R.E.Ünaydın: M. Kemal ile Mülakat

Page 1


Nurer UGURLU başkanlı�ında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.

Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Mart 1999


ANAFARTALAR KUMANDANI

MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT

RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN

Cumhur-iye( GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAÖANIDIR.





BAŞLARKEN Bundan on iki yıl evvel Çanakkale muharabelerin­ deki hatıralarını anlatmasını Büyük Kumandan 'dan ri­ ca etmiştim. Bu mülakat, kahramanın kendinden o vakit dinledi­ ğim askeri, vatani bir menkıbedir. Bu sade ve asil hika­ yede Çanakkale 'nin ve Mustafa Kemal 'in büyüklüğü yan yana duruyor. O ana dek eşi görülmedik en korkunç ölüm vasıtaları ile, sayıları bizimkilerden kat kat çok ve arzın beş kıtasından devşirilme hücum alayları ile saldırıp karşıdan bir göz alım/ık bir yarımadayı aylarca müddet gece gündüz, göğü ateş, yeri ateş, suyu ateş, ufku ateş bir cehenneme çevirdikleri o imtihan meydanında dev çe­ likler aşındırarak, haşmetli inatlar kırarak Çanakkale 'ye "Bir gün Türkler bu geçidi tuttular, dünyayı buradan öte aşmaya bırakmadılar" gibi ölmez bir mana kazandırmak ne yüce himmettir! 7


Yalnız o harbin kahramanı kalmak bile bir kuman­ dan için öyle büyük bir şandır ki onunla hem kendi, hem milleti, hem de tarih iftihar duyar. Halbuki azmi bir va­ tan kurtarıp yeni baştan bir devlet kuran Büyük Adam 'ın yaratıcı eseri önünde Çanakkale muzafferiyeti ancak bir dibace (başlangıç) kaldı, ne anlı dibace! Gazi Mustafa Kemal 'in hizmet ve eserine ait her merhaleyi kendi milli/ahır (övünç) ve gururlarının höc­ ceti (belgesi) olmak üzere arayıp toplayacak şimdiki ve yarınki Türk nesilleri için bu hatıralar, uzun ve çetin bir müdafaanın ve usanmayan şuurlu bir iradenin safhala­ rını gösterir bu hatıralar çok değerlidir. Bu sebeple on­ ları sadece bir mecmua veya gündelik gazete yaprakla­ rında bırakmayarak kitap halinde bastırmak istedim. Büyük Adam 'ın yüksek huzuruna sonsuz sevgi ve saygımı takdim ettikten sonra muhterem karii (okuyucu), asırların hiç şüphesiz imrenerek dinleyeceği o eşsiz ve saldhiyettar şahsiyetin sözleri ile baş başa bırakıyorum. 1930

RUŞEN EŞREF

8


BİRİNCİ SAFHA

9



Hayır efendim, düşünüyorum, size ne söyleyebili­ rim! Çünkü, bakın, bütün bu yığınlarla evrak hep o gün­ lerin hatıralarını ihtiva ediyor. "Buyurun bir sigara... Bir şey yaparız." Büyük kutuda bulunan Baframaden sigaralarından bir tanesini aldım. Paşa küçük bir masanın üstünde du­ ran çıngırağı bir iki defa çevirdi. Derhal kapının önünde şık bir nefer, mahmuzlarını birbirine vurarak kumanda­ nın emrine muntazır (hazır) olduğunu vaziyetiyle anlat­ tı. - Çocuğum bize iki kahve, sobanın da ateşine bakın. Biraz sonra bize hitaben: - Bu defterleri kurcalayacak olursak içinden çıkama­ yız. İsterseniz sizinle bir hülasa (özet) yaparız, bu ancak böyle olur! Hakikatte defterler o kadar çoktu ki onların arasın­ da insan kendini Çanakkale harp tarihini yazmak için bir evrak mahzenine dalmış sanabilirdi. Dedim: - Paşa Hazretleri! Şüphesiz ki Çanakkale harbi bu memleketin çocuklarındaki fedakarlığı, vatan toprağını yabancıya vermemek için bir saadete koşar gibi ölüme atıldığını göstermek itibarıyla tarihimizde unutulmaz bir kahramanlık merhalesi vücuda getirmiştir. Bu hamaset (kahramanlık) günleri artık silinmemek üzere cihan ta­ rihinde lehimize iki üç sahife daha ilave etti. Sir Hamil11


ton bile, Türkçeye tercüme edilmiş raporunda okudum, bizim cesaretimizdeki, bizim fedakarlığımızdaki ulvi­ yeti (yüceliği) kendi aleyhlerine kaydediyor. Bütün Fran­ sız mecmua ve gazeteleri, Çanakkale'de dövüşmüş za­ bitlerin, kumandanların, oraya uğramış muharrirlerin ve gazetecilerin hatıralarını, makalelerini yazdılar. Halbu­ ki şimdiye kadar biz �enüz bir şey yapamadık. Yeni Mec­ mua'nın son kıymettar teşebbüsü bana. o gaza yerlerini görmüş olanlarla konuşmak fırsatını verdi. Bu hususta tabii zatıalilerini ihmal edemezdim. O muharebelerin her gününe büyük bir faaliyetle iştirak ettiniz. Vaziyeti tama­ mıyla biliyorsunuz... Kimbilir ne kadar çok hatıranız var­ dır. İşte müsaade buyurursanız eğer, bugün zatıalinizden onları dinlemek için geldim. Paşa bu sözleri ciddi bir tebessümle telakki ediyor­ du (karşılıyordu). Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varınca­ ya kadar kanepeleri koltukları bile halılar, seccadeler ve kilimler altında koyulaşmış, bu çok gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa'nın siması Rambrandvari bir tablo mevzuunu andırıyordu. Genç bir simada bu kadar engin bir mana gördüğümü hatırlamıyorum: Işıklarla gölgele­ rin dalgaları arasında sebat, tevekkül, tevazu, vekar, mü­ layemet (uysallık), huşunet, saffet (temizlik), zeka... Bü­ tün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz... 12


Çekmekte olduğu doksan dokuzlu necef tespihi ma­ sasının üzerine bırakarak: - O halde, derhal başlarız, dedi. Ve kimi yerde, kimi yazıhanenin üzerinde, kimi kö­ şede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi İngilizlerden zap­ tolunma koca bir makineli tüfek önündeki koyu renkli çi­ ni sobanın üzerinde bulunan defterlerden, müsvedde ve tebyizlerden (temize çekilmiş kağıtlardan) süzülen Ça­ nakkale menkıbesinin hülasasını (özetini), bu sabırlı ve temkinli kumandandan üç gün ve her mülakat on iki sa­ atten aşağı sürmemek şartıyla, üç gün dinledim. Başlamazdan evvel dedi ki: - Tabii esrarı askeriyeye temas eden noktalan size söylemeyeceğim. Bunlar ne sizi alakadar eder, ne de okuyanlara bir fayda temin eder. Bunlar sanat adamları içindir ki tarih hepsinden bahsedecektir. - Elbette Paşam. Maksadım, o günlerin vakalannı bizzat zatıiilinizden öğrenmektir. Askerliğe temas eden noktalan ben de anlamam. Bunun üzerine paşa izaha . başladı. Evvela Sofya sefareti ataşemiliterliğinden buraya çağrılmış ve Tekirdağ'da 19'uncu fırkayı teşkile memur edilmiş ve bu kuvvetle Eçe limanı, Seddülbahir ve Mor­ to limanı arasındaki sahilin muhafazasına memur olmuş. Esasen Balkan harbinden beri bu araziyi iyice tanırmış. Dedi ki: 13


- Benim kanaatime gfüe düşman ihraç teşebbüsün­ de bulunursa iki noktada teşebbüs ederdi: Biri Seddülbahir, diğeri Kabatepe civan ... Ve benim noktai nazarıma göre düşmanı karaya çıkartmadan bu sa­ hil parçalarını doğrudan doğruya müdafaa etmek müm­ kündü. Binaenaleyh alaylanmı, böyle sahilden müdafaa edecek surette yerleştirdim. Bu vaziyet takriben- Şubat 1330 ( 19 14)... Mustafa Kemal Paşa, kendisinin Maydos Mıntıkası Komutanlığı esnasında cereyan eden mühim vakalan şu suretle hülasa etti (özetledi): Düşman bir defa Seddül­ bahir'e ve Kumkale'ye asker çıkarmak teşebbüsünde bu­ lunuyor. O zaman, hep ağızlarda işitip okuduğumuz bir Mehmet Çavuş çıkıyor, toprağımıza ayak basan düşma­ nı tekrar denize atıyor. - Düşman bu karaya asker çıkarmak teşebbüsünü neden denedi? - Bu hareket bir keşifolarak kabul edilebilir. Bir de malôm olan 5 Mart vardır. - Ki asıl bizi alakadar eden de odur, Paşa Hazretle n. - Fakat bu tamamen bahri (denizle ilgili) bir hare­ kettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa Hazretleri 'nin tahtı emrinde bulunuyordu. Benim bu hareketle alakam, do­ layısıyladır. Yalnız 5 Mart gününün sabahı Cevat Paşa Hazretleri... Maydos'ta bulunan karargahıma gelmişti. 14


Kendisine Seddülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı (dü­ zeni) göstermek üzere beraber Kirte'ye gittik. Oraya var­ dığımız zaman, düşman donanmasının Kirte ve Alçıte­ pe istikametlerinde açtığı ateşin altında kaldık. - O vakit ne yaptınız efendim? - Bunun üzerine bendeniz... -: �stağfurullah... - MezkUr (adı geçen) mıntıkanın muhafazasına memur 26'ncı alay kumandanına icap eden talimatı şifahi­ yemi (sözlü olarak) verdim. Ve Cevat Paşa ile birlikte va­ zife başında bulunabilmek için Maydos 'a döndük. Düş­ manın mağlubiyetiyle neticelenen bu 5 Mart muharebe­ yi bahriyesinde (d�niz savaşında) kara mıntıkasının mu­ hafazası benim uhdemde (sorumluluğumda) idi. O gün, düşmanın bazı gemileriyle sahili ateş altında bulundur­ muş olmasından başka zikre şayan (söylenmeye değer) hiçbir şey vuku bulmamıştır. O gün sahil bataryalarımız­ da bulunan askerler, zabitler ve kumandanlar cidden şa­ yanı takdir bir fedakarlıkla, hani cesaretin, tevekkülün haddi azamisiyle sonuna kadar toplarını kullanmışlar, vazifelerini ifa etmişlerdir (yerine getirmişlerdir). Düşü­ nün ki birçok çökmeler, infilaklar, yangınlar, zayiat ara­ sında, daimi ateş karşısında, muharrip endahtlar (savaş ateşleri) altında bunlar hiç titremeden vazifelerini yap­ mışlardır. Düşmanın mağlubiyetiyle kapanan bu hadisei hah15


riyeden (deniz olayından) sonra, Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin, Fransızların boğazı yalnız donanmaları ile zorlayarak bir maksat elde etmekten ümidi kestiklerine hükmediyor ve mutlak tekrar sahile adam çıkarmak te­ şebbüsünde (girişiminde) bulunacaklarına ihtimal veri­ yor. Bunun için maiyetindeki kıtalara "teyakkuzda" bu­ lunmalarını emrediyor. Kuvvetinin arttırılması için lazım gelen yerlere resmi müracaatlarda bulunuyor. Kuvveti­ ni arttırıyor. Ve o mıntıka kumandanlığına Halil Sami Bey isminde diğer bir zat tayin olunuyor! O zaman kay­ makam (yarbay) rütbesinde bulunan Mustafa Kemal Bey de kumanda ettiği fırka ile icabında Gelibolu civarına, icabında Anadolu cihetine (yönüne) harekete müheyya (hazır) bulunmak-üzere, "ihtiyatı umumi" olarak terke­ diliyor. Rumeli sahili mıntıkası muhafazasına yalnız o miralay (albay) beyin fırkası tahsis ediliyor. Bu sıralarda, yani mart içinde Mustafa Kemal Bey'in fırkasından bir alay, Çanakkale'ye geçiriliyor; fakat ge­ ne iade ediliyor. Mustafa Kemal Bey de bütün fırkasını Bigalıköyü civarında bulundarmayı muvafık (uygun) gö­ rüyor. Fırkası beşinci ordunun ihtiyatı umumisi olarak Bigalıköyü ve bunun cenubuşarkisindeki (güneydoğu­ sundaki) Maltepe, Mersintepe civarında bulunan konak­ larla ordugahlarına yerleşiyor. Kumandan aldığı emir mucibince (gereğince) icabında Bolayır'a hareket etme­ ye, Çanakkale cihetine vapurla geçmeye müheyya bir 16


halde bulunuyor. Emre intizaren (emir bekleyerek) bü­ tün kıtalarını talim ve terbiye ile iştigal ettiriyor. *

- İşte o günlerden birinde, on iki nisan sabahı idi ki Anbumu' nda bir hadise cereyan etmekte olduğu, işiti-_ len gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı. Bütün fırka kı­ taatının harekete hazırlık derecesi tezyit edildi (arttırıl­ dı). Bir taraftan Maydos Mıntıkası Kumandanlığı'ndan malumata intizar etmekte (beklemekte) idim, diğer taraf­ tan da ya kolordunun veya ordunun emrine... Yalnız fır­ kanın süvari bölüğüne -istihsali malumat (bilgi sağla­ mak) için- Kocaçimen istikametine hareket etmesi em­ rini verdim. Bu sırada idi ki Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa Hazretleriyle Gelibolu'dan telefonla görüşülmüştür. Müşarünileyh de henüz cereyanı ahval (durumlar) hak­ kında vazıh (açık) malumat edinememiş olduğunu bil­ dirmiştir. Öğleden evvel saat altı buçukta idi, Halil Sa­ mi Bey'den vürut eden (gelen) bir raporla düşmanın Arı­ bumu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun mezkfü (adı geçen) düşmana karşı sevki is­ teniyordu. Gerek bu rapordan, gerek Maltepe'de icra et­ tiğim hususi tarassudat (gözetleme) neticesinde bende hasıl olan kanaati kat' iyye (kesin kanı), öteden beri ima­ li fikir ettiğim gibi, düşmanın Kabaktepe civarında mü­ him kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki, vu17


kubuluyordu (gerçekleşiyordu). Binaenaleyh bu işin için­ den bir taburla çıkmak mümkün olamayacağından, her­ halde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün fırkamla düşma­ na incizabın (düşmandan geri çekilmenin) gayri kabili iç­ tinap olduğunu takdir ediyordum. Artık hiçbir şeye inti­ zar etmeyerek (bakmayarak), karargahımın bulunduğu Bigalıköyü�nde ikamet eden birinci piyade alayı· ile ce­ bel (dağ) bataryasının derhal harekete geçmek üzte ama­ de (hazır) bulundurulmalarını, kumandanlarının da em­ ralmak üzre yanıma gelmelerini bildirdim. Yapraklarını muttasıl (durmadan) ağır ağır çevir­ mekle meşgul olduğu defterinin sahifelerine, dudakların­ da tüten cıgara dumanları arasından bakarak: - Altı maddelik bir emir not ettirdim, dedi. Bu emir maiyet (içerik olarak) cü:zütam(bölük) ktımandanlığına da tebliğ olunacaktı. Bundan başka üçüncü kofordu ku­ mandanlığına da telefonla arzedilmek üzre bir rapor yaz� dırdım. Vaziyeti ·ve vaziyetinıi ve teşebbüsümü anlattım. Büyük bir hareketin inkişaf etmekte (gelişmekte) olduğunu, memlekete Çanakkale-Harbi'nde unutulmaz hizmetler eden, muhakemesi süratli, kararları kat'i genç bir kumandanın bütün kıtalarıyla tehlikeye atılmaya mü­ heyya (hazır) vaziyeti karşımda, bu anda sakin sakin ka­ ğıtlarını çeviren, içinden bana verebileceği notları mü­ lahaza ile (düşünerek) seçen kumandanın yüzünde ve sözlerinde o kadar vuzuhla (açıklıkla) seziliyordu ki... 18


T ürkiye'nin mukadderatını tayin edecek boğuşmaya doğ­ ru gittiğimizi heyecanla duyuyordum. - Bundan sonra kıtalarını yürüyüşe müheyya (hazır) olarak içtima ettirmiş bulunduran 57'inci alay, -meşhur bir alaydır bu, çünkü hepsi şehit olmuştu- kumandanla­ rı ve sertabip (baştabip) ve bir yaverimle bir emir zabi­ tim beraber olduğu halde içtima mahalline gittim. Basit bir tertiple Bigalıderesi boyunca giden yol üzerinde ala­ yı bizzat yürüyüşe geçirerek Kocaçimen Tepesi'ne tev­ cih ettim (yönelttim). Yolda giderken kumandanlara olsun, sertabibe olsun şifahi izahatı lazıme (gerekli açıklamayı) veriyordum. Ta­ kip ettiğimiz dereden bizi Kocaçimen'e isal edecek (u­ laştıracak) muayyen bir yol olmadıktan başka Kocaçi­ men'e varmak için atlamaya mecbur olduğumuz saha da pek ziyade fundalık, sa'bülmürur, kayalıklı derelerle ma­ li (dolu) idi. Bir yol bulup kıtayı sevke delalet etmesi (yol göstermesi) için topçu taburu kumandanını tavzifet­ tim (görevlendirdim). - Zatıaliniz ne ile gidiyorsunuz efendim? - Ben? Atla!.. Bu kumandanlar da atlarının üzerinde tabii... Biz hepimiz kıtanın başında gidiyoruz. Onlar yaya gidiyorlar. Bu zat kayboldu. Ondan sonra batarya kumandanı­ nı memur ettim. Bu da başnı alıp Kocaçimentepesi'ne ka­ dar gitmiş, delaletinden istifade edilemedi. 19


- Yani müşkülat (zorluk). Muharebenin kurşunlar­ dan, güllelerden evvelki sıkıntıları? - Evet. Bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmek suretiyle Kocaçimentepesi'ne muvasalat edildi (varıldı). Şimdi Kocaçimentepesi'ni tasavvur buyurun. Kocaçimen şibihcezirenin (yarımadanın) en yüksek te­ pesidir. Fakat An burnu noktası zaviyei meyyite (çok za­ yıf) içinde kaldığından buradan görülmüyor. Şimdi şu ha­ ritadan bakın. Sir Hamilton'un raporunda bulunan haritalardan bi­ rine baktık. Bu vaziyeti pek etraflı anlatamıyordu. Paşa çıngırağı gene çaldı. İki dakika sonra kapının yanında bir mahmuz şıkırtısı ... asker, Paşa'nın askeri ceketindeki cepten haritayı alması için emir telakki etti (saydı). Beş on dakika sonra girdi. Bulamamış. Paşa gülümseyerek müsaade istedi. Bizzat gitti. Yalnız kaldığım müddetçe odayı seyrettim. Duvar­ da hep asker resimleri, Balkan muharebesinin, Trablus muharebesinin, Hareket Ordusu yürüyüşünün, mektebi harbiye talebeliğinin hatıraları asılı idi. Bir kelebek şek­ linde açılmış şal örtünün altında Paşa'nın genç Kazak za­ bitlerini hatırlatan kalpaklı ve haşin bakışlı bir agrandis­ manı (büyültülmüş fotoğrafı) vardı. Yazıhanesi üzerin­ de bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac'ın Kolonel Şaber'i (Colonel Chabert), Mopasan'ın (Maupassant) Bul dö Süif'i (Boule de suif), Lavedan'ın Servir'i, du20


ruyordu. Şüphe yok ki paşa, sükunetli dakikalarının boş­ luğunu edebiyatla dolduruyor. Zira harp sahasında kalın paltolarla kaba çizmelerin içinde uykusuz üç dört gece geçiren bu zat salonlarda pek mahirane vals edermiş; tanıyanlar Mustafa Kemal Pa­ şa'yı yalnız gözü yılmaz bir kumandan di ye değil aynı zamanda salonlarda pek lezzetle aranan nazik, terbiyeli ve zeki bir kavalye diye anıyorlar. Büyük bir aynanın yanı başında asılı duran bir fo­ toğrafı nazarı dikkatimi celbetmişti (ilgimi çekmişti). Ona bakıyordum: Yeniçeri kılığında Mustafa Kemal Pa­ şa. Tam o esnada kendisi, elinde haritalar, içeri girdi. Ve ona baktığımı görünce gülümsedi.. Kalın ve azimkar sesiyle: - Evet Sofya'da bir balkostüme hatırası, dedi. Gene şal örtülü masanın başına geçtik. Ve 12 Nisan Muharebesi'ne avdet ettik (döndük). Paşa: - Binaenaleyh, diye başladı, anlıyorsunuz ki, orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin he­ nüz oradan uzak olduğunu anladım. Efrat (erler) o müş­ kül araziyi bila tevakkuf (durmaksızın) kat'etmek yüzün­ den yorulmuş ve yürüyüş umku (derinlik) pek ziyade de­ rinleşmişti. Alay ve batarya kumandanına efradı tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Deniz­ den mestur (gizli) olarak on dakika kadar tevakkuf ede21


cekler (dinlenecekler), sonra beni takibedeceklerdi. Ben de, orada bir Aptalgeçidi vardır, o Aptalgeçidi'nden Conkbayırı'na gidecektim. Yanımda yaverim, emir zabi­ tim ve sertabip ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka ce­ beltopçu taburu kumandanı olduğu halde evvela atlı ola­ rak yürümeye teşebbüs ettik, fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı'na vardık. Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enteresan bir sahnedir. Ve vakanın en mühim anı bence budur. Paşa tekrar bir sigara yakıyor ve birkaç yaprak da­ ha çevirdekten sonra, haritasını alıp şöyle izah ediyor: "Bu esnada Conkbayırı'nın cenubundaki (güneyin­ deki) 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının Conk­ bayırı'na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu muhavereyi (karşılıklı konuşmayı) aynen okuya­ cağım! Bizzat bu efradın önüne çıkarak: - Niçin kaçıyorsunuz?'dedim. - Efendim düşman! dediler. - Nerede? - İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepe­ ye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileriye doğru yürü­ yordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırak­ mıştım, efrad on dakika istirahat etsin diye . . Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim asker22


lerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum ye­ re gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyete duçar olacak­ tı (düşecekti). O zaman artık bunu bilmiyorum, bir mu­ hakemei mantıkiye midir, yoksa sevkı tabii ile midir, bil­ miyorum. Kaçan efrada: - Düşmandan kaçılmaz dedim. - Cepanemiz kalmadı, dediler. - Cepaneniz yoksa, süngünüz var dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatır­ dım. Aynı zamanda Conkbayın'na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efra­ dının "marş marş "la benim bulunduğum yere gelmele­ ri için yanımdaki emir zabitini geriye saldırdım. Bu ef­ rat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yat­ tı. Kazandığımız an bu andır. Bir koca muharebenin ufacık bir lahzaya (ana) bağ­ lı olduğunu, hatta bir memleket hayatının fena kullanıl­ mış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini, burada ol­ duğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanın mukadderatını iyileştireceğini o dakikayı gö:­ rür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüyleri­ ni ürpertiyordu! Mustafa Kemal Paşa dedi ki: - Kolun başında bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe cepanesiz bölüğü takviye ederek ateş açmasını emrettim. 23


Yanıma gelmiş olan alay 57 tabur 2 kumandanı Yüzbaşı Ata Efendi'ye bütün taburlarıyla bu bölüğü takviye ede­ rek 26 1 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesi­ ni emrettim. Cebel bataryasına Suyatağı'nda mevzi aldı­ _ı:arak düşman piyadesi üzerine ateş açtırdım. Dereye sap­ tığından biraz geciken diğer bir taburu, kumandanı üze­ rinden açılarak taarruza iştirak etti. Bundan sonra idi ki alay kumandanına bütün alayı ile benim tevcih ettiğim is­ tikametlerde düşmana taarruz etmesini emrettim. - Zatıaliniz o esnada nerede bulunuyordunuz? - Ben de bataryanın yanında idim. - Bizim o ilk alay saat kaç sularında taarruza başladı. - 57'nci alayın taarruza başlaması... durun size söy­ leyeyim... (defterine baktı ve) öğleden evvel saat on rad­ delerinde idi. O esnada 9'uncu fırkaya mensup süvari za­ bitanından mülazımievvel (asteğmen) Mehmet Salih Efendi yanıma geldi. Ve 21'nci alayın Kocadere garbın­ daki sırtlardan Kemalyeri üzerinde düşmanla muharebe­ ye başladığını haber verdi. O zabitle mezkı1r (adı geçen) alay kumandanına, düşmanın sol cenahına (yanına) ta­ arruz etmekte olduğumu, 27'nci alayın da karşısındaki düşmana taarruz etmesini, henüz Bigalı civarında bulu­ nan 19'uncu fırka kısmı küllisini (büyük bölümünü) Ko­ cadere istikametine celbedeceğimi (getireceğimi), bu emri kendisine isal eden süvari mülazimi Salih Efen24


di'yi tekrar nezdime iade etmekle beraber benimle da­ ima irtibatı (bağlantıyı) muhafaza etmesini, muharebe­ yi Conkbayırı'ndan idare edeceğimi emrettim, bildir­ dim. Bigalı'da bulunan fırka erkanı-harbine de emir at­ lısı ile bir emir gönderdim. Dedim ki: İzzettin Bey (rahmetli Gn. İzzettin Çalışlar): Alay 72 Maltepe'ye takarrüp etmesin. Sıhhiye bölüğü Kocade­ re'ye gelsin (hepsi). Alay 77 Kocadere şarkına takarrüp etsin (yaklaşsın). Ve bu raporu üçüncü kolordu kuman­ danına veriniz. - O raporu, askeri bir mahzur (sakınca) görmüyor­ sanız, istinsah edebilir miyim (yazabilir miyim)? Çünkü harp meydanında hemen o müthiş vakalar cereyan et­ mekte iken şiddet ve heyecanla yazılmış canlı ve kıymet­ li bir harp tarihi vesikası olurdu. - Hayhay, bunu verebilirim, yazınız. Üçüncü kolordu kumandanlığına Arıbumu şimalindeki sırtlar. Saat dakika 12 Nisan 10 24 evvel Düşmanın karaya çıkmış bulunan piyadesi Anbur­ nu ile Kabatepe arasında bir buçuk kilometre kadar bir cephedeki sırtlan işgal etmiştir. 27'nci alay düşmanı şark cephesinde sekiz yüz metre mesafede işgal ediyor. Düş­ manın tamamen sol cenahında, altı yüz metre mesafeden taarruza başladım. Yalnız piyadeden ibaret olan düşma25


nı bir alay tahmin ediyorum. Muharebe devam ediyor. Bir saat kadar ateş muharebesinden sonra düşmanın 26 1 ra­ kımlı tepeye kadar ilerlemiş olan kıtaatının ricate (geri­ lemeye) başladığı görüldü. İşte raporun size verebileceğim kadar kısmı bu. Yi­ ne hikayemize devam edelim, olmaz mı? 57'nci alay, verdiğim emir üzerine şiddetle takip ediyordu. 27'nci alay kumandanından emrimin alınıp alınmadığına dair bir haber gelmedi. Bununla beraber gerek bizzat benim, gerek yanımdaki zabitlerden tarassut için ileri gönder­ diklerimin neticei tarassudumuzdan bu alayın da taarruz etmekte ve ilerlemekte olduğunu anladım. - Pek iyi Paşa Hazretleri, böyle bu kadar şiddetle hü­ cum eden düşmanı bu kadar süratli bir surette ricate (çe­ kilmeye) mecbur eden amiller (etkenler) nedir? - Evet, bu suali sormakta hakkınız var. Arzedeyim: Şimdi saat on bir buçuk evvelden sonra vaziyet bence şu idi: Düşmanın karaya çıkmış olan kuvveti, sekiz tabur­ dan fazla idi. Şimdi bu sekiz taburluk kuvvet kendisiyle gayrimünasip (uygun olmayan) gayet geniş bir cephe üzerinde "26 1 "e kadar şimalen (kuzeyden), ve Kemal­ yeri'nin bulunduğu sırtların garp (batı) yamaçlarına ka­ dar şarktan (doğudan) ilerleyebilmişti. Fakat bu uzun cephe hattı, ziyade manialı birtakım derelerle kesik bu­ lunuyordu, bu sebeple düşman kendi cephesinin hemen her noktasında zayı f idi. Conkbayın şimalinde mevzi 26


alan 19'uncu fırkanın seri cebel bataryası Anbumu ih­ raç noktasını ateş altına aldığı için düşmanın henüz ih­ raç etmeye devam ettiği kıtaatın ihracı hem müşkülata, hem de teahhura (gecikmeye) uğradı. 57'nci alayın Conk­ baym ve Suyatağı hattından "261" istikametinde ve dar cephe ile kesif (yoğun) olarak düşmanın pek nazik ve mü­ him olan sol cenahına yüklenmesi iki taburdan ibaret olan 27'nci alayın da Merkeztepe istikameti umumiye­ sinde geniş cephe ile düşmana atılması düşmanı ricate (geri çekilmeye) mecbur etmiştir. Fakat bence bu tabiye vaziyetinden daha mühim olan bir amil vardır ki o da herkes öldürmek ve ölmek için düş­ mana atılmıştı. Bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek azmiyle harekete teşne olduğu bir ta­ arruzdur. Hatta ben, kumandanlara şi fahen verdiğim emirlere şunu ilave etmişimdir: - Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyo­ um. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zar fında yerimi­ ze başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir. Bu sözler Paşa'nın göğsünden o kadar azimle çıkı­ yordu ki, muhakkak, kumandan o günü hayalinde tekrar yaşatıyordu. Bunları duydukça muharebe vasıtaları ne kadar ilerlerse ilerlesin, her şeyin fevkinde (üstünde) ge­ ne ruh azminin, bir gaye uğruna fedakarlık etmenin bu­ lunduğuna inanıyordum. 27


- Şimdi bu böyle, efendim? Fakat akşama kadar da­ ha çok zaman vardı. Bu sıralarda idi ki 9'uncu fırka ku­ mandanından haber getiren bir zabit, düşmanın Kumte­ pe'ye kuvvet ihracına (göndermeye) başladığını ve ora­ da kuvvetimiz bulunmadığını, 19'uncu fırkaca bu cihe­ tin nazarı dikkate alınmasını, 9'uncu fırka kumandanı­ nın tekmil (bütün) kuvvetleriyle Kirte'ye gittiğini bildi­ riyordu. Kumtepe, Kilidülbahir'e en yakın ve pek müessir bir noktadır. Burasını müsamaha etmek bütün maksatları zı­ yaa (kayba) uğratabilir. Binaenaleyh derhal hatırıma ge­ len şey, Arıburnu'nda muharebeye iştirak eden kuvvet­ leri taarruza devam ettirmek ve fırka kısmı küllisiyle bizzat Kumtepe'ye yetişmek oldu. Buna dair icap eden emirler verildi. Fakat bizzat fırka kısmı küllisine müla­ ki olmayı (kavuşmayı) tercih ettiğim için hemen hareket ettim. Kumandan hemen hareket ediyor. Ve Kocadere'den 77'nci alaya, ondan sonra da ... inci alaya mülaki oluyor. Öğleden sonra saat bir raddelerinde (sıralarında) Malte­ pe'ye yaklaştığı sırada bazı seslerin kendi ismini çağır­ makta olduğunu işitiyor. Seslerin geldiği tarafa yaklaşı­ yor. Bakıyor ki kolordu kumandanı Esat Paşa ve maiye­ ti erkanı harbiyesi... Mustafa Kemal Bey, müşarüniley­ he gelmiş olan son raporu okuyor. Ve görüyor ki bu ra­ por aynı zamanda kendisine de aitti ve biraz evvel gelip 28


düşmanın Kumtepe'ye çıktığını haber veren zabit, bu ra­ porun mealini (sonucunu) söylemiştir. Halbuki okudu­ ğu tahriri (yazılı) rapora nazaran düşmanın Kumtepe'ye çıktığı doğru değildir. - Bakınız bu raporun şifahen tebliğinde bir "Kum­ tepe'ye asker çıktı " cümlesinin ilavesi bütün tetkik ka­ rarlarını değiştirebiliyor, iş bu suretle anlaşıldıktan son­ ra kolordu kumandanı paşa hazretleri kararımı sordular. Mustafa Kemal Bey de tekmil kuvvetle Arıbur­ nu'ndaki düşmana taarruza devam edeceğini arzediyor. Kolordu kumandanı paşa kabul ediyor ve Mustafa Ke­ mal Bey derhal yanından ayrılıyor, muharebe meydanı­ na geliyor. 77'nci alayı 27'nci alayın solundan düşman sağ cenahı aleyhine taarruza geçiyor. İhtiyatlarını, sah­ ra bataryasını lazım gelen yerlere yerleştiriyor. Kendi de sağ cenaha gidip oradan muharebeyi idare ediyor. Bizimkiler o kadar ilerlemişler ki düşman ricatine devam ediyor, hatta kısmen sandallara binmekle bile iş­ tigal ediyormuş (uğraşıyormuş). Fakat akşam olmuş. Ge­ cenin hulfüüne (gelişine) kadar muhtelif emirlerle hücu­ ma sevk edilmiş olan cüzütam kumandanları, fırka ku­ mandanının ısrarı üzerine, ta ki düşman tamamıyla tar­ dedilsin diye savletlerine devam etmişler ve pek de mu­ vaffakiyetli hücumlarda bulunmuşlarsa da düşmanı ka­ milen (tam olarak) sürememişler. Gece de pek ilerle­ yince muharebe kesilmiş. Bu ani sükunet fırsatında düş­ man karaya yeniden asker çıkarmakta devama başlamış. 29


Paşa: - Demek ki, dedi 12/ 13 gecesi vaziyet hakkında hiç­ bir taraftan sahih malumat (doğru bilgi) alamıyorum. Gece karanlığından dolayı manzarai harbi (savaşın man­ zarasını) gözümden kaybediyorum. Ve vaziyeti etrafıy­ la anlayabilmek için sabaha kadar cepheyi bizzat dola­ şıyor, oradan, telefon merkezi yapılmasını emrettiğim Kocadere'ye geliyorum. Orada vakıf olduğum yeni va­ ziyete göre sağ cenahtaki ihtiyat (yedek) kuvvetlerini alıp merkeze ve sol cenaha yaklaştırıyorum. Kendim de bilahare (daha sonra) Kemalyeri unvanını alan merkez­ den muharebeyi idare ediyorum. Muharebenin yalnız bir gününü dinlemek insanın içine helecanlar, coşkunluklar, her adımda bir fışkıran binlerce beklenmedik zorlukların ağırlığını dolduruyor­ du. Sordum ki: - Anbumu vakayii (olayı) yalnız bundan mı ibaret­ tir? Paşa ruhumda dehşetler uyandıran o boğuşma sah­ nelerini, o kan ve barut kokan manzaraları keşfetmiş tec­ rübeli bir adam temkiniyle gülümsedi: - Ne o, yoruldunuz mu? Daha bu, vakanın başlangı­ cıdır. Benim Arıbumu'nda 12 Nisan dahil gününden 4 Mayıs dahil gününe kadar 23 günlük "Arıburnu kuvvet­ leri " kumandanlığını ve ondan sonra da bütün cephenin sağ cenahında tekrar yalnız 19'uncu fırka kumandanlı30


ğım vardır. Bu müddet zarfında birçok vakayii harbiye cereyan etmiştir. Biz yalnız en mühim günleri işaret ede­ biliriz. Ve önünde duran sigara paketini uzattı. İkimizin de küllüğü dolmuştu. Paşa çıngırağı çaldı. Arkamızdaki mahmuz şıkırtısına: ..;. Çocuk, bize iki kahve daha yapın, sonra şu soba­ nın ateşi sönmesin, dedi. - Başüstüne Paşam. . Ve yine çalışmaya başladık: Düşman 13 Nisan'da, yani geceden beri ihracına de­ vam ettiği kuvvetlerle yeniden birinci hattını takviye edi­ yor, evvela sol cenahla merkezde bulunan kıtaatımıza fa­ ik (üstün) kuvvetlerle taarruza geçiyor. Fakat kıtaatımız faik düşman kuvvetinin süngü hücumundan kendini ko­ rumak şartıyla arada bir mesafe muhafaza etmek üzere mağlubiyetten sıyanet ediliyor (korunuyor). İşte bu su­ retle 13 Nisan günü, mağlup olmadan kazanılıyor. Paşa dedi ki: - Bu, askerimizin en mühim surette fedakarlığı, kah­ ramanlığı demeyim -çünkü Türklerin bundan daha.faz­ la fedakarlık gösterdikleri günleri hatırlıyorum- herhal­ de sebat (direnme) ve metaneti (dayanması), zabitlerimi­ zin olsun, kumandanlarımızın olsun cesareti, azmi saye­ sinde kazanılmış mühim bir gündür. Diyebilirim ki be­ nim en nümüsait (uygun olmayan) vaziyetim 13 Nisan 3 l·


günü idi. Çünkü beş İngiliz livasına karşı duran kuvve­ tim dünkü, yani 12 Nisan günkü, şanaver şedit (sert) sav­ let (hücum) ve taarruzlarla zayiata uğrayan 57'nci alay­ dan, ikişer taburlu olan 27 ve 77'inci alaylarla, gayri ka­ bili istifade (yararlanılması olanaksız) bulunan 72'nci alaydan ibaretti. Hakikaten 12 Nisan muharebesiyle An­ bumu cephesi muvaffakiyetinin temelini kuran, İngi­ lizlerin bu cephede azmini kırıp planını mahveden, bu kuvvetti. 14 Nisan günü daha iki alay kuvvetin tahtı em­ rime gireceği anlaşıldı. Bunun üzerine düşmana tekrar taarruza karar verdim. 13-14 Nisan gecesini Kocadere köyünde geçirmiş­ tim. Kat 'i karanını fecre (sabaha) yakın bir zamanda ver­ dim. O zamanda ki düşman Kabatepe istikametinden Kocadere köyünü donanmasıyla ateş altına almıştı. İşte icap eden taarruz emri bu ateş altında yazılmıştır. Bu emir, emiratlılan ile cüzütam kumandanlarına gönderil­ di. Sonra ben de bizzat Kemalyeri'ne gittim. Saat yedi ile sekiz arasında sol cenah ve cephede ta­ arruza başlandı. Bundan sonra idi, sağ cenahta da kıta­ lanmızın taarruz hareketlerini görüyordum. Taarruz bü­ tün cephe üzerinde muvaffakiyetle devam ediyordu. Düş­ man Kanlısırt'ta firar suretinde ricate başlamıştı. Kırmı­ zısırt'ta da ricate başladı. Saat lO'dan sonra sağ cenahı­ mız da düşmanı tazyike (baskıya) başladı, ricate mecbur etti. Ve takibe koyuldu. Zeval sıralarında idi iki düşma32


nın Kanlısırt'ta ricat eden aksamından baki kalmış olan­ lar Kırmızısırt'ta da en son ricat ettikleri avcı hendekli mevziinde tüfeklerini bırakarak hemen heyeti kamilesiy­ le siperlerinin önüne çıkmış, şapka, beyaz mendil bay­ rak sallayarak teslim olmak istiyorlardı! Bütün bu man­ zaraları Kemalyeri'nden ben ve tekmil maiyetim dür­ bünsüz olarak seyrediyorduk. Bu aralık gerek fırka erkanı harbi İzzettin Bey'den aldığım raporlardan, gerekse bizzat müşahedelerimden anlıyordum ki düşmanın Arıburnu şarkındaki sırtlarda hiçbir faaliyeti kalmamıştır. Sağ cenahımız karşısında düşman efradı sahile iltica etmiştir. Yalnız ricat noktasına uzak kalan düşmanlar Kanlı­ sırt'la Kırmızısırt'taki vaziyetlerinden dolayı, Merkezte­ pe'de kalmış olan aksamı da sağ cenahımızın Kömürka­ pıderesi ve Bombasırtları'na kadar ilerleyerek bilhassa Y ükseksırt'ta aldıkları hakim vaziyetten dolayı çekilmi­ yorlar, ister istemez sebat gösteriyorlardı. Düşmanın asıl sebatı Y ükseksırt'ın garbında ve Ha­ intepe'de görülüyordu. En nihayet gece hulı1l edince, kı­ taatın fevkalade yorgun olduğu da anlaşılınca kazanılan muvaffakiyetle iktifa olundu. Muharebe tevkif edildi, tu­ tulan, kazanılan hatlarda tahkimat icra etmeleri emri ve­ rildi. 15 Nisan günü görülen vaziyet şu: Düşman sağ cenahımız karşısında Yükseksırt'ın sa­ hile müteveccih (yönelik) kısmında, Kömürkapıderesi 33


içinde yamaçlara tutunmuş bir halde, buna mukabil (kar­ şılık) bizim kıtalarımız Cesarettepe'deki düşman hattı ha­ lasında (üstünde), bunun karşısındaki kıtalarımız da Edir­ nesırtı'nda Kırmızısırt ve Kanlısırt'ta imiş. Hattı bala tek­ rar tekrar düşman tarafından işgal edilmiş ve buna mu­ kabil kıtalarımız mezkfri (adı geçen) hattı balanın şarkın­ da ve karşısında mevki tutmuş. Düşman gündüz de ihra­ ca devam ediyormuş. Karaya çıkarılan düşman kuvvetle­ ri ileriye sevkedilerek ön hatlar takviye ediliyor, hatlar tak­ viye edildikçe de umumi vaziyetini tashih edebilmek (dü­ zeltebilmek) için cephenin bazı noktalarında faaliyette bu­ lunuyormuş. Bu faaliyetler sırasında, Kanlısırt cihetinden (yönünden) düşman sol cenahımızı sabahtan beri tazyik etmekte imiş. Bu taarruzu tevkif edilmiş. O gün düşma­ nın dokuz nakliye gemisinden karaya dökülen askerinden başka sekiz nakliye gemisinin daha ufuktan kıyılara doğ­ ru yaklaşıp büyümekte olduğu görülüyormuş. Bizim bi­ rinci hattımız düşmanın iki yüz, üç yüz metre karşısında bulunuyormuş. Bu suretle gittikçe tekasüf eden (yoğun­ laşan) düşmanın karşısında beklemektense kat'i neticeyi kazanmaya kifayet edecek (yetecek) kadar kuvvet celbi için Mustafa Kemal Bey mafevk (üst) kumandanlara ma­ ruzatta bulunmuş. İstediği kuvvetleri alınca cephesi ge­ nişlediğinden muhtelif kumandanlarla daimi münasebet­ te bulunmak zorlaşmış. Onun için cephesini muhtelif mıntıka kumandanlıklarına ayırmış. 16 Nisan: 34


Düşman sağ cenahımıza ta arruz teşebbüsünde bu­ lunmuşsa da durdurulmuş. 17 Nisan: Sağ cenahımızdaki siperlerimize düşman taarruz et­ miş, fakat kıtalarımızın mukabil süngü hücumları ile ge­ ri püskürtülmüş: Fakat tamamıyla yerleşen düşmanın ye­ niden mühim bir hücuma kalkışacağını muhtemel gören Mustafa Kemal Bey taze kuvvetlerle düşmandan evvel düşmana vurmayı kararlaştımmış. O zaman mıntıka ku­ mandanlarını Kemalyeri nezdine celbedip şifahi talimat­ ta bulunmuş. O gün maiyetinde bulunan erkana karşı söylediği sözlerden bazı kısımlarını bize vermesini kumandandan rica ettim ve şunları aldım: Zira taarruz emri vermeden evvel Mustafa Kemal Bey ruhlarına hitap etmekten pek kuvvetli neticeler bekliyor. Onun için diyor ki: "Düşmanın altı gündenberi iki defa taarruz ederek sarstığımız ve arazinin menaatinden dolayı neticeye ka­ dar şiddetli takip edememek yüzünden barınabilen ak­ samı himayesinde çıkarmakta olduğu ve fakat şimdiye kadar mahvettiğimiz kuvvetlerinin iki fırkada� fazla ol­ duğu anlaşılmıştır. Seddülbahir'de Kumkale cihetinde de hal hemen aynı olmuştur. Karşımızda bulunan düşmanı bire kadar hepimiz ölerek behemehal denize dökmek lazım olduğu kanaati vicdaniyesindeyim. Vaziyetimiz düşmana nazaran (gö35


re) zayıf değildir. Düşmanın kuvvei maneviyesi tamamen mahvolunmuştur. Mütemadiyen siper yapmakla kendi­ sine bir melce (sığınacak yer) aramaktadır. Siperleri ci­ varına birkaç mermi düşmekle derhal kaçtığını kendi gözlerinizle gördünüz. Düşmanı büsbütün kaçırmamak için daha çok teem­ müle (düşünmeye) lüzum yoktur. İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan hacaletinin (utancının) ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kat'iy­ yen kabul etmem. Şayet böyleleri olduğunu hissederse­ niz derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim. Ş�mdiye kadar ihraz ettiğimiz (elde ettiğimiz) mu­ vaffakiyeti tamamlamak için emrime verilen taze kuv­ vetler hattı harbe vasıl olmaktadır (ulaşmaktadır)." Ve rublan bu hitapla dolan kumandanlara, edecek­ leri taarruz hakkında lazım gelen emirleri veriyor, terti­ batını (düzenini) da kolordu kumandanlığına arz ediyor. Karan oraca da tasvip görüyor. Bunun üzerine 18 Nisan taarruzu vukubuluyor ki o­ nun neticesinde husule gelen vaziyet, Paşa'ya nazaran o günden sonraki hareketlerin hiçbirisiyle "kabili tebed­ dül olmayan (değişmeyen) vaziyet "tir. Şöyle ki: "Saat beş evvelden itibaren bir taraftan topçularımızın ateş açması ile diğer taraftan müteakıben (daha sonra) yeni gelmiş olan 14'üncü alayın Boyun ve 36


Merkeztepe'ye doğru ilerlemeye koyulmasıyla bütün cephe üzerinde topçu ve piyade muharebesine başlamış oluyoruz." Düşmanın karada yalnız bataryası varmış. Kıtalarımızla düşman hatları arasında mesafe pek az ol­ duğu için düşman bataryaları piyademiz üzerine hiçbir tesir yapamıyorlarmış. Yalnız düşmanın harp gemileri, bilhassa Kabatepe cihetinden muharebe hatlarımızın gerilerini şiddetli ve devamlı ateşler altında bulundurmaktan bir an hali (uzak) kalmıyormuş. Paşa'dan kendisinin bu muharebeyi nereden idare et­ tiğini sordum: - Ben bu muharebeyi Kemalyeri'nden idare ediyo­ rum, dedi. Çünkü o yerden bütün düşman mevzilerini, sağ ce­ nahtaki bazı kısımlar müstesna olmak üzere bütün düş­ man mevzilerini sonra da hemen bütün kıtalarımızın ha­ reketlerini gözaltında bulundurabilmesi mümkünmüş. Paşa dedi ki: "Düşmanın şiddetli piyade ve mitral­ yöz ateşleri karşısında 14'üncü alayın taarruzu bataetle (ağırlığıyla) ilerlemekte idi. Yalnız cebelden ibaret olan topçumuz düşman siperleri üzerine endaht (ateş) ederek piyademizin ilerlemesini himaye hususunda (koruma ko­ nusunda) pek ziyade (çok) amma fevkaliide ziyade ça­ lışmakta idi. Sol cenah kuvvetlerimizin taarruzları da görülmeye başladı. Saat 6.45 evvelde 14'üncü alayın ge37


risinde bulundurulan 125'inci alayın kısmı küllisi Mer­ keztepe istikametinde 14'üncü alaya takrip edilmişti. Sol cenah kuvvetlerimizin daha ciddi taarruz etmesini, sağ cenah kuvvetlerimizin de taarruzla 14'üncü alaya mua­ venette (yardımda) bulunmasını emrettim. Fakat saat 10.30 evvele kadar devam eden safhada düşmana pek müessir olmamakta bulunduğumuzu görüyordum." Bunun üzerine terbitatta birçok teferruata müdaha­ leye lüzum görmüş. Bu baptaki (bölümdeki) emirlerinin kumandanlara vusulüne (ulaşmasına) kadar, geriden sev­ kolunan takviye kıtalannın muharebe cephesine muva­ salatına (varışlarına) kadar geçen zaman zar fında taar­ ruzlarımızda bir durgunluk peyda olmuş, kumandanlar­ dan bazıları taarruzun tevki fini, yahut hiç olmazsa ge­ ceye talikını rica etmekte imişler. Halbuki Mustafa Ke­ mal Bey düşmanın hakikaten büyük bir tazyik karşısın­ da bulunduğunu bildiği için mutlaka taarruza karar ve­ rıyor. - Bu tazyikin mevcut olduğunu ne suretle takdir ede­ biliyordunuz, efendim. - Bir defa bulunduğum yer pek müsaitti. Bütün va­ ziyeti tekmil cüzütam kumandanlarından daha iyi göre­ biliyordum. Sonra da muhteli f membalardan (kaynaklar­ dan) malumat alabiliyordum. Mesela düşman kumanda­ nının "buraya imdat yetiştiriniz" tarzındaki bir telsiz telgrafını mevkii müstahkemde bulunan telsiz telgrafı38


mız kapmış. Bunu bana bildirdilerdi. Binaenaleyh baş­ lanılan taarruza devam etmek lüzumlu idi. Düşmanın imdat kuvvetleri yetişmeden evvel taarruzumuzu kat 'i bir neticeye iktiran ettirmek (yaklaştırmak) lüzumu aşikar­ dı (açıktı). Sonra düşmanı bir an evvel sahillerimizden atmak gayet vatani bir vazife idi. Maksadımı cüzütam kumandanlarına bildirdim. Bu maksadın tatbiki için askerlerimizin süngüsünden başta güvenilecek hiçbir çare yoktu. Elimde bulunan bütün kuvvetler ileriye yaklaşmış bir halde idi. Bir hücum sav­ letiyle (şiddetiyle) düşman mevzilerine girmeleri için borazanlarla,trampetlerle geriden şiddetli bir hücum em­ ri verdirdim. Saat 4 sonra idi. Umum cephede ileri hare­ keti canlandı. Bilhassa merkez grubu şiddetli saldırıyla ilerlemeye başladı. Doğrusu bütün kıtalarımız şayana takdir bir surette ilerliyordu. Gayet itidalle (ölçülü) konuşan muhatabımın ağzın­ da "şayanı takdir" terkibinin mühim manası vardı. Bu terkip benim nazarımda tarifsiz fedakarlık, muhayyele­ siz kahramanlıklar sahnesi demekti. - Sonra ne oldu efendim? Birçok efrat bazı yerlerde düşman siperlerine kadar girmeye muvaffak oldu. Fakat asıl keşi f avcı hatlarımız düşman siperlerinin yirmi otuz, hatta sekiz on metresin­ de durdu. Bizim askerlikçe bu mesafede hala muharebenin bit39


memiş olması şayanı istiğraptı (hayretti). Çünkü eski na­ zariyata (kurama) göre bu mesafenin pek çok fevkinde­ ki (üstündeki) bir mesafede muharebe neticesi taayyün etmiş (belirmiş) olmak lazım gelir. Halbuki düşmanın se­ bat ve ısrarı, kahraman askerimizin ölümden yılmaması böyle burun buruna gelindikten sonra da daha aylarca müddet pek kanlı muharebe safhaları görmek imkanını muhafaza etmiş oluyor. Bu muharebe böyle saat dörtte burun buruna gel­ mekle taarruz durdu. Fakat muharebe olanca şiddetiyle devam ediyordu. Ben kemali ciddiyet ve şiddetle taarruz edilmek, bu taarruz ihtiyat ve istinat (destek) kuvvetle­ riyle iyi takip olunmak şartıyla neticei kat'iyyenin (ke­ sin sonucun) kazanılacağına kaniydim. Ve bu kanaatim­ de musırdım (direniyordum). Bilhassa düşmana bu ka­ dar yaklaşıldıktan sonra gecenin zulmetinden (karanlı­ ğından) istifade edilerek düşman siperlerine atılmak pek mümkün olacaktı. Gece yarısına kadar bazı tertibatla iş­ tigal edildi (uğraşıldı). Sonra bir gece hücumu yapılma­ sını emrettim. fakat sabaha kadar cereyan eden ahvale (duruma), hasıl olan vaziyete nazaran düşman mevazii asliyesine (düşmanın asıl mevzilerine) girilemediği an­ laşıldı. Yirmi dört saatten beri devam eden muharebe aske­ rin pek ziyade yorgunluğunu mucip (neden) olmuştu. O­ nun için verdiğim bir emirle taarruzu kestim. Fakat ka40


zanılmış olan hattı tahkim etmekten (güçlendirmekten), orada mıhlanıp kalmaktan başka vatanı kurtaracak çare yoktu. Binaenaleyh lazım gelen emri verdim. Kıymetli bir harp tarihi vesikası olmak üzere Pa­ şa'dan bu emrin son sözlerini aldım. Diyor ki: "Benimle beraber burada muharebe eden bilcümle askerler kat'iyyen bilmelidir ki uhdemize tevdi edilen (bi­ ze·verilen) namus vazifesini tamamen ifa etmek (yerine getirmek) için bir adım geri gitmek yoktur. Hab ü istira­ hat aramanın bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyyen mahrum kalmasına sebebiyet ve­ rebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşları­ mın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk asan (eseri) göstermeyecekleri­ ne şüphe yoktur." Mustafa Kemal Paşa 'nın umum Anburnu kuvvetle­ rine şamil (kapsayan) olan kumandanlığı 4 Mayıs 133 1 ( 19 1 5) gününe kadar devam etmiş, bu müddet zar fında cereyan eden vakalar içinde öyle mevzii mütekabil (kar­ şılıklı) taarruzlardan başka hiç büyük muharebe yok. Fa­ kat cidden kahramanlık sahneleri var. Mesela bakınız Paşa ne anlattı: - Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmu­ yoruz. Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan ge­ çemeyeceğim. Mütekabil (karşılıklı) siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhak41


kak ... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına ka­ milen (tamamen) düşüyor, ikincidekiler onların yerine gi­ diyor. fakat ne şayanı gıpta bir itidal (anlayış) ve tevek­ külle (inançla) biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç daki­ kaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur (umutsuz­ luk) bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyor­ lar. Bilmeyenler kelimei şehadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hay­ ret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakka­ le muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur. Paşa, Anbumu kumandanlığından ayrılıyordu. Fa­ kat gece olmuştu. Ben de Paşa'dan ayrılmaya mecbur­ dum! Kendisine pek çok teşekkür ederek, iki gün sonra diğer safhalar hakkında malumat (bilgi) almak için tek­ rar ziyaret edeceğimi söyleyerek kahraman elini sıktım. Bana Kanije müdafii Tiryaki Hasan Paşa ile yahut Plevne aslanı Gazi Osman Paşa ile görüşmek mukadder olsaydı bugünkü muhavereden (konuşmadan) daha faz­ la mı bir heyecan duyacaktım?

42




İKİNCİ SAFHA

45



Paşa yine aynı odada yine aynı sivil lacivert elbise ile oturmuş; önündeki mufassal (ayrıntılı) haritadan son Al­ man taarruzunu takip etmekle meşguldü. Taarruz istika­ metlerini, tahmin ettiği neticeleri mesleğine aşık bir as­ ker vuzuh (açıklığı) ve samimiyetiyle anlattı. Ve sonra: - Bugün ikinci safhadan bahsedecektik, öyle değil mi, efendim? dedi. Bu ikinci safha harbin ikinci safhası değil, kumandanın o havalide deruhte ettiği (üzerine al­ dığı) vazifelerden ikincisidir. Bu zamanda, Paşa umum Anburnu cephesine ait mütalaalarda (görüşlerde) bulun­ mak salahiyetini kendinde bulamıyor. Ancak sağ cenah­ ta

19'uncu fırkanın başında bulunduğu sırada cereyan e­

den en mühim hadise hakkında, yani 6 Mayıs'ta vuku­ bulan umumi hücum hakkında biraz malfımat (bilgi) ver­ di. Bu umumi hücumda onun fırkası, karşısındaki düş­ man mevzilerine girmeye muvaffak olmuş.

- 7 Mayıs, dedi (ve kahvesinden bir yudum alarak, evrakını okuduktan sonra) o günü şöyle hülasa edebili­ riz (özetleyebiliriz): Düşmanın Anburnu'na kuvvetler çıkardığı görüldü. Bu kuvvetlerden birkaç tabur kadar Anbumu cephesi­ nin sağ cenah şimalinde bulunan Çataltepe'ye doğru gi­ diyordu. İcra edilen keşif ve tarassuda (gözetlemeye) na­ zaran da düşmanın, yine bu civarda, bahkçıadamlan şi­ malişarkisindeki sırtlarda 100 metrelik küçük bir cephe üzerinde tahkimatı ve askeri görüldü. Benim tahmin edip 47


şimal grubu kumandanlığına arzettiğim gibi bu civarda­ ki tahkimat evvela ufak mikyasta kanlı muharebeleri in­ taç etti (sonuçlandırdı). Sonra da Anafartalar harekatı umumiyesinin mebdeini teşkil etti. 8, 9, 10 Mayıs günlerinde bizim fırkanın cephesin­

de mühim hadiseler olmamıştı. 11'inci günü bir mütare­ ke akdettik. Defni emvat ile uğraşıldı. 12, 13, 14 Mayıs günleri de, hatta 15'te de iş'ara de­ ğer bir şey yok. .. - Bu durgunluk neden hasıl oluyor, efendim? - Çünkü düşman yorgundur. Çok zayiat verdi. Mühim miktarda kırıldı. Ve benim telakkiyatıma (görüşü­ me) göre artık Arıbumu'nda neticei kat'iyye (kesin so­ nuç) olmaktan sarfınazar ediyor (vazgeçiyor). Ben bu durgunluğu ona hamlediyorum. Mayısın 16 'ncı günü be­ nim sol cenahımda bulunan fırka ki o da bizimdir, ihzar olunan (hazırlanan) birtakım lağımları iştial (infilak) et­ tiriyor. Onların iştial etmesiyle beraber düşmana bir bas­ kın hücumu icra ediyor (yapıyor). 17 Mayıs'ta işte demin bahsettiğimiz Çataltepe Ha­ lit ve Rızatepe denilen yerde kanlı bir muharebe oluyor. - O tepeye niçin Halit ve Rızatepesi denmiş? Orada, Rıza Efendi isminde ve Halit Efendi ismin­ de gayet kahramanca bir hücum icra eden iki zabit şehit olduğu için! ... Bu muharebeden sonra bir aralık benim Anbumu'na 48


karşı muhafazasını deruhte ettiğim (üzerime aldığım) cepheye ilaveten Anafartalar mıntıkası dahilindeki Az­ mak'a kadar olan parça da tahtı mesuliyetime (benim so­ rumluluk makamıma) verildi. Fakat daha sonra bütün Anafartalar mıntıkası doğrudan doğruya Esat Paşa Hz.'lerine merbut (bağlı) olmak üzre Almanyalı Vilmer Bey'in tahtı kumanda ve mesuliyetine tevdi edildi (so­ rumluluğuna verildi). On sekiz de hep o muharebe ile geçiyor. 22'nci günü verilen malfımata göre düşman, cenup grubunda yani Seddülbahir civarında Kirte mıntıkasına şiddetle taarruz etmekte idi. Binaenaleyh cephemizde de ciddi veyahut nümayiş tarzında bir düşman taarruzu­ na intizar etmek (beklemek) ihtiyata muvafıktı (uygun­ du). Hakikatte o gün öğleden evvel bütün fırka cephesi düşmanın top, tüfek, mitralyözleri ile şiddetli ateş altına alındı. Düşman taarruzu vaki oldu. Gerçi umum cephe­ de düşman ademi muvaffakiyete duçar edildi. Fakat Bombasırtı'nda iki siperimizi zapt ve işgal etti. 23 Ma­ yıs günü biz siperleri istirdat ile (geri alım) ele geçirdik. Düşman tedbirler sayesinde ve bilhassa 27'nci ve 57'n­ ci kuvvetini sabaha kadar teksif etmiş ve aleyhimize is­ timal edecek (kullanılacak) bir hale getirmişti. Fakat it­ tihaz olunan (alman) tedbirler sayesinde ve bilhassa 27'n­ ci ve 57'nci alayların kumandanlarının, zabitlerinin ve efradının kahramanlıkları sayesinde o siperler içinde bu49


lunan düşman kfunilen itlaf (tam olarak yok) edildi. Bom­ balarla parça parça berhava oldular: Siperler elimize geç­ tiği zaman içerleri düşman cesetleriyle ağız ağıza dolu idi. O müthiş bir şeydi. İngilizlerden bir fert bile kurtul­ mamıştı. Bu muharebe cereyan ettiği sırada Kemalyeri 'ni teş­ rif etmiş bulunan Talat Pş. Hz.'leriyle İsmail Canbulat ve Doktor Nazım Beyler o gün İngilizlerden iğtinam ettiği­ miz (ganimet olarak aldığımız) maddi muharebe hatıra­ larına da maliktirler. Kiminde kurşun parçalamış bir İn­ giliz altını, kiminde ufak tefek nişanlar, dürbün parçala­ n

filan vardır. - O gün zatıaliniz de Kemalyeri 'nde mi bulunuyor­

dunuz? - Hayır, ben muharebe mahallinde (yerinde) idim. Kendileriyle telefonla görüştük. Bahsettiğim hediyeleri oradan gönderdim. Düşmanın yalnız bu ufak muharebedeki zayiatı 3000'den fazla tahmin olunmuştu. 24 Mayıs'ta düşman yine fırka cephesine taarruz et­ ti. Hatta ufak bir siperimize de girdi. Fakat neticede ka­ m:ilen telef (tam olar�k yok) edildi. Yine dışarı atıldılar, mahvoldular. 26 ile 27'de yine bir şey yok 28'de öyle. 29''cia dÜşman 31, 33, ·34numara verdiğimiz siper:. lere taarruz etti. Fakat çok zayiatvererek kovuldu. Bom:. 50


basırtı'nda boyun noktasına mücavir olarak 14 Nisan gü­ nü taarruzdan sonra vücude getirilen bu siperler Arıbur­ nu cephesinde 7-8 metreden 1 O ila 12 metreye kadar düş­ mana yakın olan siperlerdi. Bu kurbiyet (yakınlık) ve sonra bu siperler üzerindeki hadiseler diyebiliriz ki, ken­ dilerine bir mevkii mahsus ve bir şöhreti tarihiye temin etmiştir. Bu siperlerin karşısında bulunan düşman siper­ leri, gerileri Korkuderesi'ne inen bir yarın kenarında in­ şa edilmiş olmak itibarıyla bir mahiyeti mahsuseyi haiz­ dir (özellik taşır). Mezkur siperlerdeki düşman daima ür­ kek bir halde idi. Bunun işte numaralarını söylediğimiz siperlerimize karşı faaliyetleri, tecavüzleri, hemen hiç­ bir gece eksik olmazdı. Üstünden bombalar atılmak, tah­ tezzemin lağımlar infilakı ile bu siperlerimiz adeta bir cehenneme çevrilmekte idi. Tabii karşımızdaki düşman siperleri de hemen aynı halde idi. Düşmanın bombala­ rından vukua gelecek telefatı tenkis edebilmek (azalta­ bilmek) maksadıyla bu siperler üzerine kalaslar örttür­ müştük. Onlar bu kalaslara ikide bir "mayii muhrik (sulu ya­ kıcı) şişeler"i atıyorlar, siperlerde yangın tevlit ediyor­ lardı (çıkarıyorlardı). Kesif alevler ve dumanlar o siper­ lerin üstünden hiç ayrılmazdı. Tabii biz oralarda pek çok telefat vermekte idik. Fakat buna rağmen şeci (yiğit), mütevekkil askerlerimiz bütün bu yangın, lağım, bom­ ba infilaklarına göğüs geriyorlar, şayanı gıpta bir metin 51


azimle yerlerini muhafaza ediyorlar, düşmana mukabe­ lede (karşılıkta) bulunuyorlardı. 30,31'den ve 1 Haziran'dan 16 Haziran' a kadar mü­ him hadiseler yok.

' Fakat Mustafa Kemal Paşa i6 Haziran'da fırkasının

sağ cenahında cidden kanlı für muharebe yapmış. Ve o günden itibaren 24 Temrriuz' a kadar fırka cephesinde mühim hadise olmamış. Yalnız 29 Haziran'da yine düş­ man bir kısım cephemize taarruz etmiş ve tardedilmiş (uzaklaştırılmış). 24 Temmuz günü, fırkasının cephesi­ ne topçu ateşi başlamış. Bu ateş evvelce mutat (alışılmış) dahilindeki derecede imiş. Ancak öğleden sonra şidde­ tini peyderpey arttırmış. Düşman ... nci fırka cephesinde ve Mustafa Kemal Bey'in fırkasının sol cenahında bir ta­ arruz hazırlığı ima eder surette, şiddetli topçu ateşi isti­ mal etmekte imiş. Filhakika hemen arkasından Kanlı­ sırt'ta taarruza geçmiş. Ve teşebbüsünde sühuletle mu­ vaffak (kolayca başarılı) oltnuş. Muharebe bütün cephe üzerinde, hem de pek şiddetli olmak şartıyla gece dahi devam ediyormuş. Paşanın cephesinin gerisinde,Anafar­ ta mıntıkası dahilinde bulunan Ağıldere civarında sürek­ li piyade ateşleri işitiliyormuş. Düşman gece yarısından yarım saat sonra Paşa'nın fırkasına taarruz eder. Ve tekmil siperlerimizde, hatta gerilerimizdeki havalilerde vesaitinin (araçlarının) aza­ mi (en yüksek) derecesini istimal eder: Yağlı paçavralar, 52


tahtezzemin lağım infilakları, muhtelif nevide bombalar! Kara ve deniz topçuları fırkanın cephesini mütemadiyen (durmaksızın) sarsmakta imiş. Saat dakika 1 10 evvelde Mustafa Kemal Bey kıtalannın nazarı dikkatini şu suretle celbetmiş (çekmişti)! "Vaziyeti umumiye pek mühimdir. Kumandanlar­ dan, zabitlerden her vakitkinden ziyade fevkalade inti­ bah (uyanıklık) ve mesaii fedakarane isterim." Sonra saat 3.30 evvelde de diğer bir emirle düşma­ nın bütün teşebbüslerini kıracak teyakkuz (dikkat) lüzu­ munu tekrar etmiş. 25 Temmuz günü saat 4 evvelden itibaren düşman topçusu azami faaliyetle ateş ediyormuş. Siperlerimizle rahı mesturlanmız (çizilmiş yollarımız) da ehemmiyet­ li bir surette yıkılmaya devam ediyormuş. Saat 4.45 ev­ velde düşman fırka cephesine hücuma kalkmış. Fakat bütün hücumları askerimizin metaneti (direnmesi) saye­ sinde az bir zaman içinde kamilen (tam olarak) mahve­ dilmiştir. Düşmanlarımız dehşetli zayiata uğramışlar, hatta bazı siperlerimize girmeye muvaffak olan kısımla­ n

da orada siperler içinde itlaf (yok) edilivermişler. Aynı günde saat beşe doğru düşman sağ cenahımız

aleyhine ikinci bir hücum tevcih etmişse (yöneltmişse) de bu da püskürtülmüş. Düşman, hücumlarını pek mu­ sırrane (ısrarlı) bir surette icra etmekte imiş. Paşa gülüm53


seyerek dedi ki: Hatta zabitlerinin sopalarla efradı sıkış­ tırarak müteaddit defalar siperlerden çıkarmaya çalıştı­ ğı görülüyordu. - Peki iyi Paşa Hazretleri, düşmanın fırkanız istika­ metinde bu derece uğraşmaktaki maksadı ne idi? - Vallahi, diyemeyiz ki düşmanın 19'uncu fırka cep­ hesine yaptığı bu hücumlardan maksadı bir nümayişten yahut da bu cihetteki kuvvetlerimizi tespit etmek veya­ hut da Ağıldere cihetinden sevk ve istihdamdan men et­ mekten ibarettir. Hayır! Bence düşmanın asıl maksadı ha­ rekatı umumiyesinde hedefi kat'i ittihaz ettiği Kocaçimen silsilesine, aynı zamanda 19'uncu fırkayı da geri atmak suretiyle vasıl olmaktan ibaretti. Fırka cephesinin vazi­ yeti umumiyeye nazaran haiz olduğu ehemmiyet, "Arı­ burnu, Kocaçimen", istikametini seddetmesi (kapaması) itibarıyla haiz olduğu ehemmiyet benim tahminimi mu­ hik (haklı) gösterebilir. Düşman fırkaya yaptığı hücum­ lara üç dört livadan aşağı kuvvet tahsis etmemişti. İlk hü­ cumda verdiği azim zayiata rağmen hücumu tecdit etme­ si fırka cephesinde takip ettiği gayenin ciddiyetine gayet açık bir delildir. Düşmanın fırka cephesinde ademi mu­ vaffakiyete uğramasının sebebi, sahra obüs bataryalarıy­ la iki harp gemisinden icra edilen 14, 15 saatlik müte­ madi (sürekli) bir bombardıman altında kıtalarımızın metanetlerini, mevkilerini muhafaza etmelerinden ileri gelmişti. Bunda günlerden beri tahkim ve tarsin edilen 54


(sağlamlaştırılan) siperlerimizin bahşeylediği istifadeyi de unutmayın. Burada mühim bir satır başına geçeceğiz. - Buyurun efendim. - Fırka cephesine tevcih olunan hücumları size izah ettiğim gibi, gerçi tardedilmişti (uzaklaştırılmıştı), fakat fırka için, bütün Anburnu vaziyeti için daha büyük bir tehlike başgöstermiş oluyordu. - Bu tehlike ne idi? - Bu tehlike Ağıldere mıntıkasından Şahinsırt'la Conkbayırı'na ilerlemekte olan düşmandı! Bu tehditkar hareket tekmil Arburnu cephesinin sü­ kutunu intaç edebilecek (sonuçlandırabilecek) bir mahi­ yette idi. Bu istikamete karşı fırka kendi vüs'ü (gücü) sa­ lahiyeti dairesinde icap eden tedbirleri almıştır. Fakat asıl tedabirle yani umumi noktai nazardan icraat ve ter­ tibatla şimal grubu kumandanlığı ciddi bir surette iştigal etmekte idi (uğraşmaktaydı). Paşa bu esnada çıngırağı çaldı. Kapının önündeki mahmuz şıkırtısına yeniden kahveler ısmarladı. Birer si­ gara daha yaktık. - Filhakika, dedi, mühimce kuvvetlerin zevalden (azalmasından) sonra Conkbayırı cephesine tevcih edil­ diği öğrenilmişti. 26 Temmuz günü düşman pek erken­ den tasviri pek mümkün olmayan bir şiddetle ilerledi. Ge­ rek Anburnu cephesindeki obüs ve sahra toplarıyla ge55


rekse denizdeki harp gemileriyle Conkbayın'nı ateş al­ tına aldı. Bu sırada bazı raporlar aldım ki Conkbayın va­ ziyetini pek şayanı memnuniyet olarak tasvir etmiyordu. Bu raporlardan başka erkanı harbiye reisini ve yaveri bizzat Conkbayın ve Şahinsırt civarına gönderdim. Va­ ziyeti tetkik ettirdim. Vaziyette vahamet muhakkaktı. Düşman Kocaçimen'i ve Şahinsırt'ı işgal etmişti. Ken­ dim de bizzat bulunduğum fırka tarassut mahallinden (gözetleme yerinden) Conkbayın 'ndaki hücum dalgala­ rını görüyordum. O istikametten gelen düşman mermi­ leriyle karargahımdaki zabitlerden yaralananlar vardı. Düşman diğer taraftan Suvla limanında da, onun cenu­ bundaki sahillerden de asker ihraç etmişti (çıkarmıştı). Bir taraftan da taarruz ediyordu. Bugüne kadar Anafartalar mıntıkası, şimal grubu kumandanlığına merbuttu (bağlıydı). Ve şimal grubu ku­ mandanlığı tarafından idare edilmekte idi. O gün emir ve kumandada bir değişiklik icra edildi. Saros grubu ku­ mandanı Miralay Feyzi Bey'in Conkbayın ve Kocaçi­ men'deki kıtaatı da tahtı kumandasına alarak "Anafarta­ lar grubu" namıyla bir grup teşkil olunduğu resmen teb­ liğ edilmişt. Conkbayın'ndaki büyük tehlikeyi yakından görüyor ve çok müteessir oluyordum. Onun için şimal grubu kumandanlığına şu tarzda maruzatta bulundum: Conkbayın'ndaki vaziyetin henüz şayanı dikkat ve nazik olduğu anlaşılıyor. Bu hususta ordu kumandanının 56


nazarı dikkatlerini ciddi surette celbe delalet buyurma­ nızı selameti memleket namına istirham ederim. Bu anda umum büyük kumandanlarda bir asabiyet mevcuttu. Ordu kumandanı Liman Pş. Hz'leri tarafından Kazım Bey (eski Samsun Valisi Kazım Paşa) telefonda benimle görüştü. Mütalaatımı (görüşlerimi) sordu. Va­ ziyetin nezaketini söyledim, dedim ki: "Daha bir an mev­ cuttur. Bu anı da ziyaa uğratacak olursak bir felaketi umumiye karşısında kalmaklığımız pek muhtemeldir." Vaziyetin umumileşmiş olduğunu, Anafartalar'da çık­ mış ve çıkmakta olan düşman kuvvetlerini nazarı dikka­ te almak, ona göre umumi tedbirler ittihaz etmek lazım geldiğini, sevk ve idareyi tevhit ve temin için bütün kuv­ vetlerin bir kumanda altında, bilavasıta bir kumanda al­ tında bulunmasından başka çare kalmadığını söyledim. 26-27 gecesi saat 9.50 sonrada idi ki şimal grubu kumandanı, ordu kumandanı Liman von Sanders Pş. Hz.'leri tarafından Anafartalar Grubu Kumandanlığı'na tayin edildiğime dair olan emri tebliğ etti. Aynı emirde, hemen hareket ederek 27 Temmuz'da icrası emredilmiş olan taarruzu icra etmekliğim de mevcuttu. Bu emir üze­ rine 27'inci Alay Kumandanı Şefik Bey'i 19'uncu Fık­ ra Kumandanlığı'na tevkil (vekil) ettim. Yanıma fırka ser­ tabibi Hüseyin Bey'i aldım. - Niçin? - Hasta idim çünkü... Yaverim Kazım Efendi o gün 57


şehit olmuştu. Rasim Efendi isminde diğer bir süvari za­ bitini de aldım. Dört aydır o yerde, yani ateş hattından

300 metre geride ecsat taaffunatı (çürümüş cesetler) ile bozulmuş bir hava teneffüs etmekte idim. O gece saat on birde, zindan gibi zifiri karanlıklar içinde oradan çıkın­ ca ilk defa temiz bir hava karşısında bulundum. Fakat bu güzel havayı zulmet (karanlık) ve müphemiyet (bilinmez­ lik) içinde teneffüs etmek nasip oluyordu. Hiç ardı arkası kesilmeyen hücumların karşısında az­ mine ufak bir sarsıntı bile gelmeksizin bu zatın uykusuz, havasız yerlerde burnuna kan ve barut kokulan, leş ve ceset kokulan çarpa çarpa, kulağında muhtelif çatırdı­ lar, gümbürtüler yer ede ede nasıl çalıştığına şaşıyor­ dum. Dedim ki: - Paşa Hazretleri, benim anladığıma göre siz henüz ne düşmanın derecei kuvvetini, ne de başına yeni tayin edildiğiniz bizim kuvvetlerimizi bilmiyorsunuz. Fazla olarak da, dediğiniz gibi bu zulmet ve müphemiyet için­ de meçhullere doğru gidiyorsunuz. Bu kadar ağır bir mesuliyeti nasıl bir düşünce ile kabul ediyordunuz? Çünkü ben bu harekette tarife sığmaz, alelade, hat­ ta fevkalade kelimelerle anlatmaya çalıştığımız ruhi ba­ letlerin pek üstünde olan bir şey görüyordum? - Vakıa böyle bir mesuliyeti deruhde etmek (üzeri­ ne almak) takdir buyurduğunuz gibi, basit bir keyfiyet değildir. Fakat ben, vatanım mahvolduktan sonra yaşa58


mamaya karar verdiğim için kemali iftiharla bu mesuli­ yeti deruhde ettim (üzerime aldım). Ve hemen saatlerce mesafe uzakta bulunan Çamlıtekke karargahına hayvan­ la hareket ettim. İşte bu suretle benim Anbumu ile olan kumanda münasebetim nihayete ermiş oluyor. Bu ifadelerin ruhunuza verdiği temiz ve ulvi tesiri anlamak için o mert, pervasız sesi kulaklarınız benim gi­ bi duymalı idi. Gözleriniz, onun mavi gözlerindeki kuv­ vetli parıltıyı görmeli, azimkar asker çehresindeki ma­ nayı okumalı idi. İçinde, dram sahnelerindeki kahraman­ larına müelliflerinin iare ettiği (yazarlarının ödünç ver­ diği) büyük, gürültülü kelimeler olmayan o kuvvetli cüm­ leler! Ben onları günlerce hatıramda sakladım. Bu genç adama karşı bir meclubiyet (yakınlık) hissettim. Bu memuriyetinden ayrılırken orada bulunan silah arkadaşlarına ne türlü hisler perverde ettiğini (besledi­ ğini) sordum. Mukadderatımızla sıkı sıkaya alakadar olan bu muharebeler esnasında bütün ordunun, küçük ne­ ferden, büyük kumandana kadar vazifesini ne suretle te­ lakki (anladığını) ne suretle ifa ettiğini (yerine getirdiği­ ni) bilmek istiyordum. İşte Mustafa Kemal Paşa'nın cevaplan: - İngilizler, Arbumu ihracında, bu cephedeki muha­ rebelerde kumandanlarının, askerlerinin gösterdikleri ce­ sareti, metaneti, cengaverane meziyetleri fevkalade bir lisanı takdirle yad ve ilan etmektedirler. Fakat düşünün 59


ki bütün muharebe vesaitiyle (araçlarıyla) mükemmel surette mücehhez olarak büyük bir inat ve azimle Arı­ burnu sahillerine ayak basan düşmanımız yine o sahil ke­ narlarında kalmaya mecbur olmuştur. Binaenaleyh zabit­ lerimiz, askerlerimiz hissiyatı vatanperverane ve diniye­ leriyle, şecaati mahsusai milliyeleriyle bu derece kuvvet­ ] i bir düşmana karşı payitaht kapılarını muhafaza etmek­

le cidden şayanı iftihar bir mevki kazanmışlardır. Kuman­ da ettiğim bilumum kıtaların zabitanını ve efradını birer birer takdir ederim. Bu ulvi maksat uğrunda canlarını kahramanca feda eden mukaddes şehitlerimizi derin ve ebedi bir hürmetle yadederim.

60




ÜÇÜNCÜ SAFHA

63



ANAFARTALAR

- Cidden sizi yorduk. Bu hikayeler uzadıkça uzadı. Yakalar o kadar çok, o kadar mühimdir ki bilmem han­ gisini atlasak! - Yorulmam efendim. Bilhassa böyle milletin haya­ tıyla alakadar olan bir meseleyi dinleyip bütün karilere de (okuyuculara) nakledebilmek benim için büyük ve sa­ mimi bir zevktir. - Pek iyi. O halde kahvelerimizi içer içmez başlarız. - Gece karanlığında yerinizden çıkıyor ve yeni memuriyetinize gidiyordunuz. - Evet, zulmeti leyiden (gecenin karanlığından) do­ layı yol bulmakta birçok sıkıntı çektikten sonra 27 Tem­ muz saat 1.30 evvelde Gümbürdek bayırının cenubunda bulunan grup karargahına vardım. Taarruz fecirle başlayacaktı. Vaktim pek azdı. Her­ kesin malumatından istifade etmek (bilgisinden yararlan­ mak) için tekmil erkanı harbiye heyetini yanıma çağır­ dım. Benim bu anda anladığıma göre düşmanın Kireç­ tepe, Kükürtlüpınar, Sülecik, Mestantepe hattında -ki düşman miktarı katiyetle malum (kesinlikle belli) değil­ ' mühim fakat yine miktarı gayri muayyen diğer kuvvet­ lerinin de Kocaçimen eteklerinde ve Conkbayın 'nda bu­ lunduğu ve mütemadiyen (durmadan) Kemikliler'e ih­ racata (çıkarmaya), devam ettiği anlaşılıyordu. Ben de 65


kuvvetlerimi ona göre tertip ettim. Fakat henüz telefon irtibatı (bağlantısı) yoktu. Lazım gelen kumandanlara emirleri birer zabitle fırkalara yolladım. Bu zabitler ay­ nı zamanda haber ve irtibat zabiti olacaklar, bana bizzat doğrudan doğruya rapor vereceklerdi. İşte o zabitlerden biri de budur diye yaverini gösterdi. Yaveri, tıknaz, esmer, az bıyıklı, hem sert ve hem muti (anlayışlı) bakışlı genç bir yüzbaşı idi (rahmetli me­ bus Cevat Abbas (Gürer) Bey).

O anda tetkik edilen ev­

rakı tasnifle meşgul oluyordu. Paşa devam etti: - Telefon tesisi, umuru sıhhiye (sağlık işleri) ve ia­ şe için de icap eden emirleri verdim. Kendim de, taarru­ zu bizzat idare etmek için saat

4.30 evvelde Çamlıtepe

şimalindeki tepelerde bulunan tarassut mahalline (göz­ leme yerine) gittim. 12' nci fırkanın taarruzi harekatına başlamış olduğunu gördüm. 7'nci fırka kıtalarının kaf­ fesini (hepsini) göremiyordum. 27 Temmuz

5.50 evvelde 12'nci fırka, taarruzunun

ilerlediğini ve tertibatını raporla bildiriyordu. 7' nci fır­ kadan ve taarruza başlandığına dair malumat alındı. Ta­ arruz her iki fırkada muvaffakiyetle devam etti. Artık o günkü muharebenin muhtelif safhalarda sevk ve idaresi için verilmiş emirlerle alınmış raporlar ve sair teferruatı icraiyeden sarfı nazar edelim de (diğer ayrıntıları uygu­ lamadan uzak tutalım) neticeyi söyleyelim: Şuvla şarkın­ da bulunan düşmanın bir kolordusu ve Büyük Anafarta

66


istikametinde de bir fırka kadar kuvveti mağlup edilmiş ve kamilen gayrimüsait bir vaziyete atılmıştır. Ben mağ­ lup düşmanın bu derece faikıyetini (üstünlüğünü) gör­ dükten sonra kazanılan muvaffakiyetle iktifa ettim (ba­ şarıyla yetindim). Taarruzu durdurdum. Elde edilen si­ perlerin tahkim olunmasını, orada yerleşilmesini emret­ tim. - Bu kadar faik (üstün) olduğunu söylediğiniz bir kuvvet böyle, bir gün içinde neden mağlup oldu? Paşa, masasının üzerinde duran kitabı açarak: - Bunun cevabını en iyi Hamilton 'un kendi raporun­ da okuyabilirsiniz? Benim o gün gördüğüm sebep şudur: Düşman muhtelif kollarla toplu nizamda olarak ilerliyor­ du. Bu yürüyüş kollan önlerinde henüz ne hiçbir mev­ cudiyete, ne de hiçbir faaliyete tesadüf etmeyeceklerini zannediyorlardı. Onun için önlerinde hafif avcı hattı bu­ lundurmakla iktifa etmişlerdi (yetinmişlerdi). Bir taraf­ tan kuvvetli ve fedakar avcılarımızın hakim sırtlardan inerek mezkilr (adı geçen) düşman kollarının başlarına atılmaları, bir taraftan da topçularımızın isabetli şarap­ nellerinin yanaşık düşman kollan üzerine tesir etmesi düşmanda inzibatı da (düzeni), kuveyi maneviyeyi de, kumandayı da ihlal etti. Baş taraftan tardedilen (uzaklaş­ tırılan) hafif avcı hatları bu sebeple geriden takviye olu­ namadı. Düşman da kamilen gözlerini geriye çevirmek ve kaçmak tarikını tercih etti (yolunu seçti). Filhakika 67


düşman kolordusunda kumandanların müessir olmadı­ ğını da Hamilton bilahare itiraf etmiştir. Fakat benim is­ tiğrap ettiğim cihet (şaştığım taraf) Hamilton'un bizzat kendisi de oraya geldiği halde emrini yine infaz edeme­ miş olmasıdır. Herhalde Hamilton da dahil olduğu hal­ de İngiliz kumandanları beyninde çok müzakere, çok te­ reddüt olması ve bilhassa mesuliyet korkusu, bize ken­ dilerini mağlup etmek fırsatını bahşetmiştir. Filhakika mesuliyetten korkan kumandanların hiçbir vakit icap e­ den kararlan veremediklerini, bunun neticesinde ise acı felaketler husule geldiğini bizzat ben de muhtelif zaman­ larda görmüşümdür. O gün ihraz olunan (elde edilen) muvaffakiyet pek ziyade şayanı memnuniyettir. Fakat vaziyeti uıiıumiye­ nin ıslah ve temini binnetice payitahtın (başkentin) tama­ men emniyetli bir surette muhafaza noktai nazarından be­ ni henüz tatmin etmiyordu. Çünkü düşman üç gündür Anburnu ile Azmak arasında başkaca mühim kuvvetler­ le icra ettiği mütevali (aralıksız) ve fedakarane hücum­ lar sayesinde Conkbaym ve Şahintepe'de mevcut tehdit­ kar vaziyete sahip bulunuyordu. Filhakika Hamilton bü­ tün Kocaçimen silsilesine malik olmak nokati nazarın­ dan Conkbaym 'nın zabtını muvaffakiyetine beraeti is­ tihlal (ilgisiz başlangıç) addediyor, bu mevzii, mihveri harekat addediyordu (hareket merkezi sayıyor). Conkbaym ve Şahintepe'nin muhafazası için benim 68


kumandayı deruhde ettiğimden (üzerime aldığımdan) evvel orada muharebe eden askerlerimizin pek büyük kahramanlık ve fedakarlık gösterdiğini kemali takdirle yadederim. Ancak şunu da ilave etmeye lüzum görüyo­ rum ki: Bu kıtalar pek ziyade zayıflamış ve yorulmuş bu­ lunuyordu. Fakat yeniden iki piyade alayının tahtı emri­ me gireceğine dair olan malı1mat beni, vakit geçirmek­ sizin yeni icraatta bulunabileceğime ikna etmiş oluyor­ du. 27 Temmuz günü öğleden sonra saat üçte Conkbayı­ rı ve Kocaçimen mıntıkasında bulunan 8'inci ve 9'uncu fırka kumandanlıklarına telefonla dedim ki: "Bu gece Conkbayırı'nda kendilerinden büyük faaliyet talep ede­ ceğim iki piyade alayı için orada bulunan kıtaat vasıta­ sıyla hiç olmazsa sıcak bir çorba hazırlatmaya imkan bulmanız çok muvafık (uygun) olur." O günkü muharebeyi idare ettiğim mahalli terk edip Çamlıtekke'deki karargahıma gelirken yolda Liman (Li­ man von Sanders) Pş. Hz.'nin yaverleri müşarünileyh ta­ rafından beni tebrik etmek üzere geliyordu. Müşarüni­ leyhin de karargahıma gelmiş bulunduğunu haber verdi. Conkbayırı'nda düşmana icrasını tasmim ettiğim (tasar­ ladığım) taarruzun yakından ihzar ve idaresi için bizzat hemen oraya hareket etmek üzere kendisinden ayrıldım. Müşarünileyh beni bizzat ateşin içine girmekten sıyanet etmeyi (korumayı) düşündü. Fakat başka türlü de, yapı­ lacak hareketin neticesinden emin olmayacağımı takdir 69


ederek muvafakat etti (izin verdi). Erkanı harbiyemle birlikte Çamlıktekke 'den Kocaçimen istikametine tevec­ cüh ettik (yöneldik). Düşmanın bir tayyaresi semti resi­ mize geldi (bulunduğumuz yerine üstüne geldi) ve bizi takibe başladı. Artık zaruri olarak bütün refakatim he­ yeti sağa sola açılmak mecburiyetinde kalmış, bunun ne­ ticesinde yollarını şaşırarak ve karanlığa kalarak ertesi güne kadar buna mülaki (kavuşamamışlardı) olamamış­ lardı. Ben, benden ayrılmayan süvari ihtiyat zabitlerinden Zeki Efendi ile tuttuğum yolu takibe devam etmeyi za­ ruri gördüm. Kocaçimen üzerinden Conkbayırı'na git­ mek istedim. Fakat bu yol İngilizler tarafından tutulmuş olduğu için ateşe maruz kaldım. Daha cenuptan dolaşa­ rak Conk sırtının şark yamaçlarında bulunan ...nci fırka karargahına vasıl oldum. Kıtaların ahvali dahiliyelerini tetkik ettikten sonra bana hazırladıkları çadıra çekildim. Zaten gece de hulUl etmişti (gelip çatmıştı). Lazım ge­ len emirleri verdim. Taze kuvvetlere intizar ediyordum. Bu kuvvetler ise yukarda bahsettiğim iki alaydı. Bunlar­ dan birisi pek geç vasıl olabilmiş; diğeri ertesi gün an­ cak muvaffakiyet istihsalinden (başarı sağladıktan) son­ ra gelebilmiştir. Bu sebeple kumandanlar ve erkanı harp­ leri kuvvete nazarı dikkatimi celbettiler; vakıa hakları vardı. Fakat ben muvaffakiyeti çok kuvvete malik ol­ maktan ziyade elimizde bulunan kuvvete azim ve şiddet 70


vermekte, ve onları benim tasavvur ettiğim gibi kullana­ bilmekte görüyordum. Geçirilecek zaman bizden ziya­ de düşmana faide bahş (yarar sağlamış) olacaktı. Onun için bütün mütaleata (düşüncelere) rağmen sureti kat' iye­ de taarruz edecektim. Hazırlanmaları bitince bana bildir­ melerini kıtalara emrettim. - Peki, bu az kuvvetle ne türlü bir hücum tertip ede­ cektiniz? - Gayet basit! .. Conkbayın'ndaki ve Şahintepe'deki düşman karşısında duran kuvvet ...nci fırkaya aitti. Yeni gelecek alaylar bu hattın gerisinde ve hemen yakınında toplu saffı harp nizamında ahzı mevki edeceklerdi (yer alacaklardı). Hareket fecirle beraber başlayacaktı: Hiç­ bir tüfek, top ve bomba patlamaksızın süngü ile, düşman üzerine atılmak! - Demek ki o gece bizimkiler pençelerini içeri alıp pusu kuracaklardı. Ve İngilizler o sabah güneşin parıltı­ sı ile uyanmayacaklar, süngülerimizin pırıltısı ile kama­ şıp düşeceklerdi. Fakat zatıaliniz, anladığıma göre kaç gündür uykusuz kalıyorsunuz. Hiçbir yorgunluk duymu­ yor mu idiniz? - Tabii duyuyordum. Ve bu muharebe yorgunluğu­ nu hiç olmazsa telafi ederek (gidererek) ertesi gün hü­ cum anında zinde bulunabilmem için çadırımda yalnız kaldım. Fakat buna imkan var mı idi? Birçok sebepler­ le, birçok zevat yanıma gelmek mecburiyetinde kalıyor71


du. Aynı zamanda bütün grup cephesinin muhtelif kısım­ larından heyecanlı raporlar alıyordum. Mesela, düşma­ nın Eçe limanı önünde nümayiş (gösteri) için dolaştır­ makta olduğu boş gemileri görmesi üzerine İngilizlerin mezkfır (adı geçen) limana asker çıkarmakta olduğunu bildiren raporlar gibi ... Geceyi işte bu tarzda geçirmiş bu­ lunuyoruz. Mustafa Kemal Paşa'nın tasavvur ettiği hücum 28 Temmuz günü takriben saat 4.30 evvelde başlıyor. Hü­ cumu seyretmek üzere Paşa da asker ve kumandanlara mülaki (katılıyor) oluyor. Fecir başlamış, ortalık aydınlanmaya yüz tutmuş. Fa­ kat Paşa hücum anının gecikmekte olduğunu görüyormuş. "Halbuki bu teahhür (gecikme) biraz daha uzayacak olur­ sa ortalık tamamen açılacak, bizim kesif bir yığın halin­ de bulunan hücum kıtalanmızı düşman görecek, karadan ve denizden namütenahi topların bombardımanına maruz kalacaktık, belki de bu bir felaket olacaktı." Müthiş he­ yecanlı bir buhran anı değil mi? Mustafa Kemal Bey der­ hal oradaki kumandanlarla beraber hücum saflarının önü­ ne geçmiş. Askere düşmanın kaçmaya hazırlandığını, fa­ kat buna müsaade etmeyeceğimizi söylemiş. "Bunun için benim ileriden kırbaç sallayarak vereceğim işaret üzeri­ ne hemen hepiniz düşmana atılacaksınız" demiş. Beş on adım ileri yürüdükten sonra işaretini verince zabitan ve efradın tereddütsüz bir aslan savletiyle (saldırısıyla) düş72


mana saldırdıklarını görmüş. Bu hücumun karşısında düş­ manın kiimilen ezildiğini, hiç silah kullanmak fırsatına va­ kit bulamamış olduğunu anlamış. - Ortalık açıldıktan sonra idi ki, diyor, düşman ha­ kikaten Conkbayın 'nı cehenneme çevirmişti. Denizden, karadan büyük çaplı topların muhtelif cinste mermileri Conkbayın semasında bitmez tükenmez yıldınmlar vü­ cuda getiriyordu. Buraya kadar muhaveremizi (konuşmamızı) sakin bir vaziyette dinleyen Y üzbaşı Cevat (Abbas Gürer) Bey, paşanın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle: - Bu şarapnel misketlerinden bir tanesi de Paşa'nın göğsünü okşamıştır! dedi. - Nasıl? dedim. Paşa tespihi ile oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizme­ lerindeki mahmuzlar şıkırtı yaparak, göğsünün sol tara­ fındaki nişan kurdeleleri sırası ve ipek kordonu kabara ine şöyle anlatıyordu: - Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin (hü­ cumların) arası idi. Paşa da ilerleyen efradımızı seyre­ derken göğsüne bir şeyin gayet kuvvetle çarptığını duy­ muştur. - Evet, sağ tarafta ceketimde bir kurşun yeri gördüm. Yanımda bulunan zabit (rahmetli Nuri Conker Bey) "efendim, vuruldunuz" dedi. Ben böyle bir söz şuyu bu­ lursa askerimizin kuvvei maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm. 73


Elimle zabitin ağzını kapadım. "Sus" dedim. Cevat Bey devamla: - Bir şarapnel misketi göğsünün sağ tarafına tam sa­ atinin bulunduğu cebe isabet etmiştir. Saat parça parça oldu. Fakat o darbe paşanın göğsünde hafif bir leke bı­ rakmaktan başka ileri geçmemiştir, dedi. - O saat sizin için tarihi bir saattir. Görebilfr miyim efendim, dedim. Paşa: - O saatin enkazını bu muharebeden sonra Liman Pş. Hz. hatıra olarak aldılar. Bana da kendilerinin ailevi asa­ let armasını havi bulunan saatlerini verdiler. Cevat Bey saati gösterdi: Omega markalı siyah bir saat: Arkasında bir taç ve "L. Z." markaları, PaŞa 'nın kı­ nlan saati de Mektebi Harbiye'den beri sakladığı Ome­ ga markalı kuvvetlice bir talebe saati imiş. Cevat Bey Ze­ nith markalı bir bilezik saati de gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşa'ya o kurşun değdiği esnada yanında bulu­ nan genç mülazim (teğmen) vermiş. Askerinin bu kadar yanında giden, onlara ön ayak olan bir kumandana en zorlu düşmanların bile dayana­ mayacağına aklım eriyordu. - Peki, siz bu yaranızla uğraştığınız esnada askerle­ riniz ne yapıyordu? Hücuma devam ediyor mu idi? - Tabii. O kahramanlar, başlarında fedakar zabitleri olduğu halde gayrikabili tevkif savletleriyle ilk düşman 74


hattını bire kadar boğdular. Bundan başka önlerine tesa­ düf eden, imdada gelen bütün düşman kıtalannı perişan ettiler. Hatta bizim münferit aksamımız boş buldukları istikametlerden denize kadar gitmişlerdir. Bence maksat hasıl olmuştu. Karşımda bulunan İngilizleri kamilen im­ haya kalkışacak kadar, şeraiti müsait tasavvur etmiyor­ dum (koşulları uygun görmüyordum). Onun için verdi­ ğim emirle taarruzu kestim. Conkbayırı 'nda ve Şahintepe 'de yerleştik kaldık. Bu muharebede düşmana binlerce maktul (ölü), binlerce mecruh (yaralı) verdirdik. Birçok esliha (silahlar) aldik. O cephede bulunan makineli tüfeklerini iğtinam ettik. Birçok da esir alındı. Bu hücumumuz Sir Hamilton 'u bazı mübalağalı tas­ virlere sevketmiş. Bunu sonra, raporunu okuduğum za­ man anladım. (Raporu açıp orada bir sahife arayarak) ba­ kınız, müşarünileyh diyor ki: "Askerlerini biz, mevcut bilcümle toplarımızla topa tutturmuşuz." Bu doğru de­ ğil, tabanca bile attırmadım. Çünkü, attırsaydım o zaman baskın tarzında yapmak istediğim hücum muvaffak (ba­ şarılı) olamazdı. Zaten onun askerleriyle benim askerle­ rim değil, bizzat benim ve kumandanlanmın onlarla ara­ sındaki mesafe ancak 15-20 hatve (adım) idi. Bu kadar yakın mesafede düşman hattına topçu endahtına (atışı­ na) imkan olmayacağı erbabınca malUmdur, bahusus (özellikle) gece vakti ... Bir de Hamilton iki taburunun bo­ ğazlanıp haki helake (yere ölü) serildiğinden bahsediyor. 75


Bu doğrudur. Fakat bizim 28 Temmuz'da Conk:bayın 'nda yaptığımız hücumla mağlup ettiğimiz İngiliz kuvveti Arıburnu ve Damakçık Bayın arasındaki mıntıkada bu­ lunan tekmil kuvvetleridir. Bu meydanı harpte şan ve şe­ refkazandıklarından bahsettiği General Kayley, bütün er­ kanı harbiyesiyle beraber maktul (öldürülmüş) düşen General Baldwin, tehikeli surette yaralanan General Ko­ per nerelere kumanda ediyorlardı, yalnız iki tabura mı? Galip askerin, doğruyu söylemeyen mağlup askere, karşı esirgemeyediği tezyif (eğlenceli) tebessümü Pa­ şa 'da pek vazıhtı (açıktı). - Maamafih, dedi, Sir Hamilton'un askerimizin hü­ cumunu tasvirdeki maharetini pek takdir ederim. Doğ­ rudur! Onun kullandığı tabirleri istimal ederek (kullana­ rak), diyebiliriz ki bu muharebede askerlerimiz İngiliz­ ler için o gün bir afet oldular. Önlerinde durmaya yelte­ nenleri haki helake (yere ölü) serdiler. Conkbayın tepe­ sinin zirvesini tamamen tarayıp temizledikten sonra, yi­ ne Hamilton 'un tabiriyle söylüyorum, kovanından çıkan arı sürüleri gibi, güç halle yakalarını muhakkak bir ölüm­ den sıyırabilen öteki kollar üzerine saldırdılar. "İngiliz­ ler için bu derece nevmidane (umutsuzca) ve hunrizane (kan dökücü) olan muharebenin tafsilatı asla ve asla sa­ haifi evrak üzerine konamaz. T ürkler birbiri ardınca mey­ danı karu zare atıldılar. Ve ismullahı zikrederek hakika­ ten pek gazanferane ve şirane (aslanlar gibi) harbettiler"

76


diyor. Bu hücumlara karşı duran İngiliz efradı, oldukla­ rı yerde telef oldular. Ha, bir şey daha söylemeli. Hamilton askerimizin ma'reke (savaş) meydanında yorulmuş oldukları, tüken­ miş oldukları zehabında bulunuyor. Aldanmıştır zavallı. Bizim askerimiz hücum için vermiş olduğum emirde ol­ duğu gibi, tayin ettiğim hatta durmalarına dair olan em­ rimi de aynı itaat ve gayretle tatbik etmekten başka bir şey yapmamışlardır. Bu muharebenin daha fazla tafsila­ tını yine Hamilton'un raporunda okumak mümkündür. Onun için biz bu kadarla iktifa edebiliriz (yetinebiliriz). Yalnız şunu diyeyim ki 29 Temmuz 'da vuku bulmuş olan Conkbayın Muharebesi Anafartalar muvaffakiyetinin (başarısının) en şanlı safhasıdır. Yaver Cevat Bey, bu muharebelerde askerimizin ga­ yet şiddet ve gayretle hareket ettiklerine dair izahat ver­ di, misaller getirdi. Onlardan biri de şu ki kuvvei mane­ viyesi yerinde olan, mafevklerinin (üstlerinin) fedakar­ lığına tamamen inanan askerde mevcut kuvvetli ruhu göstermek itibarıyla mühim buldum. Sıhhiye efradımız bir yerde istirahat ediyorlar ve yemek yiyorlarmış. Tam o esnada bir obüs yakınlarına düşmüş. Askerler bir müd­ det toz duman arasında kalmışlar. Sonra o sis sıyrılır sıy­ rılmaz görmüşler ki o askerler arka üstü yatmış kahka­ ha ile gülüyorlar, kendilerine zararı dokunmamış olan bu obüsle alay ediyorlar. 77


Paşa dedi ki: 29, 30, 31 Temmuz'da, 1 ve 2 Ağus­ tos'ta büyük mikyasta hadisat yoktur. Olanlar da sizi ala­ kadar etmez. 3 Ağustos muharebesi (Kireçtepe): Kireçtepe Ana­ fartalar muharebe cephesinin sağ cenahında pek mühim bir mevzidir. Düşman 2 Ağustos günü akşam saat 6.30 sonrada bir liva kadar kuvvetiyle grubun sağ cenahına taarruz ve Kireçtepe'nin bazı aksamını zaptetmişti. Fa­ kat aynı gece kıtalanmız tarafından yapılan mukabil (kar­ şı) taarruzla Kireçtepe mevzii istirdat edildi. Düşman 3 Ağustos günü daha faik kuvvetlerle tekrar Kireçtepe'ye taarruz etti. Düşmanın pek ciddi olduğu anlaşılan bu ta­ arruzuna karşı yakından ve bizzat ittihazı tedabir etmek (gerekli önlemi almak) üzre mezkfir cephe gerisinde Tur­ şun köyündeki fırka karargahına gittim. Kireçtepe mu­ harebe meydanında kafi miktarda kuvvetlerin serian (hızl) toplanması lüzumu tezahür etmişti (belirmişti). O­ nun için istifadesi mükün olan cüzütamlan celbetmek su­ retiyle öğleye kadar 12 tabur cem'ine (toplanmasına) muvaffak oldum. Celbolunan kuvvetler mütemadiyen muharebe hattına yürüyorlardı. En nihayet, erkanı har­ biyemden icap edenlerle beraber bizzat ben de muhare­ be hattına yaklaşmak lüzumunu hissettim. Bulunduğum yerden muharebe hattına giden tek bir yol vardı. Bu yol mütemadiyen sahil yakınından geçiyor, düşmanın sahi­ le yaklaşmış olan iki torpidosu tarafından mütemadiyen 78


(durmadan) ateş altında bulunduruluyordu. Bu sebeple ileri hareket eden tekmil kıtaatın durmuş olduğunu gör­ düm. Hayvandan indim, kolun başına ve mecburi tevak­ kuf olunan noktaya (zorunlu durma noktasına) geldim. Filhakika oradan ileri geçmek mevtle (ölümle) kat'i ola­ rak temas etmek demektir. Halbuki bugün bu kıtaların ileri geçmesi lazımdı. Evvela ben yalnız olarak koşar adımla geçtim. Arkamdan ve birbirinden fasıla ile erka­ nı harbiye reisi ve yaverlerim geçtiler. Ondan sonra, te­ vakkuf eden (toplanmış) kıtaat kumandanlarına "geçe­ ceksiniz" dedim. Parça parça koşmak suretiyle arzu edi­ len kıtalar geçirildi. Bu muharebenin neticesinde düşman hareketi akim (etkisiz) bırakıldı, evvelkinden daha hakim bir vaziyet alındı. Yaver Cevat Bey o gün arkadaşlarına o tehlike için­ de hizmet gören bir askeri anlattı: Kimsenin geçemedi­ ği ateş içinden kemali itidal ve tevekkülle (bütün dikka­ ti ve inancıyla) yürüyerek ilerdeki arkadaşlarına yiyecek ve kuvvet taşıyan o fedakar genci Paşa, yaverinin göğ­ sündeki nişanla hemen orada taltif etmiş (ödüllendir­ miş). Paşa dedi ki: 4 Ağustos 'tan 6 Ağustos' a geçeceğim. Hatta isterseniz 8 Ağustos' a geçeceğim. O gün, yani 8 Ağustos 'ta sabahtan itibaren düşmanın bir taraftan diğer tarafa asker sevketmekte ve gemilerden bazı kıtalar çı­ karmakta olduğu görülüyordu. Bununla beraber cephe79


de sükunet vardı. Öğleden evvel Küçük Anafartalar gar­ bında bulunan kıtalar nezdine gittim, terbitatta (düzen­ de) bazı tadilat (değişiklikler) yaptım. Karargaha avde­ timde (dönüşümde) vaziyeti daha meşkuk (şüpheli) gö­ rüyordum. Onun için, ihtiyatta bulundurduğum fırkala­ ra derhal silah başı etmelerini telefonla emrettim. Bu es­ nada idi ki gittikçe mütezayit (artan) top sesleriyle bera­ ber düşmanın taarruza geçtiği anlaşıldı. Bu taarruz Kü­ çük Anafarta köyünün sureti umumiyetle garbında bu­ lunan fırkalarımıza, Yusufçuk tepesi, İsmailoğlu tepesi ve Azmak ile Kayacık ağılı arasındaki sahaya karşı idi. Taarruz olunan cepheye sevkolunabilecek kuvvetler Tur­ şun köyü şimaligarbisindeki 9'uncu fırka ile Sivli köyü civarında bulunan 6. fırka ve 8'inci ve 4'üncü fırkaların ihtiyat kuvvetleri idi. 9'uncu fırka evvela tahrik olundu. ?'inci fırkayı Sülicek ve İsmailoğlu tepesi mıntakaların­ da takviye etmesini, diğer bir fırkanın Küçük Anafarta üzerine yürümesini, diğer fırkalara, düşmanın topçuları ile taarruz etmekte olduğu istikametleri ateş altına alma­ larını, hülasa (özetle) bütün cephede icap eden (gere­ ken) tedbirlerin alınmasını emrettim. Ancak, düşmanın hücum ettiği cepheye gönderdiğim ihtiyat kuvvetleri mu­ vasalat edebilmek (varması) için zaman geçecekti. O za­ manı kazanmak lazım geliyordu. Elimde bir süvari liva­ sı da vardı. Bu süvari kıtasının mevcudiyeti bende şöy­ le bir hatıra uyandırdı: 80


Fransızlar Seddülbahir cephesinde piyadelerinin hü­ cum hatları önünde bir süvari kıtasını, yayılmış olduğu halde bizim hattımıza saldırtmışlardı. Bu Fransız süva­ rilerinin ateş karşısında bi-muhaba (korkmadan) ölüme koşmaları hoşuma gitmişti. Bu hareketi cidden şövalö­ resk bulmuştum. Piyadenin önünde bir perde yapıyorlar ve ötesi yok işte, ölüme kucak açıyorlar, arkalarındaki piyadeyi korumak için kendilefini feda ediyorlardı. Bu ne tasvir edilecek cesaret ve fedakarlık levhasıdır! Binaenaleyh derhal bizim süvari alayı kumandanı beyi yanıma çağırdım. lsmailoğlu tepesine taarruz eden düşmanı aynı tarzda bir hareketle tevkif (durdurulması­ nı) etmesini kendisine emrettim. Pek kıymetli bir süva­ ri kumandanı olan bu arkadaşımız bütün cesareti neci­ besini bu münasebetle izhar (gösterdi) etti. Bana arzu et­ tiğim zamanı kazandırdı. Düşmanın deniz ve _kara top­ çuları İsmailoğlu tepesi ile Azmak deresinin şimal ve ce­ nubundaki mevzilerimizi şiddetle bombardıman ediyor­ du. Henüz natamam olan siperlerimiz barınılmaz bir ha­ le geliyordu. Bilhassa, Yusufçuk tepesine birçok düş­ man bataryaları ateşlerini temerküz ettirmişlerdi (topla­ mışlardı). Düşman bütün cephe üzerine piyadesiyle de taarruz ediyordu. Topçularımızın, piyadelerimizin ke­ mali metanetle icra ettikleri ateş sayesinde bütün bu cep­ helerdeki düşmanın ilk taarruzu telefat ile püskürtüldü. Öğleden sonra 4 ile, 4.50 raddelerinde tahminen bir fır81


ka kadar düşman kuvvetinin birbirini müteakip (izleyen) birkaç kademe olan Laletepe'den ilerlemekte olduğu gö­ rüldü. Bu düşman kuvvetleri Mestantepe ve Kayacıka­ ğılı'na doğru yanaşıncaya kadar pek çok telefat verdi Ve birçok defa teva _ kkufa (durmaya), mecbur oldu. Bazı ak­ samı darına dağınık bir hale geldi. Fakat herhalde ilk ta­ arruzu yapan düşman kıtaatı takviye olundu. Y_e ikinci defa olarak tekrar taarruza kalktı. Bu defa da Yusufçuk tepesine karşı vaki olan hücum defedildi (uzaklaştırıldı). Yalnız bir jandarma bölüğümüzün geriye çekilmesi üze­ rine orası derhal takviye olunarak bir süngü hücumu ile düşman o noktadan da atıldı. Düşman saat 6 sonraya doğru taarruzunu faik (üstün) kuvvetlerle ve efradı İn­ giliz asılzadelerinden mürekkep (oluşan) ikinci süvari ya­ ya fırkası ile üçüncü defa olarak tekrar Yusufçuk tepesi­ ne girdi. Tarafımızdan birinci hatlar takviye olunarak ic­ ra ettiğimiz taarruzla düşmanı o tepeden attık. Hakimi­ yet bizde kaldı. Düşmanın Azmak cenubunda yaptığı ta­ arruzlar da püskürtüldü. Bu suretle 8 Ağustos'ta düşma­ nın Iaakal (en az) biri taze olmak üzre üç fırka ile yaptı­ ğı taarruz neticesinde on beş yirmi bin kadar zayiatı ol­ du. Düşmanın maksadı bence Kayacıkağılı. İsmailoğlu ve Yusufçuk tepelerini zaptederek cephemizi varmaktı. Ve bu hat dahilinde şarka ilerleyecekti. Filhakika pek büyük azim ve inat ile müteaddit (çeşitli) taarruzlar yap82


tı. Kıtalarımızın ve başlarında bulunan kumandanlarla zabitlerimizin metanetleri, fedakarlıkları sayesinde düş­ manın hücumları göğüs göğüse, süngü süngüye karşıla­ narak imha edildi. Neticei muvaffakiyet de bizde kaldı. Paşa, General Hamilton'un raporunda, aynı güne te­ sadüf eden vakayii hikaye eden sahifeleri yüksek sesle okudu ve bana dedi ki: - Görüyor musunuz, işte o da bu mağlubiyeti kabul ediyor. Yalnız tasavvur etmediği müşkülatı bu mağlubi­ yete sebep gösteriyor. Halbuki benim ve kıtalarımın için­ de bulunduğumuz müşkülat, muhakkak ki onlarınkinden daha az değildi. Ve kendi ifadesine nazaran "üç fırkadan da fazla olduğu anlaşılan ve bahusus (özellikle) damar­ larında bir damla İngiliz kanı cevalan eden (dolaşan) her bir ferdi iftiharından lerzedar eyleyecek (titreyecek) de­ recede ulvi bir manzara" arzettiğini söylediği İngiliz asılzadeler fırkasını mağlup etmek için benim kullandı­ ğım kuvvetlerin miktarını Hamilton tarihi harpte okuya­ cağı zaman Türk askerlerini, Türk zabit ve kumandan­ larını herhalde bu İngiliz fırkasının ulviyetinden daha ali (yüce) bulacaktır. Bundan eminim. Sir Hamilton mezkilr fırka efradı için diyor ki: "Bu derece güzide efrada za­ manı hazır muharebatında pek ender tesadüf olunur." Bunu böyle kabul edersek o halde bizim 34'üncü ve 64 'üncü alaylarımızın -ki onları mağlup etmiştir- efra­ dına dünyanın hiçbir ordusunda tesadüf etmek ihtimali 83


olmadığı itiraf olunmalıdır. Yalnız Sir Hamilton'u par­ lak gayesine muvaffak olmaktan men'ettikleri için İngi­ liz kumandanının "Türkler ikinci yaya süvari fırkasının, kendilerinin gırtlaklarına yapışıp bir haddi tedip yemek­ ten kendilerini kurtardıkları için pek talihli imişler" sö­ zünü pek bayağı bulurum. Ve buna mukabil şu cümleyi kullanmaya kendimi mezun addederim. İngiltere'nin ba­ isi iftiharı olan ikinci Mavend yaya süvari fırkası efradı­ nın temiz kanlı ve mert Türk kahramanları karşısında da­ yanamadıkları bence bizim için daha şayanı iftihardır. Hakikaten Türkler takati beşerin fevkinde (insan gücü­ nün üstünde) bir kudret göstermişlerdi. Şimdi gelelim l 3 Ağustos muharebesine. Anlıyor­ sunuz ki sekizden ondörde kadar olan günlerin hadisa­ tından bahse lüzum görmüyorum. 14 Ağustos Kayacıkağıh muharebesi: O gün düşman kesif topçu ateşiyle Kayacıkağılı cephesinde bulunan fır­ kamızı ateş altına alarak oradaki siperlerimizi dövmeye başlamış. Bu ateş öğleden sonra saat dörtte büsbütün kesbi şiddet etmiş. Buna gemi topçuları da iştirak et­ mekte imiş. Mustafa Kemal Bey, düşmanın o cepheye bir taarruz hazırlamakta olduğuna kat'i bir surette hükmet­ miş. Oradaki fırka kumandanına, böyle bir taarruza mu­ kabele (karşılık) maksadıyla hazırlanması için icap eden emri vermiş. Aynı zamanda mümkün olan tekmil (bütün) topçularına da o istikamette ateş açtırmış. İhtiyat fırka84


lanndan birine de hazırlık emri verilmişti. Filhakika düş­ man mezkiir cepheye taarruz etmiş. Mustafa Kemal Bey, oradaki fırka kumandanından vazıh (açık) haber alamadığı için, kendisine telefonla şu emri veriyor: "İlerideki kuvvetleri kullanacak kimsenin orada bu­

lunmadığını anlayarak müteessir oluyorum. Her halde bi�"-,; rinci hatlar teksif edilmeli (yoğunlaştırılmalı). Düşma­ nın hücumu halinde derakap (hemen) süngü ile karşıla­ nacak surette ihtiyat tabudan birinci hatta takrip edilmeli (yaklaştırılmalı). Bunun böyle yapıldığından ben emin olmalıyım. Rica ederim icraatınızı hemen bildiriniz." Aynı zamanda demin bahsettiği ihtiyat fırkasını da o cepheye hareket ettirmiş. Erkanı harbiyesinden Pertev Bey'i de haber zabiti.ol.arak oraya gö?dermiş. Almakta olduğu haberler natamammış (tamam değilmiş). Bunun­

la beraber düşmanın siperlerimize girmiş olduğuna ka­ naat getirmiş. "Fırka kumandanının verdiği haberlerle vaziyet te­ nevvür etmiyordu (aydınlanmıyordu). O kadar ki bu fır- . ka kumandanına muğber (gücenmiş) oluyordum. Saat

6.15 sonrada da kendisine bu emri verdim" dedi. - Mümkünse lütfen okur musunuz? - Ben şu habere intizar ediyorum: Siperlerimize giren düşman mahvedilmiş, düşman siperlerine askerleri­ miz girmiştir. Bundan başka hiçbir haber bence haizi ehemmiyet değildir." İşte bu emri verdim. 85


- Netice ne oldu efendim? -Bu emirden sonra gelen rnporlarda da vuzuh (açıklık) yoktu. Bunlarda. hareketin iyice hava karardıktan sonraya talikine müsaade etmem talebinde bulunuyordu. Bunun üzerine yeni bir emrimde dedim ki: "Düşmanın tardı için gecenin hululünü (gelişini) bekleyerek bir an bile kaybetmek kat'iyyen caiz değildir. Düşman da ka­ ranlıktan bilistifade (yararlanarak) fazla takviye kıtalan alır. Faaliine hareket ederek düşmanı hemen taxdetmeniz matluptur. Gönderdiğim takviye kıtaatı ile irtibat peyda (bağlantı kurunuz) ediniz. Onları cephe gerisine yaklaş­ tırınız ve bana bildiriniz." Bu fırka cephesinde o gün ve bütün gece sabaha ka­ dar müteaddit (çeşitli) defalar kanlı boğuşmalar olmuş. Neticede düşman maksadını elde etmekten mahrum kal­ mış. Bundan başka bizim için pek parlak bir muvaffaki­ yet denecek derecede de �azla zayiata uğramış. 14115 gece yansından sonra düşman Mestan tepe­ den Yusufçuk tepesine taarruza teşebbüs etmişse de pi­ yade ateşlerimizle bu da bertaraf edilmiş. Paşa dedi ki: - İşte bu Kayacıkağılı muharebesinden sonra niha­ yete kadar artık ciddi hiçbir muharebe vukubulmamış­ tır. Bu uzun müddet zarfında gerek biz gerekse düşman tahkimat ve tertibatla iştigal ettik. Bütün tafsil ettiğimiz (aynntılannı belirttiğimiz) bu muharebelerde düşman 86


pek büyük zayiata duçar olduğu ve bizim tahtı hakimi­ yetimizde kalmaktan kurtulmadığı için bütün ümitleri kı­ rıldı. Ben 27 Teşrinisani'de rahatsızlandım. - Demek her gün sarsıp emellerinden uzaklaştırdı­ ğınız düşmanınızın kaçtığını görmediniz. - Hayır! Fevzi Paşa Hazretlerini (Mareşal Fevzi Çak­ mak) yerime tevkil ettim. İstanbul'a geldim. - Firar haberini nerden aldınız efendim? - Zannederim on gün sonra, İngilizlerle Fransızların topraklarımızdan kaçtığını İstanbul'da işittik. Bilahare er­ kanı harbiye reisimin buna dair verdiği rapora istinaden (dayanarak) İngilizlerin bu hareketini izah için, başka ke­ lime aramaya lüzum görmüyorum. Bu tabirin bütün vüs'ati (geniş) manasıyla kaçtılar, lç�çtılar diyeceğim. Bu, kendilerince muvaffakiyetli bir kaçıştır, dedi. Ve gülümsedi. Bu kadar zaman bana şu hülasaları vermek için yo,.. rulan kıymettar zata teşekkürler ettim. Ve askerlik haya­ tına istanbul'dan Yafa'ya sürülmekle başlayan, Hareket Ordusu gibi, Trablusgarp ve Balkan muharebeleri gibi memleketin en tehlikeli zamanlarında can verircesine vazife başına atılan bu kahramanın elini sıktım. İçimde ona karşı _derin bir hürmet, bir İstanbul çocuğu ruhu ile derin bir şükran olduğu halde yanından ayrıldım. Şişli, 28 Mart - Sene 1334 (1918)

87





















Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.