derin derin düşüncelere dalm ış. Adam, dayanamamış: Hoca Efendi ne düşünüyorsun, diye sormuş. Hoca başım sallayarak: -Vallahi demiş, bizim hatunun aklı zaten yoktu. Acaba neyi kaybetti diye düşünüyorum.” Türk toplumunda çocuksuz bir aile düşünülemez. Bu yüzden halkın gözündeki Hoca'nın çocukları da vardır. Bunlardan biri oğlan ikisi de kızdır. Fıkralara bunlar da konu olur: “Nasreddin Hoca bir gün, beş altı yaşlarındaki oğlunun elinden tutup, onu çarşıda gezdiriyormuş. Hoca'yı tanıyanlardan biri çocuğun, ileride babası gibi nüktedan, hazırcevap bir adam olup olmayacağını anlamak için ona bir patlıcan göstererek: - Oğlum, bil bakalım bu nedir, diye sormuş. Çocuk düşünmeden: - Gözü açılmamış sığırcık yavrusu, cevabım vermiş. Hoca öğünerek: -Vallahi amcası ben öğretmedim. Oğlan akıllıdır, kendiliğinden buldu, demiş.” Kızıyla ilgili şu fıkra da halkın Hoca'yı bir eğitimci gözüyle gördüğünün bir örneği sayılabilir: “Hoca, bir gün kızım yanma çağırmış, eline bir testi vermiş: - Şu testiyi çeşmeden doldur, getir. Sakın ha, kırayım deme, dedikten sonra kuvvetli
iki tokat indirmiş kızcağıza. Çocuk ağlaya ağlaya çeşmenin yolunu tutmuş. Olanları gören komşular Hoca'ya kızmışlar: - Aman Hoca, çocuk testiyi kırmadı ki. Niye dövüyorsun çocukcağızı? Hoca kaşlarım çatarak onlara cevap vermiş: - Testiyi kırdıktan sonra dövmenin ne faydası olur!..” Halk, kendisi gibi sade bir hayat yaşadığına inanır Hoca'mn. Bu hayat tarzı içinde “eşek” tabi ki çok özel bir yerde durmaktadır. Bu konuda Hoca'ya ait olduğu söylenen pek çok fıkra vardır. Bunlardan biri şöyledir: “Nasreddin Hoca, bir gün eşeğine ağırca bir yük yükleyip yola düşmüşler. Yolda yük ağır gelmiş olmalı ki hayvan güçlükle yürümeye başlamış. Hoca, hemen yükün yansını eşekten alıp kendi sırtına vurmuş ve bu kez kendisi de eşeğe binip hayvana “Deh!...”demiş. Hayvan bir adım bile atamayınca Hoca söylenmiş: -Bre ne aksi eşektir bu! Yükün yansım ben aldım gene yürümüyor!” Halk için Nasreddin Hoca, adı üstünde Hoca'dır. Dolayısıyla pek çok fıkrada onu camide vaaz verirken görmek mümkündür: “Rahmetli bir gün vaaz vermek için kürsüye çıkmış. Cemaate: - Ey Müslümanlar, demiş, benim ne söyleyeceğimi biliyor musunuz? Cemaat bir ağızdan cevap vermiş:
- Bilmiyoruz! - Madem bilmiyorsunuz, o halde boşuna konuşmayayım diyen Hoca kürsüden o an inivermiş... Ertesi gün gene sormuş aynı soruyu. Bu kez cemaat: -Biliyoruz! Diye cevap vermiş. Hoca: -Madem, demiş biliyorsunuz, konuşmama hacet yok. Ve kürsüden gene inmiş. Üçüncü gün Hoca, cemaate aynı soruyu gene sormuş. Bu kez kimi “biliyoruz”, kimi “bilmiyoruz, demişler. O zaman Hoca şöyle konuşmuş: -O halde bilenler bilmeyenlere anlatsın! Ve kürsüden gene inmiş.” Fıkralarında Hoca'yı mahkemede kadı olarak da görürüz. Bu tür fıkralarda kimi zaman adaletli kararlar veren bir kadı, kimi zaman da görevini kötüye kullanan kadılara eleştiri getiren b iri durum undadır. Şu fık rası H oca'nın bu yönünü g ö sterir: “Hocanın gölge kadılığı postunda oturduğu günlerden bir gün, bir adam gelmiş: - Efendi hazretleri, dağda, bayırda otlarken, bir inek bir ineği vurup öldürse ne yapmak gerekir, diye sormuş. Hoca da:
- Hiçbir şey yapmak gerekmez, demiş. Ağızsız, dilsiz bir hayvana da kan dâvası açılacak değil ya!. Hoca'nm bu sözleri adamın tüm korkusunu dağıtmış: - Hay ağzına sağlık, bizim inek sizin ineği öteki dünyaya göndermişti de, deyince, Hoca kaşlarım çatmış: - Dur öyleyse, mesele çatallaştı; getirin şu kara kaplı kitabı bana, dem iş.” Halkın gözündeki Hoca, alın terine, çalışmaya, başkalarına muhtaç olmamaya çok önem veren biridir. Bu yüzden asıl mesleğini yapamadığı dönemlerde onu herkes gibi çarşıda pazarda satıcılık yaparken, bağda, bahçede, tarlada çalışırken ormandan odun getirirken görürüz. Eflatun Cem Güney bu durumu şu cümlelerle açıklar: “Hoca, hayatta en çok kula kul olmaktan korkarmış; bundandır, ne eşeye minnet edermiş, ne de köseye! Dağa gider, odun eyler, bağa iner, bel beller; daha da her işe koşulur, her yokuşa yorulur, ekmeğini taştan çıkarırmış...102 Hoca'nm bu özelliğini pek çok fıkrasında görmek mümkündür. Bunlardan onun minnetsizliğini anlatan bir fıkrası şöyledir: “Bir gün Hoca, ağını oltasını alır. Sözüm ona balığa gider. Bu işin yolunu yordamım pek bildiği yok ya. Beş on balık tutuncaya kadar ömrü, günü sökülür. Ne ise buna da şükür ama sepetinin ağzım, yüzünü düzeltip yola düşünceye kadar nerde ipsiz, sapsız varsa gelir. Hoca'nm başım alır, sağına geçer, soluna geçer, allem eder, kalem eder; her biri balığın birini alır, gider. Bir de bakar ki Hoca, sepette balığın sadece adı var. Garibin iki eh böğründe, muradı koynunda kalır. Gayrı ne yapıp edeceğini bilemez. O kızgınlıkla göle döner: -Görüyorsun ya işte; boş geldim, boş dönüyorum. Nafile, minnet istemem, al bu da benden olsun, der. Kaldırır boş sepeti atıverir göle.”
Hoca'nın halkla ilişkileri de fıkraların ana temalarından biridir. Hoca, özellikle çocuklara karşı çok sevecendir. Ama onların eğitim çağmda oldukları gerçeğini hiç unutmadan her fırsatta hem onları neşelendirir hem de dersler verir: “Bir gün Nasreddin Hoca, Akşehir'e pazara gidiyormuş. Çocuklar yolunu kesmişler: -Hocam nereye böyle? -Pazara gidiyorum çocuklar. Çocuklar başlamışlar bağnşmaya... Bu demiş: - Bana bir düdük al!.. O demiş: - Bana bir düdük al!.. Hoca başım sallayıp hepsine: - Peki, olur, demiş. Her biri bir düdük ısmarlamış Hoca'ya, ama içlerinden yalnız biri Hoca'nm yanma sokularak elindeki parayı uzatmış: - Ben de düdük istiyorum Hocam, demiş. Hoca, ona da: - Peki, çocuğum, demiş. Akşama doğru Hoca dönmüş pazardan... Çocuklar yine Hoca'mn yolunu kesmişler: - Hani benim düdüğüm?...
- Benim düdüğüm hani?... Hoca sakin sakin heybesinden bir tek düdük çıkarmış, para veren çocuğa uzatmış: Öteki çocuklar: - Hocam, hani bizim düdükler, diye bağnşmaya başlamışlar. Hoca gülümsemiş ve oldukça anlamlı bir cevap vermiş: - Parayı veren düdüğü çalar!..” însan ilişkileri bağlanımda Hoca'nın komşularıyla da pek çok macerası vardır. Komşular, toplu halde yaşamanın olmazsa olmazlarıdır ama kimileri menfaatçidir. Kimileri kurnazdır. Ama hiç birisi Hocasız edemezler. “Her davetin, her ziyafetin başköşesini ona verirler. Çağnlsa da olur çağnlmasa da gelip kurulurmuş. Bir işi ayağına dolaşır gelemezse, yine yeri boş dururmuş." Hoca, komşularına karşı hep bilge bir insan görünümündedir. Onlara her fırsatta gerekli dersleri vermekten çekinmez: “Nasreddin Hoca, bir gün kahvenin önünde arkadaşlarıyla oturmuş sohbet ederken kahvenin önünden elinde bir tepsi baklavayla bir çocuk geçer, işgüzarlardan biri, hemen Hoca'ya dönüp: -Bak bak Hocam, der, bir tepsi baklava gidiyor... Hoca, şöyle bir bakarsa da oralı olmaz: -Bana ne? der. İşgüzar üsteler: -Ama Hoca, bana ne demeyin. Bakın, baklava tepsisi sizin ve doğru gidiyor. Hoca, işgüzara haddini bildirmekte gecikmez:
Hoca, yaşadığı ortamda yaptığı tuhaflıklarla da halkın dilindedir. Ama bu tür durumlarda bile yine onun eğitici, eleştirici yönü hemen kendini gösterir: “Bir gün Hoca, birine davetli imiş. Hani, yok yoksulluğundan değil ya, değiştirmeye eli mi değmemiş, ne olmuşsa, kıra, bayıra giydiğiyle gitmiş, gitmiş ama, bir "Buyur!" eden olmadığı için, sakalı yerine koyamamış. Onlar, birbirini yağlayıp yüzlemeye dalınca, bir kör tarafına getirmiş; vanp üstünü başım değiştirivermiş. Bu defa Hoca'yı kondurup göçürecek yer bulamamışlar. Hele sofrada, "Buyur!" üstüne "B uyur” edince, gayrı H oca dayanam am ış: -Ye kürküm, ye... Bu ziyafet bana değil, sana! deyince, hepsi önlerindeki hindi gibi kızarmış.” Her yaşlı gibi Hoca da yaşlılıktan çok hoşlanmaz. Bu konuda açılan sohbetlerde yine o nüktedan tavımı gösterir. “Bir gün sohbet sırasında biri Hoca'ya sormuş: -Hoca Efendi kaç yaşındasm? -Kütüğüme bakılırsa, kırk yaşına yeni bastım , diye kestirip atmış Hoca. -Nasıl olur Hocam diye orada bulunanlardan biri itiraz etmiş: -On yıl önce de böyle söylem iştin. O gün bugün hiç büyüm edin mi?... Hoca şu cevabı vermiş: -Ben sözümün eriyim. Yirmi yıl sonra da sorsan alacağın cevap aynıdır. " Vefatından sonra da Hoca etrafında pek çok halk inanışı oluşmuştur. Bunlarda halkın Hoca'ya bakışını göstermesi açısından önemli örneklerdir.
“Nasreddin Hoca, sağlığında ölümden pek korkarmış, ölüm lâfım bile ettirmezmiş. Fakat ölümüne sebep olan hastalıktan yatağa serilince telâş etmemiş. İşte ölümüm yaklaştı, diye paniğe kapılmamış. Son nefesine kadar çevresindekilerle gülüşüp şakalaşmış. Günün birinde, ziyaretine gelen bir ahbabı sormuş: - Hoca Efendi, sen ölümden pek korkardın. Şimdi ise hiç aldırış etmiyorsun. Bunun sebebi nedir? Hoca yattığı yerden cevap vermiş ahbabına: - Evlâdım!.. Bizim telâşımız yatağa düşene kadardı. Şimdi olan oldu. Azrail kapıya dikildi. Ölümden korkacak ne var? Hepimiz geldiğimiz yere bir gün gideceğiz.. Artık ahiret hazırlığı görecek zamandayız!..” Hoca'nm şakacı tutumunu son anlarında bile sürdürdüğünü gösteren başka bir fıkrası da şöyledir: “K ocasının hayta yatağının başucunda yaşlı gözleriyle oturan hanımına: -Hanım, git, bayramlık elbiselerini giy, saçlarım tara, yüzüne biraz renk ver, kendini güzelleştir ve ondan sonra gel, yanıma otur, der. Kansı ağlamaklı bir sesle: -Sen böylesine hasta yatarken ben nasıl süslenebilirim, deyince Nasreddin Hoca: -Hayır, sen git, dediğimi yap, diye ısrar eder. Sebebini de şöyle açıklar: -O zaman seni bir melek yahut tavus kuşu gibi gören Azrail, belki beni bırakır da seni
alıp götürür.” Halk, ölümünden sonra Hoca'yı yine unutmamış. Onu bir taraftan fıkralarıyla yaşatırken bir taraftan da hakkında onca menkıbe oluşturmuş, yaşarken onu nasıl bilgin, arif olarak görmüşse ölümünden sonra da ona bir ermiş muamelesi yapmışlar. Özellikle Akşehir ve çevresinde bu menkıbeler hâlâ anlatılmaktadır. Bunlardan ilki henüz öldüğü zamana ilişkindir: “1284 yılında vefat eden Hoca'nm cenazesi yıkanır ve kefenlenir. Cenaze namazı kılınıp mezarlığa götürülürken, koşarak gelen birisi: -Ey ahali! Nasreddin ölmemiş. Şimdi minarede gördüm, salâ veriyordu, der. Cemaat cenazeyi olduğu yere bırakarak minareye yönelir. Fakat minarede kimse yoktur. Tekrar cenazenin bulunduğu yere döndüklerinde cenaze yoktur. Görürler ki cenaze kendi kendine mezarlığa gitmiştir.” Bir başka kerameti ise iki asır sonrasına aittir: “Hoca'mn vefatından iki yüz yıl sonra bir Cuma günü Hoca'mn türbedan tam Cuma namazına başlayacağı sırada koşarak Akşehir Ulu camiine gelir ve yüksek sesle: -Ey cemaat! Biraz önce türbeyi kilitleyeceğim sırada Hoca Nasreddin bana göründü. Çabuk Ulu camiye koş, bütün cemaati buraya çağır. Şayet gelmeyen olursa, canına kıyarım, der. H alk önce tü rb ed ara inanm ak istem ez. F ak at tü rb ed ar ısrar ederek: -Şimdi Nasreddin Hoca türbede sizi bekliyor, durmayın, deyince halk camiyi boşaltarak türbeye doğru yürürler. Cami tam boşaldığı anda orta kubbe büyük bir gürültüyle çöker. Böylece Hoca Nasreddin ölümünden sonra gösterdiği kerametle Akşehir halkını bir tehlikeden korumuş olur.”
Fakat o, daha çektiği “yuh”u bitirmeden tabutun kapağı kalkarak Nasreddin Hoca'nın başı görünmüş, kendisini “yuh” diyerek selametleyen adama “Ya” demiş. “Eğer ben öldümse elbette bana da yuh”103 Bu arada Hoca'mn kabrini ziyaret edenlerle ilgili bir halk inanışını da burada aktarmak gerekiyor. Buna göre “Merhumun türbesini görüp de gülmemek, hayra alamet değilmiş, insanın başma mutlaka bir bela gelirmiş.” Hatta Veled Çelebi îzbudak, konuyla ilgili bir hatırasını şöyle anlatmaktadır: “Hoca merhumun kutsal türbesine ve ruhaniyetine karşı vatandaşların büyük bir hürmeti vardır. Bazı yüceltilmiş şehitlikler gibi korkmazlar, çekinmezler. Belki severler ve mutlaka gülerler. Hatta bir inanış vardır ki; her kim Hoca'nın kabrini görür gülmez ise, başına mutlaka bir bela gelir. Bir yolculukta babam ve eniştemle bir araba ile türbenin önünden caddeye geçerken eniştem “Şu adama gülmeyeceğim, bakalım ne olacak?”dedi. Bu konudaki inanışı bozmamasını ısrar ettikse de dinlemedi. O anda üstümüzde bir koca çınar dalı bindiğimiz tatar arabasının tentesine takılıp parça parça etti. Atlar ürktü, devrilm em ize ram ak kaldı. Az kaldı hepim iz p erişan olacaktık. “ 104
«S®
NASREDDİN HOCA’NIN HAYATI
Günün birinde Akşehir halkı onun tabutunun peşinden gözyaşı dökerken, kendisine içerleyenlerden biri yolun kenarında bekhyormuş. O da Hoca'dan gördüğü gibi önce b ir F atiha okum uş, ondan sonra “Yuh! Sana da H oca, y u h !” dem iş.
55
1. BÖLÜM
Benzer bir keramet olayı da şöyledir: “ Hoca Nasreddin, nerede bir cenaze görse önce bir fatiha okur, sonra hafif bir “yuh” çekermiş. Birçoklan Hoca'mn bu hareketini anlamaz, hatta hoş karşılamazlarmış.
1. BÖLÜM
NASREDDİN HOCA’NIN HAYATI
56
1 Gönül Ayan, Nasreddin Hoca Fıkralarına Göre Kimlik Eleştirisi, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 53 2 Çuha: VIII. Asırda Irak'ın Kufe şehrinde yaşayan bir Arap mizah kahramanıdır. Kimi araştırmacılar, Nasreddin Hoca ile Çuha benzerliği üzerinde durm aktalar ise de bu iki ism in ayrı şahsiyetler olduğu bilinm ektedir. 3 Peter: Kurnaz Peter, yaşamış tarihi bir kişilik değildir. Bulgarlarca tasavvur edilen bir mizah kahramanıdır. Hoca’nm bazı fıkraları Bulgaristan'da ona bağlanarak anlatılmıştır. Bknz. Mustafa Duman, Bulgaristandaki Nasreddin Hoca ve Kurnaz Peter, Yedi İklim dergisi sayı 138-39, s. 54 4 Pulu Pigi, Karabağh bir Ermenidir. Bir çiftlikte hizmetkâr olarak çalışmaktadır. Onun da Nasreddin Hoca'nınki gibi hırsızlarla, eşeklerle ilgili fıkraları vardır. Bunların Hoca fıkralarından alınarak ona bağlandığı görülmektedir. Bkn. Osman Arslan, Çınar dergisi sayı 55-56 s. 9 5 Abdülbaki Gölpmarlı, Nasreddin Hoca, s.9 6 İsmail Karaahmetoğlu, Nasreddin Hoca, s. 24(Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun yazısı) 7 M.Sabri Koz, Nasreddin Hoca'ya Gömlek Biçmek, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 57 8 İbrahim Hakkı Konyalı, Nasreddin Hoca, Yedi Udim dergisi, sayı 138-39, s. 169-171 9 İbrahim Hakkı Konyalı, Nasreddin Hoca'mn Şehri Akşehir, s.734 10 Mikail Bayram, Tarihin Işığında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren, s.67 11 M.Sabri Koz, Nasreddin Hoca'ya Gömlek Biçmek, 1. Uluslar arası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 65 12 M.A. Sultanov, Molla Nasreddin'in Prototipi Kimdir? Azerbaycan Jurnali, No. 10 13 Yusuf Çotuksöken, Anadolu ve Dünya Bilgesi Nasreddin Hoca, s. 12 14 M. Fut Köprülü, Türk Edebiyatı'nda İlk Mutasavvıflar, s. 185 15 Muharrem Bayar, Tarih İçinde Akşehirli Nasreddin Hoca ve Vakıfları, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 423 16 Evliya Çelebi, Seyahatname, C.2, s. 16 17 Şükrü Kurgan, Nasreddin Hoca, s. 16, LHakkı Konyalı, Nasreddin Hoca, Yedi Udim dergisi, sayı 138-139 s. 169 18 Osman Hıran, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 431, Şükrü Kurgan, Nasreddin Hoca, s. 17 19 M.Serdar Boşça, Nasreddin Hoca'mn Boş Cübbesi, Çınar dergisi, sayı 55-56, s.28 20 Şükrü Kurgan, Nasreddin Hoca, s. 18 21 Şükrü Kurgan, Nasreddin Hoca, s. 18 22 Sedat Topçu, Nasreddin Hoca Fıkralarında Mizah Anlayışı, 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s.347 23 LHakkı Konyalı, Nasreddin Hoca, Yedi iklim dergisi, sayı, 138-139, s.169
24 Ahmet Aytaç, Günümüzde Nasreddin Hoca'nın Nasıl Anlaşılması Gerektiğine Dair, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 140 25 Muharrem Bayar, Tarih İçinde Akşehirli Nasreddin Hoca ve Vakıfları, 1. Uluslararası Nasreddin hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 423 26 İbrahim Hakkı Konyalı, Nasreddin Hoca'nın Şehri Akşehir, s. 732 27 Abdurrahman Güzel, Nasreddin Hoca'nın Eserlerinin Dini-Tasavvufi açıdan Kısa Bir Değerlendirilmesi, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 41 28 Adnan Karaismailoğlu, Hikmet ile Nükte, Mevlana ve Nasreddin Hoca, Yedi Udim dergisi, sayı 138-39, s. 27 29 Yakup Şafak, Veled Çelebi'nin Neşrettiği Letâif-i Hâce Nasreddin Üzerine Bazı Notlar, Yedi Udim dergisi, sayı 138-39, s.30 30 Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C.7, s.446 31 Fahirİz,EskiTürkEdebiyatındaNesirl,s.315-318 32 Pervin Çapan, Nasreddin Hoca'nın Kansı Tiplemesi ve Ebul-Hayr Rumi'nin Saltuk-namesi'nde Çizilen Manevi Portre, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 229-231 33 Saim Sakaoğlu, Nasreddin Hoca, s. 22 34 Abdurrahman Güzel, Nasreddin Hoca'nın Dini-Tasavvufi Açıdan Kısa Bir Değerlendirilmesi, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 41 35 Alpay Kabacalı3ütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, s.13 36 Abdurrahman Güzel, Nasreddin Hoca'nın Dini-Tasavvufi Açıdan Kısa Bir Değerlendirilmesi, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 41 37 Fikret Türkmen, Nasreddin Hoca Latifelerinin Şerhi(Burhaniye Tercümesi) 38 Mustafa Miyasoğlu, Güldüren Evliya Aramızda, Yedi İklim dergisi, sayı 138-39, s. 152 39 Şükrü Kurgan, Türk Mizahında Nasreddin Hoca, İlgaz dergisi, sayı 4 sayfa 59-73 40 Şemseddin Sami, KamusU-Alam, G VI, İstanbul 1316(1898) s. 4003^830 41 M.Sabri Koz, Bazı Eski Yazma Kaynaklardan Nasreddin Hoca Üzerine Notlar, Yedi İklim dergisi, sayı 138-39, s. 43-50 42 M. Fuat Köprülü, Nasreddin Hoca, s. 6 43 M. Fuat Köprülü, Nasreddin Hoca, s. 7 44 M. Sabri Koz, Bazı Eski Basma kaynaklardan Nasreddin Hoca Üzerine Notlar, Yedi İklim dergisi, sayı, 138-39, s. 44 45 Öner Yağa, Nasreddin Hoca, Yaşamı ve Fıkraları, s. 13 46 Şükrü Kurgan, Nasreddin Hoca, s. 19 47 D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 480
1. BÖLÜM
NASREDDİN HOCA’NIN HAYATI
57
1. BÖLÜM
NASREDDİN HOCA’NIN HAYATI
58
48 49 50 51 52 53 54 55 56 ^
58 59 ® 61 62 ® 64 65 66 61 68 ® 70 71 72 73 74 75
D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 780 Tuncer Baykara, Nasreddin Hoca ve Dönemi, 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 35-36 Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi c. 3 s. 443 A.Yaşar Ocak, Din Öğretimi dergisi sayı 29 D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 301 Şükrü Kurgan, Nasreddin Hoca, s. 17 M. Fuat Köprülü, Nasreddin Hoca, s. 22 Muharrem Bayar, Tarih İçinde Akşehirli Nasreddin Hoca ve Vakıfları, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 430 İbrahim Hakkı Konyalı, Nasreddin Hoca'nm Şehri Akşehir, s. 732 İbrahim Hakkı Konyalı, Nasreddin Hoca'mn Şehri Akşehir, s. 732 Muharrem Bayar, Tarih İçinde Akşehirli Nasreddin Hoca ve Vakıfları, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 423 İbrahim Hakkı Konyalı, Nasreddin Hoca'nm Şehri Akşehir, s. 733 Cumhuriyet gazetesi, 1. Teşrin 1940, İbrahim Hakkı Konyalı, Akşehir Tarihi, s.752 Cumhuriyet Gazetesi, 23 İkinci Teşrin, 1940 Milliyet, 07.10.2006 Nasreddin Hoca Karadenizli mi? Başlıklı haber Bu ev, 2007 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmeye başlanmıştır. Ümit Sinan Topçuoğlu, Nasreddin Hoca ve Latifeleri, s. 17 Server İskit, Nasreddin Hoca, Resimli Tarih mecmuası, Sayı 27 s. 1343 Mart 1952 Mehmet Arslan/Burhan Paçacıoğlu, Letâif-i Nasreddin Hoca, s. VH İbrahim Hakkı Konyalı, Nasreddin Hoca'mn Şehri Akşehir, s. 722 Mehmet Hakan Aşlan, Melâmetiler, Horasan Erenleri, s.342 M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 203-257 Mehmet Hakan Aşlan, Melâmetiler, Horasan Erenleri, s.343 HHüseyin Yıldırım, Akşehir Âlimleri, s.24 Yusuf Küçükdağ, Türk Tasavvuf Araştırmaları, s. 313 Nükhet Tör, Nasreddin Hoca'mn Hayatr ve Eğiticiliği, Fikri ve Felsefi Yönüyle Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s.25 Kemal Uzun, Nasreddin Hoca Araştırması, s. 33 Kemal Uzun, Nasreddin Hoca Araştırması, s. 23
16 Ali Günvar, Nasreddin Yedi iklim Dergisi, Nasreddin Hoca Özel Sayısı s. 9 77 Hürriyetini internet, 23.7.2003 tarihli “Nasrettin Hoca Paylaşılamıyor” haberiyle ilgili olarak Sivrihisar Belediye Başkanı Fikret Aslan'ın açıklaması 78 Orhan Keskin, Bütün Yönleriyle Sivrihisar, s. 272, Mehmet Önder, Nasreddin Hoca'nın Kızlarına Ait İki Mezar taşı, l.Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 284 79 M. Fuat Köprülü, Nasreddin Hoca, s. 10 80 Orhan Keskin, Bütün Yönleriyle Sivrihisar, s. 269 81 Saim Sakaoğlu, Nasreddin Hoca, s. 20 82 Yeni Türk Ansiklopedisi c.7 s. 2600 83 Kemal Uzun, Nasreddin Hoca Araştırması, s. 14 84 Kemal Uzun, Nasreddin Hoca Araştırması, s. 12 85 Kemal Uzun, Nasreddin Hoca Araştırması s. 13 86 Alim Yıldız, Yedi İklim delgisi, sayı, 138-39. s. 103 87 Mehmet Arslan/Burhan Paçacıoğlu, Letâıf-i Nasreddin Hoca, s. VII 88 Osman Eıgin, Türk Maarif Tarihi s. 554 (Alıntılayan: Abdullah Özbek, a.g.e., s. 23 89 Mehmet Arslan/Burhan Paçacıoğlu, Letâıf-i Nasreddin Hoca, s. VII 90 M. Sabri Koz, N. Hoca Bu Yollarda Neler Gördü? Isfalt, Yol Kültürü Dergisi Temmuz 1998 s.65 91 İ. Hakkı Konyah, Akşehir/Nasreddin Hoca'nın Şehri s. 462 92 AbdülbakiGölpınarh, Nasrettin Hoca 93 Selami Şimşek, Nasreddin Hoca ve Tasavvuf, s. 43 94 I. Hakkı Konyah, Akşehir-Nasreddin Hoca'nın Şehri s. 463 95 Bereketzâde İsmail Hakkı, Yâd-ı Mazi, Hz. Mümtaz Habip Güven, s.242-243 96 Eflatun Cem Güney, Nasreddin Hoca, s.124 97 Mehmet Ayca, Nasreddin Hoca, 17-18 98 Duhter Uçman, Nasreddin Hoca ile Çocuklar, s. 15 99 AbdülbakiGölpınarh, Nasreddin Hoca, s. 9 100 Mehmet Önder, Nasreddin Hoca, s.b21 101 Mehmet Önder, Nasreddin Hoca, s.23 102 Eflatun Cem Güney, Nasreddin Hoca Fıkraları, s. 124 103 Nezihe Araz, Anadolu Erenleri, s.338 104Ü. Sinan Topçuoğlu, Nasreddin Hoca ve Latifeleri, s. 70
1. BÖLÜM
NASREDDİN HOCA’NIN HAYATI
59
M
asreddin Hoca ’nm Kişiliği
k iş il iğ in in g e n e l ö z e l l ik l e r i
N asreddin H oca hakkındaki bütün bilgilerim iz şu iki kaynağa dayalıdır: 1-Hakkında yazılan kitaplar 2-H oca'n ın fık ra la rı ve h alk arasın d a o nunla ilg ili o lu şan in a n ışlar KAYNAKLARA GÖRE NASREDDİN HOCA Nasreddin Hoca'dan bahseden kaynaklar yahut doğrudan onu anlatmayı amaçlayan kitaplar bir anlamda Hoca'ya ilim ve kültür çevrelerinin bakış tarzını gösterirler. Saltuk-nâme'den Bursalı Lamii Çelebi'nin Letâifine, yahut Evliya Çelebi'nin Seyahatnâmesi'nden Bayburtlu Osman'ın “Kitab-ı Mir'atı Cihan'ına kadar hemen hepsi Nasreddin Hoca'yı nüktedan, bilgin ve sûfi bir kişilik olarak ele alırlar. Mesela Saltuk-nâme'de Hoca, akıllı, zeki ama aynı zamanda nüktedan bir derviş olarak tanıtılır. Lamii Çelebi'ye göre fıkraları dinî-ahlâkî niteliktedir ve bunlarda mizah asıl gaye değildir. Evliya Çelebi'ye göre de Hoca bir bilgedir. Onu şu şekilde vasfeder. “ Fazilet-i bahire sahibi olup hazırcevap, eshab-ı kerametten, hakim, emr-i din ve
dünyada müstakim ve mutedil ulu bir can idi.”105 Yine Hoca'nm fıkralarım derleyen kişilerin mecmualarının başına aldıkları “ Hoca rahmetullahi aleyh”, “Urefadan bir zat..”, “Hâkimane ve ârifane letâiflerin sahibi” gibi ifadeler ona bakışı yansıtan söyleyişlerdir. Nasreddin Hoca hakkında bağımsız olarak yazılan kitaplarda da Hoca'mn kişiliğine ilişkin değerlendirmeler vardır. Bunlara göre Hoca, “sevimli bir sima”dır. Adını duyduğumuzda bile “dudaklarımızda kendi kendine bir tebessüm belirir.”, O, “ince nükteler”in, “zarif ve sevimli latifeler”in sahibidir.106 “Her sözünü bir tebessüm yapmasını bilen”, “en ciddi olayların bile gülünç taraflarım görebilen”, mizahının en belirgin özelliği “hazır-cevaphlık” olan107 “aykın konuşmasını seven, akl-ı selimi kuvvetli, neşeli, babacan bir tip”tir.108 “Nasreddin Hoca deyince aklımıza inşam güldüren, hoşgörülü, geniş gönüllü, sevimli bir hoca tipi gelir.”109 “Halkın akıl danıştığı akılment ve damşment dediği kişilerden biridir.”110 “Olup bitenleri derinlemesine kavrayabilecek zekâya, bu durumlara en uygun nükteyi oluşturabilecek yeteneğe” sahiptir.111 “İnanılmaz derecede iyimserdir. Hiçbir terslik, hiçbir kötülük, hiçbir sorun, onun yüzündeki gülümsemeyi silemez. Bugünkü terimini kullanırsak Hoca'da sinir gerginliği (stres) denen şey yoktur. Her felakette Hoca, ne eder eder avunacak bir yan bulur.”112 “O, sosyal adalet için savaşan bir kişidir. Toplumun çirkin, acı, kötü, haksız, adaletsiz, çelişkili ve insancıl olmayan yönlerini ve köşelerini pek iyi anlamış ve sezmiştir.”113 “Yüzyıllardır milyarlarca insanın dünyasında tatlı izler bırakan, gülümseten ve düşündüren” b ir H oca'dır. “İnce söz” ustasıdır. “H alktan b iri” 114 dir. “Hoca, çevresindeki varlıklara sadece bakıp geçmez. Gözler, inceler, düşünür, sorular
sorar, kendine göre değerlendirmeler yapar. Meselelere ve olaylara filozofça yaklaşır.”115 “Nasreddin Hoca, bilge bir kişidir. Herkesin akıl danıştığı, ötekilerle mücadelesinde bilgisiyle akıl yarıştırarak galip gelen, dil, kültür, ahlak, milli birlik ve beraberlik duyguları gibi değerlere bağlılıkla kendine yabancılaşmanın tedbirlerini almış, h o şg ö rü lü , b a rış iç in d e k i u z la şm a c ı b ir to p lu m u n ö n c ü sü d ü r.” 116 “Hoca merhum, ömrünü halkı uyandırmaya ve aydınlatmaya hasretmiş bir olgun yol gösterici; “iyiliği yaygınlaştırmak, kötülüğü ortadan kaldırmak” düşüncesini lâtife k isv e s in e b ü rü n d ü re re k y e rin e g e tire n b ir âlim , b ir b ilg e d ir.” 117 “Nasreddin Hoca, kıvrak zekâsı, yaşam tecrübesi ve sağduyusu ile toplum rahatsızlıklarını birer birer teşhis ederek, bunları su yüzüne çıkaran, yeri geldikçe kangren olmuş bu rahatsızlıklara espri gücü ile neşter atan bir sosyal hekimdir.” O nunla ilgili yazılan m akalelerde de bu tür değerlendirm elere rastlanır: “ Nasreddin Hoca, güldüren gerçek olarak kendisini dünya edebiyatına mal eden bir halk filozofudur.”119 “Bir medeniyet coğrafyasının gülen yüzüdür Nasreddin Hoca. Gülmenin her biçimiyle k arşılığ ı olan, ken d in i çeşitlen d iren ve fa rk lıla ştıra n b ir yü zd ü r.” 120 “Hoca, daima tebessüm eden nurlu yüzüyle her an aramızda yaşayan, her sözü ve işaretiyle bize huzur ve saadetin yollarını gösteren bir öğretmen gibidir.” 121 “Hoca, keskin ve kıvrak zekânın, espri gücünün, hazır cevaplılığın, insan ruhunun derinliklerini keşfetmenin, sevgi, sevimlilik ve hoşgörünün sembolüdür.” 122 “Nasreddin Hoca, yüzde yüz milli bir kimliktir. Öylesine millidir ki öğretileri Anadolu dışı Türk dünyasında da kabul görmüş ve baş tacı edilerek günümüze ulaşmıştır.”123
“Nasreddin Hoca, içimizden biridir. Yalan, laubalilik, şarlatanlık, şımarıklık, kurnazlık, kandırmacılık, fitne, zorbalık ve tahakküm onun lügatinde yazmaz. Birleştirici, kaynaştırıcı ve barışçıdır. Daima zarif, kibar ve merhametlidir. Düşmanlığa, gözbağcılığa, kırıcılığa yol açan söz ve davranışlardan uzaktır.”124 “Nasreddin Hoca, hayatı ve fıkralarından çok kişiliği ile tanınan ünlü bir nüktedan, Türk zekâsım, esprisini, dünya ve hayat görüşünü temsil eden bir halk filozofudur.”125 FIKRALARINA GÖRE NASREDDİN HOCA Fıkraları ise Nasreddin Hoca'nın bir bakıma günlüğü, biyografisidir. Bunlar bir anlamda hikâyedir. Hatta hakiki hayat sahnelerinin dramatize edildiği küçük skeçlerdir. Hepsinde asıl kahraman Hoca olduğu için her fıkrada onun kişiliğine ilişkin bir özelliği çıkarmak mümkündür. Bu anlatılardan onun iyimserliği, sevecenliği, sabn, müsamahası, kısaca ona ilişkin karakteristik her özelliği çıkarmak mümkündür. Bu bakımdan Hoca'nın kişiliği ile ilgili söz söylenecekse fıkralardan hareketle söylenmelidir. Fıkralarından hareketle onun kişilik özellikleri şu şekilde belirleyebiliriz: *En önemli özelliği nüktedan olmasıdır. Yani Hoca, tatlı dilli, güler yüzlü, samimi özlü bir kişiliğe sahiptir. İnsanları güldürür ama onlarla alay etmez. Sorulan her soruya muhatabını ciddiye alarak cevaplar verir. Bu yüzden ona herkes her türlü soruyu sorabilir. Tabi bunlar arasında “Cenaze götürülürken tabutun neresinde durmalıyım?”, “Tuvalette sakız çiğnenir mi?” türünden abes sorular bile bulunur. Hoca, bunlara bile yine nükteli cevaplar verir. M uhataplarını küçümsemeden onları aydınlatır. *Asıl amacı insanları düşündürmek ve onlara ders vermektir. Çünkü o bir toplum önderidir. Toplumuna karşı kendini sorumlu hisseden bir aydın tavn içindedir. Ancak bu uyan görevini gülmenin imkânlarım kullanarak yapar. Vermek istediği mesaj, bu yolla daha kolay benimsenme imkânı bulur. Çünkü gülme, en zor eleştirilerin bile kabulüne imkân verir. Öte yandan onun bir tavn ilim adamıyla halk arasına bir mesafe
koyamamakla da ilgilidir. *Çok zekidir. Zekâsını bir yandan iyi, güzel davranışların çoğalması, yanlış ve kötü olanların ortadan kalkması için kullanır. Fakat kurnaz değildir. Ne aldatmak ne de aldatılmaktan, istismar edilmekten asla hoşlanmaz. Kendisine tuzak kuranlar, aldatmak isteyenler, zor duruma düşürmeye niyet edenler bu zekâ karşısında yenilgiye uğrarlar ve amaçlarına ulaşamazlar. *Son derece hoşgörülüdür. Sevgi, saygı ve anlayışa çok önem verir. Merhameti bütün varlıkları kuşatır. Bu yüzden insan ilişkilerinde son derece sağlıklı bir tavır sergiler. Büyükle büyük, küçükle küçük olur. Mesela sarığım kapıp oynayan çocuklara kızmaz, karısının olmadık kaprislerine karşı tahammül eder. Bu, onun insan tabiatım çok iyi tahlil ettiğini ve ona göre davrandığım da gösterir. Yine Hoca'mn değerler dünyasında gönül incitmek, ağır bir suçtur. Hoca bunun bilincinde bir insan olarak hareket eder. *Dürüst ve samimi bir yaşayışa sahiptir. Onda ikiyüzlülükten eser yoktur. Nasılsa öyledir. Çok doğal davranır. Bu yüzden çevresinde güven ve saygı duyulan, akıl danışılan biri olarak kabul edilir. Toplum içerisinde bilge muamelesi görür. Örnek ve önder b ir k işilik olarak bilinir. Söylediği her söz, doğru kabul edilir. *Cesaretlidir. Yanlışlarım eleştirmediği hiçbir kişi, kurum ve nesne yoktur. Hatta bu eleştiriyi kendisi için bile yapmaktan kaçınmaz. Fakat bunu tatlı dille, güler yüzle, bilgi ve akla dayalı olarak yaptığı için eleştirileri sonuçsuz kalmaz. Muhatapları onun mesajlarını almakta gecikmezler. *Tedbirli bir insandır. Bir işin önünü sonunu düşünmeden harekete geçmez. Kurnazlıklara, hilelere karşı uyanık hareket eder. Kurulan tuzaklardan zararlı çıkmaz. Mesela o yüzden ağaca tırmanırken pabuçlarım yanma almayı ihmal etmez. Olabilecek ihtimalleri inceden inceye hesap eder. Söz ve hareketlerini ona göre ayarlar. *Hep umutlu ve iyimserdir. Her olaydan kendisi için güzel bir sonuç çıkarmayı bilir.
Başka bir söyleyişle her şerde bir hayır görür. Hemen umutsuzluğa kapılmaz. Eşeği kaybolmuşsa iyi ki üstünde değildim, der. Sabununu kapıp kaçan karganın arkasından onun üstü başı bizimkinden daha kirli. Yarsın alsın diyebilecek iyimserliğe sahiptir. *Tutumlu bir insandır. Elindeki imkânları gereksiz yere harcamayı sevmez. Kaynakların sınırlı olduğunu ve yerli yerince kullanılması gerektiğini bilir. Fakat cimri değildir. Böyle olmadığı gibi olanlara da karşıdır ve onların bu yönünü sıkça eleştirir. Cimriliğin paylaşımı ortadan kaldırdığı için toplumda büyük sorunlar yaratacağının bilincindedir. *Elindekiyle yetinen, sahip olduklarına şükreden, güç, para ve mevki bakımından kendinden yükseklere değil aşağıda olanlara bakarak mutlu olabilen bir tiptir. Bu yüzden ne fakirliğinden yüksünür, ne bulunduğu sosyal konumdan dolayı gururlanır. Mesela fıkralarında çok olumsuz bir tip olarak anlatılan karısıyla her şeye rağmen mutlu bir hayat sürer. Bilir ki beterin daha beteri olabilir. *Gösterişten hoşlanmaz, son derece sade bir hayat sürer. Hayatı evi, cami, medrese, tarla, bahçe ve çarşı arasında geçer, yani herkesin yaşadığı ortalama hayatı yaşar. Böylelikle sınıfsal farklıların oluşmasının önüne geçer. Sahip oldukları şeylerle (mal, mülk, para, mevki...) gururlananlardan hiç hoşlanmaz. Onların bu olumsuz tavırlarını eleştirir. *Evine, ailesine son derece bağlıdır. Kansının bütün huysuzluklarını bile fıkra konusu yapacak kadar ona düşkünlüğü ve sevgisi vardır. Nitekim onun ölümünü kendisi için “küçük kıyamet” sayar. Çocuklarıyla yakından ilgilenir. Onların iyi yetişmeleri için gayret gösterir. *Komşulanyla, öğrencileriyle iyi geçinir. Bilgisini ve sahip olduğu imkânları onlarla paylaşmaktan mutluluk duyar. Onlarla sohbetler eder, zaman zaman misafirliğe çağırır. Sofrasındakileri onlarla paylaşır. *Dindar ve inançlıdır; dini görevlerini yerine getirir. Ancak batıl inanışları yoktur.
Dini bir şekil meselesi olarak değil bir gönül meselesi olarak görür. Allah inanışı korkuya değil sevgiye dayalıdır. Fakat din istismarına karşıdır. Böyle yapanlara karşı da eleştirel bir tutum takınmaktan çekinmez. *Çalışkandır. Kimseye muhtaç olmadan yaşamak ister. Bu yüzden her türlü işi yapmaktan çekinmez. Tarlaya gider, bahçesiyle uğraşır. Pazarda satıcılık yapar. Bu yüzden tembellerden, dilencilerden, hırsızlardan hiç hoşlanmaz. Onları eleştirir. İnsanlara çalışma ve girişimcilik ruhu aşılamak ister. *Hem gerçekçidir hem de engin bir hayal gücüne sahiptir fakat bu iki kavramın dengesini kurarak hareket eder. Çünkü insanın doğasında bu iki özelliğin birlikte bulunduğunu bilir. Kimi zaman gerçeğin katılığını duygusal davranışlarıyla yumuşatır, kimi zaman duygusallığın aşırılığım gerçekçi tutumuyla ortadan kaldırır. Yani zihni ve kalbi uyum içinde hareket eder. *Çok zekidir, hazırcevaptır. Hiçbir sözün, sorunun, davranışın altında kalmaz. Akıl ve bilgi gücünü kullanarak karşılaştığı zor durumlardan kurtulur. Söz, onda kötüler için bir kılıca, bilgisizler için bilgiye dönüşür. Bunu yaparken de sadece içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmakla kalmaz aynı zamanda yine eleştirisini yapar, vermek istediği mesajı iletir. *Mesleği gereği döneminin seçkinleri arasında yer almasına rağmen o devamlı olarak halkın yanındadır ve onlarla iç içe bir hayat yaşar. Düğünlerine, cenazelerine katılır. Evlerine misafir olur. Onların her türlü sorunuyla yakından ilgilenir. Büyükle büyük, küçükle küçük olur. *İyi bir gözlemcidir. Bu yüzden kişi ve olayları nesnel olarak değerlendirir. Bunu yaparken duygularına kapılmaz. Olup bitenleri bilgece bir gözle ele alır ve ona göre sonuçlar çıkarır. Bu durum, onu boş söz söylemekten, boş iş yapmaktan alıkoyar. S ö y led iğ i ve y a p tığ ı gö zlem e d a y an d ığ ı iç in tu ta rs ız lığ a düşm ez.
*Söylediği her söz, yaptığı her işi, akla, mantığa, sağduyuya ve bir değerler sistemine bağlıdır. Bu değerler sistemi İslamiyet ve tasavvuftur. Bu değerlere göre oluşan toplumsal kültürdür. Bu yüzden Hoca'yı inandığı dinin örnek bir temsilcisi olarak görmek gerekir. *Ahlaki bozukluklara karşı tavır alır. Hemen her fıkrasında bu anlamdaki bir bozukluğu eleştiri konusu yapar. Bu da yine onun inandığı değerler sisteminin “iyiliği yaygınlaştırmak, kütü olanı ortadan kaldırmak” şeklinde özetleyebileceğimiz tutumunun bir sonucudur. *Hoca, orta yolun insanıdır. Aşın tutum ve davranışlann insana zarar vereceğini iyi bilir. Kendisi bu yola yönelmediği gibi çevresindekilerin de yönelmesine engel olur. Dengeli bir insan ve toplum yapısının oluşmasını ister. *Hoca, paylaşımcıdır. Bu yüzden bencillikle mücadele eder. İnsanlann sadece kendi çıkarlarım düşünmelerinden ve buna göre hareket etmelerinden hoşlanmaz. Bu tür davranışlar karşısında tepkici bir tutum sergiler. *Sonu bilinmeyen maceralara atılmayı sevmez. Kendisinde kuşku uyandıran şeylerden uzak durur. Düşünerek söz söyler. Düşünerek hareket eder. Bu tavn onun fıkralannın felsefi olarak da ele alınmasına sebep olmuştur. Yani onu aynı zamanda bir filozof olarak da görmek mümkündür. *Dedikodu ve iftiranın insan ve toplum için nasıl bir felaket olduğunu bilir. Bulunduğu meclislerde bu tür söz ve davranışlara izin vermez. Bunların kişiler arasında aynlık çıkaracağının, düşmanlıklara sebep olacağının farkındadır. O, bir barış ve sevgi insanıdır. Bu konuda “Sevelim, sevilelim” diyen çağdaşı Yunus Emre'den bir farkı yoktur. *Bilgiye, uzmanlığa değer verir. Bir şey öğrenecekse bunu ehline sorar. Bir iş yaptıracaksa bunu ehline yaptırır. Hüner ve yeteneği takdir eder. Tecrübelerden
yararlanır. Her işini araştırma ve inceleme yönetmelerini kullanarak yapar. *Zulme, adaletsizliğe karşı son derece tavizsiz bir tutum içerisindedir. Halkı ezen, sömüren, hırpalayan herkes cevabım ondan alır. Otoritenin, güç sahibinin önünde eğilmez ve geri çekilmez. Haksızlık karşısında susmaz. *Dış görünüşün insanı yanıltacağını bilerek hareket eder. Söze değil öze bakar. İnsanları da bu konuda dikkatli olmaya çağırır. Meselelere çok yönlü bakar. Hüküm ve karar verirken bir tek veri ile yetinmez. *Özel hayata son derece saygılıdır. Başka kişilerin kendi hayatına müdahalesini istemediği gibi kendisi de başkalarının hayatına müdahale etmez. Yine bir işi yaparken doğru bildiği biçimde yapar. Başkalarının sözüyle hareket edenlerin zor duruma düşeceklerini iyi bilir. Söylenecek söz çoğaltılabilir ama durum aym olacaktır. Hoca, nüktedan, bilgili, güler yüzlü, dürüst, anlayışlı, çalışkan, merhametli, kanaatkar, sabırlı, mütevazı, akla önem veren, umutsuzluğa düşmeyen, zeki, hazırcevap, diyalogdan yana... şeklinde özetleyebileceğim iz bütün olum lu ö zelliklere sahip örnek bir bireydir. Burada şunu da söylemek gerekir: Hoca'nın bu tavn kişilik özelliği kadar inançlanyla da ilgilidir. Güler yüzlü olmak, her şeyden önce İslâmi bir davranıştır. Asık suratlılık, dinden onay alamaz. Toplumsal bir misyona sahip, toplumu için olumlu bir şeyler yapabilme amacında olan kişilerin bu temel niteliğe sahip olmalan gerekir. Hoca'da bu vardır. Bu yüzden halk arasında onun adı “Güldüren Evliya”dır. Böyle olduğu için de, aynı zamanda “dünyaya da gülen” bir insandır.126 Bu mizah kavramı içerisinde çok önemli bir husustur. Dünya maddi olanı ifade eder. Hoca ise manevi değerlerin insanıdır. İşte dünyaya gülebilmek, dünyaperest olmamayı, dünya zevkleri, saltanatı için kötülük yapmamayı, her zaman sevgiden, saygıdan, hoşgörüden yana olmayı gerektirir. Bu yüzden onu bilhassa çağdaş komedyenlerden çok ayn bir yerde düşünmek gerekir. Çünkü çağdaş komedi anlayışı insan zaaflarıyla alay etmek, inançları hafife
almak, insan kişiliğini rencide etmek üzerine bina edilmiştir. Hoca'nın inanış sisteminde insan, çok değerli bir varlıktır. İnsanı incitmek, onu yaratanı incitmek anlamına gelir. Hoca'nm mizahında eleştiri oku insanm bizzat kendisine değil yanlış davranışlarına karşıdır. Çünkü Hoca “erdemli insan”, ve “erdemli toplum” idealinin peşindedir. Burada Hoca'mn olumsuz karakterde anlatıldığı fıkralardan da söz etmek gerekiyor. Çünkü böyle fıkralarda Hoca, çıkarcı, tembel, hoşgörüsüz, görgüsüz bir tip olarak yer almaktadır. Bu tür fıkraları okurken şu husus dikkate alınmalıdır. Ya bu fıkralar başkalarına ait fakat Hoca'ya bağlanmış fıkralardır yahut Hoca, eğiticilik derslerini bir şeyi zıddmdan söyleyerek anlatmayı denemektedir. Çünkü Hoca'nm yönteminde bu da vardır. Mesela bir fıkrasında bencil bir tipi canlandınyorsa bu onun bencil oluşunu göstermez. Hoca, bu olumsuz niteliği kendi sıfatı imiş gibi göstererek onun yanlışlığına dikkat çekmektedir. Nasreddin Hoca, hayatı boyunca sürekli olarak aktif bir kişilik sergilemiş ve pek çok mesleğin inşam olarak görev yapmıştır. Onu bu anlamda bir camide cemaatine namaz kıldıran bir hoca, din adamı yani imam, kürsüde cemaatine vaaz veren bir vaiz, medresede ders veren bir müderris, irfan çevrelerinde bulunan bir sûfı ve mahkemelerde kadılık yapan bir kadı, yine küçük çaplı ticaretle uğraşan bir esnaf ve çiftçi-bahçıvan olarak görmekteyiz. Hoca'mn kişilik özellikleri bu meslekleri yaparken de kendini gösterir. Bu bakımdan onun kişiliğinden söz ederken bu özelliklerinden de bahsetmek uygun olacaktır. DİN ADAMI K İŞİLİĞ İ Nasreddin Hoca'nm din ilimleri alanında öğrenim gördüğünü, doğduğu köyde, Sivrihisar'da Akşehir'de ve civarındaki kimi yerlerde imamlık ve vaizlik yaptığını biliyoruz. Yani o, öncelikle bir din görevlisidir. Fakat benzerlerinden çok farklı özellikler taşır. Öncelikle, din anlayışı hurafelerden tamamıyla uzak bir anlayıştır. Sorulan sorulara İslâm'ın ruhuna uygun akılcı cevaplar verir ve muhataplarının anlayacağı bir dil kullanır.
Fıkralarında onun bu özelliği de çok açık olarak görülür. Bunlardan birisi şöyledir: Köylünün keçisi uyuz olur. Ona keçisini karasakız ile tedavi etmesini söylerler. Adam, bu söze inanmayarak Hoca'ya gelir ve keçisini, nefesinin keskin olduğu gerekçesiyle Hoca'mn okumasını ister. Hoca'nın cevabı şöyledir: “Nefesim keskindir ama karasakız fayda etmez. Ben nefes edeyim, zararı yok. Sen de biraz karasakız alıp keçiye sür” Köylüye verilen bu cevapla ona hem işin doğrusu anlatılmış olur hem de bu öğreticilik ve din adma aydınlatma yapılırken muhatabını kırmamış olur. Bir gün yine Hoca'ya bir kadın gelerek kızım şikâyet eder ve sürekli tartıştıklarını söyler ve Hoca'dan bir muska yazmasım ister. Hoca da “Hanım biliyorsun ki ben artık çok yaşlandım. Nefesimin gücü kalmadı. En iyisi kızma sen koca bul. O ona muska da yazar nefes de eder. Bir de çocukları oldu mu işi başından aşar. Kızın böylece mum gibi yumuşak, melek gibi sakin olur.”der. Hoca, dine bağlı olarak gelişen yanlış tevekkül anlayışına da karşıdır. Konakladığı bir handa tavan ağaçlannın iyice çürüdüğünü görünce hancıya tavam tamir ettirmesi söyler. Hancı da “Sen ne biçim Hocasın. Bilmiyor musun ki her varlık kendi dilince Allah'ı zikreder. Bu ağaçlar da gıcırdayarak zikir ediyorlar” deyince Hoca “Biliyorum da” der. “Ya zikrederken coşup secdeye kapanırlarsa... Ondan korkuyorum.” Tedbirsiz tevekkül anlayışının bundan daha güzel bir eleştirisi olamaz. Burada da yine dikkat çeken özellik aynıdır: Muhatabını kırmamak ve onun kurnazlığına nükte içinde karşılık vermek. Hoca'nın bu duyarlılığı ile yaşadığı devrin din anlamında da kanşık olan yapısında nasıl bir uyancılık görevi yaptığı hemen anlaşılır. Yine bir gün şiddetli bir yağmur başlar. Hoca, pencereden dışarıyı seyrederken yağmurdan koşarak kaçmak isteyen bir komşusuna neden koştuğunu sorar. O da “Rahmet yağıyor. Islanmamak için kaçıyorum.” der. Hoca “Hiç Allah'ın rahmetinden kaçılır mı? Diye sorar. Komşusu dinen bir hata yaptığım düşünerek ağır ağır yürümeye başlar ve tabi ki smlsıklam
olur. Birkaç gün sonra ise yağmurdan kaçan bu defa Hoca'nın kendisidir. Tesadüf bu ya, komşusu duruma tanık olur ve Hoca'ya “Hiç Allah'ın rahmetinden kaçılır mı? Diye sorar. H oca da “Rahm eti çiğnem em ek için” şeklinde cevap verir. Burada yine kurnazlık gibi görünen olayın arkasında farklı bir taraf vardır. O da şudur: Hoca, hurafelerle mücadele etmektedir. Fakat bunun uygun zamanını kollar. Böyle bir zaman yakalayınca da muhatabına dersini verir. Burada “Allah'ın rahmeti” kelimesi dikkat çekicidir. Bu durum insanların dini anlamda istismarında bu kutsal kavramların nasıl kullanıldığı ele alınmaktadır. Nitekim komşusu Allahın rahmetinden kaçılır mı deyince tutumunu değiştirmiştir. Hoca, böylece hem hurafelerle mücadele etmekte hem de bunlara inanlara doğruyu göstererek onları eğitmektedir. Hocanın insanlara İslami kuralları emir ve yasaklan öğretme tekniğindeki bu ilginç tutumuna bir örnek de şu fıkrasıdır: “Hoca, komşusundan bir gün ödünç bir kazan alır. Verirken de içine bir tencere yerleştirir. Üç beş günü sonra tekrar bir kazan alır fakat iade etmez. Durumu merak eden komşu Hocaya gelip kazanını sorar. Hoca da: “Kazan öldü” cevabını verir. Komşusu “ Kazan bu nasıl ölür? deyince, Hoca da “D o ğ u rd u ğ u n a in a n ıy o rsu n da ö ld ü ğ ü n e n ed en in a n m ıy o rsu n ” der. Fıkradan anlaşıldığına göre, bu komşu sadece kendi çıkarlarını düşünen, insanlan aldatmak için akla gelmedik senaryolar kuran bir insandır. Böyle bir insana yaptığı işin dinen yanlışlığını ve eşyanın tabiatına aykırı olduğunu başka nasıl böyle etkili anlatabiliriz ki!...Bu, tür anlatım, bir tebliğ yöntemidir. Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma ilkesinin bir başka şeklidir. Din adamlarının cemaati gereğinden fazla camide bekletmelerine, bu yüzden namazı ve vaazı uzatmalan da Hoca'yı rahatsız eden bir tutumdur. Bu olay, özellikle teravih ve Cuma namazlarında önem taşır. Aylardan Ramazandır. Hoca, iftara çağnlır. Önce vakti geçmesin diye akşam namazı kılınacak ardından iftar edilecektir. İmam, namazı
oldukça yavaş kıldırmaktadır. Bu yüzden Fatiha'yı yavaş yavaş okur. Ardından “Yasin” diyerek bu uzun sureye başlayacak olur. Hoca bu duruma kızar ve namazını bozarak hemen saftan ayrılır ve yalnız kılmaya başlar. Bu arada Hoca, Yasin'in ikinci ayetini okuyup hemen rükûa varınca “Bak şimdi oldu” diyerek tekrar cemaate katılır. Hoca, din meselesinde değeri olmayan meselelerin din adına bilinmesini, anlatılmasını da asla uygun karşılamaz. Bu konuda da yüzü hep hayata ve gerçeğe dönüktür. Şu fıkrasına da bu açıdan bakalım: Hoca merhum, köyleri dolaşıp halka vaaz etmektedir. Bir kasabaya varınca orada birkaç gün kalmaya karar verir. Üç - dört gün kalır, halka vaaz eder. Fakat kimse Hoca'ya “aç mısın, susuz musun?”, demez. Cemaat gereksiz bilgilerin peşindedir. Hoca bir gün konuşmasında îsa Peygamber'in dördüncü kat semada olduğunu ve Allah'ın izni ile orada durduğunu anlatır. Camiden çıkarken cemaatten biri “Hocam çok merak ettim, acaba İsa Peygamber, dördüncü kat semada ne yiyip, ne içiyor? diye sorar. Hoca'nm tepesi atar ve yakınlarındaki cemaatin de duyabileceği bir şekilde, “ Yahu siz ne biçim adamlarsınız? Ben günlerden beri kasabanızda duruyorum, bana nasılsın, aç mısın, susuz musun diye sormuyorsunuz da tâ dördüncü kattaki îsa Peygamber'i soruyorsunuz!” der. Öte yandan Hoca, dinde estetik tutum ve davranışı da çok önemli bulmaktadır. Ona göre dinde güzellik esastır. Ezan, Kur'an-ı Kerim, güzel sesli insanlar tarafından okunmalıdır. Bu hem metnin şanına yakışır bir durumdur hem de muhatabın üzerindeki tesiri açısından önemlidir. Bu anlamdaki bir fıkrası şöyledir: Mahallenin çirkin sesli müezzini ezan okuyormuş. Hoca, minarenin altına durup yukarıya şöyle seslenir: “Evladım ne bağırıp duyursun. Öylesine dalsız budaksız bir ağaca tırmanmışsın ki!...Seni kolay kolay kurtaramayız oradan.” Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama belirtilmesi gereken husus, Hoca'mn gerçek anlamda bir din adamı oluşu ve halkı bu şekildeki aydınlatıcı tavrıdır.
HUKUKÇU K İŞİLİĞ İ Nasreddin Hoca, medrese öğretimi gördükten sonra mahkemelerde kadılık (hâkimlik) görevi de yapmıştır. Dolayısıyla onun din adamı, ilim adamı, mizah adamı yönü yanında hukukçu bir kimliği de vardır. Zaten fıkralarında mahkeme, kadı, davalıdavacı, şahit kavranılan bu yüzden sıkça geçmektedir. Nasreddin Hoca, bir hukukçu sıfatıyla yeni içtihatlar peşinde koşan biri değildir. Daha çok mevcut hükümleri uygulayan biridir. Bunu yaparken de yine diğer konularda olduğu gibi basit bir dili ve anlatımı tercih etmiştir. Ayrıca, Hoca'nın hukuki uygulamalarında yine onun müthiş zekâsı, şahsiyet özellikleri, mizahi ve hakemi yönü ağır basmaktadır. Şimdi kimi fıkralar eşliğinde Hoca'nm bu yönünü görmeye çalışalım: Mesela; Hoca, mahkemelerde hâkimlik yaparken kurallara göre hüküm vermeden önce vereceği hükmün adil olması için önce kendini davalı ve davacının yerine koymaktadır. Bu fıkra onun bu tutumunun bir örneğidir: Hoca kadılık yaparken yanına iki adam getirirler. Davacı, diğer adamın kulağım ısırdığını ve cezalandırılması ister. Diğeri inkâr eder, adamın kendi kulağım kendisinin ısırdığını söyler. Hoca, onlara “Biraz bekleyin” diyerek içerir girer ve kendi kulağını ısırmaya çalışır. Bu esnada arka üstü düşer ve başı yanlır ve kanar. Hoca, başım bir bezle sararak adamların yanma gelir. Davacı “Hoca Efendi, insaf ediniz” der. “Hiç insan kendi kulağım ısırabilir mi? “Hoca, başındaki sargıyı göstererek “Hayır ısıramaz ısırayım derken arka üstü düşer ve başı yarılır.” der ve karan bu kişisel deneye göre verir ve böylece bir kadı'nın gözlemci ve araştırmacı olmasımn önemini vurgular. Hocanın hukuki meselelere kişisel çıkarlannı kanştıranlara da bir eleştirisi vardır: Şu fıkrasında bunu görebiliriz: Hoca kadılığı sırasında birisi yanma gelip “Efendi” demiş, “Kırda sığır yayılırken bir alaca inek -sanırım sizinki- bizim ineği kamından boğazlayıp öldürdü. Buna ne gerekir?” diye sorar. Hoca, “Bunda sahibinin kabahati yok, hayvandan kan davası alınmaz” der. Adam, “Yok yanlış söyledim bizim inek
sizinkini öldürdü” deyince Hoca, “ O zaman iş çatallaştı” der ve elini kitaba uzatarak “Bakalım” der “ Bizim kara kaplı bu konuda ne diyor?” Hukuk adam larının rüşvet alma sorunu Hoca'nın en çok üzerinde durduğu meselelerdendir. Hoca, bu konuda çok acımasızdır. Rüşvetçi kadılara sonunda rezil edecek mizansenler hazırlar. Şu fıkraya bakalım: Hoca zamanında rüşvetçi bir kadı varmış. Hoca'mn bir ilam işi olur. Ne yaptıysa kadıya bunu yaptıramaz. Nihayet ona içi bal dolu bir çömlek hediye ederek ilamı tasdik ettirir. Kadı, birkaç gün sonra, kepçeyi bal çömleğine daldırır. Fakat altından bal yerine balçık çıkar. Öfkelenir ve Hoca'ya adam göndererek “İlamın tasdikinde bir yanlışlık olmuş. Versin de düzeltelim” der. Hoca da “Bozukluk ilamda değil sizin kadı'nın akidesindedir. Bizim ilamı maiyetindeki memurlar doğru hazırlamışlar. Cenab-ı Hak, kadı'yı ıslah etsin” der. Yalancı şahitlik hukukta çok ciddi bir sorundur. Hoca'mn bu meseleye de değindiğini görürüz: Bir gün Hoca'yı gafil avlayıp yalancı şahitlikte bulunsun diye mahkemeye götürürler. Hoca'yı götüren adam hasmından buğday dava etmektedir. Mahkemede Hoca, “Bu adamın buğday alacağı vardır” diyeceği yerde “arpa alacağı vardır” der. Davacı “Hoca, ne yaptın sen, buğday diyecektin” deyince “Behey cahiller! Yalan olduktan sonra ne fark eder ha arpa olmuş ha buğday” şeklinde cevap verir.. Mahkemelerin önemli bir sorunu da gereksiz davalardır. Hoca bu konuda da duyarlıdır. Hoca'mn kadı'lık yaptığı günlerde mahkemeye iki adam gelir. Biri ötekini göstererek “Bu adam sırtına odun yüklenmiş geliyordu. Ayağı takıldı, düştü, odunlar döküldü. Onları sırtına yüklememi istedi. Bunun için bana ne vereceksin, dedim, “hiç” dedi. Şimdi hakkımı istiyorum. Hoca “Haklısın” diyerek oturduğu minderin üzerindeki seccadeyi gösterir. “Şu seccadenin köşesini kaldır... Bak bakalım ne var orada. Adam bakar ve “hiç” diye cevap verir. “Onu al git der Hoca. Böylece hakkım almış oldun.” Yargıda en önemli sorunlardan biri asıl suçluyu bulabilmek ve hak ettiği cezayı yasalara göre verebilmektir. Hoca, hukukun bu çok önemli ilkesini daha o yüzyılda bilip uygulamaktadır. Hoca, tarlada çift sürerken buzağıya bir at sineği musallat olur.
Hayvan sinekten kurtulmak için öteye beriye koşmaya, önüne geleni yıkıp devirmeye başlan. Tarlayı harap bir hale getirir. Hoca, bu durum karşısında eline bir sopa alır ve buzağıyı değil öküzü dövmeye başlar. Bu olaya tanık olanlar “Hoca, öküzün bunda ne suçu var?” dediklerinde ise “Suç öküzde, o öğretmemiş olsaydı daha dünkü buzağı bu kadar marifeti ne bilecekti?” der. Böylece sadece görünüşte suçlu olana takılıp kalmaz. Suçun asıl sahibini, insanı suça teşvik edenleri, azmettiricileri dikkate almak gerekmektedir. Görüldüğü gibi Hoca, İslâm'ın hukuk kurallarının uygulanmasında son derece titizdir. Haklının hakkını mutlaka almasını, hâkimlerin doğru ve adil karar vermelerini, yalancı şahitliğin doğuracağı sonuçlan, rüşvet olayını ve benzer hukuk sorunlannı kendine özgü mizahi anlayışla kıyasıya eleştirir. EĞ İTİM C İ K İŞİLİĞ İ Nasreddin Hoca, aynı zamanda bir eğitimcidir. Üstelik onun eğitimciliği sadece medrese ve oradaki talebelerle sınırlı kalmaz. Onun eğitimciliği toplumla da ilgilidir. Toplum içerisinde de yanlış bulduğu her şeyi eleştirmekten, işin doğrusunu göstermekten geri kalmaz. Tabi bunu yaparken yine hukuk konusunda olduğu gibi eğitim konusunda da yeni nazariyeler peşinde değildir. Devrinde geçerli olan eğitimin temel amaçlarının fert ve toplumda yansıma biçimleri üzerinde durur. Eğitimde psikolojiyi, insan ve toplum gerçeğini çok önemser ve eğitimle insan hayat arasında sürekli ilişkiler kurur. Soyut bir alanda kalmaz. Hoca, bir eğitimci olarak fert ve toplum eğitiminde belli ilkelerin sahibi bir insandır. Bu ilkelere göre insanlan eğitirken kendine özgü yöntemleri de vardır. Hoca, özellikle bu yönü bugünün eğitim cileri için de çok zengin b ilgiler içerm ektedir. Hoca, eğitimde herkesi aynı düzlemde düşünmez. Ferdi farklılıklan dikkate alır. Batılı eğitimcilerin ancak 17. yüzyılda fark edebildikleri bu meseleyi Hoca, onlardan çok önce fark etmiş ve uygulamıştır. Buna bağh olarak da peygamberi bir eğitim geleneğini
sürdürerek insanlara akıllan, kabiliyetleri ölçüsünde hitap etmekte, onlann psikolojik özelliklerini mutlaka dikkate almaktadır. Mesela cimri bir komşusuyla ilgili şu fıkraya bakalım: Bu adam, bir gün göle düşer. Arkadaşlan ona yardım etmek isterler. “Elini ver de seni çıkaralım” derler. Fakat adam boğulup ölme tehlikesine karşın elini vermez. Cimrilik bu denli ruhuna işlemiştir. Onun bu durumunu bilen Hoca bu duruma uygun bir yöntemle adama “Alın elimi, sizi çıkarayım” deyince adam Hoca'mn elini tutar ve boğulmaktan kurtulur. Yeni durumlara alışma, insan tabiatının bir özelliğidir. Hoca, bu gerçeği bilen bir eğitimci olarak eğitimde bunu da dikkate alır. Şu fıkrada Hoca'nm söylediklerini bu tutuma örnek olarak verebiliriz: Adamın birine babasından büyük bir miras kalır. Adam, kısa zamanda bu serveti tüketir. Hoca'ya gelerek “Elimde avucumda hiçbir şey kalmadı. Hocam buna bir çare” diye yalvarır. Hoca, gayet sakin “Merak etme yakında bu dertten kurtulursun” der. Adam, sevinçle “Yoksa tekrar zengin mi olacağım” deyince de “ Hayır, parasızlığa alışacaksın.” der. Hoca, yine söylenmesi gereken doğrulan, ulu orta her yerde söylemez. Uygun zamanı kollar. Fırsatını bulur bulmaz da kendine özgü tatlı üslubuyla söyler. Çünkü sözün etkisi için bu zamanlama çok önemlidir. Yine, muhataplannın seviyelerini dikkate almak Hoca'nm bir başka eğitim yöntemidir. Çünkü Hoca'mn öğrencileri bütün bir halktır. Hatta bunlar arasında Türk ve Müslüman olmayan bile vardır. Fıkralanndan da anlaşılacağı üzere kadm - erkek, genç - ihtiyar, yerli - yabancı, yönetici - halk... Hoca'mn devamlı ilişki içinde olduğu insanlardır. Hoca, bu anlamda kime hangi dil ve üslupla söz söyleyeceğini çok iyi bilir. Sözlerinin tesirli olmasının bir sebebi de budur. Bilim adamlığı konusunda da söylendiği gibi Hoca, boş şeyleri, insanlara bir yaran olmayacak şeyleri asla tartışmaz. Onun tartışacağı konular mutlaka akla ve sağduyuya dayalı olmalıdır. Aksi halde Hoca'yı bu tür tartışmalann içinde göremeyiz. Onu böyle tartışmaların içine çekeceklere de unutamayacaklan bir ders vermekte Hoca'nın üstüne yoktur.
Eğitimde somutlaştırma, örneklendirme çok önemli bir husustur. Hoca, bu konuda da çok hassastır. En girift meseleler onun dilinde beş duyu ile algılanabilecek bir hale gelir. Üstelik verdiği örnekler çok canlıdır. Soru-cevap yöntemi de Hoca'nın sıkça kullandığı tekniklerden biridir, insanı düşünmeye, tasavvura ve araştırmaya yöneten bu teknikle konulan hem ilgi çekici hale getirir. Hem de soruyu soranın cevabım bizzat kendisinin bulabilmesini yolunu açar. Üstelik soruyu sadece kendisi de sormaz. Muhatabının da soru sormasına imkân verir. Eğitimde ceza bugünün de önemli bir sorunudur. Çağdaş eğitimde ceza onaylanmayacak bir tutum olarak benimsenmiştir. Hoca, ise cezanın hiçbir işe yaramayacağını çağlar öncesinden şu ilginç fıkrasında anlatır. Hoca, öğrencilik günlerinde sınıfa girer girmez duvardaki falakayı görür. Hocasına ne olduğunu sorar O da “O falakadır. Cennetten çıkmadır. Yaramaz çocuklan terbiye etmeye yarar” der. Hocasından bu cevabı alınca “Peki cennetten çıkanı ne yaparlar?” diye sorar. Hocası da “cehenneme atarlar” der. Hoca, bir fırsatım bulup falakayı ocağa atıp yakar. Hocası durumu fark edince de “Ne yaptın falakayı?” sorusuna “Siz cennetten çıkanı cehenneme atarlar demediniz mi? Ben de falakayı bu yüzden cehenneme attım.”der. Bu tutum, Hocanın hem muhatabını kendi ifadeleriyle bağlama, hem de soru cevap yoluyla muhatabım cevap vermez hale getirmesinin de bir örneğidir. Yine anlatılan konuya dikkat çekmek, yeri geldiğinde dolaylı, duruma ve konuya göre değişik öğretme teknikleri kullanmak, deneye başvurmak, tanımlarla uğraşmak, uygulamaya önem vermek, tek bir kitaba bağh kalmamak, yararlılık ilkesini gözetmek, yanlıştan dönebilmek, yetenekleri keşfetmek gibi daha pek çok özellik Hoca'nın eğitim metotlan arasındadır. Hocanın eğitimde ele aldığı ve mücadele ettiği meseleler ise ferdi ve toplumu çürüten, tembelleştiren, boş inançlara iten, ahlaki bozukluklara sürükleyen korulardır. Hoca, bunlarla kendi yöntemleriyle mücadele eder.
Mesela emeksiz kazanç peşinde olanlara şu fıkrasında kendine özgü yorumuyla şöyle cevap verir: Hoca pazara giderken mahallesindeki çocuklar ona düdük ısmarlarlar. Hoca, “Peki getirim” der. Ama içlerinden sadece birisi para verir. Hoca akşamüstü pazardan dönerken etrafım çeviren çocuklar “hani bizim düdükler?” derler. Hoca da cebinden sadece bir düdük çıkarıp para veren çocuğa verir. Diğerlerine de “Parayı veren düdüğü çalar” diyerek iyi bir ders verir. Tembellik en çok mücadele ettiği konulardan biridir. “Allah versin” fıkrasına bakalım: Hoca, bir gün evinin kiremitlerini aktarmakla meşguldür. Gücü kuvveti yerinde bir adam ısrarla kapıyı çalar. Hoca damdan bakar ve adamı görünce ne istediğin sorar. Adam, azıcık aşağıya gelin de size bir şey söyleyeceğim. Hoca işini gücünü bırakıp aşağı iner. Kapıdaki “Allah nzası için bir sadaka” der. Bunun üzerine Hoca, hiç istifini bozmadan “Peki öyleyse gel yukan” der. Adamı dama kadar çıkanr. Sonra da “Allah versin” diye başından savar. Adam “A Hoca, sende hiç insaf yok mu? Bunu söylemek için mi beni buraya çıkardın?” deyince; Hoca, “İnsafsızlık sende. Sen beni sadaka istemek için aşağıya indirirken iyi de ben seni yukarıya çıkarırken fena mı oldu?” diyerek muhatabını susturur. Hoca, fıkralarında kimilerince kurnaz bir tip olarak gösterilse bile onun en çok tenkit ettiği ve hadlerini bildirdiği insanların başmda böyle insanlar gelir. Çünkü kurnazlık, bencilliği ve peşinden muhatabım kandırmayı, onun saflığından yararlanmayı getirir. Hoca böylelerine de hadleri bildirir. Hoca'yı Akşehir'den zengin bir adam evine davet eder. Üstelik bunda çok ısrarlıdır. Ama samimi değildir. Hoca bunun farkındadır. Bu yüzden gitmek istemez. Ama ısrarlara dayanamaz ve daveti kabul eder. Bir akşamüstü bu adamın evine gider. Eve yaklaşınca da adamın pencerenin önünde oturduğunu görür. Kapıyı çalar. İçerden gelen “Kim o?” sorusuna kendisini tanıtarak cevap verir ve ev sahibine haber verilmesini ister. Bir süre sonra birisi kapının ardından “Ev sahibi evde yok, dışarı çıktı” der. Hoca, muhatabını incitmek, ona karşı kızmak bağırmak yerine çelebice şu keskin cevabı verir: “Efendine söyle bir daha dışarı çıkarken başını pencerenin önünde unutmasın.”
Hoca, sadece olumsuzluklarla mücadele etmekle kalmaz aym zamanda doğrulan da öğreten bir örnek ve önderdir. Mesela toplum arasında bir konuda hemen herkes bir olumsuzluğu tenkit eder ama çözüm önerisine gelince kimseden ses çıkmaz. Hoca, böyle bir yanlış karşısında doğru olanı öğreten bir örnektir. Adamın birin evi güneş görmüyormuş. Adam, Hoca'ya bu durumdan yakınır. Hoca adamı dinledikten sonra “Güneş gören tarlan var mı diye sorar. Adam var cevabın verince “ O halde evini tarlaya götür.” diyerek adamın sorununa çözüm yolu gösterir. SÛFİ K İŞİLİĞ İ Nasreddin Hoca'nın Mevlâna tarafından da büyüklüğü kabul edilen ve saygı gösterilen Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid İbrahim Sultan'ın talebesi olduğunu biliyoruz. Bu zatlar sadece âlim değil aynı zamanda ârif kişilerdir. Yani tasavvuf ehlidirler. Nasreddin Hoca, Konya'dan bu büyük zatların Akşehir'e göç etmesi üzerine peşlerinden Akşehir'e gelmiştir. Bu durum Hoca'da bir tasavvufi yön olduğunun açık belirtisidir. Yine Hoca'nın dini daha çok içyapısıyla ve ahlaki ilkeleriyle ele alışı, kalenderliği, hoşgörülüğü, tatlı dili, güler yüzü, insanlan eğitim ve tenkit metodu gibi durumlar da göz önüne alındığında ondaki tasavvufi yönü görmek daha da kolaylaşır. Bu yüzden Nasreddin Hoca, pek çok eski ve yeni kaynakta “Evliyadan bir zat-ı muhterem” ifadesi ile de tanıtılır. Bu yaklaşıma bağlı olarak da Hoca'nın fıkralan tasavvufi bakış açısıyla yorumlanmıştır. Mesela Mevlâna'nın torunlarından Burhaneddin Çelebi (1814-1897) Nasreddin Hoca'nın 121 fıkrasını tasavvufi bakış açısıyla izah etmiştir.127 Nasreddin Hoca'nın fıkralarına günümüzde böyle bir açıdan yaklaşan bir isim de İsmail Emre'dir. 1900 Adana doğumlu olan Emre “Hoca'nın fıkralannda tasavvufi bir hikmet bulmakta” ve buna göre yorumlamaktadır.128 Emre'ye göre Nasreddin Hoca, büyük bir mutasavvıftır. Fıkralarında da tasavvufi hakikat ile tasavvufi ahlakı telkin etmek istemektedir. Aynca, Hoca'nın bu yönü onun fıkralarının taklitlerinden aynlmasında da bir ölçüdür.
Mustafa Miyasoğlu da bir makalesinde Nasreddin Hoca'yı “Güldüren Evliya” olarak vasıflandırdıktan sonra bu görüşü benimser gözükmektedir. “İslam kültürünün tasavvuf geleneğinden beslenen yanım Dede Korkut gibi Nasreddin Hoca'da da görmekteyiz. Mevlâna ve Yunus Emre'de açıkça görülen bu özellik, Nasreddin Hoca'da biraz gerilerde, alttan alta süren bir geleneğin yansıması gibidir.” Mehmet Önder de benzer bir yorum yapmaktadır: “Nasreddin Hoca, XIII. yüzyılda Anadolu'nun bir kasabasında yan aç, yan tok yaşamını sürdüren, hazırcevap, zeki, medrese görmüş, tasavvufa meraklı bir halk adamıydı. Hoşgörüyü bir inanç felsefesi olarak gören tasavvufa meyli, onun Akşehir'de türbesi olan Seyyid Mahmud Hayrani'ye bağlılığından dolayıdır.”130 Bu yorumlar da Hoca'nm tasavvufla ilgili olduğunu, ondan beslendiğini fakat bir dergâhta şeyhlik gibi bir durumunun olmadığını göstermektedir. Ama gerçek ne olursa olsun, Hoca'nın fıkralan Bereketzâde Abdullah Bey'in ifadesiyle “zahiri hande-fezâ, bâtım hikmet-nüma” olan fıkralardır. Bu hikmetin kaynağı ise ancak tasavvuf olabilir. O yüzden onu bir Mevlâna, bir Hacı Bektaş-ı Veli gibi düşünmek hatalı bir tutum sayılmaz.131 Hoca, bir mutasavvıf olarak (ister şeyh, isterse müntesip olarak ele alalım) yine kendine özgü bir tutumun sahibidir. Öncelikle pek çok tasavvuf insanında da görüldüğü gibi gönül adamlığı onu taassuptan uzak tutmuştur. Bu yüzden Hoca, asla katı kuralcılık yapmaz. Geniş bir hoşgörünün ve derin bir insan sevgisinin insanı olarak hayatını sürdürür. Çevresine de bunu telkin eder. Yine onun mutasavvıflığı şayet bir dergâhın içinde bulunduysa bile dergâh sınırlan içinde kalmaz. Hayatın ve olayların içinde ve insanların arasındadır. Başka bir deyişle tasavvufi tutum ve anlayışı hayattan ve günlük hayatın gerçeklerinden kopuk değildir.
Bir başka önemli husus da Hoca'nın tasavvufi bir terim olan “keramet”in ulu orta gösterilmesinden son derece rahatsız olmasıdır. Zira din ve tasavvufun gerçek manasından uzak zümrelerce tasavvuf, daha çok bu yönüyle algılanmaktadır. Tasavvufu böyle anlayanlara karşı Hoca'mn kılıcı son derece keskindir. Şu fıkrası bu tutumun güzel bir örneğidir. Bir gün Şeyyad Hamza bir toplulukta “Ben öylesine kâmil biriyim ki her gece bu âlemden geçer, göklere uçar, oradan da dünyayı seyrederim” der. Hoca bunun üzerine “ Sen göklerde uçarken hiç eline samur gibi yumuşak bir şey dokunuyor mu? diye sorması üzerine Şeyyad Hamza “evet” deyince Hoca “ İşte o eline dokunan şey benim eşeğimin kuyruğudur, "cevabını verir. Bir başka fıkrasında da yine istismara çok açık olan “keramet” konusunda benzer bir tepkinin içindedir: Halk bir gün Hoca'dan keramet göstermesini isterler. Hoca “tamam” der. “Şu karşıdaki ağacı bana doğru yürüteceğim.” Ve ağaca “yürü” diye seslenir. Tabi ki ağaç yürümez. Hoca, bunun üzerine ağaca doğru kendisi yürümeye başlar. Ne yaptığını soranlara da “Bizde gurur kibir yoktur. Ağaç bize gelmezse biz ağaca gideriz.” cevabım verir. Bu tutum ilk bakışta bir kurnazlık gibi algılanabilme özelliğine sahipse de burada asıl verilmek istenen mesaj kerametin bir “gösteri” olmadığını açıklamaktır. Yine burada dikkat çeken bir husus büyüklenmenin değil tevazünün tasavvufun ana ilkesi olduğu vurgusudur. Kimi anlatımlarda bu fıkradaki ağacın yerine dağm konulduğunu da ayrıca belirtelim. Yine tasavvufi meselelerde yanlış bir kanaat, Allah'la kulu arasında aracılar koymaktır. Hoca, bu tutuma da şiddetle karşıdır. Bu anlamda şu fıkraya bakalım : “ Hoca, komşularıyla dağa odun kesmeye gider. Odunlar kesilip eşeğe yüklenir. Dönüşte yollan bir yanı uçurum olan bir keçi yoludur. Bu esnada eşeğin ayağına bir taş takılır ve eşek uçuruma doğru yuvalanmaya başlar. Hoca hayvanın kuyruğuna yapışır bir yandan da: “ Yetiş ya enbiya ya evliya yetişin” diye bağırır.
Komşuları yavaş yavaş uçuruma yaklaşan eşeğin Hoca'yı da birlikte sürüklediğini görünce beline sarılarak, “Bırak şu eşeğin kuyruğunu sen de uçuruma gideceksin” derler. Hoca da öfke içinde “ Ey enbiya ey evliya!.. Geldinizse kaçılın. Eşeğin kuyruğunu bırakıyorum” der. Bu fıkrada da bu aracılar meselesi tenkit edilirken başka bir yaklaşımla da tedbir ve takdir kavramlarının özüne dikkat çekilmektedir. ÂLİM K İŞİLİĞ İ Hoca, kaynakların ve fıkraların ışığında ele alındığında öncelikle bilgili bir kişidir. Küçük yaşlarından itibaren önce babasının yanında daha sonra Sivrihisar ve Konya medreselerinde ciddi bir tahsil görmüştür. Müderris yani medrese hocasıdır. Devrinin önemli bilgin ve arifleriyle münasebeti söz konusudur. Yaşadığı ve eğitim gördüğü devir de ilim bakımından dikkat çekici özelliklere sahiptir. Hoca, böyle bir çağın ve dönemin insanıdır. Hoca, bilgindir ama bilgiçlik taslamaz. Hayatı sadece kitabi bilgilerle yorumlamaz. M eseleler karşısında sırf kitabi bilgilerin kurallarıyla hareket etmez. Aklını da kullanarak çözümler bulur. Öte yandan devrinin bilim anlayışına ilişkin eleştirel bir bakışı vardır. Medreselerdeki yabancı dil öğretiminin ezberciliğe önem vermesini kabullenmemektedir. Nitekim buraya alacağımız şu fıkraları onun bu tutumunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu fıkralardan ilki “ezberci” eğitime bir eleştiri niteliğindedir. Bu fıkrada anlatdanlara göre Hocanın annesi bir gün çamaşır yıkayacak olur. Hoca'dan kül getirmesini ister. Hoca külhana vanr ama kül bulamaz. Eve dönerken yolda o zamanlar “ekser” denilen paslanmış çiviler görür. Bunlan annesine getirir. Annesi çivileri görünce şaşırır. Ekser değil kül istediğini söyler. Hoca hemen cevabı yapıştırır:” Sen de benim gibi medreseye gidip Arapça okusaydın “ekser için kül hükmü vardır” kuralım bilir, böyle konuşmazdın”
Yine gereksiz bilgilerin medreselerde öğretimine yahut öğretim yöntemine eleştiri anlamında şu fıkrası da ilginçtir: “Hoca, talebelerine Kuduri adlı din kitabını okutuyormuş. Bir gün komşusu bir türlü uyuyamayan çocuğu için muska yazmasım isteyince bir Kuduri bulup yastığın altına koy, der. Komşunun “Kuduri muska mıdır?” sorusuna da “Muska olup olmadığım bilmem ama şunu bilirim ki bu kitabı ne zaman okutmaya kalksam bizim talebeler horul horul uyuyorlar.” der. Bir başka fıkrasındaki tutumu ise özellikle günlük hayatta çokça kullanılan dini terimlerin halka ezberci bir anlayışla verilmesine yönelik bir eleştiridir. Bu fıkra da şöyledir: “Hocaya bir gün bir kimse ölünce ya da ölüm haberi duyulunca okunan “inna lillahi ve inna ileyhi raciun”132 âyetinin ne anlama geldiğini sorarlar. Hoca bir süre düşündükten sonra şöyle der:” Anlamını çıkaramadım ama bildiğim kadarıyla bu âyet düğünlerde demeklerde pek okunmaz.” Yine silah taşımanın yasak olduğu bir devirde Hoca, bir kılıçla yakalanır. Subaşı, silah taşımanın yasak olduğunu buna rağmen neden taşıdığın sorar. Hoca da der ki: “Bu kılıçla öğrencilerin yanlışlarını kazıyorum.” Subaşı bunun imkânsızlığını söyleyince Hoca” Öyle koca yanlışlar var ki kazıyıp düzeltmek için bu bile ufak geliyor.” cevabını verir. Bu fıkra, görünüşte durumu kurtarmak adına söylenmiş gibi görünmekle beraber bilim hayatındaki yanlışlıklara ve tutarsızlıklara da bir eleştiri mahiyetinde anlaşılmalıdır. Nasreddin Hoca'mn önemsediği bir husus da bilginin gerçeklere dayanması ve bilim adına ortaya konan bilgilerin bir işe yaramasıdır. Bir fıkrasında anlatılan şu olay onun bu tutumunu gösterir. Bir gün Akşehir'e üç bilgin gelir. Bunlar gereksiz bilgilerle kafalarını doldurmuş ve bunun verdiği gururla ortada dolaşan tiplerdir. Hoca'ya dünyanın merkezinin neresi olduğunu sorarlar. Hoca da “Eşeğimin sağ arka ayağımn bastığı yerdir” der. Onlar Hoca'dan ispat isteyince de Hoca “İnanmazsanız ölçün de görün.” der. ikinci sorulan gökteki yıldızların sayısının kaç olduğudur. Hoca “Eşeğimin kıllan kadar” cevabım verir. Yine ispat istediklerinde ise cevap aynıdır. “İnanmazsanız sayın.” Üçüncü som ise “Sakalında kaç kıl olduğu” şeklindedir. Hoca “Eşeğimin kuyruğundaki kıllar kadar.” der. Yine ispat istenince de Hoca, taşı gediğine koyar ve
muhatabını kesin bir dille susturur. “İnanmazsan” der “Bir kıl senin sakalından bir kıl eşeğinin kuyruğundan koparalım. Bakalım denk çıkacak mı görürüz.” Başka bir fıkrası da şöyledir: Akşehir'e gereksiz sorularla insanların kafasını karıştıran bir softa gelir. “Şehrinizin en büyük bilginiyle görüşmek istiyorum” der. Adamı Hoca'nm yanma götürürler. Softa, Hoca'ya “Efendi, size kırk soru soracağım ama bunların hepsine birden, tek cevap vereceksiniz.” şeklinde bir şart ileri sürer. Hoca, hiç oralı olmaz. Adam kırk soruyu peş peşe sorar. Sorular bitince Hoca'nın verdiği cevap muhteşemdir: “Bilmem!...” Burada ilk bakışta hemen görebildiğimiz gerçek; bilim adına gereksiz, hiçbir işe yaramayan bilgilerle meşguliyetin manasızlığı vurgusudur. Çünkü bu tür soruların cevaplan yoktur. Olsa da bir yaranndan söz edilemez. Ne yazık ki din adına bilim adına bu tür boş şeyler her devrin meselesi olmuştur. Günümüzde bile Hz. Nuh'un gemisinin kaç direği olduğundan, meleklerin erkek ki dişi mi olduklarına kadar uzanan soruların manasızlığı asırlar öncesinden Hoca'nın bilgin ve bilge kişiliğiyle cevaplarını böylece bulmuş olur. Bilimin en önemli yöntemlerinden biri de şüpheciliktir. Hocada bunu da görürüz: Hoca bir gün eşeğine binmiş giderken adamın biri “Hoca efendi!” der. “Eşeğinin kaç ayağı var.” Hoca, eşekten iner. Hayvanın ayaklarını sayar ve dört tane olduğunu söyler. Adamın bu durum tuhafına gider ve “Hoca! der. “Sen eşeğin kaç ayaklı olduğunu bilmiyor musun da tekrar saydın?” Hoca “Biliyordum da” der “Fakat akşamdan beri kontrol etmemiştim. Belki bir değişiklik olmuştur diye tekrar saydım.” Hoca, bilim ve din dili konusunda mevcut anlayışı kabullenir gözükmemektedir. Milli dilimiz olan Türkçe'den yana bir tavır gösterir. Kimi fıkralarındaki Arapça ve Farsça konusundaki yetersizliğini ima eden özellikler, yetersizlikten çok Hoca'nm Türkçe'ye verdiği önemin bir göstergesi olsa gerektir. Zira o devirde devlet dili Farsça idi. îlim dili olarak da Arapça kullanılıyordu. Türkçe'yi ise Halk ve göçebe Türkler konuşuyordu. Hoca, tıpkı Yunus Emre, Âşık Paşa gibi, tercihini Türkçe'den yana kullanmış bir kişidir.
Hoca'nın Türkçeciliğine bir ömek olarak şu fıkrasına bakabiliriz: “Adamın biri Farsça yazılmış bir mektubu Hoca'ya okuması için getirir. Hoca, mektubu evirir çevirir fakat okuyamaz. Adam buna sinirlenerek : “Bir de Hoca olacaksın. Bari başındaki şu kavuktan utan” deyince Hoca, kavuğunu başından çıkarıp adamın başına koyar ve “ Marifet kavuktaysa al sen oku!..” der. Bu fıkrada bir yandan mektup gibi çok özel yazışmanın Farsça olmasına eleştiri getirilirken, bir yandan da şeklin özü her zaman temsil etmeyeceği şeklinde bir anlayışı da ortaya koymuş olur. Zira bilgininin bilginlerin çok önemsendiği bir devirde bu mesleğin prestijinden yararlanmak isteyenler de muhtemelen olur. Hoca, gerçek b ilg in in , sah tesin d en ay rılm ası şek lin d e de b ir m esaj verm ek ister. FİZ İK İ GÖRÜNÜMÜ Nasreddin Hoca'nın nükteci yönü beden yapısıyla yani görünümüyle de yakından ilgilidir. Bugün onunla ilgili görsel malzemelerin hangisine bakarsak bakalım görünüşüyle bize tebessüm ettiren bir özelliği vardır. Bu özelliği şekillendiren ayrıntılar ise “ak sakalı, cübbesi, sarığı ve bunları tamamlayan eşeğidir.” Hoca'nın dış görünüşü ve kıyafetleri hakkında daha ayrıntılı bilgiler ise; yazma, taş basması, basma kitaplardaki resimlerden ve minyatürlerden yola çıkılarak elde edilmekte ve onun olgunluk ve yaşlılık dönemindeki fiziki durumuyla ilgili olarak ortaya şöyle bir portre çıkmaktadır: Hoca, “Ne ufak tefek, ne iri yarıdır. Nur yüzlü, neşeli bir ihtiyardır. Devrinin ilmiye sınıfının kıyafetlerini giymektedir. Bunlar; büyükçe bir kavuk, sarık, cübbe, mintan, şalvar, çakşır, kuşak, terlik, çorap yemeni gibi giysiler, ayakkabı olarak da kısa topuklu, burnu kalkık pabuçlardır. Ayrıca dinsel bir gelenek olarak da sakal ve bıyığı vardır. AzerbaycanlIlara göre de “Orta boyludur. Şalvar giyer. Kuşak kuşanır. Kürkü yere kadar uzanmaktadır. Top sakallıdır. Kavuğu vardır. Değneği kendi boyundadır. Sevimli bir ihtiyardır.”133
Nasreddin Hoca'yı tasvir eden en eski resim, Topkapı Sarayı'nda bulunan renkli bir on sekizinci asır minyatürüdür. Hoca bu minyatürde, eşeğinin üstünde koca kavuğu, ince uzun, beyaz sakalı, güler yüzü ve zeki bakışlarıyla canlandınlmıştır. Başındaki Horasani kavuğu ile tam bir on üçüncü asır insanıdır. Arkasında kısa kollu, geniş yakalı, önü sıra sıra çapraz ilikli kaftanı ve kurşuni çakşırı ile görünmektedir.134 Başka bir minyatürde ise görünümü şöyledir:” Nasreddin Hoca, halkının tarzında giyinmiş ve yaşamış bir din adamıdır. Büyükçe Horasanî sarığının altındaki hafif çekik gözlü, uzunca burunlu, yuvarlak çehresini kesik bıyıklan, ince, uzun beyaz sakalı tamamlar. Ne uzun ne kısa boylu, ne şişman ne sıska, sağlam ve güçlü yapısıyla eşeğinin üzerinde zeki nazarlarla gülücükler dağıtmaktadır. Sırtındaki önü yırtmaçlı biçimindeki feracesinin uzun ve geniş etekleri Sultandağlan'mn rüzgârında uçuşmakta, kadılık günlerinin yadigârı kısa deri çizm eleri ayaklarını sarm aktadır.” 135 Nasreddin Hoca'yla yakından ilgili olan ve Maske ve Ruh piyesinde ondan söz eden Halide Edip Adıvar ise Hoca'yı “ yuvarlak, muntazam kesilmiş, kır sakallı, ucunu her şeye soktuğu mütecessis ve mütecaviz manalı, hafif çarpık, uzunca burunlu, kesik b ıy ık lı, yüzü uyanık, pes ve ta tlı sesli o larak ta sv ir e tm e k te d ir.136 Ragıp Şevki Yeşim de O'nu “ güleç yüzlü, pembe yanaklı, içi tatlı ve sevimli ışıklarla dolu küçük gözlü, kısa boylu, ayağmda siyah bir şalvar bulunan, iri göbeği üstünde kırm ızı bir kuşak saran, siyah saten ceketli” biri olarak düşünm ektedir.137 Yabancı yazarlar da Hoca'ya ilişkin tasvirler yapmışlardır. Mesela Avrupalı Seyyah Charles Eliot, O'nu “omuzlarında heybe taşıyan, eşeğe binmiş, şişman bir adam” olarak nitelemektedir.138 Yine Dieter Glade Hoca'yı “Saygın sakalı, kocaman sanğı ile eşeğinin üstünde tıknaz, şişm an bir adam olarak ta rif etm ektedir.139 Recep Kınş'ın Hoca tasviri ise şöyledir: “ sakalı ağarmış, beyaz benizli, orta boylu, şişman değil, çok zayıf da olmayan, yaşma göre bünyesi sıhhatli bir insan” 140
2. BÖLÜM
NASREDDİN HOCA’NIN KİŞİLİĞİ
88
Görüldüğü gibi Hoca'nın görünümüne ilişkin tasvirlerde ortak noktaların yanı sıra farklılıklar da vardır. Bunlar doğaldır. Bu değerlendirmeleri yapanlardan hiç biri Hoca'yı dünya gözüyle görmemiştir. Herkes kendi algısındaki Nasreddin Hoca'yı çizmektedir. Fakat çizimlerden çıkan genel sonuç ise Hoca'nın kılık kıyafetinin Selçuklu Dönemi özelliklerine uygun olmasıdır. Bu konuda söylenmesi gereken bir mesele de Hoca'mn eşeğe ters binme meselesidir. Çünkü kimi resimlemelerde Hoca böyle tasvir edilmektedir. Bu resimlemelere ilham veren unsur ise Hoca'mn eşeğe ters binmeyle ilgili fıkralarıdır. Gerçekten de Hoca kimi fıkralarında eşeğine ters biner. Fakat bu durum sembolik olarak yorumlamaya elverişli bir durumdur. Bunlardan ilki eşeğinin üzerinde de ders verdiği sanılan Hoca'nın öğrencileriyle yüz yüze gelme arzusudur. Diğer bir yorum ise tasavvufi olup eşek burada nefsi temsil etmekte ve kişinin nefis ne istiyorsa onun tersini yapmanın doğru olacağı söylenmektedir. Bu yüzden Hoca'yı gerçek manasıyla eşeğine ters binen biri olarak düşünmek zor görünmekte hatta bu tür bir yorum bir yazarın ifadelerine göre Hoca'ya uygun düşmemektedir. Ona göre bu durum Hoca'yı Arapların Cuha'sı sanan bir Avrupah yazann saçmalığıdır. Çünkü Türk Kültürü'nde böyle bir şey yoktur. Olan şekliyle de eşeğe ters bindirilmek, gülmenin veya güldürmenin bir ifadesi değil, hakaret ile karışık bir teşhir, bir aşağılama cezasıdır.141
«S »
105 106 107 108 109 110 111 112 112 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128
Sami Ergun, Manzum Nasreddin Hoca Fıkra ve Hikayeleri, s. VH M. Fuat Köprülü, Nasreddin Hoca, s. 20 EflatunCemGüney,NasreddinHocaFıkralan,s.120-122 Abdülbaki Gölpınarlı, Nasreddin Hoca, s. 28 Tfchir Galip Seratlı, Mizahımızın Üç Ustası, s. 19 Öner Yağcı, Nasreddin Hoca, Yaşamı ve Fıkraları, s. 28 Yusuf Çotuksöken, Anadolu ve Dünya Bilgesi Nasreddin Hoca, s. IX İlhan Başgöz, Geçmişten Günümüze Nasreddin Hoca, s. 23 Selami Şimşek, Nasreddin Hoca ve Tasavvuf, s. 51 Mehmet Aycı, Nasreddin Hoca, s. 30 Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca, s. 29 Ebnı Şenocak, Nasreddin Hoca. s. 34 Ü. Sinan Topçuoğlu, Nasreddin Hoca ve Latifeleri, s. 7 İrfan Ünver Nasrattınoğlu, Nasreddin Hoca'mn Dünyası, s.VII.(Mehmet Önderin önsözü) Hamdi Güleç, Nasreddin Hoca'nın Kişiliği, 1. Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri s. 71 Ali Haydar Haksal, Yedi Udim dergisi, sayı 138-39, s. 4 Ahmet Albayrak, Yedi iklim delgisi, sayı 138-39, s. 23 Yakup Şafak, Yedi iklim dergisi, sayı 138-39, s. 30 Ahmet Aytaç, Milli Kimlikli Bir Kültür Öğesi Nasreddin Hoca, Sarmaşık dergisi, sayı 4, s. 6 M. Halistin Kukul, Sarmaşık dergisi, sayı 4, s. 12 Mustafa Can, Nasreddin hoca Letâifnâmeleri, 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 79 Mehmet Aycı, Nasreddin Hoca, s. 129 Burhaneddin Çelebi, Letâif-i Nasreddin Hoca, yayma hazırlayan Fikret Türkmen Ankara 1989 İsmail Güleç, İsmail Emre ve Nasreddin Hoca'nm Fıkralarına Farklı Bir Yaklaşım, Yedi iklim Dergisi, sayı 138-39 s.99 129 Mustafa Miyasoğlu, Güldüren Evliya Aramızda, Yedi iklim, sayı 138-39, s. 152 130 Mehmet Önder, Nasreddin Hoca Gerçeği, Minyatürlerle Nasreddin Hoca s. 8 131 Abdurrahman Güzel, 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Bildirileri, s. 106 132 “Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz.” Bakara Sûresi /156 133 Kemal Uzun, Nasreddin Hoca Araştırması, s. 18 134 Mustafa Yıldırmer, Nasreddin Hoca'mn Görünümü 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s.373 135 Aktaran: Saim Sakaoğlu, Fıkra Tiplerinin Değişmesi, Folklor ve Etnagrofya Araştırmaları s. 445 (Bu tasvir, Akşehir Belediye Başkan Yardımcılarından Mustafa Yıldınmer tarafından yapılmıştır.) 136 Halide Edip Adıvar, Maske ve Ruh, İstanbul, 1945 137 Mustafa Yıldırmer, Nasreddin Hoca'mn Görünümü 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s.375 138 Saim Sakaoğlu, Avrupalı Seyyahların Eserlerinde Nasreddin Hoca, Türk Folklor Araştırmaları Ankara, 1981. 139 Glade, Dieter, Nasreddin Hoca Fıkraları, İstanbul, 1986 140 Mustafa Yıldınmer, Nasreddin Hoca'mn Görünümü 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s.376 141 Mustafa Yıldınmer, Nasreddin Hoca'mn Görünümü 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s.375( İlgili yazı M. Şakir Ulkütaşır'a ait olup Hisar dergisinin 144. sayısmda yayımlanmıştır.)
asreddin Hoca rmn Fıkraları NASREDDİN HOCA ANLATILARININ TÜRÜ Bizzat Nasreddin Hoca'nın anlattığı yahut ona bağlanarak anlatılan ürünler, genellikle “fıkra” olarak isimlendirilir. Yine dış yapısı ve kurgusu itibariyle bu ürünlere “hikâye” adını verenler de vardır.142 Çünkü fıkrada da hikâyede olduğu gibi olay, kişi, yer ve zaman unsurları bulunmaktadır. Hatta bu metinlere “tek perdelik bir piyes” olarak da bakmak mümkündür. Çünkü her fıkra yahut hikâye içinde bir durum anlatılırken tiplerin içinde yer aldığı sahne/mekân, kişiler ve kişiler arası diyaloglar söz konusudur.143 Yine eski kaynaklarda “kıssa” yahut “menkıbe” şeklinde de isimlendirilmektedir.144 Adına ister fıkra ister hikâye diyelim Hoca'ya ait bu metinlerin en önemli özelliği bunların taşıdığı “mizahi” özellik yani “güldürücü” niteliktir. Fakat Hoca'nın fıkraları söz konusu olduğunda bu nitelik onları tam olarak anlatmak için yeterli olamaz. Çünkü Nasreddin Hoca fıkralarında bu temel nitelikle birlikte “düşündürücü” bir taraf da vardır. Hatta bu nitelik bu ürünlerin asıl özelliğidir. Bu bakımdan Nasreddin Hoca f ık ra la r ın ı k e n d in e ö zg ü ü rü n le r o la ra k d e ğ e rle n d irm e k g erek ir. Hoca'nm fıkralarındaki bu çok yönlülüğü anlamak açısından bu ürünlere “nükte” ve
“latife” terimleriyle de bakmamızı gerektirmektedir. “Nükte”, batı dillerindeki “esprit” kelimesinin karşılığıdır. Zekâ inceliğini ifade eder. Türkçe bir deyimle ifade etmek gerekirse bu durumu “taşı gediğine koymak” şeklinde özetleyebiliriz. Yani bir konuda söylenmesi gerekeni en uygun zam anda ve en uygun şekilde söylemektir. Nasreddin Hoca fıkralarının “lâtife” terimiyle de karşılandığını biliyoruz. Nitekim pek çok eserde bu ürünler bu adla anılır ve bilhassa eski eserler “Letâif-i Nasreddin Hoca...” şeklindeki isimlerle yayımlanmıştır. Bu durum, Hoca'mn anlatılarının latife kavramıyla yakın ilişkisinden dolayıdır. Çünkü latife, köken olarak “nezaket, yumuşaklık, incelik” anlamına gelen “letâif ’ kelimesinden türemiştir. Bu bağlamda “hoş ve güzel olan, ince ve mesajlı anlamlan bulunan söz ve davranışlar latife olarak adlandınlır.”145 Çoğu yazar, latife kelimesini yeni zamanların mantığına uydurmak için mizah kelimesiyle eşanlamlı olarak kullanır. Oysa latife, mizahi bir söz yahut davranışın niteliği olabilir. Mizahta ağır basan güldürmedir. îşte bu eylem, lâtif yani ince bir şekilde, muhatabı incitmeden de yapılabilir eğer buna dikkat edilmezse güldürme alaya dönüşebilir. Onur kinci hale gelebilir. Bu bakımdan Hoca'mn anlatılanndan söz ed erk en onu n ite le n d ire c e k esas k av ram ın “ l a t i f e olm ası gerekir. Nasreddin Hoca'yı bir fıkracı, bir mizah ustası terimlerinin yeterince anlatamadığım düşünenler de vardır. Onlara göre Hoca için söylenecek asıl söz, onun bir “hümorist”146 olduğudur. Çünkü fıkra ile hümor aynı şey değildir. Mizah, hiciv, alay gibi özellikleri bünyesinde banndırabilir. Hümorda ise kendimizdeki ve cemiyetteki tuhaf ve eğlendirici şeyleri görebilmek esastır. Dolayısıyla bir hümorist, en zor zamanlarda bile olayın/durumun komik ve eğlendirici taraflarım görebilir ve onlardan hareketle ümitli olur. Eğer nükte konusu olabilecek eleştirel bir durum varsa bunu bir hümorist cemiyet için yapabildiği gibi kendisi için de yapabilir ki bu durum Hoca için gerçekten de çok belirleyici bir niteliktir. Çünkü o sadece cemiyetin olumsuzluklarım nükte konusu yapmakla kalmaz kendi kendisine de nüktelerinin konusu yapabilecek cesareti ve olgunluğu gösterir.
Nasreddin Hoca anlatılarını “hikmetli sözler” kavramıyla da ele almak mümkündür. Çünkü Hoca'nın söyledikleri, güldürmenin yanında düşündürdükleri için sıradan komik söyleyişlerin çok dışındadır. Bu durum, Hoca'nın bir mizah adamı olmanın yanı sıra ilmi, felsefi, tasavvufi kimlikleriyle doğrudan ilgili bir meseledir. Bu yüzden hikmet kavramına kavramsal çerçeve içinde bakmak gerekir. Hikmeti Kuran-ı Kerim'deki anlamlarıyla “a-Ibret, b-Her şeyi güzel yapma, c-En uygun çözüm, dDoğru ile yanlışı ayırt etme yeteneği”147 olarak düşündüğümüzde bu niteliklerin Hoca'nm anlatılarıyla son derece örtüştüğünü görürüz. Çünkü Hoca, hem ilim hem irfan sahibi kişiliği ve hem de keskin zekası ve kavrayış gücüyle olayların mahiyeti, oluş sebepleri, doğuracağı sonuçlar itibariyle onlara çok geniş açılardan bakmakta ve ona göre sonuçlar, dersler çıkarmaktadır. Mesela “Akşehir gölünde kaç kova su vardır?” sorusuna karşı verdiği “Kovasına göre değişir” cevabı Hoca'nın olaya yüzeysel bakmadığını, analitik düşündüğünü, aklını kullandığını, varlıklar arasında ilişkiler kurarak bir sonuca vardığını gösteren bir örnektir. Bu niteliklerinden dolayı onun anlatıları “hikmetli sözler” olarak da görülmelidir. Zaten pek çok fıkrasının sonunda yer alan ve deyimleşerek dilimizde sıkça kullanılan “El elin eşeğini türkü söyleyerek arar.”, “Parayı veren düdüğü çalar.”, “Sahibi ölmüş eşeği kurt yer.” Şeklindeki söyleyişler onun hikmetli bakışının billurlaşmış ifadeleridir. FIKRALARIN TEM EL NİTELİK LERİ Bir mizah türü olarak kullanılan fıkraların ana işlevi güldürmektir. Fakat mizahın fonksiyonunu sadece bununla sınırlayanlayız. Kimi fıkra örneklerinde düşündürme, eğlendirme, eleştirme... gibi özellikler de görürüz. Sözünü ettiğimiz metinler Hoca'nm fıkraları ise durum daha değişir. Onda fıkra kavramı çok değişik fonksiyonları içerir. Başka bir ifadeyle Hocamızın mizahı çok yönlüdür. Hoca, fıkra kavramım oldukça geniş bir anlam boyutunda ele almıştır. Bu çerçevede öne çıkan nitelikler güldürme, eğlendirme, düşündürme, eğitme ve ders vermedir.
a) Güldürme ve eğlendirme Her fıkra gibi Hoca'ya ait olanlar da ilk bakışta “güldürücü” bir nitelik taşırlar. Bu yüzden mizah, fıkraların temel özelliğini oluşturur. Ama Hoca'nın güldürme tarzı “kahkaha” değil “tebessüm”dür. Güldürme, peşinden doğal olarak eğlendirmeyi, hoşça vakit geçirtmeyi getirecektir. Bu yüzden Hoca'nm fıkraları daha çok eş-dost meclislerinde söylenir. Tebessümle gevşeyen sinirler, kişileri rahatlatır. Bulundukları ortamda güven ve rahatlık duygusu içerisinde hoşça vakit geçirirler.
b)Düşündürme, eğitme, ders verme Fakat hemen ardından dikkati çeken özellik “düşündürücü” olmalarıdır. Zira “fıkralarda gülme fonksiyonu amaç değil araç”148 olarak yer almaktadır. Hoca, bu araç vasıtasıyla dinleyenin/okuyanın dikkatini fıkra üzerine çevirmekte, böylece akıl, zeka, kavrayış.. melekeleri harekete geçen kişi gülmenin ardından hemen düşünme boyutuna geçmektedir. Zira sadece gülme boyutunda kalan insan, bir tür gülme hastalığı diyebileceğimiz bir duruma yakalanır. “Mesela çocuklarda düşünme yeteneği ikinci planda kaldığı için başkalarının acı çekmelerine erişkinlerden daha çok gülerler:”149 O bakımdan Nasreddin Hoca gibi bir toplumsal önderi işi sadece insanları güldürmek olan biri sıfatıyla düşünemeyiz. O, her fıkrasında aklımıza, zekâmıza seslenmektedir. Nasreddin Hoca fıkralarında düşündürmenin asıl işlev olmasının bir sebebi de kişiye bir şeyler öğretmektedir. Çünkü “mizah, bir telkin ve ders vasıtasıdır.”150 Hoca, fıkralarında bir İslam büyüğü olarak bu dinin çok önemli bir temel ilkesini uygulamaktadır. O da “iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak” şeklinde ifade edilen durumdur. Yani iyi, güzel ve doğru olan davranışları insanlara benimsetmek, onlarda görülen çıkarcılık, sevgisizlik, bilgisizlik... gibi olumsuz, kötü davranışlarını düzeltmelerini sağlamaktır.
“Hoca'nın fıkralarında bu nitelikler bazen tek başına bazen de bir kaçı bir arada kendini gösterir.”151 Bu durumu “Ye Kürküm Ye” fıkrası üzerinde görebiliriz. "Hoca, kendisine gönderilen bir davetiye uyarınca bir ziyafete gitmiş. Ancak, aceleden olacak üstünde gündelik, eski elbiseleri varmış. Bu yüzden kendisine pek aldırış eden olmamış. Rahmetli, bir yolunu bulup doğru evine gitmiş ve zengin işlemeli, bayramlık kürkünü giyip dönüp gelmiş ziyafete... Gelmiş ki, kendisine büyük bir itibar edip baş köşeye oturtmuşlar. Yemek vaktinde sofrada en iyi yeri ona vermişler. Yemek gelince Hoca, hemen kürkünün yakasım çorba kâsesine daldırıp: 'Ye kürküm ye, ye kürküm ye!' demeye başlamış... Duyanlar şaşmp sormuşlar: - Hayrola Hocam, ne yapıyorsun, hiç kürk yemek yer mi? Hoca: - Madem ki, demiş, bütün izzet ikram kürküme, yemeği de o yesin bari!" Bu fıkrada Hoca, “kürkünün yakasım çorba kâsesine daldırmak” şeklindeki şaşırtıcı davranışıyla insanları bir taraftan güldürüp hoşça vakit geçirmelerini sağlarken bir yandan da fıkranın sonunda yer alan sözüyle onlan düşündürmekte ve görünüşe göre insanlara değer veren anlayışı eleştirmektedir. Dolayısıyla bu fıkrada dört nitelik birlikte bulunmaktadır. Şu fıkrada ise Hoca, sadece ders verici, öğretici durumundadır. "Rahmetliye sormuşlar: - Hekimlik bilir misin? diye. - Bilirim, demiş ve şöylece özetlemiş bildiklerini:
-A yaklarını sıcak tut, başını serin. K endine b ir iş bul, düşünm e derin". Hoca'nm fıkralarında güldürme, eğlendirme, düşündürme, ders verme şeklinde belirttiğimiz dört temel özellik yanında başka nitelikler de mevcuttur. Aslında bunlar temel amaçların gerçeklemesi için kullanılan özelliklerdir. Öte yandan bu özellikleri bir fıkranın Hoca'a ait olup olmadığını belirlemede ölçü olarak kullanılabilecek özellikler olarak da görmek mümkündür. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
a-Hazır cevaplılık Bu özellik Hoca fıkralarının olmazsa olmaz özelliğidir. Hoca, fıkrada anlatılan olay/durum karşısında bu olay/durum ne kadar karmaşık olsa bile hazırcevap birisi olarak görürüz. Bu anlamda Hoca'yı hiç kimse, hiçbir şekilde zor duruma düşüremez. Hoca, engin bilgisi, deneyimli kişiliği, insan ve toplum psikolojisini iyi kavramış biri sıfatıyla hikmet ve espri dolu nüktesini söyleyerek muhatabım susturur. Şu fıkrada Hoca'nm hanımının isteğini yerine getirmemek için söylediği söz tam bir hazır cevaplılık örneğidir. “Gece yansı kansı Nasreddin Hoca'yı uyandırmış: -Efendi, demiş. Şu sağ yanımdaki mumu bana versene. Hoca kızmış: -H anım , dem iş. Bu k a ran lık ta ben sağım ı solum u n erden b ile y im .”
b-Şaşırtmaca Hoca, kimi durumlarda muhataplarına onlann hiç beklemedikleri cevaplar verir. Böyle durumlar genellikle Hoca'nın ilk planda bir çıkmaza girer gibi olduğu durumlardır.
Mesela kendisinden borç ya da ödünç bir şey isteyenlere karşı böyle davranır. Onları şaşırtıcı zeka oyunlarıyla bir şey söyleyemeyecek yahut yapamayacak hale getirir. “Hoca çocukken mahalledeki en yüksek ağacın tepesine çıkabileceğini söylemiş. Arkadaşları "çıkamazsın" demişler. Küçük Nasreddin: - Haydi kavilleşmeye, demiş, yarımşar akçe çıkın ortaya, kaybedersem toplanan para kadar ceza öderim, kazanırsam hepsini alırım paraların. Çocuklar kabul etmişler Hoca'nm teklifini. Nasreddin: - Çabuk, demiş, bana uzun bir merdiven getirin! Arkadaşları: - Ama, demişler, hesapta merdiven yoktu. Küçük Nasreddin şu cevabı vermiş: - Peki, hesapta merdivensiz çıkmak var mıydı? Ve indirmiş toplanan paralan cebine!..” c-Taşlama Çok zarif bir eleştiri dili olan Hoca, kimi durumlarda sözünü esirgemez. Karşısındakini ağır bir şekilde taşlar. Hoca bu yöntemi genellikle kendisiyle alay etmeye yeltenenlere karşı kullanır. Bazen de cimrilik yapanlara, kendisini büyük görenlere karşı böyle davranır. Timur'la ilgili fıkralarının birçoğu böyledir. Hoca, onun ne hükümdarlığım dinler ne zalimliğini söylemesi gerekeni çekinmeden söyler. “Hoca ile Timur bir gün hamamda yıkanırken Timur sormuş: - Kul olsam da satılsam acaba kaç akçe ederim?
Hoca: - Elli akçe, demiş. Timur: - Hoca insaf demiş, sadece şu üstümdeki peştamal elli akçe eder. Hoca yapıştırmış cevabı: - Ben de zaten onun değerini söyledimdi!”
e-Eleştiri Hoca, aym zamanda iyi bir eleştirmendir. Bir kişi, olay ya da durum hakkında son derece mantıklı yorumlar yapar. Olumsuzlukları hemen fark edecek bir ferasete sahiptir. Fakat muhatabım eleştirirken sözünü esirgemez ama bu eleştiriyi çok zarif ve etkili bir dille yapar. Onun şu fıkrası cim riliğin böyle bir eleştirisidir: “Hoca, arkadaşlarıyla birlikte bir bahar günü Akşehir Gölü'nün kenarına mesireye gitmiş. Tam eğlenirken adamın biri göle düşmüş. Düştüğü yer de derinceymiş. Adam yüzme de bilmiyormuş. Sık sık elini çıkartıp imdat diye bağınyormuş. Millet gölün kenarına koşuşup: - Yer elini, ver elini! diye bağırmış. Fakat göldeki, kimseye elini uzatmamış... Derken Hoca yetişip adama: - Al şu elimi! Der demez, neredeyse boğulmak üzere olan adam rahmetlinin eline yapıştığı gibi kendini kıyıya zor atmış. Kazadan sonra Hoca'nm etrafım saranlar: - Hoca, demişler, anlamadık gitti, biz adama "ver elini" dedik, dinlemedi; sen "al elimi" dedin, seni dinledi, nedir bu iş?
Hoca gülümseyerek şu cevabı vermiş: - Siz o adamın ne kadar cimri olduğunu bilmezsiniz. O sadece alır, vermez. Onun için ben "al elimi" deyince dediğimi yaptı, işin sırır bu işte!”
f-Özeleştiri Eleştiri söz konusu olan karşımızdaki kişiyse son derece kolay yapılan bir iştir. Ama bir insanın kendini eleştirebilmesi yani özeleştiri yapabilmesi son derece zordur. Fakat Hoca, sadece karşısındakini eleştirmekle kalmaz, hiç bir komplekse düşmeden bunu rahatlıkla yapar. Bu durum fıkralara inandırıcılık ve etkileyicilik kazandırır. Şu fıkrası bu durumun bir örneğidir. “Hoca ata binmek istemiş, becerememiş. Kendi kendine: "Hey gidi gençlik!" diye söylenmiş. Sonra çevresine bir iki baktıktan sonra: - Bırak palavrayı Nasreddin, demiş, ben senin gençliğini de bilirim!”
FIKRALARIN ANLATIM YÖNTEMLERİ Nasreddin Hoca, bir mizah adamı olarak fıkralarındaki güldürme, eğlendirme, düşündürme ve ders verme şeklinde özetlediğimiz amaçlarım gerçekleştirirken bazı yöntemler kullanır. Fıkraların başarısını bu yöntemlerde aramak gerekir. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:
a)Kelime oyunlarına başvurma Hoca, bu yönteminde en çok kafiyelerden yararlanmaktadır. Kafiye bilindiği gibi şiirin b ir unsurudur. A hengi sağlar, m etni ezberlem eyi k o lay laştırır: “Hoca'yı bir gün ziyafete çağırmışlar. Rahmetli ziyafet yerine varınca içeri bir bakmış, davetlilerin çoğu yabancı, pek azı tamdık. Hemen yeni aldığı pabuçlarını koynuna
koyarak ziyafet sofrasının başına çökmüş. Zaman ilerleyince zevzeğin biri Hoca'ya sormuş: - Hoca efendi koynunuz niçin böyle şişkin? Herhalde içinde değeri çok yüksek bir ki-ıtap var. Zannederim ucuza aldınız sahaflardan. Hoca hışımla cevap vermiş: - Hayır, sahaflardan almadım, kavaflardan aldım, kavaflardan!152 Bu fıkrada “sahaf-kavaf ’ sözleriyle kafiye yapılmıştır. Bu durum hem komikliği sağ lam ak ta hem de fık ran ın ak ıld a k o lay k alm asın ı sağ lam ak tad ır.
b)
Zıtlıklardan yararlanma
Hoca, kimi fıkralarında zıt (karşıt) durumlardan yararlanır. Fıkrasında mantık kaideleri çerçevesinde akıl yürütmeler ve zıtlığın imkânlarını kullanır. “Bahar” fıkrası bu durumu örneklendirmektedir: “Birisi: - Hocam, demiş, şu insanlar çok garip, hattâ nankör. Kışın soğuktan, yazın sıcaktan şikâyet ederler. Hoca kaşlarını çatarak: - Sus behey câhil, demiş, bahara bir şey diyen var mı?” Bu fıkrada diyalektik yönetme uygun olarak “kış-yaz” kavramlarının zıt anlamlarından yararlanılarak “kış” kelimesi “tez”, “yaz” kelimesi “antitez”, “bahar” kelimesi de “sentez” olarak kullanılmış, böylece muhatap üzerinde kesin bir hâkimiyet kurularak başka bir söz söyleyemez hale getirilmiştir.
c)Mantık dışı söz ve durumlara başvurma Her olay bir mantık çerçevesi içinde gelişir. Mesela “kazan doğurmaz”, “eşek kitap okumaz”. Ama söz konusu olan Hoca olunca, onun fıkralarında bu tür söz ve olaylara sıklıkla yer verilir. “Hoca komşusundan bir gün ödünç kazan istemiş. Birkaç gün sonra elinde ufak bir tencereyle komşusunun kapışım çalmış ve: - Şu tencereyi al, demiş, senin kazan doğurdu! Adam, memnun, almış tencereyi. Aradan epey zaman geçmiş. Komşusu bakmış kazandan bir haber yok, Hoca'ya gidip sormuş: - Hocam bizim kazandan ne haber? Hoca üzüntüyle: - Başm sağolsun, demiş, kazan öldü. Adam: - Nasıl olur, demiş, hiç kazan ölür mü? Hoca: -D oğurduğuna in an ıy o rsu n da ö ldüğüne niye in an m ıy o rsu n ? d em iş” “Doğuran Kazan” ismiyle bilinen bu fıkrada “doğurma” olayı tamamen mantık dışı bir durumdur. Ama Hoca'mn bu yola başvururken amacı çıkarcı komşusuna bir ders vermektir.
d) Abartmaya başvurma Abartma yani mübalağa da Hoca'nın zaman zaman kullandığı yöntemlerden birisidir. “Hoca birkaç kez evine ciğer almış, karısı pişirip de yesin diye. Oysa her seferinde sofrada önüne başka yemek çıkmış. En sonunda dayanam ayarak karısına: - Hatun demiş, kaç seferdir eve ciğer getiriyorum, bir türlü yemek kısmet olmuyor. Ne oluyor benim getirdiğim ciğere? Kansı: - Sorma efendi, demiş, getirdiğin ciğerleri hep kedi kapıyor! Hoca bu cümleyi işitir işitmez hemen yerinden kalkmış, bir kenarda duran baltayı alpmış, sandığa koymuş, sandığı kilitlemiş, anahtarı da cebine atmış. Karısı: - Hoca, diye sormuş, baltayı kimden saklıyorsun? Hoca: - Kediden! demiş. Kansı: A yol, dem iş, k ed i b altad an ne iste sin ? H oca da verm iş cevabı: -
Hatun hatun, iki akçelik ciğeri kapan kedi, kırk akçelik baltayı kapmaz mı?”
e) Taşlama Hoca'nm fıkralarında en temel özelliklerden biri yanlış davranışları eleştirmek. Böylece muhatabının o davranıştan vazgeçmesini ve doğru olana yönelmesini sağlamaktır. Bu amaç için en uygun yollardan biri de taşlamadır. Hoca'nın bu yola da sıkça başvurduğunu g ö rm ekteyiz. “T azı” fık rası bu durum u ö rn ek len d irir:
“Çok cimri bir subaşı Hoca'ya: - Bana, demiş, tavşan kulaklı, geyik bacaklı, karınca belli, şöyle sicim gibi zayıf bir tazı getir. Bir süre sonra Hoca bir sokak köpeğinin boynuna ip takıp subaşıya götürmüş. Subaşı: - Aman Hoca Efendi, demiş, ben senden ipince bir tazı istemiştim, sen bana getire getire iri yan bir sokak köpeği getirmişsin! Hoca: - Merak etmeyin efendim, demiş, sizin yanınızda bu köpek bir aya varmaz tazıya döner!” Fıkrada Subaşı'nın cim riliği eleştirilm ekte, bunun için de taşlam a yoluna başvurulmaktadır.
f) Çağrışımlardan yararlanma Düşünceler arasındaki yer, zaman, sebep, sonuç ilişkileri ve birlik, benzerlik, zıtlık gibi bağlar dolayısıyla birbirini hatırlatması, uyandırması olayı şeklinde ifade edebileceğimiz çağrışım yöntemi de Hoca'nın kimi fıkralarında görülmektedir. “Hoca'nm komşularından birinin kocası ölmüş. Cenaze evden çıkarken kadın ver yansın etmiş feryadı: - Evimin erkeği, geriye dön, nereye gidiyorsun; gittiğin yerde ne od var, ne ocak! Hoca bu feryadı duyunca: - Hanım, demiş, tamam, cenaze bizim eve geliyor!”
Bu fıkrada “mezar” kavramı “Hoca'nın yoksul evi”ni çağrıştırmakta, hatırlatmaktadır.
g) Şaşırtmaca Hoca, fıkralarında şaşırtmacalara da başvurur: “Bursa'dayken Hoca çarşıdan bir çuha şalvar almak için dükkânın birine gitmiş. Tam esnafla pazarlık edip uyuşacakken, fikrini değiştirerek: -A hbap, dem iş, sen bana bir cüppe ver, daha iyi, şalvardan caydım . -Adam, bir cüppe uzatmış, Hoca beğenip almış ve dükkândan çıkmaya yeltenirken dükkâncı: -Hoca efendi, demiş, cüppenin parasım vermedin! -Onun yerine, demiş çuha şalvarı bıraktım ya! dükkâncı: -îyi ama, demiş, onun da parasını vermemiştin. -Hoca söylenmiş: -Hey Allah'ım, şu Bursalılar ne garip insanlar, şalvarı aldım mı ki parasını vereyim!”
h) Soru-cevap Eğitimcilerin sıkça kullandıkları bu yöntem Hoca'nm da başvurduğu yollardan birisidir. Bu yolla yaratıcı düşünmeye imkân verilmekte, konu ilgi çekici hale getirilmekte ve kişinin akıl yürütme, tasavvur ve araştırma kabiliyeti artırılmaktadır. Bu yöntemde asıl amaç, gerçeği soru yoluyla karşımızdaki kişinin bulmasını sağlamaktır.
-Bu nasıl oldu? Çok merak ediyorum. Hoca, bu sorudaki alayın farkına varmış hemen ve papaza şu cevabı vermiş: -Sizin Isa'mn bıraktığı merdivenle...”
i)Dolaylı anlatım Bir gerçeği doğrudan söylemek kimi zaman istenilmeyen sonuçlara yol açar. Karşımızdaki kişi kızabilir. Bu durumda anlatım hedefine ulaşmayacağı için böyle durumlarda dolaylı anlatım yolu seçilir. Başkasına söyleniyormuş gibi söylenen söz, karşımızdakinde daha olumlu bir etki yaratabilir. Nasreddin Hoca, kimi fıkralarında da bu yönteme başvurur: “Bir gün bir mecliste boşboğazın biri, saçma sapan şeyler ortaya atar, aklına geleni yerli yersiz söylemeye başlar. Üstelik kimsenin konuşmasına fırsat vermez. Orada hazır bulunan H oca'nın bu duruma canı sıkılır ve durmadan esner. Adam, bir aralık susar ve Hoca'ya dönerek: H oca E fen d i!
S iz b u g ü n h iç a ğ z ın ız ı a ç m a d ın ız ..d e y in c e H oca:
-Olur mu hiç? Devamlı ağzımı açıyorum, görmedin mi? der.” Bu fıkrada H oca, adam a yönelik eleştirisi dolaylı yoldan yapm aktadır.
3. BÖLÜM
-Sizin peygamberiniz miraca nasıl çıktı ve gökleri gezip dolaştı? diye sormuş Hoca'ya. Ardından da eklemiş:
NASREDDİN HOCA’NIN Fil
105
“Bir gün bir papaz:
j)Edebi sanatlardan yararlanma: Söz ve anlam sanatları daha çok şiirde kullanılır. Söyleyiş ve anlamın anlatım gücünü artırırlar. Hoca, bu sanatlara da zaman zaman başvurur. Mesela şu fıkrası bir “Tecahüli  rif ’ sanatı örneğidir: “Hoca memleketi Sivrihisar'a gitmiş, Akşehir'den... Kamı acıkmış... Cebinde para da yok... Yarmış bir ekmek fınmnın karşına. - Merhaba hemşerim, demiş. - Merhaba, demiş, adam... - Bu fırın senin mi? - Benim... - Ekmek mi pişiriyorsun? - Evet... - Doğru söyle, bu fırın, bu ekmekler hepsi senin mi? - Evet... - Be adam, niçin oturup yemiyorsun?”
FIKRALARIN YAPISI Nasreddin Hoca'mn fıkraları, bir anlamda hikâye özelliği de taşıdıkları için klasik fıkra yahut hikâyenin özeliliklerini taşır. Buna göre bu anlatılarda kurgusal olarak üç bölüm bulunur:
Fıkralarda kişi olarak olaym asıl kahramanı Nasreddin Hoca'nm kendisidir. İkinci derecedeki kahramanlar kansı, eşeği ve komşularıdır. Diğer kahramanlar ise hemen herkestir. Bu herkes kavramının içine başta Timur olmak üzere, kadılar, subaşı, çiftçiler, tüccarlar, hırsızlar, mollalar... olmak üzere hayatta örneklerini gördüğümüz hemen her tip ve karakterdeki insan girer.153
b)Düğüm bölümü Bu bölümde Hoca olaya katılır. Ona ya bir soru yöneltilir ya da bir olay, bir durum anlatılır. Durum ve olay, ihtiyaç duyulduğu kadar yer alır. Olay, aynntılanyla anlatılmaz. Bu yüzden diyaloglar da son derece kısadır. Olaym ardından okuyucu/dinleyicide Hoca'nm cevabı yahut tepkisi konusunda merak uyandınlır.
c)Çözüm bölümü Bu bölümde Hoca'mn cevabı yahut tepkisel davranışı yer alır. Hoca'ya özgü yüksek zekâ eseri olan nükte bu bölümde bulunur. Dolayısıyla Hoca fıkralanmn en temel niteliği olan güldürücü ve düşündürücü nokta bu son cümlede yer alır. Bu yüzden olaya karşı Nasreddin Hoca'nm davranış biçimi (söylediği söz, verdiği tepki...) anlattığı için en önemli bölümdür. Bu son cümle tam anlamıyla vurucu bir cümledir. Bunlar dilimize deyim ve atasözü olarak yerleşmiş ifadelerdir.
FIKRALARDA ŞAHISLAR Nasreddin Hoca fıkralannda şahıs kavramı bu türün en önemli unsurudur. Fıkralara
NASREDDİN HOCA’NIN Fil
Bu bölümde bir iki kısa cümle içerisinde olaym kişileri, geçtiği yer ve zaman belirtilir. Genellikle “Hoca bir g ü n ...” şeklinde başlar. Ama bugünün hangi gün olduğu belirtilmez. Bazen de zaman belirsizdir. Hangi vakit olduğu fıkranın bütününden çıkarılabilir.
107
3. BÖLÜM
a)Giriş bölümü
bu anlamda baktığımızda şahıslar bakımından büyük bir zenginlik ve çeşitlilik görülür. Bu durum, Hoca'mn her sınıf insanla iletişim ve ilişki içerisinde olduğunu gösterir. Dolayısıyla “Hoca'mn çevresinde bir yığm insan vardır.”154 Bu bir yığın insan içerisinde hemen her seviyeden, cinsiyetten, statüden... insan bulunmaktadır. Yakın çevre olarak bakıldığında önce aile fertleri yani eşi, çocukları, kayınvalidesi bir de ailesinden biri saydığı talebesi Hammad gelir. Hoca'nm eleştiri, ders verme gibi fıkralarında gözettiği amaçlan gerçekleştirirken ailesini dışarıda bırakmaz. Onlan da olaylann içine katar. Bu durum, Hoca'nm hem kompleksizliğini hem sam im iyetini gösterir. Böylece fık ralar inandırıcı bir nitelik taşır. Ailesi dışındaki çevreyi ise komşulan oluşturur. Onlar da çeşitli halleriyle fıkraların kahramanlanm oluştururlar. Yine Pazar esnafı, cami cemaati, seyahat ettiği yerlerdeki halk, hırsızlar, papazlar, kadı, subaşı, yöneticiler ise geriye kalan kahramanları oluşturur. Fıkralann geniş çevresinde ise bütün bir insanlık durur. Bu yüzden Hoca'yı Çin'de, Küba'da, Almanya'da, Mısır'da görmek mümkün hale gelir. Nasreddin Hoca, fıkralannda bu kahramanlan belli karakteristik özellikleriyle ele alır. Kansı, fıkralarda en çok yer alan tiptir. Genellikle olumsuz bir tip olarak çizilir. Çok gezen, dırdırdan hoşlanan, geveze, inatçı, eviyle ve eşiyle yakından ilgilenmeyen hatta kimi zaman Hoca'yı canından bezdiren bir tiptir. Oldukça saftır. Fiziksel olarak da güzel değildir.155 Kamının bu şekilde anlatıldığı bu tür fıkraları, kadınlarda görülen yanlış tutum ve davranışların eleştirisi olarak görmek doğru olur. Karşıtlıktan yararlanarak olumsuzu söyleyip olumlu olanın yapılmasına dikkat çekilir. Hoca, olumsuzluktan kendi karsının şahsında anlatarak sözlerini daha inandırıcı hale getirm ektedir. Böyle düşünmemize sebep olan sebep kimi fıkralarda karısının kanaatkar, uyumlu,
sabırlı, anlayışlı, vefakâr, akıllı, bilgili, kocasının hayat şartlarını kabullenmiş bir karakter olarak anlatılmasıdır.156 Hoca'nm diğer aile fertleri fıkralarda çokça yer almaz. Ama alındıkları kadarıyla dikkat çeken husus, onlann da farklı karakterlerde ele alınmasıdır. Mesela oğlu da kimi zaman çok akıllı, zeki, babasını eleştirebilen, bir iki fıkrada ise saf olarak anlatılır. Kızlan için de durum aynıdır. Yine fıkralardan Hoca'nm çocuklan için sevecen bir baba olduğu izlenimi çıkmaktadır. Hoca'nm kansı gibi ele aldığı bir tip ise kayınvalidesidir. Hoca onu da kansı gibi ters, huysuz, sürekli problem çıkaran biri olarak anlatır. Hoca'nm aile fertlerinden biri sayabileceğimiz bir karakter de Hammad'dır. Bu kişi Hoca'mn medresedeki öğrencilerinden biridir ama Hoca ona tam anlamıyla bir evlat muamelesi yapar. Sürekli yanında gezdirir. Hammad, Hoca'mn en yakın yardımcısıdır. En kalabalık şahıs kadrosunu ise komşular teşkil eder. Hoca, bir toplumsal gözlemci sıfatıyla toplumda gördüğü olumsuzlukları, komşularının şahsında ele alır. Onların her meselesiyle yakından ilgilenir. Kimi zaman onlara dersler verir. Kimi zaman eleştirir. Komşuları da Hoca'ya karşı genellikle saygılıdırlar. Onu bir önder bilirler. Ama kendilerine çok yakın, yani içlerinden biri kabul ettikleri için kimi zaman da ona latife yapmaktan çekinmezler. Hatta bu kimi zaman ayal boyutuna da varır. Ama Hoca hazırcevaphlığıyla her zaman komşularım alt eder. Kimi zaman olmadık sorular sorarlar. Şahıs kadrosu kalabalık olduğu için Hoca'nm komşulanyla ilgili bir hayli fıkrası vardır: Hoca, fıkralannda yöneticilere de yer vermiştir. Fıkralara konu olan en önemli yönetici elbette ki Timur'dur. Timur, zalimliğin temsilcisi olarak ele alınırken Hoca, Timur karşısında hazır-cevap, sözünü esirgemeyen ama bunu usulüyle yapan bir tip olarak yer alır. Diğer yönetici tipi ise Subaşıdır. Bunlann dışında bir iki fıkrada Alaeddin Keykubat'ın adı geçer.
Hoca'mn fıkralannda adı sıkça geçenlerden biri de kadıdır. Bunda hem Hoca'nm bir zaman kadılık yapmasının hem de o dönemin özelliklerinin payı vardır. Zira genel olarak sistem bozulduğu için kadılar da bu bozulmadan payım alarak haksızlık yapan olumsuz tiplerdir. Hoca, tıpkı Timur'un karşısında olduğu gibi Kadılar konusunda da sözünü esirgem ez, onlara hadlerini bildirir, hatta onları rezil kepaze eder.
FIKRALARDA ZAMAN VE MEKÂN Nasreddin Hoca fıkralannda zaman, Türk kültüründeki fıkra türünün genel özelliklerine uygun olarak tam bir belirsizlik gösterir. “Yaşadığımız hayatın geçmiş ve bugün de dâhil tamamını kapsayan belirsiz bir geniş zaman özelliği içinde görülür.”157 Fıkralar bu yüzden genellikle “Bir gün....”, diye başlar. Hem geceyi hem de gündüzü kapsayan bu ifadeden daha çok “gündüz” anlaşılır. Çünkü insana ve hayata ilişkin olaylar genellikle gündüz yaşanabilecek niteliktedir. Çok az örnekte “Bir gece, bir akşamüzeri, bir gece yansı” ifadelerinin kullanıldığı da olur. Burada bir zorunluluk söz konusudur. Anlatılan olay “Kuyudan ay çıkarma” fıkrasında olduğu gibi ancak gece yaşanabilir. Kimi fıkralarda da gündüz yahut gece anlamında bir zaman adı yoktur. Olaym hangi zamanda geçtiği fıkranın içeriğinden anlaşılır. Mesela “Nasreddin Hoca eşeğini pazara götürüp satılığa çıkarmış” şeklinde başlayan bir fıkrasında zaman belli ki gündüz saatleridir. Hoca'mn fıkralannda bir olay veya durum anlatımına dayalı olduklan için her olayın bir başlangıç bir de bitiş süresi vardır ve bu iki durum arasındaki an çok kısadır. Bu kısalık kimi zaman bir “an”ı, çok azında ise “bir gün”ü yahut “bir hafta”yı ifade eder. Fıkralarda zamanın belirsizliği, muhayyel bir geniş zaman içerisinde ele alınması fıkralann evrensellik kazanmasında ve her çağda okunur olmasında etkili bir sebep olmuştur. Yani hiç kimse bunlan okurken zamanı belli değil diye onlan hayal ürünü
Nasreddin Hoca'mn fıkralannda olaym meydana geldiği bir mekân mutlaka mevcuttur. Bu mekan, geniş anlamda bütün bir coğrafya, dar anlamda köyle şehir arası bir kasabadır. Daha özel anlamda ise günlük hayatın çeşitli olaylannın geçtiği “ Bahçe, cami, pazar, ev, medrese, mahkeme, sokak, hamam, tarla, göl kıyısı...gibi” açıkça bir yer ismi verilir. Ama hangi bahçe, hangi cam i... şeklinde açık anlatımlar yer almaz. Kimi fıkralarda ise Sivrihisar, Akşehir, Konya...gibi şehir isimleri yer alır. Mekânlardan söz edilirken fıkra için gereksiz yanlarına yer verilmez. Sadece mekânın anlaşılması için kısa bir betimleme yer alır. Fakat olaylann somut yerlerde geçmesi fıkraya inandıncılık vermekte ve mizah gücünü artırmaktadır.158 Kimi zaman da mekânın neresi olduğu kişiler arasında cereyan eden konuşmalardan anlaşılır. Bazen de mekanların neresi olduğu “bağ, cami, kahve..” şeklinde açıkça belirtilmiştir. Mekânların da çok geniş bir anlam ifade etmeleri yine zaman kavramında olduğu gibi fıkralara evrensel bir nitelik kazandırmıştır. Fakat cami, medrese... gibi yer isimleri fıkranın söylendiği yerin kültürel özellikleri hakkında bilgi verici niteliktedir. FIKRALARIN KONULARI Nasreddin Hoca'nın fıkralannda nasıl zaman ve mekân belirsizliğinden dolayı sınırsız, tiplerinin çeşitliğinden dolayı nasıl zengin ise konulan itibariyle de böyle bir özellik gösterir. Halkın ve hayatın içinde olan Hoca, hiç bir konuyu dışanda bırakmamış, inşam ve toplumu ilgilendiren hemen her konuyu fıkralannda ele almıştır. Din, eğitim, sağlık, ekonomi, evlilik, ticaret... her konu vardır. Fakat insanları çok yakından ilgilendirmesi sebebiyle dini, ahlaki, sosyal, kültürel ve ailevi konulara daha çok yer vermektedir.
NASREDDİN HOCA’NIN FIKRALARI
fıkralarının asırlardır yaşıyor olmasınm bir sebebi de budur.
111
3. BÖLÜM
metinler olarak görmemiş, aksine her zamana uyabilme özelliklerinden dolayı onları her zaman önemli görmüştür. Pek çok edebi metin zamana dayanamazken Hoca'mn
Hoca, bu konularda tam bir eğitimci sıfatıyla davranır. Bu konularda gördüğü yanlışlan eleştirir ve müspet olanlan benimsetmeye çalışır. Mesela bir din adamı sıfatıyla cemaatine ve öğrencilerine doğru din anlayışı benimsetmek, onlan hurafelerden, dindarlığı hiçbir manada etkilemeyecek gereksiz ayrıntılardan uzak tutmaya çalışır. “Bir gün sormuşlar Hoca'ya: - Cenaze taşınırken tabutun ne tarafında bulunmalı; önünde mi, arkasında mı, sağmda mı, solunda mı? diye. Hoca cevap vermiş: - İçinde bulunmayın da nerede bulunursanız bulunun!” Bu fıkrasında Hoca, dini konularda gereksiz, kişiye hiç fayda sağlamayan konularla uğraşılmasının manasızlığını anlatmaya çalışmakta, din konularında şeklin değil özün önemli olduğunu, dolayısıyla böyle bir durumda kişinin ölüm kavramım düşünmesinin ve ona h azırlık lı olm asının daha doğru olacağı b ilg isi verilm ektedir. Hoca, din adamı olmanın yanı sıra bir ahlâk adamıdır. İnsanların güzel ahlâklı olmalan, yanlış davranışlardan kaçınmalan Hoca'mn temel meselelerinden biridir. Bu yüzden hemen her fıkrasında bir ahlâki öğüt yahut yanlış bir davranışın eleştirisi vardır. “Hoca, çarşıda dolaşırken gevezenin biri: -Efendi, demiş. Az önce nar gibi kızarm ış bir tepsi baklava götürdüler. Hoca, aldınş etmemiş: -B anane... demiş. -Ama, demiş geveze, baklava tepsisini sizin eve götürdüler.
Hoca yine terslemiş adamı:
113
Ekonomik meseleler, insanları doğrudan ilgilendiren konulardır. Konu, bu meselede para, çıkar olunca ortaya birçok yanlış davranışlar kolayca çıkabilmektedir. Hoca, bu anlamda da insanları eğitmek ister. Onlara emeksiz kazancın olamayacağını, alın teri ile çalışmanın önemini, helal kazancı tavsiye ederken hileli alış veriş, alıcı yanıltma gibi yanlış tutundan eleştiri konusu yapar. “Hoca bir gün eşeğine binmiş pazara giderken çocuklar çevresine toplanıp: - Hoca bize düdük al, Hoca bize düdük al! diye bağırmışlar. Ancak, içlerinden yalnız biri düdük parasım vermiş rahmetliye. E şe ğ iy le , p a z a r
y e rin e doğ ru u z a k la şırk e n ço c u k la r b a ğ ırm ışla r:
- Hangimize düdük alacaksın? Hoca cevap vermiş: - Parayı veren düdüğü çalar!” Hoca, bu fıkrasıyla ekonominin temel ilkelerinden birine temas etmektedir. Buna göre elde edilmek istenen her şeyin maddi bir bedeli olacağını, maddi bir yatırım yapmayanın maddi bir karşılık alamayacağını belirtmektedir. Konunun çocuklara söylenmesi ise çocuklann bu konularda da küçük yaşlarda eğitilmelerinin doğru olacağını göstermektedir. Sosyal hayatın bütün konulan da fıkralarda ele alınır. Bu hayat içerisinde insanlar
3. BÖLÜM
Bu fıkrada Hoca, başkalarının özel hayatım merak konusu eden kişileri eleştirmekte ve bizi ilgilendirmeyen işlerle ilgilenmenin doğru bir davranış olmayacağını öğütlemektedir.
NASREDDİN HOCA’NIN Fil
-Sana ne?”
pek çok olaylar yaşarlar. Mesela komşuluk ilişkilerinde karşılıklı sevgi, saygı, güven esas olm alı, h içb ir kom şu d iğerinin im kânlarını istism ar etm em elidir. “Komşusu, Hoca'dan bir çamaşır ipi ister. Hoca, eve girip çıktıktan sonra: -Bizimkiler ipe un sermişler, der. Komşusu: -Hocam ipe un serilir mi? deyince Hoca şu cevabı verir. -İpi vermek istemeyince serilir.” Hoca, bu fıkrasında komşusunu yanlış bir davranışı eleştirmektedir. Çünkü çamaşır ipi, alınmayacak kadar pahalı bir şey değildir. Bu, komşunun tedbirsizliğini gösterir. Hoca, ipe un sermişler demekle komşusunun bu tedbirsizliğini eleştirmektedir. Hoca, bu sıfatından dolayı sık sık eğitim, öğretim, okuma, yazma gibi kültürel meselelerde yüz yüze gelir. Bu noktada da yine tam bir bilge eğitici özelliğiyle hareket eder. “Bir gün Hoca'ya birisi bir mektup getirir. Hoca evirir, çevirir ama okuyamaz. Yazı çok karışıktır. Ü stelik Farsça yazılm ıştır. Adama m ektubu geri verir ve: -Al, sen bunu başkasına okut, der. Adam ısrar eder. Hoca, dayanamaz ve şöyle der: -Evladım ben Farsça bilmem. Hem bilsem bile yazı çok karışık ve okunaksız. Bu yüzden okumam imkânsız. Adam öfkelenir:
-Bir de hoca geçiniyorsun. Bari başındaki kavuktan, sırtındaki cübbeden utan, deyince Hoca sarığını ve cübbesini çıkarıp ardama verir. -Al be evladım. Marifet kavuk ve cübbede ise sen oku.” Hoca, bu fıkrasında, bir işi bilmenin uzmanlık meselesi olduğunu, meselenin sarıkla cübbeyle ilgisinin bulunmadığım kendine özgü bir şaşırtmaca ile muhatabına öğretmek ister. Bunu yaparken muhatabının metotlarım kullanır.159 FIKRALARDAKİ DEĞİŞİM Nasreddin Hoca'nm adı nasıl farklı coğrafyalarda değişikliğe uğramışsa aynı durum, fıkraları için de söz konusu olmuştur. Bu durumu bir anlamda fıkraları anlatıldığı yer ve zamana uygun hale getirmek şeklinde yorumlayabiliriz. Bu değişim önce bu anlatıların adından başlar. Önceleri “latife” denilen bu metinlere daha soma “fıkra” yahut “hikâye” denilmeye başlanmıştır. Bugün Hoca'yla ilgili piyasada bulunan kitaplar ya “Nasreddin Hoca'nm Fıkraları”, ya da “Nasreddin Hoca'nm Hikâyeleri” adıyla yayımlanmaktadır. Asıl değişme ise fıkraların dilinde, kahramanlarda, onlann kişilik özelliklerinde ve içeriklerinde ortaya çıkar. Mesela eşeğinin yerini kimi zaman kansı yahut kaynanası, oğlunun yerini kızı alabilmektedir. Yine fıkralar, yere zamana göre uzunluk kısalık bakımından da değişikliğe uğrar. Eski kaynaklarda bir iki cümleden oluşan fıkralar giderek küçük bir öyküye dönüşür. Hoca'mn fıkralan yaşadığı yüzyılın Türkçesine göre yazılmış, zaman içerisinde dilde meydana gelen değişmelerden etkilenerek yeni zamanlann dil özelliklerine uygun hale getirilmiştir. Bu durumu karşılaştırmalı görebilmek için şu fıkraya bakalım: tik örnek Burhaniye tercümesinden alınmıştır: “Bir gün Hoca çırağı Imad ile kurd avına gider. Ta kurdun inine gider. Meğer kurd
taşrada imiş. Gelür inine girer. Hoca kuyruğundan tutar. Kurd eşinir. îmad'ın gözüne toz gider. îmad “nedür bu toz” deyünce Hoca “Eğer kurdun kuyruğu koparsa tozu ol vakt görürsün.” der.160 Bu anlatım 2004 yılında yayımlanan bir kitapta şu şekilde yer almaktadır: “Hoca, mollası (öğrencisi) îmad ile bir gün kurt avına çıkmış. îmad kurt yavrusunu yakalamak için ine girmiş, Hoca dışarda kalmış. O sırada ana kurt çıkıp gelmiş ve ine girmeye yeltenmiş. Hoca, kurdun kuyruğundan sıkıca yakaladığı gibi hayvanın ine girmesini önlemeye çalışmış. Kurt çırpınırken inin içi toz duman olmuş. îmad seslenmiş: - Hocam, nedir bu toz-duman? Hoca cevap vermiş: - Dua et kurdun kuyruğu kopmasın, esas toz dumanı o zaman görürsün! Fıkralardaki değişim, hem bu fıkraların oluştuğu Anadolu kültür çevrelerinde ama daha çok bu kültürün dışındaki yerlerde daha belirgin olarak görülür: İlk örneği Anadolu'dan vereceğiz. Fakat ondan önce fıkranın aslını hatırlayalım: “Hoca ile mollası îmad gece yolda giderken bir kapının kilidini törpüleyen iki hırsıza rastlamışlar. îmad: - Hoca, demiş, bu adamlar ne yapıyordu? Rahmetli: - Rebap çalıyorlardı! demiş. îmad: - Peki ama, diye üstelemiş, hiç sesi çıkmıyordu?
Hoca:
- Sesi yann çıkar evlât, diye cevap vermiş.” Hemen bütün kaynaklarda bu şekilde yer alan bu fıkra Karadeniz'de şu şekle dönüşür: “Hoca, arkadaşlarıyla gece eve dönerken hırsızların bir dükkânın kapısını açmakta olduklarını görür. Hırsızların pıtır pıtır gelişlerini işitince Hoca'nm arkadaşı sorar: -Hoca, onlar ne yapıyorlar? -Kopuz çalıyorlar. -E, sesi niye duyulmuyor? Deyince Hoca: -Sesi sabaha işitilir, diye söyler.” Anadolu dışında yapılan değişikliklerden bir tanesi şöyledir: “Hoca gençliğinde okumak için bir arkadaşıyla birlikte Konya'ya gitmiş. Arkadaşı şehirde minareleri görünce: - Allah Allah, demiş, nasıl yapılıyor bunlar acaba? Hoca: - Bunu bilmeyecek ne var, demiş, kuyuları ters çevirip yapıyorlar!” Bu fıkranın Doğu Türkistan'da söyleniş biçiminde Konya'nın yerini Turpan şehri alır. Tabi ki dilinde de Doğu Türkistan lehçesinin özellikleri görülür. Yine bu coğrafyada anlatılan fıkralarda “eşeğin” yerini “deve” yahut “at” almaktadır. Yine Hoca'nm zamanında “çay”ın ne olduğu bilinmezken bu bölgelerdeki fıkralarda Hoca “çay” içer.161 Bu durum, Hoca'nın bir anlamda “güncelleştirilmesi” demektir. Mahzurlarıyla birlikte
özünde Hoca'nın her zaman canlı kalmasını sağlamaktadır. Nitekim Tataristan'da Hoca, Basın toplantısı yapar. Hitler'in karşısına çıkar. Telefonla konuşur. Bu anlamdaki bir değişimi gösteren bir fıkrası şöyledir: “Nasreddin Hoca, Alman karargâhını dolaşırken Hitler'i görür. O, başını ellerinin arasına alıp, saçını başını yolarak büyük bir üzüntü içinde otururken Hoca: -Führer Efendi, neden böyle endişelisin diye sorar. Hitler: -Kaçarsam yakalarlar, yakalarlarsa da kurşuna dizerler diye korkuyorum, der. Hoca: -Hay ahmak, boşuna üzülüyorsun! Seni hiç kurşuna dizerler mi? Asarak öldürürler” der.”162 Bu fıkrada Timur'un yerini Hitler alsa bile Nasreddin Hoca fıkralan özelliğine uygunluk görülür. Fakat Hoca'nm kişiliği ile ilgili yapılan değişiklikler, ortaya çok farklı Hoca tipleri çıkarmakta ve böylesi bir tarihi şahsiyetin yanlış yorumlara konu olmasına yol açmaktadır. Böylece “İdeal ve reel, rasyonel, nüktedan, akıllı, uzak görüşlü ve zeki Nasreddin Hoca ile alaycı, kurnaz Nasreddin Hoca aynı tip olmaktadır.”163 Mesela Sovyet Rusya'daki Demirperde döneminde Hoca, rejimin özelliğini uygun olarak bir “din düşmanı” portresiyle sunulur. Mesela Anadolu coğrafyasında cimri bir adamı ele alan bir fıkra Sovyetlerde bir “imam”la ilgili bir metne dönüşür. Böylece din adamlannın aleyhine bir hava oluşturulmak istenir.164 Durumun daha iyi anlaşılması için fıkranın iki şeklini de verelim: “Hoca, arkadaşlanyla birlikte bir bahar günü Akşehir Gölü'nün kenanna mesireye gitmiş. Tam eğlenirken adamın biri göle düşmüş. Düştüğü yer de derinceymiş. Adam yüzme de bilmiyormuş. Sık sık elini çıkartıp imdat diye bağınyormuş. Millet gölün
Derken Hoca yetişip adama: - Al şu elimi! der demez, neredeyse boğulmak üzere olan adam rahmetlinin eline yapıştığı gibi kendini kıyıya zor atmış. Kazadan sonra Hoca'mn etrafını saranlar: - Hoca, demişler, anlamadık gitti, biz adama "ver elini" dedik, dinlemedi; sen "al elimi" dedin, seni dinledi, nedir bu iş? Hoca gülümseyerek şu cevabı vermiş: - Siz o adamın ne kadar cimri olduğunu bilmezsiniz. O sadece alır, vermez. Onun iç in ben "al elim i" d ey in ce d ed iğ im i y ap tı. K eram et b u rad a işte! Bu fıkra, kom ünizm dönem inde K araçay bölgesinde şu şekle dönüşür. “Bir imam göle düşmüş. Halk etrafında toplanarak imama: -Elini uzat, demişler. Adam elini kimseye vermemiş. Bunu gören Nasra (Nasreddin) Hoca göl kıyısına gelip ve adama: -Al elimi der. İmam, Hoca'nm elinden tutar ve gölden çıkar. Halk, hocaya niye böyle yaptığını sorduklarında şöyle der:
NASREDDİN HOCA’NIN FIKRALARI
- Ver elini, ver elini! diye bağırmış. Fakat göldeki, kimseye elini uzatmamış...
119
3. BÖLÜM
kenarına koşuşup:
-Siz, imam-molla sınıfının huyunu bilmiyor musunuz? Onlar “ver-ver” demeye değil, “al-al” demeye alışmışlardır.”
HANGİ FIKARLAR HOCA'NIN Bugün ortada Nasreddin Hoca'nın olduğu söylenen on bine yakın fıkra bulunmakta ve bu sayı her geçen gün artmaktadır. Fıkra kültürümüzün zenginleşmesi açısından bu durum bir bakıma sevindiricidir ama öte yandan önemli bir sakıncayı da beraberinde getirmektedir. Çünkü bu fıkralarda iki farklı Hoca tipi vardır. Hoca kimi zaman karşımıza ilim ve irfan sahibi, ahlaki değerlerin savunucusu bir tip iken kimi zaman tam tersi bir karakterde ortaya çıkmaktadır. Bu da Nasreddin Hoca bunlardan hangisidir, hangisi olabilir sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Bu soru önemlidir. Çünkü tarihi şahsiyetlerimizi kendi gerçeklikleri içinde sunmazsak bu hem onları yanlış değerlendirmek olur hem de onlann sözlerinden davranışlarından bugün için olumlu sonuçlar çıkarmamızı engeller. Bu problemi aşmanın tek yolu Hoca'nm kişiliğini, inançlarım, yaşadığı devrin koşullarını iyi tespit ederek yapılabilecek bir tasnifle mümkün olabilir. Bu meselenin kolay olmadığını öncelikle söylemek gerekir. Zira ortada bir tarihi kişilik olarak Nasreddin Hoca vardır bir de halk muhayyilesinin yarattığı hemen her fıkrayı ona bağladığı efsanevi bir kişilik vardır. Yine yerli yabancı başka fıkra tiplerinin ürünleri Hoca'nınkilerle karışmıştır. Ama bu kanşık durum bir yana ortada tartışmasız olan bir durum vardır. O da Hoca'nm 13. asırda yaşadığı, medrese tahsili yaptığı, toplumda hoca, vaiz, kadı gibi önemli görevlerde bulunduğu ve halk ve aydınlar nezdindeki saygm kişiliğidir. Üstelik bu saygınlık sadece kendi kültür coğrafyamızla da ilgili değildir. O bütün dünyanın hocası olmuştur. Bu yüzden hangi fıkranın ona ait olup olmadığı tam olarak tespit edilemese bile hangi fıkralann onun kişiliğiyle uyuşup uyuşmadığı tespit edilebilir. Bu anlamda kimi araştırmacılarla ortaya bazı ölçüler konulmuştur. Bunlar ışığında
b-Nasreddin Hoca'da amaç espri yahut şaklabanlık değildir. O hiçbir zaman bu amaçla ne olay hazırlar ne düşünür. Yani onun anlattığı olaylar bizzat hayatm içinden alınmıştır. Bu yüzden yaşanması muhtemel olmayan olayları anlatan fıkralar ona ait olamaz. c-Hoca'nın tarihi kişiliğiyle yaşayan kişiliğini ayırmak gerekir. Hoca, yaşayan kişiliğiyle Türk halkının bir temsilcisi olduğuna göre ona ait olduğunu söylediğimiz bir fıkra değerler dizgesi olarak Türk kültürüyle çelişmemelidir.165 d-Sarhoşluk ve içki ile ilgili fıkralar onun değildir. Çünkü o Sünni Müslümanların temsilcisidir. e-Hoca'yı ahmak ve budala gösteren fıkralar onun değildir; ancak bir sıkıntıdan kurtulm ak, zekayı gizlem ek gibi sebeplerle ilg ili o lan lar H oca'nındır. f-Hoca'yı mal, mülk sahibi, kölesi ve cariyesi olan biri gibi gösteren fıkralar onun değildir. Çünkü o bir ömür boyu süren bir yoksulluk içinde yaşam ıştır. g-Hoca'nın hasis olarak gösterildiği fıkralar onun değildir; çünkü onun fıkralarında bu özellik yerilmektedir. h-İçinde çapkınlık, iffetsizlik ve kadın ihaneti bulunan fıkralar da ona bağlanamaz. ı-Hoca'nın maddi kuvvetle güçlü bir insan, çevik bir delikanlı olarak gösterildiği fıkralar da onun olamaz; çünkü o güçlükleri kol kuvvetiyle değil, aklı ile çözer. i-İçinde dalkavukluk, iki yüzlülük ve çıkarcılık olan fıkralar ile onu bir paşa veya
NASREDDİN HOCA’NIN FIKRALARI
a-Fıkralar, Hoca'nm yaşadığı 13. yüzyılın tarihsel ve toplumsal yaşantısına uygun o lm alıd ır. Bu y ü zd en T im u r'la ilg ili fık ra la r H o ca'y a ait olam az.
121
3. BÖLÜM
bu sorun büyük ölçüde aşılabilir ve sonuçta ortaya Hoca'ya yakışan fıkralar çıkarılmış olur. Bu ölçüleri şöyle sıralayabiliriz.
büyük bir adamın emrinde gösteren fıkralar da ona ait olamaz. j-Hoca'nın dik başlı, dilediğini zorla yaptıran bir kişilikte gösterildiği fıkralar onun d eğ ild ir. Ç ünkü o, g ü çsü z, fu k a ra ve y o k su l in sa n ın sim g e sid ir. k-Bir fıkra uzunsa, anlatılması dakikalar sürüyorsa Hoca'nm fıkrası olamaz. Çünkü onun fıkralarının özelliği kısa oluşudur.166 Şükrü Kurgan bu niteliklere bir de tasavvufla ilgili fıkralann ona ait olamayacağını eklemektedir. Yine biraz sonra görüşlerini aktaracağımız Mehmet Aydın da Nasreddin Hoca'nın ermişliğe, boş inanışlara ve kerametlere inanmadığım söylemektedir. Bütün bunlar doğrudur ama bu Hoca'nm tasavvufi bir kişiliği olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bir mutasavvıf olarak onun tasavvuf anlayışını ortaya koyar. Hoca, tasavvuf gibi ulu orta konuşulmayacak bir meselede doğrudan fıkra söylememiş fakat fıkralannda bu anlayışı sergilemiştir. Yine ulu orta keramet gösterisini onaylamaz ama bu durumu inkar ettiği anlamına gelmez. Aynca boş inanış sözü çoğu zaman dini inanışlar kastedilerek söylenmektedir ki bu Hocanın benimseyebileceği bir düşünce değildir. Sayılan bu niteliklere şunlan da eklemek uygun olacaktır: “Nasreddin Hoca'mn fıkralannda sövgü ve aşağılama yoktur. Her alanda hoşgörü bir yaşama biçimi olarak ortaya çıkar. Hiçbir zaman karamsarlık ve kötümserliğe düşülmez. Fıkralarda alkollü içkilere, kör inada, umutsuzluk ve korkuya yer verilmez. Hoca, özeleştiriyi sık sık kullanır. Kendisini karşısına alıp kıyasıya eleştirmekten çekinmez. Başkasının ardından konuşmaz. Gergin ilişkileri yumuşatır. Övünmelere yer vermeyip bilgiçlik taslamayı sevmez. İkiyüzlülük, düzenbazlık, yaltaklık ve dalkavukluktan hoşlanmaz. Din kurallanna ve olumlu toplum törelerine saygılıdır. Saz çalma ve oyun oynama gibi alışkanlıklardan kendini uzak tutar. İnsanları birbirine düşürmez. Gelen armağanlan kolayca kabul eder. Cimrileri ve varsıllan sevmez.”167
Aynı yazar, fıkralann özellikleri şu şekilde de belirtmektedir: “a)İncelik, vurgulayıcılık, edebe uygunluk, b)Çıkarcılıktan uzaklık, dobra dobralık, aşağısamazlık, c)Hoşgörülük, insanlara karşı sevecen ve yumuşaklık, ç)İyimserlik, kendine güven duygusu taşıma, d)îlkellik
ve bencilliği yerme, kötü niyet ve düşünceleri gülünçleştirerek sergileme,
e)Barışçıl ilişkiler kurma, teklerin ve toplum un aksaklıklarına ışık tutma, f)Gösteriş ve sahteliği eleştirme, yaşarlılık, öğreticilik yanında boş inançlan hırpalama, e)Tembellik ve hazır yiyiciliği kötüleyip çalışmayı kutsama, f)B ü ro k ratik d a v ra n ışla rla alay, k en d i n e fsin i eğ itm e, iffete saygı, g)Biçime
değil öze dönük değerlere yönelme,
h)îffete saygı, sağlam bir sağduyu ve mantık.168 DİĞER FIKRA TİPLER İ VE HOCA Mizah sanatının en temel unsurlarından olan fıkralar, çok eskiden beri var olan edebi bir anlatı türüdür. Türk kültüründe fıkra denilince de akla ilk gelen ismin Nasreddin Hoca olacağı aşikardır. Çünkü Hoca, bu türü öylesine şahsileştirmiş ki söz fıkradan açılınca onun dışında başka bir isimden söz etmek neredeyse imkânsız hale gelir. Durum böyledir ama gerek Türk kültüründe gerekse başka ülkelerde başka fıkra tipleri ve onlara ait olarak anlatılan fıkralar da vardır. Mesela İncili Çavuş, Bekri Mustafa,
Temel, Tayip Ağa, İbik Dayı bizim başka fıkra tiplerimizdir. Yine yöre, bölge, topluluk, meslek... adıyla anılan Karadeniz Fıkraları, Bektaşi Fıkralarımız vardır. Bunlardan “Bektaşi Fıkralan, Bekri Mustafa, İncili Çavuş vb.'leri daha çok toplumun belirli bir güldürü yönünü dile getirir. Bektaşi Fıkraları; katılaşmış dar görüşe karşı, dinsel hoşgörü sağlamaya çalışır. Bekri Mustafa içki içmek konusunda bir güldürü kümesi sunar.169 Yine Türk dünyasındaki fıkra tipleri olarak sayabileceğimiz Doğu Türkistan'daki, Molla Metiya, Kazak Türklerindeki Sal Kazakbay, Karakalpak Türklerindeki Omirbeg Lakı, Türkmenistan'daki Veli Gurban, Kazanlardaki Eşti Bilen, Kırımlardaki Ahmet Akay, Gagauzlarda Yalancı Petri...170 gibi isimlerde de Hoca'daki nükte gücü, bilgi ve hikmet zenginliği yoktur. Hoca, dünyadaki diğer fıkra tiplerinden de ayn bir yerde durur. Mesela Araplarda Çuha, Ebu Nuvas, İranhlarda Molla Nasreddin, Bulgarlarda Hıtar Hetar, Yoguslavya'da Era, AlınanlardaTill Eulenspiegel, Rusya'da Balakirev... Tayland Sri-Tanon-Chai, Japonya, Ikkyu, Çekoslovakya Josef K ainer...171 gibi tiplerin fıkra anlayışı ile Nasreddin Hoca'mnkiler aynı değildir. Bütün bu fıkracılarda ortak nitelik mizah olsa bile mizahla ilgili anlayış, ele alman konulara yaklaşım biçimi, fıkradan beklenen amaçlar noktasında ortada ciddi farklılıklar vardır. Mesela Bulgar fıkra kahramanı Peter; Kurnaz Peter olarak bilinir. Oysa Hocamızda kurnazlık değil zekilik vardır. Peter, muhataplarını hile ve kurnazlıkla alt eder. Hoca, bunu zekasıyla, mantığıyla yapar. Peter'de insanlan aldatma ve yalan hakim bir özellik iken Hoca'da böyle bir duruma rastlanmaz. Durum, Cuha'da da aynıdır. Nasreddin Hoca, fıkralannda zekâsı ile tanınırken Çuha saflığı ile bilinir. Hatta biraz da ahmak bir tiptir. Yine Hoca'da güldürme, düşündürmenin bir üst örtüsü iken Cuha'da güldürü Çuha mizahının esasını teşkil eder. Nasreddin Hoca gayet zarif insanlan kırmayan bir tip iken Çuha insanlan küçümseyen, hicveden bir tiptir.172
Nasreddin Hoca'nın fıkraları ise kendine özgü ürünler olup diğerlerinden aynlır. Bu farkı doğuran özelikleri şöyle sıralayabiliriz: a) H o ca'n ın fık ra la rı ferd i m izaca d ayanan b ir şah siy etin eserid ir. b-Bir dünya görüşüne, değerler yargısına dayalıdır. c-Belli bir sosyal ve kültürel çevrenin eseridir. d-Bu çevrede yaşanan gerçek olaylardan kesitler sunar.173 d-Gerçekçi ve akılcı bir zihniyetin ürünüdürler. e-Aklı selim, hoşgörü, güldürü, düşündürme temel niteliktir. f-Olaylar günlük hayat içerisinde şekillenir h-Sembolik bir dili olduğu için felsefi, tasavvufi, sosyolojik ve psikolojik tahlile imkan verir. i-Alay, küçümseme, hakaret unsurları taşımaz, k-încelik, nezaket, derinlik, letafet, saygı vardır. j-Temel amacı sadece güldürme değildir. Düşündürme, ders verme esastır. Ferdi ve toplumsal sorunlar üzerinde kafa yormamızda yardımcı olur. m-Konu bakımından çok zengindir. Dini, ahlaki, iktisadi, ailevi, sosyal, kültürel her konu, fıkralarda yer alır. n-Kanaatkar ve iyimser bir bakış açısını yansıtırlar. Bu tür niteliklerini daha da çoğaltabileceğimiz bu fıkralar bu yüzden çok benimsenmiş
126
ve evrensel bir değer kazanmışlardır.
3. BÖLÜM
NASREDDİN HOCA’NIN Fil
FIKRALARIN D İLİ Nasreddin Hoca, Türk Kültürü içinde sadece fıkralarıyla değil kullandığı dil ile de dikkat çeken bir kişiliktir. O, Arapça ve Farsça'nın ilim ve edebiyat dili olarak hâkim oldukları bir kültür ortamında yetişti. Fakat “Türkçe düşünüp Türkçe söylemeyi” tercih ederek o dönemde henüz yeni oluşmaya başlayan Eski Anadolu Türkçesi'nin zenginleşmesine katkıda bulundu. Hoca, bu tavrıyla tıpkı kendisinin çağdaşı da olan Yunus Emre'ye benzer. O da Eski Anadolu Türkçesi'nin kurulmasında ve gelişmesinde çok etkili olmuş bir isimdir. Hoca, her şeyden önce Türkçe'yi mizah dili olarak kullanarak bu dilin anlatım imkânlarının ne denli geniş olduğunu gösterdi. Zira Hoca'nın fıkralarında yer alan kelimelerin büyük bir kısmı mecaz anlamlar taşıyan ve söz ve anlam sanatlarına konu olan kelimelerdir. Böylece Türkçe, Hoca'nın fıkralarında günlük konuşma dili sadeliğinde ama "sehl-i mümteni" ustalığında kullanılmış bir dil olarak karşımıza çıkar. Bu durum Hoca'nm Türkçe bilincinin de bir göstergesidir. Nitekim Hoca, medrese tahsili yapmış olmasından dolayı Arapça ve Farsça bilmesine rağmen bu dillerle ilişkin kelimelere neredeyse hiç yer vermez. Hatta bir fıkrasında Farsça yazılmış bir mektubu okuyamayacağını belirtir. Fıkra şöyledir: Adamın biri rahmetliye İran'dan gelen bir mektubu göstererek: - Hoca, demiş, şunu bir zahmet okuyu->ver. Hoca bakmış, mektup Farsça. - Ben bunu okuyamam, demiş. Farsça yazılmış bu.
Adam sinirlenmiş: - Bir de Hoca olacaksın, demiş başındaki şu koca sarıktan utan, bir mektubu oku-maktan acizmişsin! H oca hem en sarığ ın ı b aşın d an çık arıp adam ın b aşın a otu rtm u ş ve: - Haydi ahbap, demiş, keramet sarıktaysa sen oku bakalım ! Bu fıkranın asıl esprisi dış görünüşe göre hüküm verilmemesiyle ilgilidir ama bu metinden Hoca'mn dil bilinciyle ilgili bir sonuç da çıkarabiliriz. Çünkü bazı fıkralannda Arapça-Farsça'ya duyulan hayranlıktan dolayı bu dillere kelimelerin kullanımına ilişkin eleştirileri de vardır: 1.“Akşehir'e bir Arap gezgini gelmiş. Orada Arapça bilen olmadığı için, adam derdini kimselere anlatamamış. Dilinden anlasa anlasa Hoca anlar diyerek gezgini Hoca'ya götürmüşler. Arap bir şeyler söylemiş, o da bir takım cevaplar vermiş. Sonunda: -Kamı acıkmış, demiş Hoca. Biraz ekmek verin. Önüne ekmek getirilince gezgin öfkelenmiş, bağınp çağırmaya başlamış. Hoca da aynı perdeden cevap vermiş. Gezgin büsbütün öfkelenmiş. Orada bulunanlar şaşkınlıkla: -Hoca Efendi, demişler. Bu adam senin sözlerinden bir şey anlamıyor. Bu ne biçim Arapça? -Arapça değil mi demiş Hoca. Uydur uydur söyle. 2.
“Bir gün Hoca'ya:
-Efendi demişler, iyi hoş adamsın da, Farsça bilmediğin için vaazlann pek etkili
olmuyor. -N erd en çık a rd ın ız b en im F arsça b ilm ed iğ im i? d iy e sorm uş H oca. -Biliyorsan bir beyit söyle de bakalım, demişler. Hoca hemen okumuş: -Mor menevşe boynun eğmiş uyurest Kafir soğan kat kat urba giymiş giyerest -Farsça bunun neresinde Hocam? Demişler. Hoca, gülmüş: -Sonlarındaki “est”leri görmüyor musunuz? " Bu fıkralarda da şiirde Arapça-Farsça kelimeleri kullananlarla alay edildiği, bu durumun eleştirildiği açıktır. Hocamızın Türkçe'ye yaptığı önemli bir katkı da bir taraftan Türkçe deyim ve atasözlerini kullanırken bir taraftan da onun söylediği pek çok söz, zamanla Türkçe'nin yeni deyim ve atasözleri hayline gelmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: *Geç yiğidim geç *Acemi bülbül bu kadar öter. *Bindiğin dalı kesme. *Buyurun cenaze namazına.
*Her gün bayram olsa. *İnce eleyip sık dokumak. *Kabak tadı vermek. *Kuşa benzemek174 Örneklerini daha da çoğaltabileceğimiz bu sözler, Hoca'nm dilimize armağanıdır ve bugün de kullanılmaktadır. Bu yüzden rahatlıkla “Nasreddin Hoca Türkçesi”175 diyebileceğimiz bir dilden söz edilebilir. Fakat bu deyimlerin esprisini anlamak için fıkranın tamamını bilmek gerekir. Aksi takdirde bilhassa ana dili Türkçe olmayanlar için fıkradaki nükteyi anlamak zorlaşır. Yukarıya aldığımız deyimlerden ilkinin hikâyesi şöyledir: “Bir gün Nasreddin Hoca, yolu üzerindeki mezarlığın yanından geçerken bir de ne görsün. İri yarı köpeğin biri bir ayağını kaldırmış, bir mübareğin mezarına işiyor. Hoca, mezarlığa girdiği gibi elindeki sopayla köpeği kovalamak istemiş. Köpek Hoca'ya dönüp dişlerini göstere göstere hırlamasın mı!.. Rahmetli bakmış ki iş ciddi, ileri giderse kendini parçalatacak. Yelkenleri suya indirip: -Geç yiğidim geç! Sana sözüm yok, demiş." Nasreddin Hoca'nm dil bilgisi, uzmanlık gerektirecek bilgileri de içine alır. Hocamız, dilin ses ve anlam bilgilerinden haberdardır. Mesela şu fıkrası hem çocuklara isim verilirken Türkçe adlan tercih etmek gerektiğini belirtir hem de yabancı bir kelimenin T ürkçe'nin fonetiğine uym ak için aslından uzaklaşacağına dikkat çeker:
NASREDDİN HOCA’NIN FIKRALARI
*E1 elin eşeğini türkü söyleyerek arar.
129
3. BÖLÜM
*Dostlar alışverişte görsün.
“Hoca bir gün vaaz verirken: -Ey müminler, demiş, sakın oğlunuz olursa adını Eyüp koymayın, söylene söylene aşınır "Ey-üp" "Ey-ip" sonunda “ip” olur; kopar!” Şu fıkrası da kelimeleri kullanırken onların mecaz anlamlarının dikkate alınması gerektiği uyarısıyla ilgilidir. Bu durumu dikkate almayanların gülünç hali sergilenir: “Bir gün Hoca'ya annesi: -Ben komşuya gidiyorum, sen kapıdan ayrılma, demiş. Az sonra eniştesi gelerek: -Annene söyle akşama size geleceğiz, demiş. Hoca, bu haberi annesine iletmek için yanma giderken kapıyı da söküp beraberinde götürmüş. Niye böyle yaptığım soran annesine ise şöyle demiş: -Sen kapıdan ayrılma demedin mi?176 FIKRALAR NASIL YORUMLANMALI? Nasreddin Hoca'mn fıkralarının doğru anlaşılıp yorumlanması için Hoca'mn kişiliği, bilgi seviyesi, inanç durumu ve yaşadığı ve fıkralarda anlatılan olayların geçtiği yer ve kişilerin özellikleri, o çevrenin geçerli hayat düzeni, kullanılan sembolik motifler iyi bilinmelidir. Bunlara dikkat edilmezse doğru sonuçlara ulaşılamaz. Hoca'nın maksadına aykın manalara ulaşılır. Bu da o fıkradan beklenen sonucun alınmasına engel olur. Mesela, Hoca'da eşek motifi çok fazladır. Hikâyeleri bu anlamda tasnif edilse ortaya epey bir yekûn çıkar herhalde... Doğrudur, eşek, o dönemde halkın hayatında önemli yeri olan bir hayvandır. Ama bütün eşekli fıkraları bu eşeği gerçek bir varlık olarak
“Hoca, bir toplulukta eşeğine okuma öğretebileceğim iddia eder. Koltuğundan kalın bir kitap çıkanp eşeğinin önüne koyar. Hoca daha önceden bu kitabın sayfalan araşma arpa koymuş, eşek de arpaları yiyebilmek için sayfalan ıslak burnuyla çevirmeyi öğrenmiştir. Bu nedenle topluluğun önünde de arpa var umuduyla sayfalan bir bir çevirir ve kitabın sonuna gelir. Hoca, bunun üzerine “Gördünüz mü?” der. “Bitirdi işte” Toplulukta bulunanlar, “ İyi de derler, tamam okuyor da ne okuduğu anlaşılmıyor.” Hoca bu! Altta kalır mı? “ O eşekçe okudu. Ne okuduğunu anlamak için eşekçeyi bilmek gerekir.” der.
Bir de şu fıkraya bakalım: “Hoca, bir gün bir bakkala uğrar. Gözü raflardaki malzemelere takılır. Bunlann ne olduğunu sorar. Bakkal da bu un, şu yağ, öteki de şeker, der. Hoca, bunun üzerine, “Öyleyse neden helva yapıp yemiyorsun? der." Şimdi buradan nasıl bir ders çıkarabiliriz? Önce, Hoca'mn tembellik içinde yaşayan bir toplumun bir bireyi olduğunu hatırlayalım. Öyle olunca bu ders, girişimcilik, üretm e, eldeki m alzem eleri işe yarar hale getirm e dersi değil m idir?
NASREDDİN HOCA’NIN FIKRALARI
Bu sembolün kullanılmasının o devrin şartlarıyla da bir ilgisi olduğu muhakkaktır. Bunu anlayabilmek için önce o dönemin şartlarına bakalım: O kaos ortamı insanlan, sadece maddi manada mahvetmedi... Ortaya çıkan umutsuz psikolojik ortamın içinde pek çok batıl inanç da insanlan sanp sarmaladı. Bilgisizlik, eğitimsizlik boşluğundan hurafeler girdi. Peki, böyle bir insan yapışım eşekten daha iyi hangi sembol anlatabilir? Çünkü eşek Kur'an-ı Kerim'de bir remiz olarak okuduklanyla amel etmeyenleri ifade eder. Halkın günlük hayatın içinde yer alan böyle bir sembolle bu olumsuzluklar daha iyi eleştirilebilirdi. Hoca da böyle yapmıştır. Nitekim şu fıkra bunun kanıtıdır.
131
3. BÖLÜM
ele alınmış şeklinde açıklamak mümkün değildir. Çünkü eşeğin sembolik bir manası vardır. Eşek, mecazi olarak her zaman kabalığı, bilgisizliği; aynı zamanda “şehvete düşkünlüğü, in a tçılığ ı ve her tü rlü kötü huyu tem sil etm ek ted ir.” 177
Bu anlamda bir de şu fıkrayı gözden geçirelim: "Bir gün Hoca, komşularım yemeğe çağırır. Hanımı hazırlık yapmaya başlar. Ancak, Hoca yapılan işlere karışarak karısına rahat vermemektedir. Kadın bu durum karşısında Hoca'ya hamama gitmesini ve yemek vaktine kadar gelmemesini söyler. Hoca, karısını dinleyip hamama gider. Eve dönerken yağmura yakalanır. Islanmış elbiselerini çıkarak o vaziyette eve gelir. Kapıda misafirleriyle karşılaşır. Hoca, bu durumun sebebini sorarlar. Hoca da “ Kan sözüne uyulursa hamamda haşlanılır, yağmurda yaşlanılır, geriye bir tek taşlanması kalır”
Bu fıkra geleneksel kültürün kadına bakışım bilmeden yorumlanamaz. Bilindiği gibi geleneksel kültür erkek egemen bir kültürdür. Bu yüzden kadın sözüne uymak söz konusu olamaz. Uyulursa da başa olmadık işler gelir. Bu fıkrayı Hoca'nm kadına bakışı açısından değil o çağdaki kültürün kadına bakışı konusunda bir örnek olarak anlamak gerekir.178 Bu konuda şu da çok önemlidir. Hoca, fıkralannda çoğu zaman olumsuz bir tip olarak (kurnaz, hilekâr, yalancı...) karşımıza çıkar. Bu tip Hoca değildir. Hoca, kendi nefsinde böylesi tipleri canlandırmaktadır. Bu durum, fıkralann eğiticilik yönü açısından dikkat çeken bir husustur. Mesela, Hoca bir gün Konya'ya gider. Bir helvacı dükkânına girer. Helva kazanının başma geçerek helva yemeğe başlar. Dükkân sahibi, bu haddini bilmeze çok kızar ve “Sen nasıl bir müşterisin? Böyle sormadan istemeden helva yenir mi, der ve başlar dövmeye. Hoca aldırmaz ve yemeye devam eder. Sonra da şöyle der: Bu Konyalılar ne iyi adamlar!... İnsana döve döve helva yediriyorlar:” Pişkinlik ancak bu kadar olur. Peki, toplumda böyle tipler yok mudur? Elbette vardır. İşte Hoca, böylesi fırsat düşkünü, pişkin, aklınca kurnaz bir adamı canlandırmaktadır. Değilse ilim irfan sahibi bir insan olarak Hoca'nm böyle bir davranışta bulunmazsı söz konusu olamaz.
FIKRALARIN FELSEFİ YORUMLARI Nasreddin Hoca, hakkında inceleme yapan pek çok yazara göre “sanatının felsefesini fıkralan ile açıklayan bir filozoftur.” 179 Onun pek çok kaynakta “hâkim”, “bilge” olarak tanıtıldığını “Halkın akıl danıştığı akilment ve danışment dediği kişilerden biri”180 olduğunu biliyoruz. Felsefenin “Sofîa=Bilgelik=Hikmet” anlamına geldiğini de düşünecek olursak bu tip nitelemelerin neden Hoca için de yapıldığım anlamakta zorlanmayız. Felsefenin temel konulan, bilindiği gibi “Tann-Evren-Toplum-însan.. ."meseleleridir. Bu meseleler Hoca'nm fıkralannda tamamen yer alan konulardır. Bu yüzden Nasreddin Hoca, sistematik anlamda bir felsefeci sayılmasa bile fıkralarındaki “hikmetli söyleyişler” itibariyle bir “halk filozofu” olarak görülebilir. Hoca'mn bu yönüne dikkat çeken Ziya Gökalp, bu yüzden Hoca'nm fıkracı yönünü “nekre-güluk” kavramıyla açıklar. Ona göre bu kavram, mizahtan çok farklıdır. Onda büyük bir incelik, gizli bir felsefe, felsefî bir derinlik vardır.”181 Yorumunu yapar. Hoca'nm fıkralan işte bu özelliğinden dolayı sadece güldüren değil, güldürürken düşündüren metinlerdir, işte bu özellik fıkralan birer felsefi metne dönüştürür.
NASREDDİN HOCA’NIN FIKRALARI
Fıkranın konusu, görüldüğü gibi hırsızlıktır. Şüphesiz, bu olayı Hoca'mn kendisinin yapmış olabileceği asla düşünülemez. Ama o, bu tür kötü davranışlarla mücadele eden bir önderdir. Dolayısıyla Hoca, bu fıkrada hırsızın yerine kendini koyarak olayı ele alıyor. Böylece hırsızlığa dikkat çekerek bizi bu konuda düşündürüyor.
133
3. BÖLÜM
Ajaıı şekilde ele alınabilecek bir fıkrası da şöyledir: Hoca, bir gün tarlaya ot toplamaya gider. Bu esnada tarlada bostanlan görünce dayanamaz, çuvalına doldurmaya başlar. O sırada bostan sahibi gelir ve Hoca'ya burada ne aradığını sorar. Hoca da durumu kurtarmak için “Beni buraya rüzgâr attı, uçmamak için tutunduğum bostanlar da elimde kaldı.” Bostan sahibi sorar:” Hadi bunu anladık, peki bostanlan çuvala kim koydu?” Hoca, şöyle der: “İşte benim de ona aklım ermedi.”
Hangisini ele alırsak alalım, düşünme, akıl yürütme, soru sorma, ilişki kurma, aykırılık... gibi felsefeyle ilgili unsurlar görülür. Felsefede önemli bir kavram olan “düşünme”, ”aklını kullanma” kavranılan Hoca'da çok önemli görülen kavramlardır. Onun şu fıkrası bu durumun tipik bir örneğidir: “ Nasreddin Hoca, Akşehir pazannda bir adamın başma toplanmış olan kalabalığı görünce merak edip yanlarına yaklaşmış. Satıcı, elindeki papağanı elli akçeye satmaya çalışıyormuş. Oysa tavuklar beş akçeye satılmaktaymış. “Hoca, bu işe bir türlü akıl erdirememiş: -Hemşehrim, demiş bu nasıl bir kuştur ki elli akça istersin? -Hoca Efendi, demiş adam. Bu bildiğin kuş değildir. Özelliği vardır. -Peki, neymiş özelliği? -Buna papağan derler, insan gibi konuşur. Hoca, hemen eve koşmuş. Kümesten hindisini kaptığı gibi pazara dönmüş. Papağan satmakta olan adamın yanma durup yüksek sesle: -Bu gördüğünüz kuş yüz akçeye, diye bağırmaya başlamış. Papağan satıcısı bu işe şaşmış. Demiş ki: -Hocam, bir hindi için yüz akçe çok değil mi? -Sen minicik bir kuşu eliyle satıyorsun ama. -Fakat Hocam, benim kuş konuşur.
Hoca karşılık vermiş: Benim ki de insan gibi düşünür.”182 Bu fıkrada elbette mizahi bir taraf vardır. Fakat Hoca'mn “Düşünme” ile ilgili vurgusu onun bu kavram a ne kadar çok önem verdiğinin de b ir göstergesidir. Nasreddin Hoca'ya bilge niteliğinden dolayı çevresindeki kişiler, bir filozofun ilgi ve bilgi alanına giren sorular da sorarlar. Hoca da onlara en mantıklı cevaplan verir. Sorunun çözüm yollarım gösterir. “Dünyanın ortası neresidir?”, “Adam olmanın yolu nedir”, tarzındaki sorular, bu niteliktedir. Hoca, Tann-Evren meselelerine çok fazla girmez. Çünkü her şeyden önce bir din adamıdır. Bu konuya ilişkin kabulleri inandığı dinin ilkeleriyle zaten açıklığa kavuşmuş konulardır. Ama bu konular yine de insanlar için merak konusu olduğu için yer yer bunlara ilişkin fıkralar da söylemiştir. “Tarlada bir hayli çalıştıktan sonra adamakıllı yorulan Hoca, ulu bir ceviz ağacımn di-ıbine oturmuş. Bir, ağaçtaki küçücük cevizlere bir de tarladaki koca koca bal kabaklanna baktıktan sonra kendi kendine söylenmiş: - Tann'nm işine kanşılmaz ama bu ne ters iştir... Kabakların gövdesi ipincecik, sicim gibi; kabaklar kafamdan büyük! Ağacın ululuğu yanında şu cevizler de amma ufacık kalıyor! Tam bu sırada bir ceviz pat diye H oca'nın çıplak kafasına düşüverm iş. Hoca ellerini kaldınp dua etmiş: - Tövbe, Ulu Tanrım, bir daha senin işine kanşırsam iki olsun. Ya cevizler kabak kadar kocaman olsaydı!”
3. BÖLÜM
NASREDDİN HOCA’NIN FIKRALARI
136
Hoca, bu fıkrasıyla evrenin gerçeklerini tek başına akıl yoluyla çözmenin imkansızlığını belirterek, inanç meselelerinin kabule dayalı konular olduğunu belirtmektedir. Hoca, bir bilim dalı olan felsefenin kimi ilkelerine de fıkralarında yer vermiştir. Mesela basitçe “A, A'dır” biçiminde dile getirebileceğimiz özdeşlik ilkesi, sebepsonuç ilkesi Hoca'da sıkça görülür. Yalnız Hoca, fıkralannda bu ilkeleri kendine göre yorumlar. Mesela özdeşlik ilkesinde tam tersi bir algılamayla hareket eder. Varlığın ne olduğunu değil ne olmadığını öne çıkararak konuşur. Mesela “Eşeğine ters binme olayı” “kazanın doğurması” olayı buna örnek gösterilebilir. Şu fıkrada da bu tavn kendisini gösterir: “Hoca'ya: - Burnunu göster, demişler. Ensesini göstermiş... -AmanHocam, demişler, tamzıddınıgösterdin? Şu cevabı vermiş Hoca: - Bir şeyin zıddı bilinmez, anlaşılmazsa kendisi hiç bilinip anlaşılmaz!” Hoca, bu fıkrasıyla bir şeyin “ne olduğunu” açıklamak yerine “ne olmadığım açıklayarak burnun olam ayacağı yeri gösterm ekte ve ispatını bu şekilde yapmaktadır. Şu fıkra meseleyi sebep-sonuç ilkesine göre akıl yürüterek açıklamanın güzel bir örneğidir. “Hoca'nm tuza bastığı bir çömlek peyniri çalınmış. Hemen gidip köyün çeşmesi başında beklemeye koyulmuş. Sormuşlar: - Niye burada bekleyip duruyorsun? Hoca: - Peynirimi çalanları yakalamak için!
- Allah Allah! Nasıl iş?
137
da temas eder: “Bir gün adamın biri avucunda tuttuğu yumurtayı işaret ederek: -Hoca, elimdekini bilirsen, sana buradan bir kayganalık veririm demiş. Hoca, bunun üzerine: -Şeklini tarif et de bileyim, deyince adam: -Dışı beyaz içi sandır, diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hoca: -Bildim, demiş. Şalgamı soymuşlar, ortasını oymuşlar. İçine havuç koymuşlar.” “Toplum-insan” ilişkilerindeki konularda ise fıkra sayısının arttığım görürüz. Çünkü Hoca, bir toplumsal önder olarak içinde yaşadığı, çelişkilerini, sorunlanm gördüğü topluma bu anlamda yardımcı olmak istemektedir: 1.“Komşu kadınlardan biri, bir gün Nasreddin Hoca'ya: -Hoca Efendi, demiş. Bizim deli kıza muska mı yazarsın nefes mi edersin, ne yapacaksan yap da biraz akıllansın. Hiç sözümü dinlemiyor. Hep densizlik edip duruyor.
Hoca:
3. BÖLÜM
Felsefede varlıkları tanımada tanımlamaların özel bir yeri vardır. Hoca, bu konuya
NASREDDİN HOCA’NIN Fil
- Basbayağı! Peyniri yiyen suya gelir!”
-Hanım demiş. Senin kızına benim gibi bir ihtiyarın nefesi yetmez. Sen kızına hoca değil koca bul. Bak o zaman nasıl melek gibi olur.” 2.“Hoca bir gün hamama gitmiş. Yıkanıp paklandıktan sonra hamamcılar kendine, biraz da elbisesinin eski püskü olması nedeniyle, yırtık pırtık bir peştamal vermişler. Hoca yıkandıktan sonra ayna tutan hamamcıya on akçe vermiş. On akçe gibi bolca bahşişi gören hamamcılar, şaşırmış. Hoca'yı büyük bir saygı ile yolcu etmişler. Aradan az bir zaman geçtikten sonra Hoca gene aynı hamama gitmiş. Bu kez kendisine en iyi peştamalı vermişler, büyük itibar göstermişler. Yıkanıp çıkarken bu kez aynacıya bir akçe bırakmış. Hamamcılar şaşırınca şöyle demiş: - Bu seferki yıkanma parasım geçen sefer ödemiştim, bu bir akçe ise geçen seferki yıkanmanın ücretidir! 3.“Parasız bir gününde Hoca'nm canı helva istemiş. Doğru bakkala gidip sormuş: - Un var mı? -Var - Şeker? -Var! -Be mübarek neden helva yapıp yemiyorsun?” Bu fıkralann üçünde de toplumsal sorunlar ele alınmıştır. İlkinde Hoca, psikolog tavrını da takınarak sorunun asıl kaynağını göstermiş, İkincisinde toplumda sıkça görülen “görünüşe göre muamele”, üçüncüsünde ise “tembellik, üretimsizlik” sorunlanna temas etmiştir.
FIKRALARIN TASAVVUF! YORUMLARI Nasreddin Hoca'nın önce babasından ilim tahsil ettiği, ardından tahsiline Sivrihisar ve Konya medreselerinde devam ettiğini biyografisine ilişkin kaynaklardan ve fıkralarından çıkarabilmekteyiz. Yine tahsilin bitiminden sonra doğduğu köyde imamlık, Sivrihisar'da kadılık yaptığını aynı şekilde Akşehir'de de bu görevlerini sürdürdüğünü biliyoruz. Bütün bunlardan Hoca'yı ilim ehli bir kişi olarak görmemiz gerektiği ortaya çıkıyor. O dönemde tasavvufun da toplumu çok yalandan etkilemiş bir anlayış olduğu ortadadır. Neredeyse toplumun bütün fertleri devrin şartlarının da zorlamasıyla, tasavvufu bir kurtuluş olarak görmekteydiler. Nasreddin Hoca'yı bu genel durumdan ayn tutmak mümkün değildir. Dolayısıyla o da bir süfidir. Zaten onunla ilgili tarihi malumat veren en eski kaynaklarda da durum bu şekilde açıklanır. işte bu özelliğinden dolayı Hoca'nm fıkraları tasavvufi açıdan da yoruma tabi tutulmuştur. Fıkralarını bu şekilde yorumlayanların başında Burhaneddin Çelebi gelmektedir. O, Hoca'mn 121 fıkrasını bu şekilde yorumlamaktadır. Burhaneddin Ç eleb i, bu çalışm ad a k i am acın ı k ita b ın ın b aşın d a şöyle b elirtiy o r: “Nasrettin Hoca Hazretlerinin, Allah rahmet eylesin, zamanın seçkin kişisi, lâtif bir insan olduğu herkesçe kabul edilir. Bizler, hayat karşısında çocuklar gibi olduğumuzdan, Hakk'ın yolunu lâtifelerle, benzetmelerle ve mizahi olarak alay yoluyla söylerler. Hâlbuki bu şerefli kişinin benzetme ve alay yerini tutan güzel lâtifelerinin yalnız eğlendirmek için yapılmış sayılması, hakikati tam olarak anlayanlarca yeterli olmaz. Bir nice ince düşüncenin anlamlarım ve faydalı öğütleri içine alan hikâyelerin kabuğuna bakmayıp duruma uygun olanların özünden yararlanmanın daha doğru olduğu, pirimiz Hz. Mevlana'nm Mesnevi şerifinde mübarek beyitte buyurdukları gibidir:
Beytimiz beyit değildir ülkedir Alayımız alay değil derstir. Zira benzetme bir ülke yerini tutar, alay ders yerini tutar. Anlamı kapalı olduğundan rahmetlinin yüz yirmi bir adet latifesini (....) bir kısa, iyiye, güzele yorma olarak anlamaya ve açıklamaya giriştim.”183 Günümüzde İsmail Emre, Ah Günvar184 ve Şaban Abak, Batı'da ise İdris Şah, Hoca'mn bazı fıkralarım bu şekilde yorumlama eğilimindedirler:185 Yine Hoca'nm fıkralarım Pakistan'da faaliyette bulunan bir Nakşibendi grubunun sırf bu maksatla, bir eğitim ve öğretim malzemesi olarak kullandığı bilinmektedir.186 Bu konuda yapılan yorumlardan bazılan şöyledir: l.'Bir gün mahalle çocuklan: -Geliniz Hoca'yı ağaca çıkaralım, pabuçlarını çalalım, diyerek bir ağacın dibine gelip: -Bu ağaca kimse çıkamaz, derler. Hoca, gelip: -Ben çıkanm, deyince: Çıkamazsın, derler. Hoca, tamam deyip eteklerini beline sokar, pabuçlarını da beline koyar. Çocuklar: -H oca, p ab u çları niye b elin e soktun, d ed ik lerin d e şu cev ab ı verir: -B elk i ağ açtan ö tey e b ir yol v ard ır. H azır y an ım d a b u lu n su n la r."
Yorumu: Dünya, ahiretin tarlasıdır doğru sözüne uygun olarak azığını yanına al. Çünkü gidilecek yol yokuştur. Uzun, uzak bir yola gideceksin. Ahiret azığı dünyadan gider. Aklını başına topla. Yolunda soyguncu vardır. Uğraşıp yüksek makama varılacak. Elin dolu olsun. Boş olmasın” demeyi tembih eder.”188 2. "Bir gün Hoca, baştanbaşa siyahlar giyerek dışarı çıkmış, gezermiş. Hoca'nm halinde bir acayiplik olduğunu görenler sormuşlar: -Hocam, niye böyle baştanbaşa karalar giymişsin? Hoca, ciddiyetle cevap vermiş: -Oğlumun babası öldü de onun yasını tutuyorum."
Yorumu: Hoca, insanların bir maddi bir de manevi varlıklar olduğunu anlatmak istemiş. Kendisinin maddi varlığı etten, kandan ibaret vücududur. Manevi varlığı ise, Allah'ta fani olmuştur. Hoca "ölmeden evvel ölmek" sırrına mazhar olduğu için maddi vücudun geçici bir varlık olduğunu, nefsinin arzularım öldürdüğünü halka anlatmak istiyor bu sözüyle. Fakat övünmek için değil, onları uyandırmak için. "Allah varken, benim varlığımın ne kıymeti olabilir? İşte o da öldü gitti." demek istiyor. Siyah elbise giymesi, "yas tutuyorum" demesi, onlara bu işi anlatabilmek içindir. 3.“Bir gün Akşehir halkından bazı kimseler Nasreddin Hoca'ya: ”Hoca, senin evliyadan bir kimse olduğun söyleniyor. Bu doğru mu? derler. Hoca'nm böyle bir iddiası olmamıştır ama bu defa “Öyledir” der. Bunun üzerine berikiler; Hoca, derler. Evliya keramet sahibi olur ve kendisini böyle gösterir. "Peki" der Hoca, "öyleyse bir oyun yapalım bakalım" dedikten sonra karşıdaki dağa 'Ey dağ, şöyle yanıma gel" der. Tabi dağ gelmez. Bunun üzerine Hoca yürür, dağın yanma gider. Orada durur. Bunun üzerine diğerleri “Yahu Hoca" derler. "Bu ne biçim iş? Dağ sana gelmedi. Sen dağa gittin. Hoca şöyle cevap verir: "Bir tevazu sahibiyiz. Dağ bize gelmezse biz dağa
gideriz.”
Yorumu: Asıl olan keramet göstererek kendi büyüklüğünü ispat değil, tevazu göstererek Allah'ın rızası ve tertibine tabi olmaktır. Gerçek keramet dağın insana gelmesinde değil insanın dağa gitmesindedir.189
142 Şükrü Kurgan, bu metinleri hikâye olarak isimlendirmektedir. Bknz. Şükrü Kurgan, Nasreddin Hoca, s. 25 143 Dursun Yıldırım, Fıkra Türünün Özellikleri, Türk Dünyası El Kitabı, c. 3, s. 334 144 M. Sabri Koz, İncelenmemiş Bir Nasreddin Hoca Yazması, 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 210 145 İsmail Yakıt, Nükte ve Latifelerin Eğitim Felsefesi Açısından Önemi ve Nasreddin Hoca, 1. Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 126 146 Nejat Muallimoğlu, Nasreddin Hoca: Bir Mizah Üstadı mı Yoksa Dünya Çapında Bir Hümorist mi? Türk Edebiyatı dergisi, sayı 255, s. 25 147 Abdullah Özbek, Nasreddin Hoca'ya Hikmetli Bakış, 1. Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 305 148 Yaşar Barut, Nasreddin Hoca Fıkralarının Çağdaş Eğitim İlkeleri Açısından Değerlendirilmesi, 1. Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s.402
NASREDDİN HOCA’NIN Fil
143
3. BÖLÜM
149 Haşan Koksal; Mizah Kuramlarını Nasreddin Hoca Fıkralarıyla İrtibatlandırabilir miyiz? 1. Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s.394 150 Abdullah Özbek; Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca, s. 66 151 Erdoğan Tokmakçıoğlu, Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, s. 77 152 Kavaf: Kunduracı. 153A hm et K abaklı, M izahta A lp-E ren: H oca R ahm etullah, T ürk E debiyatı dergisi, sayı 255, s.7 154 Erdoğan Tokmakçıoğlu, Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, s. 50 155 Betül Demirelma, Nasreddin Hoca Fıkralannda Türk Gelenekleri ve Türk Kültür Hayatının İzleri, 1. Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 378 156A hm et K abaklı, M izahta A l-E ren: H oca R ahm etullah, T ürk E d eb iy atı d ergisi, sayı 255, s.7 157 Dursun Yıldırım, Fıkra, Türk Dünyası El Kitabı, C.3, s. 336 158 Şeref Boyraz, Nasreddin Hoca Fıkralarında Zaman, Mekân ve Şahıslar, Nasreddin Hoca'ya Armağan, s.74 159İsmail Yakıt, Nükte ve Latifelerin Eğitim Felsefesi Açısından Önemi ve Nasreddin Hoca, 1. Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 134 160Fikret Türkmen, Nasreddin Hoca Latifelerinin Şerhi, s. 60 161 Mehmet Aycı, Nasreddin Hoca, s. 40 162Mehmet Aycı, Nasreddin Hoca, s. 45 163Kamil Veli Nerimanoğlu, Mitten Geleceğe, 1.Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri s. 39 164Ufuk Tavkal, 1.Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 286 165 Samim Kocagöz, Aktaran Saim Sakaoğlu, Nasreddin Hoca, s. 25 166 Şükrü Kurgan,Nasreddin Hoca, s. 82-83 167Mehmet Aydın, Nasrettin Hoca s. 35 168Mehmet Aydın, Nasrettin Hoca s. 56 169İsmail Karaahmetoğlu, Nasreddin Hoca, Hüsnü Yurdusev'in yazısı, s. 20, 170 Saim Sakaoğlu ile Nasreddin Hoca Üzerine, Yedi iklim, s. 88 171 Ali Berat Alptekin, Azerbaycan'da Anlatılan Nasreddin Hoca Fıkralarının Bazı Özellikleri Üzerine, 1. Uluslararası Nasreddin Hoca Bilgi Şöleni Bildirileri, s.83 172Y akup C iv e le k , Ç uha: A ra p la rın N a sre d d in H o c a sı, Y edi İk lim , say ı 1 38-39, s . 120-124 173Mustafa Tekin, Sosyal Kontrol Bağlanımda Nasreddin Hoca Fıkraları, 1. Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s.241 174Erdoğan Tokmakçıoğlu, Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, s. 67-68 175 Şükrü Kurgan, Nasreddin Hoca, s. 60 176 Suat Öz, Türkçe Düşündü Türkçe Söyledi, Çınar dergisi sayı 555-56 s. 31 177 Şaban Abak, a.g. y. s. 13t 178Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca, s. 329 179 Şükrü Kurgan, Nasreddin Hoca Fıkralannda Türk Halk yaşayışının İzleri, Türk Dili Türk Halk Edebiyatı Özel sayısı, s. 483-497 180 Öner Yağcı, Nasreddin Hoca, Yaşamı ve Fıkralan, s. 28 181 Ziya Gökalp, Halk Klasikleri-1, s. 23 182Ahmet Özdemir, Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler, s.63 183Fikret Türkmen, Nasreddin Hoca Latifelerinin Şerhi,, s.43-44 184Ali Günvar, Yedi iklim Dergisi, a.g.y. s. 9-11 185Bu yorumlar hakkında daha fazla örnek için Bkn. Yedi İklim Dergisi sayı 138-139'da Ali Günvar ve Şaban Abak'ın Y azıları, B urhaneddin Ç eleleb i'n in bibliy o g rafy ad a adı verilen eseri ve İsm ail E m re.net sitesi 186 Sedat Topçu, Nasreddin Hoca Fıkralannda Mizah Anlayışı, 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, s. 349 187Fikret Türkmen, Nasreddin Hoca Latifelerinin Şerhi, s.78 188Fikret Türkmen, Nasreddin Hoca Latifelerinin Şerhi, s. 113 189A li Günvar, Bana Dam dan Düşmüş Olan B ir D oktor G etirin, Yedi İklim dergisi, sayı, 138-39, s .11
rtkralardan Seçmeler Nasreddin Hoca'nın tarihi ve efsanevi kimliğini, kişiliğini, dilini, düşüncesini ve halkın onu nasıl algıladığını, dünya milletlerinin onu değerlendirdiğini anlamanın en iyi yolu fıkralarını okumaktır. Bu amaçla bu son bölümde onun fıkralarına yer veriyoruz. Fıkralar, kaynaklarda karışık olarak sıralanmaktadır. Biz bunları, daha toplu ve doğru bir değerlendirmeye konu olması açısından belli başlıklara göre sınıflayarak aldık.
KARISIYLA İLGİLİ FIKRALAR HOCA'NIN KARISI “Hoca bir gün yorgun argın eve dönünce, kendisini kapıda karısı asık yüzle karşılar. Hoca, merak edip sorar: -Hayrola hanım, bu ne surat böyle. Bir şey mi oldu? -H asta kom şum uz vardı ya, dem iş karısı, H akk'ın rahm etine kavuştu.
Hoca: -Ya, demiş, Allah rahmet etsin. Başımız sağ olsun! Karısının suratında herhangi bir değişiklik göremeyince de: -Ben, demiş, senin düğün evinden gelişini de bilirim.”
BANA GÖRÜNME DE "Komşuları bir olup Nasreddin Hoca'yı evlendirmişler. Fakat Hoca, o zamana kadar bu kadım görmemiş. Bir de bakmış ki kadın çirkin üstelik huysuz biri. Ama ne yapsm! Çaresiz kabullenmiş. Sabah olunca karısına: -Ben pazara gidiyorum, demiş. -Sen bilirsin Efendi, demiş, ama bir sorum var. Evde sen yokken kime görüneyim kime görünmeyeyim? Hoca şöyle cevap vermiş: -Aman Hanım, bana görünme de kime görünürsen görün.”
GEÇİNMEYE GÖNLÜM YOK “Hoca, karısını boşamak üzere kadıya başvurmuş. Kadı, davayı görmeye başlarken sormuş: -Karının adı neydi? -Bilmiyorum, demiş Hoca. -Kaç yıldır evliydiniz?
-On iki. -Nasıl olur? İnsan on iki yıllık karısının adını öğrenmez mi? -ilk geceden geçinmeye niyetim yoktu, demiş Hoca, onun için adını bile sormadım.” KARISINDAN KORKM AK “Bir gün bir mecliste sohbet ediliyormuş. Konu kadından korkup korkulamayacağı m e se le siy m iş. T artışm a u zay ıp g itm iş. O sıra d a b iris i d em iş ki: -Karısından korkanlar otursun, korkmayanlar ayağa kalksın. Nasreddin Hoca tabi ki kalkmamış. Ona sormuşlar: -Hocam, sen de mi korkuyorsun yoksa? -Tabi korkuyorum, demiş. Görmüyor musunuz adı anılınca dizlerimin bağı çözüldü. Yerimden kalkamadım.” MAVİ BONCUK “Hoca'nın iki hanımı varmış. Bunlara birbirinden habersiz birer mavi boncuk vermiş ve kesinlikle ötekine göstermemesini tembih etmiş. Bir gün hanımlar Hoca'mn yanına gelerek sormuşlar: -Hocam, hangimizi daha çok seviyorsun? Hoca, işi hemen bağlamış: -Mavi boncuk kimdeyse, onu, demiş.”
YUNUS OLMAK "Hoca'nın ilk zamanlar çocuğu olmuyormuş. Karısı bu duruma çok üzülüyormuş. K ad ın y in e b ir gün bu k o n u y u h a tırla y ıp b a şla m ış sö y len m ey e: -Hamur yapsam kesenim yok, evi süpürsem gezenim yok, yemek pişirsem yiyenim yok. Neyleyim ben böyle dünyayı. Hoca ne yapsın. Karısına hiçbir şey demeden şöyle içini açmak için evden uzaklaşmış. Balık tutanların yanma gitmiş. Ama karısının hali gözünün önünden gitmiyormuş. Bu üzüntüyle insan bastığı yeri bilir mi? Ayağınm kaymasıyla göle yuvarlanması bir olmuş. Balıkçılar, Hoca'yı gölden çıkarmışlar: -Ne yaptın Hoca, demişler. Ne işin vardı gölde? Hoca içini çekmiş: -Ne yapayım demiş. Bu dünyada bir Yunus olamadım; bari yunus balığı olayım dedim.”
YERİNDE YELLER ESECEKTİ "Günlerden bir yaz günü, Hoca iyice terler. Gömleğini çıkarıp bir dala asar. Kendi de oturur, karısıyla çene yarıştırmaya başlar. Derken bir rüzgâr eser. Ne ağaçta dal kalır, ne dalda gömlek! Hoca: -Ey kancığım. Bir kurban kesmek farz oldu bize, diye söylenir. Karısı bu damdan düşer gibi sözden bir şey anlamaz.
-H ay ırd ır E fendi kurban k esecek ne var bunda, diye sorunca Hoca: -Bre karı!.. Görmüyor musun gömleğin halini? Ya ben de içinde olsaydım!... Şimdi benim de yerimde yeller esecekti, der.” İK İ KIYAMET “Sormuşlar Hoca'ya: - Kıyamet ne zaman kopacak? diye. Bu kez Hoca sormuş: - Hangi kıyamet? - Aman Hoca, demişler, kaç kıyamet var ki? - îki kıyamet vardır, diye cevap vermiş, karım ölürse küçük, ben ölürsem büyük kıya-ımet kopar!” BIRAKIN DA AĞLAYAYIM “Hoca'mn kansı hastalanmış. Rahmetli, karısının başucuna oturup başlamış ağlamaya. Konu-komşu: - Hocam, demişler, ağlayıp harap etme kendini, inşallah iyileşir. - Yok, demiş, ben iş güç sahibi adamım, yann bakarsınız işim çıkar, bir yere filân giderim, iyisi mi elim boşken doyasıya ağlayayım!” EŞEĞİN YEM İ "Hoca ile karısı eşeğe yemi hangisinin vereceği konusunda tartışmaya başlamışlar.
H o ca, b ak m ış ki ta rtış a ra k so n u ca v a ra m a y a c a k la r, şö y le dem iş: -H atu n , bu b ö y le o lm ay acak . En iy isi ilk k o n u şan y em in i v ersin. Karısı, bu teklifi kabul etmiş. Susup oturmuşlar. Biraz soma kansı sıkılıp komşuya gitmiş. Hoca tek başma otururken eve hırsız girmiş. Ne varsa derleyip toparlamış. H o ca, h ırs ız ın g ü rü ltü sü n ü d u y m u ş am a y e rin d e n k ıp ırd a m a m ış. Hırsız, onu dilsiz sanıp oturduğu odadaki eşyayı bile alıp götürmüş. Kansı eve gelince eşyaların yerinde yeller estiğini kimi öteberinin de yerlere atıldığın görünce: -Eyvah Efendi, demiş ne oldu burada? Hoca, sevinçle yerinden kalkmış: -Hadi bakalım, demiş ver eşeğin yemini.”
DÖRT KİŞİ SIĞAR MI? "Hoca'nm kansı ölmüş. Bir zaman soma Hoca dul bir kadınla evlenmiş. Kadın, daha ilk geceden, ölen eski kocasım anmaya, onun iyiliklerini sayıp dökmeye başlamış. Hoca başlangıçta aldırmamış ama giderek o da karşılık vermek için eski karısını anar olmuş. Bir gece kadın yine eski kocasından söz ederken dayanamayıp bir tekme vurmuş, onu yataktan düşürmüş. Kadın: - Efendi, niye kızdın? diye sorunca: - Be kadın, demiş, bir sen, bir eski kocan, bir ben, bir de benim eski kanm... İnsaflı ol... Dört kişi bu daracık yatağa sığar mı?”
DAHA GİDEYİM M İ? “Hoca bir gece karısıyla yatarken kadın: - Efendi, demiş biraz öteye gidiver! Hoca kalkmış, kavuğunu cübbesini giymiş düşmüş yollara. Sabaha kadar yürüdükten sonra bir tanıdığına rastlamış. Adam sormuş: - Nereye böyle Hocam? -Vallahi, demiş, bilmem. Sana zahmet bizim eve kadar git, hanıma sor, daha gideyim
KARI KORKUSU "Hoca, ocakta ateş yakmak istemiş, üflemiş üflemiş odun yığınını bir türlü tutuşturamamış. Sonunda gidip karısının çarşafını giymiş, geçmiş ocağın başına, bir üfürüşte ateşi yakmış ve söylenmiş kendi kendine: - Tevekkeli değil, ocak bile bizim kandan yılarmış!” ÇOCUKLARIYLA İL G İL İ FIKRALAR YAĞMUR YAĞARSA “Hoca'nın kocada iki kızı varmış. Bir gün bunlar babalarını ziyarete gelmişler. Hoca, kızlarına: -Geçiminiz nasıldır, diye sormuş.
K ızların birisinin kocası kirem itçi, ötekininki ekinciym iş. Biri demiş ki: -Kocam, çok testi, çömlek, küp yaptı, kurumaya bıraktı. Yağmur yağmazsa bana esvap alacak. Öteki de: -K ocam çok ekin ekti, yağm ur yağarsa beni H acc'a götürecek dem iş. Bunun üzerine Hoca: -İk in izd en b iri ayvayı y iy ecek ; am m a han g in iz b elli d eğ il, d em iş.” TESTİ KIRILINCA “Hoca, kızını çeşmeye göndermiş. Testiyi eline verdikten soma da yüzüne iki tokat vurmuş. Ardından da: -Sakın testiyi kırma, diye tembihlemiş. Bu durumu görenler: -Hoca! Ne yapıyorsun böyle. Çocuk testiyi kırmadı ki sen onu dövüyorsun. Hoca, şöyle demiş: -A n lam ad ığ ın iş şudur: T estiyi k ırd ık tan sonra d ö vsen ne o la c a k .” BABASÖZÜ "Nasreddin Hoca ve oğlu bir gün değirmende buğdayı öğütüp un çuvallarını eşeğe yükledikten soma baba oğul köye dönüyorlarmış. Yolda bir çayı geçmeleri gerekmiş. Eşeğin yularını Nasreddin Hoca'nm oğlu çekiyormuş. Hoca, karşı kıyıya geçmiş. Bir de bakmış ki eşeğin sağ tarafındaki çuval aşağı doğru kayıyor, oğlu da ne dese tersini yaparmış.
Hoca seslenmiş: -Evlat, sol taraftaki çuval aşağı kayıyor, düzeltiver. Olacak bu ya oğlu, Hoca'mn bu kez tam dediğini yapmış, tabii denge bozulunca çuvallar da eşek de çaym içine yuvarlanıvermiş. Hoca demiş ki: -Hey mübarek kırk yılda bir baba sözü dinledin, beni iki çuval undan bir de eşekten ettin!" NEREYE “Nasreddin Hoca ile oğlu yolda giderken bir cenazeye rastlamışlar. Kadının biri ölünün ardından ağıt yakıyormuş: - Ah bir tanem, bir elin yağda, bir elin bağda idi, yediğin önünde, yemediğin ardında idi!.. Bütün bunları bıraktın şimdi tam takır, kuru bakır bir yere gidiyorsun! Oğlu, Nasreddin Hoca'yı dürterek şöyle demiş: - Baba, baba!.. Duydun mu? Cenazeyi bizim eve götürüyorlar.” SUS KIZIM SUS “Bir gün Hoca merhumun kızı bir şey almak için kilere girer. Bir de ne görsün! Babası, bir küpün dibinde yatıyor. Kızcağız neye uğradığını bilememiş, kanı iliği kuruyup şaşırmış bu duruma: -Aman baba, bu ne hal böyle! însan gelir de burada yatar mı hiç? deyince, Hoca'ya bir gariplik çökmüş:
-Sus kızım sus; şu gurbet ellerde ölüp gideyim de, ananın elinden kurtulayım bari, demiş.” RA M A ZA N IN KAÇI? "Hoca, Ramazan aymda bir tane çömlek bulup içine günde bir taş bırakmaya başlamış. Hoca'mn kızı çömleği görüp o da her gün bir taş koymuş. Bir gün Hoca'ya: -B ugün ayın k a ç ıd ır? ”diye sorm uşlar. A slın d a ayın yirm i beşi im iş. Hoca: -Biraz sabredin, diyerek eve gelmiş. Çömleği dökmüş, taşları saymaya başlamış. Bakmış ki yüz yirmi taş olmuş. -Eğer bunun hepsini söylersem hiç olmaz” diye düşünmüş ve: -Bugün ayın kırk beşidir, demiş. Halk da: -Ay, otuz gündür sen kırk beşidir dersin Efendi, deyince Hoca: -Ben insafla söyledim, eğer çömlek hesabına bakarsanız, bugün ayın yüz yirmisidir.” AĞLAMAK “Hoca'nm kansı ölmüş. Yemek işi de ona kalmış. Bir gün çorba pişirmiş. Baba oğul karşılıklı sofraya oturmuşlar. Çocuk aceleciymiş. Çorbanın soğumasını beklemeden bir kaşık içmiş. Boğazı fena halde yanmış. Gözlerinden yaşlar gelmiş. Hoca, oğluna neden ağladığını sormuş.
Oğlu da: -R ah m etli anam bu ç o rb ay ı çok sev erd i. O ak lım a g eld i, dem iş. Oğlunun sözleri Hoca'yı da hüzünlendirmiş. O da çorbadan bir kaşık içmiş. Onun da boğazı yanmış ve gözlerinden yaşlar gelmiş. Bu defa da oğlu muziplik olsun diye sormuş: -Baba sen neden ağlıyorsun? Hoca, derin bir âh çekerek şöyle demiş: -Rahmetli anan melek gibi bir kadındı. Ölürken senin gibi bir çocuğu bana yadigâr bıraktı da ona ağlıyorum.”
İĞNE İPLİK “Hoca kızım gelin etmiş. Düğün alayı bir hayli köyünden uzaklaştıktan sonra kızına yetişip şöyle demiş: - Kızım, dikiş dikerken iğneye geçirdiğin ipliğin ucunu düğümlemeyi unutma, sonra iplik çıkar iğne elinde kala kalır...”
SIĞIRCIK YAVRUSU “Nasreddin Hoca'nın beş altı yaşındaki oğluna patlıcanı gösterip sormuşlar: -Evladım, bu nedir? -Gözü açılmadık sığırcık yavrusu...
Hoca, gururlanarak söze karışmış:
-Vallahi am caları, demiş. Ben öğretm edim . A kıllı oğlan kendisi buldu.” KOMŞULARIYLA İLG İLİ FIKRALAR İŞİN ÇARESİ “Adamın birine babasından büyük bir miras kalmış. Fakat adam, kısa sürede har vurup harman savurarak elindeki bütün parayı bitirmiş. Adam, Hoca'ya dert yanarak şöyle demiş: -Hocam, işte böyle... Şimdi çok kötü haldeyim. Dilenecek duruma geldim. Bana bir çare söyle. Hoca, sakalını sıvazladıktan soma: -Merak etme evlat demiş. Yakında bu dertten kurtulacaksın. Mirasyedi adam heyecanlanarak sormuş Hoca'ya: -Yine zengin mi olacağım? -Hayır evladım, demiş Hoca, züğürtlüğe alışacaksın.” YAŞIN KAÇ? “Hoca'mn içinde bulunduğu bir toplulukta yaştan söz ediliyormuş. Sırası gelince ona da yaşını sormuşlar: -Hocam ya, senin yaşın kaç? -O da hiç düşünmeden “Elli.. ."deyiverir. Bir Hoca'ya bakarlar bir de söylediklerine. Onun yaşının elli olduğuna inanmazlar. Bu arada içlerinden biri Hoca'ya takılır:
-Ama Hocam nasıl olur? Ben senin on yıl önce de aynı cevabı verdiğini hatırlıyorum. Hoca, yavaşça sakalını sıvazlayarak cevap verir. -Efendi, biz sözümüzün eriyiz, asla sözümüzden dönmeyiz.” HOCA'NIN EVİ "Nasreddin Hoca, yeni bir ev yaptırmak ister. Ölçer, biçer, evin planım hazırlar. Tam karar verip temeli kazacağı sırada biri çıkagelir: -Hocam, m utfağı şuraya koy, der. H oca'nın aklı yatar,
denileni yapar.
Derken biri daha gelir: -Olmamış hocam... Şu oda ile mutfağı değiştir, der. Bu plan H oca'nın daha çok hoşuna gider. Planı bozar, yeniden düzenler. Birkaç gün sonra, bir başkası daha gelir, o da bir şeyler söyler. Hoca bakar ki olacak gibi değil, halkın dilinden kurtuluş yok. Hemen Akşehir meydanına koşar: -Ey ahali! der. Görüyorsunuz ev yaptırıyorum Allah aşkına, ne söyleyecekseniz hepiniz birden ve şim diden söyleyiniz. Ben de işim i rah at rah at b itire y im .” EŞEĞE SORAYIM “Bir gün komşusu Hoca'mn kapısına gelir. Niyeti, Hoca'nm eşeğini birkaç saatliğine istemektir. -H ocam , d eğ irm en e k a d a r g id ip g eleceğ im . E şe ğ in i v e rir m isin ?
-Dur komşu dur, der H oca... Eşeğe bir danışıp geleyim bakalım ne diyecek? Hoca, ahıra doğru yönelirken komşusu da şaşkın şaşkın bakınmaktadır. Bir süre soma Hoca dışarı çıkıp komşusuna seslenir: -Komşum kusura bakma, eşek gitmek istemiyor. Bana dedi ki sen veriyorsun ama başımıza gelenlerden haberin olmuyor. Hem beni dövüyorlar hem de sana ve hanımına sövüyorlar. Doğru söze ne denir komşu.” HIRSIZIN SUÇU “Bir gün Hoca'nın eşeği çalınmış. Aramışlar, taramışlar ama bulamamışlar. Teselli etmeye çalışan dostları, bu işte Hoca'nın kusuru olduğunu söylemeye çalışmışlar: -Hiçbir tıkırtı da duymadın mı? -Eşeği herhalde iyi bağlamadın? -Ahırın kapışım açık bıraktın herhalde? Hoca, bir dinlemiş, iki dinlemiş dayanamamış: -İnsaf yahu demiş, nerdeyse bütün kusur benim. Hırsızın hiç kusuru yok mu?” YAŞ M ESELESİ “Bir gün Hoca, evinde otururken kom şularından biri telaşla kapıyı çalmış: -Aman Hocam, bizim evde karımla baldızım fena kapıştılar, saç saça baş başa dövüşüp duruyorlar. Bir türlü ayıramadım. Yetiş, yardım et.
Hoca sormuş:
-Kavga neden çıktı, yaş meselesinden mi? -Hayır, demiş komşusu, başka bir konu. -Öyleyse hiç telaşlanma evladım. Yüreğini serin tut. Şimdiye kadar barışmışlardır.” BORÇ İSTEM E “Bir gün yolda giderken arkadaşlarından biri Hoca'mn yanma gelir. Aslmda bu adam aldığını geri vermeyenin birisidir. -Hocam, senden bir isteğim var. Nasreddin Hoca, adamın niyetini hemen anlar. Muhakkak yine para isteyecektir. -Benim de senden bir isteğim var. Gel önce sen onu yerine getir. Sonra şeninkini dinleyeyim. -Peki Hocam, neymiş bakalım senin isteğin? -Ne olursun benden yine borç para isteme!..” İNCE HESAP “Hoca, bahçesini kazıyormuş. -Kolay gelsin Hoca, demişler komşuları. Kuyu mu açıyorsun? -Yok, demiş. Geçenlerde evi onardık. Çıkan molozlar ortada kaldı. Onlan gömeceğim. -Peki şimdi çıkan toprağı ne yapacaksın?
Hoca'nm tepesi atmış:
-Bakın ben öyle ince hesaplara gelemem. O gün gelsin. Onun da bir çaresini buluruz.” KUYRUKSUZ SIPA “Hoca, eve yorgun argın dönmüş. Karısının pişirdiği bulgur pilavını kaşıklayıp kamını doyurmak için sofranın başma oturmuş. Tam o sırada komşusunun çocuğu kapısını çalmış: -Hoca Efendi yetiş. Babam seni acele çağırıyor. Hoca, kalkıp gitmiş. Meğer eşeği kuyruksuz sıpa doğuran komşu bunun nedenini öğrenmek için çağırtmış Hoca'yı. Biraz soma Hoca, asık yüzle eve dönünce karısı sormuş. -Efendi, komşu niye çağırmış seni? -Bırak canım, demiş Hoca. Kırk yılda bir kan koca güle oynaya bulgur pilavı yiyecektik, komşunun eşeği kuyruksuz sıpa doğurmuş.” ÇORBANIN KOKUSU “Hocanın canı şöyle sımsıcak bir çorba çeker. Dolaba filan baksa da çorbanın olmadığını görünce hayal kurmaya başlar. Dumanı üzerinde kokusu etrafa yayılmış mis gibi bir çorba.. Çorbanın kendisi olmasa bile hayali ona yetmektedir. Tam Hoca, bu h ay alle avunurken k ap ısı çalın ır. G elen kom şusunun çocuğudur. -Hoca Efendibabam hasta yatıyor. Varsa bir tas çorba verin de içirelim . -Ah yavrum keşke olsaydı da verseydim . B abana geçm iş olsun deyiver. Çocuğu uğurlayıp kapıyı kapattıktan sonra başlar kendi kendisine söylenmeye:
-Pes doğrusu şu bizim komşular da amma adamlar be... İnsanın hayalindeki çorbanın bile kokusunu alıyorlar.” İPE UN SERMEK “Komşulardan biri Hoca'dan ip istemeye gider. Hanımı çamaşır yıkamış ama iplerini bulamamışlar. Hoca, komşunun ödünç aldığı eşyalarla ilgili huyunu bildiği için önlem almak ister: -Bir dakika komşum, içeri bir bakıp geleyim. Hoca, biraz sonra üzgün bir tavırla döner. -Kusura bakma komşum, ip ne yazık ki boş değil. Bizim hanım ipe un sermiş. Bu cevaba önce şaşıran kom şu k en d in i to p a rlay ıp H o ca'y a çık ışır: -H iç öyle şey o lu r mu H ocam . îp e un serild iğ i nerede g örülm üş? Hoca komşusuna şu cevabı verir: -Yahu kom şum , insanın verm eye gönlü yoksa un da serer saman d a ...” K IRK Y ILLIK SİRKE “Hoca'mn komşusu bakar ki evde sirke kalmamış. Hemen çocuğunu Hoca'ya gönderir. Hoca'da da kırk yıllık sirke vardır, biraz isteyiver, der. Hoca'nın evine giden çocuk kapıyı çalar. Komşu çocuğunu karşısında gören Hoca: -Hayrola, der, ne var yine? -Hoca emmi, babam Hoca'ya git. Onda kırk yılık sirke vardır. Biraz versin, al da gel, dedi.
Hoca, sirkeyi vermeden yana değildir. -Evladım sirkemi veremem. Her isteyene verseydim kırk yıllık sirke kalır mıydı?” KADI OLAN EŞEK “Bir gün Hoca, eşeğini kaybeder. Ararken birine sorar: -Eşeğimi gördün mü? Adam, Hoca'ya dalga geçmek için: -Gördüm, der, falan yerde kadılık yapıyor. Hoca, hiç istifini bozmaz: -Doğrudur, ben talebelere ders verirken kulaklarını dikip dinliyordu, der.” KIZARMIŞ BILDIRCIN “Hoca pazardan birkaç bıldırcın almış. Karışma kızarttırıp pilâv yaptırmış, dostlarım da yemeye çağırmış. Ancak, Hoca'ya takılmak isteyen biri kızarıp pişmiş bıldırcınları gizlice kaldırıp yerine canlılarını koymuş. Tam yemek vakti tencerenin kapağını açtıklarında bıldırcınlar pır diye havalanıp uçuverince, Hoca şöyle söylenmiş: - Hey Yâ Rabbim, haydi bıldırcınları canlandırıp sevindirdin, ama benim, yağımı, tuzumu, biberimi, odunumu alıp üzmeye ne hakkın var?” ÇOCUKLAR VE GENÇLERLE İLG İLİ FIKRALAR KAVUK “Bir gün sokakta oynayan çocuklar Hoca'nm çok hoşuna gitmiş. Onlan seyretmeye
başlamış. Çocukluk günleri aklına gelmiş. Derken yaşım başım unutup o da çocukların oyunlarına katılmış. Fakat yaramazlardan biri, Hoca'nm başından kavuğunu kaptığı gibi arkadaşlarına atmış. Kavuk, bohça niyetine elden ele dolaşmaya başlamış. Hoca, ne yaptıysa da kavuğunu ele geçirememiş. Sonunda nefes nefese: -Çocuklar, etmeyin, eylemeyin. Sizin yaptığımz çok ayıp dese de kim dinler? Çocuklar oralı bile olmamışlar. Kavukla oynamaya devam etmişler. Tabi kavukta kavukluk hah kalmamış. Hoca, bakmış ki kavuğu kurtaramıyor. Çaresiz oradan uzaklaşmış. Eşeğine kavuksuz binmiş. Hoca'yı yolda bu durumda görenler sormuşlar: -Hayrola Hoca! Kavuğuna ne oldu? Hoca, gülerek şu cevabı vermiş: -Ne olacak, çocukluğu aklına geldi. M ahalledeki çocuklarla oyun oynuyor.” BU KADAR TAVUĞA BİR HOROZ LAZIM “Akşehir çocukları, ceplerine birer yumurta alarak Nasreddin Hoca'yı da yakalayıp zorla hamama götürmüşler. Soyunmuşlar, yıkanmışlar. Hoca göbek taşında yatarken, önceden anlaştıkları şekilde içlerinden biri demiş ki: -Çocuklar! Gelin bir oyun oynayalım. Oyunda kazanamayan hamamın parasım versin, olmaz mı? - Nasıl bir oyun? -Herkes bir yumurta yumurtlasın. Yumurtlamayan, hepsinin hamam parasım versin.
Çocuklar hep bir ağızdan bağırmışlar: -Olur. Soma da Hoca'ya sormuşlar: -Bu işe sen ne dersin Hoca? Konuşmanın başından beri onları dikkatle dinleyen Hoca, sesini çıkartmamış. Biraz sonra çocuklar, birer birer gıdaklamaya başlamışlar, peştamallarının arasına sakladıkları yumurtaları çıkarıp Hoca'ya göstermişler. Bunun üzerine Hoca ayağa kalkm ış, ellerini, kollarını çırpıp sallayarak horoz gibi ötm eye başlamış: -Öörü'ööööö! Çocuklar bu ummadıkları hareket karşısında şaşırmışlar: -Ne yapıyorsun Hoca Efendi? demişler. -Ne yapacağım , demiş Hoca.. Bu kadar tavuğa elbette bir horoz lazım .” ÜZÜMLERİN TADI “Hoca bağından eşeğine iki küfe yükleyip evine dönerken çevresini çocuklar sarıp kendisinden üzüm istemiş. Rahmetli herkese birer salkım üzüm vermiş. Çocuklar: -Hoca birer salkım üzüm az değil mi diye sorunca demiş ki: -Çocuklar, ha bir salkım ha on salkım hepsinin tadı aynıdır!” HOCA ÖLÜNCE “Kasabanın şakacı delikanlıları Hoca'mn yolunu kesmişler:
-Sen ölmüşsün Hoca, demişler. Cenazeni kaldıracağız. Hoca direnecek olmuş ama zorla soyup teneşire yatırmışlar. Su ısıtmaya başlamışlar. O sırada yoldan geçmekte olan birini de çevirmişler. -Hocamız öldü, biraz sonra cenaze namazını kılacağız. Sen de cemaate katıl. Adam: -Ş ak an ın sıra sı d eğ il, acele işim var, d iy e re k gitm ey e dav ran m ış. Hoca, teneşirden başını kaldırarak: -Boşuna direnme evladım demiş, cemaat hazır. Ben gideceğim sen de namazımı kılacaksın.”
KARIŞAN AYAKLAR “Birkaç çocuk Hoca ile şakalaşmak istemişler. Dere kenarına oturmuş ayaklarım suya sokmuşlar. Hoca oradan geçerken kendi aralarında tartışır gibi yapmışlar. -Benim ayağım nerede? -Hayır o senin ayağın değil. -Hasan'm ayağı benimkiyle karıştı. Hoca, yanlarına yaklaşınca içlerinden biri: Hoca Efendi, demiş. Ayaklanmız karıştı. Hoca, sakin sakin: -D urun ço cu k lar dem iş. B en şim di h er ayağın sah ib in i b u lacağım .
Eline bir değnek alıp suyun içine sokmuş. Çocukların ayaklarına vurmaya başlamış. H epsi de can acısıyla ay ak ların ı sudan çıkarm ak zorunda k alm ışlar.” AĞAÇ VE PAPUÇ “Birkaç yaramaz çocuk, bir gün Hoca'ya bir oyun oynayıp, onu ağaca çıkartıp pabuçlarını alıp kaçalım diye bir düzen kurmuşlar. Hoca'yı yolundan çevirip: -Hocam, demişler, hiç birimiz şu ağaca tırmanamadık, sen tırmanabilir misin pabuçsuz? -Tırmanırım demiş, Hoca. Çocuklar: -Haydi bakalım öyleyse, demişler. Tırman da görelim. Hoca pabuçlarını çıkartmış, koynuna koymuş ve başlamış ağaca tırmanmaya. İstediklerini elde edemeyen çocuklar bağırmışlar: -Hocam niye pabuçlarını koynuna koydun? Çocukların hilesini sezen Hoca, tırmandığı ağaçtan seslenmiş: -E ee, ne y ap arsın ız çocuklar, b ak arsın ız ağ açtan öte yol g ö rü n ü r!” PARA VE DÜDÜK “Bir gün Hoca merhum, çarşıya gidiyormuş. Çocuklar yolunu kesip birer düdük ısmarlamışlar. Ancak içlerinden sadece birisi para vermiş. Fakat Hoca hepsine: - Peki, peki!... demekle yetinmiş.
Çocuklar dört gözle akşamın olmasım beklemişler. Akşam Hoca, çarşıdan gelirken hep birden önüne çıkıp: - Düdük, düdük! diye bağnşmaya başlamışlar. Hoca Efendi sabahleyin kendisine parayı veren çocuğa düdüğü uzatmış. Diğer çocuklar: -Hani bizim düdükler? deyince Hoca da: - Parayı veren düdüğü çalar, demiş.”
ESKİ AY “Bir gün Akşehir gençlerinden bir kaçı toparlanırlar ve cevabı güç sorular sorarak Hoca'yı zor duruma sokmak isterler. Bunlar, Hoca'ya giderek: -Hoca Efendi! Yeni ay girince eskisini yaparlar? diye sorarlar. Hoca, hiç tereddüt etmeden: -Ne yapacaklar! Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar, demiş.”
YARIN KIYAMET KOPACAK “Hoca'nm pek sevdiği besili bir kuzusu varmış. Akşehir'in gençleri bu kuzuya göz koymuşlar. Hoca'ya giderek: -Hocam, yann kıyamet kopacakmış. O zaman bu kuzuyu ne yapacaksın? Bari kes de afiyetle yiyelim ve son günün tadını çıkaralım, demişler. Hoca, hiç oralı olmamış. Fakat gençlerin ısran da bitmemiş. Hoca, bakmış kurtuluş yok. Kuzusunu kesmeye karar vermiş. Birlikte kıra gitmişler. Hoca, kuzuyu kesmiş, ateşi yakıp kendi eliyle kebap yapmaya başlamış. Gençlerin keyfine diyecek yokmuş. Dört dörtlük
bir ziyafet olmuş. Ardından da hırkalarını ve ceketlerini çıkarıp oyuna dalmışlar. Hoca, bunların bıraktıkları elbiseleri toplayıp ateşte yakmış. Biraz sonra dönen gençler, elbiselerini göremeyince ne olduğun sormuşlar: Hoca da: -Hepsini ateşe attım ve yaktım demiş. Gençler telaşla: -Aman Hocam, Sen ne yaptın? Biz şimdi ne giyeceğiz? dediklerinde hiç oralı olmamış: -Yarın kıyam et kopacak olduktan sonra elbiseyi ne yapacaksınız? dem iş.” EŞEĞİYLE İL G İL İ FIKRALAR HOCA'NIN EŞEĞİ “Hoca, bir gün eşeğiyle derin bir uçurumun kıyısından gidiyormuş. Birdenbire eşeğinin ayağı kaymış. Daha Hoca, ne oluyor demeye kalmadan hayvan aşağıya doğru uçmuş, hızla düşüp parçalanmış. Hoca durup bir süre ardından baktıktan sonra söylenmiş. -B iz im
e şe k
u ç m a sın ı ö ğ re n m iş
am a k o n m a sın ı ö ğ re n e m e m iş .”
ANCAK VARIRIM “Akşehir pazarına gelen birkaç köylü Hoca'yı kendi köylerine Cuma namazı kıldırmaya çağırmışlar. -Hay hay gelirim, demiş Hoca.
E rtesi gün de eşeğ in e b in ip y ola düşm üş. Yolda tan ıd ık lard an biri: -Nereye böyle Hoca, demiş. Hoca, birkaç saat ötedeki köyün adını söylemiş, Cuma namazı kıldırmaya gittiğini söylemiş. Tanıdığı: -Ama Hoca, demiş, bugün Salı daha... -Bu eşekle ancak varırım, demiş Hoca.” EŞEĞİN KAÇ AYAĞI VAR? “Hoca, bir gün eşeğiyle yola koyulmuş. Karşısına çıkan biri: -Hoca Efendi, demiş. Eşeğinin kaç ayağı var? Hoca inmiş, eşeğinin bacaklarını birer birer yokladıktan sonra: -Dört ayağı var demiş. Bu konuşmayı işitenler: -Hocam, demişler eşeğinin kaç ayağı olduğunu bilmiyor muydun, ne diye saydın? Hoca, gülümsemiş: -Biliyordum bilmesine de dün akşamdan beri bakmamıştım. Belki bir değişiklik olmuştur diye yeniden saydım.” TURŞU SATAN EŞEK “Hoca, turşuculuk yapmaya karar vermiş. Bir turşucunun eşeğini ve araç-gerecini satın almış. Ertesi gün de yola koyulmuş. Eşek, alışkanlığı gereği sık sık turşu alan
evlerin önüne geldikçe anırmaya başlıyormuş. Böylece Hoca'nm “Turşu...” diye bağırmasını önleyip duruyormuş. Oysa Hoca, bir kerecik olsun bağırmak için yanıp tutuşuyorm uş. B irkaç kez dövm üşse de eşek huyundan vazgeçm em iş. Bir gün yine kalabalık arasına girmişler. Hoca sesinin çıktığınca “Turşu...” diye bağırmaya hazırlanırken eşek yine anınvermiş. Eşekten düşmüşten beter olan Hoca eşeğe dönüp onu azarlamış: -B ana bak ark ad aş, tu rşu y u sen mi satacak sın ben mi satac ağ ım ?” TÜRKÜ SÖYLEYEREK EŞEK ARAMAK “Hoca bir gün dağ yolunda ilerlerken bakmış etrafta bir sürü köylü, telaş içerisinde köşe bucak aranıyorlar. Hoca'yı görünce: -Aman Hoca, ne olur bize yardım et! demişler. Subaşı'nın eşeği kayboldu, onu arıyoruz. Bulamazsak canımıza okur. Bunun üzerine Hoca da aramaya başlamış. Ararken de bir yandan türkü tutturmuş, onu söyleyip duruyormuş. Hoca'mn bu haline şaşırarak sonmuşlar: -Hoca hiç eşek böyle türkü söylerken aranır mı?... Hoca cevap vermiş: -Kaybolan eşek senin değilse tabi ki aranır!..” BOZ EŞEK “Hoca'nm boz bir eşeği varmış. Fakat çok huysuzmuş. Hoca, bu yüzden satmaya karar vermiş. Eşeği pazara götürmüş. Biri gelip dişine bakacak olmuş. Adamın elini
ısırmış. Biri gelip sırtına bakacak olmuş ona da çifte atmış. Bu böyle devam edip gitmiş. Eşeğe her yaklaşan nasibini almış. Bu durumu gören satıcıların başı: -Hoca Efendi, demiş. Bu azılı eşek önüne geleni tepiyor. Bu gidişle onu kimse almaz. Böyle bir belaya kim sahip olmak ister? Hoca: -C anım efendi, dem iş. Ben de zaten satm ak için getirm edim buraya. Adam, iyice meraklanmış: -Peki niye getirdin? Rahmetli bir eşeğe bakmış, bir başım sallamış: -K om şularım bu eşek ten n eler çek tiğ im i g ö rsü n ler diye g e tird im ...” EŞEĞİN İSTEDİĞİ YERE “Nasreddin Hoca bir gün eşeğine binmiş. Eşeğin inadı tutmuş. Bir türlü eşeğin başım gideceği yöne çevirememiş. Bunu gören komşusu: -Nereye gidiyorsun Hocam? diye sormuş. Hoca da: -Eşeğin istediği yere, demiş.”
BİNME ADABI “Hoca eşeğine ağır bir yük yüklemiş. Bu da yetmezmiş gibi bir de yüklü eşeğin üzerine çıkıp dehlemiş. Dehlemiş ama Hoca'nınki binme değil; ayaklar üzengide, ayakta. Karşıdan gelen bir Akşehirli; - Yahu Hocam, seksen yaşına geldim böyle eşeğe binen görmedim, deyince, Hoca: - Ahbap demiş, zaten zavallıcık yükü zor çekiyor, üstüne üstlük ayaklarımı da taşıyor, bir de ben oturursam yazık olmaz mı hayvana...” BİR DAĞIN ARDI KALDI “Hoca kaybettiği eşeğini arıyormuş. Ama nasıl arama, mübarek düğüne gidiyor sanki, hem türkü çığırıyor hem eşeği anyor... Görenler: - Hayırdır, demişler, böyle ne dolanıp duruyorsun? - Bizim eşek kayboldu da, demiş Hoca. - İlahi Hocam, demiş biri. Türkü söyleyerek eşek aranır mı? - Şu dağın ardına da bakayım, demiş Hoca, bulamazsam, siz o zaman görün bendeki feryadı!” EŞEK KAYBOLUNCA “Nasreddin Hoca yoksulluktan pek yakındığı günlerde bir de eşeğini kaybetmiş. -Karakaçan'ımı bir bulayım, dünyada başka bir şey istemeyeceğim, diye yeminler etmiş. B ir süre sonra eşek bulunm uş. H oca'ya ne hissettiğini sormuşlar. O da:
-Çok mutluyum, demiş. Allah yoksul kulunu sevindirmek isteyince eşeğini önce kaybettiriyor, sonra bulduruyor.”
HAYVANLARLA İLGİLİ FIKRALAR YAS TUTUYORLAR “Hocanın tavuğu ölmüş. Civcivlerin de başıboş kalmış. Hoca kaybolmalarından korkmuş. Boyunlarına siyah bezler bağlamış. Sonra da içlerinden ip geçirip birbirlerine bağlamış. Meraklı bir komşusu sormuş: -Hoca o civcivlerin boynundaki de nedir? Komşusunun merakına içerleyen Hoca, cevabı yapıştırmış: - Anneleri öldü de yas tutuyorlar.”
TARİFESİ BENDE “Bir gün adamın biri Hoca'ya ciğer tarifinden bahseder. Hoca, tarifi bir kağıda yazar. Sonra ciğerciden ciğer alıp evine giderken bir ara dalgınlaşır. O esnada bir kartal durum u fırsat bilip yere süzülür. H oca'nın elindeki ciğeri kapıp kaçar. Hoca, ne yapsın. Kuş olup kanatlanacak hali de yok. Sangının araşma soktuğu ciğer tarifinin yazılı olduğu kâğıdı çıkanp kartala seslenir: -Boşuna sevinme. Ciğeri ağız tadı ile yiyemeyeceksin. Ciğer sende ama tarifesi bende.”
HOCA'NIN ÖKÜZÜ DÖVMESİ “Bir gün Hoca'nın tarlasına bir öküz girmiş. Hoca, bir değnek alıp üzerine gidince öküz kaçmış. Sonra o öküzü bir arabaya koşulmuş halde görünce yine eline bir değnek
alıp öküze vurmuş. Öküzün sahibi: -Hoca, benim öküzümden ne istersin, deyince: Hoca: -Sen onu bana değil ona sor. O kabahatini biliyor, demiş.” KÖPEK "Hoca'nın ayağım Akşehir'de bir köpek ısırmış. Olaym ardından aylar geçtikten sonra H oca S ivrihisar'da rastladığı b ir köpeği dövm eye başlam ış. Sorm uşlar: - Niçin dövüyorsun? - Beni Akşehir’de ısırmıştı! - Nasıl olur? Burası Sivrihisar, bu köpek o köpek değildir! Hoca, köpeği dövmesini sürdürürken yanıt vermiş: - Tabii bu köpek o köpek değildir, ama onun soyundandır!” KARATAVUK "Hoca kara bir tavuğu satmak için pazara götürmüş. Ancak renginden ötürü kimse tavuğu almak istememiş. Hatta biri: - Beyaz olsaydı, alırdım, demiş. Bunun üzerine Hoca bir kalıp sabun bularak tavuğu çeşmede yıkamış, yıkamış ya, rengi gene kara! Müşteriye duyururcasına:
-Aferin be boyacıya, demiş, öyle boya kullanmış ki tavuğun rengini aklaştırmanın mümkünü yok!.. Bu sözden pek hoşlanan müşteri kara tavuğu hemen satın almış.” BUZAĞI - İNEK “Hoca'nm buzağısı ahırdan boşalıp avluda ne kadar çiçek, sebze varsa, bir o yana bir bu yana zıplayarak harap etmiş. Bunu gören Hoca değneğini kaptığı gibi ahırda bağh duran ineği dövmeye başlamış. Kansı: - Yahu, demiş, ortalığı buzağı berbat etti, sen ineği dövüyorsun. Hoca: - Karışma hatun işime, demiş, inek yavrusuna iyi terbiye verseydi bunları yapmazdı buzağısı!” KAPLUMBAĞA “Hoca çift sürerken bir de bakmış karşısında ufacık bir kaplumbağa yavrusu. Tarlada debelenip debelenip kendine yol bulmaya çalışıyor. Eline alıp, yavru kaplumbağaya şöyle demiş: - Nedir bu telâşın, gözle beni, sen de çiftçilik öğren!” HOCALIĞI İLE İLG İLİ FIKRALAR DEVENİN KANADI “Hoca bir gün vaaz verirken: - Ey cemaat, demiş, Allah'a ne kadar şükretseniz az. Ya deveyi kanatlı yaratsaydı?
-Cemaatten birisi: -Hocam, bunun şükürle ne ilgisi var? Deyince, Hoca cevabı yapıştırmış: -Senin dama bir konsaydı görürdün.” NE ZAMANA KADAR? “Bir gün Hoca, camide vaaz ederken cemaatten biri ayağa kalkıp: -Hoca Efendi! Ne zamana kadar insanlar bir taraftan doğacaklar ve bir taraftan ölecekler? Diye sorar. Hoca, hemen cevabı yapıştırır: -Cennet ve cehennem doluncaya kadar.” NAR BİTTİ “Bir gün bir molla Konya yolunda yolculuk ediyormuş. Bir yandan da rastladığı b ilg ili k işile re so ru lar so rarak b ilm ed ik lerin i öğrenm eye çalışırm ış. Bir gün kendisine şöyle demişler: -Bu gibi meseleleri Akşehir'deki Nasreddin Hoca da bilir. Molla'nın yolu daha sonra Akşehir'e düşmüş. Daha kasabaya girmeden yol kıyısındaki bir tarlada çift süren bir adam görmüş. Sırtı heybeli, ayağı çarıklı, başı sarıklıymış. Meğerse bu, bizim Hoca'ymış. Yanına yaklaşmış. Konuşmaya başlamışlar. Söz arasında Molla: -Buraya yolum düşmüşken Hoca Nasreddin'i göreceğim, demiş. Öğrenmek istediğim bazı şeyler var.
-Hoca, benim, demiş. Molla, hemen sorularına başlamış. Hoca, mollanın mendilindeki kıpkırmızı narlara takılmış. -Şu narlardan bana verirsen sorularım cevaplarım. Molla razı olmuş. O sordukça Hoca, nar alıp sorulara cevap veriyormuş. Sonunda narlar tükenmiş. O sırada Molla: -Bir sorum daha var diyecek olmuş. -Yürü, git işine demiş Hoca, narların tükendi.” ALTI PARMAK “Bir gün bir misafirlikte Hoca, sofraya pek nazla niyazla oturur. Ama yemeğe başlayınca da beş parmağını bile yiyecek olur. Sözünü bilmezin biri sözün önünü ardını hesap etmeden: -Hoca Efendi üç parmakla yemek sünnettir. Ne diye beş parmakla yiyorsun, deyince Hoca da: -Ne diye olacak altı parmağım olmadığı için, der.” TABUTUN NERESİNDE? “Sormuşlar Hoca'ya: - Cenaze taşınırken tabutun ne tarafında bulunmalı; önünde mi, arkasında mı, sağında mı, solunda mı? diye.
Hoca cevap vermiş: -İçinde bulunmayın da nerede bulunursanız bulunun!”
ELBİSELERİN NE YANDA İSE “Biri Akşehir Gölü'ne girip boy abdesti alacakmış. Nasreddin Hoca'ya sormuş: - Abdest alırken ne yana döneyim? Kıbleye mi? Hoca, şöyle demiş: Elbiselerin ne yanda ise o tarafa dön.”
HOCA'NIN CEVABI “Sorduğu gereksiz sorularla ün yapmış birisi Akşehir'e gelmiş. -Bu şehrin en bilginiyle görüşmek istiyorum, demiş. Adamı Hoca'mn yanma götürmüşler. Adam Hoca'ya: -Efendi, demiş. Sana kırk soru soracağım. Ama bunların hepsine birden tek cevap vereceksin. Hoca: -Sor bakalım, demiş. Adam, kırk soruyu birbiri ardınca sormuş. Onu dikkatlice dinleyen Hoca, sorular bitince adama dönmüş ve ona: -Bilmem, diye cevap vermiş.”
KUYRUKLU YALAN “Bir gün, Nasreddin Hoca, camide vaaz veriyormuş. Cemaatten bir kısmının esnediğim, b ir k ısm ın ın u y u k la d ığ ın ı fark ed in ce şö y le k o n u şm ay a b aşlam ış: -Bir sabah, Akşehir'den dışarı çıkmıştım. Çayın kenarında dört ayaklı ördekler su içiyorlardı. Dört ayaklı ördek sözünü işiten cemaat, gözlerini açarak Nasreddin Hoca'yı dikkatle dinlemeye başlamış. Bunun üzerine Nasreddin Hoca: -Yahu!... Siz nasıl adamlarsınız. Deminden beri size vaaz ediyorum, uyukluyorsunuz da, k u yru k lu b ir y alan u y d u ru n ca h ep in izin g ö zleri açıld ı, d em iş.” PARA VE DUA “A k şeh ir'in zen g in lerin d en b iri N asred d in H o ca'y a elli kuruş verip: -H ocam , dem iş. Bunu al e bana beş vak it nam azında dua et, dem iş. Hoca, aldığı paranın on kuruşunu geri uzatmış: Neden böyle yaptığım soran adama şöyle demiş: -Çoktandır sabah namazına kalkamıyorum. Onun için hakkım olmayan parayı alamam.” İK İ AYAKLI “Adamın biri, Hoca'yla dalga geçmek ister. -Hoca der. Senin nasıl büyük bir hoca olduğunu herkes söylüyor. Madem öyle, şu eşeğin ayaklarına oku üfle de iki ayaklı olsun.
4. BÖLÜM
FIKRALARDAN
SEÇMELER
180
Hoca: -Ben bu eşeği iki ayaklı yapamam ama okursam seni dört ayaklı yapabilirim, diyerek adama haddini bildirir.” SOL AYAK “Abdest alırken su yetişmemiş, Hoca da bu yüzden sol ayağını yıkamamış. Namaz kıldırırken sağ ayağının üstüne basıp solunu havaya kaldırınca cemaat sormuş: - Hocam, ne yapıyorsun böyle namaz kıldırılır mı? - Ne yapayım, demiş, sol ayağımın abdesti yok!” BİLMENİN ÜÇ YOLU “Nasreddin Hoca bir cuma günü, kürsüye çıkınca: - Ey Müslümanlar, demiş, bugün size ne anlatacağımı biliyor musunuz? Cemaat şaşkın, cevap vermiş: - Bilmiyoruz! Hocanın, madem bilmiyorsunuz, o hâlde konuşmaya gerek yok demesiyle kürsüden inmesi bir olmuş. Kimse bu işin hikmetini çözememiş. Cemaat kendi arasında, bir dahaki sefere Hoca aynı soruyu sorarsa "biliyoruz" diyelim kararma varmış. Hoca, ertesi cuma günü kürsüde tekrar aynı soruyu sorunca verilen karar üzere cemaat: - Biliyoruz! cevabım vermiş. Hoca: - O hâlde konuşmama hacet kalmadı, diyerek yine kürsüden inmiş.
Bir sonraki cuma vaazında Hocamız cemaate yine aynı soruyu sorunca, önceden anlaştıkları üzere bazısı "Biliyoruz." bazısı "Bilmiyoruz." demişler. Hoca bağdaş kurduğu kürsüden inerken cemaate seslenmiş: -îyi ya, bilenler bilmeyenlere anlatsın!”
KADILIĞI İLE İLGİLİ FIKRALAR SEN DE HAKLISIN “Adamın biri Hoca'ya kadılık yaparken gelip hasmı hakkında verip veriştirdikten sonra: - Haklı değil miyim? demiş! Hoca: - Haklısın! demiş. Adam gitmiş, bu kez hasmı gelmiş; giden için ağzına geleni söyleyip kötüledikten sonra sormuş: - Haklı değil miyim Hocam? Hoca: - Yerden göğe kadar haklısın, demiş. O da gitmiş... İki adamı ve Hoca'yı dinleyen karısı kendini tutamayarak sormuş: - îlâhi Hoca Efendi, ne garip insansın, birini dinledin, haklısın dedin, ötekini dinledin, ona da haklısın dedin, bu ne biçim iştir? Hoca bir süre düşündükten sonra: - Vallahi hatun, demiş, galiba sen de haklısın!”
SİZ DIŞARI ÇIKIN “Nasreddin Hoca'mn kadılık yaptığı günlerden birinde, bir adam bir köpek öldürmüş. Bu suçundan dolayı onu mahkemeye vermişler. Günü gelince mahkeme salonu tıka basa dolmuş; salonu dolduranların gürültülerinden rahatsız olan Nasreddin Hoca, sinirlenerek şöyle demiş: -Bu kalabalık da neyin nesi? Yahu, siz dışarı çıkın da, ölenin akrabalarından kimler varsa onlar gelsin içeri." SOKAĞI KİM TEM İZLER “B ir gün H oca, kadıyla sohbet ederken, içeri iki kişi girm iş. B unlar: -Evlerimizin tam birleştiği yerde sokağa bir köpek pisledi. Bunu hangimiz, temizleyecek? diyorlarmış. Her ikisi de pisliğin öbürünün evine daha yakın olduğunu belirterek onun temizlemesi gerektiğini söylüyorlarmış. Kadı onları dinledikten sonra, davayı önemsemeyerek, şaka olsun diye Hoca'ya: -Bu davayı sen gör, demiş. Hoca ise Kadı Efendinin kendisini şakaya aldığını anlayarak şöyle söylemiş: -Efendiler, orası sokak olduğu için, ikinizin de değil, kamunun malıdır. Bu durumda, orayı ne sen, ne de sen temizleyeceksin; orayı kamu hizmeti gören Kadı Efendi temizlemelidir.” TOKAT “Bir gün, adamın biri Nasreddin Hoca'ya haksız yere bir tokat vurur. Hoca, adamı kadıya şikâyet eder.
Adam, kadıya önceden rüşvet verir. Bu yüzden mahkeme günü geldiğinde kadı: -Tokatın cezası bir akçedir. Adam gidip getirip versin, diye adamı mahkemeden uzaklaştırır. Hoca hileyi anlar. Bir süre bekledikten sonra yerinden kalkıp kadıya bir tokat atar. Ardından da şöyle der: -Ben daha fazla bekleyem em . Adam gelince o b ir akçeyi sen alıver.” SARHOŞ KADI “Sivrihisar kadısı gece gündüz içermiş. Bir gün Hoca, talebesi Imad'la kırlarda dolaşırken bir de bakmış Kadı su kıyısında sızmış yatıyor. Cübbesi bir yanda, sarığı bir yanda.... Hoca, cübbeyi giymiş, sarığı da başma sanp evine gitmiş. Kadı kendine gelince adamlarına buyruk vermiş: -Cübbemle sarığımı kimde görürseniz yanıma getirin. Ertesi gün Hoca'yı pazarda kadımn cübbesi ve sarığı ile gören mahkeme görevlisi yaka paça sürükleyip götürmüş. Halk da ne oluyor diye peşlerine düşmüş. Mahkemeye varmışlar. Kadı sormuş: - Hoca, sırtındaki cübbe ile kavuğu nerde buldun? -Dün talebemle birlikte dolaşmaya çıkmıştık diye söze başlamış Hoca. Bir su kıyısında kör kütük sarhoş bir adam gördüm. Cübbesi bir yanda, kavuğu bir yandaydı. Ben de onları başkaları almasın diye alıp getirdim. Kadı Efendi sahibini belki tanırsın, tanıyorsan söyle de geri vereyim. Kadı kendini toparlamaya çalışarak:
-Nereden tanıyayım, demiş, sen güle güle giymen bak.” BUĞUNUN PARASI “Akşehirli yoksulun biri, ancak kuru ekmekle karnını doyurabilmektedir. Bazen de biraz daha farklı bir tat almak amacıyla ekmeğini bir aşçınm tenceresinden yükselen buğuya tutmakta, onunla yumuşatmaktadır. Aşçı bir gün bu yoksul adamın yakasına yapışıp para ister. -Buğumun parasım ver. Adamın verecek parası yoktur. Sonunda aşçı şikâyetçi olur ve soluğu Kadı'da alırlar. O sırada Hoca da gölge kadısı olarak görev yapmaktadır. -Nedir şikâyetiniz? Aşçı başlar anlatmaya. Böyleyken böyle..Yoksul adam da anlatır. Şöyleyken şöyle diye.. Hoca, kararım vermekte gecikmez. Aşçıyı yanma çağırır ve iki avucunun arasına aldığı iki üç altım onun kulağının dibinde sallayıp sesler çıkarır. Sonra da dönüp kararım bildirir: -Al bakalım paranı. Buğuyu satan parasım sesini alır.” HINK DAVASI “Hoca'nın kadılık yaptığı zamanlarmış. Bir gün, kendisine garip bir dava gelmiş. Davacı, davalı için şöyle diyormuş: -Bu adam ormanda odun keserken her balta vuruşunda “hınk” deyip kendisini gayrete getirdim. Şimdi karşılığını istiyorum vermiyor.
Hoca, bir süre düşündükten sonra davalıdan para kesesini istemiş. Adam, bundan bir şey anlamamış ama keseyi de uzatmış. Hoca, keseden paralan çıkanp bir tahta üstünde paraları saymış. Tabi paralar tahtaya düştükçe ses çıkanyormuş. Hoca, daha sonra davacıya dönüp: -Tamam demiş. Hakkını aldın. Hadi git. Adam: -Ama paralan vermediniz, diyecek olmuş. -Hınk diyenin hakkı budur demiş Hoca. Sesine karşılık para sesi verdim sana. Böylece sen hakkını almış oldun.” YALANCI ŞAHİT "Hoca bir gün Kadı'yı ziyarete gitmiş. Eşeğini de mahkeme kapısının önüne bağlamış. Derken mahkemeye yalancı şahitlik yapan birini getirmişler. O zamanlar bu suçun cezası eşeğe ters bindirip çarşı-pazar dolaştırmakmış. Kadı, Hoca'dan eşeğini rica etmiş, yalancı şahidi hayvana ters oturtup çarşı-pazar dolaştırmaya götürmüşler. Hoca, eşeğin dönmesi için akşama kadar beklemiş. Birkaç gün sonra Hoca kadıyı gene ziyarete gitmiş. Bakmış aynı yalancı şahit ve gene bir eşek aranıyor, adama: - Bana bak arkadaş, demiş, yalancı şahitliği bırak ya da kendine bir eşek al!" RÜYADA PARA VEREN "H ocanın kadılığı zam anında adam ın biri m ahkem eye b ir adam getirip: - Hocam bu adam rüyamda benden zorla yirmi akçe aldı, fakat şimdi istiyorum
vermiyor. Ben de mahkemeye getirdim. Benim hakkımı bu adamdan al, der. Hoca şikâyet edilen adama: - Ver bakalım yirmi akçe, der. Adam çaresiz çıkarır verir. Hoca alır eline parayı, avucunun içinde şıkırdatmaya başlar. Daha sonra da davacıya dönüp şöyle der: - Duydun değil mi paraların şıkırtısını? Rüyada para veren uyandıktan sonra ancak onun şıkırtısını alır. Adam Hocanın bu kararına itiraz edemez. Nasreddin Hoca da parayı aldığı adama geri verir.”
BİLSEYDİM “Hoca eşeğini çaldırmış. Çırpınıp bağırmaya, etrafı aramaya başlamış. Kendisini gören kadı çağırıp sormuş: - Eşeği kime, nasıl çaldırdın? Hoca, kadıya şöyle ters ters baktıktan sonra: -Bu soruların cevabım bilseydim çaldırmazdım! demiş.”
HIRSIZ VE DİLENCİLERLE İLGİLİ FIKRALAR TAŞINMAK “Bir gece Hoca uyurken evine hırsız girmiş. Evde işe yarar ne varsa alıp evine doğru yola çıkmış. Bunu gören hoca, acele ile geri kalan eşyaları toplayıp hırsızın peşine düşmüş. Hırsızın arkasından evine de girmiş. Birden Hoca'nın farkına varan hırsız
şaşkınlıktan bağırmış: -Evimde bu saatte ne arıyorsun? Hoca pek sakin: -Oğlum biz bu eve taşınmadık mı? diye sormuş.” PAPUÇLARIMI ÇALDI “Bir gün yine Hoca'nm evine hırsız girmiş. O, öteyi beriyi karıştırırken hoca, onun kapı önüne bıraktığı pabuçları saklamış. Hırsız çalacak bir şey bulamamış. Giderken pabuçlarını da göremeyince yalınayak sokağa çıkmış. Hoca, ardından bağırmış: -Tutun hırsızı kaçıyor. Hoca'nm komşuları evlerinden fırlayıp adamı yakalamışlar. Hırsız: -in sa f edin dem iş. Eve giren benim am a p abuçlarım ı çalan k en d isi.” BURAYA SAKLANDIM “Nerde eli uzun cebi delik varsa Hoca'nın evini yol etmiş. Hafta sekiz gün dokuz demiyorlar kapıdan olmasa bacadan damlıyormuş biri. Soya soya tıngır elek tıngır saç bir kuru tahta üstünde bırakmış rahmetliyi. Bir gün gene bir hırsız girmiş. Herifçioğlu odanın birini açıp bakmış. Tam takır. Ötekini açıp bakmış. Bir iki bakır. Bunlar da ne yükte hafif ne pahada ağır derken birini daha açıp bakmış ki ne görsün! Bizimki elini yüzüne kapamış bir köşede oturup duruyor. Hırsız ne diyeceğini ne yapacağım şaşırıp da:
-Hoca Efendi bu karanlık odada ne yapıyorsun deyince Hoca acınacak bir halde:
SEÇMELER
-Ne yapayım oğul demiş. Şu koca konaktan eli boş döneceğine utandım da gelip buralara saklandım.”
4. BÖLÜM
FIKRALARDAN
188
KEBABIN SESİ “Hoca, bir gece vakti talebesiyle evine dönüyormuş. Yolda bir dükkânın önünde hırsızların toplandıklarını, içlerinden birinin dükkânın kilidini açmaya çalıştığını görmüşler. Hoca, o adamlarla başa çıkamayacağını anlayınca, hiç sesini çıkarmadan oradan uzaklaşmış. Talebesi sormuş: -Hocam, bu adamlar gece vakit ne yapıyorlar burada? Hoca, şöyle demiş: -Birisi rebap çalıyor. Ötekiler de onu dinliyorlar. -Ama demiş talebesi. Rebabın sesi hiç çıkmıyor. Hoca gülmüş ve şöyle demiş: -Onun sesi yarın çıkar.”
YORGAN GİTTİ KAVGA BİTTİ “Bir gün sokakta, bir gürültü kopar. Herkes dışan dökülür. Hoca da gürültü üzerine kendini yataktan atar. Karısı Hoca'ya: -Neyine lâzım elin üç koyunu ile beş keçisi. Yat yerinde der.
Ama Hoca, durmaz, yorganına sarılıp bürünüp şöyle bir kapıdan görünür. Rahm etli ne olup bittiğin anlamadan üstündeki yorgan kim vurduya gider. Hoca, yorganın ardına baka baka geri döner, gelir. Kansı: -Neymiş bu kavganın aslı diye sorar. Hoca: -Ne olacak. B izim yorganm ış d ertleri. Yorgan gitti, kavga b itti d er.” OYUN “Hoca bir gün, hırsız ve cimri bir komşusuna bir oyun oynamaya karar vermiş. O adamın uyuyan kazlarından birini cübbesinin içine saklamış. Bir süre soma kazdan hiç ses çıkmayınca endişelenmiş. Kazm havasızlıktan boğulup öldüğünü sanmış. Cübbesini açmış. Kaz da her zamanki gibi “susss! “diye bir ses çıkarmış. -Aferin sana demiş. Sen sahibinden daha akıllıymışsın. Ben de sana aynı şeyi söyleyecektim.” YİNE SÖZ DİNLEMEDİN “Hoca pazardan eşek satın almış. Eşeği yularından tutmuş, evine götürüyormuş. Yolda iki hırsız ona sezdirmeden eşeğe yaklaşmışlar. Biri yuları çözmüş eşeği alıp götürmüş. Öteki de kendi başına geçirmiş, Hocanın ardınca yürümüş. Evin kapısına gelip de başını çevirince eşek yerine tanım adığı biriyle karşılaşınca, şaşkınlıkla:
-Sen kimsin? diye sormuş.
Kurnaz adam, başını önüne eğip: -Sorma efendi, demiş. Anamın çok canını sıktım. O da beddua etti, inşallah eşek olursun, dedi. Ben de eşek oldum. Pazara götürüp sattılar. Siz alınca sayenizde, yeniden insan kılığına girdim. Hoca adama acımış: -Bir daha ananın sözünden çıkayım deme, diye öğütler verdikten sonra salmış. Ertesi gün pazara gidip de dün satın aldığı eşeği görünce hayvanın kulağma eğilmiş: -Seni k öftehor190 seni, demiş. Yine söz dinlem eyip ananı darıltm ışsın!" M İSAFİRLİKLE İL G İL İ FIKRALAR UYKUM YOK “Hoca bir köye konuk olmuş. Biraz sohbetten sonra, yatma zamanını geldiğini anımsatmak için: -Hocam, demişler. İhsanlar neden esner? Yemek çıkarmadıklarından, aç karnına nasıl uyuyacağını düşünürmüş Hoca. -Ya açlıktan ya uykusuzluktan, demiş. Kendini zorlayıp esnedikten sonra eklemiş: -Ama benim uykum yok!" SUSUZ MUSUN, UYKUSUZ MU? “Misafir kaldığı bir evde Hoca'ya sormuşlar:
- Hocam, susuz musun uykusuz mu? -Şu cevabı vermiş rahmetli: - Buraya gelirken bir pınar başında uyumuştum!”
TİLKİYE CEZA “Ramazan'da imamlık yapmak için Hoca bir köye gitmiş. Bakmış ki imam var. Bir başkasına gitmiş, o köyün de imamı varmış. Aksilik bu ya hangi köye vardıysa aym durumla karşılaşmış... Böyle böyle, yığınla köy dolaşmış. Kırkıncı köye geldiği zaman bir de bakmış ki köy meydanında mahşerî bir kalabalık. Hoca'yı görenler "Tamam, demişler, bu işi halletse etse Hoca halleder" ve yakaladıkları bir tilkiyi ona gösterip: - Hoca, demişler köyün bu tilkiden çekmediği kalmadı. Bütün civcivleri, tavukları boğazladı bu hınzır! En sonunda yakalamayı başardık. Ancak, ona böyle bir ceza verelim, onu böyle bir işkenceyle öldürelim ki canı en az bizim canımızın yandığı kadar yansın! Hoca: - Durun, demiş, öldürmeyin hayvanı, ona cezaların en dehşetlisini vereceğim. Hemen cübbesini çıkartıp tilkiye giydirmiş, kavuğu da başına geçirmiş ve hayvanı koyuvermiş. - Aman Hoca Efendi, demişler, ne yaptm? Hoca: - Telâşlanmayın, demiş, ona böyle bir iş ettim ki kırk köse bir araya gelse yapamaz. Bu kılıkla hangi köye gitse kovarlar onu!”
BİZ DE ÖLELİM “Hoca'yı, Ramazan'da iftara davet etmiş biri... Yemekte börek sinisinin başına üşüşüp ev sahibi atıştırmaya, atıştırdıkça siniyi kendi yönüne döndürmeye başlamış... Hoca, bir bakmış, iki bakmış her lokma yutuşunda "Oh, öldüm!" diyen ev sahibine: - Birader, demiş, bırak biraz da biz ölelim!” TAVŞANIN SUYUNUN SUYU “”Hoca'ya bir köylü tavşan hediye getirmiş. Hoca köylüyü elinden geldiğince yedirip, içirip ağırlamış. Ertesi hafta köylü gene gelerek: -Geçen hafta size tavşan veren köylüyüm ben, demiş. Hoca köylüyü gene yedirip içirip ağırlamış. Şaka olsun diye de getirdiği tavşanın çorbasını ikram etmiş. Ertesi hafta hiç tanımadığı birkaç köylü Hoca'ya gelerek: -Biz, demişler, size önceki hafta tavşan getiren köylünün köylüsüyüz, sana Tanrı misafiri geldik! Hoca, onları da konuk etmiş, ağırlamış, en sonunda bir de çorba sunarak: -Bu demiş tavşanın suyunun suyudur. Üçüncü hafta ise Hoca'nm hiç tanımadığı birkaç kişi daha gelip kapısını çalarak: -Biz, demişler, sana tavşan getiren köylünün, köylüsünün köylüsüyüz, sana Tanrı misafiri geldik! Hoca bir "Lâ havle"191 çektikten sonra adamları eve almış ve önlerine yiyecek olarak bir kap su koymuş.
Köylüler: Hoca, bu ne biçim, tavşan suyu? diye sorunca kendilerine şu cevabı vermiş: -Bu da sizin kö y lü n ü n tav şan ın suyunun, suyunun, suyunun suyu!"
KUZU “Hoca'nm paha biçilmez pek cins bir kuzusu ve bu kuzuyu kıskanıp çekemeyen, hep onun hakkında konuşan bir komşusu varmış. Rahmetli bir gün dayanamamış kuzuyu kesip bu komşusuna yedirtmiş... Adam o kadar mihnet altında kalmış ki, Hoca'nm bu davranışına karşılık pek değerli saydığı bir tiftik oğlağını kesip Hoca'ya ziyafet çekmiş... Çekmiş ya her lafta da bu olayı anlatmaya başlamış, hem de abarta abarta... Bunu duyan Hoca şöyle demiş: - Hey Yâ Rabbim, çıksın şu keçinin postu ortaya, bizim kuzununki mi iyiydi, yoksa onunki mi?”
ÜZÜM YERLER “H oca'ya b ir m isafir gelm iş. Y iyip iç tik ten sonra tam y atılacakken: -Bizim eller bizim eller Yatar iken üzüm yerler! demiş... Rahmetli de bu mâniye şu karşılığı vermiş: -Bizde böyle âdet yoktur! Saklarlar da kışın yerler!"
KÜL PİDESİ “Hoca bir dostuna gece yatışma gitmiş. Yemek yedi sanarak kendisine bir şey ikram etmemişler. Konuşmuşlar, görüşmüşler, yatma zamanı gelince Hoca'ya yatacağı yeri gösterip çekilmişler. Hoca aç karnına bir türlü uyuyamamış. Sonunda kalkıp ev sahibinin odasını vurarak şöyle demiş: - Dostum, eksik olma bana kuş tüyü yatak yapmışsınız, ama ben yoksulluktan yetişmeyim, böylesine rahatlığa alışık değilim. En iyisi mi bana bir kül pidesi verin, yansım yatak, yansım yorgan yapar mışıl mışıl uyurum!” HOCA'YA DÜŞEN “Bir gün eş ahbap toplanmışken konuşma sırasında Hıdrellez'de bir ziyafet verilmesinde karara vanlmış. Her kafadan bir ses çıkmış: - Dolma benim üstüme! - Hindi benim üstüme! - Börek benim üstüme! - Baklava benim üstüme! Hoca hiç mi hiç oralı olmazken biri: -Peki Hoca, demiş, sen ne yapacaksın? Rahmetli şöyle cevap vermiş: - Böylesine bir ziyafet üç ay bile sürse oradan aynlırsam Tann'mn bütün laneti de benim üstüme olsun!”
OLSAYDI “Hoca hemen her akşam evine birkaç dostunu çağırır. Allah ne verdiyse yemek yermiş. Bir gün gene böyle yapmış. Ancak ne var ki kansı: - Aman Hoca, demiş, evde yiyecek hiçbir şey yok. Bunun üzerine Hoca elindeki boş bir tasla dostlarına giderek: - Arkadaşlar, demiş, ayıp görmeyin evde yağ, pirinç, odun olsaydı çorba pişirecek ve şu koca tasla size sunacaktık!” ZİYAFET “Sultan Alaeddin, Hoca'yı Ramazan'da iftara çağırmış. îftar vakti öteki davetlilerle birlikte sofraya oturmuşlar. Derken, ortaya bir düğün çorbası gelmiş. Alâeddin çorbadan bir tabak içer içmez küplere binip bağırmış: - Be hey ahmak aşçıbaşı, sana kaç defa söyledim, niçin unlan topak topak yaptın, böyle çorba mı olur? Alın bunu geri! Çorba doğru mutfağa gitmiş... Arkasından nar gibi kızarmış bir hindi dolması gelmiş. Alâeddin bir lokma tattıktan sonra köpürmüş: - Melun aşçıbaşı, böyle hindi dolması mı olur, sana kaç defa söyledim ben baharattan hoşlanm ıyorum diye, bana kastın mı var, alın şunu götürün m utfağa! Hindi dolması da doğru mutfağa gitmiş. Derken sofraya koca bir baklava sinisi gelmiş...
A lâed d in b ir lokm a ta ttık ta n sonra ay ak lara fırlam ış ve b ağ ırm ış: - Bu aşçı beni öldürecek, kendisine kaç defa kaymaklı baklavayı sevmediğimi söyledim, gene kaymaklı yapmış! Alm götürün şunu mutfağa! Rahmetli, Sultan Alâeddin'i dinleyip duruyormuş o ana kadar, ancak ansızın yerinden fırlayıp bir köşede duran fıstıklı, üzümlü, etli, kestaneli pilav tepsisinden çalakaşık atıştırmaya başlamış. Sultan: - Hocam, demiş, ne yapıyorsun? Hoca: -Efendi, demiş, siz aşçıbaşıyla uğraşın, ben de şu pilav sinisiyle. İşiniz bittiği zaman beni çağırırsınız!” TİM UR'LA İL G İL İ FIKRALAR BÖYLE ATAR “Timur askerini ok talimine çıkarmış, Hoca'yı da beraberine götürmüş. Orada Hoca'ya;. - Hoca, bir de sen ok at, bakalım! diye emretmiş. H oca bir ok alarak nişanlayıp atm ışsa da, hedefi vuram am ış. Demiş ki: - Bizim Subaşı192 böyle, atar! Bir ok daha atmış, o da isabet etmemiş. Bu defa; -Bizim Sekbanbaşı193 böyle atar! demiş.” TİM UR GİBİ “Hoca'nın eşeği iyice yaşlanmış. Hiçbir iş göremez hale gelmiş. Hoca, tek çare olarak
eşeği dağa götürmeye karar vermiş. Öyle de yapmış. Kendine de yeni bir eşek almış. Birkaç gün sonra Timur, dağa avlanmaya gitmiş. Eşeği görünce haline acımış. Sahibinin b u lu n m a z s ım e m re tm iş. H o c a 'y ı T im u r'u n h u z u ru n a g e tirm iş le r. -Hoca, bu ne nankörlük? işine yararken iyi. Olmadı dağa bırak zavallı hayvanı... Şimdi bunu alıp evine götüreceksin. Kendi odanda kendi elinle bir güzel besleyeceksin. Ben de sık sık adam gönderip seni takip ettireceğim. Eğer dediklerimi yapmazsan kendini ölmüş bil. Hoca, ne yapsın!. Emir emirdir diyerek eşeği odasma götürmüş. Her gün kendi eliyle eşeğini beslemiş, yedirmiş içirmiş. Hayvan da bu bakım üzerine kendine gelmiş. Dinçleşmiş. Bir gün Hoca, eşeğin keyifli bir şekilde anırdığım işitince: -Zırla eşeğim zırla demiş. Nasıl olsa Timur gibi arkan var.” KAZIN AYAĞI “Hoca, bir gün Timur'a armağan etmek için bir kaz kızartmış. Kazı tepsiye koyduğu gibi tutmuş Timur'un yolunu. Ancak, giderken dayanamamış ve kazın bir budunu iştahla, afiyetle yemiş. Timur, sofrada kazın bir aya-ığının eksik olduğunu sezince sormuş: - Hoca, nerde bu kazın bir budu? Rahmetli, öğle vakti bir ayaklarım kann-ılannın altına çekip dinlenmekte olan kaz sürüsünü göstererek: - Bizim memlekette bütün kazlar tek ayaklıdır, demiş! Timur, bu açıklamaya inanmamış. Birisini çağırarak kulağına bir şeyler fısıldamış.
Çok geçmeden dümbelekler, davullar çalmamaya başlamış. Bir gürültü ki sanki kıyamet kopmuş... Tabii kaz sürüsü de dinlenip güneşlenmeyi bir kenara bırakarak iki ayaklarının üstünde kaçışm aya başlam ış. Timur, kazları göstererek: - Bak, demiş, senin kazlar iki ayaklı oldu. Ne dersin? Hoca: - Onca gürültü senin için yapılsaydı, demiş, dört ayaklı olurdun!”
ÇOK ŞÜKÜR “Hoca, Timur'a bir çuval pancarı armağan götürüyormuş. Yolda bir tanıdığına rastlamış. Adam: -Nereye böyle? diye sormuş. Hoca da: -Timur'a armağan götürüyorum, demiş. Adam: -İncir götür sen, demiş. Timur inciri çok severmiş. Hoca, pancarları bırakıp yanına bir sepet incir almış. Meğerse Timur, incirden hiç hoşlanmazmış. Sepeti görür görmez adamlarına emir vermiş: -Çabuk incirleri şunun kafasına atın. Hoca incir yağmuruna tutulmuş. Ama hiç üzülmemiş. Kafasına her incir değdiğinde:
-Çok şükür!...Çok şükür!...dermiş. Timur: -Ne tuhafsın Hoca, demiş. N edir bu? K afana vuruldukça şükrediyorsun. Hoca yine: -Çok şükür!...demiş yine ve eklemiş: -Ya dostumun sözünü dinlemeyip de pancar getirseydim!..” DAYAK YEM EK “Hoca, o gün yine Timur'un yanındaymış. Timur'a bir asker getirip sarhoş olduğunu söylemişler, ardından da: -Ne yapalım, diye sormuşlar. Timur: -Üç yüz değnek vurun, demiş. Hoca, gülmeye başlamış. Timur bunun üzerine çok kızmış. -Sen benimle alay mı ediyorsun Hoca, deyince de ondan şu cevabı almış: -Gülüyorum çünkü ya sen hiç dayak yememişsin ya da sayı saymayı bilmiyorsun.” RÜYASINA GİRM EK “Timur, rüyasında kendisine bir adamın kötülük yaptığını görüp o adamın hemen asılmasını emretmiş. Bunu duyan Hoca, pilini pırtısını toplayıp Akşehir'den aynlma hazırlıklarına başlamış.
Bu durumu görenler: -Hoca, demişler. Timur'a karşı bizi sen koruyordun. Ne yapıp ediyor, öfkesinin önüne geçiyordun. Şimdi ne yapacağız biz, neden gidiyorsun ki? Hoca şöyle demiş: -Uyanıkken mesele yoktu. Dediğiniz gibi yapıyordum. Ama rüyasına girmem mümkün değil.”
TİMUR'UN ZULMÜ “Akşehir halkı, Timur'un ordusundan bezmiş. Durumu Hoca'ya anlatmışlar. Hoca da Timur'un yanına varıp: -Bana bak, demiş. Ordunu alıp buradan gidecek misin, gitmeyecek misin? -Bu nasıl söz H oca, dem iş Timur. N asıl konuşuyorsun benim le böyle? -Ben açık konuşuyorum, demiş Hoca. Sen bana gidip gitmeyeceğini söyle. Gitmeyeceksen ben ne yapacağımı bilirim. -Söyle, demiş Timur. Ne yapacaksın? -Kasabalıyı alıp ben buradan gideceğim.”
TİMUR'UN FİLİ “Timur, Akşehir'e bir erkek fil getirmiş. Başıboş gezen fil, ekili alanları silip süpürmüş. Bağlara bahçelere zarar vermiş. Üstelik filin yiyeceğini de Akşehirliler karşılıyorlarmış. Kısacası fil, milletin başma bela olmuş. Akşehirliler dayanamayıp Hoca'ya gitmişler:
-Hoca Efendi, demişler. Timur'a ancak sen söz geçirebilirsin. Şu işi bir halletsen... -Haklısınız, demiş Hoca. Yarrn benimle birlikte on, on beş kişi gelsin. Birlikte Timur'a gidip derdimizi anlatalım. Ertesi gün Hoca önde, Akşehirliler arkada yola koyulmuşlar. Timur'un çadırına yaklaştıklarında Hoca, ardına dönüp bakmış ki kimseler yok. Hepsi korkudan kaçıp geri dönmüşler. Timur, Hoca'yı görünce: -Hayrola Hoca demiş. Bir isteğin mi var? -Efendim, demiş Hoca, Biz, filinizi çok sevdik. Ama zavallı hayvanın yalnızlıktan cam sıkılıyor. Rica etsek de dişisini de getirseniz... Timur, bu sözlerden çok hoşlanmış. -S elam söyle A k şe h irlile re dem iş.
İs te k le rin i y erin e g etireceğ im .
Hoca, Timur'un yanından aynlıp Akşehirlilerin yanma dönmüş. Onlar da merakla Hoca'nm ne diyeceğini bekliyorlarmış. Hoca demiş ki: -Gözünüz aydın! Belanın dişisi de geliyor.”
TİMUR'LA SUBAŞI “Timur, Akşehir Subaşı'sım yanına çağırtıp malların defterim istemiş. Subaşı yiyiciliği ile ünlüymüş. Timur'un yanma koca bir defterle çıkagelmiş. Timur, defterin bütün yapraklarını birer birer koparttırıp Subaşı'ya yedirmiş.
Yine aynı günlerde Timur, Hoca'yı vergi toplamakla görevlendirmiş. Hoca, vergileri topladıktan sonra, elinde bir pideyle Timur'un yanına gelmiş. -Vergiyi topladım, demiş. Belki Subaşı'na yaptığınız gibi hesaplan yedirirsiniz diye de hepsini bunun üzerine yazdım.” DAĞINA GÖRE KIŞ “H o ca'n ın k ad ılığ ın d a A k şe h irlile r hep b irlik te h u zu ru n a g elm işler. - Dertlerimize çare olur, haksızları, hırsızlan cezalandırırsın. Bu Aksak Timur başımızın belâsı kesildi, herifin astığı astık, kestiği kestik... Ne olur, onun gazabından bizi kurtar, demişler. Hoca ne yapsm? Bunca insan korku içinde yaşıyor. Dayanamamış, Timur'un huzuruna çıkmış. Timur, Hoca'nm ağzını aramak için sormuş: - Söyle bakalım Hoca, adil miyim zalim mi? Hoca bakm ış, durum nazik. Yanlış bir söz söylese kavuğu kanla dolacak. - Hünkânm, demiş, Allah dağına göre kış verir! GENEL KONULU FIKRALAR SU DEDİĞİN “Nasreddin Hoca, göl kıyısında dolaşıyormuş. Biraz sonra susamış. Su içecek bir çeşme filan yokmuş oralarda. Hoca, ne yapsm. Dayanamamış, gölün suyundan içmiş. îçmiş içmesine de göl suyu Hoca'mn kamım ağntmış. Midesini bulandırmış. Etrafta bir çeşme aramaya başlamış. Sonunda bulmuş da. Kana kana su içtikten sonra takkesini suyla doldurmuş götürüp göle dökmüş.
-B oşuna büyüğüm diye kabarm a. Su dediğin işte böyle olur, dem iş.” YA TUTARSA “Hoca'yı, bir gün gölün kenarında adamın biri görmüş. Adam bakmış ki hoca kap kacak yıkıyor. -Hayrola Hoca, demiş. Yine ne eğirip ne dokuyorsun. Hoca, adamı tepeden tırnağa şöyle bir sözmüş: -H iç dem iş, b ir şey eğ irip dokum uyorum . G öle y o ğ u rt çalıy o ru m . Adamcağız, duyduklarına inanamamış: -İlâh i H oca, dem iş. Bu görülm üş şey m i? G öl m aya tu ta r mı hiç? Hoca: -Ben de biliyorum, demiş. Tutmaz, tutmaz ama; ya tutarsa!” HAZIR PARA “Hoca birinden borç istemiş, adam sormuş: -Hocam borcunu ne zaman ödeyeceksin? Hoca başlamış anlatmaya: -Senden aldığım parayla diken alacağım. Onları koyunların geçtiği yerlere dikeceğim. Dikenler büyüyecek, oradan koyunlar geçerken yünleri dikenlere takılacak. Ben yünleri toplayacağım. Soma onlan ip yapıp pazarda satacağım. Kazandığım parayla sana olan borcum u ödey eceğ im , dem iş. A dam b aşlam ış g ü lm ey e...
Hoca da demiş ki: -Eeee bak hazır parayı bulunca nasıl da gülüyorsun.” HOCA İLE SUBAŞI “Bir zamanlar Akşehir'de silah taşımak yasaklanmış. Hoca, o zamanlar gençmiş. Gösteriş olsun diye yasağı dinlememiş dededen kalma kılıcını kuşanıp sokağa çıkmış. Bir aşağı bir yukarı dolanıp dururken Subaşı ile burun buruna gelmiş. Subaşı öfkeyle: -Söyle bakalım, demiş. Senin neyine gerek bu kılıç. Neden taşıyorsun? Hoca ne desem de kurtulsam diye düşünürken cevabı yapıştırmış: -Kitaptaki hataları düzeltmek için taşıyorum. Subaşı'nm tepesi atmış ama Hoca'yı biraz terletmek için: -Ama o iş için biraz büyük değil mi? diye sorunca Hoca: -Ne diyorsun ağam? Bazen öyle büyük hatalar oluyor ki bu kılıç bile küçük geliyor, demiş. HAMAM PARASI “Hoca bir gün hamama gitmiş. Yıkanıp paklandıktan sonra hamamcılar kendine, biraz da elbisesinin eski püskü olması nedeniyle, yırtık pırtık bir peştamal vermişler. Hoca yıkandıktan sonra ayna tutan hamamcıya on akçe vermiş. On akçe gibi bolca bahşişi gören hamamcılar, şaşırmış. Hoca'yı büyük bir saygı ve ilgi ile yolcu etmişler.
Aradan az bir zaman geçtikten sonra Hoca gene aynı hamama gitmiş. Bu kez kendisine en iyi peştamalı vermişler, büyük itibar göstermişler. Yıkanıp çıkarken bu kez aynacıya bir akçe bırakmış. Hamamcılar şaşırınca şöyle demiş: - Bu seferki yıkanma parasını geçen sefer ödemiştim, bu bir akçe ise geçen seferki yıkanmanın ücretidir!” BORCUNA SADIK MÜŞTERİ "Bizim Nasreddin Hoca'nm yapmadığı iş olur mu? Bir dönem de pazarda meyve sebze satmaya başlamış. Sizlere ömür, vefat eden bir ahbabının hanımı, tezgâhına gelerek narlara, incirlere, şeftalilere bakmış, hepsinin fiyatım sormuş. Lâkin ne alıyor ne de tezgâhın önünden aynlıyormuş. Hoca, kadına: - Hele şu incirden bir tat, demiş... Parası kolay, bugün olmazsa yarın ödersin. -Yok, tadamam, demiş kadın, niyetliyim de. Yedi yıl önceden oruç borcum vardı, onu ödüyorum! Sen tart ben akşam yerim, deyince Hoca kadına şu cevabı vermiş: -Tanrı'ya borcunu yedi yıl sonra hatırlayan kişi, demiş, kula borcunu tanır mı?” İNANMAZSAN SAY “Bir gün, Akşehir'e üç papaz gelmiş. Hoca da kadı olarak onlara misafirperverliğimizi göstermek istemiş. Yemekler yenilmiş, kahveler içilmiş. Papazlar, akıllan sıra Hoca'yı imtihan etmeye başlamışlar. En yaşlı olanı sormuş; - Dünyanın, ortası neresidir? - Eşeğimin, demiş Hoca, ön sağ ayağının bastığı yerdir! Papaz hınzır hınzır gülerek; - Nereden anladın, deyince, Hoca kendinden emin;
- İnanmıyorsan ölç, diye, karşılık vermiş. Hocanın akima hayran olan yaşlı papaz, sözü gencine bırakmış. Genç papaz, sormuş: - Gökyüzünde kaç yıldız var? Hoca gayet sakin; - Eşeğimin sırtındaki tüy kadar! Papaz, olmaz öyle şey diyecek olmuş. Hoca; - İnanmazsan otur say, demiş. Hikâye bu ya, o papaz da çekilmiş aradan. Aklında tüyler ve yıldızlar uçuşadursun, sözü üçüncü papaz almış: - Söyle bakalım Hoca, sakalımda kaç kıl var? Hoca içinden papazın sakalına dair ne düşündü bilinmez ama cevabı vermekte gecikmemiş: - Eşeğimin kuyruğundaki kadar! - Nereden biliyorsun Hoca, diyecek olmuş üçüncüsü. Hoca gülümseyerek: - İnanmıyorsan, demiş, bir senin sakalından, bir onun kuyruğundan çekelim. Eksik HASTA “Bir gün bir hastaya bakması için Hoca'ya adamı getirmişler. Hoca, adamın nabzını tutmuş, elini anlına götürüp ateşini yoklamış. Hasta sahipleri merakla sormuşlar: - Nesi var? Bir şey olur mu?
Hoca, başım sallayarak cevap vermiş: - Merak etmeyin; ölmezse bir şey olmaz!”
PEYNİR “Hoca'nm tuza bastığı bir çömlek peyniri çalınmış. Hemen gidip köyün çeşmesi başmda beklemeye koyulmuş. Sormuşlar: - Niye burada bekleyip duruyorsun? Hoca: - Peynirimi çalanları yakalamak için! - Allah Allah! Nasıl iş? - Basbayağı! Peyniri yiyen suya gelir!”
KENDİNİ KAYBEDİYORSUN “Hoca'nın yakın arkadaşlarından biri bir gün rahmetliye: - Hoca, demiş, iyi adamsın, hoş adamsın ama bazen kendini kaybediyorsun! O günlerde bir yolculuğa çıkacağı için bu söz pek dokunmuş Hoca'ya. Kendi kendine “Ya yolda, yaban illerde kendimi kaybedersem, ne olurum, bunun bir çaresini bulmam gerek!" diye düşünmüş. En sonunda "Nasreddin Hoca" olduğu belli olsun diye beline bir su kabağı asmış! Şakacının biri bir punduna getirip Hoca'mn su kabağını kesip kendi beline takmış. Hoca bir gün yolda giderken adama rastlamış. A aaL Belinde kendi kabağı!.. Kendi kendine söylenmiş: -Vay canına, şu karşıdan gelen adam benim!., iyi... Güzel... Ama ben kimim?..”
BAŞI BERABERİNDE MİYDİ? “Hoca bir arkadaşıyla birlikte ava çıkmış. Derken bir kurda rastlayıp başlamışlar kovalamaya... Kurt kaçmış, onlar kovalamış, sonunda hayvan inine girivermiş. Hoca dışarıda beklerken arkadaşı kafasını inden içeri sokmuş... Hoca bir beklemiş, iki beklemiş, bakmış ki dostundan ses seda yok, bacaklarından çekip dışarıya çıkarmış. Bir de ne görsün, adamın başı yok! Koşarak adamın evine gitmiş ve karısına sormuş: - Kocan ava çıkarken başı beraberinde miydi?” HİÇ “Hoca bir gün rüzgârlı bir havada deve üstünde elinde içinde kavrulmuş mısır unu bulunan bir kese kâğıdı ile gidiyor, avuç avuç mısır unu yemeye çabahyormuş. Ancak rüzgârın etkisiyle undan ağzına bir tutam bile girmiyor, boş yere ağzını açıp kapıyormuş. Yol arkadaşlarından biri sormuş: - Ne yiyorsun Hoca? Cevap vermiş: - Rüzgâr böyle eserse, hiç!” SİZİN ALMAYA NİYETİNİZ YOK “Nasreddin Hoca bir gün parasız kalmış. Bakmış evde para edecek bir şey var mı diye. Gözüne eski bir minder çarpmış. Almış minderi bir pazarda satmaya götürmüş. Mindere bakanlar beğenmemiş: -Hoca Efendi, demişler. Eskimiş bu minder. Beş para etmez. Satmak için boşuna çabalama. Kimse almaz bunu.
Hoca adamlara kızmış:
-Sizin almaya niyetiniz yok. Hiç olmazsa gerçek alıcılara engel olmayın. Malı lekelemeyin. Bu minder dedemden kaldı. Yetmiş yıldır üstünde oturuluyor, demiş.”
YOKSULUN MALI “Bir gün Nasreddin Hoca'yı bir şölene çağırmışlar. Yemeğe oturulunca Hoca ağzındaki sakızı çıkarıp burnunun ucuna yapıştırmış. -Hoca Efendi, demişler, sakızı koyacak başka yer bulamadın mı? Hoca başını sallamış: -Ne olur ne olmaz! Yoksulun malı her zaman gözünün önünde bulunmalı!”
ÇİFTE SU VERİLMİŞİ “Nasreddin Hoca acemi berberde traş oluyormuş. Berber usturayı ilk çektiğinde Hoca "Vay Anam"! diye bağırmış. Berber: -Ne oldu Hoca? diye sormuş. Hoca: -Ustura kulağımı alıp götürecek sandım, demiş. -Yok canım, demiş berber. Nerde o çifte su verilmiş usturalar... -Aman! demiş Hoca. Tek su verilmişiyle zor başa çıkıyoruz.”
NE YÜZSÜZ ADAMSIN “Nasreddin Hoca'mn eli darda olduğu için mahallenin bakkalına kırk üç kuruş borcu birikmiş. Bu parayı da bir türlü verememiş. Sabırsız bir alacaklı olan bakkal, Hoca'yı gördüğü yerde borcunu istemiş. Yine Hoca birkaç ahbabı ile konuşurken bakkal gelmiş. Hoca'nın karşısına geçip uzaktan el kol işaretiyle parasım istemeye çalışıyormuş. Hoca bu durumdan hoşlanmadığı için başım sağa sola sallamış. Ama bakkal Hoca'nın karşısından bir türlü ayrılmayıp, üstelik bu kez tehdit edici hareketler yapmaya başlamış. Bu duruma dayanamayan Hoca bakkalı çağırıp: -Benim sana kaç kuruş borcum var? diye sormuş. Bakkal: -Kırk üç kuruş Hoca Efendi, demiş. Hoca: -Bak şimdi, bu paranın yirmi kuruşunu yann, yirmi kuruşunu da öbür gün vereceğim, tamam mı? deyince, bakkal, "tamam Hoca," demiş. Hoca o zaman: -Yahu sen ne yüzsüz adamsın be! İnsan hiç üç kuruş için bu kadar insanın önünde çarşıda pazarda terbiyesizlik eder mi? diye çıkışmış.”
GEÇİM DEFTERİ “Nasreddin Hoca bir gün Akşehir gölünde yıkanmak istemiş. Soyunduğu sıra cebinden bir küçük defter düşürmüş. Defteri alan arkadaşları, karıştırmaya başlamışlar. Bir de ne görsünler, Hoca'mn defterinde, "ölü nasıl yıkanır, telkin nasıl verilir, cenaze nasıl kaldırılır," gibisinden şeyler yazılı. Hoca'ya sormuşlar:
-Hoca efendi, bu ne defteri böyle? Hoca: -Ne olacak demiş. Tabii ki Hocaların geçim defteri.” ŞEKERLİ YOĞURT “Nasreddin Hoca bir arkadaşıyla gezerken canı yoğurt istemiş. Ortaklaşa bir kâse yoğurt alıp yemeyi önermiş. Anlaşmışlar. Yoğurt kabı ortaya gelince Hoca'mn arkadaşı: -Ben kendi payıma düşen kısmına toz şeker ekeceğim, demiş. Hoca buna razı olmak istememiş: -İyi ama kâsenin yansına şeker dökünce her tarafına bulaşır; oldu olacak şekeri bütün kâseye dök de ağız tadıyla yoğurt yiyelim, demiş. Arkadaşı bu öneriyi kabul etmemiş, kâsenin yansına şeker dökmekte diretmiş. Hoca o zaman: -Peki, dem iş, öyleyse ben de kendi payım a düşen tarafa sirke dökerim. Bu kez öteki telaşlanmış: -Şu güzelim yoğurda sirke koyarsan neye benzer, yoğurdun hepsi sirke içinde kalır. O zaman Hoca: -Ö yleyse h a lt etm e de b ü tü n k âsen in ü zerin e dök şek eri, d e m iş.” O BENİ BOĞACAKTI! “Bir kış günü Hoca, konuk olduğu evde gece yatısına kalmış. Yatarken, ısınmak için
kavuk giyermiş. O gece de ev sahibinin yatağa bıraktığı kavuğu giymiş. Kavuk büyük olduğundan, boğazına kadar inip Hoca'yı soluksuz bırakmış. Çıkarmış üşümüş, giymiş boğulacak gibi olmuş... Sonunda bir umar bulmuş: Kavuğu ortasından mendiliyle sıkıca bağlamış. Ardından da mışıl mışıl uyumuş. Gece uzun süre kavukla uğraşıp da uykusuz kaldığı için, sabah erken kalkamamış. Ev sahibi odaya girip de onu öyle görünce: - Ne o Efendi, demiş, kavuğu boğmuşsun? Hoca gülümsemiş: - Ben kavuğu boğmasaydım o beni boğacaktı!”
ALIP SATTIĞIM YOK... “Hoca Akşehir pazarında gezerken tanımadığı biri: - Efendi, demiş, bugün ay kaç? - Bilmem ki evlâdım, demiş Hoca. Bugünlerde ay alıp sattığım yok...”
AY YERİNİ BULDU “Hoca su çekmek için kuyunun başına varmış. Bir de bakmış ki testekerlek ay kuyunun içinde... "Kurtarayım şunu," demiş; ipi kopan kovayı sudan çıkarmakta kullanılan çengeli kuyuya daldırmış. Çengel bir taşa takılmış. Hoca olanca gücüyle ipi çekince çengel kurtulm uş, H oca da sırtüstü düşm üş. G ökyüzünde ayı görünce: -Ş ükürler olsun, dem iş. Çok uğraştım am a sonunda ay yerini b u ld u !”
YANINDA EŞEK BULUNDURSUN “Hoca, eşeğini mahkeme kapısına bağlayıp pazara gitmiş. O sırada kadı, bir yalancı tanığı yargılamış, merkebe ters bindirilerek kentte dolaştırılma cezası vermiş. Suçluyu, Hoca'nm kapı önündeki eşeğine bindirip gezdirmeye başlamışlar. Hoca gelince eşeğim bulamamış, çok öfkelenmiş...
Bir süre sonra aynı adam, aynı suçtan dolayı aynı cezaya çarptırılmış. Bindirecek eşek arayıp bulamamışlar, Hoca'nm eşeği akıllarına gelmiş. Hoca'mn evine bir adam gönderip eşeğini istetmişler. Hoca: - Ben eşeğimi vermem! demiş. Siz gidin o herife söyleyin: Ya bu sanattan vazgeçsin, ya da her ihtimale karşı yanında bir eşek bulundursun!” DEYENİN BAŞI “Hoca, karısının evde eğirdiği iplikleri pazara götürüp satarmış. îplikçiler yok pahasına alırlarmış hep. Sonunda Hoca dayanamamış: -Size bir oyun edeyim de görün! demiş, kendi kendine. Bir gün bulduğu bir deve başını evine götürmüş, iplikleri bunun üzerine sarmış. Kocaman yumağı gören iplikçi kuşkulanmış: -Bunun içinde başka bir şey olmasın? -Yok devenin başı! demiş Hoca. iplikçi inanmış, akçeleri verip yumağı satın almış. İçinde devenin başı çıktığını görünce, ertesi gün Hoca'ya: -Hile yapıp yalan söylemeye utanmaz mısın? demiş. Hoca diklenmiş: -Sorduğun zaman "devenin başı" demedim mi?" BALIKLAR KOKMASIN DİYE “Bir mecliste otururlarken Hoca'ya sormuşlar:
-H oca Efendi, sen doğrusunu bilirsin. D enizlerin suyu neden tuzludur? Hoca, gülümseyerek şu cevabı vermiş: -Niye olacak evlat, balıklar kokmasın diye...” YAPACAĞIMI BİLİRİM “Hoca bir köyde konuklarken heybesini yitirmiş. Köylülere: -Ya heybemi bulun ya da ben yapacağımı bilirim! demiş. Köylüler telaşlanmışlar. Arayıp taramışlar, heybeyi bulup Hoca'mn önüne koymuşlar. Köyden ayrılırken de: -Hocam," demişler. Heybeyi bulmasaydık ne yapacaktın?" Hoca söyle bir elini sallamış: -Evde eski bir kilim var onu bozup heybe yapacaktım!" TUTMADIM “Bağcılar bağ çubuğu dikerlerken Hoca: -Beni de dikin, demiş. Bakalım ne meyvesi vereceğim? Adamlar Hoca'yı yan beline kadar toprağa gömüp: -îşte diktik! demişler. Hoca, bir süre durmuş, canı sıkılıp üşüyünce de debelenip topraktan çıkmış.
Sormuşlar: -Ne oldu Hoca? -Ne olacak? demiş. Yerimi beğenmedim, tutmadım, çıktım!" ACEM İ BÜLBÜL “Hoca bir gün dayanamayarak tanımadığı birinin bahçesine çıkıp zerdali ağacındaki olmuş zerdalileri bir bir yemeye başlamış. Tam bu sırada bahçe sahibi gelerek: -Be adam, demiş, kimsin, ne yapıyorsun ağacın tepesinde? Hoca rahmetli: - Ben, demiş, bülbülüm! Adam: -Be mübarek, demiş, madem bülbülsün öt bakalım. Hoca "Cuk, cuk, cuk" diye ötmüş ama, berbat bir ses!.. Bahçe sahibi: - Bu ne biçim bülbül sesidir be adam! diye bağırınca Hoca: - Acemi bülbül, demiş, bu kadar öter!” AÇ GÖZLÜ “Nasreddin Hoca, bir gün: -Kim açgözlü olmadığım ispat ederse, ona eşeğimi hediye edeceğim, diye ilan vermiş.
Bu haberi duyan biri hemen Hoca'mn yanma gelerek demiş ki: -Bu civarda benden kanaatkar kimse yok. Eşeğini bana ver. Hoca, şöyle demiş adama: -Maalesef vermeyeceğim, çünkü aç gözlü olmasaydın başkasının eşeğini almaya gelmezdin.”
190 Köftehor: Sevgiyle kanşık azarlama sözü: 191 Lâ havle çekmek: “Kuvvet ve kudret yalnızca Allah'ındır.” duasının kısaltılmış şekli. Sabrı kalmadığım anlatmak için söylenir. 192 Subaşı: OsmanlIlarda kapıkulu süvarileri arasından, savaş zamanı güvenlik işlerine bakmak, barış zamanı da vergi toplamak işleri için ayrılan kimse. 193 Sekbanbaşı: Eyalet paşaları ve sancak beylerine bağlı olarak görev yapan bir asker sınıfmın başı.
4. BÖLÜM
FIKRALARDAN
SEÇMELER
217
KAYNAKÇA Alşan, Mehmet Hakan, Melâmetiler, Horasan Erenleri, İstanbul, 2006 Araz, Neziha, Anadolu Erenleri, İstanbul, 2004 Arslan Mehmet/Paçacıoğlu Burhan: Letâif-i Hoca Nasreddin, Sivas, 1996 Aycı, Mehmet, Nasreddin Hoca, İstanbul, 2004 Banarlı, Nihat Sami, Nesimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 2001 Başgöz, Başgöz, Geçmişten Günümüze Nasreddin Hoca, İstanbul, 2005 Bayram, Mikail, Tarih Işığında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren, İstanbul, 2001 1. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1990 1. Uluslar arası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, Akşehir, 2005 Boratav, Pertev Naili: Nasreddin Hoca, İstanbul, 2006 Cenikoğlu, G.Tanman, Akşehir Folklorundan Bir Demet, Ankara, 2002 Nasreddin Hoca'ya Mal Edilen Mahalli Fıkralar, Konya, 1992 Cumbul, Sadi, Nasreddin Hoca Antolojisi, Akşehir, 1966 Çelik, Osman, Nasreddin Hoca, Ankara, 1999 Çınar dergisi, Nasreddin Hoca Özel Sayısı, Ankara, Haziran-Temmuz, 1996 Çotuksöken Yusuf, Anadolu ve Dünya Bilgesi Nasreddin Hoca ve Fıkraları, İstanbul, 2003 Doğan, D. Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Ankara, 1990 Efe, Dünyayı Güldüren ve Düşündüren Adam, Ahmet Efe, İstanbul, 2004 Ergun, Sami, Manzum Nasreddin Hoca Fıkra ve Hikâyeleri, Ankara, 1950 Fikri ve Felsefi Yönüyle Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, Akşehir, 1990 Gökalp, Ziya, Nasreddin Hoca'nın Latifeleri, Diyarbakır, 1972 Gölpınarh, Abdülbaki: Nasreddin Hoca, İstanbul, 1996 Güney, Eflatun Cem, Nasreddin Hoca Fıkraları, İstanbul, 1995 İslâm Ansiklopedisi, Komisyon, c. 9, İstanbul, 1945 Kabacalı, Alpay: Bütün yönleriyle Nasreddin Hoca, İstanbul, 2000 Karaahmetoğlu, İsmail, Nasreddin Hoca, Ankara, 1996 Keskin, Orhan, Bütün yönleriyle Sivrihisar, İstanbul, 2001 Konyalı, İbrahim Hakkı, Nasreddin Hoca'nın Şehri Akşehir, İstanbul, 1945 Koz, M. Sabri, Nasreddin Hoca Kitabı, İstanbul,2005 Nasreddin Hoca'ya Armağan, İstanbul, 1996
Köprülü, M. Fuat, Nasreddin Hoca, Ankara, 2004 Türk Erebiyatmda İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1966 Kurgan, Şükrü, Nasreddin Hoca, Ankara, 1986 Küçükdağ, Yusuf, Türk Tasavvuf Araştırmaları, Konya, 2005 Nasrattınoğlu, İrfan Ünver, Ankara, 1996 Özbek, Abdullah, Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca, Konya,2004 Uçman, Duhter: Nasreddin Hoca ile Çocuklar, İstanbul, 1993 Uzun, Kemal, Nasreddin Hoca Araştırması, İstanbul, 1988 Sakaoğlu, Sairn: Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler, Ankara,2005 Sarmaşık Delgisi, Nasreddin Hoca sayısı, İstanbul, Temmuz Ağustos, 2005 Sivri, Nasrettin Hoca, Fıkralarıyla Yaşam Öyküsü, İstanbul, 2002 Şenocak, Ebru, İronik Yaşamda Sonsuza Yürüyen Kahraman Nasreddin Hoca, Konya, 2007 SeraÜı,Tahir Galip, Mizahımızın Üç Ustası, İstanbul, 2004 Şimşek, Selami, Nasreddin Hoca ve Tasavvuf, İstanbul, 2005 Tokmakçıoğlu Erdoğan, Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, İstanbul, 2004 Topçuoğlu, Ümit Sinan, Nasreddin Hoca ve Lâtifeleri, İstanbul, 1980 Toplumbilim Dergisi Nasreddin Hoca Özel Sayısı, İstanbul, 1977 Türk Dili dergisi, Halk Edebiyatı Özel Sayısı, sayı 207, Ankara, 1968 Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Komisyon, c.6, İstanbul, 1986 Türk Edebiyatı Dergisi, Nasreddin Hoca Anıt Sayısı, İstanbul, Ocak 1995 Türkmen, Fikret, Nasreddin Hoca Lâtifelerinin Şerhi, İzmir, 1999 Uluslar arası Nasreddin Hoca Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara, 1997 Uzun, Kemal, Nasreddin Hoca Araştırması, İstanbul, 1988 Yağcı, Öner, Nasreddin Hoca, Yaşamı ve Fıkraları, İstanbul, 2006 Yedi iklim Dergisi, Nasreddin Hoca Özel Sayısı, İstanbul, Eylül-Ekim, 2001 Yıldırım Dursun, Türk Dünyası El Kitabı, c.3, Ankara, 1992 Yıldırım, H. Hüseyin, Akşehir Alimleri, Akşehir, 2008 Zaparta, Nasreddin Hoca Lâtifeleri Külliyatı, İstanbul, 1943