Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Aralık 1997
BİRSOVYET DİPLOMATININ TÜRKİYE HATIRALARI -2S.İ. ARALOV
Çeviren HASAN ALİ EDİZ
Cumhuriyet
GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAÖANIDIR.
İÇİNDEKİLER
Şeyh Senusi'den Mustafa Kemal'e Mektup
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
153
Gezimizin Sona Erişi.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
153
Türk Halkının Sempati Duygulan
. . . . . . . . . . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . .
154
Elçilikte 1 Mayıs'ın Kutlanması
.
. . .
. . . . . . . . . .
.
.
.
.
.
155
.
.
.
156
.
. . . . . . . . . . . . . . .
.
.
157
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . .
157
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
158
. . . . . . . . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
159
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
160
Cenevre Konferansı ve Rapallo Antlaşması . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
General Tawshend'in Türkiye'yi Ziyareti
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
168
İngiltere ve Türk Basını .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . . . . . . .
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa
. . . .
Batı Cephesi Komutanı ismet Paşa
.
.
.
Refet Paşa
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Rauf Bey
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Mustafa Kemal Paşa Milli Hareketi Anlatıyor .
.
.
.
.
.
.
166
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
170
Mersin Konsolosluğu Meselesi
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
171
• • • • • • • • • • • • • • • • • • •
173
.
.
.
.
TÜRK ORDUSUNUN TAARRUZU Enver Paşa isyanının Bastırılması . .
. . . . . . . . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
173
Kemalistlerin Muhalefetle Mücadelesi
.
.
.
.
..
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
173
Türk Ordusunun Taarruz Hazırlığı
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
175
.
.
.
.
149
Türk Ordusunun Taarruzu
.
.
. .. . . . . .. . .. .. .. .. .. 175 .
.
.
.
.
.
M.Kemal ve İsmet Paşalar T aarruzu İdare Ediyorlardı Tebrikimize T.B.M.Meclisi'nin Cevabı
.
.
.
.
..... 177
... . .. ... .. . 179 .
.
.
.
.
Yunan Ordusunun İmhası Üzerine M.Kemal'in Anlattıkları . 179 .
.
İtilaf Devletlerinin Umutsuz Çabalan . . ... . . . . . . . . . .... . . 180 Silah Bırakışması Üzerine Konuşmalar.... .. . . . .. . .
.
.
.
.
.
. 182
Anadolu'da Şenlikler . .. .. .. . .. . .. ... .. ... .. .. 183 .
.
.
.
.
.
.
.
Mustafa Kemal ve Türk Ordusu Üzerine.. ... .. . .... .... 185 .
.
Sovyet Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'ye Notası. .. . ... .. 188 .
.
Sovyetler Birliği'nin Yeni Bir Teklifi ... . .. . .. . .. .. . .. 190 .
.
.
M.KEMAUİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ İÇİN MÜCADELESİ .................................... 191 Padişahın Devrilmesi ve Kovulması .. .. . . .. . .. . .. .. 193 .
.
.
.
.
Padişahlığın Devrilmesini Halkın Desteklemesi . . . .. .. . .. 196 .
.
Millet Meclisi'nde Muhalefetin Büyümesi . ... . .. . .. . 198 .
.
.
.
.
Mustafa Kemal'in Cevabı ..... ... ... .. .. . . .. . .. . . 199 .
.
Mustafa Kemal'in Seçim Konuşmaları .
.
. . .
.
.
. . .... ... .. 200
Gerici Muhalefet ve Türk-Sovyet İlişkileri ..
.
.
.
.
.
.
.. . .. .... ..205 .
Toplum Adamlarının Sovyetler Birliği Üzerine Düşünceleri . 208 .
Tükiye Lausanne Konferansında .. . ..... . .. . .. . .. .
.
.
Rauf Bey'le Konuşma .. . .. . ... .. .
.
.
.
. . .
.
.. . .
.
. .
. . . . . . . . .
211
.2 13
Türkiye Dışişleri Bakanlığı ile Lausanne Üzerine Görüşmeler ...2 16
150
Konferans Heyetiİçin Mücadele . . . .. .. . . . . . ... . .... .224 .
.
.
İsmet Paşa Lausanne Konferansında . .... . . . . . . . . . . . . . 225 .
.
.
Yine Rauf Bey Üzerine . .. . . .. . ... .. .. . .. . . ... . .. . 230 .
.
.
.
Boğazlar Meselesi . .. .. . . . ... . . . . .. . . . .. . . . . ... . . 232 .
.
.
.
Yunus Nadi Bey ve Boğazlar Meselesi . . . . . . .. . .. . .. . . . . 238 .
Rauf Bey'le Konferans Üzerine Konuşmalarımız . .. ...... 242 .
.
Çiçerin'in Lausanne'daki Konuşması . . . . . .. . . . . . . . .. .244 .
.
Sovyet Rusya Delegasyonu'nun Teklifi. . . . . .
.
lngiltere'nin Bazı Tasarıları .. . .. ..... . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . .
. . .
.
.. . 251 .
..
.
.
.
257
Lausanne Konferansının Türkiye İçin Sonuçlan . . .. . . . .. 260 .
. .
Lausanne'da Sovyet Delegeleri .... .. . . .. . . . . . . . .. . . 261 .
.
.
.
Sovyet Delegelerinin Lausana Sözleşmesini lmzalamalan .. . . 263 Türkiye'den Ayrılışım .
. . . .
.. . . . .. . . . . .. . .. . ...... .
T.B.M.M.Üyelerinden Sım Bey'le Bir Konuşma
.
.
.
.
.
. 265
. . . . . . . 266 .
MUSTAFA KEMAL PAŞA VE YENİ TÜRKİYE'NİN KURULUŞU
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Yaşantı ve Kültürde Yapılan Reformlar . . . . . . .... .
.
.
.
.
269
.. . . 269
Ekonomik Islahat Planlan . .. . . . . . . . .. . . . . .. . .. . .. . .. . . 271 Mustafa Kemal ve Yabancı Sermaye ..... . .. ... . .. . .. . . .273 .
İzmirİktisat Kongresi ........ ... .. . . . . . .. . .... ..... 275 .
.
Bazı Sonuçlar.. .. . .. . .... . . . . ..... . . . . .... . ... . .... 277 Elçilikte Son Karşılaşma
.
.
..... .... .. . . . . . . . .... .. 278 .
.
.
.
151
ŞEYH SENUSİ'DEN MUSTAFA KEMAUE MEKTUP Mustafa Kemal, bir gün bana, Afrika'nın toplum adamlarından birinin, kendisine Şeyh Senusi'nin bir mektubunu getirdiğini söyledi. Mektupta şunlar yazılı idi: "Afrika Araplar'ı, sizden silah yardımında bulunma nızı rica ediyorlar. Onlar, mazlum Afrika halklarının esa ret zincirinden kurtulması ve Afrikalılar'a özgür bir ya şantı sağlanması için, Batılı devletlere ve emperyalizme karşı yaptıkları mücadeleyi genişletmek istiyorlar.." Mustafa Kemal: - Bu lider, emperyalizmle savaşan Sovyet Rusya 'ya da başvurmak niyetinde olduğunu yazıyor, dedi. Gerçekten de iş böyle oldu. Cephedeki gezintiden dönünce, elçilikte Afrikalı liderden gelmiş bir mesaj bul dum. Bu mesajdan ilerde söz edeceğim. Konuşmalarımızdan birinde, Mustafa Kemal Paşa bana: - Bu Arap ülkelerine yardım etmek için, Sovyet Rus ya ile manevi çabalarımızı birleştirmek çok iyi bir şey olurdu, dedi. Bu sözler, Mustafa Kemal'in, Sovyetler Birliği'nin, bütün mazlum milletlerin candan ve çıkar gözetmeyen bir dostu olduğu rolünü çok doğru anladığını gösteriyordu.
GEZİMİZİN SONA ERİŞİ Cephedeki gezimiz sona erdi. Türk ordusu birlikleri ni dolaşma, komutanlarla karşılaşma, onlarla konuşma, Mustafa Kemal'le, askeri ve uluslararası meseleleri, Tür kiye'nin iç politika meselelerini müzakere etmeler, niha-
1 53
yet Konya şehrinin yaşantısıyla, şehir halkıyla, toplum kişileriyle, müesseseleriyle ayrıntılı olarak tanışmamız, Türkiye'deki durumu ve Türk halkının yaşantısını öğren memiz için bize çok şeyler verdi. Mustafa Kemal Paşa ve yakın mücadele arkadaşları, orduyu ziyaret etmemizden ötürü, bana ve İbrahim Abi lov'a çok çok teşekkür ettiler. Akşama uğurlama töreni düzenlendi. Mustafa Kemal Paşa Konya'da kaldı. Biz ise, Abilov ve Zvonaryev yoldaşlarla, gerisin geriye hareket ederek
6 Nisanda Ankara'ya vardık. Gezimiz on gün sür
müştü.
TÜRK HALKININ SEMPATİ DUYGULARI Türk kamuoyu, memleketlerimiz arasındaki karşılık lı dostluk ilişkilerinin gelişmesini,büyük bir ilgi ve sem pati ile izlemekte idi. Sabahın erken saatlerinden akşa mın geç vakitlerine kadar elçiliğimizin misafirleri hiç ek sik olmazdı. Gruplar halinde gelenler olurdu. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bakanlar, toplum teşkilat ları, kooperatif temsilcileri, tüccarlar sık sık elçiliğimizi. ziyaret ederlerdi. Onların hepsi de Sovyet Rusya'ya olan saygı ve sempatilerini belirtmekte idiler. Basit halk adamları, çoğu zaman adlarını söyleme den, basit hediyeler getirirlerdi. Bunlar bizim için çok değerli idi. Çünkü Sovyet halkına olan dostluk duyguları m belirtmekte idiler. Çoğu zaman Anadolu'nun ücra kö
şelerinden çeşitli hay vanlar getirip hediye etmekte idiler. Elçiliğimizde, adeta koca bir hayvanat bahçesi meydana gelmişti. Bunların arasında ayı yavruları, kanatlan kırıl mış kartallar, keklikler, cins cins kediler, köpekler vardı. Elçiliğin idare amiri ayı yavrularını, kiler odasına bi-
154
tişik tahta bir kulübeye yerleştirmişti. Aşçı kadın,
1 Ma
yıs Bayramı için hazırlanan pasta ve çörekleri kiler oda sına yerleştirinişti. Pasta ve çörek kokusunu alan ayı yav ruları, tahta bölmeyi kırarak, kiler odasına girmişler, bü yük bir iştah ile pasta ve çörekleri yemişler, birçoklarını da ayaklarıyla ezerek, yüzlerini gözlerini kremaya bula mışlar, bu durumlarıyla gülünç bir hal almışlardı.
ELÇİLİKTE 1 MAYIS'IN KUTLANMASI
1 Mayıs Bayramı'nda elçiliğimizi 200'den fazla in san ziyaret etti. Elçilik binasını, içerden ve dışardan bay raklarla, çiçeklerle, portrelerle süsledik. Ankara İmalat-ı Harbiye işçileri ve başka atelye temsilcileri bizi tebrik et mek üzere ziyaretimize geldiler? düzenlenen kabul res minde, resmi işçi temsilcilerinden başka işçiler, Sağlık Bakanı Tevfik Rüştü Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, öğretmenler, doktorlar, gazeteciler, subaylar da vardı.
1 Mayıs Bayramı ile ilgili olarak elçilikte misafir
lerle birlikte çekilen fotoğraflan bir hatıra olarak sakla maktayım. Elçilik binası küçüktü. Ama misafirler, doğu usulün ce, seve seve yerlere oturmuşlardı. Küçük fincanlarla ağır ağır kahveler içilirken, teklifsiz konuşmalar yapıldı. Bu arada, Ankara İmalat-ı Harbiye işçilerinden biri, Rus ya'da
1 Mayıs Bayramı'nın nasıl kutlandığını sordu. Ona,
l Mayıs Bayramı'nın tarihçesini, mitingleri, Çarlık dev rinde, Rusya'da ormanlarda yapılan gizli toplantıları, Çarlık düzeni yıkıldıktan sonra, bütün yurtta kutlanmakta olan
1 Mayıs Bayramı'nı anlattım. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Milli Savunma
Bakanı Kazım Paşa ve öteki devlet adamları,
1 Mayıs 155
Bayramı'yla ilgili olarak elçiliğimize birer tebrik mesajı gönderdiler. Bütün misafirlerimizi birden kabul etmemi ze imkan yoktu. Ziyaretçiler tebriklerini sunmak için ara lıksız geliyorlardı.
GENELKURMAY BAŞKANI FEVZİ PAŞA Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Pa şa, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın en yakın yardımcıları ve Milli Kurtuluş Savaşı'na candan bağlı kişilerdi. Mus tafa Kemal Paşa'ya sonuna kadar sadık kalmış yurtsever ler içinde, gazeteci Yunus Nadi, Ağaoğlu Ahmet, Yusuf Akçura beylerin ve daha başkalarının adını sayabiliriz. Mustafa Kemal Paşa'nın çevresinde bulunan asker ler içinde, eski ordu müfettişi, sonraları İstanbul Hükü meti'nin Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa, özellikle gö ze çarpmakta idi. Fevzi Paşa, İstanbul'dan Ankara' ya
1 920 yılında kaçmıştı. Fevzi Paşa İstanbul'dan kaçışının sebeplerini bize şöyle anlatmıştı: - Durum artık dayanılmaz bir hal almıştı. Halka iha net eden, onu İngilizler'e ve öteki emperyalistlere satan kokmuş İstanbul hükümetini görmek beni tiksindiriyor du. Padişahın çevresindeki klik halkı değil, yalnız kendi çıkarını düşünüyordu. Artık buna katlanamadım. Fevzi Paşa'nın görünüşü çok iyi hatırımdadır: Uzun boylu, uzun siyah bıyıklı, kalın kaşlı, kara gözlü idi. Üst göz kapaklan biraz inikti: derin derin bir şeyler düşünü yor da sanki sizi görmüyor izlenimini veriyordu. Aslında çok sakin, hatta biraz yavaştı. Her zaman, her kelime üs tünde durarak, dikkatle dinlerdi. Fevzi Paşa az konuşur du. Sözlerini dikkatle seçerdi. Onunla konuşmak hoştu.
1 56
Her kelimesinde bir önemlilik vardı. İnsanlarla konuşur ken sözlerinde dürüstlük ve kesinlik hissedilirdi. Fevzi Paşa, askeri durumu objektif olarak değerlendirmesini bilirdi. Fevzi Paşa basit ve yiğit bir asker sembolü idi. Bununla birlikte Fevzi Paşa, samimi olarak dindardı. MİLLİ SAVUNMA BAKANI KAZIM PAŞA
Benim sık sık görüştüğüm kişilerden biri de, Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa idi. Kocaman açılmış, iri, gri gözlü, sevimli, güleç yüzlü, ciddi, çalışkan, daima dü şünceli bir askerdi Kazım Paşa. Bende, Mustafa Kemal Paşa'nın onu çok sevdiği, Fevzi Paşa gibi ona da çok inandığı ve güvendiği izlenimi vardı. Kazım Paşa'nın Sovyet Rusya'ya büyük bir güveni vardı. Sık sık, Mustafa Kemal'le birlikte, Türk ordusuna yardım konusunda benimle konuşmalar yapardı. Kazım Paşa, her zaman, şu veya bu maddelerin alınmasını, bü yük zorunluğa dayandırmaya çalışırdı. Kazım Paşa'nın . hesaplarına inanırdım. O, her zaman yatışmış ve yardım larımıza inanmış bir halde yanımızdan ayrılırdı. BATI CEPHESİ KOMUTANI İSMET PAŞA
Büyük bir asker olan İsmet Paşa, elçiliğimize daha seyrek gelirdi. Kendisi sürekli olarak cephede çalışıyor du. Zaferden sonra da uluslararası konferanslarla uğraştı. Fevzi ve Kazım Paşalar gibi o da, Mustafa Kemal Pa şa'nın en yakın silah ve mücadele arkadaşlarından biri idi. Mustafa Kemal Paşd, bütün uluslararası önemli me selelerde onun fikrini sorardı. Cephe işleri, gergin bir ça lışma, başarılar ve başarısızlıklar, İsmet Paşa'nın yüzüne 157
özel bir ağırbaşlılık damgası vurmuştu. Ordunun her dav ranışından, her zaman büyük bir kişisel sorumluluk du yardı. İnönü mevkiinde Yunanlılar'a karşı kazanılan ilk zaferler, onun komutası altında kazanılmıştı ve o, halkın bir şükranı olarak "İnönü" soyadım almıştı. İngiliz-Yu nan istilacılarına karşı yapılan son kesin taarruzun bütün hazırlıkları, Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa'nın omuzlarına yüklenmişti. Türkler'in Sakarya zaferini, ağır toplarının üstünlü ğü ile açıklayan Yunan generali Papulas'a İnönü'nün ver diği cevabı buraya nakletmekten kendimi alamayacağım. İsmet Paşa alaycı bir eda ile şöyleıdemişti: "Türkler bu ağır toplan, herhalde kendi fabrikaların da yapmadılar. Türkler'in bütün silahlan ellerinden alın mıştı. Buna karşılık bütün dünyanın silah fabrikaları Yu nanlılar'ın siparişine açıktı. Yunanlılar istedikleri her şeyi satın alabilir ve bu satın aldıkları şeyleri de istedikleri ye re götürebilirlerdi. Bu durum, Yunan komutanlığının, za ferin sırrını anlamakta Türk komutanlığından çok aşağı olduğunu göstermektedir." REFET PAŞA Yukarıda kendilerinden söz ettiğim kişilerden bam başka amaçlarla elçiliğimize gelen sivil ve askerler de vardı. Bunlardan biri Refet Paşa idi. Refet Paşa, kısa boylu, zayıfça, aşağıdan kesilmiş sa n bıyıklı, kırlaşmaya yüz tutmuş seyrek saçlı bir kişi idi. Refet Paşa dış görünüşünde kibar, zarif, davranışla rında Avrupalı idi. Ama ona inanılamazdı. Kendisi sami mi değildi. Mustafa Kemal'in arkasından, Kazım Kara bekir ve Rauf Beyler'le entrikalar çevirmekte idi. Kısaca sı, milli kurtuluş savaşına, sinsice karşı idi. Refet Pa1 58
şa'nın, dini-feodal unsurlarla ve Komprador burjuvazinin temsilcileriyle bağlantısı vardı. Yeni Türkiye'yi destekle diği için de Sovyet Rusya'ya düşmanca davranıyordu. Refet Paşa çeşitli görevlerde bulunmuştu: Milli Sa vunma Bakanlığı, Dumlupınar savaşında kolordu komu tanlığı etmiş, Konya isyanının bastırılmasında görev al mıştı. Refet Paşa'nın komutanlığı başarısız geçmişti. Mustafa Kemal Paşa'nın belirttiğine göre, Milli Savunma Bakanlığı'nda da olumlu iş görememiş, 1 922 yılı Ocak ayında bu görevden alınmıştı. Ama bu, onun kendi kah ramanlıklarıyla övünmesine engel olmamıştı. Konuşma larımızda, General Frunze'nin onun değerini anlamadı ğından, kendisini emperyalist saydığından şikayet ederdi. RAUF BEY
Heyeti Vekile Reisi ( Başbakan) bulunduğu sıralarda Rauf Bey'le birçok defalar konuşmuşumdur. Kendisi Sovyet Rusya'nın düşmanı idi. Ankara'daki elçilik bina mızın yakılışında onun parmağı vardı. Kotyelnikov (Elçi liğimizin eski sekreteri) hatıralarında, yangının, Albay Mougin'in (*)teşvikiyle çıkarıldığını yazmaktadır. Mustafa Kemal Paşa'nın hatıralarından öğrenildiği ne göre, Rauf Bey, sonralan 1 O yıllık bir süre için yurtdı şına çıkarılmıştı. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey'in, Refet Paşa'nın ve başkalarının ikili oyunlarını görüyor, anlıyordu. Ama, da ha geniş bir hoşnutsuzluğa meydan vermemek için, belli bir süreye kadar buna katlanıyordu. Çünkü Refet Pa(*) Albay Mougin: Fransa'nın Ankara'daki resmi olmayan temsilcisi.
s.ı. Aralov
1 59
şa'nın, Rauf Bey'in ve öteki muhaliflerin büyük kompra dor burjuvazi, derebeyleri ve feodal askeri grup arasında dayanakları vardı. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'da ve Anadolu'nun bazı çevrelerinde kendisini asi bir asker olarak saydıkla rını biliyordu. Feodal çevreler, çeşitli oyunlara başvura rak halkı, Mustafa Kemal'e, Türkiye Büyük Millet Mec lisi'ne ve öteki Türk yurtseverlerine karşı ayaklandırma ya çalışıyorlardı. MUSTAFA KEMAL PAŞA MİLLİ HAREKETİ ANLATIYOR
Ben burada, Mustafa Kemal Paşa'nın bu konuda, el çiliğimizde, birlikte yaptığımız gezilerde, aramızda ge çen özel konuşmalarda bana anlattıklarını nakledeceğim. Mustafa Kemal, mücadele hikayesini çeşitli zamanlarda anlatmakla beraber, ben bunları, kolaylık olsun diye, bir bütün olarak nakledeceğim. Mustafa Kemal'in bana söylediğine göre, Büyük Millet Meclisi'nin amacı, Türkiye'yi ve bütün Türk mil letini istilacılardan kurtarmak için mücadele eden milli teşkilatlan genişletmektir. Bu, başlıca ödevdi. Belli bir süreye kadar muhalefete katlanmak gerekiyordu. Mustafa Kemal: - Hedefimize, inandırma yolu ile ve cephelerde pra tik zaferlerle ulaşıyoruz dedi. Biz, Refet Paşa'ya, Rauf Bey'e ve diğerlerine tutumlarının yanlış olduğunu gös terdik ve gösteriyoruz. Biz bir Halk Partisi kuruyoruz. Bu partinin yardımı ile de halk düşmanlarını yenmeyi umut ediyoruz. Partimize düşmanlarımız da sızıyor, ama bunlar meydana çıkarılacak ve maskeleri yüzlerinden in160
dirilecektir. Gericiler milli hareketin temeline bomba koymak istiyorlar, ama bunu başaramayacaklardır. Fe odaller, nice çeteler, nice isyanlar organize ettiler! Bütün bunlar "İttihat ve Terakki" partisinin artıkları, "İngiliz Dostları" (*) Derneği ve daha başka gerici teşkilatlar aracılığı ile iş gören Curzon, Lloyd George ve öteki em peryalistlerin önderliği ile yapılmaktadır. Ama, halk, ge riciliği frenlemekte bize yardım etti. Bütün Anadolu ateş ler içinde yandığı zaman siz henüz burada değildiniz. İn giltere' nin çeşitli ajanları, Enver Paşa'nın padişahın adamları, yer yer ayaklanmalar çıkarıyorlardı. İngiliz hü kümeti, Yunun ordusuna, Anadolu'nun şu ya da bu böl gesini işgal etmek emrini veriyordu. Her yanda çeteler kuruluyordu. Bunların en büyüğü Anzavur çetesi idi. İn giltere, Rusya'da başarısızlığa uğrayan metodları burada, bizde uygulamak istiyordu. İngiltere, Amiral Kolçak'ı, Y üdeniç'i, Denikin'i desteklemek için yüzlerce milyon harcamıştı. Padişahın ve İngiliz emperyalistlerinin adamı ve milli kurtuluş hareketinin en büyük düşmanı olan hain Anzavur, Bandırma bölgesinde yıkıcı çalışmalarına baş lamıştı. Ona verilen ödev, milli cepheyi arkadan vurmak tı. Anzavur etrafına büyük kuvvetler toplamayı başardı. Biga'da kanlı savaşlar oldu. Anzavur başarı sağladı. O bölgedeki milli kuvvetleri dağıttı. Bir çoklarını esir aldı. Eline birçok silah geçirdi. Tabii sonunda mağlup edildi. Türk milleti bunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Mustafa Kemal Paşa, emperyalistlerin hileciliğini hatırladı. Fransız Başbakanı Clemenceau'nun şu sözleri(*) Eski adı ile "lngiliz Muhibleri Cemiyeti", İstanbul' da, İngiliz lntel ligence Service teşkilatının temsilcisi Rahip Fraou'nın para desteği ile Padişah Vahteddin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafında kurulan gerici bir teşkilat tır. Bu derneğin başında, o zamanlar İstanbul'da çıkmakta olan gerici "Yeni lstanbul" gazetesinin sahibi Sait Molla bulunmakta idi. S.1. Aralov.
161
ni öfke ile nakletti: "Ben, Kilikya'yı, Suriye'yi, Şam'ı, Halep'i, Beyrut'u ve Musul'dan elde edilecek petrolün akacağı İskenderun limanını alabilmek için bir yem ola rak, Musul'u İngilizlere verdim. Eğer sonralan Türkler bizi Kilikya'dan kovdularsa benim bunda ne suçum var?" Mustafa Kemal biraz susup yatıştıktan sonra sözleri ne devam etti: - Zehir, ağu henüz dağılmadı. Bunun panzehiri bütün halkın uyanması, aktif bir hale gelmesidir. Halkın Mon doros silah bırakışmasına, Sevre Antlaşması'na, padişa hın ihanetine cevabı, uyanışın başlangıcı oldu. Sabır bar dağı taştı. Bizim Sıvas ve Erzurum kongrelerimiz, Mon dros'a, Sevre'e ve itilaf devletlerinin başka davranışları na verilen cevaplardır. Çağrımız bütün Anadolu'yu do laştı, hatta İstanbul'a kadar ulaştı. Türk kamuoyu, halk, milli misakı yarattı. Bu konuda çok çalışmamız lazım geldi. Meclis'teki her milletvekili ile ayrı ayn konuşmak, her birine, Kurtuluş Savaşı'nın önemini anlatmak, pasif davranmakla hiçbir şey elde edilmeyeceğini ispat etmek gerekiyordu. Birgün Mustafa Kemal Paşa bana dönerek: - Aralov yoldaş, dedi. Biz Türkler 1 920 yılında size yardım etmek fırsatını bulduk. Herhalde siz bunu bilmi yorsunuz. Gelibolu'ya yakın Akbaş iskelesinde, daha Bi rinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir silah ve cephane de posu vardı. Bu depoyu Fransız askerleri korumakta idi. Fransızlarla İngililer bu silahlan General Vrangel'e ver meye karar vermişlerdi. Beyazlara ait bir Rus gemisi, si lah ve cephaneleri almak üzere Akbaş'a gelmişti. Biz bu silah deposunu biliyor, itilaf devletlerinin niyetlerini sezi yorduk. Bu deponun korunmasında, Osmanlı hükümeti de Fransızlara yardım ediyordu. Cesaretli ve fedakar ar1 62
kadaşımız Köprülü'lü Hamdi- Bey bu silahlan ele geçir-.· mek işini organize etti. Telgraf ve telefon kablolarını kes ti. Kendisi gibi cesur ve fedakar arkadaşlarıyla, 1 920 yılı 26127 Nisan gecesi, sallarla yavaşça boğazı geçerek, Fransız askerlerinin silahlarını aldı. Çabucak silah ve cephaneleri yükleyerek onları Lapseki'ye getirdiler. Köp rülü'lü, silahlarını aldığı Fransız askerlerini de birlikte getirmeyi umutmadı. Silah ve cephaneler, hemen memle ket içine gönderildi. Böylece biz 8 bin Rus tüfeği ve 40 makineli tüfek almış olduk. Bu, çok işimize yarayan, çok güzel bir hediye idi. Böylece, siz bize biz de size yardım etır..iş olduk. Bunu haber alan İngiliz emperyalistleri deli ye döndüler, hemen bu işin peşine düştüler, ama tabii ha va aldılar. Mustafa Kemal Paşa: - Bana ve arkadaşlarıma karşı korkunç bir propagan da yürütülüyordu, dedi. Olmayacak günahlar işlemekle beni suçluyorlardı. Bütün bunlara katlanmak gerekiyor du. Karşılaştığımız en büyük zorluk, subay ve silah ek sikliği idi. Ama, Sovyet Rusya bize dostça yardım etti. Silah, top ve cephane verdi. Bizim milletimiz bunu asla unutmamalıdır. Milli Kurtuluş Savaşı'nın ilk günlerinde, anca 5 bin kişilik bir silahlı gücüm vardı. Şimdi ise elim de koskoca bir ordu var. Bunu bana, halkın desteklediği Kurtuluş Savaşı kazandırdı. Birgün Mustafa Kemal Paşa'ya, Samsun'dan Anka ra'ya gelirken, yolda rastladığım köylerden, onların ağır durumundan söz ettim. Mustafa Kemal Paşa: - Evet, evet, orası doğru, dedi. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ödevi, köylüyü ağır aşar vergisinden kurtar mak, ona başka kolaylıklar sağlamaktır. Ama şu anda biz bunu yapamayız. Birçok zümrelerin kinini üzerimize 1 63
çekmiş oluruz. Onlar bizden uzaklaşır ve istilacıları kov mak, halkın kurtuluşunu ve ülkenin bağımsızlığını sağla mak gibi başlıca görevimizi yapmaya engel olurlar. Milli davamızı çözümledikten sonra köylü ile uğraşabiliriz. Mustafa Kemal'le bu konuşmayı birlikte yaptığımız Abilov yoldaş, milyonlarca köylü, ekonomik baskıdan kurtulduğu takdirde, onların, feodalleri yenmekte yardım edeceklerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidarını güçlendireceklerini, Türkiye'yi yenilmez bir hale getire ceklerini, emperyalistlerin ilerde yapacağı bütün saldırı lan püskürteceklerini anlattı. Mustafa Kemal, Abilov'u elinden tutarak: "Şimdi olmaz, dedi. ama bu olacak." Mustafa Kemal'in tuttuğu yol, Türkiye'yi emperya list boyunduruğundan kurtarmak, bölgelere ayrılmasına engel olmak yolu, halkın büyük bir çoğunluğunca anla şılmış bulunuyordu. Bu durum, Derebeylerinin, toprak ağalarının, büyük komprador burjuvazinin, gericilerin ve maddi bakımdan gericilerle bağlı bir kısım aydınların korkunç düşmanlığını doğurdu. Önceleri Mustafa Ke mal'le birlik olan bazı aydınlar sonralan Milli Kurtuluş hareketinden ayrılarak padişah tarafını tuttular, ya da, dü pedüz mücadeleden vazgeçtiler. Cephe gezintisinden dönünce, izlenimlerimi, Dışiş leri Bakanı Çiçerin'e ve Dışişleri Bakanlığı'nın öteki so rumlu memurlarına bildirdim. Sovyet Dışişleri Bakanlı ğı'na gönderdiğim raporumun, Türk halkının yaşantısın dan, Mustafa Kemal'in eskinin her türlü kalıntılarıyla yaptığı mücadelesinden söz eden bölümün bir yankısı ol mak üzere, Çiçerin'in MilliEğitim Bakanı Lunaçarski'ye yazdığı mektubun bir kopyasını aldım. Çiçerin, mektu bunda şunları yazıyordu: 1 64
"Mustafa Kemal, Türk kadınının kurtuluşunu ve ona bütün haklarda ve toplum yaşantısında erkeklerle eşitlik isteyen ilerici bir hareketin başındadır. Mesela kendisi, eşiyle birlikte, hem de eşinin yüzü açık olarak, Büyük Millet Meclisi toplantılarına gelmektedir. Mustafa Kemal eşiyle birlikte Aralov yoldaşı da ziyaret etmiş bulunuyor. Genel olarak Mustafa Kemal, bütün toplum ilişkilerini çok enerjik olarak ileriye doğru itmektedir. Mustafa Ke mal'in, son derece ilgi çekici bir kişiliği vardır. Günlerce Türk şehirlerinin sokaklarında dolaşmakta, kendisini çevreleyen kalabalıkla parlamenterizmden, kadının öz gürlüğünden, milli eğitimin ve bütün kültürün modern leştirilmesinden söz etmektedir. Gerek Mustafa Ke mal'in, gerek onun ülkü arkadaşlarının, Türk toplum iliş kilerinin modernleştirilmesi konusundaki çalışmalarını kolaylaştırıcı materyal gönderilmesi çok yerinde bir dav ranış olurdu. "Çalışmalarını kolaylaştırmak üzere Mustafa Ke mal'e gönderebilmem için, kadın meselesi ile ilgili ma teryalleri, ya da, daha doğrusu, kadının tüm özgürlüğünü sağlamak için bizim uyguladığımız materyalleri toplayıp bana gönderecek birini görevlendiremez misiniz? "Eğer Türkler tekrar, özellikle teknik alanında öğre nim yapmak üzere birkaç yüz genç göndermeyi teklif ederlerse; ne yapabileceğimizi lütfen bildiriniz. Hatırla dığıma göre bu mesele bundan önce ortaya atıldığı za man, Türkler hepsinden çok zirai öğrenimle ilgilenmiş lerdi. Bunun mümkün olup olmayacağını ve bu çeşit planların hangi ölçülerde ve genişlikte uygulanabileceği ni bildirmenizi rica ederim." Daha sonra, 1 923 yılında Çiçerin, Ankara'daki tem silcimize şunları yazmıştı: i65
"Mustafa Kemal Paşa'ya verilmek üzere toplum ya şantısının modernleştirilmesi, özellikle çocukların korun ması ve sosyal güvenlikle ilgili yeni materyaller gönde rilmektedir. Onun, Nuh-u Nebi'den kalma yaşantıya, bü tün kör inançlara ve ortaçağ kalıntılarına karşı mücadele sinde, elimden geldiğince ona yararlı· olmaktan çok se vinç duyacağım. Mustafa Kemal Paşa'nın bütün istekle rini, hemen bana bildiriniz. Bu isteklerinin yerine getiril mesi için her şeyi yapacağım." CENEVRE KONFERANSI VE RAPALLO ANTLAŞMASI
Cenevre Konferansı (*) toplandığı ve itilaf devletleri için beklenmedik bir olay olan Rapallo (**)fırtınası kop tuğu zaman, Mustafa Kemal, birkaç defa bizimle Cenev re Konferansı üzerine konuşma yaptı. Çiçerin'in, itilaf devletlerine, Türkiye'nin de konferansa çağırılmasını teklif ettiği, ama, onların, Türkiye'nin bir Küçük Asya devleti, konferansın ise Avrupa konferansı olduğu gerek çesiyle bu teklifi reddettiklerini Mustafa Kemal Paşa'ya bildirdim. Cenevre Konferansı'nda, batı devletleri Sovyet Rus ya'dan, "Barışın ve tarafsızlığın kurulması. .." konusunda yakın doğuya etki yapmasını istediler. Çiçerin, Sovyet (*) Cenevre Konferansı, 10 Mayıs 1922 tarihinde açılmıştır. Savas son rası Avrupasının gittikçe ağırlaşan ekonomik durumu dolayısıyla itilaf devlet leri böyle bir konferans toplamak gerekliliğini duymuşlardı. Sovyet Rusya'nın iç savaşlardan galip çıkması, doğuda etki yapmaya başlaması ve itilaf devletle rinin Sovyetlerle ticaretlerini genişletmek zorunluluğunu duymaları, konferan sın toplanmasında büyük rol oynamıştır. (**) Sovyetler Birliği ile Almanya arasında, 16Nisan 1922 tarihinde im zalanmış ve itilaf devletlerinin Rusya'ya karşı kurmayı düşündükleri müşterek cepheyi suya düşürmüştür. S.1. Aralov
1 66
delegeleri adına, bu teklife karşı hayretini belirtti. Çünkü, Türkiye'nin Cenevre Konferansı'na katılmasını isteyen Sovyetler Birliği değil mi idi? Çünkü, Türkiye'nin bu konferansa katılması, en yakın zamanda Küçük Asya'da barışın kurulmasını sağlayabilirdi. Türkiye'de yapılmakta olan savaşa karşı tarafsız davranmak ise, uluslararası ant laşmaların ve uluslararası hakların her devletin istediği biçimde bir tarafsızlık olmalı idi. Çiçerin'in bu konuşmasını Mustafa Kemal'e bildir diğim zaman, Mustafa Kemal, Çiçerin'e teşekkür etmemi benden rica etti. Sovyetler Birliği ile Almanya arasında imzalanan Rapallo Antlaşması Mustafa Kemal Paşa'nın hoşuna gitti ve: - Bu sizin delegelerin İngilizlere karşı kazandığı par lak bir zaferdir, dedi. Bu beni çok sevindirdi. Bir başka konuşmamızda, Mustafa Kemal, Cenevre Konferansı'nın genel takdirini yaparak, konuşmaların ke silmesine rağmen, Cenevre Konferansı'nın Sovyet diplo masisinin bir zaferi olduğunu söyledi ve "Cenevre Kon feransı'nı bir savaşa benzetecek olursak, savaşa komuta eden Çiçerin, ne Lloyd George'un, ne Barthou'nun far ketmediği harikulade güzel bir çevirme hareketi yaparak, Almanlarla Rapallo Antlaşması 'nı imzalamak suretiyle, emperyalist saflarında bir gedik açtı." 1 922 Haziran'ında Ankara'ya Fransa temsilcisi Al bay Mougin geldi. Türklerin düşüncesine göre, Mougin, kaba saba, ham halat bir askermiş, Mougin, Ankara Ant laşması'nın (*) hayata uygulanması meselesiyle ilgili (*) 20 Ekim 1921 tarihinde, Ankara'da Yusuf Kemal Bey'le Franklin Bouillon arasında imzalanan bu antlaşma, Kilikya'nın Fransızlar tarafından boşaltılmasıyla ilgilidir. s.ı. Aralov
167
olarak Ankara'ya gelmişti. Bununla birlikte Mougin, Mustafa Kemal'e, Fransa ile Türkiye arasında askeri bir ittifak imzalamayı, İngiltere ile, uzlaşıcı bir barış antlaş ması imzalamayı ve Sovyetler Birliği ile ilişkileri kesme yi teklif ederek, temsilcilik yetkilerini genişletti. Mougin, amacına erişemedi, Mustafa Kemal onun tekliflerini red detti. Fransa'nın, İngiltere'nin tersine, Türkiye'ye silah yardımında bulunduğunu dikkate almak gerekir. Hiç şüp he yok ki, bu yardım Türkiye'ye çok pahalıya mal ol. muştu. Mustafa Kemal, bu yardımı kabule yanaşmadan önce çok tereddüt etmişti. Türkiye için kritik olan bu an larda yardımımızı genişletememiştik. Ekonomik ve mali bunalım içinde kıvranan Türkiye için Fransa'nın silah yardımını kabul etmekten başka yapacak bir şey kalma mıştı. Pek tabii olarak Fransa, bu durumdan, Türkiye ile aramızı açmakta yararlanmaya çalışıyordu. Sovyetlere karşı şiddetli bir propagandaya girişmişti. Biz, Fransızlarla bizim yardımımız arasındaki fark ları Türklere anlattık, Fransa'nın emperyalist planlarını açığa vurduk. Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları bu far kı gördüler. Demokratik aydınlarla halk, bütünüyle Sov yetler Birliği ile dostluğun pekiştirilmesinden yana idi. Fransızların Sovyetler'e karşı yürüttükleri propaganda, özellikle muhalefet çevrelerinde yoğunlaşıyordu. GENERAL TAWSHEND'İN TÜRKİYE'Yİ ZİYARETİ
Konuşmalarımızdan birinde, Mustafa Kemal: - İngiltere'ye gelince, dedi. Bizimle uzlaşmak ve ba rışmak için, onun tarafından atılmış ciddi hiçbir adım gö168
remiyorum. General Tawshend'in gelişinin politik bir önemi yoktur. General Tawshend 22 Temmuz'da Konya'ya geldi. İki gün sonra da, Mustafa Kemal'le aralarında bir görüş me oldu. Bundan sonra da İngiliz generali Ankara'ya geldi ve Refet Paşa ile uzun uzun görüştü. Mustafa Ke mal, Tawshend ile yaptığı görüşme ve konuşmalar üzeri ne hiçbir şey söylemedi. Bütün bu olaylar: albay Mougin'in gelişi onun geliş tirdiği çalışmalar; Tawshend'in ziyareti: Mustafa Ke mal'in Konya'ya ve İzmir'e gidişi Enver Paşa'nın 1922 yılı Ağustos'undaki isyanı ve ölümü, Ankara'nın toplum çevrelerinde ve Meclis'te gergin bir durum yaratmış ve muhalefetin yıkıcı çalışmalarını güçlendirmişti. Muhale fet Sovyet Rusya elçisini de kendi entrikalarına sürükle meye, böylece onu lekelemeye çalışmıştı. Elçiliğe sık sık, her yandan: İçişleri Bakanı Fethi Bey'in izinli gittiği ve Beyrut'ta Tawshend'le buluştuğu, onunla uzun uzun görüştüğü; Mustafa Kemal 1922 Tem muz'unda İzmir'e (*) gittiği sırada, İngiliz temsilcileri nin de orada bulundukları ve güya barış görüşmelerine başlamak için anlaşmaya vardıkları yollu "dokunaklı imalar" yağıp duruyordu. Mustafa Kemal bana bu olanlardan söz etmedi. Bu görüşmeler yapılmış olsaydı, Mustafa Kemal'in bunu benden gizleyeceğini sanmıyorum. Türkiye'nin bunu Sovyet Rusya'dan gizlemesinin hiçbir anlamı yoktu. Bu çeşit söylentiler Mustafa Kemal'in düşmanları tarafından etrafa yayılıyor ve bizim ona olan inancımızı sarsmak (*) Burada Aralov, şehirleri birbirine karıştırmış olsa gerek. Çünkü 1922 yılı Temmuz'unda İzmir, henüz Yunan işgalinde bulunuyordu. (H. Ediz)
169
amacını güdüyordu. Yakın doğuda barış gerçekleşseydi ve İngiltere ile Türkiye arasında normal, eşit haklara da yanan ilişkiler kurulsaydı, Sovyet hükümeti, kendi payına bunu selamlardı. Esas itibarıyla Türk-Rus karşılıklı ilişkileri normal olarak gelişiyordu. Gerçi Moskova Antlaşması'nın karar larına, her zaman harfi harfine uyulmuyordu. Ama; ko nuşmalardan, yazışmalardan sonra bu olaylar çözümleni yordu. Çeşitli Türk devlet müesseselerine sokulmuş olan gerici unsurlar, kasıtlı olarak zorluklar çıkarıyorlardı. Güney Kafkasya taşıt müesseselerinin işini bu çeşit olay lara sokabiliriz. Mesela, antlaşma şartlarından olan, top ların doğu cephesinden ( Kars), Batı Yunan cephesine, Batum üzerinden taşınmasına engel olunması, ancak Menşeviklerin ve burjuva nasyonalistlerinin sabotajlarıy la açıklanabilir. Ben, muhalefet adamlarıyla, hangi konu üzerinde olursa olsun, görüşmeyi reddediyordum. Kaçınılmaz kar şılaşmalarda ise, onların haksızlığını gösteriyor, onların milli kurtuluş savaşına, Mustafa Kemal'e karşı mücade lelerinin Türkiye'nin düşmanlarına yardım ettiğini söylü yordum. İNGİLTERE VE TÜRK BASINI
Türk basını 1922 yılı Temmuz'una kadar, hergdn Lloyd Georga'a çatıyor, İngiltere'nin Türkiye ile ilgili saldırgan politikasını açığa vuruyordu. Tawshend'in geli şiyle, basındaki sertlik durdu. Mustafa Kemal ve Türk 170
hükümeti barışı sağlamaya çalışıyorlardı. Basının ihtiyat lı tutumu, ilk tedbirlerden biri idi. Türkiye'nin bize karşı olan politikasında herhangi bir değişiklik yoktu. Türk hükümetinin ana politikası, es kisi gibi kalmakta devam ediyordu: Türkiye'nin bağım sızlığı, Sovyetler Birliği ile dostluk. MERSİN KONSOLOSLUGU MESELESİ
Fransızların etkisiyle, Mersin'de Sovyet Konsoloslu ğu'nun açılışına türlü türlü engeller çıkarılıyordu. Bizim Mersin konsolosumuz olarak tayin edilen S.M. Gomiy, Ali Fuat Paşa olayının (*) en ateşli bir zamanında Anka ra 'ya gelmişti. Bu sırada, Güney Kafkasya teşkilatına sızmayı başaran Menşevikler ve burjuva nasyonalistleri Batum'da ve sınırda Türk temsilcilerini tutuklayarak üzerlerini aramışlardı. Bu olayın, Türk çevrelerinde bir tedirginlik yaratmaması mümkün değildi. Türk hükümeti Dışişleri Bakanlığı, konsolosluk mukavelesinin bulunma dığı yollu formel bahanelerle, kah, daha önce Ahaltsih Konsolosluğu'nun açılışına izin verildiği ileri sürülerek, kah, düpedüz bu mesele üzerine karar vermeyi birkaç gün -sonraya bırakmakla, Mersin Konsolosluğu işini sav saklamaya başlamıştı. Bütün bunlar, Fransızlarla başlayan flörtün sonucu (*) Ali Fuat Paşa, Türkiye'nin Moskova elçisi olup, Türk casusu ve İn giliz ajanı olan birini himayesine almıştı. Bu ajan, gizlendiği evde, lngiliz aja nına casuslukla ilgili materyaller verirken yakalanmıştı. Bu olay üzerine Ali Fuat Paşa Türk hükümetince geri çağınlmıştı.
17 1
idi. Çünkü Fransızlar, bizim Suriye üzerinde bir etki yap mamızdan korkuyorlardı. İran elçisinin gelişi ile ilgili olarak verilen bir ziya,fette, Mustafa Kemal Paşa, Mer sin'de bir konsolosluk açılması için olumlu bir cevap ve rilmesini emrettiğini söyledi. Seçimler sırasında Mec lis'te benimle karşılaşan Yusuf Kemal ise, koluma girdi ve gülümseyerek: - Siz, Mersin'de bir konsolosluk açılması meselesi ile ilgileniyorsunuz, dedi. Seçimlerden sonra size, gelip, cevabın gecikmesindeki sebepleri anlatacağım ve müsa adeyi de kendim getireceğim. Meselenin çözümlenmesi, yine de iki ay sürdü.
172
TÜRK ORDUSU'NUN TAARRUZU
ENVER PAŞA İSYANININ BASTIRILMASI
Ağaoğlu Ahmet Bey ve öteki toplum adamları, bana, Enver'in Buhara destanının kendileri için pek açık olma dığını söylediler. Ağaoğlu, Enver Buhara'ya nasıl gidebi lir, sonra esrarlı bir biçimde avda kaybolup asilerin başı na nasıl geçebilir? diye sordu. Bu onun nesine gerekti? İngilizlerden, güya çok hefret ettiğine göre onlarla anla şamazdı. Belki de bu bir maskeleme idi, belki de Pan-İs lamist (*)ideolojisi ve gerici görüşler ve her şeyden önce Rusya'nın Türkiye ile, daha doğrusu Mustafa Kemal Pa şa ile arasını açmak çabası, onu böyle kanlı bir serüvene itmiş olabilirdi. Hepsinden doğrusu, onu bu işe, ajanları aracılığı ile, İngiliz temsilcisi sürüklemiş olacaktı. Ben bir röportaj hazırlamıştım, ama, Enver çetesinin bozguna uğradığını öğrendim. Enver'in yenilgisi Ankara'yı çok güçlü bir etki altında bırakmıştı. KEMALİSTLERİN MUHALEFETLE MÜCADELESİ
Muhalefetin, 300 kişilik Türkiye Büyük Millet Mec lisi'nde 88 üyesi vardı. Muhalefet, bakanların Meclis'e seçilmesi kanununu çıkarmayı başarmıştı. Bundan önce, bakan adayını Meclis reisi, yani Mustafa Kemal seçerdi. (*) D'lha doğrusu Pan-Türkist.
173
Yeni kanunun kabulünden sonra· muhalefet, güçlü ve iyi teşkilatlanmış olduğunu, meclis'te de 120 üyesi bulundu ğunu söyleyerek övünmeye başladı. Gerçekten de, muha lefete, koyu gericilerden ve hocalardan bir grup katılmış tı. Bunlardan bazıları, Şeriat Kanunlarını uygulamayan ve devamlı olarak hocalarla ve padişahla mücadele eden bir insan olarak Mustafa Kemal'in kişiliğinden hoşlan madıkları için muhalefet saflarına katılmışlardı. Ama, muhalefetin hesapları doğru çıkmamıştı. Hü kümet seçiminde muhalefet tam bir yenilgiye uğramıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşları, kısa bir süre içinde büyük bir politik çaba harcamışlardı. Müdafaa-i Hukuk grubu adına, başında Rauf Bey'in bulunduğu bir kabine üyeleri listesi ileri sürülmüştü. ( Bundan önce Başbakan, Genel kurmay Başkanı Fevzi Paşa idi.) Liste, Adalet Bakanı müstesna, tam kadro halinde kazanmıştı. Rauf Bey'in Başbakan olarak ileri sürülmesi, Musta fa Kemal Paşa'nın politik bir oyunu idi. O, Rauf Bey'in gizli muhalefetini biliyordu. Ama, muhalefeti felce uğrat mak ve Rauf Bey'i kendi tarafına çekmek için böyle dav ranmıştı. Muhalefet, kendi adaylarından hiç birini kabi neye sokmadı. Halbuki muhalefet listesinde Refet Paşa, Cemal Paşa ( *) (Isparta Mebusu) gibi kodamanlar vardı. Şu veya bu biçimde, Türkiye'nin politik kişilerinin yolları ayrılmaya başlamıştı. Bunu bizim de, Sovyet Rus ya'nın Türkiye'deki diplomatik temsilcilerinin de dikkate almamız gerekiyordu.
(*) Mersinli Cemal Paşa, ya da Küçük Cemal Paşa. (H. A. Ediz)
174
TÜRK ORDUSU'NUN TAARRUZ HAZIRLIGI
1922 yılının yaz ayları, Türkiye'de, Türk Ordu su'nun İngiliz - Yunan istilacılarına karşı geniş bir genel taarruz hazırlığıyla geçti. Abilov'la ve askeri ataşe ile cepheye gidişimiz, Mus tafa Kemal'in düşüncesine göre, bu hazırlık işinin bir bö lümü olmak gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa, Türk Or dusu erlerine Kızılordu'dan hediyeler vermek konusunda ki teklifimize sarılmıştı. Kendisi, o günlerdeki konuşma larında, Sovyet Rusya'nın ve Kızılordu'nun, genç Türki ye'den yana olduğunu, artık bundan böyle, Türkiye'nin doğusunda gerilerden korkmak için bir sebep bulunmadı ğını, Türk Ordusu'nun yalnız olmadığını özellikle belirti yordu. Bütün Türk milleti, kendi kurtuluş ordusunun za fer hazırlıklarına katılıyordu. erlerin eşleri, kızları, kız kardeşleri, cepheye erzak, cephane, silah taşıyorlardı. Ta arruzdan önce, temmuz ve ağustos aylarında, bütün Anadolu'yu miting dalgaları sarmıştı. Bu mitinglerde halk,elinden gelen herşeyle: Elbiseyle, erzakla, cephane taşımak için taşıt araçlariyle orduya yardıma çağrılıyor du. Mitinglerde, Meclis üyeleri, basit vatandaşlar, hatta çocuklar bile, ateşli konuşmalar yapıyorlardı. Bu miting lerden bir çoğunda bulunmak fırsatı bana da verildi. TÜRK ORDUSU'NUN TAARRUZU
Taarruz, büyük bir gizlilik içinde hazırlanıyordu. Abilov yoldaşla ben de bu gizliliğe biraz katıldık. "Dip lomasi Tarihi"nde ( Cilt III, Sahife 207). Kemal Paşa'nın 175
cepheye giderken, köşkünde Meclis üyelerine bir çay partisi vereceğini etrafa yaydığı ve bu durumun gazete lerde resmi olarak ilan edildiği yazılmaktadır. Bu, doğru dur. Ama, bundan başka Mustafa Kemal Paşa, elçiliği mizde, onun da katılacağı, büyük bir kabul resmi düzen lememizi, bunu bütün Ankara'ya yaymamızı, öteki dev let elçilerini de kabul resmine çağırmamızı benden rica etti. Herkes toplanıp Mustafa kemal'in gelişini beklediği sırada, yaveri gelerek, Mustafa Kemal'in biraz rahatsız olduğunu ve gelemeyeceğinden ötürü özür dilediğini ha ber verdi. Mustafa Kemal ise, bu sırada gizlice cepheye, Konya'ya hareket etmiş bulunuyordu. Mustafa Kemal sonralan, bu gezisi ile ilgili olarak şunları söylemişti: - Ankara'dan ayrılışımı gizlemiştim. Planlarımı bi lenler, sanki ben Ankara'da bulunuyormuşum gibi dav ranmalı idiler. Hatta bunlar gazetelere benim Çankaya'da bir çay partisi düzenlediğimi bile söyleyeceklerdi. Ben geceleyin, otomobille Tuz çölünden geçerek Konya'ya geldim. Telgrafhane kontrol altına alınmıştı. Sonralan, bazı şüphecilere şöyle dedim: - Görüyor musunuz, Mustafa Kemal bize, Sovyet temsilcilerine ne büyük bir güven göstermişti. Mustafa Kemal'in cepheye gidişi, 1922 yılı 1 5, ya da 1 6 Ağustos'unda olmuştu. (*) İstilacıların bozguna uğratılma planı, Genelkurmay başkanı Fevzi Paşa'nın yakın katılışıyla, Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar tarafından hazırlanmıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın bana sonradan anlattığına göre, kendisi planı ha(*) Ne 15, ne de 16 Ağustosta, Mustafa Kemal 17 Ağustosta cepheye hareket etmişti. (Türk inkılap Tarihi Kronolojisi'ne göre) (H.A. EDİZ)
1 76
zırlama işine, taarruzdan çok önce başlamış bulunuyordu. Orduyu, hem moral bakımından hem maddi bakımdan bü yük bir dikkatle hazırlamışlardı. Yukarda, Türk Ordu su'nun 192 1 yılı başlannd<) (İnönü Savaşı'nda) insan ve teknik gücü üzerine bazı say• hr verr-�::?tim. O zamanki Türk Ordusu'nu 1922 yılı Türk Ordusu'yla karşılaştırmak enteresan olur. Kesin taarruz sırasında Türk Ordusu'nun süngü sayısı 100 bindi. Yunan Ordusu sayıca Türk Ordu su'ndan biraz üstündü ( 130 bin). Türk Ordusu makineli tü fek bakımından zenginlemişti. (2800). Top sayısı bakımın dan Yunan Ordusu'na eşitti: Türklerin 327 topuna karşılık Yunanlıların 348 topu vardı. Türkler 5000 kişilik bir suvari kolordusu meydana getirmişlerdi. Yunanlıların kılıç sayısı 1300'dü. Türk Genelkurmay'ı bu konuda bizim suvari or dusunun iç savaşlardaki tecrübesinden yararlanmıştı. Fahri Paşa'mn suvarileri büyük bir rol oynamıştı: Türk suvarileri düşman gerilerine sarkmış ve Yuna� birliklerini bozguna uğratmıştı. Bundan başka, önceden hazırlanmış çeteciler de düşman gerilerinde çaba göstermişlerdi. M. KEMAL VE İSMET PAŞA'LAR TAARRUZU İDARE EDİYORLARDI
Mustafa Kemal Paşa, 1922 yılı 20 Ağustos 'unda, Akşehir'de cephe komutanlığı karargahında idi. Afyon'a yakın, Kocatepe adını taşıyan yüksek bir tepe vardır. İs met Paşa'nın karargahı burada idi. Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalar buraya gelmişlerdi. 20 Ağustos sabahı, Türk Ordusu bütün cephe boyunca taarruza geçti. Düşmana başlıca darbe, Afyonkarahisar'ın177
da indirildi. 27 Ağustos'ta şehir alındı. Yapılan savaşlarda düşman ordusu tamamiyle imha olu-ıdu. Düşman ordusu artıkları, paniğe uğramış bir halde İzmir istikametinde kaçmaya başladı. İngilizler tarafından çok iyi donatılmış büyük bir işgal ordusunun imha edilmesi için topu topu dört gün yetmişti. Kaçmakta olan düşman, yabani bir ku durganlık içinde, yolda rastladığı herşeyi yakıp yıkıyordu. Uşak, Aydın, Manisa şehirleri ve köylerin �oğu yakılmıştı. Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Yunanlıların müda faasız halka yaptıkları canavarlığı, bütün dünyaya seslene rek protesto etti. 30 Ağustos 1 922'de Dumlupınar savaşla rında Yunan ordusu artıkları tamamiyle imha olundu. 18 Eylül'de bütün Anadolu Yunanlılardan temizlenn.iş bulu nuyordu. Bizzat Yunan askerleri, duvarlara ve tahta hava lelere yazdıkları yazılarla, onları savaşa sürükleyen İngiliz lere ve Yunan geri idarecilerine lanetler yağdırıyorlardı. Yunan Ordusu'İıun Afyonkarahisa:ı'nda uğradığı bozgunu burada bütün ayrıntılarıyla anlatmaya ve yaz maya kalkışmayacağım. Bu konu, askerlik edebiyatında yeteri kadı:ır aydınlatılmış bulunuyor. Yalnız şu kadarını söyleyeceğim ki, Yunan Ordusu Başkomutanı Trik pis, bütün karargahıyla birlikte esir edildi. Yunan Kralı Kons tantin, .ahtından çekildi. Türk Ordusu, d�moralize olmuş Yunan Ordusu artıklarının adeta omuzlarında İzmir'e gir di. Yunan istilacılarının hesabı görülmüştü. Bütün Anadolu büyük bir se\ �;;.ç içindeydi. Ancak feodaller ve onların yardakçıları üzgündüler. İngiltere, Lloyd George'un· kişiliğinde, Yunanistan'ın bu savaşa girmesi karşılığı olarak, Yunan hükümetine İstanbu!'u vermeyi, Ayasofya Camii üzerindeki hilali haçla değiştir1 78
meyi, bütün Anadolu zenginliğini Yunanistan'a peşkeş çekmeyi vaadetmişti. Bu sarhoşluktan ayılış, Yunanlılar için de, Lloyd George için de çok acı oldu. TEBRİKİMİZE T.B.M. MECLİSİ'NİN CEVABI
Türk Ordusu'nun kazandığı zaferle ilgili olarak, 14 Eylül 1922 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderdiğim tebrik mesajına şöyle bir cevap aldım: "Soylu Türk Ordusu'nun, Yunanlıların geçici olarak işgal ettikleri İzmir'i alışı ile ilgili olarak göndermiş oldu ğunuz tebrik mesajınız, Türkiye Büyük Millet Meclisi top lantısında okunmuş ve alkış tufaniyle karşılanmıştır. Tebri kinize, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, size ve sizin kişiliğinizde, milli davamıza her zaman candan bir ilgi gös teren Rus Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti 'ne derin teşekkürlerimi arzederim. Türk Ordusu'nun yakın bir gele cekte İstanbul ve Edime'yi geri alması dileğiniz; Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde özel bir heyecan yaratmıştır. Sa yın Bay elçi, candan saygılarımın kabulünü rica ederim. Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı Adnan." YUNAN ORDUSU'NUN İMHASI ÜZERİNE M. KEMAUİN ANLATTIKLARI
Mustafa Kemal Paşa'nın sonradan bize anlattığına göre, Yunan Ordusu'nun kuşatılmasını sağlayan taarruz planı, birdenbire olgunlaşmamıştır. Bu planın hazırlanış ve yürürlüğe konuşu, düşman için tamamiyle beklenme dik bir şey olmuştur. Mustafa Kemal Paşa: ·
179
- Biz çok ihtiyatlı davrandık, diye anlattı. Ordunun yer değiştirmesi; taarruz için yığınak yapması hep gece leri olmuştur. Ordu, gündüzleri, gizlice köylerde dinleni yordu. Amacımız, hazırlıklarımızı ve taarruz başarımızı, belli bir süre için bütün dünyadan gizlemek, böylece, İn giltere'nin ve İtilaf devletlerinin Yunanlıların yardımına gelmesini önlemekti. Harekatı idare etmek için Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalar Kocatepe'ye gelmişlerdi. 30 Ağustos'ta düşmanın Aslıhanlar bölgesinde kuşatılması tamamlan mıştı. Mustafa Kemal Paşa sözüne devam ederek: - Ordularıma seslenerek, bir an önce Akdeniz'e ve Marmara Denizi'ne varmalarını, İzmir'le Doğu Trak ya'yı geri alıp Anavatana katmalarını emrettim. Biz or duları sevk ve idare ediyor, erlerin moralini yükseltiyor, İngiliz - Yunan istilacılarını ve Türkiye'nin öteki düş manlarım tamamiyle yok edeceğimize dair onların inan cını güçlendiriyorduk. İTİLAF DEVLETLERİNİN UMUTSUZ ÇABALARI
İtilaf devletleri Fransız Y üksek Komiseri General Pelle'yi İstanbul'a, sonra da, Mustafa Kemal'le görüşüp onu daha fazla ileri gitmemeye ve Marmara kıyılarıyla İstanbul'a yaklaşmamaya kandırmak için, Franklin Bo uillon'u İzmir'e gönderdiler. İtilaf devletleri bir an önce askeri harekatın durdurulmasını sağlamaya çalışıyorlardı. Çünkü, Mustafa Kemal ordusunun boğazları geçerek İs tanbul'u ve Batı Trakya'yı almasından korkuyorlardı. 23 180
Eylül 1 922 tarihinde, İtilaf devletleri, askeri harekatın durdurulması ve barış konferansının toplanması için Mustafa Kemal'e bir nota verdiler. Yunanlıların bozguna uğratılması, İngilizleri cane vinden vurmuştu. İngiltere yakın doğudaki topraklarını genişletmeye, Afrika'daki sömürgelerini Asya'daki sö mürgeleriyle; Arabistan'la, lrak'la, Hindistan'la birleştir meye çalışıyordu. İngiltere'nin yakın ve orta doğudaki is tilacı planlarını gerçekleştirmesine engel olan Kemalist Türkiye ile Sovyet Rusya, onun için bir engel teşkil et mekte idiler. İngilizler, Kemalistleri bozguna uğratmanın Rusya'yı bozguna uğratmaktan daha kolay olduğunu sa nıyorlardı. Ama İngiliz emperyalizmi bu noktada da ya nıldı. İngilizler, Fransızların ve İtalyanların yardımına güveniyorlardı. Ama, emperyalistler arasındaki çelişme ler, bu ülkeleri İngiltere'den ayırıyordu. Türkiye'de en büyük sermaye yatırımlan olan Fran sa, Anadolu'daki savaş yüzünden çok büyük zararlara uğ ruyor, İngiliz planına göre Türkiye'nin parçalanmasında bir çıkar görmüyordu. İtalya Versailles konferansındaki paylaşmada kendisinin aldatıldığını sayıyor, özellikle İz mir'in Yunanlılara verilişini hiç de hoş karşılamıyordu. Çünkü müttefikler, Birinci Dünya Savaşı'nda İzmir'i İtalyanlara vermeyi vaadetmişlerdi. İngiltere, zayıf san dığı Türk Ordusu'nu, İngiliz silahlarıyla donatılmış Yu nan Ordusu'nun yardımıyla bozguna uğratmak için, Yu nanistan'ı savaşa sürüklemişti. Ama, yurtlarını yabancı istilacılara karşı savunmak ülküsüyle kanatlanan muzaf fer Türk orduları, İstanbul doğrultusunda ilerliyorlardı. İngiltere Bakanlar Kurulu, panik içinde, yardım et18 1
meleri ricasiyle dominyonlara telgraflar yağdırıyordu. Bu telgraflarda, Mustafa Kemal ordularının hiçbir muka vemete rastlamadan İstanbul'a doğru ilerledikleri, yenil gi, ya da İstanbul'un müttefiklerce alçaltıcı bir boşaltıl ması halinde, Hindistan'da ve Müslüman halk arasında ciddi sonuçlar doğabileceği yazılmakta idi. İngiltere yardım için, Fransa'ya, İtalya'ya ve Balkan ül kelerine başvurdu. Ama Fransa ile İtalya, müttefiklerini ar kadan hançerlediler. Paris'ten gelen bir emir üzerine Fransız birlikleri Çanakkale mevzilerini boşalttılar. İtalyan ordusu da Çanakkale Boğazı'ndan çekildi. İtalya lıükümeti, Türki ye'ye karşı hiçbir askeri harekete katılmayacağını bildirdi. Yunanlıların yenilgisi ve Mustafa Kemal'in zaferi, İn giltere'de hükümet bunalımına yol açtı. Lloyd George ka binesi istifa etti. Yeni İngiliz kabinesinde Dışişleri Bakan lığı'na, Sovyet Rusya'nın can düşmanı olan Lord Curzon getirildi. İngiliz hükümeti, yeni Türkiye ile görüşmelere başlamak zorunda kaldı. İngiltere, Fransa, İtalya, ortaklaşa bir nota ile Türk hükümetine başvurarak, genel barış kon feransı için delegelerini göndermesini teklif ettiler. Mütte fikler, daha konferans sona ermeden, Yunan ordusunun, İtilaf Orduları Komutanlığı'nca belirtilecek bir hattın geri sine çekilmesini sağlamayı üstlerine aldılar. Bu son mese leyi çözümlemek için de, ilkin Mudanya'da bir askeri top lantı yapılmasını teklif ettiler. SİLAH BIRAKIŞMASI ÜZERİNE KONUŞMALAR
Mudanya görüşmelerine İsmet Paşa gönderildi. 1 82
Churchill 'in iddiasına göre, Fransızlar, İngilizlerin tekli finden daha çoğunu elde edeceklerini Türklere aşılıyor larrnış. Türk Heyeti uzlaşmaz b ir tutum içinde id i. Mus tafa Kemal Paşa'nın kend isi Mudanya konferansı işiyle uğraşıyor, bütün ayrıntılarını inceliyordu. İsmet Paşa ile birlikte Mudanya'da, Genelkurmay Baş kanı Fevzi Paşa da bulunuyordu. Burada en dikkate değer nokta Türkiye'nin silah bırakışması işini Yunanistan'la de ğil İtilaf devletleriyle konuşması id i. İngiltere isteklerini ileri sürdü. İtilaf devletleri arasında birlik, eskiden old uğu gib i, yine yoktu. İngiltere, Fransız temsilcisinin varlığından haberi yokmuş gibi davranıyordu. Gerçekte Fransa Mudan ya konferansı görüşmelerinden uzaklaştırılmış gibi idi. İsmet Paşa, tabii Mustafa Kemal Paşa'nın rızasıyla , konuşmaları birkaç defa yanda kesti. Nihayet, mudanya silah bırakışması, yine de 1 1 Ekim 1922'de imzalandı. İki gün sonra da, İngiltere 'nin isteğiyle anlaşmayı Yunanis tan da imzaladı. Mudanya anlaşması gereğ ince Yunanistan Trak ya'daki ordularını Meriç ırmağının gerisine çekti. Türki ye, Doğu Trakya'da kend i jandarmasını bulundurmak hakkını elde etti. Müttefik devletler in orduları ise, barış konferansının kararına kadar, Mudanya silah bırakışma sının imzasından önce bulundukları yerlerde kalacaklar dı. Boğazların Asya yakasındaki b ölümünde, Türk Ordu su'nun geçmesine yasak edilen bir bölge belirtildi. ANADOLU'DA ŞENLİKLER
Türk Ordusu Yunan istilacılarını bozguna uğrattıktan sonra bütün Anadolu'da, bu arada Ankara'da da gösteriler, 1 83
mitingler yapıldı. Dualar edildi. İstilacılara karşı kazandı ğı zaferden sonra, Mustafa Kemal Ankara' ya dönüşünde, büyük törenlerle karşılandı. İstasyonda bir askeri birlik y er almıştı. Bütün hükümet ve Meclis üyeleri, milli kahra man Mustafa Kemal' i karşılamaya çıkmıştı. Sovyet rusya, İspanya, Atg;mistan elçileri, bütün elçilik persone!leriyle, bu karşılamaya katılmışlardı. Meclis' e giden yol boyunca, çeşitli dövizlerle süslü taklar kurulmuştu. Mitinglerin, ca milerde duaların hesabı yoktu. Bütün Ankara halkı sokak lara ve meydanlara dökülmüştü. Mitinglerden birinde konuşan Saruhan milletvekilinin sözleri hala hatırımdadır. Konuşmacı edebi bir dille ve çok heyecanlı konuşuyordu, Elini yükseklere kaldırarak, emper yalistlerin, doğunun karşısınciıı başlarını eğmek zorunda kalacaklarını söylüyordu. Konu �macı: - Doğu ayaklanıyor dıJ � bağırdı. Yeniden doğmakta olan genç, yeni Türkiye' nin zaferi, özgürlük, barış bayrağını ta şıyor, onu hiçbir kuvvet alt edemez. Buna biz kendimiz, bi zim genç ordumuz şahittir. Ordumuz, Büyük Başkomutanı mız Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın idaresinde, Amerikalıla rın, İngilizlerin ve öteki emperyalistlerin tepeden tırnağa ka dar silahlandırdıkları Yunan ordusunu bozguna uğrattı. Afyon Karahisar zaferinden ve İzmir' in işgalinden son ra itilaf devletlerince teklif olunan barışla ilgili olarak Mil let Meclisi yanındaki meydanda bir başka miting düzenlen mişti. Mitinge Mustafa Kemal Paşa reislik ediyordu. Ko nuşmacıların sesleri, meydanın çok uzaklarına kadar yayı lıyordu. Konuşmacılardan biri: - Görüyorsunuz ya diyordu, güçlü İngiltere Türkiye'nin önünde eğilmiş bulunuyor. Müttefikleri ona ihanet ediyor. İn-
1 84
giltere Türkiye'yi ele geçirmek, onu esaret altına almak ve ken disine bağlı bir ülke, bütün doğuyu istila ve Sovyetler' e karşı mücadele etmek üzere, savaş alanı haline getirmek istiyor. Ruslar, İngiliz istilacılarını kovdular. Türkiye de İngiliz em peryalistlerinin kendi egemenlikleri için bir alet olarak kullan dığı Yunanlıları bozguna uğrattı. Gazi Mustafa Kemal Paşa Yu nanlıları ortadan kaldırdı, onları barış istemek zorunda bırak tı. Küçücük bir çabadan sonra İstanbul da bizim olacak. Bundan sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa söz aldı. Gazi, sakin, ama okkalı konuştu. Onu, gergin bir dikkatle dinle diler. - Türk milleti, diyordu Mustafa Kemal, kabul ettiği kut sal milli misakı yerine getirdi. Kutsal topraklarımızı temiz ledi. Biz düşmanlarımıza boyun eğmedik, bize boyun eyme yi öğütleyen İstanbul 'daki satılmışların sözlerini dinleme dik. Hayır, mağrur Türk, emperyalistlere hiçbir zaman bo yun eymeyecektir. Büyük ordumuza minnet ve şükranlar." Şehrin birçok yerinde, halk oyunlarıyla, temsiller, be den eğil.imi gösterileriyle karışık şenlikler düzenlenmişti. Ankara yakınlarındaki geniş ovada da, misafirler için ça dırlar kurulmuştu. Bu şenliklere Mustafa Kemal Paşa da ka tıldı. Lazların oynadığı milli danslar çok ilgi çekici idi.
MUSTAFA KEMAL VE TÜRK ORDUSU ÜZERİNE Türk ordusu Yunan cephesini yarıp Ege deniziyle Mar mara denizine ve boğazhra doğru ilerlerken, biz elçilikte, Türl<. ordusunun İstar.'.Jul ' a gireceğine, boğazın Anadolu yakasını ve doğu Trakya'.yı işgal edeceğine inanıyorduk.
185
Ankara'ya dönüşünden sonra Mustafa Kemal Paşa ile kar şılaştığım zaman ona bu meseleyi sordum ve: "Türk zafe ri gerek İngiltere, geı-ek öteki itilaf devletleri için beklen medik bir olaydı, Türkiye itilaf devletlerini bir oldu bitti kar şısında bırakabilirdi" dedim. Mustafa Kemal, İstanbul'r. �ırmenin imkansız olduğu nu bana anlatmaya çalıştı: Ordu yorulmuştu. Ayrıca ordu nun ana üsle bağlantısının kesilmesi tehlikesi de belirmiş ti. Sonra, İngilizlerin rakiplerinin durumu da açık değildi. Mustafa Kemal Paşa: - Mudanya anlaşması, Ankara için stratejik bakımdan ol duğu kadar politik bakımdan da bir başarıdır, dedi. Ankara gerçekten de boğazlan, İstanbul'u, Doğu Trakya'yı alabilir ve ordularını oraya geçirebilirdi. Ama bu durumda, İngilte re, Fransa ve İtalya'nın Türkiye'ye savaş açmasını da göze almak gerekirdi. Hatta askeri harekat olmasa bile ki olması çok muhtemeldi, Türkiye belirsiz bir süre için, bütün Avru pa ile savaş halinde kalmış olacaktı. Memleket savaş halin de bulunacak, her gün biraz daha takattan düşecekti. Oysa halk yorgun düşmüştü, barışa ihtiyacı vardı. Bu durum uza yabilirdi, çünkü Lloyd George'un istediği de bu idi. Öte yan dan İstanbul ve Trakya'yı alarak orduyu o yana geçirmek çıl gınlık olurdu: Çünkü o zaman ordumuz, düşmanın elinde tut tuğu boğazlarla Anadolu'dan ayrılmış bulunacaktı. Bundan başka Anadolu'yu ordusuz bırakmak da doğru olmazdı. Biz, sakıncalı manevralanmızla Fransa ile İtalya'yı İngiltere'den koparmış bulunuyoruz, bu durumda onları birleştirirdik. Mustafa Kemal, açıklamasına devam ederek: - İstanbul'la Trakya'yı işgal etmemiz, dedi, müttefikle rin ekmeğine yağ sürmek demekti, şimdi ise durum tama186
mıyla Türkiye'den yanadır. Öyle tedbirler almış bulunuyo ruz ki, bugün bir taarruz emri versem yann ordumuz İ stan bul 'u ve Boğazlan işgal edebilir. Hatta çıkış yollan arasın da bulunan düşman filosu da hapsedilebilir. Mustafa Kemal sözlerine devam ederek: - Biz şimdi savaşsız, Türkiye'yi ele geçiriyoruz, oraya 8000 jandarma gönderiyoruz. Bunlar, bugünden yarına ku rulabilecek olan Trakya ordumuzun çekirdeğini teşkil et mektedir. Böylece boğazın her iki yakasında ordusu bulu nan Türkiye, konferans durumu zorlarsa, hemen İstanbul'la boğazı işgal edebilir. Boğazlar konusuna gelince, Mustafa Kemal, Milli Mi sak'ta belirtilen formül üzerinde duracağını ekledi. Bu for mül, Boğazların serbestliğini "Marmara deniziyle İ stanbul 'un güvenliğini sağlayacak" biçimde bir serbestlik olarak tanıyor du. Hem müttefikler bu güvenliği, Türkiye'yi tamamıyla tat min edecek birtakım garantilerle sağlamak zorunda idiler. Boğazların tahkimi işi de büyük bir rol oynamaktadır. Çün
kü boğaz kıyılarını elinde bulunduran Türkiye, bugünün tek nik koşullan içinde, bir zorunluk karşısında daima boğazları kapayabilir. Bunun için sadece topa ihtiyaç vardır. Mustafa Kemal, yakında başlayacak olan banş konferan sından ve karşılıklı ilişkilerden söz ederken şu düşünceleri ileri sürdü: Konferansta Türkiye, milli misakta belirtilen başlıca istekleri üzerinde direnecek ve bu konuda hiçbir ta viz vermeyecektir. Mustafa Kemal, emperyalist devletlerin Türkiye ile ilgili gerçek niyetlerini tamamıyla anlıyor ve onların Türkiye'ye, cand·:n ve dostça davranacaklarına gü venemiyordu. Mustafa Kemal, ileride imzalanacak olan ba rış antlaşmasına, Türkiye'ye, emperyalistlerle yapacağı ye-
1 87
ni savaşlar için, hemen hazırlanmak ve gücünü toplamak im kanlarını verecek olan bir silah bırakışması, bir dinlenme devresi gözüyle bakıyordu. Barış antlaşmasını imzalamak gerekiyordu. Çünkü halk gerçekten de yorulmuştu ve din lenmek ihtiyacında idi. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişki lere gelince, her iki ülkenin halkı da ortaklaşa birtakım çı karlarla birbirine bağlı idiler. Türk halkı, Sovyet Rusya'nın hiçbir çıkar gözetmeden, kendisine gösterdiği yardımı hiç bir zaman unutmayacaktır. Moskova da ne olursa olsun, hangi koşullar içinde bulunursa bulunsun, Ankara'nın, Sov yet Rusya'ya olan davranışlarını değiştirmeyeceğine, onun la birlikte hareket edeceğine kesin olarak inanmalıdır. Mustafa Kemal sözlerine şöyle devam etti: - Sakarya zaferinden sonra, Türkiye Büyük Millet Mec lisi 'nde söylediğim sözleri tekrarlayabilirim: "Biz Rusya ile dostuz. Rusya herkesten önce bizi ve milli haklarımızı tanıdı, bize saygı gösterdi. Bu şartlar altında Rusya, bugün olduğu gibi yarın da her zaman da Türkiye'nin dostluğuna güvenebilir." Bu sözlerim şimdi de yürürlüktedir.
SOVYET DIŞİŞLERİ BAKANLIGI'NIN TÜRKİYE'YE NOTASI Bununla birlikte, Türk hükümeti Yunanlılara karşı ka zanılan zaferden sonra, bize haber vermeden, Karadeniz devletlerinin çıkarlarına dokunan birçok meseleleri, itilaf devletleriyle görüşmeye başladı. Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanlığı'ndan aldığım direk tif üzerine, 3 Ekim 1922 tarihinde, Türkiye Dışişleri Ba kanlığına aşağıdaki notayı verdim:
188
"Sovyetler Birliği hükümeti, Türk hükümeti komutan lığı temsilcileriyle, itilaf devletleri temsilcileri arasında bir konferans toplanacağını, Türk hükümetinin, Trakya'nın iti laf kuvvetlerince işgaline razı olduğunu, Bordeaux radyo sundan öğrenmiş bulunuyor. Dost Sovyetler Birliği temsil cisine bu konuda önceden bilgi verilmemiştir. "Sovyetler Birliği hükümeti, yakındoğu meseleleri dış po litikasında, özellikle Boğazlar meselesi genel kararlarında, önceden karşılıklı görüşüp uyuşma yükümlülüğünden söz e den Moskova dostluk antlaşmasına olduğu kadar, dışişleri ba kanı YusufKemal Bey'in 4 Ağustos 192 1 tarihli, Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa'nın 17 Eylül 192 1 ta rihli, aynca Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin'in 1O Ekim 192 1 tarihli notasına ve bundan sonraki bir sıra notalara dayana rak, şu anda kendi dış politikasını, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetiyle uyuşarak yürütmek çabası içindedir. " Hükümetim, Türkiye hükümetinin Sovyetler Birliği notasını desteklemeyişine ve Mudanya konferansına katıl mayı kabul ettiğini, Trakya'nın aynca boğazlarla İstan bul'un işgaline razı olduğunu haber vermeyişine fevkala de şaşmış bulunuyor. Böylece dış politika uyuşumu yürü tülmemiş, bunun sonucu olarak da itilaf devletleri, özellik le İngiltere için uygun bir durum ortaya çıkmış bulunuyor. " İtilaf devletleri, bu yoldan yürüyerek Türkiye'yi oldu-· ğu kadar Rusya'yı da zayıflatmaya çalışmaktadırlar. " Özellikle bu önemli anlardaki hareket, uyuşmazlığına şaşmaktayız. Hükümetim, Türk ordusunun kazandığı bü yük zaferlerin istenilen sonuca vardınlamayacağından korkmaktadır. "Hükümetim, aramızdaki boğazlar antlaşması gereğin189
ce, Sovyetler Birliği'nin, itilaf devletlerinin Türkiye ile il gili olarak atacağı her adımı önceden açıklamak, Türki ye'nin de aynı şeyi yapmak zorunda olduğunu, ayrıca kar şılıklı olarak birbirimizi desteklediğimizi ve birimiz olma dan ötekinin boğazlar konferansına katılmayacağını bildi ren karşılıklı birer nota vermemizin gerekliliğini bildirir." SOVYETLER BİRLİGİ'NİN YENİ BİR TEKLİFİ
Mudanya silah bırakışmasının imzasından sonra, Sov yetler Birliği Dışişleri Bakanlığı, İngiltere, Fransa, İtalya, Mısır ve Balkan devletlerine başvurarak, yakındoğu bunalı mının zayıflatılmasında çıkarları bulunan, başta Karadeniz devletleri olmak üzere, bütün devletlerin katılacağı bir kon ferans toplanmasını teklif etti. Nota, Karahan'ın imzasıyla gönderilmişti. Notada, yakındoğudakiolayların temelinde bir meselenin yattığı, bu meselenin de Türk halkına, Türk top rakları ve birinci derecede Türkiye'nin başkenti ve boğazlar üzerinde fiili ve tam bir egemenlik kurma hakkının kabulü meselesi olduğu belirtilmekte idi. Notada, boğaz özgürlüğü nün, her şeyden önce Karadeniz devletlerine, Rusya 'ya, müt tefiklerine ve Türkiye 'ye gerekli olduğu yazılıyordu. Halbu ki 1 9 14- 1 9 1 8 savaşının galipleri olan devletler, Rusya'nın çı karlarını hiç dikkate almamaktadırlar. Türkiye'ye gelince, ona sadece bir konuşma konusu gözüyle bakılmaktadır. Sovyet notası, Büyük Britanya'nın öteki devletler için hayati önemi olan yollan, anlan devamlı olarak tehdit al tında tutmak için, kontrolü altında bulundurmak niyetinde olduğunu belirtiyordu. Bu tehdit, her şeyden önce Rusya ve Türkiye'ye karşı yöneltilmiş bulunuyordu. Nota, Sov yet hükümetinin sesini, tarafların eşit haklarına dayanan ve 190
Türkiye'nin bütün Türk topraklan üzerindeki egemenlik haklarına tam bir saygı besleyen gerçek barış taraflısı her kesin işitebileceği umuduyla sona eriyordu. Sovyet hükümetinin teklifini, kapitalist devletler destek lemediler, onlar yakındoğu meselesini başka bir yoldan çö zümlemek istiyorlardı. Onların istediği yakındoğu üzerin de egemenliklerini sürdürmek, eski Türkiye'nin malı olan bir sıra topraklan ele geçirmek, sömürge düzenini güçlen dirmek, Türkiye ile Sovyetler arasındaki dostluk ilişkileri ni bozmak, boğazlan kendi kontrolleri altında tutmaktı. Kamuoyu, Türkiye'nin geniş halk yığınları, meclis mebus larının çoğunluğu, Sovyet hükümetinin notasını sempati ile karşıladı. Türkiye Başbakanı Rauf Bey için aynı şey söylenemez. Rauf Bey, Türk halkı arasında bir "propagan da" biçimi olarak kabul ettif �izim notalarımızı hoşnut suzlukla karşılıyordu. Bu olayda RaufBey, gizli bir sultan cı ve İngiliz dostu olarak davranıyordu. Onda, burjuva ve derebey görüşleri, halkın çıkarlarından üstündü. Mustafa Kemal tarafından, Mecliste gerici muhalefetle siyasi mücadele için başbakanlığa getirilen Rauf Bey, dış politikada tavşana kaç, tazıya tut politikasını güdüyordu. Sovyetler Birliği'ne karşı dostça davranır gibi görünmesi ne rağmen, Mustafa Kemal'in arkasından entrikalar çevi riyor, İstanbul 'daki gerici güçlerle, onların aracılığı ile de İngilizlerin emperyalist çevreleriyle ilişkiler kuruyordu. ·
M. KEMAIJİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ İÇİN MÜCADELESİ
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da gelişen !nilli kurtuluş hareketinin lideri olarak Mustafa Kemal Pa1 Ql
şa'nın oynadığı seçkin rol, herkesçe bilinmektedir. Türki ye'nin yan sömürge, feodal bir ülkeden özgür, bağımsız bir devlet haline gelmesi için yapılan yiğitçe savaşların bu şan lı yıllan üzerine, Türkiye'de bulunduğum sıralarda, Mus tafa Kemal'le konuşmak fırsatını buldum. Mustafa Kemal Paşa, "Anadolu Müdafaa-i Hukuk Ce miyeti "ni, kurtuluş hareketinin bu ilk kaynağını, 1 9 1 9 yı lında toplanan Erzurum ve Sıva� kongrelerini hatırlarken, daha o zaman değil, yalnız padişah hükümetinin direnişiy le, ama doğrudan doğruya hareketin içinde de grup halin de ye da kişisel anlaşmazlıklarla karşılaşıldığını belirtti. Mustafa Kemal Paşa, o zaman bana şunları söylemişti: - Ordu sadece bir isim olarak vardı. Her şeyi korkunç bir karışıklık içinde yaratmak gerekiyordu. Generaller ve subaylar şaşkın bir halde idiler. Onlara bir çıkış yolu gös termek, morallerini yükseltmek gerekiyordu. Ne onlar, ne de halkın öteki grupları, milleti padişahsız ve halifesiz kur tarmanın mümkün olduğuna inanmıyorlardı. Halife ve pa dişah düşüncesini itibardan düşürmek gerekiyordu. Biz bu nu yavaş yavaş yapıyorduk. Bu yüzden bize küfürler yağ dırıyor, dinsiz, vatansız, hain diyorlardı. Bundan başka, bir çokları İngiltere'den, Fransa'dan, İtalya'dan korkuyorlardı. Mustafa Kemal Paşa, sözlerine devam etti: - İşte ülkemiz bu durumda idi. Ama halk ayaklanıyor du, kurtuluş bunda idi. Önümüzde, milli egemenlik üzeri ne kurulmuş yeni bir Türk devleti meydana getirmek du ruyordu. Silah ve savaş arkadaşlarım her zaman benimle bir düşüncede değillerdi. Padişah ve itilaf devletleri ajanları, bunlara çeşitli korkular aşılıyorlardı, bunlar da muhalif olu yorlardı. Durum ağırdı, ama birçok dostlar ortaya çıkıyor du, millet de bizi destekliyordu. 192
Mustafa Kemal, Türkiye'nin öteki devletlerden, karşılık te meline dayanan, medeni, insanca bir davranış ve dostluk iste mek için, bütün sebeplere sahip olduğu düşüncesine dayanı yordu. Türkiye'nin iç düzeni meselesine gelince, milli irade nin, yasama ve yürütme iktidarını kendinde birleştiren Büyük Millet Meclisi'nin elinde toplanması gerektiğine inanıyordu. Gerici güçler, Mustafa Kemal'e karşı çok şiddetli düş manca bir kampanya açmışlardı. Bununla ilgili olarak ken disi, büyük bir acı ile şunları yazmaktadır: "Bazıları, başlamış olan milletin birleşmesi hareketine, benim kişisel inisiyatifimin bir sonucu olarak bakıyorlar dı. Bunu, halkın politik uyanışı olarak açıklamanın daha doğru olacağını anlamıyorlar ve halkın beni lanetleyeceği ni umarak, inisiyatifimi göstermek imkanından yoksun et meye, beni inkar etmeye, beni yalanlamaya çalışıyorlardı." PADİŞAHIN DEVRİLMESİ VE KOVULMASI
1 Kasım 1 922 tarihinde çok önemli bir hadise oldu: Tür kiye Büyük Millet Meclisi, sultanlığın kaldırılması kanu nunu kabul etti. Bu meselenin çözümlenmesini, Türkiye 'nin Lausanne Konferansı 'na çağrılması hızlandırdı: İtilaf dev letleri, Vahdeddin hükümetini tanımakta devam ediyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetiyle birlikte İstan bul hükümetini de konferansa çağırmışlardı. Bu önemli anayasa davranışıyla bağlı bazı ayrıntılar dik kate şayandır. 3 1 Ekim 1 922 tarihinde, "Müdafaa-i Hukuk" meclis grubu toplantısında, Mustafa Kemal, sultanlığın kal dırılması zorunluğunu bildirdi. Ertesi gün de meclis toplan tısında büyük bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal Paşa, ha1 93
lifelik ve sultanlık meselesini birbirinden ayırdı. Halifeliğin kaldırılması taklifinin ülkede kötü yankılar uyandırması ih timali olduğunu dikkate alarak ilkin sultanlığın kaldırılma sı ve son padişah Vahdeddin 'in kovulması meselesini ileri sürdü. Mustafa Kemal, konuşmasında, bütün iktidarın, bü tün egemenliğin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin elinde toplanması gerektiğini anlattı. Halifelerin öldürülmesi, ko vulması üzerinde birçok örnekler verdi. Bu arada: - Sultan Vahdeddin, deci, emperyalistlerle uyuştuğu için bütün halkın gözünde kendini rezil etti. Devrilmesi gerek mektedir. Başbakan Rauf Bey'in, yeni Türkiye'nin politik mese lelerindeki iki yüzlü tutumundan yukarıda söz etmiştim. Sultanlığın kaldırılması meselesinde Rauf Bey, babası pa dişahın iyiliğini gördüğüne ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yüksek memurlarından olduğuna göre, kendisinin padişa ha candan ve yürekten bağlı olduğunu Mustafa Kemal' a bil dirmiş ve şunları söylemişti: - Bu iyiliklerin hatırası hala kanımda yaşıyor. Benim ödevim, halifeye ve sultana sadık kalmaktır. Bunlarsız Tür kiye çökmeye mahkfundur. 1 Kasım 1 922 tarihinde alınan sultanlığın kaldırılması kararından az önce Mustafa Kemal "nutuk"unda belirtti ğine göre, muhalefet, sultanlığın kaldırılışı tasarısını şah sen Mustafa Kemal'e mal ederek, Millet Meclisi'nde çok şiddetli bir propagandaya girişmişti. Mustafa Kemal, muhalefetin bu konudaki manevraları nı zararsız bir hale getirmek için RaufBey'i, meclisteki oda sına davet eder. Başbakanı ayakta karşılayan Rauf Bey' in görüş ve inançlarından hiç haberi yokmuş gibi davranan Mustafa Kemal, ona şöyle seslenir: 194
- Halife ile sultanlığı birbirinden ayırıyoruz. Mecliste bu nu destekleyici bir konuşma yapmanızı rica ederim. Mustafa Kemal bu konuda başka hiçbir şey söylemez. Rauf Bey Paşa'nın odasından çıkar. Mustafa Kemal, Ka zım Karabekir Paşa'yı da ( o da sultan ve halife taraflısı i di) çağırtır. Ondan da Rauf Bey'den rica ettiği konuşmaya benzer bir konuşma yapmasını rica eder. Rauf Bey, Mustafa Kemal 'in ricasını yerine getirir. Hat ta sultanlığın kaldırılışı tarihinin milli bir bayram olarak ka bul edilmesini teklif eder. Mustafa Kemal, sonralan Rauf Bey'in bu biçim davranışına bir hayli şaştığını söylemek ten kendini alamamıştır. Millet Meclisi'ne sunulan kanun tasarısı, Osmanlı İm paratorluğu'nun dağılışını, yeni Türk devletinin kuruluşu nu tespit ediyor ve egemenlik hakkının millete ait olduğu nu doğruluyordu. Kanun tasarısı, aralarında Mustafa Ke mal de bulunan 80 milletvekilinin imzasını taşıyordu. Müzakerelerde, yalnız iki milletvekili açıkça teklife kar şı konuşmuşlardı. Mustafa Kemal 'in; meclis toplantısındaki son sözü çok dikkate değer bir anlam taşıyordu. Mustafa Kemal şöyle de mişti: -Egemenlik ve iktidar, akademik tartışma ile kimseye ve rilemez.Egemenlik ve iktidar, ancak güçle, hatta zorla elde edilir. Ödevimiz, sadece oldu bittiyi tescil etmekten ibarettir. Y üksek meclisimizin, milletin ülkede sonsuz olarak bağım sızlığını koruması kararını oybirliği ile vereceğini umarım. Padişahın kovulması ve halifeliğin sultanlıktan ayrıl ması karan oybirliği ile kabul olundu. Kamuoyu, sultanlı ğın devrilmesine hazırlandığı için muhalefet, karşı oy ver195
mekten korkmuştu. Bununla birlikte Mustafa Kemal, feodal ve dinsel çevrelerden ve bunların geri kalmış, bilinçsiz köy lü ler üzerindeki etkisinden çekindiği için o zaman cumhu riyeti i lan etmeye cesaret edememişti. Mustafa Kemal Paşa'nın daveti üzerine Abilov Yoldaş la ben de meclisin bu tarihi top lantı sı nda bu lunmuştuk. Mustafa Kemal, çok ateşli konuştu, onun büyük inancı his sedilmekle birlikte, yine de heyecanlı idi. Salonda gürültü oluyor, oturdukları yerlerden bağıran lar görülüyordu . Y üzyıllar boyunca egemenlik sürmüş sul tanlığın kaldırı lması, birçoklarına imkansız bir iş gibi gö rünüyordu. Birçok milletvekili, adeta kendi ce saretine ken disi de şaşmış bir halde idi. Refet Paşa gibi, Rauf Bey gibi muhalefet liderleri, başlan eğik bir halde meclis binasın dan çıkmışlardı. Ama iş henüz bitmemişti. Ancak bir yı l sonra, 29 Ekim 1923 tarihinde, meclis, cumhuriyeti ilan etti. Bir süre son ra da (3 Mart 1924'te) halifeliği kaldırdı. Zaten sultanlığın kaldırılışından sonra monarşik düzen ortadan kalkmış demekti . Bu olaydan sonra halifenin hiçbir gücü kalmamış demekti. 17 Kasım 1922 tarihinde, Vahded din geceleyin sarayından ayrılarak, Büyük Britanya devle tinin himaye sini istemiş ve bir İngiliz zırhlısına sığınmıştır. Çiçerin, sultanlık düzeninin kaldırılmasıyla i lgili olarak Mustafa Kemal Paşa'ya bir tebrik me sajı gönderdi. PADİŞAHLIGIN DEVRİLMESİNİ HALKIN DESTEKLEMESİ
Din ve dünya iktidarının birbirinden ayrılması, halk yı1 96
ğınlan arasında çeşitli yorumlara yol açtı. Elçiliğimize ka dar ulaşan birçok yankılardan edindiğimiz izlenimlere gö re genel olarak Türk halkı, padişahın kovulmasını ve hali felikle padişahlığın birbirinden ayrılmasını, sükunetle, hat ta olumlu olarak karşılamıştır. Ama yine de gericilerin ajan ları, şehir ve köy halkı arasında propaganda yapmaktan ge ri kalmıyorlardl. Gazinin, halifenin yerine geçmeye hazır landığı söylentileri ortaya yayılıp duruyordu. Mustafa Kemal'in bu propagandalardan haberi vardı. Halkla bağlantısını pekiştirmek amacıyla yurtiçinde gezilere çıkıyor ve yeni iktidar üzerine konuşmalar yapıyordu. Sonuç olarak, kendisine olan sevgi ve saygıyı arttırmayı ve muhale fetin düşmanca tasarılarını suya düşürmeyi başardı. Mustafa Kemal, ittihatçılardan bazılarını, özellikle bunların sıra adam larım kazanmaya önem veriyordu. Taşra kasabalarında onlar la konuşuyor, onlardan çoğuna güler yüz gösteriyordu. Muhalefete karşı gerçek güç, tamamıyla Mustafa Ke mal'den yana olan ordu idi. Ama Mustafa Kemal bu güç ten yararlanmıyor, kendisine düşman olan ittihatçılar orta mındaki kişileri ve meclisteki muhalifleri inandırmaya ve bunların en iyilerini kendi safına çekmeye çalışıyordu. Yeni Türkiye 'nin düşmanları, Mustafa Kemal'in, güya Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni dağıtmaya hazırlandığı nı etrafa yayıyorlardı. Hiç beklenmedik bir sırada Yunus Nadi 'nin muhalefet ateşine körükle gittiği görüldü. Yunus Nadi, kendi gazetesi olan "Yeni Gün'de, "Mücadelenin Ye ni Safhası" başlıklı yazısında, "Paşa isterse, Türkiye Bü yük Millet Meclisi'ni dağıtabilir" diyordu. Herhalde Yu nus Nadi Bey bunu, muhalefeti korkutmak düşüncesiyle yapmış olacaktı.
197
MiLLET MECLISl'NDE MUHALEFETiN BÜYÜMESi Mecliste muhalefet ve Mustafa Kemal'e saldırılar büyü yordu. Gerici muhalefet, hocalara, büyük toprak ağalarına, eskiden sarayla sıkı ilişkileri olan bazı memurlara, yüksek ge nerallerden bazılarına, ittihatçıların bir bölümüne dayanmak ta idi. Gericilerin bir kısmı açıkça mücedele ediyordu, ama bunların çoğunluğu gizli gruplar halinde örgütlenmişti. Muhalefet zirai reformdan, köylünün toprağı almasın dan, işçi sınıfı mücadelesinin gelişmesinden, Türkiye'nin Sovyetler Birliği ile sıkı bir yakınlık kurmasından korku yordu. Muhalefet, Mustafa Kemal 'in halk hareketine ko laylık göstermeyeceğine emin değildi. Mustafa Kemal 'in en yakın yardımcısı, sonraları, Lausan ne konferansındaki Türk delegelerinin başkanı olarak İsmet Paşa'ya da saldırıyorlardı. Basın ihtirasları körüklüyordu. Mus tafa Kemal mecliste çıkışlar yapıyor, muhalif milletvekilleri ni, itilaf devletlerinin düşmanca haberlerinden yararlanmakla suçluyordu. Muhalefet, "Müslümanların halifesi ve Büyük Millet Meclisi" adlı bir taşlama yayımladı. Bu taşlamada mec lis, millete ve milli çıkarlara karşı gösterilmekte idi. Mustafa Kemal' in yurtiçi gezisinden yararlanan üç mil letvekili: Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Selahaddin ve Canik Milletvekili Emin Beyler, Seçim Kanunu'nu değiştiren bir seçim kanun tasarısını Mil let Meclisi'ne sundular. Tasan, Türkiye'nin o günkü milli sınırlan dışında doğmuş olanların milletvekili seçilmek hak kından yoksun edinmeleri amacım gütmekte idi. Aynca ta sarıda, bir yerden milletvekili seçilebilmek için, o seçim
198
bölgesinde en azından 5 yıl devamlı olarak kalmış olmak şar tı da ileri sürülmekte idi. Mustafa Kemal Paşa, yeni Türki ye 'nin sınırlan dışında kalan, Selanik'te doğduğuna, bir se çim bölgesinde de devamlı olarak beş yıl kalmadığına gö re, milletvekili olmak hakkını kaybediyor, demektir. MUSTAFA KEMAL' İN CEVABI
Mustafa Kemal Paşa, mecliste bu tasarıya karşı bir ko nuşma yaptı. Paşa, konuşmasını şu sözlerle bitirdi: - Beni vatandaşlıktan yoksun etmek yetkisi bu efendi lere nereden verilmiştir? Bu kürsüden resmen yüksek he yetinize ve bu efendilerin seçim bölgeleri halkına, bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum. Mustafa Kemal'in konuşması bütün Türk basınında ya yımlandı. Meclise, muhalefet milletvekillerinin bu davra nışını pro6testo eden binlerce telgraf çekildi. Meclise gön derilen birçok mektuplarda, bu milletvekillerinden, mebus luk hakkının geri alınması istenmekte idi. Mustafa Kemal Paşa, meclisin bugünkü kadrosuyla, ye ni Türkiye'nin kuruluşuna engel olabileceğini anlatmak is temişti. Meclisin dağıtılması ve yeni seçimlere gidilmesi so runu ortaya çıkmıştı. Mustafa Kemal, ilkbaharda, parlamentodaki "Müda faa-i Hukuk Grubu"nu, Halk Partisi adını alan politik bir parti haline getirdi. Bu partinin inisiyatifi ile meclis oybir liği ile, Büyük Millet Meclisi Seçim Kanunu'nu kabul et ti. Mustafa Kemal, seçim öncesi kampanyasına büyük bir önem veriyordu. Halk Partisi 'nin aday listelerinin düzen lenmesine katılıyor, yurtiçinde geziler düzenliyor, Türki199
ye'nin durumu ve Türk hükümetinin amacı üzerine konuş malar yapıyordu. B u konuşmalar, Mustafa Kemal 'in Halk Partisi için hazırlamakta olduğu program bakımından da en teresandı. Bu konuşmalar ayrıca bugünün okurlarının, Tür kiye' nin o zamanlar yaşadığı tarihsel devri doğru olarak an lamaları için de önemlidir.
MUSTAFA KEMAUİN SEÇİM KONUŞMALARI Mustafa Kemal,
1 7 Şubat 1 923 tarihinde Balıkesir'de bir
camide yaptığı konuşmasında şunları söylemişti: - Peygamberler, insanlara, dinin gerçeklerini aşılamış tı. Dinimizin temel prensipleri tabiata, akla, mantığa uygun olan bütün kuralları içine almaktadır. Şimdi biz, peygam berimizin kendisine inananların toplantılar yaptığı bir yer de bulunuyoruz. Camiler, insanların birbirinin yüzüne bak madan yatıp kalkmaları için yapılmamıştır. Camilerde hal kın egemenliğini, özgürlüğünü sağlamak için neler yapma mız gerektiğini görüşmek zorundayız. Burada halkın dü şüncelerini incelemeliyiz. Mustafa Kemal'e birçok sorular sorulmuştu. Halk Par tisi üzerine sorulan bir soruya, Mustafa Kemal şöyle cevap verdi: " - Halk Partisi politik bir partidir. Bu parti, halk adı na ve halk için devleti idare etmek üzere kurulmuştur. Halk Partisi, hiçbir sınıfın partisi değildir. Türkiye köylü ülkesi dir. Türk halkının büyük bir çoğunluğu rençber ve çoban dır. Bizde zanaatkarlar ve küçük kasaba tüccarları vardır. Pek tabii olarak biz bunların çıkarlarını savunmak zorun dayız . . . Nasıl köylü meselesinde büyük toprak sahiplerini hatırlamak zorunda isek, tüccar meselesinde de büyük ka-
200
pital sahibi tüccarlar da akla gelmektedir. Yurdumuzda bü yük kapitalistler yoktur, bunun için biz onların düşmanı değiliz . . . Hatta biz yurdumuzda milyonerlerin, hatta milyar derlerin türemesine çaba göstereceğiz." Mustafa Kemal Paşa sözüne devam ederek: - Sonra işçiler �elir, dedi. Şu anda Türkiye'de fabrika lar çok azdır. Memleketimizde
20 binden fazla işçi yoktur.
Oysa ki ekonomimizi kalkındırmak için fabrikalara şiddet le ihtiyacımız vardır. Bunun için de işçiye ihtiyaç var. Bu sebepten tarlada çalışanlardan hiç farklı olmayan işçileri mizi savunmak zorundayız. Daha sonra aydınlar gelir. Ay dınlar halka düşman olabilir mi? Onun ödevi, halkın içine girerek uygarlık ve ilerleme yolunda ona önderlik etmek de ğil midir? Bizde, çeşitli sınıfların çıkarları sıkı sıkıya bir birine bağlı olduğu için, Halk Partisi bütün halkı temsil edecek ve halka politik eğitim verecek olan bir okul öde vini görecektir. Elde edilen kazançların korunacağına dair güveniniz olmalıdır. Ben henüz kendimi tehlikelerden uzak hissetmiyorum. Sizlerin de ilgisiz olmamanızı tavsiye ede rim. Her yerde olduğu gibi bizde de bu yeni harekete kar şı bazı güçler türeyebilir. Daima tetikte olmak gerek. Mustafa Kemal,
1 7 Mart 1 923 tarihinde Tarsus'ta çift
çilerden Ramazan Ağa'nın tebrik sözlerine karşılık konuş ma yapmıştır: - Bu akşam, hayatımın en mutlu bir gecesidir. Çünkü, bu akşam, halkımızın çoğunluğunu teşkil eden çiftçileri mizle bir masa başında bulunmaktayım. Biz bu masa ba şında onların emeğiyle .:!lde edilmiş bir ekmek yiyoruz. Mutluluğu elde etmek için iki vasıta vardır: Biri silah, öte ki de sapandır. Yalnız silahla başarıya ulaşan bir millet, gü-
201
nün birinde sefil ve acınacak bir duruma düşer. Ancak sa panla elde edilen başrnlar devamlı ve sağlam olabilir. Si lahı kaldıran el yorulur, ama sapanı tutan el, gün geçtikçe güçlenir. Sapan daima silah. yenmiştir. Bunun için biz her şeyden önce çiftçilerimizi kalkındırmalıyız. Çünkü rençber ler ve çobanlar, halkımızın temel direğini teşkil ederler. Mustafa Kemal sözlerine devam ederek: - Şu anda biz bağımsızlığımızı elde etmiş bulunuyoruz. Ama bunu düşmanlarımızın da kabul etmesi gerekmekte dir. Sanat, ekonomi ve teknik alanlarında hızlı adımlarla ilerlememiz gereklidir. Padişahlar ve onları çevreleyen sa tılmışlar, yüz yıllar boyunca Türkiye'yi cehaletin karanlığın da tutmuşlardır. Onlar halkı ancak kendilerine asker ve pa ra gerektiği zaman düşünmüşlerdir. Onlar bir elleriyle mem leketi soymuşlar, öteki elleriyle de halktan asker toplayarak, Mısır'ı, İran 'ı zaptetmişlerdir. Onlar parayı sopa gücüyle halktan almışlar, halkı fakir ve perişan bir hale getirmişler dir. Böyle bir yöntem düzenine de "padişahlık" derler. Biz, bir daha geri dönmemecesine bu düzeni yok ettik. Halkı ko ruyan, onun refahını sağlayan bir hükümete, iyi bir hükü met denilebilir. Ama eski Osmanlı hükümeti, bunlardan ne birincisini, ne de ikincisini sağlamıştır. Yalnız Yemen'de ölen Türk erlerinin sayısı önemli bir toplam tutmaktadır. Bal kanlar'da, Suriye'de ölenlerin sayısını siz düşününüz. Mem leket baştan başa harap olmuş bir haldedir. Her şeyi bilirim iddiasında bulunan gericiler, eski düzen taraftarları, kötü olarak çizdiğim tabloyu size güzel göstermeye çalışacaklar dır. Onlara cevap vermeyi size bırakıyorum. Mustafa Kemal sözlerine şöyle devam etti: - Karşılıklı güvenimizi bozmaya çalışan insanlar vardır.
202
Bilin ki bunlar millet düşmanlarıdır. Bunlar aralarında fiş kos etmeyi tercih ediyorlar. Ama halk bunları bilmeli ve on lara açıkça sormalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarih sel ödevini yerine getirecektir. Yakında yeni seçimler yapı lacaktır. Barış antlaşmasının imzasından sonra önümüzde bir çalışma devresi açılacaktır. Mustafa Kemal, esnafın, şerefine verdiği ziyafette ze naatin önemi üzerine bir konuşma yaptı. Bu konuşmasını şu sözlerle bitirdi: - Dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını söy ler. İlerici adamı kafir sayan kişiler var. Bunlar böyle yan lış düşünceler ileri sürmekle, Müslümanların kafirlere esir olmalarını ve cahil kalmalarını sağlamaktadırlar. Her sarık lıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sarıkla değil, kafa iledir. Mustafa Kemal Konya'da, tüccarlarla yaptığı bir görüşme sırasında, tüccarlardan birinin, hükümetin, ticaretin gelişme si için ne gibi çareler düşündüğü sorusuna şu karşılığı verdi: - Şimdi ticareti düşünürken ister istemez kapitülasyon dü zenini hatırladım. Kanımız pahasına kaldırdığımız kapitü lasyonların, sonsuz olarak gömülmesini sağlamak gerekir. Ancak o zaman ticaret ve sanayimiz gelişebilir. Bundan son radır ki Türk ticaretinin dünya ticaretiyle, rekabet edebilme si için gerekli tedbirleri düşünebiliriz. Bunun için de iki şey lazımdır. Birincisi her çeşit malı üretmek, ikincisi de hemen şoseleri ve demiryollanm yapmak. Tüccarlarımızı kaldın dırnıak için, ticaret işini yabancı kapitalistlerin ellerinden al mak gerekir. Bizim ihıaç mallarımız ancak kıyılarımıza ka dar ulaşmakta, ora<lahemen yabancıların eline geçerek yurt dışına gitmektedir. Boyl-.:ce karımızın önemli bir bölümü bizden uçup gitmektedir. Bunun için ihracatımızın tahsis noktalan da tüccarlarımızın elinde olmalıdır.
203
Yine Konya'da, "Türk Ocağı"nın, Mustafa Kemal'in şerefine verdiği ziyafette, Paşa 'ya şöyle bir soru sorulmuş tu: "Bizde halk inkılabına karşı olan bir sınıf var. Bu sınıf, insanları gerçek din yoluna sokmak i stemektedir. Bu sını fa karşı ne gibi tedbirler alınıyor?" Mustafa Kemal, bu soruya şu karşılığı verdi: - Bu soru açık değil. Bizde din vaaz eden özel bir sını fın bulunduğunu; geri kalanların da bu haktan yoksun ol duğunu söyleyemeyiz. Hoca olmak için mutlaka dini bir kı lığa bürünmek şart değildir. Din adamlarımız arasında hal kın göğsünü kabartacak kişiler vardır. Ama dini kılık taşı yan kara cahiller de vardır. Bu iki kategoriyi birbirine ka rıştırmamak gerekir. Din maskesi altında halkı aldatanla rın davranışlarıyla dört halifeden sonra dinimiz, politika nın kişisel entrikaların ve zulmün aleti olmuştur. Abbasi ler devrinde, Emeviler devrinde, Osmanlılar zamanında böyle olmuştur. Ama bu çeşit namussuz insanlar, tarihte da ima cezalarını görmüşlerdir. Ben şahsen onların düşmanı yım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız be nim düşüncelerime değil, yalnız benim ülküme değil, o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım milletimin kalbine yönel tilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve ülkü arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemek tir. Ben daha ileri giderek diyeceğim ki: Bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, bu çeşit olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben ken di başıma yalnız kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm. Konya'da, Kızılay Kadınlar Kolu'nun düzenlediği bir toplantıda, Mustafa Kemal, Türk kadınının milli kurtuluş
204
savaşında ve yeni Türkiye'nin kuruluşundaki rolünü şu söz lerle belirtmişti: - Milli mücadelede kadınların yaptığı yardım çok büyük tür. Kadınlarımızın, bu çeşit çalışmalarının memlekete bü yük faydalar sağlayacağına güvenim var. Son yılların inkı lap hayatında, Anadolu kadınının gösterdiği yüksek feda karlığı şükranla hatırlıyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde Ana dolu köylü kadınının emeğinden daha yüksek bir emek gös terilemez. Erkekler cephede düşmana karşı savaşırlarken, kadınlar tarlaları sürüp ektiler. Ülkenin gıdasını sağladılar. Kadınlar, bu savaşta ve bundan önceki savaşlarda büyük bir rol oynamışlardır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odun kesip getiren, odunları pazara götürüp satan, aile ocağının dumanını tüttüren, bunlarla birlikte; sırtlarıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sı cak demeyip, cephenin cephanesini taşıyan hep onlardır. *
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri, 1 923 yılı Haziranında yapıldı. Halk Partisi bu seçimlerde tam bir başa rı sağladı. Muhalefetin ileri sürdüğü adaylardan hiçbiri se çilmedi. Birkaç ay sonra Türkiye, cumhuriyet oldu. Gazi Mustafa Kemal Paşa da cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı da İsmet Paşa oldu. GERİCİ MUHALEFET VE TÜRK-SOVYET İLİŞKİLERİ
Padişahlığın devrilmesi, ciımhuriyetin ilanı, kapitülasyon düzeniyle mücadele, bütün bu olaylar, çok parlak olarak kurtuluş karakterini taşıyor ve yığınları inkılapçılaştırıyor205
du. Türk halkının milli kurtuluş savaşında, yeni yeni örgüt· lenmeye başlayaniŞçi sınıfı önemli bir rol oynuy.ordu. .
İşçiler, Türkiye'nin bağımsızlığını savunarak cephelerde
yiğitçe çarpışıyor, top ve tüfek mermileri, süngüler, kılıçlar hazırlayarak fabrikalarda çalışıyorlardı. İstanbul işçileri, Ana doludaki orduya silah götürülmesine yardım ediyorlardı. Savaş köylüleri de şiddetle etkilemiş, onları politik ha yata hazırlamıştı. Yunanlılara karşı kazanılan zafer, padişahlığın devrilme si, köylülerin durumlarını iyileştirme çabalarını kamçıla mış, yürürlükteki toprak ilişkilerine karşı hoşnutsuzlukla rını arttırmış, iş zirai ihtilale doğru yönelmişti. Köylü ha reketinden, değil yalnız feodaller, ama, milli kurtuluş za ferinden birçok imtiyazlar elde eden, Yunan savaşı sırasın da zenginleşen, eskiden yabancıların elinde olan ticari ve ekonomik birçok ilişkileri eline geçiren Türk burjuvazisi de şiddetle korkuyordu. Muhalefet tekrar, daha açık olarak Meclis'te kendini göstermeye başladı. Öyle zamanlar olmuştu ki, muhaliflerin, Mustafa Ke mal'in eline sarılıp öpmesi için, paşanın sertçe bir bakışı yetmişti. Şimdi muhalifler daha cesaretli olmuştu. RaufBey, Kazlm Karabekir Paşa ve öteki bazı muhalif ler, Cumhuriyetçi Terakkiperver Fırka adlı yeni bir parti kurmuşlardı. Bu partiye, Halk Partisi'nden ayrılan ve Mus tafa Kemal 'e karşıt olan bazı generallerle yüksek memur lar ve eski muhaliflerden " İki Numaralı Müdafaa-i Hu kuk" grubu üyeleri girmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa'nın söylediğine göre bu parti, ye ni Türk düzenini yok etmek isteyen dış düşmanlarımıza yar-
206
dım amacıyla kurulmuştu. Terakkiperver Parti yıkıcı çalış malarında dini dövizlerden yararlanıyor, bu dövizlerle, özel likle doğuda, ayaklanmalar düzenliyordu. Bu gerici parti, kendi ajanlarını Anadolu'nun dört bir yanına gönderiyordu. Mustafa Kemal, partinin düşmanca niyetlerini biliyordu. Mustafa Kemal notlarında, asilerin vali olarak tanıdıkları asılmış Kadri'nin, Şeyh Said'e şunları yazdığını belirtmek tedir: "Kazım Karabekir Paşa'nın Partisi, Meclis'te dini bir parti olup din emirlerine saygı göstermektedir. Bu partinin bizi destekleyeceğinden hiç kuşkum yoktur." Kemalist hükümet olağanüstü tedbirlere başvurdu ve Terakkiperver Parti'nin, inkılaba ve milletin yararına kar şı yöneltilmiş çalışmalarına son verdi. Kürtlerin ayaklan ması bastırıldı. Kazım Karabekir Paşa'nın partisi kapatıldı ve yasaklandı. Muhalefetin Türk-Sovyet ilişkileriyle ilgili görüşlerini açıklaması bakımında, RaufBey'in Meclis'te ağzından ka çırdığı şu sözler dikkate layıktır: - "Hamiyeti Milliye" gazetesi, Türkiye'nin mi, yoksa Rus elçiliğinin mi resmi organıdır? Rauf Bey bu sözleri, Sovyet Dışişleri Bakan vekili Kara han 'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi adına gönderdiği bir tebrik telgrafı olayıyla ilgili olarak söylemişti. Bu, şöyle ol muştu: Telgrafı aldığım telgrafhaneden doğru Matbuat Mü dürü Ahmet Agayev' e (*) gittim. Ahmet Bey, hemen benim yanımda telgrafı Türkçeye çevirerek basına verdi. Kendisi ne telgrafı henüz RaufBey'e göndermediğimi, ama gecele yin bunu Fransızcaya çevirerek göndereceğimizi hatırlattım. (*) Ağaoğlu Ahmet Bey, Samet Ağaoğlu'nun babası.
207
Dediğim gibi yaptım. RaufBey'in kendisi, gece on birde zar fı imzaladı. Ama, herhalde, Fransızca bilmediği için, telgra fın okunmasını sabaha bırakmış olacaktı. Telgraf sabahleyin gazetelerde çıkmış bulunuyordu. RaufBey, telgrafMeclis 'te okunmadan gazetelerde çıktı diye kıyameti kopardı. Meclis 'te Matbuat Müdürlüğü bütçesi görüşülürken, mu halefet, Ağaoğlu Ahmet Bey'i suçladı. Ama, Meclis'in ile rici bölümü, Ağaoğlu'ndan yana idi. Mustafa Kemal Paşa da Ağaoğlu'nu destekledi. Ağaoğlu Ahmet Bey'in konuşmasın dan sonra, onu tutanlar, kendisine gösterilerde bulundular. Mustafa Kemal, ilk ödevi olan askeri ödevi tamamladı ğını, ikinci ödevi olan iç reformları ise, milli çıkarları doğ ru anlayan Ağaoğlu Ahmet Bey gibi yardımcılarına daya
narak tamamlamayı umduğunu söyledi. Şunu da söyleme liyiz ki, Mustafa Kemal Paşa kendisini savunmasaydı, Ah met Bey'i işinden çıkarırlardı. Ahmet Agayev olayı, genellikle önemsizdir. Ama, Ra ufBey'in önderlik ettiği muhalefetin, Rusya ile ilişkiler ko nusunda, düşünce biçimini açıkça göstermektedir. Bu olay, aynı zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden büyük bir çoğunluğunun Sovyetler Birliği'ne olan dostça sempatisini de açığa vurdu.
TOPLUM ADAMLARININ SOVYETLER BİRLİGİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ Eski " İttihat ve Terakki" Partisi'nin tanınmış kişilerin den iken, sonralan partisiyle ilişkisini kesen Muhreddin (*), bir süre yeni Türkiye'de kaldıktan sonra Sovyetler Bir(*) Bu, Milli Mücadele sıralarında Bakü'ye gitmiş olan eski "Tanin" gaze tesi başyazarı Muhittin Birgen olacak.
208
liği'ne gitmişti. 1 922 yılı Ocak ayında yazılmış ve Yusuf Kemal Bey'le gönderilmiş bir mektubunu gördüm. Muh reddin, çok ilginç olan mektubunda, Sovyetler Birliği üze rine olan izlenimlerini anlatmaktadır. Muhreddin, Avrupa basınının ve gerici Türk toplum adamlarının, emperyalistlerin etkisi altında bulunan Türk aydınlarından bir bölümünün Bolşevikler üzerine olan dar düşüncelerini eleştirmeci bir gözle incelemektedir. Muhred din mektubunda şunları yazmaktadır: "Avrupa burjuva basını, Rus inkılapçılarını, hayalici say maktadır. Bu yalandır. Tam tersine, bence Bolşevikler, mater yalist, gerçekçi ve düşünce alanında olduğu kadar iş alanında da çok güçlüdürler. Bolşevikler hayatta ve teoride, kendi sis tem ve metodlanndan asla uzaklaşmamaktadırlar. Bir yanlış lık yapınca da, onu hemen bulup düzeltmektedirler." Bolşeviklerin, "Rusya'nın altını üstüne getirdikleri"suç lamalanna karşı da mektup yazan şunları söylemektedir: "Böyle bir davranış için muhakkak ki bir zorunluk vardı. Ça rizmin devrilmesi ve sosyal inkılap şartlarının ve imkanları nın yaratılması bakımından böyle bir davranış gerekli idi. Rus Bolşevikleri büyük bir yaratıcı iş yapmışlar ve büyük başa rılar elde etmişlerdir. Bunlardan bir örneğini ben kendim Ba kü'de gördüm: Petrol üretimi büyük bir artış göstermişti." Rus ihtilalinin niteliğini doğru anlayan Türk ilerici bur juva aydınlarından bir örnek daha vermek istiyorum. "Türk Ocağı "nın Ankara'da açılışı ile ilgili olarak bir konuşma yapan Matbuat Müdürü (*) Ahmet Agayev; Marx ve Lenin teorilerinin öneminden söz ettikten sonra sözleri(*) Basın ve Yayım Umum Müdürü.
ni şöyle bitirdi: " Rusya'da bolşevizmin hayata uygulanma sı, Marx ve Lenin teorilerinin doğruluğunu ispatladı." Türkiye'nin, karşılıklı ilişkilerimizin ilk yıllarındaki po litik şartlarını, karşılıklı dostluğumuzun havasını, birbirimi ze gösterdiğimiz saygıyı, her iki devletin emperyalizme kar şı güttüğü ortaklaşa politikayı hatırlarken, aramızdaki bazı anlaşmazlıkları da söz konusu etmenin doğru olacağını sa nıyorum. Bu anlaşmazlıkların içinde Lausanne Barış Kon feransı 'ndaki önemli anlaşmazlıktan başka, küçük memur ların ve ilerisini görmeyen bazı politik devlet adamlarının sebep oldukları ufak tefek anlaşmazlıklar yer almaktadır. Bütün bunlar, o zamanlar çok gergin olan Uluslararası genel şartlarla bağlı idi. Emperyalist devletler, yalnız var lığı bile sömürge ve yan sömürgelerdeki milli kurtuluş sa vaşlarının genişlemesini etkileyen Sovyetler Birliği 'ne kar şı silahlı mücadelelerini henüz sürdürmekte idiler. İşte o yıllarda, Türkiye ile Sovyet Rusya arasındaki iliş kileri, bunların nasıl kurulduğunu bu ışık altında incelemek gerekir. Başlıca emperyalist devletler, bizim Türkiye'de bulunu şumuzu sessizce seyredemezlerdi. İngiltere, Fransa emper yalistleri ve onların Türkiye'deki dayanakları, olan Osman lı İmparatorluğu taraflılarının, değil yalnız bütün Anado lu'da, ama Türk hükümeti içinde bile, paralı parasız birçok ajanları vardı. Bunlar, Meclis'te, hatta Mustafa Kemal'in ta raftarları arasında bile eksik değillerdi. Bunların birçokları, Sovyet Rusya'ya karşı dostluk maskesi altında gizleniyorlar dı. Düşmanlarımız, Sovyet elçiliğini yakmak, parlamentoda ki muhalefetle ilişkimiz olduğuna dair yalan söylentiler yay mak, nihayet, Mustafa Kemal'in otoritesini sarsmaya yönel-
210
tilmiş, aslı esası olmayan "Bolşevik Suikastleri" ile korku salmak gibi en iğrenç metodlara başvurmakta idiler. Bazı makamların teşvikiyle "para yardımı ve aylık" is teyerek elçiliğimize başvuran "komünist" maskesi takmış ajan-provokatörler de eksik olmuyordu. Biz bu ajanların fo yasını meydana vuruyor ve elçilikten kovuyorduk. Yine böyle provokasyonla ilgili gülünç bir olay hatırlı yorum. Ankara'ya gelişimden kısa bir süre sonra idi. Ziyareti me, Bursa Milletvekili Şeyh Servet Efendi (*) geldi. Bu ye şil sarıklı, kısa kaba sakallı bir zattı. Sırtında ipekli bir cüb be vardı. Şeyh kendisini "inanmış bir komünist" olarak tak dim etti. Oturmasını teklif ettim. Kendisine kahve ikram et tim. Gözlerimin içine bakıyor ve yaranmaya çalışan bir ta vırla konuşuyordu. Türkiye'nin durumundan söz ettik. Ser vet Efendi emperyalizmle savaşmak ve "Güçlü bir komü nist partisi" kurmak gerekliliğinden söz etti. İngilizleri çe kiştirdi. Ben susuyordum. Birden bire şeyh ayağa kalktı. Elini sarığına götürdü. Şaşkın şaşkın ona bakıyordum. Şeyh: - Büyük dünya lideri Marx' ı selamlıyorum, dedi. Sizde Marx'ın resmini ancak şimdi gördüm. Ona derin saygıları mı sunarım. Gerçekten de çalışma odamda, masada Marx' ın küçük bir büstü vardı. Şeyh Servet, bir süre başı önüne eğik bir halde, hareketsiz olarak büstün önünde durdu.
TÜRKİYE LAUSANNE KONFERANSl'NDA Büyük Ekim Sosyalist İnkılabı, doğunun esaret altında(*) Bursa Milletvekili ve Nakşi-Bendi tarikatı şeyhi.
21 1
ki halkları arasında, şimdiye kadar görülmemiş genişlikte bir ihtilalci-kurtuluş hareketi doğurdu. Emperyalist devlet lerin sömürgelerdeki zulmüne karşı başgösteren savaş, Tür kiye, İran, Afganistan, Çin gibi çeşitli ülkelere yayılmıştı. İngiltere, Fransa ve öteki sömürgeci devletler, tabii, bu du ruma boyun eğmek istemiyorlardı. Doğrudan doğruya Sovyetler Birliği'ne ve yeni Türki ye'ye karşı yöneltilen silahlı saldırılar bir sonuç vermeyin ce, emperyalist devletl er, Churchill'in, Curzon'un, Lloyd George'un ve Poincare'nin kişiliğinde taktiklerini değiştir diler. Kulis arası yıkıcı çalışmalarla, Sovyetler Birliği ile Türkiye'nin arasını açmaya çalıştılar. Emperyalist ajanları, Türkiye 'nin hükümet ve politik örgütlerine sızmaya başladılar. Rauf Bey'in gerici kliği, çeşitli dolambaçlı manevralarla, Türkiye ve Sovyetler Birliği için hayati olan Boğazlar mese lesini karma karışık bir hale getirmeye çalışıyordu. Ne olursa olsun, Sovyet elçiliği ile ilişkilerde bir gerginlik yaratmaya ça lışarak Sovyet tekel ve ticaret sistemleri, ticaret temsilciliği konsolosluklarımız üzerine görüşme konulan ortaya atıyordu. Lausanne konferansı sıralarında bunu özellikle hissediyorduk. Geçmiş zamanı bugünkü ile kıyaslayarak, Mustafa Ke mal Paşa zamanında da Sovyetler Birliği 'ne düşmanca sal dırılar yapıldığını söyleyenler haklı değillerdir. Evet, böy le saldırılar olmuştur, ama, saldıranlar yeni Türkiye hükü meti, Türk halkı değil; emperyalistler Türk karşı, inkılap çıları, itilaf devletlerinin gizli ajanları, avantüryeler kendi hasis emelleri için hiçbir engel tanımayan entirikacılardı. Ama, emperyalistlerin ve Türk gericilerinin bütün çabala rına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği ara sındaki dostça ilişkileri bozmayı başaramamışlardır. 2 12
Türkiye'nin Lausanne konferansında Sovyetler Birli ği'nin yardımına güvenmesi, batılı emperyalistlerin asla işine gelmiyordu. Bunun için aramızı açmaya uğraşıyor, Sovyet temsilcileriyle Türk devletinin başı M.Kemal'in ara sının "şeker renk" olduğu izlenimini yaymaya çalışıyorlar dı. Bu durum, Lausanne Konferansı 'nın hazırlayıcıları olan Batılı devletlerin isteklerine çok uygundu. Rauf Bey'i tu tanlar ve gerici basın da bu yönde bir çaba göstermeli idi.
RAUF BEY'LE KONUŞMA Başbakan Rauf Bey'le aramızda geçen, kimi zaman 34 saat süren uzun, ateşli tartışmalar, hafızamda ve notlarım da saklıdır. Bu konuşmalar, Lausanne Konferansı ve dik kati başka yana çekmek için, ortaya atılan başka meseleler üzerinde olurdu. Aramızda geçen bu tartışmaları tamamıy la nakletmeyeceğim. Çünkü bunların çoğu monotondu. A ma, kısa da olsa, bunlardan söz etmek gerekir. Yukarda da söylediğim gibi "tartışmalı" meselelerden bi ri, dış ticaret tekeli ile bağlı idi. Bu tartışma İsmet Paşa ile yaptığım konuşmamda da ortaya çıkmıştı İsmet Paşa, Tür kiye'yi şu durumun şaşırttığını söyledi: Sovyet Dış ticaret müessesesi bir devlet müessesesidir. Onun Türkiye'de bir temsilcisi vardır ve adeta Dışişleri Bakanlığı'nın bir şubesi durumundadır. Dış ticaret temsilciliğinin kendi bayrağı ve üzerinde "Sovyetler Birliği Dış Ticaret Bakanlığı Temsilci si" yazısı bulunan bir de tabelası vardır. bu çeşit tanıtıcı ya zılar bütün Sovyet konsolosluklarında da asılıdır. Bu, dış ti caret temsilciliğinin güya Türk kanunlarıyla bağlı olmadığı, imtiyazlı bir durumu olduğu sonucunu çıkarmaya imkan ver mektedir. İsmet Paşa sözlerini böyle bağladı:
L: 1 3
Türkiye Dışişleri Bakanlığı memurlarından Suat Bey de, daha önce bana aynı delilleri ileri sürmüştü. Gerçi İsmet Paşa cepheden Ankara'ya yeni gelmişti. Dış ticaret temsilciliği meselesini bütün ayrıntılarıyla bile mezdi. Buna rağmen, benimle konuşmasında, bu konuda yeteri kadar bilgi edindiği izlenimini verdi. Herhaide, Su at Bey' in "Delilleri" önceden hazırlanmış bir halde İsmet Paşa'ya sunulmuş olacaktı. Ben, kulaklarından tutulup getirilmiş olan delillere iti raz ettim. Ticaret Temsilciliği'nin Dışişleri Bakanlığı 'nın bir şubesi olmadığını, bizim dış ticaret organlarımızın im tiyazlı durumundan söz dahi edilemeyeceğini anlattım.Bu arada İsmet Paşa'ya şunları söyledim: Türkiye ile ilgili olarak kapitülasyon düzenini kaldıran ilk ülke biz olduk. Bu imtiyazların, şu veya bu biçimde, ye niden konmasını istemek aklımızın kenarından bile geçmez. Bu, her milletin eksiksiz olarak egemenliğini savunan Sov yet iktidarının ruhuyla çelişen bir durum olurdu. Biz sade ce her iki tarafın çıkarına olmak üzere, Türkiye ile ekono mik ilişkilerimizi iyileştirmeye çalışıyoruz. İsmet Paşa, Lausanne 'a gitmeden önce, vaat ettiği üze re, elçiliğimize gelerek, bize gönderilen ağızdan nota ile Türkiye'de dış ticaret temsilciliğinin bulundurulması me selesini uzlaşıcı bir biçimde çözümlediğini bildirdi ve no tanın şu aşağıdaki yerine işaret etti: " ... Ülkenin kanun ve yasalarına uygun her türlü ticari işlemlerin serbestçe yapı labileceğini söylemek fazla olur. Buna karşılık, Türkiye Dışişleri Bakanlığı, aynı biçimde, Rusya'da Türk vatandaş larına, ticaret işlemlerinde aynı kolaylığın gösterileceğini umar." İsmet Paşa, dış ticaret temsilciliğinin, özel bir teş-
214
kilat olarak, çalışmasıyla ortaya çıkan durum karşısında bunun geçici bir çözüm yolu olduğunu sözlerine ekledi. İs met Paşa'dan yana olarak şunu belirtmek doğru olur: Dış Ticaret Temsilciliği'nin ödevini anlayan Paşa, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında başlayan ekonomik ilişkileri boz mamak için bu geçici çözüm yolunu bulmuştu. İsmet Paşa'nın, Lausanne'a gidişinden sonra, Rauf Bey . yine bizim dış ticaret temsilciliğimizin peşine düştü. Özel likle, petrol ihraç işine izin vermedi. Bunun sonucu olarak Sovyetler Birliği 'nden Türkiye'ye yapılmakta olan petrol ihracatı durdu. 5 Aralık 1 922 tarihinde, Rauf Bey özellikle, dış ticaret temsilciliği üzerine yaptığı konuşmalarla ve Amerikan fir ması " Standard Oil" ile petrol ticaretini genişleteceği kor kutmalarıyla canımı sıktı. Buna karşılık ben de kendisine, Rusya'da dış ticaretin devlet tekelinde olduğunu ve özel ki şilere izin verilmediğini, bundan ötürü Sovyet hükümetinin özel kişiler eliyle ticaret yapamayacağını söyledim. ayrıca, dış ticaret bakanlığının ve ticaret temsilciliğimizin Türk ka nunlarını çiğnemeyeceklerini, ama, buna karşılık, ilişkileri mizi bozmaya çalışanların çıkarı için de dış ticaret tekelin den vazgeçemeyeceğimizi kendisine uzun uzadıya anlattım: - Biz Türk kanunlarına saygı besliyoruz, dedim, ama, Sovyet Rusya kanunlarına da aynı biçimde davranılmasını rica ediyoruz. Şunu bilmelisiniz ki Rauf Bey, bizim dış ti caret tekelimiz, kendileriyle ticaret ilişkileri kurduğumuz bütün doğulu ve batılı ülkelerde onaylanmaktadır. Rauf Bey, bu sözlerime karşılık olarak "Türkiye ile Sov yet Rusya'da yürürlükte bulunan ve her iki ülke için kutsal olan kanuni mevzuatın birbirine aykırılığı yüzünden" Türkiye ile
215
Sovyetler Birliği arasında ticaret yapılamayacağını söyledi. Ben de, iyiniyet bulunduktan sonra, her zaman anlaşmanın mümkün olduğunu ileri sürerek kendisine cevap verdim. Rauf Bey, dış ticaret organlarımızın vizesi olmadan hiç bir malın Rusya'ya sokulmadığından şikayet etti. Kanuni mevzuatımızın bunu gerektirdiğini kendisine söyledim. Ra uf Bey, bu tedbirin Türk tüccarlarını çok rahatsız ettiğini ve Türkiye ile Sovyet Rusya arasında her türlü ticareti im kansız bir hale getirdiğini söyledi. Ama, Türk tüccarlarının enerjik olarak işe karışmala rıyla bu mesele kendiliğinden çözümlendi. Rauf Bey, pet rol itıracatımıza yeniden izin vermek zorunda kaldı.
TÜRKİYE DIŞİŞLERİ BAKANLIGI İLE LAUSANNE ÜZERİNE GÖRÜŞMELER Lausanne Konferansı Türkiye için zor şartlar altında baş ladı: İngiltere, Fransa ve İtalya ağır isteklerde bulunuyor, özellikle kapitülasyonların korunmasında direniyorlardı. La usanne-Konferansı, genel olarak yine de Türkiye hesabına başarı ile sonuçlandı. (*) Böyle bir sonucun elde edilmesin de, bir yandan Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki dost luğun, öte yandan, itilafdevletleri, özellikle İngiltere ve Fran sa arasındaki anlaşmazlığın büyük etkisi olmuştıır. (*) Bir yanda Türkiye, öte yanda İngiltere, Fransa, Yunanistan, ltalya, Ro manya, Yı;goslavya ve Japonya olmak üzere imzalanan Lausanne Banş Antlaş ması 'na göre, itilaf devletleri Türkiye' deki ordularını çekeceklerdi. Türkiye 'nin başlıca topraklan bu arada Sevres Banş Antlaşması'yla elinden alınan Doğu Trakya ile lzmir, Türkiye'ye bırakılmakta idi. Bu arada kapitülasyon düzeni kal dırılmış, Türkiye uluslararası mali kontroldan kurtulmuştur. Bununla birlikte Türkiye, itilaf devletleriyle Birleşik Amerika'nın baskısı altında, Karadeniz kı yısı devletlerinin çıkarlarına aykm olarak, Boğazlar üzerine olan İngiliz tasarı sını kabul etmiştir. (S.1. Aralov)
216
27 Eylül 1 992 tarihinde Rıza Nur Bey, Türk hükünietinin, Sovyetler Birliği'nin, Ukrayna'nın ve Kafkas Cumhuriyet leri 'nin Lausane Konferansı 'na katılmasına karar verdiğini, Sovyet rusya hükümetine iletilmek üzere, bana bildirdi. O sıralarda Rıza Nur Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın davetlisi olarak cephede bulunan Dışişleri Bakanı YusufKemal Bey' e vekalet etmekte idi. Rıza Nur Bey'le, konferanstaki ortakla şa diplomatik davranışımızı kararlaştırmak üzere üç gün sü ren konuşmalar yaptık. Bununla birlikte ben de, Rıza Nur Bey'in bizimle ortaklaşa, kesin diplomatik davranışlardan ka çındığı izlenimi uyandı. Kendisi ikide bir, Mustafa Kemal Pa şa'nın yokluğunu ileri sürüyordu. Bunun üzerine ben, cep heye giderek Mustafa Kemal 'le görüşme isteğinde bulun dum. Mustafa Kemal, savaş işleriyle çok meşgul bulundu ğunu, onun için ileri sürdüğüm meseleleri, Ankara'ya hare ket eden Yusuf Kemal Bey'le konuşmamı bildirdi. Yusuf Kemal Bey'le görüştüğümüz zaman bana: - Fransızlar önceden haber bile vermeye lüzum görme den teklifsizce Gazi Mustafa Kemal 'in yanına girip çıkı yorlar, dedi. Hatta Atatürk'ün kabul resimlerine kendi zırh lılanyla geliyorlar .. Geçenlerde General Pellee ile eski dos tumuz Franklin Bouillon gelip Gazi ile görüştüler. Ama bu görüşmelerde Türkiye'nin Sovyet Rusya'ya karşı olan tu tumunda bir değişiklik görülemez. Yusuf Kemal Bey, gizli olarak bana, Fransızlar'ın, Tür kiye ile Fransa arasında iyi ekonomik ilişkilerin kurulma sına engel olan İngiliz hükümetinden yakındıklarını ve ya kında başlayacak olan Lausanne Konferansı 'nda Türki ye'ye yardım edeceklerine söz verdiklerini söyledi. Fran sızlar, her zamanki gibi, Türkiye, Sovyetler Birliği'nden
217
uzaklaşırsa, çok daha iyi olacağını ima etmişler, söz ara sında, Sovyetler' in, açlığa, bozuk ekonomik duruma katla nabilmelerinin şüpheli olduğunu da eklemişler. Yusuf Kemal Bey: - Gazinin, bu istenmeyen ögütleri şiddetle ve kesin ola rak reddettiğini tabii tahmin edersiniz, dedi. Sovyet ekono mik durumunun bozukluğuna gelince, Gazi, istilacıların Rusya'ya saldırıları süresince, Rusya'nın yakında mahvo lacağını yüzlerce defa iddia edip durduklarını hatırlatarak bu sözlerle düpedüz alay etti ve Fransızlar'a şunları söyle di: "Kendi iktidarına destek olan, ona göğsünü siper eden bir halkı yenmek mümkün değildir. Siz buna kendi tecrü belerinizle inanmışsınızdır! " Bu cevaptan sonra Mustafa Kemal' in karşısındakiler sustular. Yusuf Kemal gülümseyerek: - Bu cevap, Fransızları canevinden vurmuştu, dedi. Yusuf Kemal, Mustafa Kemal'in benimle İzmir'de görüşemeyeceği için, özür dilediğini, ama Ankara'ya dönün ce, yine dostça konuşmalara devam edeceğimizi bildirdi ğini söyledi. Gazi ile görüşmemizin Batı'da, aramızdaki dostluğun güç lenmesine devam edişinin bir belirtisi olarak değerlendirile ceğini, bunun ise Türk delegelerinin barış konferansındaki ba şarılı çalışmalarına yardımı dokunabileceğini söyledim. Yusuf Kemal Bey benim bu düşüncelerime katıldı ve Mustafa Kemal'le görüşme zamanının henüz kaybolmadı ğını söyledi. İtilaf devletleri çevreleriyle ilişkisi olan gerici grubu, Ra uf ve Kara Vasıf Beylerle, Ali Fuat ve Refet Paşalar idare ediyordu. Bunlar gizli liderlerdi. Parlamentoda "İkinci
218
grup"un açık liderleri ise, Hüseyin Avni Bey'le Hüseyin Se lahaddin Bey'di. (*) Dış İşleri Bakanı Yusuf Kemal Bey'in de hazan muha lefetin etkisinde kaldığı olurdu. Ama, onun dış politikada ki tutumuna daima Atatürk yön verdi. Muhalefet grubu, özellikle bunun gizli bölümü, daima, Mustafa Kemal'i ve onun temsilcilerini Sovyetler Birli ği'ne karşı kışkırtmaya çalışmışlardı. Bu konuda gerici mu halefet, emperyalist devletlerin diplomatik temsilcileriyle işbirliği halinde çalışmıştır. Ama Mustafa Kemal Sovyet ler Birliği ile dostluk konusunda sımsıkı direnmiş ve Rauf Bey'le başkalarının, Türkiye ile Sovyetler Birliği'nin ara sını açma çabalarını daima suya düşürmüştü. Türkiye ile Yunanistan ve İtilaf devletleri arasında ba rış andlaşmasının imzalanacağı Lausanne Konferansı, Türk Başkenti kamuoyunun Meclis üyelerinin, gazetecilerin ve diplomatik çevrelerin dikkat merkezini teşkil etmekte idi. Lausanne konferansının toplanması, genç Türkiye'nin İti laf devletlerine karşı kazandığı parlak zaferin bir sonucu i di. Ve bütün halk bu konferansın akibetiyle ilgileniyordu. Uzun bir süre Mustafa Kemal Paşa'yı tanımayan itilaf dev letleri yöneticileri, feodal padişah idaresine ve halkın din sel geleneklerine güveniyorlardı. Kendi şöhret düşkünlükleriyle gözleri kamaşan itilaf devletlerinin emperyalistleri, açıkça Türk halkını küçüm semiş, onu çabucak bozguna uğratacaklarını hesaplayarak, Mustafa Kemal' e tepeden bakmışlardı. Ama bu hesaplar, sahibine sorulmadan yaı.ıılmıştı. Yunan ordusunun parlak (*) Mersin Milletvekili Çolak Selfilıattin.
219
ve kesin bir biçimde bozguna uğratılması ve Türk halkının Mustafa Kemal'in etrafında kenetlenmesi, büyük devletle rin emperyalist çevreleri için hiç beklenmedik bir olay ol muştu. Kemalist Türkiye'nin Sovyet Rusya ile bir yakınlık kurması, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Mustafa Ke mal 'in büyük Ekim Sosyalist İnkılabının, Türkiye ve esa ret altındaki doğu halkları için taşıdığı tarihsel önemi kav ramaları; aynca burjuva diplomatlarının Sovyetler'e karşı kudurmuşça propagandalarına ve karşı çalışmalarına rağ men, Sovyetlerle bir dostluk antlaşması imzalamaları da emperyalist devletler için büyük bir darbe olmuştu. İtilaf devletleri, Sovyet Rusya'yı Lausanne Konferansına çağırmak zorunda kaldılar. Bu çağın istemeyerek yapılmış, bizim ısrarlı isteyişimiz kadar Türk hükümetinin arzusu ve dünya kamuoyunun baskısıyla olmuştur? Gerçi Sovyet Rus ya yalnız boğazlar meselesinin görüşülmesine katılmaya ça ğınlmıştı. Biz, bütün meselelerin görüşülmesine katılmakta direndikse de, Sovyetler Birliği'nin bu isteği kabul edilmedi. Curzon, Briand ve ötekileri, Sovyet Rusya'nın, Türk halkının egemenlik haklarına hiçbir yoldan dokunulması na razı olmayacağını, aynca, kendisi için dirim değeri ta şıyan hiçbir çıkarından vazgeçmeyeceğini de çok iyi bili yorlardı . Bundan ötürü de, konferans yöneticileri, Lausa ne'deki varlığımızı, konferansa katılmamızın bir formali teden öteye geçmemesini sağlayacak birtakım koşullarla sı nırlandırmak istiyorlardı. Ama yine de Sovyet devleti, kon feranstaki çıkışlanmızın politik ve moral izlerinin, Türk hal kıyla öteki doğu milletlerinin ve Avrupa halk oyunun hafı zalarında ve yüreklerinde kalacak biçimde konferanstan yararlanmasını bilmiştir.
220
Lausanne Konferansı 'nın yöneticileri, Çiçerin 'in ve öte ki delegelerimizin yaptığı konuşmaların, geniş kamu oyu .nu etkileyeceğine, ileri sürdüğümüz delillerin, İngiliz istek lerinin istilacı niteliğini açığa vuracağına pek çabuk inan dılar. Ve hemen boğazlar meselesini, ilgili komisyondan çı kararak, hem de bizim katılamayacağımız, "mütehassıslar" alt komisyonuna vermeyi başardılar. Bu iğrenç entrikayı protesto ettik. Lausanne'deki delegelerimiz, barışı elde et mek için önemli fedakarlıklar vermeye hazır bir barış po litikası güdüyordu. Lausanne'deki Türk delegelerinin hakkını vermek ge rek. Gerek Heyet Başkanı İsmet Paşa, gerek heyetin öteki üyeleri, yeni Türkiye'nin mevzilerini inatla savundular. Yal nız boğazlar meselesi bir istisna teşkil etti. İsmet Paşa bu meselede çabucak mevzilerini teslim etti. Bu fedakarlık bi zim hesabımıza, bir dereceye kadar da Türkiye 'nin milli çı karları hesabına olmuştu. Türkler için boğazlar, genel dış politika meselelerinin ancak bir parçası idi. Boğazlar bir pa zarlık konusu halini aldı. Tük hükümeti, İngiltere'nin ve öteki Batılı devletlerin, savaş gemilerinin boğazlardan ser bestçe geçişi meselesiyle yakından ilgilendiklerini biliyor, boğazlar işinde fedakarlık gösterdiği takdirde, kapitülas yonlar, toprak ve finans işlerinde bir başarı sağlayabilece ğini umut ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, Sovyet hükümetinin boğazlar yü zünden Türkiye ile bozuşmayacağı, bunun, önemli bi me sele olmakla birlikte, Sovyetler Birliği ile Türkiye ve öte ki doğulu ülkeler arasındaki genel politik kompleks için de, ancak bir parça teşkil ettiği noktasına dayanmakta idi. Mustafa Kemal, İngiltere ve Fransa'nın, Rusya ile Tür-
22 1
kiye'ye yaptıkları askeri müdahalelerde iyice canlarının yandığını, onların, iç politik durumlarındaki kararsızlığın, uluslararası politik ve ekonomik meselelerdeki anlaşmaz lıkların, kamuoyunda savaşa karşı artan hoşnutsuzluğun itilaf devletlerine, yakın bir tarihte yeni bir askeri saldırıya izin vermeyeceğini birçok seferler ima etmişti. Mustafa Kemal'e göre, bu mühlet, Türkiye ile Rusya'ya, durumlarını güçlendirmek, boğazlar rejiminde değişiklik yapmak imkanlarını verecektir. Boğazlar rejiminde İngil tere'ye verilecek taviz, Türkiye'ye, Lausanne Konferan sı 'nın gündeminde bulunan başka meselelerde başarılar el de etmek imkanını sağlayacaktır. sadece Türkiye'nin dış po litika durumunu güçlendirecek olan, ortaklaşa düşman Ba tı emperyalizmine karşı doğru ve haklı bir yargıda bulun mak ve ortaklaşa bir cephe kurmak yerine, Türkiye hükü meti başka bir yol tutturdu. Curzon'un, bu ateşli emperyalistin önünde, Lausanne Konferansı'nda, doğrudan doğruya Sovyetlı::r Birliği ile Türkiye arasındaki dostluğu bozmak işini organize etmek duruyordu. O, neye mal olursa olsun bu dostluğu kundak lamaya ve Türkiye'yi tekrar İngiliz emperyalizminin vasa lı haline getirmeye çalışıyordu. Mustafa Kemal bunu çok iyi anlıyor ve boğazlar mese lesinde fedakarlık yaparak, ama boğazları istediği zaman kapamaya yetecek kadar garantileri elinde tutarak, Cur zon'u aldatmayı düşünüyordu. Bu kararsız politikanın, eninde sonunda, yeni Türkiye için ağır sonuçlar doğurduğunu tarih göstermişti. Türk hükümetinin Lausanne Konferansı sırasındaki ça lışmaları bir gizlilik perdesiyle örtülü idi. Basın biraz da-
222
ha açık davranmakla birlikte, dış sükfuıetin çerçeveleri dı şına çıkmıyordu. Bu arada Meclis'in gizli oturumlarında şiddetli tartışmalar oluyordu. Sağcı muhalefet durmadan· hükümete saldırıyordu. Meclis kapılan, hiç beklenmedik bir sırada geniş halk yığınlarına açılınca, Rauf Bey' in Lausan ne Konferansı üzerine yaptığı konuşma sırasında, muhale fetin oturduğu yerden yaptığı bağırmalarla, hükümetin ve Mustafa Kemal Paşa'nın Musul ve boğazlar meselesinin çö zümlenmesinde uyguladığı politikadan hoşnutsuzluğunu nasıl belirttiğine tanık olduk. Meclis'te Musul meselesinin müzakeresi, Kürt millet vekillerinin konuşmalarıyla daha da karışık bir hal alıyor du. kürt milletvekilleri, çoğu Trakyalı ve Batı Anadolulu olan hükümet üyelerine, kendilerine ve Güneydoğu bölge lerine ihanet etmekle sitem ediyorlardı. Muhalefet, bu du rumdan, Kürt milletvekillerini kendi saflarına çekmekte yararlandı. Kürt Milletvekilleri; " Siz Trakya'yı ele geçir mek için Musul 'u dünden vermeye hazırsınız" diyorlardı. Meclis 'teki muhalefetin biraz da coğrafi duruma göre ku rulduğunu, doğulu milletvekillerinin muhalefetin çoğunlu ğunu teşkil ettiğini de söylemeliyiz . . Mustafa Kemal Paşa, bir gün bana, Curzon'un Musul petrolleriyle kişisel ilgisi olduğunu söylemişti. Curzon'un kendisi "Türkish Oil" şirketinin ortaklanndanmış. Abdül hamid bir zamanlar Musul petrollerinin sahibiymiş. Abdül hamid 'in varisleri kendi haklarını Amerikalılara devret mişler.. Birleşik Amerika: " Standard Oil"in menfaatlerini savunuyormuş. Amerika temsilcisi Chaild, Musul'un "açık kapılan" olması gerektiğini söyledi. Mustafa Kemal:
223
- Musul İngilizler için, Kürdistan' a en yakın bir bölge olarak çok önemlidir, dedi. İngilizler Musul 'u, belli bir ta kım amaçlar için ellerinde bulundurmak isterler. Çünkü Musul, Sovyetler Birliği 'ne İran'a en yakın bir yol, Türki ye 'ye baskı yapmak için en uygun bir bölgedir. İsmet Paşa Musul' u geri alamadı. Bu konuda Türkiye yenilgiye uğradı.
KONFERANS HEYETİ İÇİN MÜCADELE Lausanne Konferansına hazırlık yapılırken, Lausanne' a gidecek heyetin başkanı kimin olacağı konusunda Türk hü kümeti içinde anlaşmazlık çıktı. Heyeti Vekile Reisi (Baş bakan) Rauf Bey, beraberinde danışman olarak İsmet Pa şa'yı götürmeyi düşünerek, bu mevkiye istekli bulunuyor du. Ama Rauf Bey Lausanne'a gönderilmedi. Rauf Bey' in Batılı devletlere olan sempatisini bilen ve her alanda onla ra taviz vermeye hazır olduğundan korkan Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey' in gönderilmesine kesin olarak karşı koy du. Bu düşüncesini "Nutuk"unda şu sözlerle belirtti: " ... Ancak Rauf Bey'in reisliği altında bulunacak heye tin, bizim için hayati önemi olan meselede başarılı olaca ğına güvenemiyordum. Rauf Bey'in de kendini zayıf gör mekte olduğunu hissediyordum." Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa konferansa heyetin başkanı olarak gittiği takdirde, kendisinden daha çok ya rarlanılacağını kesin olarak söyledi. RaufBey sabırla, keridi vakit ve saatinin gelmesini bek liyordu. O, yabancıların yardımıyla gerici padişah idaresi ni kurmayı, kendisini de diktatör ilan etmeyi düşünüyordu.
224
Lausanne' a gidiş, ona tamamıyla hareket serbestiliğini sağ layacaktı. Yunus Nadi Bey Meclis'te, RaufBey'in Meclis'in bir köşesine çekilerek, gizli entrikalarla, birtakım kişisel amaçlarını gerçekleştirmeye çalıştığını söylerken, bunu kasdetmiş bulunuyordu. RaufBey, Lausanne 'a gidecek heyetin kimlerden kuru lu olacağı konusundaki kombinezonlarına devam etti. Mus tafa Kemal Paşa "Nutuk"unda, bu meseleyi şu sözlerle be lirtmektedir: " . . . Rauf Bey, Heyeti Murahhasa meselesinde başladık ları tertip ve teşekküllere devam ettiler. Ben buna ehemmi yet verir görünmedim. . . Yusuf Kemal Bey'le görüştüm. Ona istifasını verdirdim. Lausanne' a gidişinden önce de İs met Paşa Dışişleri Bakanlığı 'na tayin edildi." Konferans sırasında Rauf Bey, İsmet Paşa'ya karşı bir sabotaj ve habersiz bırakma kampanyasına girişti: Paşanın sorularına ve telgraflarına uzun süre cevap vermedi. Onun gönderdiği bilgilerin hepsini Mustafa Kemal'e bildirmedi. Gönderdiği bilgilerin kimisini de değiştirdi. İsmet Paşa 'yı o hale getirdi ki, paşa bir başbakaıı olarak Rauf Bey'i atla mak ve özel bir şifre ile, doğrudan doğruya Mustafa Ke mal Paşa'ya başvurmak zorunda kaldı.
İSMET PAŞA LAUSANNE KONFERANSINDA Dışişleri Bakanı olarak İsmet Paşa ile yaptığım ilk ko nuşmamı, doğru hat üzerinden Çiçerin' e ulaştırdım. 3 1 Ekim 1922 tarihinde İ smet Paşa ile yaptığım üç buçuk sa atlik konuşmamda onun şu görüşlerini tesbit ettiğimi Çiçe rin' e bildirdim:
225
1 ) 30 Ekim tarihli direktiflerinizin ilk üç meselesine, be nim ricam üzerine İsmet Paşa, yazılı olarak şu cevabı ver di : "Boğazlar üzerine olan görüşümüz, Milli Misakta (* ) belirtilmiş ve ilan edilmiştir. Milli Misakta belirtilen istek lerden daha büyüğünü konferansta ileri süremeyiz . . . Biz konferansta, İstanbul'un ve Marmara Denizi'nin güvenli ğini sağlamak için gerekli olan tedbirleri müzakere edece ğiz. Biz bu konuda, Rus delegeleriyle bağlantı ve temas ha linde çalışacağız . . . Rusya'nın haberi olmadan hiç kimseye karşı hiçbir yükümlülüğümüz yoktur." İsmet Paşa, ilk meselenin, ya da, onun deyimiyle birinci konferansın sadece, Türkiye'nin kendileriyle savaştığı itilaf devletleriyle ve Yunanistanla barış antlaşması imzalamakla ilgili olduğunu; ikinci meselenin (İkinci konferansın) boğaz lar rejimiyle ilgili olduğunu, bunun müzakeresine Rusya'nın çağmlmış bulunduğunu gözönünde bulundurmakta idi. 2) Rusya'nın her iki konferansa katılması ve Türki ye'nin, Rusya'nın sınırsız olarak bütün kapsamı ile ve eşit haklarla konferansa katılmasını bir ültimatom ile istemesi konusunda İsmet Paşa, uzun tartışmalardan ve açıklama lardan sonra, kendi görüşünü, yazılı olarak şöyle formüle etti : "Türkiye, kendisiyle savaş halinde bulunan devletler le başlı başına barış antlaşması imzalamasını tabii sayar" . 3) Boğazlar rejimi konusunda İsmet Paşa şunları söyle di : "İleri sürdüğünüz boğazlar rejimi ile ilgili formül, Mil li Misakın ve Moskova sözleşmesinin sınırlarını Türki ye'den yana genişletmektedir. Biz, pek tabii olarak, bütü nüyle görüşlerinizi paylaşıyoruz. Ama, boğazların tahkimi (*) Burada Milli Misakın 4 'üncü maddesi not olarak verilmiştir.
226
konusunda konferansa sizin formülünüzü teklif edemeyiz. Çünkü Batılı devletler bunu, boğazlan kapamak isteği ola rak anlayacaklardır. Bu ise bizim için elverişsiz bir durum yaratacaktır. Gerçekte boğazın iki yakasını elimizde tut makla, tahkim etmeden de, kendi gücümüzle, tabii savaş ge milerini sokmamakla, boğazların serbestliğini sağlayabili riz. Boğazların Stationaire(*) lerle korunmasına gelince: bu ancak, Marmara Denizi'yle İstanbul'un güvenliğini tehli keye sokmamak şartıyla olabilir.. " İsmet Paşa'ya şöyle bir soru sordum: Konferansta, Ka radeniz devletlerinden biri, itilaf devletlerinin tekliflerinin tersine olarak, Karadeniz'e çıkış yerine kendi muhafız ge milerini koymak isteğini ileri sürerse ne olur? Bu soruma karşılık İsmet Paşa, kendi görüşünü değiş tirerek şöyle bir cevap verdi: "Boğazlar arasında savaş ge milerininbulunmasına izin verilemez. Çünkü bu durum, Marmara Denizi'yle İstanbul'un güvenliğini tehlikeye so kabilir. Konferansta, yukarda adı geçen bölgelerin güven liliğini sağlama biçimi konuşulacaktır." Tahkim edilen boğazların güvenliğinin nasıl sağlanabi leceği soruma da, İsmet Paşa: "Bu imkanı her zaman bu labiliriz" cevabını verdi. Daha sonra İsmet Paşa şunları söyledi: "Türkiye, boğaz lar konusunda Rusya'nın bilgisi olmadan hiçbir adım atma yacaktır." 4) Konferansta boğazlar konusundaki görüşmelere kim lerin katılacağı meselesinde İsmet Paşa'nın kesin görüşü şöyleydi: Konferansa katılan bütün devletler ve müttefik leriyle birlikte Rusya. (*) İsmet Paşa, Stationaire deyimiyle, limanlarda muhafaza ödevini gören gemileri kastetmektedir. S.I. Aralov. .
227
·
Türk hükümeti, konferansa çağınlan bütün devletleri, yani Batılı itilaf devletlerini, Moskova sözleşmesine ve Uk rayna ile imzaladığı dostluk andlaşmasına göre, " Kıyı" devletleri ve ilgili devletler kapsamına sokmaktadır. 5) Türkiye ile öteki devletler arasında barış antlaşması im zalanması için toplanan konferansa, Rusya'nın katılması me selesinde İsmet Paşa düşüncelerini şöyle açıklamaktadır: Tür�iye, ancak kendileriyle savaş halinde bulunduğu devlet lerle barış antlaşması konuşmaları yapabileceğine göre, Türk hükümeti, Rusya'nın konferansa katılmasını mümkün göre memektedir. Rusya'nın barış konuşmalarına katılması, Tür kiye'nin bundan önceki, eski yan-sömürge durumuna düş mesine tekrar yol açabilir. O zamanlar bütün devletler, Tür kiye'nin alın yazısını çizerlerdi. Bunun içindir ki, Türkiye, Rusya'nın barış antlaşmasını imzaya katılmasını isteyemez. İsmet Paşa daha sonra bana şunları söyledi: - Sizsiz durumumuz daha zorlaşacak, ama böyle olma sı gerek. Biz bunu Mustafa Kemal'le konuştuk. Bu bizim ortaklaşa görüşümüzdür. Siz Gazi Mustafa Kemal 'i bilir siniz . . . O, Sovyetler Birliği ile ebedi bir dostluk taraflısıdır. Biz moralman sizin bizimle olduğunuzu hissedeceğiz ... Be ni anlamanızı rica ederim. Türk hükümeti kendisinin Lausanne Konferansı'na ka tılmasını önleyecek biricik engelin, gerici İstanbul hükü metinin bu konferansa katılması olduğunu görmekte idi. İsmet Paşa, İtilaf devletlerince böyle bir istek ortaya atıldığı takdirde, bunu reddedeceklerini ve konferansa git meyeceklerini kesin olarak söyledi. 5 Kasım 1 922 tarihinde, İsmet Paşa, görüşmelerimize devam etmek üzere elçiliğimize geldi. İstanbul 'un Padişah
228
hükümetinden kurtarılması dolayısıyla İsmet Paşa'yı teb rik ettim. İsmet Paşa, Türk hükümetinin İstanbul'daki müt tefik devletler temsilcilerine, Hamit Bey eliyle, ağızdan aşağıdaki notanın tebliğ edilmiş olduğunu bana bildirdi: " İstanbul'da idarenin Türkiye Büyük Millet Meclisihükü metine geçişi dolayısıyla Türk hükümeti, bundan böyle sos yal düzenin korunmasından ve işlerin doğru yürütülmesin den sorumlu bulunmaktadır. Türk hükürneti, Türk hüküme tinin tarafsız bölgeye kendi birliklerini sokmaması, ama, oralara izne bağlı olarak jandarma gücü göndermesi şartıy la, müttefik komutanlığından, İstanbul ve dolaylarının, müt tefik kuvvetlerince boşaltılmasını rica etmektedir." İsmet Paşa, İstanbul'da idarenin değişmesi dolayısıyla, Türk delegelerinin Lausanne'a, İstanbul üzerinden gitmek imkanını buldukfarını ve onların bu akşam hareket edecek lerini aynca bana bildirdi. İsmet Paşa ile bu buluşmamızda, İstanbul'daki Rus mül tecileri meselesini de konuştuk. Son zamanlarda, Batılı ga zetelerde, İstanbul'daki Rus mültecileri meselesinin tartı şıldığını, İtilaf devletlerinin bu meseleyi önümüzdeki kon feransta bir görüşme konusu yapmaya hazırlandığını Paşa ya söyledim. Türk hükümetinin bu meseleyi İtilaf devlet leriyle görüşmeye razı olmayacağı inancını belirttim. Çün kü bu meselenin, sadece Türkiye ile Rusya'yı ilgilendirdi ğini ve onların ise, bunu kendi aralarında görüşerek çö zümleyebileceklerini sözlerime ekledim. İsmet Paşa, be nimle bir düşüncede olduğunu söyledi ve kendilerinin, Rus ya'sız bu meseleyi görüşmeyeceklerine beni temin etti. Ko nuşmamız, İsmet Paşa' nın Lausanne 'a gidişi münasebetiy� le karşılıklı başarı dilekleriyle sona erdi.
'..:29
YİNE RAUF BEY ÜZERİNE
Yukarda da söylendiği üzere, İsmet Paşa'nın gidişinden sonra, bütün meseleleri Rauf Bey 'le çözümlemek gereklili ği doğdu. Birkaç ay süresince işlerimi onunla çözümlemek zorunda kaldım. Ben, daha baştan beri, Rauf Bey 'in Mus tafa Kemal'e karşı olduğundan, gerici İstanbul hükümetine bağlılığından, İngilizlerle ilişkisi bulunduğundan ve Sovyet Rusya'ya karşı düşmanca davrandığından şüphe ediyordum. Mustafa Kemal Paşa'nın "Nutuk "u yayımlandıktan sonra, şüphelerimin ne kadar yerinde olduğu anlaşılmıştır. Musta fa Kemal Paşa bu konuda bana şunları anlatmıştı: - Meclisteki muhale fet grubu saldınya geçti. Başbakan lık için RaufBey'i ileri sürdü. Nitekim bunda haşan da sağ ladı. Muhalefetin gizli niyetlerinin farkında idim. Böyle olmakla birlikte, RaufBey'i çağırttım. Meclis çoğunluğu nun kendisini Başbakan olarak seçmek eğiliminde olduğu nu, benim de aynı şeyi düşündüğümü bildirdim. Rauf Bey önceleri biraz nazlanır gibioldu. Ama, sonunda Başbakan lığı ( Heyeti Vekile Reisliği-Bakanlar Kurulu Başkanlığı) kabul etti. 12 Temmuz 1922 tarihinden 4 Ağustos 1923 ta rihine kadar da bu mevkide kaldı. Rauf ve Kara Vasıf ( İttihatçı, RaufBey'in arkadaşı) bey lerin, Fransız temsilcisi Mougin'le yakınlıkları vardı. Daha ilk gününden beri, muhale fet blokunun kurulmasında, ida resinde, pekiştirilmesinde, ikisi elele vererek çalıştılar. Ama Rauf Bey, resmi olarak parlamentodaki "ikinci grup"a gir medi. Mustafa Kemal taraflısı olarak görünmeyi tercih etti. Bu durum böylece, üç yıl sürüp gitti. Ama, eninde so nunda RaufBey rengini belli etmek zorunda kaldı. Ama bu230
nu, kendisinin söylediği gibi "artık sizinle birlikmişim gi lli davranmaya imkan olmadığı" zaman yaptı. Rauf Bey, bu iki yüzlü politikasını, Sovyetler BirliğiElçiliği ile ve kişi sel olarak benimle olan ilişkilerinde de gösterdi. Benimle buluştuğu zamanlar, daima Sovyet-Türk dost luğundan söz eder ve kendisinin, doğunun emperyalizme karşı mücadelesinden yana olduğunu resmi bir eda ile bil dirirdi. Düşüncelerini şu sözlerle belirtmişti. - Ben ve hükümetim, doğu halklarının emperyalizme karşı yaptıkları savaşın bitmediğine, yeni yeni başladığına inanıyoruz. Bundan ötürü de bizim Sovyetler Birliği ile olan dostluğumuzun, her zamandan daha samimi, daha sağ lam olması gerekmektedir. Onun bu tiradı çok iyi hatırımdadır. Bu tiradda, Albay Mougin'in teşvikiyle, kendisinin de gizlice parmağı olan, elçiliğimizin yakılışından ötürü, bir yerinme sezmiştim. Rauf Bey, gösterişli, yakışıklı, uzun boylu, genç görü nüşlü, kırpık bıyıklı, iri siyah gözlü bir adamdı. Ağır ağır, ama meydan okuyan, yüksek bir tonla, özellikle kendisiy le uyuşmadığı zamanlar, karşısındakini küçümseyen bir tonla konuşurdu. Meclis'te ise iş değişirdi: Mustafa Kemal bulunduğu zamanlar, her zamanki askerce duruşunu he men kaybeder, büzülür, kölece eğilirdi. Bakışları, bütün yüzü, inanılmayacak bir çabuklukla değişir, siması, saygı lı, dalkavukça bir alçak gönüllülük görünüşünü alırdı. Mec liste konuştuğu sıralarda, ikiyüzlülüğünü açığa vurarak, oturdukları yerden ona sataştıkları zaman, karşıtlarına özel likle Yunus Nadi'ye, nefret dolu bir bakış fırlatırdı. Bir kez işleri ve davranışları üzerine açıklamalarda bulunmaya alış madığını ve niyeti de olmadığını bağırarak söylemişti. A23 1
ma hemen, yüzündeki sert görünüşü silerek, Türkiye Bü yük Millet Meclisi 'ne ve Mustafa Kemal Paşa'ya olan bağ lılığından, sevgisinden söz etmeye başlamıştı. Rauf Bey soyca Çerkez'di. Babası Kabarda'dan Türki ye'ye göç etmiş ve Abdülhamid' in gözdelerinden olmuştu. Ra
uf Bey, Kafkasyalı olduğunun söylenmesinden hoşlanmazdı. Mustafa Kemal Paşa, sonralan "Nutuk"un bir yerinde, Rauf Bey'den ve bütün muhaliflerden şöyle söz etmişti: "Cumhuriyet" sözcüğünü söylemekten bile çekinenlerin, Cumhuriyeti, doğduğu gün boğmak isteyenlerin kurdukları partiye "Cumhuriyet" ve hem de "Terakkiperver Cumhuriyet" . adını vermeleri, nasıl ciddi ve ne dereceye kadar samimi sayı labilir?. .. Hadiseler göstermiştir ki "Terakkiperver Cumhuri yet Partisi" programı, en hain dimağların mahsulüdür" . Mustafa Kemal, konuşmasının bir başka yerinde şunla rı söylemektedir. "Acaba Rauf, Çerkes Ethem ve Çerkes Reşit gibi adamların bize karşı böylesine şiddetli davranış larını harekete getiren din sevgisi midir? " Burada Mustafa Kemal, RaufBey'le geçici asileri, Çer kes Ethem'le Çerkes Reşid'i bir çuvala koyuyordu.
BOGAZLAR MESELESİ
1 922 yılı Kasım ayının sonunda, aramızda geçen bir ko nuşmada, Rauf Bey yine, kendisinin Rusya'nın en samimi bir dostu olduğuna beni inandırmaya çalıştı. Bunları söy lerken gülümsüyor ve iki yüzlü bir eda ile elini göğsüne bas tırıyordu. RaufBey bir süre sustuktan sonra, birdenbire, zor farkedilebilen alaycı bir tonla: - Sizin deniz işleri danışmanınızın Bizim Milli Savunma
232
Bakanlığı Deniz işleri şubemizin başkanına İtilaf devletleri ne karşı Boğazlar'ın savunma imkanını ve yollamıı birlikte incelemelerini niçin teklif ettiğini bana açıklamanızı rica et mek istiyorum, dedi. Bunun ne anlama geldiğini, bunu nasıl anlamak gerektiğini bana açıklamanızı rica edeceğim. Kendisine, düşman filosunun bir saldırısı karşısında, li manlarıyla birlikte, Karadeniz kıyılarının, hemen hemen sa vunmadan yoksun olduğuna ve Rusya'nın ekonomik haya tının her an ciddi bir tehlike ile karşılaşabileceğine göre, Sovyetler Birliği'nin, en aşağı Türkiye kadar Boğazlarla il gilendiğini söyledim. Aynca Sovyetler Birliği, Dost Türki ye'nin güçlü oluşuyla ve Boğazlar'ın, onun bütün egemen lik haklarını yerine getirmesini sağlayacak biçimde elinde oluşu ile de ilgilidir. Sovyetler Birliği, ne İngiltere' nin Bo ğazlar'da bir egemenlik kurmasına, ne de İngiltere'nin kont rolü demek olan Birleşmiş Milletler'in Boğazlar'da bir kont rol kurmasına hiçbir suretle razı olamaz . . . Çarlık hükümetinin, yüzelli yılı aşkın bir süre ile Bo ğazlan ele geçirmeyi, ya da başka devletlerin filolarına ka palı kalmak şartıyla, Karadeniz'deki Rus savaş gemilerinin serbestçe Boğazlar'dan geçmesini amaç edinen aktifbir po litika güttüğünü RaufBey'e hatırlattım. Bu yüzden birçok kan akıtılmıştı. Boğazlar'ın Rus savaş gemilerine açılma sının başlıca düşmanı İngiltere idi. İngiltere, Rus savaş ge milerinin Akdeniz' e sızmalarına karşı idi. İngiliz hüküme ti Türkiye'yi bir koç başı olarak kullandı. İngiltere, kendi çıkarlarını Türk halkının kanıyla savundu. Yeni bir devrin geldiğini, RaufBey'e hatırlattım. Ekim Sosyalist İnkılabı, saldırgan politikasıyla birlikte çarlığı ta rihin çöplüğüne fırlatıp atmıştı. Sovyetler Birliği barışçı bir
233
yaşayışa yalnız kendisi için erişmemişti. O, bütün milletle rin ebedi barışa kavuşmaları için açık bir mücadele yürüt mektedir. Bunun için Sosyalist devletin gizli birtakım ni yetler beslediğinden şüphe etmek manasızdır. Biz Boğaz lar' ın, Türkiye'nin elinde olmasını arzu ediyoruz, ama biz, Türk halkı için saygılı bir barış istiyoruz. Boğazlar'ın, mil letler arasında bir anlaşmazlık sebebi olmasını istemiyoruz. Boğazlar'ın, ülkeler arasında serbest ticarete hizmet etme sini istiyoruz. Özellikle bunun için, savaş gemilerinin Bo ğazlar'dan geçişine engel olunmasını istiyoruz. - Son yıllar içinde, Alman, İngiliz, Fransız gemilerinin Karadeniz'e nasıl girdiklerini, Sovyet ve Türk halkına na sıl ölüm yağdırdıklarını, limanları işgal edip nasıl yağma cılık ve zorbalıklar ettiğini hatırlayınız, dedim. Bunun için dir ki biz Türkiye'yi, ortaklaşa çabalarımızla Boğazlar'da barışçı bir yaşayış sağlamaya b9ylesine ısrarla çağırıyoruz. Bir gün gelecek, barış bütün dünyada egemen olacaktır; iş te o zaman savaş gemileri olmayacaktır. O günler gelince ye kadar, ikimizin, ortaklaşa, kendimizi emperyalistlerin saldırısından korumamız gerekmektedir. Eğer Türkiye kon feransta Boğazlar sorununu istenilen biçimde çözümleye mez ve haklarını düşman filosuna karşı korumak zorunda kalırsa, Sovyetler Birliği, eskiden olduğu gibi, şimdi de Türkiye'ye elinden gelen yardımı yapacaktır. İşte bunun içindir ki, Sovyet Hükümeti, Türkiye'nin ve Sovyetler Bir liği'nin Boğazlar'da ki ortaklaşa çıkarlarını dikkate alarak, Boğazlar'ın ortaklaşa savunması imkanlarını araştırmak üzere, Türk denizcilik makamlarıyla temasa geçmek için, bana Denizcilik İşleri danışmanını göndermiş bulunuyor. Hükümetlerimiz arasında, bununla ilgili bir anlaşma yap-
234
mak zorunluğu belirirse, bu konudaki düşüncelerimizi Mos kova 'ya bildirmek zorundayız. Rauf Bey, alaycı tonunu bırakarak, ciddi bir eda ile: - Şu halde ben de size apaçık bir soru sormak, sizden de açık bir cevap istemek zorundayım: Eğer konferans kesilir se, İngiltere bize karşı düşmanca bir harekete geçecektir. Bu hareket, herhalde İngiliz filosunun Karadeniz kıyılarına kar şı bazı davranışları halinde ortaya çıkacaktır. Bu takdirde, Sovyetler Birliği, açıkça bizden yana İngiltere'ye karşı çı kacak mıdır? İngiliz filosunun Karadeniz'e çıkmasına en gel olmak için bizimle birlikte Boğazlan savunacak mıdır? Hüküınetimden direktifalmadıkça, bu biçim konmuş bir soruya cevap veremeyeceğimi kendisine söyledim. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, İngiltere'niiı Karadeniz'de Türkiye'ye karşı düşmanca bir davranışı halinde, Sovyet ler Birliği 'nin, istilacıların Türk topraklarından bir bölümü nü işgal ettikleri zaman olduğu gibi, yine, Türkiye'ye yar dım etmek üzere bazı çarelere başvuracağı tabiidir. Rauf Bey: - İngiltere, Türkiye'ye karşı düşmanca bir davranışa giriş mek, bununla da Rusya'nın kişiliğinde yeni bir düşman ka zanmak konusunda çok uzak görüşlü bir politika gütmektedir. Bunun için İngiltere'nin , sizin yapacağınız yardıma göz yu macağını önceden söylemek mümkündür. Bunun için, konfe rans kesildiği ve İngiltere bize karşı düşmanca davranışlara gi riştiği takdirde, Rusya'nın bizimle birlikte Boğazlar'ın savun masına katılıp katılmayacağı sorusuna kesin bir cevap almak hükümetimiz için olağanüstü bir önem taşımaktadır. Rauf Bey bunları söylerken, yüzünün anlatımını ve ses tonunu izliyordum. Adeta kararsızca, kelimeleri arayarak, ağır ağır konuşuyordu. 235
RaufBey bu sözleri, Gazi Mustafa Kemal 'in emriyle, cid di olarak mı söylüyordu. Yoksa kendi inisiyatifiyle, kışkırtı cı bir amaçla mı söylüyordu? diye düşündüm. Belki de gizli efendilerinin direktifiyle bunları söylüyordu. Bu pek belli de ğildi. Bu sözlerin gerçek sebeplerini anlamak gerekiyordu. Rauf Bey'e, Türkler' in yiğitçe direnişinden ağızı yanan İngiltere'nin, yeni bir savaşa kalkışmasının çok şüpheli ol duğu cevabını verdim. Üstelik şu anda İngiltere, sadık müt tefiklerden yoksundu. Ama, savaş gemilerinin Marmara De nizi 'ne ve Karadeniz'e serbestçe girmelerinden yararlanan İngiltere'nin ve öteki İtilaf devletlerinin savaş gemileri, ge rek Türkiye'nin gerek bizim başımıza birçok dert açabilir. Düşüncelerimi geliştirerek sözlerime devam ettim: - Fransa'nın, İtalya'nın ekonomik ve politik çıkarları başkadır. Hatta İngiltere'nin kendisinde bile işçiler savaş is temiyorlar. Yunanistan demoralize olmuş bir haldedir. Tür kiye'nin ise, gücünü İngiltere'nin sınadığı ve bundan böy le silahlı bir mücadeleden vazgeçmek zorunda kaldığı dost ve sadık bir komşusu, Sovyetler Birliği var. Rauf Bey'in açık sorusuna gelince, öneminden ötürü, bunu Sovyet hükümetinden sormayı vaat ettim. Rauf Bey, bugünlerde İsmet Paşa'ya göndermek niye tinde oldukları yeni direktifleri hazırlarken, dikkate alabil mek için, gerek kendisinin gerek Türkiye'nin öteki hükü met üyelerinin, bu soruya elden geldiğince çabuk cevap ve rilmesini rica ettiklerini bildirdi. RaufBey'e, Paincare, Curzon, Mussolini arasında bir ön anlaşmaya varıldığından bilgisi olup olmadığını sordum. Ra uf Bey, bu konuda kendisinde güvenilir bilgi bulunmadığı nı, ancak, İngiltere ile Fransa arasında, Suriye ile Irak konu-
236
sunda bir anlaşmaya varıldığının kesin olduğu cevabını ver di. Üçlü anlaşmaya gelince, Poincare, Fransa'nm, Türki ye'nin zararına hiçbir davranışa katılmayacağını kesin ola rak İsmet Paşa'ya teminat verdiğim anlattı. İngiltere' nin La usanne Konferansı'ndaki durumuna gelince, Rauf Bey, İn giltere'nin bütün dikkatini, Türkiye'ye vermek niyetinde ol madığı, Musul meselesi üzerine topladığını bildirdi. Büyük Britanya İmparatorluğu, bütün devletleri Türkiye'ye karşı kı�kırtmıştı. Mali meseleleri ve kapitülasyon meselelerini bir komisyona havale etmişti, şimdi kendisi tamamıyla Mu sul meselesine eğilmiş, bunu Türkiye ile bir pazarlık konu su haline getirmeye çalışıyordu. İngiltere, Musul'a karşılık, Türkiye 'ye Karaağacı teklifediyordu. Eğer Türkiye bunu ka bul etmezse, İngiltere konferansı suya düşecek ve bunun so rumluluğunu da Türkiye'ye yüklemeye çalışacaktı. RaufBey, benimle Boğazlar meselesini konuştuktan he men sonra Lausanne konferansının Boğazlar' a ayırdığı ilk toplantısı üzerine bilgi verdi. Bu 4 Aralık 1922 tarihinde ol muştu. Rauf Bey İsmet Paşa'nın konuşmasından söz etti. İsmet Paşa konuşmasında, Milli Misak gereğince Bo ğazların her iki yakasının Türkiye'nin olduğunu söylemiş ti. Türkiye'nin istekleri şu noktalar üzerinde toplanmakta idi: Her türlü ani durumlar karşısında Boğazlar, İstanbul ve Marmara denizi için devamlı bir garanti sağlanması, Kara deniz' e çıkacak deniz kuvvetlerinin sınırlandırılması, Ka radeniz'de savaş gemi!erinin bulundurulmasının yasaklan ması, deniz ticaretinin serbestliği, İsmet Paşa, Marmara Denizi kıyılanndakı <ı,;k.:ri tedbirlerin, Anadolu ile Trak ya'nın savunması için zorunlu olduğundan, Marmara De nizi'nin Boğazlar kavramından çıkarılmasını istiyordu. İs237
tanbul ile Boğazlar'da , tersane ve dokların bulundurulma sına izin verilmeli idi. Rauf Bey'in söylediğine göre Curzon, İsmet Paşa'nın tekliflerinin çoğunu reddetmiş, tartışmalar başlamıştı.
YUNUS NADİ BEY VE BOGAZLAR MESELESİ Pek tabii olarak Boğazlar düşüncelerimizde yer alıyor ve bu konuda, hükümet üyeleriyle olduğu kadar Türk toplum adamlarıyla da aramızda pek çok konuşmalar geçiyordu. Yu nus Nadi Bey'le karşılaştığımda da, bu mesele söz konusu olmuştu. Yunus Nadi Bey'e bizim görüşümüzü açıkladım. Rusya, İsmet Paşa'nın, küçük tonajda da olsa, savaş gemile rinin Boğazlar'dan geçişine razı oluşunu, Milli Misak'tan ve Boğazlar'ın yalnız ticaret gemilerine açık oluşunu öngören Moskova sözleşmesinden bir ayrılma gibi görüyordu. Bunun la bağlı olarak ben, adı geçen vesikalarda savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçiş serbestliğinden söz edilmediğini, bundan da Boğazlar'ın savaş gemileri için kapalı olduğu anlamı çık tığını belirttim. Çünkü, ancak Boğazlar'ın savaş gemilerine kapalı kalışıyla ve Boğaz kıyılarının tahkimiyle, Milli Mi sak'ın İstanbul ve Marmara denizleri için istediği güven ve Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki kesin egemenliği sağlana bilirdi. Bununla, Rusya 'nın olduğu kadar Türkiye'nin de bü tün Karadeniz kıyılarının güveni sağlanabilirdi. Bu meselenin, Türkiye ile olan karşılıklı ilişkilerimiz de çok önemli olduğunu tekrarladım. Boğazlar meselesin de Rusya ile Türkiye'nin çıkarları birbirine uyuyordu. Rus ya bu konuda Türkiye'nin desteğini sağlayacağına güveni yordu. Bundan ötürüdür ki, Sovyet hükümetinin, İsmet Pa-
238
şa'nın, Boğazlar meselesinin konferansta daha ilk görüşül mesinde, savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçmesine razı oluşuna şaşması pek tabiidir. İsmet Paşa bu davranışıyla iti laf devletlerine, Rusya'nın Karadeniz kıyılarına kadar düş manca davranışlara girişmek imkanlarım vermiştir. Sovyet Rusya şimdi bütün Karadeniz kıyısındaki askeri güçlerini takviye etmek zorunluğunu duyacaktır. Yunus Nadi Bey, Türkiye'nin Boğazlar üzerine olan tek liflerinin Rus görüşü ile çelişmediğini, çelişmenin güya, an cak meselenin formüle edilişinde olduğunu, her iki durum da da, sonucun, iki devletin çıkarlarına uygun olacağını ba na anlatmaya koyuldu. Ve Türkiye'nin, Boğazlan kapamak isteğinde olduğuna beni inandırmaya çalıştı. Yunus Nadi Bey: - Türkiye, Milli Misak'a uygun olarak, İstanbul ile Mar mara denizinin gerçek güvenliğinin garanti altına alınma sını istemekte olup, bunun üzerinde kesinlikle direnecek ve hiçbir fedakarlıkta bulunmayacaktır, dedi. Türkiye'ye he nüz Boğazlar'ın ve Marmara denizinin güvenliğini sağla yacak hiçbir garanti teklif edilmiş değildir. Eğer böyle bir garanti verilecek olursa, Boğazlar'ın sahibi Türkiye olacak ve istediği zaman onları kapayabilecektir. Yunus Nadi Bey: - Bu şartlar altında, küçük tonajlı savaş gemilerinin Bo ğazlardan geçişinin hiçbir önemi olmayacaktır, diye anlat maya koyuldu. Boğazlar meselesinde iki çözüm yolu ileri sürülmüştür: Bunlardan biri müttefiklerin ileri sürdüğü çö züm yolu olup, Çanakka1 �'de Boğazların serbestliğini sağ layacak olan uluslararası bir garnizon kurulmasını öngör mektedir. Ötekisi ise, Türkiye'nin ileri sürdüğü çözün\ yo-
239
ludur. Birinci çözüm yolu, Türkiye için kabule şayan de ğildir. Bunun için Türkiye kendi ileri sürdüğü çözüm yo lunda diretmektedir. Eğer bu teklif kabul edilecek olursa, Türkiye' nin Boğazlardaki durumu güven altına alınmış ola cak, Moskova da kendi hesabına rahat edecektir. Yunus Nadi Bey sözlerini şöyle özetledi: - Biz gerçekte aynı amaca yönel�iş bulunuyoruz. Dün de ğilse bile muhakkak ki bugün, İsmet Paşa'nın Çiçerin'le ta mamıyla anlaşmış olduğuna inanıyorum. Bu konuşmamız süresince, Yunus Nadi Bey, Türk Hükü meti'nin, daima Sovyetler Birliği ile dostluktan yana oldu ğuna ve Rusya'nın çıkarlarına aykırı hiçbir teklifi kabul et meyeceğine, kesinlikle beni inandırmaya çalıştı. Yunus Na di Bey daha ileri giderek, kendi görüşüne göre, bu dostlu ğu, Türkiye ile Rusya arasında askeri bir antlaşma imzala mak yoluyla, daha da güçlendirmek gerektiğini de söyledi.. Yunus Nadi, Türkiye ile İtilafdevletleri arasındaki görüşme ler kesilirse, Rusya'mn tutumunun ne olacağım ve Türkiye'nin yanında yer alıp almayacağını bana sordu. Konuşmamızın so nunda da, Lausanne konferansının barışçı bir sonuca varıp varmayacağının henüz belli olmadığını; ama, Türkiye'nin, milli misakta belirtilen bütün isteklerinin yerine getirilmesin de direneceğini, olmazsa, yeniden savaşacağını söyledi. Milletvekili, ünlü bir gazeteci aynı zamanda Mustafa Ke mal 'in arkadaşı olan Yunus Nadi, Türkiye'nin bütün ulus lararası meselelerini, özellikle Lausanne konferans işleri ni çok iyi biliyordu. Onunla olan ikinci konuşmamız, Cur zon'un Fransa'ya karşı durumuyla ilgili olup, benim için enteresan ve önemli idi. Bu konuşmayı burada kısaca an latacağım.
240
Yunus Nadi Bey: - Curzon, Türkiye'ye karşı bir cephe kurmayı teklif ede rek Fransa'ya kur yapmaktadır. Böylelikle, Fransa'nm Tür kiye üzerindeki etkisini yok etmeye ve Ankara sözleşmesi ni kaldırmaya çalışmaktadır. Bilindiği üzere Franklin Bouil lon İngiltere'nin haberi olmadan genç Türkiye ile bir söz leşme imzalamıştı. Fransa, bu sözleşme ile ordusunu Kilik ya'dan çekmiş ve savaşa son vermişti. Bu, doğrudan doğru ya İngiltere'ye indirilmiş bir darbe idi. İngiltere hükümeti, bunu protesto etmiş, küplere binmişti. Briand, çok yumuşak bir dille İngilizlere cevap vererek, Türkiye ile imzalanan sözleşmenin sadece, Türk - Fransız ekonomik ilişkilerine de ğindiğini, Fransa'nın, tam tersine, Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nden uzaklaşmasını sağlamaya çalışmakta İngilte re'ye ve bütün İtilaf devletlerine yardım ettiğini bildirmişti. Yunus Nadi, daha sonra, Curzon'un, Fransız alacaklarını, kapitülasyonları kaldırtmamak için kışkırttığını sözlerine ekledi. Bu arada Curzon'un, Fransa'nın haberi olmadan giz lice Türkiye ile Sevres Andlaşması 'nın kaldırılması için mü zakerelere giriştiğini, İngiltere'siz Kilikya meselesinin çö zümlenemeyeceğini, Türkiye, Boğazlan savaş gemilerine açtığı takdirde, İngiliz hükümetinin, Kilikya'nın Türkiye'ye geri verilişini kabule ve başka meselelerde yardıma hazır ol duğunu söylediğini anlattı. Curzon, bu müzakerelerde kapi tülasyon işinde ve mali meselelerde, Fransa ile yaptığı mü cadelede Türkiye'ye yardım etmeye razı olduğunu ve bun dan sonra da razı olmakta devam edeceğini bildirmiştir. Yunus Nadi: - Curzon için iki mesele önemlidir, dedi, biri Boğazlar, ötekisi de Musul petrolleri. İngiliz delegasyonu, bu iki me-
241
selede elverişli bir çözüm yoluna ulaşmak amacıyla, öteki meselelerde manevra yapmaktadır. Yunus Nadi, son söz olarak şunları söyledi: - Rauf Bey'in yüze gülücü sözlerinin dış "inandıncılı ğı"na kanan karşı gruptan bazı kişiler, İngilizlerin suyuna gitmek eğilimini gösteriyorlardı ama, Mustafa Kemal on ların bu düşüncelerini fark etmekte gecikmedi. RAUF BEY'LE KONFERANS ÜZERİNE KONUŞMALARIMIZ
14 Aralık 1 922 tarihinde Rauf Bey'le tekrar buluşunca, İsmet Paşa'nın, savaş gemileriniıı Boğazlardan yalnız ba rış zamanlarında değil savaş zamanında da geçmesine razı olduğu doğru mu? diye sordum. Rauf Bey, Türk hüküme tinin, şu ana kadar bu konuda İsmet Paşa 'dan hiçbir bilgi almadığı cevabını verdi. Rauf Bey'den, Lausanne'daki Türk delegelerinin -Milli misaka olduğu kadar Moskova sözleşmesinin 5 ' inci mad desine de aykırı olan savaş gemilerinin Boğazlardan geçi şi konusundaki görüşlerini öğrenmek için birkaç kez bu me seleye döndüm. Raufcevap olarak bana şunları söyledi: Curzon, İsmet Pa şa 'dan, Boğazlar üzerindeki tarihi anlaşmazlıkla ilgili Türk programını ayrıntılı olarak anlatmasını istemiş. Ama İsmet Paşa, milli misaktaki prensiplerin, yani Boğazların, İstan bul 'un ve Marmara Denizi 'nin güvenliğine zarar vermeden dünya ticaretine açık olduğu durumunu ona tekrarlamakla yetinmiş. İsmet Paşa bu görüşünden ayrılmamaktadır. Rauf Bey sözlerine şunu ekledi: 242
Görüyorsunuz ya, bizim Heyet Başkanı milli misak prensiplerinden ayrılmıyor, Curzon'un yeni birtakım saldı rılarına fırsat vermemek için de ayrıntılara girmiyor. - Bana öyle geliyor ki dedim, İsmet Paşa, milli misakta Boğazlarla ilgili olarak belirtilen görüşleri -hatta küçük to najdaki savaş gemilerinin bile Boğazlardan geçişinin bü yük bir tehlike olduğunu anlatarak- pratik bir takım teklif lerle destekleseydi daha iyi olurdu. Rauf Bey aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu: Müttefik lerce İstanbul'un güvenliğini sağlayacak garantiler teklif edilmedikçe Türk Hükümeti hiçbir cevap vermeyecekmiş. Ancak bu garantilerin incelenmesinden sonradır ki, Türk hükümeti, bu garantileri tatmin edici bulup bulmadığına gö re, bir karar verebilirmiş. Rauf Bey düşüncelerini anlatmakta devam ederek: - Türkiye, savaş gemilerinin Boğazlardan geçip geçme yişiyle değil, sadece, İstanbul'la Marmara Denizi'nin gü venliğiyle ilgilenen milli misaktan zerre kadar ayrılmaz, de di. Moskova sözleşmesi de bu konuya değinmekte, sadece Boğazlarla ilgili meselenin, Boğazlarla ilişkisi olan devlet lerin katılacağı bir konferansta çözümlenmesini öngörmek tedir. Rusya'nın da katıldığı böyle bir konferans şu anda za ten toplantı halindedir. Rauf Bey sinirli sinirli sordu: - Kuzum siz bizden ne istiyorsunuz? Boğazlar konusunda Türkiye ile anlaşarak hareket etmek istiyoruz, dedim ve Rauf Bey'den, Lenin'in, 1 922 yılı Ekim'inde, İngilizce "Observer" ve "Manchester Guardi an" gazeteleri muhabirlerinin sorularına verdiği cevabı oku yup okumadığını sordum. Rauf Bey okumadığını, ancak Sovyet Hükümeti Başka nının bu röportajını duyduğunu söyledi. · �
243
Bunun üzerine ben kısaca, Lenin' in verdiği cevapların ana çizgilerini kendisine anlattım. Lenin gazete muhabirlerine şunları söylemişti: "Boğazlarla ilgili olarak bizim programı mız (tabii şimdilik, yaklaşık olarak) şu esaslan taşımaktadır: Birincisi: Türk milli isteklerinin yerine getirilmesi ... İkincisi: Bizim programımız, Boğazların, gerek barışta, gerek savaşta bütün savaş gemileri için kapalı olması teme line dayanmaktadır. Bu, sadece, topraklan Boğazlara biti şik olan devletlerin değil, bütün devletlerin, doğrudan doğ ruya en yakın çıkarlarıdır. Üçüncüsü: Boğazlarla ilgili bizim programımız, deniz ti caret filolarının tam bir serbestliğini savunmaktadır. Muhabir Farbman'ın; Rus hükümetinin, Boğazların Mil letler Cemiyeti 'nce kontroluna razı olup olmadığı sorusuna Lenin şu karşılığı vermiştir: "Milletler Cemiyeti ... Ayrılmaz bir biçimde Versailles Andlaşmasına öylesine bağlı .. millet lerin gerçek hak eşitliğini kurmaya benzer, herhangi bir dav ranıştan öylesine yoksundur ki ... Bizim, Milletler Cemiye ti 'ne karşı olumsuz davranışımız, herhangi bir yoruma ihti yaç göstermeyecek kadar bana açık görünmektedir." Biraz daha fazla ilgi göstererek, İsmet Paşa'nın, Çiçe rin'in 4 Aralık günü konferansta yaptığı konuşmayı Rauf Bey'e bildirip bildirmediğini sordum. Rauf Bey, İsmet Pa şa'nın bunu, ama çok kısa olarak, bildirdiğini söyledi. Bu nun üzerine ben, o sırada Moskova'dan almış olduğum bu konuşmayı kendisine anlattım. ÇİÇERİN'İN LAUSANNE'DAKİ KONUŞMASI Sovyetler Birliği Dışişleri Komiseri konuşmasında, Sov yetler Birliği hükümetinin ve yakın doğudaki müttefikle rinin, dış politikalarının başlıca amacının, dünya barışını
244
kurmak ve bunu güçlendirmek olduğunu söyledi. Sovyet ler Birliği'nin, Lausanne konferansının bütün çalışmaları na katılmayı istemesi bundan ileri gelmektedir. Bu istekler yerine getirilmemiştir. Bundan ötürüdür ki, Sovyetler Bir liği, Ukrayna ve Gürcistan delegeleri, kararlarına katılacak ları meselelerde, aşağıdaki başlıca iki düşüncenin gerçek leştirilmesine çalışacaklardır: 1 ) Rusya ile müttefiklerine, öteki devletlerin durum ve haklarına eşit bir durum ve hak sağlamak. 2) Rusya'nın ve müttefiki olan cumhuriyetlerin, başka ül kelerle ticari ilişkilerinin serbestliğinin sağlanması, top raklarında barış ve güvenliğin korunması. Rusya - Ukrayna - Gürcistan delegeleri, şimdilik şu aşa ğıdaki başlıca görüşler üzerinde durmayı zorunlu görmek tedirler: Karadeniz Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakka le Boğazı, deniz ticaret filoları ve savaş dışı gemileri için kesinlikle ve hiç bir sınırlandırmaya bağlı olmayarak ser best olmalıdır. Karadeniz'de olduğu kadar yakın doğuda da barışın korunması, Karadeniz kıyılarının güvenliğinin sağ lanması, İstanbul güvenliğinin sağlam bir garantiye bağlan ması. Bu ise, hem Karadeniz hem Çanakkale Boğazı 'nın gerek barışta gerek savaşta devamlı olarak, Türkiye müs tesna, bütün devletlerin savaş gemilerine ve savaş uçakla rına kapalı kalması demektir. Karadeniz Boğazı'yla Ça nakkale Boğazı'nın Türkiye'ye ait olduğu esasına dayanan Sovyet Rusya ile müttefikleri, her milletin egemenlik hak larına saygı gösterdikleri için, Türk halkının kendi toprak larında ve sularında, en geniş anlayışla egemenlik hakları nı kurmalarını bu haklarını korumalarını ısrarla istemekte dirler. Aynca, Sovyetler Birliği ile müttefikleri, Türk hü245
kürnetinin gerçek anlamda Boğazlarla Marmara Denizi'ni koruyabilmesi, ancak kıyılarını tahkim etmek ve silahlan dırmak haklarının kendisine verilmesiyle, bir savaş filosu na sahip olmakla ve Boğazlarla Marmara Denizi 'nin savun-,. masında gerekli bütün savaş vasıtaları bulundurmakla mümkün olabileceğine inanmaktadırlar. Boğazların savaş gemilerine kapatılması, bütün devletler arasında eşitlik prensibine de uymaktadır. Bunun tersi, Boğazların, savaş gemilerine açık tutulması; en güçlü deniz devletinin kayı rılması anlamına gelir. Emekçi halkı korumak ve barışı güçlendirmek amacını güden, bütün saldın ve savaş niyet lerinden, başka milletlerin özgürlüklerine tecavüz emelle rinden uzak olan Sovyetler Birliği, İstanbul'u Rusya'ya peşkeş çeken bütün anlaşmaları, hiçbir çıkar karşılığı ol madan bırakıp atmakta, böylece Türkiye'ye, kendi varlığı nı başarılı olarak savunmak imkanını vermektedir. Sovyet ler Birliği, aynca, bununla, Akdeniz kıyısı devletlerini de, Çarlığın asırlık ihtiraslarından kurtarmaktadır. Daha sonra Çiçerin, Boğazların Rusya için olan ekono mik önemi üzerinde durdu. Mesela, 1 9 1 O yılında Rusya'nın tahıl ihracatının %70'i Boğazlar üzerinden yapılmıştı. Çiçerin, İtilaf devletlerinden gelebilecek tehlikelere mi sal olarak Odesa'mn, Nikolayev'in, Kerson'un, Sivasto pol'un, Batum'un ve Karadeniz kıyısındaki başka liman ların işgal edilişini ileri sürdü. İtilaf devletleri aynca, De niken'in ve Vrangel'in beyaz ordularım da, kendi savaş ge mileriyle desteklemişlerdi. Çiçerin: - İstanbul 'un güvenliği de, Boğazların savaş gemilerine kapanmasına bağlıdır, dedi. ·
246
Curzon, Çiçerin'in konuşmasına cevap vererek, becerik sizce espriler yapmaya kalkıştı: Güya Rusya, Türkiye 'yi Bo ğazlarda kendi bekçisi gibi kullanarak, Karadeniz'i bir Rus gölü haline getirmek ve orada evi gibi davranmak istiyormuş: Curzon, aptalca esprilerine devam ederek: - Boğazların kontrolunu, geçmişte bu ödevini yapmakta kabiliyeti olmadığını gösteren yalnız Türkiye'yi bırakma lı; diyerek alaylarına devam etti. Hele, Panama Kanalı ile Süveyş Kanalı 'nda serbest re jim uygulandığını bir örnek olarak ileri sürmesi, gülüşme lere yol açtı. Kısaca, İngiliz temsilcisi, Boğazlarda öylesine bir düzen ku rulmasını istiyordu ki, Türkiye tamamıyla İngiltere'nin ege menliği altına girsin, İngiltere de Rus kıyılarında cirit atsın! . . Çiçerin, Curzon'un alaycı sözlerine sükunetle cevap ve rerek, düpedüz, Boğazlan ve Karadeniz' i ele geçirmek ça basını gösteren İngiltere'nin Avrupa ilerleyişi projesiyle karşı karşıyayız, dedi. Barışı parçalayan uyuşmazlıklar, ne yazık ki, böyle kombinezonlarla sürüp gidecek, Boğazlar da bunların savaş sahası haline gelecektir. Çiçerin sözlerine devam ederek: - Barış, askeri güçlerin yığınak yapmasıyla asla sağlamlaş maz ! . dedi. Yakın doğuda barış halinin biricik sağlam teme li, Türkiye 'nin özgürlüğü ve egemenliğidir. Sovyet teklifi ge çici bir kombinezonu değil, ama, bir zaferle yaşama hakkını kazanan Türk halkının haklarının korunmasını istiyor. Çiçerin, konuşmasının bir yerinde: - Tüccarca çıkarların, yabancı savaş filolarının varlığını istediği doğru değildir, dedi. Eğer Batılı devletler, ticaret gemilerini savaş gemilerinin eşliğinde bize gönderirken,
247
sömürgelerde uyguladıkları metodlan taklit etmek istiyor larsa, Sovyetler Birliği 'nin hak yerine kuvvet kullanılışına boyun eğeceğini sanmakla çok yanılıyorlar. Çiçerin, Cur zon'un Boğazlan Süveyş ve Panama kanallariyle kıyasla masına karşılık şu gerçekleri ileri sürdü: Emperyalist sava şın başlamasıyla beraber, Süveyş Kanalı hemen uluslara rası anlamını kaybetmiştir. Panama kanalı ise, uluslararası serbest geçiş isteği hiç dikkate alınmadan Amerika tarafın dan çok ağır tahkim edilmiştir. . Rauf Bey'e: - İşte, biz Boğazlar meselesinde, Lenin'in ortaya attığı, Çiçerin'in de konferansta açıkladığı bu prensiplere dayan maktayız, dedim. İstanbul'un, Marmara Denizi'nin ve Boğazlar'ın güven liğinin, her şeyden önce, savaş gemilerinin boğazlardan ge çişlerinin yasak edilmesine bağlı olduğunu bir kez daha işa ret ettim.Boğazların savaş gemilerine açılması, Karade niz 'de başka silahlanmaların artmasına ve sayıca artışına y ol açacak, Türkiye bir savaş çıktığı zaman, her seferinde, ister istemez, anlaşmazlığa karışmak zorunda kalacaktır. Sözlerine devem ederek: - Sovyet hükümeti, Boğazların, bizim savaş gemilerimiz için olduğu kadar başka devletlerin savaş gemileri için de, tabii Türkiye hariç, kapalı olmaları gerektiğini doğru bulmak tadır. Sovyet hükümeti bu konuda endişe etmekte yerden gö ğe kadar haklıdır. Çünkü Boğazların savaş gemilerine açık tutulması, Rus Karadeniz kıyılarının yolunu da düşman fi lolarına açmaktadır. Lausanne konferansında, Boğazlar me selesini incelemek üzere Eksperler Komisyonu kurulduğu za man, Sovyetler Birliği temsilcilerinin bu komisyona alınma248
dıklarını söyledim. Bu kulis arası bir pazarlığa benzemekte dir! Sovyet hükümeti bu komisyonda, Rusya'ya karşı her hangi bir karar alınmayacağı umudundadır. RaufBey, güya Eksperler Komisyonu'nu ilk defa duyduğu nu söyledi ve bütün bunları resmen ona bildirmemi rica etti, ancak bundan sonra bunu İsmet Paşa'dan soracağını vaadetti. Bu meselenin gazetelerde yazıldığını, bunu bilmemesi nin tuhafıma gittiğini ona söyledim. RaufBey anlattıklarımı hemen oracıkta not etti ve yanım da İsmet Paşa'ya bir telgraf yazarak çekilmek üzere İlgili lere verdi. Rauf Bey, bu arada, İsmet Paşa'nın, Çiçerin'le sıkı bir temas halinde olduğunu, tekrar tekrar belirtti. Son ra, bana, İsmet Paşa'dan almış olduğu bir telgrafı gösterdi. İsmet Paşa bu telgrafında, komisyonda boğazlar meselesi nin görüşüldüğünü, ama kendisinin, bu görüşmelerin bun dan sonra devamına karşı geldiğini ve Boğazlar meselesi ni görüşmek üzere bir alt komisyon kurulması için Çiçe rin'le birlikte bir nota verdiklerini bildirmekte idi. Bu du rumu Moskova'ya bildirmemin mümkün olup olmıyacağı nı sormam üzerine, Rauf Bey olumlu bir cevap verdi. Daha sonra, Rauf Bey, Birleşik Amerika, İngiltere ve Fransa arasında Musul petrolleri konusunda bir anlaşmaya varıldığını bildirdi. Bu anlaşmaya göre, bu üç devlete %75 oranında bir pay ayrılmış, geri kalan %25 pay da bu anlaş maya sokmayı başaracakları devlete verilecekmiş. RaufBey'le, 1 9 Aralık 1 922 tarihinde tekrar karşılaştım. Lausanne konferansının gidişi üzerine aramızda başlayan konuşmaya devam etme:� için kendisini ben arattım. Türk Başbakanıyla olan bu seferki konuşmamız 3 saat sürdü. Ra uf Bey fevkalade nazikti. Hatta konuşmamız, onun hesabı249
na çok nazik bir safhaya girdiği zaman bile, konuşması çok dostça bir ton taşımakta idi. RaufBey, Ankara ile Lausanne arasındaki kötü bağlantıdan, telgrafların büyük bir gecikme ile gelişinden ve kötü bir rast lantı olarak, en önemli telgrafların çok değişmiş bir halde ge lişinden, hatta, bunların tekrarını istemek zorunda kalışların dan yakındı. Daha sonra Rauf Bey, İsmet Paşa ile Çiçerin'in, boğazlar meselesini incelemek üzere bir alt komisyon kurul ması için, aynı anlamda, ayn ayn birer nota verdiklerini bil dirdi. RaufBey, bundan önceki görüşmelerimizde olduğu gi bi, bu sefer de, İsmet Paşanın, Rus delegeleriyle sıkı bir iş bir liği halinde hareket ettiğini açıkça belirtmeye çalışıyordu. Meseleyi açıkça konuşmaya karar verdim: - Sayın Başbakan, dedim, aramızda konuşma konusu olan "Eksperler Komisyonu" üzerine size bilgi vermekliğime izin vermenizi, rica ederim. Moskova'dan aldığım bilgiye göre, Eksperler komisyonundaki temsilcimiz 1 2 Aralık gü nü, hoşa gitmiyecek bir manzara ile karşılaşmış; dileğimiz itilaf devletlerinin Eksperler komisyonu üyeleriyle Türk üyelerini, itilafdevletlerinin projelerini Türk Projesine yak laştırmak için, gizli çalışırken yakalamış. Delegasyonu muz, olayı yazılı olarak protesto etmiş. Ama bu protesto dikkate alınmamış, eskisi gibi bir kulis arası çalışmadır sü rüp gidiyor. Mesele açıkça komisyonda, ya da alt komis yonda görüleceği yerde, bizim haberimiz olmadan, gizlice pazarlığa girişileceği yolundaki korkularımda ne kadar hak lı imişim! Hiç de güzel olmıyan bir durum çıkmış oluyor ortaya. Doğrusunu isterseniz, bunu hiç beklemiyorduk. Rauf Bey şaşırdı, ama pek çabuk kendini toparladı. Her zamanki gibi, Türk-Sovyet dostluğundan yana olduğuna 250
ve Avrupa'nın hiçbir zaman aramızı bozamayacağına be ni inandırmaya çalıştı. Ortaya attığım komisyon meselesi ne gelince, bunu da İsmet Paşa'dan soracağını söyledi. Türk hükümetinin boğazlar konusunda nasıl bir karar al dığına dair sorduğum sorulara da, RaufBey gülümseyerek, direnişimi çok iyi anladığını ve bunu çok tabii bulduğunu söyleyerek işi alaya vurdu ve: Sayın elçi, benim kendimin, yani Rauf Bey' in, bilmediğim bir şeyi benden öğrenmek istiyor, dedi. Rauf Bey, 1 0 bin tonu geçmeyen hafif tonajlı gemilerin boğalardan geçişinin "çok aşın bir şey" olmadığını, 1 . Dünya Savaşı'nda boğazların savunması tecrübesinin, esas lı kıyı tahkimatının yararsızlığını gösterdiğini tekrar anlat maya çalıştı. Son durumlar, Türkiye'yi, boğazların savun masını, hava akınlarıyla kolayca tahrip edilebilen esaslı tah kimata bağlanmaması zorunluğunda bırakmaktadır. Rauf Bey kesin olarak Türkiye'nin, savaş gemilerinin bo ğazlardan geçişine razı olmadığını söylememekle, Anka ra'nın buna razı olduğunu bana anlatmaya çalışmıştı. Rauf Bey, Ankara, savaş gemilerinin boğazlardan serbestçe geçi şine izin vermediği takdirde, Türkiye'nin, bütün dünya ka muoyunu karşısına alacağını sebep olarak ileri sürüyordu. SOVYET RUSYA DELEGASYONU'NUN TEKLİFİ
1 Ocak 1 923 tarihinde RaufBey'le yeni bir görüşmem ol du. Sovyet delegasyonunun, itilaf devletlerine bir kolaylık göstermek için Türkiye'nin çıkarlarına ve egemenlik hakla rına asla zarar vermeden, bazı fedakarlıklarda bulunduğunu, İsmet Paşa'nın kendilerine bildirip bildirmediğini sordum. 251
Sovyet delegasyonu, denizaltılar hariç olmak üzere, hafifto najlı gemilerin boğazlardan geçişine razı olmuştu. Bu durum, tamamıyla istisnai ve belli hallerde, Türk hükümetinin izniy le olabilecekti. Ben, Türk delegelerinin, itilaf devletlerinin boğazlar projesini onaylamaları dolayısıyla, Rus delegeleri nin böyle bir fedakarlıkta bulunduklarını söyledim. Aynca RaufBey'e, Rus delegelerinin, Türkiye'nin Baş kanlığı 'nda olmak üzere, Karadeniz devletleri ile ilgili baş ka devletler temsilcilerinin katılacağı uluslararası bir kont rol komisyonu kurulmasını teklif edeceklerini haber ver dim. Bu teklif, boğazların kontrolünün Milletler Cemiye ti'ne verilmesini isteyen Curzon'un teklifine karşılık olmak üzere ileri sürülmüştü. Rauf Bey'e şöyle bir soru sordum: Lausanne konferan sı'yla ilgili haberlere göre, Türkiye'nin Amerika ile arası nın iyileştiğine inanmak gerekiyor. Bunun sonucu olarak, Türkiye, konferansta Amerika'dan bir destek görebilir mi? Rauf Bey, kaçamaklı bir cevap vererek, olağanüstü du rumdan yararlanan Amerika'nın sadece herkesi: İtalya'yı, Fransa'yı, İngiltere'yi Türkiye'yi aldatmakla vakit geçir diğini, ona güvenilemeyeceğini söyledi. Türk hükümetinin, Amerika'nın büyük kapitalistlerin den Chester'le yaptığı konuşmaları gören, Türkiye ile ilgi lenen Amerika'nın, böyle bir desteklemede bulunabilece ğine işaret ettim. Chester'le yapılan konuşmalara değinmem, RaufBey'i si nirlendirdi. Başbakan, sinirli sinirli, özel işlerle devlet işle rini hiçbir zaman birbirine karıştırmadığını, biriyle ötekisi arasında hiçbir ilişki olmadığını söyledi. Rauf Bey'in hiç bir şey söylemeyeceği apaçık olduğundan, artık bu konuya tekrar dönmedim, Rus-Fransız-Türk ilişkilerine geçtim. 252
Lausanne Konferansı'ndan önce, İngiltere'nin, Rusya ile Türkiye'nin arasını açmak amacıyla, Türk meselesi üzeri ne Rusya ile görüşmelere girişmek istediğini söyledim. Sovyet hükümeti İngiltere'ye, Türkiye'den habersiz hiçbir görüşmeye katılamayacağını bildirdi. Şimdi Fransa emper yalistleri Rusya'yı Türkiye'den ayırmaya çalışıyorlar. Ama hükümetimiz, bu konuda herhangi bir görüşmeyi tekrar reddetti. Dışardan görünen dostluk belirtilerine rağmen (başta "Temps" gazetesi olmak üzere Fransız basınından bir bölümünün Sovyetlerle dostluk kampanyası açması, He riot'nun Rusya'ya gelişi ve bunun gibi olaylar) gerçekte Fransa'nın İngiltere ile birlikte ortaklaşa bir cephe kurdu ğunu ve yaptığı flörtlerle Türkiye'yi Sovyetler Birliği 'nden ayırmaya çalıştığını kesin olarak biliyorduk. Sözlerime devam ederek: Türk ordusunun Yunan ordusuna karşı kazandığı parlak zafer, Fransa'yı yeni Türkiye'ye karşı güttüğü politikayı de ğiştirmek zorunluğunda bıraktı, dedim. Bununla birlikte, Türkiye'nin tam bağımsızlığı, Fransız emperyalistlerinin ekonomik ve politik çıkarlarına karşıdır. Fransız emperya listlerince ve Fransız hükümetince Türkiye'ye büyük yatı rımlar yapılmış bulunuyor. Bunun sonucu olarak Fransa, İn giltere ile olan uyuşmazlığına rağmen, birçok meselelerde onunla birlikte hareket etmektedir. Lord Curzon, Fran sa'nın, Türk-Yunan savaşındaki ihanetinden ötürü, ekono mik ve mali işlerin görüşüldüğü komisyonda Fransız dele gelerini Türk delegeleriyle çatıştırarak öç almaya çalışıyor. Bu komisyonda Fransız temsilcileri, kapitülasyon düzeninin korunmasını ve Fransızlara istisnai ve yeni imtiyazlar ve rilmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. İngiliz temscileri bu 253
konuda Fransızları desteklemiyorlar, buna karşılık Curzon, bütün gücünü boğazlar ve Musul petrolleri üzerine yoğun laştınnış bulunuyor. Sözlerimi not eden Rauf Bey, madde madde cevap verme ye başladı. llkin, Lausanne K�roeransı 'ndan önce, İngiliz hü kümetinin Rusya ile müzakere isteğinde bulunduğuna dair, hiçbir şey bilmediğini, elçiliğin de, bildiğine göre, güya bu konuda Türk hükümetine bilgi vermediğini söyledi. Ve he men arkasından, Litvinov Berlin'de iken, Curzon'un kendi sine gönderdiği mektubu kast edip etmediğimi sordu. Özellikle bunu kasdettiğimi ve Litvinov'un, zamanında bunu Türk hükümetine bildirmiş olduğunu söyledim. Bu nun üzerine Rauf Bey hemen konuşma konusunu değiştir di ve Türkiye'nin Fransa'ya dayanarak konferansa gittiği ni inkara koyuldu. - Türkiye belirli bir politika güdüyor, her dakika bunu de ğiştirecek değil, dedi. Türkiye, Rusya ile samimi olarak dostluk ilişkilerini sürdürmek istiyor, Anadolu sınırlan için deki Türkler arasında Rusya dostluğunu -bu halkın Rus ya 'ya olan davranışı çok iyi bilindiğine göre- propaganda ya ihtiyaç yok. ama, Rusya ve Kafkasya'daki Türkler ara sında, aynı şekilde davranmak suretiyle Rusya'ya karşı dostluk duygularım aşılamak gerek. Rauf Bey'e şu cevabı verdim: Türkiye ile dostluk ilişki leri kurmuyor diye, Rusya'ya asla sitem etmek mümkün de ğildir. Çünkü Rusya, Türkiye'nin en ağır günlerinde ona dostluk elini uzatmış bulunuyor. 1 5 Ocak 1 923 tarihinde, RaufBey'le, onun evinde yeni bir görüşmemiz oldu. Bu görüşme akşam saat 8'den gece on bir buçuğa kadar sürdü. Lausanne Konferansı 'ndaki Sovyet de254
legelerinin eksperler komisyonu toplantılarına sokulmadık larından haberi olup olmadığını Rauf Bey'den sordum ve ona, Çiçerin'in notaları ile konuşması üzerine bilgi verdim. - Sovyet delegelerinin haberi olmadan itilafdevletlerinin, boğazlar üzerine Türk delegeleriyle müzakerelerde bulun maya çalışmalarına ne dersiniz? diye sordum. Rauf Bey, bunun "özel konuşmalar"dan ileri geçmediği ni söyledi. Ben buna itiraz ederek, Sovyetler Birliği katıl madan, Türkiye ile itilaf devletleri arasında, boğazlar üze rine yapılan bu "özel konuşmalar"ın, biz katılmadığımıza göre, bizim için kabulü mümkün olmayan resmi sonuçlara götürebileceğini bildirdim. Rauf Bey, İsmet Paşa'mn Çiçerin' in notası üzerine ken disine bilgi verdiğini ve Paşa'nın Çiçerin'le bu konuda ko nuştuğunu bana bildirmekte acele etti. İsmet Paşa ile Çiçerin arasında geçen bu konuşmalar üze rine bana da bilgi vermesini RaufBey'den rica ettim. Rauf Bey benim soruma cevap olarak, Rusya'nın konferansa be lirli bir mesele, boğazlar meselesi için çağınldığını, Sov yet delegasyonunun "kendi isteğiyle eksperler komisyonu nun çalışmalarına katılmadığım" bildirdi. Bunun doğru olmadığı, tam tersi eksperler komisyonu nun çalışmalarına katılmak için bizim ısrar ettiğimiz ceva bım verdim. Şöyle bir gerçeği de söz konusu ettim: 7 Ocak 1 923 tarihinde, bizim delegasyonumuz, konferans başkan lığına bir nota göndererek, bir yerlerde, boğazlarla ilgili ola rak, Sovyet delegasyonunun bilmediği bir sözleşme proje sinin görüşüldüğünü belirtmiştir. Bu notamıza verilen ce vapta şu ihtiyatsızca itirafta bulunulmuştur. Konferansın çalışmalarım kolaylaştırmak ve heyetlerden çoğunun üze255
rinde anlaştıkları maddeleri belirtmek amacıyla, bazı dele ge heyetleri, aralarında, "resmi olmayan", anlamda konuş malar yapmışlardır. Bizim delegasyonumuz verdiği yeni bir nota ile hemen bu itirafı tespit etmiş ve Sovyetler Bir liği 'ne, çalışmalarına katılmadığı bir sözleşme tasarısı em poze edilmek istendiğini kaydetmiştir. Notada aynca, Rus ya'nın Ukrayna'nın ve Gürcistan'ın, başkasının istekleri ne boyun eğmek zorunluluğunda olan mağlup durumda ol madıkları, onun için, kendilerine o esrarlı tasan üzerinde yargıda bulunmak imkanının sağlanması istenmiştir. Rauf Bey'e: - Cenevre 'de yeni bir keşifte bulunduk, diye anlattım. Konferans sekreterliğince delegelere dağıtılan listelerden birinin başlığında "Eksperler Komisyonu" yazılı bir liste elimize geçti. Bu komisyona katılanlar: İngiltere, Fransa, İtalya ve Türkiye. . görüyorsunuz, Sayın Başbakan, masum "Eksperler" komisyonunun, gerçekte konferansın, Sovyet ler Birliği 'nin dışarda bırakıldığı, bir alt komisyon olduğu resmen açıklanmış bulunuyor. Konferans'taki Türk delegas yonu da, güya bunun bir yanlışlık olduğunu söylemiş. Rauf Bey, Rus delegelerinin eksperlerin çalışmasına ni çin katılmadığını İsmet Paşa'dan soracağına dair bana temi nat verdi. Daha sonra, hem de üst üste birkaç defa, güya Rus ya 'nın "Boğazlarla ilgili kozlarını vaktinden çok önce açı ğa vurduğu, kendi isteklerini çok erken ortaya attığı" dü şüncesini ileri sürdü. itilaf devletlerinin Türkiye'ye ne gibi garanti verdiğini bir kaç kez RaufBey'e sordum. Rauf Bey bilmediğini söyledi ve isteklerimizi bir kez daha anlatma mı rica etti. Ben, deklerasyonlarda, notalarda, aynı zaman da Lenin'in İngiliz gazetelerinde çıkan beyanatlarında be256
lirtilen isteklerimizi tekrarladım. Aynca, Türkiye'nin, savaş gemilerinin boğazlardan geçişine izin verişini, Rusya'ya karşı atılmış bir adım ve Sovyet-Türk sözleşmesinin bozul ması şeklinde kabul ettiğimizi de sözlerime ekledim. İnandırıcı bir delil bulamayan Rauf Bey: - Yani, Rusların çıkarlarına uygun yeni bir milli misak mı yapmamızı istiyorsunuz? diye söylendi. Yeni bir milli misak yapmaya lüzum olmadığını, sadece her iki tarafın Moskova sözleşmesini tutması gerekli oldu ğunu kendisine hatırlattım. İNGİLTERE'NİN BAZI TASARILARI
İngilizlerin Gelibolu Yanmadası'ndaki çalışmalarına, özel likle, Bolayır'ın batısında kanal açma çabalarına geçtim, al dığım bilgilere göre, İngilizler tarak makineleri getirmişler, gece gündüz çalışıyorlarmış, dedim. Türk hükümetinin bu nu bilip bilmediğini, olayın gerçeğe uyup uymadığını sor dum. Aynca RaufBey' e, bu çeşit bir çalışma projesinden söz eden Liman Von Sanders'in kitabım da hatırlattım. Rauf Bey önceleri, işi şaka ile geçiştirmeye çalıştı. Bu nun Türkiye için çok iyi olduğunu, böylelikle boğazlar so rununun kendiliğinden çözümlenmiş olacağını, Rusya'nın da bu işten memnun olması gerektiğini söyledi. Sonra bir den bire, Türk hükümetinin bu konuda hiçbir bilgisi olma dığını belirtti. Ve bu bilgiyi nereden edindiğimi sordu. Bu nu bana Moskova'dan yazdıklarını bildirdim. Rauf Bey emir subayını çağırttı ve Ankara hükümetinin İstanbul temsilcisi Refet Paşa'ya, benim yanımda, İngiliz lerin çalışmaları üzerine bilgi edinilmesini isteyen bir telg257
raf yazdırdı. Bunu şifrelenmesi ve gösterilen adrese gön dermesini emretti. Bütün bunların bir gösterişten başka bir şey olmadığı apaçıktı. 1 5 Ocaktan sonra Başbakan Rauf Bey'le birkaç kez daha görüştük.Ama konuşmalarımız, mahiyeti bakımından, bun dan önceki konuşmalarımızın bir tekrarından başk� bir şey değildi. Rauf Bey, ya Lausanne'dan haber alamadıkların dan,ya da kendisinin bu konuda bilgisi olmadığından söz ediyor, her seferinde de dostluğa bağlılığını tekrarlıyordu. "Eksperler Komisyonu"nun esrarlı derinliklerinde, Sov yetler Birliği dışında, boğazlar sözleşmesi tasarısının ha zırlandığını ve bu tasarının, boğazlar komisyonunun genel toplantısında ilan edileceğini bana Moskova'dan bildirdi ler. Konferanstaki delegelerimiz, delegelerden birinin elin de gördükleri basılı tasarıdan bunu bir rastlantı olarak öğ renmişler. RaufBey 'den bir mülakat rica ederek kendisine: Türk delegelerinin bu konuda bize bilgi vermediklerinden, itilaf devletleri gibi onların da bu tasarıyı bizden gizlemiş olmalarından büyük bir üzüntü duyduğumu söyledim. RaufBey, sözleşme tasarısındaki her madde üzerinde henüz uyuşulmadığına, ismet Paşa ile itilafdevletleri temsilcileri ara sında tartışmalar yapıldığına beni inandırmaya çalıştı. - Demek ki, sözleşmenin bizim bilgimiz olmadan, gizli ce hazırlandığını siz de kabul ediyorsunuz, dedim. Güç bir duruma düştüğünü hisseden Rauf Bey, kendini haklı çıkarmaya çalıştı: - Benim bildiğime göre, dedi, hiç kimse, bu arada Türk delegeleri de bu vesikaları gizlemeye çalışmamışlardır. İşi ni içinde bir yanlışlık var. Bunu ismet Paşa'dan soracağım. Öylesine işi başından aşkın ki, herhalde, durumu kontrol etmeye fırsat bulamamış olacak. 258
.. - Eğer S ovyet delegasyonu, üzerinde uyuşulmuş olan söz leşme metnini zamanında öğrenmiş olsaydı, dedim, Türk de legasyonuna kolaylık gösterebilir, dost Türkiye ile anlaşmaz lığa düşmemek için, yeni teklifler ileri sürebilirdi. o zaman, kurum taslayan Lord Curzon, "Sovyet delegasyonu, kendile rine özel bir ilgi gösterilmeye hak kazanmamışlardır, çünkü Türkler bile onların görüşlerini paylaşmıyorlar" demek için, hiçbir sebep bulamazdı. Eminim ki, Lord Curzon ve onun ye rine geçenler böyle büyük sözler söyledikleri için, zamanla, pişman olacaklardır. Sovyet Rusya, tutulmaz bir biçimde, bü
yüyüp güçlenecek ve görülmemiş bir gelişmeye erişecektir.
Rauf Bey dudaklarını ısırdı. Sinirli sinirli beni süzdü. A ma hemen yüz anlatımını değiştirerek gülümsedi ve elleri ni açarak: - İşlerin böylesine kötü gidişine çok üzüldüm, dedi. Bu nu Gazi'ye bildireceğim .. Türk milletinin de güçleneceği ne siz de emin olabilirsiniz . . . Bay Elçi. Boyunduruktan kurtulmuş olan Türk halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin önderliği altında güçleneceğine ve her türlü zulüm ve baskı politi!casına karşı koyacağına hiç şüphe etmediğimi söyledim. Özellikle bu durum, eko nomisini, ticaretini, sanayiini geliştirerek, Türk halkının gelişmesine yardım edecektir. - Biz yine, yanda kalmış Boğazlar meselesi üzerindeki ko nuşmamıza dönelim, dedim. Kaleme alınmış olan sözleşme yakın doğu ve Karadeniz barışı için pek tabii olarak genel barışın kurulması için zor şartlarmeydana getirecek. Sözleş me tasarısı, bizim Dışişleri Bakanımız Çiçerin'in söylediği gibi, bu konferansın barışa hizmet konusunda güçsüzlüğü nü göstermektedir. Esas itibarıyla, Rusya, Ukrayna ve Gür-
259
cistan 'la anlaşma yapılmamıştır. Bu konuşma değildi, hatta konuşma denemesi bile değildi. Bu şartlar altında Boğazlar meselesini çözümlenmiş sayamayız ... Sözleşme, müttefik lerin planlarına uygun olarak delegelerimizin onayı olmadan kabul edildiğine ve bizim çıkarlarımızı hesaba katmadığına göre, bu mesele çözümlenmemiş olarak kalmaktadır. Rauf Bey'le olan bütün konuşmalarımın gidişi: Rauf Bey'in, sovyet temsilcilerini atlatma çabalan: Lausanne'da, Türk delegeleriyle Curzon arasında, ana konu üzerinde, Boğazlar meselesinde, Sovyetler Birliği 'ne karşı, bir pazar lık yapıldığına tanıklık etmekte idi. LAUSANNE KONFERANSl'NIN TÜRKİYE İÇİN SONUÇLARI
Sovyet Rusya'ya yakın görünme korkusu, Türkiye'nin Lausanne Konferansı'nda yalnız kalmasına sebep oldu ve başarılarını hatırı sayılır derecede küçülttü. Halbuki Türk ler konferansa, sadece Yunanlıları ve padişahı yenmiş ola rak değil, İngilizleri de yenmiş olarak gelmişlerdi. Gerçi İs met Paşa konferansta bir çok şeyler elde etmişti: Kemalist Türkiye, iki buçuk yıldır yürürlükte olan Sevre Barış Ant laşması'm yırtıp atmıştı. Ama, yanlış fedakarlık politikası, İngiltere'ye ve Fransa'ya yaranma çabaları, eninde sonun da Türkiye'nin uluslararası durumunu zayıflatmıştı. Curzon, doğrudan doğruya Türk hükürnetinin yardımıy la Türkiye'nin Sovyet Rusya'dan uzaklaşmasını sağlama ya çalışıyordu. Musafa Kemal zamanında bu plan başarı ya ulaşmamıştı. Mustafa Kemal'in kurduğu yeni ordunun sağladığı gali260
biyete dayanarak Türkiye Lausanne'da, etnografik sınırlar içinde Türk halkının birliğini korumayı, batılı devletlerin onu soktuğu mali ve ekonomik esaretten kurtulmayı başar dı. Türkiye'nin en zor günlerinde, Sovyetler Birliği'nin yaptığı maddi manevi yardımın da bu başarıda büyük bir payı olduğunu söylemek gerekir. Ama, bu arada Curzon, eskiden Türkiye 'nin olan Musul 'u ve daha başka yerleri Türkiye'den koparmayı, Yunanlıların yakıp yıktığı, şehir, kasaba ve köyler için Yunanlılara tami rat parası verdirmemeyi, Boğazlar meselesinde İngiliz pla nını gerçekleştirmeyi başardı. Türkiye'nin Musul'u bırak ması ve tamirat parasından vazgeçmesi karşılığı olarak ken disine küçücük Karaağaç bölgesinin verilmesiyle yetinildi. Bundan başka, batılı devletler, Türkiye'yi, Osmanlı devle tinin batılı kapitalistlere olan borcunun, Osmanlı devletin den ayrılan ülkeler arasında bölünüşünden sonra, payına dü şen bölümünü
20 yıl içinde ödemeye de ikna ettiler.
LAUSANNE'DA SOVYET DELEGELERİ Lausanne 'daki delegelerimizin çalışmaları zorluklarla do lu idi. Delegelerimiz boğazlar meselesinde, bir başına, ka labalık düşmanla tartışmalar yapmakzorunda kalmıştı. Bu nunla birlikte, politika ve moral ağırlık daima bizde idi. Çi çerin'in ve öteki delegelerimizin konuşmaları, bütün dün yada geniş yankılar yapmakta idi. Sovyetler Birliği ile müt tefikleri için Türkiye'nin egemenlik haklarının ve Karade niz'de barış meselesinin, hiçbir zaman pazarlık konusu ol madığı ve ilerde de olmayacağı, dünya kamuoyu için apa çık bir hale gelmişti. Doğunun sömürgeler ve bağlı ülkeler
26 1
halkı, Sovyetler Birliği'nin, bıkmadan, usanmadan emper yalizmle mücadele ettiğine ve esaret altındaki halkların haklarını savunduğuna inanç getiriyorlardı. Sovyetler Bir liği üzerine olan gerçekler, doğunun esaret altındaki insan larının bilincine, damla damla sızıyodu. Sovyet delegelerinin söylev ve demeçlerindeki barış ça ğınsı, bütün dünyada gürültülü yankılar yapıyordu. Bu çağ rıyı milyonlarca insan kendilerine yakın buluyor ve anlıyor du. Türk kamuoyu, Lausanne Konferansı 'ndaki Sovyet de legelerinin tutumuna, birçok defalar, sempati ve anlayışını belirtmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, emekçi ler, gazeteciler, toplum adamları elçiliğimize kadar gelerek, yeni Türkiye'ye gösterdiği yardımdan ötürü Sovyet Rus ya'ya candan teşekkürlerini bildirmişlerdi. Aradan uzun yıllar geçti. Şimdi artık açık seçik bir ger çektir ki, Türk murahhas heyeti sömürgeci yırtıcıların kar şısına bir başına çıksaydı; onu iyice sıkıştıracaklar ve Tür kiye o harikulade zaferinin meyvesini toplamak imkanla rını bulamıyacaktı. Ya itilaf devletlerinin merhametine sı ğınacak, ya da onlarla savaşmak zorunda kalacaktı. Mütte fikleri Ukrayna ve Gürcistan'la birlikte, Sovyetler Birliği murahhaslarının Lausanne'da sadece bulunması bile, em peryalistlerin iştihalarını azalttı. Lord Curzon'un, Çiçe rin'in konuşmalarından böylesine korkması boşuna değil di. Bunu bana İsmet Paşa anlatmıştı. Curaon ve onun em peryalist silah arkadaşları, Sovyet Rusya'ya karşı açtıkları yağmacı savaşların sonucunu çok iyi hatırlıyorlardı. Sov yet halkının onları nasıl bozguna uğrattıklarını, nasıl top raklarından attıklarını da çok iyi hatırlıyorlardı. Onlar, ba şında Gazi Mustafa Kemal olduğu halde, Türk halkının,
262
Sovyetler Birliği'nin maddi ve manevi yardımından da ya rarlanarak, onları nasıl yendiklerini de biliyorlardı. Hiç şüp he yok ki bütün bunlar, emperyalist yırtıcıları dizginliyor, başka şartlar altında zora ve korkutmaya başvurabilecek leri yerlerde, onları manevra yapmaya zorluyordu.
SOVYET DELEGELERİNİN LAUSANNE SÖZLEŞMESİNİ İMZALAMALARI 7 Şubat 1 923 tarihinde Lausanne konferansmın çalışmala rına ara verildi. Bizim murahhas heyetimiz Lausanne'dan ay rıldı. Benim Rauf Beyle konferans meseleleri üzerine konuş malarım da kesildi. Lausanne Konferansı'nın bu devresinde Sovyet hükümetinden aldığım direktifleri yerine getirme ça lışmalarıyla ilgili anılarıma son verirken, konferansın bitimi üzerine birkaç söz söyliyeyim. Bu arada şunu da belirtmeli yim ki, konferans, Türkiye'den geri çağınldığımı ve bir baş ka göreve atandığım sıralarda sona ermiş bulunuyordu. Konferansın çalışmalarına ara verişi birkaç ay sürdü. La usanne Konferansı 'nın çalışmalarına başladığı hükümetimi ze bildirilmedi, Vorovski'nin (Sovyetler Birliği'nin İtalya Büyük Elçisi), Lausanne Konferansı'nın yeniden çalışmaya başlaması ile ilgili bir sorusuna karşılık olarak, konferansı toplantıya çağıran devletler, Türk murahhas heyetinin Boğaz lar mukavelesinde herhangi bir değişiklik isteği olmadığına göre, Boğazlar meselesinin yeniden görüşüleceğini sanma dıklarını bildirdiler. Aynca konferans sekreterliği, Çiçerin'in boğazlar mukavelesini imzalamayı reddettiğini bildirmesi karşısında bu kararın değişip değişmediğini de öğrenmek is tediğini bildirdi.
263
Vomvski, onlara verdiği cevapta: Boğazlar komisyonu nun 1 Şubat'taki toplantısında çalışmalarını henüz bitirme miş olduğunu, Çiçerin'in de genel olarak Boğazlar muka velesini imzalamayı red ettiğini hiçbir zaman söylememiş olduğunu, ancak, bunun Rus çıkarlarıyla çeliştiğini bildir miş olduğunu bildirdi. Bunun için, Rusya ile müttefikleri ni komisyonun boğazlarla ilgili çalışmalarının son safha sından uzaklaştırmak denemesi, konferansa ilk çağırma davranışıyla taban tabana çelişen bir durum olurdu. Buna hiçbir zaman cevap verilmedi. Vorovski 1 0 Ma yıs'ta Lausanne'den ayrılacaktı. Ama aynı gün, emperya listlerin direktifiyle, otelde öğle yemeği yerken öldürüldü. Konferans, kısa bir süre önce, bütün konferansa katılanlar la birlikte, bir masa başında toplantılar yaptığı Sovyet mu rahhas heyetinden bir üyenin bu alçakça öldürülüşüne ta mamıyle ilgisiz kaldı. 24 Temmuz 1 923 tarihinde Lausanne'da Türkiye ile barış antlaşması, aynı zamanda boğazlar sözleşmesi imzalandı. Konferans sekreterliği, sözleşmeyi imzalayıp imzalamı yacağımızı telgrafla bizden sordu. Sözleşme öteki devletlerce· kabul edilmişti. Türkiye'de boğazlarını, Karadeniz' e çıkacak yabancı savaş gemileri ne açacaktı. Çok önemsiz de olsa, sözleşmedeki sakınma ve sınırlandırma garantilerini uygulayacak olan uluslarara sı bir de komisyon kurulmuştu. Bu komisyona katılmayı reddetmemiz, bizi öteki devletlerin davranışlarını kontrol etmek, gerek kendi çıkarlarımızı, gerek Türk çıkarlarını dünya karşısında savunmak imkanından yoksun edebilirdi. 1 9 Temmuz 1 923 tarihinde, Boğazlar sözleşmesini imza lamaya hazır olduğumuzu telgrafla bildirdik. Vorovski 'nin 264
öldürülüşü ile ilgili olarak İsviçre hükümetinin şimdiye ka dar duyulmamış davranışı karşısında, sözleşmenin konfe rans delegelerimizden Roma elçimiz Yordanski tarafından Roma 'da imzalanmasını istedik. Yordanski, sözleşmeyi,
1 4 Ağustos'ta Roma'da imzaladı.
Lausanne Destanı 'da böylece sona ermiş oldu. Ben Türkiye'den ayrılırken -bu,
1 923 yılı Nisanında ol
muştu- Lausanne Konferansı henüz daha bitmemiş bulunu yordu. Türkiye elçiliğine atanan Surits yoldaş gelinceye kadar, elçilik müsteşarı Rozenberg'in işleri yürütmesi ka rarlaştırıldı. Çiçerin de kendisine, Türkiye'de göreceği iş ler üzerine bir direktif mektubu gönderdi.
TÜRKİYE'DEN AYRILIŞIM Türkiye'den ayrılışımı gerektiren sebepler nelerdi? Bu sebeplerin en başında, o zamanki Başbakan Rauf Bey'in, Sovyetler Birliği 'ne, elçiliğimize ve doğrudan doğruya ba na karşı takındığı dostluktan uzak, dürüst olmayan davra nışları gelmekte idi. Daha baştan beri, ülkelerimiz arasın daki dostluğu pekiştirmek yolunda bir Sovyet elçisinin har cadığı çabalar, benim, Gazi Mustafa Kemal Paşa ile olan dostça ve sık görüşmelerim, cepheyi ziyaretlerim, Meclis üyeleriyle konuşmalarım, eşimin Türk hanımlarını davet et tiği partiler düzenlemesi, kısacası, Ankara toplumu ile olan sık görüşmelerim, Rauf Bey'in hiç hoşuna gitmiyordu. Bardağı taşıran damla, Rauf Bey'in güya " prestij ini sarsmak amacıyla, Mustafa Kemal Paşa ile mücadele etmek için Türk komünistlerini organize" ettiğim hakkında Ata türk'e söylediği iftira ve yalanlar oldu. Bu, Rauf Bey'in,
265
Sovyet Rusya'ya, aynı derecede Kemalist Türkiye'ye olan nefretinin doğurduğu iftira zincirinin bir halkası, idi. Mus tafa Bey ' in, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir düşmanı olduğu na inandığımı açıkça Paşa 'ya söylemiştim. RaufBey'in yarattığı yıpratma şartlan içinde, artık Türki ye'de işime devam edemiyeceğim kanısına geldim. Bundan ötürü de hükümetimden beni geri çağırmasını rica ettim. Şimdi, aradan uzun yıllar geçtikten sonra, Türkiye'de ge çirdiğim günleri hatırlarken, hayalimde daima, büyük dev let adamı Mustafa Kemal Paşa ile yaptığım görüşmeler can lanmaktadır. Paşa da, sırasında, bu görüşmelere büyük bir değer vermekte idi.
1 93 1 yılında elçiliğimizin verdiği bir kabul resmine şe
ref veren Mustafa Kemal, bana candan selamlarını gönder miş, Türk-Sovyet dostluğunu güçlendirmek amacını taşı yan yararlı ve ortaklaşa çalışmalarımızı büyük bir memnun lukla hatırladığım sözlerine eklemekten kendini alamıya rak şunları söylemişti: - Aradan geçen yedi, sekiz yıl içinde Türkiye büyük iş ler gördü. Ama, ilk yıllar, unutulmaz yıllardı. Mustafa Kemal Paşa, Sovyet halkının, onun hükümetinin ve elçiliğinin Türk halkına ve onun hükümetine olan can dan ve dostça davranışlarının Türkiye'nin kaderinde oyna dığı rolü çok doğru anlamıştı.
TBMM ÜYELERİNDEN SIRRI BEY'LE BİR KONUŞMA Lausanne Konferansı sıralarında birgün Türkiye Büyük Millet Meclisi muhalafet üyelerinden Sırrı Bey (*) ziyare(*) lzınit Mebusu Sım Bey.
266
time geldi. Türk hükümetinin Sovyetler Birliği'ne karşı ilişkilerinin pek "budalaca" olduğunu tanımlıyarak söze başladı. Ve Lausanne Konferansı 'nda işler kötüleşirse, Ga zi Mustafa Kemal Paşa'nın mutlaka Sovyet elçiliğine uğ rayacağını, ama onun bize karşı ne ölçüde nazik davrana cağını kestiremediğini söyledi. Gazi Mustafa Kemal Pa şa'yı, dar, kişisel görüşlerle değerlendirdiğini ve O'na pe şin yargılarla baktığını söyliyerek Sım Bey'e itiraz ettim. Türkiye'nin yeniden kuruluşunda, zaferin kazanılmasında, gerici emperyalistlerle yaptığı savaşta, yeni bir yaşayışın ku ruluşunda, Sovyet Rusya ile sıkı bağların kuruluşunda Mus tafa Kemal Paşa'nm oynadığı büyük rolü bir kez daha ona hatırlattım. Mustafa Kemal Paşa'nın bütün doğudaki şöh retine işaret ederek, O'nun, gerici ve padişahcı muhalefe tin peşinden gitmeyeceğini söyledim. - Mustafa Kemal Paşa, dedim, çürümüş Osmanlı İmpa ratorluğu'nun harabeleri üzerine yeni bir devlet kurdu. O, derebeylerine karşı ayaklanan halka dayandı. Siz bütün bunları unutuyorsunuz ... Sovyet Rusya'ya karşı açtığınız kampanyanın direktiflerini kendi grubuyla birlikte Rauf Bey veriyor. Güya Mustafa Kemal Paşa'nm Türk-Sovyet dostluğunu "soğuttuğu" izlenimini vermeye çalışan da on lardır. Rauf Bey, İngilizlerle eski ilişkileri bulunan bir pa dişah taraflısıdır, bunun için de Türk ilerici çevrelerinde hiç bir otoritesi yoktur. Sım Bey, RaufBey'i tanımlayan sözlerimi doğrulamak ta acele etti. Sırrı Bey'in bana yaptığı bu ziyaret, muha lefetin, Türkiye'nin Sovyet-Rusya ile dostluğunu pekiş tirmesinden, ateşten korkar gibi korktuğunun bir belirti si idi. Ayrıca bu ziyaret barış antlaşması imzalandıktan 267
sonra Mustafa Kemal Paşa'mn muhalefeti dağıtacağından muhalefet direndiği takdirde, birkaç kişinin kellesini uçu racağından duyulan korkuyu da yansıtmakta idi.
O gün
lerde " Yeni Gün" gazetesinde çıkan Yunus Nadi'nin bir makalesi buna bir işaret olarak sayılıyordu. Mustafa Ke mal Paşa'nın kendisi, inkılaptan sonra muhalefetin mut laka canlanacağını, ama, ezileceğine, hiçbir kuşkusu ol madığını söylemişti.
268
MUSTAFA KEMAL PAŞA VE YENİ TÜRKİYE'NİN KURULUŞU
YAŞANTI VE KÜLTÜRDE YAPILAN REFORMLAR Birgün Mustafa Kemal Paşa bana ve Abilov yoldaşa ev lenişinin hikayesini anlattı. Paşa, öncü birliklerle İzmir' e girdiği zaman sokaklarda henüz çarpışmalar oluyor, şehir yanıyordu. Kaçmakta olan Yunanlılar köşe başlarından Türklere ateş ediyorlardı. Mustafa Kemal 'i karşılayanlar arasında, zengin bir tüccarın kızı olan Latife Hanım da var dı. Latife Hanım'ın babası o sırada İstanbul'da bulunuyor du. Latife Hanım Mustafa Kemal 'i evinde misafir etti. Ona gerekli ilgiyi gösterdi. Onun çalışabilmesi için uygun olan bütün şartlan hazırladı. Kendisi birkaç yabancı dil bildiği için (Latife Hanım Paris Üniversitesi'ni bitirmişti) Musta fa Kemal' e gerekli olan vesikaları çevirmede yararlı olu yordu. Latife Hanım çok iyi müzik biliyordu. Mustafa Ke mal ' in dinlenme saatlerinde Bethoven'den, Mozart'tan, Schubert'ten, Çaykovski'den parçalar çalıyor, onun sevdi ği şiirleri okuyordu. Böylece Latife Hanım Mustafa Kemal'in eşi oldu. Latife Hanım, Mustafa Kemal'in öğütleriyle Ankara ka dınlan arasında, cnlann derebeylik artıklarından kurtul maları konusunda biıy lik çabalar harcadı. Her yere, bu ara da Büyük Millet Meclisi 'ne de yüzü açık olarak gidiyordu. Bu durum, eski Müslüman geleneklerine bağlı fanatikler
269
arasında, ona karşı bir nefret uyandırıyordu. Ama Latife Ha-· mm bunlara aldırmıyor, bildiğinden şaşmıyordu. Mustafa Kemal düğününü de eski gelenek ve görenekle re göre yapmadı. Düğün töreni, kadınlı-erkekli yapılmıştı. Latife Hanım çarşafsız olarak törene katılmıştı. Nikahta, be lirtilmesi gerekli olan para da belirtilmemişti. (*) Gazete ler bu düğünden uzun uzun söz etmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, düğünün ertesi gece, İzmir'de, bir tiyatro temsiline gitmiş, kadınlı erkekli
3000 kişinin top
landığı bir kalabalık arasında, günün önemli konulan üze rinde birçok kişilerle konuşmuştu. o zamana kadar kadın larla erkeklerin bir arada tiyatroya gitmeleri yasaktı. Buna cesaret edenler şiddetle cezalandırılırdı. Bütün bu davranışlar, dinci çevreleri öfkelendirmiş, hatta muhalefet, Gazi'nin düğünü ile ilgili olarak Meclis'e bir so ru önergesi vermişti. Anlattıklarına göre Mustafa Kemal, cep
heye giderken, yolunu kesen sarıklı bir hoca, Gazi'den bir ri cada bulunmuş. Mustafa Kemal, kendi isteğini yerine getir mesi şartıyla hocanın dileğini yerine getirmeyi vaadeder ve: - Evlenip de eşimle birlikte Ankara'ya geldiğim zaman, sen de eşini alıp bana geleceksin. Hanımlanmızla birlikte, ama çarşafsız olarak, şehirde bir gezinti yapacağız. Hoca, "Aman paşam" demekten başka bir söz bulamamış. Kapkara bir cahilliğin ve geriliğin egemen olduğu o de vir Türkiye'sinde Mustafa Kemal Paşa'nın bu çeşit davra nışları, aydınlan cesaretlendiriyor, Anadolu gençlerine ör nek oluyor, hocalarda ise nefret uyandırıyordu. Mustafa Kemal Paşa birçok defalar bize, Türk halkının (*) Yazarın burada kasdettiği "Mihri müeccel" ve "Mihri muaccel" olsa ge rek. (H.A. Ediz)
270
kültür seviyesini yükseltmek gerektiğinden söz etmişti: Ha cılar, hocalar, şeyhler arasında çıkarcılar vardı. Bunlar hal ka kör inançlar, fanatizm, yeniliğe düşmanlık aşılıyorlardı. Tekkeleri, manastırları, dini tarikatları, dervişleri kaldır mak gerekiyordu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa sonraları bu düşüncelerini hayata uyguladı. Daha taarruzdan çok önce yanında bulunduğum bir sıra da Mustafa Kemal Paşa: Kadınların kurtuluşu için bir sa vaş açacağını, ilköğretimi geniş ölçüde yayacağını, milli ekonomiyi, sanayii, köy ekonomisini, kültürü geliştirece ğini söylemişti. Bunlar, şimdi söylenmiş gibi hatırımdadır. Mustafa Kemal Paşa, daha Türkiye'de bulunduğum sıra larda, aldığı kesin tedbirlerle, kadınlan çarşaftan kurtarmak konusunda başarılar sağlamıştı. Düğünlerdeki aşın harcama lar, gelinin getirdiği çeyizlerin gösterilmesi, açıkta gösteril mesi, gelin için büyük başlık paraları verilmesi yasaklanmış tı. Düğün ve ziyaretler bir güne indirilmişti ve buna benzer, törenlerde aşın masraflar da yasak edilmişti. Ağaoğlu Ah met Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın cepheye gidişinden az ön ce, kendisinin ve Hamdullah Suphi Bey'in Paşa'ya, Rus çar larından Büyük Petro'nun eski geleneklerle ve eski yaşam la mücadelesi üzerine bilgi verdiklerini bana anlatmıştı. Ahmet Ağaoğlu ile Hamdullah Suphi'nin verdiği bilgi lerin Mustafa Kemal'in çok hoşuna gittiğini, yapacağı re formlarda bunlardan yararlanacağını onlara söylediğini Ağaoğlu bana anlatmıştı. EKONOMİK İSLAI:A'f PLANLARI Memleket ekonomisini kalkınchrma çarelerini araştırmak
27 1
amacıyla İzmir'de bir İktisat Kongresi toplanmasına karar verildi. Kongre delegeleri tamamıyla varlıklı sınıfların tem silcileri olacaktı. Kongreye katılacak delegeler kendi para larıyla oraya gideceklerdi. Tabii bu durum, işçi ve köylü temsilcilerinin kongreye katılmalarına engel olmuştu. Kongreye daha çok, batı ve kıyı illerinin temsilcileri gele bilmişti. Yerin uzaklığı yüzünden Doğu illeri gerektiği gi bi temsil edilememişlerdi. Mustafa Kemal Paşa ile Ekonomi Bakanı Mahmut Esat Bey, verdikleri demeçlerde, kongre kararlarının bir çeşit ik tisadi misak niteliğini taşıyacağını, hükümetin bu kararla n hayata uygulamayı kutsal bir borç sayacağını söylediler. Bu sözler ve demeçler gerici muhalefetleri ürküttü. Onlar da kendi hesaplarına bu kongre için harıl hanı hazırlanma ya başladılar. Ordu Komutanı Nureddin Paşa (*) ile görüş mek üzere İzmir' e güvenilen bir adamlarını gönderdiler. Muhalefet liderleri bu kongrenin bir ekonomi kongresi ol mayacağını, güya Mustafa Kemal' in, kendi reklamını yap mak ve yeni bir parti kurmak için bu toplantıyı yaptığını yaydılar. Muhalifler, Mustafa Kemal'i desteklemekte olan şehir burjuvazisine yararlı ekonomik islahat planlarından korkuyorlardı. Gericiler, İktisat Kongresi'ne karşı yaptık ları mücadelede, kendilerine yakın sosyal ortama: derebey lerine, köy ağalarına, eski memurlara ve hocalara dayan makta idiler. O zamanlar politik gruplar arasındaki savaş, artık sert bir karakter taşımakta idi. Birçok politik ve kişisel düşmanı, (*) Nureddin Paşa, 1922 yılında lzmir'e giren Birinci Ordu Komutanı olarak bulunuyordu. Görüşleri bakımından gerici olup muhaliflerle ilişkisi vardı. (Ara, lov).
272
Mustafa Kemal'in etrafında bir entrika ağı örmekteydi. Halkın arasında güçlü bir dayanak meydana getirmeyen Mustafa Kemal Paşa, başlıca Anadolu burjuvazisine dayan makta idi. Yüksek rütbeli askerler arasında O'nun devam lı dostu olarak İsmet, Fevzi ve Kazım Paşalarla ona bağlı birkaç kişi kalmıştı. O'nun dostlarıyla, politik görüşlerini paylaşanlar, genel olarak sıra politikacıları ve askerler ara sında yer almakta idi. Ama, şunu da kaydetmeliyiz ki, bu iç çekişmeler henüz Türkiye'nin düşmanları olan İngiltere ile Fransa'nın, onu yeniden boyunduruk altına almak için yararlanacakları bir düzeye ulaşmamıştı. Türkiye her şeyden çok barışa susa mıştı. Köylüler savaştan bıkmış, yorulmuşlardı, toprak iş lenmiyordu. Tüccar zaferin meyvesinden yararlanmak is tiyordu. Hatta subaylar bile, askerlik işlerinden çok ticaret işlerine h.::ves ediyorlardı. Sermayesi birikmiş olan burju vazinin, hükümetin desteklediği kendi sanayisini kurmak eğilimi gittikçe büyüyordu. Kooperatifler, İthalat-İhracat Şirketleri artıyordu. Aynı zamanda Batı sermayesi bütün ka pılan aşındırıyor, teklifler yağmur gibi yağıyordu. Ameri kalı Tchester'in memlekette demiryolu şebekesi kurmak, Türkiye'ye tarım aletleri ithal etmek projesi üzerinde bir çok konuşmalar oluyordu. MUSTAFA KEMAL VE YABANCI SERMAYE
Mustafa kemal Paşa söylevlerinde, ülkenin fakirliğini, harap halini ve kendi gücü ile kalkınmak imkansızlığını ile ri sürerek, yabancı sermayenin Anadolu'ya sokulması zo runluğundan söz ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, yabancı 273
sermayenin, memleket hesabına en yüksek çıkar, imtiyaz sahipleri hesabına da normal bir minimum kar şartlarına bağlı olarak Türkiye'ye girişine izin vermekteydi. Türkiye, Tchester'in tekliflerini kendisi için elverişli gö rüyordu. demiryolu inşası projesi, doğu ve güney illerini içi ne almaktaydı. Bu demiryollanndan bir bölümü stratejik dü şüncelerle gerekliydi: İran'a, dolayısıyla İran petrollerine, böylece Musul petrollerine giden bir demiryolunun yapıl ması gerekiyordu. Tchester, projesinin her safhasını istedi ği biçimde uygulayabilmek için, bol bol rüşvet saçmaktan, hediyeler dağıtmaktan geri kalmadı. Ama, ne var ki, yete ri kadar sermayesi olmadığı için, Tchester'in projesinden bir sonuç çıkmadı . O sıralarda Türk hükümeti, Fransızlarla ekonomik iliş kiler kurmak konusunda büyük bir iyimserlik havası için deydi. Fransa'nın Türkiye'deki ekonomik çıkarları çok bü yüktü. Osmanlı İmparatorluğu, Kının Savaşı'ndan beri dı �ardan 1 4 defa borç para almıştı. Bunlardan 1 O tanesi Fran sa 'dan alınmıştı. Osmanlı borçlan (Türk Lirası üzerinden) şöyle bölünmekteydi: Fransa 'ya olan borç 2 milyar 500 milyon Türk Lirası İngiltere'ye olan borç 577 milyon Türk Lirası Almanya'ya olan borç 867 milyon Türk Lirası Tuz tekeli, posta pulları, balıkçılıktan ve ipekçilikten alı nan vergiler, bu borçlara karşılık olarak gösterilmişti. Özel sektörce yapılan dış yatırımlardan %53 'ü Fransızların; % 1 3 'ü İngilizler' in, %32 'si Almanlar'ın payına düşmektey di. Osmanlı İmparatorluğu'nun tütün sanayii tamamıyla Fransızların elindeydi. Türkiye, Lausanne konferansında göstereceği uysallığa 274
karşılık olarak, emperyalist devletlerin, bu arada Fran sa'nın, ekonomik yardım konusunda kendisine kolaylık göstereceğini umuyordu. Ama çok çabuk hayal kırıklığına uğradı. Fransa ile kulis arası konuşmaları sürüp gidiyordu. Ama, Türk gazeteleri Fransa'ya saldırılarla doluydu. Bü yük Millet Meclisi'nde bazı milletvekilleri Lausanne'da Türkiye'yi desteklemediği, Türkiye'ye ihanet ettiği için Fransa'ya şiddetle çatıyorlardı. Rauf Bey bu saldınları: "Konferansın sonucunu bekleyelim, acele yargılarda bulun mayalım" , sözleriyle cevaplandırıyordu.
İZMİR İKTİSAT KONGRESİ 1 7 Şubat 1 923 tarihinde İzmir'de bir İktisat Kongresi top landı. Kongre'yi, Mustafa Kemal 'in kendisi, törenle açtı. Abilov yoldaşla ben de bu kongreye davet edilmiştik. Mus tafa Kemal Paşa, bizden orada birer konuşma yapmamızı rica etti. Mustafa kemal, kongreyi açış konuşmasında, pa dişahlık monarşisinin bıraktığı ekonomik mirastan, sana yiin yokluğundan, köylünün ağır durumundan söz etti. Söz lerini, milli kaynakların belirtilmesinde ve ekonomik kal kınma programının hazırlanmasında kongreden yardım beklediğini söyleyerek bitirdi. Mustafa Kemal; "Pulluk . . . İşte yeni Türkiye 'nin tarihini yazacak olan kalem" diye ba ğırdı. " Kahrolsun çapa. Pulluk, bizim tarlalarımızın da efendisi olmalıdır." Benim ve Abilov'un konuşmalarımız, Sovyetler Birliğin den yana büyük gösterilere yol açtı. Biz, ağır ve kanlı sa vaşlardan sonra kültürün geliştirilmesi, halk ekonomisinin kurulması konusunda ülkemizde neler yapıldığını anlattık.
275
İstilacıları kovmak, feodal düzeni ve emperyalizmi yenmek suretiyle savaşı başarı ile sona erdiren yeni Türkiye üzeri ne neler düşündüğümüzü söyledik. Abilov yoldaş, Türkçe olarak yaptığı konuşmasında, Azerbaycan' ın ekonomik du rumunu tafsilatlı olarak anlattı. İzmir İktisat Kongresi'nde: küçük çiftçilere, esnafa, sa nayicilere, tüccara küçük krediler sağlamak için kredi mü esseseleri şebekesinin genişletilmesi, Ziraat Bankası serma yesinin arttırılması, tarım makinelerinin ithali, ham madde üretiminin arttırılması, demiryollan yapılması gibi bir sıra meseleler üzerine kararlar alındı. Özellikle tekstil ve gıda fabrikaları gibi büyük iş yerlerinin kurulması, aynca milli sermayenin yabancı sermayeye karşı desteklenmesi gibi meseleler de söz konusu oldu. İzmir İktisat Kongresi, Mustafa Kemal'in düşüncesine göre, daha
1 920 yılında kabul edilen milli misakın tamam
layıcı niteliğinde olan bir iktisadi misak kabul etti. Milli mi sak halkı nasıl milli bağımsızlık savaşına kaldırdıysa, ikti sadi misak da halkı ekonomik bağımsızlık savaşına çağır maktaydı. İzmir İktisat Kongresi, Anadolu burjuvazisinin çıkarla rını yansıtmaktaydı. Köylü ve işçi konusunda sadece vaat lerk� ve "köylü efendimizdir" gibi sözlerle yetinildi. Kong rede, halk yığınlarının maddi durumlarının iyileştirilmesi yönünde hiçbir somut karar alınmadı. Kongrede,
23 Şubat 1 923 tarihinde büyük bir kayıba uğ
radık. Ogün Güney Kafkasya Cumhuriyetleri temsilcisi Abilov yoldaşı kaybetik. Mustafa Kemal, büyük bir saygı ve derin bir üzüntü ile Abilov'la vedalaştı. Abilov'un cena zesini Azerbaycan'a, Bakü'ye gönderdik.
276
BAZI SONUÇLAR Hatıralarımı bitirirken, bu hatıraların kapsamı içine giren yıllarda yeni Türkiye ile olan karşılıklı ilişkilerimizin, kı saca bilançosunu yapmak isterim. Sovyet Rusya'nın Tür kiye ile kurduğu dostça ilişkiler, sömürge köleliğine karşı yöneltilen ve halkların emperyalistçe sömürülme boyundu ruğundan kurtarılması için savaşan Lenin milli politikası nın halkalarından biridir. Daha
1 92 1 yılında imzalanan Türk-Sovy�t sözleşmesi,
doğu sınırlarında bulunan Türk ordusunu serbest bırakmış, böylece Mustafa Kemal'e bu orduyu Batı'ya kaydırarak emperyalistlere karşı kullanmak imkanlarını vermiştir. Bu olay, Türkiye'nin galip gelmesinde ve bağımsızlığını kazan masında büyük bir rol oynamıştır. Anlaşma gereğince Kars şehriyle birlikte Kars bölgesini ve daha başka noktaları Türkiye'ye vermemiz, Türk halkının moralini yükseltmiş, doğu sınırlarından yana yüreklere su serpmiş, Sovyet Rus ya 'nın, inkılapçı Türkiye'nin iyi bir komşusu ve candan dostu olduğu kanısını kökleştirmiştir. Türkiye'nin en ağır günlerinde Lenin'in emriyle Türki ye'ye yapılan silah, cephane, altın para gibi maddi yardım lar, Türk ordusunun düşmanlarına karşı zafer sağlamasın da önemli bir rol oynamıştır. Sovyet Rusya'nın yardım ve desteği genç Türkiye'ye, topraklarını işgal ordularından kurtarmak, kapitülasyonla rı kaldırmak, Türkiye'in bağımsızlığını bütün uluslara ka bul ettirmek, bağımsızlığı yok edici Sevre Andlaşması'nı yırtıp atmak, Osmanlı borçlarının ödenmesinde bazı kolay lıklar sağlamak imkanını vermiştir.
'277
Yeni Türkiye için tehlike,li aşamalardan biri,
1 925 yılın
da İngilizler' in organize ettikleri doğu illerindeki ayaklan ma idi. Türk hükümeti yine,
1 920- 1 92 1 yıllarında olduğu
gibi, yardım için Sovyetler Birliği'ne başvurdu. Sovyetler Birliği yine Türkiye 'yi destekledi. Türkiye Cumhuriye ti 'nin iç ve dış durumunu kuvvetlendiren yeni bir Sovyet Türk dostluk ve tarafsızlık antlaşması imzalandı. Bütün bunlar birer gerçektir. Ve hiçbir yalancı emperyalist propa gandası Türk Cumhuriyeti'nin bu ölüm kalım yıllarında, Sovyetler Birliği 'nin hiçbir karşılık beklemeden yaptığı yardımları Türk halkının hafızasından silemez. İtilaf emperyalistleri, Türk gericilerinin iç güçlerinden başka revizyonist, sağcı sosyalist parti ve grupları da silah landırmışlardı. Menşevikler, Taşnaklar, Müsavatçılar, Troç kiciler ve daha başka inkılaba karşı grup ve teşkilatlar, ulus lararası burjuvazi tarafından, Sovyetler Birliği ile doğu halkları arasındaki dostluğu yıkmak için kullanılmışlardır. Dar görüşlü bazı kişiler o zamanlar bunu anlamıyorlardı. Sovyetler Birliği'nin Türkiye'deki temsilcisi olarak bi zim ödevimiz, her ne pahasına olursa olsun Türk-Sovyet dostluk ilişkilerini bozmaya çalışan iç ve dış gerici güçle re karşı koymaktı. Biz bu işi, Mustafa Kemal Paşa'nın, Türk ilerici aydınlarının ve Türkiye'nin sıradan insanları nın desteğiyle, gücümüz yeterince yaptık.
ELÇİLİKTE SON KARŞILAŞMA Hatıralarımı, Mustafa Kemal Paşa ile eşinin, Sovyet El-
278
çiliği 'ne yaptıkları son ziyareti anlatmakla bitiriyorum. Mustafa Kemal, yazlıktaki elçiliğimize gelmişti. Bahçedeki kameryede, İran Elçisi, bizim askeri ataşe, eşim, ataşe yardımcısının eşi, karşılıklı çay içiyorduk. Mus tafa Kemal bu sefer sivil elbise giymişti.
1 923 yılının için
deydik. Bu, Yunanlılar' a karşı kazanılan kesin zaferden sonraydı. Mustafa Kemal, istilacı Yunan ordusuyla yapılan son savaşı, Yunan ordusu başkomutanının esir edilişini an latıyordu. Sonra, Milli Kurtuluş Savaşı 'nın ilk ağır yılları nı hatırladı: - Dört bir yanımız ateşle, ayaklanmalarla çevriliydi, si zin Sovyet Rusyası'nı kurduğunuz ilk yıllardaki gibi, bü yük zorluklar içindeydik. Bahçede, elçiliğimize hediye edilen iki ayı yavrusu oyna yıp duruyordu. Bazan ağaçlara tırmanıyor, yaprakları yolu yor, bazan da yanımıza, kameryeye geliyorlardı. Misafirle rimiz ayı yavrularının maskaralıklarına gülüp duruyorlardı. Kanadı kırık bir kartal, çalımlı çalımlı bahçede dolaşıyordu. Mustafa Kemal: - Kartal, Rus çarının amblemi (alameti)dir, dedi. Çar, hal kın üzerinde kibirli kibirli egemenlik ediyor, kendisini de erişilmez sanıyordu. Bakın, şu kartal aramızda kırık kana dıyla dolaşıyor; Rus halkı Çan kovdu. Gücünü kırdı. Biz Türkler de "Kutsal Padişah"ımızı Ruslar gibi, kolunu ka nadını kırarak kovduk. Halk kendi zaferine koşuyor. Padi şahların ve Çarların, emperyalistlerin işine gelen, bitmez tükenmez savaşlara sürükledikleri biz, her iki ülkenin halk ları, sürekli bir dostluk içinde yaşamak zorundayız İran gi-
279
bi, Arabistan gibi, öteki doğu halklarını da bizim dostluk ailesinin arasına sokalım. Bu benim hayalimdir. Bilmem, bunu yapabilecek, bunu görebilecek miyim? Kadehlerimi zi dostluğumuzun şerefine kaldıralım. Mustafa Kemal, bir süre sustuktan sonra Latife Hanım' a dönerek: - Hanım, dedi. Bir veda müziği olarak bize Çaykovski 'nin şu sevgili romansını çal... Yazlığa girdik. Batmakta olan güneşin son ışınlarının kı zıla boyadığı açık pencereli büyük salonda, küçümen bir ka dının güçlü ve usta ellerinin altından büyüleyici melodiler yayılıyordu. Bu romansın Mustafa Kemal 'in niçin hoşuna gittiği an laşılmış oldu. Gazi, ince, lirik yaratılışlı bir insandı. Yur duna, halkına olan sevgisi onu, Türkiye'nin düşmanlarına karşı amansız bir mücadele için gerekli olan, sert, sağlam bir karakter edinmek zorunda bırakmıştı. Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanımın veda ziyaretleri, Kemal Paşa'nın eskiden olduğu gibi şimdi de Sovyetler Birliği 'ne karşı dostça duygular beslemekte olduğunu gös terdi. Kısa bir süre sonra Moskova'ya çağınldım. Cumhurbaş kanı Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya veda ziyareti sırasında, Paşa bana imzalı bir fotoğrafını hediye etti. Candan kucak laşarak öpüştük, birbirimize mutluluklar diledik. Gazi Le nin' e selamlarının iletilmesini benden, rica etti.
*
280
Bir gün, Mustafa Kemal'in Çankaya'daki köşkünde kar şılıklı çaylarımızı içerken, geçmişlerimizden söz açıldı. Kaç yaşında olduğunu Kemal Paşa'dan sordum. Mustafa Kemal:
- l 880 yılında Selanik'te doğdum, dedi. Şaşırmış.tını'. Mustafa Keİnal:
·
- Niçin şaşırdınız? Diye sordu. - Sizinle aynı yılda doğmuşuz, dedim. Ben de
1 880 yılın-
da, Moskova'da doğdum. Mustafa Kemal Paşa gülümseyerek: - Demek sizinle yaşıt oluyoruz, dedi. Doğumunun ayını, gününü söyledi. - Henüz çok gençsiniz dedim, ama, muzaffer bir general siniz.Büyük işler başardınız. Ölüm döşeğindeki bir mille" te can verdiniz, onu emperyalizm boyunduruğundan kur tardınız. Milletiniz bunu takdir ediyor. Mustafa Kemal: - Evet, doğru dedi. Ama, benim başladığım işi kim sür dürecek? Size birçok defalar anlatmıştım, benim böbrek lerim hasta. Böbrek hastalan uzun süre yaşamazlar. Ben bu nu çok iyi biliyorum. Millet liderler ortaya atacaktır. Bun dan hiç kuşkum yok. Ama bunlar, sayısı pek çok olan düş manlara karşı koyabilecekler mi? Bu beni korkutuyor. Za man zaman büyük zorluklarla karşılaşıyorum. Konuşmamız Türkiye'nin iç meselelerine döküldü. Mus tafa Kemal, yeni Türkiye'nin sosyal düzenini kendisine öz gü bir görüşle belirtti:
281
- Türkiye'de sınıflar yok, dedi. Türkiye'de işçi sınıfı yok, çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Bizim burjuvazimizi ise he nüz burjuva sınıfı haline getirmek gerekiyor. Ticaretimiz çok cılız, çünkü sermayemiz yok. Yabancılar bizi eziyor. Benim amacım, milli ticareti kalkındırmak, fabrikalar aç mak, yeraltı zenginliklerini meydana çıkarmak, Anadolu ta cirine yardım etmek, zenginleşmesini sağlamaktır? bunlar, devletin önünde duran işlerdir. 3iz bunları kanunlaştıraca ğız ! . . - Ya köylüler? - Onlara yardım edeceğiz. Aşan kaldıracağız. - Siz köylüye yardım edene kadar Derebeyleri, tefeciler, hocalar onu büsbütün köleleştireceklerdir. Onların bekle meye hiç niyeti yok, bizim düşüncemize göre, sizin daya nağınız köylülerdir. Onları kalkındınnız, onlara toprak ve riniz ! . . Onları vergilerden, tefecilerin elinden kurtarınız! . . Sizde işçi sınıfı henüz çok zayıf, orası öyle. Ama, işçileri niz az olmakla birlikte, güçlü, sağlam ve bilinçlidirler. On lar hem size destek olur, hem köylülerin kalkınmasına yar dım ederler. Bizde, Rusya'da işçilerle köylüler ebedi ola rak Rusya'yı Derebeylerinden kurtarmışlardır. Mustafa Kemal: - Rusya'da iş başkadır, diye cevap verdi. Rusya'yı Türki ye ile mukayese edemezsiniz ! Rusya'da işçi sınıfı daha ih tilalden önce teşkilatlanmıştı. Yüksek bir bilinç düzeyine erişmişti. Sizde dinin, halkın üzerinde, bizde olduğu kadar büyük bir etkisi yoktur, fanatizm yoktur. Bunu hesaba kat mak gerek.
282
Bu konuşmamızda Mustafa Kemal Paşa, yukarıda sözü nü ettiğim bir İktisat Kongresi toplamak ve yeni bir iktisa di misak meydana getirmek niyetini açıkladı. Mustafa ke mal Paşa, Türkiye'nin ekonomik canlanışının başarısına büyük umutlar bağlamıştı. Paşa: - Tabii, dedi. Göze görünmeyen pek çok engeller, mille tin de benim de birçok düşmanlarımız var. Ama, bunların üstesinden geleceğimize ben inanıyorum. Güçlü bir ordu kurmayı başardık. - Orası doğru dedim. Ama, kaşarlanmış Derebeyleri bir yana, bütün millet savaşa katıldı. İşçiler, köylüler, aydınlar, tüccarlar, hepsi peşinizden gitti .. Bütün milletçe ülkünüz birdi: İstilacıları kovmak. Ama şimdi sınıflaşma başgöster di. Her grubun çeşitli çıkarları ortaya çıktı. Şimdi bunların arasında, kendi sınıf çıkarları için bir mücadele var. Konuşmamız uzun sürdü. Zamanla silinerek, hafızamda ancak parçalar halinde kaldı. Bizimle Türkiye arasındaki karşılıklı ilişkilerden de söz ettik. Mustafa Kemal, her za man olduğu gibi, açık ve belirli olarak, Türkiye'nin Sovyet Rusya ile olan dostluğunun, en sağlam, en güçlü bir dost luk olduğunu söyledi. Bu, Türkiye'nin uluslararası ilişki lerinin politik temelidir, dedi. Sonra da şunları ekledi: - Bizim birbirimizden ayrılmamıza imkan yoktur. Bu be nim sarsılmaz inancım, gelecek kuşaklara da vasiyetimdir. Aradan uzun yıllar geçti. 1 928 yılında diplomatik çalış malara son verdim. Ama, Türkiye'nin kaderiyle ilgiien mekte devam ettim, iç ve dış politikasını izledim.
283
Mustafa Kemal Paşa, hayatının sonuna kadar, şaşmaz bir biçimde, Türkiye'nin milli çıkarlarının, dolayısıyla, Sovyet ler Birliği ile dostluk ilişkilerinin koruyuculuğunu yaptı. Kemal Atatürk,
1 936 yılında boğazlarla ilgili Montreux
mukavelesinin imzasından sonra, Büyük Millet Meclisi 'nde şunları söylemişti: "Bu münasebetle, karada ve denizde büyük komşumuz Sovyet Rusya ile aramızdaki on beş yıl dan beri her türlü tecrübeden geçmiş olan dostluğun, ilk gündeki kuvvet ve samimiyetini tamamıyla koruyarak, ta bii gelişmesine devam ettiğini söylemekle de aynca mem nunluk duyanın" . Atatürk'ün arkasından, Türkiye'nin Başbakanı İ smet İnö nü de,
1 93 7 yılında, Sovyet Rusya ile dostluğun, her iki ül
kenin politikasında sağlam bir unsur olarak devam edece ğini söylemişti. Ama, İsmet İnönü'nün dediği gibi olmadı. Atatürk'ün hayatının sonlarına doğru, İ smet İnönü, ger çekleştirmek için Atatürk'le birlikte savaştıkları ilkelerden uzaklaşmaya başladı. Büyük komprador burjuvazi ile çev rilen İ smet İnönü, gerek iç gerek dış politikada onun etki sinde kaldı. Atatürk'le İnönü arasındaki başlıca anlaşmazlık, devlet çilik ilkesinde, yani Tük komprador burjuvazisi ile bağlı bu lunduğu yabancı sermayeye karşı milli sermayenin korun masında ortaya çıktı. Zamanında Türk Anayasası 'na soku lan devletçilik ilkesine karşı yürütülen kulis arası savaş, her
284
zaman sürüp gitmiştir. Mustafa Kemal sağ olduğu sürece, bu savaşa gizlice İnönü de katılmakta idi. Atatürk bunu tahmin ettiği için, İsmet İnönü'nün Başbakanlıktan çekil mesinde direndi.
1 93 8 yılı yazında Atatürk'ün hastalığı bunalım aşaması na girdi . Artık işlerle uğraşamaz bir hale gelmişti. sım
1 0 Ka
1 93 8 tarihinde de gözlerini hayata kapadı.
- SON -
285